ahİ evran meslekİeĞİtİmmerkezİ 12.sinif tÜrk dİlİ ve...

24
AHİ EVRAN MESLEKİ EĞİTİM MERKEZİ 12.SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI I.ÜNİTE: HİKÂYE (ÖYKÜ) HİKÂYE (ÖYKÜ) Hikâye, yaşanmış ya da yaşanması mümkün olan olayları veya durumları ilgi çekici bir biçimde anlatan kısa yazılardır. Hikâye, insan yaşamının bir bölümünü yer ve zaman kavramına bağlayarak ele alan düzyazı türüdür. Bir hikâyede olay ya da durum söz konusu olmalı; kişilere bağlanmalı, olay ya da durumun ortaya konduğu yer ve zaman belirtilmeli; bunlar sürükleyici ve etkileyici bir anlatımla ortaya konmalıdır. Not: Öyküde, olayın geçtiği yer sınırlı, anlatım özlü ve yoğundur. Karakterler belli bir olay içinde gösterilir. Bu karakterlerin de çoğu zaman sadece belli özellikleri yansıtılır. Hikâyenin yapı unsurları: Olay örgüsü, kişiler, mekân ve zaman… Hikâyede Plan: Serim, düğüm, çözüm Hikayenin Unsurları : 1-Olay : Olay, anlatmaya bağlı edebî metinlerin en önemli öğesidir. Edebî metinlerde anlatılan olaylarla gerçek hayatta bire bir karşılaşmak mümkün değildir. Çünkü anlatılanlar kurgulanmış olaylardan ibarettir. Edebî metinlerdeki gerçekliğin doğal gerçeklikten farkı, "kurmaca bir gerçeklik" olmasıdır. 2-Kişiler: Öyküdeki olayları ya da durumları kişi veya kişiler yaşar. Öyküde kişi sayısı azdır. Öyküdeki kişilerin fiziksel ve ruhsal durumları uzun uzun anlatılmaz; sadece olayla ilgili belirgin yönleri verilir. Öykü kişileri yalnızca insanlar arasından seçilmez. Canlı, cansız bütün varlıklar öykünün kişisi olabilir. 3-Zaman: Olayların başlaması, gelişmesi, son bulması belli bir zamanda olur. Bazı öykülerde zaman verilmez, sezdiri lir. Öykücü zamanı bir düzen içinde vermeyebilir. Olayın veya durumun son bulmasından başlayarak olayın başlama noktasına doğru gelinebilir.

Upload: others

Post on 01-Apr-2021

8 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: AHİ EVRAN MESLEKİEĞİTİMMERKEZİ 12.SINIF TÜRK DİLİ VE ...ahievranmem.meb.k12.tr/meb_iys_dosyalar/06/01/... · HİKÂYE (ÖYKÜ) Hikâye, yaanmı ya da yaanması mümkün olan

AHİ EVRAN MESLEKİ EĞİTİM MERKEZİ 12.SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI I.ÜNİTE: HİKÂYE (ÖYKÜ) HİKÂYE (ÖYKÜ) Hikâye, yaşanmış ya da yaşanması mümkün olan olayları veya durumları ilgi çekici bir biçimde anlatan kısa yazılardır. Hikâye, insan yaşamının bir bölümünü yer ve zaman kavramına bağlayarak ele alan düzyazı türüdür. Bir hikâyede olay ya da durum söz konusu olmalı; kişilere bağlanmalı, olay ya da durumun ortaya konduğu yer ve zaman belirtilmeli; bunlar sürükleyici ve etkileyici bir anlatımla ortaya konmalıdır. Not: Öyküde, olayın geçtiği yer sınırlı, anlatım özlü ve yoğundur. Karakterler belli bir

olay içinde gösterilir. Bu karakterlerin de çoğu zaman sadece belli özellikleri yansıtılır. Hikâyenin yapı unsurları: Olay örgüsü, kişiler, mekân ve zaman… Hikâyede Plan: Serim, düğüm, çözüm Hikayenin Unsurları : 1-Olay : Olay, anlatmaya bağlı edebî metinlerin en önemli öğesidir. Edebî metinlerde anlatılan olaylarla gerçek hayatta bire bir karşılaşmak mümkün değildir. Çünkü anlatılanlar kurgulanmış olaylardan ibarettir. Edebî metinlerdeki gerçekliğin doğal gerçeklikten farkı, "kurmaca bir gerçeklik" olmasıdır. 2-Kişiler:

Öyküdeki olayları ya da durumları kişi veya kişiler yaşar. Öyküde kişi sayısı azdır.

Öyküdeki kişilerin fiziksel ve ruhsal durumları uzun uzun anlatılmaz; sadece

olayla ilgili belirgin yönleri verilir.

Öykü kişileri yalnızca insanlar arasından seçilmez.

Canlı, cansız bütün varlıklar öykünün kişisi olabilir. 3-Zaman:

Olayların başlaması, gelişmesi, son bulması belli bir zamanda olur. Bazı öykülerde zaman verilmez, sezdirilir.

Öykücü zamanı bir düzen içinde vermeyebilir.

Olayın veya durumun son bulmasından başlayarak olayın başlama noktasına

doğru gelinebilir.

Page 2: AHİ EVRAN MESLEKİEĞİTİMMERKEZİ 12.SINIF TÜRK DİLİ VE ...ahievranmem.meb.k12.tr/meb_iys_dosyalar/06/01/... · HİKÂYE (ÖYKÜ) Hikâye, yaanmı ya da yaanması mümkün olan

4-Mekân (Yer):

Öykülerde olay veya durum belli bir yerde geçer. Çevre, uzun betimlemelerle verilmez; öyküyü ilgilendiren yönüyle verilir.

Olay veya duruma bağlı olarak öyküdeki yer değişse de çevre betimlemesi

kısa tutulur. 5-Çatışma: Hikâyede olay iki zıt gücün mücadelesi şeklinde ortaya çıkar. Bu mücadele kişiler arasında olabileceği gibi, aynı kişide de toplanabilir. Bu durumda çatışma daha çok kişinin kendi içinde olur. Yani psikolojik bir özellik gösterir. Hikâyelerde çoğunlukla bir çatışma söz konusudur. Hemen her hikâye bir çatışma yani bir problem üzerine kuruludur. Örneğin bir hikâyede cinayetten söz ediliyorsa cinayeti kimin işlediği, amacı, çevresindekilere karşı tavrı ya da vicdanıyla mücadelesi bir çatışma halinde verilir. Çatışma, hikâyedeki kişi ya da kişilerin çevresiyle olabildiği gibi kendi iç dünyasında da olabilir. Hikâye kişilerinin çevresiyle olan çatışmasına dış çatışma, kendi iç dünyası, vicdanıyla olan çatışmasına ise iç çatışma adı verilir. Dil ve Anlatım Özellikleri :

Öyküde akıcılığı sağlayan dildir. Bu da yazarın dili kullanma yeteneğine bağlıdır.

Dilin kullanımı yazardan yazara değişir; çünkü her yazarın üslûbu farklıdır.

Öykü, ya birinci tekil kişinin ağzından ya da üçüncü tekil kişinin ağzından

anlatılır.

Öyküde bütünlüğü sağlayan öğelerden biri de dil ve anlatımdır.

Not: Bir öykü yazarının dil ve anlatım özellikleri belirlenirken cümle yapıları, kelime

kadrosu, akıcılık, nesnellik, öznellik, duygusallık, coşkunluk gibi hususları dikkate almak gerekir. Anlatıcı: Anlatıcı, edebî metinlerde anlatıcı, kurmacanın sınırları içinde varlığından

söz edilen kişidir. Anlatıcı, yazar ile kurmaca metin arasındaki kişidir. Üç çeşit anlatıcının bakış açısı vardır:

a. Kahraman Anlatıcı Bakış Açısı: Bu bakış açısında anlatıcı, eserin

kişilerinden biridir.

b. Gözlemci Anlatıcı Bakış Açısı: Gözlemci anlatıcı olayların akışını

etkilemez, yalnızca bir aktarıcıdır. Amacı okuyucunun anlatılanları daha iyi

anlamasını sağlamaktır.

c. İlahi Anlatıcı Bakış Açısı: Anlatıcının her şeyi bilip her şeye hâkim olduğu

bakış açısıdır. Anlatıcı, kahramanların zihinlerine ve iç dünyalarına girer.

Page 3: AHİ EVRAN MESLEKİEĞİTİMMERKEZİ 12.SINIF TÜRK DİLİ VE ...ahievranmem.meb.k12.tr/meb_iys_dosyalar/06/01/... · HİKÂYE (ÖYKÜ) Hikâye, yaanmı ya da yaanması mümkün olan

HİKÂYE TÜRLERİ Durum ( Kesit ) Hikâyesi (Çehov Tarzı Hikâye): •Bir olayı değil günlük yaşamın herhangi bir kesitini ele alıp anlatan öykülerdir Serim, düğüm, çözüm planına uyulmaz • Belli bir sonucu da yoktur. • Merak ve heyecandan çok duygu ve hayallere yer verilir; fikre önem verilmez, kişiler kendi doğal ortamlarında hissettirilir. • Olayların ve durumların akışı okuyucunun hayal gücüne bırakılır. • Bu tarzın dünya edebiyatında ilk temsilcisi Rus yazar Anton Çehov olduğu için “Çehov Tarzı Hikâye” de denir. • Bizdeki en güçlü temsilcileri: Sait Faik Abasıyanık, Memduh Şevket Esendal ve Tarık Buğra’dır. Olay Hikâyesi (Maupassant Tarzı Hikâye): • Bu tarz öykülere “klasik vak’a öyküsü” de denir. • Bu tür öykülerde olaylar zinciri, kişi, zaman, yer öğesine bağlıdır. • Olaylar serim, düğüm, çözüm sırasına uygun olarak anlatılır. • Olay, zamana göre mantıklı bir sıralama ile verilir, düğüm bölümünde oluşan merak, çözüm bölümünde giderilir. • Bu teknik, Fransız sanatçı Guy de Maupassant (Guy dö Mopasan) tarafından geliştirildiği için bu tür öykülere “Maupassant tarzı öykü” de denir. • Türk edebiyatında bu tarz öykücülüğün en büyük temsilcisi Ömer Seyfettin’dir. Ayrıca Refik Halit Karay, Reşat Nuri Güntekin, Yakup Kadri Karaosmanoğlu Orhan Kemal, Samim Kocagöz, Necati Cumalı, Talip Apaydın da olay türü öykücülüğünün temsilcileri arasındadır. Olay ve Durum Hikâyesi Farkları

(Olay Hikâyesi) (Durum Hikâyesi) Serim, düğüm, çözüm bölümlerinden oluşan düzenli bir planı vardır.

