aÇik mektuplar · aÇik mektuplar 10 muhterem mehmet akif ersoy, evvela, samimi özürlerimi kabul...

311
AÇIK MEKTUPLAR

Upload: others

Post on 29-Jan-2020

12 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

Page 2: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

YARIN YAYINLARILevent Mah. Nispetiye Cad. Kasımpatı Sok. No: 4

Beşiktaş / İstanbulTel: 0 212 234 54 54 - 23 Faks: 0 212 234 54 54

www.yarinyayinlari.com

Açık MektuplarAhmet Özcan

© Ahmet Özcan, 2016© Yarın Yayınları, 2016

© Bütün yayın hakları Yarın Yayınları’na aittir. İzinsiz basılamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz.

ISBN: 978-605-85039-1-5Sertifika No: 30577

Baskı-Cilt: Step Ajans Reklamcılık Matbaacılık Tanıtım ve Organizasyon Ltd.Şti.Göztepe Mh. İnönü Cd. No:78 34200 Bağcılar İSTANBUL - TÜRKİYE

+90 212 446 88 46 | [email protected] No: 12266

3. Baskı: Kasım 2014

Yayın EditörüSayfa Düzeni

Kapak Tasarım

H. Ahmet MenteşAdem ŞenelNurullah Özbay

:::

Page 3: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

AHMET ÖZCAN

Page 4: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime
Page 5: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

“Anneme ve babama...”

Page 6: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime
Page 7: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

7

İÇİNDEKİLER

Mehmet Akif: Mahsun Asalet .....................................................9Enver Paşa: Büyük rüya .............................................................. 17Kuşçubaşı Eşref ve Teşkilat-ı Mahsusa ........................................35Fahrettin Paşa ve Medine Müdafaası...........................................49Ali Şeriati; Yalnızlık sözleri ........................................................ 59Yusuf Akçura; Üç Tarz-ı Siyaset .................................................67Kemal Tahir; Yol Ayrımı ............................................................81Yeni Sınıf ....................................................................................93Ahmet Kaya; Hoşça kal gözüm ................................................ 105Cem Karaca; Cemre ................................................................. 113İmam Humeyni ........................................................................123Romantik Sürgünler ................................................................. 139Yalnızlık Labirenti .................................................................... 147Kara Atena; Batının 10 büyük yalanı ........................................ 155Mısırlı Sinuhe .......................................................................... 173Yaralı Bilinç .............................................................................. 187Deli Dumrulun Bilinci ............................................................. 195Kızılağaçlar Kralı ......................................................................205Bizansın son yüzyılları .............................................................. 215İmparatorluk .............................................................................223Rus Avrasyacılığı ......................................................................233Antonio Gramsci Hegomonya ve Sivil Toplum.....................................................245Karl Marks ................................................................................255Oblomov ...................................................................................277Şeytanın Genel Tarihi ...............................................................287Özgürlük Paradoksu .................................................................303

Page 8: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime
Page 9: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

9

“Mehmet Akif: Mahsun Asalet” *

“..’Ne gördün, Şark’ı çok gezdin?’ diyorlar. Gördüğüm: yer yer,Harap iller, serilmiş hanûmanlar, başsız ümmetler;Yıkılmış köprüler, çökmüş kanallar, yolcusuz yollar;Buruşmuş çehreler, tersiz alınlar, işlemez kollar;Bükülmüş beller, incelmiş boyunlar, kaynamaz kanlar.Düşünmez başlar, aldırmaz yürekler, paslı vicdanlar;Tegallüpler, esaretler, tahakkümler, mezelletler;Riyalar, türlü iğrenç iptilalar, türlü illetler;Örümcek bağlamış, tütmez ocaklar, yanmış ormanlar;Ekinsiz tarlalar, ot basmış evler, küflü harmanlar;Cemaatsiz imamlar, kirli yüzler, secdesiz başlar;‘gazâ namıyla dindaş öldüren bîçare dindaşlar;Ipıssız âşiyanlar, kimsesiz köyler, çökük damlar;Emek mahrumu günler, fikr-i ferdâ bilmez akşamlar!..

Geçerken, ağladım geçtim; dururken ağladım durdum;duyan yok, ses veren yok, bin perişan yurda baş vurdum.mezarlar, ahiretler, yükselen karşımda dûradûr;Ne topraktan güler bir yüz, ne göklerden güler bir nûr.derinlerden gelir feryadı yüzbinlerce âlâmın;Ufuklar bir kızıl çember, bükük boynunda İslamın!Göğüsler sızlayıp durmakta, zincirler daralmakta;Bunalmış kalmış üç yüz elli milyon cansa gırtlakta!”

Mehmet Akif ERSOY

* Safahat, M.Akif Ersoy, E. Düzdağ, İst. 1992 Tarih sohbetleri,1,2,3,Cemal Kutay, İst. 1967

Page 10: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

10

Muhterem Mehmet Akif Ersoy,

Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime kalemi alsam, kelimeler hep boğazımda düğümlendi. Nede-nini tam olarak bilmiyorum, belki, onurlu hayatın ve aydın-lık zihnini kendime yakın bulmama rağmen, küserek çekip gitmiş olmanı tasvip etmemekle acaba sana haksızlık mı ya-pıyorum diye, karar veremediğim içindir. Çünkü diyebilirim ki, Sen’in şahsında bütün bir dindar-muhafazakâr damar’ın yüzyıllık kaderini görüyorum. Öyle ya da böyle, seninle pa-radoksal bir ilişkim oldu her zaman.

Bilirsin, bizim konuşmalarımız, konuşabildiklerimizdir. Asıl duygu ve düşüncelerimizi hep saklarız. Söylediklerimiz söylemediklerimizin şifreleri ile doludur. Ama açık ve net ko-nuşmayı sevmeyiz. O yüzden en iyi şairlerimiz en şifreli şiir-lerin yazarlarıdır.

Müsaadenle, ben seninle açık konuşmayı deneyeceğim.

Akif Bey,

Diyalektiğin kuralıdır, yeni eskiden doğar ve onu tasfiye eder. Cumhuriyet kurulacaksa Osmanlı, M. Kemal yaşayacaksa Enver Paşa, Kemalizm egemen olacaksa İttihatçılık ‘ölecektir’.

1908’de İttihat Terakki cemiyetine, 1915’te Teşkilat- Mah-susa’ya üye olan, 1916-1921 arası aktif olarak Milli Mücade-leye katılan, yani büyük çöküşün bütün aşamalarını içerden yaşayan birisi olarak, 1923’te bu diyalektiği görememiş oldu-ğunu sanmıyorum. Üstelik Lozan görüşmelerinin tamamlan-dığı, yani “yeni”nin, yenilen taraf olarak metazori benimse-neceğinin anlaşıldığı bir dönemde, küserek ülkeyi terk etmiş olmanı bütün açıklığıyla analiz etmek gerekiyor.

Page 11: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

MEHMET AKİF: MAHSUN ASALET

11

1925’te ülkeyi terk ederken, bir arkadaşına, “arkamda polis hafiyesi gezdiriyorlar. Ben vatanını satmış ve memlekete iha-net etmiş adamlar gibi muamele görmeye tahammül edemi-yorum ve işte bundan dolayı gidiyorum” diyorsun.

1923’te Meclisteki muhalif guruptan Ali Şükrü Bey’in öl-dürülmesiyle başlayan “yeni düzenin yerleşimi” senin gibi bir-çok İttihatçı ve Teşkilat-ı Mahsusa kökenli insanı ürkütüyor. Üstelik sen Teşkilat’ın kurucu liderlerinden ve Enver Paşa’nın sağ kolu Kuşcubaşı Eşref Sencer’in en yakın arkadaşısın. Yani, tıpkı 1925 ve 1926’daki İstiklal Mahkemelerinde yargılananla-rın kimliğine, geçmişine, vatanseverliğine, hizmetlerine, ‘gö-zünün yaşına’ bakılmadığı gibi, senin de İstiklal Marşı şairi olmanın, keskin dönüşüm anlarında pek de ehemmiyeti olma-dığı görülüyor. 1923-1926 arasında yeni düzen ve yeni kad-rolara sadakat ve eski düzen ve kadroların biat etmeyenlerinin tasfiyesi, tek geçerli kural durumunda. Şimdi benim anlama-dığım şu; Kuşcubaşı Eşref, Said Halim Paşa ailesi ve benzeri namlı İttihatçılar ile bu kadar yakın olup da, benim arkamda hafiye gezdiriyorlar, diye hayret etmeni ve üzülmeni nasıl yo-rumlamalıyız? Hayret etmen, siyaseti sevmeyen tabiatındaki saf lığının, üzülmen ise dindarâne ve şairane ruhundaki ince-liğin mi ürünü? Yoksa bu kadar iktidar oyununun tam orta-sında durup da, sadece memlekete, amme hizmetine çalışan ve hiçbir oyunu görmeyen bir garip adanmışlığın timsali mi-sin? Bu soruları senin 1925-1936 arası Mısır’a gönüllü sürgün gidişin ve suskunlaşmanın gerisindeki küskünlüğünden dolayı soruyorum. Neden ve kime küstün Akif Bey? Ne olacağını bekliyordun? Ne istiyordun? Savaştan sonra masaya oturan ve müzakereye katılanlar anlaşmaların gereğini yapar, bunu bil-miyor muydun? Ya masaya oturanlardan olacaktın, ya da on-ların “gereğini yapma”larına bu kadar hayret etmeyecektin. Sana sormak istediğim asıl soru, işte bu tutumuna yönelik.

Page 12: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

12

Masaya başkalarının oturmasına izin veren halet-i ruhiye ne-dir? Bugün dahi cevabı üzerinde düşünülmeyen ama her tas-fiyeden sonra kendini dayatan soru budur. İktidar oyununa kenarından bulaşıp, ortasında olmamak? Siyaset yapıp siyase-tin hiçbir kuralına ve donanımına sahip olmamak? Kavgaya girip kavga etmiyor gibi yapmak? Yenilince üzülmek? Kime ve neden yenildiğini dahi kavrayamamak?

Akif Bey, sizin bu tutumunuzun şahsında, bütün bir si-yasi tarihimizin kaybedenlerini görüyorum. Lütfen alınmayın!

Acaba diyorum, o temiz ve içten dindarlığınızın da kay-nağı olan fazla mütevazı ve iyi niyetli kişiliğiniz, bu politik ye-teneksizliğin nedenlerinden biri olabilir mi? Bu kişiliğe dayalı olarak gelişen bir tür dindarlık, insan bünyesini daima sınırlar, sınırlamalar ve mecburiyetler içinde yaşamaya alıştırıyor galiba. Ancak, sınırları ve kuralları, ‘hedefe ulaşma hırsı’yla belirlenen politika sanatı bu inceliği tabii ki kaldırmıyor. Basit kuralları bile çiğneyince cezalandırılacağına ve cehennemde yanacağına inanan “korku”ya dayalı suçluluk psikozu, somut gerçeklerin ve acımasız gelişmelerin karşısında kıvraklık gerektiren ma-nevraları yapamayacak bir hantallık ve ağırlık çökertiyor insa-nın üzerine! Bütün her şeyi Tanrı’yla birlikte algılayan, onunla açıklayan, onunla yaşayan insanlar, içinde Tanrı olmayan bir politik “oyun”da, ne yapacağını şaşıran, elleri ayakları birbi-rine dolaşan acemi figüran durumuna düşüyor, doğal olarak. Yani, acaba diyorum Akif Bey, sizin şahsınız da, bu tür din-darlıkla politik yeteneksizlik ilişkisi kurulabilir mi? Bilemi-yorum, belki haksızlık ediyorum, ama şiirlerinizde dile ge-tirdiğiniz Asım nesilleri yetiştirip, aydınlık günlere kavuşmak için, yani sizin hedef lerinize ulaşmak için, sizi eleştirerek aş-mak gerektiğini düşünüyorum. İnşallah hatıranıza saygısızlık olarak anlamazsınız, çünkü ben tam tersine sizin gerçek ha-tıranıza nasıl sahip çıkılabileceğinin cevabını arıyorum. Ya da

Page 13: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

MEHMET AKİF: MAHSUN ASALET

13

şöyle söyleyeyim; millet evlatlarının, bitmeyen ideolojik, etnik yada dini görünümlü oyunlarda figüran olmayı bırakıp muk-tedir bir siyasetin aktörleri olmalarının, sizlerin makus talihi-nizi yenmekle mümkün olduğuna inanıyorum.

Bunun dışında, emin olun ki, acılı, trajik ama onurlu ya-şam öykünüz, daima bizim ve çocuklarımızın rehberi olacak. Bir dava sahibi olmak nedir, vatanseverlik nedir, kalemini sat-mamak, onurunu açlığa tercih etmek, özü sözü bir olmak, inançlarından, değerlerinden vazgeçmemek, doğru düşün-mek, aydın fikirli bir mümin olmak, nedir? diye soranlara, hep sizi göstereceğiz.

“Akif” diyeceğiz, ona bakın, onu okuyun, onun mahzun mezarındaki çiçeğe su verin. O, bu milletin içinden çıkar-makla iftihar edeceği bir gerçek insandı, diyeceğiz.

‘Aydın’ kimdir diye soranlara seni göstereceğiz; Bütün ömrü boyunca parasızlık çekmiş, İstiklal Marşı’nın parasını dahi almamış, zorla verilince bir hayır kurumuna bağışlamış olan “Akif”e bakın. Her esen rüzgâra dönen, fikrini parasını verenlerden alan, kendi ülkesine dahi beşinci kol ağzıyla düş-manlık yapan, milletini aşağılayan, kimliğinden utanan, tüc-car-aydın’lardan olmayın, diyeceğiz.

‘Adam gibi adam’ kimdir diyenlere seni göstereceğiz. “Akif” gibi olun diyeceğiz. Hasta eşine ömrü boyunca hizmet eden Akif gibi olun, eşi için:

“Seni bir nura çıkarsam diye koştum, durdumEy, bütün dalgalı ömründe hayat arkadaşımDağ mıdır, karşı gelen taş mı hep aştım, lakinBuruşuk alnıma çarpan bu sefer kendi taşım!

Page 14: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

14

diye şiirler yazan ‘Akif ’ gibi olun, inançlarına ve değerlerine bağlılık nasıl olur? Diyenlere seni göstereceğiz; Kuşcubaşı Eş-ref ’in 1931’de sana yazdığı bir mektubunda, “Akif’ciğim, Kıbrıs’ta bir Rum komşum var, mübadele de Aydın’dan göçmüş. Geçenlerde İs-tanbul’a gitmiş. Dönüşünde bana, ‘sizin Türkler bize benzemeye ka-rar vermişler. Madem bize benzeyeceklerdi bu kadar kan niye döküldü, bize bıraksalardı biz daha kolay yollarla onları kendimize benzetirdik’, dedi.” Şeklindeki satırlarını okuyunca hüngür hüngür ağlayan Akif ’i göstereceğiz. Yazdığı Meal’i, dini deforme etme çaba-larına alet olmaması için yaktıran,

“İlahi pek bunaldım, nerde nurun? Nerde güfranın?

Cehennem gezdirip dursun mu afakında hicranın?, diyen Akif ’i.

Vatanseverlik nedir, adanmışlık nasıl olur? diyenlere seni göstereceğiz; 1916’da Teşkilat-ı Mahsusa adına Şerif Hüse-yin’e karşı İbn Reşit’i örgütlemek amacıyla Necid seyahatine çıkarken evine bırakması için teklif edilen parayı geri çevi-ren, “hayrına inandığımız bir hizmeti altınla vurarak öldüre-lim mi?, diyen Akif ’i ; “iki gözüm Eşref’ciğim, bizler maddi ma-nevi yapımızı kendi öz hislerimiz ve müsbeti, hayrı, doğruyu arayan hasbi duygularımızla inşaya çalışmıştık. Beşerde en ali hisde işte bu imiş: Cemiyete rağmen, kendi vicdanının ve hissi selimin istikametini bulup yürüyebilmek” diyen, Akif ’i.

Bir ülkenin evlatlarına nankörlük etmesi nedir?, büyük bir devletin “küçük adam”ların eline düşmesi nasıldır?, diye so-ranlara senin cenaze törenini göstereceğiz, Akif Bey?

27 Aralık 1936’da hastalıktan maada vatanında geçirdi-ğin son günlerinde dahi evinin gözetlenmesini, vefatından sonra resmi makamların hiçbir şey yapmadığı gibi, cenazene sahip çıkan, Kâbe örtüsü ve bayrağa sarılı tabutunu eller üs-tünde Edirnekapı’ya taşıyan üniversiteli “Asım”ların teker te-ker tespit edilip okul idarelerince azarlanmasını göstereceğiz.

Page 15: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

MEHMET AKİF: MAHSUN ASALET

15

Yoksulluğunu bile bile, üstelik Meclis’te Mebusluk yapmış ol-mana rağmen sana maaş bağlanmamış olmasını, herhangi bir iş dahi verilmemiş olmasını göstereceğiz. Sen Milli Mücade-le’de, M. Kemal’in emriyle Burdur, Kastamonu, Konya, Af-yon, Eskişehirlerde dolaşıp hutbelerle halkı mücadeleye çağı-rırken ortalıkta görünmeyen, tanınmayan kişilerin 1923’lerde yeni düzenin sahibi imiş gibi Ankara’dayken seni azarlayıp, “küsmene” neden olan alçakça tavırlarını göstereceğiz.

Bir insanın anlaşılamaması ya da yanlış anlaşılması nasıl olur? Diye soranlara, senin Cemaleddin Efgani ve Muham-med Abduh gibi akıl ve yenilenmeye vurgu yapan Müslüman aydınları örnek almanı hazmedemeyen tam anlamıyla “mür-teci” muhafazakarları göstereceğiz. “Safahat”ını basıp da, ön-sözünde seni senden kayırmaya kalkan, “o İttihatçı değildi” diyerek, kafasındaki “sağcı” İttihatçı düşmanlığı sayıklama-larından güya Akif ’i beri tutmaya çalışan o müzmin “sağcı”-ları göstereceğiz. Eşref Edip’le çıkardığınız Sebilürreşad ve Sırat-ı Müstakim gazetelerinin İttihat Terakki’nin İslamcı ka-nadının yayın organı olduğunu ‘kavrayamayan’ sözde İslam-cıları göstereceğiz.

Bir milletin İstiklal Marşı’nın şairine nasıl haksızlık edi-lebilir?, diyenlere seni göstereceğiz;

Darbe günlerinde zindanlarda dipçik zoruyla, okullarda eziyet olarak İstiklal Marşı okutulmasını, içeriği ve anlamın-dan kopartılmış eski kelimelerden ibaret resmi bir seremoniye indirgenmesini, İstiklal ruhunu hazmedemeyen ama İstiklal’in nimetlerinden de vazgeçemeyenlerin Onuncu Yıl Marşı’nı sana karşı kullanmalarını göstereceğiz.

Seni hep seveceğiz ve seni çocuklarımıza da öğreteceğiz, Akif Bey.

Page 16: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

16

İşte bu yüzden “seni” eleştirmenin ve içererek aşmanın ge-rekli olduğunu düşünüyorum. Çünkü sen, hiç de aynı yerde durmadığın ve sonradan çıkma bir garip sağcı-dindarlığın, hep kaybetmek ve kazananları muktedir kılmak üzerine kurulu kof siyasetinin malzemesi yapıldın. Muhalif liği kader olarak benimseyen, kazansa da kaybetmiş sayılan, suçluluk ve gayri meşruluk psikolojisini üzerinden atamayan, çekinik ve utan-gaç bir kişilikle, ürkek ve aşağıdan bakan bir ruhla, ikiyüzlü bir dille var olmaya çalışan bu “badem bıyıklı”ların elinden seni kurtarmak boynumuzun borcu.

Senin küserek terk ettiğin yerden, yapmadan yapamadan bıraktığın yerden alıp ilhamı, asrın idrakine konuşturmakta boynumuzun borcu…

Birde o Ankara’da, seni azarlamış olanların torunlarını gör-mekte borcumuz. Sana borcumuz çok, anlayacağın. Sakın o merhametli yanınla, alacaklarını silme… ne olur, bu konuda “şahin” ol. Politik davran, öfkeni esirgeme…

Ve Biz, senin eksikliğini ve eksikliklerini telafi etmeden hakkını bu ülkeye, bu millete, Biz’e helal etme, ne olursun Akif Bey...!

Ellerinden öper; seni Huda’nın birliğine emanet ederim, rahmetle kal!

Page 17: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

17

“Enver Paşa: Büyük rüya”*

“..Pek sıkıntılı bir hava. Tuhaf bir sis. Düşman görünmü-yor. Düşmanda hareket yok (...) Son satırlarımı yazarak mek-tubumu kapıyorum. İçine buranın her gün sana yolladığım ya-bani çiçeklerinden maada kaç gecedir altında yattığım karaağaçtan kopardığım ufak bir dalı da gönderiyorum. Seni Hüda’nın bir-liğine yavrularımla birlikte emanet ederim, ruhum efendiciğim..

Karaağaca çakımla ismini yazdım.”

(Enver Paşa’nın eşi Naciye Sultan’a

Pamir’den yazdığı mektuptan.)

Muhterem Enver bey,

1970’li yılların ortalarında, ilkokul beşinci sınıftaydım. Son derece saf ve iyi niyetli bir Hasan öğretmenimiz vardı. Hep kederliydi ve çoğu zaman sabahları ‘akşamdan kalma’ bir vazi-yette okula gelirdi. Derslerimiz onun sayesinde hep şamatayla geçerdi. Hasan öğretmen, sonradan, elinden düşürmediği anah-tarlığındaki ‘Ecevit’ resminden anladığım kadarıyla, CHP’li bir solcuydu. Onu çok severdik. O da bizi severdi. Derslerde bazen Atatürk’ü anlatırdı. Karatahtanın üstünde asılı Atatürk resmini işaret ederek “çocuklar bu sıralarda onun sayesinde

* Makedonyadan Orta Asya’ya Enver Paşa, Şevket Süreyya Aydemir, Remzi Ki-tabevi, İst. 1972

Page 18: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

18

oturduğumuzu unutmayın” derdi. Bir gün yine uzun uzun Atatürk’ten bahsetti. Vatanı nasıl kurtardığını, kahraman-lıklarını, zekasını, devlet adamlığını...... Hiç unutmuyorum, giderek sertleşen bir ifadeyle, “aslında biz büyük bir ülkey-dik”, çocuklar” dedi. ‘Büyük, daha büyük kahramanlarımız da vardı. Enver vardı mesela, Enver Paşa’ dedi. Gözlerindeki o garip ifadeyi hala hatırlıyorum, öfke miydi, keder mi? “En-ver’i büyüyünce tanıyacaksınız” dedi. “Şimdi anlatsam anla-mazsınız, onu büyüyünce anlayacaksınız”. Hasan öğretmenin o gün tam olarak ne kastettiğini anlamamıştım. Enver kimdi? neden büyüyünce tanıyacaktım, iyi bir adam mıydı, kötü mü?. Hasan öğretmen bir daha Enver’den bahsetmemişti. Ama içi-mize saldığı kışkırtıcı merak, varlığını hep sürdürdü.

Sonra, biz büyüdük, büyüdükçe Türkiye küçüldü. Öğ-rendik ki, ülke olarak yıllarca önce dramatik ama görkemli bir şekilde yenilmiştik. Yenilgiyi kabullenip elde kalanla övü-nenler, geçmişe bir çizgi çekmişti. Yenilgiyi kabulleneme-yenler ise geçmişi diriltmek, yeniden kavuşmak ya da şimdiyi geçmişe bağlamak istiyordu. Bu iki tarafın farklı görüntü ve araçlarla süren tüketici kavgasının tam ortasında bulmuştuk kendimizi. Yenilgi travması ekseninde süren bu kavganın ta-raf larının geçmişe dair uzlaştıkları tek bir konu vardı: Enver ve İttihatcılık düşmanlığı.

Kendisini Kemalist, Milliyetçi, Liberal, Solcu ya da İs-lamcı olarak tanımlayan hemen her kesimin, konu 1908-1918 yılları arasına yani çöküş ‘an’ına gelince aynı ref leksi göster-mesi ilginçti:

Enver Paşa ve İttihatçılar, koca İmparatorluğu batırmışlardı. Almanya’nın emperyalist emellerine alet olmuşlar, şiddet, darbe ve entrikayla devleti ele geçirip bir oldubittiyle 1. Dünya Sava-şına girmişlerdi. Cahil ve tecrübesizlerdi. Çoğunluğu Masondu

Page 19: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

ENvEr PAşA: BüyüK rüyA

19

ve perde arkasındaki Sabataycı- Yahudi dönmeler tarafından kullanılıyorlardı. Orduya siyaset sokmuş ve 1913 Babıâli bas-kını ile darbe geleneğini başlatmışlardı. Enver Paşa, Sarıka-mış’ta gereksiz bir harekâta orduyu sürüklemiş ve 90 bin as-kerimizin telef olmasına neden olmuştu. Maceracı, hayalperest ve diktatörlük heveslisi biriydi. Nihayetinde savaş bitince hepsi ülkeyi perişan halde bırakıp Almanya’ya kaçtı..vs...

Büyük bir imparatorluğu kaybetmiş olmanın nedenlerini, ekonomi politik boyutlarını, felsefesini, jeopolitiğini, psiko-lojisini, sosyolojisini düşünmeyen, analiz etmeyen ve her kö-tülüğü kişilere, gruplara, iç ve dış güçlere, ya da aynı anlama gelmek üzere kadere bağlayan bakış açısının en somut ve uç örneği, bu konudaki ittifakla sergileniyordu. Eh, bu kadar ke-sin bir icma olduğuna göre, bizlere de ezberleri tekrarlamak düşüyordu.

Enver bey, eğer büyüdükçe Türkiye küçülmeseydi, yani başta devletlü elit olmak üzere, memleketin hemen bütün son elli yıllık aydınları, bürokratları, işadamları, alimleri ve siya-setçilerinin, örgüt ve cemaatlerinin, abi ve üstatlarının, şef ve önderlerinin çoğunun gözlerimizde büyüttüğümüz küçük ki-şilikler ve varlıklar olduğunu öğrenmeseydik, yaşanan bütün çatışma ve mücadelelerin esasta yenilgi travması ve yükselme arzusunun sahte dışavurumları olduğuna dair bir kanaat oluş-masaydı, sizlerle ilgili bu ezberleri sorgulama çabasına girme-yecektik. Ne var ki, bir toplu yalanlar ülkesinde yaşıyoruz ve herkes tayin edilmiş roller ve güdülenen misyonlar üzerin-den sahici olmayan toplumsallığın sürdürülmesinde anlaşmış durumda. Demem o ki, şu İttihatçı düşmanlığı konusundaki örtük ittifak, birçok şeyi deşifre edecek kriminal bir suçüstü malzemesine benziyor.

Page 20: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

20

Enver Bey, önce hikâyeni özetlemem gerekiyor:

Şevket Süreyya’nın ifadesiyle “Başka türlü bir ülkenin, başka türlü bir neslin, başka türlü bir insanı” olarak 1908’de Makedonya dağlarında ‘Kahraman-ı Hürriyet’ olarak yıldız-laşan serüvenin, 4 Ağustos 1922’de, Türkistan’da Pamir dağ-ları eteklerindeki Çegan tepesinde Ruslarla yiğitçe dövüşerek bitiyor. Altı yüz yıllık bir mutlak otorite olarak ‘Devlet’in dı-şında ortaya çıkan ilk politik irade olarak Jöntürk hareketinin anlamlı bir iktidar aracına dönüşmesi, 1906 kongresinde sen ve arkadaşlarının liderliği üslenmesiyle söz konusu olmuştu. Saray içi paşalar çekişmesinin ya da batılı ülke konsoloslukla-rının kullanmaya çalıştığı bir aydın Muhalefeti durumundaki Osmanlı Terakki ve İttihat cemiyetinin, çapının çok ötesinde etkili olan bir siyasal partiye dönüşmesi asker olarak senin, si-vil olarak ta Talat paşanın sayesinde mümkün olmuştu. As-lında Devlete, yani Abdülhamit İstibdadına karşı Asker-Sivil aydın İttifakının 1908’de hürriyet, anayasa ve meclis talebiyle kazandığı zafer, bu siyasal değişimin dışında belki de devle-tin millet tarafından temellük edilmesi boyutuyla çok daha önemli bir dönüşümü sağlamıştı.

Timur istilası ve Şah İsmail olaylarından dolayı ‘Anadolu’ ve diğer ‘çevre’sine kendisini kapatan ve ‘devşirme’ elitlere teslim olan devlet cihazının, yeniden millete açılmasıydı söz konusu olan. Bu sürece yol açan esas saik ise, yaklaştığı iyice belirgin-leşen büyük çöküntünün harekete geçirdiği saklı dinamikler ve ref lekslerdi. Devletin ve milletin içindeki dağınık ve küs-kün sağduyu, çöküşün ayak seslerini hissedince sahnede olan en örgütlü ve dinamik bir harekete el atıp yeniden kurgula-yarak sürece el koymuştu. İttihat Terakki hareketi, en genel anlamda çok cepheli ve çok veçheli yapısıyla işte bu iradenin adıdır. Batı’da sınıf ve mezhep savaşları içinde kanlı bir şekilde gerçekleşen elit dönüşümü, bizde Jöntürk hareketi üzerinden

Page 21: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

ENvEr PAşA: BüyüK rüyA

21

daha az maliyetle sağlanmıştı. Kaçınılmaz olduğu bugün de teslim edilen son’umuz eğer Endülüs gibi olmadıysa, bunu abar-tılı evhamıyla istibdada başvurmuş olsa da II.Abdülhamit’e ve onunla bir tür oydaşmalı çatışma içinde büyüyerek olgunla-şan İttihat Terakki hareketine borçlu olduğumuzu söyleyebi-liriz. Tabii ki onların eksiklik ve yanlışlıklarını unutmadan.

Mesela, bugün, çöküşün başlangıcının İngiltere ile Rus-ya’nın Osmanlı’yı parçalama konusunda anlaşması olduğunu biliyoruz. Modern diplomasinin İngiltere-Rusya ve Alman-ya-Fransa arasındaki ilişkiler ekseninde şekillendiği göz önüne alınırsa, bu ilişkilerden birinin savaşa dönüşmesiyle Avru-pa’nın, barışa dönüşmesiyle üçüncü bir ülkenin parçalanması ya da felaketi söz konusu olmuştu. Emperyalist paylaşım olarak tanımlanan son iki yüz yıllık savaşların bütün özeti bu. Os-manlı İmparatorluğu tüm bu dönem boyunca denge oyunları ile beladan uzak kalmak telaşından yorgun düşerek tükendi. Ne genel anlamda ‘paylaşım’ın ekonomi politiği ve modern-leşmenin tarihsel manası, ne de özel olarak, 1900’lü yılların başında sanayi ve savaş için kullanım değeri keşfedilen ve bü-yük ölçüde Osmanlı topraklarında bulunan petrolün politik değeri Osmanlı devlet aklı’nda karşılık bulabilmişti. Bütün iktidarı Saray’da toplayan ve kendini hem halkına hem dün-yaya kapatarak totolojik bir kıskaca hapseden devlet, okuma yazma öğrenen ve batı ile tanışan genç aydınların itirazları-nın karakterini dahi sınırlıyordu. Öyle ki Mithat Paşa, özgün ve aydın kişiliğiyle hariç tutulursa, Namık Kemal’den Ahmet Rıza’ya, Talat Paşa’dan Enver Paşa’ya kadar tüm yeni Osmanlı Jöntürk-İttihatçı kadroların muhalefet ufku, biraz Fransız po-zitivist milliyetçiliği birazda Balkan komitacılarından mülhem siyasallık içeren eklektik bir idealizmden ibaretti.

Devletin ve vatanın birliği, güvenliği, güçlenmesi, yeni-lenmesi, ortak amaçtı. Ama bunun- hemen hiçbirinin içeriği

Page 22: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

22

hakkında etraf lıca malumat sahibi olmadığı Kanun-i Esasi’nin ilanıyla sihirli bir şekilde gerçekleşeceğine inanılıyordu. ‘Dev-let’in, batılı büyük devletlerin insafına esir düştüğü bir vasatta, İttihat Terakki’nin tecrübesiz ama idealist, sert ama rasyonel müdahalesine teslim olması kaçınılmazdı. Devlet aklının son temsilcisi olarak II.Abdülhamit’in düvel-i muazzama’ya dö-nük ana siyaseti, yani Almanya ile ötekileri dengelemek, İtti-hat Terakkinin de kaçınılmaz çizgisiydi. Bu manada Abdülha-mit’i tahttan indirenler, sadece onun yerine geçti ve kaçınılmaz son’un yok oluş olmasını engelleyecek bir görkemli direniş örgütledi. Çünkü tarihte geç kalmışlığın askeri olmayan ne-denleri, askeri bir tarım imparatorluğunun üzerine çökerek felç etmişti. Bu koşullarda yapılabilecek olan en anlamlı şey, II.Abdülhamit’le başlayıp Mustafa Kemal’le noktalanan dö-nem boyunca yapılmış olandı; yani çöküşü düşmana pahalıya ödetmek ve elde tutulabilecek olanı sonuna kadar tutmak. II. Abdülhamit ve Enver, pahalı ödetilen bir bedel yarattı ve bu sayede Mustafa Kemal, elde kalan üzerinden yeni bir sayfa açtı.

Bütün bu objektif şartların içinde Enver’in ve İttihatçı ön-derliğin ‘günahları’nı bulup çıkarmak ve tüm olan biteni on-ların sırtına yıkmak, sadece vefasızlık değil, bugünde gerekli olan bir iradenin boğulması manasına geliyor. Vefasızlık, çünkü bütün hayatlarını çöküşü engellemek için harcayan ve karşılı-ğında ne maddi ne de manevi olarak ‘hiçbir şey’ almayan bir kuşağın şahsında bizatihi adanmışlık, fedakarlık, cesaret, hay-siyet ve savaşkanlık mahkum ediliyor..

Enver Bey,

İsmet İnönü hatıralarında senin için diyor ki; “Enver Paşa, şahsi meziyetleri ile iyi bir asker, iyi bir subay, iyi bir insan olarak, top-lumun kusur olarak bildiği unsurlardan, insanın tasavvur edemeyeceği

Page 23: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

ENvEr PAşA: BüyüK rüyA

23

kadar nasibi olmayan bir tiptir. Asker vasıfları bakımından vazife se-ver, çalışkan ve korku nedir bilmez müstesna kahraman olarak, asker-liğin aradığı ölçülerin en yukarı seviyesinde yer almıştır”.

Şevket Süreyya Aydemir, senin baş döndürücü yaşam öy-künü anlattığı üç ciltlik eseri boyunca, satır aralarına serpiştir-diği Almancılık, hayalperestlik, maceracılık ve tek adam olma hevesi dışında, hayranlıkla bahseder. Balkanlarda çete Savaş-ları, hürriyet için dağa çıkış, Berlin ateşe militerliği, 31 Mart olayı vesilesiyle dönüp Hareket ordusu Kurmay başkanlığını devralış, isyanı en ön saf larda çarpışarak bastırma, 1911 Trab-lusgarp işgali üzerine gönüllü toplayarak gizlice Kuzey Afri-ka’ya gitme, 1913’te Edirne işgal edilince İngiliz yanlısı Sad-razam Kamil Paşa’nın “verelim kurtulalım” siyasetine karşı Babıali’yi basarak ittihat Terakki hükümeti kurma, Edirne’nin geri alınışı, 1.Dünya Savaşı, Sarıkamış, Çanakkale cephele-rinde ön saf larda çarpışmalar, 1918 Mondros mütarekesi son-rası bir Alman denizaltısıyla Karadeniz üzerinden Berlin’e gi-derken yolda arkadaşlarını gizlice terk edip Kafkasya’ya gitme girişimi, biri denizde iki defa da uçak düşmesi sonucu havada üç önemli kazayı atlatarak Berlin’e geri dönüş. Orada Lenin ve Troçki dahil, Rus Bolşevik yetkililerle temas. İngiltere’ye karşı Anadolu, İran, Afganistan, Hindistan, Kafkasya ve Orta Asya da direnişleri sürdürmek amacıyla ortak planlar, proje-ler, eylemler hazırlama...Bakü’de Doğu Halkları Kurultayına katılma. 1921’de Bolşeviklerin İngilizlerle anlaşması üzerine Türkistan’a geçerek bu kez Ruslara karşı Basmacı isyanını ör-gütleme. Türkistan’daki en güçlü aşiret liderinin Ruslarla an-laşması üzerine direnişin zayıf laması ve Kurban bayramının ikinci günü uğranılan bir baskın sırasında en önde düşmanın üzerine atılarak intihar gibi şahadete nail olma.

İttihat Terakki önderliğinin kararıyla sarayda etkili olmak maksadıyla kotarılan Padişahın kızı Naciye Sultanla ‘mantık’

Page 24: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

24

evliliği. Evlendikten sonra başlayan tutkulu aşk. Hem da-vaya hem aşkına ölümüne bağlılık ve sadakat. Ortalama ‘Os-manlı’ kişiliği; muhafazakar bir dünya görüşü, Müslümanca bir ahlak, mümince bir tevekkül, düşmanlarının bile kabul et-tiği savaşçılık, teşkilatçılık, cesaret ve ataklık. Halifeliğe, Os-manlılığa ve İslam’a sarsılmaz bağlılık temelinde Müslüman toplumların emperyalizme karşı ayaklandırılması maksadına matuf İslamcılık. Turancı ve Türkçü olmayan yani ırk teme-linde hayali bir birlik içermeyen ama bütün Müslüman Türk toplulukların bağımsızlığını kazanmasını amaçlayan Türkis-tan perspektifi. Büyük bir ufuk, geniş bir vizyon, sınırsız ve sonsuz bir harita......

Enver Bey, sana dönük en yaygın suçlama, Almancılıktı. Çaresizliğin ve zorunlulukların dayattığı Alman ittifakından azami fayda çıkarmaya çalışman dahi soğuk savaş döneminde aşina olduğumuz ‘uşaklık’ ve ‘kullanılma’ geleneği ile karşı-laştırarak yorumlandı. Enver’in Alman yanlılığı ile, bugünkü Amerikancılık ya da Avrupacılık türleriyle kıyaslanmaz bir fark vardır. Enver, önce ve sadece Osmanlıcıdır. Almanya o gün için her açıdan hem en güçlü, hem Osmanlı’nın parça-lanmasını çıkarlarına uygun görmeyen, hem de ittifaka razı olan tek güçtür. Osmanlıyı parçalamaya karar verenlere karşı bu en güçlü müttefikle yapılan kader birliği ile, sahte dış düş-man paranoyaları yaratarak Türkiye’yi tepeden tırnağa başka dış güçlere bağlayan bugünkü sözde ittifak tarzı hiçbir şekilde kıyaslanamaz. Ayrıca, savaş boyunca Almanya’nın Osmanlı’ya dönük gizli niyetleri daima gözetim altında tutulmuş ve yer yer kopma noktasına dahi gelinmiştir. Mesela savaşın hemen başlangıcında kapitülasyonların kaldırılmasına Almanya çok sert tepki göstermiş, Filistin ve Irak’ta Alman komutası ile ciddi krizler yaşanmış, Kafkaslarda petrol bölgelerinin kont-rolü üzerine Almanlarla sıcak çatışmanın eşiğine gelinmiştir.

Page 25: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

ENvEr PAşA: BüyüK rüyA

25

Yine İsmet İnönü’den dinleyelim: “Enver Paşa’nın Alman as-keri heyetiyle münasebetlerinde, Almanlara tamamıyla tabi olduğu söy-lenemez. Bilakis, Almanlar ondan daima çekinir ve onu memnun et-meye çalışırlardı. Ancak, kendisi zayıfladıkça, askeri kabiliyetlerinin ve vasıtalarının mahdut olduğunu anlamaya, öğrenmeye başladıktan sonra, nihayet Alman sevk ve idaresinin bir vasıtası haline gelmesi za-ruri olmuştur”.

En önemlisi yine ‘Soğuk Savaş’ alışkanlığı olarak batıya bağımlı Türkiye gerçeğinden hareketle, gerek Almanlarla İt-tifakta, gerek Orta Asya serüveninde, hatta mason ve diğer beynelmilel teşkilatlarla ilişkilerde, daima tek yönlü ve aley-himize komplolar aramak, kullanıldığımızdan dem vurmak, hiç aksini düşünmemek, kendine güvensizliğin ürünü kalıcı bir ortak özellik durumundadır. Oysa bu ülkeye, vatana ve millete sonuna kadar bağlı oldukları hayatlarının sonuna ka-dar verdikleri mücadele ile sabit kadroların birileri tarafından kullanılmış olmaları ne kadar mümkündür? İnsafsızlık o bo-yuttadır ki, Osmanlı’yı kurtarmak için ölümüne kavgaya tutu-şanlar Osmanlı’yı yıkmakla suçlanmış ve adeta ‘neden savaştı-lar, kan dökülmeden anahtar teslimi ne isteniyorsa verselerdi’ denmiştir. Yine mason localarından, devletlerarası çelişkilere, saraydan Babıali’ye, tarikatlardan meyhanelere kadar ne varsa onu davaları için kullanmaya çalışmanın, hatta örneği olma-dığı kadar bunu başarmış olmanın gerisindeki bir büyük di-renme azmine sürekli çamur atılmıştır.

Çünkü Onlar artık yoktur ve onların davalarını güdecek bütün objektif koşullar teker teker temizlenmiştir. Britanya ve Fransa, ABD ve Almanya, Rusya ve İtalya, hepsi, aynı anda hepsine karşı durmasını bilmiş ve doğunun haysiyetini büyük bedeller ödeterek savunmuş bir iradenin tekrar başlarına bela olmaması için gerekli her yalanı tarihe not ettirmiştir. Çünkü onlar yenilmiştir ve yenilenler haklı, doğru, güçlü, muktedir

Page 26: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

26

olamaz. Tarih, yenenlerin lehine yazılır ve ayakta kalanlar ölenleri suçlar. Hiç kimse de gerçeği merak etmez. Artık dı-şarıda kazanan İngiltere’nin, içerde ise İttihatçıların tasfiyesi sonrası egemen olanların kendilerine yonttukları bir tarih var-dır. Artık ‘Enver’ deyince “Sarıkamış ta 90 bin asker” yalanı tekrarlanır. Gerçekte 26 bin askerimiz şehit olmuştur ve bu-nun sorumlusu Enver ya da başkası değil, savaşın acımasız ger-çekliğidir. Çanakkale, zaferle bittiği için orada 250 bin şehit-ten gururla bahsedilir. Ama ‘Sarıkamış’’ta soğuk ve hastalığa yenilip kayıp verince, herkes abartılı rakamlarla ve askeri stra-teji uzmanı edasıyla yalanlara sarılır. İşin ilginci şudur: 1908 den beri başta Londra olmak üzere tüm batı basını daima it-tihatçıların dinsiz, mason olduğuna ve Yahudi dönmeleri ta-rafından yönetildiğine dair yayın yapar. Gerçekte, İttihatçılar, bugün anglo-saksonların yaptığını o gün yapmış ve batıda sü-rekli dışlanan Yahudi gücünü ve kendine uluslararası etkinlik arayan mason teşekküllerin imkânlarını sonuna kadar ve ta-mamen kendi lehlerinde kullanmışlardır. Bu ‘kullanma’ iliş-kileri boyunca, vatan ve millet aleyhine tek bir adım atıldığı ya da onların maksatlarına hizmet edildiğine dair tek bir ör-nek yoktur. II. Abdülhamit’in hal edilişi sırasında nezaket ge-reği İttihatçı liderlerin gitmemesi üzerine seçilen dört kişiden ikisinin gayrı Müslim, birinin dönme olduğundan hareketle bu olaydan sembolik manalar çıkartanların zorlama yorum-ları söz konusudur. Kaldı ki, Yahudilik, dönmelik ve mason-luk, hem bugünkü güç, mana ve misyonunu henüz ulaşmış değildi, hem de Tazimattan beri Türkiye’nin batıyla ilişkile-rinin hemen tek vasıtaları durumundaydı. Bugünden geriye dönüp kötü adamlar efsanesi yaratmak gerekince bu kara pro-paganda malzemeleriyle sağ-muhafazakar zihinleri yemlemek için meşhur yalanlar icat etmek, zaaf noktaları üzerinde ça-lışmak işe yaramıştır. Özellikle Enver Paşa aleyhine yayınlar,

Page 27: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

ENvEr PAşA: BüyüK rüyA

27

bugün Usame Bin Laden ya da Saddam haberlerine çok ben-zemektedir. Ancak Enver paşa, ne Usamedir, ne de Saddam. Yani o batının objektif ajanı değil, doğunun son savaşçısıdır. O sadece ülkesine ve haysiyetine dönük açık bir emperyalist savaşa karşı var gücüyle dövüşmüştür. Öte yandan Arap dün-yasına yönelik olarak ta, Türklerin din değiştirdiğinden baş-layıp, İngilizlerin topluca Müslüman olacağına kadar başka bir propaganda yürütülür. Mesela İbn Arabi’nin kayıp bir kitabı bulunmuştur ve bu kitapta ahir zamanda gelecek olan ‘Ennebi’ den bahsedilmektedir. Tesadüf odur ki, Mısırdaki İngiliz iş-gal kuvvetleri komutanının ismi de ‘Allenby’dir. Bunun gibi, Arap dünyasında Türkler aleyhine, Türkiye’de de ittihatçılar aleyhine cehalete hitap eden propagandalar yürütülmüştür.

Bir başka ve daha çok aydınların sevdiği yaklaşımda İt-tihatçılığın, darbeci, komplocu, despot ve jakoben oluşudur. Ancak ihmal edilen küçük bir ayrıntı vardır; İttihatçılar ne 1908 öncesi ne de sonrasında ki iktidar dönemlerinde halka karşı veya farklı fikirde olanlara karşı değil, Saray ya da ya-bancı devlet işbirlikçilerine dönük bir sertlik içindeydiler. Ja-koben tavırları, milleti ezmek veya hizaya getirmek için değil, milleti baskı altında tutan bir despota karşı idi. Yine yaptıkları tek ‘darbe’, yani Babıâli baskını, Balkan savaşının intikamını ve Edirne’yi geri almak maksadıyla düzenlenen bir eylemden ibarettir, bugün anlaşıldığı şekliyle bir darbe bile sayılamaz.

Sonuçta İttihatçı önderler, ya Talat, Cemal, Sait Halim Pa-şalar gibi, İngilizlerin organizasyonuyla Ermeni tetikçilere vur-durulmuş ya da Enver Paşa gibi, İngilizlerin Bolşevik Rusya ile anlaşması sonucu tasfiye edilmiştir.Türkiye Cumhuriyeti devleti’nin kuruluş sürecinde, gerek içerde gerekse de dışarıda İttihatçılar ısrarlı bir takip sonucu teker teker ortadan kaldırıl-mışlardır Sanki bir el, 1926 İzmir suikastı davasındaki idamlara

Page 28: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

28

kadar, İttihatçılığın tasfiyesini diğer bazı örtülü şartlar gibi, varlık ve bekamızın şartı olarak dayatmış gibidir.

İttihatçılar aleyhine bolca var olan Batı kaynaklı propa-ganda ve dezenformasyon malzemesinin, 1950’lerden itibaren sol ve özellikle İslamcı-milliyetçi çevrelerin ezbere tekrarı ha-line gelmesi, üzerinde düşünülmesi gereken bir başka olgudur.

Enver’i ve İttihatçıları unutmak, hatırlayınca da İngiliz yavelerini ezberden sıralamak, Türk sağının mayalandığı ve kodlandığı dönemi, sağ’a yapılan aşıyı, biçilen misyonu, çi-zilen sınırları anlamamız için elverişli bir ölçü sunar. Enver’e ve İttihatçılara küfür edilecektir. Hürriyet ve İtilaf, Ahrar gibi Anglofil karışık partiler övülecek, prens Sabahattin, Sait Halim Paşa, Mehmet Akif gibi ittihatçılar ittihatçılıklarından özenle ayrıştırılarak sahiplenilecektir. Asker-sivil-aydın ittifakı sol Ke-malizm’e terk edilecek ve Menderesle birlikte sonu gecekon-duculuğa çıkan demagojik bir ‘millet’ popülizmi üzerinden güya iktidar mücadelesi geleneği oluşacaktır. Milletin muktedir olma davası, ülkenin refah ve kalkınma davası, Devletin mil-letçe temellükü davası, saltanatın kaldırılması ve Cumhurun egemenliği davası, büyük Türkiye davası, bu gayelerle alakasız hatta taban tabana zıt karakterde anomalik bir sağcılığın paran-tezine alınarak eritilmiştir. Sonuçta küçük esnaf ve köylülüğü oy tabanı haline getirip hep orada tutan ve metropollerde ‘ge-cekondu’ ya taşıyarak tekrar ‘taban’laştıran sağ siyasetin geldiği nokta, bunu ‘muhafaza’ edecek bir lümpen demokratizmden başka bir şey olmamıştır. Sol Kemalizm ise, II. Abdülhamit ve İttihatçılarla başlayan ve Mustafa Kemal’in 1930’lara kadar sürdürdüğü milli kalarak modernleşme, dindarlığı yenilikle barıştırma, mülk ve siyaseti yerlileştirme çabalarını çarpıta-rak, devletle din, Orduyla dindar, din’le modernlik ve Türk-lükle Müslümanlığı çatışan ters devreler haline getirip arala-rına da mayınlar döşeme misyonu görmüşlerdir. Demek ki,

Page 29: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

ENvEr PAşA: BüyüK rüyA

29

İngilizlerle ilişkileri şaibeli sol Kemalistlerin ve Amerikalılarla ilişkileri netameli sağ-muhafazakârların İttihatçılık düşmanlı-ğında buluşmalarında bir ‘hikmet’ bulunmaktadır.

Enver Bey,

İmparatorluğumuz çökerken, en kalifiye kadrolarımızı kay-bettiğimizi biliyoruz. İki buçuk milyon askerimizin beş yüz binini çarpışmalarda, bir buçuk milyona yakınını da hastalık, açlık ve ilaçsızlıkla kaybettik. Savaş boyunca üç yüz bin civa-rında da asker kaçağımız varmış. Dört yıl boyunca 10 ayrı cep-hede savaşırken, yani her şeyimizi kaybetmek üzereyken ka-çan bu üç yüz bin askerin çoğunlukla eşkıyalık yaptığı, yani çocuklarını ölüme gönderen sahipsiz köylülerin mallarına ve namusuna musallat olduğu biliniyor. Savaş bittikten sonra sağ kalanların içinde kaybolan bu kaçakların ve onların çocuk-larının, torunlarının, kimler olduğunu merak etmemek elde değil. Tarihçiler, bu kaçakların en fazla ermeni tehciri ile ‘il-gilendikleri’ ve ermeni köylerine yerleştiklerini kaydediyor. Osmanlı’nın çöküşünden suçlu arayanların, genetik bir ‘suç’la tanışıklık, suçlanma ve suç örtme aşinalığı olmasın sakın?

Enver Bey,

Sen’in ve sizlerin hikâyesi uzun. Daha öğrenecek, konu-şacak çok şey var. Şimdilik merak ettiğim birkaç hususa de-ğinmek istedim. Bu ülkedeki anlamsız kavgaların, dışa ba-ğımlılığın, mal ve şehvet düşkünü sağcılığın, din ve millet düşmanı solculuğun, küçük adamların, sahte kişiliklerin, ay-mazlık, yobazlık ve korkaklığın, yabancı devletlere olan hay-ranlığın, güce tapmanın, sahte dindarlığın velhasıl Osmanlı-dan beri bir gram bile değişmeyen bu ‘milli’ hasletlerimizin

Page 30: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

30

yenilgi travması ve İttihatçılık düşmanlığı ile bağlarını merak ettim. Çünkü İttihatçılık, tam da bu hasletlerden arınmak, ye-nilenmek ve yenilgiyi durdurmak için ortaya çıkmış inatçı ve kararlı bir mücadelenin adıdır. Acaba travma sandığımızdan daha da derin izler bırakarak genlerimizi de mi bozmuştu? Ya da gerçek manada modernleşemeyeceğimizi içgüdüsel olarak anlayıp buna tepki olarak her şeyimizi ‘bozmayı’ mı seçmiş-tik? Batılıların bizi Anadolu’dan da süreceğine dair korkumuz, abartılı ve üretilmiş dramatik bir güçlü olma ve yücelme ar-zusu şeklinde dışa mı vuruyordu? Yoksa siz’den ders alan ba-tılı güçler, bir daha size benzer baş belaları çıkmasın diye, tıpkı II. dünya savaşından sonra Churchill’in “Almanya’yı bela ya-pan Prusya’dır, bu bölgeyi Almanya’dan arındırmak ve nüfus yapısını da değiştirmek gerekir” dediği gibi, bize de benzer bir ameliyat mı yapılmıştı? Yakın tarihimizin en acılı döne-minde çok şeyimizi borçlu olduğumuz bir kuşağa karşı, top-luca ve yalanlarla dolu kin ve düşmanlığın bu kadar benim-senmesinin manası ne olabilirdi?

Enver Bey, Siz, siyaseti yüce gayeler için ve bileğinizle, yüreğinizle, haklılığınıza yaslanarak, çile çekerek ve elinizde avucunuzda ne varsa feda ederek yapıyordunuz. Bugün bin bir türlü dengeyi gözeterek makam mevki para pul elde et-mek maksadıyla siyaset yapılır oldu. Üstelik bu amaçla bir ya-bancı güçle iş tutmak, devletin belli odaklarından icazet al-mak, para sahiplerinin kanatları altına girmek gayet yaygın bir hastalık durumunda. Siz, Doğru ya da yanlış, bir şeylere ina-nır ve onu sonuna kadar savunurdunuz. Bir fikriniz, bir sözü-nüz, bir namusunuz vardı. Öldürmenizi tabii ki tasvip etmek mümkün değil, ama gerektiğinde fikirleriniz ve inançları-nız için gözünüzü kırpmadan ölüyordunuz. Yiğitlik şanınız, mertlik karakterinizdi. Rakiplerinizin dahi kalitesini gelişti-ren bir tesiriniz vardı.

Page 31: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

ENvEr PAşA: BüyüK rüyA

31

Bugün, bir şeylere inanmak değil, ‘ne istediğini bilmek’, ‘bir şeyler elde etmek’, ‘pazarlığı ve hesabı bilmek’ revaçta. İh-tirasların ve arzuların şehveti hayatımızı esir aldı. Zalimlerin ve ayaktakımının ahlakı bütün ülkeyi işgal etmiş durumda.

Siz, o yoksulluk, çaresizlik, imkânsızlık günlerinde, yurt-dışına adam gönderir, örgütler kurardınız, yabancı elçiliklerle görüşür oyun çevirirdiniz, uzak diyarlarda isyanlar çıkartır düş-manı oyalardınız. Oğlun Ali, 1940’larda Londra’da öğrenim görürken, Londra büyükelçimizin aracılığıyla Churchill’le gö-rüştüğünde Churchill ona, “Senin baban benim siyasi kariye-rimi yirmi yıl erteledi” demiş. Sizin görkemli savaşlarınız, o zaman İngiltere de, Rusya da, Fransa da, İtalya da iktidar ve hükümet değişimlerine neden olmuştu.

Bugün ise, ülkemiz bütün istihbarat örgütleri ve örtülü ope-rasyonların laboratuarı durumunda. Okumaya gönderdiğimiz çocuklarımız ya buradaki zulümlerden bıkıp bir daha dön-mez oluyor veya ‘iyi ilişkiler’ kurabilmişse paraşütle dönüyor.

Siz, Iraktaki İngiliz işgaline, kanal harekatı, Filistin dire-nişi, Kut-ul amere zaferi ve Medine müdafaası ile cevap ver-miştiniz. Biz bugün Amerikanın Irak işgaline neresinden ve nasıl katılacağımızı, karşılığında ne elde edebileceğimizi tar-tışır olmuşuz.

Siz, çürümüş bir hanedanlığın, tükenmiş bir İmparator-luğun, cehalet ve yoksullukla malul bir milletin çocuklarıy-dınız. Bin bir imkânsızlık, karmaşa ve devletler oyunu içinde büyüyüp çöküşü durdurmak için sonuna kadar ve yiğitçe dö-vüştünüz.

Biz, Hasan öğretmenlerin yetiştirdiği çocuklarız. Büyü-dükçe tanıyoruz, anlıyoruz her şeyi. Çocukluk masalları, ya-lanlar ve aşılamaları ayıklamaya çalışıyoruz. Bizi büyütecek ve büyüdükçe kavrayacağımız gerçeklerimizle yüzleşmeye

Page 32: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

32

çalışıyoruz. Hz. Peygamberlerin Uhud Savaşında ki gibi, ge-çici bir üstünlüğü zafer zannedip ganimet paylaşmaya koşan-larla, Beni Ümeyye’nin şef leri gibi, halkına zulmetmeyi mes-lek edinmiş “asker kaçaklarının torunlarının” arasında süren, Amerika, İngiltere yada AB’ye kim distribütörlük yapacak kav-gasını şimdilik seyrediyoruz.

Enver Bey, sen Türk’tün. Kuşçubaşı Çerkez, Abdülkadir Kürt, Akif Arnavut, Sait halim Arap’tı. Talat Masondu, Ca-vit bey dönme. Savaşa kadar, Ermeni, Rum, Süryani, İranlı, Azeri, Bulgar, Gürcü dostlarınız, müttefikleriniz, taraftarla-rınız da vardı. Hepiniz Osmanlıydınız ve hep birlikteydiniz. Bütün Osmanlı’nın, bütün Avrasya’nın, bütün Doğu’nun di-renme ve dayanma çabasıydınız. Başaramadınız.

Sizden sonra Ruslar, sizin çabanızı, Rus merkezli ve Sos-yalizm görünümüyle denediler. Onlar da uzun bir deneme-den sonra başaramadılar. Misyon hala boşlukta. Emperyalizm kazanmaya, biz yenilmeye devam ediyoruz. Devletimiz tam bir kuşatma altında, işi kartlı kurtlu filmler çevirmeye kadar dağıtmış durumda. Milletimiz, artık her şeyi boşlamış, gün-delik dertleri dışında herhangi bir şeyle meşgul olmak, hatta düşünmek, tartışmak, yorulmak istemiyor. Aydınlarımızın bir kısmı iktidar yağcılığı, bir kısmı rejim bekçiliği, bir kısmı da şaklabanlık yapıyor. Sermaye sahiplerimiz henüz ‘burjuva’ bi-linci ve seçkinliğine sahip değil. Yabancı sermaye acenteliği ile devleti soyma uğraşı yanında bu işler biraz fantezi geliyor onlara. Durum, sandığımızdan da kötü aslında.

Yaşasaydın hemen durumdan vazife çıkarırdın biliyorum. Burada bir şey daha eklemem gerek; Enver deyince aklına he-men yayılmacılık ve macera gelenler, senin hiçte macera ol-mayan ve sadece savaşı tüm Asya’ya yayarak Anadolu’yu rahat-latan bir savunma hattı ördüğünü unutuyorlar. Üstelik lazım

Page 33: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

ENvEr PAşA: BüyüK rüyA

33

olduğunda da neo Osmanlıcılık, bölgede etkili olmak, Musul- Kerkük hikayeleri üzerinden seni çağrıştıracak sözde emperyal ajitasyonlar çekiyorlar. Oysa Enver, evvela soylu bir savunma ve kararlı bir var olma davasıdır. Enverizm, bir emperyal vizyon-dur ama bu vizyon bir yayılma değil, dağılmama, en azından yenilmeme iradesi ile sınırlıdır. Bu nedenle Enver ve İttihat-çılık, önce içerde toparlanmanın, sağlam durmanın, dayan-manın ve yenilenmenin adıdır. Bu iradeyle, bütün iç sorun-larımızı çözecek ve dışa bağımlılığı asgariye indirecek Milli demokratik bir restorasyondur Enverizm.. emperyal hevesler ise dış güçlerin gazıyla değil, yine savunma amaçlı ve mazlum milletlerin dayanışması temelinde birlik ve ittifaklar olarak rasyonel bir büyüme stratejisinin doğal sonucu olabilir ancak.

İşte bunun için İttihatçılıkla, yani o kendine güven, hay-siyet, vatanseverlik ve cesaretle tanışma ve barışmamız gere-kir diyoruz. İşte bu maksatla Kürd’ünü de, dindarını da, ba-tıcısını da, solcusunu da liberalini de içinde toplayan bir üst cephe iradesi olarak İttihat Terakki üzerinde yeniden düşü-nelim diyoruz.

İşte bu manada Enver diyoruz. Şehit naşının cebinden bir büyük harita, bir Kuran-ı Kerim, yarım kalmış bir mektup ve birkaç kuruş para çıkan Enver.

Yaşadığımız kâbusun ‘şifreleri’ni çözmemizi sağlayacak ayak izleri dışında, geriye maddi olarak hiç bir şey bırakma-yan; bir komutan, bir devlet adamı, bir eş, bir insan nasıl olur-muş düşmanına bile ispat eden, bir yalnız ama büyük adam.

Hasan öğretmen doğru söylemiş, Şu küçük kafalar ve kü-çültülmüş garip ülke, bir gün büyüyünce anlayacak seni..

Hûda’nın birliğine emanet ol..

Page 34: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime
Page 35: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

35

“Kuşçubaşı Eşref ve Teşkilat-ı Mahsusa”*

“..silah atılmıyor/güvercin şakırtısıdır/şafakta yaldızlanan/şadırvanda su/ıhlamurlarda ezangörkemli bir namaz uğultusuheyhat/hamzabey cami-i şerif ’inden kim kaldıkim kaldı eski Selanik’tenlaternalar sustu/sürahiler tenhatek kibrit çakılmıyorkim kaldı ittihat ve terakki’deno jöntürk’ler ki-‘hariçten evrak-ı muzırra celbederlerdi’-o fedailer ki barut öksürürlersakal traşları mavi/kırmızı bıyıkları biberkim kaldı müdafaa-i hukuk cemiyetindenavcı ceketi/astragan kalpakbazen ‘ittihatçı’/hafif ‘iştirakiyyun’öfkeli kaşları salkım saçakkumral bıyıkları mahzun/hani felaket tütün içerlerceplerinde idam fermanları/bellerinde söğüt yaprağı bıçakya millet meclisinde mebus/ya kuva-yi seyyarede asker..”

Attila İlhan

* Teşkilat-ı Mahsusa, Dr. Philip H.Stoddard, Yarın Yayınları, İst.,kasım 1993

Page 36: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

36

Muhterem Kuşçubaşı Eşref Bey;

Yanılmıyorsam, Marcel Proust’un bir sözüydü: “İnsanları yaklaştıran şey fikirlerin ortak oluşu değil, anlayışların akraba oluşu-dur”, diyordu.

“Anlayışlar”… Kişilik ve ruh yapıları, hayat içindeki du-ruş, eşya ve olaylar karşısındaki tutum, hal ve ahval… Fikir-lerden daha kavi, daha derin oldukları kesin. Ortak fikirlerle yoldaş, akraba anlayışlarla ise ‘dost’ olunuyor.

Eşref bey, baş döndürücü yaşam öykün, aynı anlayıştan bir kuşağın acıları, yoklukları, kaybedişleri, savaşı ve ölümü çocukça bir oyuna dönüştüren keyif li bir macera filmi gibi. Macera mı dedim? Özür dilerim, bir an için bu ifade, sizin kuşağa, bütün Jöntürk-İttihatcı geleneğe her fırsatta küfre-den, ‘hayalperest, maceracı, Osmanlıyı batıran, Almancı’ vb. diyerek sizin sayenizde oturdukları koltuklarında üfüren her ’fikir’den cahil ve nankör takımının ağzına yakışır. Bilirsin bizde atavizm güçlüdür. Atalarımızın bir kısmına tapar, kala-nına da illaki küfrederiz. Çünkü tefessüh etmiş bir devlet ve toplum düzenine isyan eden tek ahlakımız sizdiniz Ama her ahlaksız gibi, çokları sizin bu ahlakınızdan hep rahatsız oldu. Varsın olsun, şairin dediği gibi, ’ne çıkar siz bizi anlamasanız da, sahi siz bizi anlamasanız ne çıkar?...

Eşref bey,

İtiraf etmeliyim, yaşam öykünüzden başım döndü: Abdül-hamit’in Kuşçubaşı Çerkez Mustafa Nuri beyin oğlu olarak girdiğiniz Kuleli Askeri Lisesi’nde, idareye karşı eylem yapıp Edirne’ye sürgüne gönderilmekle başlıyor. Mekteb-i Harbiye’yi bitirdikten sonra atandığınız Makedonya’da muhalif faaliyetlere karışınca babanız ve kardeşiniz Selim Sami ile birlikte Hicaz’a

Page 37: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

KUşçUBAşı EşrEF vE TEşKİLAT-ı MAHSUSA

37

sürgün ediliyorsunuz. 1900 yılında Taif ’teki hapishaneden ka-çış, yakalanma ve üç-dört defa Cidde, Medine hapishanelerin-den kaçma girişimi, sonra tekrar kaçış ve Abdülhamit’e karşı Hicaz’da bir çete kurup, ünü bölgeye yayılan eylemler. Me-dine tören meydanında üç tabur askeri teftiş eden padişahın yaverini kaçırma, padişahın Medine’ye gönderdiği hediyeleri gasp etme, Hindistan’a gidiş, Abdülhamit’in bıktığı için af çı-karması, tekrar dönüş, yine eylemler, Bahreyn’e kaçış, tekrar Hindistan ve Türkistan’a gidiş. Afganistan ve İran seyahati. Babanızın şantaj olarak tutuklanması üzerine Hicaz’daki bir grup hükümet müfettişini kaçırma ve babanızın affı karşılığı serbest bırakma. Çeşitli kılıklarda Mısır’a, Kıbrıs’a ve Paris’e seyahat. İttihat-Terakki’ye katılıp Makedonya’ya gidiş. Orada aynı anlayıştan ‘dost’larla tanışma: Ohrili Eyüp Sabri, Enver bey, Süleyman Askeri, Resneli Niyazi, Sapancalı Hakkı, İske-çeli Teğmen Atıf…Divan-ı harp tarafından idama mahkumi-yet, Karadağ’a kaçarken yakalanıp ağır işkencelerden geçme. Mahmut Şevket Paşa’nın girişimiyle salıverilme. Abdülha-mit’in İzmir Tepeköy de uslu durmanız karşılığında verdiği çiftlikte zorunlu ikamet. İzmir’de İTC hücresi oluşturma, tü-tün tüccarı kılığında seyahat ederek bölgede örgütleme çalış-ması, Çakırcalı Efe ile işbirliği ve nihayet 1908 Meşrutiyetin ilanıyla yeni yönetim tarafından bölgenin güvenliğini temin etmekle görevlendirilme. Ayaklanmaları bastırırken sert dav-randığınız gerekçesiyle tahkikat ve tekdir açılması üzerine is-tifa…1909’ da ayrılıkçı hareketler yoğunlaşınca İTC liderle-rine destek ve 1911’ de İtalya’nın Trablusgarp’ı işgali üzerine Enver Bey’in eski silah arkadaşlarını toplayarak direniş hare-katı başlatma çağrısına uyarak gönüllüler grubuna katılış. Mısır üzerinden Trablus ve Bingazi’ye sızan 300-400 kişilik grupla birlikte bedevi birlikleri örgütleyip İtalyanlara karşı gerilla sa-vaşı. 1912’de Balkan Savaşı çıkınca Enver Bey’in talimatıyla

Page 38: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

38

Süleyman Askeri ile birlikte Trakya’da gerilla kuvveti oluş-turma ve geçici hükümet kurma çalışması. 1913’te Enver Bey’le birlikte Edirne’nin geri alınışı. 1914’te Enver Bey tarafından Hindistan’da İngilizlere ve Orta Asya’da Ruslara karşı direniş propagandası başlatmak üzere Hindistan ve Türkistan’a gidiş. İstanbul’a dönünce yeni kurulan Teşkilat-ı Mahsusa Arabistan bölge sorumlusu olarak Hicaz’a gidiş. 1914-1916 arası Sina,Ye-men ve Hicaz’da aşiretleri İngilizlere karşı örgütleme, gerilla savaşı ve cihat propagandası. 1917’de İngiliz yanlısı Emir Ab-dullah tarafından esir alınarak Malta’ya sürgün edilme. 1920’de Malta’dan dönünce kendini ‘yüzellilikler’ listesinde bularak yaşanan kırgınlık. Fevzi Çakmak’ın kefaletiyle listeden çıkıp İzmir yöresindeki eski Teşkilat-ı Mahsusa üyelerini örgütleme. Milli mücadeleye silah, para ve adam toplama. Ali Fuat Cebe-soy komutasında Geyve Cephesi’nde mücadele ve daha sonra Adapazarı yöresinde Kuvay-ı Milliye kumandanlığı. Cumhu-riyetin başlarında150’lilikler listesiyle Kıbrıs ve Girit’te sürgün hayatı ve daha sonra 1930’larda yurda dönüp Abdülhamit’ten kalma İzmir’deki çiftlikte eş ve çocuklarla sakin yaşama ge-çiş. 1962’de 90 yaşında vefat..

1957 yılında sizinle Teşkilat-ı Mahsusa konusunda hazır-ladığı doktora tezi için görüşen CIA bağlantılı Dr. Philip H. Stoddard’a diyorsunuz ki; “Durmadan çalıştım… bu işe gönül ver-miştim,mantık ne derse desin… hiçbir zaman filozof yahut siyasetçi ol-madım ve bu işten iyi dostlar, yara izleri, kalça çıkığı, birkaç madalya ve memleket için çok iyi dövüştüğümü bilmenin verdiği tatmin dışında hiçbir şey elde etmedim.’

“Ben bir Osmanlıydım. Türkçe konuşan bir Osmanlı , Dağıstan hayali kuran bir Çerkes milliyetçisi veya bir Arap yahut Rum değildim.’

“İçimizden kimsenin kaybedecek bir şeyi yoktu. Davamız haklı olduğuna ve çalışmalarımızın mühim olduğuna inanmıştık. Sonunda

Page 39: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

KUşçUBAşı EşrEF vE TEşKİLAT-ı MAHSUSA

39

kazanamayacak oluşumuzu gözardı etmeye meyyaldik. Hiç değilse harbin sonunda etrafımızdaki dünya çökmeden ufak tefek birkaç za-fer daha kazanabilirdik.’

Eşref Bey, aslında sizin kuşağın hemen tümü için sıradan ve belki de zorunlu bir yaşam serüveni bu. Olağanüstü düzen-lerin insanları olarak hem birer savaşçı hem de idealist militan-lar olarak gelişen kişilik yapılarınız, tabii ki normal zamanla-rın insanları için anlaşılmaz geliyor.

Elbette, ülkemizin ve halklarımızın aynı felaket günle-rini yaşamasını istemiyoruz. Ama bunun hala mümkün bir olasılık olduğunun da tabii ki farkındayız. Ben asıl olarak, si-zin serüveniniz de bugün için anlamlı olan iki hususa dikkat çekmek istiyorum;

İlk olarak, bizim kuşakların pek tanımadığı şu Teşkilat-ı Mahsusa meselesi.

Sanırım 1913 sonları ya da 1914 başlarında Harbiye Nazırı Enver Paşa’ya bağlı olarak yarı resmi yarı açık bir ‘Force Speci-ale’, Özel Örgüt olarak kuruluyor. Aslında kuruluyor demek pek doğru değil, zira 1911 yılında Trablusgarp’ın işgali üze-rine Enver Paşa’nın oluşturduğu gönüllü direniş ekibinin ana çekirdeği 1.Dünya Savaşı’nın başlangıcında biraz daha derle-nip toparlanıyor ve daha profesyonel bir şekle sokuluyor. Gö-revi gereği gizli olduğu için hakkında ayrıntılı bir bilgi edine-miyoruz, kaldı ki o dönemde mebus ve nazırlara dahi teşkilat hakkında, hatta varlığı hakkında dahi onlara güvenilmediği için bilgi verilmiyor. Bugünkü anlamda direniş, örgütleme, gerilla savaşı yürütme, propaganda, casusluk, istihbarat, sabo-taj eylemleri, asayişi koruma gibi birbirinden çok farklı birçok işleve sahip. Yine Trablusgarp’tan Hicaz’a, Mısırdan Trakya’ya, İran, Hindistan, Afganistan, Türkistan, Kafkasya, Yemen, Irak, Suriye, Lübnan ve Anadolu’da faaliyet gösteren gerçekten özel,

Page 40: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

40

kendine mahsus bir örgüt. Üye sayısının 30 bin civarında ol-duğu tahmin ediliyor. Esas amacı, Osmanlının yıkılışını en-gellemek ve İngiltere ve Rusya’ya karşı tüm Doğu’da topye-kun bir direniş örgütlemek. Panislamist karakteri baskın, hatta son reisi Hüsamettin Ertürk’ün ifadesiyle,’Bu teşkilatın gayesi bütün İslamları bir bayrak altında toplamak, bu suretle panislamizme vasıl olmaktır. Diğer taraftan Türk ırkını siyasi bir birlik içinde bulun-durmak, bu bakımdan pantürkizmi hakikat sahasına sokmaktır. En-ver Paşa’nın bir yanda İttihat Terakki programındaki Emiri efendinin panislamizinden, diğer taraftan Ziya Gökalp’ın pantürkizminden il-ham aldığı muhakkaktır.

(H. Ertürk,iki devrin perde arkası)

Teşkilat, padişah/Halife’nin ilan ettiği cihat propaganda-sını yaymak için tüm İslam dünyasına eğitmen, hoca ve mili-tanlar göndermekle işe başlıyor. Çoğunluğu doktor, mühen-dis, gazeteci, siyasetçi, subay ve din adamından oluşan hayli seçkin bir kadrosu var. Üyeleri arasında Osmanlı bakiyesi bü-tün ülkelerde sonradan başbakan, bakan ve benzeri üst dü-zey görevlere gelen çok sayıda isim var. Hatta Mısır, Irak, Li-bya, Sudan, Fas, Cezayir, Tunus ve Afganistan gibi ülkelerin 1920’li yıllardaki yöneticilerinin önemli bir kısmı eski Teş-kilatı Mahsusa üyesi. Cezayir de Muhammet Abdülkerim el Kattabi, Emir el Kadir Cezayir’in oğlu Emir Ali, Fas’ta Hoca Abbas, Tunus’ta Şerif Burgiba, Ali Başamba, Şeyh Salih el Tu-nusi, Şeyh Ahmet el Şerif el Sunusi, Mısırda Abdülaziz Ça-viş, Ferit Bey, Dr.Fuat, Dr.Nasır, Dr.Tabit Mahcap , Hicaz’da İbn Reşit ve daha birçokları..Türkiye’de ise Milli Mücade-leyi başlatan hemen tüm önde gelen isimler Teşkilat-ı Mah-susa kadrosu ya da elemanı. Kuzey Afrika ve Orta Doğu da Arap, Kürt ve Çerkez aşiretlerinin birçoğu teşkilat tarafından İngilizlere karşı direnişe angaje ediliyor. Cihat propaganda-sının yetersiz kaldığı durumlarda para veya aşiret reislerinin

Page 41: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

KUşçUBAşı EşrEF vE TEşKİLAT-ı MAHSUSA

41

çocuklarını eğitim bahanesiyle İstanbul’a getirip rehin tutma gibi yöntemler kullanılıyor. Süveyş Kanalı’nı İngilizlerden geri almak için hazırlanan birlikler içinde bir Mevlevi tarikatı tu-gayı da bulunuyor. İngiliz ordusunda yer alan Hindistan’dan getirilmiş Müslüman askerler üzerinde Mevleviliğin etkisin-den yararlanmak amaçlanıyor. Teşkilat, birçok yerde İngiliz karşıtı nümayişler çıkartıyor, dergiler, gazeteler basıyor, Hin-distan’da ayaklanma için silah ticareti organize ediyor. Üye-leri öğretmen çiftçi, tüccar, hoca, şeyh ve benzeri kılıklarda faaliyet gösteriyor. Bazı operasyonlar için namlı eşkıyalar ya da hapishanelerden mahkumlar kullanılıyor. Birçok cephede yardımcı kuvvet olarak orduya destek veriyor. Kısaca asıl iş-levi Osmanlı coğrafyasında ve diğer Türk-İslam bölgelerinde halkı emperyalist güçlere karşı ayaklandırmak için mümkün olan her yolu kullanmak.

Teşkilat-ı Mahsusa, üzerine yüzlerce film, roman, öykü yazılacak denli zengin faaliyet tarihine rağmen, sonuç itiba-riyle Osmanlının genel yenilgisinin bir parçası olarak başarı-sız sayılıyor. Gerçekte ise, Eşref bey, sizin ifadenizle, “Hasta adam o kadar hastaydı ki, onun acılarına son vermek İngilizlerin dört senesini aldı. Bizim işimiz hastayı mümkün olduğu kadar uzun ya-şatmaktı.” Yani yenilgiyi İngilizlere pahalı ödetmek! Sonuçta İngiliz arşivlerinde ki raporlardan da anlaşıldığı kadarıyla, İn-giltere hiç beklemediği bir çok isyan ve kargaşalıkla uğraşmak, bir çok önemsiz gördüğü bölgeye fazladan kuvvet yığmak, daha fazla altın vermek gibi pahalı diyetler ödemiştir. Nite-kim bir İngiliz gözlemcinin raporunda şöyle deniyor; “Bu di-renişler öyle çok harcama yapmamıza neden olmuştur ki, bu harcama-lar yüzünden yeni nesil ömür boyu kişi başına 2 pens daha fazla gelir vergisi ödemek zorundadır.”

Öte yandan, İngilizler uzun süre sömürgelerindeki an-ti-İngiliz ajitatörlerin tek bir örgüte bağlı olduklarını fark

Page 42: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

42

edemiyorlar. Teşkilat, 1918’ de yenilgi kesinleşince görünüşte lağvediliyor ve Enver Paşa örgütü Hüsamettin Ertürk’e ema-net ederek, ismini Ulum-u alem İslam İhtilal Teşkilatı olarak değiştiriyor. Bu tarihten sonra bir yanda Enver Paşa’nın Orta Asya serüveninde Afganistan, Hindistan, İran ve Türkistan’da faaliyet yürüten kadrolar, öte yanda Anadolu’da son iç kaleyi korumak için Milli Mücadeleyi örgütleyen kadrolar var. Ve dı-şarıda kesin yenilgi, içeride kazanılan buruk zafer sonrası yeni bir sayfa, yeni bir dönem başlıyor. Teşkilat kadrolarının çoğu, M.Kemal’in yakın arkadaşları Ali Fuat Bey ve Ali Fethi Bey gibiler dahil, genel ittihatçı tasfiyesi ile 1926 yılına kadar parça parça, 1926 İzmir suikastı davası ile tamamen tasfiye ediliyor-lar. Geri kalanlar ise, Eşref bey sizin gibi, ya sessiz ve suskun bir hayatı ya da Mehmet Akif gibi sürgünü tercih ederek ta-rihen ve siyaseten devre dışı kaldılar.

Teşkilat-ı Mahsusa, Jön Türk geleneğinin son örgütlü hal-kası olarak, çöken bir imparatorluğun görkemine uygun bir son direnme silahı olarak esasında kendiliğinden örgütleni-yor, savaşıyor ve sahneden çekiliyor.

Eşref Bey,

Halimize bak ki, Teşkilat-ı Mahsusa’yı, bir Amerikalı’dan, P. Stoddard’dan öğrenir olduk. Bu örgütü gizli karanlık işlerle veya ulvi olmayan amaçlarla yürütülen bazı operasyonlarla bir tutanlar oldu. Şevket Süreyya gibi küçümseyenler yada genel Enver ve İttihatçı düşmanlığıyla görmezden gelenlerde var.. Öte yandan Teşkilat-ı Mahsusa, bugün için hiçbir kurumsal ve manevi mirasçısı olmayan, aksine ne için dövüşmüşse onun zıddına uğraşanların bazen kendilerini refere etmeye kalktık-ları bir muamma durumunda. Sizin kuşakların hatıralarında satır aralarında geçen mütevazı değinmeler olmazsa, tam bir

Page 43: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

KUşçUBAşı EşrEF vE TEşKİLAT-ı MAHSUSA

43

kayan yıldız gibi kaybolacaktınız.Yine de bu yürekli vatanse-verlerin muazzam öyküsü karşısında saygıyla eğilecek kadar haberdar olma şansımız var.

Bugün için anlamlı olan ikinci hususa gelince, Eşref Bey, bugün teşkilatı doğuran koşullar giderek yeniden ortaya çıkı-yor. Topraklarımızda yine düşman çizmeleri, başımızda yine işbirlikçiler, aramızda yine mandacılar ve göklerimizde yine anlaşılmaz bir sessizlik var. Üstelik bu kez düşman geçmişten ders çıkartarak gelmeden önce bizim bütün potansiyel direnç noktalarımızı, anti-emperyalist solu, onurlu ve bağımsız İslam-cılığı, samimi ve gerçek milliyetçiliği budadı. Bu iş için elinde yeteri kadar ‘güvenlik üreticisi’ ajan, millet düşmanı bürok-rat ve dolarla euroyla beslenen aydın kılıklı yaratıklar var. Bir süre önce, sözde ekonomik kriz yaratıp bugünkü Irak işinde ayak sürümesinden ya da en azından görevi tam yerine geti-rememesinden çekindikleri çok parçalı berbat bir hükümeti yıkıp, bir savaş hükümeti seçimi yaptılar. Görünüşte birçok şey onların plan ve dizaynlarına göre tamamlanmaya çalışılı-yor. Sizin döneminize benzemek için geriye tek eksik bir şey kaldı; bu milleti, milletin canlı ve namuslu damarını örgütle-yecek her inançtan, etnisiteden, mezhepten soylu vatanseverle-rin İttihat Terakkisi, Teşkilat-ı Mahsusası, kuvvası, Müdafa-ı Hukuku, henüz yok. Bu arada sol ve tarikat kökenli iki pro-vokatör grup peydahlayıp, ‘Biz’e ait ne kadar kutsal ve doğru varsa onlara tapulamak gibi yeni bir şeytanlık deniyorlar. Bu milletin diniyle sorunu olanların ağzından ulus, bağımsızlık, milli onur düşmüyor. Sahiden namuslu vatanseverler nere-deyse bunlarla aynı çerçevede görünmemek için bu kavram-ları ağızlarına alma orucu tutar oldu.

Eşref Bey, Osmanlı yıkıldı ve gitti biliyorduk. Bugün an-lıyoruz ki, yıkım hala devam ediyor. İngilizler o zaman cihat fetvasına karşı sömürgelerindeki halklara ‘halifeyi esir almış

Page 44: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

44

bir avuç dinsiz İttihatçının zorba idaresinden sizi kurtarıp me-deni milletler gibi yaşatacağız’ diye karşı propaganda yapıyor-lardı. Şimdi biraz daha rafine bir dil kullanıyorlar; ‘Müslüman demokratik model diyorlar, muhafazakar demokrat, modern Müslümanlık, çağdaş değerlerle barışık İslam!’…

‘Büyük adam’ olmak isteyen, büyük adamlarla oturup kalkmak isteyen, hayatları boyu gizlice öykündükleri oligar-şiyi büyük adam zanneden narsistik şişinme içindeki ayak takı-mımız da bu yavelerden kendine ekmek çıkarmaya uğraşıyor.

Oysa her akil kişi biliyor ki, tıpkı Şerif Hüseyin gibi, tıpkı Mısır’ın, Irak’ın, Suriye’nin işbirlikçileri gibi, tıpkı Damat Fe-rit gibi, bugünün bütün Amerikancılarının da süreç bitince dolacak bir kullanım süreleri var.

Sevgili Kuşçubaşı,

Teşkilatın Enver Paşa’dan sonra ikinci adamı Süleyman Askeri’nin Irak’ta Şuaybe ormanı civarında yaşanan hazin ye-nilgiden sonra bunu kendine yediremeyip 31 yaşında intihar ettiğini biliyoruz. Fahrettin Paşa’nın çok az bir askerle Medi-ne’yi ölümüne müdafaa edişini, Filistin cephesini, Yemeni, Si-na’yı, Kutu’l Amere’yi..

