6 14 - genç bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da...

64

Upload: others

Post on 02-Mar-2020

6 views

Category:

Documents


1 download

TRANSCRIPT

Page 1: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,
Page 2: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

6 KÖKSAL TOPTAN

14 MEHMET AKARCA

18 ERTAN PEYNIRCIOĞLU

28 HAKAN GÖKPINAR

32 AMBER TÜRKMEN

İÇİNDEKİLER

14

186 32

28

İRM Pusula Tasarım Ajansı Basın Yayın LTD. ŞTİ.

Adına İmtiyaz Sahibi Mehmet İrmeşe

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Hazar İrmeşe

Genel Yayın Yönetmeni Cansın Cansu Selin Temana

Yayınlar Kordinatörü Ercan Özdemir

Görsel Sanat Yönetmeni Uğur Sarıer Grafiker

Abdullah Fırat SüslüBetül Akyar Muhabir

Burcu ÜlgerAyşen Aydın

Halkla İlişkiler Gülnihal Singil

Danışma KuruluMuhittin Bal

(Birlik Vakfı Ankara Başkanı)Nazım Maviş

(Ak Parti Yerel Yönetimler Başkan Yardımcısı)

Erbay Kücet (TBMM Genel Sekreter

Yardımcısı V.)İsmet Hacısalihoğlu

(Demokrat Parti Eski Genel Başkanı)

Mustafa Yazgan (Gazeteci/Yazar)

Page 3: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

40 ISMET HACISALIHOĞLU

49 MUSTAFA YAZGAN

54 MEHMET GÜLLÜOĞLU

60 ADEM SEZER

62 NAZMI AVCI

40

49 62

54

60

w w w . p u s u l a y a y i n c i l i k . c o m • w w w . g e n c b u r o k r a t . c o m

Köşe yazılarının hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.

İRM PUSULA TASARIM AJANSI İLETİŞİMKonur 2 Sokak 39/3 Kızılay/ANKARA Tel: 0.312 419 79 35 • Faks: 0.312 419 16 26E-Mail: [email protected] [email protected] @GencBurokrat www.facebook.com/GencBurokrat

Basım yeri : Eflal Matbaacılık Telefon : 0312 341 47 48

Yıl: 4 • Sayı: 39 • MAYIS 2017 • Fiyatı: 20

Dergideki yazı ve reklamlar kaynak gösterilerek kullanılabilir.

Dergimizde Yer Almak İçinBize Ulaşın

©Genç Bürokrat DergisiAylık - Yaygın - Süreli yayın

Page 4: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

PUSULANIN YÖNÜ

Mehmet İRMEŞE

Türkiye 23 Nisan 1920’de çizilen parlamenter sis-tem yolculuğunu 16 Nisan 2017 itibari ile değişti-riyor. Eski Cumhurbaşkanlarımız Süleyman Demirel, Turgut Özal Başkanlık sistemini Cumhurbaşkanlık-larının sona ermesine yakın fazlaca dillendirmiş-lerdi, ancak sistemi Türkiye Büyük Millet Meclisine ve Halka yeterince anlatamadıkları için Başkanlık arzuları karşılık bulamadı. Onların başlattıkları yeni sistem yıllar içinde çeşitli platformlarda tartışıldı ve olgunlaştı. Geriye güçlü bir liderin sistemi anlatması ve güçlüklerini sırtlaması kalmıştı. O isim olsa olsa 2000’li yılların ‘Güçlü Lider‘i Recep Tayyip Erdoğan olurdu. Zira İktidar Partisinin ve Sayın Cumhurbaş-kanımızın her dediğine hayır diyen güçlü bir hayır lobisi mevcut.

16 Nisan 2017 Türk Halkının Cumhurbaşkanlığı Hü-kümet sistemine ‘Evet ‘ dediği tarihi bir gün olarak yeni bir yol haritası çizdi. Avrupa Devletlerinin, hat-ta sürekli dost gibi görünen ama hiçbir dostluğunu görmediğimiz ABD’nin dahi hayır için çalıştığı bir ya-rışta, Halk Cumhurbaşkanına güvendiğini ve onun-la yola devam etmek istediğini gösterdi.

Şimdi Sayın Cumhurbaşkanının işi daha da zorlaşı-yor. Bundan sonra alınan karaların ve karşılaşabile-ceğimiz olumsuz sonuçların tek muhatabı kendisi olacak. Hani kimseye hesap vermeyecek diyenler var ya onların aksine Cumhurbaşkanının hesap vereceği çok daha güçlü bir meclis var oda Türk Milletinden oluşan Meclis. Bu meclisin hiç affı yok-tur. Geçmişte yaşadık bir seçimde yüzde 90’larla iktidara gelen bir siyasi parti, bir sonraki seçimde meclise giremedi.

Ülkemizin geleceği ve sistemin devamı için çizile-cek yol haritası çok önemli. Sayın Cumhurbaşka-nımızın zaman zaman şikâyet ettiği yalnızlığından kurtulması ve yalnız olmadığını hissettirecek bir ekip oluşturması gerekiyor. Kendisine bu desteği ve-recek çok değerli Bürokratlarımız var. Atılacak en önemli adım, bürokratları siyasi baskıdan kurtar-maktır. Siyasi baskıdan kurtulup işinin ehli, kurumun-da ve konumunda uzmanlaşmış bürokratlarımız Cumhurbaşkanımızın çizeceği yolda çok büyük başarılara imza atacaklardır.

YENİ YOL HARİTASININ MİMARI BÜROKRATLAR OLACAKTIR!

YOL HARİTASI

4

Page 5: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

Birlik’te Hayat

www.birliktehayat.com

Page 6: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

“Sİyaset, hakkın teslİmİnİ gerektİren bİr İş İse TBMM Başkanlığı Köksal Toptan’ın hakkıdır”

Köksal TOPTANEski TBMM Başkanı

2007 TBMM Başkanlığı seçiminde hemen her kesimin desteğini alan Köksal Toptan için dönemin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal şunları ifade etmişti;

Röportaj

6

Page 7: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

Sayın Başkanım sizi hepimiz tanıyoruz. Ama yine de bir kez de sizden dinlesek çocukluğu-nuzu…

1943 yılında Rize’nin Camidağı köyünde dünyaya geldim. İstiklal savaşında Ruslara karşı yapmış olduğu mücadele ile tanınan, evi ve sofrası 24 saat açık olan bir yerde, dedem Topaloğlu Ali Ağa’nın konağında doğdum ve büyüdüm. Konağımız, bizim köylerin geçiş noktasındaydı. İn-sanlar yolda kaldıklarında ya da acıktıklarında çekinmeden gelir-lerdi bizim konağımıza. 2.dünya savaşının zor şartlarında, çocuk-luğum orada geçti. Orada oku-la başladım. Okul bizim evimize yaklaşık 2 kilometre uzaklıkta çevrenin tek okuluydu. Aynı sene babam Zonguldak’ta, Türkiye Kömür İşletmelerinde o zamanki adıyla Ereğli Kömür İşletmele-ri EKİ’de memur olarak göreve başladı. Bir sene sonra annem de yanına gidince biz köyde ba-baannemle kaldık. 1. ve 2. sınıfı Rize’de okudum. Okulumuz tek sınıflıydı. Öğretmenimiz sıranın başına geçer orada 1. Sınıfın derslerini anlatır, sonra yan sıra-nın başına geçer 2. sınıfın ders-lerini anlatırdı. Derken akşama doğru 5. sınıfın derslerini anlatırdı ve ders biterdi. Sınıfın ortasında bir soba vardı. Biz kış aylarında okula sırayla odun götürürdük. O yılların bende bıraktığı izden kaynaklansa gerek, Milli Eğitim Bakanı olduğumda arkadaşlara “ köy okullarına ne kadar yaka-

cak yardımı gönderiyoruz?” diye sordum. Köye yakacak yardımı göndermiyoruz” dediler. Bunun üzerine 1992 yılından itibaren köy okullarına yakacak yardımı göndermeye başladık. 40 sene sonra o günlerin yansımasını ya-şadım…

“Günlerce derede o cam bil-yeyi aradık”

2. sınıfa geçtiğimde babam bana Zonguldak’tan bir okul çan-tası gönderdi. İlk çantam… İçeri-sinde bir tane sarı yapraklı defter, bir tane çizgili defter, içeriğini hatır-lamadığım 2 tane küçük kitap, bir tarafı kırmızı bir tarafı mavi renkli bir kalem, 2-3 tanede kurşun kalem ve bir tane de cam bilye vardı. Cam bilyeyi herkes hayatında ilk defa görüyordu. Bakıyorsun bir tane cam, camın içerisinde renk-ler var, müthiş bir şey… On beş gün bütün okul o cam bilyeyle oynadık. Kim kapıyorsa bir tarafa atıyor, arkasından koşuyoruz. Fakat bir gün herhalde hızlı atılmış ola-cak ki bilye dereye düştü. Günler-ce hepimiz derede bilyeyi aradık. Fakat kimse bulamadı.

3. sınıfa geldiğimde Zonguldak’a gittim. Rize’de sınıfımız 10-15 ki-şilikti. Burada 35-40 kişilik bir sınıfa gittim. Oldukça zorlandım. Zon-guldak diline, İstanbul lehçesine alışık değildim. Bazı kelimeleri anlamıyordum. Sınıfımızda Rizeli bir kız vardı, Muazzez… Muazzez Güner. Bana İstanbul Türkçesini öğrenmemde yardım etti.

4. sınıfta eşimle tanıştık. O da Mengen’den babasının me-muriyeti sebebiyle Zonguldak’a gelmişti. İlkokulu beraber bitirdik. Sonra liseyi aynı okulda okuduk ve üniversiteyi aynı fakültede…

İlkokulu derece ile bitirdim... Or-taokulda derslerim çok iyi de-ğildi. Matematiğim kötüydü, bir aldığımı hatırlıyorum. Torunum da bana çekmiş, matematiği iyi değil, üzülüyor. Kendimi ör-nek veriyorum. Ben bir almıştım diyorum, inanmıyor. Liseye baş-ladıktan sonra sosyal alanda çok faal olmaya başladım. Edebiyat alanında çalışmalarım oldu. Li-sede Kültür Edebiyat Kolu Başka-nıydım. Her hafta bir etkinliğimiz olurdu. Konuşmayı o dönemler-de öğrendiğimi söylesem yanlış bir şey söylemiş olmam. O dö-nem gençliğin verdiği birtakım duygularla şiir yazma merakım oldu ve böylelikle 20-30 tane şiirim çeşitli yerlerde yayınlandı. Türk Dili ve Edebiyatı Öğretme-nim, Azerbaycanlı Abay Dağlı idi. İyi Türkçe kullanmayı ondan öğrendim. Bir kompozisyon sı-navında bana 10 verdi ancak “Türkçe ’de devrik cümle yoktur. Bu yanlış, bundan vazgeçin” dedi. Bir sınav daha olduk kom-pozisyondan ben yine bildiğimi okuyunca 2 verdi. Bana ders oldu bu. Sonrasında hep dikkat etmeye çalıştım.

Hayatımda iz bırakan bir diğer hocam, Fransızca öğretmenim Maksude Çubukçu idi. Sosyal

50 yıllık siyasi hayatında onlarca seçim görmüş, adı başarıyla eş değer olarak anılmış, 2007 TBMM Başkanlık seçimlerinde hemen hemen tüm siyasi partilerden destek almış bir isim… Köksal Toptan… O dönemin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal “Siyaset, hakkın teslimini gerektiren bir iş ise TBMM Başkanlığı Köksal Toptan’ın hakkıdır” demiş ve hem partisinden hem de diğer partilerden rekor bir oy alan Toptan, TBMM Başkanlığına seçilmişti. Bizde der-gimizin bu sayısında aradan geçen yıllara rağmen bugün hala hayatına dokunduğu herkesin ondan sevgi ve saygıyla bahsettiği, gönüllere taht kurmuş bir siyasiye, gerçek bir vatansevere, siyasetin mihenk taşlarından biri olan çınara, Köksal Toptan’a konuk olduk. Bütün içtenliği ile bizlere kapılarını açan Toptan’ı daha yakından tanıma şansını bulduk.

7

Page 8: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

faaliyetlerimizde hep yanımızda olan bir öğretmendi. Demokrat Parti geleneğinden geldiği için de birbirimize karşı ayrıca bir sevgi ve saygımız vardı.

Tarih ve Sanat Tarihi öğretmen-lerimiz beni çok severlerdi. Hatta tarih öğretmenimizin bir sözlüye kalktığımda bana iki tane 10 bile vermişliği vardı. Fakat siyasi gö-rüşlerimiz farklıydı. Beni zaman zaman çağırır nasihat ederlerdi. 1961’in 27 Mayıs Törenlerine okul olarak bizi götürdüler. Bir alanda kutlamalar yapılacak. Tarih öğret-menlerimden biri bana bir pan-kart verdi, üzerinde Demokrat Parti aleyhine kötü laflar yazıyordu. Ben kafamı çevirdim. Omzumdan tut-tu ve “Bunu sen taşı Köksal” dedi. Ben taşımayacağımı söyledim. Kısa süreli bir münakaşa oldu ara-mızda taşırdın- taşımazdın… Taşı-madım. Aradan zaman geçti, lise bitirme sınavlarına giriyoruz. O za-man bütün derslerden sözlü sınav yapıyorlar. Tarih, edebiyatım çok iyi olduğu için çoğu dersten geçtim. Sıra geldi tarihe… Sınava giriyoruz “Öğretmen kim?” diye sordum. İki tarih öğretmeni söylediler sınav ko-misyonunda. Siyasi görüşümden dolayı münakaşa yaşadığım öğ-retmenler… Mahvoldum dedim. Girdim. İki kişi oturuyoruz, yanımda-ki arkadaşa soruyu sordular, anlat-

maya başladı. Genelde biri anla-tırken diğeri düşünsün diye onunda sorusunu sorarlar, bana sormadılar. O arkadaşımız anlattı, “çık” dediler. İkisi bana, bir annenin, bir büyüğün kendi görüşüne, düşüncesine göre söylenebilecek en güzel kelimeler-le 10-15 dakika nasihat ettiler. Yine Demokrat Partiyi kötülüyorlar. Sonra sınav sonuçları belli oldu, pekiyi de-receyle geçtim. İyi bir öğretmenin yapması gerekenleri o gün anla-dım. Görüşlerimiz farklı olabilirdi ancak onlar kendi görüşlerini bana anlatmışlar ve hakkımı yememiş-lerdi. Sonrasında öğretmen eğitimi üzerinde çok durdum ve 32 tane eğitim fakültesi açtım.

“Halk, 27 Mayıs darbesine Cum-huriyet Halk Partisinin sahip çık-masını içine sindiremedi”

1962 yılında Türkiye’nin ilk ba-ğış okulu olan Mehmet Çeliker Lisesi’nden mezun oldum. İstan-bul Hukuk Fakültesini kazandım ve üniversite hayatım başladı. Tabi bu ara 60 darbesini de lise yıllarında yaşamış oldum.

Aslında o yıllarda tabana yansıyan büyük kutuplaşmalar yoktu. Ancak Ankara’da yoğun bir gerginlik var-dı. Babamı dairede çalıştığı arka-daşları şikâyet ettiler. Bir gün onların dairesinde tuvaletin kapısına ‘AF’

yazmış. O zaman gündemdeydi Demokrat Partililer affedilecek fa-lan diye. O zamanki yönetimde buna sert tepki gösteriyordu. Böyle-likle orada çalışan 8-10 Demokrat Partili karakola götürüldü ve yazı-ları kontrol edildi. 27 Mayıs dostluk, kardeşlik, arkadaşlık değerlerini ze-deledi. Halk, 27 Mayıs darbesine Cumhuriyet Halk Partisinin sahip çıkmasını içine sindiremedi ve hep tepki gösterdi. Ecevit bunu yıkmak için çok uğraştı ancak ne kadar muvaffak oldu bilemem.

“Menderes, büyük bir liderdi”

Biz o zamanlar Zonguldak’ta oturu-yorduk. Tek iletişim aracı radyoydu ve biz Polatkan ile Zorlu’nun idamını dinledik. İki gün sonra Menderes’in idamı söylendiğinde rahmetli ba-bam saatlerce ağladı. Menderes, büyük bir liderdi. Halkın olağanüs-tü bir sevgisi vardı. Menderes’i bir mitingde gördüm ilk kez. 13 yaşla-rındaydım. Halkla öylesine yakınla-şıyordu ki, imrenmemek mümkün değildi. 27 Mayıs sonrası, yaraların sarılması uzun yıllar aldı… Benim siyasete çok arzulu bir şekilde yö-nelmemde ki belki temel neden de o atmosferin beni çok etkile-mesinden ileri geldi… Ortaokul yıllarından sonra avukat olmaya karar verdim. Siyaset bende bir tutku haline geldi.. 1962 yılında

8

Page 9: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

“Seçimi kazanamayız ama yine de mücadele edelim dedik”

İstanbul’a gittim, 63’te Adalet Partisi İstanbul Gaziosmanpaşa İlçe Baş-kanı rahmetli Ali Külünk beni Gençlik Kolu Başkanı yaptı. 1965’te İstanbul İl Gençlik Kolu Kongresi vardı. Rah-metli Demirel yeni başkan seçilmiş-ti. O kongreye geldi. Ben orada bir konuşma yaptım. Demirel bizim ilçe başkanımıza “Bu çocuğa dikkat edin, yetişmesini sağlayın” dedi. Ali Külünk’te o günden sonra bana hep destek oldu.

İstanbul’a geldiğimde beni Demok-rat Partili olduğum için Zonguldak Öğrenci Yurduna almadılar. Bir ev bulalım dedik. Kasımpaşa’da bir akrabamızın bir fırını vardı. O fırının üzerinde bana bir oda verdi. Orada 3-4 ay kaldım. Kışın iyiydi ama yazın çok sıcak oluyordu. Sonra bir akra-bamla birlikte bir ev kiraladık. Küçük, bahçeli bir gecekondu. Üniversiteyi bitirene kadar orada kaldık. Bir yan-dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti, Milli Türk Talebe Birliği çalışmalarına katı-lıyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi’ni dört senede bitirdim. Bir ara akade-misyen olmayı düşündüm. Onun için mastır, doktora yapabilir miyim diye düşündüm. Sonra İstanbul’da Or-han Cemal Fersoy’un yanında staja başladım. Milli Eğitim Bakanı olan bir ağabeyimizdi. Orada staja başla-dıktan 3 ay sonra babamın ağır has-

talık geçirdiğini haber alınca bütün eşyalarımı toparlayıp Zonguldak’a döndüm. 67 yılında babamı kay-bettim. 68 yılında da avukatlık yap-maya başladım. Milletvekili seçilene kadar da avukatlık yaptım.

Zonguldak’a gelince Adalet Partisi mahalle delegeliğinden işe başla-dım. Yani deyim yerindeyse sıfırdan. Mahalle delegeliği aslında önem-liydi çünkü delegeler milletvekili seçiminde oy kullanıyordu. Hâkim denetiminde yapılan ön seçimlerde milletvekili adayları tespit ediliyordu. Zonguldak Halkevi Başkanlığı yaptım uzun bir dönem… Belki de Türkiye’de o dönemde sağcı olup da halkevi başkanlığı yapan bir tek ben varım-dır çünkü hep sol ekibin elindeydi. Konferanslar düzenledik o dönem-lerde. Zonguldak’a Üniversite Kurma Derneği kurduk. Çalışmalar böyle devam etti. 1974 İl kongresi yapı-lacak. O zaman biz genç bir grup kurduk. Adalet Partisi içinde. Kadro-ları gençleştirelim diye. Siz delege değilsiniz diye kongreye sokmuyorlar bizi. Fakat kongreden bir gün önce o zamanlar milletvekilimiz olan Maliye Bakanı Sadık Tekin Müftüoğlu bana haber gönderdi, “Köksal ile birlikte iki arkadaşını il yönetimine yazdıraca-ğım. Sakın istifa etmesin” dedi. Biz Müftüoğlu ile hiç karşı karşıya gelme-miştik ama o tanıyordu beni. Kongre yapıldı, tabi bizim liste kaybetti ama o listede benimle birlikte iki arkadaş

daha yönetime girdik. O yönetimde Genel Sekreter oldum, sonra ikin-ci başkan oldum. Böylelikle bütün parti tabanını, teşkilatları tanıma fırsatı buldum. Sonra 77 seçimlerini üç dört ay öne almaya karar verdi meclis. Aday olsam mı olmasam mı diye düşünüyorum. Eski bir ilçe baş-kanımıza sordum, “ ne acelen var, sen daha çocuksun” dedi. Moralim bozuldu ama sonrasında konuştu-ğum herkesten destek aldım. Böyle-likle aday olmaya karar verdim. Ve milletvekili olarak Ankara’ya geldim. Büyük Millet Meclisi… İnanılmaz bir şeydi… Bir de Adalet Komisyonuna verdiler beni, sonra KİT Komisyonu-na.

Bakan olmanız nasıl gerçekleşti?

1979 yılında kısmi senato seçimleri ve beş yerde ara seçim vardı. Cum-huriyet Hallk Partisi bu seçimleri kay-bedince, Ecevit “Halk bizi istemiyor” dedi ve istifa etti. Bunun üzerine De-mirel, Erbakan ve Türkeş’e “Türkiye’yi hükümetsiz bırakmayalım. Ben azınlık hükümeti kurayım, siz beni dışarıdan destekleyin” diye bir teklif götürdü. Onlarda tamam dediler. Böylelikle 79 senesinde hükümeti kurduk. 36 yaşındaydım daha. Radyonun başı-na geçtik. Biraz sonra “Devlet Baka-nı Köksal Toptan…” müthiş bir andı. Derken Hükümet ve Parlamento iliş-kilerinden sorumlu Devlet Bakanı gö-revini verdiler.

9

Page 10: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

“Doğru meslek seçimi mutlu bir gelecektir”

“Seçimi kazanamayız ama yine de mücadele edelim dedik”

Doğru Yol Partisinin kuruluşun-dan bahsedersek?

O gerçekten büyük bir destandır. Yasakların sürdüğü, kurucuların sürekli Milli Güvenlik Konseyi ta-rafından veto edildiği bir süreçti. Doğru Yol Partisi Türkiye’nin her tarafında çok kısa zaman içeri-sinde kuruldu ve çalışmalarına başladı. 1984 Mahalli Seçimle-rine ancak girebildi. Sonrasında 1987’de yasakların kalkmasıy-la birlikte büyük bir mücadele başladı. Bir tek televizyon vardı, TRT. TRT’de sık sık programlar yapılırdı. Doğru Yol Partisi adına genelde ben giderdim. 1990’a giden yıllarda yasakların kalk-masından önce Doğru Yol Partisi grup kurmayı başardı. 20-21 ki-şilik bir grup kurdu. Derken 1986 ara seçimleri gündeme gel-di. Ara seçimlerde son dakika Zonguldak’ta eklendi. İki yıl önce yapılan seçimlerde 2.bölgede Doğru Yol Partisinin 12.500, CHP artı SHP’nin 65 bin, Anavatan Par-tisinin de 95 bin oyu vardı ve biz

bu şartlarda seçime girecektik. Kendi aramızda 4 aday belirle-dik ve Demirel’in yanına gittik. Seçimi kazanamayız ama yine mücadele edelim dedik. Gittik, adayları sunduk. Demirel “Ne adayı, aday sen değil misin?” diye sordu. “Yok, efendim, ben olmam.” Desem de “Sen ola-caksın” dedi. “Efendim, burada aldığımız oylar şöyle, biz mah-cup oluruz” desem de Demirel “Seçimlerde kaybetmek olur. Bak Turgut Bey İzmir’de kaybet-miş. Şimdi Başbakan” dedi. Peki dedim boynumu eğip kabul ettim. Büyük bir mücadeleye girdik. Öyle bir tabloda muci-zeyi gerçekleştirdik. Kapısını çal-madığımız insan kalmadı. Deve bile kestik Sayın Demirel’le. 41 kere maşallah dedirtmek için 41 tane yol güzergâhında kurban kestik. Ve o seçimi kazandık. Hü-samettin Cindoruk Samsun’da, Ümit Canuyar ile Sümer Oral Manisa’da bende Zonguldak’ta seçimi kazanarak Doğru Yol Par-tisinin ilk seçilmiş milletvekilleri olduk. 87 seçimlerinde 55 civa-rında milletvekilimiz vardı. Sonra ben Grup Başkan Vekili oldum. O dönemde Anavatan Partisinin tek başına iktidar olan grubuna karşı büyük bir mücadele verdik.

1990 yılına kadar Grup Başkan Vekilliği yaptım. 1991 seçimle-rinde Doğru Yol Partisi çok büyük bir zafer kazandı ve birinci parti oldu. O süreçte ben Milli Eğitim Bakanı oldum.

Milli Eğitim Bakanı olduğunuz süreçte neler yaptınız?

24 tane üniversite, 84 tane fakülte kurduk. Bütçeden ay-rılan paranın artırılmasını sağ-ladık. Azerbaycan, Kırgızistan, Türkmenistan, Kazakistan ve Özbekistan’dan 10 bin öğrenciyi Türkiye’ye getirdik. Sonrasında Af-ganistan, Kerkük, Rusya Federas-yonunun içinden bazı ülkelerden de katılanlar oldu. Kardeş Evler Projesi’ni hayata geçirdik. Bu öğ-renci hareketi sebebiyle Kaza-kistan bana “Devlet Madalyası” verdi. İkili öğretimi açtık. İlkokul yönetmeliğini, ilkokul öğrencile-rinin katkısıyla yaptık. Türkiye’deki bütün ilkokullarda birimler kur-duk. Okul Öncesi Öğretim Genel Müdürlüğünü kurduk. Engelli ço-cukların eğitimi için açılan şube müdürlüğünü genel müdürlük haline getirdik. Bilgisayar Eğitimi Genel Müdürlüğü kurduk. Yurt Dışı Eğitim Genel Müdürlüğünü kurduk. Zorunlu eğitim beş se-

Köksal Toptan’ın Çalışma Odasından Bir Kare

10

Page 11: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

neydi. Eğitim – öğretim süresinin 8 yıla, 2001 yılında da 11 yıla çı-karılmasına dair kanun taslağını ben hazırladım.

Türkiye’de 165 gün olan eği-tim süresini uzattım. Türkiye’de Japonca eğitim veren bir okul açtık. Toyota’ya eleman yetiştir-mek üzere Şişli’de Endüstri Mes-lek Lisesinde bölümler açtık. Ek ders katsayılarını çoğalttık. Özel eğitimde görev yapan öğret-menlerin maaşlarını zamlı hale getirdik Kırgızistan’da bir kız mes-lek lisesi açtık. Süper liseleri açtık. Köy okullarına yakacak yardımı yaptık. Açık liseleri açtık. Zorunlu trafik, ilkyardım, çevre ve kitap okuma dersleri koyduk. Öğret-men yeterlilik sınavını kaldırdık. 1 milyon tane Türk alfabesi bastır-dık. Kırım’a, Kerkük’e, Rusya Fe-derasyonu içerisindeki Türk Grup-larına, Bulgaristan’a, Balkanlara 1 milyon tane alfabe gitti. Derken Turgut Özal hayatını kaybetti ve Türkiye’de yeni bir süreç başladı.

Sayın Demirel’in Cumhurbaşka-nı olması konusunda yoğun bir arzu oluştu. Biz Cumhurbaşkanı olmasının parti üzerinde yara-tabileceği olumsuzluklar üzerin-de dururken “Cumhurbaşkanlığı reddedilecek bir makam değil-dir” dedi ve konuyu kapattı. Son-ra Cumhurbaşkanlığı seçimine gidildi ve Tansu Çiller Doğru Yol Partisinin Genel Başkanı oldu. Bende Milli Eğitim Bakanlığı göre-vini bıraktım. 1995’e geldiğimiz-de Tansu Çiller bir gün telefon etti, “Kültür Bakanı olarak gelip, bana yardımcı olur musunuz?” dedi. Ben de “Olur” dedim ve böylelikle Kültür Bakanı oldum. Fakat o hükümet güvenoyu ala-madı. Koalisyon müzakereleri başladı, Doğru Yol Partisi ile SHP yeniden bir hükümet kurdu. Kül-tür Bakanlığı SHP’ye verildiği için ben o dönem kabinede yer al-madım.

Sonrasında 28 Şubat Muhtıra-sı verildi. Mecliste çok kötü bir

hava oluşuyordu. Özellikle Doğru Yol Partisi üzerinde baskılar vardı. “Milletvekilleri istifa etsinler” diye. O dönemde Erbakan da istifa etti. Sayın Çiller bir gün beni ça-ğırdı “Ne düşünüyorsun?” dedi. “Sayın Demirel’in size görev ve-receğinden emin misiniz? Hiç ol-mazsa Sayın Demirel’e giderken elinizde Doğru Yol Partisi Grubu-nun milletvekillerinin imzasını ta-şıyan bir yazıyla gidin” dedim. O yapıldı ama o arada hızla Doğru Yol Partisinin içine girilmeye baş-landı ve birçok arkadaşımız istifa ederek Büyük Türkiye Partisini kur-dular.

