184 ali fuat başgillibertedownload.com/ldt/din hurriyeti/ali_fuat_basgil.pdf188. ali fuat başgil...

35

Upload: others

Post on 13-Jan-2020

9 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: 184 Ali Fuat Başgillibertedownload.com/ldt/din hurriyeti/Ali_Fuat_Basgil.pdf188. Ali Fuat Başgil GiRiŞ Bugünkü Cemiyetlerde Din ve Devlet Münasebetleri Din sırf bir inançtan

184 . Ali Fuat Başgil

Page 2: 184 Ali Fuat Başgillibertedownload.com/ldt/din hurriyeti/Ali_Fuat_Basgil.pdf188. Ali Fuat Başgil GiRiŞ Bugünkü Cemiyetlerde Din ve Devlet Münasebetleri Din sırf bir inançtan

Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü . 185

Türkiye’den Farklı Bakışlar:Mevzuat ve Sorunlar

Page 3: 184 Ali Fuat Başgillibertedownload.com/ldt/din hurriyeti/Ali_Fuat_Basgil.pdf188. Ali Fuat Başgil GiRiŞ Bugünkü Cemiyetlerde Din ve Devlet Münasebetleri Din sırf bir inançtan

186 . Ali Fuat Başgil

Page 4: 184 Ali Fuat Başgillibertedownload.com/ldt/din hurriyeti/Ali_Fuat_Basgil.pdf188. Ali Fuat Başgil GiRiŞ Bugünkü Cemiyetlerde Din ve Devlet Münasebetleri Din sırf bir inançtan

Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü . 187

DİN HÜRRİYETİTÜRK ANAYASASININ 75. MADDESİ ÜZERİNDE ETÜD * (**)

Ord. Prof. Dr. Ali Fuat BAŞGİL

Fezleke:

Giriş: Bugünkü cemiyetlerde Din ve Devlet münasebetleri.I) Din mefhumunun unsurları: İman ve amel - Fevri iman, Yakini iman - Amelin nevileri: İbadet, dine hizmet, insanlı ğa hürmet.

II) Dîn hürriyeti ve bundan doğan haklar: 1) İnanma hakkı. 2) İbadet ve dua hakkı. 3) Tâlim ve tedris, neşir ve telkin hakkı: Din okutulup öğretilmekle baka bulur - Neşir hakkı, din hür riyetinin en hayati cephesidir - Din neşriyat ile himaye ve müdafaa edilir - Dinî talim ve tedris faaliyetinin içtimaî ve millî ehemmiyeti - İç huzuru maneviyat terbiyesinin meyvası, din de bu meyvanın ağacıdır. 4) Dinin emirlerini yerine getirme hakkı.

III) Din hürriyetinin ve buna bağlı hakların hududu: Din hürriyetinin hudut-lanması lâzımdır - İnanma hakkı hudutlanabilir mi? - İbadet hakkının hudu-du: Ferdi fi il mahiyetindeki ibadetler kanun, mevzuu olamaz içtimaî fi il vasfı alan ibadetlere Devlet müdahalesinin ölçüsü - Dindarın secdegâhına Devlet kuvvetleri ayak basmaz - Tâlim ve tedris, neşir ve telkin hakkının hududu - Dinin emirlerini yerine getirme hakkının hududu - Hülâsa.

* * *

* Ali Fuat Başgil, “Din Hürriyeti: Türk Anayasasının 75. Maddesi üzerinde Etüd”, Medeni Hukuk Profesörü A. Samim Gönensoy’a Armağan, İstanbul 1955, ss. 228-262.(**) Anayasanın 75 inci maddesi: “Hiçbir kimse mensup olduğu felsefi içtihad, din ve mezhepten dolayı müvahaze edilemez. Âsayiş ve umumî muaşeret âdâbına ve kanunlar hükümlerine aykırı

Anayasanın 75 inci maddesi: “Hiçbir kimse mensup olduğu felsefi içtihad, din ve mezhepten dolayı müvahaze edilemez. Âsayiş ve umumî muaşeret âdâbına ve kanunlar hükümlerine aykırı

Anayasanın 75 inci maddesi: “Hiçbir kimse mensup olduğu felsefi içtihad, din ve mezhepten

bulunmamak üzere her türlü dini âyinler yapılması serbesttir.”

Page 5: 184 Ali Fuat Başgillibertedownload.com/ldt/din hurriyeti/Ali_Fuat_Basgil.pdf188. Ali Fuat Başgil GiRiŞ Bugünkü Cemiyetlerde Din ve Devlet Münasebetleri Din sırf bir inançtan

188 . Ali Fuat Başgil

GiRiŞBugünkü Cemiyetlerde Din ve Devlet Münasebetleri

Din sırf bir inançtan ibaret değildir. Bu hakikati ne kadar tekrar et sek azdır. Din, aynı zamanda, ameli bir hayat yolu; emirler ve yasaklar ihtiva eden bir kanundur. Dindar olan bir kimsenin bu yolda yü rümesi ve bu kanunun emir-lerini yerine getirmesi, yasak ettiği fi il ve ha reketlerden kaçınması, bir vicdan borcu olarak, lâzımdır. Dinin kanuna itaat etmeyen ve emirlerini yerine getir-meyen kimse, din nazarında, müc rimdir.

Fakat dikkat edelim ki, bu kimse, bulunduğu cemiyet içinde yalnız dindar değildir, hem de vatandaştır ve, bu sıfatla, muayyen bir devlete tâbidir. Ferdin tebaasından bulunduğu devletin gösterdiği yolda yürüme si ve koyduğu kanun-lara bağlanması da, vatandaşlık vazifesi olarak, lâ zımdır.

Şu halde dindar olan bir kimse iki nevi vazife ve mecburiyet karşısındadır. Vazifelerden biri dinidir ve bundan doğan mecburiyet manevî dir. Diğeri de “medenî,, yahut sivildir. Bundan doğan mecburiyet ise maddî yahut hukukidir.1

Dikkat olunursa, bu iki nevi vazife ve mecburiyetten her biri diğe rini bazen lüzumlu kılar, bazen de nefyeder. Din ile devlet birleşik olduk ları zaman bunlar birbirinin lâzımı olur. Ayrı oldukları zaman da bu iki türlü vazife ve mecburiyet birbiriyle muarazaya girer ve birbirini kovar. Filhakika, devletin kanunu, yasa ve yasaklan din kanununun ve dinî emir ve nehiylerin aynı olduğu ve devlet resmen bir dine sahip bulun duğu takdirde ve bu şartla, dinî ve sivil, iki vazife ve mecburiyet, birbirini nefyetme ve birbirine muarız olma şöyle dursun, bir-birinin ayrılmaz lâ zımı haline gelir. O suretle ki, dine itaat eden aynı zamanda ve sırf bu sebeple devlete itaat etmiş olur; devlete itaat eden de dine itaat etmiş sa yılır. Şu halde ve bu takdirde, dinî ve sivil, maddî ve manevî vazife ve mec-buriyetler şeklen ikilik arz etmekte iseler de, hakikatte bunlar tektir ve Allah’a, Resulüne ve ululemre –yâni bugünkü dilimizle devlete–yâni bugünkü dilimizle devlete– – itaat” tan ibarettir.– itaat” tan ibarettir.–

Yine dikkat olunursa, eskiden, gerek Avrupa’da ve gerek bizde, din ve devlet münasebetleri bu şekilde cereyan etmekte, mâbed ile devlet el-ele verip birlikte yürümekte idi. Eski devirlerde devletin yasa ve yasakları kuvvetini din maneviyatından almakta, devlet dinin bekçiliğini yapmakta ve, bu sebeple, biri manevî, diğeri maddî ve cismanî, bu iki kuvvet mer kezi birbiriyle barışık

1 Manevî mecburiyet, müeyyidesi ferdin vicdanından olan mecburiyettir. Dinî ve ahlâkî mec-buriyetlerin hepsi manevîdir. Hukukî mecburiyet ise, müey yidesi ve cebir kuvveti maddi yâni ferdin vicdanından hariç olan mecburiyettir. Devletin kanunlarına itaat etmeyen kimse, polis ve jandarma gibi silâhlı kuv vetler marifetiyle itaate mecbur edilir.