Bize emanet olarak gördüğümüz her kutsalı, her karış top-rağı kanımızın son damlasına kadar dövüşerek korumaya çalış-tık. Bölge halklarını batılı mütecavizlere karşı kendi onurlarını, inançlarını korumaları için isyana çağırdık, cihada çağırdık…

Sonuçta bölgede, senin ifadenle; “..Ahalinin çoğu hareketsiz kaldı. Ne bizden ne de İngilizlerden yana oldu. Hepsi hangi tarafın ka-zandığını görmek için bekliyordu. Maalesef biz İngilizlerden fazla kay-bettik.. Eğer Araplar bizim için dövüşmeyecekse, İngilizlere pek hayır-ları dokunmamasını temin etmek Teşkilat-ı Mahsusa’nın vazifesiydi.”

Page 45: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

KUşçUBAşı EşrEF vE TEşKİLAT-ı MAHSUSA

45

Yine Süveyş’e hareket sırasında Kürtlerden oluşan birlik-lerin komutanı Hilmi Musallimi şöyle diyor:

“Doğu Anadolu’dan gelen Kürt müfrezeleri en azından Sina’da güvenilirliklerini gösterdiler. Ama Irak’tan gelen pek çok Kürt 1916 yılında firar edip İngilizlere katıldı ve daha sonra Hicaz’da Şerif Hü-seyin için savaştı.”

Biliyorsun İspanyol komutan Cortes, Meksika’yı yani ‘Az-tek’leri 500 kişilik ordusuyla yenmişti. Çünkü ‘Aztek’lerle so-runu olan diğer birçok kabile, Cortes’e destek vermişti. Dünya böyledir işte, yenilmeyeceksin, yenilebileceğini hiçbir zaman hissettirmeyeceksin. Aksi halde ne ortak tarih ve kader duy-gusu, ne de din, ihaneti engellemeye yetmiyor.

Tabii ki son tahlilde kendine, yani asıl gücüne ve inan-cına dayanarak kavgaya girmek gerekiyor. Max Weber,” poli-tik bir krizde bir gram ideolojik inanmışlık, bir ton komiser gözetimin-den daha değerlidir” diyor.

Bunun ne kadar doğru olduğunu bütün bir çöküş sürecinde sizlerin yürüttüğü o inatçı ve inançlı mücadeleden biliyoruz.

Yalnız, eklenmesi gereken bir nokta var; (gerçi o zaman-lar birçoğumuz bunu biliyordunuz, ama yine de bir umut di-yerek ses çıkarmadınız,) muhayyel bir İslam dünyası ve onu ayağa kaldıracağı varsayılan bir garip cihat fetvası… Doğru-sunu istersen kendi doğallığı içinde bir Müslüman uygarlık düzeni olan Osmanlı’nın periferisine ve dışarısına dönük bir İslam politikası olmadığı malum. Ama çöküş sürecinde Ab-dülhamit’le başlayan ve Almanların da desteğini alan o özel ‘Panislam’ politikasının hiçbir işe yaramadığı görüldü. Daha doğrusu, o güne kadar ‘halife’ gibi davranmayan Halife’nin bu sahte rolünün cahil Müslüman kalabalıklar için bile sahte ola-rak algılandığı ortaya çıktı. Demek ki ‘Panislamizm’ bir poli-tik proje olarak ilk ve son deneyinde büyük bir hayal kırıklığı

Page 46: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

46

yaratmıştı. Aslına bakarsan 1920’lerden itibaren Pantürkizmin de aynı derecede boş bir hayal olduğu görüldü.

Osmanlı, kendi doğal ve içkin Müslüman kimliğinden bir evrensellik üretebilseydi, özünde adalet, kardeşlik ve da-yanışma olan bir politik proje geliştirerek süreci karşılasaydı, sonuç başka olur muydu, bilemiyorum. Ama en azından ha-lifelik, cihat, İslam Birliği gibi söylem ve kavramlar yıpran-madan bir kenarda saklı durur, başka koşullar için ‘son tah-lilde’ Doğu’nun haysiyet silahı olarak bilinçaltında tutulurdu. Şimdi Müslüman kimlik, sonu bırak daha ilk adımda parayla, altınla, güçle değiş-tokuş ediliyor.

Bunda işte o dönemin derin hayal kırıklığının payı elbette var. Demek ki, kutsal haleleri Pratik/ politik malzeme yapma-nın ya da pratik/politik krizlerde yürütülen siyasetleri kutsal kavram ve sembollerle süslemenin ne o kutsallara ne de siya-sete bir katkısı olmuyor. Aksine her ikisini de yıpratarak za-rar veriyor.

Kuşçubaşı;

‘Biz’, ‘biziz’ ve kendimiz olarak, içinde inançlarımız, de-ğerlerimiz, tarihimiz, coğrafyamız olarak ‘düşünme’ ve bura-dan yeni bir evrensellik üretme, tüm insanlığa her dinden ve inançtan iyi ve doğru olan insanlığın vicdanına dönük sağ-lam, kalıcı yeni katkılar, değerler geliştirmenin yollarını ara-malıyız. Devletimiz, gerçekten “Kerim Devlet”, milletimiz gerçekten soylu ve onurlu bir millet, ülkemiz gerçekten hak-kın ve hukukun üstün olduğu bir uygarlık merkezi, insanı-mız gerçekten insan olmalı. Bizim, Osmanlılığımız ve Müs-lümanlığımız, işte bunun için her şeyimizdir, sigortamızdır, haysiyetimiz ve ütopyamızdır.

Page 47: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

KUşçUBAşı EşrEF vE TEşKİLAT-ı MAHSUSA

47

İşte bu yüzden Panislamizmin yarattığı hayal kırıklığı ba-hanesiyle o günden beri Osmanlı kimliğimiz, etnik çoğulluğu-muz, kültürel geleneğimiz ve Müslümanlığımızla uğraşanlara ‘biz’ vatan haini, halk düşmanı ve batı ajanı muamelesi yaparız.

İşte bu yüzden, haksız yere cana kıymak, haram lokma ye-mek, yetim malı yemek, komşusu açken tok yatmak, helal süt emmeden büyümek, ar damarı çatlamak, hayâsızlık ve diğer şeytan işi pisliklere karşı hala ayakta duran yanımız varsa, bu görünmez sigortamız sayesindedir.

İşte bu yüzden, ‘içimizdeki beyinsizler’ yüzünden bu si-gortanın da atmasından korkuyoruz.

Evet, korkuyoruz Kuşçubaşı, hem de emperyalizmden, onun silahından, kültüründen, ajanlarından, sabetaycıların-dan, masonlarından, medyasından, bürokrasisinden, sermaye-sinden, bankalarından, borsasından değil, ama ruhlarımızdaki komplekslerden, uşak yanımızdan, kör ihtiraslarımızdan, ha-rama tevessül eden o alçak ve kalleş yüzümüzden korkuyoruz.

Üşüyoruz, Kuşçubaşı;

Zemheriden, ayazdan, borandan değil, bizi biz yapan o ateş-i suzan söndüğü için, o meftun ve rindane ruhumuzu yitirdiğimiz için, daüssılamızı kaybettiğimiz için üşüyoruz. Bize yine o ateşten lazım, sizin ateşten. Şöyle ısınıp kendi-mize geleceğimiz, çay demleyip sigara tüttüreceğimiz, tüfek çatıp halay çekeceğimiz, şöyle soysuzlaşanlara, hainlere, hır-sızlara, düşmana ‘nerede kalmıştık’ diye şerare yollayacağımız bir ateş… Sahi, nerelere sakladınız, Kuşçubaşı, o ateşi na’ptı-nız, onu arıyoruz, analarımızın ve çocuklarımızın yüzüne ba-kabilmek için, insanlığın gözünün içine bakabilmek için, sizin kabirlerinize bakabilmek için o ateşi arıyoruz. ‘Biz’i ‘siz’lerle

Page 48: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

48

aynı anlayıştan kılacak, akraba yapacak o menevişi arıyoruz.. Siz ki, Osmanlıydınız, Müslümanlığınız da mertlik, sokakla-rınızda adap, sofralarınızda helal rızık bulunurdu. Siz ki, hay-siyeti ölüme katık yapar, edep’i elinize, belinize, dilinize sa-rardınız. Siz ki, yoksulluğunuz mahzun, yenilginiz mağrur, kahramanlığınız mahcuptu. Siz, bütün hatalarınızla, eksiklik-lerinizle, yenilginizle bile adam gibi adamlardınız..

Sana, sizlere selam olsun,. Türkmen Ali’ye, Kürt Me-met’e, Çerkez Reşit’e Arap Hilmi’ye, Arnavut Selim’e, Oh-ri’lı Eyüb’e, Trabzonlu Kemal’e, Giritli Mehmet’e, Kırımlı İbrahim’e çok selam…

Hepinizin ellerinden, düşmana tetik çeken şahadet par-maklarınızdan teker teker öpüyorum. Sizi hiç unutmayacağı-mızı bilmenizi istiyorum. Sizleri unutturanlar için de sizden özür diliyorum. Allah’ın rahmeti üzerinizden eksik olmasın.

Hoşçakalın.

Page 49: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

49

“Fahrettin Paşa ve Medine Müdafaası”*

“..an gelir/paldır küldür yıkılır bulutlargökyüzünde anlaşılmaz bir heybeto eski heyecan ölüran gelir biter muhabbetşarkılar susar heves kalmaz..an gelir/şimşek yalarmasmavi dehşetiyle siyaset meydanınıdirekler çatırdar yalnızlıktan..son umut kırılmıştır kaf dağının ardındakine selam artık ne sabahkimseler bilmez nerdelernamlı masal sevdalıları..kubbelerde uğuldar Bakiçeşmelerde akar Sinanan gelir/ La ilahe illallahkanuni Süleyman ölür..”

Attila İlhan

Muhterem Fahreddin Paşa,

Yıl 1918. 30 Ekim. Osmanlı devleti, Mondros ateşkes an-laşmasını yenilen taraf olarak imzalamıştır. Bütün cephelerde savaş durmuş, Osmanlı birlikleri silah, cephane ve tesisatlarıyla Anadolu’ya nakledilmeye başlamıştır. Yalnızca Medine Seferi

* Fahreddin Paşa’nın Medine Müdafaası, Feridun Kandemir, Yağmur Yay, ist. 1999 Medine Müdafaası, Nâci Kâşif Kıcıman, Sebil Yayınları

Page 50: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

50

Kuvvetleri verilen emirlere rağmen teslim olmamıştır. Ateş-kesin taraf ları panik içindedir. Medine’yi muhasara eden Şe-rif Hüseyin’in oğlu Abdullah tedirgindir. Medine içinde tes-lim olmak lazım geldiğine inanan bir kısım zabit ve erat dahi bir an önce evlerine dönme arzusuyla doludur. Ne var ki, Hi-caz seferi kuvvetler kumandanı ‘Çöl Aslanı’ lakaplı Fahred-din Paşa, teslim olmamakta, ‘Peygamberin kutsal mevkiini çapulculara ve İngiliz yâranlarının himayesine terk etmem’ diye, diretmektedir.

Beş ay, tam beş ay boyunca direnir, Fahreddin Paşa.. Me-dine’ye ulaşan tek ikmal yolu olan demiryolu tahrip edilmiş, destek kesilmiştir. Erzak azalmış, hastalık ve açlık baş göster-miştir. Paşa, çekirgenin faydaları üzerine bir tamim yayınla-mış, askerleri çekirge yemeye özendirmektedir. İspanyol nezlesi ve iskorpit hastalığı, askerleri kırmaya başlamıştır. Gölgede 50 dereceye varan sıcak, arada bir yağan kartopu büyüklüğünde dolu, samyeli, Şerif Hüseyin’in bedevilerinin sinsi tacizleri, fi-rar eden Arap askerler, yeise düşen zabitler, belirsiz bekleyiş, garip bir direniş..Fahrettin Paşa, inat etmektedir, kararlı ve öf-kelidir; bir beyanname yayınlar;

“..Ey Nâs!..malumunuz olsun ki, şecî kahraman askerim bütün İslamın teyid-i manevisiyle Hilafetin gözbebeği olan Medine’yi son fi-şeğine, son damla kanına, son neferine kadar muhafaza ve müdafaaya memurdur. Buna askerce, Müslümanca azm-û cezm etmiştir. Bu as-ker, Medine’nin enkazı altında ve nihayet ‘Ravza-yı Mutahhara’nın yeşil türbesi altında kan ve ateşten mensuc kızıl bir kefende görülme-dikçe, Medine-i Münevvere kalesinin burçlarından ve nihayet ‘Mes-cid-i Saadet’ minarelerinden ve yeşil kubbesinden Osmanlılığın Albay-rağı alınamayacaktır..”

Şerif Hüseyin 5 Haziran 1916’da ayaklanmış, Medine’ye kadar ilerlemiş ve orada Fahreddin Paşa komutasındaki Hicaz

Page 51: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

FAHrETTİN PAşA vE MEdİNE MüdAFAASı

51

seferi kuvvetleri tarafından durdurulmuştur. Şerif, Medine’yi ele geçirip, ‘Haşimiye Hükümet’ini ilan etmek istemektedir. İngilizler, Arap aleminde Şerif ’in Hilafetinde bir İslam impa-ratorluğu kurma sözü vermişlerdir. Fahreddin Paşa, kuvvetleri-nin başında fiilen harbe katılarak asilerin baskınlarını püskür-tür, İngiliz ve Fransızlardan aldıkları altın, silah ve erzaklarla mücehhez çapulcuları püskürtür ve Medine’yi kontrol altına alır. Haziran 1916’dan Temmuz 1919 tarihine kadar müdafaa eder. Mütarekeye rağmen beş ay daha direnir.

Sonunda, Halifenin emir vermesini teslim olmak için şart koşar. Yanındaki bazı zabitlerinde ihanetiyle Paşaya bir oyun kurulur ve 13 Ocak 1919’ da Paşa teslim alınır. Fahreddin Paşa, kılıcını ve silahını teslim etmez, Hz. peygamberin mescidine, Hz. Fatıma’nın kabrine emanet eder. Ve bir İngiliz destroye-riyle Mısıra götürülüp hapsedilir. Oradan Malta’ya götürülür ve 1921 yılında serbest kalır. Oradan Anadolu’ya geçerek Milli Mücadeleye katılır. Kazım Karabekir komutasındaki Kars 12. Fırkası ile Sakarya’ya doğru yola çıkar. Başkomutanlık mey-dan muharebesine katılır. 1922 yılında dört yıl süreyle Afga-nistan’a elçi olarak atanır. Hind Müslümanların Milli Müca-deleye yardımı için çaba gösterir. 1926’da Anavatana döner. 1948’de İstanbul’da vefat eder. Osmanlının ilk Akıncı beyle-rinden Balioğulları soyundan gelen Fahreddin Paşa, vasiyeti üzerine Rumelihisarı kabristanına defnedilmiştir. Şerif Hü-seyin ise, İngilizlerin oyununa gelmiş, sonraki tüm hainlere ibretlik bir örnek olarak, gavur sözüne güvenmenin cezasını zillet içinde yaşayarak ödemiş ve Kıbrıs’ta sürgün ve zelil bir halde ölmüştür . Haşimiye imparatorluğu yerine, İngilizle-rin gizli üssü konumundaki küçük Ürdün’de oğluna bir ülke düşmüştür.

Muhterem Paşam, aradan nerdeyse yüz yıl geçti. Doğu’da ‘tarih tekerrürden ibarettir’ denir. Tarihin bu sıkıcı çevriminden

Page 52: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

52

çıkıp yeni ve başka bir dünya kurma adına bu kuralı kabul et-mek istemiyoruz. İçimize sinmiyor. Ama eğer bugün hayatta olsaydın, ‘tekerrürün’ değişmez bir yasa olduğunu iddia eder-din sanırım. Aynı olan tekrar ayan oluyor, çünkü. Meğer ta-rihen kısa bir ara verilmiş ve aynı filmi yüz yıl sonra tekrar yaşıyoruz. Osmanlı adeta hala tasfiye ediliyor. Topraklarımız yine işgal altında, devletimiz yine esir, halklarımız yine peri-şan. Aşiretler için ‘İngiliz altını’ yerine Amerikan doları ge-çerli şimdi. Aydınlar, yine halklarının önüne düşmüş, ‘Os-manlı zulmü yerine Amerikan ve Avrupa medeniyeti’ istiyor. Tanzimat’tan beri ‘Gavura gavur demek hala yasak, şimdi ha-ine hain demeyi de yasaklamak üzereler. Vatan deyince, Din deyince, Millet deyince, müstehzi edayla, ‘para’ diye cevap-layanlar artıyor. Vatan diyenler, millete düşman, din diyen-ler devlete, millet diyenler ötekine..Bütün rezistans devreleri ters bağlanmış. Toprağımıza müthiş tesirli bir narkoz şırınga edilmiş gibi. Olan biteni, sanki patangoyayı ilgilendiriyormuş gibi, seyrediyoruz. Seyretmek ne kelime, işgalciye yol göste-reni, iş isteyeni, işbirliği yapanı, akıl vereni, kuyruğa girmiş. Güce tapan bio-genetiğimiz, sonunda tapacak büyük, en bü-yük gücü buldu. Yenilmez, yıkılmaz, her istediğini yapan, kahreden, istediğini yok eden, istediğini iktidar yapan, yeni devletler kuran, eski düzenleri değiştiren ‘baş tengri’ ABD. Bütün Şamanlarımız, bu yeni tengri’ye secde etmek için bir birlerini çiğner oldular. Yine akıl tutulması, yine baş dönmesi, yine mide bulantısı.

Paşam, Şerif Hüseyin’in isyan gerekçesi olarak ‘dinsiz İt-tihatçı hükümeti’ni ve Onların Osmanlıyı yanlış tarafta, İn-gilizlerin yanında olmak varken karşı safta savaşa sokmasını eleştiren beyannamesine cevap olarak bir beyanname yayın-lıyorsun. Şöyle;

Page 53: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

FAHrETTİN PAşA vE MEdİNE MüdAFAASı

53

“..Tarihi ve dinî düşmanlarımız ve bunların müttefikleriyle ha-yat ve memat mücadelesine atıldığımız bir zamanda, Asa-yı İslam’ı şakkile beyn-el müslimin kanı dökülmesine sebep olan asi Hüseyin ile avanesinin bize hala Müslümanlıktan ve uhuvvet-i islamiyeden bahse cür’etleri şayanı hayrettir.

Alem-i İslamın mevcudiyeti ve bekası için’Cihad-ı Ekber’ ilanına mecbur olmuş olan Halife-i Müslim’in efendimiz etrafında Cezayir, Fas, Trablusgarb, İran,Hindistan ve Rusya Müslümanlarının da top-lanmaya can attıkları şu tarihi günlerde, İslamın beşiği olan Arz-ı Mu-kaddesi, Kudüs-ü Şerifi, Makamat-ı Mübareke’yi İngilizlere çiğneten ve altın ve paraya ibadet eden ‘Ben-i İsrail’ gibi İngiliz lirası, altın ve benzerine tapan bu hainlerden her şey umulur…”

Bunu artık biliyoruz Paşam, paraya tapandan her şey umu-lur, vatan duygusu olmayandan, tarih şuuru olmayandan, Al-lah’a imanı olmayandan her şey umulur. Bu doğru. Peki pa-şam, aradan yüz yıl geçti ve şimdi diyelim ki, Girit yerine Kıbrıs, Musul yerine Kürt devleti, Arap aşiretleri ya da Erme-niler yerine Kürt aşiretleri geçti. Peki bu makus talihin ne-denleri üzerinde hiç düşündük mü acaba? Neden Arap aşiret-lerinin bir kısmı ihanet etmişti, neden Kürtlerin bir kısmı o zamanda bugünde hep batıdan destek almaya çalışıyor, neden kendi çocuklarımızda ilk fırsatta kaçıp gitmek istiyor, neden insanlarımız AB’ye üyeliği destekliyor? Bunların hepsi hain-likten ekmek mi yiyor? Herkes mi ihaneti meslek edindi? Ne-den bir Amerika’ya ya da Avrupa ülkesine kendi vatandaşları ihanet etmez, yada ‘yıkıcı-bölücü-irticai iç tehdit’ unsuru ha-line gelmez de, bizim insanımız neredeyse 300 yıldır mütema-diyen isyan eder, başkaldırır, bir şeyler ister? Ve her seferinde bir dış desteğe sarılır, sonra o dış destek tarafından kullanılıp atılır ve sonunda kendisini de, devleti de yıpratıp tükettiğiyle kalır. Yunanistan’ı saymazsak- ki yakında onu da sayabiliriz- Osmanlıdan ayrılan hiçbir topluluk Osmanlı düzeninden daha

Page 54: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

54

iyi bir düzen ya da tarih sahibi olamadı. Ama buna rağmen hala ‘Osmanlı’dan ayrılma isteği ve arzusu devam ediyor. Bu-nun hiç mi iç nedeni yok Paşam? O kutsadığın ‘halife ve padi-şah hazretleri’ olsun, bugün kutsanan ya da kendini kutsayan bazı kurumlar olsun, acaba bir defa bizimde hatamız, yanlışı-mız oldu, bundan nasıl döneriz? Diye, düşündüler mi? Bir an için olsun, millete, topluma, halklara teb’a, kul, bitli piyade gözüyle bakmayı bırakıp da, insan gözüyle bakmayı denediler mi? Sorunların kaynağı nedir, bu topraklar neden uzun süre-dir huzur bulamıyor, kan ve ateşten başka bir şey görmüyor, diye sorguladılar mı? Bir an için yürekleri sızladı mı acaba? Ölen hep biziz, acı çeken biz, isyan edende bastıranda, iha-net edende cezalandıranda ‘biz’. Kendimizle boğuşup duru-yoruz yüzyıllardır. Buradan bir çıkış yolu yok mu? diye, daha ne zamana kadar sormayı erteleyeceğiz. Kuyucu Murat paşa-dan başka çözümümüz olmayacak mı?

Yanlış anlama Paşam, Şerif Hüseyin ya da Barzani- Tala-bani, Karzai, Kaddafi, bilmem kim, gavuru dost tutan ceza-sını bulur, ihanetin ve işbirlikçiliğin mazereti olmaz. Ben, on-lardan değil, ‘Biz’den bahsediyorum, o Medine’den firar edip şerif Hüseyin safına katılan senin Arap askerinden, Kürt, Ar-navut, hatta Türkmen aşiret mensuplarından..Onların anala-rından, babalarından, çocuklarından bahsediyorum. Bizden, hepimizden..Biz bunlar değilsek, kimiz? Bin yıl boyunca kar-daş olmuş, dindaş olmuş, yoldaş olmuş o bölünmesi artık im-kansız olan vücud.. O kimyası aynılaşmış, kanıyla, canıyla, ruhuyla bütünleşmiş olan Milletten..O bu coğrafyanın, bu toprakların, bu kaderin ortak sahiplerinden bahsediyorum..Biz, neden dönüp dolaşıp kendimize ihanet ederiz, birbiri-mizi arkadan vururuz, düşmanı dost edinir, gavura biat ede-riz acaba? Hiç sorguladık mı bunu? Timur’un safına neden geçmişti o zamanın Müslüman Türkleri? Şaha gidelim diye

Page 55: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

FAHrETTİN PAşA vE MEdİNE MüdAFAASı

55

neden yollara dökülmüştü Alevi Türkmenler? “Şalvarı şaltak Osmanlı, eğeri kaltak Osmanlı, ekerken yok biçerken yok, yemede or-tak Osmanlı”, diye türküler yakanlar Anadolu’nun, bizim insa-nımız değil miydi? Neden Batı ülkelerinde onca savaş, iç savaş ve isyanlardan sonra bugün barış, huzur ve refah varda, bizde her şey aynıyla tekrar edip durur. Hiç ibret alınsaydı, tekrar eder miydi, tarih, demişler.. İbret almak nedir, tekrara düş-memek, aynı yerden bir daha ısırılmamak..Lügatimizde ne-den yeri yok bunların..

Muhterem paşam, aziz ruhunu incitmek istemiyorum, Hz. Peygamberin mübarek mekânını asilere ve gâvurlara çiğnet-medin. Sonuna kadar direndin. Senin, sizlerin bu iradesidir bizi hala ayakta tutan, taşıdığınız ve devrettiğiniz o ‘Mü’min’ yüreğidir ki, biz buralarda hala var kalabildik. Bugüne kadar gavur kayırıcılardan tek bir hayır görmedik, fırsatını bulsalar elimizde kalan imanımızı da söküp almaya kalkacaklar. İmanı olmayan Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Arnavut, Boşnak yarat-mak için Tanzimat’tan beridir uğraşıp duruyorlar. Hepsinin farkındayız. İmanı olmayanların ya da imanını kaybedenle-rin, düşmanı da, şeytanı da, mammon’u da kolayca dost edi-nebildiğini görüyoruz, yaşıyoruz.

93 harbinde Kafkasların, balkan harbinde Balkanların, 1. Dünya savaşında dokuz cephede milyonlarca Müslüman’ın teh-ciri, tenkilini kimse anlatmaz, yüz binlerce insanın uğradığı katliamlardan, acılardan, eziyetlerden kimse bahsetmez de, sa-dece gayrı Müslimlerin mübadeleden, 6-7 eylülden gördüğü zarar ve ziyanı biteviye gözümüzün içine sokarlar. Fahreddin paşadan, onun emrinde sonuna kadar sadık kalarak direnen Türk, Kürt, Çerkez, Arnavut askerden kimse söz etmezde, daima ihanet eden, firar eden, arkadan vurandan bahsedilir, acı hatıralardan, zulüm tarihinden sayfalar kazınır insanımı-zın beynine..Ortak noktalarımızın altını kimse çizmez ama

Page 56: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

56

farklılıklarımız abartılarak ‘yeni azınlık’ statüsü için kullanı-lır. Bunlara aşinayız. Hepsinin farkındayız.

Ama ben yinede aynı soruları soruyorum, Paşam, o so-ruların cevabını arıyorum, Bu cevaplar bulunmadığı sürece, daha çok Medine müdafaaları yaşayabilir, daha çok ihanetler ve başkaldırmalar görebiliriz.

Gerçek bir özeleştiriden başlayabiliriz mesela.

Muhterem Paşam, Ülkücü görüşlü lise öğretmenim, 12 Ey-lülden sonra gözaltında işkence sonucu öldürülmüştü. Kürt-A-levi kökenli komşumuzun tek çocuğu olan bir arkadaşım, ‘çatışmada ölü ele geçirildi’. İslamcı bir arkadaşımın domuz bağıyla bağlanmış halde cesedi bulundu.. ’Milli birlik ve be-raberliğe muhtaç olduğumuz şu günlerde’, diyorum ki, millet çocuklarını ‘iti ite kırdırma’ diyerek telef etmenin, sistema-tik işkencelerin, olmadık suç isnatlarıyla insanların hayatlarını karartmanın, neredeyse elli yıldır memleketin düşünen, oku-yan, arayan yeteneklerini konjonktüre göre sıraya dizip döven-lerin hesabını sormadan olmaz milli birlik, beraberlik.. Önce bunların hesabını vermeliler. Bunca iç ve dış borcun, yolsuz-luğun, kapalı kapılar ardındaki alengirli alışverişlerin, sözde devletin âli çıkarları ardına gizlenmiş yazılı ya da yazısız an-laşmaların, sözleşmelerin, işbirliklerinin, Marshall yardımı-nın, Truman doktrininin, Kore savaşının, Yeşil kuşak dokt-rinin, NATO’nun, Cento’nun, darbelerin, zorunlu göçlerin, sürgünlerin, sansürlerin hesabını bir görsek. Güvenlik adı al-tında insanımıza abartılı eziyetler ederken, ülkemizi batıya bağımlı rehin devlet statüsüne indirenlerden açıkça hesap so-rulsa..Bu eziyetlere isyan edenlerden önce, bu politikaların sa-hipleri ‘vatanseverliklerini’ ispat etse..Diyorum ki, toplumun ezici bir çoğunluğunu AB’ye girersek kurtuluruz havasına so-kan tüm bu kirli geçmişin, yani ‘kurtuluruz’ ifadesinde saklı

Page 57: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

FAHrETTİN PAşA vE MEdİNE MüdAFAASı

57

olan ‘kir’in temizlenmesi için büyük ve cesur bir adım atılsa..Belki, yeni isyan ve iç savaşların önüne geçebiliriz. Belki o za-man sahte kavgaların gönüllü taraftarlarına bu kez ekmek çık-maz. Belki, o zaman ‘hep birlikte’ ‘Medine’yi müdafaa etmek yerine New York borsasında ‘oyun kurmak’la, AB konseyinde Balkan savaşı katliamının hesabını sormakla, Rus Duma’sında Kafkasların özerklik ve bağımsız taleplerinin izini sürmekle meşgul olabiliriz. Belki, Afrika’da açlığa, Latin Amerika’da sö-mürüye, Avrupa’da uyuşturucu alışkanlığına, Asya’da yoksul-luğa karşı da bir şeyler yapabiliriz. Belki o zaman İsrail’i za-limlikten caydırmakta, Usame Bin ladin’in ‘objektif ajan’lık misyonunu bertaraf etmekte mümkün olabilir.

Muhterem Paşam, koşullar aynı olduğu için söylüyorum, II. Abdülhamit, güvenlik endişesini ‘aklı’nı köreltecek kadar abartmasaydı ve milletin, yani bütün Osmanlı halklarının or-tak çıkar ve mutluluğunu tarif edecek bir ‘fikir’e kendini ada-saydı, belki o koca mülkü kaybetmez ve şimdi bu meseleleri konuşmuyor olurduk. Ortak çıkar ve mutluluk, ortak ülkü, ortak hedef ler, ortak irade..Osmanlı, fethederken işte bu or-taklığı kurabildiği için kabul görerek büyümüştü. Devleti dev-let yapan, Orduyu ordu yapan, Osmanlıyı Osmanlı yapan, işte bu kerim, adil ve büyük ‘ruh’tu. Ama sonradan küçüldükçe, bizi küçülten nedenlere daha çok sarıldık. Ve şimdi burada-yız. Büyümek istiyorsak, bizi büyütecek nedenlere sarılmanın yolunu bulmak zorundayız.

Bu nedenle, samimi bir muhasebe ile işe başlamak gerek-tiğini belirttim. Toplumun farklı kesimleri arasında hızla ya-yılan yabancılaşma, güven yitimi, anlamsızlık, boşluk hissi, umutkırımı..yaklaşan yeni kriz ve sorunlar..iç ve dış manipü-lasyonlar..dayanacak ve direnecek gücü kalmamış bir insan yı-ğını..yılana sarılmaya hazır bir psikososyal durum..Tüm bun-ları aşmanın yolu, büyük bir cesaretle ve açıklıkla, gerekirse

Page 58: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

58

geçmişte yaptıklarından özür dileyen, af dileyen, tazmin yol-ları bulan bir büyük erdem gösterebilmekten geçiyor. Bu er-demi gösteremezse Türkiye, yüz yıl sonra bugün, aynı delik-ten daha da küçülerek ve daha ağır bedeller ödeyerek çıkabilir.. Çıkabilir mi, o bile tartışılır. Milli birlik ve beraberliğin yolu, Milli olanı, yani millette olan ne varsa olduğu gibi kabullen-mek, tabii olanı içermek, bütün farklılıkları derinleştirilmiş bir demokrasinin ortak değerleri olarak görmekten geçiyor. Bunun dışında, istemeyüz, yaptırmayüz, kırarüz, dökerüz, yakarüzculuk var..Ne var ki, kabadayılık, inat, kaba güç, sta-tükoculuk ve faşizmle değil, akıl, sağduyu ve imanla vatan korunur. Akil adamlar, buna devlet olmak diyorlar. Bakalım, bu manada bir ‘devlet’imiz var mıymış? yakında öğreneceğiz..

İşte böyle Paşam, sizler Medine’yi çekirge yiyerek koru-muştunuz, bizler çekirge sürüsü gibi dağılmama telaşında-yız. Bizi bu hallere düşürenler ise, bir an için dahi pişmanlık ve suçluluk duymadan aynı fitne ve fücur siyasetlerine devam edip gidiyorlar. Allah sonumuzu hayreylesin..

Paşam, sana ve tüm Medine müdafii kahramanlara selam olsun..Allah’ın rahmeti üzerinizden eksik olmasın. Elleriniz-den öperim... Hoşçakalın.

Page 59: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

59

“Ali Şeriati; Yalnızlık sözleri”*

“zaman mı?, değil zaman akan zaman değil mesafelerdirBiz yeni bir hayatın acemileriyizBütün bildiklerimiz yeniden biçimleniyorŞiirimiz aşkımız yenidenson kötü günleri yaşıyoruz belkiilk güzel günleri de yaşarız belkikekre bir şey var bu havadageçmişle gelecek arasındaacıyla sevinç arasındıöfkeyle bağış arasında…Biz kırıldık daha da kırılırızkimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza…”

Cemal Süreya

Sevgili Dr. Ali Şeriati,

Seninle 1980’li yılların başlarında tanışmıştık. İran devri-minin rüzgarı ile gelen tercüme furyası, önce seni getirmişti. Sonradan, devrimin gerçek ideoloğu olduğunu öğrendik.

Ama İran’dan gelen haberler, senin kitaplarının okunma-sının mollalar tarafından yasaklandığını, fikirlerine karşı sis-tematik bir ambargo uygulandığını söylüyordu. Doğu felsefe-sinin deposu olan, hikmetin ve şiirin ülkesi İran, Şehinşah’lık

* Yalnızlık Sözleri, Ali Şeraiti, Anka yay. İst.2004

Page 60: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

60

rejimini yıkmış ama yerine Mollaşahlık düzeni kurmuştu. Ali Şeriatı yasaktı demek! Şah rejimine karşı bir ömür kalemi ve yüreğiyle mücadele veren, onbinlerce genci ‘Hüseyniye İr-şad’ denilen sivil okullarda bilinçlendiren, defalarca hapsedi-len, sürgün edilen, aç, işsiz bırakılan, hasta çocuğunu dahi te-davi ettiremeyen, ama yine de yılmadan yorulmadan yazan, konuşan ve 1977 yılında sürgün gittiği Londra’da İngiliz is-tihbaratının yardımıyla Şahın ajanlarınca şehid edilen o bü-yük öğretmene, ‘İslam devrimi’nden sonra ambargo uygula-nıyordu. Neden acaba?

Biz ise , Ali Şeriati’yi yeni keşfetmiştik. 12 Eylül rejimin-den demokrasiye geçiliyordu ve İran devriminin etkisini sı-nırlamak için sağcı bir İslamcılık pompalanıyordu buralarda. Devlet mi korkuyordu, Amerika mı, İsrail mi, İngiltere mi, en çok hangisi korkmuştu bilemiyorum ama, devrimin ruhuna karşı bulabildikleri tek silah, ruhsuz bir yeşil kuşak müslü-manlığıydı. Biz o zamanlar buna Amerikancı İslam diyorduk.

Ali Şeraiti ismi, tıpkı İran’ın Şii mollaları gibi, bizim molla-ları da rahatsız etmişti. Tek bir cümlesini dahi okumadan, Ali Şeraiti hakkında olmadık iftiralar atılıyordu; “Şeraiti Şii’ydi, gizli Marksisti-ne demekse-, sapık fikirleri vardı, Allah, Pey-gamber, Kur’an ve İslam hakkında itikat dışı yorumlar yapı-yor, gençlerin kafasını karıştırıyordu, vb.” .İlginçti, İran’daki dinci molla rejimi ile Türkiye’deki laikçi molla rejimi, aynı kişiden korkuyor, aynı nedenlerle kaygılanıyor ve neredeyse aynı iftiralarla saldırıyordu. Acaba neden?

Biz her şeye rağmen okuyorduk Ali Şeriati’yi. ‘İnsanın dört zindanı’, ‘Biz ve İkbal’, ‘Dua’, ‘Hac’, ‘Medeniyet ve Modernizm’, ‘Marksizm ve diğer batı düşünceleri’, ‘Kevir’, ‘Ali şiası Safevi Şiası’, İslam-Bilim’, ‘Ne yapmalı?’, ‘Öze dönüş’, ‘Dine karşı din’, ‘Fa-tıma Fatımadır’, ‘Ebuzer’, ‘Dinler tarihi’…Beynimiz allak bullak

Page 61: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

ALİ şErİATİ; yALNızLıK SözLErİ

61

oluyor, bütün bildiklerimiz yeniden biçimleniyordu. Şeriati, bir deprem etkisi yaratıyordu.

Tarih, iyi ile kötünün renk verdiği sınıf mücadelesi ve efendi köle kavgasıydı. Ezenler ve ezilenler, Habil-Kabil ça-tışmasıyla başlayan bir mücadelenin taraf larıydı. İnsan, beşer yanından gelen kötülükle, Allah’ın ruhundan gelen iyiliğin çatıştığı ve bu çatışmada insan yanın kazanması ile insanla-şabilecek bir türdü. Varolan insan, olması gereken insan değildi. Dört zindanın, yani doğa, tarih, toplum ve insanın kendi zindanı içinde yaşıyorduk. Doğadan, tarihten, toplumdan, bi-lim ve akıl ile kurtulabilirdik. Ancak, kendi zindanımızdan, beşer yanımızdan, zaaf larımız, bencilliğimiz, ihtiras ve yıkıcı tutkularımızdan ancak ve sadece Aşk ile kurtulabilirdik. Aşk, varlığın özüydü ve bütün peygamberler, çöl, çobanlık ve hic-ret ile, bu aşkı tazelemeye gelmişlerdi. Gerçek din buydu; İn-sanı özgürleştirmek.. Ancak, zer (altın, mülkiyet), zor (ik-tidar ve güç) ve tezvir (sahte tanrılar ve sahte din)den oluşan beşer düzenleri, insanı köleleştirmiş, kullaştırmış ve özne ol-maktan çıkartmıştı. İslam, İbrahim’in, Musa’nın, İsa’nın, Bud-dha’nın, Zerdüşt’ün, Sokrat’ın, Mani’nin, aşk ve özgürlük me-sajının en son halkasıydı ve özü buydu. Mevlana, ‘Biz Kuranın özünü aldık, kabuğunu köpeklere attık’ demişti. Ali Şeriati, işte bu özün peşindeydi ve İslam olarak bildiğimiz her şeyi yeniden öğrenmeye ve anlamlandırmaya çağırıyordu.

Marks’tan, Sartre’den, Alexis Carrell’den, L.Massignon’dan, Franz Fanon’dan, Mahavera’dan, Tagore’den, Pascal’dan bah-sediyordu. Yunan mitolojisinden örnekler veriyor, Upani-şadlar’dan, Vedalar’dan alıntılar yapıyordu. Konfiçyus’u, Lao Tse’yi, Ef latun’u, Aristo’yu, Descartes’i, Hegel’i anlatıyordu. Atman’ı, Samsarayı, Brahmanı, diyalektiği, monadı, aşkı, aklı, bilimi, felsefeyi, ahlakı, estetiği, sanatı arka arkaya sıralıyor,

Page 62: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

62

konuşuyor, konuşuyor, konuşuyordu.. Başımız dönüyor, yü-reklerimiz kanat çırpıyor, aklımız zorlanıyordu.

Bizde olmayan, ya da çok az bulunan bir tarzı vardı Şeri-ati’nin. Hz. Ali’den yola çıkıp, Promethe’ye, Fatıma’dan baş-layıp Meryem’e, oradan Kybele’ye, İsa’dan Buddha’ya, Hin-distan’dan Atina’ya, Paris’ten Afrika’ya, Mekke’den Meşhed’e, Çölden kente, devrimden aşka atlıyor, şiirden, müzikten, re-simden, heykelden, sınıf lardan, sömürüden, bahsediyordu. ‘Aydın’, diyordu Şeriati, ‘peygamberi bir misyonu vardır, dava ve eylem adamı olmak zorundadır. Toplumu bilinçlendirmeli, yol göster-meli, öncü olmalıdır. Aydın, aykırı olmalıdır, yalnız ve yabancı, halkla iç içe ama halkın bir adım önünde..’

Ali Şeriati, niteliksel bir bilinç düzeyiydi. O düzeyde sağ-cılık, solculuk, İslamcılık, milliyetçilik anlamsızlaşıyor, insan, varoluş, tarih, adalet, özgürlük ve hakikat arayışı evrensel bir anlam kazanıyordu. Bir müslümana da, ateiste de, Hristiyana da, Budist’e de konuşuyor, ortak, evrensel ve insana ait bir dil kullanıyordu. Kurumsal dinleri, dogmalaşmış ideoloji-leri, bütün yerleşik kurumları ve kuralları sorguluyor, her şeye yukardan ve derinden bakmanın özgüvenini kazandırıyordu.

Sonuçta, İran’da ve Türkiye’de Ali Şeriati’nin bu kadar çok ve benzer düşmanının olması tesadüf değildi. Hepsinin ayak-ları altındaki halıyı çekiyor, hepsinin kullaştırdığı insan ti-pini özgürleştirip bilinçlendiriyordu. Ali şeriati okuyanlarla okumayanlar arasında her zaman düzey, zeka ve bilinç farkı oldu. Şeriati okumayanlar, ‘yeşil kuşak islamcılığına’ ko-lay yem oldular. Çünkü, dertleri, davaları, düzeyleri, hep ka-dük kalmıştı. Geleneksel dini literatürle, alışıldık ezberlerle ve bir yığın tabuyla, ne dünyayı anlamak ne de anlamlı bir ge-lecek tasarlamak mümkün olmuyordu. Belki de bu nedenle, yeşil kuşak İslamcılığı, yerel ve genel iktidarlardan, toplumsal

Page 63: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

ALİ şErİATİ; yALNızLıK SözLErİ

63

servetten ve statü ve ün dağılımından istediği her payı fazla-sıyla aldı ama, hiçbir zaman muktedir olamadı, kişilikli in-sanlar çıkartamadı, güven ve umut vermedi..veremezdi de..

Sevgili ‘Doktor’,

Özel notların ve yaşarken yayınlamadığın makalelerinden oluşan ‘Yalnızlık sözleri’nden, senin iç dünyana giriyor, daha yakından tanıyoruz. Meğer sen, seni okuyan ve sevenlerle aynı kumaştan, aynı dertten, aynı aşktan yaratılmışsın. Yazdıkla-rın, konuştukların, başka aydınlar gibi bir rol ve misyon ge-reği değil, samimi, içten ve doğal patlamalardan ibaretmiş. İşte en çok bu yanını sevdim. Zira, biz şarklı insanlar, çoğu zaman yüceltmeleri severiz, insanlara kolayca erişilmez ve üs-tün nitelikler vehmeder, ün, san ve statülere büyük önem ve-ririz. Bu nedenle de aydınlarımızı, bilginlerimizi göklere çı-kartır, sonrada en küçük bir insani hataları karşısında büyü bozumuna uğrayıp, bilgi ve düşünceye de küsecek tarzda du-murlar yaşarız. Aydınlarımız da maalesef bu vehmedilen ko-numlara uygun bir rolü oynamaya soyunur, kendileri olma-yan bir kişiliğin sahte elbisesi ile dolaşmaya başlarlar. Bu oyun, bizim buralarda kişiliklerin fikir ve eylemlerin önüne geçmesini sağlar ve bir süre sonra neye inandığımızı unutup, kime bağlandığımızı konuşmaya başlarız.

Senin özü sözü bir kişiliğin ve hayatın, zaaf larını, şüphe-lerini, tereddütlerini itiraf eden samimiyetin, o saf ve doğal iç dünyan, beni gerçekten etkiledi. Bir an için, ülkemizde beş on tane Ali Şeriati ayarında aydın olduğunu düşledim.. Vazgeç-tim, bir tane olduğunu hayal ettim. Ne bileyim, tek nedenle mutlak dönüşümlere inanmam ama bir tane Ali Şeriati çıkar-mış olsaydı bu ülke, inan çok şey farklı olurdu diye düşündüm. En azından, son otuz kırk yıllık muazzam İslamcı enerjiden bambaşka ve daha ileri bir şeyler çıkardı. Milyonlarca insanın

Page 64: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

64

alınteri, emeği, gözyaşı, bileziği, küpesi, harçlığı, umudu, duası ile ortaya çıkan bu büyük yürüyüş Yeşil Kuşak politikalarına yem olmazdı belki. Ya da, Avrupacılık, İsrailcilik, Amerikan-cılık, İngilizcilikte dümen kırmazdı, toplumun bir kesimini korkutmaz, batının fincancı katırlarını boş yere ürkütmezdi. Dini bir köylü ideolojisi ve sistemden pay talep eden yeni sı-nıf ların malzemesi yapmazda, tüm topluma ve insanlığa ha-yatın her alanında ileri ve kaliteli yaşam felsefesi ve etiği su-nacak bir birikime dönüşürdü.. Daha medeni, daha doğal bir müslümanlık ve daha demokratik bir ülke için mücadele eder, varolan bir çok akım ve siyasetin de deniz feneri olurdu İslam-cılık. Hatta, sol ve milliyetçi çevreler dahi, bu düzey ve nite-likten beslenir, emek ve eşitlik kavgası ile vatan ve bağımsızlık kavgası, bir biriyle çatışan değil, bir birini bütünleyen ve ge-liştiren tatlı bir rekabetin konusu olabilirdi. İnsanlar, etnik ya da mezhebi kimlikleri üzerinden konuşmaktan utanır, bu il-kel dil yerine, insanın dilini, hayatın ve özgürlüğün ortak di-lini üreten bir konuşma üslubu kazanabilirdi. Keşke, bir Ali Şeriati’miz olsaydı..keşke..

Sonra bu düşümden uyandım. İyi ki olmamış dedim, sev-gili doktor. İyi ki senin gibiler henüz çıkmamış. Eğer çıksaydı, bizde boğmaya çalışır, olmadık iftiralarla sürgün ederdik. Se-nin kadar kitleleri, özellikle gençliği etkileyen bir yazarımız ol-saydı, devlette boş durmaz, ‘bu memlekete Ali Şeriati lazımsa, onu da ben yaratırım’ der ve seni de illaki zindanlarda çürütürdü. Ya da ‘arkasında acaba kim var’ der, ve mutlaka bir yabancı par-mağı bulurdu. Alimlerimiz tekfir eder, aydınlarımız kıskanır, örgütlerimiz, cemaatlerimiz önce yanlarına çekip karizma çal-mak ister, olmayınca düşman kesilip karalamaya başlardı. Ki-taplarına, fikirlerine bu kadar düşman olanlar, eğer burada ya-şasaydın sana neler yapmazdı..

Page 65: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

ALİ şErİATİ; yALNızLıK SözLErİ

65

Ali Şeraiti, Franz Fanon, J.P. Sartre, K. Marks, Hegel, Ce-mil Meriç, Nurettin Topçu, M.Akif Ersoy, Necip Fazıl, Nazım Hikmet, Sezai Karakoç, Cemal Süreya.. Bu çapta aydınların çıkabildiği toplumlar, tabii ki bir yüksek düzeyi gösterir. Ama bundan daha önemlisi, bu çapta aydınları korumak ve yaşata-bilmektir. Biz henüz bu aşamaya gelemedik. Henüz bilgi, fel-sefe ve sanata dönük kuşkularımızı atamadık. Belki de, top-lumsal bilinçaltımız, henüz güvenlik ve beslenme ihtiyacını doyurup, uygarlık yaratma eylemine geçemedi. Bu nedenle, her farklı sese önce, elimizden ne almaya çalışıyor, diye bakıyo-ruz, sonra eğer bundan eminsek, peki karın doyuruyor mu? diye yaklaşıyoruz. Nihayet, elimizden bir şey almayan, ezberleri-mizi bozmayan, kafa konforlarımızı rahatsız etmeyen, sahte kamplaşmalarda karşılıklı çatışma rolünde bir mevki kapmış, sonrada bundan ekmek yemeye başlayan bir sürü aydınımız oluyor. Ali Şeriati’lerde tabii ki, bizim toplumlarımıza birkaç gömlek fazla geliyor.

Sevgili Doktor, sonuçta seni sadece biz okuduk ve sen sa-dece bizimle konuştun. Biz, Allah’tan başka sahibi olmayanla-rız. Kimseye eyvallah etmeyen, kimseye biat etmeyen, bütün dogmalara, tabulara saldıran, kimsenin bir yerlere oturtama-dığı bir garip kuşağız. Bizi sadece bizden olanlar anlar. Bi-zim konuşmalarımız yalnızlık senfonisidir. Sessizdir, derindir, manalıdır. Biz, gözlerimizden tanırız bir birbirimizi, göz be-beklerimizdeki hüzünden, yorgunluktan tanışırız. Bir demli çayın buğusudur şifremiz, ya da bir sigara dumanının kavisi. Nedensiz dalıp gitmelerdir muhabbetimizin en koyu anları.. İç çekişlerimizle kurarız en uzun cümleleri..Ne mutluluğun resmini yapabilen bir ressam, ne hayatı kendimize yontabilen bir heykeltıraş olamamışızdır. Alış verişi bilmeyiz, tek tica-retimiz, gençliğimizi verip belirsiz bir geleceği satın almış-lığımızdır. Geleceğin, yaşadıklarımızın tekrarı olacağının da

Page 66: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

66

farkındayızdır. Zira, her şeyi yaşamış, kavgayı, sevdayı, öfkeyi tatmışızdır. Bize, ‘ölüm gelir, çitlembikler, sarmaşıklarla’, çünkü ne yaşamdan ne ölümden bir beklentimiz kalmamıştır. Yolumuz, hedefimizdir ve yürürüz sadece, öyle mahsun ve öyle onurlu. Kardelen, bizim çiçeğimizdir, kartal, bizim kuşumuz. Her akıntıya karşı durur, her şeye yukardan bakarız. Özgürlüktür önce ve sadece, imanımızın özü. En çok yılandan korkarız, fırsatçı ve hainden..Çöl ve denizdir, tabiatımız. İki sonsuzluk arasında yaşamaya çalışırız. Ne saray takarız ne malikane..Ne devlet sever bizi ne de ‘kiliseler’. Bir bitimsiz yalnızlıktır yolu-muz, bir sonsuz özgürlüktür menzili..Hem vatan deriz, hem özgürlük, hem akıl deriz, hem aşk. Hem halk deriz hem bi-rey..Hem doğudur ülkemiz, hem batı.. Hem Muhammed’dir önderimiz, hem İsa, Hem Spartaküstür yüreğimiz, hem Ali..Hem Che Guevara’dır kahramanımız, hem Malcolm X, hem İzzetbegoviç’tir, hem Dudayev…Biz bütün mısralardan tek bir şiir, bütün sonatlardan tek bir senfoni yapar, hayatı tek bir film karesine sığdırırız. Ne Amerika anlar bizi, ne Patagonya.

Biz sadece bir birbirimize tutunur, birlikte yanarız. Ate-şimiz suyumuzu yakar, nefesimiz ateşi.

Seni daima okuyacağız doktor, daima okutacağız. Seni, biz tanıttık bu toprağın yüreğine, biz dalgalandıracağız o put kı-ran sancağını. Çocuklarımız, Ali Şeriati, diyecek, Ali şeriati okudum da adem oldum diyecek. Okudumda piştim diyecek. Ve seni okumayan ve okutmayanlar, cehaletin, bağnazlığın, zeka özürlü esnaf ları, düştükleri çukurun derinliğiyle övünen-ler, onlar bir gün çocuklarının ellerindeki Ali Şeriati kitapla-rını görünce yıkılacaklar. Ali Şeraiti, onların azraili olacak..

Sevgili doktor, kalem tutan ellerinden öper, şehid kanın-dan süzülen bereket için sana sonsuz teşekkür ederiz.

Hüdâ’nın rahmeti üzerinden eksik olmasın. Hoşça kal.

Page 67: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

67

‘Yusuf Akçura; Üç Tarz-ı Siyaset*

Hakir düştüyse millet, şanına noksan gelir sanma, yere düşmekle cevher, sakıt olmaz kadr-ü kıymetten /

müin-i zalimin dünyada erbab-ı denaettir, köpektir zevk alan sayyad-ı bi insafa hizmetten /

felek her türlü esbab-ı cefasın toplasın gelsin, dönersem kahpeyim millet yolunda bir azimetten/

ne efsunkar imişsin. ah ey didar-ı hürriyet, esir-i aşkın olduk, gerçi kurtulduk esaretten

Namık Kemal

Sayın Yusuf Akçura,

Sanırım yüzyıl oldu, yoksa doksan dokuz yıl mı? 1904 yı-lında Mısır’da çıkan “Türk” mecmuasında yayımlanan ma-kalenizin hâlâ güncelliğini korumasındaki sır ne acaba? İçe-riği mi, sorduğu sorular mı; ima ettiği “yeni yol” mu? Fransız Filozof G. Delauze, “Felsefe Nedir?” isimli kitabında, An-tik Yunan’da felsefenin “kavram yaratma” ile başladığını ve o çağlarda aslında Mısır’da, Mezopotamya’da, İran’da, Hind’de

* Üç Tarz-ı Siyaset, Yusuf AKÇURA, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara,1976

Page 68: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

68

zaten bilinen her şeyin Yunan sitelerinde “adının” konduğunu söyler. Böylece “düşünce” kavramlar üzerinden “yurt”lanır ve felsefe dediğiniz şey, yani “düşünülmemiş olanı düşünme” ge-lişir. Acaba senin “üç tarz-ı siyaset” makalen, bu anlamda ilk defa “bilinenin adını koyma”sı nedeniyle mi önemini korudu??

Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük… İlk ikisinin yanına Türklüğü de bir alternatif olarak ilk defa telaffuz etmiş olma-nız ayrı bir anlam taşıyor tabii. Ama bu konuları ele alış tarzı-nız, soğukkanlı ve objektif bir dille, her seçeneği realiteye nis-petle analiz etmeniz de başka bir ilkti düşünce geleneğimizde. O zaman hakkınızı teslim etmek gerek; “Üç Tarz-ı Siyaset” sadece yazıldığı dönem için değil, bugün de anlam taşıyan bir “teori tekniği” ortaya koyuyor; Seçeneklerimiz nelerdir, bun-ların artıları ve eksileri, gerçekleşme imkânları, zorlukları, muhtemel riskleri nelerdir, olabilecek en özlü ifadelerle –ta-bii ki mevzuları bilenler için- tartışıyor. Bu “konuşma” usu-lünü uzun süredir kaybettiğimiz için olsa gerek, makalenizin de içeriğinden çok bu “teknik” usulü ilgimi çekti. Bir de ek-lemem gerek, Kazan’da zengin bir ailede doğup, babanızın ve-fatından sonra İstanbul’a yerleşmiş, Harp Okulunda Jöntürk-lerle irtibat kurup sürgüne gönderilmiş, Fransa’da siyasi tarih okuyup, sonra Kazan’daki amcanızın fabrikalarının başına geç-mişsiniz. Ancak, kendi ifadenizle “kimilerinin çok kazanması için başkalarının çok kaybetmesi gerektiğini” hazmedemeyip daha idealist bir hayatı seçerek 1908’de ilan edilen Meşruti-yet sonrasında İstanbul’a dönüyorsunuz. Yaşadığınız dönemde akranlarınız için sıradan bir yaşam öyküsü sayılabilecek bu se-rüvenin de bugün için, en azından sizinle mektuplaşmamdaki etkisi açısından bir hayli çarpıcı olduğunu söylemeliyim. Zira, sizin Türkçü fikirlerinizi paylaşanlar da dahil, bizim zamanı-mız için bu “idealizm” artık pek “rantabl”, “kâr”lı ve de “ger-çekçi” sayılmıyor artık. Ucunda dünya nimeti olmayan hiçbir

Page 69: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

yUSUF AKçUrA; üç TArz-ı SİyASET

69

şey insanları heyecanlandırmıyor. Belki de haklılar, bilemiyo-rum. Sonuçta tarihi idealistler tasarlıyor, meyvelerini realistler yiyor. Herkes bunu bilerek yolunu seçiyor zaten.

Sayın Akçura,

Makalenizin içeriğine geçmeden önce, bir noktaya daha değinmem gerekiyor. Biz sizden sonra da, aynı yerdeyiz, ma-alesef… Hâlâ tarz-ı siyasetimizi seçemedik. Mütemadiyen bir yol ayrımında ‘bekleşiyoruz’. Dünyanın şu arazisinde müte-vazı bir parsel edinmiş, onu da elimizden almasınlar diye te-tikte, öylece duruyoruz. Gün doldurmak, vakit geçirmek, ka-zasız belasız bir müddet daha kazanmak dışında hiçbir ciddi eylemimiz yok. Yanlış anlama, çok da huzurlu ve mutlu de-ğiliz. Son derece kolay sorunlardan eşi görülmedik sertlikte ayrışmalar, çatışmalar üretmişiz; boğuşup duruyoruz. Bütün habis ruhlarımızı tepemize çıkarmış, bütün maruf marifetleri-mizi ayaklar altına almışız. Kendimizden nefret ediyor, başka-larının gözüne girmek için birbirimizin üstüne bevl ediyoruz. Dokunsalar parçalanacağız, dokunsalar çok şey daha kaybede-ceğiz, dokunsalar ağlayacağız…

Beyhude kavgalara ne çok evlâdımızı verdik, biliyorsunuz. Ne yiğitler kurban ettik kof putlara… Şimdi çocuklarımızı vu-ruşmadan öldürüyorlar. Ruhlarını, kişiliklerini, umutlarını si-lerek kurban ediyorlar. O hale geldik ki, keşke diyoruz; keşke eskiden olduğu gibi, bari bir amaç uğruna yaşayıp, yalandan da olsa dövüşerek ölseler. Böyle kolay olmasa onları kaybetmek…

Neredeyse elli yıldır bu haldeyiz, bay Akçura. Pusulasız, pusatsız, bî-pervâ yaşamaya alışmışız. Her neye bağlandıysak “bağlı” kalakaldık. Devlet Batı’ya, biz devlete “rehin” olmuş gibiyiz. Kâh meydan okuyor, kâh teslim oluyoruz. Her ha-lükârda bir “rehine” ilişkiler ağı içindeyiz. Para kazanmak için

Page 70: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

70

kişiliklerimizi, iktidar olmak için imanımızı, yükselmek için ruhlarımızı rehin bırakıyoruz. İnanmayacaksınız ama fî tari-hinde devletimizi ve parselimizi kurtarmak için İngilizlere di-nimiz yanında neleri rehin verdiğimizi bile bilmiyoruz. Bunu bilenler ise anlamsız bahanelerle her fırsatta bizi dövüyor. Su-sun, oturun, konuşmayın, düşünmeyin, istemeyin diyorlar.

Biz yolumuzu şaşırmamış, sadece yolumuzu seçmemişiz bay Akçura. Hâlâ bir tarz-ı siyasetimiz yok. Ama yine tarz-ı siyaset seçeneklerimiz var.

20. yüzyılın başında, Sultan Hamit’in devr-i istibdadıyla çöküşü geciktirdiği sıralarda var olanı korumakla (Osmancı-lık), yeni bir yol tutmak (İslamcılık ve Türkçülük) arasında bir tercih yapma gündemi vardı. Peki, zaten Osmanlı ve hem Müslüman hem de Türk değil miydik? “Öyleydik” diyerek sizin makalenizi eleştirenler olmuş tabii. Ama o zaman da –bence- sizin bu “tercihleri” hangi manada kullandığınızı an-lamadıkları bir gerçek.

Önce onu açmamız gerekiyor. Bu “tarz-ı siyaset”ler, dev-letin varlık ve bekası için güdeceği “harici siyaset” olarak tar-tışılıyor. Yoksa ne sizin ne de sizin bağlamınızda bu konuları ele alanların dini ya da etnik kökeni sorgulama maksadı güt-mediği biliniyor. Bunu şu nedenle söylüyorum: Sizden sonra, başta belirttiğim “teorik teknik” yeteneğimizi kaybettiğimiz için, elmalarla armutları karıştırma yeteneğimiz gelişti. Bu ne-denle varlık ve beka için güdülen bir siyaset, “varlık ve beka”-nın inkârıyla özdeşleşiyor mesela. “İslamcılık” siyasetini terk edince Müslümanlığımızı da terk etmeye kalkıyoruz; Türkçü-lükten vazgeçince Türk kimliğini “gayrı -Türk” vasıf lar üze-rinde bina etmeye kalkıyoruz. Osmancılığı terk edeli beri, Os-manlı’ya dair ne varsa küfretmekten dilimiz aşındı. Oysa Bay Akçura, biz “yani “varlığımız”, biz istemesek bile “Osmanlı”,

Page 71: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

yUSUF AKçUrA; üç TArz-ı SİyASET

71

”Müslüman” ve “Türk”. Ortalama bir Batılının nezdinde nasıl ki ne yaparsak yapalım Osmanlının devamıyız, nasıl ki en ateistimiz bile ‘Müslüman’ ve Kürdümüz, Arnavut’umuz, Çerkez’imiz “Türk” ise, biz tam işte öyleyiz. Bu üç özelliği-miz tabir-i caizse bizim “WASP”ımız gibidir. Ve ilk ve son tahlilde tartışma dışıdır. Çünkü varlığımız, bekamız, devle-timiz, milletimiz, vatanımız derken hep bu örtük “biz”e ait olanları kastederiz. Bizim Müslümanlığımızın zıddı Hıristi-yanlık, Türklüğümüzün zıddı gâvurluktur. Osmanlılığımızın zıddı ise Avrupalılıktır. Ama biz yön seçemememizin ve hatta “yön seçme” tekniğinin uzağında olduğumuz için olsa gerek, Müslümanlığımızla batılılığı, Türklüğümüzle “Kürt”lüğü, Osmanlılığımızla Cumhuriyet dönemini karşı karşıya getir-meyi ve çatıştırmayı başardık! Sonuçta dengeli bir batı poli-tikası ve modernleşme siyaseti üretemediğimiz gibi, Müslü-manlığımız da, Türklüğümüz de, Kürtlüğümüz de ve diğer alt kimliklerimiz de yara bere içinde kaldı.

Bu karmaşayı en fazla Batılılaşma konusunda yaşadık Bay Akçura. Son tahlilde devlet için bir güvenlik siyaseti olan Ba-tılılaşma, yani Batı gibi olup güçlenme ve Batı’nın muhtemel saldırısı karşısında onların silahlarıyla donanmış olma “siya-set”ini, bugün bir uygarlık, din, kimlik değiştirme, kendimizi toptan imha etme noktasına getirdik. Batılılaşmanın alterna-tifi doğululaşma, modernleşmenin zıddı pre-modern tarım uygarlığı, Avrupa’nın alternatifi Amerika ya da Rusya iken, biz bu elmalar seçeneğine daima “armutları” katarak “düşün-dük”. Dinimizi her düzeyde yarışa soktuk mesela; gün oldu “İslam” Batı’nın alternatifi oldu, gün oldu modernliğin ya da laikliğin, demokrasinin, cumhuriyetin… İslam’ı bir başka “din”in ya da öğretisi üzerine her tür “putperestliğin”, kula kulluk düzenlerinin eleştirisi olarak almayıp, toplumsal geliş-melerin şurasında ya da burasında üretilmiş doğru ya da yanlış

Page 72: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

72

sistemlerin, ideolojilerin, kuralların “rakibi” yapmak, tam bir yüzyıl boyunca bizi meşgul etti. Sonuçta bizim elimize bir şey geçmedi ama din silahını bir siyaset aracı olarak kullanmayı misyonerlik deneyiminden beri iyi bilen İngiltere, Almanya ve Amerika, maalesef hem bize hem soğuk savaş dönemi bo-yunca Rusya’ya karşı “kullandı”. Tam da sizin “İslamcılık” dediğiniz ve gerçekleşmesinin orta ve uzun vadede -İngilte-re’yi kızdırsa da- mümkün olacağını belirttiğiniz “bağlamda” bir siyaseti güttü Batılılar. Biz o sırada “İslam’dan nasıl kur-tulup ‘Batılı’ oluruz” ile “Batıcılardan nasıl kurtulup daha iyi Müslüman oluruz” arasında yarış yapıyorduk. Bilmiyorum, bunca deneyimden sonra, İslam’dan kurtulunca batılı değil, İslam’a göre “kâfir”, batılılara göre de –afedersin- sadece enayi olunduğunu ve batıcılıktan kurtulunca da doğucu, Ortado-ğucu, Avrasyacı ya da o düzeyde bir şey olunduğunu ve daha iyi Müslümanlığın ise, ancak ve sadece her ne “siyaset” güdü-lürse güdülsün, Müslümanlığın iyiliği ve adaleti üstün tutma, zalime karşı mazlumdan yana olma, her tür kötülük ve insana zararlı eylemden uzak durma gibi değerlerine sadık kalmakla mümkün olduğunu öğrendik mi, emin değilim!

Aslına bakarsan Bay Akçura, bu konularda sıradan insan-larımız, yani toplum, iyi kötü bir yol bulup, daha akîl, daha gerçeğe yakın bir algılama düzeyine sahip. Ama bu mevzu-ları en iyi bildiğini iddia edenler, aydınlar, alimler, entelektü-eller arasında kafa karışıklığı var.

Öteden beri liselerimizde bile basit mantık kurallarından kategorileri, önermeleri, doğrulama/yanlışlamayı öğreniriz. Ama en okumuşlarımızda bunların izine rastlayamayız. So-nuçta halkımız elmaya elma, armuta armut der ve daha barı-şık bir bir yaşam sürer. Fakat bu çokbilmişlerimiz sayesinde İs-lamcı-laik, Alevi-Sünni, Kürt-Türk, AB’ci- anti AB’ci gibi bir dizi sahte ve kategorik olarak uyuşumsuz kavgalarımız eksik

Page 73: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

yUSUF AKçUrA; üç TArz-ı SİyASET

73

olmaz. Yanlış anlama, aydın ve bilgi düşmanlığı yapmak gibi bir niyetim yok. Sadece yaşadığımız patolojinin son tahlilde toplumsal olmadığını ve salt seçkinler düzeyinde yaşandığı için tedavi edilebilir olduğunu ima etmeye çalışıyorum. Son elli yılda yaşadığımız çatışmaların birisi dahi toplumdan kay-naklansa idi, sanırım Türkiye diye bir ülkemiz bile kalmayabi-lirdi! Arap kökenli düşünür Abdullah Laroi, “eskiden,” diyor, “ideologlar ve sosyologlar olarak toplumlara nasıl yaşamaları ve ne yapmaları gerektiğini vazederdik. Şimdi toplumları an-lamaya çalışıp, ne yapmamız gerektiğini çıkarsamaya çalışıyo-ruz.”! Demek ki toplumdan kopuk ve toplumu biçimlemeye çalışan seçkinlerin sahte gündemlerinin faturasını ödeme alış-kanlığını da artık bırakmamız gerekiyor.

Sayın Akçura,

Geçen yüzyılın başındaki üç tarz-ı siyaseti analiz ederken, ilk olarak ‘Osmanlıcılığı’ eleştiriyorsunuz. Tanzimat dönemi siyaseti olarak Osmanlıcılık, size göre, ‘Amerikan milleti gibi bir millet yaratarak eski hudutları muhafaza etmekti. Bu siya-setin II. Mahmut zamanında doğup, Ali ve Fuat Paşalar eliyle uygulandığı ve Fransız İhtilalinin millet anlayışıyla III. Na-polyon’un siyasi desteğine dayandığını söylüyorsunuz. 1870-71 Fransa-Prusya Savaşında Prusya’nın galip çıkması üzerine Alman tipi ırka dayalı millet anlayışı öne çıkıyor ve Fransız modeli bu siyasi strateji etkisini kaybediyor. Mithat Paşa’nın öldürülmesini Osmanlıcılığın terk ediliş tarihi olarak kayde-diyorsunuz.

Bu tarihten itibaren aslında Abdülaziz döneminde başlamış olan ve II. Abdülhamit’in eyleme soktuğu ikinci tarz-ı siyaset olarak İslamcılık devreye giriyor. II. Wilhelm’in siyasi desteği ile İngiltere’nin nüfuzunu kırma amaçlı bu strateji, Osmanlılık

Page 74: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

74

fikriyle yola çıkan Genç Osmanlılar tarafından da benimseni-yor. Bu siyasetin Avrupa’da Türk düşmanlığını şiddetlendir-diğine ve içerde de gayrı müslim unsurları ayrılığa teşvik et-tiğine vurgu yapıyorsunuz. Ancak İslamcılığın yinede uzun vadede gerçekleşebilir reel bir siyaset olduğunu ekliyorsunuz.

Üçüncü olarak, henüz bir ‘fikir’ olduğunu belirttiğiniz Türkçülüğü analiz ediyor ve bu siyasetin de Almanlarla mü-nasebetin artmasıyla birlikte gündeme geldiğini belirtiyor-sunuz. Kişisel eğiliminizi Rusya’yı kızdıracak da olsa Türk-çülükten yana koyuyor ve sonuçta makalenizi İslamcılıkla Türkçülük arasında bir tercih yapmak zorunda olduğumuzu belirterek bitiriyorsunuz.

Bu çizdiğiniz tabloda, harici siyaset açısında Osmanlı’nın 19. yüzyıl boyunca İngiltere’yi örtülü bir tehdit olarak görüp önce Osmanlıcılık üzerinden Fransa ile, ardından Fransa’nın yükselen Almanya’ya karşı İngiltere ile yakınlaşması üzerine her ikisine karşı Almanya eksenine kaydığı sonucu çıkıyor. Ezeli düşman olarak Rusya’nın ise Almanya ile dengelenebi-leceği zımni olarak ortaya çıkıyor. Bu durumda hem birinci hem de ikinci dünya savaşları boyunca var olan İslamcılık ve Türkçülük siyasetlerinin stratejik anlamı daha belirginleşiyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası ise malum olduğu üzere bu her iki siyasetin tapusu Amerika’ya geçiyor ve hedef leri de Rus-ya’ya yöneliyor.

Makaleyi yazdığınız tarihten sonra kabil-i tatbik bulduğu-nuz bu siyasetlerin İttihat Terakki eliyle son bir defa daha de-nenip başarısızlıkla sonuçlandığını ise belirtmeme gerek yok. Teşkilat-ı Mahsusa eliyle İngiliz sömürgelerini Müslüman is-yanlarıyla ateşe vermeyi ifade eden o büyük eylem dönemi, Şe-rif Hüseyin ihanetiyle son buluyor. Bolşevik Rusya’nın 1921’de İngiltere ile anlaşması üzerine politika değiştirmesi ise Enver

Page 75: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

yUSUF AKçUrA; üç TArz-ı SİyASET

75

Paşa’nın Turanı ayaklandırma eylemini bitiriyor. Geçen yüzyı-lın başındaki bu iki hayal kırıklığının hem travmasını hem de öfkesini devlet düzeyinde hala üzerimizden atabilmiş değiliz.

Mustafa Kemal, işte bu hayal kırıklığının sonucu olarak Cumhuriyeti daha reel bir zeminde, şu anki sınırlarımız içe-risinde başka bir yol üzerine şekillendirdi. İslam ve Türklük ise bir dış politika kartı olmaktan çıkartılıp, tamamen başka bir bağlamda yeniden yorumlanarak yeni cumhuriyetin içine ‘saklandı’.Ve dışarının bize dönük siyasetlerinin bir parçası ol-masını engelleyecek tedbirler de alınarak ‘şimdilik’ terk edildi. Sonuçta üç tarz-ı siyaset ayrı ayrı geçersizleşerek aşılmakla bir-likte, yeni sınırlar ve rejim bünyesinde yeniden anlamlandırı-lıp yeni milletin çimentosu kılındı.

Biz’im büyük ve trajik geri çekilme sürecimizin bu son direnme hatları ortadan kalkınca, geriye aslında başka bir ka-tegorik düzeyde güvenlik siyaseti olarak süren Batılılaşma si-yaseti kalmıştı. Ve bu siyaset öncekilerin toparlanma misyo-nunu üstlenerek Cumhuriyetin ilk on yılına tek başına damga vurdu. Ancak sonraki yıllarda bir tür Tanzimatçılığa kaydırı-larak saklı dinamiklerimizi de torpilleyecek bir tarzda kimlik ve uygarlık değiştirmek olarak uygulandı.

20. yüzyıl biterken, şimdi bu Batılılaşma siyasetinin de bit-tiğini görüyoruz..Başka bir yol tutulduğu için değil, batılılaş-manın mantıki sonucuna gelindiği ve maksat hasıl olduğu için bitti, Batılaşma.. Başarılı oldu mu?, tabii ki hayır. Çünkü elma armut’a dönüşemezdi. Sonuçta batılılaşma ortaya yeni sorun-lar ve sıkıntılar bırakarak sessizce gündemden çıktı. Bu nok-tadan sonra artık bir bütün olarak batılılaşmadan bahsetmek söz konusu değil. Ama modernleşme gibi daha öze ilişkin dö-nüşüm arayışları, AB gibi ekonomik-politik entegrasyonlar ve

Page 76: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

76

Amerikancılık gibi askeri-politik taşeronluk siyasetleri bağla-mında batı’cılık’ gündemlerimiz sürecek gibi görünüyor.

Bu nokta önemli, zira Cumhuriyet’le başlayan sürecin bi-tişi, yani Batılılaşmanın önceki tarz-ı siyasetlerin yerini alarak yarattığı sûni görüntü ortadan kalktı ve şimdi bir yüzyıl ön-ceki noktaya tekrar geldik! Bir millet olarak, ülke olarak, dev-let olarak bundan sonraki siyasal stratejimiz ne olacak, buna uygun ekonomi-politik düzenimiz nasıl şekillenecek? Yol’u-muz, yön’ümüz, hattımız nedir? Nereye ve niçin gideceğiz? Soru yine önümüzde ve cevabını bekliyor?

Sayın Akçura,

Geldiğimiz bu yeni yol ayrımında, tıpkı sizin döneminiz gibi ana hatlarıyla yine üç seçeneğimiz var gibi görünüyor;

1) Ulusalcılık: Bu seçenek, tıpkı sizin çağınızdaki Osman-lıcılık gibi, esasta var olanı korumak ve bu amaçla her tür yeni ya da başka alternatife reaksiyon üretmekten ibarettir. Şim-dilik Sol Kemalist ve Türkçü iki fraksiyon halinde sergileni-yor. Sol Kemalist fraksiyon dışarıda anti-küreselci, içerde ise dogmatik ve totaliter karakteriyle bir tür statüko tapınmasını ifade ediyor. Toplumun bir çok kesimiyle uyuşumsuz ve dev-let erkinin resmi zırhıyla donanımlı olduğu için yer yer agre-sif davranıyor. Her hangi bir ikna ve diyalog çabasına kapalı bir hattı müdafaa ideolojisi durumunda.

Türkçü fraksiyon ise, soğuk savaş döneminden kalma ba-ğımlılık ve alışkanlıklarını yeniden üretmeye çalışıyor. İçerde, Sümerleri Öntürk yapmaktan, ‘kart-kurt’ söylemine kadar bilinen bütün tezleri ve fikri seviyesi ile gerçek bir uluslaş-ma-milletleşme sürecinin engellerinden biri olduğunun far-kında değil görünüyor. Dışarıda ise –tıpkı sizin döneminizde

Page 77: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

yUSUF AKçUrA; üç TArz-ı SİyASET

77

olduğu gibi-Turancılığı Amerikan-İngiliz ekseninin Orta As-ya’daki taşeron ideolojisi olarak yorumlanabilecek bir Avras-yacılık söylemine sahip.

Ulusalcılık, sonuçta her iki fraksiyonuyla birlikte pozitif bir seçenek olmaktan çok, hem içerisi için hem de yakın çevre-miz için oldukça tehlikeli maceralar, taşeronluklar ve çatışma dinamikleri barındırıyor. Ayrıca ‘ulus’la, ya din ya da etnisite temelinde sürekli kavga eden tutumuyla gerçekten ulusal ol-duğu ve Avrasya’yı Atlantik’ten bakarak tarif eden gözlüğüyle de gerçekten Avrasyacı olduğu bir hayli şüpheli. Bu seçenek ülkemizin önündeki alternatif lerden biri olmaktan çok, ger-çek alternatif leri engelleyici ve kırıcı bir paratoner konumunda. Sanırım bu yoldan ancak ve sadece faşizme çıkılır.

2) Avrupacılık: Bu siyasette Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne sokma iddiasını ve isteğini taşımasına rağmen, böyle bir üye-liğin gerçekleşme ihtimali zayıf ladıkça başka misyonlar ve anlamlar üstlenen yine operasyonel bir seçenek. Kendi içinde üç fraksiyon göze çarpıyor. İlki, Avrupa’nın Türkiye’deki lo-bisi misyonuyla hareket edenler. İkincisi; ABD, İngiltere, İs-rail ekseninde AB’yi dağıtma, olmazsa kuşatma çabasının do-laylı bileşeni olarak ‘AB’ye girelimci’ler. Bunlar Avrupacılığın en militan ve pervasız fraksiyonu. Üçüncü olarak ta, bu siyasal denklemlerin dışında olan ve galiba kenarından içine de gir-meye heveslenen,”AB’ye girersek asker-sivil bürokrasiden ve koçlardan kurtuluruz, insan hakları ve para gelir”ci safdil İs-lamcı, Solcu ve Kürtlerden oluşuyor.

Avrupacılık, bizim için ciddi bir alternatif olmamasına rağmen, neredeyse tek ciddi seçenekmiş gibi sunulan en gü-rültücü tarz-ı siyaset. Eni konu Türkiye’yi oyalamak, vakit geçirmek, başkalarına şirin görünmek ve mecliste yasa değiş-tirmekten ibaret. Kanımca Türkiye’yi bir gün AB’ye ayakta

Page 78: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

78

karşılayarak alacak olsalar dahi savunulması bir hayli hay-siyet ve kişilik eksikliği gerektiren bir tarz-ı siyaset olarak Avrupacılık, yeni bir Tanzimatçılık türünden başka bir şey değil. Bu yoldan da herhalde yeni bir tasfiye ve dağılma sü-recine gidilir.

3) Avrasyacılık: Öncelikle belirtmeliyim, Ulusalcılar’ın Sol Kemalist kanadı için Avrasyacılık, M.Kemal’in İngiliz-leri dengelemek için Rusya ile yaptığı işbirliği anlamında, Türkçüler ise –belki Turan demekten utandıkları için- Orta Asya’daki hayali birliklerini ifade etmek için ve bu anlamda Amerikanın Brzezsinki Avrasyacılığı olarak savunmaktalar. Bu Avrasya demagojisi, hem Amerikancılığı gizleme hem de Anti-Avrupacı tutumu daha kibarca ifade etme amacına ma-tuf gibi görünüyor. Türkiye’nin bu anlamda bir Avrasyacılıkla hiçbir zaman işinin olacağını sanmıyorum.

Bay Akçura, bizim Avrasya’mız, yani Türkiye Avrasyacı-lığı jeopolitik açıdan Osmanlı ve Selçuklu’nun en geniş sı-nırlarını ifade eder. Yine bu sınırlara doğru açık ve tutarlı bir Pax Ottoman siyasetini zorunlu kılar. Ve tabii ki, içerde Türk, Kürt, Çerkez, Arnavut, Arap, Rum, Ermeni, Boşnak bütün unsurların tek bir milletin alaşımları olarak algılandığı yeni bir Milletleşme vetiresini de içerir. Dışarıda ise, hem AB ile hem Rusya ile ve özelliklede yakın komşularla entegre ve senkro-nize ilişkileri dış politikanın temeli olarak görür.

Pax Ottoman Avrasyacılığı, hem özgün modernleşme çiz-gisinin devamlılığını, hem de kadim devlet formunun anti-kü-resel bir mevzi olarak yeniden tahkimini içerir. Öte yandan hem İslam dünyasını hem de diğer doğu halklarını kollayan doğal duruşunun yanında, tüm dünyadaki insanlığın vicda-nına açık bir alternatif küreselliği de temsil eder.

Page 79: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

yUSUF AKçUrA; üç TArz-ı SİyASET

79

Yani inanç, dil ve duygu birliği ile reel siyasetin gerçekleri ve ‘gerçekleşebilirlikleri’ arasında dengeli ayrımlar ve ayarlar yapabilen bir siyaset.

Edirne’den Kars’a kadar bütün etnik, mezhebi ve meşrebi çoğulluğu yeniden millet yapacak bir konsolidasyon, Meksika ormanlarından Filipinlere kadar dünyanın bütün mazlumları için bir şerare ve bir meşale olacak kadar mağrur ve asil bir restorasyonun adıdır, bizim cihanşumul ufkumuz..

Sayın Akçura, biliyorsunuz, “Üç Tarz-ı Siyaset”i yazdığı-nız yıllarda büyük emperyalist savaşın ayak sesleri geliyor ve Osmanlı Devleti’nin çürümüş seçkinleri günü kurtarıp ceple-rini doldurmakla uğraşıyorlardı. Bugün de ‘topraklarımızda’ süren batı destekli kirli savaşlar var ve sonrasının daha ürper-tici sonuçlara gebe olduğunu herkes biliyor. Yine elimizdekini de kaybetme riskiyle yüz yüzeyiz. Ama artık kendimizle yüz-leşmekten kaçamayacağız. Milletiyle kavgalı bir devlet, çürü-müş seçkinler, ülkesinden umudunu kesmiş aydınlar ve gele-ceğinden emin olmayan çaresiz bir milletimiz vardı. Yüz yıl boyunca patinaj yapıp aynı noktaya gelmiştik ve şimdi yeni üç tarz-ı siyasetle karşı karşıyayız. Batı’ya bağlanmanın maliye-tini bu kez daha ağır ödeyebiliriz.

İnanır mısınız Bay Akçura, birçok aklıselim sahibi insan, bu manzaraya bakıp, ‘bu ülke bitmiş’,’Biz kaybetmişiz’,’tüken-mişiz’ diyordu. ‘Bunca yolsuzluktan, soysuzluktan, aymazlık-tan bir asabiye çıkmaz’ diyordu. Ama biz de ‘inat’ diyoruz, ‘yolumuz belli olsun’ diyoruz, ‘kendimize güvenelim’ diyo-ruz. ‘Bu millet kendisini dövenlerden daha büyüktür’ diyo-ruz. ‘Bu ülke elbet bir yol bulup akar’ diyoruz. ‘Hem vatan hem özgürlük’ diyoruz. Kısacası ‘Allah büyüktür’ diyoruz...

Hoşçakal...

Page 80: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime
Page 81: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

81

‘Kemal Tahir; Yol Ayrımı’*

“onlar ümidin düşmanıdır, sevgilimakan suyun, meyve çağında ağacın,serpilip gelişen hayatın düşmanı../..Bursada havlucu Recebe, Karabük fabrikasında tesfiyeci Hasana düşman,fakir köylü Hatçe kadına,ırgat Süleymana düşmansana düşman, bana düşmandüşünen insana düşmanVatan ki bu insanların evidirSevgilim, onlar vatana düşman”

Nazım HİKMET

Muhterem Kemal Tahir Bey,

Ne zaman elime bir Kemal Tahir kitabı alsam, bir roman ya da ‘notlar’, daha okumaya başlamadan boğazıma hep bir şeyler düğümleniyor. Seninle tanıştığım 80’li yıllardan beri-dir bu böyle. Bilemiyorum, kişisel dramın mı, fikir çilen mi, kişiliğin ve fikirlerinde bulduğum yakınlığın içindeki tanım-sız mesafe mi, hangisi atıyor bu düğümü?

* Kemal Tahir’in 30. yıldönümü anısına, İ.Ü. Sosyoloji Araştırma Merkezi- Ke-mal Tahir vakfı çalışması, Kızılelma yay. İst. 2003

Page 82: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

82

“Kemal Tahir nedir?” deseler, hiç düşünmeden; ‘soğuk sa-vaş döneminde yaşayıp ta, onun rüzgarına kapılmamış aydın namusundan sola düşen paydır’ derim. Sol’a mı? Soğuk Sa-vaş döneminin güdülenmiş Sol’una değil tabi. Belki bu top-raklarda yeşerebilecek tek gerçek ‘sol’ mayayı kastediyorum. Doğucu, Anadolucu, ayağını tarih ve topluma basan, dinle barışık, resmi ideolojiye eleştirel bakan, ezilenlerin imanına yaslanan ve onları ileriye sürükleyen bir sol. Olabilecek en sahici sol vasatın bu asgari özellikleri, ruşeym halinde de olsa Kemal Tahir ekolünde bulunuyordu. Ne var ki, Soğuk Savaş solculuğu bir yandan, resmi ideoloji ise öte yandan, bu ma-yadan bu ülkeye ekmek çıkmasın diye az uğraşmamışlar. Ol-sun, şimdi buradayız ve hala seninle konuşuyoruz. Onlar ise konuşmaya bile değmez.