1999 seçimlerine geldiğimizde üçlü koalisyon kuruldu. MHP – DSP – Anavatan Partisi. O seçim-lerde Bartın’dan aday oldum. Ön seçim istedim. Ön seçimden liste başı olarak çıktım. Ancak se-çimi kaybettim. “Artık siyaseti bı-raktım” dedim. 2001 yılında Türk ekonomisi perişan bir hal aldı. Kemal Derviş ekonominin başına

“Artık Siyaseti Bıraktım”

11

Page 12: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

“Meclis Başkanı sen olacaksın”oturtuldu. Pek çok tedbir alındı ancak hiçbir yansıması olma-dı… Halkta terör ve ekonomiden dolayı büyük bir tepki oluştu ve bu tepki yeni bir arayışa döndü. Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşları bu arayışı gördüler ve Ak Parti doğdu. Sonra arkadaşla-rımız geldiler, Sayın Erdoğan’ın beni Ak Parti’ye istediğine dair. Bana destek olan partili arka-daşlarımın hemen hepsiyle gö-rüştüm. Yüzde 90’ı Ak Parti’ye git-memin doğru olacağı yönünde görüş beyan ettiler. Son olarak rahmetli Demirel’e gittim. Böyle bir davet aldığımı söyledim. Sa-yın Demirel bana “Sen Doğru Yol Partisi ile özdeşleşmiş bir insansın. Bana göre Doğru Yol Partisinden ayrılman doğru olmaz. Sayın Çil-ler ile konuştun mu?” diye sordu. Hayır dedim. “Seni hiç aramadı mı?” dedi. Hayır dedim. Zaten ya Ak Partiye gideceğim ya da hiç-bir yerden aday olmayacağım. Siyaseti bırakma noktasında-yım.” Dedim. “Sen bilirsin. Gittiğin her yerde başarılı olursun” dedi ve öyle ayrıldık. Sonrasında Ak Parti’ye girmeye ve aday olma-ya karar verdim. Böylelikle Ak Par-ti içerisinde yeniden particiliğimiz başlamış oldu. Zonguldak’tan aday oldum ve seçildim.

2002 seçimlerine gelindiğin-de Anavatan Partisi ve Doğru Yol Partisinin çok oy kaybettiği, MHP’nin baraj altında kalacağı görülmeye başlandı. Oradan kopan milyonlar Ak Parti’ye yeni bir Demokrat Parti olarak sarılma-ya başladılar ve 2002 seçimle-rine bu atmosferde gidildi. MHP, Doğru Yol Partisi, Anavatan Partisi barajı geçemedi, sadece CHP ve Ak Parti barajı geçti ve ikili bir parlamento kuruldu.

Sonrasında Dengir Fırat’ı kırama-yarak 20 yıl sonra yeniden Ada-let Komisyonu Başkanı oldum ve beş yıl bu görevi sürdürdüm. Bu süreçte akıl almaz reformalar

gerçekleştirdik, temel kanunlar çıkarttık. Ceza Kanunu, Usul Ka-nunu, Türk Ticaret Kanunu, Milli Güvenlik Kurulu Kanunu, Banka-lar Kanunu, Sigarayla Mücadele Kanunu gibi…

Derken 2007 seçimlerine gittik. Ben yine Zonguldak’tan aday oldum. 1980 darbesine kadar Türkiye’de milletvekilleri hâkim denetiminde ön seçimle tespit ediliyordu. Ben 1997 yılında ilk seçildiğim zaman çok kıran kı-rana bir ön seçim mücadelesi yaptık. 1980 sonrasında yedi dönem milletvekili oldum. Yedi dönemin tamamında aday ol-duğum yerden liste başı oldum. Bir tek 1977 seçimlerinde ön seçim olduğu için üçüncü sıra-daydım yani sekiz dönem mil-letvekilliği yaptım. Bu herhalde kolay kırılabilir bir rekor değildir. Otuz yılı aşkın bir süre içerisinde, sekiz dönem içerisinde çok şükür bir tane fezleke meclise “Köksal Toptan şu suçu işledi, dokunul-mazlığını kaldırın” diye bir fezleke gelmedi. Şimdi hiçbir partinin işi-ne gelmiyor ön seçim yapmak. Adayların sadece liderler tarafın-dan seçilmesi doğru bir sistem değil. O nedenle bir dönem Sayın Erdoğan’ın önerdiği dar bölge sistemi Türkiye’yi güçlen-direcek, yasama organını çok güçlendirecek, yasamanın yü-rütmeye karşı ayakta durmasını sağlayacak bir sistemdi. Ancak Cumhuriyet Halk Partisi karşı çık-tı. Neyse ben yine aday oldum. Çok güzel bir seçim çalışması yaptık ve Zonguldak’ta bir sağ partinin daha doğrusu şimdiye kadar bütün partilerin katıldığı se-çimlerde bir partinin aldığı oyun üstüne çıkan bir oy aldık. Çok başarılıydık.

Bu seçimlerin öncesinde içim-den geçen şey Meclis Başkanı olmaktı. Bunu gerçekten isti-yorum ancak hiç kimseye de söylemiyordum. Sonra bir gün

haber geldi “Meclis Başkanı sen olacaksın” diye. Genel Başkan Yardımcılarından birinden… Genel Merkezde grup toplantı-sı var. O gün de Meclis Başkanı adayı açıklanacak. Ben her za-man olduğu gibi arka sıralarda oturuyorum. Tayyip Bey dedi ki; “Meclis Başkanı adayımız Ada-let Komisyonu Başkanlığı döne-minde bütün önemli kanunların çıkarılmasına vesile olan tecrü-beli bir arkadaşımız, bir siyaset-çimiz Zonguldak Milletvekili Kök-sal Toptan’dır.” Dünyalar benim oldu… Orada bir teşekkür konuş-ması yaptım. Sonrasında Sayın Erdoğan’a “Diğer partileri ziya-ret etmemizde bir fayda görür müsünüz?” dedim. “Çok iyi olur” dedi. Böylece ziyaretlere başla-dık. O zaman Cumhuriyet Halk Partisinde Genel Başkan Deniz Baykal. Gittik. “Bu süreçte Cum-huriyet Halk Partisinin de deste-ğini rica etmeye geldik. Yeni bir dönem açılsın istiyoruz” dedik. Sonra basın toplantısı yaptık ayrı ayrı. Ben görüşme hakkın-da gazetecilere bilgi verdim, sonra Deniz Bey konuşma yaptı ve hiç unutamadığım bir şey söyledi “Siyaset, hakkın teslimini gerektiren bir iş ise Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Köksal Toptan’ın hakkıdır. Arkadaşlarımın oyuna bir şey diyemeyeceğim ama benim oyum Sayın Köksal Toptan’ındır.” Dedi. Çok mem-nun ayrıldık.

Milliyetçi Hareket Partisine gittik. Sayın Bahçeli bizi büyük bir ne-zakete karşıladı ama “Bizim ada-yımız var, biz ona oy vereceğiz” dedi. “Tabii, siz bilirsiniz, takdir si-zin” dedik. Oradan BDP’ye gittik, Sayın Ahmet Türk’te bizi büyük bir nezaketle karşıladı. Çıkışta yap-tığı açıklamada da beni des-tekleyeceklerini söylediler. Ora-dan da memnun ayrıldık. Sonra DSP’ye gittik mi tam hatırlamıyo-rum. Mesut Bey’e uğradım, o da oy vereceğini söyledi. Bizim Urfa

12

Page 13: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

Bağımsız Milletvekilimiz vardı, ona uğradım o da oy vereceğini söyledi. Tam bu görüşmeler bitti, saat 14.30 – 15.00 gibi ana bi-naya doğru giderken eşim aradı “Torunumuz oldu” dedi. Yani Ge-nel Kurulun açılmasına 15 – 20 dakika kala… Benim için keyif üstüne keyif…

Genel Kurula girdik. İşlemler ya-pıldı, geçici başkan okudu, ne yapılacak, nasıl oy kullanılacak. Ak Parti grubunun en sağ tara-fında, hükümet sıralarının yanın-daki sırada en başta Bülent Arınç Bey’le ikimiz oturuyorduk. Bülent Bey’e dedim ki “Biraz sonra te-şekkür konuşması yapacağım. Böyle de bir şey oldu, torunum oldu, onu söyleyeyim mi?” o da “Vallahi söyle, çok iyi olur” dedi. Ben de çıktım, konuşmamın so-nunda söyledim. Önce herkes bir şaşırdı falan sonra o gergin Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun havası birden dağıldı, ya da bana öyle geldi... 450 oy ile Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir Meclis Başkanının aldığı en

yüksek oy ile 9 Ağustos 2007 tarihinde geçici başkan Şükrü Elekdağ’dan yapılan bir törenle görevi devraldım ve Meclis Baş-kanlığı çalışmalarına başladım. O heyecanı tarif etmek müm-kün değil. Bu makamın bu denli önemli olmasının en önemli ta-rafı o makamın Birinci Başkanının Mustafa Kemal Atatürk olmasıdır. Bizler onun makamına oturduk. Bu herhalde bir faniye, bir siya-setçiye nasip olacak en önemli şeylerden biridir.

Yaptığım konuşmalarda söyle-diğim sözlerin hepsini tutmaya çalıştım. Tarafsız olmaya gayret ettim. Bütün gruplarla hep diya-log içerisinde oldum. Bana gös-terilen büyük teveccühün boşa çıkmaması içinde olabildiği ka-dar tarafsız oldum. 2 yıllık Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığım döneminde önemli işlere imza attığımı düşünüyorum. Rekor oyla seçildim ancak bu insa-nı rahatlatmak yerine aslında daha büyük bir sorumluluk altına sokuyor. Anayasaya göre meclis

başkanları tarafsızdır. Parti faali-yetlerine katılamazlar. Bu dönem içerisinde yaklaşık 4 bin mektup aldım. Dünya Parlamentolar ta-rihinde ilk defa bir Çocuk Hakları Komisyonu kurduk. UNESCO’dan takdir dolu mesajlar aldık. Tüzük komisyonu kurduk. Benim baş-kanlığımda bir de etik komisyonu kuruldu. Aynı dönem Obama ilk yurt dışı seyahatini Türkiye’ye yaptı. Ak Parti’nin kapatılma da-vası, Ergenekon olaylarının baş-laması bu dönemde yaşanan önemli olaylardan.

İKÖPAB’da ilk defa çok büyük bir katılımla, parlamento başkanla-rının katıldığı bir toplantıda güzel bir bildiri kaleme alındı. TÜRKPA benim hayal hedeflerimden bi-riydi. Amacım Türk dili konuşan ülkeler ortak asamblesini kurmak ama bu ortak asamblenin sade-ce Türk dili konuşan ülkeler tara-fından değil, dünyanın neresin-de olursa olsun Türk dili konuşan parlamenterlerin de gözlemci olarak katılabileceği bir platform olmasını öngördük ve ilk TÜRKPA

13

Page 14: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

toplantısını yani Türk Dili Konuşan Ülkeler Parlamenter Asamblesinin toplantısını İstanbul’da 4 Meclis Başkanı; Türkiye, Azerbaycan, Kırgızistan ve Kazakistan olarak yaptık. Daha sonra Bakü’de ikinci toplantı yapıldı.

Unutamadığınız anlar neler?

Kırgızistan’da benim adımı ta-şıyan bir ilkokul var. Bu her kula nasip olmaz. Bunu unutamam. Bir de ifade ettiklerine göre Suri-ye Parlamentosunda ilk konuşan yabancı parlamento başkanı ben olmuşum. Bir de Makedon-ya ziyaretimizde Üsküp’e gitti-ğimizde resmi temaslar başla-madan önce “Bugün Türkçe’nin resmi dil olarak kabul edilmesinin 1. Yıl dönümü. Bir toplantı var, oraya gideceğiz” dediler. Gittim. Beni kapıda Makedonya Başba-kanı karşıladı. Salona girdik ben dehşete kapıldım. 5 bin kişilik bir kalabalık ellerinde Türk bayrak-ları, “Türkiye... Türkiye... Türkiye” diye bağırıyorlar. Yıllarca particilik yaptım, kalabalıklara hitap ettim ama o günkü kadar sanırım hiç heyecanlanmadım. Böylelikle 8 dönem geçirdim. Allah’a şükür ki nasıl başladıysam öyle de bi-tirdim.

Siyasete yeni atılan gençlere tavsiyeleriniz neler olur?

İster seçimle gelin ister atamay-la, sonuç itibariyle demokratik mekanizma içerisinde bir yerlere geldiğiniz zaman birileri vasıta-sıyla geliyorsunuz. Ona ihanet etmemek lazım. Geldiğiniz yerin hakkını vermek lazım. Bıraktığınız zaman da geldiğiniz zaman ki gibi etrafınızda insanların olması-nı temin edecek bir dürüstlük ve çalışkanlık örneği olmanız lazım.

Bugüne bakıldığında Köksal Toptan’ın bir günü nasıl geçiyor? 7’de kalkar yaklaşık 1.30 saat spor yaparım. Hava güzelse or-mana yürümeye giderim. Sonra eşimle kahvaltı yaparım ve her gün saat 10’da annemi ara-rım. 10 dakika geciksem o beni arar. Sonrasında ofisime gelir, misafirlerimi ağırlarım. Gerek Ankara’dan, gerek şehir dışın-dan gelen arkadaşlarımla ülkeyi konuşuruz. Ofisim aynı zaman-da başkanı olduğum Türkiyem Vakfı’nın merkezi. Pul, tespih ve baston koleksiyonlarımla ilgileni-yorum. Bir yandan bunlarla uğ-raşıyorum diğer yandan dostlar, arkadaşlar sık sık geliyorlar, on-larla konuşuyoruz. Hala ülkemin, Zonguldak’ın, Bartın’ın, Rize’nin meseleleriyle uğraşmaya çalı-şıyorum. Türkiyem Vakfının ça-lışmalarıyla ilgileniyorum. Faal siyasetin içerisinde yokuz ama Türkiye sorunları ile her gün meş-gul olma sorumluluğunu üzeri-mizde hissettiğimiz için her gün bunlarla ilgileniyoruz. 17.00 gibi eve gidiyorum. Eşimle vakit ge-çiriyorum. Televizyon izliyoruz. Ankara’daki torunumla iki günde bir beraber vakit geçiririz. İstan-bul’daki torunumla 3-4 günde bir mutlaka telefonla bile olsa görüşürüm. Ankara’daki torunum mutlaka cumaları gelir, bizde ka-lır onunla yatarım. Kısacası gün-lerim bu şekilde geçiyor.

Türkiyem Vakfı’ndan söz eder-sek, bu vakıf ne zaman kurul-du? Faaliyet alanları neler?

Türkiyem Vakfı 1993 senesinde kurulan, eski bir vakıf. Kuruluş nedeni aslında Türk Cumhuri-yetlerinden getirdiğim çocuk-lar. 1993 Haziran sonunda Milli

Eğitim Bakanlığını bıraktığım zaman çocuklar biraz sahipsiz kaldı gibi bir izlenim vardı. O ne-denle bu çocukların sorunlarıyla ilgilenelim diye bir vakıf kurduk. O zaman ki adıyla Türk Dostluk Vakfıydı. Türkiye’nin önde gelen iş adamlarının, tüm siyasi par-ti temsilcilerinin üye olduğu bir vakıftı. Rahmetli Ali Dinçer bizim vakfın kurucusu ve 2. Başkanıydı. O çocuklara 6-7 sene hizmet verdik, eksiklerini giderdik. Benim getirdiğim çocuklar Türkiye’de eğitim aldılar. Bu çocuklar za-man zaman ülkelerine dönmek için yol parası bile bulamadılar. Onları karşıladık. Amacımız bu çocukların ülkelerine giderken Türkiye’den mutlu gitmeleriydi.

Daha bu sabah eski bir millet-vekili arkadaşımla karşılaştım. Odalar Birliğinde Türk Cumhuri-yetleriyle ilgili bir toplantı yapılmış. Orada tercümanlık yapan Elmira diye bir kızın benden bahseder-ken çok minnetkar konuştuğun-dan bahsetti. Elmira Türkiye’ye ilk getirdiğimiz çocuklardan biriydi. İl il gezerek getirdiğimiz çocuk-ların kaldıkları yurtlara giderdim. Samsun’a yaptığım bir ziyaret sırasında sıkıntı var mı diye sor-duğumda bir kızdan söz ettiler. Sürekli ağlıyor, yemiyor, içmiyor-muş. Çağırdım, yalnız konuş-tum. Nişanlısıyla birlikte gelmişler Türkiye’ye. Nişanlısı İstanbul’a ve-rilmiş, kendisi Samsun’da kalmış. Dedim ki topla eşyalarını seni İstanbul’a götüreyim. Onu oraya yerleştirdik. Şimdi Elmira burada tercümanlık yapıyormuş. Bunu duyunca dünyalar benim oldu. Kazakistan bunun sonucu bana devlet madalyası verdi. Çocuk-lar gittikten sonra bu vakfın adı-nı ve amacını biraz değiştirdik. Şimdi yine o cumhuriyetlerle ilgili

Türk Halkı Her Zaman Olduğu Gibi Yine Basiretini Ortaya Koydu

‘‘ ‘‘14

Page 15: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

elimizden geleni yapıyoruz ama vakfın adı Türkiyem vakfı oldu. Rutin olarak her sene İstanbul Bahçeşehir Üniversitesiyle birlikte mayıs başlarında 3 gün süren uluslararası bir sempozyum dü-zenliyoruz. Yabancı ve Türk katı-lımcılar oluyor. Akademisyenler ve siyasiler konuşmacı olarak ge-liyor, düşüncelerini söylüyorlar. Bu senenin konukları bir aksilik olmaz ise Makedonya Cumhurbaşkanı, Kıbrıs Cumhurbaşkanı ve Enerji Bakanımız Berat Albayrak olacak.

Son olarak 16 Nisan’da gerçek-leştirilen referandum hakkında ki görüşlerinizi alabilir miyiz?

Referandum mükemmel bir so-nuç çıkardı. Türk halkı her zaman olduğu gibi yine basiretini ortaya koydu. Dengeli, herkesi mem-nun edebilecek, herkesi kendi geleceği için umutlandıracak bir sonuç çıktı. İktidarda memnun, muhalefette… Demek ki halk doğru karar verdi. Şimdi önemli olan siyasetçilerin bu sonuçları iyi, doğru ve Türkiye’nin gelece-

ğine yönelik değerlendirmesidir. Ben siyasi partilerimizin bunu ya-pacağına inanıyorum. Onun için Türkiye’nin geleceğinden mem-nunum.

Bazı endişeler olsa da bunu za-man gösterecektir. Bu sistemin mükemmel olması da mümkün, yanlışlıklar doğurması da… Ama sonuç itibari ile ilahi bir kitap yazılmadı. Karşımızda kul eliyle yazılan, kul eliyle de değiştirile-bilecek bir metin var. O nedenle uygulamayı görmek, bakmak lazım. Ben endişe edecek geliş-meler olacağı kanaatinde deği-lim. Türkiye çok büyük kazanım-ları olan bir ülke. Böyle bir ülkenin kendine özgü, dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen özellikleri var. Türkiye’nin eğitilmiş bir insan gücü var. Birlik vakfında yaptığım konuşmada da söylediğim gibi; Avrupa bir gün gelecek bizim eğitilmiş insan gücüne ihtiyacı olduğu için kapımızı çalacaktır. Sadece Almanya’da 100 bin tane çocuğumuz üniversiteler-de okuyor. Amerika’da 15-20

bin çocuğumuz mastır doktorası yapıyor. Onun için korkmaya ge-rek yok. Şunu da unutmamamız lazım; Türk ırkı, Türk milleti Orta Asya’dan çıktıktan sonra hiç do-ğuya gitmedi. Hindistan Pakistan inmedi. Kuzeye de çıkmadı, gü-neye inmedi. Batıya göç etti. Sa-dece Kafkaslarda ikiye ayrıldı. Biri Karadeniz’in kuzeyinden giden bir kol, biride Anadolu’dan giden bir kol. Selçuklulardan Osmanlı-lara geldiğimiz zaman yine aynı şeyi görürüz.

Osmanlı imparatorluğu hep Avrupa’da genişlemeye çalıştı. Bizim yüzümüz hep batıya dö-nüktür. O nedenle biz model bir ülkeyiz. İslam dünyasının, Türkiye ne yapıyor acaba diye baktığı bir ülkeyiz. Bunu bozacak ha-reketlerden dikkatle kaçınmak lazım. O nedenle Avrupa ile olan ilişkilerimizi iyi tutmamız la-zım. Avrupa birliği yarın dağıla-bilir ama Avrupa birliği ile kavga ederken Avrupa ile olan ilişikleri-mizi de bozmamak gerekir.

Muhabirimiz Burcu Ülger, TBMM Eski Mecli Başkanı Köksal Toptan, Genel Yayın Yönetmenimiz Selin Temana

Türk Halkı Her Zaman Olduğu Gibi Yine Basiretini Ortaya Koydu

15

Page 16: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?

1952 Samsun doğumluyum. Lise-yi Erzincan’da, üniversiteyi Kara-deniz Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde okudum. Üniversite-de okurken spiker olarak TRT’ye gir-dim ve Trabzon radyosunda çalıştım. Okul bittikten sonra da Ankara’ya TRT Haber Merkezine ‘Redaktör Spiker’ olarak tayin ol-dum. Uzun yıllar haber okudum, program yaptım. Son 3 yılımda da müdürlük görevinde bulundu. Ar-dından zamanın Başbakanı Turgut Özal tarafından davet edilerek, 18.dönemde Anavatan Partisin-den milletvekilli oldum. Milletvekil-liğinden sonra aday olmadım ve 1991’de politikadan ayrıldım. Ana-dolu Ajansı Genel Müdürlüğü yap-tım. Çeşitli özel TV’lerde son olarak

da ATV’de Ankara temsilciliği gö-revlerinde bulundum. A Haberin kurulmasına katkıda bulundum. Orada yorumlar yaptım. Takvim gazetesinde uzun yıllar köşe yazısı yazdım. 2016 Eylül ayında da Baş-bakanımız tarafından Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürü olarak görevlendirildim. Evliyim iki kızım var.

Yüksek Mimar Mühendis olmanı-za rağmen neden basın?

Okurken TRT’ye girdim. Üniversiteyi bitirdikten sonra da kendi mesle-ğimizden gelen büyüklerimiz bu işi bırakamazsın dediler. Bu camiaya girdiniz mi çıkmanız oldukça zorla-şıyor. Benim bu sektörde kalmam da aslında böyle başladı. Büyükle-rimizi kıramadık, derken yıllar geçti.

Milletvekilliği dönemine bakar-sak, size neler kattı?

Gazetecilik mesleğinde milletveki-li olmanın çok büyük bir artısı var. Gazeteci olarak sorguluyoruz, so-ruyoruz, anlamak istiyoruz… Hep daha fazlasını soruyoruz. Ama karşı tarafa geçince ne yapılır, ne yapıl-maz devletin elindeki imkânlar ne-ler, bunu aslında tam manasıyla bilmiyoruz. Bu masanın iki tarafın-da da oturmak büyük bir tecrübe getiriyor. Bunun çok faydasını gör-düm. Bilgi, tecrübe sahibi oldum. Gazeteci kimliğimle bunun avan-tajlarını çok yaşadım.

Keskin geçişler yaşamışsınız. Bu kuruma alışmanız nasıl oldu?

Gazeteci olarak uzak olmadığım

“Basın Gün Geçtikçe İyiye Doğru Gidiyor”

Dergimizin bu sayısında, basın tarihimizin en yakın tanıklarından biri olan, Türkiye’nin en eski ve köklü kurumlarından olan Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü (BYEGM)’ne konuk olduk. 1862’de Matbuat Müdürlüğü, 1920’de Matbuat ve İstihbarat Müdüriyeti Umumiyesi ve 1984’e gelindiğinde Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü olarak adlandırılan kurumun TRT kökenli, eski milletvekili olan Genel Müdürü Mehmet Akarca ile keyifli bir söyleşi gerçek-leştirdik.

Mehmet AKARCAT.C. Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürü

Röportaj

16

Page 17: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

bir genel müdürlük zaten burası. Benim için sadece özel ile devlet arasındaki fark ilginç olabilir. Onun dışında burası sürpriz değil. Zaten alışık olduğum, kolaylıkla adapte olduğum bir yer oldu.

Peki, genel müdürlük olarak ne-ler yapıyorsunuz. Bu Genel Mü-dürlüğün misyonu nedir?

Dünyada ne olup bitiyor, Türkiye’yle ilgili basında hangi haberler yer alı-yor? Bunu yakından takip ediyoruz. Dünyanın çeşitli ülkelerinde çok sa-yıda basın müşavirimiz var. Cum-hurbaşkanımıza, Başbakanımıza, Bakanlarımıza dünyada Türkiye ile ilgili yapılan haberler, konuşmalar hakkında bilgi veriyoruz. 3 bülten hazırlıyoruz. 8.30 – 12 ve 17’de. Bunlar tercümeye dayalı. Diyelim bir Japon gazetesinde bir haber var, tercüme edip sunuyoruz. Aynı zamanda dünyadaki büyük ga-zetelerin manşetlerini sunuyoruz. Bizim gündemimiz DAEŞ oluyor da acaba Singapur’un, Brezilya’nın, Çin’in gündemi ne? Bunları devlet büyüklerimizin hemen öğrenme-si için bülten çıkartıyoruz. Özellikle Türkiye ile ilgili yazılıp çizilenlerle ilgili uyarıyoruz.

Bir süredir yürüttüğümüz, 15 Tem-muza yönelik kara bir bulut gibi ül-kemize çöken bu teröre karşı dün-yanın bilgilendirilmesi faaliyetleri var. Bu faaliyet kapsamında 200’e yakın basın mensubunu ağırladık.

Bombalanan yerleri gösterdik. Gazi ve şehit aileleri ile tanışıp, on-larla oturmalarını sağladık. Ülkeleri-ne döndükleri zamana neler yaz-dıklarına dikkat ettik. Çoğunun eski kanaatlerini değiştirdiklerini gördük. TBMM’nin 15 Temmuz’da bomba-lanmasının ardından duvardan kopan mermer parçalarını yeni yıl tebriği haline getirdik ve dünya-da 3000 kişiye gönderdik. Avrupa parlamentosu üyelerinin tamamı-na, birçok önde gelen gazetenin yetkililerine ve gazetecilerine gön-derdik. Bu da 15 Temmuz terörüne somut olarak dokunmalarını sağla-dığımız bir faaliyet oldu. Çok olum-lu karşılıklar aldık. Çoğu gazete ve televizyon yöneticisinin odasında, hatta masasında bunun durdu-ğunu bizim müşavirlerimiz fotoğ-raflarını çekerek gösterdiler bize. Böylelikle Türk halkının demokra-sisine sahip çıkmasının resmi bir kanıtı olarak bu taşlar dünyada ye-rini bulmuş oldu. Bunlar belli başlı faaliyetlerimiz. 0rtaya çıkan her ilginç duruma ilişkin yurt içi ve yurt dışı yankılarını hazırlayıp, rapor ha-line getirip Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımız başta olmak üzere devlet büyüklerimize sunuyoruz.

Kötü enformasyona karşı nasıl bir mücadele sergiliyorsunuz?

Bu anlattıklarım zaten doğru ve güçlü bir enformasyonla, buna nasıl karşı koyabileceğimizi göste-ren örneklerdi. Onların tezlerini çü-

rütmeye dönük, sürekli bir faaliyet içerisindeyiz. Bir anlamda bir tekzip gibi… Türkiye hakkında yayınlanmış kötü bir haber karşısında, doğruyu anlatarak müşavirlerimiz aracılığı ile o ülkenin basınına dağıtıyoruz. Doğrusu budur diye. Onlardan yüzde 10’u bunu kullansa o bile bu kötü enformasyona karşı koyan bir çalışma haline geliyor.

Türkiye’de basın nerede?

Türkiye’de basın bugüne bakıldı-ğında oldukça iyi bir yerde. Eskiden tek sesli bir basın vardı. Patronların anlaşması halinde hükümete iste-diklerini yaptırabilen, elbette ki bir-çok hata yapan çıkarcı bir basın vardı. Özellikle son yıllarda basının çeşitlenmesi, farklı fikirlere de yer veren bir basının ortaya çıkma-sı ile bir takım mecraların ortaya çıkması ve internet basının ge-lişmesiyle bu tek sesli basın, çok sesli bir hale geldi. Demokraside aranan çok seslilik kavramına bir karşılık oldu. Şimdi artık bir gazete bir şey yazdığında buna herkes inanmıyor ve diğer gazeteden tetkik etme ihtiyacı oluyor. Bu bile insanların daha doğru sonuçlara ulaşmasına imkân tanıyor. Dünya-nın birçok noktasına göre çok iyi bir noktadayız. Basın özgürlüğü ileri bir noktada. Dolayısıyla basın gün geçtikçe iyiye doğru gidiyor. İnşal-lah referandumdan sonra daha ileriye gidecek.

17

Page 18: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

Basın kartı ile ilgili yürütülen çalış-malar neler?

Basın kartının daha fazla avantaj sağlaması için hükümetle görüş-me halindeyiz. Gazetecilerin işlerini daha iyi yapabilmeleri için onlara bu kartın daha fazla avantaj sağ-laması gerektiğini düşünüyoruz. Belki telefon hatlarında, ulaşımda bazı indirimler gibi... Şu anda bu çalışmaları yürütüyoruz. Umarım kısa zamanda sonuç alırız. Devlet yetkililerimizde bu işe son derece sıcak bakıyor.

Projelerden bahsedersek, ufukta gözüken çalışmalar var mı?

Çok sayıda yeni projemiz var. Sıra-sıyla yürürlüğe koyuyoruz. Bugüne kadar gazeteciler olarak devlet yetkileri için mitingleri takip etmi-şizdir. Miting esnasında lavabo git-me ihtiyacı hissetmişizdir. Bize en yakındaki camiyi göstermişlerdir. Ama bu mitingden kopmak an-lamındadır. O sürede neler ko-nuşulduğunu öğrenememekle sonuçlanacak bir süreçtir. Ayrıca miting meydanlarına girip çıkmak bile büyük zorluklar içerir. Girerken de çıkarken de polisleri ikna etmek lazım. Bu nedenle biz bir basın tırı hazırladık. Referandum döne-

minde devlet büyüklerimizi, bağlı olduğumuz Başbakanlığın miting-lerinde gazeteci arkadaşlarımızın faydalanabileceği bir şey sunduk. Bu sadece gazeteciler düşünü-lerek yapılan bir harekettir. İçin-de tuvaleti var, çayı var, kurabiye var... Gazetecilerimizden bu proje ile ilgili çok fazla geri dönüş aldık. Başka bir mercii de böyle bir imkân istese verebiliriz. Bunu ilan ettik. Bu geri dönüşler bile gazetecinin ça-lışmasının kolaylaşması anlamın-da doğru bir iş yaptığımızı ortaya koydu. Şu anda pek çok projemiz daha var. Sadece onaylanmasını bekliyoruz.