Page 6: 184 Ali Fuat Başgillibertedownload.com/ldt/din hurriyeti/Ali_Fuat_Basgil.pdf188. Ali Fuat Başgil GiRiŞ Bugünkü Cemiyetlerde Din ve Devlet Münasebetleri Din sırf bir inançtan

Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü . 189

yaşamakta idi. Bu şart ve bu vaziyet Avrupa’da Rönesans’dan yâni on altıncı asırdan, bizde de Tanzimat’tan yâni on do kuzuncu asrın birinci yarısı sonların-dan itibaren değişmeye başlamış; za manımızda ise din ile Devlet birbirinden tamamiyle ayrılmıştır.

Fakat din ile devlet birbirinden ayrılınca ve bunlardan her biri ken dine mahsus sistemi, kanunları, emir ve nebileri ile diğerinin karşısına di kilince, or-taya bir çok mesele ve müşkül çıkmakta, din ve devlet arasın da, ister istemez, çetin bir mücadele kopmaktadır. Çünkü, evvelâ, müm kündür ki, din ile devlet-ten her birinin kanunları, emir ve nehiyleri, ta mamen veya kısmen, diğerininki-lere aykırı olsun. Biri herhangi bir ha rekete, meselâ faiz alıp vermeye, müsaade ederken, diğeri bunun mem nû olduğunu ilân etsin. Saniyen, yine mümkündür ki, din ile devletten her biri, diğerini kendisine rakip görerek, elindeki kuvvet ve vasıtaları, açık veya kapalı bir surette, diğeri aleyhine tahrik edip kullansın ve fer di bütünlüğü ile kendisine mal etmek istesin. Şu saydığımız imkânlar sırf nazari mütalâalar değildir; din ve devlet münasebetleri tarihi baş tan aşağı bu türlü aykırılıklar, rekabet ve mücadelelerle doludur.

Bugün bu aykırılık ve mücadele Türkiye’miz gibi bazı memleketler de, iti-raf etmelidir ki, son haddine varmıştır. Fakat bu memleketlerde içtimaî sulhu temin edip gönüllerde huzur yaratmak için bu vaziyeti bir an evvel düzeltmek lâzımdır, işte bu hedefe varmak ve din ile devleti aynı bir ülkede yan yana barışık bir halde yaşatmak üzere, modern dev let hukuku ortaya bir kaç esaslı prensip koymuştur ki, bunlardan biri ve başta geleni, şu küçük etüde mevzu aldığım, din hürriyeti prensibidir.

Açık olalım, bizde bu mevzua lâyık olduğu ehemmiyet verilmemiş ve din hürriyeti fi kri şimdiye kadar ciddî bir surette ele alınıp incelenme miştir. Müp-hem olduğu kadar çok zararlı bir düşmanlık hissinin ifa desi halindeki bazı polemik yazılar bir tarafa bırakılırsa, bugün Türki ye’de din hürriyeti mevzuun-da ne bir eser, ne de ciddî bir etüd mevcut tur. Bununla beraber, bu prensibin bizde en az yüz küsur senelik bir ha yatı vardır. Filhakika din ve vicdan hürri-yeti, Türkiyemiz’de “Gülhane hattı hümayunu”ndan yâni 1839 dan beri devlet umdelerimizin başın da gelmiş ve bugünkü anayasanın 75 inci maddesinde en açık ifadesini bulmuştur.2

Burada bu boşluğu doldurmak istiyorum. Ve bu mütevazı etüdü çok sev-diğim ve saydığım arkadaşım, adı gibi samimî ve temiz yürekli meslektaşım, Ordinaryüs Profesör Ahmet Samim Gönensay’a, kürsü haya tından ayrılışının

2 Bu madde birinci sahifede not edilmiştir.

Page 7: 184 Ali Fuat Başgillibertedownload.com/ldt/din hurriyeti/Ali_Fuat_Basgil.pdf188. Ali Fuat Başgil GiRiŞ Bugünkü Cemiyetlerde Din ve Devlet Münasebetleri Din sırf bir inançtan

190 . Ali Fuat Başgil

nâçiz bir armağanı olarak, ithaf ediyorum. Bu vesileyle de bu fi kir ve meslek yoldaşıma Ulu Tanrıdan sağlık ve uzun ömür ler diliyorum.

IDÎN MEFHUMUNUN UNSURLARI

İman ve amel:Din hürriyetini lâyıkıyla izah edebilmek için, evvelâ, din mefhumu nu tahlil edelim ve bunun ihtiva ettiği unsurları görelim.

Herhangi bir dini dikkatle tahlil ettiğimiz zaman, bunun iki esaslı unsurdan mürekkep olduğunu görürüz. Bunlardan biri iman (Foi) di ğeri de amel (acte) dir. İslâmiyet gibi vahdaniyet akidesi üzerinde otu ran kemal bulmuş bir dini göz önüne getirelim. Bunun ilk ve aslî bir un suru var ki, bu “iman” yâni inan-madır. Yalnız, dikkat edelim ki, iman alelade ve herhangi bir şekildeki inan-ma değildir, iman, alelade inanma dan daha derin bir ruh haletidir. Bir kere, umumiyet itibariyle, inanma öyle bir ruhî melekedir ki, bununla insan hakikat olarak kabul ettiği bir tasavvuru, sadece hakikattir deyip geçmez bilâkis, onu benimser ve ona gönlüyle iltihak edip kuvvetle bağlanır. Îman ise, bu benim-seme ve bağ lanmanın en yüksek derecesidir. İman sahibi olan bir insan, bu yüksek dereceli inancı sayesinde, aldanma korkusundan ve tam hakikati bula-mamış olma endişesinden uzak kalır. Bu sayede ve tam hakikate ermiş olma hazzı içinde, imanlı insan, derin bir iç huzuru ve bir ruh sükuneti duyar.

Fevri ve Yakinî iman:İman kelimesiyle ifade edilen bu ruh haleti sırf (taklit) den neş’et edip “Fevri” olabildiği gibi, ve (teyakkun) dan neş’et edip “fi kri ve “yakinî” de olabilir.3 İster “taklidi ve fevri”, ister “tâyini ve fi krî” olsun; imanı, bir ruh haleti olarak, ayır-deden nokta, şahsın iman mevzu una kat’îyetle inanıp onu derunî bir surette tasdik etmesi ve bu sayede iç huzuru ve emniyeti elde etmesidir.

3 Taklidden neş’et eden imana (taklidi iman = Croyance implicite) denir ki, imanın ednâ de-recesidir. Bir kimsenin, bizzat görüp tetkik ederek şahsî bir karara ve kanaate varmadan, sırf başkasından işittiği bir şeye ve bir habere inanması taklididir, insanların büyük bir ekseriyetinin dinî, siyasî, içtimaî hattâ ilmi inancı bu kabildendir ve çoklarımızın imanı taklididir, yâni başka-sının imanına imandan ibarettir. Taklidi iman aynı zamanda (fevri = spontanéé) dir. Bunun mu-kabilinde teyakkun ve tefekkürden hâsıl olan iman var ki, buna da (fi krî ve yakını = Croyance explicite et refl échie) denir. Asıl ve en yüksek iman budur. Âlimlerin ve kültür sahibi insanların imanı ekseriya bu şekildedir.

Page 8: 184 Ali Fuat Başgillibertedownload.com/ldt/din hurriyeti/Ali_Fuat_Basgil.pdf188. Ali Fuat Başgil GiRiŞ Bugünkü Cemiyetlerde Din ve Devlet Münasebetleri Din sırf bir inançtan

Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü . 191

Her dinin kendine mahsus iman umdeleri vardır. Ve bunlar o di nin “akide” lerini vücuda getirir. Akideler dinlere göre az çok değişirse de, bütün kemal bulmuş dinlerde, hiç değişmeyen, bir takım temel aki deler vardır. Bunların başında zaman ve mekândan münezzeh, cisim ve şekilden âri, hayat ve kâinatı yoktan var eden, şeriksiz ve nazirsiz, ezelî ve ebedî bir kudret sahibinin ve bir “vacibülvücut” = (Etre nécessaire) ın varlığı akidesiyle bu fânî hayatın ötesin-de başka bir ebedî hayatın var olduğu akidesi gelir. İslâm’ın iman umdeleri “Âmentü” de gösterilmiş tir.4

Dinin yalnız imandan ibaret olmadığını söylemiştik. O hem iman, hem de ameldir. Dinin sırf temel akidelerine inanmak, şüphesiz ki, hiç inanmamaktan daha iyi ve üstündür, fakat dindar olmak için bu kadarı kâfi değildir; aynı zaman-da, amel (acte) yâni diyanetin emrettiği tarz ve şekilde hareket etmek şarttır.