Serim, düğüm, çözüm planına uyulmamıştır.

Olay ağırlıklıdır. Durum ağırlıklıdır. Merak ögesi canlı tutulmuştur. Merak ögesi ön plana çıkarılmamıştır. Hikâye beklenmedik bir sonla bitirilmiştir.

Hikâyede bitmemişlik duygusu söz konusudur.

Page 4: AHİ EVRAN MESLEKİEĞİTİMMERKEZİ 12.SINIF TÜRK DİLİ VE ...ahievranmem.meb.k12.tr/meb_iys_dosyalar/06/01/... · HİKÂYE (ÖYKÜ) Hikâye, yaanmı ya da yaanması mümkün olan

(BURAYA KADAR OKUDUKLARINIZ, HİKÂYE TÜRÜ İLE İLGİLİ OLARAK ÖNCEKİ YILLARIN TEKRARI NİTELİĞİNDEDİR. HATIRLATMAK MAKSADIYLA DERS NOTLARINA EKLENMİŞTİR.)

Edebiyatımızda İlk örnekleri Tanzimat Dönemi’nde (Letaif-i Rivayet, Kıssadan Hisse) verilen hikâye türü, Servet-i Fünun Döneminde olgunlaşmış, Milli Edebiyat Dönemi’nde dilde sadeleşme hareketleriyle gelişmiştir. . Türk hikâyeciliği, “Cumhuriyet Dönemi”nde yaşanan toplumsal olaylar, kültürel değişimler gibi nedenlere bağlı olarak farklı tema ve yönelişlerle birlikte hem teknik hem içerik yönünden farklı özellikler gösterir. 1960 Sonrası Türk Hikâyeciliğinin Genel Özellikleri

Bu dönemde hikâye bağımsız bir yazı türü olarak daha çok ilgi görmeye

başlamıştır. Hikâye türü hem teknik hem içerik (muhteva) yönünden gelişmiştir.

Hikâyede kurgu ve içerik bakımından yenilikçi gelişmeler yaşanmıştır.

Hikâye türünde eser veren yazar sayısı artmıştır.

Hikâyelerde, kahramanlar toplumun farklı kesimlerinden seçilmiştir.

İşlenen Konular: Hikâyelerde gecekondu bölgelerinde yaşayan insanların sorunları, küçük memurların ve işçilerin yanı sıra 1960’tan sonra artan işsizliğin bir sonucu olarak Almanya’ya giden işçilerimizin yaşantılarından kesitler, kadın sorunları, köyden kente göç, kapitalist yaşamın getirdiği bunalımlar gibi toplumsal sorunlar ele alınmıştır.

Leyla Erbil, Sevgi Soysal, Sevim Burak, Mehmet Şeyda gibi yazarlar kadın

sorununa değinen yazarlardır.

Bireyin iç dünyasını anlatmayı amaçlayan hikâyeler de kaleme alınmıştır. Bu

tür hikâyelerde bunalımlara ve iç çatışmalara yer verilir.

Sanayileşme ve şehirleşme ile değerlerin gittikçe kaybolması varoluşçuluk

akımının Türk edebiyatında kendine bir karşılık bulmasına neden olmuştur.

Demir Özlü, Ferit Edgü, Oğuz Atay ve Adnan Özyalçıner’in hikayelerinde varoluşçuluk akımının etkisi görülür.

1970’li yıllardan itibaren modern hikâyeyle birlikte postmodern hikâyeler yazılmaya başlanmıştır.

Bu dönemde yazarlar ideolojik tavırlarına göre toplumcu gerçekçi, dinî ve millî duyarlılık, bireyin iç dünyasını esas alan vb. farklı anlayışlarla hikâyeler

kaleme almışlardır.

Page 5: AHİ EVRAN MESLEKİEĞİTİMMERKEZİ 12.SINIF TÜRK DİLİ VE ...ahievranmem.meb.k12.tr/meb_iys_dosyalar/06/01/... · HİKÂYE (ÖYKÜ) Hikâye, yaanmı ya da yaanması mümkün olan

Toplumcu-Gerçekçi Sanatçılar:

Toplumcu gerçekçiler, toplumdaki düzensizlik ve çatışmalar ile köy gibi küçük yerleşim yerlerinin sorunlarını ele alırlar. Eserlerde, anlatım tekniklerinden çok içeriğe önem vermişlerdir.

Samim Kocagöz, Kemal Bilbaşar, Faik Baysal, Fakir Baykurt, Orhan Kemal, Kemal Tahir, Aziz Nesin, toplumcu gerçekçi yazarlarımızdan bazılarıdır.

Orhan Kemal; eserlerinin hemen hepsinde toplumsal yapıdaki çelişkileri ustaca vurguladı.

Samim Kocagöz'ün roman ve hikâyelerinde "Sanat hayat içindir!" anlayışı hâkimdir. Toplumcu-gerçekçi yazar; güçlü gözlemlere dayanarak kasaba ve köy insanlarının sorunlarını, duygularını ve günlük yaşamlarını anlatır.

Kemal Tahir; romanlarıyla Anadolu insanının yaşamını, sorunlarını, töre ve inançlarını toplumsal – gerçekçi bir bakış açısıyla sergiledi. · Yaşar Kemal; yapıtlarında Torosları, Çukurova’yı, Çukurova insanının acı yaşamını, ezilişini, sömürülüşünü, kan davasını, ağalık ile toprak sorununu çarpıcı bir biçimde ortaya koyar.

Fakir Baykurt; romanlarında Türkiye'deki köylü yaşamını halkçı ve devrimci bir bakış açısıyla ele aldı.

Aziz Nesin; öykülerinde Türk toplumunu ayrıntılarıyla yansıttı.

Milli Ve Dini Duyarlılıkları Yansıtan Hikâye Özellikleri, Temsilcileri

Milli Edebiyat Akım’ının devamı gibi algılanabilecek bu eserlerde Anadolu, savaş yılları, geleneksel değerler, milli motifler, ahlaki hassasiyetler milli kültür ve tarihi bilinci ön plandadır. Anadolu insanının kültürel zenginlikleri, kahramanlıkları, dini hassasiyetlerinden kesitler işlenmiştir. Ayrıca milli kaynaklardan, Türk mitolojisinden, destanlardan etkilenerek idealize edilmiş karakterlere yer verilmiştir.

Maupassant (olay hikâyesi) tarzında yazılan hikâyelerde, merak unsuru ön plandadır. Serim-düğüm-çözüm planına uyulmuştur.

Eserlerde sade, yalın, sıcak ve bir dil kullanılmıştır. Din duygusunun ön plana çıkarıldığı eserlerde dini yaşama ait unsurlar, iç

huzur, İslamiyet'in birey üzerindeki olumlu etkileri anlatılmıştır. Hikâyelerde gerçekçi betimlemelere yer verilmiştir. Hüseyin Nihal Atsız, Mustafa Necati Sepetçioğlu, Sevinç Çokum millî ve

dinî duyarlılıkları yansıtan hikâyeler yazmışlardır.

Bireyin İç Dünyasını Esas Alan Hikâyeler Özellikleri, Temsilcileri

Kişinin iç dünyasındaki gelgitleri ele alan hikâyelerdir. Bireyin iç dünyasını esas alan hikâyelerde bunalım, yabancılaşma, bireyin

toplumla hesaplaşması, yalnızlık, sıkıntı, bilinçaltı, bireysel sorgulamalar, evrenin düzeni gibi konular ele alınır.

Bireyin iç dünyasını esas alan eserlerde anlatılan mekanlar, bahsedilen olaylar bireyin üzerindeki etkisiyle beraber okuyucuya sunulmuştur.

Yazarlar yerine göre daha sanatsal ve kapalı bir dil kullanmış, çağrışımlara yer vermişlerdir.

Psikoloji ve psikiyatriden faydalanmışlardır.

Page 6: AHİ EVRAN MESLEKİEĞİTİMMERKEZİ 12.SINIF TÜRK DİLİ VE ...ahievranmem.meb.k12.tr/meb_iys_dosyalar/06/01/... · HİKÂYE (ÖYKÜ) Hikâye, yaanmı ya da yaanması mümkün olan

Haldun Taner, Tarık Buğra, Sabahattin Kudret Aksal, Peyami Safa, Ahmet Hamdi Tanpınar, Samiha Ayverdi, Oktay Akbal, Mustafa Kutlu, bireyin iç dünyasını esas alan hikâyeler yazmışlardır.

MODERNİST HİKÂYELER

Modernist eserlerde toplumdaki değer çatışmaları, bireyin bunalımları, karmaşık ruh hali, yerleşik değerlere isyan, şiire özgü söyleyişlerden de yararlanarak, çağrışımlara açık bir biçimde sembollerle anlatılır. Dil ve anlatımda geleneksel tekniklerin dışındadır. Alegorik anlatıma sahiptir. Modernizmi esas alan hikâyelerde esas olan, olayın birey üzerindeki etkisini anlatmaktır.

Modernizmi esas alan eserlerde yalnızlık, toplumdan kaçış, geleneksel değerlere başkaldırı gibi konular işlenir. Modernizmi esas alan eserler, varoluşçuluk akımından etkilenmiştir.

Yusuf Atılgan, Oğuz Atay, Orhan Pamuk, Sait Faik Abasıyanık, Bilge Karasu, Nezihe Meriç, Haldun Taner, Tahsin Yücel, Füruzan, Adalet Ağaoğlu, Memduh Şevket Esendal, Rasim Özdenören, Selim İleri, önemli temsilcileridir.