“Bildiğim, inandığım şeyleri söylemeye çalıştım”

Kanallarda çok önemli işlere imza attınız. Bu başarıyı neye bağlıyorsunuz?

İşini seven insanlar zaten işlerinde başarılı oluyorlar. Öncelikle konuyu iyi bilmek gerekiyor. Nasıl montaj yapılır, kameraman nasıl çekim yapar, kameraman çekim yapar-ken nelere dikkat etmelidir? Bu ge-len görüntü nasıl montajlanmalı,

kurgulanmalı, nasıl kurgulanırsa seyirci daha kolay bilgi sahibi olur, muhabir haberi nasıl yazmalıdır, hangi unsurlara nasıl yer vermelidir ki bu haberi seyirci büyük bir ilgiyle izlesin? Bütün bunları bir yöneticinin de tüm safhalarıyla bilmesi lazım. Hangi haber nasıl ele alınmalı, na-sıl bir ciddiyetle takip edilmeli, ses-lendirmesi nasıl yapılması? Bunlar bilinmeli. Bir diğer önemli noktada başkasının hakkı nasıl yenmeme-li. Bu bir ahlaki sorumluluktur. Yö-neticinin bu ahlaki sorumluluğu da taşıyacak sansasyonel haber yapmaktan kaçınması lazım. Biraz uzun bir süredir meslekte olduğum için bunları iyi özümseyebildiğimi umuyorum.

A Haberi kurduk ve Türkiye’nin zir-vesine yükseldi. Uzun zamandır da bu yerini koruyor. Sebat ederseniz, kuruluşunuza bağlı kalır, verdiğiniz habere kalben bağlı kalırsanız ba-şarı kendiliğinden gelir. A Haberde uzun süre yorum yaptım. Yorum yaparken şunu gördüm, gerçek-ten düşündüğünüzü, hissettiğinizi, inandığınızı dile getirdiğiniz takdir-de izleyende gerçekten inanıyor, güveniyor ve anlattıklarınıza inanı-yor. Sahtekârlık yaparsanız, ekran-larda inanmadığınız şeyleri savu-nursanız başarılı olmanıza imkân

18

Page 19: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

yok. Ben bildiğim, inandığım şey-leri söylemeye çalıştım. Başarılı bulunuyorsam bunların etkisi çok büyük.

Hayatınız kırılma anı nedir peki?

Kırılma anı belki milletvekili oldu-ğum süredir. Bir gün durup dururken rahmetli Turgut Özal eve telefon etti ve ben seni milletvekili olarak görmek istiyorum dedi. O zaman ben 17 yıldır TRT’de çalışıyordum. O günün şartlarında mesleğimin zirvesindeydim. Hem TRT’de yöne-tici olarak çalışıyordum hem haber programı hazırlıyordum hem de aynı zamanda haber okuyordum. Bu üçünü bir arada yapan başka birisi var mı bilmiyorum. Öyle bir dönemde, çok yoğun çalışmalar ortaya koyduğum, belki başarı-lı olduğumu düşündüğümü bir dönemde bir anda milletvekilliği teklifi almak belki de hayatımın kırılma anı oldu. Rahmetli Turgut Özal’a büyük bir sevgim ve say-gım vardı. Dolayısıyla anında şeref duyduğumu bildirdim. Milletvekili olmak gerçekten ilginç bir ortam yarattı benim için. Oldukça farklı bir durumdu bu. Devleti öğrenmiş oldum. Parlamentoyu, yasama-nım, yürütmenin, yargının, ana-yasanın ne olduğunu, kanunların ne anlama geldiğini, nasıl kanun çıkartıldığını parlamentoda bire bir öğrenmiş oldum. Bütün gazeteci arkadaşlarıma da siyaseti bir dö-

nem olsun denemelerini tavsiye ederim. Bunun getirdiği tecrübe ve bilgi hayatımın belki de geri ka-lanını şekillendirdi diyebilirim.

Sizce gazetecilik nedir?

O bir ruhtur. Gazetecilik; ülkesi-ni, milletini, devletini sevmeden yapılabilecek bir iş değil. Çünkü öyle yapmaya kalkanlara biz bu-gün hain damgasını çekinmeden vurabiliyoruz. Vatan, millet, devlet haini olmamak gerekiyor. Olup biteni, doğruları millete anlatabil-menin aktarabilmenin en güzel, en doğru yolu gazetecilik yapmak. Fikirlerinizle, dünya görüşünüzle uyuşan bir kurumda çalışmalısı-nız. Sahtekârlık yapmamalısınız. O kuruma bütün gücünüzle katkı vermeye çalışmalısınız. Gazete-cilikte kaytarma olmaz. İnsanın günlük hayatı, aile hayatı elbette çok etkileniyor. Gece geç saat-lerde gidiyorsunuz evinize bazen gitmiyorsunuz… Haberin peşinde koşuyorsunuz. Bir yerde saatlerce bekliyorsunuz. Hayatını bu işe ada-yanların mesleğidir gazetecilik.

“Türkiye’de kaç tane vilayet ol-duğunu bilen gazeteci bile az”

Yeni gazetecilere tavsiyeleriniz neler olur?

Bilgi edinmelerini, kültürlerini arttır-malarını tavsiye ederim. Bir Cum-

hurbaşkanı, bir Başbakan nasıl ki her şeyi bilmek zorundaysa bir gazeteci de bilmek zorunda. Hiç umulmadık bir yerde, bir kişi karşı-nıza çıkıp, sen bana bu soruyu so-ruyorsun ama sen söyle Türkiye’de kaç tane baraj var diyebilir. Ya da şu andaki tüm barajlardan elde edilen elektrik gücümüz ne kadar-dır, 10 yıl sonra ne kadar olmalıdır ki Türkiye’nin ihtiyaçlarını karşıla-yabilsin diye sorabilir. Dolayısıyla mümkün olduğu kadar her şeyi bil-mek gerekir. Meyan kökünün dün-ya borsalarında ki fiyatını bilmek faydalıdır. Madem gazeteciler bu siyasetçileri politikacıları takip edi-yorlar, o zaman onlarda bu bilgi-lere sahip olmalılar. Karşınıza çıkan bir kişi size Amerika’da 50 kişiye bir traktör düşerken Türkiye’de 10 kişiye bir traktör düşüyor derse en azından bunun doğruluğunu kes-tirebilmesi lazım. Gazeteci ihracat ve ithalat rakamlarını bilmeli. Turist sayısını bilmeli. Bakıyoruz Türkiye’de kaç tane vilayet olduğunu bilen gazeteci bile az. Kendimizi yetiş-tirmeli, bilgi sahibi olmalıyız. Her partinin geçmişini, Türkiye’nin geç-mişini, Osmanlının son zamanlarını bilmeliyiz. İnceleyerek, araştırarak bilmeliyiz ki bomba gibi bir gaze-teci çıksın. Aldığı cevapları güzel yorumlasın. Böyle bir gazetecili la-zım. Kitap okumalarını, araştırma-larını tavsiye ederim.

‘‘Gazetecilik; ülkesini, milletini, devletini sevmeden yapılabilecek bir iş değil’’

19

Page 20: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

ERTAN PEYNİRCİOĞLUNİĞDE VALİSİ

Röportaj

Page 21: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

Öncelikle sizi daha yakından ta-nıyabilir miyiz?

13 Aralık 1963 Aydın doğumlu-yum. İlk, orta ve lise eğitimimi Aydın İli İncirliova İlçesinde, Yük-seköğrenimimi ise 1985 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakülte-sinde tamamladım. 1985 yılında açılan İçişleri Bakanlığı Kayma-kam Adaylığı sınavını kazanarak Mülki İdare Amirliği mesleğine başladım.

Sakarya İlinde Kaymakam Aday-lığı ve Eynesil İlçesinde Kayma-kam Vekilliği yaptım. 1987 - 1988 yıllarında 1 yıl süre ile İngiltere'de yabancı dil ve mesleki eğitim gör-dükten sonra 1989 yılında İçişleri Bakanlığı 74. Dönem Kaymakam-lık Kursunu bitirerek Adana İli Feke İlçesinde Kaymakam olarak mes-lek hayatıma başladım. Daha sonra Bingöl İli Karlıova İlçesi, Kars İli Kağızman İlçesi, Manisa İli Sa-rıgöl İlçesi, İzmir İli Bayındır İlçesi, Afyon İli Dinar İlçesi, İzmir İli Men-deres İlçesi ve Bursa İli Orhanga-zi İlçesinde Kaymakam olarak, Isparta İlinde Vali Yardımcısı ola-rak, 28.09.2011-01.06.2016 ta-rihleri arasında da Salihli İlçesinde Kaymakam olarak görev yaptım. 30.05.2016 tarihli ve 2016/8864 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile Niğ-de Valisi olarak göreve başladım.

“İnsana hizmet her alanda ya-pılır. Bunun yeri ve mevkisi yok-tur”

Bürokrasi dolu bir geçmişiniz var. Bu yılların hayatınızdaki önemi nedir? Size neler kattı?

Bürokrasi, devlet işlerinin yürütül-mesinde idarenin gücü ve yet-kisi olarak bilinmekle birlikte hu-kuk devletinin tesis edilmesi ve yönetimde keyfiliğin önlenmesi noktasında da büyük bir rol oy-namaktadır. Bürokrasi, Devletin yetki ve gücünün bizlerin eli ile ülkenin dört bir yanına dağıtılma-sıdır. Burada bütün sorumluluğun merkezde toplanmasından zi-yade bürokratlar aracılığı ile ülke çapında sorumluluk paylaşılmak-tadır. Görevlerimi yerine getirirken topluma hizmet etmiş olmak, tüm vatandaşlarımızın devletin imkânlarından faydalanmasında görev almış olmak benim için gu-rur verici.

İnsana hizmet her alanda yapılır, bunun yeri ve mevkisi yoktur ama bir bürokrat olarak yaptıklarımız ve imkânlar dâhilinde yapacakları-mız kalıcı hizmet olacaktır ve ne-siller boyu aktarılacaktır. Ben Mülki Amir olarak çalıştığım birçok yer-de insanımızla bir araya geldim, onların dertleri ile dertlendim,

üzüntülerine ortak oldum. Vatan-daşlarımızın sorun, istek ve talep-leri hep benim için ön plandaydı. Devletin bana verdiği yetki ve so-rumluluğu vatandaşlara ulaştırıyor olmak benim için çok değerli ve mutluluk verici.

Ziyaretlerinizde parti ayırmaksızın, her görüşten insanla bir araya geliyor, siyasi partileri ziyaret edi-yorsunuz. Sizce siyasetin bürokrasi üzerinde ki etkisi nedir?

Siyasetçiler ve bürokratlar, toplu-mun ihtiyaçlarını karşılamak için devleti oluşturan seçilmiş ve atan-mışlardır. Her iki kesim de belirli kurallar ve kriterler çerçevesinde seçilir ya da atanırlar. Devlet yö-netiminde esas olan vatandaşı-mızın daha mutlu, daha huzurlu ve daha güven içinde yaşama-sıdır. Bütün bu görevlerin yerine getirilmesinde, politikaların üre-tilmesinde ve uygulanmasında siyaset ve bürokrasi önemli rol oynamaktadır. Bürokrasi deneyim ve uzmanlık gerektirir. Biz yönetici-ler olarak hepimiz kamu hizmeti-ne önem veriyoruz. İşimiz halka hizmet.

Demokrasi ve bürokrasi her ikisi de temel insan hak ve özgürlükleri-nin korunduğu ve vatandaşların kaliteli kamu hizmeti aldıkları bir

“Bürokrat ile siyasetçi el ele verirsek daha güçlü bir

Türkiye oluruz”Dergimizin bu sayısında “Darül Pehlivaniye” yani pehlivanlar yurdu Niğde’nin, deneyimli ve çalışkan Valisi Ertan Peynircioğlu’nun konuğu olduk ve Niğde’nin tarihinden, bürokrasiye kadar pek çok detayı konuştuk. İşte siz değerli okurla-rımız için gerçekleştirdiğimiz o söyleşiden satırbaşları.

21

Page 22: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

toplum için şarttır. Bu nedenle Demokrasinin vazgeçilmez un-surları olan Siyasi Parti Teşkilatla-rımızla sık sık bir araya gelerek görüş alışverişinde bulunuyorum ve ilimiz için yapabileceklerimizi konuşuyoruz. Önceliğimiz İlimizin kalkınması ve Niğdeli Hemşerile-rimizin daha huzurlu yaşamasıdır. Bu nedenle siyasetçisi bürokratı ile el ele verirsek daha güçlü Tür-kiye oluruz.

Niğde’yi sizden dinlesek?

Niğde, 15 Temmuz darbe girişi-minde FETÖ/PDY silahlı terör ör-gütü üyelerine karşı kahramanca direniş göstererek Şehit düşen Hemşerimiz Astsubay Kıdem-li Başçavuş Ömer Halisdemir ’in memleketidir. Niğde o gece altı şehit vermiştir. Niğde yalnızca bugün değil geçmişte de kahra-manlar yetiştirmiştir. Bu nedenle Selçuklu şehri olan Niğde’mizin o zamanki ünvanı “Darül Pehlivani-ye” yani pehlivanlar yurdudur.

Dünyanın en eski yerleşim alan-larındın biri olan ilimizin antik adı “NAHİTA”dır. İç Anadolu Bölgesinin güneydoğusunda, Orta Toros-lar içinde yer almaktadır. Niğde 7.795 km2’lik bir alana kurulmuş-tur. İlimize bağlı 5 ilçe belediyesi ve 23 kasaba belediyesi olmak üzere toplam 29 belediye ile 132 köy bulunmaktadır. TÜİK 2015 yılı Adrese Dayalı Nüfus Sayımı so-nuçlarına göre ilimizin toplam nü-fusu 346.114’tür. İl merkezi nüfusu ise 132.155’dir.

İlimiz ekonomisinde tarım başta olmak üzere ağırlıklı olarak meyve suyu ve konsantresi, pamuk ipli-ği, makine halısı, otomotiv yedek parçaları, makine yedek parça-ları ve mikronize kalsit ihraç edil-mektedir.

Tarımsal alanları verimli olan ilimiz-de meyve üretimi bol ve çeşitlidir. Elma ağacı sayısı ülkede ilk sıra-yı alır. Türkiye'nin patatesinin ¼'ü burada yetişir. Niğde TÜİK 2013 yılı

verilerine göre kişi başına tarımsal üretim değeri bakımından 4. sı-rada yer almaktadır. Bu nedenle nüfus kırsal alanlarda yoğunlaş-mıştır. Bu alanlarda hayvancılık ve el sanatları bütün canlılığı ile devam eder.

Niğde büyük merkezlere olan yakınlığı, Kapadokya bölgesinde olması, Kayseri ve Nevşehir hava-alanlarına yakınlığı, tarihi eserleri, doğa varlıkları ve zengin müzesi ile Türkiye'nin turizm merkezlerin-den biri durumundadır.

Anadolu’daki birçok yerleşim yerinde olduğu gibi, Niğde’de coğrafi konumu nedeniyle, çeşitli kültürlere ev sahipliği yapmıştır. Niğde’de yapılan kazılarda elde edilen bulgular Niğde’nin tarihinin M.Ö. 7000 yıllarına dayandığını göstermektedir. Niğde bu tarih-ten günümüze kadar Anadolu’da yaşamış bütün uygarlıkların eser-lerine sahiptir. Niğde Müzesi ge-zildiğinde, Anadolu’nun 7 bin yıllık

Kemerhisar Su Kemerleri

22

Page 23: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

tarihinin tüm izleri kronolojik bir sı-rayla gözlenebilmektedir.

Niğde’de bulunan en eski tarihi eser, M.Ö. 7000 yılına tarihle-nen Köşk Höyük’tür. Buradan çı-karılan önemli buluntular Niğde Müzesi’nde sergilenmektedir.

M.Ö. 3000-2000 yıllarına tarihle-nen, Çamardı ilçesi Celaller Köyü yakınlarındaki Göltepe-Kestel Ören yerinde 1990 yılından itiba-ren yapılan kazılarda elde edilen bulgular Anadolu ve Dünya tarihi açısından çok önemlidir. Eski Tunç Devrinde Anadolu’nun kalay ihti-

yacının Mezopotamya’dan kar-şılandığı düşünülürken, buradan çıkan bulgular bu kanıyı tersine çevirmiştir.

Geç Hitit dönemine ait en önem-li bulgu ise Niğde Merkez Aktaş Kasabası yakınında bulunan An-dabalis (Andaval) Kilisesinde ele geçen, Hitit Hiyeroglifi ile yazılmış kitabedir. Kitabede Niğde’nin eski isminin “Nahita” olduğu tespit edilmiştir. Diğer önemli Hitit eserle-ri ise; Bor Gökbez Kaya Kabartma-sı, Porsuk Kitabesi, Keşlik ve Niğde Stelleridir. Roma Döneminin en önemli ve görkemli yapıtları ise,

bugünkü adı Kemerhisar olan an-tik Tyana kentinde ortaya çıkmıştır. Bugün toprak üstünde o döneme ait su kemerleri ve Bahçeli Roma Havuzu ile görülebilen antik Tyana kenti, 2.-4. yüzyıllarda bölgenin en zengin ve en güzel kenti duru-mundaydı.

Roma Döneminin diğer kültü-rel merkezi ise Karaatlı Kasabası Kaya Mezarlarıdır.

Bizans Döneminin en görkem-li eseri Gümüşler Kasabasındaki Gümüşler Ören Yeri ve Manastırı-dır. 8. ve 12. yüzyıllara tarihlenen

Gümüşler Manastırı Gülen Meryem Ana Figürü

‘‘Niğde bu tarihten günümüze kadar Anadolu’da yaşamış bütün uygarlıkların eserlerine sahiptir’’

Ak Medrese23

Page 24: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

ören yeri 1,5 km. uzunlukta bir yer-leşim merkezidir. Kapadokya yö-resininen sağlam fresklerine sahip olan manastırda en önemli eser Meryem ve İsa’nın gülümseyen üç boyutlu bakışı olan fresktir. Ay-rıca Niğde’de aynı dönemlerde korunma ve barınma amacıyla yapılmış 20’ye yakın yer altı şehri bulunmaktadır.

Niğde’de Türk-İslam eserlerinin en güzelleri Anadolu Selçukluların-dan kalan eserlerdir. Yaz aylarında oluşan “Taçlı Kadın Başı” görüntü-sü ile dünyada mimari benzeri olmayan Alâeddin Camii, Hü-davend Hatun Türbesi dönemin önemli eserlerdir. Ayrıca Akmed-rese, Sungur Bey Camii, Mehmet

Paşa Kervansarayı, Gündoğdu Türbesi Niğde Kalesi ve Saat Kulesi diğer önemli eserlerdendir.

Şehrin merkezindeki Alâeddin Tepesi üzerinde bulunan Niğde Kalesi’nin yapım tarihi kesin ola-rak bilinmemektedir. Ancak ilk temellerinin Hititler Döneminde atıldığı, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde onarımlar gördüğü bilinmektedir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarında, Müslüman ve Hıristiyan halkların aynı yerleşim merkezlerinde bir arada oturduk-larını ve cami ve türbelerin ya-nında Ermeni ve Rum kiliselerinin yan yana yapıldıklarını görüyoruz.

Daha sonraki yıllarda, Niğde’de bulunan birçok kilise, Müslüman halk tarafından korunmuş, onarıl-mış ve cami olarak kullanılmaya başlanmıştır. Fertek ve Yeşilburç kilise camileri bunların en güzel örnekleridir.

Kapadokya Yöresinin tüm özellik-lerini taşıması ve değişik kültürleri bağrında bulundurması nedeniy-le Niğde’yi bir “Kültürler Mozaiği” olarak değerlendirmek hiç yanlış olmaz.

Ayrıca, Medeniyetlerin yaşatıldığı kent olarak bilinen, birçok mede-niyete ev sahipliği yapmış olan ilimiz, doğal güzellikleri, termal kaynakları ile İç Anadolu bölge-

24

Page 25: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

sinin önemli bir turizm merkezidir. Niğde’de dağ turizmi ve kış spor-ları özellikle Aladağlar ile Bolkar Dağları, Aladağlar Milli Parkı içeri-sinde Demirkazık Tepesi, Yedi Göl-ler, Toros Kurbağasının (Rana ridi-bunda) yaşamakta olduğu Çinili Göl, Hacer Ormanı gibi doğal gü-zellikler bulunmakta olup; bu böl-gede dağcılık ve doğa yürüyüşü ağırlıklı turizm etkinlikleri düzen-lenmektedir. Demirkazık Yaban Hayatı Geliştirme Sahası Çamardı ilçesinde 18.955 ha.’lık alanı kap-lamakta olup; bölgedeki yaban keçilerine yönelik olarak özel izinle av turizmi yapılmaktadır.

Sağlık ve termal turizm açısından

ise Niğde iki önemli turizm merke-zine sahiptir. Çiftehan Termal Tu-rizm Merkezi gelişimini sürdürmek-te olup, yılda yaklaşık 300.000 kişiye hizmet vermektedir. Çifte-han Kaplıcaları, Ülkemizin ve Orta Doğu’nun en önemli kaplıca mer-kezi olma yolundadır. Ayrıca imar ve uygulama planları hazırlanan Narlıgöl Termal Turizm Merkezi’nin de kısa zamanda turizm yatırımla-rına kavuşması için çalışmalarımız devam etmektedir.

İlimiz ekonomisinde madenler önemli yer tutmaktadır. Özellik-le kalsit başta olmak üzere, jips, demir, bakır, kurşun, çinko, altın, kalay ve nikel madeni konusun-

da oldukça zengindir. Madencilik yatırımları 6. bölge destekleri kap-samındadır. Ayrıca Bor Badak’ta tespit edilen kaya gazının (petrol türetebilen kaya) potansiyelinin Türkiye’nin doğalgazda dışa ba-ğımlılığını önemli ölçüde azalta-cak boyutta bulunduğu belirlen-miştir.

Niğde güneşten elektrik enerjisi elde edilmesi noktasında güneş ışınımı açından ülkemizdeki en yüksek ve verimli birkaç ilden bi-ridir. Ayrıca Niğde’deki; güneş, rüzgâr, jeotermal gibi yenilene-bilir enerji kaynaklarının yanında, kanatlı hayvan ve büyükbaş hay-van besiciliğinden elde edilen

NARLIGÖL

25

Page 26: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

biyolojik atıklar sayesinde, biyoe-nerji konusunda da cazip yatırım imkânları bulunmaktadır.

Niğde’de eğitim başta olmak üzere sağlık, spor ve kültürel ne gibi faaliyetlerde bulunuyorsu-nuz?

Bilindiği üzere eğitim her toplumda yaşamsal öneme sahiptir. Yetiş-tirdiği nitelikli insan gücü, bir top-lumun varlığını sürdürebilmesi ve gelişmesinde en önemli etkendir. Bu nedenle de ülkemiz ihtiyaçlarını karşılayacak nitelikli insan gücünü yetiştirmek için ilimizde en ücra köşelere ulaşmaya çalışıyor okul-laşma oranını artırmak için projeler yapıyoruz. Okul çağındaki çocuk-larımızla bir araya gelerek onları bi-linçlendirmeye, ufuklarını açmaya çalışıyoruz.

İl Milli Eğitim Müdürlüğü bünye-sinde Şu anda AR-GE Birimi tara-

fından bugüne kadar ulusal ve uluslararası projeler hazırlanmış ve uygulanmıştır. Bu kapsamda Milli Eğitim Müdürlüğünün 6, okullarımı-zın 39 proje faaliyeti kabul olmuş-tur. Bu kapsamda; 352 öğrenci 75 idareci ve 218 öğretmen olmak üzere toplam 645 yurtdışı eğitim faaliyetine projeler kapsamında katılmıştır. İlimizde eğitimle ilgili ça-lışmalarımızdan Merkez Kırbağları Kız Kampüsü projesi, kırsal kesim-de yaşayan vatandaşlarımızın kız çocuklarının orta öğretimde okul-laşma oranını artırmak amacıyla Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü tarafından sağlanan kaynakla 300 kişilik yurt ile İl Yapım Programından 24 derslikli kız İHL, Devlet Yatırım Programından 32 derslikli kız mes-lek lisesi ve spor salonu projesi kız kampüsü olarak planlanmış olup; yurt, spor salonu ve okullar 2015-2016 eğitim-öğretim yılı 2. yarısın-da hizmete sunulmuştur. Bu proje ülkemizde bir ilk olup, öğrencilerin

her türlü ihtiyacı yerleşke içerisinde karşılanabilmektedir.

Diğer bir projemiz de; Bor Merkez Eğitim Kampüsü, Günümüzde ka-liteli eğitimin önündeki en önemli sorunların başında derslik sayısın-daki ve sosyal donatılardaki yeter-sizlikler gelmektedir. Bu yetersizlik-leri gidermek amacıyla Niğde Bor Merkez Kızılyer Mevkiinde ortaöğre-nim kampüsü yapılmıştır. Bu kam-püs 9.686 m² kapalı alana sahiptir. 2015-2016 eğitim-öğretim yılı 2. dönemine yetiştirilerek 816 öğren-cinin faydalanacağı proje kap-samında 24 Derslikli İmam-Hatip Lisesi, 200 Yataklı Öğrenci Yurdu, Küçük Tip Spor Salonu yapılarak hizmete sunulmuştur.

1992 yılında Niğde Üniversitesi adıyla faaliyete geçen ve 2016 yılında ismi değişen Ömer Halis-demir Üniversitesi, lisans, ön lisans, yüksek lisans ve doktora düzeyinde

‘‘Niğde; Orta Anadolu’nun gerek sanayi, gerek tarım, gerekse kültürel olarak gelişimi açık bir kentidir’’

Şehit Ömer Halisdemir ve Şehit Fethi Sekin’in Babaları Valilik ziyaret

Page 27: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

yaklaşık 20.000 öğrencisi ile eğitim vermeye devam etmektedir. Niğ-de, üniversite öğrencilerimiz için yurt sorunu olmayan bir illerden biridir. Ayrıca, Ülkemizin en önemli ve en donanımlı laboratuvarları arasında yer alan Ömer Halisde-mir Üniversitesi Merkezi Araştırma Laboratuvarı’nda, güneş paneli yapımında kullanılan yüksek ve-rimli güneş hücresi üretiliyor ve bu alanda “Güneş Hücresi” üreten Türkiye’deki tek laboratuvar olma özelliğini taşıyor.

Devletimizin katkıları ile sporu des-teklemek amacıyla İlimizde çok sayıda gençlik merkezi ve spor sa-lonu yapıldı ve yapılmaya devam etmektedir.

Vatandaşlarımızın kaliteli sağlık hiz-metlerinden yararlanması büyük önem taşımaktadır. İnsan sağlığı-nın korunmasını ve mevcut sağlık sorunlarının giderilmesini öncelikli hedef olarak belirliyoruz. Sağlık yatırımlarıyla vatandaş odaklı ve kaliteli hizmet anlayışıyla cevap verecek çağın gereklerine uygun olarak dizayn edilmiş hastanele-ri, modern tıbbi cihazları, nitelikli

personeli ile birlikte sağlık hizmet-lerinin en üst seviyeye çıkartılma-sı, iyi işleyen ve kolay erişilebilir bir sağlık sisteminin oluşturulması için çalışıyoruz. İnsanımıza kaliteli ve etkin bir hizmet sunmak için sağ-lık ocakları yapmakta, hastane ve sağlık birimlerimizin denetimini ih-mal etmeden çalışmaya devam etmekteyiz.

Niğde sizinle beraber nasıl bir değişim yaşadı? Ve bundan son-ra Niğdelileri neler bekliyor?

Niğde Valisi olarak kamu hizmet-lerinde etkinlik ve verimliliğin sağ-lanması, kamu hizmetlerinin sunu-munda Vatandaş memnuniyetinin en üst düzeye çıkartılması amacıy-la yapılan çalışmalarımızda çok önemli mesafeler alınmıştır.

Niğde; Orta Anadolu’nun gerek sanayi, gerek tarım, gerekse kül-türel olarak gelişimi açık bir kenti-dir. Dünya ülkelerinde olduğu gibi kentlerde de değişim uzun soluk-lu bir maratondur. Bu değişim ve gelişim bürokratların, siyasetçilerin ve yatırımcı iş adamlarımızın gay-retleri ile sonuca ulaşır. Ülkemiz son

yıllarda yaşanan gelişmelerden ilimizde istifade etmiştir ve tüm bu gelişmeler ışığında kendi yerel po-tansiyelimizi değerlendirmeye ve ilimizi daha üst seviyelere taşıma-ya devam edeceğiz. Biz ilimizin geleceğini tesis etmek, kalkınma-sını sağlamak ve çevre illerin sahip olduğu imkânlara ulaştırılması için buradayız ve bunun için kamu kurumlarımız seferber ederek ça-lışmaya devam edeceğiz.

Hedeflediğiniz noktada mısınız? Bundan sonra neler yapmayı planlıyorsunuz?

İnsanoğlu doğası gereği hep daha iyiyi hep daha güzeli ister. Dünya globalleşmeye ve her geçen gün değişmeye devam etmektedir. Elbette ben de he-deflerime ulaşmak için çalışmaya devam edeceğim. Mesleğim ge-reği değişime ve ilerlemeye açık olmamız gerekmekte bu uğurda fedakârlık yapmaktan çekinme-den çalışmalıyız.