Amelsiz din, sırf bir felsefî kanaatten ibaret kalır, imanı herhangi bir inanç-tan ayırdeden noktalardan biri de, bunun amel yâni muayyen, bir hareket tarzı emreden ve bununla haricîleşen bir inanç olmasıdır. Hü lâsa, amel din mefhu-munun ikinci bir unsurudur.

Amelin nevileri:İman gibi amel de bir kaç çeşit olur ve ferdin cemiyet içindeki va ziyetine ve münasebetlerine göre bir kaç nevi vazife şeklini alır. Bu vazi felerin başında ve dini “ameller” in en hayırlısı olarak ferdin hâlikına karşı ve halik ile mahlûk arasındaki münasebetlere ait vazifeleri gelir ki, bunlar, en yüksek ifadelerini takdis = (adoration) fi krinde bulan, ibadet, dua ve münacâttır.

Bundan sonra, ferdin kendi nefsine ve başkalarına karşı vazifeleri gelir. Bunların da hepsine birden “ahlâk” (morale) diyeceğiz. Ferdin kendi nefsine karşı olan vazifeleri “ferdî ahlâk” = (morale individuelle) i teşkil eder. Ferdin başkalarıyla münasebetlerinde bu başkalarına karşı olan vazifeleri de “içtimaî ahlâk” = (Morale sociale) i vücuda getirir, iç timai ahlâk da, aile ahlâkı, meslek ahlâkı gibi kollara ayrılır.5 Ni hayet, dinî vazifemiz arasında en şerefl i bir vazife daha var ki, buna “di ne hizmet” vazifesi diyebiliriz. İslâm’da “ilâhi kelimetul-lah” tabiriyle ifade olunan bu vazife cihat, yâni icabında hak yolunda harp etme hizme tinden başka tâlim, tedris, neşir ve telkin hizmetlerini de ihtiva eder.

4 Âmentü İslâm’ın iman şartlarını ihtiva eder ki, bunlar altıdır: Al lah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahret gününe, hayrın ve şer rin Allah’ın kaderiyle vâki olduğuna inanmaktır.5 Okuyucum dikkat etmiştir ki, burada dinî amel ve ahkâmı tasnif ederken hukuka ayrı bir yer vermedik ve bu amelleri sırf ibadet ve ahlâka hasrettik. Filhakika din, hususiyle İslâmiyet ibadet ve, geniş mânâda alınmak şartıyla, ahlâktan ibarettir. Bütün dinî amel ve ahkâm ya ibadettir veya ahlâktır, İslâmiyette hukukun ahlâktan ayrı bir varlığı ve kendine hâs bir mevcudiyet ve mahiyeti

Page 9: 184 Ali Fuat Başgillibertedownload.com/ldt/din hurriyeti/Ali_Fuat_Basgil.pdf188. Ali Fuat Başgil GiRiŞ Bugünkü Cemiyetlerde Din ve Devlet Münasebetleri Din sırf bir inançtan

192 . Ali Fuat Başgil

İşte din, unsur ve esasları itibariyle budur; yâni evvelâ iman, sonra da ameldir. Amel de Allah’a ibadet, dine hizmet ve insanlığa hürmet yâni ahlâktan ibarettir. Bütün dinler ve bilhassa İslâmiyet bu esaslara dayanmaktadır. Dinden bu esasları çıkarır ve imanı amelden ayırırsanız ortada çıplak bir akide kalır ki, din bu değildir. Din ile herhangi bir fel sefi inanç arasındaki fark –bunu tekrar etmeliyim– dinin amele dayanması; şekil ve şartları Vahiy’e – dinin amele dayanması; şekil ve şartları Vahiy’e – = (révélation) müstenid naslar ile tâyin ve tespit edilmiş ameller yâni vazifeler6 ihtiva eden bir inanç sistemi ol masıdır.

Dini amellerin başında, dedik, ibadet = “adoration” vazifesi gelir.“İbadet” kulluk demektir ve, din ıstılâhı olarak, mahlûkun halikını, nasların

ve dinî örf ve içtihadların tâyin ettiği şekil ve şartlar altında takdis etmesidir, ibadet, dinde en esaslı bir vazife, hattâ dinin direğidir. Dindarın iç hayatını nurlandıran iman, kuvvet ve gıdasını ibadetten alır. Ve dindar, iman ettiği ve sevdiği hâlikine ibadetle yaklaşır; onun kerem ve inayetine bu sayede nail olur. “Dua ve münacat” lisan ile veya kalbî olarak hâliki yâd ve tezker etme şeklindeki ibadettir.

Dine hizmet vazifesine gelince, bunu şöyle ifade edelim: Bir dindar için, mensup olduğu dinin akide ve esaslarını etrafa yaymak, bunları başkalarına duyurup öğretmek dinî vazifelerin en mukaddeslerindendir. Çünkü dindarın nazarında, bu akide ve esaslar birer hakikattir ve bun ları bilmeyen insan helak ve hüsrandadır. Hakikati göstermek ve uçuru ma kayan bir insanı tutup kurtarmak hem yüksek bir insanlık borcudur, hem de Allah’ı takdis ve ona ibadet vazifesinin en sevaplısıdır. Bu vazife yi dindar, yerine ve icabına göre ve gücünün yettiği derecede, fi kren ve ya bedenen, sözle veya yazıyla ifa etmekle mükelleftir. İslâm’da cihad farizesinden başka, tâlim ve tedris, neşir ve telkin vazifesinin de esası ve mantığı budur.

yoktur. İslâmiyet nazarında yalnız “Hüsün = iyilik” ve “Kubuh = kötülük” vardır. İnsan fi il ve münasebetleri “Hasen = iyi” ve “Kabih = kötü” diye ikiye ayrılır. Birinciler “ahlâk-ı hamide” yi, ikinciler de “ahlâk-ı zemmiye” yi teşkil eder. Bu iki nevi “ahlâk” in, yâni fi il, hareket ve münasebet tarz ile şeklinin tâbi olduğu ahkâmdan devlet kuvvetiyle müeyyidelenmiş olanları hu kuku vücuda getirir. Şu halde İslâm’da “Fıkıh” adı alan hukukun ahlâktan ayrı bir yeri ve mahiyeti yoktur.

Dikkat edersek, bu gün de böyledir. Bugün de içtimai bir nizam olarak, hukukun kendine hâs bir mevcudiyeti yoktur. Bugünkü lâik hukuk ya ahlâk veya iktisat yahutta iyi tedbir kaidesidir. Başka bir deyişle, bugün bir memleketin hukukunu vücuda getiren kaideler, hakikatte devlet kuvvetle müeyyidelenmiş ya ahlâk, yahut iktisat veya iyi tedbir kaidesidir. Bunlar dan hariç hu-kukun bir varlığı yoktur. Bu fi kir etrafında bakınız:

Devlet nizamı ve hukuk (devletle hukuk arasındaki münasebet üzerinde bir izah denemesi) Ali Fuat Başgil, İstanbul Hukuk Fakültesi Mecmuası, cilt VI, sayı 1-2, 1950, sahife 25 ve müteakip.6 Amel yapılması dinen emredilmiş bir fi il ve hareket olmak itiba riyle “vazife” adı alır.

Page 10: 184 Ali Fuat Başgillibertedownload.com/ldt/din hurriyeti/Ali_Fuat_Basgil.pdf188. Ali Fuat Başgil GiRiŞ Bugünkü Cemiyetlerde Din ve Devlet Münasebetleri Din sırf bir inançtan

Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü . 193

“Tâlim ve tedris, neşir ve telkin” vazifesine bağlı olmak ve bu va zifenin ifasını mümkün kılmak üzere, dinlerde bir mâbed teşkilâtı ve bir ruhanîlik mesleği vardır. Bu teşkilâtın gayesi ve bu mesleğin mevzuu, bir taraftan ibadet ahkâm ve merasimini tanzim ve idare etmek, bir ta raftan da dinin akidelerini ve amel ahkâmını öğretmek, duyurup tanıt mak, yaymak ve korumaktır.