HİKÂYE İNCELEMESİ -1

KARANFİLSİZ “İşim mi?.. Eh işte…” Caddede, kalabalık arasında kulağıma çarpan söz, bu. Bu kadarcık işim mi? Eh işte… Öyle, sapı kırık, taç yaprakları dökük bir ses. Dönüp bakmadım. Kim olduğunu görmedim. Küçük bir işmiş. Önemsiz bir iş! Kasa yapımında çalışan kaportacı arkadaşı, sabah akşam karşısına geçip de inatla, sabırla, ona bunu öğretmeye kalkana dek, önemsiz bir iş yapmakta olduğunu bilmezdi. Kendisi için önemliydi, güzeldi, iyiydi. En iyi bildiği işti. Atlı araba, kamyon kasalarını süslüyordu. Yeşiller, sarılar, maviler, kırmızılar, akarsular, göller, dağlar ve karanfiller onun da içini süsler, günlerini güzelleştirirdi. Bu arabaları, kamyonları sürenleri de sevindiriyor olmalıydı. Yoksa önünde neden sıraya girsinler, neden, gölün içinde bir kuğusu da mutlaka olsun, desinler? Önüne getirilen her kasa tahtasını boyardı. Çiçekler, böcekler, dantela kıvrımlarla çektiği çerçeveye bir karanfil de kendinden katardı. Dedesinin işiydi. Sonra, babasının da işiydi. Dalları boyarken, göl kıyılarına sazları atarken, dedesi gecenin ortasında, ak donuyla çıkar gelir; denir ki hâlâ sağ, başının ucuna dikilirdi: “Gölün şıpırtılarını unuttun. Suların salınışını unutma. Boyayı da iyi ov. Renkler sevinsin,” derdi. “Baştan savma! Dolunayı suya düşürmeyi unutma!” Gözleri çakmak çakmak ona bakardı. Hoşgörmez bakışlarına karşın, babası gibi dedesinin de kendisiyle övündüğünü bilirdi. Dağ başlarına döne döne çıkan yolları, maviliklerde süzülen bir tepkili uçağı ikisi de akıl etmemişti. O yolların dönemeçlerini ne de yumuşak alıyor kamyon!.. Kamyon kasası üstündeki bu yolları döne döne çıkan kamyon da çok süslüydü. Çiçek demeti gibi… Tepkili uçağın ardındaki ak çizgiyi pamuksu bulutlar böler. Böylece, hevesle ovar parlatır, suları gümüşsu yansımalarla çıldırtırdı. Derken gözleri bulanır, sırtı ağrırdı. Şimdi, gözbebeklerine oturmuş bulanıklık aynı şey mi bilinmez.

Page 7: AHİ EVRAN MESLEKİEĞİTİMMERKEZİ 12.SINIF TÜRK DİLİ VE ...ahievranmem.meb.k12.tr/meb_iys_dosyalar/06/01/... · HİKÂYE (ÖYKÜ) Hikâye, yaanmı ya da yaanması mümkün olan

Babası, fırçayı eline verirken: “Gönlünce yap. Başka şeye kulak asma.” demişti. Artık babası da yok. Kasa yapımında çalışan arkadaşı ise tepesinden hiç eksik olmuyor. Ne ki “Çiçeğin göbeğini unuttun, mavinin dengesini kaçırdın.” demiyor. Daha küçükken işte bu kasa yapımına girmeden önceleri; sularına, karanfillerine duyduğu hayranlık eksile eksile bitmişti. Nicedir ak kanatlarını şişirmiş bir kuğuya coşkuyla el gülümseme takılı oluyordu. O, önceleri bir gülümsemenin, süsleme işini küçümseme demeye geldiğini bilmiyordu. Aldırmıyordu. Her bir yanı renklere, ışınlara, biçimlere batmış bulanmıştır. Boyaları kendisini savunur. Gönlünde yepyeni karanfiller uç verir. Taç yapraklarının kıpırdanışını, sapların yumuşacık eğilişini, çağlayanların sesini değiştirir durur. Kaportacının “cık cık cık…” deyişlerini işitmez. Bir akşamüstü aynı biçimde karşısına dikilmişti. O ise derenin üstüne küçük bir köprü atıyor, köprüyü ıslıklarla geçiyor. Ağzında bir türkü. Karanfillerse kulaklarının arkasına takılı. Dereyi, dolunayın sulardaki şavkını onlarla taçlandıracak. Hazırdılar. Çerçeveyi çekecek, köşelere birer de yıldız konduracak. Kaportacı: “Boşuna çaba.” dedi. “Boya, boya. Hepsi süsü için!” İlkin şaşırdı. Onun kasa yapımındaki yorgunluğunu şurdaki serin sularla giderdiğini, içini dışını ovup yıkadığını sanmıştı. Derken ürktü. Yüzüne bakmadı onun. Direndi. Karanfillerden birini kulak ardından çekip resimli tahtanın üst başına kondurdu. Birini de henüz tomurcukta olanı, gönlünden çıkardı, alt yana kondurdu. Beriki kıs kıs gülüyordu. O, başını hiç kaldırmıyordu. Coşkusu yırtılır diye ürküyordu. “El değmiş coşkuya yama vurulmaz!” dedesinin sözüydü. Kaportacı, bir başka gelişinde: “İş mi bu senin yaptığın?” dedi. “Kötü mü boyuyorum? Kuğular çirkin mi? Kuşlar ölü mü? Yine başını kaldırmamıştı. Öteki yine güldü. Gülüşü hoyrat. Böyle, güle güle çekilip gitmişti. O da kuğuları daha ak, kanatları daha parlak yapayım derken bozdu. İlk bozuşuydu. Arkadaşı giderken: “Bizim atölyede tabancayı sıkarsın, bir saatte boyar geçersin koca bir kasayı” demişti. Aklı buna takılı kaldı. Güneş biraz solgun doğdu. Keçi yolunun ucunda açan gül yaşlı oldu. Bir de bayrak gerekliydi. Bayrağı nereye sıkıştıracağını bilemedi. Gönlünde karanfiller. Yine hazırda. Yine ordan alınıp kulak ardına takılmayı, ordan da çekilip köşelere iliştirilmeyi bekliyor. O gün buna yüreklenemedi. Karanfilleri olduğu yerde bıraktı. Kaportacı tanışı, bir başka gelişinde: “Ne işe yarar bu çocuk resimleri?” dedi. O da gönlündeki bir karanfile öfkeyle sarıldı, çekip alırken sapını kırdı. Fırçasını bir yana koydu:

Page 8: AHİ EVRAN MESLEKİEĞİTİMMERKEZİ 12.SINIF TÜRK DİLİ VE ...ahievranmem.meb.k12.tr/meb_iys_dosyalar/06/01/... · HİKÂYE (ÖYKÜ) Hikâye, yaanmı ya da yaanması mümkün olan

“Nilüferli sularım, ayın şavkı vurmuş dağbaşlarım, bitmez yolları kısa etmeye yetmez mi?” “Yolun daha kısası var.” dedi, beriki de. “Araba, kamyon sahiplerinin ise zamanı dar. Bak, gittikçe azalıyorlar önünde kuyruk olmaya. Bizim atölyede çarçabuk teslim ediyoruz kasalarını. Niye beklesinler? Bu işten murat tahtayı çürütmemekse!..” Murat, tahtayı çürütmemek ha!.. Bu kadarcık mı? Nilüferli göller hiçbir şey demek değil mi? Sapları tomurlu al al karanfiller?.. “Bu resimleri hâlâ seven sürücüler var.” dedi, sesi ölgün. Çayır çimenleri, çimenlerdeki ak kuzuları boyamaya koyuldu. Öteki yine gülmüş, yine güle güle çekilip gitmişti. O da gümüş suların aktığı ovaları daha iri karanfillerle çerçeveleyip bezedi. Sapların boynu biraz büküktü. Şaştı. O gece, eli ayağına şeye kulak asma!” Babasının sesiydi. O da başını kaldırdı, kuşkuyla baktı babasına. “Dünya gönlümüze mi kalmış baba?” diye sordu. Yanıt alamadı. Renkleri ovdu, fazla ovdu. Kaportacı birkaç gün hiç uğramamıştı yanına. Onun da içindeki kuşku biraz yatışır gibi oldu. Gönlünde tomur tomur yeni, pembe karanfiller açtı. En pembelerini tahtaya geçirirken fes rengine boyadı. Boyarken kendini yorgun duydu. Bu kasayı bugün bitirmeliydi. Yetişmedi. Kasa resimlemede ününü duymuş biri, eski kasasını süsletmeye getirecekti, getirmedi. Belki yarın… O yarın olunca boyanacak kasa değil, yine kaportacı çıkageldi. Gün batımıydı. Dosdoğru atölyeden geliyordu. Gün boyu tam altı kasa boyadığını söyledi. Tek renk üstüne. Tabanca boyayı sıkıyorsun, vızzt, vızzt, vızzt, bir uçtan giriyor, öteki uçtan çıkıveriyorsun. (…) Fırçanın ucu iyice titredi. Bir kuşun kanadı kırıldı. Kanat, başını alıp gitti. Onu yakalayamadı. Kulağının arkası yandı, kaşındı. “Hem, kasa boyamak yetmez.” diyordu beriki. “Kasayı yapmak da gerek.” Neden yetmezmiş, anlamıyordu. (…) Kasa yapmasını bilmiyordu. Kasaları süslemesini biliyordu. Gönlünün karanfillerini… “Boyaları dökülmüş eski kamyon var ya? Hani adam senin şu kuşların, çiçeklerinle bezetecekti?.. Kasayı bize getirdi. En aşağı bir hafta işinden olmak istemiyormuş. Yük çekecekmiş. Resimletmektense… Biz bir günde yeşili çekip verdik. Boydan boya… Pırıl pırıl… Sevine sevine gitti. Hem de ucuz.” Ucuz ha? Hem de ucuz! Dedesi de babası da çok silik geçtiler gözlerinin önünden. Sanki hiç yaşamadılar. Gülleri, nilüferleri hiç açtırmadılar. Sular hiç yaldızlanmadı. Tepsi gibi bir ay hiç doğmadı dağ başlarından. Sular hiç çağıldamadı. Yokluğa karşı durdu; çimenlerde iri papatyalar açtırdı. Önündeki son kasaydı. Yarın yenileri olur. Yeni kasalar gelir.

