acinin aktiĞi yer · dağılan eski bir şölen çözülen kalabalıkta suluboya kartpostallar...
TRANSCRIPT
1
2
ACININ AKTIĞI YER
Raif Özben
yazı kültürü
3
RAİF ÖZBEN
TOPLU ŞİİRLER
Yazı Kültürü
Yerel Süreli Yayın
Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Sedat Şanver ÖĞE
Yönetim Yeri: Atatürk Mahallesi, 927 sokak No. 4/ 1
Bornova/ İZMİR
0.507.801 22 37
ISSN: 2146-5290-21
BASKI ÖNCESİ HAZIRLIK YAZI KÜLTÜRÜ YAYINCILIK
BASKI
BASSARAY MATBAASI
SANAT CADDESİ NO: 1/5 ÇAMDİBİ İŞ MERKEZİ
ÇAMDİBİ/ İZMİR
0.232.457 71 48
BASKI TARİHİ
ARALIK 2017
4
5
TÖREN ŞİİRLERİ
6
7
ISSIZ TEGAZZÜL I Mahir Baranseli’nin anısına bir kentin gece aydınlığıdır kararmış gündüzlerimiz bir tutsak pazarındayız kenetlenmiş ellerimiz beynimiz acılı bilinç sağda solda suskun yaşam ateşten narteks içinde gider gelir kaderimiz herkes dizilir evlerde perdelerin diplerine dışarlarda kimseler yok arar durur gözlerimiz gün puslanır akşam yanar karanlıklar gelir gider içimizde paslı umut gelmeyen gündüzlerimiz birer oyuncak yaygıdır sokaklar caddeler yollar kimimiz nefti reoda bodrumda saklı kimimiz sopadır coptur akreptir boğma teli yılan zehri işkence araçlarıyla doğrulur bedenlerimiz gülünç kahramanlıklarla beslenirken içgüdünüz ağır acılar altından parıldar gecelerimiz farz edin ki birimizi en azından gece öldürebilir bu sizin yüreğinizse bizim de ölmediğimiz
8
ISSIZ TEGAZZÜL Il Özden Çelebi’ye birdenbire ışıklı bir boşlukta sönükleşir gözlerimiz günbatımlarında üşürüz daralır gecelerimiz bir çöl fırtınası gibi uğul uğul akar kentler gecikmiş hiçbir trenden inmez beklediklerimiz ayağımızın dibinden bile kavrasak dünyayı yeraltı karanlığında şaraptır hüzünlerimiz yalnızlığı doldurmayan gülüşlerle avunurken birinde bir şeyler arar uzar gider ellerimiz ne leylâ adı ne yseult gizlediğimiz çiçeğin unutulmuş bir tarlada çimliyor ektiklerimiz koptu gitti koptuk gittik/koptuk koptuk koptuk gittik bin bir köşede ezilip sızlıyor bir yerlerimiz ve bakarsın biri daha yitip gitmiş aramızdan kendi aydınlığımızda tutulmuştur dillerimiz
9
BİR GECE MONOLOĞU göçen onca candan eş dost şimdi de her yerdeler tanıklığına gelirler sorularla dinlenirler ayrılıkları kızgın bir burgudur döner durur bağrında ve yüreğini kanırtır kanırtıp yakar geçerler kuru gözlerle bangır bangır ağlarsın sessizliğinde sürekli için yıkılır döner sana gülümserler yüzleri hep seninledir sesleri eşsizlikleri düşlerinde gezinirler imgelemine girerler silindiklerinde bile yokluklarını duyarsın sonra bir boşluk içinden birden bire belirirler hepsi geceli gündüzlü anılarında yer tutar bazen sana güç verirler boğuntunu yeğniltirler ömür bir yerde bitse de bir başka yaşıyor giden onlar sana sevgilerle dirilmeyi öğretirler tüm mevsimlere uyumlu malsız mülksüz zenginlikle acı yüklü özleminden şu dünyaya eklenirler
10
ARKADAŞ Mahir Baranseli için senin yüzün ölüme uymazdı yüzün nerede baksana sığmıyor işte büyüdükçe hüzünlerde nasıl beyaza zorlansın buralarda yaşadığımız bu kara toyların şimdi sensiz döndüğü yerlerde iyi anla gene biziz uzak yakın orda burda sokaklarda otellerde yollarda otobüslerde hani insan ihanet gibi yaşarken bile ağlasa bize yeterdi gizli bir yerde aynı anda okunacak mektuplar gibi gizler nasıl da bekliyor gelişen bahçelerde bilmediğimiz savaşlar vurucu yabansılıklar gecelerde köpüklerde ve kıyısız denizlerde ve kıyısız denizlerde yalnızlık yepyeni bir şey küfredilecek bir yasa gürül gürül imgelerde bozgunlarla yaratılan bir sürgünü gel de anla arkadaşsız kelimesiz gene çok yalnız bir yerde bir genç kızın gözlerini senin için siliyorum sen hep bizimlesin diye şimdi ve geleceklerde bir çocuk doğsa bu sensin açılsa yaşam güzelce bir evde mi sokakta mı belki sonsuz trenlerde ölüm adlı bir imgeden soluğunu duyuyorum kim sorabilir ki raif mahir nerde mahir nerde
11
BİR TÖREN İLAHİSİ Ruhi Su için denecek ki van ellerinde dağlar öksüz bir çocuğa imrenip büyümüştür bir bebe ki yalnız doğmuş abdal yürümüş yüreğinde yöresinde inceden yollar yürümüş çorak çatlak vadilerden sırtında adana sıcağı işgal yarası sızılarla beslenip uzayan akarsular ine çıka derinleşen baş döndüren toroslar uzamış yatılı okul düşlerine titrerken öksüzler yurdu avlusunda bir yürek daha ırmaktan ırmağa ses kilimden kilime renk buluttan buluta söz akıp gelmiş süt olmuş ezgilerin memesine ve yalnızlık denen o büyük anne uzatmış o memeyi ağzına elleriyle büyümüş ankaralara doğru bir çocuk büyümüş kars’ta hakkâri’de istanbul’da uzarken sıradağlar örneği acılar alınmışlar bir yeniden sazının tellerine yumuşamış kıraçlar duygulanmış tarlalar gülüşler dalgalanmış fabrikalardan ve susuz yerlerde açan bir tür karanfil yürümüş başucunda dünyaya karşı bir destan dile gelince mutlaka denecek ki o senin karanfilindir
12
bilirim mutlaka söylenecektir alınmış abdesti gibi pir sultan’ın sana halkından geçen bir imanın yunusları karacaoğlanları çoğaldıkça milyonlarca ağızda o semahlar o zeybekler o ilahiler inanılmaz bir sevgiyle usuldan inanılmaz bir coşkuyla gümbür de gümbür sıcaklığınla büyümüş dost korolarda ve dünyadan taşan kalabalıkta bilirim mutlaka söylenecektir bilirim sen de duymuşsun mutlaka gecenin geç saatleri içinde bir opera dönüşünde örneğin söylenmemiş marşlar uğuldamışsa ankara’da soğukta yoksullukta ya da sesin kesilince radyoda o derinden mahpusluk türküsünü bir köroğlu alır bir dadaloğlu biri yol arar sesiyle zifiri karanlıkta
13
hangi gündüzden çıkmıştın o serez çarşısına çevrede konuşmanın görmenin yediği bozgun ve çiseleyen yağmuru duymadan sallanan ya da ölüm toprağında dinlenir gibi sırtüstü yatan kaç beden sanrılarla karıştırıldı ve kim bilir kaç türlü zulümle yaşadın sen seslerde ezgilerde umut çizgilerinde şimdi diri anılara dönüşen her şey bırakılırken insan denen emin ellere yürekten yüreğe akan acı su izlerinin büyüsüyle kutsanır bir bilinçtir günlerdir o ölüm ilânları taşar gazetelerden gönüllere taşınır tören sessizliğinden evlere ve büyük bir gündüzden yürününce yollara bilirim söylenecek mutlaka söylenecek denecek ki tören boyu susup bunu söyledi –öz yurdum içinde kaçıncı kere söyleyin bu kaçıncı vurdular beni
14
TUNCAY IŞIK İÇİN AĞIT Yalçın Çapan’a sevgiyle anı şimdi nereye aktığı belli olmayan bir azeri arastır gece yarısı içimizin dağlarında çayların yatağı kurur toprak derin derin çatlar dolaştığın dağlarda gerilerde ilkgençliğin attığı kement pekos bil çetesindeki çocukları çevreler ağızlarında dumanlardan yuva kuran türküler o çocuklar yavaş yavaş kaydılar gözlerinden soğuk bir kurşun kalıp gibi kaplarken seni o çocuklar nerelere gittiler karsçayı boylarınca çimlere çiçeklere uzun uzun bıraktığın selâmlar şimdi bir haberle kapımızı çalarken her güzelden el alıp her insandan ses veren ve usanıp ufak tefek kavgalardan dağlarca bir dil olmak isteyen senin yakınlığındır uzayan içimize mertliklerin para ile alınıp satıldığı bir dünyada kurt avında sürekli aranırken kötülüğü kurşunlardın bilinçsiz çöl içinde yüreğinde dostluğun en verimli bahçesi elindeki kadeh gibi savururdun yaşamı ve bir kadeh gibi kalbin kırılıp bütün zehirlerden arındığında gelip kapımızı çalardın nerede olsak uyusak uykumuzu dağıtırdı gülüşün yorgunsak dinlenir ve dirilirdik alnında ışıyan insan onuru elinde şolohov ciltleri ya da tilki postları sözünde dağlardan diri bir ceylân dolaşırdın kars’ı yönsüz yordamsız azeri bir aras gibi gece yarısı nereye aktığın belli değildi