Dikkat olunsun ki, dinlerin kudret ve nüfuzu hattâ devamlarının imkânı, her şeyden evvel, mâbed teşkilâtının ve, bilhassa, ruhanîler sı nıfının kuvvet ve selâbetine bağlıdır. Bu teşkilât fersûdeleşir ve daima değişip inkişaf eden ihtiyaçları karşılayamaz bir hâle gelirse; bu sınıfın bilgi seviyesi düşer ve seciyesi çürürse din de o nisbette zayıfl ar ve bir gün gelir mabedin çatısı göçer. Tarih gösteriyor ki, dinlerin azamet de virleri mâbed teşkilâtıyla ruhanîler sınıfının kuvvetli ve seciyeli olduğu zamanlardır.7

Hülâsa din, mücerred bir iman ve çıplak bir akideden ibaret değil dir; aynı zamanda ahlâk ve ibadettir, dua ve münacattır, tâlim ve tedris, neşir ve telkindir. Okuyucumla bu nokta üzerinde anlaştık ise, din hürriyeti bahsine geçebiliriz.

7 Muhakkak ki, bugün dünyada en kuvvetli mâbed teşkilâtı Katolik kilisesidir. Ve ruhanilerin en yetişkin ve seviyece en yükseği de Katolik ruhanileridir. Katolik kilisesi, merkezi Roma’daki Vatikan ülkesi olmak üzere, ruhanî bir devlet halindedir. Bu devletin başında ve en mutlâk bir hükümdar mevkiinde Papa vardır. Papa dinî içtihadlarında hatâ etmez kabul edilir ve iktidara bir nevi seçim ile gelir. Fakat bir defa Vatikan hükümetinin başına geçtikten sonra, Papanın manevî nüfuzu ve ruhanî kudreti âdeta hududsuzdur: Azleder, nasbeder, hattâ diyanetten tar-deder. Elhasıl Papa, Katolik ca miasını teşkil eden İsa ümmetinin kayıtsız ve şartsız ruhani reisi vs dinî metbuudur.

Vatikan hududları dışındaki Katolik dünyası -ki, başlıca merkez memle ketleri İtalya, Fransa ve İspanyadır- mahallî kilise ruhanilerinin idaresi al tındadır. Bu ruhanîlerin alt kademelerinde papazlar, dua okuyucular, vaiz ve zahidler; üst kademelerinde de evekler ve Kardinaller vardır. Bütün bu ruha niler sadakat ve itaat yemini ile Papaya bağlıdırlar. (Bu hususta etrafl ı malû mat almak isteyen okuyucularıma şu eseri tavsiye ederim: Les institution religieuses, par Marcel Pacaut, Presses Üniversitaires, 1951, Paris).

Katolik mabedinin teşkilâtı bundan ibaret değildir. Katolik kilisesi birçok Kolejleri, Enstitü ve Üniversiteleriyle mükemmel bir tâlim ve tedris ciha zına ve en modern ilim ve kültür ile bezen-miş din adamlarından mürekkep bir neşir ve telkin kadrosuna mâliktir. Bu teşkilât ve personelin hayatı vakıfl ar ve teberrülerle beslenir ve idare edilir.

Kilise emrindeki bu müesseseler ve bu seçkin kadro ilim, kültür ve seci yece bugün dünyanın en kuvvetli genç zekâlarını yetiştirmektedir. Katolik âleminin, yalnız ilahiyat, felsefe ve edebi-yatta değil, aynı zamanda müspet ilim ler sahasındaki büyük şöhretleri ve üstün âlimleri de bu zekâlar arasından sivrilip yükselmektedir, îşte okuyucum, Avrupa’da komünizmin yıkamadığı Ka tolik kalesi böyle kurulmuştur; faşizmin bükemediği için öpüp başına koyduğu Katolik eli, Hitler ordularının yaramadığı Katolik cephesi budur.

Mâbed teşkilâtı ve personeli bakımından, büyük dinler arasında, bugün en fakir kabanı, esef edelim ki, İslâmiyet’tir. Biz burada bu fakirliğin tarihî ve sosyolojik sebepleri üzerinde uzun uza-

Page 11: 184 Ali Fuat Başgillibertedownload.com/ldt/din hurriyeti/Ali_Fuat_Basgil.pdf188. Ali Fuat Başgil GiRiŞ Bugünkü Cemiyetlerde Din ve Devlet Münasebetleri Din sırf bir inançtan

194 . Ali Fuat Başgil

IIDÎN HÜRRİYETİ

VE BU PRENSİPTEN DOĞAN HAKLAR

Mademki din, iman ve ameldir ve mademki amel de ferdin gerek hâlikine, gerek nefsine, gerekse başkalarına karşı ifadesiyle mükellef oldu ğu bir takım vazifelerdir; o halde din hürriyeti, evvelâ, iman hürriyeti de mektir. Bu da fer-din resmî veya gayrı resmî hiçbir tazyike, tesir, tehdit ve tedhişe uğramaksızın dilediği ve beğendiği bir dinin akidelerine ser bestçe inanması ve bunları be-nimseyerek vicdanına mal edebilmesi de mektir. Saniyen din hürriyeti ferdin akidelerini benimsediği dinde emre dilen vazifeleri, dinin kendi lisanıyla, naslar, örf ve içtihatlarla yerleşmiş usul ve âdabı dairesinde, resmî veya sivil hiç bir

dıya durmayacağız. Yalnız bize en esaslı görünen iki sebebi kısaca hatırlatmakla iktifa edeceğiz. Bunlardan biri ve bizce başta geleni, İslâm dünyasında diyanetin bugün bile devletten yakasını kurtarıp politikaya karşı istiklâl elde edememiş olmasıdır. Kanaatimizce, İslâm mabedi politika-nın koltuğu altında ve politikacıların hizmetinde kalmak ta devam ettikçe daha da çok fakirleş-meğe mahkûmdur. Bu vaziyetten kur tulmak ve böyle bir mahkûmiyete düşmemek için İslâm mabedinin tutması Iâzım gelen tek yol muhtariyet ve politika karşısında bîtarafl ıktır.

Bugün İslâm’ın mâbed teşkilâtı ve personeli bahsindeki fakirliğinin diğer esaslı sebebine gelin-ce, bunu bu dinin kendi bünyesinde aramak icap eder. İslâm’ın diyanet bünyesi Hıristiyanlıktan mühim bir noktada ayrılmaktadır: Hıristiyanlık, ruhanîlik ve dinî ofi s teşkilâtı üzerinde oturduğu halde, Müslü manlıkta ruhanilik ve dini ofi s yoktur, İbadet hususunda, ehliyetli olan her Müslü-man öne geçerek ibadete riyaset eder. Meselâ, cemaatle namaz kılmak için dinen resmî sıfatı haiz vazifeli bir imamın bulunması şart değildir. Cema at arasından imamete ehil olan bir Müslüman başa geçer ve imamet icra ey ler. (Cuma namazlarının hususiyeti bu mütalâanın dışında kalır.)

Şüphesiz ki, bu yokluk İslâmiyet için bir üstünlük ve pek büyük bir me ziyettir. Bu sayede İslâmiyet en liberal bir din vasfını kazanmış ve mensupla rını, Hıristiyanlıkta olduğu gibi, zaman zaman yükselip alçalan bir Ruhban sınıfının sultasına tâbi kılmamıştır. Fakat buna mukabil, son bir iki asırlık vukuat göstermiştir ki, mâbed teşkilâtı ve ofi s yokluğu İslâm dünyasını diya net bahsinde bir başı boşluğa sevketmiş ve büyük bir noksan mahzuru doğur muştur. Kuvvetli bir teşkilât ve seçkin bir kadro yokluğu yüzündendir ki, bu gün İslâmiyet, mâruz kaldığı hücumlara karşı, kendini müdafaa edecek yük sek seviyeli elemandan hemen hemen mahrumdur. Son devirde komünizmin, faşizmin ve nasyonal sosyalizmin yıkamadığı Hıristiyanlık kalesine mukabil; Müslüman memleketlerin bazılarında bir zamandan beri şiddetle hüküm süren siyasî taassub feveranları karşısında, esef edelim ki, İslâmiyet mağlûp olmu şa benziyor. Nasıl mağlûp olmasın ki, o bâzı memleketlerde İslâm’ın yüksek ilmini ve felsefesini hakkıyla bilen kalmamış ve, din namına, ortalığı cehalet ve dalâlet bürümüştür. Bu gidiş devam ederse, korkarım ki, yarın Müslüman lar, Müslümanlığı Hıristiyan âlimlerden öğrenmeğe muhtaç olup utanacaklar-dır. Bu vaziyeti düzeltmek için çare ne olabileceği noktasında düşünmek iste yen okuyucularıma tavsiye ederim: İslâm’ın Nuru Mecmuası, sayı 24, 1952 “yeni bir Diyanet İşleri kanun tasarısı” yazan: Ali Fuat Başgil.