Üstadım,

Ortalama bir Cumhuriyet çocuğu olarak başlayan fikir ve yazı serüvenin, bir donanma gemisinde subaylık yapan kar-deşine okusun diye verdiğin kitaplar bahane edilerek 1938’de ‘donanma da komünizm propagandası yapmak ve askeri is-yana teşvik’ suçlamasıyla, Nazım Hikmet’le birlikte 16 yıl ağır hapis cezası almanla ciddiye biniyor. 13 yıl, evet tam on üç yıl boyunca, 1950’de af la salıverilene kadar, İstanbul, Çan-kırı, Malatya, Çorum cezaevlerinde mahpusluk..... Anadolu insanın her türüyle yakından tanışma... İl kütüphanelerinden edindiğin kitaplardan Marx, Hegel, Kant, Einstein, la coste, Toynbee, Dede Korkut, Yunus Emre, Mevlana, Koçibey, Ev-liya Çelebi, Cevdet paşa, İbn Haldun, Kelile ve Dimne, Ka-busname, Siyasetname..... okumaların, başta Nazım olmak üzere, dostlarınla fikir mektuplaşmaları, altı bin sayfayı bu-lan notların, geçinmek için Fransızca roman tercümeleri, ilk

Page 83: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

KEMAL TAHİr; yoL AyrıMı

83

romanların ve roman taslakların ve yepyeni bir Kemal Tahir olarak tahliye olman. Özellikle romanlar üzerinden, o dönem fikir adına ne varsa, bilhassa ‘Sol’ ve Kemalist çevrelerin alış-kanlıklarını sorgulayan, yeni ve farklı bakış açıları sunan, ce-sur sorular soran bir entelektüel fırtına..... 1955’ten itibaren romanlar; Göl insanları, Sağırdere, Esir şehrin insanları, Kör duman, Rahmet yolları kesti, Yediçınar yaylası, Köyün kan-buru, Esir şehrin Mahpusu, Kelleci Memet, Yorgun Savaşçı, Yol ayrımı, Devlet Ana..... ve notlar; Osmanlılık/Bizans, Ba-tılılaşma, Mektuplar, Sanat/edebiyat, Sosyalizm üzerine.... 1960’lar boyunca yayınlanan her roman üzerinden patlayan tartışmalar; Osmanlılık, Doğu-Batı çatışması, batılılaşma, II.Abdülhamit, Mustafa Kemal, İttihatçılar, Milli Mücadele, Cumhuriyet, köy gerçeği, ve köycülük, İnönücülük, Mark-sizm, sol, Asya tipi üretim tarzı, iktisadi yapımız.... Yerleşik sol Kemalist yargıların sorgulanması, cumhuriyet politikala-rının, özellikle Osmanlıdan radikal kopuş ve batılılaşma çiz-gisinin eleştirisi, Marksizm’in kalıpçı ve batıcı yorumlanışına karşı bir yöntem olarak ve ‘yerli’ bakış açısıyla ele alınışı, sa-nat/edebiyat alanında toplumsal gerçekçilik, tarihsel sosyoloji, siyasal dram akımının en parlak örnekleri, ülkesi ve toplumu üzerine düşünen, gerçeği arayan, çile çeken, çeşitli saldırı ve önyargılı mahkûm etmelere maruz kalan ve sonuna kadar ay-dın namusunu hiçbir şeye satmayan bir ‘aydın’. Bülent Ece-vit’ten İsmail Cem’e, Halit Refiğ’den Metin Erksan’a, Baykan Sezer’den İsmet Bozdağ’a, İdris Küçükömer’den, İlber Ortay-lı’ya kadar bir dönemin, bir kuşağın, ağırlıklı olarak Sol’da yer alan pek çok aydının Doğucu-Toplumcu yerli çizgiye yönel-mesinde rol oynayan bir ekol, bir okul... Kemal Tahir, Türk düşünce geleneği içerisinde özgün ve anlamlı yeri ile bir mis-yon’un, bir yol’un adıdır artık.

Page 84: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

84

Muhterem Üstad,

Müsadenle, senin sorgulayıcı yönteminden giderek bir kaç hususa değinmek istiyorum.

Öncelikle, fikirlerinin temelini oluşturan Doğu-Batı ça-tışması meselesi... Bu konuda söylenecek tabii ki çok şey var. ‘Batı’ sahip olduğu maddi gücü sürdürebildiği müddetçe, bu mesele ile meşgul olacağız. Yaşadığın dönemdeki Doğu ve Batı kutupları arasındaki soğuk savaşın, bu ‘çatışma’ fikrinin yerleşmesinde payı olabilir. Ama solda Kemal Tahir, sağda ise hemen bütün aydınların fikri temellerini oluşturan do-ğu-batı çatışması, esasen bir medeniyet kavgası olarak anlaşı-lıyor. Özetle; Doğu, ayrı ve özgün bir varoluşun adıdır. Batı ise Doğu’ya karşıt olarak şekillenmiş ve Doğu’nun antitezi ha-linde gelişerek-şimdilik-öne geçmiş başka bir varoluştur. Ara-larındaki çatışma tarihseldir. Hıristiyanlık başlangıcında, İs-lam ise bütünüyle Doğu’nun Batıya karşı şahsiyet ve haysiyet silahı olarak ortaya çıkmıştır. Biz doğuluyuz ve kendi sorun-larımızın çözümü kendi doğulu kimliğimize ve dinamikle-rimize bakarak bulunabilir…

Ana hatlarıyla bütün tarihi ve yaşanan olayları önce bu ‘ça-tışma’ temelinde ele alan bu yaklaşımın, ilginç bir şekilde bu-gün anti batıcı, anti modern ve anti emperyalist görünümler altında Doğu’da, ve Medeniyetler çatışması, tarihin sonu, de-mokratik emperyalizm gibi tezler halinde Batı da devam et-tirildiğini görüyoruz.

Yani, her iki tarafta da etkili olan ve hâlihazırda batıdaki ‘çatışmacı’ların İngilizce konuşan milletler öncülüğünde bir dünya egemenliği projesi ile önaldığı bir tezle karşı karşıyayız.

Bu nokta itibariyle meselenin sorgulanarak gözden geçi-rilmesi gerekiyor.

Page 85: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

KEMAL TAHİr; yoL AyrıMı

85

Doğu ve Batı... Her şeyden önce ‘Batı’ya ait bir kategori-leştirme. Eski Yunan ve Roma’da ‘Barbar’ olarak kavramlaş-tırılan ‘Doğu’, İslam’la birlikte önce üstün ve egzotik bir uy-garlığı, ardından tekrar ‘barbar’ ‘öteki’yi ifade edecek tarzda kullanılıyor. Batı, kendi yarattığı Doğu imajı üzerinden hem kendisini hem Doğu’yu tarif ediyor ve tarihi, bu ‘imaj’ üze-rinden yeniden okuyor. Hem Doğu ve Batı algılaması hem de aralarındaki kadim ‘çatışma fikri’, batı’nın icadı aslında. Doğu tarihinde, gerek antik dönemde gerekse İslam Çağında, ne ‘Batı’ kavramı ayrı ve alternatif bir medeniyeti simgeliyor, ne de doğunun asli karşıtı-antitezi olarak algılanıyor. Batı, sö-mürgecilik çağından itibaren işgal ettiği her yere, bu fikri aşı-lıyor. Giderek, batı sömürgeciliğine karşı direnen Doğunun bütün unsurları, bu fikri benimsiyor ve hatta olan biteni izah eden sihirli bir formül olarak sahipleniyor. O günden beridir Doğu-Batı çatışması, bütün boyutlarıyla ‘Batı’yı ayrı ve üstün bir medeniyet olarak kabullenme de dahil, Batı’nın işine yarı-yor ve Doğu, bu sahte diyalektiğin parantezinde, çıkışı olma-yan bir labirente kıstırılmış durumda.

Peki, bu çatışmacı perspektif ne kadar doğru? Batıyı, kay-nağı Mezopotamya-Akdeniz havzası olan evrensel uygarlığın sadece bir türevi olarak görmek mümkün olamaz mı? Batı-nın kendisini var eden bütün özelliklerinin, başta Doğu ol-mak üzere, bütün insanlığa ait olduğu ileri sürülemez mi? Yani, esasta Doğu’dan ayrı ve özgün bir ‘Batı’ yoktur. Batı’yı farklı kılan, sadece onun kendisi ve öteki üzerine geliştirdiği bu sahte illüzyon, yani batı bakış açısından, Doğu ve Batı kav-ramsallaştırmasıdır. Bugün bir jeopolitik gerçeklik ya da kapi-talist ülkeler toplamı olarak bir ‘Batı’dan bahsedebiliriz. Ancak, özgün bir uygarlık ya da aynı anlamda kültürel bir ‘başka’lık olarak Batı diye bir şey yoktur, denilebilir mi?

Page 86: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

86

Modernlik, akıl, bilim, ilerleme, gelişme, teknoloji, aydın-lanma, demokrasi, insan hakları..... her neyse, Batı uygarlığı olarak ifade edilen bütün bu özellik ve olgular, evrenseldir ve tüm insanlığın ortak birikimidir. Sizin sıkça kullandığınız bir ifadeyle, ‘hırsız ve sömürücü’ batı toplumları, bu uygarlığın sa-hiplenişinde dahi ‘hırsızlık’ yapmaktadır. Nitekim benzer bir yaklaşımın ipuçları, aslında sende de var, örneğin, Notlar’da şöyle diyorsun:”Batıdan almaya mecbur olduğumuz her şey, teknik, bilim, bizim de baba mirasımızdır. Onları almak için milli benliği-mizden ayrıca ağır bedeller ödemeye, haraçlar vermeye mecbur değiliz”

Muhterem Üstat,

Konuyu uzatmak istemiyorum. Ama âcizane, batı karşıt-lığının en uç noktası olarak ‘Doğuculuk’ ve bunun doğal so-nucu olan batı düşmanlığının, batı, kaynaklı bir düşünme bi-çiminin ürünü olduğu kanaatindeyim. ‘Batı’ derken, sadece ‘olan’ı kastediyorum; Batımıza düşen toplumları ve coğraf-yayı yani. Bunun ötesinde mana yüklenen her batı kavramı, ister olumlu ister olumsuz manada, işte bu batılı zihniyet ve siyasetlere hizmet eder-ve etmiştir-diye düşünüyorum. İlk ba-kışta hoşumuza giden ve her şeyi izah kolaycılığına yol açan bu ‘doğu ve batı’ kavramsallaştırmasının dışına çıkarak düşün-memiz gerekir. Bizim, yani doğulu toplumların asli diyalek-tiği, bu tür jeopolitik ya da politik kategoriler değil, iyi-kötü çatışması gibi evrensel ve tarihsel kategorileri temel alıyor. Bu manada biz, doğu ve batı’nın farklılıkları olarak resmedilen her tür vasfı, hem doğu da hem de batı da aynı anda görebile-ceğimizi unutmamalıyız. ‘Doğu da birey yok, aile ve cemaat var. Batı da mülkiyet, doğu da devlet kutsaldır. Batı, özgür-lüğe, Doğu adalete inanır....’ gibi genellemeler, kolaycı ve so-nuçta ‘ileri’ batı’ imajına hizmet eden gerçek dışı hurafelerdir.

Page 87: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

KEMAL TAHİr; yoL AyrıMı

87

Doğunun ve Batının bütün toplumlarında bu tür farklılıklar vardır ve bu farklar hem kendi içerisinde hem de birbirlerine nispetle söz konusudur. Mesela batıya ait ya da doğuya ait ola-rak resmedilen herhangi bir özelliği, aslında her iki coğrafyada istediğimiz kadar bulabiliriz.

Demem o ki, ekonomi-politik analiz yöntemi ile, özel-likle 60’larda Fransa’dan gelen öğrencilerin tanıştırdığı Marx’ın Asya tipi üretim tarzı analizlerine dayanarak geliştirilen ‘biz doğuyuz ve batıya benzemeyiz’ yaklaşımı doğruluk payı taşı-makla birlikte, bu farklılıklara yaslanarak üretilen genel Do-ğu-Batı çatışması tezi, bir hayli zorlama gibi geliyor. Benzer bir çatışma teorisine, genel olarak sağ-İslami çevrelerde rast-lıyoruz. Bu çevreler de, batılı toplumlarla olan inanç ve kül-tür farklılıklarımıza yaslanarak, batıyla kadim bir çatışma içinde olduğumuzu ileri sürmekteler. Bu çatışma, bugün anti modernlik ve gelenekçilik olarak aydınlar arasında, neo- se-lefilik olarak ta militan örgütler tarafından yeniden yorum-lanarak geliştiriliyor. Öte taraftan, batıda, Protestan-Yahudi anglo-sakson dünyasında ‘medeniyetler çatışması’, demokra-tik emperyalizm’ ‘tarihin sonu’ gibi tezlerle entelektüel-poli-tik düzeyde, Katolik Latin Avrupa’da ise örtük bir haçlı ba-kışı ve ‘civilizasyon-beyaz uygarlık’ fikri ile, hem toplumsal hem de politik-entelektüel çevrelerde içerilmiş bir bilinç hali olarak yaşatılıyor. Yani doğu ve batının tabii farklılıkları, her iki tarafta da zorlama bir çatışma tezinin temeli olarak ‘oku-nuyor’. Bu okuma biçiminin ve sonucu olarak tüm çatışmacı tezlerin, bugün batılı emperyalist politikalara temel oluştur-masından yola çıkarak, bu yaklaşımın sorgulanması gerekti-ğini söylemek istiyorum. Modernleşme süreci ile kapitalizmi ve emperyalizmi, batının sömürgeci politikalarıyla, geliştir-meye çalıştığı değerleri birbirinden ne kadar ayırabiliriz, bil-miyorum. Ama eski bir fikr-i meşhur olarak, batının ilim ve

Page 88: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

88

fenni ile kültürünü ayırma çabasını geliştirerek bu ayrımlara ulaşmamız gerektiği kanaatindeyim. Zira, hem ‘bir kavme olan düşmanlığınız sizi adaletten alıkoymasın’ ilahi ölçüsü gereği, batıya daha nüfuz edici bakabilmek, halkları ile devlet politikalarını, ürettikleri ile yok ettiklerini ayrı ayrı görebilmek için, hem de, kendimizi tarif ederken, yolumuzu çizerken ve de geleceği tasarlarken, en az batılılaşma kadar yanlış, tahrip edici ve de sonu olmayan başka çıkmaz yollara saplanmamak için bu ça-tışmacı bakış açısından uzak durmak gerektiği kanaatindeyim.

Kaldı ki, yaşadığımız coğrafyanın tarihi, batıyla çatışma değil, sentez oluşturma ekseninde şekillenmiştir. Ve batının sömürgeci saldırılarına kadar da bu sentezin en başarılı mo-deli olarak Osmanlı imparatorluğu yüzlerce yıl yaşayabilmiştir.

Bu manada, Doğunun Batıya meydan okuması olarak gör-düğün Osmanlı’nın, tam aksine Doğuyla Batının –en azından askeri tarım imparatorlukları çağında- mükemmel bir sentezi olarak yeniden okunması da mümkündür.

Kaldı ki, uygarlık, yani insanı geliştiren ve ilerleten pra-tikler, tarih boyunca ister Doğu da ister Batıda, farklılıkların çatışmasından değil, sentezinden doğmuştur. Hatta, Hıristi-yanlık ve İslam dinleri dahi, tam da bu sentezi ifade etmiş ve daha ötesi, insanlığı ortak değerler etrafında toplamaya çalış-mıştır. Bu manada uygarlık ya da medeniyet, bu değerlerin en gelişkin pratikleri olarak aslında evrenseldir.. Doğuda ve ba-tıda ayrı ayrı uygarlıklar değil, bu tek uygarlığın çizgisine yak-laşma ya da uzaklaşma dönemleri vardır. Batı son yüzyıllarda, geç kalmış olduğu uygarlık düzeyini yakalama uğruna ahlak-sız ve aç gözlü bir şehvetle dünyaya saldırmış, Doğu ise sahip olduğu düzeyi geliştirmeyerek, sanayi devriminin ıskalanması örneğinde, şimdilik acziyete düşmüştür. Yapılması gereken tekrar bu tarihsel uygarlık yaratma geleneği ya da yöntemine

Page 89: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

KEMAL TAHİr; yoL AyrıMı

89

başvurmak, yani yeni bir sentez için, akıl, ahlak, değerler ve diğer maddi ve manevi tüm evrensel birikimi kucaklayabil-mektir. Bu manada, yaşadığımız coğrafya, doğu ile batı ara-sında bir köprü ya da tampon bölge değil, bir ortak havuz ve uygarlık dölyatağıdır.

Üstadım,

Değinmek istediğim bir başka husus ise şu; Doğu, Osman-lılık, yerlilik vurgusu yapıyorsun. Güzel. Ama tüm bu doğru ve haklı vurgularının içerisinde, dikkatlerden kaçmayacak ka-dar belirgin bir eksiklik var. Eserlerinde din, yani ‘İslam’, çok zayıf, belli belirsiz, önemsiz bir ayrıntı durumunda, çok dolaylı ya da geri plandaki bir malzeme olarak var. Yaşadığın dönemde sana dönük ‘gericilerin ekmeğine yağ sürme’ suçlamalarının ya da kişisel yaşam tarzının bu eksiklikte payı var mıdır, bilmi-yorum. Ama insan hiç değilse, bir batılı oryantalist kadar ol-sun, Osmanlı, Anadolu, Doğu, Yerlilik kavramlarından Müs-lümanlığın merkezi payını teslim etmeni bekliyor. 1950’lerde ve 60’larda, özel sohbetlerinde İslam ve Sosyalizm tartışmaları yaptığını biliyoruz. Ama Safiye Ayla’nın anılarından öğrendi-ğimize göre, merhum Akif ’in damadı Ömer Rıza Doğrul ve Naci Sadullah ile rakı sofralarında sürdürdüğünüz İslami sos-yalizm muhabbetlerinden anladığım kadarıyla, İslam, halkla konuşurken lazım olabilecek bir kültürel dil olmanın ötesinde kıymete sahip değil. Bu konuyu vurgulamanın sebebi şu: İs-lam’ı bu düzeyde algılamanın sonuçlarını bugün bütün ülke ve her kesim yaşıyor. İman, şüphesiz kişisel bir olgudur, Ama Din ve dini değerler, toplum, tarih, insanlık ve hayat üstüne söylenecek her sözün mutlaka içerisindedir. Bu inananı için de inanmayanı içinde böyledir. Yanlış anlama, Solcu Kemal Tahir’den Müslüman imanı beklemiyorum. Ama, sosyolog,

Page 90: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

90

tarihçi, sanatçı, yerli ve ‘bura’lı solcu olan Kemal Tahir’in her romanında, her not’unda, her tartışmasında, bir şekilde ‘İslam’ ve Müslümanlık olmalıydı. Din’i ıskalayarak söylenen her sö-zün, yapılan her işin, savunulan her fikrin tarihin çöplüğüne gittiğini ya da toplumda en azından şüpheyle karşılandığını kavrayamayanlar, bugün, dini ıskalamayanlarla nasıl baş ede-ceklerini şaşırmış durumdalar. Ben Türk aydının dramının, Kemal Tahir’de, ‘İslam’sız Doğuculuk’ şeklinde tezahür etti-ğini sanıyorum. Bu konuda, resmi ideolojinin sınırları içeri-sinde düşündüğün kanaatindeyim. Belki de, seni haksız yere 13 yıl hapis yatırmasına rağmen, ‘kırgın değilim’ dediğin ve ‘Kerim’ olarak tarif ettiğin ‘Devlet’in ideolojik tutumuna pa-ralel düşmeyi bilinçli olarak tercih ettin. ‘Devlet’i ‘kerim’ ol-maya mecbur tutan ve adaleti mülkün temeli kılan İslam’ı, salt politik bir vasıta ya da geçmişe ait Türklerin geçici zırhlarından biri olarak görmenin faturasını bugün ödüyoruz. Bu ülkede bir segmentin, bir toplumsal ve ideolojik çevrenin, Türklükle Müslümanlığın son derece derin ve ciddi bağlarını, özdeşli-ğini görmesi yani bu milletin dinini ciddiye aldığını anlaması için galiba biraz daha bekleyeceğiz.

Esasen, Doğu-Batı çatışması temelindeki Doğuculuk ve Din’i önemsemeyen halkçılığın özündeki ‘batı’cılık ya da ‘ba-tılılaşmışlık’, bu çevrelerin temel çelişkisi durumunda. Din’den uzaklaştıkça milletten ve tarihten, bunlardan uzaklaştıkça da Kerim Devlet’ten uzaklaşılıyor. Kerim Devlet olmayınca, ge-riye küçük ayak oyunları ile Batı’dan rol çalma uğraşlarının toplamından ibaret zalim ve soğuk bir iktidar cihazı kalıyor. Bunu ele geçirmek ya da yönetmek ise, siyaset oluyor. Bugün işte buradayız.

Page 91: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

KEMAL TAHİr; yoL AyrıMı

91

Muhterem Üstat,

Bu şerhlerim dışında, 1960’larda yaptığın birçok tespit ve yorumun bugün ne kadar anlamlı ve önemli olduğunu be-lirtmem gerek;

‘ I. Beyezid’in Çubuk ovasında kime niçin yenildiğini, Fatih’in hangi amaç için zehirlendiğini, Süleyman’a neden Kanuni denildiğini, İmparatorluğu kurtarmak için tutulan Tanzimat’ın (batılılaşma yolu) bu imparatorluğu batırdığı halde, bugün tarih kitaplarında neden hala (Hayriye) yani hayırlı diye geçirildiğini, ..Abdülhamit’e ‘kızıl’ laka-bının kimlerce uygun görüldüğünü bilmeden, bugün dünyada olup bi-tenleri, ..hele Türkiye’de olup bitenleri anlamak mümkün değildir.’ ( Notlar/ Batılılaşma,:137-138)

‘ Bugün içinde debelendiğimiz ekonomik-sosyal zorluklarımızın kaynağı, 19. yüzyıl başından bu yana batılı sömürücü (emperyalist) güçlerin, kendi çıkarlarına göre bizi batılılaşmaya zorlamalarından ve bizim bu zorlamaya bilir bilmez koşulmuş olmamızdandır’ (a.g.e.)

‘ Biz gerçek emperyalizmle er geç hesaplaşmak zorundayız.. Bunu gerçekten yapmadıkça, batıya hizmet teklif etmekle, belayı başımızdan defedemeyiz’ ( a. g.e.)

‘Haklar her zaman silahla savunulmaz. Hakkımız olanlara önce mutlaka sahip çıkardık. Fırsat kollayarak beklerdik. Sırası gelince ye-niden pazarlık teklif ederdik. Hesaplaşma isterdik…Yunan üst üste yenildiği halde, ‘megalo idea’dan vazgeçiyor mu?.. Kurtuluş iki türlü olur; ya bütün haklarını en son zerresine kadar koruyarak kurtulursun ki gerçek kurtuluş budur. Ya da haklarından birçoklarını vererek kur-tulursun!’ ( Yol ayrımı, Dr. Münir’in ağzından)

...‘ yeşermedikçe sağlam bir çekirdek..savunması yeşermemek..Çünkü denemiş bin yıldır, yeşermesini önlemek için pusuda bekleyen güçler var. Çünkü onlarında varoluşu, rahat yaşaması, bozkırdaki çe-kirdeğin yeşerip serpilmemesine bağlıdır..Bozkırdaki çekirdek yeşerirse

Page 92: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

92

ya kopuyor bozkırdan, ya da eziliyor. Böylece ( hep) bozkır kalmasına çıkıyor, sonuç..’ ( Bozkırdaki çekirdek’ten)”

Evet üstat, üzerine konuşacak daha çok şeyler var. Şimdi-lik burada kesiyorum. Bir aydın olarak, bir vatansever olarak, bir çilekeş olarak Kemal Tahir’den öğreneceğimiz çok şey var. Devlet Ana’da, Kurt Kanunu’nda, Yol Ayrımı’nda, Esir şehir dizisinde düşünmemiz, tartışmamız, konuşmamız gereken bir çok mesele daha var.

Merak etme, hepsini konuşup yeniden ve yeniden ele ala-cağız. Bu ülke yaşadığı tüm drama, trajediye, komediye rağ-men, belki de bunların ibretiyle kaybettiği yola tekrar girecek. Ne olmayacağımız iyice anlaşıldıktan sonra, ne olduğumuzu hatırlayacağız. Hayıf lanacağımız tek şey, kaybettiğimiz za-man değil, ‘sahte çatışmalarda tükettiğimiz dağ gibi çocuk-larımız olacak.

Allah’ın rahmeti seninle olsun.

Hoşçakal.

Page 93: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

93

“Yeni Sınıf”*

‘Sayın Lordum, bunca serveti, uşakları, malikaneleri, ko-şumlu arabaları elde etmek için doğum sancısı dışında hangi acıları çektin acaba?!’

Bertrant Russell

Bay Milovan Djilas,

Ülkemizin güzide köylerinden birinde, fi tarihinde köy ihtiyar heyetinden bir üye ölmüş. Onun yerine köyün orta halli sakinlerinden bir hacı amca, ihtiyar heyetine seçilmiş. Tabi ömründe ilk defa böyle bir görev alan hacı amcamız, er-tesi gün komşularına bir ziyafet vermiş. Önemli birine komşu olduklarını düşünen köylüler, çeşitli hediyelerle davete icabet etmiş. Yeme içme faslından sonra kahveler içilirken, hacı am-camız şöyle bir doğrulmuş. Onun, günün önem ve anlamına dair bir şeyler söyleyeceğini anlayan komşuları da toparlanıp pür dikkat dinlemeye başlamışlar. Kısa bir sessizlikten sonra, hacı amcamız lafa girmiş, “şu kurban olduğum Allah’ın işine bakın, daha dün sabah bende sizin gibi aciz bir kul idim..”

Henüz bizim gibi aciz bir kul olan onbinlerce kişi, 4-5 yılda bir yapılacak olan genel ve yerel seçimler için aday adayı oluyor. Bunların birkaç bini, seçim sonunda aramızdan yük-selip, “önemli adamlar” haline geliyor. Demokrasi tarihimizin

* Yeni Sınıf, Milovan Djilas, istanbul kitabevi, 1982.

Page 94: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

94

rekor adaylık başvuruları ile tarihe geçen son seçimler, ihti-yar heyeti üyelerinden belediye başkanlarına kadar bütün ye-rel yöneticileri seçmemizi-yenilememizi sağlıyor. Yeni Hacı Amca’larımız oluyor.

Bay Djilas, lafa güncel bir seçim örneği ile girmemin se-bebini merak ettiğini biliyorum; 1950’li yılların ortalarında yayımlanan ve 6 yıl hapis cezası almana yol açan ‘Yeni Sınıf ’ isimli kitabında anlattığın türden yeni bir sınıfın ülkemizde sahneye çıkışını yaşıyoruz. Seçimler belki doğrudan bu sını-fın yükselişini ifade etmiyor, ama yansıttığı toplumsal yük-selme arzusu ve ihtiras, yeni bir şeylerle yüz yüze olduğumu-zun işaretlerini veriyor. Bu nedenle, komünist rejimler içinde sahneye çıkan bürokratik parti elitleri anlamında yeni sınıfı anlattığın kitabından mülhem, bu yeni gelişmeye dair bir şey-ler söyleme ihtiyacı duydum.

Önce senin ‘yeni Sınıf ’ından bahsedelim; Yugoslavya’nın ikinci dünya savaşında Nazi işgaline direnişi ve bu direnişin öncüleri olarak sosyalist kadroların işgal sonrası yeni rejimi sosyalizm olarak tayin ettikleri sürecin en önemli isimlerinden biri olduğunu biliyoruz. Savaş sonrası Stalin SSCB’sinin tek ülkede sosyalizm siyaseti gereği tüm Doğu Avrupa gibi ülke-nizi de taciz etmesine ilk tepkiyi veriyor ve Tito’yu da etkile-yerek, Yugoslavya’nın bağımsız bir sosyalizm deneyimine yö-nelmesine katkı sağlıyorsun. Fakat rejim oturdukça, SSCB’ye paralel bir gelişme seni rahatsız etmeye başlıyor. Eski rejimin egemen sınıf ları tasfiye edildikçe yerine, öğretideki gibi işçiler ya da halk geçmiyor. Giderek özgün ve imtiyazlı bir karakter kazanan parti kadroları, onların etrafında şekillenen bürok-ratlar, devrim adına ve devrim için, bütün iktidarı ellerinde toplamaya başlıyorlar. Bu gelişme, proloterya diktatörlüğü yerine parti diktatörlüğünü doğuruyor ve sen, bakanlık yap-mana rağmen bu gidişe karşı çıkarak muhalif bir aydın olarak

Page 95: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

yENİ SıNıF

95

mücadeleye girişiyorsun. ‘Yeni Sınıf ’ işte bu partili bürokra-tik sınıfı ifade ediyor. Rejimin sahibi ve sosyalizmin militan-ları olarak meşruiyet kazanan bu kişiler, zaman içinde tipik bir imtiyazlı sınıfa dönüşüyor ve senin o yıllarda öngördüğün üzere, totaliter ve halka yabancı bu düzen daha fazla yürüye-meden, 1990’lı yılların başında çöküyor. Devrimlerin kade-rimidir bu, bilemiyorum ama, aynı süreci bugün İran yaşıyor ve orada da, İslam, devrim ve devleti tekelleştirerek kendine yazan bir sınıfın, her üçünü de yıpratan totaliter düzeninin ne zaman ve nasıl çökeceğine dair fal tutuyoruz.

Konumuz devrim ya da köklü elit dönüşümü değil el-bet. Bu tarz köklü sarsıntılar olmadan, normal şartlar altında ve demokrasi içinde yüzen bir ülkeyiz ve bizim tabii ki farklı elit dönüşüm süreçlerimiz var. Ancak temel karakteristiklerde benzeşimler ve özellikle yeni sınıf özelliği kazanma sürecinde ciddi özdeşliklerimiz var.

Bugün meclis çoğunluğunu oluşturan bir siyasal parti şah-sında yükselen, ancak aslında onu aşan bir muhteva ve çapa sahip yeni bir toplumsal sınıf la karşı karşıyayız. Sınıf kavra-mını bilerek kullandığımı belirtmeliyim. Marksist manada yada sosyal bilimlerin kriterleriyle değil, Bay Milovan Djilas, tamda sizin kullandığınız manada bir sınıftan bahsediyorum. Aslında bir zümre, ya da tabaka olan, ama temsil ettiğini id-dia ettiği daha geniş yığınlar adına davrandığı ve desteği de onlardan aldığı için, kendi çapının ve üretim sürecindeki ye-rinin çok ötesinde bir toplumsal varlığı olan bu yeni kesim-lere sınıf demekte bir sakınca yok sanırım.

Bizim ‘Yeni sınıf ’ı sana nasıl tarif edebilirim? Parayı ve onun gücünü keşfeden, en önemlisi paranın kaynağı olarak devlette mevzi tutmaya çalışan, kökü ve geleneği olmadığı için meşruiyetini toplumsal değerlerde, ideolojik kimliklerde

Page 96: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

96

yada muhalif görünümde arayan, bunu sağladığı andan itiba-ren de itirafçı olan ve bu kez küresel düzeyde aynı meşruiyet edinme çevrimini çalıştıran bir toplumsal tabakadan bahse-diyoruz... Kişiler, gruplar yada çeteler halinde var olan bu sı-nıf, bir tarafta etnik, bölgesel ya da feodal akrabalık ilişkileri ile iç dinamizmini sağlayan tufeyli unsurlar, öte tarafta mut-laka devletlü irtibatlarıyla cesaret ve imtiyaz edinen mafyöz unsurlar şeklinde iki ana fraksiyona sahip. İnşaat, turizm, ta-şımacılık, emlak ve arsa spekülatörlüğü, imtiyazlı iç ve dış ti-caret, borsa ve döviz işleri gibi sektörlerde yoğunlaşan bu sınıf için kazanmanın tek sihirli sermayesi, ilişki, irtibat, bağlantı sahibi olmaktır.

Henüz yeni palazlandığı için ülke ekonomisini, moda de-yimle makro dengeleri tayin edecek bir güce sahip değil, ama toplumsal bağları, dağınık ve çeşitli irtibat ağı içinde oluşu ve ihtirasının verdiği atılganlığı ile hızla gelişen, güçlenen, et-kinlik kazanan bir sınıf bu. Meclis çoğunluğunu elinde tu-tan partide yoğunlaşsa da, bir önceki dönemin ANAP, DSP ve MHP’si ile palazlananlar, ya da son bir iki yılın gelişmeleri sayesinde kuzey Irak aşiretleri ve judaik destekleri ile güdüle-nen güneydoğu kökenli unsurlar gibi çok farklı ideolojik-et-nik motivasyonlara sahip şimdilik göze batmayan kesimleri de var. Yani yeni sınıf, büyük sermaye çevreleri gibi bir çırpıda tanımlanabilecek ya da en azından ortak karakter ve örgütleri olan bir sınıf olmaktan henüz çok uzak. Bu nedenle bu sınıfı tanımlamak için ortak özelliklerini tek tek sıralamak zorun-dayız. Belki kolaylık olsun diye, daha elverişli bir kavram bu-lunana kadar bu sınıfa ‘lümpen burjuvazi’ diyebiliriz. Lüm-pen, meslek sahibi olmayan aylak ve tufeyli manasında, burjuva ise, sadece parayatapar manasında ele alınabilir. Tabii ki soy burjuva, hatta sadece burjuva kavramı bu sınıfı ifade etmez. Ama onlara son derece tutkulu bir öykünme içinde oldukları

Page 97: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

yENİ SıNıF

97

için, kullanabiliriz. Lümpen ise aslında asalaklıktır ve lümpen burjuvazi kavramında ana özellik lümpenliktir. Bu durumda, iştigal ettiği hiçbir işi aslında meslek edinmemiş olan ve de hakkını vermeyen bu kesimlerin zenginleşme mücadelesini, lümpen burjuva deyimi geçici olarak ifade edebilir.

Bay Djilas, senin ülkenin bugünkü adı olan Sırbistan’da, diğer eski Doğu Bloku ülkelerinde veya Rusya’da, çöküşten sonra bizim yeni sınıfa benzer yeni toplumsal tabakalar peydah olduğunu biliyoruz. Daha doğrusu, senin 1950’lerde betim-lediğin komünist parti şef lerinden oluşan yeni sınıf, yaşanan kapitalizme geçiş sürecinin de yeni sınıfı durumunda şimdi. Aslında tüm dünyayı saran para şehveti ve düzeninin zorunlu sonucudur bu. Kapitalizmin küresel zaferinin ifadesi. ‘Altını olan kuralı koyar, kuralı koyan altını alır’. Bu Amerikan ata-sözünün her ülkede illaki saklı bir karşılığı var ve küreselleşme dalgası işte bu saklı ya da bastırılmış karşılıkları kışkırtarak açığa çıkartan bir işlevde görüyor. Bizde mesela ‘parayı veren düdüğü çalar’ diye bir atasözü var. Esasen hicvetmek için söy-lenmiş bu atasözümüz, şimdi neredeyse anayasanın başlangıç ilkesi kadar tayin edici bir temel yasa haline gelmek üzere..

Yeni sınıfı daha anlaşılır, ele gelir halde tanımlamak ve analiz etmek için ek bilgilere de ihtiyacımız var.

Bilindiği gibi Osmanlı toplumsal tabakalaşması, ekono-mi-politik olmaktan çok salt politikti. Yani toplumsal sınıf-lar, üretim süreçlerindeki rolleri ile değil, devletin tayin et-tiği görevlerle şekilleniyordu. Devletlü sınıf lar (askerler, din adamları, kalemiyye..) ile köylüler, devlet mekanizmasının iş bölümü içinde yer alan hiyerarşik bir tabakalaşmanın unsur-larıydı. Osmanlı’nın son döneminde bozulan toprak düzeni, ayan ve eşraf denilen yarı feodal zümreleri, Tanzimat reform-ları ise gayrı müslim tüccar-zadegan kesimleri güçlendirmişti.

Page 98: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

98

Yine de tayin edici merkez devlet olduğu için, İmparatorluk-tan Cumhuriyete geçerken dahi temel iki sınıf, bürokrasi ile köylülerdi. İttihat Terakki Cemiyeti’nin, 1913 kongresinde programına aldığı ‘milli burjuva’ yaratma hedefi, Cumhu-riyet döneminde de sürdü. İzmir iktisat kongresinde, devlet yatırımları yanında özel sektör ve girişimin geliştirilmesi ka-rarı alınmıştı. Bugünkü büyük sermaye çevreleri, işte bu yüz yıllık hedefin çarpıtılmış ürünüdür. Devlet kararıyla gelişen ve devlet imtiyazlarıyla var olan bu sınıf, aslında batılı ma-nada bir burjuvazi sınıfı olarak değil, bize özgü politik iş bö-lümünün yeni bir parçası olarak ekonomik bürokrasinin sivil ayağı şeklinde gelişmişti. Yani, devlet-ve tabii Tanzimat’tan beri devletin ana unsurları arasına giren düveli muazzama el-çileri ve himayelerindeki unsurlarla beraber ‘devlet’- kamu ya da özel sektör şeklinde iki farklı kanal üzerinden ekonomiyi reorganize etmişti.

Cumhuriyet öncesi Ermeni tehciri, Cumhuriyet sonrası mübadele, demokrasi dönemi öncesindeki varlık vergisi ve demokrasi dönemindeki 6-7 eylül olayları gibi dönemeçler boyunca ekonomi, gayrı müslim unsurların elinden alınarak yerlileştirildi.(Tüm bu dönemeçlerin sabatayistler eliyle yürü-tüldüğünü ve sonrasında Hıristiyanlardan boşalan tüm mal ve makamlara onların el koyduğunu, dolayısıyla bir yerlileşme-nin söz konusu olmadığını ileri sürenler olsa da, bu ayrı bir tartışma konusu)

1960-1980 arası, yerli burjuvazinin olgunlaşma dönemi, 1980 sonrası ise dışa açılma ve entegrasyon dönemi olarak de-ğerlendirilebilir. 1990’lar, KOBİ, Anadolu aslanları ve yeşil ser-maye olarak nitelenen, orta büyüklükte bir sermayenin kendini göstermeye başladığı yıllar olarak geçti. Tüm bu 80 yıllık bi-rikim, ekonomik kriterler yada teknoloji üretimi, kullanımı, üretim araçlarının gelişkinliği, örgütlenme, sınıf kültürü ve

Page 99: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

yENİ SıNıF

99

politik rol gibi ölçüler açısından bakıldığında, küresel bir Ame-rikan firması çapına ancak ulaşabilecek düzeydeydi. Bu durum, komşu ülkelere yada yoksul ülkelere kıyasla kalkınmada alı-nan mesafe önemli boyutta olsa da, küresel sisteme entegras-yon ve bağımlılık açısından yapısal karakteri ile Türkiye eko-nomisinin, hedef lenen bağımsız ve milli ekonomiden giderek uzaklaşmasının göstergesiydi. Nitekim bu çarpılmış burjuva-zinin güçlenmesine paralel olarak, politik çarkta eskiye rücu etmiş , yani ‘Tanzimat devleti’ yeniden tesis edilmiş ve eko-nomi, Türkiye’yi hizada tutmanın, hizaya sokmanın araçla-rından biri haline gelmişti. Büyük burjuvazi, işte bu misyo-nuyla, hem devletin yüksek bürokrasisinin bir parçası, hem de küresel sistemin yerli denetim ayaklarından biri durumunda.

Yeni sınıf, işte bu büyük burjuvaziye ve temsil ettiği her şeye (batıya, kapitalizme, Kemalizme) tepki duyan Anado-lu’nun-kırsalın rüzgârı ile palazlandı. Ancak, güçlendikçe bu rüzgâra karşı, tepki duyduğu odakların paratoneri olma mis-yonunun daha avantajlı olduğunu sezdi. Aslında bu toplumsal dalganın çarpıtılarak ifade edildiği politik akımların bir kez daha çarpıtılmış ifadesi de denebilir. İlk çarpıtma, batıya di-renmenin politik bir kısırlığa mahkûm edilişiydi, ikinci çar-pıtma ise batıcı egemen sınıfa direnmenin ekonomik bir yoz-laşmaya mahkûm edilmesi şeklinde gelişti. Politik kısırlığı, 1980’lere kadar sağcı muhafazakarlık, milliyetçilik ve Milli Görüş’cülük, 1990’larda ise esas olarak Milli Görüş’çülük ve daha az olarak milliyetçi hareket temsil etti. Bugün hem po-litik hem de ekonomik düzeydeki çarpılma ve yozlaşma, yo-ğunlaşmış haliyle ‘yükselen’ bir partide temsil ediliyor. An-cak CHP, MHP, ve diğer küçük partiler, bir birine çok uzak görünseler de, bahsi geçen yeni sınıfın yedek yuvaları olarak kapılarını açık tutmaktalar.

Page 100: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

100

Politik ve ekonomik çarpılmanın, yani milletin değer, talep ve dinamizminin paranteze alınarak başka ve daha çaplı dönü-şümlerin malzemesi yapılmasının en başarılı modeli, 1980’li yılların ANAP’ıydı. ANAP, bu misyonunu bahsi geçen par-tilere devrederek sahneden çekildi. Sonuçta, yeni sınıf, Özal ANAP’ının ürünüdür. Büyük burjuvaziye karşı tepkinin poli-tik kullanımı, ekonomik bir sınıfın gelişmesine kapı açmış, bu sınıf geliştikçe kendi politik karakterini kazanmaya başlamıştır.

Şimdi işte buradayız ve yeni sınıf, sahneye daha yeni çık-tığı için, bugünden çok geleceği ilgilendiren bir öneme haizdir.

O halde, yeni sınıf üzerinden Türkiye’nin geleceğini ko-nuşuyoruz demektir.

Bay Djilas, sizin yeni sınıf dediğiniz zümrenin yükseliş sü-reci ve karakteristik özelliklerini genişçe anlatıyorsunuz. An-cak konumuz için dikkatimi çeken en önemli tespitiniz şu: Yeni sınıf, yükselmek için ve yükseldikten sonra yerini koru-mak için daima proletaryaya, aşağıdakilere muhtaçtı. Onları temsil ediyor, onlardan destek alıyordu, diyorsunuz. Zira yeni sınıf her şeyden önce devlet kapitalizmini, yani hızlı kamusal sanayileşme politikasının yürütülmesi ‘iş’ini yapıyordu ve bu-nun için işçi sınıfının desteği gerekiyordu. Öte yandan, bu sa-nayileşme süreci iş ve aş demek olduğundan, işçi sınıfı da bu yeni sınıfa destek veriyor, onların giderek artan imtiyazlı dav-ranışlarına da göz yumuyordu. Sonuçta, belki tüm toplumun katıldığı bir komünistçilik oyunu oynanıyor ve herkes kendi anlık çıkarları uğruna yaşadıkları maddi ve manevi çarpılma-ları göz ardı ediyorlardı.

İlginçtir, bizim yeni sınıfta benzer nedenlerle aynı toplum-sal desteğe sahip, aynı karşılıklı zımni destekler, göz ardı etme ve göz yummalar söz konusu. Toplumla bağların bu cliente-list kullanımı konusunda yeni sınıf ’ımız son derece başarılı bir

Page 101: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

yENİ SıNıF

101

grafiğe sahip. Üstelik fazlası da var; bizim yeni sınıf, eski ve köklü büyük burjuvazi, asker sivil bürokrasi ve dış dinamik-lerin bir kısmının desteğine de sahip artık. Bu noktada kuşku devreye giriyor. Kuşku, bilimsel bir ebe ise, kuşkulanmak du-rumundayız. Bu çok yönlü destek, bir Rousseu’vari sosyal mu-tabakatı ya da milli bir entegrasyon projesini ifade etmiyorsa, ki etmiyor, o halde bu kadar enişte yeni sınıfı niye öpmektedir?

Bazı şaşı ekonomistler, yeni sınıfı büyük burjuvaziye karşı alternatif sınıf olarak, bazı şaşı sosyal bilimcilerde yeni sınıfı merkeze, seçkinlere karşı çevrenin yükselişi olarak yorumlu-yorlar ki haklı olabilecekleri veriler yok değil. Ancak, karşıt olarak çizilen odakların zımni desteği, kuşkumuzu kışkırt-maya devam etmektedir. Bu desteğin altında, yeni sınıfa çi-zilmiş sınırlar ve tayin edilmiş bir misyon olduğu, bu nedenle de kontrollü bir palazlan(dır)manın söz konusu olduğunu söy-leyebilir miyiz? Türkiye’nin geleceğini konuşuyoruz demiştik. Yeni sınıf üzerinden bir gelecek dizaynı yapılıyor olabilir mi? Para ve yükselme hırsı, güdülenmiş arzular, örgütlenen ihti-raslar, ölçü, kriter, kıstas dinlemeyen bir iştah..

Önümüzdeki 50, hatta yüz yıllık sürecin taşlarını döşeme riskini almak istemeyen, ya da topluma yabancı doğası gereği bu işlevi yerine getirmesi zor görünen büyük sermaye çevreleri yerine, henüz kaybedecek bir şeyi olmayan, kazanma ihtimal ve imkanları önüne serilmiş, toplumsal bağları ve desteği olan, sahip olduğu her şey basit birkaç müdahale ile ilerde elinden alınabilecek sektörlerde yoğunlaşmış bu yeni sınıfı bir ihtiras tramvayına doldurup yola çıkarmak, dış ve iç dinamiğin uz-laştığı bir proje gibi görünüyor. Tramvay menzile varınca bu sınıftan geriye ne kalabilir ki? Eski doğu bloku ülkelerinde, hiç değilse sanayileşme işlevi yerine getirildi ve bugün en azından altyapı ve teknoloji üretimi konusunda elde bir şeyler kaldı.

Page 102: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

102

Peki, bizim yeni sınıf? Bir büro, bürosunda şık sekreter-ler, cebinde kameralı cep telefonu, telefon defterinde hatırlı suç ortakları, biraz nakit, biraz gayrı menkul..başka.. Geriye ne bırakabilir? Bu sınıftan geriye, ahlak, fikir, iman, Anadolu, millet, dostluk, dava adına ne varsa çiğnemiş olmanın, ihanet etmenin, inkar etmenin, bozmanın ve çürütmenin bin bir çe-şit metodu kalır. Bu sınıf, küresel sistemin ve içerdeki uzantısı olan egemen sınıf ların truva atıdır. Kendilerinin yapamadıkla-rını ya da kendi adlarına yapmak istemedikleri her şeyi bu sı-nıfa ihale etmişlerdir. Türkiye ekonomisi, yeni sınıfın ihtirası sayesinde altyapıya kavuşamayacaktır. Türkiye siyaseti, yeni sınıf sayesinde iyice dışa bağımlı hale gelecektir. Türkiye bü-rokrasisi, yeni sınıfa bakarak pozisyon alacak ve devletle mil-let arasındaki iki yüz yıllık kedi fare oyunu, tavşana kaç tazıya tut oyunu, havuç ve sopa oyunu, parçala ve yönet oyunu yüz yıl daha sergilenebilecektir. Yeni sınıf, yani ağzından para, iş, ihale, mal, mülk, makam, mevki, çıkar, menfaat, kazanmak, başarmak, daha iyi yaşamak, yeni ev, araba, eş almak düşme-yenlerin uğultusu, sadece solculuğun, ülkücülüğün, islamcı-lığın, kemalizmin düşmanı değildir, sadece ahlakın, edebin, haddini bilmenin, onurun, haysiyetin düşmanı değildir, sadece temsil ettiklerini iddia ettikleri ‘aşağıdakilerin’ düşmanı değil-dir, yeni sınıf, Türkiye’nin düşmanıdır, İslam dünyasının düş-manıdır, tüm ezilen dünyanın düşmanıdır.. Ağızları hemen egemenlerin ağzına uyum sağlamıştır. Dilleri çabukça zalim-lerin, sömürgenlerin, faşist liberallerin diline öykünmeye baş-lamıştır. Henüz güç olmadan gücün diliyle konuşmaya baş-lamışlardır. Kibir, küstahlık, yüksekten bakma, mustağnilik..ne de kolayca beden dilleri oluvermiştir.

Bay Djilas, eğer ülkemizde bir ‘devlet’ olsaydı, yani ger-çek bir milli devlet; bu yeni sınıfın, toplumsal mobiliteyi gös-teren cesaret ve ataklığını pozitif kanallara sevk ederek bütün

Page 103: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

yENİ SıNıF

103

toplumun faydasına dönüşecek tarzda palazlanmasını sağla-maya çalışırdı. O durumda biz bu yeni sınıfı kalıcı ve derin bir tehlike olarak görmez, en azından nasıl kamusal fayda ya-ratabileceği üzerine kafa yorardık. Heyhat ki, devletin bu mü-dahalesi bir yana, hem eski hem de yeni sınıf la suç ortağı olup olmadığı bile merak konusu!

Bay Djilas, tüccar siyasetçiler “paranın dini imanı olmaz” derler. El hak kendi başına doğrudur. Ama bence devamı var; Dini imanı olmayan bu paraya sahip olanlar, dini imanı olan-lara tabi olmalıdır. Dini imanı, vatanı milleti, ahlakı namusu olanlar, bunları kaybetmiş olanları yönetmeli, denetim altına almalı, onları yöneten değil, yönetilen kılmalıdır. Sermaye ve para temelli tüm sosyal ve siyasi teorileri tekrar gözden geçi-rilmeli, sermaye ve parayı yönetecek bir üst aklın politiği ge-liştirilmelidir. Atalarımız, devleti bunun için kullanmışlar, zadeganın devletin üstünde bir devlet olmaması için tedbirler almışlar. Bugünde benzer bir devlet teorisi gerekiyor.

Yeni sınıfa karşı, dini imanı olanlar, bu ülkeye, tarihe, mil-lete, vatana aidiyetini koruyanlar, insanlık ve erdem kaygısı olanların örgütleyeceği başka bir sınıf karşı durabilir. İçinde Ahi geleneğine bağlı helal kazanan tüccarların, tüyü bitme-miş yetimin hakkını gözeten iş adamlarının, emeği, alın teri, yeteneği ile kazanan girişimcilerin, servetini toplumsal bir katma değer üretmek için harcayanların, ulvi bir davası olan burjuvaların da yer alacağı organik bir sınıf..50-100 değil, bin yıl sökülüp atılamayacak, kullanılamayacak, çürütüleme-yecek, yozlaştırılamayacak bir sınıf. Milletin çekirdeği ola-cak bir orta sınıf.

Meşrutiyetten beri Milli burjuvazi yaratma hedefi sürü-yor. Yeni sınıf, işte bu milli burjuvazi ise şimdi yeni sorunla-rımız var demektir. Yeni sınıf, turko-judaik, anglofil merkezli

Page 104: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

104

sahte çatışmalarla değil, milletin vicdanı ve saklı dinamikle-riyle yenilebilir ancak. Türkiye, bu yeni sınıfı yenemezse ve de onun ihtiraslarına teslim olursa, on yıla kalmaz, doğdu-ğumuz şehirlere pasaportla gider oluruz. Bizim dedelerimiz, hatta Cumhuriyeti kuran kadroların çoğu bunu yaşamıştı. Bay Djilas, senin doğduğun, büyüdüğün topraklarda yeni sı-nıfın ihtirasları geçtiğimiz on yıl boyunca aynen bu akıbeti gerçekleştirdi. Yaşasaydın, sende doğduğun yerlere pasaportla gidecektin. Biz, kendimiz için, böyle bir akıbete bu defa mü-saade etmeyeceğiz. İşte bunun için, yeni sınıfa karşı orta sı-nıf, ihtirasa karşı idealizm, tüccar siyasete karşı vatan ve öz-gürlük, diyoruz. Hodri meydan.

Hoşça kal.

Page 105: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

105

“Ahmet Kaya; Hoşça kal gözüm”

“..birer yolcuyduk aynı ormanda kaybolmuşaynı çıtırtıyla uyanan birer serçehep aynı yerde karşılaşırdık tesadüf bubirer tomurcuktuk hayatın kollarındabirer çiğ damlasıydıkbahar sabahında gül yaprağında..hiç yoktan susturuldu şarkımız..göğsüm daralıyor yüreğim kanıyorolmasaydı sonumuz böyle..”

Yusuf Hayaloğlu

Sevgili Ahmet Kaya,

Seni kaybedeli kaç yıl oldu, bilmiyorum. Açıkçası ömrü-nün o son deminde garip bir yabancılaşma girmişti aramıza. Hiç tanışmadık, konuşmadık ama bil ki –son yılların hariç- aynı takımyıldızının uçarı çocuklarıydık.

Vefat haberin geldiğinde, içimde bir şeylerin koptuğunu, derin bir sızı hissettiğimi itiraf etmeliyim. Sana mı üzülmüş-tüm, “biz”e mi, hazin sonuna mı yoksa bütün bir ülkenin içinde bulunduğu akıl tutulmasına mı, hatırlamıyorum. O gece, sanırım sabahın üçüydü ve İstanbul’un en büyük cad-delerinden birinde yürürken, şu el arabasında kaset satan Kürt gençlerden birine rastlamıştım. Senin kaseti teybine takmıştı ve son sesini açmıştı. “Başkaldırıyorum” çalıyordu, ardından

Page 106: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

106

“Bugünde ölmedim anne”,”Kum gibi”, “Acılara tutunmak”, “yüreğim kanıyor”... Yarım saat kadar ona uzaktan eşlik et-tim. Hüngür hüngür ağlıyordu ve eminim bu halde sabaha kadar dolaştı. Ahmet Kaya ölmüştü, ölmeye zorlanmış ve ye-nilmişti, öyle mi? Emin değilim.

Bir süre önce Karadenizli oldukları anlaşılan bir grup genç, arkadaşlarını askere gönderme “şenliği” yaparken, o şaşırtıcı şizofrenilerden birine tanık olmuştum. Gençler önce horon tepmiş, ardından Tarkan şarkıları eşliğinde dans etmişlerdi. Sonra… Yorulup yere çömelerek neredeyse bir saat boyunca Ahmet Kaya’dan söyleyip, sigara içmişlerdi. Sen, tam da öldü-rüldüğün yerde yaşıyordun. Bütün ülkeye, her kesime, her sı-nıfa, etniğe, mezhebe, yaşa, mesleğe mal olduğun anda “teh-like” olmuş, manşetlerden hedefe konmuştun ya, işte tam oradan türküler söylemeye devam ediyordun. Yüzlerce yıl-dır olduğu gibi bir kez daha aramızdan birini “kurban” ver-miş, sonrada sessizce üzülmüştük. Öldüğün günlerde bile se-nin şarkıların tüm TV ve radyolarda adeta sansüre uğrayarak çalınmamıştı ya, seni kurban olarak seçenlerin, ‘biz’im din-leyeceğimiz türküleri dahi seçecek kadar her şeye görünmez bir şekilde dahil olduğunu anlamıştık.

İşte bu sahnelerden sonra sana mektup yazmayı kafaya koy-dum. Çünkü mağdurların trajedisi, son derece sıkıcı bir filme benziyor artık. Bu filmi tekrar izlemek istemiyoruz.

Mark ve Engels; ünlü manifestolarında, “Burjuvazi, bütün ulusları acı içinde yok olma pahasına, burjuva üretim tarzına uymaya zorlar. Onları kendisinin uygarlık dediği şeyi içlerine almaya, yani bi-zatihi burjuva olmaya zorlar. Tek kelimeyle burjuvazi kendi imgesine bakarak bir dünya yaratır.” Diyorlar.

El hak, bizim Lümpen bürokrat-burjuvazi de, yarattığı kendisine benzer dünyaya, “biz”i devşirerek kabul etme lütfü

Page 107: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AHMET KAyA; HoşçA KAL gözüM

107

bahşediyor. Tepeden tırnağa kir ve çürümüşlükten ibaret olan bu düzen(ek)de devşirilme ya da dışlanma dışında bir alter-natif bırakmıyorlar. Biz’e de bu oyunun dışında durmak dü-şüyor. Hani 1995’teki büyük Paris görevinde işçilerin dağıt-tıkları bildiride denildiği gibi: “Toplum para üzerine kurulduğu müddetçe, bizim hiçbir zaman yeterli paramız olmayacak.”

Sevgili Kaya,

Sen işte bu “biz”im, sesimiz, tınımız, türkümüzün yo-rumlarından biriydin. ‘Acılar içinde yok olmaya zorlananla-rın’ bestelerini yapıyordun. Davasına bir âşık gibi bağlananlar, aşkını ideallerine kurban edenler, aşağıdan bakışın bilincinde olanlar, tutunamayanlar, başaramayanlar, kazanamayanlar, senin şarkılarında dile geldi. Konuştu, haykırdı, ağladı yıllar boyu… 1980’li yıllarda, 12 Eylül’ün öncesi ve sonrası trav-ması seni, Özalizm’in transformasyonu Sezen Aksu’yu do-ğurmuştu ve “biz” her ikinizi de sevmiştik. Hem birbirinizi karşılıklı olarak ima ediyor, hem örtük bir şekilde dışlıyor-dunuz. Sen, karabudun’un protest ağıtlarını, Sezen ise akbu-dunun konformist sancılarını yansıtıyordu. “Bir yanımız yap-rak döker, bir yanımız bahar bahçeydi.” Biliyorsun şimdi, yanımız yönümüz kalmadı artık. Sezen, Tarkan, Sertap vb. türünden kendisini küçük parçalar halinde dağıtarak öldürdü. Bu kü-çük parçacıklar ise, “parçalanmamış” Sezen’deki ‘biz’e dönük rafine aşkın ağıtları yerine, ‘entertainment’ endüstrisinin ya-pay gürültüsünü yayma görevini üstlendiler.

Sen ise, anlaşılmaz bir şekilde, hala anlayamadığım bir şe-kilde adeta ‘intihar ettin’. Ölmeden önce yaşadığın o ‘biz’e ya-bancılaşma süreci her ne ise, seni kişiliğinden de beslenen sosyal ve ideolojik hatalara sürüklemişti. Aslında, Galiba, ikinizi de var eden psiko-politik dönem kapanmıştı, nesnel temelleriniz

Page 108: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

108

tükenmişti. Peki, başka türlü bir süreç yaşanamaz mıydı? Başka bir final tasarlanamaz mıydı acaba? Bilemiyorum, belki olması gereken oldu. Ama yine de içimde ikinize, özellikle de sana karşı bir kızgınlık, küskünlük var. Çünkü sizin bu son’unuz, benim için, bu toplumun, ülkenin, “biz”im son yaşam belir-tisinin sonu gibi geldi hep. Bu nedenle tedirgin ve karamsa-rım. Ahmet Kaya ve Sezen Aksu yoksa bir kuşağın yaşamsal harmonisi durmuşsa, ne var peki? Kavgalar, acılar, sancılar, uğruna ölünesi aşklar yoksa kavuşamama, kavuşup kaybetme, kaybettikçe olgunlaşma yoksa ne var?

Çürüme tabii ki!.. Acılar ve hüzünlerle arınma bitince, kir birikir ve “biz” sizden sonra tam da bu durumdayız işte. Sen-den sonra, “iyi ki ölmüşüm” diyeceğin günler yaşadık, yaşı-yoruz. Daha kötü günleri de bekliyoruz ve siz artık yoksunuz. Sanatçılarımız yok, şairlerimiz, edebiyatçılarımız, türküleri-miz, dil’imiz, tınımız yok artık. Savunmasız ve ‘ses’siz durum-dayız. Ne ruhlarımızı yatıştıran bir isyan, ne bozkırlarımızı yeşertecek gözyaşımız kalmadı. O her şeye ve herkese mey-dan okuyan kavga ve aşk, o mağduriyetten mağrurluk üreten eda, o hüznü asalete dönüştüren tavır, o büyük insan trajedisi yok artık. Küçük ihtirasların büyük örgütlenmeler çıkardığı ve bunun “herkes” tarafından ayakta alkışlandığı bir garip ko-medinin tedirgin seyircileriyiz şimdi.

Sevgili Kaya,

Sana neden kızgın ve küskün olduğumu merak ettin, bili-yorum. Açıklayayım: sana kızgınım, çünkü sen de yol’un so-nunu getiremedin. Küskünüm çünkü son yıllarında “biz”i bı-rakıp, aramızdan bazılarına türkü söyler olmuştun.

Bizim aşamadığımız yapısal eksikliklerimizden biri de sevgili Kaya, başarıyı taşıyamamak. İktidarı, mülkü, parayı,

Page 109: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AHMET KAyA; HoşçA KAL gözüM

109

şöhreti, makamı, mevkiyi zar zor elde edip, elde tutamamak. Onlardan yeni bir dünya kuramamak, sürekli ve kalıcı inşaatlar yapamamak. Başarmak ama başarıyı kurumsallaştıramamak. Sen, kendi alanında çok önemli bir şey başarmıştın. Olmayan bir müzik türüyle olanı anlattın, dişinle tırnağınla, yüreğinle ve yeteneğinle yükseldin, yayıldın, yerleştin. Hep olduğun gi-biydin ve hep olmak istediğinin peşindeydin.

Sonra…! Sonrası yok işte… Daha rafine, daha kuşatıcı, daha kalıcı olana dönüşmek yok. Sanki bilinçaltlarımıza yerleşmiş bir “zirve” varsayımımız var ve “Biz” hep o zirveye “çıkma”, hastalık düzeyinde “zirve”ye ulaşma güdüsü ile davranıyoruz. Oysa sevgili kardeşim, gerçekte öyle bir zirve yoktur. Egemen-lerin ürettiği ve bize de kabul ettirdiği bir yanılsama vardır. Zira kendilerinin tepemizde olduğuna ve bize yukardan bak-tıklarına, bir şekilde hepimizi inandırmışlardır. Gerçekte, on-ların bizden aşağıda olduklarını; iktidarın, paranın, mülkün, şöhretin –eğer bir etik amacı yoksa- esasen içine girdiğini düş-künleştiren, eline ulaştığını aşağı çeken, hükmettiğini bozan, çürüten bir insan-altı güdü olduğunu unutmuşuzdur. Çaresiz-liğimiz, mülksüzlüğümüz, güçsüzlüğümüz, biz’i bu katlanı-labilir mecburiyetleri yüceltmeye zorlar. Onlardan oluşan bir düzeni, tek gerçek düzen olarak “kavrar”, her şeyimizi o dü-zeni ele geçirmek, içine girmek, bir benzerini yaratmak üze-rine ayarlarız. O zirve zannedilen yere “düşen” bazı insanla-rımız, oranın ne tür bir çukur olduğunu çabuk anlar ve bir tür yalnızlaşma sürecine girer. Orası zirve değildir ve çıkacak bir yer yoktur. Orası “biz”e uygun bir yurt değildir. Bu hayal kırıklığı, hala içinde biz’den bir şeyler taşıyanları çırılçıplak bırakır. Sen işte onlardan biriydin Ahmet Kaya… Bu yalnız-lığı yaşadın ve yalnız öldün. Bu “zirve” sandığın yerden geri dönüp, ikinci bir hayatı, kalıcı olanın, evrensel olanın, tarihsel olanın üretilmesine dönük bir ikinci “exodus”u, yani büyük

Page 110: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

110

çıkışını yapabilirdin. Sen bunu yapabilecekken yapmadığın için, etrafını saran küçük zirve düşkünlerinin ideolojik ve et-nik kuşatmasına teslim oldun ve hazin sonu yaşadın.

Başarıyı elde tutmak, iktidarın, mülkün, paranın, şöhretin sahibi, efendisi olmak, kalıcı ve köklü olmak, büyük insanla-rın işi… sen o insanlardan biriydin, eminim. Ama sanıyorum “zirve yanılsaması” seni de yol’dan çıkardı. Belki etrafındaki küçük insanların yönlendirmesi, belki başka bilmediğim bir neden, yol’unun mantıki sonucuna yürümeni engelledi. Orada kalman için Yol’a çıktığın gibi devam etmen yeterliydi, sen zir-vede kalmanın paniğiyle popülizme prim verdin. Yanlış anlama, ölmeden önceki o Kürtçe türkü olayından bahsetmiyorum. O konuda senden çok ilerde laf lar edildi, mesafeler alındı. Za-ten o mesele adalet ve vicdan açısından bir sorun bile değildi, biliyorsun. Diğer bir çok konu gibi etnisite temelli gündem-lerde, görünenin gerisinde, milleti o zirve kumpasına sokarak sahte bir kavganın tarafı yapıp dövmenin malzemelerinden bi-riydi. Çanakkale ve Sarıkamış dağlarında yatan dedelerimi-zin kar altındaki naaşları, Kürt ya da Türk değil, ‘Biz’ olarak uyuduğu sürece o konuda sorun yok, bundan eminiz. Ama asıl sorun kendisini bu ülkenin sahibi zannedenlere bizim de o vehimle davranıyor olmamız. Onları iktidarın, ekonominin, dış politikanın, kültürün, sanatın ve müziğin zirvesinde ‘gör-memiz’. Zirvede olan biz’iz Sevgili Kaya. Zirve biz’im “biz” olarak durduğumuz yerdir. İyi, doğru ve güzel olan, bizimle yaşar. Haklı ve meşru olan “biz”iz. Yüksekte duran, sağlıklı olan, temiz olan “biz”iz. Senin müziğin onların o sahte mü-zik zirvelerini paramparça ederek hepimizle buluşmuştu, bi-liyorsun. Demek ki, biz doğru ve iyi bir iş yapınca, karşılıklı vehimlerden oluşan balonlar uçup gidiyor.

“Onların” düzeni, ne özenebileceğimiz ne de içine gire-bileceğimiz bir düzen değildir. “Onlar”, bizden çaldıklarını

Page 111: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AHMET KAyA; HoşçA KAL gözüM

111

bize karşı kullanmanın, bize yukardan bakarak bizi aşağılık kompleksine sokmanın, bizi yanıltmanın şeytani formülü dı-şında hiçbir şeye sahip değiller. Bizim dedelerimizin komu-tanlarını bizi dövmenin sembolü yaparlar, bizim babalarımı-zın emeğiyle döşenen demir ağlarını bize sövmenin marşı yaparlar, bizim vergilerimizden çaldıklarıyla yapıp ettiklerin-den, bizi aşağılamanın “yaşam tarzı”nı üretmişlerdir. Biz ise biteviye onlara özenir, onlara yalakalık yapar, onların gözüne girmeye çalışırız. Onların onayını alınca sevinir, onlar “gibi” davranmayı deneyince övünürüz. Bu nedenle hep “kazan-dıkça kaybederiz.”

Seni, işte bu kompleksi olmayan bir sanatçımız olduğun için sevmiştik. Sadece Kürd’e, Cumartesi annelerine, Aleviye değil, başörtülüye, cuma annelerine de sahip çıkmış, yani “biz”im olmuştun. Hepimiz sende bir şeyler bulmuş, her yerde tür-külerini dillerimize yerleştirmiştik. Keşke, bu yol’un sonuna kadar gidebilseydin. Keşke, biz’i heyecanlandıran, arındıran, eğiten daha rafine daha derinlikli besteler yaparak finale er-seydin. Keşke bir ekol, bir okul olarak senden sonra bile de-vam edecek çağdaş bir Pir Sultan, Karacaoğlan figürüne dö-nüşseydin. ..keşke…

Sevgili Kaya,

Aslına bakarsan, senden sonra “suret-i haktan” görünen bir yeni çürüme ve hatta parçalanma sürecinin içine girdiği-miz için, sen “o eski güzel günlerin” hatırlatıcısı olarak daha fazla “anlam” kazanıyorsun. Bu küçük insanlar ülkesinde kü-çük sanatçı müsveddelerinin yaydığı kirden korunmak için, sana daha çok kulak vereceğiz. Ruhlarımızı diri tutmak, kav-galarımızı unutmamak, yaşamsal harmoniyi kaybetmemek için sana ihtiyacımız var. “Çukura inenler”den mayası temiz

Page 112: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

112

kalanların çıkıp geri geleceği günlere kadar, bu çürümüş dü-zeni topyekun değiştirip, insanımızı yüceleştiren, herkesi ye-teneği ve emeğine göre muktedir kılan, mülk, para, şöhret ve makamların efendisine dönüştüren özgürlük ve adaletin bü-yük ülkesini inşa edene kadar, seni dinleyeceğiz. Sen işte bu “dava”nın simgelerinden biri olarak, daima türkülerini söy-leyeceksin. Biz, işte o günler için ve o günlere kadar, sana el-veda demeyeceğiz. Sana sadece hoşçakal diyeceğiz…

“kendine iyi bak, bizi düşünme, su akar yatağını bulur”…

Hoşçakal gözüm…

Page 113: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

113

‘Cem Karaca; Cemre’

“Su başında durmuşsun Su akar sen bakarsınduruşun mağrur da bakışın mahzun..yüreğinden fışkıranbir şey var dilinin ucundayüreğin cesur da dillerin yorgun yüz yaşında bir çocuk gibisin kırmızı uçurtmasıhep ağaçlara takılmıştüketilen tek gençlik..orda yalnız değilsinyaşanmış, ve asla utanılmamış..”

68’lilerin türküsü, Cem Karaca

Sevgili Cem Karaca,

Vasiyetin üzere, seni asıl yurduna alkışlarla değil, tekbir-lerle uğurladık. Eşin, dostun, sevenlerin gerçekten üzüldü... Cem’i kaybetmiştik. Cem yoktu artık ve Cem’i cümlemiz bir fire daha vermişti. Cem’re, toprağa düşmüştü.

Timsah gözyaşları da eksik değildi tabi. Adet üzere akı-tıldı yine. Ekmeğini düşmanlıktan çıkartan bir hayli eski din-leyicin, yaşarken “dönek, satılmış, faşist ve gerici işbirlikçisi”

Page 114: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

114

diyen ağızlarını lütfen(!) üzüntüyle açtılar işte... Yine de, Tan-rıyla kavgalarını hala bitirememiş olanlar için, o son dakikada ‘beni alkışla değil, tekbirle gömün’ diyerek attığın muhteşem tokatın etkisi üzerlerindeydi.

“.. buz gibi bir neşter darbesi, senin bu ihanetin /sımsıcak kanayan yaramı yarar da, diri diri, deşerde geçer /gözlerim sanki patlamış kan çıbanları / akan göz yaşlarım değil, adeta kanlı bir irin gibidir /….”*

Sevgili Üstad, aslında senin de çok iyi bildiğin ve değişik vesilelerle ifade ettiğin gibi, bizim Sol, ‘din’ üst başlığı altında, aslında Milletle kavgalı bir geleneğe sahip. Bu kavganın man-tıklı bir nedeni var mı, diye, bir dönem bayağı düşünmüştüm. Sonra, Sol’un hemen bütün fraksiyonlarının ve tabii-güya-sos-yal demokrasinin-, ya Kemalizm’e ve Kemalizm üzerinden devletin bir kapısına veya Avrupa’ya, Avrupa’nın farklı kapı-larına çıkan bir güzergahtan ibaret olduğunu görüp, ne yalan söyleyeyim bayağı ürkmüştüm. Sadece sol için değildi bu ür-küntü, bu ülke için, hepimiz içindi. O günden beridir, Sol’u okumayı, izlemeyi, dinlemeyi bıraktım. Giderayak attığın to-kat’a tepki gösteren ya da şaşıranları gördükçe, aklıma şai-rin dizelerinden mülhem bir cümle geliyor; Ey Türk Solu ve ‘güya’ solcuları, dine karşı olsanız n’olur, saygılı olsanız n’o-lur. Milletle kavga etseniz ne çıkar, etmeseniz ne çıkar? Siz hiçbirşey bile değilsiniz!

Sevgili Cem,

Yanlış anlama, sözüm ‘sahte Sol’ için. Gerçek bir sol’un, Tan-rı’yla değil, ‘Tanrı pozu takınan’larla kavga etmesi gerektiğini

* Deşer de geçer, Cem Karaca

Page 115: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

CEM KArACA; CEMrE

115

sende biliyorsun. İnsanı kullaştıran, emeğini, alın terini, ru-hunu, bedenini tahakküm altına alan her tür düzene itiraz et-mek değilse, nedir ki, Sol? Sınıfsız, sömürüsüz, özgür ve eşit bir dünya özleminin, ‘insani olan hiçbir şey bana yabancı de-ğildir’ diyen bir öğretinin, halkına, tarihine, coğrafyasına bu kadar yabancı, bu kadar düşman olmasını nasıl anlamak ge-rekir? Bizim Sol, işte bu garabeti başarmış, bu ‘Sol olmayan Sol’ türünü icat etmişti. Bu ‘Sol’un nesini ciddiye alalım ki?

Yabancılaşmanın başlangıç noktası ve özü, Müslüman-lığa karşı alerjiydi. Peki, neden kaynaklanıyordu ‘Din’den bunca hazımsızlık? Anadolu’nun Müslümanlaşmasına dönük geç kalmış bir tarihsel tepki miydi? Şaman Türkmen’in, Zer-düşt Kürt’ün, dönme gayrı müslimlerin, imtiyazları ellerinden alınmış levantenlerin, Galata’nın, Pera’nın, Nişantaşı’nın, ‘ga-vur İzmir’in ortak bilinçaltının sol görünümde patlaması mı? Bu hiçte doğal olmayan tutumun biyo-politiği neydi? Neden, 1960’lı yılların ortalarına kadar süren İslam ve Sosyalizm tar-tışmaları bıçak gibi kesilmiş, yerine Pozitivist-Darwinist bir teoloji moda olmuştu? Bu keskin dönüşümde, Türkiye’nin en büyük otomotiv, ilaç ve finans tekellerinin bu sahte sol yolun açılmasına verdiği dolaylı desteğin rolü var mıydı? Ve bu ‘sol’ içinde yetişen kuşaklardan, Anadolu kökenli fukara çocukların darbelerle unufak edilişi, ‘secereli’ ailelerden gelenlerin ise dev-şirilerek önemli adamlar yapılması, bir tesadüften mi ibaretti?

Cem Baba,

Peki, giderayak attığın tokat sadece ‘sol’a mıydı? Sanmıyo-rum. Vasiyetinden dolayı, seni alkışlayanlara ne demeli? Yu-kardaki soruları tersinden ‘Sağ’ içinde sorabiliriz. Neden bu toprakların ‘kimya’sı olan İslam, üstelik özünün, aslının adalet olduğu bu din, sağ’ın, yani statükoculuğun, güce tapmanın,

Page 116: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

116

ikiyüzlülüğün ve Amerikancılığın manevi dinamiği haline gelmişti? Neden, her tür yeniliğe ve ilericiliğe karşı çıkmanın, bağnazlığın ve yobazlığın en güçlü malzemesi ve dili olabil-mişti? Ve bu Sağ’dan neden büyük bilim adamları, sanatçılar, aydınlar çıkmaz da, bolca demagog, simsar, cerbeze tellalı ve ‘zübük’ politikacı tipleri çıkmaktaydı?

Toplumun neredeyse tek kültür ve uygarlık membaı olan bir ‘din’in, ilericiliğin düşmanı ve gericiliğin deposu haline gelmesini nasıl izah etmek gerekir? Bunda Emevi’liğin, Os-manlı’nın rolü nedir? Hamidizm’in Pan-İslamcılığının payı ne kadardır? İngiltere ve Almanya’nın İslam siyasetlerinin et-kisi olmuş mudur? Cumhuriyetin kuruluş ve yerleşme süre-cinde sonu hesap edilmemiş bazı icraatların katkısı ne kadardır?

Tüm bu sorular, Sol ve Sağ başlığı altında, aslında bu ül-kenin ve hepimizin ortak gerçeğini sorgulamaya dönük. Bu manada din ve dine karşı tutum, bir şifre hükmündedir. So-run, din bağlamında alınan pozisyonların ideolojik ve poli-tik sonuçlarının da çok ötesinde, bizatihi toplumsal var olu-şumuz, kimliğimiz, teoloji ve politika ilişkisi, devlet, kültür ve uygarlık gibi daha üst başlıklar altında ele alınması gere-ken bir öneme haiz.

İşte Cem Baba, giderayak attığın tokat, bu derin ve önemli soruların tüm muhataplarınaydı aslında. Sen, sahte solcula-rın kınamalarına da, sağcıların vasiyetini alkışlamalarına da bakma. Her iki tarafta, segmenter karakteri gereği, bu vasi-yetini anlamaya çalışmayacak. Bunun üzerinde bir saniye bile düşünmeyi denemeyecek. Sağ, Sol’a atılmış soldan bir tokatın hazzıyla kendine pay çıkaracak. Sahte Sol, ‘aslında biz dinle kavgalı değiliz, ninelerimizin başörtüsüne hiç karışmamış-tık ki’ tavrından başlayıp, ‘Şeriatçı gericilik, Cem’i bile etki-ledi, şeriata karşı mücadelenin ne kadar haklı olduğu ortaya

Page 117: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

CEM KArACA; CEMrE

117

çıktı’ya kadar değişen bakış çapıyla aynı çukurun içinde dön-meyi sürdürecek.

Dindar kesimler senin vasiyetini alkışladı, öyle mi? On-lara sor bakalım, cemaat evlerinde, yurtlarında seni dinledik-leri için kaç öğrenciyi kovmuşlardı? Sor bakalım, onlara göre müzik haram, söyleyende dinleyen de şeytan değil miydi? Sor bakalım, eğer vasiyetin böyle olmasaydı, seni yine sahip-lenmeye kalkarlar mıydı? Sor bakalım, o herkesi sınava sok-tukları imanın şartı ne zaman ‘ölürken tekbirle uğurlanmak’ şeklinde ‘bir’e inmiş?

Seni, sanatını, şarkılarını, müziğini, trajedini, var oluş san-cılarını, ‘tamirci çırağını’, ‘sevda kuşun kanadında’yı bilme-yen, iman’ı buralarda aramayan, senin bir ömür boyudur her şarkında ‘Allahu Ekber’ dediğinden habersiz bu “ikiyüzlü ta-kım”, vasiyetini alkışladı, ha!

Vah başımıza gelene bak, Cem Baba, söyle onlara, o sahte solcuya, o sahte dindara, o sahte milliyetçiye, söyle hepsine, ‘ben bu tokatı hepinize atmıştım, ey simsarlar, aymazlar sürüsü’, de. Söyle onlara, ‘o gençliklerini çaldı-ğınız, birbirine düşürdüğünüz, anlamsız kavgalara sürdü-ğünüz gençliğeydi benim vasiyetim, çocuklarımızaydı, ge-leceğimizeydi, yarın tekrar sizin gibilere kanmasınlar, yine birbirlerini, ‘Türk’ diye, ‘Kürt’ diye, ‘Laik’ diye, ‘Şeriatçı’ diye, ‘Alevi-Sünni’ diye boğazlamasınlar diye Allahuekber istedim’, de. Allah’ı olmayanın adaleti olmaz, özgürlüğü olmaz, eşitliği olmaz, Allah’ı olan paraya tapmaz, kavmine tapmaz, Amerika’ya tapmaz, de.

‘Anlayan anlamıştır’ de, Cem..

Page 118: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

118

Babaerenler,

Sana dönek dedikleri zamanlar, mütemadiyen kendini sa-vunmuş ve en son “döndümse memleketime döndüm” de-miştin. Bence de sen hiçbir zaman bir yoldan başka bir yola dönmedin. Kendi yolun, bu memleketin, milletin, ezilen-lerin izinden tekrar kendine dönen bir yoldu ve sen bir halk ozanı olarak ve bir derviş edasıyla bu yolda ve vatanın da dö-nüp duruyordun;

“ …Ülkem benim, garip hüzünler içinde öylece mahzunÜlkem benim, boynunu asla bükme, bükme sakın o mağrur boynunu/Ülkem benim, sana nasıl aşığım, seviyorum seni, hiçbir şeyi sevmediğim gibi/Memleketin, üzme asla canını, hangi geceyi gördün ki güneş doğ-

mamış/Memleketim, aldığımdan daha güzel vermezsem seni çoluk çocuğuma, lanet olsun bana…/Hele okudukça İstiklal harbini, inan bana /”*

Peki o İstanbul hasretin, o yürek burkan daussılan;

-…”dur! Bırak! kaynasın kahvenin suyu / bana İstanbul’u anlat, nasıldı?bana boğazı anlat nasıldı?/haziran, titreyişlerle, kaçak yağmurlar yağardı/ yıkanmış, kurunur muydu yine o yeditepe/ ana şefkati gibi sıcak güneşte/insanlar gülüyordu da, trende vapurda otobüste/yalan da olsa hoşuma gidiyor be söyle/..beyoğlu sırtlarından yasak gözlerinle bakıp/

* Ülkem benim, C.Karaca

Page 119: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

CEM KArACA; CEMrE

119

köprüler sarayburnu minareler ve halicedeyiverdin mi bir merhaba gizlice/Şimdi gel sarıl bana kınalım/gökkubbenin altında orda da beraber/çok şükür diyerek yeniden başlamanın hayali / hasretimin çölünde sanki bir pınar gibi/hep kahır hep kahır hep kahır, bıktım be..”*

Peki o ‘Beyaz Türkler’e, kendini İstanbul’un, memleketin sahibi zannedenlere attığın şamar unutulur mu hiç? Bu ülke-nin son bin yıllık temel diyalektiğine, yani seçkinlerle mil-let arasındaki o esas çelişkiye getirdiğin yorum, belki de seni, yolunu ve vasiyetini özetleyen en çarpıcı parçalardan biriydi;

“..o gözlüklerinin arkasından bakıp, niçin ağlıyorsun?/‘nerde o eski istanbul?’ diye, hayıflanıyorsun/vallahi zor iş, çok zor iş/ bu doğup büyüdüğün şehirde/böyle dımdızlak bir yabancı gibi kalmak/bir tabureye tüneyip akşamları/kadehlere boğulmak/lakerda kokmuyor artık İstanbul şehri/ paskalya yumurtasıbile

yok-şart mı ki-/o eski bostanlar ağzına kadar blok apartman şimdi/seninse dikili ağacın bile yok/ kaçırılan bir trenin ardından koşup/ yetişmeye takatin yok/bir yeni sahibi var artık bu şehrin, anlasana/kimselerden korkusu yok/duvara astığın o çorapların sahibi geldi/altına aldığın o kilimlerin sahibi geldi/sen, ülkedeki halkım, savaştaki askerim/ekinim ve ekmeğimsin/sen üretenimsin/birisi söylemişti hatta bir zamanlar/sen efendimsin/ve bu bizans eskisi şehir/ve bu bizans eskileri utansın/

* Hep kahır, C. Karaca

Page 120: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

120

kendi kimliksizliklerine/siz! uğruna neler çektiklerimiz/bana göre vallahi hoşgeldiniz!..”*

Evet, Cem Baba, her biri bir destan olan şarkılar, türkü-ler... Pir Sultan’dan, Dadaloğlu’ndan, Karacaoğlan’dan esinti-ler... 60’lardan, 70’lerden, 80’lerden izler, sevdadan, hasretten, kavgadan, kederden, senden, benden, bizden senfoniler... Ve ‘Resimdeki gözyaşları, 33 Kurşun, Töre, Çok Yorgunum, Oğluma, İşte geldik gidiyoruz, Parka, Tamirci çırağı, İşçi marşı, O Leyli, Bi-danem, Deşer de geçer, Kerkük zindanı, Yolumuz gurbete düştü, Hep kahır, Hasret, Yarım porsiyon aydınlık, Ceviz ağacı, Ülkem benim, Rap diye, Yiyin efendiler, Yoksulluk kader olamaz ve 68’lilerin Tür-küsü, ve Allah Yar, ve Sevda kuşun kanadında.’ ve daha nice tür-küler, şarkılar... Tepeden tırnağa bu ülke, bu toprak, bizim insanımız, başından sonuna kadar memleket, derinlerde ru-huyla, özüyle, özlemiyle ‘Allah’.. O büyük yalnızlık, o muhte-şem rahmet, o suskun ışık... Ve aşkıyla, hasretiyle, kavgasıyla, acısıyla, sevinciyle, hüznüyle, her şeyiyle ‘Biz’.. O, içimizdeki-lerin parçalayıp parçalayıp tapulamaya çalıştığı, bir türlü anla-yamadığı, bir türlü göremediği Biz’im çığlığımız..