Yaptığınız işte başarılı olmak; bu-lunduğu konumun hususiyetlerini bilmek, yapacağımız işler hak-

27

Page 28: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

kında proje üretmek ve takibini yaparak sonuçlandırmakla müm-kündür. Bundan sonraki süreçte de ilimizin kalkınması, ilerlemesi ve daha iyi noktalara taşınması için hedeflerimizi yüksek tutmaya ve bu uğurda mesai mefhumu olmadan çalışmaya inşallah de-vam edeceğim. Katıldığınız bir toplantıda “Basın; Vatandaşın gören gözü, işiten kulağı ve söyleyen dilidir” dedi-niz. Sizce Türkiye’de basının yeri nerededir?

Basın, Ülkemiz gündemi ile ilgili

kamuoyunu doğru ve tarafsız bil-gilendirme görevlerinin yanı sıra vatandaşımızın nabzını tutmakta, onların duygularına tercüman ol-makta ve idare ile halk arasında iletişim köprüsü kurmaktadırlar. Basın, aynı zamanda bizlerin se-sini de halkımıza duyurarak bu anlamda bir kamu görevi yerine getirmektedir.

Ülkemizde, basın yayın organ-larımız büyük ölçüde gelişmiştir ve hızla ilerleyen günümüz bilgi ve teknoloji çağının gereklerine uyum sağlayarak yenilenmeye ve gelişmeye devam edecek-

lerine inanmaktayım. Bir ülkenin basını ne kadar özgür, ne kadar tarafsız olursa o oranda siyasilerin, iş adamlarının, esnafların ve hatta normal vatandaşların üzerinde bir denetim işlevi görecek bu da işle-rin aksayan yönleri varsa görme-mizi sağlayacaktır. Basın bütün bu görevlerini yerine getirirken işlerin daha iyi yürütülmesini sağlaya-caktır.

Sizin gibi hayatını bürokrasiye adayacak olan genç arkadaş-larımıza neler tavsiye edersiniz?

Bürokraside görev alacak genç

‘‘Basın yayın organlarımız büyük ölçüde gelişmiştir’’

Yaşlılar haftasından bir kare28

Page 29: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

‘‘Basın yayın organlarımız büyük ölçüde gelişmiştir’’

Şehit Astsubay KıdemliBaşçavuş Ömer Halisdemir anıtı

arkadaşlarımızın, yapacakları işlerde, atacakları adımlarda kendilerinden emin olmaları ve işlerini severek yapmaları esas teşkil etmektedir. Her za-man merhametli ve vicdanlı olmaları, insanımız ile arala-rında gönül bağı oluşturmaları gerekmektedir. Bu ülke için, bu Millet için daha çok çalışmaları, yılmadan yorulmadan işlerine dört elle sarılmaları önem arz etmektedir. Genç arkadaşları-mız yaşayacakları olumsuzluk-larda, karşılaşacakları engeller-de devlete ve halka küsmeden dirayetli olarak çalışmaya devam etmelidirler. İdarecile-rin insanımız üzerinde güven teşkil etmesi gerekmekte bunu sağlamak içinde yapacakları

bütün işlerde istikrarlı olmak en önemli ölçüttür.Son olarak neler eklemek is-tersiniz?

Öncelikle size teşekkür ediyo-rum. “Halka Hizmet Hakka Hiz-mettir” anlayışı ile var gücümüz-le çalışmaya devam edeceğiz. Ülkemiz son yıllarda birçok geliş-me yaşanmıştır ve tüm bu ge-lişmeler ışığında ilimizin sahip olduğu yerel potansiyeli de-ğerlendirmeye ve ilimizi daha üst seviyelere taşımaya devam edeceğiz. Ülkemiz üzerinde oy-nanmak istenen hain oyunlara göz açtırmadık, açtırmayaca-ğız. Bizim Milletimiz vefakârdır cefakârdır, Vatanı için, Hürriyeti için, Ay Yıldızlı Bayrağımızın gök-

lerde dalgalanması için canını feda etmekten kaçınmaz. Biz de idareciler olarak, ülkemizin kalkınmasında, ilerlemesinde ve muasır medeniyetler seviye-sinin üstüne çıkması gayesinde milletimizle bir olacağız, bera-ber olacağız.

Her alanda kalkınmasını ta-mamlamaya özen gösteren ilimizde bundan böylede başa-rılı işlere imza atılması dileğiyle, derginizin ilimize katkıda bulun-masını temenni ederken, Niğ-delilere ve tüm okurlarına yol göstereceğini ümit eder, der-ginizin hazırlanmasında katkıda bulunanlara teşekkür ederim.

Selam ve Saygılarımla…..

29

Page 30: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

Alman İmparatoru II. Willhelm 1898’deki ikinci şark gezisinde Şam’da Emeviye Camii’nde bu-lunan Haçlılar’a karşı en büyük zaferi kazanmış Sultan Selahaddin Eyyubi’nin mezarı başında dünya-daki tüm Müslümanların sempati-sini kazanıp İngiltere ve Fransa’ya karşı zamanı geldiğinde bütün Müslümanlar’ı ayaklandırmak ve Osmanlı topraklarında Alman fiğr-maları için üstün ayrıcalıklar elde etmek uğruna şu konuşmayı yap-mıştır: “[…]Burada bütün zamanla-rın en büyük kahraman askeri sultan Selahaddin’in mezarı önündeyim. Majesteleri Sultan Abdülhamid’e misafirperverliğinden dolayı te-şekkür borçluyum. Gerek majeste Sultan gerekse halifesi olduğu 300 milyon Müslüman bilsinler ki, Alman İmparatoru onların en iyi dostudur.” Türkler’in hakim olduğu Osman-lı topraklarında gözü olmadığına inandırmaya çalışan Müslüman dostu görünümlü bu konuşmanın ardından Sultan II. Abdülhamit baş-ta olmak üzere tüm Müslümanlar’ın sempatisini kazanan Alman İmpa-ratoru II. Willhelm, başta Deutsche

Bank ve Bağdat Demiryolu projesi olmak üzere onlarca Alman fir-masının Osmanlı coğrafyasında milyonlarca marklık yatırımları için üstün ayrıcalıklar elde etmiştir. Os-manlı ordusunu Alman disipliniyle modernize etmek üzere İstanbul’a davet edilen başta Freiherr Colmar von der Goltz (Goltz Paşa) gibi Al-man askeri misyon şefleri Türkler’in İngiliz, Fransız ve Rus saldırganlığı karşısında bulunduğu zor durumu fırsat bilmiş ve Osmanlı ordusunu reforme etmek bahanesiyle Os-manlı ordusunu Alman silahlarıy-la donatmış ve bizzat simsarlığını yaptıkları Krupp ve Löwe gibi Al-man silah fabrikalarına milyonlarca marklık gelir sağlamışlardır. Bununla da yetinmeyen Goltz Paşa, eği-tim verdikleri Türk subaylarını uzun vadede Alman emperyalizmine hizmet edecek şekilde Alman mentalitesiyle ve hayranlığıyla motive etmişlerdir. Bunlar arasında Pertev Demirhan, Mahmut Şev-ket Paşa ve şüphesiz Enver Paşa ön planda olanlardır ki, bu Alman yatırımı Osmanlı Devleti’nin I. Dün-ya Savaşı’nda Almanya saflarında

felakete sürüklenmesiyle sonuçlan-mıştır. Almanya’nın bu barışçıl mas-keli siyasetiyle Osmanlı Devleti’ni ekonomik, siyasi ve askeri bakım-dan kendine bağımlı kılmaya ça-lışan politikasını tam 116 yıl önce 15 Mart 1900’de İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kurucularından Dr. Abdullah Cevdet şu sözlerle gözler önüne sermiştir: ’’[…]Dünyada Al-manlar’ ın insaniyet namına bir mil-lete muavenet etdikleri tarihte gö-rülmemiştir. Almanlar’ da bir tabiat vardır o da her milletin zaafından, meşguliyetinden istifade etmek ta-rafdarı olmalarıdı […]’’.

Alman emperyalizminin sinsi yön-temlerini gözler önüne seren bu Türk yaklaşımına Almanya sa-fından cevap gecikmemiş ve sözde ‘’Türk Dostu’’ Alman Pro-pagandacısı ve Ajanı Dr. Ernst Jaeckh ‘‘Yükselen Hilal-Beitraege zur türkischen Renaissance [Der aufsteigende Halbmond – Türk Rönesansı’na Katkı]”ismli propa-ganda maksadıyla yazdığı kitabın-da, Osmanlı Devleti’nin Almanya’ile İngiltere arasındaki pozisyonuna ve

Alman Emperalizmi’nin Akıl Oyunları(1898-2017)

Hakan Gökpınar/Tarihçi

Köşe

30

Page 31: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

Almanya’nın (sözde) barışçıl politi-kasına dikkat çekmiştir:‘‘Bir defasın-da Parisli Jön Türkler’tarafından ya-yınlanmış bir karikatür gördüm: ‘‘[Bu karikatürde]bütün büyük devletler yaşlı Türk ineğini sıkıca tutuyorlar ve Almanya bu ineği sağıyor.” Bu formülasyon bir polemik ve yanlış. Hakikate uygun olan şudur: ‘‘Bütün büyük devletler Türk ineğini [satır-la] parça parça kesiyorlar ama Almanya onu [Türkiye’yi] koruyor’’ ifadeleriyle masumane (!) bir sa-vunma yapmıştır…Gerçekten de bu dönemdeki Alman makam-larının Türkiye bakış açısı ve söy-lemleri dönemin Alman basınına ve sonrasında emperyalist Alman Tarihi literatürüne müteakip şekilde yansımıştır:‘’[…] Sadece Türkiye1 Almanya’nın Hindistan’ı olabilir[...]Sultan dostumuz olarak kalmalı, elbette ki ‘bizim onu memnuniyet-le zıkkımlanmamız art düşünce-siyle[...]Hasta Adam iyileştirilecek, öyle bir şifasına kavuşturulacak ki, rehavet uykusundan uyandığın-da bir daha tanınmayacak hâlde olacak. Öyle ki, tam sarışın, mavi gözlü ve Germen olarak görünme-li. Alman kucaklamasıyla kendisine o kadar çok Alman özü sızdırılacak ki bir Alman’dan ayırt edilemesin. Böylelikle Türkiye’nin mirasçısı olmak istiyoruz ve olabiliriz. Miras bırakanın bakımını onun ölümüne kadar ya-pacağız [...] Önümüzde büyük bir miras duruyor. Kendine bir devlet arzu eden Osmanlı halkı en iyi te-baadır [...] Bu tebaanın en iyi bö-lümü Almanlar tarafından yönetilen Türkler’dir – İşte [ancak] bunun bir geleceği vardır’’.

Birinci Dünya savaşı bittikten sonra Almanya’da Weimar Cumhuri-yeti kurulmuş ve Alman hükümeti Anadolu’daki ulusal kurtuluş sa-vaşı başarıya ulaşıncaya kadar Türkiye’ye ve Türk milletine hiçbir ilgi göstermemişlerdir. Türk kurtuluş savaşının kazanılması, Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanması ve Tür-kiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurul-masından sonra harekete geçen Alman Weimar Cumhuriyeti’nin ilk Türkiye Büyükelçisi Rudolf Na-1. Yeni Türk Devleti 1923’te Cumhuriyet’in ilanıyla ülke adı olarak ‘’Türkiye’’yi resmen kullanmaya başlamasına rağmen Almanya’da 1890’lı yıllardan itibaren Alman literatüründe Osmanlı Devleti ‘’Türkiye [die Türkei] olarak’’dile getirilmiş ve Osmanlı Devleti, Küçük Asya ve Anadolu terimleriyle eş anlamlı olarak kullanılmıştır.

dolny ilk iş olarak 1890’lardan bu yana Türk coğrafyasında Alman firmalarının bin bir siyasi entrika ile edindikleri varlıkları kurtarmanın ve Türkiye’ye eskiden olduğu gibi ye-niden siyasi, kültürel ve ekonomik bakımdan tesir etmenin çabası-na girmiştir. 1933’te iktidara gelen Adolf Hitler ise, Türkiye’nin ekonomik ve askeri bakımdan Almanya’ya ya bağımlı olduğunu düşünüyor ve Türkiye’yi Almanya’nın doğal ve zorunlu müttefiki olarak görmüş-tür. Hitler’ in 21 Temmuz 1940’taki kendi ifadesiyle Türkiye gibi ‘’küçük devletleri, onları istila etmek iste-yen İngiltere ve Fransa’nın elinden Hitler’in eli kurtarmıştır’’. İmparator II. Willhelm ve Hitler’in Almanya’nın Türkiye’yi her zaman müttefiki ola-rak görmek istediği propagandası veya Türkiye’nin ekonomik ve askeri bakımdan Almanya’ya her zaman bağımlı olduğu ve diğer Avrupa devletleri Türkiye’yi parçalamaya çalışırken, Türkiye’ye yatırım yap-

mazken Almanya’nın Türkiye’ye ya-tırım yapmayı sürdürdüğü ve Türkiye ile bir anlaşmazlık durumunda silah ambargosu uygulama taktikleri maalesef günümüzde de Alman siyasiler ve doğu bilimcileri arasın-daki yaygın kanaati şekillendirmeye devam etmektedir.

Almanya başta olmak üzere Av-rupa’daki Suriyeli mültecilerin Türkiye’ye geri gönderilmesi ve buna karşılık Türkiye’ye AB tarafın-dan maddi yardım sağlanması ve Türk vatandaşlarına vize serbestisi verilmesi konusunda Almanya baş-ta olmak üzere AB ülkelerinin taah-hütlerini yerine getirmekte sıkıntılar çıkarmaları üzerine Cumhurbaşka-nımız Recep Tayyip Erdoğan’ın bu şartlar altında mültecilerin geri ka-bul edilme antlaşmasının tek taraflı olarak feshedilebileceği sözlerine Almanya’da başta şansölye Merkel olmak üzere Alman basını Hitlervari üslupla tehditlerle tepki vermişlerdir.

31

Page 32: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

“N 24” gazetesinin 3 Mart 2017 ta-rihli “Ekonomi-Para” bölümündeki ‘’Türkiye’nin Almanya’ya Bağımlılığı Süreklidir [Abhaengigkeit der Türkei von Deutschland ist immens]’’ – Türkiye’nin Almanya’ya Bağımlı Ol-masının Beş Nedeni [Fünf Gründe, warum die Türkei von Deutschland abhaengig ist]’’ başlıklı yazısında birinci sebep olarak ‘’Almanya Türkiye’nin En Önemli Ticari Partne-ridir’’ ifadesine yer verilmiştir. Buna göre, Türk ihracatının tamamının yüzde 10’u Almanya’ya yapılmak-tadır. Almanya’yı büyük bir farkla –Almanya’nın tarihsel rakibi- İngiltere takip etmektedir. Makalenin yazar-ları Anja Ettel, Frank Stocker ve Hol-ger Zschaepitz öyle bir kanaattedir-ler ki, Türkiye için Almanya hayati bir öneme sahiptir. Almanya olmasa Türk ekonomisi çökebilir. Buna kar-şın Almanya için Türkiye önemli bir partner olsa da Türkiye Almanya için hayati bir öneme sahip değil-dir… Bu kibir kokan anlayışa göre… Türkiye Avrupa’nın en önemli tekstil üreticisidir ve tekstilden büyük bir geliri vardır. Ucuz iş gücü nede-niyle Boss, Esprit ve Adidas gibi dünya markaları ürünlerinin birço-ğunu Türkiye’de diktirmektedirler. Avrupa’nın emek sömürüsü düzeni-nin bir itirafı olan bu söylemde bu dünya markalarının Türkiye’den çe-kilebileceği tehdidi vardır. Hele hele Almanya 3, 5 milyon turistini Türkiye dışında başka ülkelere yönlendirirse Türkiye’nin turizmi de çöker…

Bundan başka 6500 Alman firma-sının Türkiye’deki firmalarla partner olduğuna vurgu yapılmış, son yıllar-da Avrupalı diğer devletler Türkiye yatırımlarını azaltırken ya da sonlan-dırırken Almanya müstesna Türkiye ve Müslüman aşkıyla (!) Türkiye’deki

yatırımlarını azaltmayan tek Avrupa ülkesi olmuştur (?).

Bu dönemde 6491 Alman firma-sının bireysel veya Türk firmaları ile ortalık halinde Türkiye’de aktif ticaret ve üretim yaptıklarının ve Almanya’nın bütün Avrupa devlet-leri arasında 1. Sırada olduğunun anımsatıldığı yazıda Almanya’nın Türkiye’ye yönelik en önemli teh-didine açık ve net bir şekilde yer verilmiştir: ‘’Alman Firmalarının [Türkiye’den] Geri Çekilmesi [Türkiye İçin] Ağır Bir Darbe Olur. Hatta Bu

[Geri Çekilme] Her An Gerçekleşe-bilir’’. Türkiye’nin bölgede Avrupalı firmalara ev sahipliği konusunda İran ile bir savaş halinde olduğu-nun iddia edildiği yazıda ‘’Almanya İran İle İyi Ekonomik İlişkilere Sahiptir’’ ifadesini kullanarak bütün Alman fir-malarının Türkiye’ye kaydırılabilece-

ği tehdidinde bulunulmuş ve işte bu nedenle ‘’Almanya Türk ekonomisi için karar vericidir’’ ifadesine yer verilmiştir. Geriye kalan son iki tehdit ise, Alman Federal Bankası’nın 2015 verilerine göre Almanya’da yaşa-yan Türk vatandaşlarının Türkiye’ye havale ettikleri dövizin 826 milyon € olduğu ve bunun azalabileceği ve sonlandırılabileceğidir. AB ile Türkiye arasında yapılan Suriyeli mülteciler için yapılan 3 milyar €’luk antlaş-manın da Türkiye için bir ekono-mik gelir kapısı olduğu son derece küstahça vurgulanmıştır. Bu maddi yardımı karşılıksız yapıyormuşçasına dile getiren bu emperyal anlayış savaş mağduru mültecileri ticari bir kazanç aracı ve eşya olarak nite-lendirmiştir. Bütünüyle kibir, emper-yalist tehditlerle dolu bu yaklaşım, Hitler’in 1 Mart 1941’de T.C Devleti Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye yazdığı mektubu anımsatmaktadır. 1940 itibariyle Türkiye’yi işgal planı hazırlayan ve bu işgal planından Türkiye’nin haberdar olduğunun da bilincinde olan, buna rağ-men İngiltere ve Sovyet Rusya’ya karşı savaşında Türkiye’yi Alman

saflarına kazanmaya çalışan Hitler Almanya’nın II. Willhelm dönemin-den bu yana güttüğü ‘’Türkiye’nin topraklarında gözü olmadığı’’ düşüncesine ve Almanya’nın po-litikasının Türkiye’nin de bilhassa Avrupa’da Almanya’nın oluşturaca-ğı yeni düzende Türkiye’ye de yer

32

Page 33: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

vererek Türkiye’nin ekonomik çıkarı-na hizmet edeceğine inandırmaya çalışmıştır:

’’[...]Ekselansları, şahsım adına bu mektubu bir vesile bilir ve bu Alman adımlarının hiçbir suretle Türkiye’nin topraksal veya siyasi bütünlüğünü hedef alma niyetinde olmadığını tarafınıza mehabetle bildiririm. Tam aksine: Birlikte, büyük kader savaşı-mızın ve bununla bağlı olarak yıllar süren acı yolumuzun hatırasıyla size garanti etmek istiyorum ki, gele-cekte Almanya ile Türkiye arasın-da gerçek dostane bir işbirliği için bütün şartların var olduğunun en derin inancını taşıyorum, çünkü: 1.) Almanya’nın bu bölgelerde hiçbir suretle topraksal çıkarı yoktur[…]2.)Bu savaşın bitiminden sonra be-lirlenecek olan ekonomik gelişme Avrupa’nın yaralarını sarmak için Türkiye’yi ve Almanya’yı zorunlu olarak yeniden ekonomik partner yapacaktır. Bunda belirleyici olan Almanya’nın sadece kendi en-düstriyel fabrika ürünlerini satmak-la ilgilenmemesi, aksine kendine [Türkiye’ye] en büyük müşteri olma-ya elverişli olmasıdır[…]’’

Almanya’nın Türkiye ve Türkler üze-rinden hayati kazanımlarını görmez-den gelerek ‘’Barışçıl’’ Alman em-peryalist bir edayla, tarih, siyaset ve jeopolitik bilgisi olmaksızın yazılmış bu Hitlervari tehditlere ancak kendi yaklaşımlarıyla, Hitler’in Propagan-da Bakanı Joeseph Göbbels’in İran uzmanlarından Tahran Arkeoloji Enstitüsü (sabık) Direktörü Dr. Will-helm Eilers’in Almanya’ya 1934’te yazılan ve ancak 1940’ta Herbert Melzig tarafından yayınlanan tav-siyeleriyle yanıt vermek gereksinimi doğmuştur:

’’[…]Bilhassa önemli olan nokta şu-dur ki, bütün Yakın-Şark hinterlandı, Avrupa’nın emperyalist iştahlarına karşı asırlardan beri set vazifesini gören ve bunu son zamanlarda bilhassa kuvvetle takviye etmiş bulunan Türkiye’deki inkişafı dikkat ve ümitle takip etmektedir.[…] bir öndere muhtaç olan şark, gözlerini Türkiye’ye çevirmiştir. Şu halde bu önderi kazanmak için elimizden geleni yapmamız lazım gelmez mi?[…]’’ sorusunu yöneltmiştir.

Eilers, son derece iddialı bir şekilde Türkiye sayesinde Yakın-Şark’ta Av-rupalı bir devletin etkili bir rol oyna-yacağından şüphesi olmadığını ve İngiltere ve Fransa ile rekabetinde bu Avrupa ülkesinin de Almanya olması gerektiğine işaret etmiştir. Ya da Hitler’in bir başka Türkiye ve Yakındoğu uzmanı ve Atatürk’ün ‘’Nutuk’’ eserini Almanca, İngilizce ve Fransızca olarak yayınlayan Kurt Köhler’in tabiriyle:’’[…) Anadolu je-opolitik bakımdan bütün Önasya ve Mısır için bir geçittir.[…] Alman nüfuzunun, Almanya için kıymet bi-çilmez derecede büyük öneme ve kıymeti olan Önasya’ya sokulması yolunda en mühim istinat noktası-nın ve hareket yerinin bizim için Tür-kiye olacağı hiç şüphe götürmez bir hakikattir[…]’’

Efsane Şansölyesi Otto von Bismarck’ın ‘’Şark’ın Yegane Centilmenleri Türkler’’dir diyen Almanya’nın Yakındoğuda’da eko-nomik partner seçiminde Türkiye ile İran arasında karar aşamasında olduğu anlaşılmaktadır. Avrupa’nın çağdaş yönlerini model alan ve sö-mürü düzenine karşıtlığıyla tüm şark toplumlarına model olan ‘’Medeni-yetler İttifakı’’ taraftarı ve misafirper-ver Türkiye’nin her daim dost addet-tiği ‘’Müslüman Dostu’’ Almanya’ya bu karar aşamasında tavsiyesi Türk Halk Ozanı Âşık Veysel’in dizelerinde gizlidir:

“Sana verebİleceğİm pek bİr şey yok aslında;

Çay var İçersen, ben var seversen,

Yol var gİdersen…’’

Kaynaklar:

ADAP: Serie D: 1937-1945, Band XI.2, Die Kriegsjahre, Vierter Band – Zweiter Halbband, 13. November 1940 bis 31. Januar 1941, Verlag Gebr. Hermes KG, Bonn, 1964, s. 166, 167

Glasneck, Johannes: Methoden der deutsch-faschistischen Popa-gandataetigkeit in der Türkei vot – und waehrend des zweiten Welt-kriges Wissenschaftliche Beitrae-geMartın-Luther UniversitaetHalle – Wittenberg, Halle (Saale), 1966

Gökpınar, Hakan: Deutsch – Tür-kische Beziehungen 1890 -1914 und die Rolle Enver Paschas, Tec-tum Wissenschaftsverlag Marburg, 2011

Hanioğlu, Hanioğlu, M. Şükri: ‘’Bir Siyasal Düşünür Olarak Doktor Ab-dullah Cevdet Ve Dönemi’’, Üçdal Neşriyat Yayınları, İstanbul,1981

Herbert, Melzig: Yakın Şark’ta Al-man Propagandası Hakkında Bir Muhtıra, Alaeddin Kıral Basımevi, Ankara, 1940

Lüksemburg, Roza: Osmanlı Dev-leti ve Alman Emperyalizmi, çev. Ziya, Aziz, İstanbul, 1941

https://www.welt.de/finanzen/ar-ticle162571064/Fuenf-Gruende-warum-d ie-Tuerke i - von-uns -abhaengig-ist.html

33

Page 34: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

Öncelikle sizi sizden dinleyebilir miyiz?

1973 Ankara doğumluyum. Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanat-ları Fakültesi Koro Ana Sanat Dalı ve aynı zamanda teori ve kompo-zisyon bölümünü bitirdim. Meslek hayatıma 95 yılında TRT Ankara Radyosu Çoksesli Müzikler Müdür-lüğünde stajyer ses sanatçısı ola-rak başladım. Sonrasında 96 – 99 yıllarında aynı kurumda ses sanat-çısı, 1999 – 2003 yıllarında TRT Di-yarbakır Bölge Müdürlüğü ‘Günışığı’

ve ‘Gündönümü’ programlarında yapımcı, 2003 – 2008 yıllarında TRT Ankara Radyosunda ses sa-natçılığı ve ‘Koro Dünyası’ ve ‘Yerle Gök Arasında’ programlarında ya-pımcı, 2008 – 2009’da TRT Ankara Radyosu Müdür Yardımcısı Radyo Müdür Vekili olarak görev aldım. O zamanlar Ankara Radyosunun Mü-dürü Şenol Göka’nın teklifiyle önce yeniden TRT Ankara Radyosunda ilk kadın müdürü olarak çalışma-ya başladım 2011 yılında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığında Eği-tim ve Yayın Daire Başkanı olarak 3

Dergimizin bu sayısında, daha öğrencilik yıllarında

başarılı bir iş kadını olacağını hissettiren, okulunu her

dönem yüksek şeref öğrencisi olarak tamamlayan, TRT’nin

ilk kadın müdürü olan, TRT Radyo Dairesi Başkanı Amber

Türkmen’e konuk olduk.

Amber TürkmenTRT Radyo Dairesi Başkanı

“Burada

Zeki Mürenşarkı söyledi”

Röportaj

34

Page 35: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

sene görev yaptıktan sonra TRT’ye döndüm ve 2014 yılından itibaren TRT Radyo Daire Başkanı olarak çalışmaya başladım. 22 yıldır bu kurumdayım.

TRT’nin ilk kadın müdürü olmak nasıl bir duygu?

33 yaşında genç bir kadınken bana güven duyulması büyük bir şerefti… Çok önemli bir kurumun idareciliği görevi verilmişti. Bu bir nevi kadınları da temsil etmek-ti, çünkü TRT’de ilk kez bir kadın radyo müdürü olmuştu. Güven-leri boşa çıkarmamak, altından kalkmak istedim ama çok kısa bir süre içerisinde bunun kadın ola-rak da ayrı sorumluluklar taşıdığını fark ettim. Kadın olmanın getirdiği bazı içgüdüsel kazanımlar, farkın-dalıklar var. Çok da fazla efor sarf etmenize gerek kalmıyor. Evi gibi, çocuğu gibi bakıyor insan işine. Dolayısıyla yapılacak bir iş oldu mu uyku uyunmuyor hiçbir şeyin yarım kalması mümkün değil. Ankara radyosunda çok da iyi bir ekibim vardı... Hala aynı insanlarla çalış-maya devam ediyoruz... Bunların hepsinin öncesinde başarılı bir dönem olduğunu söyleyebilirim. Hem büyüklerimizin ciddi anlam-da destekleri hem de büyük bir birikimi olan, oturmuş bir kurumun idarecisi oldum. Radyocu arka-daşlarımızın çok iyi bildikleri işleri yapakları için fırsat sağlamak ye-terli olacaktı. Güzel bir ekibimiz var. Birlik beraberlik içinde yapmaya çalışıyoruz her şeyi…

TRT’ye ses sanatçısı olarak girmiş-tiniz. Kariyerinizde böyle bir an hayal ettiniz mi?

Hayır. Ben gençlik yaşlarımda da, mesleğimin ilk yıllarında da hep şükrettim. Ben müzisyen olmak istiyordum ve oldum… Hayalini kurduğum TRT Ankara radyosu çok sesli koro hakkında bir tez hazırla-

dım ve Allah bana hep hayalini kurduğum o topluluğa girme-yi nasip etti. Başka bir arayışım olamazdı, büyük bir aşkla zaten mesleğime bağlıydım. Kader bu yolu açtı. Eşimin görevi dolayısıyla Diyarbakır ’a tayin oldum ve ora-da yayıncılıkla tanıştım. Müzisyen topluluğu olmadığı için orada ya-yında hizmet ettim ve içime işledi. Ankara’ya döndüğümde hem ya-yına hem müziğe devam ettim. Sonrada yöneticilik başladı. Teklif-leri değerlendirdik. Önceleri tered-düt ettim çok sevdiğimi mesleğim-den ayrılmak konusunda. Çok kısa sonra fark ettim ki orada bir kişiyim ama burada yöneticilik yaparken çok kişiyim. Çok kişi adına çok iş yapıyorum. Dolayısıyla bu duyguy-la, yaklaşık 11 yıldır burada çalışı-yorum.

Radyo ve müzik sizin için ne ifa-de ediyor?

Müzikten gelen bir radyocu ola-

rak her şey diyebilirim. Müzik hep vardı. Ben müziği Allah’ın insanın içine doğuştan koyduğuna inanı-yorum. Şükürler olsun ki duyarlı ve yetenekli bir insan olarak dünyaya geldim. O birikimi de radyo saye-sinde geliştirdim. Çocukluğumdan beri radyo dinliyorum. Gençliğimi de radyo 3’ü dinleyerek geçirdim. O farkında olmadığım bir aşkmış. Ben diyordum ki müzik dinliyorum. Hayır, ben radyo dinliyormuşum. Bunu daha sonra anladım... Ta ki Ankara radyosunda göreve baş-layınca… Bu mesleğin, radyocu-luğun benim mesleğim olduğunu nice yıllar sonra fark ettim...