Page 9: AHİ EVRAN MESLEKİEĞİTİMMERKEZİ 12.SINIF TÜRK DİLİ VE ...ahievranmem.meb.k12.tr/meb_iys_dosyalar/06/01/... · HİKÂYE (ÖYKÜ) Hikâye, yaanmı ya da yaanması mümkün olan

Gele gele gürgenden bir çeyiz sandığı geldi. İşi uzattı. Bitmesin diye sandığı, bildiği bütün renkler, biçimler, pırıltılarla donattı. Karanfiller bu kalabalık arasında yitti, gitti. Yine de bir türlü bitirmedi önündeki işi. İşim mi? Eh işte… Caddeler, sokaklar, ne kadar kalabalık. Dükkân, vitrin önleri omuz omuza insan. Yüzler pek renksiz, ışıksız, gözler pek pırıltısız. (Adalet AĞAOĞLU, Hadi Gidelim)

Okuduğunuz metin Cumhuriyet Dönemi yazarlarından Adalet Ağaoğlu’nun bir

hikâyesidir. Hikâye, teknolojik gelişmeler karşısında el sanatlarıyla uğraşanların

karşılaştığı zorlukları; modernleşmeyle beraber insanların bu konudaki duyarlılıklarını

gitgide kaybetmesini ve el emeğine verdikleri önemin azalmasını ortaya koymuştur.

Adalet Ağaoğlu; toplumun içinde bulunduğu bu durumu, Karanfilsiz adlı hikâyesinde

süsleme işi yapan zanaatkârın iç dünyasından yola çıkarak ve onu konuşturarak

vermeye çalışmıştır. Yazarı önemli hikâyecilerden biri yapan özellik, duygu ve düşünceleri kaynaştırırken yapaylığa sürüklenmemesidir.

Sanat ve edebiyatta insanın konumunu geleneksel ölçütleri değiştirerek vermeyi

amaçlayan modernizm, okuduğunuz hikâyede de olduğu gibi gerçeklikten ve toplumdan uzak değildir. Modernizm bireyden, onun iç dünyasının karmaşıklığından

hareket eder ve gerçekliğe ulaşmaya çalışır. Ancak bu gerçeklik geleneksel-gerçekçi anlayışın temsil ettiği kadar yalın, düz bir gerçeklik değildir. Modernizmle birlikte özellikle gerçeklerin göründükleri gibi olmadığı anlayışı yerleşmiş, yerleşik kuralları ve

toplumun sıradanlığını eleştirme düşüncesi ağırlık kazanmıştır.

METİNDE GEÇEN BAZI KELİME VE KELİME GRUPLARI:

dantela : Dantel, her türlü iplikle örülen veya bir kumaşın kenarına işlenen türlü

biçimde ince ve ağ görünümünde örgü.

fes rengi : Koyu kırmızı renk.

hoyrat : Kaba, kırıcı ve hırpalayıcı.

şavk : Işık.

ölgün : Diriliği, canlılığı, tazeliği kalmamış; pörsümüş, solmuş.

Teması: Gelenek ve modern dünya çatışması

Konusu: El emeği ile kamyon süsleyen süslemeci ile kaportacının arasında geçen

çatışma…

Olay Örgüsü: (Oluş sırasına göre)

Süslemecinin kendi kendine konuşması, mesleğinden bahsetmesi Mesleğinin babadan, dededen kalma meslek olduğunu vurgulaması Kaportacı arkadaşının sürekli dükkâna gelmesi Kaportacı arkadaşının kendi işini makine ile çabucak ve eksiksiz yaptığını

ifade etmesi

Page 10: AHİ EVRAN MESLEKİEĞİTİMMERKEZİ 12.SINIF TÜRK DİLİ VE ...ahievranmem.meb.k12.tr/meb_iys_dosyalar/06/01/... · HİKÂYE (ÖYKÜ) Hikâye, yaanmı ya da yaanması mümkün olan

Kaportacının sözleri ile moralinin bozulması ve eski keyfinin kalmaması Mesleğinin önemini yitirdiğini ve insanların ilgisiz kalarak modern dünyanın

içinde kaybolduğunun ifade edilmesi Metindeki Çatışma: Süslemeci ve kaportacının çatışmasıdır. Hikayede bu iki

meslek karşılaştırılmıştır.

Kişiler (Kahramanlar):

Süslemeci: El emeği ile mesleğini severek yapan, geleneklerine bağlı biri.

Kaportacı: Modern dünyanın getirdiği yeniliklerle mutlu, işini seri bir şekilde yaparak

kazanmanın amaç olduğunu ortaya koyan biri.

Baba – dede: Hikâyede etkili bir rolü yok. Mesleğini ve meslek ahlakını evlatlarına

öğreten, bunları kuşaktan kuşağa aktarmayı amaçlayan biri.

Mekân (yer ): Dükkân-mahalle-sokak

Zaman: 1980’ler… Hikâyede zaman net bir şekle verilmemiş. Zamanı, anlatılan

olaydan hareketle belirliyoruz.

Anlatıcı: Birinci kişi

Anlatım tekniği: Anlatma, gösterme, iç konuşma

Anlatım Biçimleri:

Karanfilsiz hikâyesinde öyküleyici ve betimleyici anlatım biçimleri kullanılmıştır.

Öyküleyici anlatıma örnek:

Artık babası da yok. Kasa yapımında çalışan arkadaşı ise tepesinden hiç eksik olmuyor. Ne ki “Çiçeğin göbeğini unuttun, mavinin dengesini kaçırdın.” demiyor. Daha küçükken işte bu kasa yapımına girmeden önceleri; sularına, karanfillerine duyduğu hayranlık eksile eksile bitmişti. Nicedir ak kanatlarını şişirmiş bir kuğuya coşkuyla el çırpmıyordu.” Şuraya da bir yelkenli…” demiyordu.

Betimleyici anlatıma örnek:

Çayır çimenleri, çimenlerdeki ak kuzuları boyamaya koyuldu. Öteki yine gülmüş, yine güle güle çekilip gitmişti. O da gümüş suların aktığı ovaları daha iri karanfillerle çerçeveleyip bezedi. Sapların boynu biraz büküktü. Şaştı. O gece, eli ayağına dolanarak dört bir köşeye altın sarısı birer yarım ay kondurdu.

HİKÂYE İNCELEMESİ -2

PARASIZ YATILI

—Sen çıkınca işin bitip gene yürüyerek iner, Mısır Çarşısı’ndaki beğendiğimiz börekçi var ya, kanarya kuşları olan, orda öğle yemeğimizi yeriz. N’olacak kırk yılda bir

Page 11: AHİ EVRAN MESLEKİEĞİTİMMERKEZİ 12.SINIF TÜRK DİLİ VE ...ahievranmem.meb.k12.tr/meb_iys_dosyalar/06/01/... · HİKÂYE (ÖYKÜ) Hikâye, yaanmı ya da yaanması mümkün olan

ziyafet. Onun için Cağaloğlu’na yürüyerek gidip gelmekten yorulmayız, değil mi benim kızım? İstersek tatlı bile yeriz. Köprüden de eğlene güle döneriz.

Anne-kız sabah kalabalığının arasında, yabancı, çabuk yürüyorlardı.

Annesi durmadan konuşuyordu.

Böyle konuşkanlığının olduğu geçmişteki tek günü, hastaneye hastabakıcı olarak aldıkları gündü.

Çocuk, o zamanlar üçüncü sınıftaydı.

Önlüğü ağarık bir kara olmuştu.

Kış basmıştı.

Bu, köşedeki kömürcüden kömür alma günlerinin başlamasıydı.

Mangal yakmayı öğrenmişti.

Kapıda ilk çırayı ateşleyip kömürleri dikine onların üzerine yerleştiriyordu.

Boruyu koyunca çıtırtılar başlıyor, küçük kıvılcımlar çevreye saçılıyordu.

Kömürler kızarıp ateş olmaya dönünce her şeyi unutup–arka sırada oturmayı-Kızılay Kolu’ndan yemek yemeyi–ulusal bayramlarda şiir okumamayı–ilk yalazların maviliği yitene dek bekliyordu sokak kapısında. Odalarına mangalı aldığında ürktüğü şeyler yok oluyor, eski ceviz masalarında–annesinin en onurlandığı eşyalarıydı–çalışmaya oturuyordu. Mangalın o harlı halini çok seviyordu. Annesi korları küllemenin gerektiğini, çünkü bununla ancak ertesi güne ısınacak ateşleri kalabileceğini söylerdi. Külleri güzel, parlak korların üstüne kapayıp birini–en kızılını, en mavi olanını açıkta bırakırdı-, derslerinden ara verip mangala baktığında sıcacık duran tek kor, odanın sığınma olanağını artırırdı.

İşte o, “hastabakıcı olursun” dedikleri gün annesi kapıyı açıp girdiğinde bir şey değişmişti. Çünkü annesi bilmediği, görmediği haller içindeydi. Konuşmasıyla, dışarının arı havasıyla dolduruvermişti odayı.

— Alıyorlar beni, bir iki güne kadar başlıyorum. Başhemşireye çıktım, iriyarı bir kadın. Soruları sordu. “Daha önce çalıştın mı? Kocan ne zaman öldü? Bu iş dur durak bilmez, fakat marifetli olmak lazım değil, çalışkan olmak gerek, yatak düzeltmeyi, tükürük hokkalarını dökmeyi, ördekleri temiz tutmayı becermek yeter. Belki zamanla hastaların ateşini alacak kadar başarılı olursun. Haftada iki gün izinli çıkarsın, Pazar gecesi dönersin. Çocuğun var mı? Bırakacak kimsen yok ha? ‘Kendini yönetir, uslu,’ diyorsun. Ama küçükmüş. Hiç sınıfta kalmadı mı? Aferin ona. Genç, güzel kadınsın. Burada oluru olmazı bulunur. Ciddi ol. Bir şey denirse senden bilirim.

(…)

Boya filan da istemez. Kendinden mi yanağının, dudağının rengi? İşte bilmem artık. Doktorlardan, şundan bundan yakınmak yok. Bir işte kalıcı olmak isteyen başta gelenlerine uyar. Uykun hafif mi?” Düşün, bir iş bulduk artık. İlk parayla bir çeki kömür alacağım. Sana da lastik çizme. Belki izinli geldiğim günler sinemaya bile gideriz. Hiç belli olmaz. İşimizi iyi yaptıktan sonra kim ne diyebilir? Çıkıp ev sahibine haber

Page 12: AHİ EVRAN MESLEKİEĞİTİMMERKEZİ 12.SINIF TÜRK DİLİ VE ...ahievranmem.meb.k12.tr/meb_iys_dosyalar/06/01/... · HİKÂYE (ÖYKÜ) Hikâye, yaanmı ya da yaanması mümkün olan

vermeliyiz. Artık akşamları yoğurt alırken sokak kapısını hızlı çarpmasın. Dedim ya biz çalıştıktan sonra… Uykum da hafif. Bölük pörçük uyumaya alıştım yıllardır…

Annesi işe başlayınca onun ismi “bizim hastanedeki işimiz” oldu.