Ve Cem; bedeni Osmanlı, ruhu Anadolu, kalbi Kerem gibi, o ‘büyük Ülke’mizin heybetli sesi, “..paslanmış demir bir kapı açılır/küf tutmuş kilitler gıcırdarken/ ta karanlıklar içinde birden/ bir türkü gibi yükselirsin sen/ fısıldarım sana yıllarca içimde biriken/ söyleyemediğim ateşten kelimeleri/ şuuraltım patlamış bir bomba gibi/ saçar ortalığa zamanın/ ağaran saçın toz toprağını/ bana ne Paris’ten New York’tan Londra’dan Moskova’dan Pekin’den/ senin yanında bü-tün türedi uygarlıklar umurumda mı/ sen bir uygarlık oldun bir ömür

* Sahibi geldi, C.Karaca

Page 121: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

CEM KArACA; CEMrE

121

boyu/ geceme gündüzüme/ gözlerin Lale Devri’nden bir pencere/ ellerin

Baki’den Nefî’den Şeyh Galib’den/ kucağıma dökülen altın leylak..”*

Ve Cem, gençliğimize düşen cemre, çocuklarımıza dü-

şen miras “..ölüm geliyor aklıma birden ölüm/ bir ağacın gölgesine

sarılıyorum..” **

Ve Cem, o rindâne yürek, o bîperva ses, o patlayıp duran

delişmen yıldız..”..gel kalbimi saat yap odamıza/ saatin içine kutsal

sözler yaz/ güneş yap aşka güzel ölümleri, uslu ölümleri..”***

Ve Cem, ey sönmeyen azer, esrik azeri, “..içi ölümle dolu/ dö-

nen bir huni/ doğarken güneş/ kesilmiş ölü yüzlerden/ bir mozaik min-

yatürlerden/ dokunur tenimize/ soğuk bir azrail ürpertisiyle ay/ ve bir-

den senin sesin gelir dört yandan/ menekşe kokulu sütunlardan/ komşu

dağlardaki nergislerden, leylaklardan..”****

Ey yalnız Ozan, Bektaşi’nin son nefesi, çilen bizim çilemiz,

sevdan sevdamız, imanın imanımızdı. Bilemiyorum, belki de,

tam vaktinde gittin... Ama sen, siz, bu toprağın haysiyetli ev-

latları; sizler birer birer çekip gittikçe eksiliyoruz, biliyor mu-

sun. Yalnızlaşıyoruz iyice, yetimleşiyoruz. Üstelik yine başka

tanrılar sarmışken etrafımızı, yine ‘buzağıya’ tapmaya koşmuş-

ken sahte müminler, yine eşkıya sarmışken devletimizi, yine

leş kargaları doluşmuşken topraklarımıza ve yine inziva niye-

tine birbirimizden ve öfkemizden ve hasretimizden ve kav-

gamızdan başka sığınaklarımız kalmamışken, yine milletimiz ve insanlık sahipsizken, puslu ve karanlık bir gece çökmüşken dünyamıza, kaçıp gittin ya, alacağın olsun.

* Sezai Karakoç** Cemal Süreya*** S. Karakoç**** S. Karakoç

Page 122: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

122

Ey sesimiz, sözümüz, sazımız, ey Cem’remiz, Göğümüze düştün, suyumuza düştün ve en son toprağımıza da düştün.. Bahar mıdır şimdi bizi bekleyen, hazan mı, zemheri mi? Söyle Cem... Şimdi bizi bekleyen nedir?

“..neden çarçabuk çekip gittin, göremeden söküldüğünü şafağın/gidişin dilsiz bir can olurda, asılıverir yüreğine insanın..”

Hoşça kal, Cem Baba... Allah’ın rahmeti üzerine olsun..

Page 123: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

123

‘İmam Humeyni’

Muhterem İmam Humeyni,

Sanırım birkaç yıl önceydi. Bir gün çok sevdiğim bir ar-kadaşım, hiç beklemediğim bir anda, hem de yolda yürürken bana döndü ve ‘Sence 20. yüzyılın en vakur yüzü kim?’ dedi.

Şaşırdım. Hem beklemediğim bir soruydu, hem de doğrusu soruyu da tam anlamamıştım. Gayrı ihtiyari hafızamı yokla-maya başladım. Gözünü bana dikmiş cevap bekliyordu. Ba-zen bir cevap, insanın tüm kimliğini de ele verebilir. Bu ne-denle hızlıca ama temkinli bir düşünme moduna girmiştim. İsimler geçiyordu kafamdan; Malcolm X, Aliya İzzetbegoviç, Du-dayev, Che Guevera… Belki Enver Paşa… Yok… Daha evren-sel bir kahraman olmalı… Kahraman mı? Evet! Biz Teksas, Tommiks, Tarkan okuyarak büyümüştük. Lider, kahraman demekti… Şöyle hem yakışıklı, hem yönetebilen hem de hep kazanan bir tip olmalıydı. Peki kime torpil geçmeliydim. Bir-çok kahramanım vardı. Hangisini seçsem ötekine haksızlık edecektim. Çaresiz saydım bu isimleri. Kafasını iki yana sal-ladı, ‘Bu soruyu kime sorsam yanlış anlıyor’ dedi. ‘Ben 20. Yüzyı-lın en iyi, en büyük, en görkemli liderini sormuyorum, 20. Yüzyılın en vakur yüzü kim diye soruyorum? En vakur yüz, bakış, duruş?’…

Soruyu şimdi anlamıştım. Bu defa yüzler geçiyordu ha-fızamın perdesinden. Ama aynı isimlerin yüzleri. En çokta,

Page 124: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

124

Che’nin yüzü tabii. Çünkü adeta bir sosyal mühendislik çalış-ması gibi, en şık posterler ve çekici fotoğraf lar yıllardır Che’ye aitti. Sonradan bunun bir Avrupa, özellikle Fransa kökenli Anti Amerikan propaganda çalışmasının ürünü olduğunu öğre-necektik. Ama beynimize kazınmıştı işte o uzaklara bakan gölgeli Che resimleri. Çaresiz, ‘bu kadar’ dedim. ‘Bunlar benim kahramanlarım. Hepsi de vakur işte’. ‘Bence Humeyni’ dedi. Kayıt-sızca. Döndü yürümeye başladı. Şok olmuştum. Evet, nasılda Humeyni aklıma gelmemişti. Ama nasıl olurdu. Arkadaşım MHP eski tüfeklerinden biriydi. Üstelik bir büyük sağ parti liderinin de yakın arkadaşıydı. Dönüp yüzüne bir daha bak-tım. Gayet ciddiydi. ‘20. Yüzyılın en vakur yüzü Humeyni’ydi’ dedi. ‘O’nun duruşu, bakışları, heybeti ve edasında baştan sona va-kar vardı. Hiçbir şeye, hiçbir güce eyvallah etmeyen bir vakar. Bu yü-züne yansımıştı. Yaptıkları, söyledikleri, hataları, sevapları bir yana. Ben sadece bir yüzde yoğunlaşmış o vakur ifadeyi, o dünyanın bütün şeytanlarına meydan okuyan cesaret ve yukardan bakışı kastediyorum. Bu en fazla Humeyni’de vardı’.

Evet, son derece ciddiydi, şaka yapmıyordu ve galiba hak-lıydı. Humeyni resimleri geçmeye başladı zihnimden. Evet, Amerika’ya, Şah’a, Şii taassubuna, her şeye meydan okuyan ama hiç kıpırdamadan duran o müthiş soğukkanlı duruş. Bir an İsrailci-Mason basının malum manşetleri geldi gözümün önüne. ‘Kara Molla’, ‘Molla kendini kolla’, ‘Molla öldü’, ‘Mol-lalar İran’a’. Yıllarca İran deyince sadece bu ifadeler telkin edil-mişti topluma. Bu ABD-İsrail ağzı, toplumun bir kısmında etkili olmuş, İran, Devrim, Humeyni kelimeleri adeta kin ve tiksintiyle hafızalara kazınmıştı.

Acaba bu telkin beni de mi etkilemiş ve bilinçaltımda Humeyni’yi unutturmuştu. Sonra hayır dedim, kendi ken-dime… Beni etkileyen, İran’daki gördüklerim, İran’ın siyaset-leri ve devrimle sonrasını ayırmamı sağlayan Ali Şeriati’ydi.

Page 125: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

İMAM HUMEyNİ

125

İsrailci-Mason basının saldırdığı İran’ı da Humeyni’yi de bu nedenle ayrı tutmak gerekir... Hem de sadece inat olsun diye. Biliyoruz ki, oligarşi neye saldırıyorsa, o doğrudur. Ama bu inat dışında kendi özel değerlendirmelerime gelince tabii ki başka eleştirilerim vardı.

Arkadaşım beni eskilere götürmüştü. Günlerce düşünüp durdum. 1980’lerin havasını yeniden soludum. İmam öldük-ten bir yıl sonra gazeteci olarak İran’a gitmiştim. Şahın sara-yını gezdirdiler. Sonra İmam Humeyni’nin evini. Fotoğraf-larında gördüğümüz gibi, bir kanepe, bir telefon ve yerde bir halı olan mütevazı odası… O dünyayı titreten adam işte bu evde yaşıyordu. Ama asıl etkilendiğim olay bu değildi. Evden çıkıp, hemen köşedeki bakkala girmiştik. Bir şeyler almak için bakkalla yarı Türkçe yarı tarzanca konuşmaya çalışırken adam Türk olduğumuzu ve ‘İmamın evini’ görmeye geldiğimizi an-layınca ağlamaya başladı. Bir arkadaşın yardımıyla az çok bir şeyler konuşmaya çalıştık. Hüngür hüngür ağlayarak çekme-cesinden eski bir defter çıkardı. Sonra işaretlemiş olduğu bir sayfayı açıp bize gösterdi. Gözyaşları iyice boşalmıştı artık. Farsça Azerice karışık ağlayarak bir şeyler söylüyordu. Bir ar-kadaşımız dönüp bize anladığı kadarını tercüme etti. Adam Humeyni ailesinin eski komşusuymuş. Yıllardır o mahallede bakkallık yaparmış. İmam’ın devrimden önce sürgündeyken de, devrim sonrasında da ailesini, kendisini iyi tanırmış. Gös-terdiği defter ise, veresiye defteriymiş ve Humeyni ailesinin borçları yazıyormuş. O sayfayı öpüp duruyordu, ‘bana borçlu öldü İmam, o işte böyle bir adamdı, hakkımı helal ettim, bu borçları al-mayacağım, ama o işte böyle bir adamdı’ diyordu. Sayfayı gösterdi bize, gerçektende, bir veresiye borç sayfasıydı, 7 ekmek, 5 yu-murta, 1 kilo şeker, 3 ekmek, bir paket çay… Şu kadar tümen alındı, şu kadar kaldı vb… Hepimiz yıkılmıştık. Nede olsa o yıllarda yeğen Yahya’nın işleri, Semra Özal’ın papatyaları,

Page 126: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

126

oğul Özal’ın servetinin konuşulduğu bir ülkeden gelmiştik. Bir devrimci liderin, dünyaya meydan okumuş bir kişiliğin tam göründüğü gibi yaşadığına bizzat şahit olunca, o defteri görünce hepimiz çökmüştük. Demek üç ekmek beş yumurta borç takmıştı bakkalına İmam... Demek, sadece Amerika’ya Rusya’ya değil, bizatihi yaşama, dünyaya da meydan oku-muş, seni de takmıyorum demişti ha…

Bir yanda bizim buraların o şark ihtişamı, o milyon do-larlık servetiyle öğünen liderler, o eş dostu üzerine trilyonluk ihaleler, o hırsızlık, arsızlık, doymak bilmez iştiha, o nemrut suratlar, firavun özentiler, Karun soyluluk… Ve şimdi elimi-zin altında Humeyni’nin veresiye defteri.

Bu şoktan, ertesi günkü Cuma namazında uyandık. Tah-ran’ın en büyük camisinde, hınca hınç bir kalabalık. Yoksul yığınlar, kış ortası yazlık libaslarıyla kadınlar, erkekler, ço-cuklar... Yerlerde kar vardı ve özellikle uzun çadorlarının al-tında zar zor seçilen çıplak ayaklarıyla kadınlar. Evet, çıplak ayaklar. Ya terlikli ya da tamamen yalınayak insanlar. Otur-muş hutbe dinlerken sağımızdan solumuzdan geçen o çıplak ayaklı insanlar. Kar altında ayakkabısız, yamalı, yırtık, eski el-biseli insanlar, insanlar, insanlar…

Ve birden siren sesleri, o nefret ettiğim resmi araç eskort-larının ‘çekilin böyyük bi adam geliyor’ diye bağıran iğrenç siren-leri. Kaçışan insanlar, açılan yollar. Ve son model simsiyah pı-rıl pırıl cipler. İçinden inen mollalar, eşleri ve çocukları. Siyah gözlükler, parıldayan elbiseler, korumalar, eşlik edenler, ya-lakalar, kendini onlara göstermek için birbirini çiğneyenler. Bütün bu sahnelere alışık kayıtsız geri kalan kalabalık... Biz ikinci şoku yaşıyoruz. Humeyni’nin veresiye defteri… Mollala-rın cipleri… Çıplak ayaklı kadınlar... Korumalı güneş gözlüklü ha-valı molla eşleri…

Page 127: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

İMAM HUMEyNİ

127

Zihnime takılan Bertrand Russell’in bir cümlesi; ‘Sayın Lordum, bunca serveti, uşakları, malikaneleri, koşumlu arabaları elde etmek için doğum sancısı dışında hangi acıları çektin acaba?!’

Allahım, Binbir Gece masalı mıdır, bir şark destanı mı-dır, bu nasıl bir şizofrenidir, bu ne yaman çelişkidir? Devri-min üzerinden yıllar geçmiş ama belli ki devrilen sadece Şah Rıza olmuş. Şimdi daha çok şah var. Sarıklı şahlar, çadorlu prensesler… Şehit kanlarının kırmızısı, Hüseyni yiğitlerin si-yah yası ve kırmızı halılar, siyah cipler… Bir tarafta Ali Şe-riati, Mustafa Çamran, Humeyni ve öbür tarafta Rafsancani, Laricani, Mehdi Bazargan...

Bazar olarak nitelenen köklü fars aristokrasisi, devrimi içerden fethedip ‘İran için İslam’ formülüyle bir tür Şii Eme-viliği ihdas etmişti. Ve İslam, devrim ve Humeyni, şimdilik İran’a lazım birer sembol haline dönüştürülüp her tarafa sıvan-mıştı. Bunu kazıyınca altından kim bilir daha neler çıkacaktı. Devrim, derin İran tarihinde bir büyük ama kısa ömürlü pat-lama gibiydi. Değişen tek şey, mollaların Fars aristokrasisi-nin dengeleyici karşı kutbu olmaktan çıkıp, o aristokrasiye eklemlenmesiydi. İran, artık ruhanilerin de yüksek sınıf sa-yıldığı bir tür geç ortaçağa girmişti. Mollalar, İran yüksek sı-nıf larının yeni perdesiydi. Perdenin arkasında hala onlar du-ruyordu. Ve mahalle bakkalından veresiye alışveriş yapan bir adam, sadece geçici bir önder olabilirdi. O ölünce, Bazar, ya-nına mollayı da alıp her şeye el koymuştu. İran defteri de, benim için böylece kapanmıştı.

Bunları düşünürken, neden arkadaşımın o sorusuna Hu-meyni’nin de aklıma gelmediğini anlamıştım. Ben o tarih-ten beridir, Humeyni’yle İran’ı, Ali Şeriati’yle İran’ı, devrimle İran’ı hep kafamda ayrı tutmuştum. Sanki bu isimler apayrı, hayali bir destanın zaman ve mekan ötesi kahramanlarıydı ve

Page 128: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

128

İran ise, yanı başımızda, büyük eski bir komşu ülkeydi. Bu ayrımı yaptığımdan beridir, Humeyni ismini İran’dan kopar-tıp, bambaşka bir yere gömmüş, üzerine de kırmızı beyaz la-leler ekmiştim. Hafızam herhalde bu nedenle 20. yüzyılın bu vakur yüzünü hemen bulup çıkartamamıştı.

‘Yakın komşumuz İran’a gelince… Yüzünü batıya dön-müş bir Türkiye için İran (ve tabi diğer doğu ve Arap komşu-larımız), hatırlamak bile istemediğimiz bir geçmişin, geri kalmış doğunun, her şeyin din diliyle konuştuğu tutucu bir dünyanın başladığı yerdi. Cumhuriyetle birlikte bu dünyaya arkamızı dönmüş ve bilinçli bir kayıtsızlıkla davranmıştık. Doğumuzla ilişkilerimiz, artık batı üzerinden, Lozan’da karşımızda otu-ranların çizdiği sınırlar dâhilinde ve onlar adına yürütülür olmuştu. Sadabat paktı, Bağdat paktı, CENTO, CEO, hatta İKÖ üyeliklerimiz, hep bu sınırlara riayetin ürünüydü. Bu-nun dışında, özellikle batıcı elitlerimiz için Doğu artık yoktu ve mümkünse bir daha olmamalıydı.

Milletimiz ise, kah İslamcılık üzerinden, kah Turancı-lık üzerinden doğumuzla hep ilgili oldu. Mazlum Müslü-man kardeşlerimiz veya esir Türkler, daima aramızdan biri-lerini ilgilendirdi. Sanki bir farz-ı kifaye yerine getiriliyordu ve bir tür çağdaş Hudeybiye anlaşması hükmündeki Lozan’ın dayattığı bu dramatik kopuşa rağmen toplumun bir yanı, bü-tünü adına kardeşlik hukukunu hep saklı tuttu. Geri kalan sıradan yığınlar için komşularımız, tarih derslerinde ya da ba-sında verildiği kadar haberdar olunan, Avrupa’dan ve Ameri-ka’dan bile uzak yerler olarak kaldı. Öyle ki, İran, Irak, Su-riye, Ürdün, Mısır…( Tabi Bulgaristan, Arnavutluk, Bosna, Romanya, Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan, Kırım, Kaf-kasya…) kimi düşman, kimi yabancı, kimi bizi arkadan vur-muş, kimi de tamamen uzak diyarlar olarak soğuk savaş bo-yunca beyinlere kazındı. Çöl arabı, acem kurnazlığı, hırsız

Page 129: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

İMAM HUMEyNİ

129

Bulgar, üçkağıtçı Azeri, çingene roman diyerek aşağılandı; Bu ülkelerin Soğuk Savaşta seçtiği saf la da birleşince komü-nist, Baasçı, Rus yanlısı vb. özellikleriyle sunuldu hep. Soğuk savaşın bitişinden sonra bütün bu batı gözüyle telkinin et-kisine rağmen, o farzı kifaye görevi yapanların saklı tuttuğu dinamikler harekete geçti. Özellikle 80’lerin sonu ve 90’ların başından itibaren yakın ve sıcak bir komşu siyaseti gündeme girdi. Bosna katliamı bütün Balkanları, Filistin’deki Siyonist zulümler ise Ortadoğu’yu daha yakın hale getirdi. İran, dev-rim ihracı nedeniyle, Suriye ise PKK’ya desteği yüzünden hala kapalıydı ama geri kalan Müslüman komşularımızla iyi kötü yeniden tanışma fırsatları doğdu.

İran, hala kapalı, adeta vebalı bir ülke kimilerimiz için. Re-jim meselesi, aslında işin bahanesi. Bölgenin ikinci büyük dev-leti olarak İran’la olası bir Türkiye işbirliğinin nelere kadir olacağını iyi biliyor yasağı koyanlar. Birde tabi tarihsel İran-Roma savaşları, Osmanlı-Safevi savaşları, yani derin jeopoli-tik çelişkiler var. Ama en azından son 300 yıldır İran’la barış içindeyiz ve son dönem rejim kaygılarını saymazsak, hemen hiçbir ciddi problemimiz de yok.

Ders kitaplarında anlatılmıyor, ama Osmanlı yıkılırken, İran’da işgal altındaydı. Kuzeyi Rusya’nın, Güneyi İngiliz-ler’in işgalindeydi. Osmanlı kuvvetleri, özellikle İttihatçılar ve Teşkilat-ı Mahsusa elemanları, İranlı direnişçilerle işbirliği içindeydi. Kuzey İran’da Cengeli bölgesinde büyük bir direniş örgütleyen Mirza Küçük Han’a Enver Paşa silah ve para yar-dımı göndermiş, bazı İttihatçı subaylar ise askeri eğitim ver-mişti. Rauf Orbay, Ömer Naci gibi Teşkilat üyeleri İran’da iş-gale karşı halk ayaklanması çıkarmak için defalarca İran’a gidip gelmişlerdi. Yani o çöküş yıllarında, iki ülkenin vatansever-leri bir birine destek olmuş, ortak bir direniş cephesi örgütle-mek için yoğun temaslarda bulunmuşlardı. Sonraki dönemde

Page 130: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

130

ise bu ilişkiler, resmi düzeyde Lozan benzeri anlaşmalarla var-lığına müsaade edilen İran’a Pehlevi Hanedanlığı getirildik-ten sonra Şah Rıza ile Mustafa Kemal arasında da sürdü. II. Dünya savaşından sonra petrolü koruma ve SSCB’yi kuşatma siyasetinin dörtlü hattı, Türkiye, İran, Afganistan, Pakistan, aynı dünya siyasetinin taşları hükmünde kontrollü ilişkiler için-deydiler. Ama Türk yönetici bürokrasisi ile İran aristokrasisi, derinlerden gelen nedenlerle hep birbirine kuşkuyla, kıskanç-lıkla ve mesafeli bakıyorlardı.

Mezhep farklılıkları, bu jeopolitik mesafeye jeo-kültürel bir katkı sağlıyordu. Şiilik, Osmanlıdan beri Türkiye’yi Sün-niliğin başkenti olarak görüyordu. İranlılar, Azeri ya da Fars, son tahlilde İranlılıkla özdeş olan Şiiliklerinin ifade ettiği öz-gün bir milliyetçiliği hep korudular. Bu milliyetçilik, derin-lerde bir yerlerde, İran’ın yakın batısını, yani Anadolu ve öte-sini Roma olarak gören, dolayısı ile öteki olarak algılayan bir sınıra sahipti. İran Türkiye sınırı, Pers-Roma sınırıydı. Mez-hep farklılığı, işte bu kadim jeopolitik diyalektiğin din diliyle ifadesinden başka bir şey değildi.

Yine de, aktif bir çelişki oluşturmayan bu iki rakip coğ-rafya kendi hallerinde barış içinde yüzyıllardır yan yana yaşadı. Devrimden sonra İran, Anglo-sakson güçle köprüleri atıp, Av-rupa, Rusya ve Çin’le yakınlaşınca, iki ülkenin yönetici elit-leri arasındaki mesafe daha soğuk bir hal almıştı.

İran; devrim, Irak’la savaş, Afganistan’da Taliban yöneti-miyle gerilim ve ABD ambargosuyla tecrit gibi yoğun ve kri-tik bir 30 yıl yaşadı. En önemlisi, içerde sosyolojisi devrimci İslam sayesinde bir hayli değişti. Dışarıda ise müttefiklerinin değişmesi nedeniyle batısından kopuk bir doğulu ülke duru-muna düştü. Oysa gerçek doğu, İran’dan sonra başlıyordu ve

Page 131: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

İMAM HUMEyNİ

131

İran, aslında çokça bahsedilen Doğu ile batı arasında köprü konumunda bir ülkeydi.

Irak işgaliyle hem Afganistan hem de Irak yönetimlerin-den kurtulan İran’ın petrol fiyatlarının artışını da sayarsak bu süreçten en karlı çıkan ülke olduğunu söyleyebiliriz. Dev-rimci çizgisini terk ettikten beridir İslam dünyasından ve an-ti-emperyalist ülkelerden çok, Şii ekseni ve reel-politik ilişki-lere dayalı bir dış siyaset güden İran, hem Anglosaksonlarla el altından, hem Katolik batıyla açıktan yürüttüğü meşhur Fars diplomasisi sayesinde adeta oyun kurucu bir konumda bulu-nuyor. Rusya, Hindistan ve Çin’le ilişkilerinde de aynı oyun kuruculuk marifetini görebiliyoruz. Petrol ve gazını en ustaca jeopolitik bir silah olarak kullanan tek ülke İran desek abart-mış olmayız. Tüm bu süreç boyunca rejimi yumuşatma de-nemeleriyle iç bütünlüğünü de muhafaza eden İran’ın şimdi nükleer güç olma çabasını doğru anlamanın tek yolu, önce-likle İranlılığın son 30 yıllık krizli geçmişi ile derin İran’ın 2500 yıllık Pers-Sasani-Safevi çizgileri arasındaki iç çeliş-kiyi tespit etmekten geçiyor.

Son 30 yıl, yani Devrimci İran, yani Ali Şeriati ve Hu-meyni çizgisi, esasen İran tarihinde bir parantezi ifade edi-yordu. İran’ın Mecusilikle Sasani döneminde, Şiilikle de Sa-fevi döneminde içine girdiği bölgeden kültürel olarak izole olma ve bölgeye dönük siyasal olarak emperyalist hege-monya atakları yapma çabaları ile kıyaslanırsa, 79 devrimi, bu tür bir çizginin de eleştirisi ve hatta tam tersine bir tür ev-renselleşme ve bölgeyle kaynaşma çabasıydı. Devrimci ruh, Şii-İran milliyetçiliğini kırıp evrenselliği sağlamıştı, Şerai-ti-Humeyni İslam algısı ise Ali Şiası anlayışı ve Darut Tak-rib (Mezheplerin yakınlaştırılması) çabalarıyla Sünni dünyayla barışmayı simgeliyordu. İran, ilk defa Humeynizm sayesinde kılıcını Sünniliğe değil, gavura kaldırmıştı. Bugün işte bu

Page 132: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

132

çizgi, -Humeynizm mi diyelim?-sanılanın aksine yenilmiş ve geri çekilmiştir. İran’da egemen olan, artık Humeynizm de-ğil, kadim İranlılık milliyetçiliğidir.

İşte fanatik mollalar ve Fars Aristokrasisi, Humeyni çiz-gisini içerden sabote ederek devrimi başka bir rotaya soktu. Ve İran’ı, milliyetçi, Şii ekseninin patronajına oynayan, büyük güçlerle dans eden bölgesel hatta küresel bir güç olma çizgisine geri çekti. İran’ın ABD işgali sonrası Irak ve Afganistan siya-seti, bu çizginin tescili olarak tüm İslam dünyasında dikkatlice gözlemlendi ve not edildi. Nükleer silah sahibi olma çabası, bu manada İran rejiminin ya da devrimci İran’ın korunması gö-rüntüsü altında esasen Fars Aristokrasisinin sahiplendiği bir atak olarak görülebilir. Ahmedinejad’ın sert çıkışları, bu ne-denle elverişli bir perdeleme, İran halkına, bölgedeki Şii di-namiğine ve kısmen de anti Siyonist ve anti Amerikan dün-yaya, bu yeni İran’ın doğuş adımını haklı ve meşru bir kılıfla atabilmenin perdesi gibi görünmektedir.

Şüphesiz, Ahmedinejad, Humeyni çizgisinden gelen, saf devrimci, inanmış bir mümin yüzüne sahiptir. İran’daki çıp-lak ayaklıları, sokağı ve hala devrimci kalabilmiş kitleleri tem-sil etmektedir. Ama sorun da buradadır. Ahmedinejad, La-ricani’nin temsil ettiği aristokratlarla Rafsancani’nin temsil ettiği aristokrasiye eklemlenmiş mollaların parantezinde, idea-lizmle realizmin çatıştığı yerde, sosyolojik olarak etkili ama ekonomi-politik ve jeopolitik açıdan aristokrasiye mahkum bir portredir. Bu nedenle, İran’a Ahmedinejad perdesinin ge-risine bakarak anlamayı çalışmayı denemek gerekmektedir.

ABD ve küresel koalisyonun İran’a dönük saldırganlığı-nın nedenlerini biliyoruz. İran’ın devrimle saf değiştirmesini hazmedemeyen anglo-sakson güçlerin intikam hırsı, yeni-den İran’ı hizaya getirme çabası, Yahudi lobisinin şirretlikleri,

Page 133: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

İMAM HUMEyNİ

133

kontrol dışı ülkelere ders verme kabadayılığı, İran üzerinden AB, Rusya ve Çin’e gövde gösterisi… Tüm bu jeopolitik ne-denlerin hepsi de doğrudur. Ama bir de meseleyi, İran-Kontra skandalı, Bosna’da ABD ile dolaylı işbirliği, Petrol fiyatlarının artışının, Afganistan ve Irak’taki gelişmelerin en fazla İran’a yaraması gibi tersinden okumaya başlarsak, İran-ABD gergin-liğinin, İngiltere üzerinden İran’a yeni bir rol teklifi için bir tür pazarlık olduğu da söylenebilir. Clausewicst’ten biliyoruz ki, ‘savaş, politikanın silahla sürdürülmesi’dir. İran’a dönük bir sal-dırı, İran’ı yeniden dünya sistemine devşirmek için yürütü-len bir pazarlığı kızıştırma hamlesi gibi de görünmektedir.

İran bir gün eğer saf değiştirirse ve yeniden ABD-İngil-tere ile anlaşırsa, Türkiye için de Ortadoğu içinde daha tehli-keli bir sayfa açılacaktır. O zaman, kimsenin şüphesi olmasın, medyamız ‘kara molla’ haberleri yerine İranlı mollaların Kant, Hegel okuyan, internet kullanan aydın din adamları olduğu, İran’ın eski Türk yurdu olduğu, Fars kültürünün aslında bi-zim kültürümüzün köklerinden biri olduğu türünden haber-lerle dolup taşar. Aryan ırk ve Ari kültür üzerine övgüler dizi-lip, Kürtlerden sonra Türklerin de aslında Aryanlık’tan kopma bir ırk olduğu tezleri bile gündeme gelebilir. Hatta medeni-yetin doğum yeri Yunan’dan taşınıp İran’a aktarılabilir. Ye-ter ki, İranlılar saf değiştirip anglo-sakson cepheye iltihak et-sin! Bu işler böyledir...

İran’ın anglo-sakson cepheye iltihakı, tabii ki yeniden ku-rulmakta olan ABD-Rusya yeni soğuk savaş oyunu içinde İran’ı eski rolüne razı etmeyi, petrolün kontrolünü, Çin’e şantaj ya-pabilmeyi ve tüm bölgede İslam kartının yarısı olan Şiilikle de oynayabilmeyi içeren son derece elverişli ve çok yönlü bir imkana sahip olmak demektir. Batı, bu nedenle İran işinde Irak’takinden daha fazla ısrarlı olacak gibidir. İran ise, diplo-matik becerisi, jeopolitik imkanları ve enerji gücüyle oyunu

Page 134: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

134

iyi oynamakta, pazarlıktan en karlı taraf olarak çıkmanın yol-larını aramaktadır. Bu işin sonunda, küresel bir aryan impara-torluğu hevesleri bile çıkabilir. Hasan Sabbah’tan Şah İsmail’e kadar İran’ın yakın tarihi, batıyla oldukça girift ama oldukça stratejik ittifakların mümkün olduğunu da göstermektedir.

Bu operasyonda Türkiye ne yapacaktır? Irak işgalinde ke-narda duran, Afganistan işgalinde görev alan Türkiye, Suriye için diplomatik arabulucukla idare etmektedir. Ama İran işi, çok boyutlu ve sıkıntılıdır. Her şeyden önce, Irak’taki mez-hep çatışmasının müsebbibi olarak Şiiler dolayısı ile İran gö-rülmekte, buna karşılıkta kuzey Azerbaycan üzerinden İran Azerbaycan’ına dönük istikrarsızlaştırma hamlelerinde Türki-ye’ye rol teklif edilmektedir. Siyasal elitlerin bir kısmı bu role teşne görünürken, bir kısmının bu işten her koşulda uzak dur-maya çalışmayı tercih ettiği anlaşılmaktadır. Birinciler, buna uygun siyasal ve bölgesel malzemeler toplamakta, ikinciler ise şimdilik topu BM’ye atarak oyalama siyasetiyle yetinmektedir.

Şüphesiz, bir devlet aklıyla bakıldığında, yanı başımız-da-kim olursa olsun-nükleer bir gücün eşitsiz var oluşu rahat-sız edicidir. Irak’la-yani yarısı Şii bir Müslüman ülkeyle-haklı durumda bile olsa 8 yıl savaşmış bir ülkeden bahsediyoruz. Bu durumda, aramızdan birilerinin dini ve tarihi nedenler dışında, daha teknik ve soğukkanlı nedenlerle düşünüp, ona göre stra-tejiler geliştirmesi doğaldır. Ama mesele bunu Türkiye’den du-rarak yapabilmektir, batı adına ve onların dayatmasıyla değil... Bu nedenle, İran’la nükleer işbirliği ve ortak nükleer çalışma-lara yönelme seçeneği üzerinde düşünülmelidir.

Şurası açıktır ki, Türkiye ve İran’ı karşı karşıya getirecek her tür siyaset ihanettir. Bunun tartışması bile abestir. Irak iş-galinde amerikancılarımızın bir kısmı teşhir olmuştu. Şimdi İran’a dönük operasyon sırasında geri kalan amerikancılar,

Page 135: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

İMAM HUMEyNİ

135

İsrailciler ve İngilizcilerde teşhir olacaktır. Bunların ideolo-jik maskesi önemli değildir. Kemalist, Liberal, solcu, Türk milliyetçisi, hatta İslamcı bir maske takmış olabilirler. Ga-zetelerde bildik laikçilik kılıf lı Uğur Mumcu vb. cinayet-ler üzerinden ‘kara Molla rejimi’ diskurları telkin edilebilir, bazı kalemler İsrailci masonik ağızla yayınlarına hız verebilir, bazı milliyetçi yayınlarda daha fazla Azerilere özgürlük nida-ları duyulabilir… Bazı İslamcılardan ise Ehli Sünnetçilik adı altında Şii düşmanlığı görünümüyle bu dalgaya su taşınması, yine bazı solcularında İranlı muhalif lerin insan hakları sorun-larını daha çok gündem yapması mümkündür. Tüm bunlar-dan, deşifre edeceğimiz saklı ajanlara ulaşacağız. Bunun tam tersini de İran’dan görebiliriz. Türkiye düşmanlığı, Türki-ye’ye karşı mezhebi ya da ideolojik hasmane yayınlar, …Do-ğalgazı kesme türünden rafine şantajlar… İnşallah tüm bun-lar gerçekleşmez ama İran’a dönük batı tazyiki yoğunlaştıkça, işte bu gerilimli karşıtlaşmaların da artacağı söylenebilir. Her şeye rağmen, Türk-İran dostluğu her iki tarafın sağduyusu-nun vazgeçilmez çizgisi olmalıdır.

Türk-İran ilişkilerinin rasyonel zemini, her iki büyük dev-letin ve yakın komşunun karşılıklı bağımlılıklarını artıra-cak adımlardır. Bu bağımlılıklar içinde tatlı bir rekabetle, sı-cak bir dostluk bir arada götürülebilir. Ama düşmanlık asla! Kim ki, Türkiye ile İran arasına düşmanlık tohumları ekiyor, Kim ki ABD-İsrail ağzıyla konuşuyor, kim ki milliyetçilik ya da mezhepçilik adına komşularımızla yabancılaşmayı pekişti-riyor, her iki tarafta da bunu yapanlar her iki ülkenin hainle-ridir. Çünkü İran diz çöktürülürse Türkiye de parçalanır.

İran-Roma savaşları İslam’ın doğuşuyla bitmiştir. Os-manlı-Safevi savaşları, İran jeopolitiğinin son bir hamlesiydi ve o da Osmanlının kesin galibiyetiyle bitmişti. Bu galibi-yet, İran’ın batısına dönük emperyalist bir siyasete bir daha

Page 136: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

136

yönelmeyeceğine dair zımni ahitini ifade etmiştir. İşte bu ahit sürmektedir ve sürmelidir. Türkiye’ye düşen, bir şekilde Fars aristokrasisini, mollaları ve Ahmedinejad’ın temsil ettiği sokaktaki İran’ı bu ahitin İran’ın varlık ve bekasının teminatı olduğuna ikna etmektir. Tabi aynı şekilde Türkiye de İran’a dönük hasmane bir tutum içine girmemelidir… Çünkü do-ğuya doğru kadim siyasetimiz, her zaman arkamızı sağlama almayı ve Doğu’nun haysiyet kalesi olarak davranmayı içe-rir. Osmanlı da, doğuya arkasını dönmüş görünse de Cum-huriyet dönemi de, bu kadim siyaseti sapmadan uygulamıştır. Bugün bundan sapmamızı gerektirecek hiç bir neden yoktur. Ama günün birinde mesela, İran, ahitini bozarsa, ona dersini verecek olan küresel şeytanlar ya da savaş veya beşinci kol fa-aliyetler değil, Müslüman dünyanın yerli iradesi ve İran hal-kının Ali şeraiti- Humeyni çizgisindeki sosyolojisinin ortak vicdanı olacaktır, olmalıdır. Bu vicdan, bölgemizdeki Türk, Arap, Fars, Kürt ve diğer Müslüman halkları, Ortodoks Hris-tiyanları, Siyonist olmayan Doğulu Yahudi azınlıkları, kardeş, dindaş, kandaş ya da yoldaş olarak, aynı vatanın, aynı mil-letin, aynı devletin büyük ve esenlik dolu ülkesini birlikte kurmayı öğütlemektedir. Emperyalizm er ya da geç çekip gi-decek, işte bu vicdan galip gelecektir..

Muhterem İmam Humeyni,

Yaşasaydın, eminim sen de işte bu vicdanın da seslerin-den birisi olmaya devam ederdin. Senin o vakur yüzündeki ifadeyi taşıyan bir Türk lider çıkarsa bu topraklardan, senin evine benzer bir evde oturup, senin bakkalın gibi bir bakkalda veresiye alışveriş yaparsa, bu vicdan, tüccar siyasetçilerin, hır-sız oligarşinin, statükocu bürokratların ve şeytan medyasının

Page 137: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

İMAM HUMEyNİ

137

esip gürlediği garip ülkemizin üzerinden aydınlık ve esenli-ğin, bağımsızlık ve özgürlüğün, adalet ve gerçek cumhuriye-tin sancağı dalgalanmaya başladı demektir.

Bize düşen, bu vicdanın sesini gür tutmak, şer planlarına karşı halklarımızın selameti ve huzurunu, bu vicdanla temin edebilmektir.

Başka türlüsünü düşünmek bile istemiyoruz.

Allah’ın rahmeti üzerinden eksik olmasın.

Page 138: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime
Page 139: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

139

‘Romantik Sürgünler’*

“…yanlış bir dağın altında yanlış bir su çıkarsakaybolursa taşlar içinde taşlar getiren taş bir buluteşkiya heybesinde çizgili kayığa asıl-merhametin bildik kaynağı eşkiyalar-kıldan ince çarpık bilgileri unutsessiz derin sonsuz yaslı duvarlar önündetürküler içinde en şen en senin olanı söyle...”

Sezai Karakoç/Tahta At

Sayın Alexander Herzen,

Kitabını okudum. Hemen belirtmeliyim ki, okudukça ru-humda bir sızı belirdi, tarifsiz bir acı, ne bileyim bizim bura-ların tabiriyle “içimdeki gurbet”e dair bir tür sıla özlemi his-settim. Nedenini söylememe gerek yok sanırım; tam yüzelli küsur yıl sonra okuduğum bir kitaptan, üstelik Çarın zulmün-den Avrupa’ya kaçmış bir Rus devrimcisinin satırlarından bu kadar “tanıdık” çağrışım almanın ne demek olduğunu bile-mezsin. Yaşam öykünle de bizim tarihimizden birçok simayı hatırlattın ayrıca…

Aristokrat kökenine rağmen bütün servetini mücadelene ve arkadaşlarına harcamanla Mustafa Fazıl Paşa’ya, ilk muha-lif “Çan” dergisini çıkartarak hem Rus davasını hem özgürlük

* Romantik Sürgünler, E.H.Carr, Çiviyazıları Yay. İst.2001

Page 140: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

140

ve eşitlik davasını gündeme getirmenle Namık Kemal’e, ilerki yaşlarında despot Çar 1. Nikola’dan sonra yerine geçen II. Alexander’e reform önerileri sunup, ilişkilerini ve ûslubunu ılımlılaştırınca genç radikaller tarafından dışlanmanla Mizancı Murat’a benziyorsun. Hem materyalist hem ortodoks kültüre sadık, hem Avrupa(cı) hem Panslav eğilimli, hem muhalif hem uzlaşmacı olmak gibi özelliklerinle senin Avrupa başkentle-rindeki aktif yaşamından yirmi yıl sonra sahneye çıkan bi-zim Jöntürkler’in kaotik serüvenini çağrıştırıyorsun. Baku-nin, Herwegh, Ogarev gibi yoldaşların, K.marks, L.Blanc, Mazzini, Turgenyev, Çernişevski, W.Hugo, T.Carlyle, Neça-yev gibi 19.yüzyılın önemli isimleriyle ve ayrıca devlet adam-larıyla ilişkilerinle, ünlü Rotschild finans baronuyla ortaklığın, karın Natali’ye ihanetin, Natali’nin de sana ihaneti, yaşadığın bunalımlar, kafa karışıklığı, politik eylemler, kitapların, yazı-ların… Hasılı, ilginç bir maceran var Bay Herzen. Batı’ya gi-den ilk Doğu’lu aydın/aktivist prototipi olarak senin serüvenin çok önemli. Doğrusunu istersen sen ve benzerlerinden sonra, bugün dahi tam yüzelli yıldır bu serüven o kadar çok tekrar edildi, taklit edildi ki, en azından Batı karşısında benzer serü-venlere sahip Rusya ve Türkiye çerçevesinde söyleyebilirim ki eğer yaşasaydın hayat senin için çok sıkıcı olurdu: Çünkü bu kadar yıl boyunca değişen pek bir şey olmadı...

Diyorsun ki, “artık kartların düşündüğümüz kadar iyi dizilmedi-ğini duyumsamaya başlıyoruz. Çünkü biz, bizzat kendimiz ‘oynanmış ve kaybetmiş’ bir kart, bir başarısızlık sayılırız. İdeallerin if las ettiği, gerçek dünya üzerinde doğruluğun gücünün kontrolü kaybettiği bilinci bizi yaşama küstürür.Tam aklın iyiliğine inanmaya alışmışken, aklın (yani maksatlılığın) kötülüğüne inanmaya-can sıkıntısıyla- başlarız. Bu idealizme ödediğimiz son haraçtır.”

Bu cümleleri, Fransız devriminin ateşini söndüren Na-polyon’dan sonra Avrupa’yı saran ikinci devrim dalgasının,

Page 141: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

roMANTİK SürgüNLEr

141

1848-49’un da yenilgi ile sonuçlanması üzerine yazdığını bi-liyorum. “Kendi umutlarına ve ideallerine ihanet eden dev-rim”in ardından yaşadığın hayal kırıklığı sonucu “barikatlar ardında, elimde silahımla savaşarak ölmediğime pişmanım” demişsin. Devamla “idealizme, gelişmeye, demokrasiye ve insan do-ğasının yetkinleşebilirliğine inanmış bir Çağ, tarihteki en alçakça düşüş sonucu yalnızca burjuva plutokrasisinin (zenginler iktidarı) kendinden emin zaferiyle sonuçlandı.”

İnanır mısın Bay Herzen, bu satırlara benzer cümleleri bü-tün 20.yüzyıl devrimlerinden, 1917 Rus, 1949 Çin, 1959 Küba, 1979 İran devrimlerinin sonuçlarını gördükten sonra hayal kı-rıklığına uğrayan o kadar çok insan kullandı ki. Yüce ideal-ler için hayatını ortaya koyan milyonlarca insanın idealizme ödediği haraçların toplamı, inançsızlık ve hiçlik duygusunun egemenliği oldu. Bugün artık hiç kimse dünyanın mücade-leyle değiştirilebileceğine inanmıyor. En kötüsü bu inançsız-lığın, giderek, daha iyi bir dünya kurmaya olan inancı da yı-kacak gibi görünmesi. Eşin Natali’nin sana yazdığı mektupta söyledikleri bugünde aynen geçerli:

“Olgunluğun bir karabasan gibi üzerimize çöktüğünü açıkça du-yumsuyorum. Romantizm, hayal meyal seçebildiğimiz özlemleri, hep uzakta, sisler ardında kalan parıltısı, başka bir dünya yaratmak için çabaları ve insanlık sevgisiyle çarpan, yanıp tutuşan yüreği ile bizi son-suza dek terk etti. Son yıllarda sağduyunun yaşamımıza ne kadar ege-men olduğunu şimdi anlıyorum. Sağduyu, ruhu susturmaya yetmiyor- tamamen boş ve anlamsız... Yaşamaktan ve idollerimize tapmaktan sarhoş olduğumuz gençliğimiz, geçmişin bizi alıp götüren, kendimiz-den geçiren heyecanları artık yok. Hepsi uzaklarda, geride kaldı...”

Bay Herzen, biz, bu satırların dahi hiç bir şey ifade etme-diği, insanların iyice kör sağır dilsiz olduğu bir üst bunalım çağındayız, kendinizi çok şanslı saymanız gerekir.

Page 142: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

142

Ayrıca belirtmeliyim; Avrupa’da içine girdiğin kötümser-lik, sadece burjuvaziye olan nefretini arttırmamış, ezilen sınıf-lara olan umudunu da kırmış, Bay Herzen. Hayranlıkla git-tiğin ve heyecanla dolaştığın Paris, Roma, Cenevre, Londra yaşamının sende oluşturduğu Avrupa düşmanlığını; “kokuş-muş Batı’nın pençesine düştük” diye ifade ediyorsun.

“Maddi çıkar tutkusu her sınıfın takıntısı olmuş ve bütün diğer uğ-raşları boğmaya başlamıştı. Bir zamanlar kitleleri sarsan, evlerini çoluk çocuklarını terk ettiren, büyük düşünceler, sloganlar ortadan kaybolmuş ya da Olympos Tanrıları’nı, Musalarını veya tanrıya inananların “üs-tün varlığı” yardıma çağıran duaları gibi, yalnızca alışkanlıkla ve ne-zaket gereği yinelenir hale gelmişti.”

“Çevremde gördüğüm herşeye ölü soğukluğu sinmişti. Ölü edebi-yat, ölü tiyatro, ölü politika, ölü parlamento, ... “

Bütün bunları, zihnindeki ütopyaların gerçeğin kayasına çarpmasından sonra “görmen” ilginç doğrusu. Kitleler her za-man aynı durumdaydı, Bay Herzen. Devrimlere, devrimci ey-lemlere katılan kitlelerin dahi, “küçük çıkarlar”ını ustaca içine gizledikleri büyük ideallere inanıyor görünme alışkanlığını, bizler de çok sonra fark ettik. Ne yani, bir toplumun topluca cinnet geçirmesini bekleyemeyiz. Adanmışlık ve idealizm bi-reysel inanç ya da öncü grupların davranışı olduğu ölçüde ya-ratıcı, ilerletici bir rol oynuyor. Kitlelere yayıldıkça sahte, iki-yüzlü ve çarpık sonuçlar, hatta toplum sağlığının bozulduğuna dair emareler gösteriyor. Bilmem katılır mısın ama bence, on-ların küçük çıkarları, herhalde en masum ve en günahsız çı-karcılık türüdür.

Bu konu bir yana, unutmadan, satırlarına sinen başka bir konuya, biz ‘Doğuluların’ Batı’yla kurduğu aşk - nefret iliş-kisine de değinmem gerek.

Page 143: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

roMANTİK SürgüNLEr

143

Senin yaşadığın türden, Batı’ya karşı duyulan “aşırı hay-ranlık” ya da “aşırı düşmanlık” tavırları, bizleri Batı’ya dönük duygusallığı aşan bir tutum geliştirmekten alıkoydu bugüne ka-dar. Jön Türkler’in ve ardıllarının da aynı şekilde büyülendik-leri Batı’yı kendi ülkelerine kopya etme tutumu ile hala boğu-şuyoruz. Gerçi Rusya’da, senden sonra gerçekleşen sosyalizm deneyimi siz Slav’lara -tahrip edici sonuçlarının yanında- bir tür kendine güven ve insiyatif kullanma yeteneği kazandırdı. Aslında bizim cumhuriyet deneyimi de benzer bir başlangıca sahipti. Sonradan, özellikle 2. Dünya Savaşı öncesi ve sonra-sında Batı’ya aşırı bağımlılıkla aşırı karşıtlıktan oluşan den-gesiz tutumlar tekrar egemen oldu.

Bir de Bay Herzen, 30 yıllık despotik iktidarıyla Çar 1. Ni-kola’nın sizin kuşağı, 33 yıllık despotik yönetimi ile 2. Abdül-hamit’in bizde Jöntürk kuşaklarını üretmesinin yanında Rusya ile Türkiye’nin başka kader benzerliği de var: Sünni Müslü-manlık ya da Ortodoks Hristiyanlık olsun, bizim ülkelerimiz de Din, Devlet için Batı’dan farklı bir işlevselliğe sahip: Devlete bağımlı ve paralel kurumsallığıyla Din, toplumlarımızın nefes almasından çok, devlet politikalarına paralel bir hizaya sokma aracı rolü oynuyor. Devlet, batılılaşmaya yönelince, Din’le bu politika ve giderek bu politikanın sahibi olarak Devletle Din arasında kadim işlevin aksamasından kaynaklanan çelişki ve çatışmalar başlıyor. Devletin amaçlarına hizmet eden Din ya da Dinsel amaçlara hizmet eden devlet, sonuç itibariyle top-lumlarımızı “kırk katır mı, kırk satır mı” tercihine zorlayan “ölümcül bir paradoks” olarak bizi tüketen ek bir faktör ha-line geliyor. Bunu şu nedenle söylüyorum; aşırı Batı hayran-lığının temsili olarak devletlerimiz, aşırı Batı karşıtlığının kaynaklığı olarak Dinlerimiz ve her ikisine yakın aydınları-mız arasındaki işlev, amaç ve onların uyumsuzluğundan olu-şan kavgaları hala sonuçlandıramadık.

Page 144: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

144

Bizde bu çatışmalar koca bir yüzyıl boyunca sürdü ve açık-çası artık bütün topluma gına geldi. Rusya’da Ekim devrimi kiliseyi tasfiye edip yerine “parti”yi koymuştu. En azından travmatik bir boşluk hissi asgaride tutuldu. Bu işlevsel geçiş-kenliği biz yaşamadık. Dinsel kurumsallık devletle toplum arasında bir rekabet alanı olarak parçalanmış durumda. Top-lum din etrafında örgütlendikçe devletle karşı karşıya geliyor. Devlet dini örgütlemeye çalıştıkça din, “Din” olmaktan çıkı-yor. Hasılı, bir şekilde bu sorun ekseninde de –diğer bir çok politik sorunumuz gibi- bizde adeta tüm devreler ters bağlan-mış. Makul bir çözüm, orta bir yol, optimal bir denge kuru-lana kadar da bu sıkıntıları yaşayacağız.

Bay Herzen, söz batıcılıktan açılmışken, mektubunda Ame-rika ile ilgili analizin dikkatimi çekti. 11 Eylül 2001 tarihinde Amerika’ya yönelik “şaibeli” bir saldırı olayı olmuştu. İşte o saldırıya kadar Türkiye’de, üstelik toplumun seçkin denebile-cek kesimlerini de saran bir; “Batı’ya kaçma” modası vardı. Ül-kemiz de zaten şaibeli bir “ekonomik kriz” olmuştu ve inan-mayacaksın ama “bu ülkeden nefret edip, çekip gitme” salgını Amerika’ya saldırı sayesinde durdu. Çünkü Amerika bu olay-dan sonra o eski ‘Beyaz adam-Barbar doğulu’ bilinçaltı iki-lemine geri dönerek kapılarını biz zavallı barbarlara kapattı!

Senin yaşadığın dönemde Doğu’dan Avrupa’ya kaçma mo-dasına mukabil, Avrupa’dan da-umudu tükenmiş olanlar ya da maceracıların-Amerika’ya gitme modası olduğundan bahsedi-yorsun: “Amerika’nın yeni dünyası, bizim acılarımızı çekmeye he-nüz başlamadı. Bu düşünmekten çok çalışan genç ve girişimci insan-lar, yaşamlarının maddi yönleriyle o kadar fazla uğraşıyorlar ki, bizi kıvrandıran acılardan hiçbirini bilmiyorlar. Bu ülkede her şeyden önce iki kültür yok. Toplumlarındaki katmanları oluşturan bireyler sık sık değişiyor. Banka hesaplarının durumuna göre aşağı ve yukarı hare-ket ediyorlar. Eğer başarabilirlerse, doruğa ulaşan insanlar, daha mutlu

Page 145: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

roMANTİK SürgüNLEr

145

diyemeyeceğim ama daha hoşnut olacaklardır. Hoşnutlukları, roman-tik Avrupa’nın ideallerindeki düşlenenlerden daha bayağı, daha basma-kalıp, daha bönce olabilir. Fakat yanında Çarlık, Merkezileşme belki açlık olmayacaktır. Yaşlı Avrupalı, kendisini kalkacak ilk buharlı ge-miye atsın. Orada çöken Avrupa’dan çok daha iyi durumda olacaktır.”

Bu satırları, devrimci olarak değil de, aristokrat ve işa-damı Herzen olarak yazdığın belli. Soğuk ama maalesef ger-çekçi gözlemler, öngörüler karşısında söyleyecek bir şey yok. Yalnız dikkatimi çeken başka bir husus var: Senin dilinde ol-dukça erken bir tarihte ifade edilen bu gözlem; -”çöken Avru-pa’dan umudu kesip, hatta küçümsemeye başlayıp, yeni dünyaya -Amerika’ya bakmak- 20.yüzyıl Rusya’sının temel politikası oldu. Hatta diyebilirim ki, Hitler sonrası Stalin’in geliştirdiği Anti-Faşizm, derin Rus bilinçaltında tüm Avrupalı ulusların bu temelde aşağılanmasını da örtük olarak içeriyordu.

Rusya’nın, senin yaşadığın tarihlerden 30 yıl sonra, 1900’lü yılların başlarında önce İngiltere’yi rakip ya da muhatap alan vizyonu, Soğuk Savaş’la birlikte Amerika’ya dönük olarak yeni-den üretildi. Doğrusunu söylemek gerekirse, Almanya, Fransa ve İtalya’ya “karşı” tüm Doğu Avrupa’yı hegemonyası altına alan Sovyet Rusya’nın stratejik partner olarak Anglo-Sakson-ları tercih etmesinin Rusya’yı büyüten bir dinamik haline gel-mesi, siz Slavlar adına ciddi bir üst akıl ürünüydü.

Biz, bu açıdan, doğrusu utanılacak düzeyde cılız kaldık. Öncelikle “Batı” içindeki Anglo-sakson/Yahudi hattıyla, Ka-tolik kıta Avrupa’sı hattı arasındaki -kökleri tarihe giden- de-rin çelişkileri analiz edemedik. Ayrıca İngiltere ile kurduğu-muz “örtük esaret” ilişkisini İngiltere’den daha fazla ciddiye alan bir siyasete kendimizi alıştırdık.

Bir de, Soğuk Savaş’ın “yeşil kuşak” doktrini içindeki sözde “jeopolitik önem” pazarlamaya dayalı bir tür esnaf kurnazlığına

Page 146: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

146

odaklanan batı politikamızın, sonuç itibariyle bize karşı ve bizi zayıf latmaya dönük manipülasyonlara kapılar açan özelliğini anlamakta geciktik.

Şimdi tüm bunları analiz edip, örneğin bizimde Batı’yla -Rusya gibi- “iyi ilişkiler ve yoğun alışveriş”e evet, entegras-yon ve yıkıcı politikalara hayır” türünden dengeli stratejiler ürettiğimizi sanabilirsin. İnanmayacaksın ama biz, tam ter-sine “Avrupa Birliği”ne üye olmaya çalışıyoruz! Yanlış an-lama, bizi çağırdıkları filan yok, üstelik bizim de üye olacağı-mız pek mümkün görünmüyor. Ama ülkemiz o hale geldi ki, toplumun en akıllı, en sağduyulu aydınları dahi, senin Ame-rika için bahsettiğin, “ hiç değilse Çarlık, merkezileşme, aç-lık olmaz” türünden bahanelerle de olsa, ciddi ciddi AB’ci ol-maya başladılar. En ilginci ise AB’ye karşı çıkanların, geçmişin batı güdümlü sağ ve sol unsurları olması… Anlayacağın, “biz” yine bağlamını, sonuçlarını ve senaryosunu bilmediğimiz bir oyun için sahneye davet ediliyoruz.”Türküler içinde en şen en bizim olanı söylemek” için ne çok umutlanmıştık oysa…

Son olarak diyorsun ki, “Yıl 1864, ben 60 yaşıma girdim. Ne kendimle ilgili olaylarda, ne de politik çalışmalarım da hiçbir umut ışığı göremiyorum. Yaşamım boyunca kurduğum bağlar birer birer kopuyor. Kendimizi birbirimizin gözünde küçük düşürüyoruz. Bu mu yaşlılık? Defne dalları soluyor, geriye yalnızca genç görünmeye çabalayan yaşlı yüzler kalıyor... Her yerde kasvet, dehşet ve kan...”

Bu satırlarını okuyunca, Edip Cansever isimli şairimizin dizeleri aklıma geldi: “Ölüler ki bir gün gömülür/ İçimizdeki ölü-ler, dışımızdaki ölüler/ İnsan yaşıyorken özgürdür/ İnsan yaşıyorken özgürdür”.

Neyse başını ağrıtmayayım. Bizim hâlâ umudumuz yaşı-yor, sözümüz tükenmedi.

Hoşçakal

Page 147: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

147

Yalnızlık Labirenti*

“Sabahları aç karnına içtiğim cigaramın tadı,ölüm kendinden önce bana yalnızlığını yolladı…”

Nazım HİKMET

Sayın Oktavio PAZ,

1961’de yazdığın kitabı ben maalesef 1990’larda okudum. Kendi adıma, bu kitabı nasıl ıskalamışım diye çok hayıf lan-dım..Keşke seninle daha önce tanışmış olsaydım.

“Viva Mexico, hijos La Chingada”

“Yaşasın Meksikalılar, vay gidi… Irzına geçilmiş ananın oğulları.”

Ürktüm ve irkildim, Senyör Paz… Meksikalıların futbol maçlarında ya da boğa güreşlerinde haykırdıklarını söylediğin bu slogan doğrusu hayli çarptı beni. Meksikalı ruhun bir maske olarak taşıdığı yalnızlığın ve suskunluğun kökeninde “büyük beyaz adam”ın atalarınızı ve ülkenizi iğfalini bir türlü unuta-mamak yatıyor demek. Diyorsun ki; “Meksikalı’nın yalnızlığı Aztekli La Malinche ana ile İspanyol Fatih Cortes baba’nın mutsuz birleşiminden doğan geriye dönülmez, geleceğe ertelenmez ve çözümü bulunmaz türden bir yalnızlıktır. Meksika tarihi, yitirdiği ana-baba-sını, soyunu sopunu arayan ‘insan’ın öyküsüdür. Serüveninin ayrı

* Yalnızlık Dolambacı, Oktavio PAZ, Cem Yayınları İstanbul/1990, Çev: Boz-kurt Güvenç

Page 148: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

148

dönemlerinde Fransa’nın, İspanya’nın, Birleşik Devletlerin ve kendi zorba liderlerinin etkisi altında kalan bu insan, tarih sahnesinde, za-man zaman göz kamaştırıcı şimşekler çakan bir kuyrukluyıldız gibi dolaşır. Neyin ardındadır, o belirsiz yörüngede? Sanırım ki, çok eski-den geçirdiği öldürücü bir yıkım olayına dönmek ister. Zorla kapı dışarı edildiği yaşamın koynunda, güneş gibi yeniden doğmak ister..Yalnızlı-ğımızın kökleri dinsel duygularla birleşir. Bir tür yetimlik, bir “bütün”-den koparılmış olduğumuz bilincinin verdiği belli belirsiz bir acı, coş-kulu bir arayış: Bir uçuş ve geri dönüş. Bizi evrenle birleştirecek olan bağların yeniden kurulması, gibi…”

Sayın Paz; Bir düşünür, eleştirmen, diplomat ve ozan ola-rak, Latin Amerika’nın P.Neruda, L.Borges, Asturias, Ves-concelos gibi edebiyat ustalarından biri olduğunu biliyorum. İspanyol ve yerli kanları taşıyan bir Mestizo (melez) olduğun ve Meksikalı yerli kanına yakın durduğun için olsa gerek, bu bilgece mektubun “biz”e çok aşina geldi.

İspanyol Fatih Cortes’in yüzyıllar önce Meksika’yı işgali ve Aztekli La Malince’yi zorla elde etmesinin (La Chingada) ya-rattığı yalnızlık dolambacını bir başka Meksikalı ozan, “Mek-sikalı gönlünü dağlayan yalnızlıktan / ayırt edilmez bir tutsak olur, çıkar” diyerek ifade ediyor. Bu derin yalnızlık bağımlılığı, se-nin ifadenle “Meksikalı kendisini aramaya itmiştir. Ama ne kendisi olmak ister, ne de kendisi olacak kadar yüreklidir… Meksikalı yalnız-lığını, ondan kurtulmak ümidiyle değil, ondan kurtulma korkusuyla yaşar… Aldırmazlık, boşvermişlik, yaşamı gizleyen ölü maskelerdir. Meksikalı kendini hayat ve ölüme kapamıştır. Meksikalının yaşamı aslında yitip gitmiş ama yitirdiği biçimini yeniden bulacağını ümit eden bir yaşamdır. O yüzden Meksikalı ancak fiesta’sında –ölmüş azizle-rini topluca andığı uğultulu ve coşkulu bayram günlerinde- yalnızlı-ğını unutur, maskelerini atar ve sadece o günlerde kendisi olarak açığa çıkar… Fiesta, yaşamındaki tek hovardalıktır.”

Page 149: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

yALNızLıK LABİrENTİ

149

“Biz”im yıkımımızdan çok önce, Mezopotamya’ya atıf olarak sizin bölgenizin uygarlıklar beşiği anlamında “Mezo-amerika” olarak tanımlanmasını sağlayan Maya, İnka ve Az-tek uygarlıklarının vahşice yok edilmesi, sizin modern tarihi-nizin başlangıcını oluşturuyor. Doğrusunu istersen bu tarihten itibaren yaşadığınız trajik Katolikleşme süreci, Fransız devri-minin etkisi, her seferinde esmer Meryem resimlerinden olu-şan sancakların çekilmesiyle başlayan ayaklanmalar sonunda kazanılan bağımsızlık, yeni kurulan cumhuriyetin oligarşiye dönüşmesi, yozlaşma, batıcılık ve pozitivizmin tahribatı, ye-niden maneviyata dönüş arayışları gibi acıklı Meksika tarihin-den “biz”e benzeyen o kadar çok tema var ki… Uygarlığınızın yıkımı sonrasında oluşan görkemli yorgunluk, La Chingada psikolojisi, maskelerin ardına gizlenen derin yalnızlık ve fies-tasıyla Meksika, Atlantik ötesinin Türkiyesi gibi…

Biz de o görkemli yorgunluğu yaşıyoruz Senyör Paz! Bi-zim de bir tür La Chingada travmamız var. Dinimiz ve Ana-dolumuz dışında birçok şeyimizi kaybettik. Biz de “suskun ve kederliyiz…” Bizim de Batı’lı zorbalardan sonra yerli zorbala-rımız hiç eksik olmadı. Bizde de egemen elitler, Avrupa hay-ranlığı ve yerli nefretine sahip. Bizim aydınlar da “biz”i hiç sevmedi Bay Octavio; sizden farklı olarak, bizim yalnızlık la-birentimiz güven yitimi ve unutma temelinde oluştu. Borges’in diliyle, “unutmanın affetmek” olduğunu bile bile, kendi trav-mamızı hatırlamayan bir tarihsizliğe mahkum edildik. Bizde maskeler taktık; dinselliğimiz, cinselliğimiz, ideolojilerimiz, statümüz, paramız ve yoksulluğumuzdan maskeler yapıp duru-yoruz. Bizim La Chingada’mız, iğfal edilmişlik duygusu ola-rak şekillenmedi. Çünkü sömürge olmadık hiçbir zaman ama biz de “güven yitimi” olarak yerleşti. Kendimize, birbirimize, inançlarımıza, ülkemize, toprağımıza… Devlete, Tanrı’ya… Her şeye güvenimizi kaybettik. Bizim burjuvazi de devletten

Page 150: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

150

doğdu ve şimdi de devlete el koymaya çalışıyor. Yeterli oldu mu bilmem ama Bay Paz, Meksika’yla aynı enlemdeyiz işte. Ve siz bunca serüvenden sonra, NAFTA üyesi oldunuz ve biz de Avrupa Birliği’nin kapısındayız.

Bereket ki, biz kendimizi yaşama ve ölüme kapatmadık. Hala yaşıyor ve çokça ölüyoruz. Yaşamı da, ölümü de seviyo-ruz. Bu bizim yalnızlık dolambacının diyalektik değil, para-doksal oluşunu da açıklıyor sanırım. Ne tam anlamıyla kapa-nıyor, ne de açılıyoruz. Topluca kutladığımız bayramlarımız yani fiestamız yok bizim. Parçalı, çoğul ve çelişik birarada-lıklar toplumuyuz. Aynı anda sevinç, acı, hüzün, aşk ve nef-ret içeren bir kutup yıldızımız var. Hem çalışkanız hem tem-bel, hem kederliyiz hem sevinçli, hem zenginiz hem yoksul…

“Meksikalı, kendini açıklarken saklama gereksinimi duyar” diyor-sunuz. Biz, kendimizi hem açıklar hem de saklarız. Çünkü biz imparatorluğumuzu yenilmeden kaybetmiştik Bay Paz. Tam ve kesin olarak teslim olmadan yıkılmıştık. Yaşadığımız travma; İmparatorluğu kaybedip imparatorluk fikrini kaybetmediğimiz için, muharebeleri kazanıp, savaşı kaybettiğimiz için, güveni yitirip umudu yitirmediğimiz için sizden farklı olarak şizof-ren sonuçlar yarattı. Biyopolitiğimiz ve sosyal genetiğimiz, ya-şadığımız tahribatın izleriyle doludur. Her sorunu kendimize yoldaş kılar, her acıdan yeni bir düzen kurabiliriz, Senyör Paz. Biz yeri gelir “düğüne gider gibi ölüme gideriz”, gün olur “kardeş katlinden devlet ebed müddet”e ulaşırız. Biz “sever, kavuşama-yız, aşk olur”, Bay Paz ve biz bu “aşkı göğsümüzde bir kurşun gibi taşırız”… Ne denizlere ne yıldızlara merak duymayız. Çünkü en çok birbirimizi merak ederiz, ‘birbirimiz’ kör ve sağır eder bizi. Matematiğimiz de, entrikamız da iyidir. Sokaklarına tü-kürdüğümüz vatanımızı çok severiz. En çok kavaklar ve sel-viler altında dinleniriz. Unutmak milli hasletimizdir, biliyor musun? En fazla yarayı hafızamızdan almışız sanki. “Öncesiz

Page 151: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

yALNızLıK LABİrENTİ

151

ve sonrasız” yalnızlığımızı teskin etmek için başvurduğumuz bilinçli bir yöntemdir, unutmak. Geçmişi, sessizce terk eder ve hiç yaşanmamış gibi davranırız. Yıkılışımız üzerine dahi pek düşünmeyiz. Yalan tarihlerle üzerini ustaca örtüp geçişti-ririz. Maskelerimiz de unutmamıza yardımcı olur. Bir tür ka-çıştır bizimkisi… Yalnızca gerçeğimizden değil, geleceğimiz-den bile kaçıyoruz. Aynalardan hiç hoşlanmayız ve bize ayna tutan her şeyden nefret ederiz. Belki de bu yüzden, en kala-balık nüfusumuz renksiz, kokusuz, fikirsizlerdir. Ve unutmak için söze sığınır, yazıyı sevmeyiz. Bedenimizi çok hor kulla-nırız. Ayaklarımızı baş, başlarımızı ayak yaparız. Kolay üretir, çabuk tüketiriz. Ruhumuz acıyla sevinir, coşkuyla hüzünle-nir. Hatırlamak istemediğimiz yıkılıştan önceye –cennete- dö-nüş özlemi ile yetim kalmışlık duygusundan oluşan, geleceğe –belirsizliğe- yürüme zorunluluğu arasında sıkışmış kalmı-şız. Bahsettiğin türden, Eski Yunan’da Achean uygarlığının yıkılışından sonra ortaya çıkan Orpheus inancı gibi, biz de yalnızlığımız ve yıkıntılarımız arasından muhteşem geri dö-nüşümüzü sağlayacak bir yurt özlemi duyuyor, cennet düşleri kuruyoruz. Bilirsin; Orpheus, hem yetim/öksüz, hem boş/hiç anlamına gelir. Dünyanın merkezinden kovulduk ve o mer-keze yeniden varma arzusunu terk etmedik. Bizim yalnızlık labirentimizin tüm odalarında yitik umutlar, kaybolmuş ruh-lar, yok edilmiş düşler var. Şairin diliyle “yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık”tır bizimki.

İşte böyle Senyör!… Paradoks, karmaşa, çöküş ve doğum sancısını aynı anda-şimdi!-yaşayan bir ülkeyiz.

Siz, son beş yüz yılın ‘toprak ve özgürlük’ isyanlarından NAFTA Üyeliği’ne ve NAFTA’ya karşı Chiapas ormanların-daki Zapatista romantizmine geldiniz.

Page 152: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

152

Biz, son iki yüz yılın çöküşünü hala yaşıyoruz. Çöküşün restorasyonu ile ayağa kalkma çabalarının naif ve ürkek kıpır-danışlarını birlikte duyumsuyoruz. Senin ifadenle “benzerlik-lerden doğan anlaşmazlıkların, uzlaşmayı güçleştirecek ölçüde bölücü dinamiği” her şeyimize damga vuruyor..

Senyör Paz, Meksika ve tüm Latin Amerika’nın politiği üzerine gözlemlerinize aynen katıldığımı belirtmem gerek. Hem uzaktan da olsa bildiğimiz kadarıyla sizin ülkeleriniz adına, hem de aynı koşulların benzer diyalektiği bağlamında bizim adımıza, haklı ve gerçekçi tespitleriniz var. Diyorsunuz ki, “…Bağımsızlık, İspanyol egemenliğine son verdi. Ama yerine dik-tatörler, oligarşiler geçti. İspanyol Amerika’sında; bağımsızlık, özgür-lük, demokrasi, endüstri devrimi, yalnızca sömürge düzeninin çıkarcı kalıntılarına hizmet etti. Özgürlükçü demokrasi ideolojisi, tarihsel ko-şullarımızın somut gerçeğini (sömürüyü) yansıtmadığı gibi, onu ancak gizlemeye yaramış; siyasal yalan (politika yapmak) bir kurum olarak geliştirilip anayasa güvencesine dayandırılmıştır. Bu çelişkinin toplum ahlakı üzerindeki olumsuz etkileri ölçülemeyecek derecede derin olmuş, ulusal varlığımızı temelinden sarsmıştır. Yalan dolan düzeni içinde gö-rünüşte son derece rahatsızmış gibi davranırız. Oysa yüzyıllardan beri bir yandan derebeyci oligarşilere kulluk ederken, ötede özgürlükten söz açan yönetimden çekmediğimiz kalmamıştır. Ciddi ve gerçek bir yeni-leşme için ilk önlem olarak yasallaşmış yalana karşı acımasızca savaş açmak zorundayız. Ülkelerimizi turistlerin ve demagogların şirin bul-duğu ören yerleri olmaktan kurtarmak ve gerçekten çağdaş bir toplum yapmak amacımız olmalı. Tepemizdeki yeni buyurganlar, İspanyol sömürgeciliğinden çok başka nitelikteki dış güçlerle bütünleşmiş olup, uluslar arası kapitalizmin çıkarları için çalışıyor.”

Doğru ve acı konuşuyorsunuz, Bay Paz. Bunlar bizim utan-cımız ve ayıbımız. Bizler savaşlarda yenilmeyi dahi, onuruna yediremeyen halklarız. Ama künhüne bir türlü varamadığımız bize yabancı yeni tür düşmanlarla, yeni yöntemler ve araçlarla

Page 153: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

yALNızLıK LABİrENTİ

153

süren savaşsız yenilgilerle baş edemiyoruz işte. Kendimizi sa-vunmak için ya kaybedeceğimiz kavgalarda taraf oluyoruz ya da içi boş hamaset demagojileriyle oyalanıyoruz. ‘Oyun’u doğru okuyup, kendimiz olarak ve geçmişten çok geleceğe odakla-narak düşünmeyi denesek, belki bir çıkış yolu bulabileceğiz. Galiba açık ve net bir ‘biz’ tarifi yapıp, şaşmaz değerlerden ku-rulu -ahlak, adalet, özgürlük, hukuk gibi- prensipleri kararlı-lıkla sahiplenecek yeni nesiller yetiştirmekle işe başlayacağız. Ve tabi, o yalnızlık denen ölümü yenmek için paylaşmayı, gü-veni, umudu ve onuru hiç ama hiç terk etmeyeceğiz.

Ne olursa olsun, ‘Biz’ler Bay Paz, hep varolacağız ve bir gün o ay ışığına tutunan denizlere karışacağız. Şairimiz Ce-mal Süreya’nın dizelerindeki gibi, “demiş ki uçurumda açan çiçek / yurdumsun ey uçurum”

Pancho Villa’ya, Zapata’ya, ‘Şeker Portakalı’ Vasconcelos’a ve – her ne kadar Fransız bağlantısını çözemesem ve ikinci bir Regis Debray olmadığından emin değilsem de- Subco-mandante Marcos’a ve tüm Zapatistalara çok selam, Senyör.

Hoşçakal…

Page 154: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime
Page 155: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

155

“Kara Atena; Batının 10 büyük yalanı”*

Sayın Martin Bernal;

“Eski Yunanistan uydurmacası nasıl imal edildi?” alt başlıklı kitabınız, oldukça ilginç. Samir Amin’in “Avrupa Mer-kezcilik” ve Edward Said’in “Oryantalizm” isimli çalışmalarının yanına koyulacak değerdeki kitabınızın bir çok yönden tarihçi ve düşünürlere ilham verici, kışkırtıcı tezleri var.

Adeta ‘küresel bir resmi ideoloji’ haline getirilmiş olan ‘Batı uygarlığı’ masalının ‘Eski Yunan’ efsanesine dayalı kö-ken iddiası neredeyse bütün dünyada eğitim müfredatlarının değişmez ezberi durumunda. Batı merkezli tarih ve dünya gö-rüşünün ‘bilimsel’ kılıf lı tezler ve bunlara dayalı kitap, film, belgesel, v.b. malzemelerle süslenen propaganda tasallutu al-tında, çok az insan zihnini yalanlara karşı koruyabiliyor. Üs-telik bizim gibi batıcılığın kraldan çok kralcılık olarak ser-gilendiği ülkelerde ‘kral çıplak’ demenin mümkün olan tek yolu, batıya körü körüne düşman olmak ya da bütünüyle red-detmek olunca, yalan ile gerçeği ayırmak daha da zorlaşıyor. Oysa Batı merkezli tezleri sorgulamak ve alternatif gerçeklik-leri gün ışığına çıkarmak için topyekün batı düşmanlığı gibi “Batılı” bir davranış yerine, hikmeti ve hakikati aramak gibi daha makul ve soğukkanlı bir tutuma ihtiyaç var.

* Kara Atena, Martin Bernal, Kaynak yay. İst, 1998.

Page 156: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

156

Bay Bernal, ‘Kara Atena’, işte bu makul yöntem için ör-nek teşkil edecek özellikte bir çalışma. Avrupa merkezci ba-kış açısının ‘Avrupa, Batı, Uygarlık’ gibi kendi üzerine kur-guladığı imajın esaslı bir sorgulamasını yapıyor. Kabaca, Grek – Roma ve Yahudi-Hıristiyan geleneği ve kültürü üzerinde yükseldiği iddia edilen ‘Batı Uygarlığı’ masalının bu genel kabul görmüş kökenlerinin sorgulaması, çarpıcı sonuçlar or-taya çıkarmış. Her şeyden önce, Antik Yunan – Roma – Ya-hudilik – Hıristiyanlık – Aydınlanma – Kapitalizm şeklinde çizilen ve bütün batı dışı toplumlardan ileri ve üstün olarak sunulan Batı uygarlığının tarihi gelişim şemasının bütünüyle yalanlardan ibaret olduğunu ileri sürüyorsunuz. Bu çerçevede ‘Antik – Helen’ uygarlığının, gerçekte 18. yüzyılda kiliselerin de dahil olduğu Avrupa entelektüel çevrelerinde Yunanistan’ın Osmanlı’ya isyanı ile başlayan süreçte ortaya atılıp geliştiril-diği ve daha sonra yine kilise çevreleri ile çatışma içinde olan Gülhaç Tarikatı – Masonluk mahfillerinin ‘Eski Mısır’ kay-naklı tezlerini reddetme çabası içinde olgunlaştığını belirti-yorsunuz. Buna paralel olarak, daha genelde, Almanya’nın ırk temelli kendini inşa sürecinde ‘Saf – Ari’ ırkın kökeni olarak, İngiltere’nin de sömürge amaçları için yerli halkla bağ kurmak amacıyla birlikte inşa ettikleri ‘Hind – Avrupa’ kültürü, dili, Aryan Uygarlığı gibi tezlerin de benzer ideolojik amaçların ürünü olduğunu vurguluyorsunuz. Britanya’yı 1701 – 1901 yılları arasında yöneten Alman kökenli Hanover Hanedanı’n-dan Kral George II tarafından İngiltere ve Almanya arasında kültür köprüsü olması amacıyla 1734 yılında kurulan Gottin-gen Üniversitesi çevresinde geliştirilen bu tezler, ırkçılık ve sö-mürgeciliği meşrulaştırıcı bir Doğu – Batı, kültür, uygarlık ve tarih kurgusuna dayanıyor.

Öte yandan Napolyon’un Mısır Seferi ile başlayan süreçte ise Fransa’da ‘Mısır’ merkezli başka bir kurgu üretiliyor. Fransız

Page 157: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

KArA ATENA; BATıNıN 10 BüyüK yALANı

157

İhtilali ve Napolyon üzerindeki etkileri tartışılmayan Gülhaç Tarikatı ve spekülatif masonluğun eski Mısır dini, hermetizm, Mısır gizemleri, tapınak ve sembollerine olan bağlılıkları, 19. yüzyıla kadar Fransız entelektüelleri çevrelerinde Mısır’ı Batıda gören ve Batının kökeni olarak algılayan tezleri canlı tutuyor.

19. yüzyıl ve 20. yüzyılın ortalarına gelindiğinde bu tezler, bugünkü ortalama Avrupa Merkezci Batı Uygarlığı masalında ittifak ediyor. Batı ve Batılılar üstün ari ırktan, Hind Avrupa dili konuşan, parlak Antik Yunan Uygarlığı’nın yeniden do-ğuşunu simgeleyen ileri kapitalist uygarlığının yaratıcıları ola-rak kendi imaj masallarını tamamlıyorlar. Ve Türkiye dahil, dünyanın bütün çocukları bu masalları okullarda ezberliyor. Aydınları bu yalanlar üzerine fikirler geliştiriyor, siyasetçileri bu uydurmaların hayranı oldukları ölçüde iktidar olabiliyor.

Bay Bernal, kitabınızda bu masalları enine boyuna, ör-nekleri ve tarihi gelişimi ile sorgularken, Eski Yunan’ın Mısır ve Fenike kaynaklı olduğunu, esasen Antik Yunan Uygarlığı olarak anlatılan inançlar, kültür, mimari, felsefe ve dil’in bü-yük ölçüde M.Ö. 2100 ile 1100. yılları arasında Yunanistan’ın Mısır kolonisi olduğu dönemde üretilmiş olduğunu ileri sü-rüyorsunuz. Yine Platon dahil birçok yunan filozofunun Mı-sır’da eğitim gördüğünü, Yunanca’nın üçte birinin Eski Mısır ve Sami dillerine ait kelimelerden oluştuğunu, Girit, Mykene ve İyon (Anadolu) kültürlerinin de aynı etkinin ürünü olarak geliştiğini belirtiyorsunuz. Bu noktada, dikkat çekici birkaç hususa işaret etmem gerekiyor.

Öncelikle, kilise desteğiyle ve Yunanistan’ı Osmanlı’dan koparma sürecinde gelişen Antik Yunan hayranlığının karşı-sına, ısrarla Mısır – Fenike modelini ve nedense sadece Arapça ve Aramice’yi atlayıp ‘İbranice’ye vurgu yaparak ‘Sami’ kökeni öne çıkarıyorsunuz. Bu tavrınız, ‘köklerimde biraz Yahudilik

Page 158: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

158

de var’ dediğiniz kişisel eğiliminizin ürünü gibi görünüyor. ‘Sami’ kavramını, Sami halklarının binde birini dahi oluş-turmayan ( hatta Sami oldukları bile tartışmalı) ‘Yahudiler’e karşılık olarak kullanmanız, Mısır ve Fenike’yi de aynı bağ-lamda bir tür Yahudiler’in etkilediği ve hatta yönettiği uygar-lıklarmış gibi sunmanız bir hayli kuşku uyandırıcı doğrusu. Bu noktada, Yahudilerle Elenler arasında, Yahudilikle Hıris-tiyanlık arasında, Gülhaç Tarikatı-Masonluk geleneği ile Ki-lise arasında ve Katolisizm ile İngiliz Protestanlığı arasındaki çelişki ve çatışmaların, Yahudiler – Gülhaç Tarikatı – İngiliz Protestanlığı’nın Katolisizme karşı ittifakının, bu tarih tezleri ve köken iddiaları konusundaki farklılıklarla ilgisi üzerinde soru işaretleri beliriyor. Sonuçta, taraf ların birbirleri hakkında öne sürdüğü iddialar, Batı dışı toplumlar için bir tür zengin bilgi malzemesi sunuyor. Ancak, öte taraftan Batı da bu konu-larla ilgili her hareketlenmenin bahsi geçen çelişkiler ve taraf-ları ile ilgili bir özel amacı içerdiğini unutmamak gerekiyor.

Son dönemde, gündem oluşturan “Da Vinci Şifresi” isimli kitabın ve ona cevap niteliğindeki ‘Tutku’ isimli filmin, bu saf laşma ve tarihsel çatışmanın Post-Modern örnekleri olduğu düşünülürse, Eski Yunanistan uydurmacasının haklı ve doğru eleştirisinin de, son tahlilde ‘özel’ bir manası olduğunu dü-şünmemek için bir neden bulunmuyor.

Bay Bernal, bu ihtiyat payı ile birlikte, ‘Batı Uygarlığı’ ma-salına içerden ve çok sağlam darbeler indiriyorsunuz. Müs-lümanlar üzerinden tanıdıkları Yunan, Doğu’dan devşiri-len Hıristiyanlık, Sömürgecilikle Asya’nın, Amerika’nın ve Ortadoğu’nun bütün beşeri, maddi ve manevi zenginlikle-riyle geliştirilen endüstri devrimi, aynı süreçte insanlığın bü-tün kadim bilgelikleriyle tanışarak gelişen bilimsel – teknolo-jik devrimler, kiliseye karşı Doğu bilgeliğinin izinde gelişen Aydınlanma felsefesi, hepsinin toplamında oluşan ünlü ‘Batı

Page 159: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

KArA ATENA; BATıNıN 10 BüyüK yALANı

159

Uygarlığı’ masalı işte bu. Özgün olan tek yanı tüm bu hır-sızlıkların kapitalizm için yeniden örgütlenişi… Olumlu yanı ise, tarihsel akışı hızlandırmış olmak. Takdir etmek lazım, yorgun, statikleşmiş ve totolojik bir tekrar içinde çürümekte olan Batı dışı dünyayı uykusundan uyandırıp yeniden hare-kete geçmeye zorladı. ‘Batı’nın insanlık adına tek olumlu ve ilerici rolü de, işte bu.

Bay Bernal, doğrusu bu kitabı bir doğulu, örneğin bir Türk yazmış olsaydı, kimse ciddiye almaz, yüzüne bile bak-mazdı. Ama siz bir İngilizsiniz ve İngiltere’de uzun süredir var olan bir eleştirel bilim geleneğinin içinden geliyorsunuz. Bu nedenle, kitabınız başta Yunanistan olmak üzere, batıda büyük tepkilere neden olmuş. Birçok reddiye yazılmış. Ama yine de, ileri sürdüğünüz sorgulama yöntemi ve savların çürü-tülmesi mümkün olamayınca, suskunlukla geçiştirilmeye ça-lışılmış. Ülkemizde de, üzerinde durulduğunu söylemek zor. Oysa, ‘küreselleşen dünyada, tamda AB’ye girmek üzereyken’ ya da ‘Kıbrıs sorunu vesilesiyle AB’cileri suçlarken, bu kitap çok lazım olabilirdi. Galiba, bizim ulusalcılarda, Avrupacılar ve Amerikancılar kadar ‘batı yalanlarına teşne durumdalar..Her iki tarafta, nedense bu kitabı görmezden geldi. Oysa en azından Yahudi muhiplerinin işine yarayabilir, Tutku filmine karşı yeniden gündem yapabilirlerdi.