15
dudağında karanlıktan yuva kuran türküler yüzünde katışıksız korunmuş sevgi nehrin kalın buzlarında yürürken büyük yalnızlığını görürdük gecelerde ve gündüzleri dağ ufuklarından bir merhaba gibi beklerdin bizi yoksul çiftliğinin mutluluğuna parıl parıl inen kar fırtınası bir rakıyla yeniden sislendiğinde insanlığın yorularak durduğu suskunluk setlerinde oturup dinlenirdik ve başlardı yeniden hırpalayıcı yaşam dağılırdı soframız mektup ucunda kalırdık nereye gitsek bir bağbozumu her yerde çözülüp dağılıyoruz her yerde alel acele yolcuyuz böyle birdenbire gözden mi kaçıyoruz kütüklüğünde patlamamış isyanlar sen dipdiri yaşarken dünyamızda soğuk nasıl sarıp yok eder seni nasıl candır bırakıp gider seni bitti mi uzaklık uzun mektuplar nehirlerin yatakları kuruyor anımızda
16
ağıt ölüm adındaki çürük ağacın çürümüş yaprağı değildir insan yaşamın en gizil bahçelerinde sensin çiçekler içinde dolaşan şimdi seninle akan ırmaklar birden ürperir acır/acısın/acının aktığı yerler bellidir
17
RUHİ GÖRÜNEY bir yere gitmiş olamaz dalga geçiyor yaşamla kendini gizleyerek keskin çizgiler telaşlı renkler altından duyuruyor en yeni sözünü bir balığın bilinçaltına saklanmış olmalı zehirli zıpkınlarıyla karanlık okyanuslardan vurup çıkarmak için tarihin vahşi yüzünü
18
NEJLÂ’NIN BÜTÜN KUŞLARI Kerem’e ve Saldıran’a nejlâ bütün kuşlarını uçurdu birdenbire kuşadası’nın en ağır neftî ağaçlarına göz atsınlar diye sessiz ağıtlarıyla toprağında çiçeklerle gülümseyen mezarına kesik ve kapkara bir ötüş iri bir baykuş aydınlığın içinde yarasa çığlıkları serçeler tiz bir sessizlik yokluk söz almış olmalı güvercinler birer haber hiçliğe çıkan dallarda martılar çığlıklarından dökülüyor denize dağlarda bir çağıltı bir keklik iniltisi dağılan eski bir şölen çözülen kalabalıkta suluboya kartpostallar atmış herkese nejlâ anımsasınlar diye kendisini ara sıra ve kuşlarıyla
19
söylesinler diye bütün renklerini şarkılarının giysilerinin mor eflatun pembe gülüşlerini resimlesinler diye yaşama sevincini devinen aydınlıkta geçirsinler diye tüm sevgisini annesiz çocuklara ulaşılamamış bir dünyanın ekvatorunda buluşsunlar diye dostluklarla arınılan olası bahçelerde yarattığı tüm kuşlar bir görünüp bir kayboluyor düşlediği yaşamın yakamozları uçuşlarında artık kendini bütünüyle o kuşlara bıraktı nejlâ gözlerimiz zaman zaman takılsın diye kanatlarına
20
METİN ÖZDEN İÇİN TÜRKÜ simav gediz kütahya istanbul eskişehir izmir köyleri kasabaları kentleri ırmaklarıyla buğday mısır tütün pancar pamuk tarlalarıyla ve fabrikalarıyla gittikçe bacaları tütmez olan çilesinden geçtiğin memleket ne kadar büyük en dişi türkülerin ruhuna bakıp dururdun görebildin mi hangi bakirenin tenindeydi aşkın yangını yürüdün anadolu adlı halkbilim kaynağını okuyarak otobüsler trenler uçaklar birer kağnı sarıköy’de rastladın mı tapduk’un yunus’una kimdi ayını görüyordu yerde ve hangi çırılçıplak kadının takısıydı özgürlüğün aynası hangi çerçeveye sığıyordu bütün evren tutkusu büyütüldükçe bu kadar küçülebilir mi dünya artık toprakla örtülmeye çalışılırken bile her şey sana iman eden felsefede kalan dahi ölüm yarası
21
RHEINLAND PFALZ’DA TÜRK ÇOCUKLARI koblenz’de bir Türk evidir merhaba duvarsız çatısız rhein boylarında okuldur kara dalgalı soğuklar ve gökyüzü kurşun renkli bir otağ ve gözler önünde nemli bir örtü derin bir ortaçağ gibi uğuldar hava oyun içinde öğrenir çocuklar pek öyle yumuşak değil bu mosel anne hırçın rhein’ın koynunda kaybolsa da bir birliğin taş anıtı önünde cinsel şırıltısıyla bulanık suyun oyundan oyuna geçer çocuklar sevinçten sevince geçişir acı dağılır bir güzün ıssızlığında mor eller çatlak dudaklar titrek gülüşler dökülür gibi frankfurt göğünden gece köhne boşlukta kımıldar gözleri koblenz’de türk çocukları… bacharach vadisinde çoğul bir yoksulluğa uzar anıları
22
gettoda kronik bronşit bir baba öksürükler arasında düş görür tam gömüldüğü sırada hasankale’de bulup getirmişlerdir sonunda nazlı’sını “baba affet” deyip deyip toprağına yapışır turgutçuğu yasadışı marklarla mermerciye koşar türbesi için baba ağlar karanlık mezarında speyer’de minyon bir fuarda küçücük kız annesi ve ablası dolaşırlar çıkışsız bir akşamı sapsarı burgacında kararan ufukların dolaşırlar bütün gök boşluğunu ölçüsüz bir türkçe ağızlarında anadilini küfürle taşır dudaklarında gymnasiumdan bir cafe girişine nerde heidelberg’deki bakire meryem nerde şu boyuna sırtını dönen kızlar dönüp dönüp bir kapıya bakar aylardır bir ahmet sıkışık durumdaki ilkgençliğiyle kilitler başarısını eskimiş çantasına gider gelir kaç kapıya bakar aylardır
23
özürlüler okulunda germersheim’de omuzunda boncuk gibi küçülmüş türkçe bir fatma çocuk bakınır çimenliklerden gözleri yıldız yıldız uslamlama bakınır almancanın duvarlarına bir 29 ekim gecesinde panoda çocuk yapısı türkiye nasıl da yakalamışlar toprağının rengini lâcivert yakıştırmışlar denizlerine ayyıldızla sarmışlar ankara’yı ayyıldızla atatürk’ü kendilerini ve art arda özgürlük sözlerini onuru kurtuluşu mutluluğu sarmışlar ayyıldızla dönüp dururlar türk ve alman ezgileri aynı korodan ikidilli çaydaçıra birçok dilli sıksara ve el ele çocuklar und kinder unutulmuş getttolar gestapolar ve “memleket” adlı bir alman şarkısıyla yurtsamaya keserken coşkulu şölenleri oyun içinde birden ayrımsar çocuklar dışarda aysız yıldızsız karanlık sabaha yine çok puslu almanya
24
12 EYLÜL GÜNLERİNDE ŞİMDİKİ ZAMAN KİPLERİ evimizi çiçeklerle donatıyoruz sokakta çocukların çığlık atıyor pencerenin yanında süngü ve dipçik bir ses bütün oyunları evlere süpürüyor birden karşıdaki verimli bir tarlaya haki elbiselerle su sıkılıyor
25
aslında yaşam süregidiyor sanılsa da ekmek bile çoğu kez korkuyla çiğneniyor insanlar işlerine güçlerine açık hava koridorlarından geçip gidiyor kulluk var direnme yok çün osmanlıyuz az çok kimileri camlarda bile korkarak gülümsüyor bir meczup gibi başı önde gözlerinde tilki bakışı kaypak bir din tacirine mihraplar açılıyor kiminin başı koparılmış kimi ipte sallanıyor kimileriyse şükrün ve zikrin esrikliğinde eylem donuyor zaman dondu tarih dondu donacak/ çıt yok ama yere damla düşse ülke gümbürdeyecek
26
27
SEVGİNİN AKTIĞI YER
Birinci Basım: Yazko, İstanbul: 1985 İkinci Basım: Etki, İzmir: 1996
28
29
şüheda’ya
30
31
SENİNLEDİR
32
33
SENİNLEDİR
haydi kaldır başını bu yollar seninledir
mordikenler.. hayıtlar.. zakkumlar seninledir
binlerce yıl daha sende kök salar bıraksan acı
sevinçler gibi boy atan bu ağaçlar seninledir
hüznü sigara dumanı gibi maviye karıştır