İlk evden ayrılacağı gece tahinhelvası aldılar bakkaldan. Peynirle tükenmez yaptılar, masalarına mavi çiçekli muşambalarını serdiler. Bu muşamba eve babasının yaşadığı günlerdeki düzenden kalmış, ferahlığın, korkusuzluğun anısıydı. Niçin babasını hep yaşayacak sanmışlardı? O da ölecek gibi görünmüyordu. Öyle dürüst, öyle kesin bir adamdı ki; ölümün sinsiliği ona hiç gölge düşürmemişti. Evine her gece ekmek alıp gelen bir erkeğin yokluğu, sessizlik olup yerleşmişti odalarına

“Yaşlı da değildi,” demişti annesi. “Hiç sekiz yaşında bir çocuk babasız kalır mı?”

Muşambalarını annesi gereksiz yere bir iki kez silmişti. Tükenmez tabağındaki peynirlerin cızırtısı dinmemişti. Tahinhelvasının şekeri gevşemiş, pürüzleniyordu.

— Ev sahibesiyle konuştum. Hiç korkma, geceleri oda kapısını kapa sıkıca, uyu. O sabah namaza kalktığında seni, kapıyı vurup uyandıracak. “Çocuktur,” dedim. “Çocuk uykusu doyumsuz olur, kalkamaz kendi kendine.” Her sabah helvayla ekmek yersin. Çay zaten sevmiyorsun. Elim yanıyor, diyorsun. Okuldan gelince mangalımızı yakar sıcacık oturursun. Gece kapağı ört ateşe. Ha benim kızım, sakın unutma. Benim aklımı evde bırakma. Sen akıllı kızsın. Geceleri hiç korkma. Dedim ya ev yalnız değil. Sen korkak değilsindir. Bak sana neler alacağım. Ağır hastalara özel yemek çıkarmış, onlardan kalan tavuklar falan olurmuş haşlanmış. Sarıveririm pakete, gizli değil ha, zaten dökülüyormuş. Ziyafet çekeriz kendimize.

— Ben o yemekleri istemem anne. Yalnız hani, “Ördekleri temiz tutmak lazım,” demişti ya, o kadını, ördeklerini anlatırsın bana.

Annesi susmuştu.

Tam dudaklarında bir şeyleri söylemekten vazgeçiverip. Gece yatağına girdiklerinde–beraber yatıyorlardı epeydir- yarınki derslerden birinin beden eğitimi olduğunu bile unutmuştu. Oysa beden eğitimi dersine o katılmazdı. Onun gibi katılmayanlarla, koridorlarda, hep açık kalmış alt kat musluklarının sesini dinleyerek, gölgeli ışıksız camlardan kışı, kentin yapılarını seyrederlerdi.

— Şort, lastik pabuç, soket çorap beyaz olacak. Beyaz fanila bluz gerek. İki tane olursa daha iyi. Terleyince değişmek için. Yürüyüşte 23 Nisan, 29 Ekim herkes çiçek gibi olmalı, düzenli, bakımlı. Ben, yapamadık anlamam. İstedikten sonra, istemek yeter. Yardım kolundaki çocuklarımız için de düşündüklerimiz var tabii. Ama bunu daha elzem giyim eşyalarına ayırmak kararındayız. Önlükle katılacaklar. Önlükler gıcır gıcır ütülü. Kızlarda tafta kurdele. Temiz, tertemiz olmalı herkes. Her Türk çocuğunun görevidir temiz olmak. Ne diyorum size? Dişler her gün ovulmalı. Kulaklarda sarı topak kirler görürsem. Ağrıdı, akıntı yaptı anlamam, yersiniz cetveli.

Alt kat muslukları hiç kapanmazdı nedense?..

Ders arasında öğrenciler muslukların başına doluyordu.

Hepsi su içerlerdi. Susayan da susamayan da. İşitmek, suyun avuçtan süzülüp kol yenlerinden içeri girmesi, bahçede eğlenmenin gereği olan bağrışların başlangıcıydı. Ders zili çalıncaya dek duyulmayan su sesleri, sınıflara girilince öne geçerdi.

Annesinin sırtına sarılmıştı.

Page 13: AHİ EVRAN MESLEKİEĞİTİMMERKEZİ 12.SINIF TÜRK DİLİ VE ...ahievranmem.meb.k12.tr/meb_iys_dosyalar/06/01/... · HİKÂYE (ÖYKÜ) Hikâye, yaanmı ya da yaanması mümkün olan

“Her dediğini yaparım anne, sen üzülme. Zaten öğleleri okulda yemek yiyorum. Aklın bende kalmasın.”

Annesi hiç kıpırdamamıştı.

Uyumadığı belliydi. Bedeni rahat, gevşemiş değildi.

Annesinin ısıtan kokusunu duymak için iyice sokulmuştu sırtına. Geceyi dinlemişti uzun süre. Uyumak istemiyordu. İlk kez gecenin uzunluğunu öğrenmeye başlamıştı.

Sabah kalktığında kapı vuruluyordu.

Annesi yoktu.

Okul önlüğü, kalın iplik çorapları, yün hırkası düzenli iskemledeydi.

Dışarıdan vurulan kapının sesiyle uyandığını anlayınca kalkmış,

“Halidanım Teyze” diye seslenmişti.

Ev sahibi kadın helaya –aynı helayı kullanırlardı- kovayla su döküyordu.

Giyinip masanın başına oturmuştu.

Kış aydınlığı patiska perdelerden geçip köşeli, üşütücü yayılmıştı. Okul çantasını alıp odadan çıkarken –hiçbir şey yememişti o sabah- gerisin geri dönüp iskemleye oturmuştu. Sonra da sessiz ağlamaya başlamıştı.

— Sen pekiyiyle bitirdin okulu. İlkokulu yoksul bir çocuğun pekiyiyle bitirmesi kolay iş değil. Parasız yatılı okullarına alıyorlarmış sizleri. Öyle dediler bana. Muhtarlıkta fakirlik ilmühaberi çıkarırken tanımadığım bir kadın, “Ben de oğlumu zabit okuluna sokacağım, ama kefil istediklerini, bir malı rehin göstermek lazım olduğunu söylediler, çaresizlendim hanımcığım,” dedi. “Mal kim? Biz Kim? Malımız olsa yüzsuyu döker miyiz el kapılarında?” Bizim için olmaz öyle şey. O kadın doğru bilmiyor. Hal kâğıdını aldığım gibi çıktım. Kimselere de danışmadım hiç. Zabit okulları pahalıdır. Yok silahtı, yok zabit elbisesiydi di mi ya? Hem canım sormadım. Gerekmez de. Sen gir bugün imtihana, her sorduklarını çatır çatır bileceksin. Gerçi binlerce öğrenci katılıyormuş, aralarında yüz, yüz elli kişiyi alıyorlarmış. Gene de sen kazanacaksın, gör bak… Benim akıllı, uslu kızımsın. İsterlerse öyle mal mülk gibi bir şey, ben derim ki, ne demek? Benim kızım kalmaz sınıfta. Devlet masrafına ziyan vermez. Bunları okulun müdürüne, böyle bir bir anlatırım. Hemen anlar. Hem canım o da bizim gibi bir insan. “Hiç şımardığı olmamıştır kimseye. Bir gün bile çıtırtısı duyulmamıştır” derim. “Sanki o çocuk olmamıştır,” derim.

Yokuştan yukarı çıkarlarken sırt hamallarının yüklendiği kağıt topların üstüne doğru yağmur çiselemeye başladı.

Yumuşak bir haziran yağmuruydu.

Kızla annesi gerekmeden, karşıya geçmek için polisin arabaları durdurmasını bekliyorlardı.

Yağmurun yağışı hızlanmıştı.

İkisi de bu önemli gün için süslenmişlerdi. Anne boynuna ipek eşarp takmıştı, çocuk saçını ıslatıp taşlı tokasıyla toplamıştı.

Page 14: AHİ EVRAN MESLEKİEĞİTİMMERKEZİ 12.SINIF TÜRK DİLİ VE ...ahievranmem.meb.k12.tr/meb_iys_dosyalar/06/01/... · HİKÂYE (ÖYKÜ) Hikâye, yaanmı ya da yaanması mümkün olan

— Korkuyor musun? Hiç konuştuğun yok sabahtan beri. Hadi hadi Salıpazarı’ndan bu taşlı tokanın eşini alacağım sana. Sonra bizi tayin edecekler. Sen okulu bitirip öğretmen olunca, ben de çalışmam hastanede. Beraber çıkar gideriz. Koltuklar alırız. Onlara çiçekli basma örtüler dikerim ben. Bir de kabul günümüz olur. Konukları ağırlamak için, eğer unutmadımsa, anasonlu galeta yaparım. Masraf kapısı olmaz. Belki, bir de küçük halı alırız. Hasta pisliği dökmekten, koridorlarda koşuşturmaktan kurtulurum. Hele o lizol kokusu yok mu, içini üşütüyor insanın. Bir de hep ölümü düşünmek. Şöyle bir dağın eteğinde olur gideceğimiz yer, benim kızım. Herkes İstanbul’da kalalım dermiş. Hepsini sordum bilenlere, öğrendim iyicene. Hükümet tabii seni alır. Biz İstanbul’u ne yapacağız? Bize bir ev, kışın kömürlüğümüzde odun-kömür gerek. Bir de mutfağımız olur değil mi? Eğer kefil falan derlerse, demezler ya, o kadının uydurması, oğluna güvenmemesi. Sormadım ordan buradan o işi. Sade sen öğretmen olunca n’olacak onları öğrendim. Biz nereye tayin çıkarsa oraya gideriz, di mi?

— Bu okulu kazanacakların hepsi de benim gibi yoksul çocukları mı, anne? Onu da öğrendin mi?

— Öyle ya, yoksul çocukları ki, parasız yatılı için imtihan oluyorlar.