Neyse, bay Bernal, ben acizane senin kitabından da cesa-ret alarak uzun süredir amatörce savunduğum ve üzerinde ça-lışılarak bilimsel çerçeveye oturtulması gerektiğine inandığım 10 büyük batı yalanını bu vesileyle seninle paylaşmak istiyo-rum. Tabii ki henüz olgunlaşmamış ve en az batılı yalanlar kadar ispatlanabilir ya da yanlışlanabilir bir takım iddialarım bunlar. ‘Kara Atena’yı da sayarsak, Bay Bernal, tüm dünyayı istila eden bu Batı Uygarlığı yalanının üzerinde bina edildiği 10 büyük yalanı sıralamaya çalışalım:

Page 160: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

160

1-Tarihöncesi İnsan telakkisi:

Avrupa merkezli antropoloji ve arkeoloji çalışmalarının so-yutladığı ilkel insan telakkisi, sosyal evrim süreci ile batılı be-yaz adamı en gelişkin tür olarak yorumlayan insan anlayışının meşrulaştırılmasına dönük bir başlangıç öyküsüdür.

Bu bağlamda, tarihöncesi, ilkel toplum, sosyal evrim, ırk-ların ve dillerin oluşumu gibi konulardaki batılı tezlerin bü-yük bir kısmı bilim dışıdır. Anglo Sakson, Alman ve Fransız antropoloji ve arkeolojisi, özellikle 18. yüzyılda başlayan bu sözde bilimsel araştırmaların sömürgecilikle bağlantılı amaç-ları bağlamında değerlendirilebilir.

Yazının bulunuşundan önceyi ifade eden ve insanın ortaya çıkışı ve gelişmesine dair ortaya atılan her tezin, son tahlilde hipotez olma dışında bir şansı yoktur ve bu manada yanlışlan-ması ya da doğrulanması mümkün olmadığı için, bilimin de-ğil, inancın ölçüleri geçerlidir. Batılı tezler, bilimsel süsü ve-rilmiş modern hurafe ve efsanelerden ibarettir. Bu konularda isteyen istediği başlangıç öyküsüne inanabilir ve hiçbir öykü diğerinden daha üstün, bilimsel ya da doğru addedilemez. İlerde bir gün ‘zaman makinesi’ türü icatlar olup, bu meşhur fantezi gerçekleşirse, sadece o zaman bu konuya dair bilimsel ve gerçekçi tezler gündeme gelebilir. Bunun dışında tarihön-cesine ait tüm batılı tezler, laf-ı güzaftan ibarettir.

2- Antik Çağ yalanları:

Genellikle yazının bulunuşundan İsa’nın doğumuna ka-dar olan dönemi ifade eden antik çağa dair batılı tarih oku-ması, tamamen yalanlardan ibarettir. Bu döneme ilişkin uy-garlığın doğuşu ve kökeni başlıklı tüm tezler, sözü bir şekilde ‘üstün ve yüce batı uygarlığı’na bağlamak için icat edilmiştir.

Page 161: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

KArA ATENA; BATıNıN 10 BüyüK yALANı

161

Antik çağa dair arkeolojik çalışmaların arka planı, arkeo-logların çalışma teknikleri, bulguları yorumlama tarzları ve şablonlarını doğrulama amaçlı okuma biçimleri, son derece gülünç ve hatta çocukça niyetlerin dışavurumu gibidir. Bir ev ya da mezar kalıntısından, bütün bir döneme dair son derece ayrıntılı sonuçlar üretebilen batılı arkeologların hayal gücü, psikologlar için orijinal malzemeler sunabilir.

3- Eski Yunan uygarlığı:

‘Üstün ve yüce Batı Uygarlığı’nın antik kökeni olarak su-nulan Helen- Grek- Yunan efsanesi, Bay Bernal’in hacimli çalışmasının da gösterdiği gibi, tamamen bir uydurmacadır. Yunan uygarlığı olarak sunulan bütün malzeme, Mezopo-tamya- Akdeniz havzasının, özellikle Sümer-Babil, İran, Mı-sır, Fenike ve Anadolu’nun Mora yarımadasındaki etkilerin-den ibarettir. Eski Yunan’ın, bugünkü Yunanistan’dan hiçbir farkı yoktur. Yani, Küçük ve etkisiz birkaç şehir devletinden ibarettir. Yunan filozof ları olarak bilinen bütün isimler, Mı-sır, İran ve Anadolu’da üretilmiş bilgi ve felsefenin kayda ge-çiricisidirler. Ki çoğu yunanlı bile değildir. Yunancayı tarihe taşıyan Büyük İskender’in seferleri olmuştur. M.Ö 300’lü yıl-lardaki İskender fetihleri sayesinde bütün Ortadoğu ve Asya bilgeliği Yunanca dilinde kayda geçirilmiştir. Eski Yunanın tek önemi budur.

4-Pagan Mitoloji:

Mitoloji, çoğunlukla eski Yunan eksenli ve çoktanrılı-pa-gan kültür ve inançların kutsal kitabı muamelesi yapılan bir alandır. Bugünde edebiyat, siyaset, sinema ve belgesel ko-nusu olarak sıkça kullanılan ve daha çok eski yunan mitolojisi

Page 162: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

162

olarak işlenen temalar, semboller ve efsaneler, esasen bütün Ortadoğu’ya ait masallaşmış halk söylenceleridir. Büyük ço-ğunluğu, Homeros’un Odyssea ve İlyada isimli kitabına da-yanır. Ki bu kitabın aslı, Homeros’a ait olup olmadığı da tar-tışmalıdır. Daha da önemlisi, mitoloji, başka bir açıdan antik dönemlerin bilimselliği olan astronominin şifreli dilidir. Dö-nemin bilginleri, tıpkı bugünkü ileri teknoloji sahipleri gibi, sahip oldukları bilgiyi herkesten gizleyerek, kendi kurumsal otoritelerini sağlamışlardır. Din adamları-rahipler sınıfı ola-rak bilinen bu bilginler, aslında siyasal iktidarların ortağı olan bugünkü bürokrat-aydın sınıfa benzer bir konuma sahiptirler. Bu manada, astronomi bilgisini halka astroloji ( büyü ve fal ) olarak sunmuşlardır. Öte yandan batılı bilginlerin eski çağ toplumları için çok tanrılı şablonlar kullanmaları da ilginçtir. Her antik kalıntının başına gidip, buldukları yazıtlar ve hey-kellerden, o toplumların inandıkları tanrıların sülalesini çı-kartmaları, batılı pagan bilinçaltının tarihe ve tüm insanlığa mal edilmesi çabasını yansıtmaktadır. Gerçekte ise, mitolojik tanrılar olarak sunulan isimler ve sembollerin tanrıları değil, kahramanları, önemli kişileri ve kralları ifade ettiği söylene-bilir. Yani eski insanlar, buldukları, gördükleri, korktukları, ya da bilmedikleri her şeye tanrı diye tapan zeka özürlü yara-tıklar değildir. Eski toplumlarda tıpkı bugünkü gibi, büyük devlet adamlarına, ünlü kişilere, saygı duydukları sanatçı ya da bilgelere perestij etmekteydiler. İnsanoğlu, tarihin ilk dönem-lerinden beridir, daima tek bir tanrıya inanmıştır. O tanrının ismi ya da görüngüsü farklı olabilir. İlahi dinler, insanlara bir-den fazla tanrıya inanmayın derken, ilahlık iddiasında bulu-nan yani insanlara hükmeden, mülklerini ve zihinlerini çalarak kullaştıran siyasi otorite sahiplerine boyun eğmeyin demekte-dir. Bunu teolojik düzeyde, Allahtan başka bir şeye olağanüstü güç ya da işlevler atfedilmesi de dahildir. Ki bu manada bugün

Page 163: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

KArA ATENA; BATıNıN 10 BüyüK yALANı

163

diktatörler, kutsal devlet, kutsal mezar ya da kişilere aşırı pe-restij ya da ideolojilere dogmatik bağlılık, tamda mitolojik bir hadisedir ve eski çağlardakinin hemen hemen aynısıdır. Batı bilinçaltı, Kelt barbarlığının pagan izlerini tarihe uyarlanan bir şablona dönüştürmüştür. Mitoloji, esasen antropoloji, ast-ronomi ve sosyal psikolojidir.

5- Roma İmparatorluğu ve Batı:

Roma imparatorluğu, batının politik ideası olarak yorum-lanır. Roma çağı ve düzenine olan ilgi 18. ve 19. yüzyıldaki karmaşa ve çatışmalar döneminde düzen ve istikrar ihtiyacı nedeniyle batılı tarih panteonunda idealaşmıştır.

Mezopotamya-Akdeniz havzasının en batıdaki imparator-luk düzeni olarak Roma ile batının ve Katolik kilisesinin ide-alaştırdığı Roma efsanesi arasında ciddi farklar vardır.

Her şeyden önce, Mısırlı göçmenler ve Anadolu kökenli Etrüskler tarafından kurulan Roma ile bugünkü batılı top-lumların etnik ve kültürel olarak bir ilişkisi yoktur. Aksine, bugünkü Avrupalıların ataları olan Germenler, Normanlar, Vizigotlar, Saksonlar, Romanın kuzeyli barbarlar dediği baş düşmanlarıdır. Bugünkü Avrupa’nın tarihi, M.S 476 yılında batı Roma imparatorluğunun yıkılışı ile başlar.

Bu bağlamda, Grek-Roma mirası söylencesi de bir yalan-dan ibarettir. Roma’nın gerçek mirası Doğu Roma- Osmanlı imparatorluğu çizgisinde devam etmiştir. Avrupa Birliğini ya da ABD’nin küreselliğini Yeni Roma düzeni olarak yorum-layan yaklaşımlarında yansıttığı gibi, bu Roma mirasına sa-hip çıkma çabası tamamen politik meşruiyet ve köken arayı-şının ifadesidir.

Page 164: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

164

6- Antik Mısır, Yahudilik ve Masonluk:

Antik Mısır’a dönük ilgi ve hayranlığın iki farklı kanalı vardır. İlki, Yahudilerin Musa efsanesini kendilerine mal edişi-nin çürütülmesini engellemektir. Yahudiler, M.Ö. 500’lü yıl-larda Tevrat’ı yazarak o döneme kadar Ortadoğu’da var olan bütün dinsel ve siyasi gelişmeleri kendilerine mal etmiştir. En önemlisi, peygamberler ve dini sahiplenmeleridir. Gerçekte, Mezopotamya ve Mısır tarihinde hiçbir önemleri olmayan, hatta bölgeye sonradan gelen bu topluluk, tıpkı bugünkü gibi fitne ve fesat çıkardığı için sürekli dışlanmış ve sürülmüştür. M.Ö 500’lü yıllarda Pers kralı Kyrus, bugünkü Anglo Sak-sonların siyaseti gibi, bu tüccar ve dağınık topluluğu hem kul-lanmak hem de denetim altında tutmak için Filistin’e yerleş-tirmiştir. İşte bu dönemde Yahudi bilginleri ve siyasetçileri, Babil ve Mısır’dan öğrendikleri tüm efsane ve bilgileri der-leyerek Tevrat adı altında İbranice dille kayda geçirmişlerdir. Böylece kendilerin çok daha üstün olan toplulukların tarihten silinmesine rağmen var olmaya devam ettikleri bilinmektedir. Yahudilik, bu sayede Arami, Babilli, Mısırlı peygamber ve öğ-retilerinin adıymış gibi kendini bugüne taşıyabilmiştir. Ger-çekte İbrahimî gelenek ve Musa ile Yahudiliğin hiçbir alakası yoktur. İlahi din, Kuran’ın Hanif ler dediği, tarihi kayıtların Esseniler olarak tanımladığı gelenek üzerinden İsa’nın ve daha sonrada İslam’ın doğuşuna kadar Yahudilerden bağımsız bir çizgide gelmiştir. İşte bu nedenle, Yahudiler, gerek Kudüs’le gerekse de Mısır’la olağanüstü ilgilidir. Zira buralardaki ka-zılarda gerçek peygamber öğretileri ile ilgili kayıtların çıkma-sından kaygılıdırlar. Tıpkı Ölü Deniz yazmalarının Hristiyan iddialarını boşa çıkarması gibi, Süleyman tapınağı yada Mısır piramitlerindeki buluntuların da Yahudi yalanlarını ortaya çı-karmasından endişe etmektedirler. Bu amaçla, hem Kudüs’te,

Page 165: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

KArA ATENA; BATıNıN 10 BüyüK yALANı

165

hem Mısırda hem de bütün Ortadoğu’daki arkeolojik kazılar, Yahudilerce yürütülmekte ya da finanse edilmektedir.

İkinci Mısır hayranlığı kanalı ise Gülhaç tarikatı ve Ma-sonlara aittir. Bunlarda aslında eski Mısır inanç ve bilgeliğinin sürdürücüsü olduklarını iddia etmektedirler. Bu çerçevede, eski Mısır’ın bilimsel bilgilerini ve keşif lerini, hermetik sırlar ha-linde ve şifreli kalıplar içinde devam ettirmektedirler. Bir çok bilimsel keşfin ya da icadın bu tarikatlara üye bilim adamları tarafından yapıldığı bilinmektedir. Bruno, Copernik, New-ton gibi birçok kaşif bilim adamı, hermetik sırların izinde gü-neş merkezli evren biliminin yasalarını geliştirmişlerdir. Gü-neş merkezli kozmoloji, Mısır’dan öğrenilmiştir.

Yahudiler ve masonların Mısır ilgisi, tıpkı eski Mısırda olduğu gibi, bilim adamlarının Mısır etrafında piramitlerin sırrı, sfenks efsaneleri, büyü ve gizli bilgiler gibi, sıradan in-sanların gözünü bağlayacak popüler kılıf ların altına saklana-rak sürmektedir. Gerçekte aradıkları, Mısır’ın uygarlık sırları değil, kendi varoluş ve devamlılık sırlarıdır. Bu sırlar da, ev-renin bilimsel yasalarından başka birşey değildir.

7- Hind imgesi ve Ari ırk yalanı:

Hindistan’ın sömürgeleştirilmesi sürecinde ortaya atılan Hind-Avrupa ilişkisi, bu bağlamda Hind-Avrupa dil grubu, Aryan ırkı, kavimler göçü gibi tartışılmaz kabul edilen şab-lonlar, bir başka meşhur yalanlardır.

Britanya kraliyet sarayı ve Doğu Hind kumpanyasının fi-nanse ettiği bilimsel çalışmaların ürünü olan bu tezler, tama-men sömürgeci amaçların ürünüdür. Özellikle 18. yüzyılda Göttingen üniversitesi çevresi ile başlayan Hind ve Ari ırkı eksenli araştırma ve tezler, bugünkü Hind- Avrupa- Aryan

Page 166: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

166

bağlantılı yaklaşımların temelini atmıştır. Büyük İskender’in fetihleri sırasında meydana gelen büyük kültür karışımının ürünü olan dil ve etnik benzerliklerden yola çıkarak, üstün beyaz ırk, üstün Aryan kavimleri ve üstün çekimli diller şek-lindeki teoriler geliştirilmiştir. Sanskritçe ile batı dilleri ara-sındaki bu benzeşimlerin Hind-Avrupa dil ailesi olarak mo-dellenmesi, ve bu model üzerinden batılıların sömürme amaçlı hedefe aldıkları her ülkede bir Hind-Avrupa dili ve topluluğu bulmaları söz konusu olmuştur. Geçmişte Hindistan, daha sonra İran, Ermeniler ve şimdi de Kürtler ve Kürtçe üzerinde aynı iddialar sergilenmektedir. Uygarlıkların Sami ( yani Ya-hudi?)lerle Arilerin diyaloğundan doğduğu ve geliştiğini öne süren Yahudi- Hristiyan Batı ittifakı yanlısı tezler de, daha özel düzeyde bu ittifakı geri kalan tüm dünyaya karşı meşru-laştırmaya çalışmaktadır.

Esasen dil grupları ve dil ailelerine dair tezler, son derece kuşkulu ve birçok izaha muhtaç eksiklikleri olan ideolojik te-orilerdir. 1800’lü yılların başlarında ortaya atılan bu tezlere karşı, bugün Sauessur, Chomsky gibi çağdaş dil bilimciler, açıkça olmasa da ima yoluyla bu küresel resmi ideolojinin en ‘bilimsel’ iddialarına gölge düşürecek araştırmalar ve tezler ge-liştirmiştir. Ancak açıkça ve cesurca bu dil ailesi saçmalıklarını eleştirmek ve politik maksatlarını ifşa etmek hala tabudur. Bu tabuya karşı başka dil ailesi modelleri ( Ör. Öntürkçe) geliş-tirerek aynı saçmalıkta iddialarla mücadele etmeye çalışan al-ternatif ırkçılıkların da ötekinden bir farkı yoktur.

8- Hristiyanlık: Pavlus-Roma ittifakı:

Batı, Hristiyanlık denilen bir dine inanır. Bu din’in, İsa peygamber tarafından vazedilen İsevilikle hiçbir alakası yok-tur. Hristiyanlık ve İsevilik iki farklı dindir. İsevilik, ilahi din

Page 167: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

KArA ATENA; BATıNıN 10 BüyüK yALANı

167

geleneğinin devamı olarak Museviliğin ihyası şeklinde ortaya çıkmış ve hem Yahudiliğe hem de Roma paganizmine karşı gerçek evrensel tevhid öğretisini tashih etmiştir. İseviliğin, tıpkı Musevilik gibi devamı ve son hali İslam’dır.

Hristiyanlık ise, Pavlus tarafından kodifiye edilerek Roma devletine ihale edilmiş tamamen politik bir akımdır. M.S 320’li yıllarda, Pavlus’un amacı doğrultusunda Roma bu akımı resmi ideolojisi yapmış ve doğu eyaletlerinde sağlayamadığı düzen, istikrar ve itaati bu yolla sağlayabilmiştir. Hristiyanlık, daha sonra Kilise yoluyla batının bütün politik ve ekonomik yöne-limlerinin ideolojik aracı olma misyonu üstlenmiştir. Bu mis-yon, doruk noktasına sömürgecilik döneminde ulaşmış ve farklı mezheplerin temsil ettiği farklı kavimlerin politik ihtirasları bu öğretinin diliyle kendini meşrulaştırmıştır.

Doğu kiliseleri, kısmen de olsa İseviliğe dair izler taşı-makla birlikte, Hristiyanlığın resmi konsül kararlarına bağlı-lıklarını görünürde de olsa sürdürmektedirler. Ancak açık olan şudur ki, Hristiyanlık, asla İsevilik değildir. İseviliğin sembol-lerini kullanan, Kendine özgü yarı pagan bir dindir. Müslü-manlar, özellikle ezilen dünyada, bu gerçeği ve ayrımı vur-gulayan bir misyoner faaliyete girişmek zorundadırlar. Latin Amerika, Hristiyanlıktan arındırılmalı ve İsevileştirilmelidir. Hristiyanlık, İsa adına uydurulmuş bir batılı pagan yalanıdır.

9- Doğu ve Batı imajı:

Oryantalizmin ısrarlı çabaları ile tüm dünyaya kabul etti-rilen Doğu ve Batı imajı başka bir büyük yalandır.

Özetle, Batı; akıl, bilim, teknoloji, birey, özgürlük ve iler-lemedir; Doğu ise, ruh, duygu, cemaatçilik, gelenek, dinsel-lik ve despotizmdir, şeklinde kategorileştirilen doğu ve batı

Page 168: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

168

algılamasının arka planı üstün batı uygarlığı masalının en önemli malzemesidir.

Gerçekte, batı olarak sayılan tüm özellikler doğuda, doğu olarak sayılan özelliklerde batı da vardır. Yani bu tür genelle-meler, hiçbir bilimsel ve etik ölçüye uymayan iddialardan iba-rettir. Örneğin, Doğuda birey ve toplumla, batıda birey ve top-lum telakkileri farklı olabilir. Ama bundan yola çıkıp, doğu toplumcu, batı bireyci gibi sonuçlara ulaşmak, bu sonuçlar üzerinden doğuyu uygarlaştırmak gerektiğini eklemek için-dir. Aynı şey, diğer doğu batı imajları içinde geçerlidir. Me-sela, Batı da büyüye inanır, rafine bir totaliterlik vardır, din-dar ve seküler cemaatçilik orada da egemendir vb…Sentez ve köprü özelliği nedeniyle, oryantalist doğu ve batı imgelerinin tümüyle işlevsiz olduğu Anadolu, Osmanlı, Türkiye coğraf-yası, ya da Avrasya bölgesi, bu doğu ve batı kategorik ayrım-larının ne kadar uydurma olduğunun en büyük ispatıdır. Or-yantalist bir uydurma olan doğu ve batı imajı, maalesef, doğulu aydınlar tarafından bile kabul görmüştür. Bu imajın sahteli-ğini vurgulamak yerine, aynen kabul ederek, sadece tersin-den doğunun üstünlüğünü ileri süren bir ideolojik mücadele içindedirler. Oysa bu ayrımı kabul etmek, batı uygarlığı yala-nını kabul etmektir. Doğu ve batı, bir yön ve kültürel farklı-lık manasında masum ve gerçekçi farkların adı olabilir. Ama iki ayrı ve bir birinin zıddı uygarlık telakkisi olamaz. Doğu ve batı arasındaki kültürel farklar doğunun da batının da kendi içindeki kültürel farklardan daha keskin değildir. Ki bu do-ğaldır. Ama batı uygarlığını doğudan kopartıp, ayrı, özgün ve üstün kılmak için uydurulan doğu ve batı imajları, doğal de-ğil, yapay ve kötü niyetli bir yalandan ibarettir.

Page 169: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

KArA ATENA; BATıNıN 10 BüyüK yALANı

169

10- Batı, kapitalizm ve Modernlik:

Batı ile özdeşleştirilen modernlik, endüstri devrimi, bi-limsel-teknolojik keşif ler, reform ve aydınlanma süreçlerinin hasılasıdır. Ancak bu süreçler, batı dışı dünyanın, Ortadoğu, Asya ve Amerika’nın yerli kültür ve uygarlıklarının ürünüdür. Avrupa, sadece bu evrensel birikimin hırsızlık yoluyla mekanı olarak yer almıştır.

Modernlik, tıpkı M.Ö 7 binli yıllardaki tarım devrimi gibi evrensel bir sıçramadır. Mezopotamyadaki tarım devrimi, o dönemin birçok bölgesinde yaşanan değişimlerin bir sentezi ve birikimi halinde gelişmiştir. Modernlikte aynı şekilde Akde-niz’de gelişmiştir. Ancak sadece Avrupa’ya mal edilebilecek tek şey, kapitalizmdir. İnsan emeği ve doğanın sömürüsüne dayalı sermaye merkezli bu düzen, evet, batıya aittir. Ancak moder-nlik, insanın akla, bilgiye ve yeteneğine dayalı daha ileri bir uygarlık aşaması olarak, bütün insanlığa aittir.

Batı ve modernliğin farklı olgular olduğu, daha doğrusu bir batı uygarlığı olmadığı ve modernliğin mekanı olması ne-deniyle batının modern uygarlığın sahibi ve yaratıcısı gibi dav-ranmasının bir insanlık suçu olduğu söylenebilir. Bu manada, batı dışı modernliklerin gelişmesi ve yeni katkılarla uygarlığın ilerlemesi için, önce bu batı merkezli uygarlık-modernlik-çağ-daşlık yalanının tasallutundan çıkmak gerekmektedir. Bilim, akıl, teknik, özgürlük, piyasa, (yani gerçek piyasa) demokrasi, insan hakları, dünyanın her yerinde ve her toplumda insan ol-mak hasebiyle kökleri bulunan evrensel değerlerdir. Batı, bu de-ğerlerin sahibi gibi davranarak dünyaya pazarlamaktadır. Oysa sadece kapitalizmin sahibidir ve insanlık bir gün kapitalizmi sahibine iade edecektir. Gerçekte, kapitalizm, akıldışı, piyasa düşmanı, Tekelci yani piyasa karşıtı, imtiyaz ve üstünlüklere dayalı, eşitlik, adalet ve özgürlük düşmanı bir sistemdir. Peki

Page 170: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

170

böyle bir sistem, nasıl sayılan modern değerlerin de sahibi ol-duğunu ileri sürebilir? Aksine, modernlik, kapitalizmin ve Batı’nın yenilmesi ve yıkılmasını sağlayacak en önemli silah-tır. Üçüncü dünya aydınları, yıllarca batıcılıkla batı düşman-lığı dışında bir modernlik perspektifi geliştiremedikleri için-dir ki, bu değerler batıya tapulanmış, batı da dünyaya hiçbir şekilde sahip olmadığı bu değerleri satarak geçinmeye alışmış-tır. Batının geçim kapısını elinden alarak kapitalizmiyle baş başa bırakmak, batı dışı dünyanın ve batıdaki anti-kapitalist unsurların en önemli entelektüel uğraşı olmak durumundadır.

Evet Bay Bernal, ‘Büyük yalanları’ daha da çoğaltmak ve günümüzdeki yalanlarla artırmak mümkün. Şimdilik bu te-mel yalanlar, en azından batıya dair bir fikir oluşturmaya yeter. Esasen, ülkemizdeki çağdaşçı batıcıların birazda olsa namuslu olanlarının uyanması için bu yalanlar yeterli. Ama dertleri ül-kemizi ve toplumumuzu gönüllü sömürge yapmak olanlar için ne dersek boş. Üstelik batıyı yeni keşfeden eski doğucuların neo batıcılığı sayesinde, batıcıların taze bir kendine güven dö-nemi yaşadığı günümüzde, bu daha da zor.

1204 yılında Latinler, kutsal haçlı savaşı adı altında Bi-zans’ı işgal etmiş, yakıp yıkarak yağmalamış, kiliselerde rahi-belere tecavüz etmiş ve 70 yıl boyunca bin bir zulüm ve bar-barlıkla Doğu Roma’yı yönetmişlerdi. O dönemde en moda akım neydi bilirsiniz; Latin hayranlığı. İşgalcilerle uzlaşan Bi-zans soyluları Latince okullar açma, Latin kültürünü öğrenme ve yayma yarışına girmişlerdi. Mezhep değiştirip Latin Katolik-liğine geçiyor, geçmişlerini ve Ortodoksluğu aşağılıyor, Latin müziği, Latin yemekleri, Latin giysilerini moda yapıyorlardı.

Bütün dünya gibi, ülkemiz de nerdeyse iki yüz yıldır aynı süreci yaşıyor.

Page 171: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

KArA ATENA; BATıNıN 10 BüyüK yALANı

171

Bin yıldır insanlığın başına bela olan batılı barbarlığın engellenmesi ve yok edilmesi mücadelesi de sürüyor. Bu ne-denle, önce teoride batı uygarlığı yalanlarını deşifre etmek, pratikte ise kapitalizmi tarihe gömmek gerekiyor. Bu insan-lık çapında ve insanlık için en kutsal, en önemli ve hayati bir davadır. Bu dava için, niyetin başka olsa da, önemli malzeme-ler sunan kitabın için sana müteşekkiriz. Siz Yahudiler, Gül-haç/Tapınak şövalyeleri tarikatçıları, Protestanlar, Katolikler, Avrupalılar ve Amerikalılar, aranızda her konuda kavgaya de-vam edin, bu noktada elimizden gelen her şeyi yapmaya ha-zır olduğumuzu bilmenizi isterim. Yeter ki, bir birinizle uğ-raşın, bir birbirinizin kirli çamaşırlarını açıklayın ve bizden, tüm insanlıktan uzak durun…

Hoşçakalın Bay Bernal…

Page 172: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime
Page 173: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

173

‘Mısırlı Sinuhe’ *

“Dağ başında rastladım aksakallı birisinebin yıllık bir halıya bin yıldan beribağdaş kurmuş bir çınar gibiydisordum ona, aşk ne ustam hayatın sırrı ne?tepeden tırnağa aşığım benkoskoca bir hayat var önümde;dedi; ‘sevda kuşun kanadındaürkütürsen tutamazsınökse ile sapanla vurursunda saramazsınhayat sırrının suyunuçeşmelerde bulamazsınansızın bir deli çaydaniçersinde kanamazsın’”

Cem Karaca, Töre Albümünden

* Mısırlı Sinuhe, Mika Waltari, roman, Türkiye yay. ilk baskı; İst. 1955.Yeni baskı; IQ yay, İst, 2002.İlgili kaynaklar: Musa ve Tektanrıcılık, S. Freud, bağlam yay.Musa ve Yahudilik, Hayrullah Örs, Remzi kitabevi.Ortadoğu Mitolojisi, Samuel Henry Hooke, İmge yay.Tevrat- Eski Ahit, Kuran-ı kerim, Yahudilik, israiloğulları ve Musa ile ilgili ayetler, Özellikle bkz, Bakara,136-141

Page 174: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

174

Bay Sinuhe,

Sahaf larda, yer tezgahında rastladığım bir romana adını veren kişiliğinle tanışalı aslında uzun zaman oldu. Yıpranmış, sayfalarının bir kısmı yırtılmış karton kapaklı romanın yazarı Mika Waltari, Finlandiyalı bir filozof ve ilahiyatçı. İlgimi çe-ken ilk şey, romanın Türkiye yayınevi’ adlı bir yayınevince 1955 yılında basılmış olmasıydı. Yıllar önce ilk okuduğumda, Freud’un 1938’de yayınladığı ‘Musa ve tektanrıcılık’ isimli ki-tabında Yahudiliğin ilk kaynağı olarak betimlediği antik Mı-sır’ın aykırı firavunu Akhenaton dönemini ele alması ve adeta Freud’un tezlerini romanlaştırmış oluşu aklımda kalmıştı. Ay-rıca, Mısır sarayı ve Firavunun özel hekimi, başkomutanın gizi ajanı, imparatorluğun ‘derin devlet’ görevlilerinden biri, adalet ve barış yanlısı tektanrıcı bir kişilik olarak çizilen ‘Sinuhe’ tipi de başlı başına orjinaldi. M.Ö. 1375-1345 yılları arasını, yani bugünden neredeyse 3500 yıl öncesini konu edinmesi, adeta zaman yolculuğu duygusu yaşatan sade ama gerçekçi anlatımı romanın bir başka özelliğiydi.

Ancak, bu mektuba konu edinmemin başka bir sebebi var, o da şu; Sinuhe, hayat ve ölüm, Tanrı ve insan, aşk ve acı, sa-vaş ve barış, iktidar, güç, ihtiras, zenginlik ve yoksulluk, isyan ve itaat... İnsanlığın yaşam serüveni adına ne varsa, hepsinin üstüne düşünen, neden ve niçin’lere cevap arayanlar için, bili-nen cevapları tarihin derinliklerine inip canlandırarak çarpıcı bir şekilde hatırlatıyor. Güneşin altında değişen ne var? soru-suna ya da hayatın sırrına dair o kadim sorulara ve cevaplara dair ‘bir mavi sızı’ hissi veriyor.

Sinuhe,

İnsanoğlunun ilk uygarlık havzalarının büyük nehirle-rin verimli kıyıları olduğunu biliyoruz. Ancak Mısır ya da Nil, birçok tarihçiye göre, Sümer ve Babil’le eşdeğer bir ilk

Page 175: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

MıSırLı SİNUHE

175

menba özelliği taşıyor. Aynı zamanda Hitit, Fenike, Akad, İon siteleri ve Mikene( Girit) gibi uygarlıkların da en önemli esin kaynağı. Özellikle, batılıların kendilerine kök seçtikleri ve ‘Yunan’ olarak adlandırdıkları, gerçekte ise, tarihçi Hero-dot ve Solon gibi İon f lozof larının seyahatleri sayesinde, Batı Anadolu İon site devletlerinin ilham merkezinin antik Mısır olduğunu belirtmek gerek. Bu özelliğinin yanında, Tanrılık iddiasındaki kral tipi olarak ‘Firavun’ geleneği, onun bürok-ratik mekanizması olarak ‘Haman’, yani din adamı/Rahipler sınıfı ve tabii Nil’in verimli kullanımına dayalı sulama bent-leri, barajlar, tarım, kentleşme, mimarlık gibi birbirini geliş-tiren o döneme ait ileri bilim ve teknik kullanımından oluşan gelişkin devlet yapısı gibi özellikleriyle antik Mısır, büyüle-yici bir uygarlık durumunda. Tabi, ‘tektanrıcılık’ yani ilahi/kitaplı büyük dinlerin, İbrahimî geleneğin en önemli halka-larından Yusuf ve Musa peygamberlerin nübüvvet vatanları olarakta, ayrı bir önem taşıyor.

M.Ö. 1370’li yıllarda, 15.ve 16. sülale olarak bilinen Asya/Kafkas kökenli Hiksos’ların yıkılışından sonra iktidar olan 18.sülale döneminde Mısır yerel tanrıları ve Kıpti Asabiyesi öne çıkıyor. Re ya da Amon/Atum (Mısırın ilk kralı, ilk yara-tıcı, güneş) isimli tanrı, Osiris (ölüm sonrası yargılama tanrısı), Mot (ölüm), Hopi (Nil), Horus(Şahin) Baal (Boğa) gibi birçok diğer tanrıdan oluşan çoktanrılı teolojiye paralel bir siyasi/eko-nomik düzen var. Saray, tapınak ve garnizondan oluşan üçlü iktidar sisteminin ilk ve en gelişkin modellerinden biri ola-rak antik Mısır İmparatorluğu, köle emeğinin kullanımı yani yabancı veya yoksul kitlelerin bayağı görülen tarım ve hizmet işlerinde zorunlu çalıştırılmasının organizasyonu açısından da, kapitalizmi aratmayan bir gelişkinliğe sahip. 18.Sülale’nin Mısır’ı yeniden toparlayıp, aşağı ve yukarı Mısırı birleştirdik-ten sonra, Nubya (Bugünkü Sudan-Somali-Eritre), Suriye,

Page 176: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

176

Mitanni (güney Anadolu) gibi bölgeleri fethetmesi, büyük bir dönüm noktası oluyor. Emperyal yayılma, beraberinde siyasi ve sosyal düzen kadar teolojik bir değişimi de zorluyor. Bu sü-reç, çoktanrıcılığın büyük bir ‘merkez Tanrı’ etrafında yeni-den yorumlandığı III.Amonafis döneminde ‘Aton’ isimli bir ‘büyük Tanrı’ inancını gündeme getiriyor. Aton, ilk başta bü-tün tanrıların reisi olan bir tanrı. Egemen unsur olan Kıptiler, bu dönemde Sami halkları ve zencileri aşağı gören bir üstün-lük ideolojisi geliştiriyorlar. ve Aton işte bu üstünlüğün sim-gesi. M.Ö. 1375-1358 arasında hüküm süren Firavun Aman-hotep döneminde bu ‘Aton’ inancı köklü bir reform geçiriyor. Amanhotep ismini ‘Akhenaton’ yapıyor, başkent olarak yeni bir kent inşa ederek ‘Akhetaton’ adını veriyor. Firavun Ak-henaton, çok tanrıcılığı reddediyor, Aton’u güneş değil, gü-neş üzerinden her şeye enerjisini veren ‘büyük ve tek kudret’ olarak tanımlıyor ve bu tek büyük tanrının, hakikat ve ada-letin tanrısı olduğunu ilan ediyor. İnsanlar arası eşitsizliği or-tadan kaldırmak için bir dizi reforma girişiyor; zenci, beyaz, arap, zengin, yoksul, köle, efendi ayrımlarını kaldırıp tüm in-sanların Tanrının eşit çocukları olduklarını savunuyor. Amon ve diğer tanrıların tapınaklarını, heykellerini yıktırıp, malla-rına el koyuyor. Aşağı tabakadan herkesin okuma yazma öğ-renmesi için seferberlik başlatıyor. Sihir ve büyüyü yasaklıyor. Tanrı’nın tasvirinin yapılmasını engelliyor.

Ne var ki, Akhenaton’un bu teolojik devrimi, sosyolojik bir tepki ile karşılaşıyor. Eski düzenin temsilcileri olarak ra-hipler ve üst düzey komutanlar, bu yeni ‘Din’ ve düzene is-yan ediyor. En önemlisi köleler ve diğer aşağı tabakadan kit-leler de yeni dinden hoşlanmıyor. Durumlarından hoşnutsuz olmakla birlikte razı olduklarını gösterip, bu adil ve eşit dü-zenin kendilerini yeni sorunlarla baş başa bırakacağını düşü-nüyorlar. Ve art arda patlayan isyan ve kargaşalıklardan sonra

Page 177: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

MıSırLı SİNUHE

177

rahiplerin ve askerlerin temsilcilerinden oluşan bir koalisyon, firavunu zehirleyerek tasfiye ediyor. Mısır tekrar eski düze-nine dönüyor. Aton ve temsil ettiği her şey siliniyor, başkent yıkılıp yağmalanıyor ve eski başkent Teben’e geri dönülüyor.

Din dili ve dinsellik görünümü ile süren iktidar ve düzen kavgasının bu orijinal örneği, gerek birçok uygarlık tarihçisi ve filozofu, gerekse Freud gibi, Yahudilik üzerine kök araş-tırmalarına yönelen sosyal bilimcilerin çalışmalarıyla daha ay-rıntılı bir şekilde irdeleniyor. Yeni arkeolojik araştırmalar, bu döneme dair bulguları gün ışığına çıkardıkça, daha ilginç bil-giler de edinebileceğiz.

Sinuhe,

İşte bu aykırı firavun Akhenaton’un doktoru ve dostu ola-rak yaşadığın maceranın anlatıldığı ‘roman’ında, bu arkeolo-jik-tarihsel bilgilere koşut bir yaşam serüveni görüyoruz.

Akad kralı Sargon, Hz. Musa ve birçok Mısır firavunun ‘suya bırakılan beşik’ içinde bulunduğuna dair doğum efsa-nesi, senin içinde geçerli.

Yoksulların hekimi Senmut ve karısı Kipa, seni nehirden gelen bir sandık içinde buluyor. Sana anne babalık ederek bü-yütüyor ve ‘Hayatın evi’ denilen kutsal tapınağın okuluna kay-dediyorlar. Okulun mezuniyet töreninde tanık olduğun bir olay, inançlarını sarsıyor; Başrahibin, kutsal, dokunulmaz, tar-tışılmaz tanrı ‘Amon’un heykelini tükürüğüyle temizlediğini görünce, o yerleşik kutsalları sorgulamaya başlıyorsun. Gide-rek, rahiplerin ve sahte tanrıların bir sosyo-ekonomik düzenin ‘kılıfı’ olduğunu keşfediyorsun. Din’in iktidarın maskesi ola-rak kullanımı, Aton’a inanan firavun Akhenaton’la tanışmanla birlikte, onun inancına ilgi duymana yol açıyor. Bu arada ikti-darın diğer iki sacayağı, başrahip Eje ve başkomutan Harem-hab ile de tanışıyorsun. Firavunun başkomutanı Haremhab

Page 178: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

178

(ki Akhenaton dan sonra Firavun oluyor) “ gerçek Mızrak-ların ucundadır” diyen bir savaşçı olarak, Suriye de çıkan bir isyanı bahane ederek savaş çıkarıp bu ortamda güçlenmek is-tiyor. Haremhab, sana gizli bir görev vererek, Suriye, Babil, Mitanni, Hitit ve Girit yolculuğuna çıkartıyor. Bu yolculuk-lar boyunca, farklı toplumlar, uygarlıklar ve inançlar üzerine gözlemler yapıyor, çeşitli maceralar yaşıyor ve tabi görevinin icabı olarak bu ülkelerin askeri ve siyasi yapısı hakkında bil-giler topluyorsun. Babil’de esir bir Giritli kızı, Minea’yı kur-tarıyor ve aşık oluyorsun. Girit’in deniz tanrısına inanan ve onun için düzenlenen yıllık boğa dansı töreninde kendini ona kurban etmeye adamış olan Minea’yı, bundan vazgeçiremiyor-sun. Girit’teki tören sırasında Minea’yı kurtarmak için gizlice tapınağa girince, aslında bir fırtınayla kayaların arasına sıkış-mış büyükçe bir deniz yılanının kovuğu üstüne tapınak inşa edildiğini ve uzun yıllardır rahiplerin bu ‘Tanrı’ya canlı in-sanları kurban olarak sundukları gerçeğiyle karşılaşıyorsun. Üstelik bir süredir bu yılanın ölmüş olduğu ve Tapınağa su-nulan genç kızların geri dönmemesi için, rahiplerin onları içe-ride öldürdüğünü öğreniyorsun. Tabi Minea’nın bıçaklanmış cesedi başında yaşadığın şok, seni Aton’a biraz daha bağlıyor. Mısıra dönünce Amon ve Aton taraftarları arasındaki iç savaşla karşılaşıyorsun. Akhenaton safında halka ekmek ve silah da-ğıtıyorsun. Bu iç savaşta Amon rahiplerinin başı Eje ile ordu-nun komutanı Haremhab, “Mısır elden gidiyor, bu deli Fira-vun düzeni bozdu” düşüncesiyle ittifak yapıyor ve seni zorla onu zehirlemeye mecbur ediyorlar. Firavun ölünce, her ikisi de istediğini elde ediyorlar ve eski düzen kuruluyor. Halk saf değiştiriyor. Az kalan Aton taraftarları katlediliyor. Bir süre sonra Haremhab Hititleri yenip Muzaffer komutan olarak ken-dini firavun ilan ediyor. Sen ise, Aton inancını, adalet, eşit-lik ve barışı savunmaya devam ediyorsun. Haremhab, sana,

Page 179: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

MıSırLı SİNUHE

179

‘düzeni bozmana müsaade etmeyeceğim’ diyerek seni sürgün edip, göz hapsinde tutuyor. Yalnız bir şekilde yaşamaya mah-kum iken, işte bu anılarını yazıyorsun. Anıların, Saray entri-kalarını ve iktidar çatışmasını geçmişin derinliklerinden bu-güne çağrışımlar yaptırarak bize resmediyor. Örneğin, Mısır aristokrasisinin bakış açısını yansıtan Kraliçe Teje’nin “İyilik ve kötülük yoktur. Yapabildiklerimize iyi, yapamadıklarımıza da kötü deriz” şeklindeki sözleri, bugünün güç sahiplerinin felsefesini de özetliyor. Savaşlar ve katliamların sonucu olarak halk kit-lelerinin güce tapar hale gelişi, cehalet, hurafe ve batıl inanç-lara sığınması, bugün de sürüyor. Güç sahiplerinin zeka dolu büyük oyunlarını, devletler arası hegemonya mücadelesini ve hepsinin tam ortasında yer alıp ta yalnızlaşmayı, yalnızlaştıkça ‘minea’ şahsında yaşadığın aşkın tek insani eylem olarak seni başka bir pencereden bakmaya yöneltişini, bizimle paylaşıyor-sun. Mika Waltari’nin zihninde can bulan bir roman kahra-manı olduğunu biliyoruz, ama eminim, tarih boyunca Sinuhe, ya da bir çok Sinuhe’ler yaşamıştır ve hikayeleri seninki gibidir.

Bay Sinuhe, dikkatimi çeken diğer bir konuya değinmek is-tiyorum. Romanda, kölen ve sadık dostun ‘kaptah’ tipi ile bu-günkü Yahudi tipi arasında ilginç benzerlikler var. Senin adına ve sana rağmen paranı çalıştırması, buğday spekülasyonu ve benzeri yöntemlerle zenginleşmesi, komutan Heremhab adına Hititlerle savaş sırasında Suriye’ye geçip, Hititlilere bir şekilde kurtlanmış arpa satarak Hitit savaş atlarını telef etmesi, bu hiz-meti karşılığında Haremhab’tan, tüm Suriye ve Mısırın liman-larında ticaret tekeli imtiyazı alması vs. vb. gibi maceraları var. Yani Kaptah’ın, sana ya da Mısır ordusuna bazı konularda yar-dımcı olup, daha önemli konularda büyük tavizler, imtiyazlar koparmak, sonra o imtiyazları kullanarak daha önemli adım-lar atmak gibi ‘politika’ları, bugün için de hiç yabancı gelmi-yor bize... İsrail’in terörle mücadelede istihbari, teknik ya da

Page 180: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

180

eğitim türü yardım teklif leri veya ABD’deki Yahudi lobisinin bazı konularda- nedense ABD ve İsrail için de tehdit sayılan Rusya ya da Fransa nüfuzu altındaki Ermeni lobisi ile ilgili so-runlarda-sözde destek politikaları karşılığında yapılan alışve-rişlere çok benziyor. işte bu ‘Kaptah’ tipi ve tabii romanda ge-çen dönemin Musa öncesi Hz. Yusuf dönemi olması nedeniyle Yahudilik- İbraniler meselesi kafama takıldı... Aslında, roman boyunca, Yahudilerden İbranilerden ya da onların inançların-dan hiç bahsedilmiyor. Yazar, -ki kendisi Lutheryen kökenli bir Hristiyan- herhangi bir spekülasyona meydan vermemek ve Freud gibi aforoz edilmek istememiş olabilir. Ancak, bahsi geçen dönem, kimi tarihçilere göre Hz. Yusuf ’un yaşadığı dö-nem olduğu ve Aton’culuğun da Hz. Musa’dan hemen önce gündeme gelen İbrahimî dinin bir yorumu olduğu göz önüne alınırsa, ilginç sonuçlara kapı açılabilir.

Bu noktaya değinmemin sebebi, kutsal kitaplardaki kıs-saların arkeolojik verilerle birlikte yeniden yorumlanmasının bugün için son derece önemli sonuçları olacağına dair inan-cımdan kaynaklanıyor.

Bu bağlamda, ileri sürülen yeni iddia ve tezlerin önemli olduğunu düşünüyorum.

Örneğin, Freud ve birçok Yahudi tarihçisi, ‘Akhenaton ve Aton İnancı’nı Musa’nın ve Museviliğin önceli, habercisi ola-rak tanımlıyor.

En önemlisi; Akhenaton’dan sonra, M.Ö. 1300’lü yıl-larda yaşadığı varsayılan Hz. Musa ve Musevilik ile Yahudi-liğin arasında son derece ciddi farklar bulunuyor. Tıpkı, Hz. İbrahim, İshak, İsmail, Yakup ve Yusuf gibi, Hz. Musa’da ön-celikle Yahudi kabilelere mensup değildi. Hz. İbrahim büyük bir ihtimalle Keldani, Hz. Musa’da mısırlı idi. Musa, kıptice bir isim olup, oğlan çocuğu- sudan gelen çocuk gibi manalara

Page 181: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

MıSırLı SİNUHE

181

geliyor.( Bazı firavun isimlerinde Musa-Moses eki bulunu-yor; That-Moses-Tatmos, Ra-Moses-Ramses, gibi). Musa, aslında Mısır’daki alt tabakalardan unsurların karışımından oluşan taraftarlarını Mısırdan çıkartıp bugünkü Filistin böl-gesine getirdiğinde, oradaki kildani, Arami, kabilelerle bir-leştiriyor.. Musa ve Mısırdan gelen toplulukla, Akad, Babil, Fenike bölgelerinden göçen halklar, Musa’nın önderliğinde bir araya geliyorlar. Aton, İbranice Adonai, Fenike/Suriye di-linde Adonis ile aynı, Yahudilerin tanrısı ve volkan cini ola-rak bilinen kanlı-korkunç bir tanrı olan Yahve ve Babil, uga-rit, mitanni, Akad ve Arap bölgelerinde bilinen El-Elohim gibi tanrılar, Hz.Musa’nın İbrahimî gelenekten devraldığı ve Mısır da Akheneton döneminde yaygınlaşan ‘tektanrı’ inan-cında birleştiriliyor. Bahsi geçen karışık toplulukların isyan-ları, yoldan çıkışları vb. maceralarını gerek Tevrat gerekse ku-ran-ı kerimden biliyoruz. Ancak, bütün bu serüven sonunda küçük Yahudi kabilelerin Musa’nın tektanrısını ‘Yahve’-’Ya-huva’ haline dönüştürüp, kendilerine mal ederek tarihte tu-tunma çabaları söz konusu oluyor. İlerki tarihlerde, Hz. Sü-leyman’ın İbrani krallığı, onun M.Ö. 922’de ölümünden sonra ikiye bölünüyor. kuzeyde İsrail krallığı, M.Ö. 722’de Asurlu-larca fethediliyor ve ilk sürgün yaşanıyor. Güneydeki Yahuda krallığı ise M.Ö. 587 tarihinde Babil kralı Nabukednazar ta-rafından yıkılıyor ve ‘Babil sürgünü’ başlıyor. M.Ö. 516 tari-hinde Pers kralı Kyros, Babili fethedince, Yahudi sürgünlere Filistine dönme izni veriyor. Pek azı geri dönüyor. İşte bu dö-nemler boyunca biriktirilen efsane ve mitler, kayda geçirili-yor. Sonuçta, Hz. Musa’nın Mısırdan çıkışından takriben 800 yıl sonra M.Ö. 500’lü yıllardan itibaren geçmişe dönük ola-rak kayda geçirilen bu metinler kimi bilginlere göre birkaç yüzyıl içinde defalarca tadilattan geçirilerek bugünkü Tevrat metni oluşturuluyor. Ortadoğu Mitolojisi, efsaneleri, Babil,

Page 182: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

182

Akad, Hitit, Kildani ve Mısır söylenceleri toplanarak oluş-turulan bu kitap, Tanrı, Yahve, Yahuda, Yakup (israel), onun oğulları, Musa ve Tanrıyla İsrailoğullarının ahitleşmesi gibi temalar etrafında şekillendiriliyor. Bugün ‘ Yahudilik’, olarak bilinen dinin kaynağı işte bu kitap. Ancak İbrahim, Musa ve ikisi arasındaki birçok peygamberin getirdiği mesajlar ve öğ-retiler ile bu sonradan şekil verilip tarihi süreç eklenen Yahu-diliğin aynı şey olup olmadığı konusunda ciddi belirsizlikler var. Musa ve Yahudilik isimli önemli bir çalışması olan Hay-rullah Örs, daha da ileri giderek, ‘İsrailoğullarının bir soydan gel-miş oldukları bir hikayedir. Onlar çeşitli Arami kabilelerden meydana gelme bir birlikti. Yakub’un on iki oğlunun adı, aslında farklı kabile adlarıdır ve her biri bir kişi adı değil, o kabilelere adını veren bir dağ ya da bölge adıdır’ diyor… Örs’e göre- ki, kendisi maşrık-ı azam düzeyinde bir mason üstadı ve ciddi bir araştırmacıdır- İbra-nice lisanı ve onunla yazılmış olan Tevrat, işte bu topluluğun tarihte tutunma çabasının ürününden başka bir şey değildir. Yine Freud, Mısırdan çıkış sonrası birleşen iki topluluğun as-lında iki farklı anlayış, din, Musa ve tanrı telakkisi olduğunu söyler. Tevrat yazılımı arasındaki Yahve’ciler ve Elohim’ciler ayrımının (Tanrıyı bu isimlerle ananlar) da bu iki farklı grubu yansıttığını ekler. Gerçektende Yahveci’lerin yazdığı bölüm-ler, yani yaratılış, tufan, ilk günah, Babil kulesi gibi efsane-ler, Babil sürgünü döneminde yazılmıştır ve Sümer- Babil ef-sanelerinin neredeyse kopyası gibidir. Bu bölümlerdeki tanrı Yahve ise, insana benzer, gezip dolaşan, uyuyan, insanla gü-reşen bir tanrıdır. Sümer-Babil Kral-Tanrılarına benzer. Da-vut ve Süleyman zamanında yazılan Elohim’cilerin bölümle-rinde ise, Tanrı görülmeyen, hiçbir şeye benzemeyen, elçiler aracılığı ile insanlarla konuşan yüce bir varlıktır. Bu bölüm-lerde Yusuf, İbrahim ve Musa ön plandadır. Bu bilgiler ışı-ğında birçok araştırmacı, Yahudilikle Museviliğin, Yahudi

Page 183: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

MıSırLı SİNUHE

183

kabilelerle, peygamberlerin, İbrani krallığının, Davut ve Sü-leyman’ın ayrı çizgiler ve olgular olduğunun altını çizmiştir. Hayrullah Örs, Ortadoğu bölgesinde, uygarlıklar kurmuş, im-paratorluklar yönetmiş nice büyük toplulukların yok olup bu-gün arkeoloji konusu olmalarına rağmen, onlar kadar önemli ve büyük bir topluluk olmayan Yahudilerin hala var kalma-sını ‘Tevrat’a ve Tevrat üzerinden geliştirdikleri bu efsaneleri ve İbrahimî gelenek ve Musa Dinini kendilerine mal etme-lerine bağlar. Freud’da, Yahudi topluluklarının, çevrelerinde olup biten efsane ve Mit’leri kendilerine mal ederek, çok es-kilerde yaşadıkları acıları, travmaları bastırıp daha sonra ‘Ya-hudilik’ şeklinde(Tevrat) nevrotik bir saplantı olarak dışa vur-duklarını belirtir. Özellikle ‘Tanrının seçilmiş kavmi’ ve ‘vaat edilmiş topraklar’ efsanesinin, bu tarih boyunca süren aşağı-lanmanın-önemsizliğin tersine çevrilmesi, narsistik şişinme yoluyla nevrotik psikolojinin aşılması ve böylece kendini var-kılma-korunma-yaşamını sürdürebilme çabası olarak açıklar.

Bütün bunların bugün için anlamı ne olabilir peki? Tabii ki konumuz Yahudilik değil ve Yahudi toplumunun inançları da son tahlilde kendilerini ilgilendirir. Biz Müslümanlar, Ku-ran-ı kerimde anlatılan kıssaların tarihsel yönüyle değil, me-sajı, hikmeti ve felsefesiyle ilgileniriz. Bu manada Hz. İbra-him geleneğinin devamcısı olarak Musevi (ve İsevi) çizginin son-kâmil şekli olan İslam’a inanırız. Yani, bizim için teolo-jik anlamda mesele gayet açıktır ve hallolmuştur.

Ancak, olayı teolojik düzeyden politik düzeye taşıdığı-mızda, bu mevzuların mana ve mahiyeti farklı bir anlam ka-zanıyor. Bugün bir yandan tek dünya hükümeti heveslileri, öte yandan Ortadoğu da harita değişimleri gibi çabalarla karşı karşıyayız. Her iki düzeyde süren bu çabalar, bir şekilde bahsi geçen topluluğun, onların bu teolojilerinin, sonradan ekledik-leri Kabala mistisizmi ve benzeri heretik söylem ve inançların

Page 184: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

184

eşliğinde sergileniyor. Durum, son derece politik bir sorunun metafiziği düzeyinde güncelleşiyor.

Ayrıca, son yıllarda iyice yaygınlaşan gerek sinema film-leri, çizgi filmler ve belgesel filmlerin gerekse bestseller kitap-ların bıkmadan konu edindiği ‘Mısır’ uygarlığı, Süleyman’ın mührü( yüzüklerin efendisi) piramitlerin sırrı, Musa ve Köle İbranilerin acılı çıkış öyküleri, farklı varlık düzeylerinde ge-lecek efsaneleri (Matrix, Avatar) gibi mevzuların bu kadar sık işlenmesinde bir gariplik seziliyor.

Küreselci güçlerin ve müttefiklerinin bugün yaymaya çalış-tığı metafiziğin kaynağı, yani Mısır-piramit egzotizmi, Yahudi Talmud ve Kabala mistisizmi, bunların Ortaçağda sentezlen-miş versiyonu olan Tapınak Şövalyeleri mitleri ve benzeri öge-lerin yeniden üretilip pop-kültür araçlarıyla yayılması kuşku uyandırıyor. İçinde Yahudi güç sahiplerinin de olduğu kü-resel güçlerin bu ortak metafiziği, hem kadim din ve inanç-ları sarsmak, şüphe uyandırmak hem de yeni ve nihilist/kao-tik/heretik inanç ilke ve işaretlerini yaymak için kullanılıyor gibi. İşin ilginci, tüm bu popüler kullanım sırasında, dünyanın efendileri, orta dünya, dünya krallığı, ve benzeri tüm dünya, yani dünyayı tek bir ülke gibi tasarlayan ifadelerin beyinleri bir şeylere hazırlaması da dikkat çekiyor. İşte bu nedenle, bu-gün için Yahudilikle Musa, Musevilik ve Mısırı; Mısır antik uygarlığı ile her tür heretik metafiziği ayırmak, geçmişte de bugün de sayıları az ama uyanık, zayıf ama güçlenmeye çalı-şan, sapkın ama doğru yolda imiş gibi yapan bu şeytani güç-leri teşhis ve teşhir etmek çok önemli. Umarım, insanlıktan yana araştırmacılar, küresel İsrailiyatın yörüngesinden çıka-rak, gerçeği bulma çabasına yönelir ve bu konularda daha so-mut bilgilerle bizleri aydınlatırlar.

Page 185: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

MıSırLı SİNUHE

185

Sinuhe,

Başta da belirttim, sana bu mektubu aslında hayata ve ölüme, aşka ve acıya dair ‘o mavi sızı’ adına yazıyorum. Ko-nudan saptım, kusura bakma.

Üçbin beşyüz yıl sonra bugün, işgal altındaki ‘Babil’de işgalci askerlerin ev baskınlarını gösteriyor Tv’ler. Erkeklerin başlarına çuval geçiriyor, kadınları hayasızca itip kakıyorlar. Ana babalarının bu halini seyreden çocukları da gösteriyor kamera. Gözlerindeki o korkuyu, titreyen o çelimsiz vücut-larını, ağlamaktan bile korkan o dehşet ve şok hallerini sey-rediyoruz tüm dünya olarak. Bütün insanlığa dehşet salmak ve itiraz ederseniz sizi de böyle yaparız mesajı vermek için çe-kiyorlar bu sahneleri..

İnsanlara sürekli yeni davranış kalıpları aşılanıyor, güce, zenginliğe ve bunlara sahip olanlara öykünme davranışları. Gi-derek onlara boyun eğme, itaat etme ref leksleri..Hiç bir zaman sahip olamayacakları bir yaşam satandardına öykünme, giderek tapınma…Eğlence ve tüketim alışkanlıkları üzerinden gücün tanrılarına kurban verme geleneği hortlatılıyor. İnsanlar yine bedenlerini, ruhlarını, emeklerini, umutlarını kurban ederek bir şeyler elde etmeye alıştırılıyor. Zenginlerin yada ünlü ki-şilerin davranışlarını taklit etmeye dönük rafine bir dayatma sistemi çalışıyor. Kimse kendisi olamıyor. İnsan çoğulluğu ve çeşitliliği, tekrar tek tip köle yığınlarının sıradanlığına dönü-şüyor. Kalıp davranışlar, sözler, düşünceler, ref leksler empoze ediliyor. Daha iyi bir yaşam standardı adına, köleliğe alıştırma deneyleri yapılıyor. Tüm bunlar, sahte tanrılardan oluşan o ka-dim düzeni yeniden kurmak için yapılıyor. Zer (altın)- Zor ve Tezvir ( sahte ve yalan) düzeni, bütün yıkıcılığı ve vahşi-liği ile liberal maske altında ve çeşitli heretik- fetişist perdele-melerle insanlığı esir almaya çalışıyor.

Page 186: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

186

Diyorum ki, sevgili Sinuhe, Aton, Adonis, El, Allah...Rah-man ve Rahim olan…Her şeyi gören ve duyan...O, Iraklı, Af-ganistanlı, Gazzeli çocukları da görüyor ve onların gözbebek-lerinde saklanıyor...Bize bakıyor, ne duruyorsunuz der gibi, neredesiniz, neyin peşindesiniz der gibi, şimdi değilse ne za-man, sen değilsen kim? der gibi...Güçlü olan, zengin olan, güzel olan, yakışıklı olan, bunları size veren ve alan, yaşatan ve öl-düren sadece benim, ne çabuk unuttunuz, der gibi...Evet, O çocuklar bize bakıyorlar, devletiniz, iktidarınız, paranız, ünü-nüz, şatafatınız, sahip olduğunuz ve olmak istediğiniz her şey, işte burada, bende, gözlerimin tam içinde saklı olanın lane-tiyle elinizden gidecek, der gibi...Hayatın ve ölümün sırrını, ‘o mavi sızı’nın esrarını mı soruyorsun, göz bebeklerim de gör-düğün ne peki?, diyor. Sana daha nasıl anlatayım, hangi dil-den konuşayım? diyor. Aşk’ın, adaletin, özgürlüğün ve esen-liğin dilinden de anlamaz olduysanız, başınıza gelen her şeye layıksınız diyor.

O çocuklar, onların o titreyen dizleri, çarpılan elleri, tu-tulan dilleri... Ve o gözleri… İşte o gözlerinden bize, tüm in-sanlığa konuşan dil, Sinuhe, onbinlerce yılın sırlarını, haya-tın ve ölümün sırlarını ifşa ediyor…

Hoşça kal…

Page 187: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

187

‘Yaralı Bilinç’*

“Biz yalnızlıktan doğduk o dağdağalı sudanBiz yani Erdoğan, Ayşenur, Ali ve AhmetBirkaç litre kan, bir hayli kemik, epeyce korkuBuzlu mehtap alçakça kesmişti yolumuzuBütün kapılardan açıkça kovulmuştukSilahımız avucumuza yapışmıştı soğuktaNe kadar korkmuştuk elimizden tutmadılarDoğrudur kendi içimizde daraldığımızKim neyi savundu bilinmez nereye kadarBiz yani Erdoğan, Ayşenur, Ali ve AhmetBaşka bir yalnızlıkta boğulduk / havasızlıktanSanki bir tespih koptu tane tane savruldukKöy köy, bucak bucak, memleket memleketNe solculuğumuz solculuktu ne sağcılığımızKaranlık bir kapı ölüp üstümüze kapandılarKimse bizi sevmedi / ağır kan kaybıyız

Attila İLHAN

Sayın Daryush Shayegan;

Oldukça can sıkıcı ama son derece önemli kitabınızı as-lında okuyalı çok olmuştu. Cevap bugüne kısmetmiş. Derin kavrayış düzeyinizi, İran felsefi geleneğinden beslenmenize, Batı ve modernliğe dair keskin ve objektif gözlemlerinizi ise

* Yaralı Bilinç, Daryush Shayegan, Metis yay.İst. 1991

Page 188: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

188

Fransa’da geçen yıllarınızın kazandırdığı içeriden bakışa bağla-mak acaba doğru olur mu? Bu kadar tarihsel ve temel sorunla-rımıza bu kadar soğukkanlı ve cesurca yaklaşan başka bir Do-ğulu müslüman kökenli ruşenfikr’e rastlamamıştım doğrusu.

“Tarihte geri kalmış, değişimler şenliğine katılamamış, modernliği sindirmekte güçlük çeken uygarlıkların zihin çarpıklığı” ve yaşadık-ları kültürel şizofreniyi esastan ve usulden çözümleyen ana-lizlerinizin büyük çoğunluğuna katılmamak mümkün değil.

Modernliği, Batı’da gerçekleşen ama Batı’ya tapulu bir uy-garlık düzeyi değil, L.Strauss ve G. Child gibi, insanlığın ta-rihsel serüveninde tarım toplumuna geçiş (Neolitik Devrim) çapında büyük bir dönüşüm olarak görmek ve bu niteliksel sıçramanın dünyaya, eşyaya, insana dair herşeye dönük bakış ve ilişkiyi değiştiren sürecini kavramak, yolun başı… İşte bu derin değişim ‘Batı dışı diğer uygarlıkları ise geçmişin büyük anıtları’ haline getiren bir ontolojik kopmaya yol açıyor. T.Kuhn’un ‘paradigma’, M.Foucault’nun “Episteme” kavram-larıyla betimlediği yeni bütünsel kavrayış düzeyi, algılama biçimi ve perspektif ile geçmişi temsil eden uygarlıkların ya-şadığı uyumsuzluk, yarılma ve geç kalmış bilinç, halen yaşa-nan şizofrenik ahvalimizin temelini oluşturuyor.

Diyorsunuz ki; “Biz periferi insanları, farklı bilgi blokları ara-sındaki çelişkilerin zamanın da yaşıyoruz. Birbirlerini iten ve karşılıklı olarak biçimsizleştiren bağdaşmaz dünyalar arasındaki çatlağa düşmü-şüz… Şimdiki zamanla karışan bir geçmişimiz ve geleceğimiz olan bir şimdiki zamanımız var… Ruhsal yaşantımız önce ve Sonra’nın, Sonra ve tarih sonrasıyla hala karıştıkları bir tarih -ötesinde geçer ve ikisinin arasında, kendimizi aynı zamanda bir başlangıçta olan bir Son’a erte-lenmiş buluruz.” Evet, Batı dışı uygarlıklar olarak “Batı” ile öz-deşleşen “Modern Tarih”te tatildeyiz, Bay Shayegan.

Page 189: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

yArALı BİLİNç

189

Sizin tabirinizle, “Galilei öncesi bilinçle Hegel sonrası söylemi ayı-ran uçurum”, Biz’i yaralı formatlamış: Yenilik korkusu, kültü-rel klostrofobi, skolastik köhneleşme, yamalardan oluşan melez kimlikler ve ikinci elden modernlik deneyimleri olarak Batı-lılaşma trajedileri… Bu derin kırılmadan doğan acı gerçekli-ğimiz, kolektif bilinçaltımızın fantazmlarını açığa çıkarıyor. Sonuçta “kendisinin halisünasyonlu övgüsüyle, ötekinin sayıklamalı inkarı, bakışımızı sakatlamış”.

Bu sakatlık, “tikelle, olgusalla ilgilenmeyen, ayrıntılardan yoru-lan, kesinlikten sıkılan, eleştiriden cesareti kırılan toptancı” zihinle-rimizi iyice deforme etmiştir. Sonunda “usanıp, mekanizmaları hakkında hiçbir şey bilmediğimiz yöntemleri, nesneleri ve fikirleri tü-ketmeye koyulduk. Yanılmamızın doruğuysa, önümüze gelen şeylerin doğasında bir ayıklama yapabileceğimize saflıkla kanaat getirmemiz oldu. Tekniği ve ateşli silahları seçip, bunların temelinde yatan laik-leştirici ve yıkıcı fikirleri kahramanca reddetmek... Yani hem şeriatın her yerde varlığına tamamen boyun eğen tam bir Müslüman, hem gi-rişimci bir kapitalist, hem işbitirici bir teknokrat, hem de ateşli bir mil-liyetçi olmak…”

Oysa “İslam Dünyası’nın sorunu, atadan kalma yüklerden, sa-vunma reflekslerinden, entelektüel sıkışmalardan ve özellikle dünyanın tüm sorunlarına hazır cevapları olduğunu zanneden o iddiadan kay-naklanmaktadır… Söz konusu olan alçak gönüllü olmak ve dünyanın İslam’la başlayıp İslam’la bittiğini telkin eden o baş döndürücü ben-merkezcilikten kurtulmaktır.”

Modernleşme sürecine katılamayan ve kavrayacak zihinsel donanımları da olmadığı için “saplantılı bir reddedişin histe-rili dilini” benimseyen Müslüman dünyanın, hem bu redde-diş hem de Batılılaşma adıyla “Seçmeci uyarlama” çabaları-nın son tahlilde yaşanan travmayı derinleştirdiği, üstelik elde olanı, yani Din ve Geleneği de deforme ederek siyasal ya da

Page 190: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

190

sosyal düzeyde bağlamından ve amacından kopuk yama’lara indirgediği doğru. Böylece dini olmayan her sorun dinileşti-rilmekte ve ardından adeta din’e işkence edilerek bu sorunlara cevap doğurtmaya çalışılmakta. “İslam Düşüncesi” üst başlığı verilen bu zihinsel pataloji, sonuçta yapmaya çalıştığı şeyin tam tersini elde etti, yani Din’i sözü dinlenir, saygın ve üst bir ha-kem mercii olmaktan çıkartıp, her tür Batı’lı fikir ve söylemle rekabete zorlanan sıradan ve küçümsenebilir ilahi bir ideolo-jiye indirgedi. Jacgues Bergue’den alıntıladığınız gibi: “Her bir sözcüğün sonu Tanrıya varan Arap dili, gerçeği kavramak için de-ğil, örtmek için doğmuştur.” Din Dili’nin bizde açıklayıcı değil, (modernlikten) koruyucu bir işlev üstlenmesi, sadece “İslam Düşüncesi” adıyla kekeme bir terminoloji üretmedi, aynı za-manda çok tehlikeli bir şeyi, siyaset ve ekonomi düzeyini ahla-kın üstünde gören şaşılığı da üretti. Örneğin; “Din, Ahlaktır” gibi bir söze en çok dindarların karşı çıkması ve “hayır, Din, siyasettir, ekonomidir, vb. “ türden savunma amaçlı demago-jilere yönelmesi, bu tehlikeli bozulmuşluğun göstergesi değil mi? M. Kundera’nın totaliter kitch dediği türden; her şeyi bir varlığın ülküsüne, tek bir amacın aracına, tartışılmaz bir Mi-tos’un şey’lerine bağlamak, modernlikle çarpışma sonrası or-taya çıkan çarpıklıklarımızdan biri… Cemalettin Efgani’den aktardığınız bir söz var ya: “Bütün gece boyunca bir petrol lamba-sının önünde çömelen Müslüman düşünürler kendilerine neden hiçbir zaman “üstü örtüldüğünde bu lamba niye tütüyor?” diye sormazlar.”

Tabi, ikinci elden modernlik olarak Batılılaşma’nın acenta-lığını üstlenen öteki yarımız, yani Batıcılarımızın da durumu farklı değil. Onlar da tersinden yüceltmeler, Mitoslaştırmalar yapıyor. En önemlisi fazladan olarak, Batı’ya kayıtsız şartsız teslimiyetin tefeciliğinden elde ettikleri konumla, içinde ya-şadıkları toplumun kendilerine dönük nefretine karşı Batı’yla kurdukları ajanlık ilişkisi arasında, tükenmek üzereler.

Page 191: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

yArALı BİLİNç

191

Bay Shayegan,

Modernlik ile yaşadığımız büyük çarpışma sonunda çok şeyimizi kaybettik. Ama kendimize haksızlık etmeyelim; On-tolojik yeteneksizliğimizden değil, çok yönlü bir saldırıyla dar-madağın olmaklığımız nedeniyle birçok yönden sakat kaldık. Ancak, İran devrimi sonrası, 1980’li yıllarda yazdığınız bu sa-tırlar, bütün acı gerçekleriyle birlikte, devrim sonrası ortaya çıkan alışkanlık dışı görüntülerin, şiddet ve baskıların sizde yarattığı ek öfke ve hatta tiksintinin ürünü olduğu için galiba, yer yer oryantalist gözlükler kullanmışsınız. Belki şimdi zih-niniz biraz daha sakin tecelli ediyordur. Yine de söylemeden geçemeyeceğim, bizim İslamcı aydınlarımızın son otuz yıllık yazdıklarına bakınca, ya da Batıcılarımızın 80 yıllık çabala-rını görünce insan üzülüyor… Bir kısmını hariç tutarsak, ge-ride bir yığın halisünasyon, sayıklama, histerik çığlık, absürd cehalet örnekleri, anti modern saçmalıklar ya da Batıcı yala-kalıklar, soysuzluklar toplamı duruyor… Bunlar kaç neslimizi harap etti bilmiyorum. Kaç kuşağı oyaladık bu cerbeze külli-yatıyla. Kimse çıkıp da, temelden ve usulden gerçek soruları gündeme getirmedi. Boş tartışmalarla zaten mecruh olmuş zi-hinlerimizi iyice tahrip ettik. Şimdi insanlarımızda ne düşü-necek ne de doğru sorular soracak cesaret kaldı. Her şeyi akı-şına bıraktık. Artık kim Batıcı, kim dindar, kim kâfir, kim Müslüman belli değil. Hatta bu kategorilerin de bir anlamı kaldı mı, doğrusu emin değilim. Doğru, yanlış, iyi, kötü, gü-zel, çirkin, gerçek ve yalan… Hiçbir değer yargımız kalmadı. Tek gerçek olan, bütün bu şizofreninin, patalojik bozulma-nın İslamcı, Solcu, Batıcı, Liberal, Milliyetçi temsilcilerinin akıl almaz bir üleşim kavgasına tutuşmuş olduğu… Yaptık-ları ve söylediklerini ciddiye alanlar, bedeller ödeyip hayat-tan dışlandı ama bu temsilciler kendilerini var eden yaralı bi-linci sürekli kılıcı, derinleştirici sahte söylemleri terk edip ama

Page 192: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

192

onun sırtından elde ettikleri konumlarla ganimet peşine düş-tüler. Ürkütücü bir şehvet düşkünlüğü de peşlerinden gidiyor.

Yani tarih devam ediyor ve bizim, yani Batı dışı en önemli uygarlıklardan biri olarak Müslüman dünyanın “ kültürel şi-zofrenisi”, yeni yan ürünler, ek sonuçlar, travmalar üretmeye devam ediyor. Bakalım çocuklarımız neler görecek…

Bay Shayegan,

“Bizim dünyamız henüz tam anlamıyla büyübozumuna uğra-mamıştır”, diyorsunuz. El hak, modernliğin, bilimsel teoriler üzerinden ve teknolojik ürünlerin dönüştürücü etkisiyle ki-lise dogmalarını yerle bir ettiği türden bir “büyübozumu”nu gerçekten tam olarak yaşayamıyoruz. Bizim çağdaşçılar dahi modernliğin kendisini bir yeni büyü olarak sunup, üstelik ba-şımıza vurarak savunuyorlarken, ‘nasıl çıksın karanlıklar ay-dınlığa?’ Topyekün ve tarihsel düzeyde yaşamamız gereken bir sıçramayı, yani modernleşmeyi, bırakın Batı tecrübesiyle daha az sancılı -ne bileyim din çatışmalarına filan girmeden- yaşa-manın yollarını aramayı, biz iki yüz yıldır bu konuda bile en az on çeşit kavga malzemesi ürettik. İliklerimize ve hatta dü-şünme biçimimize sinmiş olan ‘Aşiretçiliği’ bir türlü aşamadık ve hepimizi ilgilendiren bu insanlık düzeyindeki sorunu dahi gelenekçi ve laikçi şeklinde iki aşirete bölünerek kendi kültü-rel segmentlerimizin tüketici çelişkilerine ekledik. Dediğiniz gibi “Fikirler dünkü fikirler, tavırlar bugünün tavırları” ya da tersi… Bizde dinsel ya da laik dogmaların öyle Aşiret ağaları var ki; “kilise”, bunların yanında bir fiskelik çocuk kalır. Üs-telik Bay Shayegan, bizim dogmalarımız, onları yıkması gere-kenler tarafından korunuyor. Dini ya da geleneksel dogmalar laikler sayesinde, laikçi / çağdaşçı dogmalar da dindarlar sa-yesinde ayakta duruyor. Çünkü bizim dogmalarımızdan ku-rulu bir garip sosyal düzenimiz var. Diyorsunuz ya, “Modernlik,

Page 193: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

yArALı BİLİNç

193

değiştirir, altüst eder, rahatsız eder ve paradoksal olarak kırıp geçmek is-tediği kesimlerin rolünü kuvvetlendirir”…Bizde modernleşme çaba-ları, sadece geleneğin arkaik temsilcilerini güçlendirmedi, faz-ladan birde modernist arkaizm ve sözde bilimci üfürükçüler türetti. Hatta o kadar ki, Cumhuriyetin iyi kötü tecrübesiyle birinciler neredeyse modernliği en iyi anlayan ve uyarlanmaya çalışan kıvama erdiler de, ikincilerden hiç ümidim yok. Tanrı ticaretiyle geçinenleri ‘Allahın yardımıyla’ rezil rüsva etmek artık mümkün, ama modernlik, çağdaşlık, ‘beyaz adam’ olma ticaretine karşı henüz hiçbir formül üretemedik. Sonuçta, si-zin ifadelerinizle “gerçeği mitoslaştırma eğilimi, şeylerin tarihsel bir evrimi sürecinden ziyade, tözel bakıştaki değişmez özlere inanır”. İşte böyle bir girdapta boğulmak üzereyiz.

Aslına bakarsanız, o kadar karamsar olmaya gerek yok. Zira bu girdabın iki bileşeni olarak İslamcılık ve laikçilik ve bu bi-leşenin “alteregosu” olarak Anglofil düzenek, artık tükenmek üzere. En önemlisi muhafazakâr-dindar kitleler, bu girdabın bileşeni olmaktan çıkıp sahici bir modernleşmenin üreticisi ve taşıyıcısı olma potansiyeline sahip kesim durumuna geldiler. Gerçi, eski girdabın yeni bir politik düzenekle tekrar kurul-masına dönük son bir hamle yapılıyor şu sıralar. Sanırım bu “oyun” artık tutmayacak ve Türkiye dinle devleti karşı karşıya getiren ve sonuçta her ikisini de zayıf latarak dışarıya bağlan-maya zorlayan yüzyıllık girdabından çıkarak esenliğe ulaşa-cak. Türkiye’nin esenliği, biliyorsun İran’ı’da, diğer tüm Batı dışı dünyayı da çok yakından ilgilendiriyor.

Bay Shayegan, başta kitabınız için “can sıkıcı” demiştim. Kendimizle yüzleşme geleneğimiz yok, biliyorsunuz. En önem-lisi bizim “eleştirel akla” dair henüz tahammül yetimizde ol-gunlaşmadı. Bu nedenle kitabınızın hem yüzleşme hem eleşti-rel akla dair çarpıcı bir “örnek” olmasına sevinip, bunun ciddi bir tartışma başlatmamış olmasına üzülmek, can sıkıcı geldi.

Page 194: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

194

Hem bizim coğrafyamızdan evrensel kalibrede beyinler çık-masından umutlanıyor, hem de bunca yıldan sonra, bunca de-neyimden sonra hâlâ “bulmaca”yı çözmek bir yana, henüz zor bir “bulmaca” ile karşı karşıya olduğumuzu dahi çok az in-sanın kavradığını düşününce, yeise düşüyoruz. Şairin dediği gibi: “yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe.”

Tarihte ve insanlık ailesinde varlığımız ve hüznâver yürü-yüşümüz elbette sürecek. “Tatil”den dönüp, kaldığımız yer-den devam edeceğiz. Ne dünyanın, ne de ülkemizin gidişatını haramilerin ‘dest-i a’dasına bırakmaya hiç niyetimiz yok. Biz olmasak çocuklarımız yarım kalanı tamamlayacak… “Mo-dernleşme” belki de en çok bu “dava” için biran önce çözül-mesi gereken temel sorunumuz ve bu sorunu da ancak “biz” çözeriz. Çözeceğiz de… C. Süreya’nın dizesinde olduğu gibi: “Son kötü günleri yaşıyoruz belki.”

Son olarak, İran’ın gerçek devrimcilerine, Din adına ya-pılan çirkinlikleri görmüş ama ne dininden, ne de ülkesin-den vazgeçmemiş bütün haysiyetli insanlarınıza çok selam Bay Shayegan…

Hoşçakalın.

Page 195: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

195

“Deli Dumrul’un Bilinci’’*

“Birisi geldi;bir dostun, bir sevgilinin kapısını çaldı;sevgilisi, kimsin a güvenilir er, dedi.Adam,’benim’ deyince, git dedi; şimdi çağı değil;böylesine sofrada ham kişinin yeri yok.Ham kişiyi ayrılık ateşinden başka ne pişirebilir,ikiyüzlülükten ne kurtarabilir?O yoksul gitti; tam bir yıl yollara düştü; sevgilinin ayrılığıyla kıvılcımlar saçarak cayır cayır yandı.O yanmış-yakılmış kişi pişti; olgunlaştı. Geri geldi, gene sevgilinin evinin çevresine düştü.Yüzlerce korkuyla, yüzlerce defa edebi gözeterekkapının halkasını çaldı; ağzından edebe aykırı bir sözçıkacak diye de korkup duruyordu.Sevgilisi, kapıdaki kim? Diye bağırdı.Adam, a gönüller alan, dedi, kapıdaki ‘sensin’.Sevgilisi, madem ki ‘ben’sin, gel içeriye gir, dedi.Ev dar, iki kişi sığmıyor.”

(Mesnevi, c.1, sh.3068-3075)

‘Kendimiz’ üzerine uzun uzun düşünmemiz gereken bir dönemdeyiz. Biz kimiz, nereden geliyor, nereye gidiyoruz? İnsanlık ailesi içinde ve tarihte yerimiz nedir? Hatta gerçek-ten bir ‘Biz’ var mı?

* Deli Dumrul’un Bilinci, M. Bilgin Saydam, Metis Yay. İst. 1997

Page 196: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

196

Psikiyatr doktoru Sn. Bilgin Saydam’ın, ‘Türk-İslam ruhu üzerine bir kültür psikolojisi denemesi’ alt başlığını verdiği ve gerçekten türünün ilk ve özgün örneği olan ‘Deli Dum-rul’un bilinci’, bu sorular üzerine düşünürken başvurulacak bir kaynak niteliğinde.

Yazar, ‘Yaşantıların çökeltisi olarak belleğin çözümlenmesi, bilin-meyenin bilinebilir hale gelmesi, T. Kuhn’un ifadesiyle: ‘Paradigmatik bir sıçrayıştır,’ diyor… Bu bağlamda ‘antik zamanların psikolo-jisi olarak mitoloji, modern zamanların mitolojisi olarak psi-kolojinin yöntemleriyle bilinebilir hale getirilerek bilince dö-külebilir.’ Psikanalizin üstadlarının dediği gibi, eğer mit’ler halkların kitle rüyaları/ fantezileri ise, mitolojik öyküleri çö-zerek bilince dair derin bilgilere ulaşabiliriz.

Türk kültürünün ana kaynaklarından biri olan ve Oğuz Boyları’nın 7-11.yy. dönemine dair serüvenini içeren hikaye-lerden oluşan ‘Kitab-ı Dedem Korkut’un en önemli öykü-lerinden biri olan ‘Duha Koca Oğlu Deli Dumrul Boyu’ işte bu psikomitoloji yöntemleriyle çözümlenince ortaya ilginç so-nuçlar çıkmış.

Sn. Saydam, bu öyküyü tercih etme nedeni olarak, öykü-deki ölüm, ölümlülük, Tanrı gibi temel varoluşsal temaların yanı sıra, şamanistik- animistik göçebe Türk kültürünün İs-lamlaşma süreci ve günümüz Türk-İslam ruhunun oluşum öyküsü hakkında dolaysız bilgiler verdiğini belirtiyor. Bu bil-giler üzerinden Türk tarihinin en önemli dönüşüm süreci ola-rak İslamlaşma evresinin yaşanması ve bu köklü değişimin na-sıl gerçekleştiğine dair önemli ipuçları elde ediyoruz. Böylece Türklerin psikanaliz diliyle çocukluk dönemine ait bir davra-nış tarzının bugün ne anlama geldiği ve bunun nedenleri üze-rine düşünmemizin elverişli bir çerçevesini kurabiliriz.

Page 197: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

dELİ dUMrUL’UN BİLİNCİ

197

Önce çoğumuzun okul kitaplarından hatırlayacağı öyküyü özetleyelim: Olay, Oğuz Boyları’nın yaşadığı Kafkaslar-Doğu Anadolu Bölgesi’nde ve muhtemelen 9-11.yy arası bir zamanda geçer. Deli Dumrul adlı delişmen bir yiğit, kurumuş bir çay üzerinde bir köprü yapmıştır ve buradan geçenden 33 akçe, geçmeyenden ise döve döve 40 akçe almaktadır. Bir gün ya-kın bir obadan çığlıklar ve ağıt sesleri gelir; ‘yahşi bir yiğit’ ölmüştür ve bütün ahali yasa boğulmuştur. Deli Dumrul o yiğidin öcünü almak ister ve onun canını alan kişinin Az-rail olduğunu öğrenir. Atına atlayarak Azrail’in peşine düşer, onu yakalar ve döğüşür. Azrail bu ‘deli kavat’ın elinden kur-tulup Ulu Tanrı’nın yanına gider, durumu anlatır. Deli Dum-rul’un Tanrı iradesine kafa tutması Tanrı’nın hoşuna gitme-miştir ve Azrail’e emrederek Deli Dumrul’un canını almasını ister. Azrail bu defa heybetli ve korkunç haliyle Deli Dum-rul’a görünür ve onu boyun eğdirerek ‘Tanrı emriyle canını almaya geldim’, der. Deli Dumrul çok korkar ve Tanrıya bo-yun eğerek kendisini bağışlaması için yalvarmaya başlar. Tanrı bundan hoşlanır ve Dumrul’a; “cana karşılık can bulursa, ba-ğışlarım’ der. Deli Dumrul önce babasına, sonra annesine gi-derek durumu anlatır ve canlarını kendisi için vermelerini is-ter. Her ikisi de, ‘dünya şirin can tatlı’ diyerek Dumrul’u geri çevirir. Ve sonunda Dumrul’un eşi, elkızı olmasına rağmen canım sana kurban olsun diyerek kabul eder. Fakat Azrail eşi-nin canını almaya geldiğinde, Dumrul Tanrı’ya, yakarır ve; “ya bizi bağışla ya da ikimizin de canını al“ der. Tanrı mer-hamet eder, Deli Dumrul’la karısını bağışlar, 140’ar yıl ömür verir ve Dumrul’un kocamış ana babasının da canlarını alır.