kırlangıç.. güvercin.. martı.. bütün kuşlar seninledir
gölgeler ve karanlıklar birbirine dönüşürken
geceden geceye kalan parıltılar seninledir
bir ormandan daha rahat yakılan ortadoğu’da
ateşler içinden çıkan o çocuklar seninledir
ölüdeniz barışçıldır… katrancı… gökova… turunç…
daha nice serinlikler bütün sular seninledir
seninledir her yüreği düzeltebilen aydınlık
özlemi bir cennet olan ayrılıklar seninledir
34
YOLCULUK ANISI
belleğimde bir menekşe bahçesi
ve çözülüp toplanan kadınlığın
yolların bitimsiz çoğulluğunda
dağlarla el sallayan yalnızlığın
gittikçe sayrı hüzünlerden ağır ağır
bir iç okşamasıdır yakınlığın
bütün serüvenlerimle uyudum gözlerinde
serdiğin bir yataktır uzaklığın
gece de arkadaşımdı devrildi gitti
akışan sabahtır yumuşaklığın
35
GECE YİRMİ ÜÇ GAZELİ
bir çılgının yazılamayan uzun gizli günlüğünde
yaşanır gelişir biri korkunç sayfalar içinde
leylak leylak anılsa da suyu çekilmiş sevgiler
kurur cılız insanların iğreti bitkilerinde
bozuk içkiler örneği döküp saçtığım bir şeyler
cam kırığı anılardır belleğin sinirlerinde
sesinden seslerle gece örülü sonsuz bir boşluk
yıldız yıldız kımıldarken yüzünün enginliğinde
kendi toprağında yalnız biri güler karanlıkta
ve insanları diriltir işkence ölümlerinde
ve çok uzak bir izmir’le uzar çoğalır yokluğun
bir ısı buzları kırar soğuk kars gecelerinde
bana yaktığın o ateş senin altın yüreğindir
çoğalıyor dünya denen bir şömine üzerinde
içimizden hiçbir dile sığmayan bir ışık yansır
yaşam adlı giysimizin en alıngan renklerinde
36
BİR KIRGINLIK ŞİİRİ
hâlâ gidiyor musun o karışık caddelerden uzun yollardan
yanında kimler var gerilerde kalmış uzun yıllardan
içlerinde yabansı otların üreyen ağırlığı
gene insanlar gürül gürül akışıyor aynı bulvardan
içimizde bin bir insan ayırdı su ve toprağı
ne dünyalar çoğalıyor insanlarda kalanlardan
kımıldayışın
gülüşün
ve kopup giden ellerin
bozkır gibi yalnızlığı çiğneyip geçtim ardından
yokluğunun gözesinde söylen söylen çimlenirken
bir şey denizlerle yitti dokunaklı yağmurlardan
sonra sevinçler sevgiler bizleri aşan acılar
iyi yüzlü sevgililer sessiz yordamsız yanılan
yaşanıldı ve geçildi kırgın yanılsamalardan
sanrıları yok ederek yaşamın enginliğinde
büyülü bir giz olarak duyuldun ağır anlardan
duyuyor musun çok ağır bir dünyada yaşarken bile
sevgi acı bir söz gibi halkalanır uzaklardan
belleğin yürekleşen dirimini duyuyor musun
yaşama yeni şeyler katıyor anılardan
yoksa hâlâ gidiyor musun/şöyle bir yerde durdun mu/
tut/sıkı tut yüreğini düşmesin/yüreğin benim
kırılır tuz buz olur geçerken bulvarlardan
37
YİTİK SEVGİLİ
çocukların kuşların bulutun yağmurlu sesi
boyuna yer değiştirip dururken
serin bir yel günah yıkar gibi yalar yüzleri
kendi kendinden süzülüp doğaya dönüşür tarih
herkes nerdeyse birbirini sevecektir/ ve bu
çoklarının kendinden bilerek gizlediği
öteki adındır senin
senin öteki adındır önümde duran
karanfiller güller leylâklar ve gökyüzü
kaçışan serçeler beklenmedik menekşeler
çıldıran tomurcuklarla el ele yürüyenler
sonra sevecen anne kösnül yosma hünsa öğrenci
gelir renk renk ışıklara karışır
artık her gülümseyişte adın çağrılır
evrenin gizleriyle açılan yüzün
bir özlemdir/ağzımı kurutur gözlerimi buğular
ışık ışık dolarsın gizliliğime
ellerinden sesinden solumandan
bedenimin belleğinde çözülen deniz
yosun dilli bir çağrıdır erteleneni fısıldar
yüreğim kurtulur dikenli tellerinden
seni düşünürüm nerelerde, kimlerde, nelerdesin kaç dikenli telde kanar yüreğin
nasıl bir gökyüzüdür mutluluğun
karanfilin gülün leylâğın nasıldır senin
-insan kanıyla yüreğini serinleten
çerden çöpten kimselere kalmaz bu dünya
belki günlerimiz bir cehennemden geçiyor-
seni düşünürüm yeryüzünün her kuytusunda
kutsanmış bütün yalanlar buharlaşırken
birdenbire açılan hava gibisin
kırık dökük yollar değil yaşadığımız
bilgilerden sızan bir gelecektir
kırar döker kırgınlığın yanılsamalarını
38
unutulur unutulur unutulur bir şeyler
bir şeyleri unutmak senin adındır
ve unutmamak senin öteki adındır
düşlerin ve insanın düzensizliğinde
mantık mazgalında çürüyen beyinler
adını yokülke diye satar ucuz pazarlarında
oysa herkesin insan yanında sen varsın
dostumun elini sıkarken sana dokunuyorum
sımsıcak sabahladığımızın her şeyinde
biriyle birkaçıyla birçoğuyla
milyarlarla bir şeyler paylaştığım
beyinlerden özgür bir fıskiyede
sonsuz tohumlanışında varlığın
evrenin devingen mutlu dokusu
sevgiyle yakaladığım yeni doğamız
yüreğimde duyduğum ölümsüz ısı
her şey evet sanki her şey
-çiçek çiçek açan serpen üreten-
her şey senin öteki adındır.
39
ÖZLEM
I
gözlerinin ışığında bir çılgın çocuk
senin de benim de çok ötemdedir
ölümsüz gök mavisi kadar somutlaşıyor
ağlıyor çünkü sancılı yerdedir
40
II
çiçekler bir sevginin yetersiz sözleridir
bu içkiler bu renkler geri gitse
karşımda düzelmiş bir dünya gibi oturuşuna
gelse bir çocuk sonsuz bir sevinç eklese
41
ACININ AKTIĞI YER
42
43
DOST MAHŞERİ
ölüm ağır ağır duyulan bir soğuksa siz nerdesiniz
ellerim kayalardan koptu kopuyor ah bir bilseniz
boşluklardan tarihi olan bu kentte birdenbire düşülür
ölünür karışık bir trafiği düzeltmese gülüşleriniz
dışarda yapay fırtınaların gülünç ıvır zıvırı
içerde içki durgunluğunda bekleyen bir şeyiniz
sayrı gözlerimde buğu buğu aşk çağrışımı
sevgisiz yüzler üstünden bulut bulut geçersiniz
ağlasam biri de ağlayacak uzaklarda
sonsuz özlemlerle yüklü ve bekleyen gözleriniz
biz o sürgünler miyiz masallarla engellenen
serüvensiz kaygılarda yıprandıkça her yeriniz
anlamı ateş ve gül tadında bir imdir yürekler için
dünyaya ve tarihe usul usul geçmekte iken sevginiz
hep bir akşam toplanıp bana gelseniz sığar mısınız türkiye’me
anlatılsa masal bitti duyumsandı gerçeğiniz
44
TRABZON EBRU
Gündoğdu Sanımer’e
akşam hamiyet yüceses şerif içli necati tokyay
bir plâkla döndü durdu karardı gökte dolunay
eski mûsikıdir ama çok anlayan bile anlamaz artık
taranır ses taranır sis ebrûda yeni bir olay
“koparan sinemi” tut ki yosun tutan bu karanlık
dost elinden de vurulduk yarelendik dile kolay
yeşil tepeleri göğü birer torba toprak boya
toz toz dökülüp uçuşan elverişsiz bir anı say
gelişigüzel döllendi çoğaldı bu kara amip
sularımız zehirlendi pusularda gerildi yay
kan ve mavi kan ve mavi sarı kara renk çıkmazı
sokaklar kitreli tekne sözlerimiz acı alay
şal ve tarak ebrûlarda karıştır dar caddeleri
insan yerine bir güle fısıldamak daha kolay
tiz bir sesten bağırmıştık yaralı yüreğimizi
çek tarağı incesaza kanasın kara dolunay
45
BİTMEYEN
günbatımını bekleyen öğle içinde
bilinçsiz enginliğinde belki de senin
dural yargıların parçalandığı
sözcüklerin kesilip dilim dilim
dağılıp ses olduğu saatler
yumuşak bir uykunun içinden geçiyorsun
içini bir serinlik gibi yayarak kıyılara
ve bitkilerin dibine su gibi
baygın bir mutluluğu indirerek
bir yanın akdeniz’e gel-gitli
bir yanın sisli tepelerin arkasında
dağlara denizlere ve göklere
mavilere köpüklere kayalıklara
serin bir uykunun içinden doğruluyorsun
46
kuytulardan anılar taşıyan parmakların