— Öyleyse ben burayı kazanırım. Üzülme. Sınavı pekiyiyle bitiririm. Artık burada, arkadaşlarım olur. Haftada iki gün sen hastaneden, ben okuldan çıkıp eve döneriz. Sana da konuk günlerinde bakkal bisküvisi alırım.

Sınavların yapıldığı okul karşı yöne düşüyordu.

Yeniden geçtiler caddeyi, ürke ürke.

Ara sokaktan yürüdüler. Yüksek bir duvarın yanındaki kapıda durdular.

Okulun öğrenci giriş kapısıydı bu.

İçerden uğultular geliyordu.

Yağmur taş duvarların arasından çıkan aykırı yeşillikleri parlatmıştı.

— Bizden de erken gelenler olmuş. Geç meç kalmış olmayalım? Hademe giyimli bir kadın onlara doğru yürüdü, taşlı yoldan. Bezgin, alışık bakışlarıyla anne, kızın üstünden dışarıda bir şeye bakıyordu.

Anne, saygılı sordu:

— Geciktik mi acaba? Çocukların çoğu gelmiş.

Hademe kadın ilgisiz,

— Parasız yatılı imtihanlarının çocukları hep erken gelir. Hiç gecikmezler.

Çocuk annesinden ayrıldı.

Kıyısı duvarlı taş yolda yürümeye başladı.

Hademe kadın, görmedikleri bir iskemleyi görmedikleri bir çatının oraya çekip oturmuş, yün örmeye başlamıştı.

Çocuk, dönemeçte arkasına baktı. Dış kapıda annesi yağmurun altında gülümseyerek duruyordu.

Page 15: AHİ EVRAN MESLEKİEĞİTİMMERKEZİ 12.SINIF TÜRK DİLİ VE ...ahievranmem.meb.k12.tr/meb_iys_dosyalar/06/01/... · HİKÂYE (ÖYKÜ) Hikâye, yaanmı ya da yaanması mümkün olan

Füruzan, Parasız Yatılı

Okuduğunuz metin, Cumhuriyet Dönemi yazarlarından Füruzan’ın Parasız Yatılı

adlı hikâye kitabından alınmıştır. Yazar; hikâyesinde anne ve kızın yoksul hayatlarını,

çektikleri sıkıntıları, hayal ve ümitlerini tasvir ederek okuyucunun duygularını

harekete geçirmeye çalışır. Bu arada okuyucuyu bazı sosyal sorunlar üzerinde de

düşündürür. Hikâyede olay basit, konu sıradan olmakla birlikte anlatım tarzı yenidir.

Yazar bu anlatım tarzıyla sıradan bir konuyu etkili hâle getirmiştir. Parasız Yatılı adlı

metinde yapı bakımından dikkati çeken özelliklerden biri de kronolojik zaman akışının

kırılarak hayatın çeşitli anlarının, annenin konuşmaları, kızın hatırlamaları aracılığıyla

bir arada verilmiş olmasıdır. Parasız Yatılı, bireylerin iç dünyasını ve durumunu

gerçekçi bir dille anlatmıştır. Hikâyede yaşantıların somut ayrıntılarla verilmesi;

eşyanın duygu, mana ve hatıra yüklü bir şekilde kullanılması dikkati çeker. Hikâyenin

iç zenginliğini oluşturan hatıra, çağrışım ve konuşmalar tesadüfî değildir. Hepsi de

ana fikre, yoksulluk ve kimsesizlik temalarına bağlıdır. Hikâyede mekân olarak

seçilen yerler (ev, sokak, okul, hastane) hikâyedeki kişilerin yaşantılarıyla uyumlu

olarak verilmiştir. Kahramanlarının yaşantılarını gerçekçi bir bakışla tasvir eden

yazar, anlatım tarzıyla yoksul ve yalnız olan anne ile kızın içinde bulundukları sıkıntılı

duruma okuru da ortak etmeyi başarmıştır. Okuduğunuz hikâyede kullanılan farklı

anlatım teknikleri, kronolojik zamanın takip edilmemesi ve iç konuşmalar yoluyla bazı

toplumsal sorunlara da değinilmesi Füruzan’daki modernist anlayışın yansımalarıdır.

METİNDE GEÇEN BAZI KELİME VE KELİME GRUPLARI

ağarık : Beyazlaşmış, rengi solmuş.

bölük pörçük : Tam yararlı olmayacak biçimde, parça parça.

elzem : Çok gerekli, vazgeçilmez. harlı : Kuvvetli bir biçimde.

ilmühaber : Birinin yer, hâl, medeni durumu vb.ni gösteren resmî belge, hâl kâğıdı.

lizol : Mikrop kırıcı olarak kullanılan sıvı.

tükenmez : (Metinde) Peynirli bir tür çorba. yalaz : Alev

Konusu: Kocasını genç yaşta kaybetmiş bir anne ile kızının hayatları, hayalleri

çarpıcı bir biçimde anlatılıyor.

Teması: Yoksulluk, yalnızlık…

Hikâyedeki Temel Çatışma: Yazar hikayesinde anne ve kızın yoksul hayatlarını,

çektikleri sıkıntıları, hayal ve ümitlerini tasvir ederek okuyucunun duygularını

harekete geçirmeye çalışmıştır.

Olay Örgüsü: (Oluş sırasına göre)

Anne ve kızın kendi aralarında konuşması

Annenin hasta bakıcı olarak işe başlamak istemesi

Page 16: AHİ EVRAN MESLEKİEĞİTİMMERKEZİ 12.SINIF TÜRK DİLİ VE ...ahievranmem.meb.k12.tr/meb_iys_dosyalar/06/01/... · HİKÂYE (ÖYKÜ) Hikâye, yaanmı ya da yaanması mümkün olan

Annenin işe başlaması, kızın evde yalnız kalması

Anne ve kızın hayaller kurması

Annenin kızını parasız yatılı sınavına bırakması

Hikâye Kahramanlarının özellikleri

Anne: Fedakâr. Kızı için her şeyi göze alabilecek bir anne

Kız: Olaylar karşısında genelde sessiz ancak olayların bilincinde, annesine bağlı bir

evlat

Ev sahibi: Olaylara pek müdahele etmez. Anneye yardımcı olmak ister.

Mekân: Hikâyede mekân olarak seçilen yerler (ev, sokak, okul, hastane ) hikayedeki kişilerin yaşantılarıyla uyumlu bir biçimde verilmiştir. Anne kızın hayallere daldıkları

yer ile olmak istedikleri yerin özellikleri de bizlere mekan ile anlatılanların uyumunu

göstermektedir.

Dil ve Üslûp: Yazar; sade, yalın, akıcı bir dil kullanmıştır. Genelde kısa cümleler

kullanmıştır. Yoğun bir anlatım hakimdir.

Anlatıcı: 3. tekil kişili anlatıcı vardır. Olaylar, gözlemci bakış açısıyla anlatılmıştır

Anlatım Biçimleri ve Teknikleri: Özellikle öyküleme ve betimleme anlatım biçimleri

ile örneklendirme, karşılaştırma gibi anlatım tekniklerinden faydalanılmıştır. Ayrıca;

“Biz nereye tayin çıkarsa oraya gideriz, di mi? —Bu okulu kazanacakların hepsi de

benim gibi yoksul çocukları mı, anne? Onu da öğrendin mi? —Öyle ya, yoksul çocukları ki, parasız yatılı için imtihan oluyorlar. —Öyleyse ben burayı kazanırım.

Üzülme. Sınavı pekiyiyle bitiririm. Artık burada, arkadaşlarım olur.”

Cümlelerinde “gösterme tekniği” vardır. Gösterme tekniği, olan biten her şeyin bütün

ayrıntılarıyla olduğu gibi dışarıdan en az müdahaleyle sergilenmesidir. Bu teknikte kişilerin konuşma ve eylemleri doğrudan sergilenir.

Anlatım Teknikleri: Diyalog ve geriye dönüş teknikleri kullanılmıştır. Geriye

dönüşlerle karakterler okura daha iyi tanıtılmıştır.

HİKÂYE İNCELEMESİ -3 ( Küçürek - -minimal hikâye örnekleri )

YANGIN

Page 17: AHİ EVRAN MESLEKİEĞİTİMMERKEZİ 12.SINIF TÜRK DİLİ VE ...ahievranmem.meb.k12.tr/meb_iys_dosyalar/06/01/... · HİKÂYE (ÖYKÜ) Hikâye, yaanmı ya da yaanması mümkün olan

Yanmış ormandan geçtim. Kapkara, kömürleşmiş ağaçlar. Yanmış otlar. Çalılar.

Isırganlar. Tüm börtü böcek yanmış. Kaplumbağalar. Tosbağalar. Kertenkeleler.

Yılanlar yanmış. Kelebekler bile. Toprak öylesine sıcak ki üstüne basılmıyor. Kayalar

cehennem kayası. Yanımdaki dostum, “Bilmem biliyor musun” diyor, “böyle

yangınlardan sonra, eğer yağmurlar bol ve düzenli yağarsa bambaşka bir orman

oluşur. Yeni ağaçlar, yepyeni bitkiler…” “Ne kadar sürer bu,” diyorum. “Havaya bağlı,”

diyor. “Ben diyeyim yirmi, sen de otuz.” “Görür müyüz,” diyorum. “Bizler görmesek,

çocuklarımız görür,” diyor. “Onlara ormanı nasıl korumamız gerektiğini öğretmemiz

gerekecek” diyorum. “Kendimize de,” diyor dostum. Üstüne basa basa bir kez daha;

Kendimize de.

(Ferit EDGÜ, 252 Yazardan Minimal Öyküler)

TORTU

Sadece kemanını vermedim. Yıllar sonra yeğenine armağan ettim. O da

öğrenememiş doğru dürüst, evlerinin bir duvarına asmış. Ben zaten hiç

beceremedim, hiçbir şey, iç yangını anılar yaratmaktan başka.

(Vüs’at O. BENER, Kara Tren)

Yukarıdaki metinler Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatının küçürek (minimal) hikâye örneklerindendir. “Tortu”da insan yaşamından dondurulmuş kısa bir an, “Yangın”da ise yaşanmış küçük bir olay okuyucunun karşısına çıkmaktadır. Bu hikayelerde:

Betimlemelerden ve uzun uzadıya anlatımdan, gereksiz ifadelerden kaçınılmıştır.