Page 12: 184 Ali Fuat Başgillibertedownload.com/ldt/din hurriyeti/Ali_Fuat_Basgil.pdf188. Ali Fuat Başgil GiRiŞ Bugünkü Cemiyetlerde Din ve Devlet Münasebetleri Din sırf bir inançtan

Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü . 195

tazyike, tesir, tehdit ve tedhişe uğramaksızın serbestçe ifa edip yerine getirebil-mesi yahut, iki kelime ile, amel hürriyeti demektir.

Şu halde ve netice itibariyle, din hürriyeti prensibinden ferd için bir takım haklar yâni müsaade ve selâhiyetler doğar ki, bunlar, evvelâ, inan ma hakkıdır. Sonra serbestçe ibadet ve dua etme hakkı, tâlim ve tedris, neşir ve telkin faa-liyetlerinde bulunma hakkı; nihayet dinin emrettiği şe kilde hareket etme, ferdî ve içtimaî ahlâk ile bezenme hakkıdır. Şimdi bu hakları birer birer gözden geçirelim ve her birinin hududunu görelim.

1) İnanma hakkı:Bu hak en derin ruhî bir ihtiyacın ifadesi ve vicdanımızın hakkıdır. Böyle ol-duğu içindir ki, buna “vicdan hürriyeti,, de denir. Yalnız din ve vicdan hürri-yetlerini birbirine karıştırmamalıdır. Din hürriyeti, bir ne vi vicdan hürriyetidir, fakat vicdan hürriyeti mutlaka din hürriyeti de mek değildir. Başka bir tâbir ile, vicdan hürriyeti din hürriyetinden da ha geniştir ve, yalnız dinî değil, aynı zamanda herhangi bir siyasî, ikti sadî veya felsefî akide ve kanaat serbestliği de ifade eder. Şu halde din hürriyeti yahut herhangi bir dinin akidelerine inanıp bağlanma hakkı, vic dan hürriyetinin bir nevi ve hususî bir şeklidir.

İlk merhalede, ferdin vicdan evinde oturan iman, hiç bir suretle ve hiç bir kuvvet tarafından baskıya vurulamaz zannedilir. Çünkü iman vicdan evinden çıkıp da fi il ve hareket haline gelmedikçe var mıdır, yok mudur bilinemez. Meydana vurulmadıkça, kimsenin vicdanını yoklayıp nasıl bir inanç beslediğini keşfe imkân ve vasıta yoktur. Binaenaleyh ferd için inanma hakkından ve vicdan hürriyetinden bahsetme, adetâ damarlarımızdaki kanın serbestçe dolaşmasını temenni etme kabilinden bir manasızlık olur gibi görünür. Bununla beraber, dikkat eder ve tari he göz gezdirirsek, en çok inanma hakkına hücum edildiğini ve dinî, ilmî, felsefî her çeşit inancın baskı altına alındığını görürüz. Vaktiyle eski Roma’da ilk Hıristiyanlara yapılan işkenceler, orta zamanlarda bâtıl de nilen aki-de sahiplerine karşı Garpta ve Şarkta reva görülen muameleler, Avrupa’da asır-larca devam edip yüz binlerce insan canı yakan Engizisyonlar ve Protestanlara çektirilen ezalar, hakikatte, hep akideye ve vicdan evine tecavüz teşkil etmiştir.

Bu tecavüzler zamanımızda bambaşka bir şekil almıştır. Bugün in sanları akidelerinden ve dinî inançlarından dolayı ne mahkemeye veri yor, ne de da-rağacına çekiyorlar. Bugün insanların içlerindeki iman ve akideyi ifsad edip kokutmak suretiyle ifna ediyorlar. Eski devirlerin ka ba işkence usulü yerine zamanımızda, diyorum, gayet ince, sessiz ve şamatasız bir usul tatbik edilmek-

Page 13: 184 Ali Fuat Başgillibertedownload.com/ldt/din hurriyeti/Ali_Fuat_Basgil.pdf188. Ali Fuat Başgil GiRiŞ Bugünkü Cemiyetlerde Din ve Devlet Münasebetleri Din sırf bir inançtan

196 . Ali Fuat Başgil

te, insanların vicdan gözü patlayıp akı tılmaktadır. Rivayete göre, bu usulün ilk örneğini Rus Çarları vermiştir.

Rusya’nın Çarlık devrinde, Galiçya ve Lituanya ülkesinde oturan İslâv ır-kından (Ruthenes) denilen bir halk vardı. Çarlar bu halkın millî mezheplerini söndürüp bunları Ortodoks mezhebine sokmaya karar ver mişler. Bunun için, zulmün klâsik tedbiri, Rüten kiliselerini kapatmak ve rahiplerini sürüp halkı Rus Ortodoks kilisesine geçmeye zorlamaktı. Çar böyle yapmamıştır. Böyle yapsay-dı, dünyaca baskı yoluna gitmiş ve din hürriyetine aykırı hareket etmiş olmakla itham olunurdu. Çar Rüten kiliselerinin kapılarını açık bırakmış ve rahiplerin Rüten âyinlerini serbestçe yapmalarına müsaade etmiştir. Hattâ Rütenlerin Rüten âyinlerini serbestçe yapmalarına müsaade etmiştir. Hattâ Rütenlerin Rüten âymektep ve manastırlarını bile kapatmamıştır. Çar şu kadarcık bir müdahalede bulunmuştur: Rüten kiliseleriyle mektep ve manastırlarını hükümet kontrolü altına almış ve bu mektep ve manastırlarda ders okutup genç rahipleri yetiş-tirecek olan hocaları, Rüten mezhebinin gizli düşmanlarından olmak üzere, kendisi tâyin etmiştir. Bu müdahale kâfi gelmiş, kısa bir zamanda Rütenlerin millî din ve mezhepleri sessiz ve soluksuz çöküvermiştir8, Gayet tabiî: Hükû-met elinin ve gözünün girdiği mâbedde iman ve akide çürür ve çöker.

Sovyet hükümeti, vaktiyle Çarın Rütenlere tatbik ettiği bu şeytanî tedbiri bugün Rusya’daki Müslüman ve Hıristiyan bütün halka tatbik etmektedir. Bize gelince, son otuz senelik bir devre içinde biz de bu mevzuda tutulan yol ve tatbik edilen usul hakkında kanaat beyan edemem. Okuyucumun beni bunda mazur görmesini ve olup bitenler üzerinde bizzat kendisinin düşünmesini rica ederim.