kumlara ve göklere dokundukça
kendini titremleyen sesleri çiziyorsun
gözlerinde batan güneş doğan ay
bedenin parıl parıl yıldız çevrili
tuhaf bir uykudan doğruluyorsun
değişmiş bir çığlık gibidir kıyı
yaşama sevincini dalgaların
bastırıp susturan bütün denizi
uzayan bir çığlık gibidir kıyı
ve içinde kendini buluyorsun
alıp bütün yolculukları yedeğine
yepyeni bir yolculuk aranıyorsun
içinden dışından tutup elimi
çılgınca koşuyorsun bütün kumsalı
önünde sazları besleyen dalyan boğazı
yılanı kurbağası yengeci balığıyla
bir yaşama dolambacı kamışlar arasında
gizli bir defter gibi sokulur belleğine
gezginlerin renk renk gülüşleriyle
denize ve göle bakan birayla
yaşanan bir bellektir dalyan boğazı
kral mezarlarından doğrulan yaşlı eros
tanrı değil tanık gibi izliyor bizi
pis kokan bencillik gömleklerini
bir çırpıda değiştiren bir büyü
ikimizi yeniden bir şiire sokuyor
47
sen tuhaf bir uykunun içinde yürüyorsun
yedeğinde çok denenmiş birtakım yolculuklar
oturup biraları döküyorsun
döktükçe bir şeyler büyür diyorsun
döktükçe bir testi bir testi daha
çağlayanlar gibi boşaltıyorsun
ve bakıyorsun akşamdır/bir garipliktir
kalkıyorsun korkunç güzel günbatımında
acı çeken dünyayı dolaşıyorsun
48
SUÇLU
temiz bir yürek ne demektir her akşam
odalarda
ne demektir bu yalnızlığım
49
SAİT FAİK SONRASI
ilkin
belli belirsiz bir devinimdir
sesler renkler biçimlerle
kıpırdar bütün varlıklarında yeryüzünün
çeker insanı birdenbire
bir dudak sesinden bir dalga sesine
savrulur gider bir bilinç
dosttur gelene gidene
sonra
paralar makyaj takımları otomobiller söz gelimi
taşınırken doğanın bir yerine
aldırışsız bir göçmen kuştur
ve menekşenin renginde ilkel botanik
ve zorlanan biyolojidir
bir çiçek bahçesi mahkumunun gülüşünde
fakat bir gün
bir gün hiç kimse bir yere kaçamayacaktır
sürekli buralarda olmalıyız biz
yani cehennemin içinde
şeddat’ın irem bağları yanarken
cennet bizimle dolaşmalıdır
50
biz ki
gökyüzü gökyüzümüzdür
tarlalar tarlalarımız yağmurlar yağmurlarımız
bizimdir adı sevgi olan şey
esrimiş bir şiir gibi darmadağın mutluluk
ve yaralar sızılar sancılar
acılarımız
kan defnesinden
ve gözyaşı sesinden
çağlarla tamamlanacak bir çelenk
oksijendir kesilen havamıza
ve yaşamak her yerde bizimledir
sonra
sonra coşkularda bile bir yanılgıdır
hiç ama hiç
hiç mi hiç
sanki hiç olmamıştır
ve birdenbire bir şarkıdır gökova’da
ardı sıra bütün ormanları çekip götüren
azmak sularını okaliptüslü yolları
gök bitkilere koşut muştulu bulutları
çiğ çiğ içimize düşen incelikleri
ölü kalıntılardaki dirimi bulan
51
ahtapotları mavide yılanı kavında tutan
doğayı her yeniden yerli yerine koyan
her rengin her sesin her biçimin belgisiyle
kanatları sonsuz bir anka kimliğinde
yüreğimizin soyunu koruyan ve özenle sürdüren
denizlerden dağlardan ovalardan geçerek
herkese kendisinden bir şeyler sunan
kimi gürül gürül çağlayan
kimi derinden derine sızı
sözcükleri ışık ışık renklerden damıtan
bir şarkıdır herkesin sevinci adına
oralarda
sevgili bir ağızda
ve ağzımızda
52
DÖRTLÜK
işte birdenbire gelmiş gibiyiz dünyaya
gitmiyoruz hemen ama belli ki gideceğiz
acıların toplamını sürekli eksilterek
eldeki mutluluğu herkese böleceğiz
53
AKŞAMSEFASI
akşam boydan boya kuşadası kumsallarında
bir akşamsefası insan insan açılıp çoğalıyor
tırmanıyor bir pansiyonun yüksek duvarlarına fakat
renk renk gülen bir yürekte pembesini bulamıyor
54
LEİTMOTİV
bir kadını kandırdılar ne güzel dedi
sözler inceldi karıştı o güzel dedi
bütün gözeneklerini kapladığında yalan
esrimişti son olarak çok güzel dedi
55
YAŞAYAN BİR KADIN İÇİN TANIKLIK DENEMESİ
kentin terli giysisini üzerinden atarak
soyunarak soyunarak ve soyunarak
bir kadın boğulmaktan kurtuluyor
kendini engin sulara atarak
biri hemen çıkış yolu imliyor
çok uzaktan bir ufuk kullanarak
otel gecelerine çok uyumlu bir kadın
gel diyor kendi ipini atarak
bir başkası çıplaklığına dalmış
birkaç günlük ara konak olarak
bikinisi dua ile açılıp kapanan kız
ürküyor tövbe diyor boşluğa haykırarak
sonunda bütün kumsal balkon gibi
denize dökülüyor sallanarak
ve ölümün kurtarma ekibi gibi dalgalar
çekiliyor olayı “kurtuldu” diye yazarak
o hâlâ gözleri açık dudağında aşk
herkesi esenliyor başı morgdan sarkarak
56
57
AKDENİZ DÖRTLÜKLERİ
58
59
I
akdeniz’in tuzunda hayıt çiçeği
bir köpüğü renklendirir adı ne
istek yangınlarımızın türkülü tadı
dilimden diline aktı gelsene
60
II
dalgalar bir içeriğin sancısı
kimi seste kimi mavi kimi de akta
dağ yeşilliğinde binlerce söz var
eşsiz bir dünyayı gözler uzakta
61
III
o mutlu dalyan gecelerim sokulun bana
gelsin akdeniz’in güzelim serinliği
ben hatalar içinde bile seven insanım
gelin sevenlere duyurun bu inceliği
62
IV
insan kendisinde görülmek istenmeyen değildir
ne görmüşsek odur tutan dağları ovaları
bütün hatalar kabuktur böyle bir sevgi için
bir yerlerde bir kırgınlık ters çevirse de yolları
63
V
seni bir yatakta dalgın düşünüyorum
sevgiden ve kırgınlıktan baygın düşünüyorum
uzanmak istiyorum yanına bütün sevgimle
yavaştan ikimiz olan yangın düşünüyorum
64
VI
seni binerce yıldızla gönderdim
sense binlerce yıldız bıraktın bana
çıldırırsam sevgiden bu karanlıkta
esirge sakın öldürme yüreğimi bıraktım sana
65
VII
gece içim bir deniz gibi açılıyor
hangi boşluğa sığabilirim
bir el ılık ılık çiziyor kıyılarımı
bu sevgide susup kalabilirim
66
VIII
elini uzatıp içime bırakıyorsun
ben nereye sığdıracağım bu sevgiyi
bir damla gözyaşı gibi gelip geçemeyiz biz
bütün insanlar alır mı başarabilsem vermeyi
67
IX
ay yok oldu fakat yıldızın duruyor
batmayacak bütün ışıklarla duruyor
vuruyor yüreğimin karanlık yerlerine
bir delişmen çocuk gibi ağlıyor
68
X
karanlığa kızmıyorum sen varsın
esriyip de sızmıyorum sen varsın
belki bütün dostlar çıldırırdı bilseler
sevgiyle soluyan dünya kadarsın
69
XI
yıldızlar sökülmemiş bir ilkçağ yazıtı
anlamında öykü öykü sen varsın
belki okunduğunda ben yok olurum
anılarda öpüş öpüş kanarsın
70
XII
gecenin çoğulluğundan ürkmüyorum
bir halk gibi direnç veriyor bana
unutuyorum bütün bir umutsuzluğu
bir muştu gibi ulaşmalıyım sana
71
XIII
karanlıklar içinde çok şey söylendi
sigara ışığına bile ateş edildi
yıldızlardan utanmadı katiller
sanki bunca sevgi boş üretildi
72
XIV
hiçbir dille harcayamam günbatımını
herkesi ona getirmek isterim
kimselerin olmadığı yalnızlıklarda
senin dalıp gidişini özlerim
73
XV
iyi ki göğsümdesin ah yüreğim
bıraksam sığmayacaksın evrene
şu deniz gibi dalgalan yetmez mi
durulup kendi kendine yetsene
74
75
ASYALI AYYAŞ
Birinci Baskı: Can Yayınları, İstanbul: 2000
76
77
Bizleri yangılarla bırakıp giden sevgili kardeşim
Birhan Özben’in anısına
78
79
ASYALI AYYAŞ
80
81
I. asyalı ayyaş
sesi soluğu sorusuyla
ıssız bir salonda yanan sobanın
dağılan sıcak fısıltısı çatırdıyor
çat diye düşüyor içinden bir şey
-bu adam çürümüş diyor kendi kendine-
ve ateşli bir kül
kül rengi umutsuzluk
ve mavi sancılı bir yangın
işte uzayıp gidiyor sorusu
-hangisi yaşamın tortusu
-hangisi gerçek uğultusu
82
ve ateşli bir kül gibi içinde rakı