Her iki hikâyede de kişiler isimsiz ve siliktir.

Zaman ve mekân gibi önemli yapı unsurları belirsizdir.

Anlatımları yoğundur. Dolaylı anlatım ön plandadır.

Küçürek Hikaye Nedir?

Yoğun ve sıkıştırılmış niteliği ile şiirle hikâye arasında bir tür olarak gelişmiştir. Şiirde olduğu gibi az kelimeyle çok şey söyleme amacı vardır. Küçürek öykü, yapısı gereği, öğüt verme, karakter geliştirme, okuyucuyu belli bir noktaya taşıma gibi amaçlar gütmez.

Duygu yoğunluğu oluşturarak anlık uyarmalar yapar ve gerçekleri sezdirirler.Okuyucuyu şaşırtmak, öykünün başını ve sonunu okuyucuya bırakmak özellikleriyle ön plana çıkar.

Page 18: AHİ EVRAN MESLEKİEĞİTİMMERKEZİ 12.SINIF TÜRK DİLİ VE ...ahievranmem.meb.k12.tr/meb_iys_dosyalar/06/01/... · HİKÂYE (ÖYKÜ) Hikâye, yaanmı ya da yaanması mümkün olan

Küçürek öykü, küçürek hikaye, diğer bir ismiyle minimal öykü, edebiyatımızda önemli bir yere sahip olan ancak pek bilinmeyen bir öykü türüdür. Türk edebiyatında uzun bir geçmişi olmamakla birlikte, yeni bir tür olarak da görülmektedir.

Bu tarzda yazılmış öykülerin içinden bir kelimeyi bile çıkarmak öykünün anlamını zedelemektedir. Küçürek hikâyelerde çok küçük bir olay ya da durum anlatıldığı için şahıs kadrosu, zaman ve mekân gibi yapı unsurları sınırlıdır.

Bu tür hikâyeler 750 kelimeden az olan hikâyelerdir. Böyle bile olsa bazen bir romandan daha çok şey anlatabilir. Bunlar arasında tek cümlelik hikâyeler de vardır. Küçürek hikâyede hacminden dolayı hikâyenin unsurlarıyla ilgili pek çok ayrıntıya yer verilmez.

Yabancılaşma, umutsuzluk ve bunaltı gibi ana temalar üzerinde durulur. Didaktik yani öğretici bir amaç taşımaz.

Bu hikâyeler; betimlemeye ve çözümlemeye dayanmayan, yalnızca bir anın saptaması olan anlatılardır.

Küçürek hikâye uzadıkça okuru uyaran, vurucu etkisini yitirir.

Küçürek hikâyenin üç önemli belirleyici özelliği vardır: Kısalık, yoğunluk ve birlik.

Ferit Edgü, Haydar Ergülen, Hulki Aktunç, Necati Tosuner, Vüs’at O. Bener, Murat Yalçın gibi sanatçılar küçürek hikâye tarzında eser veren sanatçılardandır.

DİL BİLGİSİ

ANLATIM BOZUKLUKLARI

A. Anlamsal (Anlama Dayalı) Anlatım Bozuklukları 1. Gereksiz Sözcük Kullanımı Cümlede gereksiz sözcüğün kullanılması, anlatım bozukluğuna yol açar. Cümlede düşüncenin belirtilmesinde belli bir görevi olmayan sözcükler gereksizdir. Bir sözcük cümleden çıkarıldığında, cümlenin anlam ve anlatımında bir bozulma, daralma olmuyorsa, o sözcük gereksizdir.

Örnekler:

“ Bari hiç olmazsa sen yanımızda kal.” Cümlesinde “bari” ve “hiç olmazsa” sözcükleri aynı anlama gelmektedir. Bu iki sözcük de aynı anlama geldiğine göre, cümlede ikisinin bulunmasına gerek yoktur. Demek ki biri gereksiz kullanılmıştır. Bu durumda cümleyi “Bari sen yanımızda kal.” ya da “Hiç olmazsa sen yanımızda kal.” şeklinde kurabiliriz.

Yetkililer hâlâ bir açıklama yapmadı henüz. Hükümet bu kanunu Meclis’ten aynen, olduğu gibi geçirmek istiyordu. Çocuk, az kalsın, neredeyse merdivenden düşecekti.

Page 19: AHİ EVRAN MESLEKİEĞİTİMMERKEZİ 12.SINIF TÜRK DİLİ VE ...ahievranmem.meb.k12.tr/meb_iys_dosyalar/06/01/... · HİKÂYE (ÖYKÜ) Hikâye, yaanmı ya da yaanması mümkün olan

2. Anlamca Birbirini Kapsayan (İçeren) Sözcüklerin Bir Arada Kullanılması

Bazen cümlede anlamca birbirini kapsayan sözcükler bir arada kullanılabilir. Bir sözcüğün ifade ettiği anlam, diğer sözcük içinde de olduğundan, bu tür ifadeler anlatım bozukluğuna yol açar.

Örnekler:

“Okula her gün iki kilometre yaya yürüyerek giderdi.” Cümlesinde “yaya” ve “yürüyerek” sözcüklerinin birlikte kullanılması anlatım bozukluğuna yol açmıştır. Çünkü “yürümek” sözcüğünde “yaya” anlamı zaten vardır. Öyleyse cümleyi şöyle söyleyebiliriz:

Okula her gün iki kilometre yürüyerek giderdi.

Almanya’daki arkadaşımla karşılıklı mektuplaşırız. ( “karşılıklı” ifadesi gereksizdir )

3. Anlamca Çelişen Sözcüklerin Kullanılması

Anlamca birbiri ile uyuşmayan sözcüklerin bir arada kullanılması, cümlede çelişkili ifadenin doğmasına neden olur.

Örnekler:

“ Tam üç yıla yakın bir zaman insanlık dramı yaşandı burada.”

Bu cümlede çelişkili bir anlatım söz konusudur. Bu cümlede “tam” ve “üç yıla yakın bir zaman” sözleri çelişkili anlatıma yol açmıştır. Cümlenin doğru kullanımı şöyle olmalıdır: “Üç yıla yakın bir zaman, insanlık dramı yaşandı burada.”

“ Elbette Selim de ağabeyleri ile gitmiş olabilir.” Cümlesinde de koyu renkte

yazılmış sözcükler birbirleriyle çelişmektedir.

4. Sözcüğün Yanlış Anlamda Kullanılması

Sözcüklerin karşıladığı anlam iyi bilinmelidir. Bu olmazsa, anlatmak istediğimiz düşünce ile ortaya çıkan düşünce farklı olur. Bu nedenle konuşurken ya da yazarken, düşüncelerimizi tam ifade edecek sözcükleri kullanmalıyız. Aksi hâlde düşüncelerimizi iyi anlatamayız, hatta sözümüz yanlış anlaşılabilir.

Örnekler:

Türkiye’de birçok göl kuraklık tehlikesi yaşıyor. ( yanlış ) Türkiye’de birçok göl kuruma tehlikesi yaşıyor. ( doğru ) Öğretmen, konuyu en ayrımına kadar anlatmıştı.( yanlış ) Öğretmen konuyu en ayrıntısına kadar anlattı. ( doğru )

5. Sözcüğün Yanlış Yerde Kullanılması

Page 20: AHİ EVRAN MESLEKİEĞİTİMMERKEZİ 12.SINIF TÜRK DİLİ VE ...ahievranmem.meb.k12.tr/meb_iys_dosyalar/06/01/... · HİKÂYE (ÖYKÜ) Hikâye, yaanmı ya da yaanması mümkün olan

Cümledeki sözcüklerin yerinde kullanılmaması, söylenmek istenenin karşıtı bir anlamın ortaya çıkmasına ya da cümlenin anlaşılmamasına yol açar.

Örnekler:

Yeni okula geldim ki ders zili çaldı. ( yanlış ) Okula yeni geldim ki ders zili çaldı. (doğru ) Çok sınıfta duran öğrencilerin elbette canı sıkılır. ( yanlış ) Sınıfta çok duran öğrencinin elbette canı sıkılır. (doğru )

6. Deyimin Yanlış Anlamda Kullanılması

Deyimler, dilin anlatım gücünü ve söyleyiş güzelliğini zenginleştiren unsurlardır. Deyimler, kısa ve özlü sözlerdir.

Deyimlerin kalıplaşmış anlamları vardır ve deyimler bu kalıplaşmış anlamları çerçevesinde kullanılır. Kalıplaşmış belli bir anlamı karşılayan deyimin başka bir anlamda kullanılması, anlatım bozukluğuna yol açar.

Örnekler:

“Onun bize yaptığı iyiliklere hep göz yumduk.”

Cümlesinde “göz yummak” deyimi yanlış anlamda kullanılmıştır. Bu, “kusurlarını hoş

karşılamak, görmezlikten gelmek” anlamında bir deyimdir. Yukarıdaki cümlede ise “kusur” yok, bir kişinin iyilikleri var. Bu nedenle “göz yummak” deyimi yanlış kullanılmıştır:

“Onun bize yaptığı iyiliklere minnettar kaldık.” Şeklinde cümle düzeltilmelidir. “Müfettişlerin geleceğini öğrenen müdürün etekleri zil çalıyordu.”

Cümlesinde “etekleri zil çalmak” deyiminin yanlış kullanılmasından kaynaklanan bir anlatım bozukluğu vardır. “Etekleri zil çalmak”, çok sevinmek, işleri yolunda olmak anlamında bir deyimdir. Bu deyimin yerine “etekleri tutuşmak” deyiminin kullanılması gerekir.

Müfettişlerin geleceğini öğrenen müdürün etekleri tutuştu.

7. Anlam Belirsizliği

Kişilerden ya da onlarla ilgili durumlardan söz ederken, o kişilerin yerini tutan zamirleri kullanmayız. Bundan dolayı cümlede kişi bakımından bir belirsizlik ortaya çıkar. Anlam belirsizliği dediğimiz bu ifade bozukluğunu gidermek için cümlede sözünü ettiğimiz kişinin yerini tutacak zamiri mutlaka kullanmalıyız.

Örnekler:

Page 21: AHİ EVRAN MESLEKİEĞİTİMMERKEZİ 12.SINIF TÜRK DİLİ VE ...ahievranmem.meb.k12.tr/meb_iys_dosyalar/06/01/... · HİKÂYE (ÖYKÜ) Hikâye, yaanmı ya da yaanması mümkün olan

“Okula gitmediğini bugün öğrendim.”