22 yıldır aynı kurumda olmanıza rağmen birde arada Aile Bakan-lığı geçmişiniz var. Bu süreçten bahsedebilir misiniz?

Aslında insanlar çok önemli geliş-meler olmadığı sürece bir iş ye-rinde çalışmaya başlar ve orada devam ederler. Ben TRT’de ciddi

“Müzik dinlediğimi sanıyordum,aslında radyo dinliyormuşum”

35

Page 36: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

“Radyo, gelişmeleri ve teknolojiyi en kolay bünyesine kazandırabilen ve birlikte hareket edebilen bir kitle iletişim aracı”

36

Page 37: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

bir aidiyet geliştirdim. 3 yıllık da bir Aile Bakanlığı geçmişim var. Ankara Radyosu Müdürlüğün-den ayrıldığım sırada Aile Ve Sosyal Politikalar Bakanlığı yeni kuruluyordu. O zaman orada göreve davet ettiler. İhtiyaç var dediler. Eğitim Ve Yayın Dairesi Kurucu Başkanlığı yaptım. Çok güzel çalışmalarımız oldu. Farklı manzaralarla karşı karşıya kaldık. Sanatçılık, yayıncılık, Aile Bakan-lığının farklı ilgi alanı. 2 meslek grubunu birleştirince çok iyi so-nuçlar çıktığını gördüm. Kuşkusuz ki Aile Bakanlığının yaşama dair çok farklı alanları var. Bu konuda pek çok iş ve işlem yapılıyor. Ka-nunlar ve yönetmelikler çıkıyor. Birimler kuruluyor ama bunları duyurmadığınız sürece çok bir etkisi ve faydası olmuyor. Yayın-cılık kimliğimde bu noktada çok destek oldu. Oraya da faydalı olduk. Güzel işler yaptık. Bugün hemen hemen tüm televizyon kanallarında orada ki işleri hala görebiliyoruz. Farkındalık yarat-maya çalıştığımız projelerin yan-sımalarını görüyoruz. Dolayısıyla iki işi birbirine çok yakıştırdığımı söyleyebilirim.

Radyocular olarak derdimiz ha-bercilik yapmak değil ama ha-berleri radyo diliyle dinleyicileri-mize ulaştırmak

90 yıllık TRT Radyolarından bah-sedersek?

Ülkemizde radyo yayıncılığı 1927 yılında başlıyor. TRT radyo 90 yıl-lık bir geçmişe sahip. Bizde dolu dolu bu 90. yılın tadını çıkarmaya çalışıyoruz. TRT radyoları elbette teknolojiyi, gelişmeleri çok yakın-dan takip ediyor... İşin ehli radyo-culara, yapımcılara, spikerlere, teknik adamlara sahip. Bunları bir araya getirip teknolojinin de bize sağladığı imkânlarla birleştirince harika sonuçlar çıkıyor.

TRT radyolarının tam 14 kanalı var. Dış yayınları da sayarsak 16 oluyor. Benim sorumlu olduğum birime bağlı olan 14 kanal var. Bir tanesi Radyo 1: Kültür ve söz yayınları ağırlıklı bir radyo. Ha-yata dair her şeyi Radyo 1’de bulabilirsiniz; edebiyat, müzik sağlık, hukuk aklınıza ne geliyor-sa... Yurdun her köşesine hitap edecek yayınlara sahiptir. Rad-

37

Page 38: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

31 Ocak 1968 TRT'nin ilk yayını

yo 2 dediğimiz TRT FM’i artık zaten herkes biliyor. Yaklaşık 27 aydır, kamuoyu araştırmaları da göste-riyor ki en çok dinlenen radyoyuz. En çok da yollarda dinleniyoruz. TRT FM için popüler müzik ve kül-tür kanalı deniyor. Anlık gelişmeleri çok yakından takip eden, insanları sıkmadan, güzel müzik yayınları yapan bir yayın. Radyo 3 dünya-da eşi benzeri olmayan bir yayın yapıyor. Bizi dünyaya bağlayan bambaşka bir kanal. Batı müziği, dünya müziği, klasik müzik ve caz çalıyoruz. Bütün bunları Türkiye’de bulabileceğimiz tek kanal. TRT Türk ve TRT nameden bahsedersek; bunlarında çok önemli işlevleri var. Yılların mirası olan halk türkülerimiz ve Türk müziğimizin inanılmaz güzel eserleri var. Bunları gelecek nesil-lere taşımak, onlarla tanıştırmak gibi bir misyonu var bu kanalların. Halk müziğinin ve sanat müziğinin özelliğini, güzelliğini ve geleneksel tarafını bozmadan yansıtıyoruz. Her şeyde olduğu gibi müzik alanında da pek çok gelişme yaşanıyor. Bu kanallarda gelişmelere açık olmakla beraber geleneği koru-mak bizim için önemli. Bunları da

yapımcılarla beraber değil TRT’nin bünyesinde olan sanatçılarımız aracılığı ile yapıyoruz. Kurum bu anlamda gerçekten çok zengin. Halk müziği, sanat müziği ve çok sesli müzik olarak 3 türde de eşsiz değerde sanatçılara sahibiz. Bu çok ciddi bir miras. Hocadan öğ-renciye, ustadan çırağa geçen bir gelenek var ve bunu sürdürmek içinde elimizden geleni yapıyoruz. Genel müdürümüz sağ olsun gö-reve başladığı zaman bize sanatçı alımıyla ilgili bir yol açtı ve böyle-likle bu kadroya 144 sanatçı daha kazandırdık. Bu inanılmaz bir şey. Hepimizin mesleklerine olan bor-cunun ödendiği, gurur verici bir an.

Türküye yönelmemizden sonra kent radyolarımız oldu. Ankara, İzmir ve İstanbul olmak üzere bü-yükşehirlerde başladık kent rad-yolarına ama şimdi yeni yerlerde de açılacak. İlkinin haberini de buradan verelim; her şey yolun-da giderse, yönetim kurulu kara-rından sonra Bursa’da da bir kent radyomuz hizmette olacak. Kent radyolarından sonra da en son yayın hayatına başlayan radyo-

muz TRT Radyo haber. Bu da çok kısa sürede hayata geçirdiğimiz bir proje. Genel müdürümüz TRT Rad-yo Daire Başkanı olduğu dönem-lerden istediği bir projeydi. Ancak 15 Temmuz gecesinden sonra bir anda karar verildi ve daha çabuk hareket edilerek açıldı. Kamuoyu araştırmaları gösterdi ki insanlar böyle anlarda en çok haberdar eden radyolara yöneldiler. Haber alma hakkı halkın en doğal ihtiya-cı. Dolayısıyla bizde bu proje ağırlık verdik. Radyocular olarak derdimiz habercilik yapmak değil ama ha-berleri radyo diliyle dinleyicilerimi-ze ulaştırmak.

TRT hem Türkiye’de hem dünya-da çok önemli bir yere sahip. Bu başarıyı neye bağlıyorsunuz?

Bu ülkede yayıncılık TRT ile başla-dı. Bu nedenle de çok büyük bir deneyim söz konusu. TRT kurumu da en küçük biriminden en büyük birimine kadar bunun bilincinde hareket eden bir kurum. Dolayı-sıyla her gün birikimin üzerine bi-raz daha ekledi. Kanal sayısı arttı. İçerik anlamında kendini geliştirdi.

38

Page 39: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

‘‘Radyocular olarak derdimiz habercilik yapmak değil ama haberleri radyo diliyle dinleyicilerimize ulaştırmak’’

Yurt dışına açıldı. Çok güzel işler yapılıyor. Genel müdürümüz bir akademi kurdu. Onun dışında yurt dışından gelen yayıncılara TRT’de de eğitimler veriliyor. Eskiden ol-duğu gibi gözümüz artık sadece BBC’de değil. TRT’de de çok büyük bir kurum. Bütün birikimini hem dı-şarıya ve diğer yayıncılara aktaran hem de onlardan da yeri geldiğin-de bilgi alan büyük bir kurum. Bu nedenle bu başarı aslında doğal bir sonuç. Ülkenin bu anlamda ki birikiminin sonucu.

“Radyo, gelişmeleri ve teknolojiyi en kolay bünyesine kazandırabi-len ve birlikte hareket edebilen bir kitle iletişim aracı”

Toplumun radyoya olan ilgisinin dönem dönem azaldığı konuşu-luyor. Bu durum hakkında bize açıklamada bulunur musunuz?

Evet, radyoya olan ilgi bir dönem azalmıştı. Önce gazete, sonra te-levizyon ve sonra internet radyo-nun tahtını sarstı diye düşünenler var. Ama bu büyük bir yanılgı. Çok kısa sürdüğünü ve gerçeğin bu olmadığını anladılar. Radyo, gelişmeleri ve teknolojiyi en kolay bünyesine kazandırabilen ve birlik-te hareket edebilen bir kitle iletişim aracı. İnterneti de, her türlü geliş-meyi de, görsel basını da, yazılı basını da katarak ilerleyebilen ve anında hareket edebilen, çabuk

bir kitle iletişim aracı. Bizim montaj yapmak, görüntü almak, çekmek, oradan aktarmak gibi dertlerimiz yok. Tüm dinleyicilerimize ve tüm gelişmelere bir telefon mesafesi kadar yakınız. Anında haber alıp, haberdar edebiliriz ve insanlara ulaşabiliriz. Biz bunun teknik açı-dan da kolaylıklarını pek çok proje ile ifade etmeye çalıştık. Hala da yapıyoruz… Radyo ekonomik. Din-leyici açısından oldukça kolay bir kullanıma sahip. Herhangi bir şey yaparken radyo dinlenebilir du-rumda. Bulaşık yıkarken, araba kul-lanırken, kitap okurken ne yapar-sanız yapın radyonuz açık olabilir. Özel bir durum gerektirmez. Direk olarak kişiye temas eder. Radyo-

39

Page 40: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

“Bu nasıl bir cesaret. Ben stüdyoya gireceğim. Ne söyleyeceğimi nereden biliyorsunuz”nun büyüsünü açıklayabileceğim bir diğer nokta da şu; aklınızda bir şey var. Kalbinizde bir şey oldu ve onu programa dönüştürüp insan-larla paylaşıyorsunuz. Sizi ne kadar insan tanıyorsa o kadar çeşitleni-yor. Çünkü hepsinin hayali ile bir-leşiyor. Sizden aldıkları, kendi akıl-larından, kalplerinden gelenlerle birleşiyor ve çeşitleniyor. Dolayısıyla her yayın aslında artarak çoğalıyor ve dolayısıyla en büyülü ve en etkili kısmı da burası oluyor. Kısacası as-lında her şeyin modası ve zamanı geçebilir ama radyonun asla.

Geçmişten günümüze radyo de-sek?

Her alanda bir gelişim diyebiliriz. Hayat gelişti… Artık bilgiye erişmek, ulaşmak an meselesi. Tabi bun-dan kastım Google’dan araştırma yapmak, bir şeyler öğrenmek değil ama bilgiye artık çok daha kolay ulaşılıyor. Müziklere ve şarkılara da öyle. Biz çocukken dinlemek istedi-ğimiz şarkıları liste yapar kasetçiye verirdik. Onlar bir yerlerden bulup

kaset yaparlardı. Biz böyle bilgimi-zi birikimimizi geliştirdik. Şimdi öyle değil, radyocular kendi imkânları ile hazırlayıp sunuyorlar. Dolayısıyla bu imkânlardan en kolay yararla-nan da radyocular. Teknik açıdan çok büyük kolaylıklar sağlandı... Bugün teknik açıdan biz bunları yayınlarımıza da yansıtıyoruz... İşler sadece yapabiliriteyle sınırlı kalmı-yor. Geçen yıl bir program yaptık; bu programı 3 ayrı stüdyoda birbi-rini görmeyen 3 ayrı sunucu aynı anda sundu. Dinleyen insanlar 3 kişi bir stüdyoda oturuyor da bera-ber sohbet ediyor diye düşünüyor-lardı. Bu bizim açımızdan çok özel bir şovdu. Bunun ardından bunu 3 ilden, 3 bölgeden, 3 ülkeden, 3 kıtadan yaptık. Dolayısıyla teknik imkânlarımızın güçlülüğünü de test etmiş olmuş. Bu gelişmeleri yayına aks ettirebiliyorsanız bir önemi var. Yoksa sadece sahip olmanızın bir anlamı olmuyor. Bu projede son geldiğimiz nokta şu oldu; youtube gibi görsel kullanabileceğimiz ka-nalları da ekleyerek 3 ayrı stüdyo-nun olduğunu insanlara gösterdik.

Bu da büyük bir sürpriz oldu. Şimdi-lerde ise herhangi bir olağanüstü durumda nerede ne yaşanıyorsa ona göre çağrılarda bulunabil-meyi hedefliyoruz. Radyoyu kötü şeylerle anmak istemiyorum ama diyelim ki bir yerde heyelan oldu, deprem oldu, sel oldu sadece oraya özel uyarılar, anonslar gön-derebiliriz. Trabzon’daki insanlara bugün hava yağışlı sevgili Trab-zonlular evinizden çıkarken şemsi-yenizi alın derken, aynı anda aynı kanalda ulusal yayında İzmirlilere de güneşe dikkat edin diyebilir du-rumdayız. Denemeleri geçen haf-talarda yapıldı… Mayıs ayında da dinleyicilerimizle buluşmuş olacak. 20 saniye içerisinde aynı anda 81 ile anons gönderdiğimizi düşünün. Bu muhteşem bir gelişme.

Reklam bütçeleri çok arttı. Bunun nedeni nedir?

Son zamanlarda radyolar çok büyük işler yapmaya başladı. Sa-dece TRT radyoları değil, özel rad-yolarda aynı şekilde. Biz zaten artık

40

Page 41: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

kapılarımızı çok açmış ve gelişmiş durumdayız. Diğer radyolara da abilik ablalık yapıyor, kapılarımı-zı açıp ortak işlere imza atıyoruz. Bizim işlerimizdeki yansımalardan onlarında faydalandıklarını düşü-nüyorum. Tüm radyo reklam pas-tasının %20’si TRT’de. Geçtiğimiz yılı böyle kapadık. 14 kanalın bü-tün giderlerini bir yıllık reklam geli-riyle karşılar durumdayız. Bu büyük bir başarı. Ticari olarak da önemli, radyonun asli görevini de yerine getirdiğinin, dinlenirlik oranının ne kadar yüksek olduğunun da gös-tergesi. Ve bu her geçen günde artmakta… İnşallah böyle de de-vam eder. Bu artış bu dinlenme oranlarından kaynaklanıyor.

Her yenilikçi programın ardında sizin isminizi görüyorum. Bu başarı, bu motivasyon nereden geliyor? Meslek hayatımda şunu öğrendi-ğimi söyleyebilirim; hiçbir şey kişi-sel değildir. Tek kişilik değildir. İnsan tek başına hiçbir şeydir. Buna ben-de dâhilim. Beraberlik içerisinde bir şeyler yapıldığında müthiş bir sinerji çıkıyor. İyi değerlendirebili-yorsanız, iyi bir yöneticisiniz. Kim-den ne isteyeceğinizi biliyorsanız o

zaman iyi bir yönetici oluyorsunuz ama yine de bu sizi kişisel olarak başarılı yapmaz. Ekip olarak başa-rılı yapar. Derginiz aracılığıyla da tüm ekibe teşekkürlerimizi iletiyo-rum. Gerçekten bir bütün olarak güzel bir ruhla çalışıyoruz.

TRT gibi bir kurumda çalışmanın sorumlulukları neler?

Bunu bir örnekle anlatayım. Yıllar önce, 2009 yılında radyo günleri kutlamaları sırasında dedik ki özel radyolardaki arkadaşlarımızı da çağıralım ve bugünü hep birlikte kutlayalım. Ben o zaman Ankara radyosundayım. Gelsinler yayın-larını, kendi programlarını Ankara radyosundan yapsınlar bende or-tak yayınlayayım. Davet ettik. Şok içindeler. O zamana kadar hep özel radyoların kapatılması gerek-tiği konuşulurken, bizim kurumumuz bir anda onlar davet etti… Geldi-ler. Stüdyomuza girerlerken Hakan Gündüz “Bu nasıl bir cesaret. Ben stüdyoya gireceğim. Ne söyleye-ceğimi nereden biliyorsunuz” dedi. Ben de dedim ki “Siz o stüdyoya bir girin. TRT mikrofonun karşısına bir geçin o otokontrol size ne ya-

pacağınızı söyleyecek.” Bu bam-başka bir ruhtur. Bölgelerde dâhil o kapıdan içeri girdiğinizde o sorum-luluğu herkes hisseder. Bu ülkenin tüm tarihi tüm birikimi, tüm yaşan-mışlığı o TRT radyolarında var. Bir stüdyonun önünden geçiyorsunuz, burada Zeki Müren şarkı söyledi diyorsunuz. İçinizdeki saygı ve duy-guyu ifade etmem mümkün değil. Burada şu sanatçı vardı. Burada şu spiker vardı diyorsunuz. O duygu sizi müthiş bir saygıya ve minnettarlığa itiyor. Bu da sizi güvenilir olmaya ve saygılı olmaya itiyor.

Son olarak bu camiaya girmek isteyen genç arkadaşlarımız için tavsiyeler alsak?

Samimi olsunlar. Başka hiçbir şeye gerek yok... İçlerinde ne varsa ol-duğu gibi yansıtmaya çalışsınlar. Ben bunca yıllık tecrübeden bunu öğrendim. Her şeyi öğrenebilir-siniz; montaj yapmayı, program sunmayı, her şeyi… Tekniği yapa-bilirsiniz ama asıl mesele samimi-yet. Bunu karşıya geçirebiliyorsanız işte o zaman başarılı oluyor, insan-ların ailesinden biri olarak harika bir iş yapmış oluyorsunuz.

41

Page 42: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

Demokrat Parti kurulduğu Ocak 1946 tarihinden Onbir ay

sonra, Trabzon teşkilatı evimizde kuruldu. 1960 Mayıs darbesi oldu-ğunda, Trabzon il başkanı olan ba-bamın ve ailemin bu partiye men-subiyeti sebebiyle Rahmetli Adnan Menderes ve ailesini ve bu misyo-nun sonraki liderleri olan Demirel, Özal ve Erbakan’ı yakinen tanıdım, dost oldum. O zamanların şahit-lerinden Sayın Ferruh Bozbeyli ile dostluğumuz devam etmektedir. Bu alaka sebebiyle, 1954 seçim-leri sonrasını ve 1960 fecaatinden sonra günümüze kadar, DP yerine kurulan partilerin yaşadıkları siyasi olayların yakın şahidiyim.

Demokrat Parti, 14 MAYIS 1950’de iktidara geldiğinde, Türkiye’de du-rum: Fakir, perişan bir millet, 27 yılda 19 milyon olabilmiş bir nü-fus... Ve bu nüfusun yüzde 85’i köy-lerde oturuyordu. Sanayi yoktu. İl merkezlerinde dizel jeneratörlerle,

sadece geceleri münavebeli ve-rilen elektrik... Köylerde elektrik yok. 1950’de bütün milli hâsıla; İKİ MİL-YAR SEKİZYÜZ MİLYON DOLAR. Fert başına düşen gelir 148 dolar.

1960 darbesi olduğunda durum şuydu: Elektrik santralleri, limanlar ve barajlar yapılmış. Sanayi 4 kat büyümüş, tarımda üretim 6 kat artmış. Yeni yapılan yollarla şehirle-rarası ulaşım arttığından, iç ticaret 58 kat artmış. Milli Hâsıla ONSEKİZ MİLYAR DOLAR. 19 milyon olan nü-fus, 1O milyon artarak 29 milyon olmuş. 1960 yılına gelindiğinde, fert başına milli gelir 600 dolar ve bütün dış borcu 954 milyon dolar. Yani, Gayri Safi Milli hasılatın 18’de birinden az bir dış borç. DP on yıllık iktidarında ortalama kalkınma hızı yıllık yüzde 7. DP kurulduğu 1946 yılından, hainlerin darbesiyle kapa-tıldığı 1960 yılına kadar çok şanlı bir miras bırakmıştır.

On İki Eylül darbesi ile kapatılan partiler, 1992 yılında çıkartılan bir kanunla tekrar açılsa da DP 1960 darbesi ile kapatıldığından bu ka-nun haricinde tutuldu. O zaman Milletvekili olan Sayın Bedrettin Dalan’ın teklifiyle Demokrat Parti de açılabildi. Rahmetli DEMİREL kapatılmış olan ADALET PARTİSİNİN mallarını, kendi kurduğu DOĞRU YOL PARTİSİNİN üzerine geçirmek

için bu kanunu çıkarmıştı. EVREN’İN en hayırlı işi CHP’yi de kapatma-sıydı. Yeniden açılan CHP, çağ dışı kalmış ALTI OK’UNU, tekrar Millete doğrultmaya başladı.

1992’den sonra, Demokrat Partiyi üç devre halinde incelemek la-zım. Birinci devre; Erkmen ve Aydın Menderes devresidir. Son delege-leriyle yapılan kongrede Hayrettin Erkmen Genel Başkan oldu. Aydın Menderes, bütün davetlerine rağ-men babasının partisine gitmedi. Ben de, kuruluş çalışmalarını yap-tığımız PARTİLEŞMEDEN vazgeçip, DP’de toplanalım diye kendisini iknaya çok çalıştım. Ancak kabul etmeyince BÜYÜK DEĞİŞİM PAR-TİSİNİ kurduk. Parti kurulduğunun akabinde albenisini tamamen kaybetti. Bunun üzerine DP’yi bir nevi basarak Aydın Menderes’i ge-nel başkan yaptılar. Bütün ısrarlara rağmen, etik bulmadığımdan, bu baskın kongreye katılmadım. Aka-binde kurduğumuz BÜYÜK DEĞİŞİM PARTİ sini (BDP) DP ile birleştirme-ye karar verdik. Arkadaşlarımızla kurduğum, Bursa, Samsun, Trab-zon teşkilatlarını DP ismi altında yeniden teşkilatlandırdıktan sonra, Genel İdare Kurulu beni İSTANBUL ilini yeniden kurmak üzere görev-lendirdi. İstanbul Kurucu İl Başkanı olarak arkadaşlarımla kongremizi yaparak teşkilatlanmayı tamam-

DEMOKRAT PARTİ, 16 NİSAN ve RECEP TAYYİP ERDOĞAN

İSMET HACISALİHOĞLUD.P ONURSAL GN. BAŞKANI

Köşe

42

Page 43: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

ladık. Büyük kongrede, DP Genel idare kuruluna seçildim. İstanbul, Samsun, İzmir ve Bursa illerini, bu-gün isimlerini iftihar ve şerefle an-dığım arkadaşlarımla kurduğum-dan, bundan sonra yapılan tüm Olağanüstü ve Olağan kongrelerin hâkimi ekibimizdi.

1995 seçimlerinden önce Mec-lis Başkanı Hüsamettin Cindoruk, milletvekili arkadaşları ile birlikte DYP’den ayrılacağını beyan edin-ce, benim ve birkaç arkadaşımın muhalefetine rağmen Aydın Men-deres kendisini Genel Başkanlık teklifiyle DP’ye çağırdı. Partinin Genel Merkez binasının açılışı için Maslak’ta, Cindoruk’un katılımı-nı da kutlamak üzere hazırlanan törene, Cindoruk son anda katıl-madı. DP bu tarihten sonra, canı gönülden bağlı olanlarla, partiyi ve Aydın Menderes’i, SİYASİ SER-

MAYE olarak görenlerin adresine dönüştü. Milletvekili olabilmek için her ahlaksızlığı mubah gören bazı insan tipleri, amaçlarına erene ka-dar kendilerini kamufle etmeyi da-ima başardılar. Siyasi Sermayecile-rin kontrolünde yapılan ittifak, 1995 seçimlerinde REFAH PARTİSİNİN bi-rinci çıkmasıyla neticelendi. Men-deres, seçimlerden sonra DP’ye dönüleceğini belirttiği halde, ME-ZARA KADAR diyerek RP’de kaldı. Beş Milletvekili içerisinde DP’ye bü-tün samimiyetiyle bağlı olan vekil, Kastamonu vekili FETHİ ACAR’DIR. Halen bu misyon için konferanslar vermekle, yazılar yazmakla uğraş vermektedir. Siyasi Sermayeciler ise, CHP kapılarında ve kanalla-rında, Meclise girebilme çareleri aramaktadırlar.

1995 seçimlerinden sonra DE-MOKRAT PARTİNİN ikinci devresi

başlar. D.Y.P. den tekrar milletvekili seçilen Cindoruk, İsmet Sezgin ve arkadaşları partilerinden ayrıldılar. Bizimle görüşmek istediler. Yanım-da D.P. ye genel başkan yaptığım MURAT UZMAN vardı. Tüm millet-vekilleriyle DEMOKRAT PARTİYE ka-tılmalarını teklif ettik. Cindoruk’un Genel Başkanlığını düşündüklerini söylediler. Ben Cindoruk’un bir demokrat olduğuna hiçbir za-man inanmadım. Nazarımda gizli bir CHP mensubu idi. Veya İsmet İNÖNÜ ve Celal BAYAR gibi, İSLAM’I bir ARAP KÜLTÜRÜ olarak gören ekolün adamı idi. Yakından tanı-dığım Bayar’ın, İnönü’den ayrıştığı tek nokta, Bayar’ın Özel Sektörcü, İnönü’nün katı bir devletçi olma-sıdır. Cindoruk’un bana söylediği şu sözleri hiç unutmadım: (Ad-nan MENDERES 1956 dan sonra çizgi haricine çıkmıştır. O yüzden biz parti kurduk.) demişti. Kurduk-

43

Page 44: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

ları parti de, 1957 seçimlerinde CHP’ye katılmıştı. Netice olarak, Murat UZMAN başkanlığını kabul etmediler. Herkes kendi yoluna di-yerek ayrıldık. Kurdukları DTP’nin ve Cindoruk’un hali malum.

Rahmetli KORKUT ÖZAL 1995 se-çimlerinde milletvekili olduğu ANAP. tan ayrılınca, kendisini D.P. GENEL BAŞKANLIĞINA getirdik. Rah-metli YUSUF ÖZAL ın genel başkanı olduğu YENİ PARTİ, D.P. ye katıldı. Partide Gnl. Bşk. Yardımcısı oldum. Bu ahvalde iken 1999 seçimlerine geldik. Yapılan istişareler neticesi, Başkanlık Divanı olarak Rahmetli ERBAKAN veya DYP ile ittifak gö-rüşmeleri yapmaya karar aldık. Olmazsa olmaz teklifimiz, seçim-lerden sonra DP ismi altında tekrar birleşmekti. Rahmetli ERBAKAN, ittifakı zayıflık addederek, teklifi ki-barca kabul etmedi. Korkut Beyle, Aydın DOĞAN’I ziyaret ettik. Aydın Bey, Tansu Hanımla arası açık ol-masına rağmen, bizi DYP’ye yön-lendirdi. D.Y.P bizimle bu görüşme-

leri yapmak üzere KOZAKCIOĞLU ve ARIKANBEDÜK.ü vazifelendirdi. Bu arkadaşlar D.P. ve ÖZAL isminin kendilerine getireceği katkıyı, siner-jiyi bir türlü anlamak istemediler. Düşüşte olduklarını, ancak bizim-le yapacakları bir ittifakla MERKEZ SAĞDA Mesut YILMAZ’ı yıkarak, DYP’nin tek adres olabileceğini bir türlü kafalarına sokamadık. Uzattı-ğımız elin onları kuyudan çıkarmak için tek kurtuluşları olduğunu anla-yamadılar. KORKUT ÖZAL ve benim çabalarıma rağmen TANSU ÇİLLER hanımla görüşemedik. Veya TANSU ÇİLLER bizimle görüşmedi. Netice-de İSTANBUL İL BAŞKANIMIZ CÜNEYT ZAPSU bahane edilerek, haksız, ah-laksız ve mesnetsiz bir bildiri ile bu ittifaka son veren D.Y.P. düşüşünü başlatan ilk büyük hatasını yaptı. Cüneyt ZAPSU, zaten milletvekilliği talebi olan bir insan değildir.

Bu ittifak olmayınca 1999 seçim-lerine katılıp katılmamakta tered-dütler yaşamaya başlayan ar-kadaşlarıma, seçimlere katılmak

mecburiyetindeyiz, çünkü siyasi partiler kanununa göre iki seçim üstüste seçime katılmayan partinin kapatılacağını hatırlatarak, maddi imkansızlıklara rağmen bulup bu-luşturarak seçime katıldık. Rahmetli Korkut ÖZAL, seçime katılmakla, DP’yi ikinci defa kapatılmaktan kur-tarmıştır. Parti açıldığı 1992 yılından sonra ilk seçim 1995 yılında yapıl-dı. Aydın Menderes, 1995 te DP ye seçime girmeme kararı aldırtmıştı. ÖZAL, 1999 seçimlerinden sonra fiili siyaseti bıraktı ve genel başkan-lıktan ayrıldı. Onunla beraber Cü-neyt ZAPSU ve bazı arkadaşlarda, yapılan olağanüstü kongrede kay-bedince partiden ayrıldılar. Partiyi olağan kongreye hazırlarken, Sayın RECEP TAYYİP ERDOĞAN,ı Belediye Başkanlığı sırasında, PINARHİSAR ceza evinde ve evinde yaptığı-mız görüşmeler gereği DEMOKRAT PARTİ.ye GENEL BAŞKAN OLMAYA davet ettim. Defaatle bana DP yi elimizde tutalım. İnanıyorum ki, milletimiz emin ellerde olduğuna inandığında DP yi tekrar iktidara

44

Page 45: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

getirecektir diyen Sayın Erdoğan, yeni bir parti kuracakları haberini gönderdi. Bundan sonra Merkez sağda tanınmış kişi ve partileri, D.P. ye davet ettim. Bu birliktelik-te, arkadaşlarımızla her fedakarlı-ğa hazırdık. Bunu, yazılı ve görsel basında da açıkça beyan ettik. FAZİLET PARTİSİ hakkında kapatma davası henüz neticelenmemişti ki, Rahmetli ERBAKAN ve arkadaşları, teklifimizi kabul ettiler ve gönder-dikleri insanlarla İl ve İlçelerde teş-kilatlanma çalışmalarına başladık. Sayın ŞEVKET KAZAN ve Sayın FETHİ ACAR, bu teşkilatlanmada görev-lendirildiler. 35 il ve ilçe teşkilatlan-ması tamamlanmak üzereyken, yeni bir parti kuracaklarını bildirerek vazgeçtiler. Sayın ERBAKAN bana, büyük bir hata yaptıklarını, ancak

arkadaşlarının bu kararına, pişman olacağını bilebile uyacağını belir-terek, bir nevi özür diledi. Saadet PARTİSİNİ kurdular.