masaları ilkyazla filizlenen bir kıyı kahvesinde
şen şakrak seslerin içinde çıkıp gidiyor
denize uzanıyor/ boş göğe yükseliyor: boş
içinde yattıktan sonraki boşluk
bir kadını anımsıyor umulmadık bir yerde
bütün ışıkları çamurlu pembe
derisinin üstünü kaba sözlerle örtmüş
çekmiş yüreğini içinin en gizli yerine
susuz bir çiçek gibi çekilmiş kendi kendine
konuştu: sözcükleri kapkara/ kömür
sobayı kapadı ve soyundu
soyundu göbeğinde bir titreme
soyundu hâlâ utanan göğüslerini
soyundu hiç verilmeyen bir şeyini
sustu: sessizliği çakılan kibrit
sıkışıp kalmış uğultuların içinde
gitmiş gelmiş ve silinmiş her yerde
ve bir halka daha çoğaldı uzun sorusu
-bu kadın hangi bulutun yağmur sorusu
83
işte eşler sevgililer metresler ordusu
zamanın bayat ırmağında belli belirsiz akıp geçtiler gölgeli şatolar… güneşli saraylar… gotik kentler…
içinden hortladı hamlet’in hiçlik duygusu
çat diye bir şey düştü: toparlak oktay
yüzünde sonu gelmez bir yaşam tutkusu
çat diye semih’in dikenli yüzü
çat diye bir çıtkırıldımın gür kıllı bacakları patır patır döküldüler toprağa
anıları bir bulutun uçup yitme korkusu
-ne demek yaşamın tortusu
-ne demek gerçek uğultusu
84
asmalımescit’te bir meyhanede
bir kadın eski bir nefretin gizli dokusu
ak teni ak giysisi kumral saçıyla
son olarak gözleri şimşek gibi
elinde çok büyük bir rakı şişesi
oturup onunla içmese olmaz mıydı
yakışıksız uzanmasa gizliliğine
ve surları kendi içine düşen
bir kale ağırlığında yutmasaydı dişini
kanlı ağız öfkeli yüz bir sürü bakış
tahta çardak gibi dört bir yanından
bir soğuk dalıp durmasa içine
ağzı köpüklü yaşlı bir deve
kamburlaşıp durmasa istiklâl caddesi’nde
ve taksim’de bir meyhane önünden
kaçıp giden o fareyi anımsamasa
85
gelse yine çıtkırıldım o güzel presyöz
zaman zaman kendini yüksek yerlere çeken
ve patlattığı şampanyaların köpüğünde
serinlenip serinlenip kendini veren
bakıp sarayının penceresinden
taksim kalabalığına geniş geniş küfreden
o kadınla ege kıyılarına akdeniz’e
deniz aşırı ülkelere yönelse
o kadın ölmese ne vardı sanki
bir kansere uyarak çekip gitmese
sabahın bulanık saatinde
çıksa yine öyle mis sokağı’ndan
arkasında kömür tozu karası
eti solucan sarısı saçları saman
usanmış dökülen bir yüz baygın bir bakış
86
yürüse duvarlara tutunarak
yürüse kir tutmayan şiir gibi
ve izlese arkasından onu yavaşça
sevecen sevecen biraz da cinsel
saçlarından gerdanından sırtından
kırık dökük hallerinden her yanından
yine şiir gereçleri toplarken
kayboluverse öyle birdenbire
kadıköy iskelesi’nde yeşil bir söğüt
yüksekkaldırım’da ak bir solucan
şu fare kaçıp durmasa önünden
unutsa kovukları pansiyonları
bir dev masalı başlatsa örneğin
dağları ovaları hiçe sayan
adımları kentten kente uzayan
bulut yiyen yağmur içen bir dev masalı
87
şöyle tuttu mu hitler’i mitleri falan
bütün ülkeleriyle avuçlarında sıkan
uzun kollu bol karınlı zeus gibi zampara
ataerkil bir dev ki kadın özgürlüğünü
yattığı kadınların üstlerinde savunur
olympos’ta zaman zaman kahkaha atar
himalayalar’da sonsuz bir karanlığa
konya ovası’nda kendine bakar
asyalıdır onurludur en çok cem’i sevmiştir
demokrattır dionysos mevlâna hayyam
hatta phallus simgeli eğlence alayları
hatta etten yapılmış heykelleri venüs’ün
içinde dolup taşan kırmızı bir kadehte
erden bir ölümsüzlük içinde yaşar
bir de helena’sı vardır ki ne paris
ne de menelaos el sürmüştür üstüne
ne de euripides bilir temizliğini
88
tadılmadık bir bedende eksizsiz bir yüz
gök gözü sarı saçı ince boynuyla
durulmuş denizlere benzeyen bir içi vardır
elleri güzel elleri sonsuz elleri
aynı kırmızı kadehten birini taşır
pagandır hıristiyandır müslümandır
kimi de bütün yolları budha’ya çıkar
tanrısız bir din kurar güzelliğinden
masallardan kurtulmuştur terliyordur bir yerde
courtois aşklarından makyajı vardır
çağdaştır bütünüyle içgiysileri
kadehiyle yaklaşır ve kaybolur
çoğalır kayboldukça eski susuzluk
kanlı terli bulanık kanıksanmış
sıcak bir bataklıkta duyumsanan
rezil kepaze uyuz bir susuzluk
ve çocuk sesleri bıkkınlık uykusuzluk
ne kalır elde eski bir aşktan
89
aslı’nın cennetlik eti kerem’in dünyalık ahı
ağır gelir birdenbire değiştirir her şeyi
işte koca dev cılız çöp gibi bir şey oluyor
eskiyip gidiyor yeni helena
oturup bir aşk şiirine başlıyor
hep birinin beklenişinden yola çıkıyor
diyor ki seni bekleyen şiirde ferhat
toprağı taze kalmış bir ölüdür
ve şirin canım şirin güzelim şirin
bir çekimlik yüz fotoğrafıdır artık
ölümsüz pandora’nın kamerasında
90
ve hüsrev
ölümlü bir hollywood yıldızının eskiyen yatağında
telefona petrollerini soruyor
ne kalır sanki elde hiç yaşanmayan aşktan
gider gelir kendine döner insan
tarlabaşı’ndan bir akıntı edinir
çiçekpasajı’nda birkaç kere yunus emre’dir
birkaç kere de o kadın aksaray’daki kadın
valde camii’nde tabut başından ayrılıp
geçidin kalabalığında kaybolan
boynunda kirli yazması dişi kovboy yüzüyle
loş ışıklı bir evde maslak’ta sözgelimi
çığlık çığlık kızlarına sövüyor
sözcüleri leş kurtları gibi düşüyor
mor kara pis bir boşluğa düşüyor
pis bir koku başlıyor kendisinden
91
dalıyor: kumburaz’da arı bir deniz
çıkıyor: birdenbire küçükçekmece
giriyor: pembe bir dünya gereksiz mırıltılar
masalar adamlar kadınlar bulanıyor
bakıyor: bir şeyi kalmış bodur bir esmer
son olarak son kısmını açıyor
çıkıyor: zınk diye bir taksi
iniyor: aksaray’da bir meyhane
dalıyor: çerçeveleri calanmış bir salon
nedir bu adamların aslı astarı
nedir masalara dolan çilli aydınlık
kim bu denizkızı dedikleri ses
92
şu adam ne anlatıyor şu adama
neden kadehini kırdı şu adam
elindeki kan neyi anlatır
neyi anlatır allasen şu dünyaya
nedir bu hâlimizin aslı astarı
bırak kendini diyor galip dede’miz
yani tedbirini terk eyle
yani takdirimiz yoktur
yani ellerimiz yüzümüz ayaklarımız
yani hiçbir şeyimiz yoktur
yani biz yokuz örneğin ben sait’le konuşmadım
yüzünden o gülüş sarkmamıştır hiç
boş yere körükledi yüreğini
boş yere sonra tuh diye tükürdü
adanın ortasına uluorta ve boş yere
gümbür gümbür küfretti dünyaya
93
boşa düğmelendi bunca ceketler
boş yere fular taktık boynumuza
ölüm bile boş yere el attı bize
yani biz şimdi hiç denen bir yerdeyiz
yanı dışarı çıkmak bile gereksiz
bir türbeymiş de kalbi şuna baksana
gelen ağlar giden ağlarmış
94
çıkıyor: kentin içinde bir kent arıyor
önünde kum kum kararmış bir ankara göğü
sağ omuzu gökdelen’e değiyor
solunda ulus’tan beri gelen bir kumarhane
uzuyor ziya gökalp caddesi’nde
her aralığı anadolu’dan gelen
bir kent oluveriyor birdenbire
uzuyor genişliyor bol ışıklar içinde
95
bir adres aranıyor küçük bir kentte
babıali’yi andıran iniş yokuş bir yerde
erdemi bacaklarına inmiş bön bir kadının
çağırdığı bol pörsük terlemiş etli
bir incelikler evine giriyor
çıkıyor ki sabahın utançtan yüzü kızarmış
yapışkan sevimsiz bir kokuyu soluyor
yürüyor yürüyor bir türlü kaybolmuyor
bakıyor bir çocuk elindeki gazetelerde
yadırganan bir ölümü gezdiriyor sessizce
kendini birtakım adreslere bölüyor
herkesi bağışlayarak bölüyor
96
soruyor: biri çekip itmiş hay ile huy üzere