Sn. Saydam, uzmanlık alanı olan psikanaliz yöntemiyle bu öykünün çözümünde temel olarak eril ve dişil ilke analizin-den yola çıkıyor. Deli Dumrul’un şahsında beliren ‘narsistik şişinme’, ana-ata’nın reddi ve ölümü ile temsil edilen ilk ben

Page 198: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

198

olarak dişil ilke/anacıl eylemlilik düzeyinin aşılması ve tek Tanrı fikri olarak İslam’ın temsil ettiği eril ilke/babacıl eylemli-liğe geçiş süreci, psikomitolojik analizin esaslarını oluşturuyor.

Buradaki eril ve dişil ikilemine ait özelliklerin cinsiyetlere ait olmaktan çok her iki cinste de bulunabilen ve insanlık dü-zeyindeki ortak ilkeler olduğunu belirtmek gerek.

Anne/doğa, yani dişil ilke; anne ve doğanın olumlu yaşa-nılan özelliklerini arama motifini yansıtıyor. Çocuğun anne-sinden beklentileri, yani koruma, kollama, taşıma, esirgeme, sarma, ısıtma, besleme, yatıştırma, uyutma gibi eylemlilik tür-leri anacıl eylemlilik olarak tavsif ediliyor. Bireylerin büyü-dükçe bilinçlenen ve bilinçlendikçe açığa çıkan acılarını, bilin-cin kazanımlarını feda ederek gidermek amacıyla ana kucağına sokulma çabasıdır ‘ana’cılık. Bu gereksinim içimizdeki çocuk olarak yaşam boyunca her insanda açığa çıkar.

Çocuk; arayan, soran, bulan, yapan, etken olan erişkine doğru büyür. Böylece ‘ana kucağı’ artık; sıkan, yutan, hapse-den, eriten, rahmine-geriye doğru iten, çocuklaştıran bir iş-leve bürünmüştür ve artık anneden kaçış başlar. Bu anakaç eylemliliktir. Bilinci söndüren bilinçdışından (çocukluktan) kaçma/uzaklaşma eylemliliğidir.

Eril ilke; bilincin oluşması ve ayrıştırıcı, çözümleyici, ta-nımlayıcı, buyurgan bir nitelik kazanmasıdır. Babacıl eylem-lilik, bireyin içinde yaşadığı topluluğun taşıdığı ve fertlerine sunduğu ortak bilinç doğrultusunda mevcut logos (kural) ve nomos (kural)u özümseme yolunda hareketi içerir. Bireysel-leşmenin çekici ögesidir. Anne-çocuk ikili birliğinden ayrı-şarak bireyleşen çocuk-bilinç için bu öge ‘baba’da somutlaşır.

“İnsanlık tarihi boyunca, bilincin oluşumu ve kültürlerin gelişimi babacılık anakaç eylemlilikle mümkün olmuştur. Her insan ve kül-tür zorunlu olarak anacıllık evresinden geçer. Ancak baskın anacıllık,

Page 199: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

dELİ dUMrUL’UN BİLİNCİ

199

doğanın bir alet olarak kavranması ve kullanılmasını, teknolojik geli-şimi, yerleşik düzene geçerek çevrenin egemenlik altına alınmasını, ka-lıcı kent kültürleri oluşturmayı engeller.

İnsanın doğadan (anneden) ayrışarak kendi bilincine varması, (be-şerin sair mahlukattan tefriki) bilinçdışından bilince, doğadan Tin’e, di-şil ilkeden eril ilkeye evrimleşmesidir.”

Bu kavramsal çerçeve, insanlığın gelişim serüvenini de açıklamamızı sağlar. Avcı- göçebe topluluklar doğaya-dişil il-keye tabi, henüz kendilik-insanlık bilincine varmamış şey in-san (Man) aşamasını temsil eder.

Yerleşik düzene geçiş, tarım, teknoloji, organizasyon ge-rektirir ve bunu sağlayan yaratıcı-etken eylemlilik eril ilke-nin/Tinselliğin ürünüdür.

Animistik-şamanistik göçebe Türk Boyları, zihniyet ve yaşam tarzı olarak anacıl eylemlilik aşamasındayken babacıl inanç ve yaşam tarzını temsil eden İslam’la tanışır. Yazarın ifadesiyle, “Babacıl yaşam felsefesi, dişil ilkeden, doğa bağımlılığın-dan, kan ve soy bağından uzaklaşma, özerkleşme ve bireyselleşmeyi getiriyordu. Allah karşısında tek başına sorumlu olmanın gerektirdiği inanç ve ibadetin belirleyeceği bireysel kimlik, aile ya da boy kimliği-nin yerine geçiyordu. Mutlaklığı, tasvir edilmezliği ve benzersizliği/eşsizliği ile ‘Allah’ kavramına vakıf olabilmek, doğanın iç içeliğinde kutsalla birebir ilişkide bulunan animist Türk için çok ileri bir adım, niteliksel bir sıçramaydı.”

Bu teorik şemadan öyküye gelirsek; Oğuz Boyları İslam-laşma süreci yaşamaktadır. Arap-İslam ordularıyla karşılaşan bu göçebe toplulukların İslamlaşması ‘zor’lu ve sancılı gerçek-leşmektedir. Türk boyları, kendilerinden hem uygarlık düzeyi hem de zihniyet olarak güçlü olan bu yeni din mensuplarına boyun eğerler. Ve geçmişlerini, ana-ata kültürlerini terk et-meye zorlanırlar. Ancak bu büyük dönüşüm, göç sürecinde

Page 200: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

200

yeni kültürlere karışarak yok olma-tarihten silinme tehlike-siyle karşı karşıya bulunan Türk boylarına yeni bir can verir ve tarihteki yürüyüşleri, coğrafyadaki yürüyüşlerine paralel ola-rak daha ileri bir keyfiyet kazanarak devam eder.

Deli Dumrul, kurumuş çay üzerine, yani yaşamsal imkan-ları kalmamış sürekli göçerek hayatta kalacakları yurtlar ara-yan topluluğun üzerine, geçim yolu yani köprü inşa etmiş, bir tür zorba liderlik-devlet kurmuştur. Logos (kural) ve nomos (kanun) odur. Ancak sürekli ilerleyen Arap orduları (Azrail) karşısında alınan yenilgiden sonra ‘daha güçlü olana’, İslam’a boyun eğilir. Tek ve kadiri mutlak (Görklü) Tanrı ile tanışı-lır. O’nun otoritesi kabul edilir ve geçmişin terk edilmesi-öl-mesi (kocamış ana-baba) karşılığında yeni ve daha uzun bir ömür (Türk- İslam ruhu) elde edilir. Kritik rol, elkızının, yani Müslüman toplulukların, animist- şamanist Türklerle iyi iliş-kiler ve alışveriş içerisine girerek yeni bir hayat, aile ve yaşam tarzına kapı açmalarıdır.

Özetlersek;

1-Türkler, İslam’ı daha güçlü olduğu ve kendilerine de güç katacağını anladıkları için kabullenmek zorunda kalmıştır.

2-Bu kabul ediş süreci, geçmişten koparak ve ana-ata kül-tünü feda ederek gerçekleşmiştir.

3-Yeni olana uyum sağlamada ‘rahman ve rahim ‘ olan Tanrı’nın merhameti, yani İslam’ın eski Türk ve Asya inanç-larına yabancı olmayan tasavvufi yorumu büyük rol oynamış ve Türkler törelerinin bir kısmını İslam içerisinde de devam ettirme imkanı bulmuşlardır.

Yazar, Türk ruhu’nun dişil ilke/doğa’dan (animist-şamanist göçebe kimlikten), eril ilke/Tinselliğe (yerleşik düzene ve tek tanrılı rasyonel bir zihniyete) geçiş sürecindeki bu özelliklerin,

Page 201: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

dELİ dUMrUL’UN BİLİNCİ

201

bugünde varolan çözümlerin ve aşamadığımız çözümsüzlükle-rin anlaşılmasında birçok ipucu barındırdığını söylüyor. Buna katılmamak mümkün değil.

Öncelikle 18. yüzyıldan itibaren (Viyana bozgunu mu di-yelim?) karşılaştığımız ve bizden daha güçlü ve yeni bir geliş-menin (batı-modernlik) karşısın da geliştirdiğimiz tutumla, Deli Dumrul’un Azrail-Tanrı karşısındaki tavrı arasında do-laysız benzerlikler bulabiliriz. Bugün dahi, geçmişimizi, dini-mizi, kimliğimizi unutma-terk etme eğilimini benimseyenle-rin tavrıyla, Deli Dumrul’un ana-atasını kendi yerine öldürme daveti arasında koşutluk bulabiliriz. Hatta 200 yıllık batılılaşma çabası ve ısrarı ile 1000 yıl önceki Müslümanlaşma –İslam’a giriş tarzı arasında, güç karşısında boyun eğme noktasındaki paralellik de hayli ilginç görünüyor. Batılılaştıkça ‘eski’yi (İs-lam kültürünü) zararsız bir alt kültür olmaya zorlayıcı tutum, acaba İslam’a geçişten sonra şamanizme karşı tutumdan kalan bir alışkanlık olmasın?

Deli Dumrul, basit bir öykü değil de, bizim kaderimizin mitolojik özeti mi? Yoksa kah kolektif benliğimiz, kah hepi-mizin ortalamasının yansıdığı ayna olarak ‘Devlet’ halinde be-liren ve bir toplumsal arketipimiz olarak kendini tekrar eden bir ‘biz-kişi’ mi?

Bireysel kimliklerimiz ve davranışlarımız başta olmak üzere, toplum ve devlet olarak, narsistik şişinme, güce boyun eğme, güce benzemeye çalışma, eskiyi yeniye kurban etme, yeniyi tam kavramadan kabullenme ve hatta fazladan onun coşkulu savunusunu yapma şeklinde özetlenebilecek davranış sıralamasının bizim değişmez psikolojimiz olduğunu söylesek abartmış olur muyuz? Sadece bu sıralamaya uyduğu için bile batı ile ilişkimizin seyrini sorgulamak gerekiyor. İslam’ın da sayesinde artık ‘büyüdüğümüz’, yani kendi bilincimize sahip

Page 202: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

202

olduğumuz, yerleşik düzenler kurup son derece ileri babacıl ey-lemlilik örnekleri de üretmiş olduğumuza göre, artık olgun ve sağlıklı bir topluluk gibi düşünmek ve davranmak zorundayız.

Daha sağlıklı tavırlar geliştirme yetimizi ne zaman kay-bettik? Yön duygumuz, yol-yordam bilgimiz, tinsel ve ruhsal kabiliyetlerimizi nasıl unuttuk? Neden insanlarımızın çoğu ‘yüksekte’ duran her şeye perestij eder hale geldi? Neden ‘ke-rim ve adil’ devletimiz, her yeni politikasına yalakalık yapana fazladan 33 akçe dağıtıp, itiraz edenden döve döve 40 akçe alan Deli Dumrul’a benzedi? Neden çocuklarımız edilgen, uyum-suz, amaçsız, mutsuz, yani tekrar anacıl eylemliliğe dönük ki-şilikler olarak çoğalıyor? Oysa Deli Dumrul boyu olmaktan çoktan çıktık. Bin yıl boyunca engin deneyimler yaşadık. Sa-vaştık, yendik, yenildik. Devlet kurduk, imparatorluk yönet-tik. Onlarca farklı toplulukla karışıp yeni kültürler ürettik. Hep birlikte sevindik, acı çektik. Bir insan/toplumun yaşaya-cağı her şeyi yaşadık. Peki neden hala spastik bir çocuk gibi-yiz? Neden yaratıcı sıçramalar, niteliksel dönüşümler, sağlıklı/bilinçli ref leksler geliştiremiyoruz. Bu kaderi değiştirme cesa-retini ne zaman, nasıl göstereceğiz?

Söze, kendimiz üzerine uzun uzun düşünme ve konuşma-mız gerektiğini söyleyerek başlamıştım. Mektubuma son ve-rirken de diyorum ki; başta devlet ve çok sayın devletlüleri-miz! olmak üzere, bütün ülke olarak şapkalarımızı önümüze koysak, şu ‘sen ve ben’ ayrımlarını bıraksak, zengini-yoksulu, bilgini-cahili, Türk’ü-Kürd’ü, Kafkası-Balkanı ile ‘Biz’ ola-rak kendimiz üzerine enine boyuna düşünmeyi ve konuş-mayı denesek. Şöyle 159., 312. ve 146. maddeler filan olma-dan, sansürsüz sınırsız her şeyi masaya yatırsak. Bunu birkaç yıl boyunca sürdürsek ve bir millet olma tadı, bir devlet olma aklı ile Deli Dumrul ref leksleri ve sınırlarını aşacak sentezler, terkibler, konsensuslar elde etsek. Geleceğimizi hep birlikte

Page 203: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

dELİ dUMrUL’UN BİLİNCİ

203

planlayıp bütün siyasi ve ekonomik düzeni yeniden kursak… Yani diyorum ki şöyle normal, sıradan, insani bir şey yapsak. Anacıl ve babacıl eylemliliğin eril düzeyde aşıldığı uygar bir benlik bilinci inşa etsek…

Kısacası, tarihsel yürüyüşümüzü, varlık ve bekamızı, öz-gürlük ve hukuk istemlerimizi ilk defa dış dinamiklerin insa-fına bırakmadan kendimiz olarak bile isteye ve seve seve ger-çekleştirsek.

Bilmem bu rüyam çok mu narsistik bulunur? Sahi bu ka-dar bittik, tükendik mi biz?

Page 204: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime
Page 205: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

205

“Kızılağaçlar Kralı”*

“...Neyi bekliyoruz böyle toplanmış Pazar yerine/ bugün bar-barlar geliyormuş buraya/ neden hiç kıpırtı yok senatoda/ sena-törler neden yasa yapmadan oturuyorlar? /çünkü barbarlar geli-yormuş bugün /senatörler neden yasa yapsınlar/ barbarlar geldi mi bir kez, yasaları onlar yapacaklar/

Neden böyle erken kalkmış imparatorumuz?/şehrin en bü-yük kapısında neden kurulmuş tahtına? başında tacı törene ha-zır/ çünkü barbarlar geliyormuş bugün /onların başbuğunu kar-şılamaya çıkmış imparatorumuz/ birde koca ferman hazırlatmış/ ona rütbeler, ayrıcalıklar bağışlayan/..ünlü konuşmacılarımız nerde peki/ neden her zaman ki gibi söylev çekmiyorlar? Çünkü barbarlar geliyormuş bugün/ onlar pek aldırmazmış güzel söz-lere/...nedir bu beklenmedik şaşkınlık,

bu kargaşa/ (nasılda asıldı yüzü herkesin)/ neden böyle hızla boşalıyor sokaklar, alanlar/ neden herkes dalgın dönüyor evine? /çünkü hava karardı barbarlar gelmedi/ sınır boyundan dönen habercilere göre /barbarlar diye kimseler yokmuş artık /peki biz ne yapacağız şimdi barbarlar olmadan? /bir çeşit çözümdü on-lar sorunlarımıza.../”

Kavafis, Barbarları Beklerken

Bay Michel Tournier,

Alman şair-filozof Goethe’nin aynı isimli ünlü balad’ın-dan mülhem bu alegorik romanınız, Nazizme farklı bir bakış

* Kızılağaçlar Kralı, Michel Tournier, ayrıntı yay., İst, 1996

Page 206: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

206

sunuyor. Otorite, saf kan, ari ırk, seçkinlik; son derece erkeksi ve sert görünen faşizmin, esasta ‘naif, efemine, körpe bir oğ-lan çocuğu’ imgesi üzerinden tam tersi bir durumun maskesi olduğu tezine yabancı değiliz.

W. Reich’in ‘Faşizmin kitle ruhu anlayışı’nda ya da Salva-dor Dali’nin ‘makyajlı, işveli’ Hitler resimlerinde betimlenen Nazizm’le pasif eşcinsellik arasında paralellik kurma yakla-şımı, belki nefretin duygusallığını taşıyor fakat gerçeklik payı da yok değil.

Goethe’nin ‘Kızılağaçlar Kralı’ isimli baladı, ‘bir babanın ku-cağından oğlunu kapan doğaüstü çocuk avcısı bir dev’i sim-geler. Bu simgeden yola çıkarak kurgulanan romanınızda, II. Dünya savaşından hemen önce sıradan ama düş gücü yoğun bir Fransız olan Abel Tiffauges’in şahsında Nazizm’le ironik ama bir o kadar sert bir mesafeden hesaplaşma serüveni baş-lar. Oldukça karmaşık imgeler, semboller, metaforlarla seyre-den bu serüven, Abel’in Almanlara esir düşmesi ve Prusya’da bir esir kampında Hitler’e adanan körpe erkek çocukların ai-lelerinden toplanarak Nazizm’e hazırlanışına tanıklık edişiyle sürer. Abel, Habil’den geliyor ve göçebeliği simgeliyor. Ro-man kahramanı her tür otoriteye ve kuruma keskin eleştiri-leriyle mesafe koymuş bir ‘göçebe kimlik’, Nazizm ise onun karşıtı, yani Kabil; yerleşiklik ve üstünlük. Paris’teki tamir-hanesinden Prusya ormanlarındaki esaretine uzanan serüven boyunca Abel, ‘ürkünç yazılar’ adını taktığı küçük notlar tu-tuyor. Örneğin, faşizme, savaşa, otoriteye ve Nazi yöneticile-rine dönük öfkesini onlar kadar ürkünç cümlelere döküyor;

“...6 Mayıs 1938. Bugün bütün gazetelerin ilk sayfalarında çar-şaf çarşaf yeni bakanlar kurulu üyelerinin fotoğrafları var. Bir ipten, kazıktan kurtulmuşlar sergisi sanki! Daha önceleri de başka ‘düzenle-meler’de en az yirmi kez hayran hayran seyretme fırsatı bulduğumuz

Page 207: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

KızıLAğAçLAr KrALı

207

bu yirmi iki suratta adilik, alçaklık ve aptallık farklı biçimlerde canlan-mışlar. İçlerinden çoğu zaten aynı bakanlıkta kalmışlar.

Bir ‘Ürkünç Anayasa’ tasarlaman gerek. Giriş bölümü şu altı öneriyi içermeli:

1. Azizlik, tek başına yaşayan, bedensel erkten yoksun olan bi-reye özgü bir niteliktir.

2. Buna karşın, siyasal erk tümüyle Mammon’dan gelir. Siyasal erkle donanmış olanlar, toplumdaki bütün haksızlıklardan, her gün toplum adına işlenen bütün suçlardan sorumludurlar. Bunun için bir ulusun en büyük suçlusu siyasal sıralamada en tepede bulunanı, yani Cumhurbaşkanıdır; Ondan sonra, bakanlar gelir, onlardan sonra da toplum bünyesindeki tüm yetkililer, her biri Mammon’un hizmetinde olan, her biri Kurulu Düzen denen çamurlu magmanın canlı simgesi, her biri tepeden tırnağa kana bulanmış olan hukukçular, generaller, din adamları...

3. Bu korkunç görevlere kesin uyum gösterecek kurumlar oluştu-rulur. Mesleklerin en aşağılığının gereklerini layıkıyla yerine getirmek için, tersine uygulanan bir işlemle ve büyük bir titizlikle, ulusun içinde bulunabilecek en beter pislikten damıtılmış sütübozuk çalışma birimleri kurulur. Bir bakanlar kurulu, bir piskoposlar yüksek kurulu toplantı-sından, en üst düzeydeki tüm uluslararası konferanslardan, en pespaye akbabaları bile kaçırtan bir leş kokusunun yayıldığı kanıtlarla saptan-mıştır. Daha alt düzeydeyse, yönetim kurulları, genelkurmaylar, tüm kurulu düzen örgütlerinin toplantıları, orta derecede dürüst bir adamın bile katılmaktan utanç duyacağı rezil yerlerdir.

4. Bir kişi, kendini yasanın üzerinde saydığı anda yasadışı kalır ve aynı nedenle yasanın korumasından çıkar. Bu nedenle, bir hamam-böceğinin ya da bir bitin yaşamı, herhangi bir erki başkalarına uygu-layan bir kişinin yaşamından daha değerlidir. Milletvekilliği dokunul-mazlığına iyicil bir tersyüz etme uygulanmalı ve bu uygulama her vatandaşa, tüfeğinin namlusuna rastgelen her politikacıya, av belgesi

Page 208: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

208

gerekmeksizin ateş etme hakkı vermelidir. Bu yolda her siyasal cina-yet, Meryem Ana ile cennetteki melekleri mutluluktan gülümseten bir tinsel sağlık hizmetidir.

5. 1875 anayasasına bir madde eklenmesi uygun olacaktır. Buna göre, düşürülen bir hükümetin tüm üyeleri yargılanmadan hemen kur-şuna dizilmelidir. Ulusun artık güvenmediği insanların, ellerini kolla-rını sallaya sallaya evlerine dönmeleri, bir de üstelik kuşkulu bir if lasla perdahlanmış siyasal yaşamlarını sürdürme hakkına sahip olmaları dü-şünülemez. Bu düzenlemenin üç olumlu sonucu olacaktır: Ulusun bu kokuşmuş kanlı irinini yok etmek; aynı kellelerin durmadan her yeni hükümette karşımıza çıkagelmelerini önlemek ve siyasal yaşama en çok gereksindiği şeyi, ciddiliği getirmek.

6. Kendi isteğiyle herhangi bir üniformayı giyen herkes, bunu yap-makla kendisini Mammon’un, yani haksız zenginlik cininin kapıkulu olarak betimlediğini kabullenmeli, dolayısıyla da namuslu insanların her an kendisinden öç alabilme haklarını kullanabileceklerini bilmelidir. Yasa, aynasızları, papazları, park bekçilerini, hatta akademi üyelerini, her mevsim avlanabilecek leş gibi kokan hayvanlar arasında saymalıdır...”

“… 13 Mayıs 1938. İyicil tersyüz etme. Bu işlem, daha önce kö-tücül tersyüz etmeyle tersine çevrilmiş değerlerin yeniden gerçek değer-lerine kavuşturulmaları demektir. Dünyanın sahibi olan şeytan, buy-ruğundaki sürüyle hükümetler, yüksek görevlerdeki devlet memurları, din adamları, generaller ve polislerin yardımıyla, Tanrı’nın karşısına bir ayna tutmuş. Bunu yapınca da sağ sola dönüşmüş, sol da sağa, iyi-liğin adı kötülük olmuş, kötülüğün adıysa iyilik... Karanlıklar Pren-si’nin, yani şeytanın muziplikleri denilebilecek böyle gülünç şeyler ol-madan şeytansı hiçbir şey olmaz... Savaş, gün ortasında Mammon’un yönettiği kara bir törenden başka bir şey değildir…

Not: Arılık düşüncesi, en bilinen ve en öldürücü kötücül tersyüz edilmelerin birinden doğmuştur.

Page 209: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

KızıLAğAçLAr KrALı

209

Arılık, masumluk durumunun kötücül tersyüz edilmesidir. Ma-sumluk, varoluşu sevme, göksel ve yersel besinlerin gülümsemeyle ka-bulü, cehennemsel arılık ya da kirlilikten birini seçebilme olasılığından habersiz oluş demektir. Bu kendiliğinden olan ve sanki doğuştan ge-len azizlikten, şeytan, bunun tam tersi olan ve kendisine benzeyen bir maskaralık üretmiştir: arılık saplantısı. Arılık saplantısı, yaşamdan nefrettir, insana kin duymadır, hastalıklı bir hiçlik duygusudur. Kim-yada arı bir cisim, tümüyle doğala aykırı bu duruma gelebilmek için vahşice bir işlemden geçirilir. Sırtına arılık şeytanı binmiş insan çevre-sine yıkım ve ölüm saçar. Dinsel arılaşma, siyasal temizlik, ırkın arı-lığını koruma gibi pek çok çeşitlemesi vardır bu korkunç izleğin, ancak bunların hepsi, aynı biçimde, hem arılığın hem de cehennemin sim-gesi olan o ayrıcalıklı araç ateşle işlenen sayısız cinayetle son bulur...”

Bay Tournier,

İyicil ya da kötücül tersyüz etme dediğiniz, ‘görüneni’ ‘gös-tergesi’ üzerinden tersyüz ederek okuma çabasının bu başarılı edebi ürünündeki yöntem, insanlığın yaşadığı yeni bir kabusu da anlamamıza yardımcı olabilir. Romandaki ifadeyle, “Mut-lak erk, onu elinde tutan Tiran’ı çıldırtır. Nedeni ise onu nasıl kulla-nacağını bilmeyişidir. Sınırsız bir yapabilme erk’i ile sınırlı bir beceri arasındaki dengesizlikten daha büyük gaddarlık olamaz.”

Nazizm’in ‘sarışın, güzel, ari ırk” iddiasını tersyüz edince ortaya çıkan ‘körpe oğlan’ alegorisi gibi, bugün de tüm dün-yayı kendi gaddarlıklarının esiri yapmaya soyunan ABD-İn-giltere- İsrail küresel faşizminin perde arkasına inmemiz ge-rekiyor. III.Reich’in yani Hitler’in ‘Kutsal roma- Cermen İmparatorluğu’ hayalini, bugün ‘Judeo- anglo küresel Roma imparatorluğu’ kurma hevesiyle taklit eden bu yeni Nazi’le-rin gerçek yüzü nedir? Demokrasi, serbest piyasa, özgürleş-tirme gibi kötücül tersyüz edilmiş söylemler yeterince deşifre

Page 210: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

210

oldu sanırım. Peki, bunların ötesinde, bir ‘Dünya Hükümeti’ kurmaya kalkan bu yeni fallus özentilerinin gerçek özü, asıl suretleri ne olabilir? Acaba mütemadiyen mutlak ve sınırsız, süper güç olma propagandası yapan bu neo-nazilerin tersyüz edilmiş gerçek halleri, göründüklerinin tersine ‘mutlak bir ik-tidarsızlık’ olabilir mi? Bunların, sahip oldukları gücü abar-tarak yarattıkları ‘yenilmez, yıkılmaz, herşeyi kontrol eden Tanrı pozu’nun esasta düşük belli, küçük beyinli ihtirasların örgütlediği iktidar arayışını yansıttığı söylenemez mi? Aslında güçlü, muktedir, mutlak egemen olamayan, ama öyleymiş gibi blöf yapan bu örgütlü çetenin iktidarsızlığı, onlara ‘Tanrı’ gibi değil de oldukları gibi davranılınca büyüsü bozulacak türden bir ‘kral çıplak’ masalına benziyor.

Bay Tuornier,

Biliyorsunuz, bir süredir tüm dünya ‘tek kutuplu dünya’, ‘tek süper güç Amerika’ ve küreselleşme masalı ile uyutulan bir beşiğe dönmüştü. Adeta bir Kızılağaçlar kralı’nın orma-nında yaşıyorduk. Goethe’nin dizelerindeki çocuk, tüm ulus-lar, baba ise devletler konumundaydı sanki;

“Kim bu atlı, rüzgarı geceye katmış giden?

O atlı bir baba; kucağında hasta oğlu,

sımsıkı, sıcacık sarmış onu.

-Neden sakladın oğlum yüzünü?

Nedir korktuğun?

-Bak işte baba, orada kızılağaçlar kralı.

Sırtında pelerini, başında tacı.

-Oğlum sistir senin pelerin sandığın.

-‘Gel tatlı çocuk, gel benimle!

Ne oyunlar oynarız seninle.

Page 211: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

KızıLAğAçLAr KrALı

211

Orada, kıyıda ne çiçekler açıyor, bilsen.

Annem altınlar giydirir sana istersen’.

-Baba, baba, duymadın mı hala,

neler diyor kızılağaçlar kralı bana usulca?

-Tamam oğlum, telaşlanma,

bunlar senin kuruntun,

kuru yaprakların hışırtısıdır duyduğun.

-‘Nazlanma körpe oğlan çocuğu, gel benimle.

Katıl bizdeki eğlenceye

Dans eder kızlarım, şarkılar söyler,

bir dediğini iki etmezler’.

-Baba, baba görmedin mi daha,

kızılağaçlar kralının kızlarını kuytuda?

-Gördüm oğlum, gördüm tabii;

yaşlı söğütler birer insan sanki.

-‘Sevdim seni, çekti güzelliğin beni;

Zorla götürürüm sen istemezsen gelmeyi’.

-Babacığım, tuttu, götürüyor beni

kızılağaçlar kralı!Yardım et, çok yakıyor canımı!

Dehşete kapılan baba sürüyor atını hızla,

inleyen çocuk kollarında

Çiftliğe ulaştığında bin bir güçlükle,

oğlu can vermişti bile!..”

Bay Tournier,

Usta yalanların sihirli rakamları, istatistikler, Amerikan ekonomik göstergelerini, silah gücünü, üretim, ihracat, pa-zarlama oranlarını abarttı. Modern şamanlar olarak medyanın ‘amerikan rüyası’ görmemizdeki başarısı, malum. Bizim gibi

Page 212: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

212

ülkelerin, son derece saf ve sadık bir bağımlılık içinde bütün yumurtaları Amerikan sepetine doldurmaktan ibaret dış po-litikasını söylemeye gerek yok sanırım. Bir de şu, kişisel ka-derlerini Amerika’ya ipotek eden körpelerin sergilediği olağa-nüstü eforu eklemeliyim.

Irak, Afganistan işgali ve Gazze katliamlarında ortaya çı-kan manzara, kralın çıplak olduğunu gösteriyor; Cephede elde edemediği başarıyı Hiroşima barbarlığı gibi yöntemlerle ka-patmaya çalışabilecek karakterde gözü dönmüş bir acizler ve zalimler sürüsü, dünyanın bütün sokaklarında ayağa kalkan muazzam bir insanlık ahlakı ve ‘blöfü gördük’ diyen saklı ira-delerin beklenmedik cesaretini alt alta dizip yukarda ki yalan-ların toplamıyla kıyaslayınca, ilginç bir sonuç çıkıyor: Ameri-ka-İngiltere-İsrail’den oluşan küresel faşizm tanrısı, koca bir yalan ve profesyonel bir blöften ibaret!

18. yüzyılın anarşist filozof ları, ‘şiddet yaratıcı bir tutkudur’ diyorlardı. 11 Eylül sonrası Afganistan’a, ardından Irak’a sal-dırıda somutlaşan ‘İktidarsızlığın şiddet kullanarak teşhiri’, yeni doğumların, yeniden doğumların ebesi olabilir mi acaba?

Ne dersiniz, Bay Tournier, kendini seçilmiş zannedenle-rin evhamı, seçkin ve üstün zannedenlerin ihtirası, kan ve kı-lıç üstünlüğüne inananların terörü, bu zalim ve alçak çetenin aptallığı, bize, bizim gibi ülkelere iyicil bir tersyüz etme ce-sareti hediye edebilir mi?

İyi niyetle ve safça sorduğuma bakmayın, gerçeğin çok da ümit verici olmadığını biliyorum. Tabii ki daha alınacak çok mesafe var. Biliyorsunuz, bizim bütün alıcılarımız neredeyse iki yüz yıldır batıya çevrilmiş. Daha doğrusu batı dışı dünyayı unutmuş, tamamen silmişiz. Kendi çevremize dahi ancak batı dolayımıyla ve batı gözlüğüyle bakıyoruz. O derece bağımlı bir köle haline gelmişiz ki, Irak işgalinde 1 Mart tezkeresi

Page 213: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

KızıLAğAçLAr KrALı

213

reddedilirken, ardından Gazze katliamı sonrası ve en son insani yardım gemilerine yönelik katliam sonrası dahi namlı Ame-rikancılar ve Amerikancılığını yeni öğrendiklerimiz o kadar acınası bir titreme sesi çıkardılar ki, Amerika’dan kopunca yö-rüngesinden çıkıp boşluğa düşerek yok olacak bir uzay gemi-sinde olduğumuzu bize telkin etmeye kalktılar. Demem o ki, bizi hem iliklerimizden korkutmuşlar, hem de öyle bir bağla-mışlar ki, Amerika deniz bizde içindeki balık imişiz de habe-rimiz yok! En kötüsü, bizatihi devletlerimizin bu bağımlılığın mekanı olması. Şimdi, bir fırsat geçti elimize, bağımlılıklardan kopup, bağımsız ve eşit bir taraf olarak düşünme ve davranma fırsatı. Hani insanlar en korktukları şeyle yüzleşince korkula-rını aşar ya, bize sinmiş bu büyük Amerikan- siyonist korku-sunu aşmak için şöyle bir defa onlarla yüzleşmek, karşı karşıya gelmek yeter de artar bile.. Batı büyüsü hazır bozulmuşken, bilemiyorum, iyimser olmanın vakti midir, ama bu şer mev-siminden beklenmedik hayırlar çıkabilir diye ümit ediyoruz.

Bakarsın yarım kalmış hesaplarımız görülmeye başlan-mış, unuttuğumuz hasletlerimiz su yüzüne çıkmış, kendi yö-rüngemize ve rotamıza yeniden girmişiz. Ne bileyim, şöyle önce devletlûlarımız, topluca Hacı Bayram’da Cuma nama-zını kılıp, oradan Hacı Bektaş-ı Veliyi ziyarete gitmiş, ardın-dan Diyarbakır’a geçerek ulu camiinde cemaatle hasbihal et-miş olsa… Başörtülü bir öğrenciyle muhabbet edip, ardından bir Cem Törenine katılsa, Kürt köylüleri ile çay içip Kürtçe bir ağıtı birlikte dinlese… Şöyle Taksim de milyonların katıl-dığı “Biz varız ve buradayız” mitingi yapılsa… Asya’dan La-tin Amerika’ya, New York sokaklarından Londra, Paris, Ber-lin varoşlarına selam göndersek.. Ve bu manzaraya uygun bir yeni sayfa açsak, anayasa, meclis, seçim kanunu, yeni ekono-mik politika, kalkınma ve paylaşma projeleri tartışsak..Şöyle birbirimizin soyunu sopunu, tipini, yaşam tarzını kurcalamayı

Page 214: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

214

bırakıp, emeği, yeteneği, mesleği ile ilgilensek. Ve bir sivil, ger-çekten sivil bir irade çıkarsak bu süreçten. Bir demokratik ve adil kamu inşa etsek, başkanlık sistemi benzeri güçlü bir yü-rütme, yerinden yönetime dayalı idari bir reform ve hepsin-den önemlisi, hepsini yapmak için önce namuslu vatansever küskün kadroların elitleştiği bir kan değişimi…

Bay Tournier, kızılağaçlar kralından artık korkmuyoruz. O ‘çocuk kaçıran büyüsü’ artık bozuldu. “Barbarların sorun-larımıza çözüm olmadığı” ortaya çıktı. Tek korkumuz, bu sü-reçten şu yukarıdaki rüyalarımız yerine, tersyüz olmuş yeni bir faşizmin de çıkabilecek olması. Yine bıçak sırtındayız ve çok az insanın çok basit tercihlerinin kaderimizi belirleyecek olması gibi ironik bir talihsizlik içindeyiz. Onun için ümit-lerimizi korumak ve daha yüksek sesle düşünmek ve konuş-mak zorundayız.

Bizim savaşımız daha yeni başlıyor.

Hoşçakalın..

Page 215: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

215

“Bizans’ın son yüzyılları”*

Perdedâr mikoned der kasr-ı Kayzer ankebutBum nevbet mizened ber tarem-i efrasiyâb(Örümcek perdeci olmuş Kayser’in kasrınaBaykuş nöbet tutmakta Efrasiyab’ın türbesinde)

Fatih Sultan Mehmed

Bay Donald M. Nicol,

Biz, ‘bura’lılar, ‘tarih tekerrürden ibarettir’ deriz. Tarih, aynı olanın biteviye tekrarı… Benzerlerin yeniden sergilenişi... ‘Bura’da zaman ilerlemez, döner. Vakit anaçtır, doğurgandır. Ama doğumla ölüm, başlangıçla bitiş, yükselişle düşüş birbi-rinin diyalektik karşıtı değil, aynı madalyonun iki yüzü gibi-dir. “Bura”sı nere mi? İngiliz atalarınız istilâ ederken Osman-lı’ydı. Doğu Roma’ydı. Siz Önasya dediniz. ‘Burası’ orası işte…

İşte biz ‘bura’lılar, uzun bir süredir birçok yeteneğimiz gibi hafızamızı da kaybetmiş durumdayız. Hani, toplumsal hafıza inançlar, adetler ve kurumlar üzerinden canlılığını korur der-ler ya, biz ‘canlılık’ dinamiklerimizi hoyratça terk etme hasta-lığına yakalanmışız. Sonuçta bırakın bundan sekiz yüzyıl ön-cesini, sekiz yıl öncesini dahi zar zor hatırlıyoruz.

* Bizans’ın Son Yüzyılları (1261-1453) Donald M. Nicol, Tarih Vakfı Yurt Yay., İst, 1999.

Page 216: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

216

Bay Nicol, öncelikle hakkınızı teslim etmek gerek; ob-jektif ve akıcı bir üslubun yazılmış olan eseriniz hafızamızı canlandırdı, bir hayli faydalandığımı söylemeliyim. Özellikle batılı araştırmacılarda pek rastlamadığım bir sezgi yeteneğine sahipsiniz.

Bizans’ın çöküş sürecini, 1204’teki Haçlı Seferi’yle, Latin-ler’in Konstantinopolis’i işgal edip 1261 yılına kadar 57 yıl bo-yunca yönetmeleriyle başlatıyorsunuz. 1054 yılındaki schizma (ayrılış) olarak nitelenen Doğu ve Batı kiliseleri arasındaki bü-yük bölünmeden sonra Doğu Roma olarak yeniden organize olan Bizans’ın, bu istilâ sonrası ‘batıyla’ yaşadığı çelişik ve geri-limli ilişkinin, bugün bizim üzerimizden devam ettiğini gör-mek insanı şaşırtıyor doğrusu.

O zamanki Batı ya da Haçlılar veya Latinler; başta Orta-çağ’ın tüccar-korsan emperyalistleri olarak Venedik ve Cene-vizliler olmak üzere, Fransızlar, Flamanlar, Germenler, Nor-manlar, Lombardialılar ve Katalanlar’ı ifade ediyor. Odağında Roma Katolik Kilisesi’nin olduğu bu Latin Batı ile Ortodoks Bizans arasındaki ayrım, basit bir mezhep ayrımı olmanın çok ötesinde. 1205 yılında Bizanslı tarihçi Nikotas Khoniates’in şu sözleri yeteri kadar açıklayıcı olur sanırım: “Latinlerle aramızda geniş bir uçurum vardır. Bizler birbirinden ayrı kutuplarız. Ortak hiç-bir düşüncemiz yoktur. Onlar, kibirli, kendilerini üstün görme hastalı-ğına tutulmuş, bizim davranışlarımızın sadeliğini ve alçakgönüllülüğünü alaya almaktan hoşlanan kişilerdir. Ama biz, onların kibrini ve küstah-lığını, onların burnunu havada tutan sümük akıntısı gibi görürüz…”

Daha ötesi, Batılılar’ın “Kutsal Haçlı Savaşı, kiliselerin tekrar birleşmesi ve Hristiyanlığın güvenliği” gibi davaları-nın, sizin ifadenizle “açgözlülük, hırs, ticaret, dolayısıyla pek de ide-alistçe olmayan ‘dava’ları ahlâki bir örtü altında gizlemek için pek işe yaradığı”, Latin istilâsıyla açıkça ortaya çıkmıştı. Bu nedenle,

Page 217: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

BİzANS’ıN SoN yüzyıLLArı

217

diyorsunuz ki, “Latin işgali sonrası yeniden canlanan Bizans İm-paratorluğu, varlığını kuzeydeki barbarlara ya da doğudaki kâfirlere (Türklere!) karşı değil, tersine batıdaki Hristiyanlar’a karşı sürdürmek zorunda kaldı”. Bizans’ın ‘Batı’yı stratejik tehdit olarak algıla-ması, Anadolu’daki Türk yayılmasını bir hayli kolaylaştırıyor. Latin istilâsı sırasında imparatorluk merkezi, Nikea (İznik) ve Thesselonika (Selanik) olmak üzere iki ayrı merkezde ve iki farklı hizip olarak işgalci Latinler’le mücadeleye girişiyor. An-cak, Bizans’ın doğal ve gerçek merkezi olarak Anadolu, İz-nik’teki merkezi destekleyerek işgal sonrası Bizans’ın yeniden ihyasında rol alıyor. Thesselonika (Yunanistan) ise Bizans’ın yok oluşuna kadar, hak iddia eden ama Bizans’ı elde edeme-yen bir muhalif rakip olarak kalıyor.

Bu süreç, Bizans’ın tarihsel mirasının ana karakteri hak-kında yeterli bir fikir veriyor. Bizans, her zayıf ladıkça yerine geçmeye heveslenmekten ibaret tarihleriyle, gerek Yunanis-tan gerekse Bulgar, Sırp ve Arnavut krallıkları, hiçbir zaman ‘Bizans’lı ya da Bizans’ın varisi olmamış. Esasen bu ‘ jeopoli-tik’, Osmanlı dönemi ve bugün için de geçerli. Bizans, yüzyıl-larca Balkan güçlerine karşın, kıskançlıkla koruduğu mirasını sonuçta yine Anadolu’da yükselen yeni bir dinamiğe, Türk-lere bırakıyor. İlginçtir, devamı sayılan Osmanlı da, Batı iş-gali sonrası, Bizans’ın İznik’e çekilmesi gibi, Ankara’ya çeki-lerek direnişe geçmişti. Sonuçta, gerek Katolik Batı, gerekse Balkanlar’ın Helen-Slav güçleri, hiçbir koşulda Konstantino-polis’e sahip olamıyor. Ama ilginç olan, bu Balkan güçleri, her seferinde Bizans’a karşı Batılıların desteğiyle ayaklanıyor ya da ayrılıyor.

Bay Nicol,

Kitabınızı okuyunca insan şu meşhur ‘Bizans entrikaları’ deyimini daha iyi anlıyor. Gerek güçlü olduğu dönemlerde,

Page 218: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

218

gerekse zayıf yıllarında, Bizans’ın saray entrikaları, imparator ve patrik, din ve devlet arasındaki denge oyunları, yerel ko-mutanlar, küçük prenslikler, rakip krallıklarla olan baş döndü-rücü taktik oyunlar, iç savaşlar, soylular, askerler ve tüccarlar arasındaki egemenlik yarışı gerçekten şapka çıkartacak cins-ten entrikalarla dolu. Batılılarla aşk- nefret sarkacında dönen ilişkiler, özellikle papalıkla olan ‘kiliseleri birleştirme’ çabaları, hem Batı’yı oyalama hem de muhtemel saldırılarını engelle-meyi amaçlayan büyük siyaset oyunları. Tesadüf bu ya, bizde son yıllarda AB ile ‘birleşme’ye çalışıyoruz!

Bay Nicol,

Açık konuşmak gerekirse, Bizans’ın son yüz yılı boyunca Osmanlı Beyliği’ne haraç vermek zorunda kalışı, hatta tahta kimin geçeceğini Osmanlı Beyleri ve Sultanlarının belirler olması, bir Osmanlı torunu olarak gurur verse de, bir “Doğu Roma” varisi olarak hayli düşündürücü geldi bana. Demek ki koca bir imparatorluk bile olsa, yıkılmanın eşiğine geldin mi, varolmak için haraç öder duruma düşebiliyorsun. Ayrıca Bi-zans’ın son yıllarına bakınca, bir devletin onurunun, bir in-sanın onuru kadar, önemli ve anlamlı olabileceği görülüyor.

Bay Nicol,

1340’lı yıllarda, Kantakuzenos isimli bir soylunun, ya-kın arkadaşı ve danışmanı olduğu imparator ölünce, soylula-rın desteğiyle imparatorluğunu ilân etmesi ile başlayan iç sa-vaş dönemi hayli ilginç. Bir piskopos, “Romalılar’ın imparatoru olmak, kuşkusuz Tanrı’nın belirlediği birşeydir; ama olmamış incirleri yiyenler, mutlaka dudaklarının kabarmasına katlanacaktır” diyor. ‘Olmamış inciri ‘yiyen Kantakuzenos’un rakipleri, yoksul-ları örgütleyerek isyan ediyor. Yoksulların kendilerine taktığı isimle, Zelot İhtilâli, 1342 ‘de Konstantinopolis’te cumhuri-yet benzeri bir rejimle sonuçlanıyor. Bu deneyim yedi yıllık

Page 219: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

BİzANS’ıN SoN yüzyıLLArı

219

bir anarşiye yol açıyor. Sonuçta Türklerin ve Sırpların deste-ğiyle tekrar tahtı ele geçiren Kantakuzenos, tükenen ekono-misini düzeltmek için toplumun tüm kesimlerinin temsilcile-rini toplayarak yardım ve destek istiyor. Bankerler ve tefeciler dışında herkes yardım ve bağışta bulunuyor.

Bilemiyorum, bu bir yasa mıdır? Gerek Latin istilâsı sı-rasında, gerekse Bizans’ın son yıkılış yıllarında bankerler, te-feciler, Batı’yla alışveriş içinde olanlar, Latinlerin çıkarlarını korumakta tereddüt etmiyorlar. Hatta işgal sırasında kentin anahtarını teslim etmek için yarışıyorlar. Ayrıca Latin çıkar-larını kalıcılaştırmak için Latince eğitim veren kolejler açmak, Latince öğrenimini, adet ve kültürünü yaygınlaştırmak ve Ka-tolik mezhebine geçmek gibi şirinlikler yapıyorlar. Ne tesa-düf, Osmanlı’nın son yılları ve mütareke döneminde de ben-zer şeyler yaşanıyor. Ya bugün?

Başka ‘yasa’lar da var; devlet güçlendikçe din (kilise) de güçleniyor, zayıf ladığında ise, imparatorlar Katolik Papalığı’na yanaşıyor, mezhep değiştirmeye yelteniyor, hatta son impara-tor papanın el ve ayaklarını öpüp Katolik oluyor. Buna kar-şın Bizans Patrikliği ise muhalefete geçiyor. Halkı, yoksulları, memnuniyetsizleri örgütlüyor. Bizans’ta iç siyaset, çoğunlukla din diliyle konuşuyor. Din siyasetin, özellikle yoksulların si-yasetinin dili oluyor. Devlet’in Batı’dan destek almak için ya da şerrinden korunmak için ‘din’ değiştirmesiyle, din’in (Ki-lise’nin) buna tepkisinden oluşan çatışma, ‘bura’ların değiş-mez yazgısı gibi.

Başka… Evet bir de Bizans devlet anlayışı var. İçinde hal-kın olmadığı, yukarıda, tepede seçkin bir hanedan ve soylular-dan oluşan grupların “Kutsal Mabedi” olarak duran bir dev-let geleneği var. İngiliz tarihçi J. B. Bury, Bizans’ın ilk büyük imparatorlarından Justinianus için şöyle diyor:

Page 220: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

220

“O, devletin yayılmasının, saygınlığının, onurunun, yüceltilmesi-nin kendi başına bir amaç olduğu ve devleti oluşturan erkeklerle kadın-ların mutluluğuna hiç önem verilmeksizin devlete değer verilmesi gerek-tiği teorisini yerleştirmişti.”

Bu teori de nedense biz buralılara oldukça tanıdık geliyor.

Bay Nicol, kitabınızda dikkatimi çeken bir ayrıntı daha var: Osmanlı Beyliği devletleşip imparatorluğa doğru yol alır-ken, yani barbarlar diye aşağılanan Müslüman Türklerin, bar-barlık bir yana, özellikle Avrupa halkları için cazibe oluşturan yeni bir uygarlık ve yaşam tarzını temsil ettiği iyice görü-nür hale gelince, birdenbire ortaya çıkan Timur İstilâsı ile il-gili önemli bir ayrıntıya değiniyorsunuz. Papalığın, Domini-ken rahipleri Timur’a göndermesi, Paris’le Timur arasındaki yazışmalar… Ve Timur’un hiç gereği yokken bütün Anado-lu’yu istilâ edip Osmanlıyı da yıkarak, geldiği gibi aynı hızla geri dönmesi. Bilmem tarihçiler ilgileniyor mudur, Timur ve sonradan Şah İsmail olaylarındaki ‘Batı’ eli, sanırım ilginç bir konu olsa gerek.

Bay Nicol, Osmanlı Beyliği’nin İslâm’dan beslenen gaza ruhu, İslâm hukukunun, savaşta masumlara dokunulmaması ilkesi gereği, fethettikleri yerlerde halkın gönlünü kazanması kolay tutunmasını sağlıyor. Ayrıca, muazzam savaşçılık ye-teneği ve Bizans’a komşu olmanın verdiği siyaset oyunlarını başarıyla uygulama pratikliği gibi bir dizi faktör sayesinde di-ğer Türk beyliklerinin önüne geçip, Doğu Roma’nın Müslü-man devamı haline geliyor. Ancak, Osmanlıların, bu sürece kadar bazen Bizans’a, bazen da rakiplerine paralı askerlik yap-tıkları, hatta tam savaşın ortasında dahi daha fazla ücret öne-ren karşı tarafın teklifini kabul edip saf değiştirdiklerini de anlatıyorsunuz. Doğrusu, şu paralı askerlik meseli kafama ta-kıldı. Eğer bu doğruysa, bura’ların başka bir yasası daha var

Page 221: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

BİzANS’ıN SoN yüzyıLLArı

221

demektir; Devlet olmadan önce başka ‘devlet’lere askerlik yap-mak. Devlet olmak, hem artık kendisi için yaşamayı ve savaş-mayı öğrenmiş olmak, hem de başkalarını kendine asker kı-labilme yeteneği manasına geliyor. Osmanlılar, Sırpları, diğer Türk beyliklerini, hatta bir dönem Bizans’ı kendi safında sa-vaşan Vasallar haline getirince beylikten çıkıp Devlete dönü-şebilmişler. Bu durumda, şu ‘insanlar kocayınca çocukluğuna döner’ kuralını devletler içinde düşünebiliriz demektir. Biz bir süredir başkaları için savaşıp karşılığında para almayı tartışır olduk zira. Acaba ‘Bey’lik dönemimize geri mi döndük diye düşünmeden edemiyor insan!

Bay Nicol, Hafızalarımızı tazelemek için özet ama ger-çekten doyurucu bilgiler sunuyorsunuz. En önemlisi Bizans üzerinden gerek Ortodoksluğu gerekse Osmanlıları objektif, hatta övücü bir dille anlatıyorsunuz.

Belki bu yaklaşımınızda, İngiliz tabiiyetli olmanızın ve Ka-tolik dünyaya karşı, Ortodoks Hıristiyan ve Sünni Müslüman devletleri doğal müttefik gören ‘derin Protestan-İngiliz siya-setinin’ üzerinize sinmiş dolaylı etkileri vardır. Örneğin, bu siyaset çerçevesinde İngiltere’nin Katolik dünyaya karşı Rus-ya’yla ilişkileri ve Balkan devletlerindeki elini iyi biliriz. Bizim ‘bura’larda ise, -takdir etmek lâzım- kendisini ustaca gizliyor. Son elli yıldır, Amerika ve İsrail, kendi adlarına var oldukları kadar, İngiltere adına da İngiltere’yi perdeleme işlevini başa-rıyla yerine getiriyorlar.

Bay Nicol, Bizans’ın son yüzyılları, Osmanlı’nın son yüz-yıllarının neredeyse aynısı. Üstelik Cumhuriyet’in geçtiğimiz son yıllarına da benziyor.

Halkından koptukça, devleti devşirmelere kaptırdıkça, Ba-tı’ya yaslanıp ‘mezhep’ değiştirmeye çalıştıkça, Batı’dan korkup

Page 222: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

222

içine kapandıkça, kısacası ‘devlet’ olma yeteneği ve onurunu kaybettikçe, finale varmak kaçınılmaz oluyor.

Biz bura’lıyız Bay Nicol, esasen ‘son’lara olduğu kadar, yeni başlangıçlara da, kaldığımız yerden devam etmeye de, küllerimizden yeniden doğmaya da aşinayız. Düşmanları-mız, aptallarımız, hainlerimiz, küçük adamlarımız çoktur, ama dostlarımız da çoktur; aynı yürekten, aynı dalga boyun-dan, aynı kumaştan yarenimiz de çoktur. Bizim ‘bura’lar çok egzotik yerlerdir.

Meselâ, en kalıcı dostluklar, en çetin kavgalardan sonra ku-rulur, en ateşli sevdalar en büyük nefretlerden doğar; bizim en güzel şiirlerimizi ümmilerimiz yazmıştır. Sizin yönetici takı-mınız bizim buralarda ve bölgemizde ‘kaos’a oynuyorsa, on-lara hatırlatın ki, bizde düzen bile, kaostan sonra kurulur. Bay Nicol, bu vesileyle sizden rica etsem, ‘bura’dan, İngiltere’deki yöneticilerinize, müttefiklerine ve onlarında efendilerine şu mesajı da iletir misiniz: Sekiz yüzyıl önce başaramadığınızı bugün de başaramayacaksınız!

Page 223: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

223

‘İmparatorluk’*

“..Papalagi (Batılı Beyaz Adam), yaptıklarının dürüst ve hakça olduğunu anlatır. Oysa Tanrı’nın önünde, yaptıklarının ne dü-rüstlükle ne hakça olmakla ilgisi vardır. Doğru düşünseydi, elle tutamadığımız hiçbir şeyin bizim olmadığını bilmesi gerekirdi. Aslında hiçbirşeyi sıkı sıkıya tutamadığımızı da. Sonra, Tanrı’nın büyük evini, herkes içinde kendine bir yer bulsun ve mutlu bir yaşam sürsün diye verdiğini de görebilirdi. Yeterince büyük ol-duğunu, bir lekecikte olsa güneş olacağını, bir tutam mutluluk, hiç yoksa küçük bir palmiye gölgesi ve tabi ayaklarını basabile-ceği bir yer olduğunu görebilirdi.. Ama yine de birçokları, Tan-rı’nın onlara bahşettiği küçük bir toprak parçasına sahip olmak için didinip dururlar.

Papalagi, Tanrı’nın buyruklarına kulaklarını tıkayıp, ye-rine kendi yasalarını getirdiğinden, Tanrı’da onların mülkleri-nin üstüne bir sürü düşman salar. Onun ‘benim’ini bozsun diye yağmuru ve sıcaklığı, yaşlılığı, ufalanmayı ve çürümeyi gönde-rir. Hazinelerinin üstüne ateşin gücünü ve fırtınaları yollar. Ama hepsinin ötesinde, Papalagi’nin ruhuna korkuyu yerleştirir. Ele geçirdiği şeylerin korkusu bu. Papalagi’nin uykusu hiçbir zaman derinleşemez. Gündüz topladıkları gece uçup gitmesin diye uya-nık olması gerekir çünkü.

Tanrı, Papalagi’ye korkudan daha beter bir ceza vermiş. Çok az ‘benim’i olan yada hiç olmayanlarla, bütün ‘benim’leri top-layanlar arasında sürüp giden bir savaş sarmış başına. Bu savaş yıkıcıdır, çetindir ve sabah akşam durmak bilmez. Bu savaş her-kese acı verir, yaşama sevincini kemirir. Sahip olanlar vermek zo-rundadırlar, ama hiçbir şey vermek istemezler. Sahip olmayanlar

* İmparatorluk, M. Hardt&A. Negri, Ayrıntı Yay. / İst. 2001

Page 224: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

224

ise sahip olmak isterler, ama hiçbir şey alamazlar.Üstelik bunla-rın da ulvi savaşçılar oldukları pek söylenemez.Ya soyguna geç kalmışlardır ya beceriksizdirler ya da ellerine fırsat geçmemiş-tir..Oysa, Tanrı birine fazla meyve vermişse, elinde çürümemesi için onu kardeşlerine vermelidir. Tanrı, bütün insanlara ellerini uzatır. O, birinin diğerinden daha fazla şeye sahip olmasını ya da birinin ‘ben güneşte yatacağım, ama senin yerin gölge’ deme-sini istemez. Hepimizin yeri güneşin altındadır.. Tanrı’nın her şeyi kendi adaletli elinde tuttuğu yerde ne kavga olur ne de yok-luk. Hilekâr Papalagi, hiçbir şeyin Tanrı’ya ait olmadığı mava-lını bize yutturmaya çalışır.’Elinde tuttuğun her şey senindir! der.’ Bu tür saçma sözlere kulaklarınızı tıkayın ve vicdanınıza sıkı sı-kıya sarılın. Her şey Tanrı’nındır..”

Göğü Delen Adam ‘Papalagi’, Samoa yerlilerinin beyaz adama dair konuşmaları, Ayrıntı yay. İst,1988.

Sayın M. Hardt ve Antonio Negri,

2000 yılında yayımlanan kitabınız, bir yıl sonra Türk-çeye çevrilip yoğun bir medya kampanyası ile piyasaya su-nulduğunda, doğrusu şaşırmıştım. Tuhaf bir şey, adım adım işgal edilen -küreselleşen mi demeliydim- bir ülkede yaşıyor-duk ve küreselci güçlere karşı direnmenin en keskin, en mi-litan ve en son el kitabı olduğu söylenen bir eser, bu güçlerin ülkemizdeki baş kalelerinden olan medyanın övgüsü ve alkış-ları ile karşılanıyordu. Oysa, psikolojik savaşın bu en güçlü ay-gıtlarında neredeyse hata payı sıfır olan bir kontrol düzeneği vardı ve sağcısı dincisi dahil tüm TV ‘ler ve yazılı basının da önemli bir kısmında ‘kontrol dışı’ hiçbir haber, yorum, tanı-tım ya da görüşe rastlanmıyordu. Biz yıllardır ülkemizde sü-ren ‘rejim’ tartışmalarına gülüyor, rejimin çoktan değiştiğini, kendisini ‘rejim’ zannedenlerin aslında rejimi koruma adına

Page 225: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

İMPArATorLUK

225

muhalefet yaptığını, muhalif olanların da iktidar zannettik-leri bu iktidarsız zavallılarla Donkişot oyunu oynadığını, bili-yorduk. Aslına bakarsanız son 50 yıl boyunca ülkemizde tüm ideolojiler birbiriyle çarpışıp hep birlikte yenilmişlerdi. Arala-rında kazanan olmamıştı. ‘Rejim’, artık adı başka, aslı başka yeni bir hüviyet kazanmıştı ve biz bu rejime 2000’li yıllara ka-dar; ‘Batı destekli oligarşik düzen’ diyorduk.

Bay Negri, bu rafine faşist düzenin kontrol ve denetim ağında kim ve ne sunuluyorsa, ister lehine ister aleyhine, ki-min ve neyin ‘reklamı’ normalin ötesinde vurgulanıyorsa, işte ondan şüphe etmeyi ilke kabul etmiştik. Bu nedenle kitabı-nızı bugüne kadar elime almamıştım.

Aslına bakarsanız, son yıllarda moda olan “küreselleşen dün-yada...” diye başlayan cümlelere alerji duyduğum için de kitap ilgi alanımın dışında kalmıştı. Yanlış anlamayın, ‘evrenselliğe’ karşı olduğum ya da ‘yerelci’ olduğumdan değil, aksine en az küreselciler kadar evrenselciyim ve evrensel değerlerin yerlileş-mesi, yerli değerlerinde evrenselleşmesini savunuyorum. Her tür küçük, şoven ve etnik yerelliğe karşı, her zaman insanlık temelinde büyük şemsiyeleri savunmak ve ‘biz’i tüm insan-lıkla eşit ve özgür alışverişe sokacak jeopolitiği bilince çıkar-mak gereğine inanıyorum. Biz buna, buralarda, Millilik diyo-ruz. Bu anlamda, hem küresellik diye ‘kodlanan’ neo batıcılığa yani Amerikancılığa hem de yerellik diye kodlanan ve küre-selliğin altyapısı olarak işlev biçilen mikro şovenizmlere karşı olma kodu olarak ‘Milli’ kavramını bilmem size nasıl tercüme edebiliriz. Bu kavramın içinde inançlarımız, hayallerimiz, tari-himiz, toprağımız, suyumuz, ekmeğiniz vardır. Belki de, size göre çok ‘arkaik’ kavramlar sıralıyorum. Anlamanız için şöyle diyeyim, Maocu diyalektiği bilirsiniz; temel ve tali çelişki di-yalektiği. Biz, temel çelişkilerimiz söz konusu olduğunda tali çelişkileri dondururuz, Bay Negri. Tüm insanlığı istila eden

Page 226: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

226

faşist güruha karşı elimizde olan her şeyi, dini, devleti, aileyi, toprağı, mutfağımızdaki yemeği, sokağımızdaki kediyi, tez-gahımızdaki domatesi sahiplenmek, bunlarla olan eleştirel me-safeyi saklı tutarak, her şeyimizi ‘baş düşman’a karşı bir silaha dönüştürmek, bizim adetimizdir. Kısacası, biz milliliği, hem her türden şoven ve faşist unsura karşı adaleti savunmayı, hem de varlık ve bekamızı tehdit eden “küresel” faşizme karşı sa-hip olduğumuz her şeyi özgürlük temelinde korumayı aynı anda içeren bir kod adı olarak kullanırız.

Bay Negri,

“Yeni Komünist Manifesto” olarak tanıtılan kitabınızı bu çekincelerime rağmen okudum. Baştan söyleyeyim; bahsetti-ğim çekincelerim ve ön yargılarım iyice pekişti. Bu kadar da değil, zaten hayal kırıklığına uğradığım ‘Sol’a, Dünya Soluna, özellikle de Batı soluna dair son umutlarım da tükendi. Ne-den mi ? Anlatayım: Kitabınızın ‘İmparatorluğu’ analiz eden yaklaşımına aynen katılmakla birlikte, onunla mücadele etme perspektifiniz bana tutarsızlıklarla dolu geldi. Emperyalizmin bir ileri aşaması dediğiniz bugünkü Amerikan hegemonya-cılığı anlamında ‘İmparatorluk’u ekonomi politik temelde analiz ediyorsunuz. Sermayenin küresel yeniden örgütlenişi, merkezsiz ve topraksız egemenlik tarzı, ulus devletin ve fab-rikaların duvarlarını aşan yeni sömürü ağı, ‘dışarısı’ olmayan küresel hegemonyanın adım adım yerleşmesi… Buraya kadar güzel. En azından, bu somut neden sonuç analizini atlayarak, illüminati, CFR, Bilderberg, Masonlar, Yahudiler, vb. kav-ramsal çerçeve üzerinden olayı mistifike eden ve ‘Soyut, gö-rünmez, yenilmez, yıkılmaz’ tanrılar panteonundan bahseden yaklaşıma göre, bu ekonomi-politik yaklaşım daha gerçekçi ve tutarlı. ‘Biyo-politik üretim teknolojisi ile kontrol biçim-lerinin ustalaşması, ‘Post modernlik’ adı altında bütün büyük bütünleri parçalayarak ilerleyen görelileştirme, hakikatsizlik,

Page 227: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

İMPArATorLUK

227

melezlik, amaçsızlık, Yeni Roma İmparatorluğu hedefi ile ku-rulmak istenen tek dünya hükümeti tasarımı, hiyerarşiye de-ğil ayrımlara dayalı emperyal yeni ırkçılık, rafine tahakküm ve disiplin araçları olan ‘İmparatorluk’, sınırları, dışarısı, pü-rüzleri olmayan bir yayılma süreciyle tıpkı Roma İmparator-luğu gibi, bütün sınırları delip geçiyor’, diyorsunuz.

Geçerken söyleyeyim, siz Batılıların şu Yunan nostaljisi ve ‘Roma’ yüceltisine ayrıca hayran olduğumu belirtmeliyim. Biraz güçlenen ‘Roma’yı yeniden diriltmeye uğraşıyor. Biraz okuyanınız da ‘Yunan’ taklidi yapıyor. Batı adına ne büyük talihsizlik, ne acınası fukaralık. Doğru ya, elinizde başka bir tarih yok!

Hitler’den sonra, şimdi bazı Yahudi-Protestanların yaka-landığı bu nostaljik ‘İmparatorluk’ hastalığı ile bakalım insan-lık nasıl baş edecek?.

Sizin ‘İmparatorluk’ kod adıyla analiz ettiğiniz bu olguya karşı önerdiğiniz mücadele stratejisine gelince; bu konuda başta belirttiğim çekinceleri tartışmamız gerekiyor. Özetle diyorsunuz ki;

‘Tıpkı Marks’ın kapitalizmi önceki üretim biçimlerinden daha ‘ileri’ bir üretim biçimi olarak görmesi gibi, küreselleşme de özünde daha ‘ileri’ bir aşamadır. Bu aşamada klasik kapitalizm ve emperyalizmlere karşı geliştirilen bütün mücadele biçimleri geçersizdir. Başta ulus devletler ol-mak üzere, Kurtuluş Savaşları, muhalefet ve reddediş tutumları hem yetersizdir hem de aşılmalıdır.’ Yapılması gereken, “İmparatorluğun içine girip öteki tarafından çıkmaktır. Gerçek bir karşı - imparatorluk yaratmalı, onun kendi genellik düzeyinde ve dayattığı süreçleri mevcut sınırlarını aşacak bir şekilde zorlayarak etkili olunmalıdır..”

“Sermayenin küreselleşmesine direnmek yerine, süreci hızlandır-mak zorundayız. Yani piyasanın kodlarını çözme ve toprak bağını ke-sip atma hareketinde daha da ileri gitmeliyiz”.. “Bu amaçla ‘küresel

Page 228: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

228

yurttaşlık hakkı”nı, göçmen-kaçak işçilerin pozitif barbarlığını, evrensel tek sendika hakkını, farklı cinsel kimlikleri “savunmalı, imparatorluğu kendi silahlarıyla vurmalıyız. Tıpkı onun gibi ulusaşırı, merkezsiz ve otonom alternatifler yaratmalıyız.. Bu bağlamda ‘Sermaye karşısında ulus devleti güçlendiren her tür politik strateji yanlıştır. Küreselleşmeye karşı yerele dayalı itirazlar, dışarısı kalmayan bir dünyada dışarı ya-nılsaması yaratmaktan başka bir işe yaramaz. Artık ülkeden sökülüp atılacak emperyalizm ve ele geçirilecek bir iktidar odağı yoktur; bunları hedefleyen politik hareketler ömrünü tamamlamıştır. Yerelin farklılık-ları küreselin homojenliği karşısında direnme gücünü yitirmiştir. İkti-darın küreselleşmesi iktidar karşıtlarının küreselleşmesini de beraberinde getirmiştir. Ezilen ve sömürülen yığınlar, bütün yeryüzünü yurt edine-rek, evrensel yurttaşlık hakkını savunarak insanlığı kucaklayacak ger-çek bir enternasyonalizmin temellerini atabilir, hayatlarını otonomlaş-tırarak yeniden üretebilir; imparatorluğun her yerdeki kalbine yine her yerden darbe indirebilirler”

Bay Negri ve Hardt, söylermisiniz, o ‘imparatorluk’un, küresel güçlerin, çok uluslu şirketlerin, zaten istediği tam da bu değil mi? Yani, devletlerin, eyalete dönüştüğü, sınırların kalktığı, dinlerin insanlara yol göstermekte yetersiz kaldığı, kadim değerlerin aşındığı bir dünya. Cinsiyetsiz, milliyetsiz, ailesiz bireyler. Çalışkan ve eğlenen, dünü ve yarını düşün-meden yaşayan, hiçbir total aidiyeti, asabiyesi olmayan küresel “vatandaşlar”! Bana öyle geliyor ki, karşı çıkıyormuş gibi ya-parak tam da hedef ledikleri dünyayı birlikte yaratmaya çağı-rıyorsunuz. Üstelik insanoğlunun temel varoluş silahları olan dinlere, geleneklere, devletlere, aileye, ahlaka hiç vurgu yap-mıyor, hatta bunların yerine eşcinselleri, kaçak göçmen işçi-leri, diğer her çeşit Marjinali “yeni proleterya” olarak neredeyse temel anti-küresel kitle olarak konumluyorsunuz. Küresel bi-reyler ve yeni-farklı kimlikler dediğiniz andan itibaren zaten oyunu kaybetmiş olmuyor muyuz? Autopia- yokyer ve çokluk

Page 229: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

İMPArATorLUK

229

temelinde bir direniş öneriyorsunuz ama içinde bildiğimiz mil-yarlarca insan, onların sahip oldukları değerler, kurumlar, im-kanlar yok, naif solcu bakış açısıyla sözde sistem dışı kimlikler olarak dağınık ve tarif edilmez marjinaller, kaotik protest ey-lemler ve alternatif olamayacak denli heterodoks- heretik kül-türe sahip bireyler var. Önerdiğiniz mücadele sonuç itibariyle, Seattle de toplanıp ‘egemenlerin’ arabalarına molotof kokteyli atmanın ötesine geçmeyen, kontrol edilebilir ve ‘şenlikli!’ an-ti-küreselcilik oyunu oynamaktan ibaret… Siyasal muhalefet ufkunuz 68’li hippilik düzeyini hala aşamamış anlaşılan. Bay Negri, bilmem farkında mısınız; Bu yoldan Neo-Con’ların arka bagajına binilir ancak, Ne diyelim, yolunuz açık olsun!

Bay Negri,

Bana sorarsanız, “küresellik” koca bir yalandan ibaret. Or-tada, rakipleri toparlanmadan kritik güç kaynaklarını kontrol etmek isteyen, üç müttefik ‘milli’ devlet ve onların nüfusuna kayıtlı büyük şirketlerden oluşan bir takım güçler var. Bun-lar, sahip oldukları gücün (paranın ve silahın) doğası gereği, kendilerini, Tanrı filan zannediyorlar. ‘Medya ‘denilen Şaman büyücülüğü, eğlence denilen aptallaştırma endüstrisi, tüketim hastalığı ve tabii ki tüm çatışmaları körükleyen savaş maki-nesi, bunların denetiminde. Ancak son tahlilde ABD, İngil-tere ve İsrail’in ‘Devlet’ aygıtı (yani sizin aşıldığına inandı-ğınız ulus-devletler) tarafından yönetiliyorlar. Tabii ki batılı barbarlık, yağmacılık ve açgözlülüğün en son ve en azgın ör-neğini sergiliyorlar. Ortada ne yeni bir dünya, yeni düzen, ne de küresellik ya da imparatorluk var. Bu söylem, onların en büyük yalanı ve bu yalan makinesi sayesinde siz dahil, bir-çok insan gerçeğe şaşı bakmaya başladı. Bu şaşılık sayesinde, Amerika tanrı, sokaklarında her gün bombalar patlayan si-yonistler kudret sahibi zannedilir oldu. Oysa bu kral da çıp-lak, Bay Negri. Tüm krallar gibi, bütün marifetleri ‘biz’i kral

Page 230: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

230

olduklarına, bizden üstün, ayrıcalıklı, soylu, güçlü, zengin ol-duklarına inandırabilmeleri.

Güç, üstünlük, zenginlik görelidir Bay Negri. Tabii ki on-lar da olan bizde yok. Ama, biz de olan bir çok şey de onlarda yok!. Zaten bunun için bizlerde olanları da elimizden alma-nın şehvetiyle yanıp tutuşmuyorlar mı? Sorun, meseleye ne-reden ve nasıl baktığımızda galiba.

Bay Negri, Afrika elmaslarının ünlü hırsızı, adına Ro-desya diye ‘ülke’ icad edecek kadar profesyonel sömürgeci Cecil Rhodes, İngiliz emperyalizmini savunurken diyor ki; “Benimsediğim fikir bir toplumsal sorunun çözümüdür; yani Birleşik Krallık’ın 40 milyon sakinini kanlı bir iç savaştan korumak için, biz kolonyal devlet adamları, fazla nüfusu yerleştirmek, onlar tarafından fabrikalardan ve madenlerde üretilmiş metalara yeni pazarlar sağlamak için yeni topraklar ele geçirmeliyiz. Her zaman söylediğim gibi, em-peryalizm bir ekmek davasıdır. İç savaştan kaçınmak istiyorsanız em-peryalist olmak zorundasınız”.

Sonuçta, bugün yaşanan süreç, 19. yüzyılın sonunda Bri-tanya’nın başını çektiği dünyayı sömürgeleştirme çabasının -ki dönemin imparatorluklarını yıkarak ilerliyordu- daha ge-lişkin aşaması gibi görünüyor. Şimdi ise, hem milli devletleri, hem de salt ‘insanı’, ruhuyla, aklıyla, kalbiyle bizatihi ‘insan’ türünü hedef alarak ilerliyorlar. O insan varlığını ayakta tutan tüm bütünleri parçalamak, savunmasız, çırılçıplak ve yalnız bireyler haline getirmek, kullaştırmak istiyorlar. Bütün iliş-kileri bir alışveriş ilişkisine indirgemek, ticarileştirmek, güçlü olanın ayakta kaldığı zayıfın elendiği Darwinist bir ahlak yer-leştirmeye çalışıyorlar. Yeni melez dinler, şizofren kimlikler, afazik bir dil, köksüz bir akıl, tutarlılık gerektirmeyen fikir-ler el üstünde tutuluyor. İyi ile kötü, doğru ile yanlış, güzel ile çirkin arasındaki sınırlar kalkıyor. Tüm bunlar doğru. Bu

Page 231: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

İMPArATorLUK

231

sürecin bir üçüncü dünya savaşıyla, belki de sürecin karakte-rine benzer bir ‘savaş olmayan Savaş’la farklı bir aşamaya ulaşa-cağını da söyleyebiliriz. Üstelik, yerleşik dini akımlar, ideolo-jiler ve direnme biçimleri hızla aşınmış ve tükenmiş durumda, elimizde milli devletler ve dinimizin özgürlükçü yorumu dı-şında hemen hiçbir ‘direnme’ dili ve aracı kalmadı. ‘Eski’, kalp para gibi, hiçbir piyasa değeri olmayan nostaljik bir dö-nem artık. Aslına bakarsanız “imparatorluk” la eşit durum-dayız. Onlarda her şeye sıfırdan başlıyor gibiler. Yeni strateji, taktik, dil, üslup ve yöntemler deniyorlar. Onların da elinde ‘hazır’ hiçbir şey yok aslında.

Belki bizden fazla tek üstünlükleri, örgütlü ihtiraslarının olması… Bu onları, olduklarından çok güçlü gösteriyor. Ne yaptıklarını bildikleri izlenimi veriyor. Oysa onların kafası da, eminim en az bizim kadar karışık. Ellerindeki silahlar, para ve medya ile güçlerini teşhir ederek zaaf larını örtüyorlar. O azgın ele geçirme ve yönetme hırslarından belli ki, henüz ‘ele geçirebilirmiş ve yönetiyor’ değiller. Hatta kontrol dışı patla-yacak bir büyük ekonomik bunalım, bu tanrıların karizmasını daha yolun başında bir hayli çizebilir. Her neyse.

Bay Negri, diyorum ki, öyle ya da böyle, hayat bir oyun ve bu oyunda iyi roller üstlenmek, doğru yerlerde durmak bi-zim işimiz. Bir şekilde yaşıyoruz ve de öleceğiz. Onlar atala-rının yaptıklarını tekrar ve taklit edecekler. Bizde kendi tö-remiz gereği onların oyununu bozacağız, en azından pahalıya ödeteceğiz. Velhasıl, her şey şu üç günlük ömrümüzü daha katlanılır yapmaktan ibaret. Son yıllarda iyice sıkılmaya baş-lamıştık zaten. Hazır toplumlarımız iyice aptallaşmışken, kü-çük adamlar, küçük memur zihniyeti, kul psikolojisiyle hayatın tadı tuzu kaçmışken, diyorum ki, Sağ olsun “İmparatorluk”. Şöyle insanlık belki silkinip kendine gelir, herkes rolünü iyi

Page 232: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

232

oynarsa, çocuklarımız için daha kaliteli bir tarih yazılır. Ya-şamın altın kuralı, yani iyi ve kötünün kavgası, bir üst sevi-yede devam eder.

Bay Negri, kitabınızda olağanüstü bir panik havası esiyor. Adeta bir felaket tablosu çiziyorsunuz. Oysa gerçekte olan bi-ten her şey gayet normal. Tarihin motoru gayet sağlıklı çalı-şıyor. Herhangi bir sapma ya da olağanüstülük yok. Hatta di-yebilirim ki, şu “Dünya Hükümeti” kuracakları söylenen, çok derin çok esrarengiz güçleri olduğu varsayılan, büyük komplo ve senaryolar hazırladıkları iddia edilen ‘güç sahiplerine’, ara-mızda para toplayıp bir madalya alsak, şenlik başlamadan he-diye etsek, tarihin gördüğü en geri zekalı, en seviyesiz ve en aptal zalimleri ödülü olarak boyunlarına takıp teşekkür etsek. Bunlar “Britanya” imparatorluğundan bile daha aptallar. Yan-lış anlama, küçümsemek için bunları söylemiyorum. Aksine bunların büyük bir tehlike olduğunu biliyoruz. Tek tehlikeli yanları işte bu aptallıkları zaten… Demem o ki, keşke biraz daha akıllı olsalardı, kavga daha zevkli geçerdi. Oysa şimdi, onların seviyesine inerek düşünmek zorundayız. Sahi, onlara akıl atfeden, yapıp ettiklerinde büyük manalar, derin hesap-lar arayanlar bir hayli zorlanıyorlar bu yüzden. Oysa tersinden bakabilseler, tipik hırslı Yahudi seviyesine inerek düşünebilse-ler, olan bitenin çok daha basit açıklamalarını yapabilecekler. Neyse, bu da bir şeydir, en azından “komplo”cu bakış açısı in-san zekasının gelişmesine hizmet ediyor.

Bay Negri, son olarak, Kızıl Tugaylara destek olmaktan dolayı, sanırım halen İtalya da cezaevindesiniz, size geçmiş ol-sun diyorum. Doğu’ya bakan pencereniz varsa, her sabah oraya bakın. Eğer doğan güneşi görüyorsanız, sorun yok demektir. Sakin ve ümit var olabilirsiniz.

Hoşçakalın.

Page 233: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

233

“Rus Avrasyacılığı”*

“Yalnızca güçsüzler iyidir.Çünkü kötü olacak kadar güç yoktur onlarda...”

Alexandre Mantochoff, Petrol Milyarderi

Bay Aleksandr Dugin,

Romen filozof Cieron,”İspanyollar tarihten kovulmuş olmanın acısını çekiyor, Ruslar ise tarihte yer alabilmenin acısını..” diyor. Ki-tabınız, bir Rus Avrasyacısı olarak sizin şahsınızda Rus bilin-çaltının çektiği acıyı net olarak yansıtıyor. Jeopolitik gibi, do-ğası gereği soğuk, ruhsuz ve duygusuz bir konu ve Rusya’nın yeniden emperyalist bir güce dönüşme projesi etrafında sergi-lediğiniz ilginç ve önemli yaklaşımlarınız, satır arasına sinmiş bu sızıyı perdelemeye yetmiyor. Kitap boyunca adeta bir feryat yankılanıyor geri planda; ‘Rusya, büyük ülke,bu hallere düş-memeliydin, sen daha büyük ve güçlü olmalısın’. Diyorsunuz.

Doğu’nun sert, hiyerarşik ve kutsal ruhu, din, dil ve dev-let olarak tecessüm ederken, bu derin ve tarihsel acının per-delenmesini mi sağlıyor acaba? Doğunun tarihi, insanoğlu-nun ilk ve erken dönemini, çocukluğunu da içeriyor çünkü.

* Rus Jeopolitiği, Avrasyacı Yaklaşım. Aleksandr DUGİN, Küre Yay. İst. 2003

Page 234: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

234

Bay Dugin, 1990’lı yıllar boyunca yazmış olduğun maka-lelerden oluşan kitabınız, sadece sizin Rus devlet aygıtına ya-kın olmanız ve Rusya’nın bir yüzünü yansıtmanız açısından değil, bizim için, Türkiye için öngördüğünüz pozisyon ve de-ğerlendirmeler açısından da bir hayli önemli. Ayrıca Rusya ve Türkiye’nin tarihsel macerasındaki benzerlik nazarından ana-lizleriniz bir tür ayna özelliği taşıyor. Ama en önemlisi şu; Bir küresel tehditle karşı karşıyayız ve Atlantikçi güçlerin nişan tahtasında galiba hepimiz varız. Tüm dünya, bütün milletler, büyük bütünler, dinler, ulus devletler, insanlığı bir arada tutan ne varsa, her şey hedef alınmış durumda. Tek dünya devleti ya da aynı anlamda küresel bir imparatorluk senaryosu, bana göre gerçekleşme şansı olmayan bir hayalden ibaret. Ama teh-likesi de paradoksal olarak zaten gerçekleşmeyecek oluşundan kaynaklanıyor. Küresel finans kapital, ya da askeri endüstri-yel kompleks veya şeytanın çocukları, artık nasıl tanımlarsak, bu güç odakları sanırım esas olarak bir düzen kurmaktan çok, bozgunculuğa, istikrarsızlığa yatırım yapıyorlar ve sızdırdık-ları sözde hayal ve senaryolar, bir yeni düzen istiyormuş iz-lenimi vererek hep birlikte cambaza bakmamıza neden olu-yor. Eğer her şeyin birbirine karışması ve düzensizlik işinize yarıyorsa, yeni bir düzen kuracağız diyerek varolanı yıkma-nız sadece bir tartışma konusu olur. Aksi halde sadece yıkım ve kargaşa çıkarma niyetinize ne destek bulabilir, ne de bu-günkü gibi şaşkın seyircilerin maksadınızı çözme uğraşını ke-yif le izleyemezsiniz.

Kitabınızda tamda bu manayı sezgisel olarak çağrıştıran bir yan var. Ama önce tezlerinizi özetlemem gerekiyor.