Cümlesinde böyle bir bozukluk vardır. Bu cümlede kişi zamiri kullanılmadığı için “kimin okula gitmediği” tam olarak bilinmiyor: O mu, sen mi? Çünkü cümle;

“Onun okula gitmediğini bugün öğrendim.” ya da “Senin okula gitmediğini bugün öğrendim.” olabilir. Bu nedenle kişi

kavramının net olması için cümleye kişi zamiri mutlaka getirilmelidir. UYARI: Anlam belirsizliği sadece kişi zamirinin kullanılmaması ile ilgili değildir. Anlam belirsizliği noktalama yanlışlığından da kaynaklanabilir.

Örnek:

“Gazeteci bayanın sözlerini dikkatle dinledi.”

Cümlesinde anlamca bir belirsizlik vardır. Çünkü cümlede sözleri dinleyen “gazeteci” mi, yoksa “bayan” mı olduğu belli değildir. Bu belirsizliği “gazeteci” sözünden sonra cümleye virgül (,) getirerek giderebiliriz.

8. Mantık ve Sıralama Yanlışlığı (Hatası)

Cümlede verilen kavramların önem sırasının karıştırılması ya da cümlenin mantık açısından yanlış oluşturulması sonucunda ortaya çıkan anlatım bozukluklarıdır.

Örnekler:

“Bırak patates doğramayı, yemek bile yapamaz o.” cümlesinde sıralama hatası vardır. Yemek yapmak, patates doğramaktan daha zor ve üst düzey bir eylemdir. Bu yüzden “patates doğramayı” sözüyle “yemek bile yapamaz” sözü yer değiştirmelidir:

“Bırak yemek yapmayı, patates bile doğrayamaz o”

B. Yapısal (Yapıya Dayalı) Anlatım Bozuklukları

1. Özne-Yüklem Uyumsuzluğu

Özne – yüklem uyumsuzluğu kişi bakımından, tekillik-çoğulluk bakımından ve özne eksikliği bakımından olmak üzere üç grupta incelenir:

a. Kişi Bakımından Uyumsuzluk

İyi bir cümlede özne ve yüklem arasında kişi bakımından uyum olmalıdır.

KURAL: Özne birinci tekil, ikinci tekil veya üçüncü tekil (ben, sen, o) ise yüklem birinci çoğul kişiye göre çekimlenmelidir.

Page 22: AHİ EVRAN MESLEKİEĞİTİMMERKEZİ 12.SINIF TÜRK DİLİ VE ...ahievranmem.meb.k12.tr/meb_iys_dosyalar/06/01/... · HİKÂYE (ÖYKÜ) Hikâye, yaanmı ya da yaanması mümkün olan

Örnekler:

Ben ve Ayhan buraya daha önce gelmiştik.

1. çoğul (biz) 1. çoğul (biz)

Ben ve arkadaşlarım burayı seviyoruz.

1. çoğul (biz) 1. çoğul (biz)

Ben ve o bu sabah İzmir’e gideceğiz.

1. çoğul (biz) 1. çoğul (biz)

b.Tekillik-Çoğulluk Bakımından Uyumsuzluk

Özne ile yüklem arasında belli bir uyum söz konusudur. Özne insan ve çoğul ise yüklem tekil ya da çoğul olabilir. Ancak insan dışındaki varlıkların (hayvan, bitki, kavramlar…) çoğul şekilleri özne olduğunda yüklem daima tekil olur.

Örnekler:

Çocuklar bahçede top oynuyorlar. (doğru) Öğretmenler, öğrencilerinin iyiliğini ister. (doğru) Kuşlar ne de güzel uçuyorlar. (yanlış) Kuşlar ne de güzel uçuyor. (doğru) Ağaçlar çiçek açmışlar. (yanlış) Ağaçlar çiçek açmış. (doğru)

c. Özne Eksikliği Bakımından Uyumsuzluk

Özne ile yüklem arasında tekillik, çoğulluk ve kişi uyumsuzluğunun yanında, özne eksikliği de anlatım bozukluğuna yol açar.

Özne, cümlenin temel öğesidir. Yüklemde bildirilen iş, oluş ya da hareketi yapan durumundadır. Yüklemdeki eyleme göre öznenin olmaması ya da bir öznenin birden fazla yükleme bağlanması anlatım bozukluğuna yol açar. Bu, daha çok sıralı ve bağlı cümlelerde karşımıza çıkan bir bozukluktur.

Örnekler.

“Kitaptaki yanlışlıklar düzeltilecek ve yeniden basılacak.”

İkinci cümleye özne getirerek bozukluğu giderebiliriz:

Kitaptaki yanlışlıklar düzeltilecek ve kitap yeniden basılacak.

Page 23: AHİ EVRAN MESLEKİEĞİTİMMERKEZİ 12.SINIF TÜRK DİLİ VE ...ahievranmem.meb.k12.tr/meb_iys_dosyalar/06/01/... · HİKÂYE (ÖYKÜ) Hikâye, yaanmı ya da yaanması mümkün olan

“ Herkes ondan nefret ediyor, onun yüzünü bile görmek istemiyordu.” cümlesindeki bozukluğu gidermek için ikinci cümleye özne getirilmeli, ifade düzeltilmelidir:

Herkes ondan nefret ediyor, hiç kimse onun yüzünü bile görmek istemiyordu.

2. Eklerle İlgili Yanlışlar

Cümlede eklerin eksik ya da fazla kullanılması anlatım bozukluğuna yol açar.

Örnekler:

“Biz okumasını sevmeyen bir milletiz.” (yanlış ) “Biz okumayı sevmeyen bir milletiz.” olmalıdır. “ Hayat kimine mutluluk verdiğini, kimini mutsuz ettiğini görüyoruz.” cümlesini “Hayatın kimine mutluluk verdiğini kimini mutsuz ettiğini görüyoruz.” Şeklinde

düzeltmeliyiz.

3. Öğe Eksikliği

Cümlede kullanılması gereken bir öğenin bulunmaması, anlatım bozukluğuna yol açar.

Örnekler:

“ Ben öğretmenime inanır ve severim.” cümlesinde dolaylı tümleç eksik

kullanılmıştır. “Öğretmenime inanır ve onu severim.”

“ İnsanlar gazetelere inanmıyor bu nedenle de çok az okuyor.”cümlesinde

nesne eksikliğinden kaynaklanan bir bozukluk söz konusudur.

“İnsanlar gazetelere inanmıyor bu nedenle de gazeteleri çok az okuyor.”şeklinde cümle düzeltilmelidir.

4. Yüklem Eksikliği

Sıralı ve bağlı cümlelerde iki cümlenin bir yükleme bağlanması sonucu anlatım bozukluğu meydana gelir. Yüklem eksikliği, bazen ikinci bir eylemin kullanılmaması ya da ek eylemin ortak kullanılması ile oluşur.

Örnekler:

“Beşiktaş iskelesine geldiğimizde o işine, ben evime gittim.” cümlesinde her iki cümleyi “gittim” yüklemine bağlayamayız. “Ben gittim” olur ama “o gittim” olmaz. Bu nedenle cümledeki yüklem eksikliğini giderirsek cümle anlamlı hâle gelir:

Beşiktaş iskelesine geldiğimizde o işine gitti, ben evime gittim. (doğru)

Page 24: AHİ EVRAN MESLEKİEĞİTİMMERKEZİ 12.SINIF TÜRK DİLİ VE ...ahievranmem.meb.k12.tr/meb_iys_dosyalar/06/01/... · HİKÂYE (ÖYKÜ) Hikâye, yaanmı ya da yaanması mümkün olan

“İyi biri olduğundan dün de, bugün de kuşkuya düşmüyorum.”

Cümlesinde anlatım bozukluğunu gidermek için cümleye bir yüklem daha getirilmelidir.

İyi biri olduğundan dün de kuşkuya düşmedim, bugün de düşmüyorum.

5. Tamlama Yanlışları

Çoğunlukla ad ve sıfatların aynı tamlanana bağlanması sonucu oluşan bir anlatım bozukluğudur. Bu nedenle isimlerle sıfatların aynı tamlanana bağlandığı kullanımlara dikkat etmek gerekir.

Örnekler:

“Özel ve kamu kuruluşları iki gün tatil edildi.” cümlesinde “kamu kuruluşları” ifadesi doğrudur. Çünkü bu, isim tamlamasıdır. Ancak “özel” sözcüğü “kuruluşları” tamlananına bağlanamaz. Çünkü “özel” sözcüğü sıfattır. Bu nedenle “özel kuruluşları” ifadesi yanlıştır. Cümledeki bozukluğu gidermek için “özel” sözcüğünden sonra “kuruluşlar” sözü getirilmelidir: Özel kuruluşlar ve kamu kuruluşları iki gün tatil edildi. (doğru)

Derste belgisiz ve işaret sıfatlarını işledik. (yanlış) Derste belgisiz sıfatları ve işaret sıfatlarını işledik. ( doğru )

6. Bağlaç Yanlışları

Bağlaçlardan bazıları olumlu ve olumsuz yargıları birbirine bağlar. Bu duruma uymayan kullanımlarda anlatım bozukluğu meydana gelir.

Örnekler: Ahmet Bey oğlunu çok seviyor fakat bir dediğini iki etmiyordu.

Bu cümlede “fakat” kullanılması doğru değildir. “fakat” bağlacı bir olumlu yargıyla bir olumsuz yargıyı birbirine bağlar. Bu cümlede ise ilk yargı da olumludur. Bu yüzden “fakat” çıkarılmalı, yerine “ayrıca” bağlacı kullanılmadır:

Ahmet Bey oğlunu çok seviyor ayrıca bir dediğini iki etmiyordu. (doğru ) Ben yarın dışarı çıkamam, ama evde yapılacak bir sürü işim var. ( Yanlış ) Ben yarın dışarı çıkamam, çünkü evde yapılacak bir sürü işim var. ( doğru )

Not: Buraya kadar olan konular 21 Eylül- 30 Ekim tarihleri arasındaki 6 haftalık I. Ünite konularını kapsamaktadır.

Hazırlayanlar;

Türk Dili ve Edebiyatı Zümresi