biriyse hâlâ biyolojiden bir tanrı üretiyor
ve tanrıtanımaz iyi yüzlü bir eyyub
hâlâ kendince bir şeyler yazıp duruyor
biri de marx’tan saint simon’dan vedalar’dan
osmanlı’dan ve tanzimat’tan ötürü
gözlerini bilgisiyle kör etmiş
şaşkın bir deniz olarak dalgalanıyor
biri edebiyat programından birkaç kadın aşırmış
kaç gündür birahaneye koşuyor
bir başkası şifasız otlarıyla yaprak yaprak
ve ağır bir ritimle kendisini açıyor
biri örneksemelere boğduğu şaşkınlarla
yıllardır düşünür olarak dolaşıyor
biri dostluk diye diye tozup gidiyor
biri latin olmak için kuduruyor nerdeyse
biri de şeyhinin manevî ellerinde
düşe dalmış kendini kırbaçlatıyor
97
biri ilkel toplumlarda takılmış kalmış
diğeri oturmuş cinayetlere şaşıyor
biri bozuk aşılarla bozuyor kendisini
bir başkasının üstünden bütün trenler geçiyor
sıyırıyor kendini bütün bildiklerinden
önünden yine o fare kaçıyor
bir kahraman arıyor eskilerden
şenferâ’yı görüyor arabistan çölünde
tutkuları bütün atlarla yarışan
kemikleri hançer gözleri zehir
gözüpek bir cani kendi kendinin adamı
anıtlaşan bir bedevî
ki bedeni
bütün kadınları işgal edebilir
çünkü kadınlar
uydurma her yağmurda yıkanabilirler
bütün evreni karşılayabilir tenleri
98
erkeklerse
birer yağmur damlasıdırlar
ya da yayılmak isteyen bir deniz
yağmursuz bir çöl gibi yanmasın diye kadınlar
zaman zaman bir olup çoğalırlar
dönerler yıldızlardan bir yerlerden
ayışığına eğilip ıssız sularda
gece içinde gündüzler bulurlar
kimi de serçe kanatlı sevincin
küçücük çırpınışından bir rüzgâra
tutunup sallanırlar uzun süre
sonra da pat diye düşüverirler
99
bir şenfera kalır ayakta dimdik
geçer keleopatra’nın dişi anılarından
gelir bir presyözü gömer taş yüreğiyle
bütün servilerde beyaza kesmiş
nefti ile değişen tuhaf bir soğuk
taze toprağa ve yüzlere doluyor
üsküdar sokaklarında uzun süre akıyor
ve bütün istanbul kendisiyle
insanlar soğuk sular gibi akıyor
yüzler gözler saçlar göğüsler falan
derken bütün kadınların ortasına düşüyor
serviler mezar taşları yavaştan silinirken
nasıl da fıkırdıyor içinde ılık sular
yürüyor: genel bir kapıda kanıksanmış bir türkü
yinelenmiş bayatlamış bozuk bir türkü
birden kendi sözlük anlamı olup çıkıyor
100
yürüyor bir harita çiziyor kendisine
kentleri ve köyleri çöl ortasında
kumsalları hiç uğruna dolup boşalan
boş yere gelgitlenen körfezlenen
karaları kirli deniz denizleri kirli kara
doğasız bir haritayı çizip bozuyor
anılarda bir şeyler çürüyüp dökülüyor
çıtır çıtır kırılıyor bir şeyler
çatur çutur yanan bütün ormanlar
buz gibi bir sessizliğe dönüyor
servi boy keman kaş inci diş mim ağız
ince bel halkalı saç donuk bir biblo
ne sevgili ne bir kadın
donuk bir biblo
çat diye düşüp kırılıyor ortalıkta
ve yavaştan donuyor bütün sular
bütün devinimler her şey donuyor
masa… kalem… kâğıtlar…
kitaplar… resimler… duvarlar…
101
dışarıda bir kapının üstüne kapanışı
perdelerin panjurların yavaştan çekilişi
huzurevi kapısında güllere bakan anne
bir babanın indirdiği ağır bir tokat
karanlık bir geceye düşen bellek
gözlerine takılan yeni harman kutusu
dumanaltı olmuş ve donup kalmış
örtünmüş bir kadına dönen güzelim dünya
soyunuyor yeniden ağır ağır
kalçalardan ibaret dönüp duruyor
kaplıyor belleğin bütün yetilerini
önündeki küllüğü savuruyor sobaya
dökülüyor içinin bütün pencereleri
ve beklenmedik bir baş dönmesi
pat diye sandalyesine düşüyor
çat diye düşüyor içinden bir şey
kalkıyor kalkıyor kalktıkça dökülüyor
102
çıkıyor bir gar lokantası genişliği
bir rakı tadıyla çoğalıyor sorusu
-ne küçük şeymiş şu ünlü ölüm korkusu
-ve nerede yaşamın ürperten uğultusu
103
II. kendini ölememek
bütün yolculukları bir abonman bileti kadar küçülmüş
daralmış yüreğiyle
sıkışıp kalmış avuçlarının içine
şu masada oturan adam kendi kendinin
otopsisini yapan bir başkasıdır
ilkin
kaldırıp göz kapaklarını
günışığını düşürüyor içine
sonra da perde gibi indirerek onları
katledilmiş falan değildir diyor
burda sabahlamıştır
hücre hücre kapıları vardır yaşama
içeri giremezseniz dışardan bakın
işte başı kımıldıyor ayakları oynuyor
kaldırın çenesindeki dirence bakın
104
çoktandır çökük bir evdir kendine göre
çevresinde içinin bahçesi vardır
her yerde bahçesi vardır gezerken
insanları sürekli dışında dolaşmıştır
bırakın iç odalarını dışından bakın
canlıdır yaşıyordur dokunun bakın
içindeki gölleri boşaltmaya tasları yetmediğinden
iyice yorgundur ama yaşıyordur dikkatle bakın
siz onu üstelik tanırsınızdır
iyice bakın trenlerde otobüslerde
gözleri buğulu olur pencerelerde
ya da bir dilenciden bir şeyler alır
ya da ne bileyim bir bank üstünde
oturup saatlerce birini bekler
105
siz hiç mi bir sarmaşığa takılmadınız
kuş yuvalarını ören insan sesinde
hiç mi olur olmaz bir şey aramadınız
hiç mi kendi başınıza kaybolduğunuz
bir şiirde bir şarkıda bir filmde falan
hiç mi sustuğunuz yerler olmadı
yaşarken duyduğunuz bütün sevinçler
hiç mi kursağınızda kalmadı acı bir lokma gibi
hiç mi yürek darlığınızı okşar gibi gülerek
dayanılmaz anları yollarla aşmadınız
haramileri usta sözlerle atlatıp
vardığınız olmadı mı tatil kumsallarına
106
mutlaka az da olsa bilirsiniz
tanırsınız yüzündeki şu hale bakın
bakın dudağında haz anıları
bakın sevmeyi bilen gülüşleri var
yüreğinde eskitmemek için çok çırpınmıştır
biriniz esrar çeker oradan bilir
çoğunuz sigara içmiştir içkilere bayılmıştır
kadınları kim düşlemez yeri geldikçe
sizlerden biri sayılır yaklaşın bakın
içinde eğri büğrü çizgileriyle
ya da ütüsü bozulmuş giysileriyle
sizi de anlatır biraz iyice bakın
yaklaşın hırpalamayın bırakın
107
III. uyanış
uğultular yavaş yavaş uzaklaşıyor
bir semai çalıyor bir yerlerde
ne yaşama yetmiştir ne yaşam kendisine
kör bir senfoni içinde birisi kayboluyor
geçiyor asyalı ayyaş türkiye arifesinden
teninde uyaksız sözler bitmiş suaresinden
108
109
KÖR SENFONİ
110
111
KÖR SENFONİ
kim bu abdal
yalın yapayalnız ve
dalbudak bulvarda sokaklarda
yıllanmış karabiber meşe çitlenbik çınar
bir reçine anısı ıhlamur serinliği
çatır çatır gövdelerde kurumuş bir bengisu
ağzında kimyonlu kokoreç tadı bulanık bir öpüşme
bir gökyüzü bir deniz bir çayır çimen
üstünde gizli bir hırka hep bozulan dinginlik
oyunlarla üretilen depreşen kımıldayan kent
açılan mavi atlastan süzülen birkaç martı
yazılmamış günlüğünden havalanan sözcükler
serpilmiş göçmen kafeler mahmur kent gezginleri
uzamından sökülüp sürüklenmiş bir tarih
112
gündelik panayırlarda uğultu metafiziği
bir yeni sabahla sonsuz kaynaşmak için
özel genelev kapılarından geçip kutsal avlulara
dalbudak bulvarlarda sokaklarda
kim bu taze taptaze sabahı
teniyle alımlayarak dinlenen ermiş
113
baktı.
yine karanlığı kubbesinden atmış bir cami
yürüdü.
içine kök salmış musalla taşında
eski bir güzün nemli yapraklarında ölüm
çiğnenmiş yüzlerce sümüklü böcek taşlıklarda
bohem nekahetine yapışmış pis bir sülük
yürüdü. yalnız bir ölü. yalın. dingin.
yürüdü. ürküttüğü güvercinler
cenabet hortlaklardan tiksinip
kaçışan cemaati kendi cenazesinin
bir adım daha at/
tı.