Diyorsunuz ki; ‘Jeopolitik, diğer alanların, ekonomi, din, siyaset ve kültürel olguların temeli, belirleyeni ve görevlen-diricisidir. Nasıl bir jeopolitiğiniz varsa, iç ve dış politikanız, devlet ve toplum düzeniniz, yakın ve uzak hedef leriniz ona

Page 235: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

rUS AvrASyACıLığı

235

göre belirlenir. Bu anlamda, İngiliz jeopolitik alimi Mackin-der’in ortaya koyduğu gibi, tarihin ana jeopolitik ekseni kara ve deniz güçleri arasındaki çatışmadır. Roma ve Kartaca, Atina ve Sparta, İngiltere ve Almanya, Amerika ve Rusya, Atlantik ve Avrasya… Daima çatışır ve her konuda bir birlerinin anti-tezidir. Deniz güçleri, ticareti, parayı, zenginliği, bireyciliği, maddiyatı temsil eder. Kara ise, manevi olanı, kutsalı, top-lumu, idealleri, ahlakı, mistik olanı içerir. İnsana, tarihe ve geleceğe bakış her iki kanatta farklıdır. Ve modern dönemde deniz güçlerini ABD-İngiltere, Kara güçlerini ise Almanya ve Rusya temsil etmektedir. Bu gün Almanya’yı yendikten sonra SSCB’yi de yıkan Atlantikçiliğin tüm dünyayı istila etme teh-didi ile karşı karşıyayız ve buna karşı Rusya öncülüğünde ve Rus merkezli bir Avrasya imparatorluğu kurmalıyız. Rusya, jeopolitik açıdan bir heartland (merkez kara) bölgesidir. Ve bu merkezin rimland’ı (kıyısal alanları) batıda Almanya, güneyde İran ve doğuda Japonya’dır. Rusya, Atlantikçiliğinde kışkırt-maları ile tarihi boyunca bu doğal müttefikleri ile savaştırıl-mıştır. Bugün yaklaşan tehlikeyi de göz önüne alarak, hatta birazda abartarak Berlin-Moskova-Tahran-Tokyo ekseni inşa etmeliyiz. Rusya, bu müttefiklerine enerji kaynakları ve nük-leer savaş sanayi konusunda yardımcı olmalı, karşılığında ise denizlere açılma imkanı, teknoloji ve sermaye almalıdır. Bu işbirliği alternatif bir dünya imparatorluğu ideasını da içermeli ve temel payda Anti-Atlantikçilik olmalıdır. Batı’da Fransa, güneyde Türkiye ve doğuda Çin, Atlantiğin müttefiğidir ya da olma eğilimlidir. Bu açıdan bu ülkelere karşı hasmane bir tavır geliştirmeli ve etkisizleşmeleri sağlanmalıdır. Katoliklik ve Şii İslam, Almanya ve İran üzerinden Ortodoksluğun müt-tefiki yapılmalı, bunların dışındaki rolleri ise düşman olarak addedilmelidir. Avrasya ile Atlantik arasında sol Arap rejim-leri, Hindistan ve Doğu Avrupa gibi tampon bölgeler vardır,

Page 236: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

236

bunlar tarafsızlık ya da Avrasyacılık seçenekleri içinde tutul-malı, Atlantikçiliğe kaymaları engellenmelidir. Avrasya Birliği için, Atlantiğin istikrarsızlık politikasına uyan devletler par-çalanmalı, özellikle Rus demografisi bir garantör olarak kri-tik bölgelerde yaygınlaştırılmalıdır. Bu maksatla nüfusu gi-derek çoğalan Türk topluluklarının kuzeye, Sibirya’ya doğru göç ettirilmesi, yerlerine ise Rus nüfusun yerleştirilmesi sağ-lanmalıdır. Avrasya imparatorluğu, dört ana alt-emperyal olu-şumun koalisyonu olacaktır: Moskova merkezli Rusya, Berlin merkezli Avrupa, İran merkezli Orta Asya ve Tokyo merkezli Pasifik. Bu oluşumlara Pan-Arap, Pan-Afrika ve Latin Ame-rika’daki benzer Anti-Atlantikçi yan oluşumlarda destek un-suru ve nüfuz alanı olarak düşünülmelidir. Böylece Atlantiğin Anakonda stratejisi, yani SSCB’yi kıyılardan uzak tutarak ka-raya hapsetmesi tersine çevrilecek ve Atlantiğin merkezi ku-şatılarak dağıtılacaktır.’

Bir çırpıda özetlediğime bakmayın, şüphesiz kitabınızda bu konular etraf lıca ve yer yer ayrıntılarıyla ele alınıyor. Uk-rayna ve Rusya çelişkileri, Tatarların ve Yakutistan’ın potan-siyel ayrılıkçı eğilimleri, Kafkasya’nın ve Hazarın ne pahasına olursa olsun Rus nüfuzunda tutulması, Çin, Türkiye, Suudi vahhabiliği, Doğu Avrupa, Slavofilliğin küçültücü rolü, Bal-kan siyaseti gibi birçok konudaki yaklaşımlarınız, analiz ve yargılarınız bir hayli ilginç. Bana en ilginç gelen birkaç hu-susa değinmem gerekiyor.

İlk olarak, Avrasyacılığın Rus merkezli olmakla birlikte Sla-vofil olmaması üzerinde duruyorsunuz. Rusya’nın tarih sahne-sine çıktığı Kiev hanedanlığı döneminin Slav karakterli (Mola-rus) kimliği ile Avrupalı bir küçük devlet olduğunu, sonradan Moskova merkezli, Tatar, Fin-Ugur unsurları da içine alan ve Bizans sonrası Ortodoks ekümeni misyonunu üstlenen büyük bir Rusya’nın (Velikorus) ortaya çıktığını belirtiyorsunuz. Bu

Page 237: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

rUS AvrASyACıLığı

237

çerçevede hem Avrasya imparatorluğunun Slav milliyetçili-ğini dışlaması bağlamında hem de Ukrayna’nın Slav-molarus karakteriyle Atlantikçilikle ittifak ve Rusya’dan uzaklaşma siyasetinin tehlikesine dikkat çekiyor ve Ukrayna sorununa hayli önem veriyorsunuz. Burada bizim Türklük ve Osman-lılık kimlikleri ilişkisi için ilginç ipuçları çıkarmak mümkün. Bizde de üretilmiş bir Türk milliyetçiliği ile henüz adı telaf-fuz edilmese de tarihsel ve jeopolitik anlamda Osmanlı kim-liği arasında giderek netleşen bir ayrışmadan bahsedebiliriz. İl-ginç bir şekilde esasta Küçük jeopolitiği temsil eden Türkçü eğilimler ideolojik olarak çatıştıkları liberal çevrelerle Atlan-tikle ittifak temelinde örtüşüyorlar. Türkçülüğün Turancı kanadı, sözde büyük jeopolitik adına Orta Asya’da Antantik güçleriyle ittifakını saklamıyor. İngiltere ve İsrail’le ilişkileri, kızıl elma ittifakına kadar derinleşebiliyor. Büyük jeopoliti-ğin ise henüz teorisi ve taraf ları oluşmuş değil. Osmanlı ka-rakterli bu jeopolitiğin anti Atlantik, anti AB ya da anti Rus karakterli olacağını yani bir karşıtlık temelinde kendisini inşa edeceğini sanmıyorum. Ama doğal tarihi ve jeopolitik ala-nına yaslanan ve jeopolitik çatışma tezlerinden önce Adalet, barış ve hukuk gibi temel değerlerden beslenerek gelişeceğini söylemek mümkün. Zira bizim Ruslar gibi tarihte yer almak için Doğu Roma mirası iddiasına, sosyalizm gibi masallara yada anti Atlantikçi korku yayma çabalarına ihtiyacımız yok. Biz söylememiş yapmışız, iddia etmemiş yapmışız, savunma-mış yapmışız. Doğu Roma’yı almış ve bihakkın mirasını ge-liştirmişiz, dört yüz yıl boyunca barış ve adaletle yönetmişiz, parçalamamış, bütünlemişiz, dağıtmamış toparlamışız, boz-mamış dirlik ve düzene kavuşturmuşuz. Ta ki, bu özellikle-rimizi terk edene kadar.

Bay Dugin, kusura bakmayın ama, 20. Yüzyıla kadar İngil-tere’nin derin siyaseti gereği Osmanlıya saldırmış, Osmanlının

Page 238: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

238

1838’ den itibaren İngiltere’nin yörüngesine ve parantezine gir-mesine neden olmuşsunuz. Sovyet devrimi ile bir masal etra-fında neredeyse bütün Asya’yı ele geçirmiş, insanlığın adalet, eşitlik ve özgürlük düşlerini adeta istismar ederek tarihte va-rolmaya çalışmışsınız. Bu masalın sonunu getirememiş ve da-ğılmışsınız. Siz, Almanya ve Rusya, daima layık olmadığınız şeyin peşindesiniz. Bütün 20.yüzyıl boyunca emperyalist bir güç olmak için ne büyük felaketler ve acılara neden oldunuz. Yetmedi şimdi tekrar yeni bir masal uydurup Avrasya impara-torluğu kuracaksınız öyle mi? Siz daha Sovyet döneminin öze-leştirisini bile yapmadınız. Uğrunuza savaşan devletlere, ör-gütlere, dökülen kanların hesabını bile vermediniz. Sizin önce bütün adalet ve özgürlük inançlılarına bir özür borcunuz yok mu? Sizi anlıyorum, İngiltere’ye karşı tarihsel bir kompleksi-niz var ve bütün kozunuz ‘Anglo-Sakson büyük gücün rakibi büyük güç’ olma iddiasından ibaret. Asya’nın tek sahibi olma isteği, büyük ve kalıcı bir imparatorluk olma isteği, merkez olma ve dünyayı yönetme isteği, bence kaldıramayacağınız bir yük sizin için. Avrasya projesi olarak çizdiğiniz resmin bir yüzünde anti atlantikçi savunma, birlik, farklı medeniyet viz-yonu, dayanışma ve kardeşlik var. Ama öteki yüzünde, bu pro-jeye uymayanları atlantikçilikle suçlayıp günah keçisi kılma, halkların özgürlük taleplerini atlantiğin provokasyonu ile ta-nımlama, nükleer silahlanma, savaş, iç savaş çıkartma, ülke-leri bölme, isyan ve ayaklanmalar organize etme gibi anglofil alışkanlıklar var. Peki sizin onlardan farkınız nedir? Atlanti-ğin bir yüzünde de özgürlük, refah ve demokrasi var. Söyler misiniz bölge halkları neden size biat etsinler, neden sizin safı-nızda toplansınlar? Atlantikçi olmasınlar evet, ama neden Rus Avrasyasının peyki, yada müttefiği olsunlar? Buna hiçbir man-tıklı cevabınız yok. Çünkü siz Ruslar tarihte, Bizans’ı fetheden Osmanlıları, dünyayı sömürgeleştiren İngilizleri ve sonradan

Page 239: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

rUS AvrASyACıLığı

239

sanayileşen Almanları kıskanarak ve onlardan rol çalarak yer alma yolundasınız. Rus bilinçaltının sözde sağduyulu ve vic-danlı sesi olarak siz Avrasyacı Rusların geliştirmeye çalıştığı en anlamlı ve dikkate değer Avrasya projesi dahi yer yer bir ahlaksız teklif düzeyinde savunuluyorsa, satır aralarında ala-bildiğine faşizan ve despotik özellikler barındırıyorsa, öteki Rusya’yı, batıcı ya da milliyetçi Rusya’yı artık düşünmek bile istemiyoruz. Siz İngiliz gibi düşünüp Alman gibi davranma alışkanlığının yeni bir versiyonunu sergiliyorsunuz. Rusluk, yani Moskova Rusluğunun bilinç tarzının özeti bu. Rus dev-let elitlerinin bazı hassasiyetlerine hitap eden aşağıdaki satır-larınız sanırım yeteri kadar açıklayıcı:

“Tüm Avrasya içi çelişkiler, Atlantik kışkırtmasına tabiidir. Bu nedenle önce stratejik birlik sağlanmalı, bu birlik ortak düşmana karşı, kimiyle dini, kimiyle ekonomik, kimiyle kültürel-etnik temelde ortak paydalar bulunarak gerçekleştirilmelidir. Birliğin temeli stratejik olmalı, etnik, dini, ekonomik nedenler araç olmalıdır.”

“Küresel jeopolitik projeleri uygulamaya koymak, ilk bakışta Rus-ların dar-etnik hedeflerine ulaşmakla bir ilgisi olmasa da, aslında bah-sedilen milli hedeflerinde temin edilmesine yol açacaktır… Zira etnik temelli devleti reddetmekle, halkın birliğini ve büyük imparatorluğu elde ediyoruz.”..

“Avrasya’nın güneyinde çılgınca gelişen demografik artış tehlikeli-dir... Buna karşı, Rus milliyetçiliği öne çıkarılmalı, halkçılık ve Rus Ortodoksluğuna özel vurgulu etnik-kültürel terminoloji kullanılmalıdır…

“Tüm Ruslara, her bir insanın ferdi olarak kendini tanımlaması-nın, milli benliğini tanımlamadan türemiş ikinci dereceli bir şey oldu-ğunu temel bir ideal olarak vermek gerekir. Ruslar, ilk olarak Ortodoks, ikinci olarak Rus, üçüncü olarak insan olduklarını idrak etmelidirler. Her şeyin fevkinde olan ise, bir kilise olarak Ortodoks kimliğidir... Tüm Ruslar dindarlaştırılmalı, komünist dönemin zararları telafi edilmeli ve

Page 240: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

240

kürtaj ve gebeliği önlemenin yasaklanmasını da içeren Ortodoks mane-viyatın yaygınlaşması sağlanmalıdır...”

“Ben idraki, Ortodoks kimlikten sonra ikinci aşamadır. Rus hal-kına mensup olma olgusu, bir seçilmişlik, inanılmaz bir yaşam lüksü, yüksek bir antropolojik meziyet olarak yaşanmalıdır.”

“ Bir Rus çocuğu dünyaya getirmekle her ailenin, tüm halkın ma-nevi ve ruhi zenginliğini tamamlamak yoluyla milli sırra katıldığı dü-şüncesini halk arasında yaymak gerekir... Her Rus çocuğu başlangıçta bir Rus, sonra ise bir çocuk olarak idrak edilmelidir.”

Bay Dugin, bu faşist aforizmaları bir yana bırakıyorum. Sadece soğuk jeopolitik ölçülerle baksak bile, emperyalizmini sürdürememiş bir Rusya, bir türlü emperyalist olamamış Al-manya ve Japonya ve sadece denizlere inme adına güneyde rol biçtiğiniz İran..Olsa olsa kör topal sağır imparatorluğu çı-kar bu resimden.

Türkiye için, “ateist, profan, milliyetçi, Batı’nın Doğu’daki ileri karakolu, Atlantikçi tampon kordonu, ABD’nin ideolo-jik kolonisi, sömürgeci arayüz gibi ‘iltifatkar’ ifadeleriniz var. Belli ki, İstanbul, boğazlar ve uç doğu vilayetlerimiz gibi me-selelerdeki Rus siyaseti tahminimizden de öte derin bir rol oynuyor bize bakışınızda. Türkiye’nin batı ve ABD ile ilişki-lerinin samimiyet buhranı düzeyinde tek taraf lı bağımlılığa dönüştüğü doğru. Ama bunda bizim egemenlerin en temel je-opolitik gerekçesi kadim Rus tehdidi. Öte yandan bizim ba-tılılaşma serüvenimizin de hem neden olarak -Rus ordusuna yenilen orduyu modernleştirme ve savaşı finanse etmek için- hem de tarz olarak sizinle ilintisi var. Şimdi sizin Türkiye yar-gınıza bakınca iyice netleşiyor ki, Türkleri ve Müslümanları geldikleri yere geri gönderme anlamında Batılı- Haçlı derin bakış açısını sizde paylaşıyorsunuz. Konstantinopol’e sizde bizi layık görmüyorsunuz. Türkiye’yi sizde geçici ve toplama bir

Page 241: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

rUS AvrASyACıLığı

241

ülke olarak görüyorsunuz. Belki de cumhuriyetin kuruluş sü-recindeki geçici desteğinizin de bir hata olduğuna inanıyorsu-nuzdur. Bütün Avrasyacı-Doğucu söyleminize rağmen, bize bakış açınızın tipik batılı ön yargıları içermesinin bir tek an-lamı var: Siz Ruslar, Doğu’nun, Asya’nın, Avrasya’nın merkezi ve toparlayıcı gücü olamazsınız. Siz daha Doğu’nun temel ve asli manası ve ruhundan bile bihabersiniz. Sizin için Rusya’yı Karanın İngiltere’si yapmak ve böylece içinizde ukte kalmış Doğu Roma mirasını elde etmenin narsistik güdüleri, bütün bakış açınızı, projelerinizi, ütopyalarınızı, başka bir şey ürete-meyeceğiniz kadar kısırlaştırıcı etkisiyle, belirliyor.

Bay Dugin, İkinci Dünya Savaşı koşullarında Stalin’in em-riyle İngiliz Gizli Servisi ve KGB arasında süren gizli görüşme-lerden bahsediyorsunuz. Bu ilişkilerin Einstein’ın da yer aldığı bilim adamlarını içine alan boyutları ve nükleer silahlanmaya varan sonuçlarını anlatıyorsunuz. Öte yandan İsrail’in kuru-luşunda Rus Yahudilerinin hatırı sayılır rolü ve SSCB’nin İs-rail’e verdiği desteği de ‘hatırlatmışsınız’. Yahudiliğin doğu ve batı Yahudiliği olarak iki temel fraksiyon olduğu, Doğu Ya-hudiliğinin (Hasidik ve Sabataycıların) Avrasyacı olduklarını öne sürüyorsunuz. Bunların doğruluğu-yanlışlığı bir yana, tüm bu anlatılarınızdan İngiltere ile Rusya arasında, Yahu-diler ve İsrail üzerinden kurulmuş, oldukça kapalı ve derin bir ilişki ve işbirliği ağı çıkıyor. Siz bütün Hıristiyanlar, Ya-hudiler söz konusu olduğunda onları imha etmekle, kullan-mak arasında her zaman mantıklı tercihler yapıyorsunuz. Ang-lo-Saksonlardan Yahudileri kullanma taktikleri -taklidi mi demeliyim- öğrendiğiniz anlaşılıyor. Konu Osmanlı ve onun coğrafyasında at oynatmak olduğunda siyasetiniz makro dü-zeyde nasılda örtüşebiliyor?

Bay Dugin, tarih, emperyal güçlerin mezarları ile dolu-dur. Bence Atlantikçilik öcüsüyle kendinize yeni imparatorluk

Page 242: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

242

pazarı açmaya çalışmaktan vazgeçin. Batıya karşı doğuda güçlü bir karşı denge unsuru olarak sınırlarını ve haddini bilen bir bölge devleti olmakla iktifa etmeniz hem sizin hem de bütün Avrasya halklarının lehine olacaktır. Avrasya’nın heartland’ı ise hiçbir zaman Moskova olmadı ve olmayacak. İlla bir heart-land arıyorsanız, sizin adınıza üzgünüm, bu eskiden beri İstan-bul’dur. İngiliz jeopolitik tezlerini kendinize uyarlamaktan da vazgeçin. Jeopolitiğin ana ekseni kara ve deniz çatışması de-ğil, Doğu ve Batı çelişkisidir. O Doğu ki, artık içinde dünya-nın güneyini de barındırır. Ve o Batı ki, seçtiğiniz role göre, çoğu zaman siz Rusları da içerir. Ve Doğu ve Batı çelişkisi her zaman ve illa ki bir çatışma manasına gelmez. Aksine tarihin akan ırmağı göstermiştir ki, çatışma arızidir, uyum, sentez ve ortak payda arayışları ise esastır. Doğu-Batı çatışması bir Batı tezidir ve illüzyondur. Ama Doğu-Batı sentezi, buluşması, uyumu bir tarihsel ve jeopolitik ideadır ve insanlık tarihinin temelleri işte bu sentez denemeleri dönemlerinde ortaya çı-kan uygarlık birikimleri ile atılmıştır. Mezopotamya -Akde-niz havzası uygarlıkları, İskender İmparatorluğu, Kadim Mı-sır, Roma, Pers, İslam ve Osmanlı deneyimleri işte bu uyum ve sentez arayışının, yani Doğu ve Batı’nın çelişkilerini iki-sini de içerecek tarzda aşma çabalarının ifadesidir. Zaten ev-rensel özellikli başka bir tarihte yoktur.

Demem o ki, Bay Dugin, işte bu tarihsel jeopolitik eksenin merkezinde Rusya değil, Türkiye vardır. Ve Türkiye’nin biri-leriyle çatışma, yeryüzünde bozgunculuk çıkarma, ıslah edi-yoruz diyerek fitneye neden olma, bozgunculara boyun eğme yada karşı çıkıyormuş gibi yapıp el altından dünyayı paylaşma teklif leri yapma gibi ‘Batı’lı yetenekleri yoktur. Türkiye, yani jeopolitik ismiyle ‘Osmanlı’ öyle bir ülkedir ki, Doğu’nun ru-huyla batının aklını sentezler de, bundan kendisinin bile ha-beri olmaz. Bir gün uyanınca ve siz ihtirasları vicdanlarınızı

Page 243: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

rUS AvrASyACıLığı

243

köreltmiş büyük güçlerin ahlaksız kavgalarından geriye bir miktar dünya kalırsa, ona adalet ve barışla nizam vermesi ve Şeytan’ın çocuklarını alt etmesi, sadece zekatı olacaktır.

En iyisi, Avrasya’nın kalbini, beynini ve merkezini yani Türkiye’yi bir kez daha ‘okuduktan’ sonra aceleci olmadan, yeni bir Avrasya Projesi üzerinden düşünün. Atlantikçilerden gerçekten korkuyorsanız merak etmeyin, onların başarı şansları yok. Bozgunculukları ve yakıp yıktıkları ile kalacaklar. Ama gerçekten uygarlık, insanlık, ahlak, adalet ve hakikat gibi kay-gılarınız varsa, önce şu anglofil ve ‘insan’sız jeopolitik bakışı terk edip, içinde insan olan, ruhu olan, canlı, neşeli, hüzünlü, aşk ve ölüm, düğün ve cenaze, umut ve kaygı olan gerçek ha-yatın etnik, dini, kültürel zenginliklerini içeren yeni bir je-opolitik bakış geliştirin. O zaman sizinle Avrasya’da barış ve işbirliğinin imkânlarını ve ittifak seçeneklerini konuşabiliriz. Aksi halde, kusura bakmayın, Avrasya “biz”e aittir.

Bay Dugin, biz Müslümanız, zalimlerden başkasına düş-manlık etmeyiz ama sağ yanağımıza vuracak olana sol yana-ğımızı da dönmeyiz.

Hoşçakalın...

Page 244: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime
Page 245: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

245

“Antonio Gramsci”* Hegomonya ve Sivil Toplum

“Bazen, çıkış (başlangıç) ve amaç (sonuç) sohbete dalarlar.Amaç der ki: ”Ben olmasaydım, amaçsız olurdun”Çıkış der ki:”Bu doğru ancak bir düşün hele;amaçsız olsa idim ne olurdu?“Bu benim ölümüm olurdu” der amaç, Çıkış gülümser: ”Eee, yaşam böyle işte, birader.”

Ödon Von Horvath

Sayın Antonio Gramsci,

1980’li yılların sanırım ortalarıydı, entelektüel bir sol çevre tarafından başlatılan “sivil toplum” tartışmaları vesilesiyle se-nin yazılarınla tanışmıştık. Açıkçası tam olarak ne senin ne de “sivil toplum” kavramıyla kastedilenin anlaşıldığını söy-leyemeyeceğim. Bütün fikir ithalatı ve intihali vakalarındaki karakteristik özelliğimiz olan “bağlamından kopuk ve mak-sadından bihaber” tarzda fikir edinme kuralı, senin içinde ay-nen geçerli oldu. 12 Eylül darbesi koşullarında “sivil toplum-culuk”, tabii devlete (orduya) kafa tutmanın ve itiraz etmenin bir tür “meşru ve örtülü” dili olarak yaygınlaşmıştı. Ortodoks ve liberal Marksistler arasında yöntem tartışmasına indirgenen

* Hapishane defterleri, Antonio Gramsci,Onur yay.İst. 1986 Tarihsel Uzlaşma, derleme,Yılmaz Öner,İletişim yay.İst.1984 Siyaset ve İdeoloji-Gramsci-, Birey ve Toplum yay. İst.1985

Page 246: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

246

“sivil toplum” meselesi, 1990’lı yıllar boyunca dindar-muhafa-zakar kesimin hak ve özgürlük taleplerinin sembolik dili oldu. Toplumun devletle kavgalı her kesimi en az bir kez bu “kav-ram” üzerinden konuşmayı denedi.

Sonuçta, en azından politik strateji bağlamında içeriği ve anlamı sana ait olan “sivil toplum” kavramı, hegemonya, ta-rihsel blok, modern prens, organik, bürokrat ve geleneksel ay-dın, pasif devrim, manevra ve mevzi savaşı gibi sana ait akraba kavramlardan kopuk bir halde uzun süre semalarımızda asılı durdu. Tabii ki, iyice tüketilerek, artık “demode” hale geldi.

Bay Gramsci,

Söze “sivil toplum”la girdim, çünkü İtalya ve Türkiye, her biri kendi özelinde, bu kavramın bütün çağrışımları ekseninde “sorunlu” politik yapılara sahip. Öncelikle askeri tarım impa-ratorluklarının -Batı ve Doğu Roma’nın- bakiyesi olarak dev-letlerimizin kendisini sürekli yeniden üretme -süreklilik ve kopuş- dinamiği var. Yine örgütlü dinlerimizin (kilise ve ta-rikatlar) politik kertedeki nüfuzu, yeni devlet (modern prens) yapısı ile bu nüfuz arasındaki direkt ya da dolaylı çelişkiler ve bu görünen çelişkilerin gerisindeki özdeşliklerle “laik” dü-zenlerimiz de benzeşiyor.

Ayrıca, yoksul ve köylü Güney İtalya ile zengin sanayileşmiş Kuzey İtalya arasındaki kültürel ve siyasi fay kırıkları,- sizdeki kadar olmasa da- bizde de Doğu ile Batı Türkiye arasında var.

Sicilyalı aydın Leonardo Scascia’nın şu tespiti bizim için de geçerli:

“Sicilya bugün çok karmaşık ve umutsuz bir durumda:Üçüncü dünya sorunları ile kıvranan ve birinci dünya ile birlikte yaşamak zo-runda olan bir bölge burası.”

Page 247: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

ANToNİo grAMSCİ

247

Aramızdaki en önemli fark, galiba zaman farkı. İtalya bazı konularda bizden 50, bazı konularda 20 yıl ilerde.

Örneğin; 1890’lardan itibaren Kuzeyde başlayan sanayi-leşme ve buna paralel olarak Güneydeki tarımın çöküşü, gü-neyden kuzeye ve yurt dışına göç dalgasını başlatıyor.

Bu süreç, güneylilerin merkezde tutunma çabasının so-nuçlarından biri olarak devlet bürokrasisinin büyük ölçüde güneylilerce doldurulmasını sağlıyor. Senin ifadenle “geri ta-rımın kapitalizm tarafından içerilmesi, bu eşitsiz düzenin sü-rekliliğinin sağlanması yerel aydınları” gerektiriyor ve güney kökenli bürokrat/aydın kimliği ortaya çıkıyor. Bunlar için “ köylülere karşı demokrat, mülk sahibi ve hükümet karşısında gerici, ent-rikacı, kokuşmuş ve hain …” tanımlamasını yapıyorsun. Bu bü-rokrat aydın tipi ile birlikte, yine güneyde bir “tutunma” –var kalma- çabasının ifadesi olan Mafyanın ortaya çıkışı var. Gü-ney, bu sosyolojik varlığını faşizmin kitle temeli haline gelerek de öteliyor. İtalya’nın 1887’de Habeşistan’la başlayan ( ve hep yeni sıkıntı ve bunalımlarla sonuçlanan) sömürgecilik hevesi-nin 1. Dünya savaşı sonrası “Faşizm”le sonuçlanmasının size özgü bir toplumsal tahribata neden olduğunu eklemek gerek...

Faşizm, İtalya’ da Devletin dışındaki iki özerk gücün, Bur-juvazi ile kilisenin ve yine bunların hegemonya alanları olarak Kuzey ile Güneyin “Devlette” toplanma çabasını ifade ediyor. Musollini dahil, 1919’da kurulan Faşist partinin tüm yöne-tici ve kadrolarının eski sosyalistler, Anarko Sendikalistler ve Cumhuriyetçilerden oluşması tesadüf değil. İtalya, rakip gör-düğü Fransa, İngiltere ve takip ettiği Almanya’dan sonra sö-mürge yarışında geri kalmanın kolektif ezikliğini bu ironik “Faşizm” deneyimiyle gidermeye çalışıyor. “Her şey devletin içinde hiçbir şey devletin dışında ve ona karşı değil.”

Page 248: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

248

Bay Gramsci, faşizmin bu formülü, kurucusu olduğun İtalya Komünist partisinin teorisyeni olarak senin, Faşistlerce 1924’te atılıp 1937’de ölene kadar 11 yıl kaldığın hapishanede yeni teori ve strateji arayışlarına girmene yol açıyor.. İşte Dev-let-kilise-Burjuvazi’den oluşan tarihsel blok ve bu bloğun dev-let dışındaki alanlarda ideolojik olarak kurduğu hegemonya sorunu, sivil toplum ve organik aydınlar kavramlarının içe-riğini belirliyor.

Diyorsun ki, “Tarihsel blok, bir yandan üretici güçlere dayalı toplumsal yapının (burjuvazinin) öte yanda ideolojik (kilise) ve siyasal (Devlet) bir üst yapıya özgül eklemlenme tarzıdır. Bu iki bileşen ara-sındaki bağ ise, temelde iktisadi yapıdan değil, üst yapı düzeyinde ku-rulur. Bu düzeyin asli unsuru aydınlardır. Bu unsur, Burjuvazi (ya da proloteryanın) hegemonyasını toplumsal sisteme yayma, onunla bütün-leştirme, egemenliğin toplumsallaştırılması işlevini gerçekleştirme anla-mında “organik aydın” katmanıdır.

Bu tarihsel bloğun üst yapı düzeyi Sivil toplum/devlet kavram çiftçi ile çözümlenir.

Sivil toplum, doğrudan doğruya ve yalnızca iktisadi düzeyi değil, bir toplumsal örgütlenme tarzının devletten gayrı bütün mekanizma-larını içerir. Egemen sınıf toplumsal hegemonyasını bu mekanizma-lar aracılığıyla sağlar. Aile, din, okul, partiler, basın, radyo, bir bütün olarak ideoloji ve onu üreten aygıtlardır, sivil toplum. Devlet/politik toplum ise egemenliğin zorlayıcı aygıtları, hükümet, ordu, polis, ha-pishanelerdir. Temel sınıf bu iki alandaki güçlerini birlikte kullanarak sürdürür. Sivil hegemonya ile devlet zorunun birleşimi, organik bloğu oluşturur… Devlet, egemenliği zor ile, sivil toplum üzerindeki hege-monya ise “rıza” ile sağlanır.”

Bay Gramsci, Sovyet modelinin moda olduğu Sosyalist Mücadele tartışmaları ekseninde, İtalya’nın Batı Avrupa’lı ka-rakterine ve özgüllüğüne vurgu yaparak bu koşullarda kendi

Page 249: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

ANToNİo grAMSCİ

249

“Sosyalizme geçiş” yolunuzu çiziyorsunuz. “Sivil toplum üze-rindeki hegemonya yıkılmadıkça, Devlet ele geçirilse bile egemen sını-fın egemenliği sona ermez” diyorsunuz. “Batı Avrupa’da devrim bu sivil toplum üzerinde işçi sınıfı hegemonyasının kurulmasıyla oluşur. Bunun yolu proleteryanın kendi organik aydınlarını yaratması ve ko-lektif bir aydın olarak partisinin önce ideolojik savaşı kazanmasına da-yalı mevzi Savaşı yürütmesinden geçer. Kültürel ve moral düzeyde sü-recek bir mücadeledir bu.”

Sivil toplum alanını mevzi mevzi ele geçirmeye dayalı bu hegemonya savaşı, tarihsel bloğu çatlatmayı amaçlıyor. Bu nok-tada Sivil toplumun temel unsuru ve öncelikli öznesi devreye giriyor: Katoliklik ve kilise. Bütün toplumsal alanlarda etkili olan Katoliklik analizleriniz oldukça ilginç. “Katoliklik devlet aygıtından zorla kovuldu. Devletin gücü üzerindeki tüm doğrudan et-kileri kırıldı. Bunun ardından taşraya göç etti. Katoliklik, İtalya hal-kının gerek maddi gerek zihni açıdan feodal düzende yaşayan kesimle-rine, bu kesimlerin küçük çaplı toplumsal etkinliklerine, taşradaki yerel çıkarlar dünyasına yöneldi.

Katoliklik, pek çok bakımdan Yahudilik olayını andıran bir feno-meni yaşadı. Taşınmaz mallar üzerindeki tüm hakları ellerinden alın-dıktan sonra Yahudiler, Hıristiyanlık dünyasındaki taşınır malların en büyük sahipleri oldular. Elde ettikleri sınırsız mali gücü, kendilerini si-yasal ve dinsel açıdan ezen din devletlerini baskı altına almak için ve de başarıyla kullandılar. Bugün ise kamu gücünü Katoliklerin elinden alan liberallerdir. Katoliklik bu kez yöresel ekonomik çıkarların çeşitli birimlerinde kendini gösteriyor, bu toplumsal güçler sistemi içinde örgüt-leniyor ve bu güçleri zihni düzeyde baskı altına alan ve kültür tarihi dışına süren bir devleti bu kez o baskı altına alıyor. Katoliklik tarihte değişik bir görünümle, bu kez reform görmüş bir Katoliklik olarak or-taya çıkıyor. İnsan görünümündeki çürümüş bir et yığını olarak Ka-toliklik, tarihsel gelişme ve tarihsel bir dönemin aşılması bakımından, toplumsal kurumlara egemen yasalar nelerse, o yasaları aynen izliyor.

Page 250: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

250

İnanan yığınlara, onları tek başına mutlak biçimde denetleyerek egemen olan kapalı, yukardan aşağı, çok dar bir hiyerarşi içinde somutlaşan bir Katoliklik, kitlelerin ifadesini temsil eder duruma geliyor.

Kitlelerin onayını arayan ama kitlelerin havasına göre savrulup yı-kılabilen bir yapıya sahip. Katolikliğin şansı, dünya nimetlerini vaat eden, sadece Tanrının devletine değil, artık hiçbir zaman oraya değil, dünyadaki mutluluğa götürmek isteyen insanların başarılarına bağlı-dır… Demokratik Katoliklik, kitleyi bir alaşım kıvamına getirip, bir düzene sokuyor, hayata kavuşturuyor ve kendisi de bundan sonra in-tihar ediyor.”

Katolikliğin serüveni ile bizim İslamcılığın serüveni he-men hemen aynı.

Evet Bay Gramsci; Sivil toplum, hegemonya, tarihsel blok, aydınlar ve Katoliklik üzerine 1930’lu yıllardaki bu analizle-rinizin açık anlamı şu galiba: faşizm sayesinde devlette birle-şen kilise ve burjuvazi (tarihsel blok ) ittifakını kırmak ve za-ten dinselliğin dogmatik vasfını kaybederek sosyal gelişmelere uyum sağlayan kilise ve Katolikliği müttefik olarak değerlen-dirip karşı tarihsel bloğu oluşturmak gerekir, diyorsunuz. Sivil toplum üzerinde en etkili olan Katolikliğin bu şekilde mütte-fik güç hale gelmesi ile hegemonya kurma ve mevzi kazanma savaşı başarılı olabilir.

Bu stratejinin, İtalya Komünist Partisi için sizden çok sonra, 1960’lardan itibaren “Tarihsel uzlaşma” formülüne dönüşüp İtalya’yı en az 20 yıl etki altına aldığını biliyoruz. İKP lideri Berlinguer’in, 1970’lerde Katolikliğin politik temsilcisi, Hıris-tiyan Demokrat Parti ile ittifak için ortaya attığı “Tarihsel uz-laşma” tezi, 1979’da HDP’nin bu teze yakın lideri Aldo Mo-ro’nun Kızıl Tugaylar (Gladio)ca öldürülmesine kadar, bütün Avrupa solunu ve hatta tüm Batı Avrupa Siyasal Partilerini etkilemişti. “Ne devletçi Allahsızlık ne de din devleti” sloganıyla

Page 251: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

ANToNİo grAMSCİ

251

gündeme gelen bu tez, 1973 Şili olayından sonra % 30’luk oy oranına sahip İKP’nin tek başına iktidara gelmesi durumunda Allende’nin başına gelenlerin İtalya’da da tekrar edileceği kay-gısından da beslenerek gündem olmuş, ama bu “Tarihsel uz-laşma” gerçekleşmeden sona ermişti.

İtalya, 1980’lerde solun etkisinin kırılması ve HDP’nin giderek masonik-finans kapitalin güdümüne girmesi sonucu “Kapitalist Demokrasiyi” ‘transformismo” tarzında yeniden inşa etti. 1890’larda Crispi ve Giolitti gibi liderlerin geliştirdiği entrika, şantaj, tasfiye, satın alma, rüşvet vb. yolları kullanarak sürekli iktidarda kalma tarzına taktığınız isim olarak “Trans-formismo”nun,(bizde hemen birilerini çağrıştırıyor!) İtalya si-yasal düzeninde kalıcı bir yöntem haline geldiğini, Berlisconi gibi bir medya tröstünün başbakan olabilmesi gerçeğine da-yanarak söylüyorum. Sonuçta, Faşizmden tarihsel blok’a, ora-dan transformismoya uzanan siyasal tarihinizden çıkarılacak çok ders var. O kadar ki; Biz de ,1. Dünya ile 3. Dünya ara-sında durarak ,ama artık daha kısa bir mesafeden, 5-10 yıl ge-riden size benzemeye başladık.Korkarım yakın bir gelecekte bizde de bir medya patronu yada finans oligarkı başa güreş-meye heveslenecek!..

Bizim benzerliklerimiz yanında nüanslarımızda var aslında. İtalya’dakinin aksine Türkiye de her şey daha örtük bir tarzda gerçekleşiyor. Çünkü, bizde devlet sizdeki kadar zayıf, bur-juvazi ise sizdeki kadar güçlü değil. Din, kilise kadar örgütlü sayılmaz. Yine Doğu-Batı ayrımı sizdeki kadar keskin değil. Biz de bürokrat ve organik aydın tipleri tam anlamıyla kate-gorik özellikler göstermiyor. Bizim Tarihsel Blok’umuz daha çok devlet merkezli ve devletin çeperinde yerleşmiş bürokrat-i-şadamı-aydın ittifakı olarak şekillenmiş durumda.

“Sivil toplum”a gelince.. Biz devletin kendini gizlediği alan-lara “sivil toplum” deriz Bay Gramsci. Devlet bizde, toplumda

Page 252: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

252

kendiliğinden ve her yerde yeniden üretilen bir özellikler top-lamıdır. Ama bütün halinde göründüğü tepedeki somut var-lığına ‘Devlet’ deriz. Bu nedenle, sivil toplum üzerinde ide-olojik ve moral bir hegemonya savaşından (mevzi savaşı) çok, doğrudan “Devleti” ele geçirme savaşı, bizim siyasal yapımı-zın özünü oluşturur. O kadar ki, toplumun ya da dış güçlerin uzantıları bir yana, bizatihi bizim devletin içindeki unsurlar dahi birbirlerine karşı ‘devleti ele geçirmeye çalışırlar. Bu ne-denle bizim en anlamlı entelektüel/teorik çabamız, önce dev-leti ele geçirme şehvetini frenlemek, ele geçirilecek iktidar te-peciklerini ve yarattığı iştahı ortadan kaldırmak olmalı galiba. Yani devleti, güç, otorite, para, temsil, makam ve statünün tek kaynağı olmaktan çıkarmak. Bu amaçla , önce din-siya-set ve ekonominin özerk alanlar halinde yeniden örgütlenmesi ve toplumun bu özerklikler içerisinde “sivil” organizasyonlar üzerinden güçlenmesini sağlamak gerekiyor. Bu bağlamda, bi-zim tarihsel uzlaşmamız, devleti kuşatmış bulunan ve Batı’yla anlaşmalı unsurların bu blok’unu yarmak ve devlet ile millet arasına yerleştirilmiş bulunan mayınları temizlemekle sağla-nabilir ancak. Uzlaşacak olan taraf lar ise, sınıf lar ya da seg-mentler değil, devletle millet. Çünkü bizde “her şey devletin ve milletin içinde ve hiçbir şey onların dışında ya da karşısında değil” formülü geçerli. Bunun anlamı şu; Biz imparatorluğu-muzu kaybederken devletin özünde saklı milleti keşfetmiştik. Bu saklı irade ile yeniden devlet olduk. Bir batılı olarak bunu anlayabileceğinizi pek sanmıyorum. Ama bir güneyli yoksul köylü çocuğu olarak belki anlamaya çalışırsınız.

Kısacası bay Gramsci, bizim gerçek ‘sivil toplum’umuz sa-dece zor zamanlarda açığa çıkan saklı bir cevherdir. Normal zamanlarda ise sadece devlet, yani kontrol, otorite ve hiyerarşi vardır. Bu nedenle gerçek bir toplumsal siyasetin tarihsel mis-yonu, bizim tüm saklı dinamiklerimizi normal düzenimizin

Page 253: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

ANToNİo grAMSCİ

253

moral ve hukuki temeli haline getirmektir. Bugün ise durum maalesef tam tersi.

Bay Gramsci; son olarak, İtalyan liberallerini ti’ye alırken verdiğiniz bir örneği anmadan geçemeyeceğim: “kartvizitine “çağdaş” diye yazdıran bir Fransız küçük burjuvasının öyküsü anla-tılır. Hiçbir şey olmadığını düşünüyormuş bu adam, ama bir gün ter-sine bir şey olduğunu, bir “çağdaş” olduğunu fark etmiş.”

Çok güldüm buna, inanın. Biz de bu kartvizit işi nere-deyse bir sektör durumunda. Çağdaş olmak bizde sadece hiç-bir şey olmayanların değil, bir şey olanların bile hastalığı. Bir de tarif edebilseler, belki biz bile hevesleneceğiz.

Bütün güneylilere ve hakiki “baba”lara çok selam Bay Gramsci… Unutmayın çıkış (başlangıç) hala Doğu’ya ait… Hoşçakalın…

Page 254: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime
Page 255: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

255

‘Karl Marks’

Gün doğarken her sabah Bir kız geçer kapımdan Köşeyi dönüp kaybolur Başı önde yorgunca Fabrikada tütün sarar Sanki kendi içer gibi Sararkende hayal kurar Bütün insanlar gibi Bir evi olsun ister Birde içmeyen kocası Tanrı ne verirse geçinir gider Yeterki mutlu olsun yuvası Dışarda bir yağmur başlar Yüreğinde derin sızı Gözlerinden yaşlar akar Ağlar fabrika kızı

(Şiir-beste: Bora Ayanoğlu)

Bay Marks,

Şimdilerde Fabrika Kızı’nı, delikanlısını, işçiyi, emekçiyi, yoksulu, üç otuz paraya haysiyeti için, çoluk çocuğuna helal rızık götürmek için çalışan milyonları düşünen, onlar için şi-irler yazan, şarkılar besteleyen kalmadı.

Page 256: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

256

Bora Ayanoğlu’nun bu eski bestesi, Alpay ve Ahmet Kaya yorumuyla seslendirilerek dilimize eklenmişti…Ahmet Ka-ya’da “bir mavi otobüs gelirdi, seni alır giderdi, kaldırımlar kaldırım-lar var ya, seni alır giderdi…” diyerek anlatmıştı fabrika kızını…Yoksul, mağdur ve mahrum kitleler, eskiden kaderlerine kız-salarda hallerinden utanmaz, zadegana özenmez, mahrumiyete rağmen mağrur yaşar, ‘o mavi otobüslere’ binerek giderlerdi. Şimdilerde “fabrika kızları” için şiir yazılmadığı ve onları ‘dü-şünen’ kalmadığı gibi, onlar da mahrumiyetten utanır, hara-milere özenir oldu.

Olsun, bu devran bir gün dönecek elbet..insanlık yeniden insanlığını malda mülkte,makamda mevkide kaybetmeyi bı-rakıp, onuru, özgürlük ve adalet için çaba göstermekte aradığı ve kazanma hırsını tetiklemek için değil frenlemek için bedel ödediği bir yaşama geri dönecek.

Bay Marks,

Sen, ‘fabrika kızı’nı kendine dert edinen, onları düşünen, onların gözyaşlarını dindirecek çareler arayan, batılı son bü-yük fikir adamıydın.

Fikirlerinden çok, zorlu ve yoksul yaşamöyküsünden etki-lendiğim insanlardan birisin. Fikirler, bilirim, ne kadar önemli, derin ya da keskin olursa olsun, zaman içinde değişebilir, yan-lışlanabilir veya önemsizleşebilir. Ama hayat, yaşandığı ile kalır ve bir insanı değerlendirmenin temel ölçüsü yaşadığı hayattır.

İnsanların fikirleri ile uyumlu bir hayat sürmesi, önemli bir erdem ölçütüdür mesela. Yani fikirleri değil, onunla uyumu, samimiyeti, safiyeti, içtenliğidir dikkate değer olan.

Batıda olduğu gibi bizim toplumlarımızda da fikirler, başka bir çok şey gibi, maske olarak işlev gördüğü için, artık insan-ların neci olduğuna, neyi savunduğuna bakmıyorum. Sadece

Page 257: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

KArL MArKS

257

hayatına kuşbakışı bakmak yetiyor. Nasıl yaşıyor, neler yapı-yor ve en çok neyin peşinde koşuyor?

Eğer bir insanlık davamız varsa, bir ulvi aşkımız; sanırım artık ideolojik içeriğinden çok, kastettiğim ahlaki ölçütü bu davanın temeli yapmak zorunlu oldu. Savunduklarıyla yaptık-ları arasında tezatlar, uçurumlar bulunan insanların yorduğu insanlık, bugün kapitalizme kolayca teslim olabildi. Artık in-sanları dinlemeden ya da anlamaya çalışmadan önce, onların yaşama tarzına bakmamız, seyretmemiz ve gözlemlememiz gerekiyor. Post modern bir ilke koyduğumun farkındayım, her şeyin sergilenebilir ve seyredilebilir hale indirgendiği bir çağda yaşıyoruz, ama kastettiğim tam olarak bu değil. Eskiler, ‘özü sözü bir olmak’ demiş. Dürüst olmak.. Her şeyin başı bu.

Bay Marks, senin hayatına baktığımda, önce bunu gör-düm. Modern kapitalist sürecin iç savaşını tetikleyen o parlak devrimci fikirlerinden önce bütün dürüstlüğünle ‘sen’ varsın. Karl Marks isimli bir insan. Alman, Yahudi kökenli Lütherci Hristiyan-liberal avukat bir baba, ölünceye kadar sadakat ve tutkuyla aşık olduğun bir eş, zeki, duyarlı, mücadeleci bir ço-cukluk. Yoksulluk içinde bir hayat. Sadece kendi hayatını de-ğil, tüm toplumun, tüm kapitalist dünyanın, tüm insanlığın kaderini değiştirmeye adanmış bir koca ömür.. Bu acılı yaşa-mın içinde ölen dört çocuğun. Küçük kızının cenaze mas-raf larını dahi bulamayınca komşuların yardımıyla defnedişin. Borç karşılığı rehin verdiğin elbiseleri alamadığın için gün-lerce evde mahsur kalışın. Ve aynı kumaştan her insan gibi, yalnız ve acı çeken bir ruhun.

Eşin Jenny, bir arkadaşına yazdığı mektupta, Londra’day-ken yaşadığın hayata dair ipuçları veriyor: “..paramız olmadığı için..iki icra memuru geldiler ve elimde kalan birkaç şeyi, yatakları, ipek örtüleri, elbiseleri, her şeyi, hatta çocukların en güzel oyuncaklarını bile

Page 258: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

258

onlar orada gözyaşları dökerken alıp götürdüler. İki saat içinde ne var ne yoksa onları da alacaklarını söyleyerek tehdit ettiler. Ve ben orada çıplak döşemenin üzerinde titreyip duran çocuklarım ve ağrıyan göğ-sümle kalakaldım.”

Sen, buydun Karl Marks, işte bu ‘insan’. İngiliz ekonomi politiği, Fransız sosyalizmi, ve Alman idealizmi‘nin mükem-mel bir sentezle aşılması olarak özetlenen Marksizm, bu in-san ruhunun ürünü işte. O halde, tabii ki ciddiye almak, din-lemek, anlamaya çalışmak gerekiyor.

Ama, Marksizm’den çok, Marks’ı anlamaya çalışmalı… Marksizm, bana hep Marks’ın karikatürü gibi geldi. Belki se-nin de yaşarken gösterdiğin zaafın bunda payı var, ama en çok pay şakirtlerinin.. Marksın kapitalizme dönük itirazlarını, iti-raz yöntemlerini ve daha iyi bir dünya kurma iradesinin bü-tün modern nitelikleriyle yöntemleştirilmesini bir ideolojik dogmaya indirgenmesinin adı olarak Marksizm, bana göre de ömrünü tamamladı. Kapitalistlerle ve liberallerle bu konularda benzer laf lar etmek zoruma gitse de, maalesef durum bu. Fran-sız Anarşizminin ustalarından P.J. Proudhon, sana yazdığı bir mektubunda, Marksizm denilen din’in tehlikesine dikkat çe-kiyor ve seni uyarıyordu:

“Aziz dostum bay Marks,..toplumun kurallarını ve bu kuralların gerçekleşme biçimlerini, onları keşfetmemizi sağlayan gelişmeyi, isterseniz birlikte araştıralım. Ama, tanrı hakkı için, bütün apriori dogmatizm-leri yok ettikten sonra, bu kez de biz kendimiz, halka kendi inançları-mızı kabul ettirmeye çalışmayalım; Katolik teolojiyi devirdikten hemen sonra, bir sürü afarozların yardımıyla, bu kez de kendisi Protestan bir teoloji kurmaya koyulan yurttaşınız Martin Luther’in düşmüş olduğu çelişkiye düşmeyelim. Üç yüz yıldan beri Almanya bay Luther’in süp-rüntülerini temizlemekle meşgul, yeni süprüntülerle insan soyunun ba-şına yeni bir iş icat etmeyelim...Bütün dünyaya bilgili ve uzak görüşlü

Page 259: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

KArL MArKS

259

bir hoşgörülülük örneği verelim; kendimizi, bu din mantığın dini, ak-lın dini bile olsa, yeni bir dinin havarileri olarak ortaya koymakla yeni bir hoşgörüsüzlüğün, tahammülsüzlüğün önderleri olarak ortaya at-mayalım. Bütün itirazları hoş karşılayalım, teşvik edelim. Bütün dış-lamaları, bütün mistisizmleri silelim; bir soruna hiçbir zaman bitmiş, tükenmiş gözü ile bakmayalım. En son delilimizi de tükettikten sonra bile eğer gerekiyorsa yeniden, belagat ve mizahla başlayalım. Bu şart-lar olursa topluluğunuza katılabilirim, yoksa hayır!”

Tarih, Proudhon’u haklı çıkardı ve belki de çok daha olumlu bir işlev görecek olan Marks’ın fikirleri üzerinde, in-sanlığın kapitalizmden ve faşizmden sonra gördüğü göreceği en karanlık rejimler kuruldu. Yaşasaydın ve olanları görsey-din, kahrından ölürdün sanırım. Devletler oyunu ve küresel sermayenin manipülasyonuna açık nice Marksist akım, hare-ket, örgüt ve eyleme tanık oldu geçen yüzyılın dünyası. So-nuç, tam da senin korktuğun şekilde, insanlığın daha iyi bir dünya kurma istek ve çabasını körelterek ortaçağ kaderciliğine razı olduğu bir teslimiyetle bitti. Kapitalizm, bu sahte düşma-nını muvazaalı bir soğuk savaş sonunda ‘yendi’. Oysa ortada ne savaş vardı ne de kapitalizme karşı duran bir rakip. Mark-sizm, devlet kapitalizmi ve Rus jeopolitiğinin dış politika aracı olarak gördüğü muvazaalı misyonu tamamlayarak ‘Öldü’. Pi-yasa kapitalizmiyle devlet kapitalizmi arasında süren kapitalist sistemin iç savaşıydı söz konusu olan. Ve Karl Marks, bu oyu-nun en işlevsel malzemesiydi. Hepsi bu.

Bay Marks, işte bu içinde bol devlet, istihbarat, entrika, manipülasyon olan oyunun parçası olan sol akımların bir çok figüranının iç savaş sonrası kolayca saf değiştirebilmesinin nedenlerini şimdi daha iyi anlayabiliyoruz. Demek ki, devlet aklı, ideolojik akıldan daha sağlıklı çalışıyormuş ve her dev-let, bu oyunu görüp gerekli tedbirleri alarak kendi solcusunu kendi yaratmış.

Page 260: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

260

Bizim ülkemiz, bu konuda bir laboratuar gibidir. Sol rüz-garlar dindikten sonra, yani maskeler atıldıktan sonra geriye kalan bakiyenin ahvalini sana nasıl anlatabilirim, bilemiyorum. Türk solu, tıpkı Avrupa solu gibi, üçüncü dünya solu gibi, or-tadoğu solu gibi, sınıfta kaldı. Bu sol yolları ciddiye alan mil-yonlarca insan, umutlarının tükenişi ve çabalarının boşa git-mesinden sonra yorgunluk ve teslimiyette demir attı.

Şimdi, meydan Batıcılara, ‘kentli, çağdaş, ilerici, bilimci, uygar, demokrat, prezentabl, rantabl,’ gibi kelimelerle konu-şan Neotanzimatçı unsurlara kaldı.

Bunlar,- çoğu eski solcu olmak üzere bunlar-, neredeyse 20 yıldır bize küfrediyorlar. Bize, insanlığa dair ne varsa, aşa-ğılıyorlar. Köylülüğümüz, doğululuğumuz, imanımız, inanç-larımız, törelerimiz, adetlerimiz, sofralarımız, yemeklerimiz, türkülerimiz, ..bize dair ne varsa, iğrenç, ölçüsüz ve alçakça bir saldırı altında..Çoğu eski solcu bu liberaller, kapitalistler, batıcılar, küresel savaş koalisyonu ile şu ya da bu şekilde irti-bat içinde, bir öncü kolu gibi zemin temizliği yapmaya soyun-dular. Dünyayı ezilenler lehine değiştirme fikri başta olmak üzere, dinlerimiz, yaşam tarzımız ve sağlam kurumlarımızı tahrip ederek ve bunu da aralarında kavga ediyormuş gibi ya-parak saldırı halindeler. Şimdilerde kifayetsiz muhteris karak-terli eski dinci döneklerden de kendilerine kullar edindiler. Bu ölçüsüz saldırı, tabii ki derin yaralar açtı, açıyor. Sermaye-siz, piyasasız, verimli’ siz, üretken’siz cümle kuramaz olduk. Menfaat, birey, kar, kazanç, yani şu eski bezirgan dili, tek di-limiz oldu. Oysa bu kavramlar ancak ve sadece, adalet, pay-laşma, emek, dayanışma, ahlak ve şahsiyet gibi kavramlarla birlikte insanlığın gelişmesine yol açabilir.

Ünlü manifesto’da, bundan yüz elli yıl önce sanki bugünü tarif eder gibi şöyle demiştin:

Page 261: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

KArL MArKS

261

“..İktidara geldiği her yerde burjuvazi, tüm feodal , babaerkil, kırsal ilişkileri darmadağın etmiştir. İnsanları doğal efendilerine düğümleyen cicili bicili feodal kordonları acımasızca koparıp atmış ve insan ile insan arasında kupkuru çıkar dışında, duygusuz ‘nakit ödeme’ dışında, hiç-bir bağ bırakmamıştır. Dindar esrikliğin kutsal ürpertilerini de, şöval-yece yüksek heyecanları da, dar kafalı burjuva duygusallığını da ben-cil hesapçılığın buz gibi suyunda boğmuştur. Kişisel saygınlığı değişim değerine indirgemiş, sayısız belgeli ve kazanılmış özgürlüklerin tümü-nün yerine tek bir özgürlüğü, vicdansız ticaret özgürlüğünü koymuştur. Kısacası burjuvazi, dinsel ve siyasal gözbağlarıyla üstü örtülü sömürü-nün yerine, apaçık, utanmaz, dolaysız, çıplak sömürüyü geçirmiştir.

Bugüne kadar üstün değer verilen ve sofuca bir ürküntüyle bakılan ne kadar eylem varsa burjuvazi, bunların hepsinin üstündeki kutsallık örtüsünü çekip atmıştır. Doktoru da, hukukçuyu da, rahibi de, şairi de, iktisatçıyı da, kendi ücretli emekçisi haline getirmiştir.

Burjuvazi, aile ilişkilerinin yürek titreten duygu dolu peçesini yırt-mış ve onu düz para ilişkisine indirgemiştir.

..Burjuvazi, dünya pazarını sömürmekle, her ülkenin üretimine ve tüketimine kozmopolit bir nitelik verdi. Gericileri derin kedere boğarak, sanayiin ayakları altından üzerinde durmakta olduğu ulusal temeli çe-kip aldı. Eskiden kurulmuş bütün ulusal sanayiler yıkıldılar ve hâlâ da her gün yıkılıyorlar. O ülkenin üretimiyle karşılanan eski gereksin-melerin yerini, karşılanmaları uzak ülkelerin ve iklimlerin ürünlerini gerektiren yeni gereksinmeler alıyor. Eski yerel ve ulusal kapalılığın ve kendi kendine yeterliliğin yerini, ulusların çok yönlü ilişkilerinin, çok yönlü karşılıklı bağımlılığının aldığını görüyoruz. Ve maddi üretimde olan, zihinsel üretimde de oluyor. Tek tek ulusların zihinsel yaratım-ları, ortak mülk haline geliyor. Ulusal tek yanlılık ve dar kafalılık gi-derek olanaksızlaşıyor ve sayısız ulusal ve yerel yazınlardan ortaya bir dünya yazını çıkıyor.

Page 262: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

262

Burjuvazi, bütün üretim araçlarındaki hızlı iyileşme ile, son derece kolaylaşmış haberleşme araçları ile, bütün ulusları, hatta en barbar olan-ları bile, uygarlığın içine çekiyor. Ucuz meta fiyatları, bütün Çin set-lerini yerle bir ettiği, barbarların inatçı yabancı düşmanlığını teslim ol-maya zorladığı ağır toplar oluyor. Bütün ulusları, yok etme tehdidiyle, burjuva üretim biçimini benimsemeye zorluyor; onları uygarlık dediği şeyi benimsemeye, yani bizzat burjuva olmaya zorluyor. Tek sözcükle, kendi hayalindekine benzer bir dünya yaratıyor.

..Burjuvazi, kırı kentlerin egemenliğine soktu. Çok büyük kent-ler yarattı, kentsel nüfusu, kıra kıyasla, büyük ölçüde artırdı, ve böy-lece, nüfusun oldukça büyük bir kısmını kırsal yaşamın bönlüğünden kurtardı. Kırı nasıl kentlere bağımlı kıldıysa, barbar ve yarı-barbar ül-keleri de uygar olanlara, köylü ulusları burjuva uluslara, Doğuyu Ba-tıya bağımlı kıldı.

Burjuvazi, nüfusun, üretim araçlarının ve mülkiyetin dağınık du-rumuna giderek daha çok son veriyor. Nüfusu bir araya toplamış, üre-tim araçlarını merkezileştirmiş, ve mülkiyeti birkaç elde yoğunlaştırmış-tır. Bunun zorunlu sonucu, siyasal merkezileşme oldu. Ayrı çıkarlara, yasalara, hükümetlere ve vergi sistemlerine sahip bağımsız ya da birbir-leriyle gevşek bağlara sahip eyaletler, tek bir hükümete, tek bir hukuk düzenine, tek bir ulusal sınıf çıkarına, tek bir sınıra ve tek bir gümrük tarifesine sahip tek bir ulus içinde bir araya geldiler.

Gözlerimizin önünde buna benzer bir hareket yer alıyor. Kendi üretim, değişim ve mülkiyet ilişkileri ile modern burjuva toplumu, böy-lesine devasa üretim ve değişim araçları yaratmış bulunan bu toplum, ölüler diyarının büyüleriyle harekete geçirdiği güçleri artık kontrol edeme-yen büyücüye benziyor. . Bu konuda, tüm burjuva toplumunun varlı-ğını dönemsel yinelenmeleriyle her keresinde daha tehdit edici bir biçimde sorguya çeken ticari bunalımların sözünü etmek yeterlidir. Bu buna-lımlar sırasında yalnızca mevcut ürünlerin değil, daha önceleri yaratıl-mış üretici güçlerin de büyük bir kısmı dönemsel olarak tahrip ediliyor.

Page 263: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

KArL MArKS

263

Bu bunalımlar sırasında, daha önceki bütün çağlarda anlamsız görü-

lecek bir salgın baş gösteriyor —aşırı üretim salgını. Toplum kendisini

birdenbire, gerisin geriye, geçici bir barbarlık durumuna sokulmuş bulu-

yor; sanki bir kıtlık, genel bir yıkım savaşı, bütün geçim araçları ikma-

lini kesmiştir; sanki sanayi ve ticaret yok edilmiştir; peki ama, neden?

Çünkü çok fazla uygarlık, çok fazla geçim aracı, çok fazla sanayi, çok

fazla ticaret vardır da ondan. Burjuva toplum koşulları, bunların yarat-

tığı zenginliği kucaklayamayacak denli dardır. Peki, burjuvazi bu bu-

nalımları nasıl atlatıyor? Bir yandan üretici güçlerin büyük bir kısmını

zorla yok ederek; öte yandan yeni pazarlar ele geçirerek, ve eskilerini de

daha kapsamlı bir biçimde sömürerek. Yani, daha yaygın ve daha yı-

kıcı bunalımlar hazırlayarak, ve bunalımları önleyen araçları azaltarak.

Burjuvazinin feodalizmi yerle bir ettiği silahlar, şimdi, burjuvazi-

nin kendisine karşı çevrilmiştir..”

Evet, bay Marks, yüz elli yıldır değişmeyen, hiçbir in-

sani kaygısı olmayan ya da tüm değerleri körelmiş işte bu te-

feci-bezirgan düzenin bugünkü sözcüleri tarafından yayılan

yoğun sis bombardımanı altında, yolumuzu arıyoruz. Ger-

çeği, o her gün yaşadığımız somut gerçekliği dahi bize başka

bir şey olarak sunmakta bayağı mahir olduklarını söylemeli-

yim. Birkaç sözde uzman kurumun resmi raporu, birkaç is-

tatistik bilgi, güya ekonomi, güya piyasalar...sürekli bir tüc-

car ağzı, harami pervasızlığı, tefeci azgınlığı...Ve ezilenler, o

insanlık tarihinin gerçek yaratıcıları, emek ve zincirlerinden

başka kaybedecek bir şeyi olmayan milyonlar. Dünyanın her

yanında kendi seslerini arıyorlar. Emeğin, haysiyetin ve ada-

letin sesini..Marks’ınki gibi yeni bir ses. Sömürücü, kapitalist,

tefeci sesi bastıracak ve başka bir dünya, başka bir yaşam mümkün,

diyecek cesur bir ses.

Page 264: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

264

Karl Marks, işte bu nedenle hala önemli. Fikirlerinin doğru ve yanlış yanlarıyla önemli, itiraz eden gür sesiyle önemli, mü-cadelesiyle önemli..

Marks düşüncesindeki anahtar kavramların belki yeniden yorumlanarak kapitalizm dışında yeni ve adil bir dünya tasav-vuru için kullanım değeri hala bulunuyor; Praksis, diyalektik, artı değer, yabancılaşma, sermaye birikimi, mülkiyet ilişkileri, sınıflar, metalaşma, ücretli kölelik, eşitsiz gelişme..

İnsanlık, mülkün belirli ellerde toplanmasının değişmez ve hatta ilahi bir kader olmadığını, bunun somut yasaları olan bir mekanizma içinde bilinçli eylemle gerçekleştiğini ve istenirse değiştirilebileceğini, senden öğrendi. Ne var ki, öğrencilerin içinde kapitalistler de vardı ve olası tüm açıkları kapatarak ka-pitalizmi kriz içinde sürekli ilerleyen bir sisteme dönüştürdü-ler. Dış sömürüden sağlanan kaynaklara dayalı refah devleti politikalarının yarattığı büyüler, kitleleri bu düzen içinde de istediklerini elde edebilecekleri yanılsamasına ikna etti. Batılı emekçi kitleler, ikinci dünya savaşı sonrasında işte bu politika-lar nedeniyle havlu attılar. Demokrasi, serbest piyasa ve insan hakları söylemleri, gelişmekte olan ülkelere de ihrac edildi. Aynı illüzyonlarla geçici tüketim rüzgarları pompalandı. So-nunda bu sahte rüya tabii ki bitti ve insanlar ellerine geçen üc-retle kendilerine pompalanan yaşam tarzı arasındaki uçurumu görerek, şoke oldular. Şimdi işte bu şok sonrası hala üretme-den tüketme alışkanlığını sürdürme amaçlı yağma, yolsuzluk ve hırsızlık yöntemlerinin yaygınlaştığı bir süreç yaşıyoruz. Ancak bunun sürekli mümkün olmadığını da bir gün herkes öğrenecek. Ve o zaman tekrar daha adil, dengeli ve kamucu iktisat arayışları başlayacak.

Açıkcası, küresel finans kapitalin, küresel mafyanın bu dü-zenden rahatsızlığı söz konusu değil. Hatta aşırı üretime yeni

Page 265: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

KArL MArKS

265

pazarlar bulma çabasıyla bakir bölgelere de aynı hastalığı yayma uğraşı içindeler. Bu maksatla sözde pilot bölge olarak seçtik-leri Brezilya, Arjantin, Meksika, Türkiye, Mısır, Hindistan ve Çin gibi kalabalık nüfuslu ülkelere dönük sürekli yeni ekono-mik modeller deniyorlar. Artık sahte bile olsa itiraz eden alter-natif modeller de olmadığı için, boş meydanda istedikleri gibi at oynatıp, koca koca ülkeleri kobay gibi kullanıyorlar. Arjan-tin, Brezilya ve Türkiye, bu kobay ülkeler sınıfında bulunu-yor. Bedelini ise milyonlarca insan ödüyor.

Bay Marks, insanların sosyal şartlarının ürünü olarak ta-nımladığın Din’i biraz daha ciddiye alsaydın ve Avrupa’daki Hıristiyan-Yahudi çürümüşlüğünü genellemeseydin, sanırım hala senin metot ve fikirlerin yaşıyor olurdu. Kapitalizmin dini değerleri hem çözen hem de kullanan karakterine kı-zarak, tüm manevi değerleri ve tabii ki Tanrı’yı sen de ıska-ladın. Tanrı konusundaki son derece indirgemeci ve maddeci yaklaşımın, insanlığın önemli bir kısmını kapitalizme yem yaptı. Evet, verili koşullarda din bazan ‘kalpsiz bir dünyanın kalbi, ruhsuz bir dünyanın ruhu, halkların afyonu olarak’ sahte bir bilincin dili işlevi gördü, görüyor. Ama bu dinlere ve Tanrıya özgü bir karakter değil, koşullara ve insana özgü bir zaafın so-nucu, bay Marks. Eğer politik eylemlilikten fırsat bulup o ta-rihlerde bir çoğu tercüme edilmiş olan İslam klasiklerine göz atma imkânın olsaydı, tanrı ve din konusundaki klişe yakla-şımların, eminim tersyüz olurdu. İbn Arabi, Mevlana, Molla Sadra ya da İbn Rüşd’ü tanımış olsaydın, Ömer Hayyam’dan, İbn Haldun’dan, Ebubekir Razi’den, İhvanu Safa risalelerin-den hatta İmam Gazali’den bir şeyler okuma şansın olabilseydi, daha derinlikli ve evrensel bir düşünce sistematiği kurabilir-din. Ya da bizim Ahi geleneğini incelemiş olabilseydin, Asya tipi üretim tarzı deyip geçtiğin Mezopotamya- Akdeniz hav-zası ekonomi politiğini biraz daha yakından inceleyebilseydin,

Page 266: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

266

komünist toplum ütopyası yerine, daha gerçekçi ve uygulana-bilir modeller geliştirebilirdin.

Sanırım bu konuda da Proudhon haklıydı. Sana yazdığı mektupta şöyle diyordu;

“....Belki de siz hala, bir zamanlar adına devrim denilen ve aslında da bir sarsmadan [ing. coup de main, ani sarsma, ani darbe] başka bir şey olmayan şey var olmaksızın hala hiç bir şeyin mümkün olmadığı görüşündesiniz. Çok iyi anladığım, mazur gördüğüm, benim de bir za-manlar paylaşmış olduğum ve son incelemelerimin beni artık etkisinden kurtardığı bir görüş saydığım bu düşünceyi seve seve tartışmak isterim. Başarıya ulaşmak için buna ihtiyacımız olmadığı kanısındayım. Do-layısıyla da, devrimci eylemi toplumsal reform aracı olarak görmeme-miz gerekir; çünkü bu sözde araç, aslında yanlız kuvvete, keyfi dav-ranışa bir çağrıdan, kısaca bir çelişmeden başka bir şey olmayacaktır. Sorunu kendi kendime şöyle ortaya koyuyorum: Bir ekonomik yolla toplumdan alınmış olan zenginlikleri başka bir ekonomik yolla yeniden topluma geri verme. Ya da başka bir deyişle, Politik İktisat aracılıyla, siz Alman Sosyalistlerinin topluluk [ing. community], benimse şimdi-lik hürriyet veya eşitlik demekle yetindiğim şeyi meydana getirecek bir biçimde, mülkiyet teorisini mülkiyete karşı döndürmek..”

Bay Marks,

Seninle konuşacak çok şey var. Daha doğrusu senin de üze-rinde yürümeye çalıştığın adalet arayışı ve daha iyi bir gele-cek tasarımı için senin konuştuğun dilin kritiğine ihtiyacımız var. Özellikle İngiliz kapitalizminin tersinden yeniden üretil-mesiyle sonuçlanan ekonomi-politik tezlerin, Doğu’ya bakış açında kendini ele veren Avrupa merkezci ve yer yer oryantalist yaklaşımların ve pür materyalizm görünümü altında geliştirdi-ğin İngiliz olguculuğu gibi konularda, konuşmamız gerekiyor.

Bizim ülkemiz, kendini binlerce yıllık badirelerden ko-ruma güdüsüyle dışardan esen rüzgarlara karşı oluşturduğu

Page 267: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

KArL MArKS

267

bentleriyle meşhurdur. Bu topraklara doğru esen her yel, kı-rılarak, çarpılarak, süzülerek kendine yer bulur. Marksizm de böyle bir çarpılma ile buralara gelmişti. Tabii ki içinde ‘sen’ yoktun. Rus ya da Çin jeopolitiği, Avrupacılık, pozitivizm, Kemalizm, hepsi vardı ama sen yoktun. Bu nedenle, bizim buralarda pek tanınmazsın. İsmin bir heyula gibi dolaşır or-talıkta ama gerçeğin henüz buralara uğramadı. Bizim solcula-rımızın çoğu, bir hayli eziyet gördükten sonra, seni de, adalet arayışını da terk ettiler. Kalan çok az solcunun da, kapitalizm-den çok, nedense milletin din ve geleneğiyle uzlaşmaz çeliş-kisi var ve bu nedenle hiçbir zaman üzerinde konuşmaya de-ğecek bir önemleri bulunmuyor.

Bize kapitalizmi yenecek ve insanlığı da bu yengiyle açı-lacak pencereden bakmaya yöneltecek sahici bir alternatif la-zım, bay Marks.

Sonda söyleyeceğimi başta özetleyeyim; Hayatın ve tari-hin özü şu: Efendi - köle kavgası var. Ama Allah’ta var… Her şey bu iki temel gerçeğin üzerinden yeniden yorumlana-cak. Bu nedenle sen asıl bundan sonra bize lazımsın. Hem ıs-kaladıklarınla, hem de öngördüklerinle..

Bay Marks,

2000’li yılların başlangıcındayız ve adına kurulmuş dü-zenlerin yıkılmasına rağmen sen hala yaşıyorsun. Kapitalizm varoldukça da sanırım yaşamaya bir şekilde devam edeceksin.

Tarihsel ve diyalektik maddecilik şeklinde kodladığın fikri sistematiğin bugün ironik bir şekilde liberalizmin teorik sığı-nakları olarak kullanılıyor. Kaba ekonomizm, ilerleme, me-kanik materyalizm, pozitivizm, bilimcilik, en önemlisi sen de sınıf savaşı olarak irdelenen antogonist çelişkinin uygarlıklar savaşı ve terörle mücadele adı altında başka öznelerle yeniden kurgulanması ve komünist toplum nihai amacı yerine, tarihin

Page 268: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

268

sonu yani liberal-demokrasi tezi, bir şekilde Marksist paradig-manın ters çevrilmiş veya çarpıtılmış biçimleri olarak yeniden üretildi. Yine, “dünya devrimi”, ‘dünyayı değiştirme’ ‘yeni bir dünya kurma’ gibi idealler, hâlihazırda dünyaya şekil vermeye çalışan küreselci neoliberal teorisyenlerin de temel argümanları du-rumunda artık. Özellikle birçoğu eski Troçkist olan Ameri-kan ‘yeni muhafazakar’ (Neo Con) ekolünün senden ilham ya da ödünç alarak yeniden kurguladıkları kuramsal çerçeve-nin bu ironik karakteri oldukça düşündürücü.

Acaba bay Marks, ‘burjuva ideolojisi’ dediğin ekonomi-po-litiğin eleştirisine dair tüm paradigman, bizatihi kapitalizmi de doğuran dünya ve insan görüşünün sonucu olduğu için mi bu kadar kolayca kapitalizme malzeme olabildi? Sorun sa-dece teorik olsaydı belki yine bir izah yolu bulabilirdik, oysa pratik düzeyde de bakınca, neoliberal küreselci tezleri en az-gın, en şehvetli ve en ‘keskin’ dille savunanların bir çoğunun ‘eski solcular’ olduğunu görüyoruz.. Neye karşı? Ulus devlet-lere, ‘Milli’ olan her şeye, geleneğe, inançlara, hatta başka ve alternatif yaşam düşlerinin tümüne karşı. Yani bugün için ezi-lenlerin elindeki tüm ‘zincirlere’ karşı..

İlginçtir, ilk kapitalistler, tüm geleneksel tarım imparator-luklarını ve dinsel toplum örgütlenmesini parçalayarak ulu-sal aydınlanmacı devletler kurmuşlardı. Şimdi ise, işte bu ay-dınlamacı milli devletleri parçalamak ya da etkisizleştirmek, yeni ve küresel imparatorluk ya da bölgesel alt imparatorluklar kurmak için mücadele ediyorlar. O zaman da bugün de amaç ve sonuç aynı: Sermaye sahiplerinin egemen olduğu oligarşik bir düzen. O zaman da şimdi de kendileri gibi düşünmeyen-lere geri kalmış, değişimi anlayamamış diyorlar. Burada sorun şu; güçlü olanın ayakta kaldığı, bireysel çıkarın hayatın amacı ol-duğu, yeni olan her şeyin kutsanıp, eski kutsalların çöpe atıl-dığı maddeci, ruhsuz, çatışmacı bir dünya algısı, senin için de

Page 269: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

KArL MArKS

269

peşinen kabul gören bir paradigmaydı. Tüm Marksist düzenler de, tüm Marksistler de ters çevrilmiş, devreleri ters bağlanmış bir (devlet) kapitalizmi olan sosyalist toplum ütopyasına sahip oldu. Bu nedenle filmin sonu, mantığın uyandığı ama solcu-ların halen anlayamadığı bir şekilde hüsranla bitti. Marksizm, o mükemmel eleştirel perspektif ve dili sayesinde bir çok par-lak düşünce ve sanat eserinin yaratılmasına katkı sağlamak dışında, maalesef sonuç itibariyle kapitalist dünya görüşünün pekişmesine de hizmet etmiş oldu. Kapitalizme direnen özel-likle batı dışı toplumlarda Marksizm; devrimci, ekonomist, maddeci, pozitivist ve ilerici diskurlarla kurduğu entelektüel baskı sayesinde olası anti kapitalist engelleri yıktı. Geleneği, inançları, yerleşik gündelik yaşam pratiklerini deforme etti. Salt kapitalist politikalarla daha uzun ve sancılı şekilde sağla-nabilecek olan bu ‘değişim’ vasatı, her toplumun solcuları sa-yesinde üstelik muhalif liğin verdiği meşruiyet ve güven halesi eşliğinde kolayca sağlandı. Marksizm, birçok ülkede, kapitalist batının yolunu açan bir tür heretik batı mezhebi olarak ka-pitalizme uyarlanmanın kültürel öncü kolu misyonu üstlendi.

Bay Marks,

Tarihin değişmez yasalar eşliğinde ilerlediğine olan inan-cın nedeniyle kapitalizmi zorunlu ve ‘eskiye’ nispetle ‘ileri’ bir aşama olarak gördüğün için, Hindistan’da İngiliz egemenli-ğini Hindistan’ın tarih dışı donukluğundan çıkıp tarihe dö-nüşü olarak yorumlamıştın. Yine, yaşadığın dönemdeki ‘ser-best ticaret’ tartışmalarında, serbest ticaretin yaratacağı yeni kriz ve yoksullaşma ihtimallerini öne çıkararak bunun çeliş-kileri keskinleştirip proletaryanın mücadelesine hız kataca-ğını ileri sürmüştün. Aynı mantıkla, din, aile ve ahlakın bur-juvazi tarafından tahrip edilerek bütün ilişkilerin yozlaşmasını da proletaryanın bilimsel maddeci dünya görüşüne kapı açıcı, dogmaları ve putları yıkıcı ilerici bir süreç olarak yorumladın.

Page 270: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

270

Mantığın aslında basitti: Zorunlu tarihsel aşama olan kapi-talizm, bir an önce bütün sürece damgasını vurmalıydı ki bir sonraki aşama olan sosyalizmin dinamikleri gelişsin. Üretici güçlerin ve üretim araçlarının gelişmesini kritik ederken satır aralarında bu tarihselci aşama vizyonun o kadar belirgin ki, proletaryanın iş disiplini ve fabrika düzeninin, komünist top-luma geçişi kolaylaştıracak bir formasyon kazandırdığını ileri sürecek kadar totaliter ve otoriter yazılar yazabildin. ‘Proletarya Enternasyonalizmi’ni, İngiliz burjuva sınıfının enternasyonal ka-rakterine bakarak tarif ettin. Proletarya diktatörlüğünü ise, (Fran-sız) Bonapartizm’in farklı bir versiyonu olarak kurgulamıştın. ‘Tarihin şaşmaz maddi yasaları’nı ‘Tanrı’ yerine, ‘komünist toplumu’ ise Ahiret (cennet) yerine geçirerek Hıristiyan-Yahudi dünya görüşünün sınırları içinde düşündüğünü teyit ettin.

Üzgünüm bay Marks, kişiliğin, yaşam öykün, eleştirel di-lin ve hala inandığım iyi niyetin bir yana, Marksizm daha do-ğarken kapitalizmin düşük yapması gibi bir şeydi. Marksizm, Batı uygarlığı olarak nitelenen bir tarihsel sapma olarak kapi-talizmin, kapitalist dünya algısıyla eleştirisiydi, ama kesin-likle alternatifi değildi.

Kapitalizmin alternatifi kapitalist dünyadan çıkmaz, bay Marks. Gece gündüzden, aydınlık karanlıktan doğar, evet, ama toplumsal diyalektik, ‘insan’ın diyalektiği bu kadar meka-nik ve en önemlisi değişmez yasalara tabi değildir. Zira insan ‘özgür irade’dir ve her durumda her koşulda bu irade, tarihi başka biçimlerde şekillendirebilir. Tarih ve toplumlar da gör-düğümüz tekerrür ya da benzerlikler, değişmez yasaların so-nuçları değil, insan zihnindeki değişmemiş kalıpların olay ve olguları aynı formlar içinde algılamasından başka bir şey değildir. Tarihin ve hayatın değişmez yasaları yoktur bay Marks. Bu bir batı yalanıdır. İnsanın olduğu yerde, yasa insan-dır. Tek tek ya da toplu halde insanların eylemleridir belirleyici

Page 271: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

KArL MArKS

271

olan ve bu her durumda değişebilir, benzeşebilir. İnsanı geliş-miş hayvan olarak gören ve en gelişmiş aşamadakilerin az ge-lişmişin kaderini de tayin edici bir üstünlüğe sahip olduğunu vazeden Darwinci ontoloji, doğa yasalarının toplumda da ge-çerli olduğunu ileri süren İngiliz olgucu ve deneyci teorileri, insan ve toplumları kesin ve tartışılmaz şemalar, kalıplar, yar-gılar içinde okuyan Fransız sosyolojisi, Katolik kilisesinin dog-malarının eleştirisinden doğan Alman Protestan geleneğinin ürünü olan sağ ve sol Hegelci idealizm… Hepsini toplayınca son üç yüzyıl boyunca insanlığı, tarihi, toplumları esir alan, kımıldayamaz ve başka bir şey düşünemez, yapamaz hale ge-tiren kapitalizm, sosyalizm, faşizm, neoliberalizm ve küresel-cilik gibi akraba ideoloji ve sistemler çıkıyor. Evet, artık içle-rinde kilise yok, kilisenin tanrısı yok, kilisenin dogmaları yok, kilise engizisyonu yok. Ama, siz batılıların Oidipus komplek-sinin ürünü olan bu yok’ların yerine daha zalim tanrılar, daha otoriter yeni kiliseler, daha sorgulanmaz dogmalar ve daha in-sanlık dışı engizisyonlar var.

İlerleme, kalkınma, gelişme, rekabet, piyasa, kâr, çağdaş-laşma... Bedeli insanlığın ontolojik tahribatı olan bir barbar-laşmanın büyülü retoriği bunlar… Hayır, bay Marks, Roma aynı Romaydı ve sen sadece oligarşi yerine cumhuriyeti savu-nan iyi niyetli Romalı senatörler gibiydin. Roma’yı, Roma fik-rini, Roma’yı doğuran asıl kökleri sorgulamadan, sözde yeni ve daha ileri bir Roma’yı, üstelik proletarya dediğin amele yı-ğınlarının olmayan asabiyesi üzerine kurma fikrin, hiç orijinal değildi. İşçi statüsü, zorunlu çalışma ve bizatihi iş’i sorgulama-dan proletarya ‘bilinci’ üretmek istedin; emek, ücret, faiz ve kârı, A. Smith, Ricardo ve J. S. Mill gibi burjuva iktisatçıla-rın çizdiği çerçeve içinde tarif ettin; emeği, yabancılaşma kav-ramı ekseninde bütün kozmik ve manevi boyutlarından so-yarak yorumladın; yabancılaşmayı insanın emeğinin ürününe

Page 272: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

272

sahip olamamasına indirgeyerek daralttın; mülkiyeti, üretim araçlarının özel mülkiyeti olarak sınırlı bir temelde sorguladın ve devletin, dinin, kaderinin sahibi, efendisi olma manasında sen de proloteryayı ‘mülksüz’leştirdin. Sonuçta, sen yokken de ezilen sınıf ların zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi yoktu, senden sonra da yok. Arada, sana inanan milyonlarca insanın kırılmış umutları, tükenmiş enerjileri, siyasi polisler, işkenceler, sürgünler, katliamlar, lobotomi, mankurtlaştırma, toplumsal dinamikleri tahrip etme, kapitalizme alternatif dü-şünmeyecek kadar teslimiyete düşme gibi zengin bir sosyalist deneyim tarihi var oldu.

Evet, şimdi buradayız ve o Avrupamerkezci kibir ve uka-lalık devri geçtiğine göre, eşit yoldaşlar olarak daha rahat ko-nuşabiliriz.

Sahiden bay Marks, şimdi bırakalım şu kapitalizmi filan, sonuçta kapitalizm denilen şey, çok eski bir ‘sorun’un modern halinden başka bir şey değil. O sorun şu: insanlık tarihi ne-den ezenlerin, güçlülerin, uyanıkların egemen olduğu bir tarihtir. Neden daima kötüler kazanır? Kötülüğün kaynağı nedir, iyilik zayıfların kötülük yapamama hali midir?

Bütün peygamberler neden yenilmiş ya da kaybetmiştir? Bunca yıldır, bu kadar insan neden hep acı çeker, katledilir, işkence görür, açlık, yokluk içinde yaşar, neden bazı insanlar neredeyse çocukluktan itibaren imtiyazlı başlarlar hayata, her sırada bir yolunu bulur öne geçerler, her yarışı illaki kazanır-lar, her zaman başkasının elindekini alırlar. Neden onlar ka-zanır, yaptıkları yanlarına kalır?

Bay Marks, eğer bu sorulara cevap bulabilirsek, kapitalizmi de, onu doğuran koşulları da, tarihin bu trajedisini de çöze-bilir, başka dünyalar kurabiliriz. Ama, meseleye senin yolun-dan giderek bakınca inanılmaz bir maddeciliğe bulanıyor, her

Page 273: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

KArL MArKS

273

şeyden önce bütün insani haslet ve sıcaklığımızı kaybediyo-ruz. Bence kapitalizmi yıkmak için öncelikle, madde-mana, ruh-beden, idealizm-materyalizm, altyapı-üstyapı, ileri-geri gibi Aristocu ikilikleri aşarak, doğunun kadim derinliğinden insanın dilini yeniden keşfetmenin yollarını aramalıyız. Ta-rih, geri dönüşsüz bir ilerlemedir, evet, ama bu yasaları olan bütüncül determinizm değil, kuralları olan kaotik ama be-lirlenebilir bir yürüyüştür. İnsan, tarihi değiştirebilir, evet, ama bunun için beşer halden insan hale dönüşmesi gerekir. İnsan emeği ve beyni ile kendini yaratmış bir hayvan değil, özgür ve şahsiyet sahibi ontolojik bir türdür, biyolojik köke-ninde beşer denilen bir ilk hal vardır ve insanlaşma, işte bu halden çıkarak tanrısal nefes sayesinde niteliksel bir deği-şim yaşamayı ifade eder. İnsan, içindeki beşerin davranış ve eylemlerine kötü demiştir. Kötülük, beşerin insana galebe çalmasıdır. Emek sarf etmeden ‘bu Bana ait’, ‘bunun sahibi be-nim’ demek, beşerin ilk kötülük sözüdür. Bütün diğer kötü-lükler, işte bu ilk kötü sözün çocuklarıdır. Şeytan, işte bu sözün kendisidir.