2) İbadet ve dua hakkı:Ferdin beğendiği herhangi dinî bir akideyi serbestçe benimsemeye hakkı oldu-ğu gibi, beğenip benimsediği dince kabul edilmiş usul ve âdâb üzere, serbestçe ibadet ve dua etmeye de öylece hakkı vardır. Çünkü ferdin buna ihtiyacı vardır, iman gibi ibadet, dua ve münacat da insan ruhunun derin bir temayülü ve in-san yaradılışının bir ihtiyacıdır. İnsan için ibadet, hususiyle bunalma zamanla-rında, en büyük bir teselli, ruhî istirahat, huzur ve kuvvet kaynağıdır. İbadetten maksat Allah’ı anmak ve kendini onun huzurunda görerek bu sayede hayvani heves ve ihtiras ların şiddetini kırmak, insanlara merhamet, şefkat ve sevgi hisleriyle bak mak ve bağlanmak, vücudu ve ruhu daimî bir temizlik içinde tutmak tır. Buna herkesin ihtiyacı vardır, insan zengin, fakir, kuvvetli, zayıf ne vaziyette bulunursa bulunsun, manevî bir desteğe ve bir enerji ihtiyatına daima

8 Bakınız: Jules Simon, Liberte civile, sah. 325.

Page 14: 184 Ali Fuat Başgillibertedownload.com/ldt/din hurriyeti/Ali_Fuat_Basgil.pdf188. Ali Fuat Başgil GiRiŞ Bugünkü Cemiyetlerde Din ve Devlet Münasebetleri Din sırf bir inançtan

Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü . 197

muhtaçtır. Bunu herkes kendi hayatında ve kendisiyle baş başa kaldığı zaman duyar ve tecrübeleriyle bilir. Hiç bir eğlencenin bizi eğlendiremediği zamanla-rımız, hiç bir devanın dindiremediği acılarımız oluyor. Hiç düşmeyeceğini sa-nanlar, günün birinde düşüyor; muhtaç ol mayacağını sananlar, günün birinde zaruret içinde kıvranıyor. Hastalık ve sağlık gibi, haz ve keder de insan oğlu içindir. Öyle meyus ve keder li ânlarımız oluyor ki, bu ânlarda en yakınlarımızı bile kendimizden uzak hissediyor ve bunalıyoruz. Işte o zaman, fakat maa-lesef o zaman, mane viyat ihtiyacı duyuyoruz. Bunu, esefki, en çok o zaman duyuyoruz. Din ve maneviyat, tıpkı sağlıkta kadri bilinmeyen sıhhat gibidir..

Elhasıl ibadet, ferdi halikine yaklaştırmak suretiyle onda zengin bir ma-neviyat kuvveti yaratır. Ferd bu kuvvet sayesinde hayatın binbir güçlük lerine karşı kendinde kolayca mukavemet imkânı bulur. Dikkat eder sek, maneviyat kuvvetinden mahrum olanlar, bunalma anlarında selâ meti ya kendilerini sefa-hatle avutmakta, veya kilimin dört ucunu bırakıp serseriliğe vurmakta yahut da intihar etmekte arar. İyi günlerinde manevi yatı hiçe sayanlardır ki, uğradıkları bir felâket karşısında kederden has ta olup ölürler. Hakikî dindarlardan ne sefi h ve serseri olanı görülmüş, ne de kederinden hasta olup intihara kalkışanı işitil-miştir. Çünkü dinda rın nazarında, fâni bir dünyanın çok kısa ve geçici bir hayatı kederden kıvranmaya değmez. Bu hayatta gülenin de ağlayanın da nihayet gide-ceği yer birdir, ebediyet evidir. Ve orada az yaşayan ile çok yaşayan mü savidir.

Bunun içindir ki, bir memlekette maneviyat bağları çözüldüğü za man sefahet ve her çeşit cinayet alıp yürür; intiharlar çoğalır ve insanlar birbirinin kudurmuş kurdu olur; kimsenin kimseye inanı ve güveni kal maz; kardeşler birbirine göz koyar; analar oğullarına âşık olur; evlâd ana babalarını, talebe hocalarını vurup öldürür.

Kabul ederim ki, bir cemiyette yüksek maneviyatın kaynağı sadece din ve ibadet değildir. Fakat din maneviyatın yerini tutacak, o kuvvet ve metanette henüz bir ideal bulunamamıştır. Ümid edelim ki, ileride cihan şümul bir in-sanlık idealine varacağız ve muhtaç olduğumuz manevî ener jiyi bu idealde bulacağız. Bu mümkündür. Fakat, iyi düşünülürse, din ile insanlık birbirini nefyetmez; bilâkis, din ferdi insanlığa götürür ve ce miyeti yarının insanlık ailesine bugünden hazırlar. Kanaatimce, büyük dinlerin hususiyle İslâmiyetin ferdî ve içtimaî ahlâkiyatı insanlık ahlâkiyatının aynıdır. Başka bir deyişle, din halka inmiş ve kitleye mal olmuş insanlıktır. Böyle olduğu içindir ki, dine ve maneviyata düşman olanlar, dikkat ederseniz, insanlığa da düşmandırlar.

Bu bahiste şu muhakkaktır ki, bugün Allah şuurunun ulviyetine yükselebi-len hiç bir duygu ve şuur yoktur. Ve bir memleket için felâket lerin en büyüğü

Page 15: 184 Ali Fuat Başgillibertedownload.com/ldt/din hurriyeti/Ali_Fuat_Basgil.pdf188. Ali Fuat Başgil GiRiŞ Bugünkü Cemiyetlerde Din ve Devlet Münasebetleri Din sırf bir inançtan

198 . Ali Fuat Başgil

Allah şuurunu kaybetmektir. Bu şuuru “kaybeden bir millet, her nevi idealden de mahrum kalır, idealden mahrum bir millet ise, hayat yolunda istikametini kaybeder ve nereye gideceğini bilmeyen bir şaşkına döner.”9 Gayet tabii: ideal, gerek ferd, gerek millet için, hayat yolunun karanlıkları içinde nur saçıp etrafı aydınlatan bir ışıktır, idealden mahrum ve maneviyatı çürümüş bir cemiyette cinayetlerin önü ne halktan silâh toplamakla, intiharların önüne bunların neşri-ni yasak lamakla geçmeye çalışmak boştur. Böyle bir cemiyette cinayetleri ceza kanunları ile önlemeye çalışmak, hastalığı zehirle tedaviye kalkışmak tır. Çünkü böyle bir cemiyette yeri ne servet ve bilgi ile, ne tehdit ve tedhişle doldurula-mayan bir boşluk vardır: Maneviyat boşluğu.10

Hülâsa edelim: İbadet serbestliği din hürriyetinin müteaddit cephe lerinden biridir ve ferd için mukaddes bir haktır. Bu hakka el uzatmak ve ferdin hak-kı olan ibadet serbestliğini hırpalamak, din hürriyetine ve vicdan selâmetine tecavüz etmektir. Gönüldeki iman gibi mâbeddeki ibadet, dua ve münacatı da bir kanun ve karar mevzuu değildir ve ola maz. Kanun vazıı ve hükümet jandarması mâbed içinde hükmedemez. Zira kanunun gayesi ve hükümetin varlığının hikmeti kötülükleri önlemek ve ahlâk dışı hareketlere meydan ver-memektir, iman ve ibadet ise birer kötülük değildir; bilâkis, kötülüğe mâni olan ve ferdi iyilik ve adalet duygularına bağlayıp yükselten birer ilâhi kuvvettir.11

3) Tâlim ve tedris, neşir ve telkin hakkı:İman sahibi insanların inandıkları Allah’a karşı vazifelerinden biri de, mensup oldukları dinin akide ve erkânını başkalarına öğretmek, okutmak, yaymak ve telkin etmek ve bu sayede onları cehaletin pençesinden kurtarıp kazanmaktır.

9 Filozof ve devlet adamı Edgar Quinet, Duguit den naklen, Traité de Droit constitutionel, cilt V, Traité de Droit constitutionel, cilt V, Traité de Droit constitutionelsah 402, V nci bası.10 Din ve maneviyat üzerindeki bu mülâhazalarımdan okuyucumun beni faydacılığa kaymak ve dini sırf kederli ve üzüntülü anlarımızda başvuru lacak bir teselli kapısı görmekle itham etmeme-sini rica ederim. Nazarımda din ne sefi hler seyrengâhıdır, ne de sefi ller ve miskinler tekkesi. O bir ilâhi yol dur. O yolda yürümek, insan için bir vazifedir. Dindar sadece vazifesini bilen ve yapan bir insandır. Yalnız din yolunda yürümenin ferd ve cemiyet için bir çok da faydaları ve selâmet sağlayan panzehirleri var ki, ben buradaki mülâ hazalarımla sırf bunlara işaret etmek istedim.11 Bu bahiste ve sırası gelmişken biraz da ibadet dili üzerinde dur mak isterim. Dinlerin kendile-rine mahsus ve bünyelerinin mantığına uygun akideleri ve ibadet usulleri olduğu gibi, birer de ibadet ve dua dili vardır. Bu dil o dine mahsus olarak ve o dinin nasları ile ve asırlar içindeki te-amülleriyle yerleşip kökleşmiştir. Meselâ Hıristiyanlıkta Katolik kilisesinin ibadet dili Lâtincedir. Müslümanlığın ibadet dili de Arapçadır. Çünkü İslâm’ın mukaddes ki tabı olan Kur’an Arapçadır. Müslüman ferdin ibadet hakkı, ibadeti İslâm di ninde yerleşmiş olan usul, âdab ve lisan ile yâni Kur’an diliyle yapabilmesini icap eder. İslâm dinine mahsus ibadetlerin usul, âdab ve lisanı ü-