arkasında
arabesk duaları taşlaştırıp
takıp takıştıran barok bir cami
ve ahiret. gri. paslı. etkisiz
yürüdü ağır ağır bir kapıdan
hep kendine münafık bir müslüman
114
ve baktı
ne zamandır beyoğlu’ndan
izmir kordonuna düşmüş bir garib
gezmiş lümpen sirkeci’yi gizemli gar’ı
karşı karaköyleri yüksekkaldırımları
apış arası kokan yeşilçam altlarında
görüşmüş haliç’ten de kirli kadınlarla
cedvel-i sim’inde çamura batmış kâğıthane’nin
tutunmuş mihriban’ın çin-i geysusuna
ve bakmış arasında sadullah ağa ile üçüncü selim’in
boyutlandıkça kirlenen eşsiz suzidilara
zeyd’le zeyneb arasında yalvaç tutkusu
marks’la jenny arasında bir helene demuth
yunus’la tanrı arasında dünya tutkusu
ve bakmış iç açan gökyüzü ile arasında
altından çıkılmayacak bir İstanbul
115
dolaşmış: bolu dağları. zigana. kop. erzurum
kars’ta sonu gelmemiş dost tekkeleri
alagöz ağrı küçük ağrı yine bir aşk söyleni
beykızı çobanoğlu kanıksanmış çelişki
yıkık dökük hanlarda kırık dökük kadınlar
koparılmış dillerin ahından yağmur bulutu
telgrafın tellerinde ürperen bir erzincan
yozgat’ta tezek damlı çağdaş genelev
sivas ellerinde sazı kırılmış
sözüyle halkı onaran pir sultan
çılgın tatil şeritleri ve alkol körfezleri
ve kanatlı yolculuklar altında sisler içinde yükselen avrupa
kök gövde ülkelerden kan emen okaliptüs
ve dünya güzellemeleri yaya yollarda
116
ve baktı.
saçılmış bir cıva körlüğünde
dağılıp giden alsancak
karıncalı bir sarmaşık dalgalanan sokaklar
genç kız gülüşlerinden gündüzsefası
eski gün batımlarında aralıklarda
şahnişinlere bulaşmış akşamsefası
durdu
kim bu içinde anlaşılmaz güdüler
palmiyelere göz kırpan yorgun bir sevinç
ve dal budak uçuşan serçelerle
kim bu gizini elden kaçırıp arınan yolcu
117
yürüdü.
gizil bir belirsizliği geçerek ufuklara
kentin ortasında bir dönel kavşak
döndü beden. döndü beden. döndü ten
döndü karşısında bir sema sultan
döndü beden beden gidip gelen kadınlar
döndü. sakatatçılar çocuklar çiçekçiler
döndü. emlakçı vitrinleri yüklenici gülüşler
dön: yine öğrenciler ve polisler
dön: hay allah işte yine kadınlar
dön: afişte dön ekranda yüzsüz harami
dön: kendinin parodisi gizli mahfiller dön: kendinin parodisi bir kahramanlık
dön: kendinin parodisi yapay aydınlık
dön: cinayet. dön tören dön cinayet dön tören
dön: gittikçe çözülen yok olan kalabalık
dön: kaderlenen yoksulluk ağıtlar yakarışlar
dön grizu. dön deprem. dön başkaldırı
dön düşen çığı eritmiş yürek koruyla
kim yazmışsa yazmış dön çıkmaz sokak
dön birinde öl. dön öbüründe.
dön ve yürü. dön ve yürü. dön ve yürü
döne döne döne döne
döne döne döne döne
yürüdü kentin ortasında bir dönel kavşak
118
ve sordu.
nerde sonsuz kaynaşılacak o eşsiz sabah
elde kalan sadece alkol sığınakları
tüm sorularının sesleri yıkıntılar altında
kim bu alt üst olmuş deprem toprağı
daldı.
gövdesinde çatır çatır bir güz sancısı
ardında kırları tanımamış bir topoğraf
önünde kent çiziktiren bir yeni mimar
119
ve nemlenen gözlerinde ağır ağır
şarap pembeliğinde gülen uzak sevgili
bu kaçıncı kadehin ucu böyle
ve dağılan kaçıncı şölen bu eskilerden
ve bahçeler ve bahçeler ve bahçeler içinden
bütün renkleri çekip kanatlarına
yine mi kaf dağlarına uçuyor anka
gülümsedi.
yürek gibi çatlıyorken karşıda bir nar
öylece kaldı
120
121
GÜZ NOTLARI
122
123
GÜZ NOTLARI
günler…
güz uğultuları
ve ben
artık güz nedir pek bilemiyorum
elimde
hışırdayan sayfaları gecenin
giz dolu bir gezegen ıssızlığı
ses gibi boşluğa düşen kopuk öyküler
silinmiş eylül ezgileri belleğimde
yitiklerde ekim senfonileri
tanıksız boğulan çığlıklardan
kasımları delip geçen acı sirenler
duman duman biçimlenen mahşer figürleri
ve karmaşık gerçekliği her adımda
gerilimli yüzlerle yalınlaşan kent
sur dibi ısırganları dilencileri
borsası bankası gürültüsü
barı genelevi özeleviyle
katılıp sürüklenen yapraklara
toz duman olsa bile ben
artık fırtına nedir bilemiyorum
124
kulağımda eskilerden bir yağmur sesi
akıp giden bir su sesi karanlıklarda
yaz bitti…güz bitiyor…kış hazırlığı
kim bilir nice ölüm kaç işkence gecede
belki de birkaç gündüz ileride
yaşanacak bir sevincin peşin bedeli
bir yalnızlık önsezisi hücrelerimde
sanki herkes yavaş yavaş çekip gidecek
kıyılar yağmalanacak deniz uzaklaşacak
ortalıkta alıntı çalıntı duyarlıklarla
yalama olmuş entel-bar dulları
dolanımda değeri azaldıkça
koyu arabesklerle şakıyanlar
amonyak kokulu aralıklarda
düşüp kalkan kahraman çırakları
125
abazan meyhanelere dolan uçarı tanrıçalar
vurguncu duyarlığında yeni sanatçı
sanki her şey yavaştan çözülüyor
varlık renginden ve biçiminden
neden sonucundan kopuyor
körkütük akışan bütün sular
sanki sonsuz bir boşluğa düşüyor
kulağımda eskilerden bir yağmur sesi
akıp giden bir su sesi karanlıklarda
126
suda nergis…çimenler…kır lalesi
sonra gittikçe bozulan karanfil
boyuna çiçekçiler çoğalırken
çekip gitmiş çiçek sevgisinin büyü çağından
gönlüne titrediğimiz o sevgililer
sesleri gökyüzümüz olacak kadar güzel
ve sözleri her zaman eşsiz bir yolculuktu
gülümseyen yüzleri zaman zaman garlarda
yığılmış bekleyen bir anadolu
artık gözleri kadar canlı heybelerini
boşaltıp vitrinlere asar antikacılar
o kadınlar çekip gitmiş ve buralarda
her savruluşunda kösnül albeni
güze yeni düşen yapraklar kalmış
127
hışırdayan sayfaları arasında gündüzün
kaç geceyi çevirerek hâlâ burdayım
yaz bitti…güz de bitti…ve kış
kuşkularla kaplanmış kent çıkışları
elimde
içsem hemen dokunacak bir şarap
bekletilmiş küllerinden yakılan kitapların
ölüm bağlıklarının yaban üzümlerinden
çatırdama seslerinden doğunun ve batının
çağdaş bir uyuşturucu gibi kullanıldıkça
yarattığı renklerden güzelim özgürlüğün
içsem kanımı yakacak bir şarap
kulağımda eskilerden bir yağmur sesi
akıp giden bir sel sesi aydınlıklarda
128
129
ÖZGÜRLÜK KASİDESİ
130
131
I. AŞKSIZLIĞA DAİR BİR BETİMLEME
sonsuz gök boşluğunun ötelerinden
karşı kıyılarında okyanusların
şimşekleri çakar yanardöner beden bir kadının
tattıramadığı bütün hazların
kümelenmiş bulutlardan dağların arasına
kurumuş bir nehrin uğultusu dökülür
uzakta tüm yağmurları kendine çeken bir vadi
eskimez bir sel sesini sürer üstüme
koşarım doyulmaz serinliğinden çıkışsız bir ormanın
mecnun’um dalarım beton çöllere
ve insan sesinden kum fırtınası
silip süpürür gündelik sesimi oralarda
söz ve eylem oyundadır bağımsız gerilimlerde
geceyi tiklere boğmaktadır tarihin bilinçaltı
çekilirim yatağıma kimliksiz bir yıldızla
yapışır nemli kokusu üstüme perdelere
ve açar pencereleri bakarım
aşk gibi bir şey yayılmış sabah serin kentlere
132
II. KIYILARA ATILMIŞ BİR DANSÖZE TEGAZÜL
mahmur solgun bir nergis kumsalı tutmuş bakışı
buğulanan gözlerinde sevgilerin çatlayışı
kumsalda renkler seslerle devinen mutlu bir doku