Bay Marks, ekonomi-politik bakış açısına evet, önce ve aslen buradan bakmalıyız, ama bu Tanrıyı, töreyi, insanlığın kadim inanç ve alışkanlıklarını ıskalamamızı gerektirmemeli. Aksine, o ilk kötü sözü lanetleyen bir Tanrı ve töre sayesinde insanlaşabildiğimizi, hala insan kalabildiğimizi ve inatla insanı beşere üstün kılmak için savaşmaya devam edeceğimizi unut-mayalım. Tanrı, bizim insanlaşmamızdır, bizi insanlaştıran-dır, bize ruhundan üfleyen ve bizi beşer tutsaklığından öz-gürleştirendir. Tanrı, emektir, adalettir, rahmet ve aşktır. Tanrı, insanın külli sureti, insan tanrının cüzi suretidir. O ilk kötü söz, yani şeytan, yani emek vermeden, hak etme-den ‘Bu bana ait’ demek, yani üretim araçlarının özel mülki-yeti, yani bütün kötülüklerin kaynağı; işte insanın düşmanı

Page 274: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

274

budur, tanrının da düşmanı budur. Hayatın temel antogo-nist çelişkisi işte bu söz ile insan arasındadır. Baş çelişki be-şer ile insan arasındadır. Emeksiz mülkiyet ile insan arasında-dır, şeytanla insan arasındadır. Bütün diğer şeyler, tarih, din, devlet, doğu, batı, kapitalizm, sosyalizm vs..her şey bu ilk çe-lişkinin doğurgan halleri, suretleridir.

Bay Marks, sen o ilk sözün, o haksızca benim demenin şeytaniliğini, insan karşıtlığını doğru keşfetmiştin, ama bunu yenmenin yolu mülkiyeti burjuvaziden alıp proloterya ya ver-mek değil di! Sen hiç insan doğası diye bir şey duymadın mı, İnsanlar boşuna mı tanrıya inanır, bir yığın seremoni ve ri-tüeli on binlerce yıldır tekrar eder zannediyorsun. İnsan, be-şer yanını yenmek için inanır, tekrar eder, Çözüm insanın içindedir, insanın terbiyesindedir, inançlarındadır Bay Marks. Nasıl ki inanmış bir insandan daha güçlü silah yoktur, işte öyle, ancak insanlaşabilenler kötülük yapmaz, kurallar, üre-tim ilişkileri, yasalar, kurumlar..bunlar insanlaşmış olanlar için işe yarar bay Marks, hala beşer kalmış olanlar, örneğin Ame-rikan CEO’ları, pentagon şahinleri, Sovyet parti bürokrasisi, İran’daki mollalar, çağdaş laikçi Atatürkçüler ya da dinci ka-pitalist-liberal taifesi, fark etmez, tüm bu inanmayan, her ne yolda ise ona sadece inanmış görünen, ve beşer yanı hala aktif olan örneklerde olduğu gibi, tüm bunlara ne devlet, ne tanrı, ne toplum ne kendi nefisleri sökmez, çalarlar, yalan söyler-ler, haksızlık ederler, her kötülüğü yaparlar. Bunlara üre-tim ilişkileri ve sürecini değiştirmek hiç kâr eder mi sevgili yoldaş? Bunlar, insan kılıklı beşer taifesidir, o ilk kötü sözün sülbü, ‘hep bana, sadece bana, daha çok bana’ diyenlerdir, bunları yenmenin ve yok etmenin yolu, ekonomi politiğin kurallarını değiştirmekle birlikte ve bundan da önemlisi, içinde Tanrının da olduğu, insana ait her güzel şeyi çoğaltacak, sonsuz sayıda artıracak ve sürekli kılacak bir yeni insanlaşma yolu inşa et-mekten geçer. Dinlerin, Peygamberlerin, Spartaküs’ün, Ali’nin,

Page 275: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

KArL MArKS

275

Buddha’nın, Marks’ın, Che Guevera’nın, Ali Şeriati’nin, di-nin, bilimin, felsefenin, sanatın ‘sentezi’ olacak bir yol..Ka-pitalizmi işte bu yolun yolcuları yıkacak bay Marks, Kapita-lizmi insan yıkacak yani, insanın imanı ve aşkı yıkacak..Ve tarih kaldığı yerden daha ileriye ,yani daha insanlaşmaya doğru akacak. ‘Para, kâr, iktidar ve mülkiyet’ sözleri unutuluncaya kadar ya da bu sözler tüm dünya dillerinde cinayet, fuhuş ve yalan gibi lanetleninceye kadar bu kavga sürecek.

Bay Marks, yüreği ezilenlerden yana atan ve tüm hayatını bu yüreğiyle dolduran adam, belki bilirsin, eski Mısırda Fi-ravunlar tahta geçer geçmez piramitleri de inşa edilmeye baş-lanırmış. Mısır toplumu, o tanrılık iddiasındaki devasa oto-ritelerin yaşadıkları süre boyunca mezarını inşa edermiş. Ve ölünce büyük törenlerle gömer, bu kez yeni tahta çıkan Fi-ravunun mezarını inşaya başlarlarmış. Firavunların görkemli saraylarının izi bile kayboldu ama o devasa mezarlar, gücün toplum tarafından nasıl sınırlanıp terbiye edildiğinin göster-gesi olarak hala duruyor.

Bizim buralarda tüm eski kentlerin ortası, mezarlıktır.

Diyorum ki, her tür gücün ve güç sahibinin piramidini inşa etmeliyiz. Devletin yanına bir mezar, otoritelerin yanına bir mezar, büyük ve ulu kişilerin, zenginlerin, devasa şirket-lerin, bankaların, paranın, altının, kredi kartlarının, liderle-rin, şeyhlerin, üstatların, bütün otoritelerin, bütün ‘bu sadece bana ait’ diyenlerin, ‘ben sizden üstünüm, imtiyazlıyım, güçlüyüm’ diyenlerin hemen yanına bir mezar yapalım. İnsanı kullaştı-ran tüm ideoloji ve dogmalara, bütün kurum ve kuramlara birer mezar yapmalıyız. Geleceğin özgür ve aydınlık top-lumları, işte bu piramitleri, gücün ensesinde duracak ölüm anıtlarını inşa ettikçe kurulabilecek. Bu nedenle, çağımı-zın en temel teorik sorunu, işte bu mezarların ne olduğunu,

Page 276: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

276

mimarisinin, ölçülerinin, mana ve içeriğinin nasıl olacağını bulup çıkarmakta düğümleniyor. Her firavuna bir piramit..

Marksizm’in Kapitalizmin mezarını kazamayacağı ortaya çıktı, ama bu kapitalizme uygun bir mezar olmadığı mana-sına gelmiyor. O mezarı biz bulacağız. Anadolu’nun, Mezo-potamya’nın o engin ve derin tarihinde, insanlığın ilk insan-laşma yurdunda gömdüğümüz bin bir çeşit Firavun, Karun, August, Sezar, Şef, Şah ve Başkan mezarlarından bir örnek ya-pıp, batılılara, Avrupalılara hediye edeceğiz. Ve tarih kaldığı yerden, o devletin adalet, dinin özgürlük, ahlakın insanlık ve emeğin hepsinin kaynağı olduğu gerçek diyalektiğin va-disinden akmaya başlayacak.

Sınıf savaşı, iyi ile kötü, doğru ile yanlışın savaşı olarak keskinleşirse daha iyi bir toplum kurulabilir, ama çıkar savaşı olarak kaldığı sürece hep çıkar kazanır, insan kaybeder, yoldaş. Böyle bir kavgadan da insanlık için hayır çıkmaz. Sen, ‘tanrı ve din’ üzerinden işte bunu ıskalamıştın.

Devrime evet, devrimlerden sonrası trajik olsa da, ege-men sınıf ların devrilmesi her zaman iyidir. Marks’ı eleştire-rek aşacak bir anti kapitalist teori, bundan sonraki devrimle-rin de ebesi olacaktır.

Bunun için senin meşhur 11. tezdeki sözünü biraz değiş-tirmekle işe başlamalıyız diyorum; “filozoflar dünyayı yorumla-dılar,solcular dünyayı değiştirmek istediler, liberaller dünyayı değiştirdi-ler... Şimdi önemli olan beşer’i yokedip insanı yeniden var etmektir.”

Hoşça kal.

Alıntılar:

-Karl Marks-Biyografi, Öncü

Kitapevi, İstanbul 1976

-www.marxist.org/turkce

Page 277: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

277

‘Oblomov’*

“...cılız bir yemiş gibiyiz erkenden olgunlaşan/o öksüz yabancı gibi çiçekler arasında asılı duran/ve düşüp giden onların açma mevsimi…”

Lermantov, Hançer

Sayın İvan Gonçarov,

Rus edebiyatının en çarpıcı eserlerinden biri olan “Oblo-mov” romanınızın, yüz yıl sonra, bugünün Türkiye’si için ne kadar anlamlı olduğunuzu söylesem inanır mısınız? Bir roman kahramanı, Rasnolnikov, Prens Andrey ya da Shaekespeare’in kahramanları gibi son tahlilde hayali bir karakter. Ama 19. yüzyıl sonu Rusya’sında yayınlandığı zaman yarattığı etki ve artık literatüre giren “oblomovluk” deyimindeki mana, “ob-lomov”u daha özel ve farklı bir yere koymamızı sağlıyor. Bu yönüyle belki Polyanna ile kıyaslayabiliriz. “Polyannacılık” ne kadar gerçekçi bir naif kişilik ve davranış koduysa, oblomov-lukta o kadar sahici bir anti-sosyallik şifresi.

Bay Gonçarov,

“Oblomovluk”a gelmeden önce “oblomov”a değinmeliyim. Rus modernleşmesinin meyvelerini verdiği 19. Yüzyılın ikinci yarısı boyunca Rusya’nın yaşadığı en önemli değişim, köklü aristokrasinin, yani Rus derebeyi sınıfının yaşadığı çöküntü.

* Oblomov, İvan Gonçarov, roman, Sosyal Yay. İst, 1988

Page 278: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

278

Bu sancılı dönüşüm sadece köylüleri şehirlere yığmakla kal-mıyor, toprak sahibi sınıf ları da “yeni” kent ve üretim ilişkile-rine uyumsuz kılan bir tasfiye ile baş başa bırakıyor. Köleliğin ilgasıyla temelleri sarsılan tarımsal düzenin yerini alan fabri-kalar ve kiliseye meydan okuyarak gelişen üniversite, dernek, sendika, basın gibi örgütlenmeler, eski düzen ile ‘doğan ye-ni’nin 1917 devrimine uzanan çatışmasını ateşliyor. Rus ede-biyatının görkemi, tipik bir “Doğu” olarak Rusya’nın işte bu köklü dönüşümünün ürünü.

“Oblomov”, yıkılmakta olan bir sınıfın temsilcisi olarak kentte tutunamayan, yeni düzene uyum sağlayamayan, deği-şime alışamayan bir soylu. Ancak bütün batılılaşma örnekle-rinde rastladığımız tasfiye olan sınıf figüründen ibaret değil. Oblomov, kendisinden ve sınıfının yaşadığı serüvenden daha fazla bir şey. Hatta Bay Gonçarov, Rus batılılaşmasından yana bir aydın olarak sizin “Doğulu insan tipi”ni dramatize etme-nizin bile ötesinde bir “anlam”a sahip. “Oblomov” hepimi-zin içinde biraz var olan ve bazılarımızda açığa çıkarak ege-men olan bir kimlik belki…

Öyküye dönersek… Köklü bir toprak sahibi ailenin mi-rasçısı olan Oblomov, büyük şehirde okulu bitirir, küçük bir memuriyet görevi dener. Bu sırada evebeynlerini kaybetmiş-tir ama köyüne dönmez. Üç yüz köylüsü olan çiftliğin yöne-timini kâhyaya bırakır ve bir daha hiç gitmez. Memuriyete de uyum sağlayamadığı için bırakır ve küçük bir ev kiralayarak yaşlı uşağı ile yaşamaya başlar. Ama giderek yaşamdan kopar, insanlardan uzaklaşır, sosyal etkinliklere katılmaz, hiçbir şey yapmaz olur. Aslında “tembel” bir insan değildir ama Oblo-mov giderek bilinçli bir tembellik, seçilmiş bir ataleti yaşam olarak benimser. ‘Hiçbir şey yapmadan biteviye uyumak, her şeyi ertelemek, en basit işleri bile sonraya bırakmak, yataktan kalkmaya bile üşenmek’, haline gelir Oblomov. Kâhyası arada

Page 279: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

oBLoMov

279

bir mektup ve biraz para gönderir, ürün az, köylü çalışmıyor, fiyatlar düştü diyerek Oblomov’u kandırmaktadır. Ama o bir türlü köye gidip işleri yoluna koymaz. Sürekli kafasında plan-lar yapar, her şeyi en ince ayrıntısına kadar “düşünür”. Oku-ma-yazma, hesap kitap bildiği için aslında bir çok şeyin de farkındadır. Ama… hiç harekete geçmez. Hiçbir planını uy-gulamaz, o artık ismiyle özdeşleşen bir hastalığa duçar olmuş-tur; Oblomovlaşmıştır.

“Sabahleyin yataktan kalkıp, kahvaltı edip divanına uzanınca ba-şını ellerine alıp, gücünü kuvvetini esirgemeden düşünceye dalardı. So-nunda, kafası bu sıkı çalışmadan yorulur ve rahat bir vicdanla kendi kendine: Eh, bugün insanlık için yeterince çalıştım, derdi. O zaman Oblomov biraz dinlenmeye karar verir, çalışma yatışını değiştirerek daha rahat, hülyalara daha elverişli bir yatışla uzanırdı. Ciddi işleri bir yana bırakarak içine kapanmak, kendi yarattığı hayal dünyasında yaşamak Oblomov’un en büyük zevkiydi”.

Çalışan, koşturan insanları hiç anlamıyordu, Oblomov. ‘Ne zaman yaşayacaklar bunlar?, diye düşünüyordu. Yaşamak dediği, hiçbir şey yapmadan uyumak, yemek yemek, tekrar uyumak ve rahatça, kayıtsızca hayal kurabilmekten ibarettir. Ancak bazen farklı bir halet-i ruhiye onu sarar, başka bir bi-linçle düşünmeye başlardı. “Yarım kalmış bir adam olduğunu, ruh güçlerinin gelişmekten geri kaldığını, hayatına bir ağırlığın çöktüğünü düşündükçe içi parçalanıyordu. Başkalarının zengin, hareketli hayatını kıskanıyor, kendi hayatının yolunu ağır bir kaya parçasıyla tıkanmış, daracık, zavallı bir keçiyolu gibi görüyordu. İçinde hiç uyanmadan kal-mış, biraz kurcalanmış Fakat hiçbiri sonuna kadar işlenmemiş bir çok yetenekler olduğunu acı acı seziyordu. İçi yanarak anlıyordu ki, onda gömülü kalmış iyi ve güzel bir şeyler vardı. Belki çoktan ölmüş, ya da bir dağın derinliklerindeki altın gibi saklı kalmış olan bu hazine çok-tan meydana çıkmış olmalıydı. Ama öyle derinlerde kalmış, üzerine öyle pislikler yığılmıştı ki… Sanki dünyanın ve hayatın ona verdiği

Page 280: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

280

nimetleri birisi çalmış ve yine kendi ruhunun derinliklerinde bir yere gömüp bırakmıştı. Sanki bir güç onu hayat meydanına atılmaktan, iradesini ve zekasını alabildiğince açılıp harcanmaktan alıkoyuyordu. Sanki gizli bir düşman, daha yola çıkarken onu ağır eliyle yakalamış, insanlığın doğru yolundan uzaklara fırlatmıştı…”

Oblomov, tüm bunları acı duyarak itiraf ediyor, kendini başkaları gibi yaşamaktan alıkoyan kötü kuvvetin ne olduğunu boşuna aradıktan sonra içini çekerek, “kaderim böyle imiş, ne yapabilirim?” diyor, sonra derin bir uykuya dalıyordu.

Bay Gonçarov, eserinizde Oblomov’un karşıt tipi olan Stoltz’a dair bir şeyler söylemek isterim. Doğrusu o dönemin Rusya’sı ve Rus aydınlarının psikolojisini de anlamamızı ko-laylaştıran bir figür Stoltz. Alman kökenli ve Oblomov’un tam zıddı olan özelliklere sahip; çalışkan, işkolik, başarılı, ener-jik, düşündüğünü yapan, sürekli yükselen ve kazanan, işbiti-rici, hem de dolu dolu yaşayan, okuyan, araştıran, müzik, ti-yatro, davet, toplantılar, seyahat ve arkadaşlıklardan hoşlanan bir kişilik. Oblomov’un arkadaşı ve onu anlayan, onu Oblo-movluktan kurtarmak için karşılıksız olarak ömrü boyunca yardımcı olmaya çalışan biri. Stoltz “Alman” insan tipi olarak batıyı, Oblomov ise Rus insan tipi olarak “doğu”yu simgeliyor. Stoltz; yeniyi ve geleceği, Oblomov; eskiyi ve geçmişi temsil ediyor. İçindeki yaşam dürtüsü ölmek üzere olan Oblomov’a yardım eden, yeni hayata uydurmaya uğraşan, yani Rusya’yı modernleştirmeye çalışanların simgesi Stoltz.

Oblomov’u hayata döndürmek için her yolu dener. Ku-zeni Olga ile tanıştırır ve arkadaşlıkla başlayan bu ilişkinin sonunda karşılıklı bir aşk doğar. Aşk, Oblomov’u son bir kez harekete geçirir gibi olur. En önemlisi bir “amaç” sunar Ob-lomov’a. Fakat iş ciddiye binip evlilik gündeme geldiğinde, Oblomov’un karşısına dikilen sorumluluklar, onu korkutur ve

Page 281: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

oBLoMov

281

“aşk” ateşiyle yanan son umut ışığı da söner. Oblomov, tekrar Oblomovluk limanına sığınır. Dostu Stoltz’a şöyle der: :”De-min bana yüzümün pörsümüş ve tazeliğini yitirmiş olduğunu söyle-din. Doğru; ben yıpranmış bir elbise gibiyim, nedeni de ne iklim ne de iş yorgunluğu. Oniki yıldır içimdeki ateşi yakacak hiçbirşey bulama-yınca kapalı kaldı, kendi zindanını yaktı ve söndü. Oniki yıl geçti ve artık bu uykudan uyanmak istediğimi bile duymaz oldum.”

Bay Gonçarov, Oblomovluk, sadece değişen bir toplumda çöken bir sınıfın dramını simgelemekle kalmıyor, belki bun-dan daha fazla, bütün bir doğu insanının izler taşıdığı kadim bir ruhu ve yaşama bakış tarzını ifade ediyor.

Biz “Doğu”lular, Bay Gonçarov, batılıların bin bir merak ve heyecanla aradığını çoktan bulmuş da kaybetmiş gibi dav-ranırız. Yaşamak nedir? Hayatın anlamı nedir? Kâinat, dünya, tarih nedir? Savaş ve ölüm, aşk ve barış, tahakküm ve özgür-lük nedir? Çok, hem de çok iyi biliriz. Tarih “biz”dedir Bay Gonçarov. Batılılar kelt kabileleri halinde insan eti yiyerek dolaşırken, “Doğu”, yıldızlar arası mesafeyi ölçüyordu. Ateşi ve suyu dizginliyor, atı ve kurdu terbiye ediyordu. Batılıların bütün gelecek “kurgu”ları, Doğu’nun masallarındaki “yaşan-mışlığın ürünü sahiciliğin” yanında cin Ali Tefrikası gibi ka-lır. Oblomov’u anlamak için, bu kadim ruhun yorgunluğunu anlamak gerekir. Bizim topraklarımız, dağlarımız, denizleri-miz yaşanacak her şeyi görmüşlüğün ürpertici dinginliğine sa-hiptir. Dinlerimiz, insanın açığa çıkmış bütün bilinci, bilin-çaltı ve potansiyellerini “bilerek” konuşur. Dillerimiz, sonsuz olasılıkların, inceliklerin, nüansların bütününü ifade edebile-cek yaratıcılığa ve şiirselliğe sahiptir. Devletlerimiz, birkaç bin yıllık deneyimin üstüne oturur, sözlerimiz bütün ihtimalleri karşılayacak bilgeliklerle doludur. Biz biliriz ki, “dünya Sultan Süleyman’a bile kalmamıştır”, “dünya hayatı bir oyun ve eğ-lenceden ibarettir”, “Malda yalan mülkte yalan var, var biraz

Page 282: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

282

da sen oyalan…” Biz, tarihin erken vakitlerinde her şeyi çok ciddiye almış ve sonra hayal kırıklığı yaşamışlığın ürünüyüz, Bay Gonçarov. Bugün farkında ve bilincinde olmasak da, bu “yaşamak ağrısı” derinden derine her şeyimize nüfuz etmiştir. Efsanelerimiz, destanlarımız, söylencelerimiz, masallarımız, atasözlerimiz, deyişlerimiz, türkülerimiz… Biz “insanlığın” “bir kere ve bütün zamanlar için” açığa çıktığı, patladığı, yaşa-dığı ve söndüğü dünyanın çocuklarıyız ve belki de bu yüzden son üç yüz yıldır batıda yaşananlara hayranlıkla bakarken bile, aslında içten içe küçümseyen, yukardan bakan, önemsemeyen bir edayı da saklı tutarız. ‘Bakalım bu gidişle nereye varacak-lar?’ diye tedirginlikle süzeriz onları. Oryantalizm, Doğu’nun zenginliklerini yağmalamak için yola çıkmış ve Doğu’nun bu muazzam gerçek zenginliğini anlama, algılama, çözümleme çabasına dönüşmüştür. Bizim batılılaşmamız bile, bir doğulu tavrın ürünüdür. Biz, her şeyi yeniden keşfeden şaşkın ve azgın toplulukların olası şerrinden korunma içgüdüsüyle davranırız; bize, tüm insanlığa, tüm evrene hadlerini aşan zararlar verme-lerinden endişe ederiz. Bizim fi tarihimizde çok azgın toplu-luklar, hükümdarlar, kabileler çıkmıştır, biliriz. Ne saltanat-lar, şaşaalar, yenilikler, büyüler, efsunlar görmüşüzdür. Biraz para, yeni silahlar ve sözde yüce gayelerle Tanrıcılık oynamaya kalkan ne firavunlar tanımışızdır. Büyüklenme, kibirlenme, ilahlığa soyunma, Doğu’nun çocukluk hastalığıdır. Ne icat-lar, keşif ler yapmış, ne kadar çok sevinip, ne içten ağlamışız-dır. Biz her şeyi belki birkaç defa yaşamaktan yorulmuşuzdur. Bu yüzden, en geniş anlamıyla “oblomovluk” bize aittir. Ba-tılılar anlayamaz ve o yüzden “Oblomov” romanı batılı dil-lere çevrildiğinde kayıtsız ve ilgisiz davranılmıştır.

Kendimize haksızlık etmeyelim Bay Gonçarov. “Oblomov” yanımızı anlamaya çalışalım; hayat karşısındaki ürküntüyü, kötülüklerle baş edememe korkusunu, gündelik işler peşinde

Page 283: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

oBLoMov

283

koşturmacanın anlamsız ‘anlam’larını, tekrarı, tekerrürü… “bilip”de kaçmak, güvenli bir limana sığınmak, “yatıp uyu-mak”, belki yanlış ama anlaşılır bir şey aslında. Çünkü; oblo-movluk, bir asosyallik değil, antisosyallik, tembellik değil şu-urlu atalet, agorafobi değil, bir varoluş trajedisidir. İnsanlara, topluma ve dünyaya duyulan bir nefretin değil, tanrıya ve ka-dere sitemin ifadesidir. Oblomov, temiz yürekli, iyi niyetli, dü-rüst ve zeki bir kişiliktir. Duygusal ve saftır. İnançlı ve ahlak-lıdır. Her şeyi yarına bırakmak, ertelemek, eyleme geçmemek son tahlilde “sorumsuzluğun” ürünü değil, tersine sorumlu-luk duygusuyla irkilmenin yarattığı donukluğun sonucudur. Oblomov, uyuşukluk değil, belki fazla uyanıklığın; hayata yu-kardan bakmanın, bütün sonuçları görerek “son”ları karşıla-mak istememenin yıkılmışlığıdır. Yalnızlık, “sigara külü ka-dar yalnızlık”tır, Oblomov. İçe dönmek, kendinden ibaret bir dünya kurarak yaşama havlu atmaktır. “Gölge etmeyin başka ihsan istemem demektir”. Ölümü, “yaşayan ölü” haline dö-nüşerek yenmek, hayat kıvılcımlarını yok ederek ölümün iş-levini elinden almaktır.

Oblomovluk, bir hastalıktır, evet. Ama, maalesef biz is-tesekte istemesekte, bizimle birlikte yaşayan bir hastalıktır. “Biz”e ait, doğulu ve asil ruhların bir yüzüdür. Bizim dün-yevi cennet düşlerimizi dengeleyen karşı kutbumuzdur. Oblo-mov yanımız, her daim içimizde yaşar ve bazen bizi kuşatarak yerimize geçer. Oblomovluk, bizim “mutsuz bilinc”imizdir. Binlerce yılın içgörüsüdür. Hayat denen garip yolculuğun, ta-rih denen insanlık masalının, dünya denen terkedilmişliğin, zamanın, ölümün, insan’ın mahzun bir tebessümle kenara çe-kilip temaşa edilmesidir. Oblomovluk, “ben oynamıyorum” demektir. “Siz önden buyurun, devam edin” demektir.

Bay Gonçarov, Mektuba başlarken, Oblomov’un yüzyıl sonra bizim için ne kadar anlamlı olduğunu vurgulamıştım.

Page 284: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

284

İyi bir şey olduğundan değil, tersine bir şekilde bu hasta-lığı üzerimizden atmak zorundayız. Anlamı şu; Oblomovluk, bizim yani doğulu yanımızın tarihe tekrar dönmesi ve yeni-den, kaldığı yerden yaşamaya başlaması için bir yüzleşme ne-deni olarak okunabilir. Dedim ya , her şeyi zaten yaşamış ol-maklığın verdiği o derin “yapacağız da sonra n’olacak” tavrı, o kendini yeniye, ileriye, değişmeye, farklı olana merak duy-maya, geleceği başka tür tasarlayıp onun için uğraşmaya ka-patmış olan yanımızı diriltmek için bir iç hesaplaşma imkanı olarak değerlendirebiliriz. Oksidentalizmi, yani batıya yukar-dan bakan ve kendine güvenen o bilge tavrı kuşanmakla işe başlasak mesela?

Çünkü, bugün o hale geldik ki, hayal kırıklıkları, bey-hude çabalar,bizi tüketen çatışmalar sonunda bütün idealist in-sanlarımız hayata küstü. En önemlisi bizim devletin bizatihi kendisi oblomovlaştı. Her sorunun üzerini örtmek, her şeyi ertelemek, mazeretler üretmek, gün doldurmak..Bu davranış-lar devletin “uykuya daldığı”nın göstergeleri. Sadece güvenlik gibi yaşamsal ihtiyaçları için hareket eden ve bunun dışında bir irade, hareket, politika geliştiremeyen felçli bir hasta gibi.. Sonuçta hangi deli bir kuyuya taş atsa kırk akıllı yıllarca çı-karamıyor. Hiçbir sorunumuzu çözecek kararlılık ve cesareti gösteremiyoruz. Bunca kurum, kuruluş, parti, dernek, örgüt var ama o kadar anlamsız sorunlarla o kadar ciddi ciddi bo-ğuşup ta çözememek, hatta yeni sorunlar çıkarmak, oblomov-luk değilde ne?

Kendi uyuşukluğumuzun suçunu başkalarında aramak doğru değil, tabii ki..Ama söylemeden geçemeyeceğim, roma-nınızdaki iyi niyetli Stoltz karakteri Rusya’da oblomovluğun tasfiyesini ve pozitif bir dönüşümün itici gücünü oluşturmuş olabilir. Fakat bizde Stoltz tipi, yani batıcı ve batılılaşmış un-surlar, bırakın topluma, ülkeye faydalı olmayı, bizi daha fazla

Page 285: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

oBLoMov

285

oblomovlaştıracak ne şeytanlık varsa yapmak için bir birleriyle yarışıyorlar. Sonuçta çalışmak, koşturmak, başarmak, dolu dolu yaşamak isteyenler ahlaksızlık, hırsızlık, sahtekarlık, eyyam-cılık, oportünizm, zevkperestlik ve parataparlık ile özdeşleşi-yor. Bu tipin karşısında ise oblomovluk daha sahici ve dürüstçe bir şey olarak kalıyor. Yani bizim varoluşumuz, illa iki nega-tif uçtan oluşan tüketici bir paranteze hapsolmuş görünüyor.

Bay Gonçarov, anlayacağın o ki, “bizi de yaktı bizim ateş”

Belki, bizim yeni bir ruha ihtiyacımız var. Bir ortak ülkü, yüce bir amaç, bizi hayata ve tarihe biz kalarak döndürecek parlak bir ışık!. Belki aramak ve bulmak zorunda olduğumuz şey, terk ettiklerimizdir.

Hoşçakal...

Page 286: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime
Page 287: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

287

Şeytanın Genel Tarihi*

“Binlerce yıl sağılmışım,Korkunç atlılarıyla parçalamışlarNazlı, seher-sabah uykularımıHükümdarlar, saldırganlar, haydutlar,Haraç salmışlar üstüme.Ne İskender takmışım,Ne şah ne sultanGöçüp gitmişler, gölgesiz!Selam etmişim dostumaVe dayatmışım...Görüyor musun ?Nasıl severim bir bilsen.Köroğlu’yu,Karayılanı,Meçhul Askeri...Sonra Pir Sultanı ve Bedrettini.Sonra kalem yazmaz,Bir nice sevda...Bir bilsen,Onlar beni nasıl severdi.Bir bilsen, Urfa’da kurşun atanıMinareden, barikattan,Selvi dalından,Ölüme nasıl gülerdi.Bilmeni mutlak isterim,Duyuyor musun ?Öyle yıkma kendini,Öyle mahzun, öyle garip...Nerede olursan ol,İçerde, dışarda, derste, sırada,Yürü üstüne - üstüne,Tükür yüzüne celladın,Fırsatçının, fesatçının, hayının...Dayan kitap ile, Dayan iş ile.Tırnak ile, diş ile,Umut ile, sevda ile, düş ileDayan rüsva etme beni.Gör, nasıl yeniden yaratılırım,Namuslu, genç ellerinle.Kızlarım,Oğullarım var gelecekte,Herbiri vazgeçilmez cihan parçası.

* Şeytanın Genel Tarihi, Gerald Messadie, Kabalcı yay. İst, 1998

Page 288: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

288

Kaç bin yıllık hasretimin koncası,Gözlerinden,Gözlerinden öperim,Bir umudum sende, Anlıyor musun ?”

Ahmet Arif

Sayın Gerald Messadie,

Oldukça ilginç bir konu ve hacimli içeriğiyle kitabınızı okudum. Doğrusunu istersen, aradığımı bulamadım. Mısır doğumlu bir Fransız olarak, sömürgeciliğin utancını en iyi hissedebileceğini ve bu güdüyle ‘kötülüğün’ tarihine dair il-ginç bir şeyler söyleyeceğini sanmıştım. İtiraf edeyim, yanıl-mışım. Sanırım kafan oldukça karışık. ‘Şeytan yoktur’ diyor-sun. ‘Şeytana inanmak, şeytancadır’ diyorsun. ‘Hepimiz, her zaman bir başkasının şeytanıyız’ diyorsun. ‘Şeytan insandır’ diyorsun. Sonra, ‘Benim en derin inancım, bütün din savaş-larının son derece şeytanca olduğudur, bütün tekelciliklerin şeytanca olduğudur. İnancım, şeytana inanmanın son derece şeytansı olduğudur’ diyorsun. Bir yerde, şeytan, zenginlerin tanrısıdır, başka yerde yoksulların ötekisidir, ya da ‘devletin, din adamlarının güçlülerin uydurduğu bir kurmacadır’ di-yorsun. Beş yüz elli sayfa boyunca Okyanus adalarından, Yu-nan’a, Kızılderililerden Keltler’e, Mezopotamya’dan Mısır’a, İran’dan Hind’e, İslam, Yahudilik ve Hrıstiyanlıktan modern çağa kadar, şeytan imgesinin izini sürüp de ‘Şeytan’a, yani kö-tülüğe dair bu kadar çelişik laf etmek, tam Fransızlara yakışır bir narsistik cehalet örneği.

Diyorsun ki, “Mezopotamya, bireyi ezmek için ve daha kötüsü birey kendi ezilişini doğrulasın diye, ‘günah’ı keşfetti ve İran, bireyi korkutmak için şeytanı icad etti. Bizim şey-tansılaşmış tektanrıcılıklarımızın yatağı hazırdı. Geriye kalan tek şey, o yatağa yatmaktı.” Yani, doğru bir temelden kalkıp

Page 289: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

şEyTANıN gENEL TArİHİ

289

yanlış bir noktaya varmışsın. Tektanrıcık, tamda bu şeytan-sılığı bertaraf etmenin adıdır zira. Buna İslam’ın şeytan algısı bahsinde değineceğim.

Sonuçta, kitabın en anlaşılır tezi şu; “Şeytan”, yani kötü-lüğün, güçlü ve Tanrı karşıtı figürü, İ.Ö. VI. Yüzyılda İran’da Zerdüşt tarafından icad edildi ve Mezopotamya’daki merkezi devletler tarafından kitleleri kontrol altın almak için icad edil-miş olan ‘günah’ fikriyle birlikte gelişti. İ. Ö. III. Yüzyılda bir Musevi Mezhebi olan Esseniler’in Enoş kitabında bu fikir tektanrılı sonraki dinlerin de temeli oldu. Hrıstiyanlık ve İs-lam, bu etkinin sayesinde bugün “şeytan” dediğimiz kurma-cayı daha da geliştirdi ve tarihleri boyunca dinsiz, sapkın, kafir dedikleri insanları katletmenin nedeni yaptı. Bu gelenek dı-şında, şeytan fikri yoktur. Eski Yunan’da, Roma’da, Avrupa halklarının ataları olan Keltler’de, İnka’larda, Maya’larda, Az-tek’lerde, Pasifik Adası’nda, Hind’de, eski Mısır’da, Afrika’da, Çin’de, Japonya’da… “şeytan” yoktur, diyorsun. Bu tezini en ağır eleştirilerini yönelttiğin Hrıstiyanlık, daha doğrusu Ka-tolik Kilisesi’nin “şeytan” algısına ve bu algı üzerine oturan Batı’nın karanlık ortaçağına dönük bir hesaplaşma olarak yo-rumlamak mümkün. Siz Batılılar, tarihte çok kötü bir “ço-cukluk” döneminiz, yani ortaçağınız var ve ne yaparsanız, ne konuşursanız, illa ki bu çocukluk dönemindeki “iğdiş”lik bi-linçaltınız açığa çıkıyor.

Bay Messadie, kısacası bütün dünyada ve tarihte, sizin ka-tolik engizisyon şeytanını arayıp durmuşsun. Bu “şeytan” fik-riyle hesaplaşıyor, bunun zararlarını, tahribatını, çarpıklığını bizatihi kötülük yaptıran şeytaniliğini sergilemişsin. ‘Tanrı’nız-dan, yani İsa’dan sonra, şeytanınızı da öldürmeye soyunmuş-sun sanki. Ama keşke bu çabanı Hırıstiyanlıkla ve Avrupa ta-rihiyle sınırlı tutsaydın. Zira o katolik “şeytan” fikri, tabi ki katolik kilisenin uydurması ve başka hiçbir yerde yok. Onu

Page 290: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

290

ısrarla Zerdüştlüğe, Maniciliğe ve İslam’a da mal etmenin ge-reği yoktu. Bu gereksiz çaban nedeniyle, bir çok kültürü ele alırken bir hayli zorlama yoruma başvurmuşsun. Mesela, sa-dece 24 sayfa ayırdığın ve üstelik Ezher’de derslere katılma da-hil, Müslüman toplumu yakından tanıdığını belirttiğin halde, “İslam’ın “şeytanı”nı baştan sona yalan ve yanlış bilgilerle an-latıyorsun. Aynı şekilde Hind’i, İran’ı, Mısır’ı da doğru anla-dığın ve anlattığın kanaatinde değilim. ‘Eski Yunan’da şeytan yok, sadece özgürlük ve birey vardı’, ‘Roma’da tanrı da şeytan da yoktu, Avrupalıların ataları olan Keltler de özgür ruhluydu ve bu özgürlüklerini kısıtlayacak bir şeytanları yoktu’ gibi, son derece Avrupamerkezli ve ideolojik maksatlı yaklaşımların var. Yani, şeytan fikri, sana göre bireyi ezmenin sembolü, çünkü şeytan ‘ben’ diyerek kişiliğini öne çıkartan ve itiraz edebilen bireyci özgür ruhu simgeliyor, bu nedenle onun kötülük im-gesi kılınması yani ‘şeytan’ olarak görülmesi, bizatihi özgür bireyin kötülenmesini simgeliyor, sana göre.

Bu bağlamda, Proteston, Anglo-Sakson dünyanın, Kato-lik algıdan uzaklaştığı için birey fikrine ulaştığını ileri sürü-yor, eski Ahid Yahudiliğini ise, aynı nedenle adeta kayırıyor-sun. Eski Ahit’te Şeytan yoktur diyorsun mesela. “Yahuda”nın, Yhve’nin, Güney Filistin”deki bir volkan cini olduğunu, yani dönemin kötülük tanrısı olduğunu bilmiyorsun diyelim, peki eski Ahit’i hiç okumadın mı? Yehuda’nın, Kur’an’da anlatılan Şeytana benzediğini hiç mi fark etmedin? Yahudilerin esasen bizim şeytan dediğimiz bir varlığa taptıklarını itiraf etmemek için bayağı uğraşmışsın.

Her neyse, bay Messadie, aslında kitabında belki tek üze-rinde durulması gereken yorumun, şeytan algısı ile toplum-sal-politik düzen arasındaki ilişkiye yaptığın vurguydu. Bu bağlamda, beni asıl ilgilendiren, insanlığı da ilgilendiren temel sorun olan, kötülük problemi. Bunca kötülük var, haksızlık,

Page 291: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

şEyTANıN gENEL TArİHİ

291

zülum, gözyaşı ve acı var ve hep kötüler kazanıyor…Yani, ba-yağı ele gelir, gözle görünür ve kanlı canlı bir şeytan pekala var. Onun adı, sanı, ontolojik varlığı yada varlığının nedeni, ayrı bir bahis. Açık ve net olan şu, kötülük var ve bu hiçte küçümsenecek, görmezden gelinecek yada teolojik-ideolojik kavgalara malzeme yapılacak bir mesele değil. İnsanlık, haya-tın her düzeyinde bir şekilde kötülükle karşılaşıyor ve yüzle-şiyor. Çoğu durumda insanlar kendisine yada başkasına kö-tülük yapıyor. Peki neden? Felsefenin ve teolojinin bu temel konusu, şeytan algısı bağlamında, bugün içinde bir çok soru’ nun kaynağı durumunda. Yaşanan kötülükler karşısında bü-tün dinlerin müminleri kritik sorular sormanın eşiğine geli-yor; ‘her şeye gücü yeten, Kadir-i mutlak Tanrı nerede? Ne-den müdahale etmiyor?’ ya da, ‘kendisine inananları ahlaki kurallara uymaya zorlayarak, esasen kötülüklere karşı sınırla-yıp güçsüz kılmış olmuyor mu? Yoksa, Kötülerin kazanması, iyilerin onlar kadar kötü olmamasının ürünümü?’ Öte yandan iyiler de kötülük yapınca zaten iyi olmaktan çıkıp, saf değiş-tirmiş oluyorlar. Peki bu paradoksun iyiler lehine bir çözümü var mı? Tanrı, iyilik ve zafer, bu dünyada yan yana gelmeye-cek mi? Ve tabi, tüm bunların bir anlamı var mı?’ gibi soru-lar, çağımızın ve geleceğin, dinlerin vereceği cevap açısından nasıl şekilleneceğini belirleyecek ölçüde önemli.

İnsanlık tarihinin en klasik, en zor ve can sıkıcı sorularını tekrarladığımı biliyorum. Tarih boyunca, normal zamanlarda filozof ların, kötü zamanlarda ise tüm insanların cevap ara-dığı bu soruların ortak, yaygın ve tatmin edici tek bir ceva-bının olmadığının da farkındayım. Ama yaşamak denen şey, özünde bu sorulara cevap aramaktan ibaret ve herkes, bir şe-kilde “aradığını” buluyor. O nedenle aramak bile başlı başına bir erdem bugün. Şeytan algısı ekseninde kitabını konu edin-memin nedeni de buydu.

Page 292: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

292

Bay Messadie, önce İslam konusundaki cehaletine bir dü-zeltme… Kur’an-ı Kerim’in yaratılış prologunda, Allah, me-leklere insan yaratacağını söyler ve buna sadece iblis itiraz eder. Nedeni ise iblisin kibri, üstünlük ve ayrıcalık kaygısıdır. “ Ateş-ten yaratılmış olan ben, topraktan yaratılmış olana nasıl bo-yun eğerim” der. İblis, insanı kıskanır ve düşman olur. Allah da iblisi kovar. İblis de Ademi her şeyin serbest olduğu, sadece bir tek yasağın olduğu cennette kandırarak o yasağı çiğneme-sini sağlar ve Allah insanı da İblisi de yeryüzüne gönderir. Bu anlatımda iblis, esasen Allah’ın değil insanın karşıtıdır. Kibir, ayrıcalık, üstünlük taslama, konum ve mevki imtiyazı, tekel-cilik, kıskançlık, yalancılık ve hilekarlık, iblisin özellikleridir ve yaratılışların en şeref lisi (eşref-i mahlukat) olan insana düş-man olduğu için, bu özellikleri ona bulaştırmayı kendine gö-rev edinmiştir. İslam’ın şeytanı, iddia ettiğin gibi Allahın göl-gesi addedilen İslam devletinin bir görevlisi’ değil ya da bireyi ezmenin, bireyin kendisini kısıtlamasının vasıtası değil, tam aksine insanın düşmanı, insanlığın tam karşıtıdır. Bu çerçe-vede, Zerdüştlüğün yanlış yorumundaki gibi, Tanrının da kar-şıtı-kötü tanrı-değildir. Orijinal Zerdüştlükte de Ahuramazda ve Ehrimen, iyilik ve kötülük tanrıları değil, iyi ve kötü ar-ketipleridir. İlkel pagan bilinçaltıyla Batı, Vedacılık ve Zend Avesta metinlerini de diğer tüm toplumsal kültürlere yaptığı gibi, çok tanrı ve tanrılar pantheon’u uydurarak tercüme etmiş-tir. Bu bağlamda, İslam’ın şeytanı, İran, Mısır, Mezopotamya geleneklerindeki “kötü”lük algısının tashih edilmiş, düzeltil-miş şeklidir ve bu “şeytan” algısı, özünde insanın kendisi ola-bilmesi, yücelmesi ve Allah’ın halif lesi/dostu olarak tüm ev-rende “saygın” yerini kazanabilmesini hedef leyen son derece özgürlükçü ve hümanist bir dünya görüşüdür. Bu nedenledir ki, İslam, senin “hala sırrı çözülemedi” dediğin şekilde otuz yıl içinde İran ve Bizans gibi köklü imparatorlukları sarsacak

Page 293: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

şEyTANıN gENEL TArİHİ

293

bir şekilde yayılabilmiştir ve bu yayılma, yine itiraf ettiğin gibi kılıç zoruyla değil, sonradan sizin kiliselerinizin misyo-nerlik şeklinde çarpıtarak taklit ettikleri “tebliğ/ikna” yoluyla olmuştur. İslam’ın kılıcı, insanların din değiştirmesi için de-ğil, din değiştirenlerin vergi ve asker kaybı olduğunu görüp panikleyen devletlere, aşiret reislerine ve güç sahiplerine karşı “cihad” etmiştir.

İslam’ın “şeytan” algısıdır ki, cehalet, baskı ve hurafelerle yaşayan yoksul ve sahipsiz kitleleri akın akın İslam’a çevirmiş-tir. Zira bu kitlelerin onurunu, emeğini, umutlarını, korkula-rını “”çalan” yalancı ve sahtekar, kibirli ve imtiyazlı egemen çevrelerin iblis/şeytanın yoldaşları olduğunu idrak etmişlerdir.

Bay Messadie, Kur’an’ın “iblis” anlatısı özet olarak şunu anlatır: İnsanı ezen, küçülten, aşağılayan her şey şeytanidir. Kula kulluk, şeytanidir. Her türlü diktatörlük, baskı ve da-yatma, şeytanidir. İnsanı esiri yapan mülkiyet, kullaştıran ik-tidar ve küçülten gerçekdışı her tür kutsallaştırma, yüceltme, kandırma ideolojileri şeytanidir. Her tür imtiyaz, ayrıcalık, ki-bir, şeytanidir. Demek ki bay Messadie, Kur’an’ın şeytan algı-sının geçmişteki karşılığı, pagan imparatorluklar, rahip-savaş-çı-aristokrat sınıf lara dayalı kutsallaştırılmış tanrı-devletler ve efendi-köle ayrımına dayalı tarımsal politik düzendir. İslam, yayıldığı tüm bölgelerde işte bu düzenleri yıkmış ve yer yer sapmalar olsa da, kamucu-adaletçi sosyal düzenler kurmuştur. Bu şeytan algısının bugünkü tam karşılığı ise kapitalizmdir. Kısmi karşılıkları ise benzer işlevler gören ideolojiler, yasalar, kurumlar ya da düşünce/davranış tarzlarıdır. Buna “kurumsal din” de dahildir. Örneğin bir ülkede insanlar din adına ezi-yet görüyor, Allah adına katlediliyorsa, hak ve özgürlüklerden mahrum ediliyorsa, bu ülkedeki düzen de şeytanidir. Kuran, “O aldatıcı Şeytan, sizi Allah ile aldatmasın” der. Ölçü belli-dir ve basittir: İnsanın onuru ve özgürlüğü ile varoluşu esastır.

Page 294: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

294

Buna engel olan, kısıtlayan, çarpıtan ne varsa, şeytan odur. Bu manada insanlık tarihi boyunca her toplumda ve tarihin her evresinde bir şeytan algısı vardır. Kötülük varsa, şeytan ora-dadır. Sadece ismi, yorumu farklı olabilir. Budist ya da Şin-toist algıda “kötülük”, iyiliğin karşıtı değil, iyiliğin olmadığı ya da bozulduğu bir durumdur. Aynı şekilde, Afrika ve kızıl-derili Amerika tarihinde de kötülük sadece bir araz’dır. Zira tüm bu coğrafyalarda tarih boyunca iyilik hep üstün olmuş, insanın doğayla iç içeliği, en temel mücadele diyalektiğini in-san-doğa ilişkisi temelinde geliştirmiştir.

Ancak Mezopotamya- Akdeniz havzası, hem ilk yerleşim alanı olması nedeniyle birçok şeyin ilk yaşandığı bölge olması, hem de yoğun göçler nedeniyle insanlar ve toplumlararası çe-lişkilerin insan-doğa ilişkisini ikinci plana iten ve efendi-köle ilişkisini temel alan diyalektik karakteri nedeniyle, iyilik ve kö-tülük karşıt ve çatışan iki farklı ilke halinde algılamıştır. Tabi ki bu en ileri, en gelişmiş insanlık bilincidir. çünkü, daha ileri uygarlık ve devlet yapıları, bu temel çelişkinin ürünü olarak gelişmiştir ve bu durumda insanın yeni ve farklı yetenekleri-nin açığa çıkması söz konusu olmuştur. Mezopotamya-Akde-niz havzasının bu paradoksal gelişmişliği, inanç ve kültür dü-zeyinde de bir çok ilk’in ve daha gelişmiş olgu ve değerin bu coğrafyada doğmasının nedenidir. Siz Batılılar, fakındaysan, işte bu coğrafyadan yeşeren meyvelerle beslendiniz. Mısır kö-kenli Yunan’dan felsefeyi, bu coğrafyadan göçenlerin kurduğu Roma’dan devlet ve yasayı, bu coğrafyanın ürünü Hrıstiyan-lığı ve sonra da ilmi, aydınlanmayı cebiri, geometriyi, tuvaleti öğrendiniz. Bu coğrafyanın ürünlerini elinizden alsak, geriye insan eti yiyen barbar Kelt kabileleri kalır. Demek ki, sizin ka-tolik kilisesinin, Kelt büyücülüğünü yeniden dirilttiği engizis-yon dönemi “şeytan” algısı ile ‘bizim’ şeytan algımız, gerçekte başka bir şeymiş. Bunu algılayabilmeniz için “İslam” inanç ve

Page 295: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

şEyTANıN gENEL TArİHİ

295

düşünce iklimine yakınlaşmanız gerek. Tabi barbar kökleriniz ve bilinçaltınızı tamamen ayıklamanız şartıyla.

Bay Messadie, şimdi haklı olarak soracaksın, ‘bu insanı te-mel alan ve yücelten inanç ve bilincinize rağmen, siz Müslü-manlar neden bu kadar geri ve aciz durumdasınız? Neden biz barbar Batılılar bu kadar iyi “gelişmiş ve uygar” taklidi yapa-biliyoruz ve neden sizlere de bu kadar kolayca hayvan mua-melesi yapabiliyoruz?’. Güzel sorular…

Doğrusunu istersen bu noktada yine “şeytan”dan dem vu-racağım. bunun nedeni, Kuran’ın şeytan algısındaki çarpıl-madır. yani, İslam tarihinde emevilerle başlayan kutsal devlet geleneği, kötülüğü kadere bağlamış, insanı ise bu değişmez kaderin aciz kölesi haline getirmiştir. Bu anlayış Kuran’ın ya-ratılış felsefesini de çarpıtarak okur; Kaderci egemen teolojiye göre,insan yoldan çıkmaya müsait kötü tabiatlı bir yaratıktır ve sürekli denetlenmesi, kontrol edilmesi ve sınırlandırılması gerekir. Bu ise Allah adına devletin, yönetenlerin asli vazife-sidir. Zira Allah ile insan karşıt iki varlıktır ve insanın aklı, eylemleri ve egemenliği ile Allahın hakimiyeti çelişir. Şeytanı Allah yarattığına göre, her kötülükte Allah’tan gelir ve insana düşen kötülüğe maruzda kalsa Allah’ın yeryüzündeki gölge-sine yani devlete, yöneticilere, alim ve şeyhlere kayıtsız şart-sız itaattir. Çünkü sürekli imtihan ediliyordur.

Bu anlayış, hemen fark edilebileceği gibi, örtük bir şe-kilde insanı, aklı, birey fikrini ve özgürlüğü şeytan yerine koymakta ve karşısına da Allah’ı yerleştirmektedir. Tabi Al-lah, kutsal devlet ve idarecilerinin ve kutsal kişilerin şahsında temsil edilmektedir.

Bu çarpık şeytan algısı (ve tabii Allah ve insan tasavvuru)dır ki,İslam dünyasında din dahil, hemen her kurum ve il-kenin bireyi kısıtlama, denetleme, kontrol etme ve sindirme

Page 296: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

296

aracına dönüşmesi söz konusu olabilmiştir. Bu nedenle siya-set, bu coğrafyada kavramın etimolojik kökenine uygun ola-rak, yığınları-sürüyü- kontrol etme ve gütme sanatıdır. Bu inanç nedeniyledir ki, İslam’ın ilk parlak atılımından sonra, kitleler pasifize edilmiş, akıl rafa kaldırılmış, bireyler güçsüz-leştirilmiş ve sürüleştirilmiştir. Bugünkü aciz ve güçsüz hali-mizin tarihsel nedeni budur. Düşünen, akleden,konuşan, yara-tan, yeniyi icad eden, olanı geliştiren, eskiyi aşan ve hep ileriye doğru yürüyen bir insan ve toplum fikri egemen olamamıştır.hatta bu düşünme biçimi şeytani olarak görülmüş ve lanetlen-miştir. Vahiy aklın karşısına konulmuş ve aklını kullanmak ile şeytana uymak özdeş sayılmıştır. Farklı düşünen alim ve gönül adamları çoğu devirde sindirilmiş yada katledilmiştir. Bilim, teknoloji, sanat, estetik ve etik düzeyde geri kalmanın nedeni, bunları üretecek özgür ortamların olmayışı ve eşrefi mahlukat olan insanın esfeli sefilin düzeyine düşürülmesidir. Yani şeytan algısındaki bu çarpıklık, Kuranın egemen güç-ler tarafından yapılan yorumunun ve çarpıtılışının sonucudur.

Öte yandan kötülük, bizim coğrafyamızda sizdekinden daha farklı anlam ve işlevlere sahiptir. Bizim buralarda şey-tan biraz fazla mesai yapar. Belki zengin ve derin tarihimizin kazandırdığı bir özelliktir, bizim devletlerimiz, toplumları-mız, insanlarımız, çok kişilikli ve katmanlıdır. Her bir karış toprağımızın altında bir uygarlığın mezarlığı vardır. Her bir toplumumuz bir çok toplumun karışımından oluşmuştur, her bir insanımızın içinde birkaç insan daha vardır. Bu nedenle bizde hayat çok renkli,hareketli ve canlıdır. Olaylar, çok ne-denli, kişiler çok kişilikli, kurumlar çok yüzlüdür. Sizin kilise süzgecinden geçmiş “düz” Aristo mantığınız, bizi anlamaya yetmez. Bu nedenle biz de Şeytan da girift ve yoğun bir me-sai içindedir. Mesela, güzel bir gelişmenin arkasında bir şey-tanlık, kötü görünen bir olayın arkasında ise şeytana atılmış

Page 297: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

şEyTANıN gENEL TArİHİ

297

bir kazık bulabilirsin. İyi ile kötü, çoğu zaman çok sert kapı-şırlar ama bazen de iç içe geçebilir, aynı madalyonun iki yüzü olabilirler. Biz de devlet, adalet demektir, örneğin. Ama gün gelir son derece “zalim” olabilir. Yine aşırı dindar görünen birini, iştahla “haram” yerken görebilir, dinsiz olduğunu id-dia eden birini ise kendini iyilik yapmaya adamış bulabilir-sin. Bu durumlarda, şeytanda bolca kılık değiştirmiştir. Yan-lış anlama, bugünkü acziyet ve geriliğimizin nedenini dışsal bir öteki olarak şeytana bağlayıp, ucuz öteki edebiyatı yapmı-yorum. Ki bu algı, zaten siz batılıların şeytan algısıdır. Öteki, başkası, sizin için şeytandır. Engizisyon ve ortaçağ tarihiniz, sömürgecilik ve aydınlanma tarihiniz ve güya modern bugü-nünüz boyunca, sürekli dini yada seküler çerçevede bu ‘dış-sal-tehlikeli öteki’ algısı ile şeytanlar kurguladınız. Cadılar, kadınlar, sapkınlar, Yahudiler, Müslümanlar, komünistler, te-rör, fundamentalizm…değişen tek şey, bu kurmaca ve saçma şeytanlarınızın adlarıydı. Bu öteki paranoyasına hala aynı dü-zeyde devam ediyorsunuz. Kuran’ın şeytan algısı, insanın te-mizliği ve yüceliğini temel aldığı için, şeytan dışsal-öteki bir düşman değil, insanı yoldan çıkartan, zaaf larını kullanarak kendine ve başkasına zarar verdirebilen bir fonksiyondur. Bu anlamda, her insanın içinde açığa çıkabilir ve çoğu zamanda ötekinin değil, kendi yapıp etmelerimiz olarak belirir. Bu algı, insanın sorumluluğunu, kendini bilmesini ve ötekine zarar vermemesini ahlakın temeli yapmıştır. Bu nedenle, şeytan al-gımız, bizden olmayanları katletme, sömürme, ezme, yakma ve işkence etme kültürü üretmemiştir. Bu kültür size aittir. Öte yandan, bizde başkasına değil, maalesef kendimize ezi-yet etme geleneği vardır. Biz savaşlarda dahi bizden olmayan-lara zulmetmemişizdir, ama bir birimize karşı, yani kendimize karşı çok acımasız olduğumuz dönemler olmuştur. Zira bizde iç düşman, dış düşmandan daha tehlikelidir ve şeytan, bir tür

Page 298: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

298

iç düşmandır. Bu algı bugünde geçerlidir; Bazen bakarsın bi-risi Türk düşmanlığı yapıyor, öteki Kürt düşmanlığı, başkası Çerkez ya da laz kavmiyetçiliği geliştirmeye uğraşıyor. Tari-himiz ve coğrafyamızda kavmiyetçilik görmemiş, batıdan öğ-renmişizdir ve bu kavmiyetçilik yüzünden çok kavimli-çok kültürlü milletimiz parçalanmıştır ama birileri dönüp dolaşıp yüz yıl sonra yine bu fitne trenine biner. İşte bu şeytanın iç düşman algısının sonucudur mesela. Yine kimisi çağdaşlık/la-iklik adına toplumun temel ve asli değerlerine saldırır, “din” ve dine dair ne görse Pavlov’un köpeği gibi ref leks verir, bu da şeytani bir algının ürünüdür. Bir başkası ‘ben artık değiş-tim, solculuk modası geçti artık liberalci oldum’ der, bir di-ğeri, “ben de değiştim, dinciliği bıraktım, artık demokratçı oldum’ der, öteki, “ben de değiştim, İnönücü batıcılığı bırak-tım artık ulusalcı oldum” der, Şeytan bu değişimlerde de sak-lanır. Zira, hepsinde, ‘şeytan meğerse benim içimde, beynim-deymiş’, psikolojisi vardır. Bir gün bakarsın, birisi biraz para kazanmış ya da bir makam, mevki sahibi olmuş, hemen im-tiyazlı, kibirli, kaprisli havalara bürünür. Bu ‘hava’da da şey-tanı bulabilirsin. Çünkü, o da kendi sahip olmadıklarına şey-tan demiştir ve sahip olduğu anda gerçekten şeytanileşmiştir.

Gördüğün gibi bay Messadie, bizde şeytan sizdeki gibi, sö-mürgecilik, kapitalizm, emperyalizm, nazizim, Hırıstiyanlık gibi sistematik ve belirgin kılıklara pek bürünmez. Daha gi-rift, içsel ve psikolojik bir olgudur, şeytan.

Ancak, ne kadar şeytana uyma alışkanlığımız olursa olsun, bizim buralarda çoğu zaman iyilik sistematik olarak baskın-dır ve “din” ve “ahlak” olarak hayatın her düzeyine sinmiş-tir. Bu nedenle bizde şeytan, ayrıntıda gizlidir. Bütüne ege-men olması çok zordur. Mesela, bizde, mülkiyet, devlet ve din bıçak gibidir. Çoğu zaman adalet ve özgürlüğün “araç-ları” işlevi görse de, bazı zamanlarda şeytanın kendisine de

Page 299: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

şEyTANıN gENEL TArİHİ

299

dönüşebilir. Bu durumlarda, insanı tekrar mülkiyetinin, dev-letinin ve dininin “sahibi” kılacak tezler, felsefeler, öğretiler geliştiririz. Yani bütüne egemen olabilecek bir şeytanı illa ki yine taşlarız. Sonuçta yoldan çıkanlarımız yola gelir, yola gel-meyenler yoldan atılır.

Bay Messadie, biz Rahman ve Rahim olana inanırız. O insanı kendi suretinde yaratmış ve ruhundan üf lemiştir. Biz insanların temiz fıtratta doğduğuna ve tek tek her birinin hak-ları ve şerefiyle yaşamasının, hayatın ve tarihin asli amacı ol-duğuna inanırız.

Bizim bugün, düşkün, aciz, yoksul ve harab olmuşluğu-muza bakıp aldanma. Bizim tarihimiz belki yüz defa benzer koşulları yaşamıştır. Bugünleri de elbette ki atlatırız. Çünkü, bizim kitabımız, Şeytana güç atfetmez. Onun kötü bir yol-daş, pis bir yalancı ve başarısız bir sahtekar olduğunu anlatır. Yani şeytan, zayıf güçsüz ve beceriksiz bir “yoldan çıkarıcı”-dan başka bir şey değildir. O nedenle zaten zayıf olduğumuz zamanlar ve aramızdan zayıf karakterliler şeytana uyar. Bu da her zaman geçici bir durumdur. Demem o ki, bay Messadie, biz şeytana tapmayız. Şeytanı fazla önemsemeyiz, Ondan kork-mayız. Onun basit tuzaklarına karşı her türlü tedbirimiz var-dır. En sıradanı birkaç dua okumaktır. Bizim tek sorunumuz zayıf ve güçsüz halimizdir. “Şeytana” yol veren de bu haldir. Bu nedenle insanımızı güçlendirmek, toplumumuzu geliştir-mek, aramızdaki bağları ortak noktaları çoğaltmak, güveni ye-niden tesis etmek, mülkiyeti ortak servete, devleti ortak ikti-dara, dini ortak fıtri değerlere irca etmektir, derdimiz. Bunu sağladığımız zaman siz çarpık tarihsel teolojinin çarpık şey-tan algısı da, iç düşman fobisi de, siz Batılıların sizden olma-yanlara dönük şeytanlıkları da, altedilebilir. Hatta dedeleri-mizin, ninelerimizin birkaç duası yeter. Yani, biz sizden çok, kendi zayıf lığımıza şeytan diyoruz. Kendi aymazlıklarımız ve

Page 300: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

300

tembelliklerimizden muzdaribiz..Bizim asıl şeytanımız, işte bu kötü yanımızdır. Ancak, şeytan algımızın devrimci özü, yani kötülüğü altetme mücadelesi ve iyiliği üstün tutma gayretine olan inancımız, bu geçici zafiyeti de yenecektir.

Kötülüğün hep kazandığına ve ‘Tanrı’nın müdahale et-mediğine dair kötümser algılamalara gelince; aslına bakarsan, zaaf larımızdan doğan boşluklardan sızmış batıcı ajan unsur-ların yaymaya çalıştığı kötülük tohumları, kendini abartarak egemenmiş gibi görünmektedir. Görünenin gerisinde, insan-lığın ve özellikle bizim toplumlarımızın alt katmanlarında iyi-lik hala egemendir. Ancak doğası gereği iyilik, kendi propo-gandasını yapmaz. Bizde iyilik yapılır ve denize atılır. balık bilmezse hâlık bilir. Bu ülkenin milyonlarca insanı, sabahtan akşama kadar iyi işler de yaparlar, güzel sözler ve hayırlı faa-liyetlerde bulunurlar. Doğru ve haklı uğraşlar verirler. Ama, içimizdeki şeytan medyası bunları değil, cinayetleri, tecavüz-leri, hayasızlıkları propoganda eder. Bazen biz bile, her şeyin gerçekten kötüye gittiğine inanmaya başlarız. Irak’ta ve Filis-tin’de en alçakça katliamların yapıldığı gün, ülkenin en bü-yük medyası bir mankenin çantasını manşetten verir. Bu kadar aleni alçaklıklara rağmen, ülkenin bütün sokaklarında, cami-lerinde, kahvelerinde, meyhanelerinde ve evlerinde, zalimlere beddua ediliyordur. Yani, insanlık, dimdik ayaktadır aslında. Ve o şeytani medyanın aldatıcı sahtekarlıkları hiçbir işe yara-mamaktadır. Yine bu kadar ayrılıkçı ve nifak sokucu politi-kalara rağmen, toplumun büyük çoğunluğu bir biriyle barışık yaşar. Ne kürt, ne Türk, ne din, ne laiklik, ne Alevilik-sünni-lik, toplumu bir birine düşman edip, çatıştırmaz. Çatışan, uç-lardaki marjinal şeytanlardır sadece. Bunlar, iyiliğin, adaletin, sağduyunun gücünü ve egemenliğini gösterir. Şeytan, bütün kurnaz ve kıvrak numaralarına rağmen, ‘bütün’ümüz üzerinde hala başarılı olamamıştır. Ve hiçbir zamanda olamayacaktır.

Page 301: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

şEyTANıN gENEL TArİHİ

301

Demek ki, Allah, her yerde ve her şeydedir. Kötülüğe karşı insanı korumakta ve gözetmektedir. Kötülüğün sahibine ya-radığı yada yanına kaldığı ise hiç görülmemiştir.

Bizim için şeytan bir ‘kod’ adıdır. Biz, onun insanı aşağıla-yan, küçülten ve zarar veren davranışlar, vesveseler ve sapkın-lıklar toplamı olduğunu biliriz. Ancak, ondan daha antreman-lıyızdır. Zira, biz ‘insanın düşmanı’ olan şeytanı, düşmanımızı iyi tanırız. Burası, düşmanlarımızın mezarlıklarıyla da dolu-dur. Firavunlar, Nemrutlar, İskender, Roma, Haçlılar, Moğol-lar, İngilizler, Fransızlar, Ruslar…Şimdi Amerika ve İsrail..el-bette sıra onlara da gelecektir..

Bay Messadie, geçici zafiyetimizin ürünü olan aciz ve ha-rap halimizi elbet bir gün düzelteceğiz. Bundan eminiz. İçi-mizdeki ve dışımızdaki şeytansılıkların mutlaka başarısız ola-cağından da..

Şeytanın bize, insanlığa neden lazım olduğunu, anlayabil-din mi? Peki, Biz Müslümanların Hac’da şeytanı neden taşla-dığımızı da kavrayabilirmisin acaba?

Hoşça kal..

Page 302: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime
Page 303: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

303

Özgürlük Paradoksu

“....ruhumuzun içinde kar yağar/anamızdan doğduğumuz geceden beri/heybemizi emektar makinalara yükleriz/fikirlerimizi tıfıl vinçlere.../iri buğday tanelerinin trenleri yürüttüğünü bilmeyiz/biz yangında koşuyu kaybeden atlarız/biz kirli ve temiz çamaşırları/aynı zaman aynı minval üzere katlarız/biz koşu bittikten sonra da koşan atlarız...”

Sezai Karakoç

Sevgili Hiçkimse,

Tarihin düğümlendiği, insanlık ırmağının durgunlaştığı dönemler vardır. Tarihçiler ‘fetret devri’, şairler ‘fasl-ı ha-zan’ der. İşte onlardan birinde yaşıyoruz. Roma İmparatorlu-ğunun, Bizans’ın, Osmanlı’nın gerileme dönemleri, Haçlı ve Moğol istilalarının sonrası, I. Ve II. Dünya savaşlarının ön-cesi gibi bir dönem. Bütün coğrafyaları ve her toplumu saran garip bir durağanlık, can sıkıntısı, tekrar eden gündelik ha-yat, belirsiz ekonomik göstergeler, kitleleri saran depolitizas-yon, felsefi arayışın son bulması, dinlere ve büyük anlatılara kayıtsızlık, ahlaki dejenerasyon, sosyal ilişkilerde güvensizlik, kültürel avamileşme, ümmileşme, bireysel bunaltı ve stresin

Page 304: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

304

yaygınlaşması…Tüm bu fotoğrafın yansıttığı tanımsız ve isim-siz bir zaman dilimi..

Bu devirlerde insanlar, hayatlarının anlamını tanımlama çabasını terk etmişlerdir. İnanmak, daha doğrusu her hangi bir şeye inanma-bağlanma oranı iyice düşmüştür. Bütün ko-lektif leşme dinamikleri, grup davranışı, ortak düşünme ve ey-lem alışkanlıkları asgariye inmiştir. Yalnızlaşma, amaçsızlaşma, sürüleşme eğilimleri artmıştır. Din, devlet, akıl ve aşk tatile çıkmıştır. Dinlerin yerini boşinançlar, abartılı ve çarpık din-darlıklar alır. Devletin yerine oligarşik zümreler, keyfi zorba-lıklar, güçlülerin tahakküm mekanizmaları geçer. Aklın ye-rine güdüler, ref leksler, dogmalar ve kalıplar egemendir. Aşk ise kaba ve bayağı bir cinselliğe kurban edilir.

Böyle dönemlerde insanlar birbirleriyle uğraşır. Soy, sop, etnik köken, kafatası ya da iman ölçümleri öne çıkar. Hay-vani içgüdüler egemen olur. Estetik beğeni düzeyi azalır. Gü-zel sanatlar, resim, mimari eserler ortaya çıkmaz. Müzik gü-rültüye dönüşür, şiir yazılmaz, edebiyat marjinalleşir. Yaşamak donuklaşmış, insanlığın ruhu adeta kasılmıştır. Hayatın tadı tuzu kalmamış, zaman manasını yitirmiştir. Ne geçmişe ait bir tasavvur, ne de geleceğe dair bir tahayyül vardır. Eskiler, kıyamet öncesi diye algılamıştır bu dönemleri. Sessiz yığınlar bu zamanlarda iyice kabuklarına çekilir, her şeye kayıtsızla-şır, umarsızlaşırlar. Asude bir görüntü altında bir ufunet sar-mıştır her yanı. Eski, tam olarak gündemden çıkmamış, yeni ise henüz doğmamıştır. Sessizlik komplosu denen türden ko-lektif bir suskunluk oyunu oynanmaktadır.

Sevgili Hiç kimse,

Bundan yıllarca önce, bir üniversite yurdunda ülkücü, İs-lamcı, solcu, her görüşten bir grup arkadaş sohbet ediyorduk. O zamanlar yurtlarda, öğrenci evlerinde, sabahlara kadar tartışılır,

Page 305: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

özgürLüK PArAdoKSU

305

çay ve sigara eşliğinde öfkeli muhabbetler olurdu. Bir gece dev-rimi kimlerin yapacağını tartışırken, sol görüşlü bir arkadaş- galiba devsolcuydu- ayağa kalktı ve ‘biz’ dedi, “biz hepimiz as-lında aynı yolun yolcusuyuz. Aynı kelimelerle konuşmasak ta, aynı ’dil’i konuşuyoruz. Ve tuhaf bir şekilde farklı ve düşman kamplarda-yız. Bana öyle geliyor ki, hepimiz sırayla yenileceğiz ve kazananlar aramızda olmayan ve şu an bir diskoda sevgilisiyle dans edenler olacak”.

O geceden birkaç yıl sonra, bu sözleriyle hepimizi garip bir gerilime sokan solcu arkadaşın bir çatışmada öldürüldü-ğünü öğrendim. Aradan yıllar geçti ve maalesef onun dediği doğru çıktı. Sadece ülkemizde değil, tüm dünyada koca koca ideolojiler, büyük anlatılar, felsefeler, ‘entertainment’ endüst-risinin basit ve sıradan eğlenme kültürü karşısında birer birer yenildi. Doğruydu, sert ve soğuk ideolojiler insanlığı yormuş, bunaltmıştı. Hayata dair sıcak ve sevecen yaşama kültürleri üretilememiş, gelecekteki mükemmel ütopyalar uğruna şimdi ve bugün feda edilmişti. “Biz, hepimiz”, bir batılı gazetecinin ifadesiyle, “Elvis’in kıvrak danslarına” yenilmiştik. Bu yeni eğlenme ideolojisinin temsil ettiği para ve cinsellik tahakkü-müne dayalı yeni dinin, ne insan var oluşuna ne de adalet, öz-gürlük ve etik arayışına dair tek sözü bile yoktu. Ama sonuçta ‘biz’i’ yenmişti ve tüm insanlığı hızla içine çeken şeytani bir girdap gibiydi. Galiba kötülük yine kazanmıştı. Güçlüler, zen-ginler, yönetenler, kendi yaşam tarzlarını hiçbir ezaya, cefaya, zahmete girmeden muktedir kılmıştı. Şimdi sorun şu; insa-noğlunun ontolojik düzeysizleşmesi ve arzuların etik olmayan sergilenişi olarak yayılan bu içeriksiz ve hayvani dalga, geçici bir fetret devri tefessühü mü, yoksa yeni bin yılın yeni dini mi? Yani insanlık bütün büyük anlatıları terk edip başka bir ontolojik safhaya mı geçti, yoksa zamanın ruhu ve insanlığın vicdanı, bu fetret devrinden sonra tekrar diyalektik yürüyü-şünü sürdürecek mi?

Page 306: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

306

Kapitalizmin ‘neo’ teorisyenleri, Karl Popper’den mül-hem büyük anlatı düşmanlığı ve yeni hayat felsefesinin ayet-leri olarak “işini iyi yap, daha çok kazan, iyi yaşa ve keyfine bak” şeklinde özetlenen yaşam tarzını hepimize tek yol olarak dayatırken, her birimizin ‘tek yol’ bellediği inanç ve değerle-rimizden vaz geçmeyi de şart koşuyorlar. Hatta giderek iyice saldırganlaşan, faşizan bir ağızla yeni dinlerine itiraz eden her-kesi ve her şeyi aşağılamaya çalışıyorlar. Doğrusu, daha iyi bir dünya tasarımları, belden aşağı çalışmadığı ve belden yukarı ile ilgilendiği için bu yeni liberal-faşizm salgısına nasıl bir ce-vap üretecek, bilemiyorum. Ama şu kesin, esen yel hepimizi ayağa kalkmaya zorluyor. Belki, dünyanın bütün iman ve de-ğer sahipleri, vatanseverleri, sosyalistleri, liberterleri ve akıl sa-hiplerini birleşmeye çağıran yeni bir manifestoya ihtiyaç var.

Sevgili Hiç kimse,

Bundan on yıl önce, o solcu arkadaş öldürüldüğünde, başka bir İslamcı arkadaş intihar ettiğinde, bir ülkücü arka-daşımın da parasızlıktan tedavi ettiremediği çocuğunun ku-cağında ölümüne dayanamayıp akıl hastanesine yatırıldığını duyduğumda, üst üste gelen bu trajedilere bakarak aşağıdaki satırları yazmıştım;

“İnsanoğlunun bilinen tarihi boyunca yöneten ve yöneti-len olarak bölünmüş toplumların siyasal düzeni “aynı hikaye-nin sonsuz tekrarı” gibidir. Silahı, parayı ve bilgiyi elinde top-layanlar geri kalanları yönetir. Yönetilenler ise ya bu düzene başkaldırır ve çoğunlukla yenilirler veya uysalca boyun eğer ve mümkün olduğu kadar bu düzen içinde mutlu ve huzurlu bir yaşam kurmakla meşgul olurlar.

Siyasal iktidar, yönetenlerin kendi arasında el değiştiren ve “ele geçirme” kavgasına konu olan bir erk alanıdır. Yönetilen-ler bu kavgada taraf değildir, sadece talep eden veya muhalefet

Page 307: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

özgürLüK PArAdoKSU

307

eden bir “dış faktör”dür. Devlet denilen aygıt, yönetenlerin kendi arasındaki hegemonya kavgasını denge durumunda çö-zen ve çoğunlukla “dış faktör” olarak yönetilenlerin denetlen-mesi üzerinden bunu sağlayan harika bir buluştur.

Yönetilenler denetim altında tutuldukça yönetenler, arala-rındaki sorunları anlaşarak çözerler. Bu durumda yasalar ge-çerlidir. Denetimden çıktıkları durumlarda ise kılıç devreye girer. İç savaş, ihtilal ya da darbe olarak bilinen toplumsal al-tüst oluşlar sonucunda yönetenler yeni bir uzlaşma ve denge durumu daha kurarlar. Bu düzen böyle devam edip gider.

Sonuçta her durumda bütün toplumların güç sahibi bir egemen sınıf ları ve güçsüzleştirilmiş geniş yığınları vardır.

Bilim, din, ideoloji ve töreler çoğunlukla işte bu “düzenin sonsuz tekrarı”na hizmet eden ve her durumda yönetenlerin, daha doğrusu “iktidar olma” ve “yönetme” ideolojisinin ka-zandığı kavgaların silahları olarak işlev üstlenirler.

Bu hikaye, hayat denilen trajedinin özü ve özetidir. Bü-tün peygamberlerin uğrunda acı çektiği asıl dava budur; in-sanları yönetilen olmaktan kurtarıp özgür ve onurlu insan-lara dönüştürmek.

İbrahim’in, Musa’nın, İsa’nın ve Muhammed’in (selam hepsinin üzerine olsun) bütün kavgası bunun için olmuştur.

Yönetilenlerin içinden çıkan ve muhteva itibariyle ben-zer bir gaye uğruna başkaldıran erdemli insanlar da aynı yo-lun yolcusu olmuşlardır.

Spartaküs isyanı, Hz. Hüseyin’in kıyamı, köylü ayaklan-maları, devrimler ve kurtuluş mücadeleleri yönetilenlerin er-demli yanının başkaldırı örnekleridir.

Peygamberlerin uğrunda ölümlere yattığı bu kavga ya ba-şarısız olmuş veya başarılı olduktan hemen sonra amacından

Page 308: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

308

sapıp eski düzenin yeniden tahkimi ile sonuçlanmıştır. Muse-vilik (eski) İbrani Krallıklarının ve tefeci-bezirganlığın, Hris-tiyanlık Roma’nın, İslam ise Emevilerle başlayıp Osmanlı ile devam eden serüvenin resmi ideolojisi olarak yönetenlerin yö-netilenleri denetleme aracına dönüşmüştür.

Spartaküs ve Hz. Hüseyin kanlı yöntemlerle katledilmiş, tıpkı bunun gibi diğer bütün ayaklanmalar bastırılmış ve bü-tün devrimler hemen sonra eski düzenin yeni kılıkla devam ettirildiği yeni tip bir “harika buluş” olarak tarihe geçmiştir.

Kazanan her zaman yönetenler ve yöneten/yönetilen dü-zeni olmuş, kaybeden ise geniş yığınlar, yoksullar, güçsüzler, mazlumlar, halk, kitle ve erdemli insanların kurtuluş umudu olmuştur.

Bu kazanan/kaybeden denklemi, içinde insanoğlunun en temel sorunu olarak özgürleşmenin ilk paradoksunu barındı-rır. Paradoks basit ama çarpıcıdır; kazanmak için güçlü olmak gerekir. Güçlü olunca ise bu kavganın anlamı kalmamaktadır. Zira silah, para ve bilginin hegemonik sahiplenilişi anlamında güçlenmektir zaten özgürlüğü yok eden.

Bu nedenle peygamberlerin başarılı örnekleri, devrimle-rin görkemli zaferleri kısa bir süre sonra “amac”ın tam tersine eski düzenin yeniden kuruluşuyla sonuçlanmıştır.

Bu anlamda özgürlük mücadelesinin kazanması, çoğu za-man kaybetmesi demek olmuştur.

Özgürlük paradoksu, hem yenildikçe hem kazandıkça kay-bedilen bir tarihsel ironi gibidir.

Özgürleşme çabası, var olan gerçeği kabullenememe ve ideal olanı tahayyül edebilmeyi içerir. Ne var ki gerçekten kop-tukça yabancılaşma yaşanır. Oysa var olan gerçek zaten bir tür yabancılaşma olduğu için kabullenilmez olunmuştur. Burada

Page 309: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

özgürLüK PArAdoKSU

309

özgürlük paradoksunun ikinci boyutu yaşanır: İdealizm ve re-alizm denklemi. Bu denklemde, realizm var olan düzene tes-lim olmayı, idealizm ise teslim olmamak için gerçeğe yaban-cılaşıp, sonuçta gerçeği dönüştüremeyecek hayallere sığınarak düzeni değiştirememeyi ifade eder. Yönetilenlerin çocukları gençliklerini idealizmle, ileriki yaşlarını ise realizmle yaşarlar. İdealizm döneminde başkaları için kendilerini, realizm döne-minde ise kendileri için başkalarını feda ederler. Her durumda da yıkım ve tahribat temelinde bir yaşam vardır.

Yönetenlerin çocukları, doğuştan itibaren buyurganlığı, hükmediciliği ve otoriter davranmayı öğrenirler. Az riskle çok iş yapmayı, düzeni devam ettirebilme asabiyetini ve ras-yonel düşünmeyi öğrenirler. Evleri, dışarıdaki düzenin mikro örneği gibidir. Hizmetçileri, dadıları, aşçıları, şoförleri vardır. Onlara emir vererek büyürler. Onların sahibi olduklarını er-ken kavrarlar.

Yönetilenlerin çocukları da “düzen”le ve kaderleriyle ev-lerinde tanışırlar. Emir almayı ve isyan etmeyi öğrenirler. En basit bir talep için kavga etmek ve hırpalanmak zorunda ka-lırlar. Kendilerini ancak ve sadece ötekini bastırdıkça öne çı-karabilecekleri bir dünya da büyürler. Geliştirebildikleri tek yetenek, yıkarak yapmaya çalışma güdüsüdür. Bu nedenle en güçlü olanları dahi hakim değil despot, sahip değil bağımlı, bilge değil ukala olur. Silah, para ve bilgiyi, çoğunlukla sadece tüketmek için ve yönetenlere hizmet edici tarzda kullanmayı bilirler. Yönetilen olmayı erken benimserler.

Dinler, ideolojiler ve töreler, işte bu “kişilik”lerin prizma-sında kırılarak amaçlarının tam tersi bir işlev görür. Özgür-lük çağrıları ve özgürleştirici öğretiler, işte bu bünyeler üze-rinde ölümcül bir paradoksun malzemesine dönüşür. İşte bu paradoksların derin sonuçlarını kaldıramayacak kadar cesur ve

Page 310: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

AÇIK MEKTUPLAR

310

onurlu insanlar gün gelir “ben oynamıyorum” der. “demek

gerçek bu!” der, “Hiçbir şeye katılmıyorum” der, “Hepinizin

ve herşeyin canı cehenneme” der, “biz yangında koşuyu kay-

beden atlarız” der, ve susarlar.

Yönetenler bir kez daha kazanır, düzen yine tahkim olur,

tarihin ironisi son olmayan defa tecelli eder. Güneşin altında

yine değişen bir şey olmaz. ‘Boşlukla asılı duran ağır bir çarkı

döndürüp durmak’ gibidir artık hayat.

Özgürlüğün paradoksu işte budur.

Bu paradoks, koşu bittikten sonra da koşacak atlarla aşılır.”

Evet sevgili Hiçkimse,

Bugün ağaran saçlarımızdan başka değişen pek bir şey yok.

Belki yeni bir dil inşa etmemiz gerekiyor. Biz’i, hepimizi ifade

eden, içinde hayat olan, özgürlük olan, eğlence olan, kavga

olan, isyan olan, aşk olan, ütopya olan ve gerçek olan bir dil.

Bir insanlık dili. İster tanrıdan ve tanrıyla konuşsun, isterse

paradan puldan, her durumda insandan konuşan bir dil. Hiç-

bir yabancılaşmaya, hiçbir amaca, hiçbir ‘başka’ya insanı kur-

ban etmeyen, her daim insanı mülkün, otoritenin ve hayatı-

nın efendisi kılacak özgürleştirici bir dil. İçine herkesi ve her

şeyi almayan, kötüyü, yanlışı, çirkini dışlayan, insani olmayanı

reddeden, doğruyu ve yanlışı ayırt eden bir dil. Nefes alabi-

leceğimiz, bir birbirimizi başka doğrular adına yargılamadan

konuşabileceğimiz, yukardan bakmanın feraseti ve aşağıdan

konuşmanın mertliğini içeren, bizi aynı dalga boyunda tuta-

cak ve Allah ve özgürlük için kardeş, yoldaş kılacak bir dil.

Belki, bu dili üretmek ve bu dilden konuşmak, gücün, pa-

ranın, efendilerin dinine dur demenin ilk adımı olabilir.

Page 311: AÇIK MEKTUPLAR · AÇIK MEKTUPLAR 10 Muhterem Mehmet Akif Ersoy, Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size cevap yazmak için elime

özgürLüK PArAdoKSU

311

Belki, bu fetret zamanlarında özgürlüğün paradoksuna takı-lıp kalmak, ruhlarımızın içinde yağan karla ısınmak, yangında koşuyu kaybetmek, esen yele kapılıp sürüleşmekten daha iyidir.

Belki hayat, bizim gibiler için sadece bu paradokstan ibarettir.

Ya, işte böyle sevgili hiç kimse, işte böyle..

Hoşçakal.