Page 16: 184 Ali Fuat Başgillibertedownload.com/ldt/din hurriyeti/Ali_Fuat_Basgil.pdf188. Ali Fuat Başgil GiRiŞ Bugünkü Cemiyetlerde Din ve Devlet Münasebetleri Din sırf bir inançtan

Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü . 199

Bütün dinlerde ve bilhassa İslâmiyette “neşri din” ve “ilâhi kelimetullah” ta-birleriyle ifade olunan bu vazife Allah indinde en makbul bir ameldir. İslâmi-yetin “ilâhı kelimetullah” ideali ve, hususiyle, bu idealin İslâm-Türk tarihinde oynadığı rol üzerinde durmaya bu etüdün çerçevesi müsait değildir. Yalnız, şu kadar diyeceğiz ki, bir ucu Hinde ve Çine, bir ucu Avusturya ve İspanyaya uzanan İslâm Türk dünyasının bu genişlemesini sırf askeri üstünlüğe ve ikti-sadî bir gayeye bağlamak tarihi yanlış anlamaktır. Bu genişlemede ve bu hayret verici muvaffakiyetlerde “neşri din” idealinin birinci derecede rol oynadığı mu hakkaktır.

Bir dindar için, hususiyle bir din adamı ve âlimi için mensup oldu ğu dinin akide ve erkânını okutup öğretmek hem bir vazife, hem de bir haktır. Bir vazifedir, çünkü, yukarıda dediğimiz gibi, bu bir nevi ibadet ve Allah indinde en makbul bir ameldir. Bugün Afrika’nın kızgın çöllerinde, Tibetlerin göklere uzanmış karlı dağlarında dolaşıp ömür çürüten Hıristiyan misyonerleri en

zerinde oyna mak ve bunları gelişi güzel değiştirmeğe kalkışmak ve, meselâ, “ezan” ı asırlardan beri dünyanın dört köşesinde günde beş defa okunduğu dilden başka bir lisanla okutmağa zorlamak, yalnız diyanete değil, aynı zamanda Müslüman vatandaşın ibadet ve dua hakkına tecavüzdür.

Tekrar edelim ki, İslâm’ın ibadet dili Kur’andır. Kur’an ise kelimesi ve lâfziyle, ruhu ve mâna-siyle Kur’andır. Tercüme Kur’an, Kur’an değildir ve ter cüme Kur’an ile yapılan ibadet, İslâmî ibadet değildir. Esasen Kur’anı başka bir dile çevirmek hem imkânsızdır, hem de mânâsız ve faydasızdır. Çünkü bu ilâhî kitap, en sembolik bir müzikten ve en lirik bir şiirden daha ince bir zevk, bir mâna ve işaret taşımakta ve hiç bir lisanın ifade edemeyeceği kadar geniş ve zengin bir muhteva kucaklamaktadır. Alelâde bir şiirin bile yazıl dığı dilden başka bir dile çevrilemediği her-kesçe bilinen bir haki kat iken, Kur’an gibi bir eserin bütün incelikleriyle başka bir dile tercümesi elbette imkânsızdır. Hattâ yalnız imkânsız değil, hem de mânâsız ve faydasızdır. Çünkü Kur’an ne bir mektep kitabı, ne de bir lâboratuvar reh beridir. O bir nevi kuş nağmesi gibi cana hitap eden ilâhî bir eserdir. Böyle bir eserin faydasını lâfzında ve tercümesinde değil, beşer âleminin her asır ve devirdeki vüs’atine ve inkişafına göre, yapılacak tefsirinde aramalıdır. Hülâsa Kur’an, Kur’an olarak tercüme edilemez ve Kur’anın tercümesi Kur’an olmaz.

Kabul etmelidir ki, din, insanları idare eden kuvvet ve müesseseler arasında, en çok maziye ve maziden gelen teamüllere dayanan ve esaslarında tamamıyla muhafazakâr olan bir kuvvet ve mü-essesedir. Fakat bu keyfi yet din için bir nakise değil, bilâkis bir meziyettir. Her an değişen insan arzu ve fantezileri yanında dinin manevî ve içtimaî kıymeti muhafazakârlığında ve bu sayede haya-ta huzur ve istikrar vermesindedir. İlim ve felsefe daima terakki eder, değişir ve yenileşir. Din ise esaslarında sabittir, değişmez. Dinin ilim ve felsefeden farklı olduğu noktalardan biri de budur.

Bununla dinde hiç bir değişiklik ve yenilik yapılamaz demek istemiyorum. Müslümanlığın amel ahkâmında, içtihaden yenilik yapmak daima mümkündür. Hattâ lâzımdır. Ancak esaslı akidelerde ve nasın sarahati karşısında içtihad cereyan etmez, içtihadın mümkün olduğu yer-lerde de, bunun ilmî ehliyeti ve dinî selâbeti âmmece sabit olmuş otoriteler tarafından ve dinde yerleşmiş içtihad kaidelerine uygun olarak yapılması şarttır. Bunun aksine, her rast gelenin, hu-susiyle politika adamlarının din meselelerine karışmaları, bilmedikleri ve inanmadıkları bu işlere müdahale etmeleri kadar manasızlık tasavvur edilemez.

Page 17: 184 Ali Fuat Başgillibertedownload.com/ldt/din hurriyeti/Ali_Fuat_Basgil.pdf188. Ali Fuat Başgil GiRiŞ Bugünkü Cemiyetlerde Din ve Devlet Münasebetleri Din sırf bir inançtan

200 . Ali Fuat Başgil

sevaplı bir ibadet ve en hayırlı bir vazife eda ettiklerine kanidirler.

Dini okutup öğretmek bir haktır:Dini öğretme ve okutma faaliyeti, dindar için hem de bir haktır. Çünkü

bu bir insanî ihtiyaçtır. Dindar, kendi kanaatince, hakikate ermiş bir insandır. Hakikati bulan ve onun emsalsiz zevkini tadan kimse, bunu başkalarına da tattırma ihtiyacını duyar. Şu halde dinin akidelerini ve erkânını okutup öğreten din adamı ve âlimi yalnız bir vazife ifa etmiyor, aynı zamanda insanlığının bir imtiyazı halinde sahip olduğu bir hak istimal ediyor. Aşikâr ki, din hürriyeti prensibi okuyup okutma ve öğrenip öğretme hakkını, gayet tabiî olarak, is-tilzam eder. Çünkü din, tıpkı ilimde ve sanatta olduğu gibi, okumak ve okut-makla baka bulur ve intişar eder. Binaenaleyh cemiyette bu hakkın istimaline imkân ver memek veya talim ve tedris faaliyetini, tehdit ve tedhiş yoluyla, baskıya vurmak hakikatte din hürriyetini ortadan kaldırmak ve dinin esasına kasdetmektir; iman ve akideyi kökünden kurutup bunun yerine dini ceha let ve dalâlet tohumlan ekmektir.