ve günbatımı altında hayatın toparlanışı
ağırdan bir içkanama bir yudum zehirli rakı
ve uçarı bir bedenin kendini ilk bırakışı
ardından büyüyen boşluk kararan dağlara doğru
içinden bir kristalin düşüp tuz buz dağılışı
bembeyaz çağlayan tenden çözülen sular mı artık
dudağın gövdenin sesin yüreğin yaralanışı
uzak ana-baba kardeş ocakbaşı masalları
yoksul salıncaklarında kuş gibi havalanışı
133
elde kadeh. gül. erkek…eldesi bol kadınlarla
yine salaş gazinonun kahkahadan sallanışı
ona bir gönlü kepaze âşık da bırakabilir
ve sevişme hücreleri ve cam kırığı gözyaşı
özetinde kendi bile kalamamış günlerinin
yine bin bir kirlenmeye gelgitli kımıldanışı
gelinlik bir genç kız gibi başı önde doğrularak
yürüdü kulise doğru iz bıraktı salınışı
üstü başı tef darbuka gürültüyle döndü işte
kıvrım kıvrım yandı söndü yandı bastırdı alkışı
döndü bir eli göğsünde öteki belde oynadı
söktü üstünü altını ve savurdu utanışı
çıplaklığı kuşanmıştır dönüp duruyor hayata
başlamıştır ödemesi oryantal yuvarlanışı
134
III. EŞİK
haydi içini dök dışını dök bedenini dök
rakı beyazlığına kesmiş teninin rengini dök
tuzlu köpüklerle dönen özgürlük adlı şiire
döne döne yanıp sönen yok olan kendini dök
dök bir deniz dolusu daha içebilirim
bütün çırpınışlarımızın acı ahengini dök
135
IV. AYIN KARANLIK YÜZÜNE ROMANS
soprano bir sessizlik ağarken yıldızlardan
bir gezegen uğulduyor koyu bas suskunluğumdan
ıssız derinliklerime balkıyan o sevgilinin
söylenceleri ışıldar dipsiz karanlıklarımdan
çığlık kıvılcımlarıdır büyülü sesinden kalan
çilelerden ölümlerden işkence ağrılarından
harakirinin ucundan saplanmış uykularıma
uzak şintoist bir dişi opera şarkılarından
intihar hüznü gülüşle budist uygur kadınları
hurma bedenli güzeller sömürge savaşlarından
hâlâ sızıp duran kanı militan bir bakirenin
saldırıldığı hücreden ve kaldırıldığı morgdan
gümüş teni yara bere giysileri parçalanmış
kadınlar çıkıp gidiyor fotoğraf suskunluğundan
önümde yoğun debiyle bulanık akan bir sokak
ve özgürlük şarkıları aralanmış kapılardan
disco-çöplük boşalıyor: gülüş kahkaha gürültü
ayrılan birileri var sessizce aralarından
ve açıkta başkaları…tanıdık yüzler galiba
yakamozlanmış bir ağı kaldırıyorlar sulardan
ışık yanılsamaları ülkeler halklar hayatlar
duvaklı kız sanrıları gerçeğin tutsaklığından
dönüp aya bakıyorum özgürlüğümce yanıyor
içimde ağır bir gölge görünmez karanlığından
136
V. TELVİNİME ÖNSÖZ
seslerinin altından kendini çekmiş bir deniz
dalgalı anılarıyla kımıldar yalnızlığımda
örenyer ıssızlığıyla çöktüğüm meyhanelerde
bir kadın kıvılcımlarıyla uyandırır bozkırımı
yıpranmış büyük aşkların küllenen tutkularından
yakıcı bir özsu sızar yabanıl karanlığıma
ölüm hiçliğin giziyle uzarken sonsuzluklara
kendi cennetini bulur gönenir dipsiz kadehim
cehennemler tarihiyle açılır önümde dünya
tinimi yangınlar sarar tenimi aşk susuzluğu
acılarla sokaklarda bahçeler parklar içinde
hüzün panayırlarında ve akıl almaz yollarda
savaşlara kıyımlara baskılara doğru koşan
silahsızlanmış orduyum dünyanın her ülkesinde
usta söz oyunlarıyla ip üstünde denge kuran
kendi uçurumlarına ağ germiş cambaz değilim
dirimsel dokularıyla her çerçeveden taşarak
hayat hep kırdırır bana kullandığım aynaları
dönerim yok- denizime temkini kuru bir çöl olan
tekkesiz abasız şeyhsiz dervişlere karışırım
şimşekler titreşimlerle sesim renkten renge girer
yerlere göklere sığmaz bir telvindir sessizliğim
137
VI. KARGIMA VE UMUT
- içimde tarihi düğümleyen bu acı neyle çözülür?
- şafağı yaşlı coğrafyalara inen bu geceyle çözülür.
- açılan güne doluşan kafkas balkan ortadoğu?
- içi dışı bozgun yüklü bir göçebeyle çözülür.
- yataklarından edilmiş ırmaklarca bunca kadın?
- volga tuna nil amazon missisipiyle çözülür.
- yağma mallar pazarında incik boncuk bu gülüşler?
- egzotik makyaja düşkün bir fahişeyle çözülür.
- belirsiz bir gizilgüçle parçalanmış bunca eş dost?
- kuru yaş içki üflenen esrik bir neyle çözülür.
- uzamış bir kıyamette surunu yitiren melek?
- yıldız dağları ardında bir yokülkeyle çözülür.
138
RAİF ÖZBEN
Nüfus kayıtlarına göre, 1946’da Of’ta doğdu. İlk ve orta öğreni-
mini burada tamamladı. Trabzon Öğretmen Okulu ve Fatih Eği-
tim Enstitüsü Edebiyat Bölümü’nden mezun oldu. Lisansını Eski-
şehir Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi'nde tamamladı.
Kars Alpaslan Lisesi, Trabzon Affan Kitapçıoğlu Lisesi, Of Lisesi,
İzmir Şehit Fethi Bey Lisesi ve İzmir Yunus Emre Anadolu Li-
sesi gibi okullarda Türkçe ve edebiyat öğretmenliği yaptı. Trab-
zon Fatih Eğitim Enstitüsü, Trabzon Yüksek Öğretmen Okulu, İz-
mir Yüksek Öğretmen Okulu, Buca Eğitim Fakültesi gibi kurum-
larda öğretim görevlisi olarak çalıştı. 1994’te emekli oldu. İlk ya-
zıları 1960’lı yıllarda Trabzon’un Hakimiyet, Yeni Gün gibi yerel
gazetelerinde yayımlandı. Trabzon Öğretmen Okulunda öğren-
ciyken Çakıl; Kars’ta öğretmenken Göze adlı dergilerin çıkarılış-
larında ve yazı kadrolarında yer aldı. Trabzon’da yayımlanan
Kıyı’nın ikinci ve üçüncü dönemlerinde yazıları yayımlandı. Var-
lık, Kıyı, Gösteri, Yazko Edebiyat, Yazko Somut, Ortaklaşa, Ay-
rım-şiir, Kızılcık, Bugünden, Hayıt gibi dergilerde; deneme, eleş-
tiri, şiir türünden ürünleri yayımlandı. 1985’te Yazko Yayınların-
dan Sevginin Aktığı Yer (şiir), 2000’de Can Yayınlarından Asyalı
Ayyaş (şiir) ve 2017 yılında Sergi Yayınevi'nden Fazıl Hüsnü
Dağlarca (inceleme) adlı kitapları çıktı. Yunus Nadi Şiir Ödülü
2001’de Asyalı Ayyaş adlı kitabına verildi. Öğretmeni Rasim Şim-
şek’le liseler için hazırladıkları Edebiyat 1, Edebiyat 2, Edebiyat
3 adlı kitaplar Şimşek Yayınlarınca bastırıldı. Aynı yayınevinden
çıkarılan Sözlü ve Yazılı Anlatım adlı bir başka kitaba da imza
attılar. Raif Özben’in İnkılâp Kitabevince 1989’da Türkçe Diksi-
yon ve Etki Yayınlarınca 2000’de Nuran Hariri kitapları da yayım-
lanmıştır.
139
İÇİNDEKİLER
ISSIZ TEGAZZÜL I
7
ISSIZ TEGAZZÜL II
8
BİR GECE MONOLOĞU
9
ARKADAŞ
10
BİR TÖREN İLAHİSİ
11
TUNCAY IŞIK İÇİN AĞIT
14
RUHİ GÖRÜNEY
17
NEJLA’NIN BÜTÜN KUŞLARI
18
METİN ÖZDEN İÇİN TÜRKÜ
20
RHEINLAND PFALZ’DA TÜRK ÇOCUKLARI
21
140
12 EYLÜL GÜNLERİNDE ŞİMDİKİ ZAMAN KİPLERİ
24
SENİNLEDİR
33
YOLCULUK ANISI
34
GECE YİRMİ ÜÇ GAZELİ
35
BİR KIRGINLIK ŞİİRİ
36
YİTİK SEVGİLİ
37
ÖZLEM
39
DOST MAHŞERİ
43
TRABZON EBRU
44
BİTMEYEN
45
SUÇLU
48
141
SAİT FAİK SONRASI
49
DÖRTLÜK
52
AKŞAMSEFASI
53
LEİTMOTİV
54
YAŞAYAN BİR KADIN İÇİN TANIKLIK DENEMESİ
55
AKDENİZ DÖRTLÜKLERİ
59
ASYALI AYYAŞ
81
KENDİNİ ÖLEMEMEK
103
UYANIŞ
107
KÖR SENFONİ
111
GÜZ NOTLARI
123
AŞKSIZLIĞA DAİR BİR BETİMLEME
131
142
KIYILARA ATILMIŞ BİR DANSÖZE TEGAZZÜL
132
EŞİK
134
AYIN KARANLIK YÜZÜNE ROMANS
135
TELVİNİME ÖNSÖZ
136
KARGIMA VE UMUT
137
143
144
İzmir, 2017