Partiyi hep OLAĞAN ÜSTÜ kongre-lerle bu güne kadar getirmiştik. 28 Kasım 2001 yılında yaptığımız OLA-ĞAN Kongrede D.P. GENEL BAŞKA-NI seçildim. Arkadaşlarımızdan Musa Çomoğlu ve Nihat Akpak’ın görüşmeleri neticesi, GÖKÇEK, ANK. BÜY. ŞHR. BELEDİYE BAŞKANI-MIZ olarak yeniden teşkilatlanma çalışmalarına başladık. 2002 Ha-ziran ayında, İllerin 25 kadarında teşkilatlandığımız halde, kamuoyu yoklamalarında oyumuz YÜZDE YE-DİLERDE görünüyordu. 2002 KASIM tarihi için, aniden alınan ERKEN SEÇİM kararı bizim hesaplarımızı

altüst etti. MELİH GÖKÇEK’LE yap-tırdığımız anketlerden, DYP nin ba-raj sıkıntısı yaşadığını, ancak bizim-le ittifak yapması halinde meclise girebileceğini biliyorduk. Benden Aydın DOĞAN’DAN randevu alıp görüşmemizi istedi. AYDIN BEY bizi yine DYP ile ittifaka yönlendirdi. D.Y.P nin daha önce ÖZAL a karşı davranışlarını bildiğimden, direkt ÇİLLER ile görüşmemiz lazım gel-diğine karar aldık. Ancak ÇİLLER yine meydanlarda yok. LOKMAN KONDAKCI’YI görevlendirerek bi-zimle muhatap ettiler. İsrarımız üzerine bu sefer Sayın ÖMER BA-RUTCU yu tam selahiyetle görev-lendirdiler. Kendilerinden seçilecek yerlerden YİRMİ BEŞ milletvekilliği istiyoruz. Buna karşılık, D.P teşkilat, malvarlığı ve isim hakları yanın-

‘‘16 NİSAN, Türkiye’yi CHP ve İNÖNÜ ekolünün penceresinden bakarak

dizayn etme tarihinin sonudur’’

45

Page 46: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

da MELİH GÖKÇEK te Büyükşehir belediye başkanı olarak D.Y.P ye geçecek. Seçimlerden sonra DYP, isim ve amplemleriyle DP olarak, siyasi faaliyetini sürdürecek. Biz, iş işten geçmeden, bu antlaşmayı yapmalarını, 1999 daki hataya düşmemelerini, aksi halde baraj altında kalacaklarını BARUTÇU’YA anlattık. Baraj altında kalacaklarına asla ihtimal vermediler ve akıbet-lerini göremediler. Anketlerimizde sağda AKP harici hiç bir parti ba-rajı aşamıyor. D.Y.P yüzde 9 larda duruyor. Ancak bizimle ittifak saye-sinde barajı aşabiliyor. 1999 daki gibi, ÇİLLER ile direkt konuşmamız asla mümkün olmadı. BARUTCU bize en son seçilebilecek yerden 8 milletvekilliği önerince görüşmeler kesildi. Ben, İNTİHAR ettiklerini, DYP olarak bizimle ittifak son şansınızdır dedimse de, bir karış önlerini göre-cek fetanet ve ferasette değillerdi. ÇİLLER ve arkadaşları, bugün dahi, nerede hata yaptıklarını keşfede-memiştir. Güzel vatanımızda kim-ler başbakanlık koltuğuna oturma-dı ki? Netice de, DEMOKRAT PARTİ nin, ikinci defa CANSİMİDİ olarak uzattığı ele tutunmasını bilemedi-ler ve siyasi tarihin çöp sepetine atılıp, yok oldular.

2002 seçim atmosferine girince, bütün arkadaşları serbest bıraktım. GÖKÇEK ve diğer arkadaşlarımızın çoğu AKP ye geçtiler. Bana da çok ısrar ettiler, ancak siyasetten maddi ve manevi olarak çekilme kararında olduğumdan herkese teşekkür ettim ve kongre tarihini erkene alarak, olağan kongreye gittim. Büyük Kongre beni ONUR-SAL GENEL BAŞKAN olarak taltif etti. Ankara İl başkanımı genel başkan yaparak, manevi eziyet, ihanet, fit-ne ve büyük maddi kayıplarla dolu fiili siyasete son noktayı koydum.

Bundan sonra DEMOKRAT PARTİ-NİN Üçüncü ve son safhası başlı-yor. 2007 seçimlerine gelmeden önce, arkadaşlar Sayın Erkan MUMCU ile görüşmelerinde, ANAP ile DP yi birleştirme kararını benim vermemi istediklerini, bu sebeple Sayın MUMCU’NUN benimle gö-rüşmek istediğini söylediler. Ben siyasetten tamamen uzaklaştı-ğımı belirterek, kardeşim Erkan HACISALİHOĞLU’NU görüşmeye gönderdim. Bütün Milletvekillerinin bu birleşmeden yana olduğunu söyleyen Sayın MUMCU, yanıldığını geç fark edecekti. Özetle, ANAP ın zaman olarak ve misyon ola-rak hiçbir varlık gösteremeyeceği, ancak MECLİSTE GURUPLU bir DE-MOKRAT PARTİ nin millet nazarında daha şanslı olacağı kendisine an-latıldı. DP’NİN kongresini yaparak bütün haklarıyla ANAP a iltihakı ve akabinde de ANAP kongresini yaparak, DP ismiyle yola devam edilmek üzere mutabakata varıldı. Ancak daha sonra, DP’yi MEHMET AĞAR’a kaptırdı. Sayın AĞAR par-tinin, tertemiz açık SAĞ EL olan amplemini ve (Yeter. Söz Milletin-dir) öz deyişini de değiştirince DP fiilen yok edildi. Sadece isimden ibaret bir varlık haline gelen parti, misyon harici çok başkan değiştir-di. 24 Ayaklı misyondan, Dördünü bilen bir başkanı olduğunu zannet-miyorum.

Elden ele geçen, kokusuz ve renksiz bir gül haline dönen DP, 16 Nisan referandumunun mana ve ehemmiyetini anlamadığın-dan, davasına ve mazisine ihanet edercesine, CHP kuyruğuna takıl-mıştır.16 NİSAN, Türkiye’yi CHP ve İNÖNÜ ekolünün penceresinden bakarak dizayn etme tarihinin so-nudur. Millet Hakimiyetinin, tama-men ve bütün hakikatiyle zafere

ulaştığı tarihtir. 14 Mayıs gibi, Mille-timizin DEMOKRASİ BAYRAMIDIR.Yetmiş Yıldır bu misyonun zafere ulaşması için ecdadım ve şahsım olarak, bütün maddi ve manevi varlığımız ile mücadele ettiğimiz-den, DP yöneticilerine son bir tav-siyede bulunmaktayım. Bugün D.P. misyonunun sahibi olarak, Sayın Recep TAYYİP ERDOĞAN ve arka-daşlarını görmekteyim. Sayın RE-İSİCUMHUR hakiki bir demokrattır. Maalesef, Millet nezdinde bileğini bükemediklerinden olacak, Sayın ERDOĞAN’ a duymuş oldukları kin ve nefret bazı zevatta, vatan mil-let sevgisinin önüne geçmiştir. DP demek iktidar demektir. Siyasi are-nada bir gölge haline gelen bu partinin geleceğini samimiyetle düşünenler, katilini sevme sendro-muna tutuldukları CHP kapılarında gezinmeyi bırakmalıdırlar. Sayın ERDOĞAN’DAN randevu alarak, HİÇBİRŞEY talep etmeden AK PARTİ ile bütünleşmelidirler. Bu parti hep iktidar olmuştur. 27 Mayıs darbe-sinden sonra yerine kurduğumuz AP iktidardır. Seksen darbesinden sonra yerine kurulan ANAP, DYP, RP ve AKP iktidardır. Bunların hepsi Celal Bayar’ın değil, Adnan MEN-DERES ekolünün iktidarlarıdır. AK partiye katılım, zaten yıllardır ikti-dar olan bu misyonu, hakikatine kavuşturma olacak ve Su akarını bulacaktır. Ancak böylece 16 Nİ-SANLA tamamlanan Yetmiş yıllık çileler, acılar, fedakarlık ve fecaat-lerle dolu millet iradesini hâkim kıl-ma mücadelesinde ulaşılan mutlu son, tamamına erecektir. Aksi tak-dirde, 1994 yılında, idare binasını CAMİ’YE dönüştürerek İMAM tayin ettirdiğim ANIT MEZARDA, Beş vakit okunan Ezan sesleri altında uyu-yan ve secdeli insanların ziyaret ettiği aziz şehitlerin beddualarıyla, ebediyen anılacaklardır.

46

Page 47: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

Cumhuriyet kurulduktan sonra çıkan ayaklanmaları bastırmak için yapılan hareketlerde şidde-tin dozu kaçırılmış olabilir. Burada devleti suçlu, ayaklananları da sütten çıkmış ak kaşık olarak nite-lendiremeyiz. Eline silah alıp dağa çıkanları veya çıkanı devlet tedip etmek mecburiyetindedir. Aksi halde devlet olma vasfı yok olur. Hiçbir ülke toprakları üzerinde, ka-nunlarını ihlal eden olaylara ve kişilere bigâne kalamaz. Devlet, hiyerarşik düzeni içerisinde aldı-ğı kararları, kolluk kuvvetleriyle ve yargı gücüyle uygular. Bu hiyerarşi ve Anayasal hudutlar gözetilerek, devletin yaptığı işlere asla KATLİAM denemez. Birleşmiş Milletler sözleş-mesinde KATLİAMIN özet olarak ta-rifi budur. Hiyerarşik düzeni içerisin-de, yani Devlet Reisi, Hükümeti ve Parlamentosu ile bir ırk veya inanç topluluğunu, yok etme kararı verip uygulamadıkça, devlet, KATLİAM ile suçlanamaz. Ne DERSİM olayla-rında, ne de ŞEYH SAİT olaylarında böyle bir katliam kararı yoktur. Bu çerçeve içerisinde OSMANLININ

yaptığı ERMENİ tehciri de, asla katliam değildir. Ermeniler tarafın-dan katledilen masum KÜRT’LERİN, tehcir sırasında intikam için yaptığı baskınlarda öldürülenler olmuştur. Bunun haricinde, devletin imha kararı, hiçbir belge ile ispat edile-memiştir. Harp içersinde olan dev-let, yeterli askeri bu tehcire tahsis edememiştir. Mevcut askerlerin, baskınları hayatları pahasına ön-lemeye çalıştıkları da kayıtlarda vardır.

Hiçbir hiyerarşi gözetilmeden, anayasa ve insan hakları sözleş-melerine aykırı olarak, azınlık bir çete tarafından yapılan 27 MAYIS 1960 Darbesi neticeleri bakımın-dan tam bir KATLİAMDIR. Devletin bütün anayasal kurumları yanında, Milletin iradesi yani milletin bizzat kendisi, cahil ve gaddar silahlı bir çete tarafından KATLİAMA tabi tu-tulmuştur. İktidar partisinin tamamı hapishanelere tıkılmıştır. Hükümet ve Devlet yok edildiğinden, bu çe-tenin yaptığı bütün uygulamalar katliamdır. Üzerinden 57 yıl geçtiği

halde yaraları hala sarılamamıştır. Belki yıllarca da, bu yaralar sarıla-mayacaktır. Maddi ve manevi en gaddar işkenceler yapıldıktan son-ra asılarak katledilen, MENDERES, ZORLU ve POLATKAN’ın şahıslarında bizzat MİLLET ve DEMOKRASİ KATLİ-AMA UĞRAMIŞTIR. Devlet ve bütün münevverler bu olayı bir KERBELA KATLİAMI gibi, zihinlerinde en acı bir hatıra olarak taşımadıkları müd-detçe bu yara kapanmayacaktır. İSLAM devletini gasp edip ele ge-çirmenin bir neticesi olan KERBELA gibi, 27 MAYIS’ta DEMOKRATİK DEV-LETİ gasp edenlerin cinayet tari-hidir. Her iki katliamın cellatlarının söylediği şu sözler tıpatıp aynıdır: “Kerbela’da Hz. HÜSEYİN (rh.)’i şehit eden kişi, kılıcını indirirken; ‘YEZİD böyle istiyor’ diyerek son darbe-sini vurdu. YASSIADA Kerbelasının Hâkimi, SALİM(zalim) BAŞOL’da ‘Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor’ diyerek kalemini kırdı.”

Bu öyle bir KATLİAMDIR Kİ; mille-tin mutluluk, zenginlik ve refahına mani olmaya, fren olmaya daha

KERBELA'DAN

27 MAYISA,

KATLİAMLAR

47

Page 48: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

yıllarca devam edecektir. 57 yıl-dır yapılan çatışmalar, 12 MART, 12 EYLÜL, 28 ŞUBAT, 15 TEMMUZ ve bunların fiili hukuksuzlukları, 27 MAYIS KATLİAMININ neticeleridir. Bu katliamcı zihniyetin yaptığı ANA-YASALAR, demokrasimizi işlemez hale getirmiştir. 27 Mayısta KÜRT ileri gelenlerine ve dini liderlerinin cesetlerine yapılan zulüm, PKK’yı doğurmuştur. Tabii senatörlük, 68 olayları, genel grevler, vesayet yargısı, çalışamayan parlamento, kanunsuz grevler, idamlar, GEZİ ve öğrenci olayları, faili meçhuller, hep bu 27 MAYIS DARBE zihniyeti-nin ürünüdür.

Bu Demokrasi düşmanları, milletin teveccühünü (sevgi ve itimadını) kazanmış liderlerine duydukları, kin, garaz ve husumetle, fırsatını bulsa-lar, bugün de merhamet duyma-dan aynı cinayetleri işlerler. Memu-ru, gençliği, işçiyi sokaklara döküp memlekette kaos yaratarak, aynı katliamları yapmak için fırsat kolla-maktadırlar. Zaten sivil, resmi veya seçilmiş uzantıları da, onları soka-

ğa davet ederek, darbeci ve hain emellerini desteklemektedir.

Cumhuriyetten sonra, bu milletin çok sevdiği ve unutmayacağı Dört lideri olmuştur. KEMALİZM zırhına büründürülmesine rağmen, GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA, ADNAN MENDERES, Turgut ÖZAL ve RECEP TAYYİP ERDOĞAN. Bu liderlerin ha-talarını tenkit etmek, eleştirmek el-bette gereklidir. Ama duyduğunuz kin ve husumetten ötürü ölmüşleri-ne sövmek, sağ olanlarının ölme-sini istemek veya onaylamak has-talıktır, insanlık suçudur. Milletimiz, kendisine hizmet eden, sevdiği liderlerini korumak için, geçmiş-ten ibret alarak ve düşmanlarının oyunlarını çok iyi bilerek, bu insan-lık yoksunu canilerle mücadele etmelidir, edecektir ve etmiştir. Çünkü bu demokrasi ve insanlık düşmanları, yaptıklarının yanlarına kar kalacağını bildikleri müddet-çe, hainlikten ve fitne çıkarmaktan asla vazgeçmezler.

Kendilerinde çok akıl vehmeden,

cahil ve serkeş bir istemezükcü topluluğu, NATO verilerine göre mucizevi bir kalkınmayı başaran DEMOKRAT PARTİYE karşı, bu alçak-ça darbeyi yapmıştır. Kendi içinde anlaşmazlığa düşerek yurt dışına sürülen bazı darbecilerin, biz olsay-dık bu katliamlar olmazdı demeleri de onların zulümlerini af ettirmez. Çünkü hukukta bir kaide vardır. ES SEBEBİ KEL FAİL. Sebep olan yapan gibidir. Kaldırımda duran adamı yola iten, ezen şoför kadar suç-ludur. Bugün 27 MAYIS KATLİAMINI tartışan bazılarının bu zalim dar-beyi tenkit ederken (amma diye başlayıp), KATLEDİLENLERE kaba-hatler bulması anlaşılmaz ve affe-dilemez. Kaldırım kenarında duran adamı, suçlu gibi göstermek, onu iteni ve katilini mazur görmek, ah-maklıktır, adaletsizliktir. Bu saçma-lığa tevessül etmek, zulme rızadır. Hiçbir mazeret, katilleri lanetlen-mekten kurtaramaz. Kanundan kurtulan katiller, ALLAH(c.c) ın aza-bından ve milletin lanetinden asla kaçamamıştır. Tıpkı KERBELA KATLİ-AMINI yapanlar gibi.

48

Page 49: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

Bu yazı dizimizin başlığını “Kaos Di-nozorları” olarak seçtim. Neden? Çünkü, bugün dünyada kelimele-rin yetersiz kaldığı derecede “Vahşi bir kan emme” sömürüsü devam etmektedir. Kana, paraya, serve-te, ölümlere, zulümlere doymayan “Global Sermaye Baronları”, bu azgın iştahlarını devam ettirebil-mek için -kendi menfaatlerine zıt gördükleri- her devleti, her milleti, her kurum ve kuruluşu, bir dinozor dehşetiyle yutmak, yıkmak, yok etmek, dünyamızı kin, kavga, te-rör, cinayetler, darbeler, işkenceler mekanı halinde, sürekli huzursuzluk ve “Kaos”la idare etmek istemek-tedirler.

“Kaos Dinozorları”nın başında 500 milyon dolar servetiyle önde gelen David Rockefeller. (Geçen aylarda 101 yaşında öldü) Fanatik bir Siyo-nist olan bu adam, diyebiliriz ki, ömrünü “İslam Medeniyeti”ne karşı ve tüm dünyada “Kaos kumpasla-rı” oluşturmakla geçirmiştir. Diyor ki: -Önce kaos (Ordo Ab Chaos) son-ra düzen…

-..Osmanlı Devleti’ne dayatılan ka-pitülasyonlar benzeri şeyleri şeyleri

talep ettik. MENDERES, bize bunları hiçbir zaman kabul etmeyeceği-ni söyledi… Ülkesinin çoğunluğu Müslüman olduğu için, ülkesinin her yerine “camiler” yaptırıyordu. Menderes, bu şartlarda, iktidarda-ki yerini uzunca bir süre için sağ-lamlaştırdığını sanıyordu. Bir darbe ile (27 Mayıs 1960) bu işe bir son verildi ve sonunun öyle bitmesini istemediğimiz(!) halde, çalışma arkadaşlarıyla beraber idam edil-di. Sadece, CELAL BAYAR kurtuldu. Çünkü, bir MASONdu ve yakın ar-kadaşı Papa Roncalli ya da diğer adıyla 23’üncü John, VATİKAN’ın baskısıyla O’nu idamdan kurtardı.

Değerli okuyucularım…

Bu acı olayları ben, Siyasal Bilgiler’de 1961-1962 yıllarında öğrenci iken yaşadım. Prof. Dr. Muammer Aksoy sabahları fa-kültede dersimize girer, öğleden sonra “darbe meclisi”ne gider, 1961 Anayasası hazırlığına katılırdı. Ders sırasında sol militan gençler, “Hocam! Bu düşükler (DP yönetici-lerini bu kelime ile adlandırıyorlar-dı. DP’li millete de “kuyruklar” adı verilmişti) ne zaman asılacak?”

diye sorduklarında Prof. Dr. Aksoy, “Biraz sabırlı olun arkadaşlar.. Ace-leci olmayın.. Sonunda istediğiniz gibi olacak.. Bekleyin lütfen..” diye içimi yakan cevaplar veriyordu. Yassıada’da kurulan “Rezil darbe-nin mahkemesi”nde, mahkeme başkanı Salim Başol sanıklara, “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor!...” diyerek kinlerini kusuyordu.

Menderes şehid edildi. Celal Bayar’ın asılmayışına tepki gös-teren militanlara Prof. Aksoy şöyle diyordu:

-Arkadaşlar! Milli Birlik Komitesi, Bayar’ı 65 yaşını geçtiği için infaz-dan muaf tuttu…

Görün ve anlayın.. Ne 33 dere-ce masonluğundan ne de Papa Roncalli’den ve Vatikan’dan söz ediliyordu..

David Rockefeller itiraflarına de-vam ediyor:

- 1980 Darbesi, bizim isteklerimiz doğrultusunda yapıldı. Biz yete-ri kadar mal satamaz olmuştuk. Diğer az gelişmiş ülkelere uygula-

KAOS DİNAZORLARI III

Mustafa YazganGazeteci/Yazar

-ROCKEFELLER-ROTHSCHİLD-GEORGE SOROS -vs...

Köşe

49

Page 50: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

dığımız planı Türkiye’de de tatbik etmek istedik. İthalatın serbest bırakılmasını talep ettik. Sağ ve sol hükümetler, bu isteğimizi ka-bul etmiş görünüyorlar fakat işi uzatıyorlardı. Sonunda bu ikilem yine bildiğimiz yollarla “Ordo Ab Chaos” ile çözüldü. Provokatörleri-miz aracılığıyla sağ ve sol ideoloji kavgaları başlatıldı… Binlerce Türk genci, uydurma ideolojiler uğruna can vermişti.. Sonra darbe (12 Ey-lül 1980-Saat 4) geldi. Bütün olay-lar, bıçak gibi kesiliverdi. Burada uyguladığımız oyun, halkı umutsuz, çaresiz bir duruma düşürmek ve onlara bir “kurtarıcı” sunmaktı. -Turgut Özal döneminde bizim şir-ketlerimiz, bu bakir piyasaya kurtlar gibi saldırdılar. Türkiye’de para iti-bar gördü. Arkadaş, dost, aile gibi kavramlar unutuldu. Devlet işlet-meleri, bizim istediğimiz yönetici-lerin atanmaları sağlanarak zarar ettiriliyordu.

-“Kürk Devleti” projesini hayata geçirmek için önce PKK denilen bir örgüt oluşturduk. Bu örgütle uğ-raşmak, Türkiye ekonomisine çok büyük zararlar verdi. Sanırım, yakın gelecekte topraklarından, bizim için hala geçerli olan Sevr Antlaş-ması uyarınca fedakarlık etmek zorunda kalacak.. ( ‘Aç tavuk ken-dini arpa ambarında hayal eder-

miş’ diyelim. M. Yazgan)

Türkiye bizim için çok önemli. Bir kere İsrail Devleti topraklarının (Arz-ı Mev’ud’un) su kaynaklarının önemli bir kısmı şu anda Türkiye’ye aittir. İkincisi, Müslüman ve de-mokratik bir ülke olarak bu konuda öncü bir ülkedir. İslamiyet’i yıkmak istiyorsak önce Türkiye’den başla-malıyız. Üçüncüsü, Avrupa ve Asya arasında bir köprü durumundadır. Maden, petrol, doğalgaz gibi zen-gin yeraltı kaynaklarına sahip olan Ortadoğu ve Kafkasya’ya hakim olmak istiyorsak Türkiye elimizin içinde olmalıdır. Dördüncüsü, ülke bor madeni bakımından dünya-nın en zengin ülkesidir. Bu maden, yakın gelecekte petrolden daha önemli hale gelecek…

-Bizim çalışmalarımız sonucu Türkiye’de fuhuş, rüşvet, hırsızlık, haksız kazanç oluştu.

-Osmanlı’yı yıkmak zor olmadı. Birinci Dünya Savaşı, Avrupa’da bize karşı olan imparatorlukları dağıtmak, en önemlisi Osmanlı Devleti’ni parçalayarak Ortado-ğu’daki petrol yataklarını ele ge-çirmek ve İsrail’in yolunu açmak için çıkarılmıştı. Osmanlı’nın çöküş devrinde Mason örgütleri tarafın-dan kışkırtılan insanların çıkardıkları

isyanlarla topraklar kaybedilme-ye başladı. Bizim finans ve silah sanayi şirketlerimiz servetlerini on-larca kez katladılar. 1’inci Dünya Savaşı sonunda Monarşizm tez olarak, Demokrasi antitez olarak, Komünizm'i yani sentezi oluşturdu.-Hitler bizim tarafımızdan başa ge-tirildi. Alman ulusunu büyülemesi, yine bizim tarafımızdan aldığı mali yardımlar sayesinde olmuştur. Hit-ler, dünya savaşı başlatacak güce erişiyordu. Bu iş için Hitler seçilmiş-ti. Çünkü, Yahudilerden nefret edi-yordu. Sebebi ise, babaannesi o zamanlar zengin bir Yahudinin ya-nında hizmetçi olarak çalışıyordu. Babaannesi bu Yahudi patronu tarafından hamile bırakılmış, du-rumdan haberdar olan evin hanı-mı tarafından evden kovulmuştu. Babaanne kucağında bir bebek ile, yani Hitler'in babasıyla, başka bir iş bulamayınca koyu Katolik olan baba evine geri dönmüştü. Hitler zamanla bu gerçeği öğren-miş, Yahudilere kin duymaya baş-lamıştı. İsrail topraklarına (Filistin’e) dönmemekte ısrar eden Yahudileri korkutmak amacıyla birkaç katli-ama izin verildi. Söylenenden (6 milyon) çok daha az kişinin öldü-rüldüğü bu katliamlar kullanılarak sözde milyonların yok edildiği “Ya-hudi katliamı senaryoları” üretildi. Şimdi aynı katliam senaryosu “Er-

George Soros Lord Jacob Rothschild David Rockefeller

50

Page 51: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

meni Soykırımı” adı altında Türklere uygulanmaktadır.

-Almanlardan nefret eden Ya-hudi Albert Einstein'ın Siyonist Başkanımız Roosevelt'e bir öneri mektubu göndermesiyle “atom bombası” çalışmaları “Manhattan Projesi” altında başlatılmış ve kısa sürede sonuç alınmıştı. Ama bir sorun vardı, bu bomba çok güç-lüydü ve deneme yapılabilmesi için Amerika'nın halkın desteğiyle savaşa girmesi gerekiyordu. Ayrı-ca Alman şehirlerinde çok sayıda Yahudi yaşıyordu. Bu ülkeye atom bombası atılamazdı. Japonlar kış-kırtıldı. Halkın duygularıyla oynana-rak destek vermelerini sağlamak için yüzlerce Amerikan askerinin öl-mesiyle sonuçlanan “Pearl Harbor” baskınına göz yumulmuş, bu sorun da aşılmış oluyordu… Böylece İs-rail Devleti, 1948 yılında Rotschild Ailesi'nin cömert mali desteğiyle kuruldu. Ordo Ab Chaos yine işe yaramıştı.

- Hegel Diyalektiği gereği bir kar-şıt güç yaratılması gerektiği için, Amerikan International Barnsdall Corporation şirketinin verdiği ekip-man ve yine Amerikan W.A Har-

riman Company ve Guaranty Tröstü tarafından verilen mali des-teklerle Sovyetler Birliği ekonomisini geliştirdi. Dünya ülkeleri komünizm ve kapitalizm arasında seçim-lerini yapmaya başlamışlardı. ( Not: Rusya’daki 1917 Komünist İhtilali’nin para desteği, Amerikalı Yahudi Banker Jacob Schiff, Roc-kefeller, Alman yöneticileri, Max Warburg gibi hepsi Yahudi asıllı ka-pitalist tarafından verilmiştir.)

-Çin ise Amerikan Bechtel Corporation'ın verdiği teknoloji ve beyin gücüyle süper bir güç haline geldi.

- Vietnam, Kore, Kamboçya, Tay-land, Endonezya, Afganistan, İran-Irak, ve Yugoslavya bizim savaş endüstrimizin deneme alanları oldu.

- Zaire, Çad, Yemen, Guatema-la, Şili, Brezilya, Dominik, Somali, Panama, El Salvador, Bolivya, Ekvator, Peru, Uruguay ve Ango-la'daki savaşları ve darbeleri biz planladık..

- Bütün ülkelerin yönetimlerini kont-rol altında tutuyoruz. Kontrolümüz-

den çıkan ülkelerde “terör” olayla-rını devreye sokuyoruz.- Dünyada hiçbir yerde mafya ve kaçakçılık olayları bizim iznimiz ol-madan yapılamaz.

- Hiç düşündünüz mü, Kuzey Ame-rika ve Batı Avrupa ülkeleri vatan-daşlarına rahat ve varlıklı yaşam olanakları sunarken, dünyanın di-ğer ülkelerinde neden sefalet ve bitmeyen bir kargaşa var? Çünkü bizim ırkımız seçilmiş ırktır, diğerleri sadece köledirler.

Değerli okuyucularım..

Bu itiraflarla kendilerini Nemrut veya Firavun kibrinde zanneden şeytanla koalisyon yapıp dünyayı insanlara zehir eden bu “mega-lo-manyaklar” Allah’ın tüylerimizi diken diken eden azap hükümleri ile yok oluyorlar.

David Rockefeller de, 101’inci yaşında acı sona erdi.. Geberdi.. 250 milyon yıl önce, dünyamızı renklendiren dinozorları, son de-rece masum varlıklar olarak saygı ile hatırlarken, günümüzün “Kaos Dinozorları”nı lanetle anıyorum.

Dostlarım..

Bu “megalo-manyaklar”ın itirafları-nı, mangalda kül bırakmayan söz-lerini okuyup, sakın ha sakın ima-nınızı, moralinizi, manevi gücünüzü zayıflatmayın. Bilakis güçlenin.. So-rumluluklarınızı yüklenin. El ele, kol kola, gönül gönüle bir olalım.. İri olalım.. Diri olalım.. Aziz millet ola-rak ümmet-i İslam olalım. Ufuklar yeni zaferlere gebe.. “Kur’an’da zafer vaadiyor Hazret-i Yezdan..” Vatikan’daki salonda toplu fotoğ-raf çektirenlerin birlik olduklarını zannetmeyin! İçleri paramparça, kalpleri, niyetleri, moralleri param-parçadır..

15 Temmuz, “Zafer” dizimizin frag-manı idi.

16 Nisan’da dizi, Türkiye’de ve yurt dışında gösterime girdi. Şim-di mü’minin sürur, kafirin kubur günüdür.

Önce kaos (Ordo Ab Chaos) sonra düzen...…

51

Page 52: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

Mehter, “Zafer Marşı”nı çalmaya baş-lamadan, Afrika yerlilerinin “tencere-tava tam tam’ları” sokakları vahşi bir “çevre kirliliği”ne mahkûm etti. “Politik geriicler” yine sahneye çıktı.

15 Temmuz 2016 gecesi, köprü baş-larına, meydanlara, caddelere in-meyen nâ-mertler, VİP kaçkınları, Fetö alçaklarının Türkiye şubesindeki maşa-ları, yine ucuzluğu “tercih” ettiler.

Şeytana “biat” etmiş, sokak çocukları, utandırıcı hezimeti “tencere-tava” ça-larak, ört-bas etmek yolunda iken, yek vücut bir millet, daha istikrarlı, daha güçlü, daha modern bir sisteme ge-çişin mutluluğunu yaşıyordu.

15 Temmuz, “de-facto” (yani fiili uygu-lama ile gerçekleşen) bir “milli irade” şahlanışı, bir “milli ve yerli ihtilal” oldu. 16 Nisan, bu şahlanışın “de-jure” (yani hukuki, meşru) tescilinden ibarettir.Bir insan, hayatta kazandığı bütün ba-şarıları, zaferleri, imkanları, nefsini put-laştırarak, kibirlenerek, böbürlenerek, sadece kendini sây (emek) –ü gay-ret’ine mal edip, Allah2ın 1ilahi kader senaryosunu, yardımını, takdirini” öne çıkarmaz ise, bütün başarılarının, za-ferlerinin ve imkanlarının hiç bekle-mediği anda elinden uçup gittiğine dövünerek şahit olur. Yıkılır, kahrolur.

Teselliyi “tencere-tava” çalmakta bu-lur. Tasavvuf terbiyesiyle büyümüş, edebli, mütevazi, her an Allah’ın zikri ile meşgul (huûş der dem) insan ise, (Devlet Başkanımız, aziz gönüldaşım, muhterem Recep Tayyip Bey gibi…) kitle önünde, vatan ve ümmet âfâkını dolduran şefkat ve merhamet yüklü sesiyle, kendin bu kutsal nimeti yük-leyen ve lütfeden Allah’a hamd-ü senâlar sunar. Sonra gider, Allah’ın evi olan, bir camiide rükû ve secdelere kapanır. Hiç ölmeyecekleini zanne-den “tencere-tavacılar”a inad, fâni bir kul olduğunu, bu sistem geçişinin kendisi için değil, 2023, 2053, 2071’in sevimli genç kuşakları için yapıldığını çık yüreklilikle haykırır. Allah aşkına söy-leyin… Rabbimiz, bu vasıflardaki asil ve aziz kuluna lütfetmez mi? Eder… Ve bahşetti. Şükürler olsun!

Kezâ, çok muhterem Başbakanımız Binali Yıldırım Bey ve eşi hanımefen-dinin, beşer gücünün çok üstünde bir yoğunlukta, 81 vilâyeti tek tek dolaşıp, milletimizi aydınlatma mitinglerinde zahmet buyurmalarını da e derin min-net ve şükranla yâdediyorum. Allah râzı olsun diyorum.

Bu kampanyada, yollarda, meydan-larda çıkıp, mutlu bir Türkiye için çalı-şan, ter döken tüm Bakanlar Kurulu’na,

milletvekilllerimize, Sivil Toplum Kuru-luşlarına (STK) ve ferd ferd, olayı şuurla (bilinçle) destekleyen herkese teşek-kürlerimi sunuyorum. Unutmayalım, “her rahmet, bir zahmetle kazanılır.”

Evet… Modern bir kavram olan “de-mokrasi” böyle bir şey… Aslı, özü, mânâsı, ruhu ise bizim iman ve ak-siyon genlerimizde mevcut… Bunun için kolayca başardık. Hiçbir engel 15 Temmuz’un çelik zırhlı tanklarından, yağmur gibi, kahramanlarımızın üstü-ne yağan mermilerden, kulak zarlarını patlatacak güçte akçak(ça) uçar-ken saniyede 340 m hızla gümbür-deyen jetlerin attıkları bombalardan daha fazla olamazdı. Olamazdı… Ve bu asil millet bu “hayâsız saldırı”yı, “göğsünü siper ederek” durdurdu… Kırdı, parçaladı… Buna “İkinci İstiklâl Zaferi” diyoruz. Buna “Anadolu Kıya-mı-Anadolu İhtilâli” diyoruz. 1789’da Fransa’da, ihtilâlci kadroların tamamı “Mason” olan yöneticileri, kıtıpiyoz bir “hapishane baskını (!)” ile, yeniça-ğı kapatıp, yakınçağı açtıklarını ilân ededursunlar, Türkiye ve bütün üm-met, yakınçağın büyücü tütsülerini, ellerindeki bayrakların rüzgârları ile dağıttılar. Bütün dünya not defterleri-ne yazsınlar: “Yakınçağ kapandı, diriliş çağı açıldı…”

“Anadolu İhtilali”Vox Populi, Vox Dei...(Halkın Sesi, Hakkın Sesidir)

52

Page 53: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

Rahmetli üstadım Necip Fâzıl Bey di-yordu ki:

- Düşmanım! Sen benim ifadem ve hızımsın,

Gündüz, geceye muhtaç, bana da sen lâzımsın…Türkiye’mizi bir kaşık suda boğmak isteyen düşmanlar, içimizde satılık kalemler, soysuz köleler, politikacı hâinler bulmakta gecikmediler. Son 200 yıl içinde Türkiye’yi, Osmanlı coğrafyasından başlayarak bölmek, parçalamak, işgal etmek için en se-fil metodları uyguladılar. Milli şairimiz Mehmet Akif Bey, bu hâin projelerin içimizde açtığı derin yaraları görmüş-tü. Şöyle diyordu:

Türlü adlarla çıkan namütenahi ga-zete,Ayrılık tohumunu bol bol atıyor mem-lekete.İt yetiştirmek için toprağı gayet mün-bitBularak fuhş ekiyor salma gezen bir sürü itYürüyor dine beş on maskara, alkış-lanıyor,Nesl-i hazır bunu hürriyet-i vicdan sa-nıyor.

Bu maskaraların gayr-ı meşru çocuk-ları, aynı yıkıcı misyonu sürdürmeye (bugün de) devam ediyorlar…

Dış ve iç saldırı odaklarının operas-yonlarına karşı duran aziz milletimiz, böyle bir ortamda 16 Nisan 2017’de yönetim sisteminde değişiklik içeren “Anayasa maddeleri”ni kabul veya red tercihine yöneldi.

Bu tercih kampanyasında, milletimi-zi bilgilendirme görev ve niyetiyle, salonlarda konuşma imkânım oldu. Tarif edilmez bir “milli coşku”ya şâhid oldum. Bu heyecana göre “evet” ter-cihinin çok yüksek bir oranda belire-ceğini düşünmekle birlikte, salonların sınırlı yoğunluğunun dışındaki insan-ların ne diyecekleri meçhulümüzdü. Biz hep ideal, iyi, güzel ve doğru dü-şünmeye alışığız. Bu kampanyada, maalesef son derece kalitesiz bir “red bloğu”nun oluştuğunu gördük. Bu blokta, gaf üstüne gaf, skandal üstüne skandal sergileyen CHP Genel Başkanı’nın “yalanlar-saptırmalar-ifti-ralar-tehditler” içeren sözlerini işitmek

bahtsızlığına uğradık. Bitmiş, tüken-miş, çökmüş, çaresiz bir CHP’nin ba-şını çektiği “red bloğu”nda bölücü, darbeci, terörist oluşumlar toplanmış-lardı. Bir “politikacı parti” için, bundan daha negatif bir seviye olabilir miydi? Maalesef oldu. Aziz milletimiz bu yüz karartıcı görüntüyü sabırla ve olgun-lukla izledi.

Sonuç: Yüzde 51.41 Evet Yüzde 48.59 HayırBu sonucu yorumlarsak (tesbitlerim şöyle olacak):

1)15 Temmuz’da vahşi darbecileri dize getirip, teslim alan asil ve kah-raman milletim, %51.41 ile “red bloğu”na tarihî bir hukuk tokatı vur-muştur. Söz milletindir.

2)CHP’ye gönül vermiş, dürüst, vatan-sever, terörü lanetleyen, Fetö ihane-tinin karşısındaki kardeşlerimizi kesin-likle “red bloğu” içinden çıkarıyorum. Tercihlerine saygı duyuyorum. Söz ve yazılarımızdan rahatsız olmasınlar.

3)Yüzde 48.59’u CHP’nin becerik-siz Genel Başkanı sahiplenmeye kalkmalıdır. “bu %48.59’un tamamı beni istiyor” demesin sakın. Çamura saplanır. Ona sorarlar: “ Sen PKK’nın, DAEŞ’in, YPG’nin, PYD’nin, Fetöcü, HDP’li ahmakların lideri misin(!)” ! Al-manya, Hollanda, Belçika ve Avus-turya, İsrail’in, Fransa’nın Esad’ın ada-mımı mısın ki(!) seni istesinler? Sen, CHP’nin Genel Başkanı yahut dikta-törü isen, teorik vefarazi olarak-son seçimlerde aldığın %25.32 CHP yüz-desi senindir. 48.59-25.32=23.27 ise, terör ittifakının “red bloğu”na verdiği destektir. Yine tedarik olarak 23.27’yi teröristler arasında bölsek, her birinin katkısı %2,5’u bulmaz. Evet diyenler, yek vücut tek kalp, tek blok olarak çık-tıklarına göre, bu 8. yenilgiyi CHP’nin seviyeli mensuplarını uyarmalıdır. CHP’nin gemisi batıyor dostlar… Bu gemiye seviyeli, kaliteli, devlet adamı olmak ciddiyetinde bir kaptan bulun efendiler…

4)Bu “tercih” kampanyasında, san-dığa koşan milletimizin %85 katılımı, ayrıca takdire, tebrike değer…

5)Bu “tercih” yoklamasında, “evet” diyenler homojen bir görüntü içinde idiler. Maalesef “red bloğu” çok kirli bir özellik sergiledi. Türkiye’nin yıkı-

lıp, çökmesini isteyen bütün terörist örgütler, bunlara içeriden ve dışa-rıdan aleni (açıkça) destek veren kirli medya kuruluşları, teröre yardım ve yataklık yapan “devletler”, gizlilik perdesinin arkasına kaçıp, saklanan “Fetö’cü soysuzlar”, “red bloğu”nun meşru tercihlerini bulandırdılar.

6)A haber kanalında, bazı illerde, sokaktaki vatandaşların yorumlarını izledim. Arif (irfan sahibi) insanlar, az sözle çok mana ifade ederler. Bir kar-deşimiz, CHP’ye ve kanlı ortaklarına bir çift atasözüyle seslendi; - Geçti Bor’un pazarı, sür eşeği Niğde’ye. Nasıl dostlarım? Az-öz… Fazla sözü lüzum yok.

7)Referandum öncesi, milletimizi “yeni sistem” hakkında bilgilendirme konferanslarında (tüm dinleyicilerim şahittirler) “Evet” yüzdesi 90-95’ler-de olursa, (belki) o zaman “red blo-ğu” kuyruğunu altına alıp, susarlar. %50’lerde 60’larda olursa kesinlikle Türkiye’mizi kaos ve krizlere sürükle-mek için ellerinden geldiğince terör üreteceklerdir…” demiştim. Bu ihti-mal şimdi gündemde tezgâhlanıyor. Türkiye düşmanlarının “kabul-veya red” umurlarında değil. George So-ros dedikleri; kaos kışkırtıcısı, finansör, devrededir bilesiniz. Ukrayna olay-larında aynı isim devrede idi. Ukray-na bölündü biliyorsunuz. Almanya, Fransa, Hollanda, Belçika, Avusturya, İsviçre, İsveç ve Fetö, içerideki “ha-inler” le birlikte (bunlara iki kelime ile ve kısaca “Vahşet İttifakı”) Türkiye üs-tünde, aynı Ukrayna’da uyguladıkları “kaos-kriz” oyununu sahneye koymak niyetindeler.

8)Sistem değişikliği tamamlanmıştır. Aziz milletimin tüm fertleri, en küçük bir yılgınlığa, endişeye, ümitsizliğe düşmesinler. Sokağa çıkmaya “çağrı” yapanlar yeni hukuk ve güvenlik ted-birleri ile, “rezil-ü kepaze” olacaklar… Göreceksiniz. Devletini, milletini, va-tanını, bayrağını seven hiç kimse bu alçakça eyleme katılmaz. Soros’un dağıttığı paralara asla satılmayan, tenezzül etmeyen halk ve “milli genç-lik” dimdik, sokak çocuklarını nefretle seyretmektedirler.

9)80 milyon vatanseverin yaşadığı ül-kemize “Anayasa Referandumu” so-nucunun barış, huzur, kardeşlik, istikrar ve mutluluklar getirmesini dilerim.

53

Page 54: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

Öncelikle biraz sizden bahsede-lim…

Tıp doktoruyum. 2013 Kasım’ın so-nundan beri Türk Kızılayı'nın genel müdürlüğünü yapmaya çalışıyo-rum. Bunu niye yapmaya çalıyo-rum diyorum. Çünkü zor zamanlar-dan geçiyoruz. Kızılay önemli roller üstleniyor. O yüzden vazifemi en iyi şekilde yapmaya çalışıyorum. Tabii 149 yaşındaki bir kurumda bu vazifeyi yapıyorum. Gerek savaş zamanında gerekse barış zama-nında, afetlerde, göçmen konu-

larında, uluslararası yardımda, kan konusunda ve daha birçok konuda Kızılay olarak üzerimize düşen göre-vi yapmaya çalışıyoruz.

Daha önce de gönüllülük üzerine yaptığınız çalışmalar ve görev al-dığınız projeler var. Peki Kızılay’da olmanız da bunların bir devamı mı yoksa özel bir nedeni var mı?

Tabii Kızılay bir sivil toplum kurulu-şu. Benim de kısmi olarak bir sivil toplum geçmişim var. Ama Kızılay devlet kuruluşlarıyla bakanlıklarla

yakın çalışan bir kuruluş. Buradan daha önce de sağlık bakanlığında yine yönetici olarak görev yapıyor-dum. O yüzden Kızılay hem devlete yakın olan hem sivil toplum kuruluşu özelliği olan, insani yardım ve sağlık alanında, afet kurumu olarak da görev yapan bir kuruluş. Tabii be-nim seçmemden öte yönetim ku-rulu tarafından da atanarak geldim ben. Çalışmaktan çok büyük mad-di manevi haz duyduğum, çünkü en nihayetinde profesyonel olarak bir vazifeyi yerine getirip hem de insanlara iyilik yaptığım bir kurum.

3 Milyon Suriyeli, 3 Milyon Hayat

Bu sayımızda deprem, yangın, sel, savaş, yoksulluk ve daha birçok

ihtiyaç durumunda elimizden tutup en temelde sıcak bir çorba içebilece-

ğimiz bir sığınak olan Türk Kızılayı’na konuk olduk. Sadece Türkiye’de değil

kimi zaman Somali’de, kimi zaman Bangladeş’te, kimi zaman Suriye’de

tüm ihtiyaç sahiplerine ulaşma-ya, gıda, eğitim, sağlık, barınma

ihtiyaçlarına yardımcı olmaya çalışan bir kurum Türk Kızılayı. Bu özel ve de

oldukça önemli kurumun çalışmaları-na ve de insani yardıma gönül vermiş kişilerden biri olan Türk Kızılayı Genel

Müdürü Dr. Mehmet Güllüoğlu ile Türk Kızılay’ından, insani yardıma, Suriye’den Kenya’ya birçok konuya

değindik.

Dr. Mehmet GÜLLÜOĞLUTürk Kızılayı Genel Müdürü

Röportaj

54

Page 55: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

Kızılay dışında benzer kuruluşlar-da da yer alıyor musunuz?

Tabii Kızılay genel müdürlüğü en azından benim 7 gün 24 saatimi alan bir görev. Ama onun hari-cinde yani bu pozisyonun ötesin-de misyon edindiğim alanlar var. Bunu da bu pozisyonu sürdürürken devam ettirmeye çalışıyorum. Va-zifemle de alakalı olduğunu zan-nediyorum. Bunlardan bir tanesi Türkiye’de ve dünyada iyiliği artır-mak. Yani sadece Kızılay özelinde değil. Ama insanların toplumda hangi kurum olursa olsun maddi olarak daha fazla bağış yapmasını sağlamak. Ya da insanların sadece parayla alakalı değil gerek yaşlıla-ra, gerek kendinden küçüklere, ge-rekse de kedisinden köpeğine evcil hayvanına, ağaca kısacası insan ve tabiat sevgisinin artmasına katkı sağlamak. Bunu böyle ifade etmek değil sadece bunun da bir alt dalı olan ve kendime misyon edindiğim özellikle gençlerin içinde yer aldığı sivil toplum faaliyetlerini artırmak.

Bugün yine benzer tartışmalar ya-pılıyor ama 18 yaşını dolduran bir birey kendisi dernek kurabilir. Kendisi şirket açabilir. Kendisi bizzat her türlü aktivitenin içinde yer alabilir. Ama bizde hala biraz gençlere yönelik 18 yaşını doldurmuş olsa bile daha büyümemiş gibi davranılabiliyor. Oysa biz gerek Kızılay'dan gerek diğer sivil toplum kuruluşlarının fa-aliyetlerinden biliyoruz ki gönüllü faaliyetlerinde 2 grup öne çıkıyor. Bir tanesi 18-25 ya da 18-30 yaş grubu diyebileceğimiz liseyi yeni bitirmiş hatta belki 15 e kadar indi-rebiliriz bunu. Lisede okuyan enerjisi olan, üniversitede okuyan ya da çalışma hayatına yeni girmiş olan grup. Diğeriyse emekliliği hak etmiş, emekli olmuş yaşlı grup. Özellikle si-vil toplum için gençlik çok önemli bir grubu oluşturuyor. Ben de ken-dime Kızılay’daki bu faaliyetime devam etmekle birlikte hem sivil toplum ve iyilik faaliyetleri hem de özel olarak gençlere yönelik sivil toplum faaliyetlerini nasıl artırırım diye birçok ortamda gerek söyleşi

paneller, gerekse toplantılarda dile getiriyorum. Ama tabii vazife olarak Kızılay 7 gün 24 saatimi alıyor. Bizim çok öyle gece yarılarına kadar sü-ren ya da sabahın erken saatlerin-de başlayan toplantılarımız oluyor. Son iki hafta içinde Somali, Belçi-ka ve Suriye’ye ziyaretlerim oldu. Ankara’nın dışındaki illerdeki faali-yetlerimi saymıyorum bile. O ne-denle Kızılay’ın dışındaki bir faaliye-te ne yazık ki zaman ayıramıyorum. Ama Kızılay’la birlikte bu iki misyonu götürmeye çalışıyorum.

Kızılay’ın faaliyetleri hakkında kı-saca bilgi verebilir misiniz?

Kızılay’ın faaliyetlerini bir savaş za-manında bir de barış zamanındaki görevleri, coğrafi olarak da Türki-ye’deki görevleri ve başka ülkeler-deki görevleri diye ifade edebiliriz kabaca. Somali, Filistin, Irak, Pakis-tan, Bangladeş’te şu an ofislerimiz var. Bunun haricinde hemen sınırı-mızın karşı tarafında Suriye’de son dönemlerde birçok faaliyetlerimiz

“Biz tecrübemizi ortaya koyarız, bir başkası parasını ortaya koyar”

55

Page 56: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

var. Yetimhanelerin desteklenme-si, hastanelerin desteklenmesi, oradaki gıda, ilaç yardımı gibi fa-aliyetler var. Bir de zaman zaman oluşan afetlere yönelik dünyanın farklı yerlerindeki faaliyetlerimiz var. Geçtiğimiz yılarda son 2 3 yıl için-deki Orta Afrika Cumhuriyeti'ndeki göçmenlere yönelik yapılan faali-yetler var. Filipinler'deki tayfundan sonra yapılan faaliyetler, Bosna'daki selden sonra yapılan faaliyetler gibi o bölgede oluşan bazen sel bazen deprem bazen başka türlü faali-yetlerden sonra ekiplerimiz alana gidiyor. Alanlardaki ihtiyaçlara göre bazen 1 ay, bazen 6 ay kalıp geri dönüyorlar. Yine şu aralar Güney Sudan ve Yemen’e yönelik faaliyet planlamalarımız var. Oralara yöne-lik gemi kaldırmayı planlıyoruz. Çün-kü Doğu Afrika, Yemen, Somali gibi birçok ülke hakikaten kuraklıktan ve kuraklığın devamında gelen açlık-tan etkilenmiş durumdalar. Tam bu aralar oralara yönelik kampanyala-rımız aktif bir şekilde devam ediyor. Bir de tabii Ramazan ve kurban bayramları döneminde artan kur-ban faaliyetleri var. Geçen sene 30

ülkede kurban faaliyetlerimiz oldu. Kabaca söylersek Orta Asya, Bal-kanlar, Orta Afrika ve Orta Doğu'da. Bu sene de yine en az o kadar yap-mayı planlıyoruz.

Türk Kızılayı olarak birlikte çalış-tığınız sivil toplum kuruluşları var mı?

Kabaca Birleşmiş Milletler kuruluş-larıyla çalışıyoruz diyebiliriz. Dünya Gıda Programı, UNICEF ile yine BM Yüksek Komiserliği, Uluslararası Göç Örgütü ile çalışıyoruz. Birçok BM ku-ruluşuyla hem yurt dışında hem de Türkiye’de çalışma fırsatımız oluyor. Yine özellikle göçmenler için baş-ka ülkelerin Kızılhaç ve Kızılayların-dan destek aldığımız oluyor. Tabii sivil toplum faaliyetlerinin birçoğu sadece bizim tarafımızdan değil birçok kuruluş tarafından ortaklar eliyle gerçekleştirilir. Böyle olması da mantıklı ve doğrudur diye düşü-nüyorum. Çünkü bir başka ülkede çalışırken orada yerelde desteğe ihtiyacınız olur ya da biz tecrübemi-zi ortaya koyarız, bir başkası parasını ortaya koyar. O yüzden bu tür ortak-

lıklara hem biz hem de diğer kuru-luşlar ihtiyaç duyuyor. Biz de kiminin fonlarının parasını biz karşılayarak kiminde ise diğerlerinden fon alıp biz uygulayıcı ortak olarak çalışa-biliyoruz. Sivil toplumun sadece in-sani yardımda değil genelinde bu ortaklık artmalı diye düşünüyorum. Biz de o anlamda hem Türkiye’den hem dünyadan birçok kuruluş-la gerek Türkiye’deki faaliyetlerde gerekse başka ülkelerdeki faaliyet-lerde çalışıyoruz. Bu ortak çalışma kültürünü de özelde insani yardım, genelde sivil toplum daha genel-de ise bütün Türkiye’de artırmaya ihtiyacımız var diye düşünüyorum.

Türkiye’de çok sayıda Suriyeli mülteci var. Türk Kızılay’ı ülkemiz-deki Suriyeliler için neler yapıyor?

Kızılay Suriye krizinin başladığı Mart 2011’den beri yani göçmen ha-reketinin başladığı zamandan bu yana Suriyeli göçmenlerle alakalı faaliyet yürütüyor. Hem kamp alan-larında hem de kampların dışında yaşayan Suriyelilere yönelik faaliyet-lerimiz var. Sınırda, kapıda Suriye içi-

56

Page 57: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

ne giden yardımlarımız var. Bunun dışında Suriye’nin içinde yerinden edilmiş olan insanlara yani doğ-rudan Suriye içinde faaliyetlerimiz var. 3 milyon diye ifade ederken çok kolay dile getiriyoruz. Ama şöyle tahayyül edebiliriz; 3 milyon Suriyeli’nin tamamı bir şehirde ol-saydı eğer Türkiye’nin 4. büyük şehri olurdu. O yüzden büyük bir nüfus-tan bahsediyoruz.

Büyüklü küçüklü birçok kamu kuru-munun Suriyelilere yönelik yaptığı çok önemli çalışmalar var. Siya-set malzemesi falan olarak değil birebir şahit olduğum birçok iyilik hikayesi yazıldı. Birçok emekli kendi-ni bu işlere vakfetti. Küçük bir okul müdüründen iş adamına kadar bir-çok kişi evlerini bu insanlara açtı. Bu insanlar bu şartlarda hayatta kal-dılar. Gidenler oldu, kalanlar oldu. Bir taraftan da 7. yılına giren bir süreçten bahsediyoruz. Kızılay gıda ihtiyacından tutunda eğitim ihtiya-cına kadar birçok vazife aldı. Şu an Ankara, İstanbul, Urfa, Kilis başta olmak üzere 8 toplum merkezi var. Buralarda Türkçe, Arapça ve İngiliz-ce dil kursları veriliyor. Meslek kursları

veriliyor. Psikologlar çocuk, kadın ve yaşlılarla seanslar düzenleyip soh-bet ediyorlar. Biz tabii Suriyelilerin yalnızca bir yüzünü görüyoruz. Bu insanlar tarif edilmesi mümkün ol-mayan dramlarla karşılaştılar. Ço-cuğunuzun, annenizin, babanızın gözünüzün önünde işkence edil-mesi, öldürülmesi ve size bunun canlı canlı izlettirilmesi ya da tam tersi sizin bizzat o işkencelere ma-ruz kalmış olmanız inanılmaz dere-cede korkunç bir durum. Suriye’de birkaç kere yer değiştirip son çare olarak Türkiye’ye gelen bir kitle var karşımızda. Evet bir süre sonra bu başlarından geçeni unutup çok rahat davranıyor olabilirler. Ama durduk yerde hadi bundan sonra Türkiye’de yaşayalım diye buraya gelmediler. Birçoğu da nereden geldiğini biliyor. Tek tük kötü örnek-leri genele yaymak doğru olmaz. Kızılay olarak faaliyetler devam edi-yor. Özellikle uluslararası fonları ha-rekete geçirmeye çalışıyoruz. Yani sadece Türkiye’de topladığımız bağışlarla değil. Gerek Kızılhaçlar gerekse diğer yardım kuruluşları-nın kaynaklarıyla da Türkiye’deki Suriyelilere iyi şartlar sunalım diye

uğraşıyoruz. Türkiye’deki Suriyelilere yardım ederken Türkiye’deki ihtiyaç sahiplerini de unutuyor değiliz. Bizim asli vazifemiz Türkiye’deki ihtiyaç sa-hipleridir. Türkiye’de 81 ilde bulunan şubelerimiz ile gerek zekât yardım-ları, gerek gıda yardımları, gerekse çocuklara ve engellilere yönelik yardımlarımız bizim asli vazifemizdir.

Rakamlarla ifade etmek gerekir-se şu ana kadar Suriyelilere ne kadar yardım yapıldı?

Açıkçası Türkiye’nin kendi kaynak-larından ziyade yurt dışından alı-nan kaynaklarla 3 milyarı geçmiştir. Ama bunun da çoğu hakikaten yurt dışından harekete geçirilen kaynaklar. Bunlar BM’den ve Avrupa Birliği’nden fonlar alınarak Suriye’nin içine yapılan yardımlardır. Bu yar-dımların yüzde 99’unu yurt dışındaki kuruluşlara projeler sunarak onları harekete geçirerek elde ediyoruz. Biz o anlamda gerek Türkiye’deki liderler gerekse sivil toplum kuruluş-ları olarak daha fazla yardım çek-meye çalışıyoruz. Çünkü Türkiye’nin bu yükü sadece komşuluk sebebiy-le değil insanlık sorumluluğu adına

“3 milyon Suriyeli’nin tamamı bir şehirde olsaydı,Türkiye’nin 4. büyük şehri olurdu”

57

Page 58: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

da taşıdığını biliyoruz. Gerek Körfez ülkeleri gerek Japonya gerekse Amerika’ya kadar birçok ülkeden ve kurumdan yardım aldık açıkça-sı. Hala da almaya çalışıyoruz. Tek-rar ifade etmek gerekirse bu 3 mil-yon nüfusu dile getirirken 3 milyon kişi demek kolay. Ama saymaya kalksanız altından kalkamayacağı-nız bir rakam. Her bir kişinin de ayrı bir hayatı var. Her kadının, yaşlının, gencin hepsinin bir hayatı var. Bu-raya gelmeden önce kiminin işi, kiminin okulu vardı. Ama buraya gelirken bunların tümünü geride bı-rakıp geldiler. Elbette bizim asli gö-revimiz Türkiye’deki ihtiyaç sahipleri. Ama bu noktada da şunu ifade etmek lazım; Türkiye’de bize olan ihtiyaç azaldı. Yani Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, sosyal yardım-laşma ve dayanışma toplulukları, Sağlık Bakanlığı ve Çalışma ve Sos-yal Güvenlik Bakanlığı gibi kuruluşlar öne çıktı. Yani artık hastaneye gi-dince muayene param yok deyip muayene olamayan vatandaşlar neredeyse kalmadı. Çünkü artık yeşil kartın sistemini devam ettiren sistemler var. Hele ki çocuklar için nereye giderse gitsin muayene ücreti alınmıyor. Engelli vatandaş-larımız için de gerekli yardımlar var. Dolayısıyla ülkemizde yükümüz hafifleyince biz de dünyaya açıl-maya başladık açıkçası. Yoksa asıl olan elbette önce kendi ülkendeki ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarını gi-dermektir. O ihtiyaçlar giderildiği müddetçe de başka ülkelere, baş-ka ihtiyaç sahiplerine gidebiliriz. Biz tabii başta Türkiye’deki ihtiyaçları gidererek başka ülkelere de gide-biliyoruz. Ama dünya ölçeğinde baktığımızda da daha yapacak çok iş var. Yani milyarlarca dolara daha ihtiyaç var. Bunun için de hem Türkiye’deki hem dünyadaki insanlara ayrılan yardımları artırmak lazım. Gerek ülkeler bazında gerek kurumlar bazında gerekse birey-ler bazında insani yardıma ayrılan bütçeleri artırmak lazım. Bu durum şuan dünyanın en zengin ülkeleri diyebileceğimiz Amerika, Rusya, Çin gibi ülkeler için de geçerli, en temelde bizim birey olarak günlük,

aylık bütçelerimiz için de geçerli.

Geçen hafta Somali’de idim. Somali’de yine açlıktan ölümler başladı. Suriye’nin içinde eğer özel-likle etrafı sarılmamışsa, açlıkla ter-biye edilmek istenmiyorsa açlıktan insanlar ölmüyor. Ama Suriye’de de ilaç eksikliği, eğitim ve en önemlisi de güvenlik ihtiyacı var. Yoksulluk, fakirlik denilince bizim aklımıza Af-rika gelir. Ama toplamda Asya’nın ihtiyaç sahipliği oranı Afrika’dan daha kötü durumda. Çünkü çok yoğun nüfusu var. Gelir kaynakları oldukça az. Mesela Bangladeş’in göstergeleri birçok Afrika ülkesinden daha kötü durumda. Yine Asya’da-ki bazı ülkeler artan nüfus ve artma-yan gelir kaynaklarıyla önümüzdeki zamanlarda birçok Afrika ülkesin-den daha kötü durumda olabilir. O açıdan da birey olarak insani yardıma zekât, sadakat, yardım ne derseniz deyin kişisel olarak ayrılan o bütçeden devletlerin ayırdıklarına kadar hepsine ihtiyaç duyuyoruz. Dünyadaki en büyük insani yardım kuruluşları tabii ki BM çatısı altında-kiler. Ama onlar da işte a ülkesi için ortalama 1 milyar dolara ihtiyaç var diyor. Ama genelde bunun an-cak yarısını bulabiliyor. Kalan yarısını devletler vermiyor. Bunların birçok sebebi var tabii. Savunma sanayisi-ne birçok ülke bütçe bulurken konu insani yardıma gelince bulamıyor.

Batılı Ülkelerin Suriyelilere Bakışı

Batılı ülkeleri Türkiye ile karşılaştır-dığınızda Suriye’ye yardım konu-sunda nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye maddi olarak ortaya koydu-ğundan daha fazlasını sosyal be-del olarak, güvenlik bedeli olarak, kültürel bedel olarak ortaya koydu. Bunun karşılığını ekonomik olarak hesaplayamayabiliriz. Yani Türkiye Suriyelilere kapısını açarak büyük bir insani yardım yapmış oldu. Avrupa ise Suriye krizi onları etkileyene ka-dar fazla ilgilenmedi açıkçası. Ama ne zaman Türkiye’den Yunanistan üzerine geçen 1 milyon Suriyeli Avrupa’ya dağılmaya başladı, bu-

nun da sosyal, siyasi, ekonomik et-kisi gibi onları doğrudan etkileyen sonuçlar ortaya çıkınca, o zaman daha fazla ilgi göstermeye başla-dı. AB’den Türkiye’ye gelen 3 milyar bizim harcamalarımızın tümüne değil, sadece Suriyelilere yönelik yapılan harcamaların bir miktarına katkı sağlıyor. Ama daha fazla kat-kıya ihtiyaç var. Çünkü bu devlet 3 milyon insan için günlük 1 dolarlık harcama yapacak olsa bile yet-miyor. Bu harcamaların içinde eği-tim harcaması, sağlık harcaması gibi birçok harcama da var. Yani harcamalar 1 yılda bile 1 milyarı geçiyor. Sadece sağlık harcama-ları bile bunun kat kat üzerinde. Ya-pılan ameliyatları, ilaçları, tedavi-leri devletimiz karşılıyor. Avrupa ise mümkün olduğu kadar Türkiye’de kalsınlar hatta Suriye’de kalsınlar diye bir yaklaşım sergiliyor. Ama mesele burada sadece Suriye değil. Genel olarak gelişmiş ülkeler dediğimiz, kabaca OICD ülkeleri, dünyanın en büyük ekonomilerine sahip bu 30 ülkede insani yardıma ve insani krizlere nasıl yaklaşıyor…

Savaşların çoğu zaten bu ülkelerin bir kısmının vesilesiyle ortaya çıkı-yor. İnsanoğlu tek bir ülkede yaşa-saydı belki böyle olmazdı. Ama ne zamanki kimi sanal, kimi dini, kimi harita üzerinde olan sınırlar orta-ya çıkmaya başladı, o zaman bu tür krizler kolay çözüleceği yerde daha da derinleşmeye başladı. Dünya hep mi böyleydi, hep mi böyle olacak diye düşünmek la-zım. Yeni nesil daha yardımsever, daha insan bir şekilde yetişirse bu Türkiye’de de dünyada da böyle olursa dünya daha güzel bir yer olur. Yoksa bencilliğin, popüler kül-türün yani toplumun değil de bire-yin öne çıktığı dünyada bunu ger-çekleştirmek zor. Bırakın Suriye’deki, Afrika’daki ihtiyaç sahibine yardım-cı olmayı apartmanınızdaki yalnız bir insandan haberdar mıyız? Bu-gün apartmanımızdaki yalnız bir insandan haberdar olmazsak, ya-rın Suriyeliyi de çok umursamayız diye korkuyorum.

“Ülkemizde yükümüz hafifleyince biz de dünyaya açılmaya başladık”

58

Page 59: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

Çalışmalarınızda bürokrasiye ta-kıldığınız oluyor mu?

Bürokrasi soyut bir kavram elbette. Ama bazen sistemler arasındaki boşluklar, bazen sistemlerin kendi öncelikleri öne çıkınca somut hale dönüşebiliyor. Bireylerin ve bakanlık-ların bazen kendi öncelikleri olabi-liyor. Onlar açısından bakıldığında bazen haklı görünebiliyorlar. Ama ben de onlara hep şunu ifade edi-yorum; Kızılay’ın asli işi insan. Yani bu ödemenin geç yapılması, bu yazının geç çıkması, bu kağıdın çık-maması bir insanın hayatını etkiliyor diye dile getirip biraz insanların vic-danına sesleniyorum. O zaman da insanlar anlayış gösteriyorlar tabii.

Çalışmalarınız esnasında unuta-madığınız ya da sizi çok etkileyen bir anınız var mı?

Elbette o şekilde çok fazla anım var. Ama bende yeri çok ayrı olan bir anım var. Onu paylaşayım. Bir-kaç hekimle birlikte 2011’de başka bir kurum adına Kenya’ya gittim. Somali’den Kenya’ya geçip orada kampta yaşamaya çalışan insan-ları görmüştüm. 90 bin kişilik kamp 1991’de kurulmuş. Ama 2011’de 500 bin kapasiteye ulaşmıştı. BM tarafından ihtiyaçları gideriliyordu. Ama onlar da yeterli olamıyordu ve kampın içinde açlıktan ölümler devam ediyordu. Orada açlıktan ölen bir çocuğun kabre konuluşu-na bizzat şahit oldum. O yüzden

ne zaman çok ağır bir yemek olsa ya da çok güzel yemeklerle alakalı bir tablo olsa etkilenirim ve pişman-lık duyarım. 2011 Kenya Dadaab kampı benim için önemli. Çünkü televizyonlarda ya da bazen kari-katürize edilerek çizilmiş o incecik insanları ve de ölen bir çocuğu gördüm orada. Suriye’nin içinde Gazze’de ve daha birçok yerde görev aldım. Ama beni en çok Kenya etkiledi.

Eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Son olarak Kızılay'ın kan hizmetlerini ekleyebilirim. Bu da yine bitmeyen bir süreç. 2 tane maden suyu fab-rikamız var. 1926'dan beri Kızılay bu işten para kazanıyor ve kazan-dığı parayla da insani yardımda bulunuyor. Marketlerde yer alan bir ürünü satın alıp insani yardıma katkıda bulunmuş oluyorsunuz. Bu anlamda da Türkiye'de tekiz. Kan konusuna geri döndüğümüzde, er-kekler 3 ayda bir, kadınlar 4 ayda bir kan verebilirler. Kan acil değil sü-rekli bir ihtiyaçtır, bizim sloganımız-dır. Bir patlama olduğunda ya da bir yakınınıza bir şey oldu diye değil, hiçbir sebep olmaksızın sağlıklı bir bireyin meydanlarda ya da kanver.org adresinden takip edebilirler. Her gün 250-300 ekibimiz Türkiye'nin dört bir yanında çalışıyorlar. 2868 bizim kısa mesaj bağış hattımız. Şuan Suriye, Yemen, Sudan, Somali yardımlarımız aktif olarak devam ediyor. Ben çevremdeki insanla-

ra da hep söylerim, yardımın da ibadetin de az da olsa devamlı olanı makbuldür. O yüzden bizi okuyanlardan bir kişi dahi haftada bir 2868'e mesaj gönderse ne ala. İyiliğe vesile olmuş oluruz. İki tür ih-tiyaç sahibi var. Biri yoksullar yani temelde parası olmayanlar. İkincisi de yoksunlar yani parası olup da kimsesi olmayanlar. Mesela kimsesi olmayan bir yaşlı çift ya da annesi babası olmayan ama anne ba-basından para kalmış, bir büyüğe ihtiyaç duyan çocuk. O sebeple hem yoksullara hem yoksunlara yardımcı olmak durumundayız. Bunu ister manevi bir sebeple ya-palım, ister bir vazife olarak yapa-lım. Bazı ülkelerle kıyasladığımızda ateist olduğunu söyleyen ülkelerde bazı sosyal hizmetlerin Müslüman ülkelerdekinden daha fazla oldu-ğunu görüyoruz. Çünkü bu haklı olarak toplumsal sorumluluğun bir yükümlülüğü olarak görülüyor. Siz sokaktaki çocuğa bakmaksanız serseri bir mayın gibi olur ve bir gün bir yerde patlar. Ülkedeki yaşlıya da bakmak zorundasınız. Çünkü o çalışmıştır, bir şeyler üretmiştir o ülke için. Bizim en temel sebebimiz bu-nun karşılığını milli ve manevi olarak beklemektir. Hem büyüklerimize bir vazife olarak bilmemiz hem de kar-şılığını Allah'tan beklememizdir. Bu anlamda sadece Kızılay eliyle kan vermek, maden suyu almak de-ğil, önemli olan bugün hangi iyiliği yaptım diye sorabilmek önemli.

59

Page 60: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

İnsanlar özel, sosyal ve kamusal alanlarda yaşam sürmektedirler. Hiçbir insan ait olduğu toplum içerisinde ya da mensubu oldu-ğu kurum veya kuruluş içerisinde tam olarak serbest ve bağım-sız hareket edebilme imkânına sahip değildir. İnsanların özel alanlarında ailesinin kurallarına, sosyal alanlarda ait olduğu ve yaşadığı toplumun örf ve adetle-rine, resmi alanlarda ise kamusal ve kurumsal kurallara uymak ve buna göre hayatını sürdürmek zorunluluğu vardır.

Ülkelerin, kamusal alan ve ya-şamdaki kuralları mevzuat ile toplumsal yaşamdaki kuralları ise örf, adet, gelenek ve göre-neklere göre belirlenmektedir. Kamusal yaşamda (resmi ha-yatta) törenler, toplantılar, davet ve ziyafetler, ziyaret ve görüş-meler, kılık kıyafetler, yazışmalar, kurumsal iş ve işlemler protokol kurallarına göre yürütülür. Dev-letin ve kamu kuruluşlarının hiz-metlerinden yararlanılan halka açık alanlar sosyal alanlar olup, bu alanda ise görgü ve nezaket

kurallarına göre hareket edilmesi gerekmektedir.

Toplumsal yaşamda sosyal normlara uymayanlar için yasal bir zorunluluk veya herhangi bir yaptırım bulunmamasına rağ-men bu şekildeki olumsuzluklar sergileyenler çevresi tarafından ayıplanarak dışlanmak duru-munda kalırlar. Kamusal yaşam-da ise uyarılma ve cezalandı-rılma müeyyidesi ve yaptırımı uygulanılmaktadır.

Görgü ve nezaket kuralları, top-lumsal yaşam alanında çeşitli durumlarda uyulması gereken ayrıntılı kurallardır. Bu kurallar kişi-leri, toplumsal kesimleri ve grup-ları birbirinden ayırmaya, yaşa-mı kolaylaştırmaya ve ilişkileri düzenlemeye yardımcı olurken, kimlerin nerede, nasıl davran-maları gerektiğini ve kime karşı nasıl davranılması gerektiğini belirleyen, bireylerin davranışla-rına düzen ve istikrar getiren ve hata yapmaktan koruyan genel kabul görmüş kurallardır. Görgü kurallarına hukuken uyma zorun-luluğu da yoktur. Ancak bu ku-rallara uymak, başkalarına saygı göstermektir, medeniliktir, incelik-tir. Sosyal hayat için gerekli olan kurallar zoraki ve yapmacıklıktan uzak, içten ve doğal davranışlar olarak yaşanırsa, yaşanan haya-tın daha güzel ve anlamlı olaca-ğı muhakkaktır.

Toplumların hayatında, insan

davranışları üzerinde etkili olan ve onları düzenlemeyi hedefle-yen farklı düzenleyici kurallar var-dır. Dünyanın her yerinde ve bü-tün zamanlarda her toplumda farklılaşan bir takım görgü, ne-zaket ve protokol kuralları olmuş-tur. Yeme içme, oturup kalkma, giyinme, konuşma ve dinleme, acıyı ve mutluluğu paylaşma, selamlaşma, karşılama, uğur-lama, bayramlaşma gibi ha-yatın her alanını kuşatan insan davranışları görgü ve nezaket kurallarıyla bir anlam ve estetik kazanmaktadır. Görgü ve neza-ket kuralları, toplumdan topluma değişse de, her toplumda de-ğişmeyen bir gerçek var ki; o da insan davranışları arasında hem benzerliklerin, hem de farklılıkla-rın olmasıdır. Zekâ, bilgi ve bilgi-yi kullanım biçimi, sahip olunan mal ve zenginlik, soyluluk, güzel-lik gibi pek çok konuda insanlar arasında farklılıklar gözlenmek-tedir. Hiçbir toplumsal kural veya kaide aniden ortaya çıkmaz. Her düzenleyici kural, belli bir tarihsel sürecin sonunda ortaya çıkmıştır. Amacı ise düzeni bozmak değil, varsa düzensizliğe son vererek toplumsal ilişkilerin gelişmesini sağlayan nezaket ve karşılıklı say-gı ortamını yaratmak olduğunun unutulmaması gerekir.

Sosyal davranışın temelini oluş-turan terbiye, nezaket, zarafet içerikleri itibarı ile protokol uygu-lamalarına yön verir ve anlam kazandırır. İnsanların kamusal

PROTOKOL KURALLARI..

Adem SEZER

Ankara Valiliği Protokol Müdürü

60

Page 61: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

alanda birbirlerinden bekledikle-ri davranışlar, protokolün esasını oluşturur. Protokol kuralları, in-sanların kurumsal yaşamlarında birbirleriyle ilişkilerinde uyumlu ilişkiler geliştirmelerini ve sürdür-melerini sağlar.

İnsanlar görgülü, terbiyeli olarak dünyaya gelmezler. Bu kurallar, sonradan yaşam boyu bir kültür içinde öğrenilir. Nezaket kav-ramının yanında bir de incelik kavramı vardır. İncelik kavramı, başkalarının hoşlarına gidecek davranışı yapmak anlamına gelen nezaketten, daha üstün bir davranış örneğidir. Zarafet ise zorunluluk olmadan, karşılık beklemeden geleneklere uy-gun, güvenli, ölçülü, yakışık alan sadelik içinde rahat ve akıcı söz-ler ve hareketlerle kişinin yarattığı etkidir. İnsana ait tüm değerler, inanç ve tutumlar, toplumdan topluma değiştiği gibi görgü kuralları da toplumların inanç, eğitim, ekonomik güç, teknolo-jik seviye, örf ve adetlerine göre farklılıklar gösterir.

İnsan sosyal bir varlıktır. Yaşamı-nı başkalarıyla birlikte sürdürmek zorunluluğu vardır ve tek başına yaşayamaz. Dolayısıyla insan; başkalarını incitmeden, hayatın anlamına uygun bir hayat için belirli kurallara uymak zorunda-dır. Bu kuralların birincisi doğal-lıktır. Ancak, doğallık, kabalık ve eğitilmemiştik demek değildir. Doğallık, aynı zamanda incelik, temizlik, güzellik kısaca nezaket ve zarafet demektir. Çoğu za-man bildiğimiz ancak, çeşitli et-kenler dolayısıyla ihmal ettiğimiz söz konusu kurallardan bazılarını Genç Bürokrat Dergisindeki on sayıda yer alan Protokol Kural-ları yazı dizisiyle istifade etmek isteyenlere farkındalık sağlamak amacıyla hatırlatmak, insan iliş-kilerine, toplumsal ve kamusal hayata katkı sağlamaya çalıştık.Sonuç olarak; Yönetimde ba-

şarılı sonuçların daima protokol sistemi içinde, Olumlu insan iliş-kileri temeline dayandığı asla unutulmamalıdır. Kamu ve sos-yal yaşamdaki törenlerde ve etkinliklerde, resmi ilişkilerde ve görüşmelerde, yazışmalarda ve toplantılarda, kabul ve ziyaret-lerde, davet ve ziyaretlerde yön-tem ve biçim yönünden uyul-ması ve uygulanması gereken kurallar bütünü olarak adlandırı-labilecek olan protokol kuralları;

Kamu ve toplumsal yaşamda, devletler, kurumlar ve kişiler ara-sındaki ilişkilerde saygınlık açı-sından önemli bir konu olarak geçmişten günümüze uygula-nagelmiş ve bundan sonrada uygulanmaya devem edecektir.

Daha huzurlu ve ölçülü insan iliş-kilerine dayanan verimli ve ba-şarılı bir hayat dileğiyle…

KAYNAKÇA

•FENMEN Şefik, Protokol ve Soy-sal Davranış Kuralları,

•AYTÜRK Nihat, Protokol Yönetimi - Yönetim Sanatı - Kamusal Ya-şamda Protokol Kuralları

•İNAL Kaya Protokol Dersleri, ,1996.

KURTBAY Yalçın, Nezaket ve Gör-gü Kuralları,

•SEVİNÇ Nilgün, Protokol Bilgisi,

•TÜTER Emine, Aile ve Toplumda Görgü ve Nezaket Kuralları,

•ÜNLÜTÜRK Alptekin, Sosyal Dav-ranış Kuralları ve Protokol,

•ALTINÖZ Mehmet, Hasan TUTAR, Kadir BAYRAKTAR, Protokol Bilgisi

•ESİRCİ Şükrü, Çağımızda Görgü ve Nezaket Kuralları,

61

Page 62: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

Hizmetkâr liderlik kavramı yeni olmadığı gibi, yüzyıllardır bütün kültürlerde uygulanan temel ve hiç bitmeyen prensiplerden olu-şur. Hizmetkâr liderlik kavramını ilk olarak, Herman Hesse “Doğu’ya Yolculuk” kitabına itibar ederek “Hizmetkâr Olarak Lider” adlı ese-rinde tanıtmıştır. Büyük lider ola-bilmek için, ilk önce hizmet eden olmak gerektiğini vurgulayarak, birçok anahtar özellik tanımlamış-tır. Bunlar; girişken olma, dinleme ve anlama, hayal etme, geri çekil-me, kabullenme ve empati kurma kabiliyeti, sezgi, öngörü, farkındalık ve ortaklık (takım) kurmadır.

Spears , Greenleaf’in eserlerinden 10 hizmetkâr lider özelliğini süzüp listelemiştir. Bunlar; dinleme, em-pati, iyileştirme, farkındalık, ikna, kavramsallaştırma, önsezi, yöne-ticilik, insanların gelişimine bağlılık ve ortaklık (takım) kurmadır. Bunlar-dan dokuz işlevsel özellik sınıflan-dırmıştır. Bunlar; vizyon, doğruluk, dürüstlük, güven, hizmet, model

olma, öncü olma, diğerlerini tak-dir ve güçlendirmedir. Bunlara eş-lik eden diğer özellikler; iletişim, güvenilirlik, liyakat, yöneticilik, ileri görüşlülük, etkileme, ikna, dinle-me, cesaretlendirme, öğretme ve vekâlettir.

Hizmetkâr liderlik de, “önce insan” ve “hizmet etme” kavramlarını odağına alarak çalışanların iş per-formansını, kişisel beceri ve ye-teneklerini artırmayı, takipçilerinin ihtiyaçlarını ve duygularını dikkate almayı, onların hayatını zenginleş-tirmeyi, sahip olduğu gücü onların her türlü ihtiyaçlarını karşılamak için harcamayı, örgütlerin nihai hedeflerine ulaşabilmeleri için et-kili liderlik davranışları olarak ifade etmektedir.

Hizmetkâr lider, diğerlerinin hayat-larında bir farklılık yaratmak için çaba göstermektedir. İzleyenlerine bencillikten uzak, karşılıksız hizmet etmeyi prensip edinmiştir. Sürekli olarak izleyenlerinin başarılı olması

için neye ihtiyaç duyduklarını bul-maya çalışır. İzleyenlerine hizmet etme örgütsel hedeflerin önüne geçmiştir. Çünkü hizmetkâr liderlik, örgütü oluşturan bireylerin gelişi-mini destekleyerek uzun vadede örgütsel hedeflerin gerçekleştirile-bileceğine dair bir inanca sahiptir. Hizmetkârlık kavramı, liderin kendini herhangi bir kişisel çıkar gözetmek-sizin takipçilerine adaması, onların ihtiyaçlarını karşılaması ve onlar için yaşaması anlamına gelmek-tedir. Yaşamlarında yön ve amaç bulmak isteyenlere örnek oluştu-ran, yardım eden, birey olarak ça-lışanlarının olumlu yönde büyüyüp gelişmesine katkıda bulunmak an-cak hizmetkâr bir liderin göstere-ceği davranışlardır.

Hizmetkâr liderin, takipçilerine sunduğu hizmetlerin sürekliliği ve sistematikliği bu kuramı önemli kı-lan bir diğer unsurdur. Hizmetkâr li-der, liderlerden çalışanlara hizmet eden olmayı, aldıklarından daha fazlasını vermeyi, kendilerinin ihti-

HİZMETKÂR LİDERLİK

VE EĞİTİME YANSIMALARI

Nazmi AvcıSeyitgazi İlçe Milli Eğitim Müdürü

‘‘Öğrencilere hizmet etme demek aydınlık bir gelecek için insanlığa hizmet etmek demektir’’

Doğan CÜCELOĞLU

Köşe

62

Page 63: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

yaçlarından daha çok çalışanları-nın ihtiyaçlarına hizmet eden kişiler olmalarını bekler. Kendine hizmet eden liderlerle de bu noktada ayrılmaktadırlar. Kendine hizmet eden liderler için kendi çıkarları ön plandadır. Konumlarını kaybet-mekten, astları tarafından eleşti-rilmekten korkarlar. Kendilerinden sonra örgüte liderlik edebilecek bir lider yetiştirmekle ilgilenmezler. Hizmetkâr liderler ise takipçilerinin hizmetkârıdır. Eleştiriye açıktırlar ve bunu kendi gelişimleri için bir fırsat olarak değerlendirirler. Bulundukları pozisyonun kalıcı olmadığının far-kındadırlar ve kendilerinden sonra örgütün en iyi şekilde yönetilebil-mesi için lider yetiştirmeyi önem-serler.

Hizmetkâr lider, izleyenlerinin yapa-bileceklerinin en iyisini başarabil-melerinde kendini sorumlu görür, daha bilgili olmaları, daha fazla hak sahibi olmaları, dayanışma ve özgürlük kazanmaları için çabalar. “Hizmet etme” kalitesinde mükem-mele ulaşmayı, örgüt içinde tek kişinin ya da belli bir grubun so-rumluluğu olarak görmemektedir. Astların gelişimi ve onlara kendile-rini gerçekleştirmek için cesaretin ve fırsatın verilmesi, takım çalışma-sı, karar sürecine katılım, samimi ve ahlaki davranışlar örgüt içinde hedeflere ulaşmak için astların güdülenmesini ve güçlü bir perfor-mansın doğmasını sağlayacaktır.Hizmetkâr liderler, “ben” duygusun-dan sıyrılarak kendi ihtiyaçlarından önce etrafındakilerin ihtiyaçlarını

düşünen kişilerdir. Eğitim kurumları da bireysel bencillikten kurtulmuş, takım çalışması ve işbirliği atmos-ferini sağlamış, temel işlevi insan-ların iyileştirilmesi olan hizmetçi liderler için oldukça uygun gö-rülebilir. Eğitim liderlerinin, okulun bütününü bir takım olarak görüp, eğitim etkinliklerinin yürütülmesin-de okulun diğer unsurları ile ortak çalışmaları gerekmektedir. İş birliği-ne dayalı bir eğitim ortamı ve bu durumu benimsemiş öğretmen ve yöneticiler, öğrencilerin hoşgörülü olma, yardımlaşma, sevgi, saygı, dürüstlük gibi pek çok davranışı kazanmalarına katkı sağlayacaktır.Eğitim kurumlarındaki liderlerin sahip olması arzu edilen özellik-ler ile hizmetkâr liderliğin özellikleri arasında temelde birçok ortak nokta yer almaktadır. Hizmetkar lider empati kurabilen iyi bir dinle-yicidir. Kendisinin ve takipçilerinin farkında, bireysel bencilliklerinden kurtulmuş, vizyon sahibi, örgüt için-de işbirliğini destekleyen liderdir. Örgütten çok bireye önem veren, çalışanların ihtiyaçlarını karşılaya-rak onların bireysel gelişimine katkı sağlamayı öncelik kabul eden, bu şekilde örgüt performansını da ar-tırabileceğini öne süren bir liderlik yaklaşımıdır.

Bireysel bencilliklerin ötesinde insa-na bakmayı gerektiren hizmetkâr liderlik eğitim örgütlerinin yönetimi için ideal bir liderlik anlayışı olarak düşünülmektedir. Çünkü okul yö-netiminin çalışmasının temelinde öğretmenlere, öğrenci ve velilere,

yetiştirilen donanımlı vatandaş ile topluma hizmet etme vardır.

Zorlayarak bir şeyler yaptırmak ye-rine dinleme, empati, iyileştirme, ikna etme, çalışma ekipleri oluş-turma, insanları geliştirme gibi bir-takım yollarla çalışanları etkilemek hizmetkar bir liderin tercihi olacak-tır. Bu tercih eğitim liderinin de ça-lışanlarına yaklaşımı olmalıdır. Bu durum eğitim ortamındaki iklimin baskı ve otoriteden uzaklaşmasını, kişiler arası iletişim ve etkileşimin önem kazandığı demokratik bir ortamın oluşmasını sağlayacak-tır. Hizmet etmeye odaklanmış bir eğitim lideri, öğretmenlerinin ken-dilerini daha özgür, bilgili ve sağlıklı görmelerini önemsemeli, onlara ait oldukları kurumun kendilerine değer verdiğini, öz gelişimlerine katkı sağlamayı önemsediğini his-settirmelidir. Bu davranışları yerine getirdiklerinde çalışanlar çok daha istekli, üretken, örgütün işleyişine ve kararlarına katılan, sorunlara çözümler arayan kişiler haline ge-lebilirler.

Bu yazımızla kurumlarımızda de-ğişen “yönetici” kavramına da bir nebze değinmiş olduk aslında. Devlet yöneticilerimiz artık halkına uzak duran “bugün git yarın gel” anlayışından sıyrılmış, vatandaşın hizmetkârı olmuştur.

Bu vesileyle yazımızın tüm yönetici arkadaşlarımıza rehber olmasını temenni eder, tüm okurlarımı say-gıyla selamlarım.

63

Page 64: 6 14 - Genç Bürokrat · dan gençlik kolları başkanlığı yapar-ken, diğer taraftan da öğrenci hare-ketlerinin içinde oluyordum. İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti,

İ R M P U S U L A TA S A R I M A J A N S I B A S I N Y A Y I N LT D . Ş T İ .

ABONE ÖDEME BİLGİLERİ

İRM PUSULA TASARIM AJANSI LTD. ŞTİ.

YAPI KREDİ BANKASI MEŞRUTİYET ŞUBESİ

ŞUBE KODU : 156

HESAP NO : 92362178

IBAN : TR41 0006 7010 0000 0092 3621 78

İLETİŞİM

Konur 2 Sokak 39 / 3 Kızılay/ANKARATel: 0.312 419 79 35 • Faks: 0.312 419 16 26E-Mail: [email protected]@pusulayayincilik.com

@GencBurokrat www.facebook.com/GencBurokrat

w w w . p u s u l a y a y i n c i l i k . c o m • w w w . g e n c b u r o k r a t . c o m

ABONELİK BİLGİLERiAdı-Soyadı:

Görevi:

Adres:

Tel/Faks:

Gsm:

Web:

Mail:

Abone Başlangıç Tarihi:

Abone Süresi: Abone TutarıAbone Adet::

*Bir yıllık 1(bir) adet abone bedeli 240 ¨ dir.

64