Dikkat edersek, tâlim ve tedris diyince, bundan, evvelâ akla dinin elemanter mesele ve bahislerini okutup öğretmek gelir. Bunlar bilinmesi dinen zaruri olan ilk ve ezber bilgilerdir, ilk mekteplerdeki din dersleri, evlerde dindar aile büyüklerinin çocuklarına verdikleri din terbiyesi ve nihayet bizdeki imam hatib mektepleri ve Kur’an kursları bu kabildendir. Fakat din de, hususiyle İslâmiyette, tâlim ve tedris bundan ibaret değildir. İslâmiyetin tefsir, hadîs, ve bütün fururu ve usuliyle fıkıh gibi yüksek ilimlerini; kelamiyat gibi yüksek felsefesini okutup öğretmek tâlim ve tedris hakkının ve din hürriyetinin en mühim cephesini teşkil eder. Çünkü din yolu, bu ilimlerin ve bu yüksek tefekkür nurunun ışığıyla aydın lanır. Din yüksek ilim ve kültür sahibi insanların omuzlarında yükselir. Bir dini bu türlü insanlardan mahrum etmek, onu esatire gömülmeye mahkûm etmektir. Bunun içindir ki, bugün dinin yüksek ilim ve kelamiyatının okunup öğrenilmediği memleketlerde ortalığı, din kisvesine bürünmüş hurafa ve habasetler, en geri ve gülünç şekle dökülen akide ve tarikatler kaplamıştır. Gayet tabiî: Kötülüğün ve cehlin himaye gördüğü yerden iyilik ve ilim kaçar. Fakat insan bu hali gördükçe, tazyik altında ve cehaletin karardığı içinde kalan din ve maneviyat ihtiyacının nice garip cilvelerine hayretten kendini alamıyor. Halbuki tazyik ve tedhiş yo luna sapanlar bilseler ki, din insan için, ekmeğe ve suya olan ihtiyaç gi bi, tabii bir ihtiyaçtır. Tabiî ihtiyaçlar insan içinden kazınıp koparılamaz; bunlar tatmin edilmek ister. Din ihtiyacını tatmin etmenin akla en uygun yolu, tazyik ve tehdit ile bu ihtiyacın akışına sed çekmek değildir;

Page 18: 184 Ali Fuat Başgillibertedownload.com/ldt/din hurriyeti/Ali_Fuat_Basgil.pdf188. Ali Fuat Başgil GiRiŞ Bugünkü Cemiyetlerde Din ve Devlet Münasebetleri Din sırf bir inançtan

Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü . 201

bunu kanalize edip salim mecrasına koymaktır. Bunun için de dinin, yalnız elemanter ve ezber bilgilerini değil, tefekkür ve muhakemeye hitap eden yüksek ilimlerini ve kelamiyatını okutup öğrenmeye imkân vermek lâ zımdır. Çünkü din ilmi yalnız imam ve Hatib bilgisi değildir. Nitekim tıp ilmi de yalnız hastabakıcı ve sağlık memuru bilgisinden ibaret değildir. Farz ediniz ki, günün birinde Türkiyede hükümet emriyle Tıp Fakülteleri kapatılmış ve tıp tahsil ve tedrisi yasak edilerek tıp hocaları tehdit ve tedhişe mâruz bırakılmış olsun. Aşikâr ki, böyle bir tedbir ile tıp ilmine ve tıp hocasına olan ihtiyaç ortadan kalkmış olmaz. Bilâkis, ihtiyaç devam eder, fakat diğer taraftan şarlatanlığa ve sahte tabipliğe meydan açılmış ve hastalar ızdıraplarının pençesine terkedilmiş olur. Fakat bugün böyle bir hareket hükümetlerin en serseminin bile aklından geçmez ve cemiyetin tıp ilmine ve hocasına olan ihtiyacı söz götürmez hakikatler sırasında görülürken, şaşıyorum ki, cemiyetin daha az mühim olmayan diğer bir ihtiyacı, yâni din ilmine ve hocasına olan ihtiyacı, âdeta inkâr edilmekte ve yüksek din ilimlerine ve dinî tefekkür hayatına lâyık olduğu kıymet verilmemektedir. Fakat, emin olmalıdır ki, cemiyetin din ilmine ve yüksek din hocasına olan ihtiyacı tıp ilmine ve hocasına olan ihtiyacından daha az mühim ve mübrim değildir. Tıp insanların fi zik ızdıraplarını ve bedenî hastalıklarını tedavi eden bir ilim ve sanat ise, din de manevî acılarını dindiren ve ruhî hastalıklarını tedavi eden bir iksirdir. Bunun içindir ki, İslâm’da din ilmi tıp ilminden hemen sonra gelir ve fakat her ikisi el ele verip beraber gider. Gayet tabiî: insan sadece adale ve iskelet değildir, aynı zamanda can ve vicdandır. Tıp insanın adale ve iskeletinin, din ise içinin derinlikleriyle vicdanının ızdıraplarını gidermeye çalışan iki kardeş disiplindir.

Çorak bir materyalizm çıkmazına saplanmış görünen bugünkü medenî insanlık bu hakikati unutmakla bir şey kazanmamış, bilâkis zarar etmiştir. Son senelerde tıp ilminin hayret verici terakkilerine rağmen kalp ve kanser gibi bazı hastalıkların korkunç bir şekil almasını fi zyolojik metabolizma bozuk-luğundan ziyade manevi disiplin bozukluğuna bağlamak yerinde olur, kana-atindeyim. Dövünmeyelim, kendi kusurumuzdur: Küçümsediğimiz ve inkâr ettiğimiz hakikatler, bugün bizden intikam alıyor. Son çeyrek asırlık devirde bazı memleketlerde dinî inançlara ve müesseselere karşı girişilen mücadeleleri, din adamlarına çektirilen ezayı ve reva görülen hakaretleri burada sayıp dök-meye lüzum görmem. Kısmen politika menfaatleri uğrunda, kısmen de kısa görüşlü bir materyalist düşünce ile yapılan bu yersiz muameleler ile hırs ve şehvet şeytanlarının zincirleri koparılmıştır, istikbalde hayır ve şer mücadelesi çok çetin olacağa benziyor.

Page 19: 184 Ali Fuat Başgillibertedownload.com/ldt/din hurriyeti/Ali_Fuat_Basgil.pdf188. Ali Fuat Başgil GiRiŞ Bugünkü Cemiyetlerde Din ve Devlet Münasebetleri Din sırf bir inançtan

202 . Ali Fuat Başgil

Nesir hakkı din hürriyetinin en hayatî cephesidir:Bir fi kir ve kanaatin neşri yazıyla veya sözle olabildiğine göre, ne şir hakkı

diyince bundan evvelâ dinî fi kir ve ahkâmı yayan ve müdafaa eden gazete ve mecmua çıkarma, eser ve risale basma ve yayma; saniyen dinî mevzular üzerinde mevıza, hitabe ve konferans gibi sözle ifade ve telkinde bulunma haklarını anlamak lâzım gelir.

Neşir hakkı din hürriyetinin en esaslı ve hayatî bir cephesidir. Hat tâ bu hak din hürriyeti prensibinden doğan haklanın en ehemmiyetlisi ve neticeleri itibariyle, en kıymetlisidir. Çünkü diyanet neşriyatla kendi ni koruyacak, müdafaa edecek, terakki ve tekâmül imkânları bulacaktır. Hülâsa dinî neşriyat dindarlar camiasının ağzı ve dilidir. Bu neşriyattan mahrum olan bir dindarlar camiası, tıpkı dili koparılmış bir kötürüme döner. Buna mukabil dinî neşriyatın teşvik gördüğü ve hür bir saha bulduğu memleketlerde bu neşriyat fevkalâde bir inkişaf gösterir ve düşman neşriyatı susturur. Bundan dolayıdır ki, politikacılardan diyanete düşman olanların en çok korktukları ve bu sebeple baskıya vurmak istedikleri hak da dinî mahiyetteki neşriyat hakkıdır. Fakat açıkça söylemelidir ki, dinî neşriyatın diğer neşriyattan ayrı olarak hususî maksad ve kanunlarla yahut el altından idare edilen hükümet emri ile baskıya vurulduğu, yıldırma ve sindirme politikasına boğulduğu memleketlerde din hürriyeti yoktur.

Hülâsa ibadet hakkı gibi, neşir ve telkin, talim ve tedris hakkı da din hürriyeti prensibinden doğan kudsî bir haktır. Bu hakkı yok ederce sine tahdit edip baskı-ya vuran bir idarenin adamları, ne memleket içi siyasetinde, ne de milletlerarası münasebetlerinde din ve vicdan hürriyetinden bahsedemez. İlâve edelim ki, bugün bu hakkın en geniş ve teminatlı bir şekilde tanındığı ve himaye gördüğü memleketler Garp demokrasileridir. Bugün lâik Fransa’da, İtalya ve Belçika’da Hıristiyan din adamları tarafından idare edilen tam teşkilâtlı birçok Enstitü ve Üniversiteler mevcuddur. Hıristiyanlık bu müesseselerde bütün incelikleri ve ahkâmile okutulmakta ve değerli genç din âlimleri yetiştirilmektedir. Bizim bildiğimiz ve az çok neşriyatını takip edebildiğimiz, Fransa, Belçika ve İsviçre gibi memleketlerde her sene dinî mevzular etrafındaki kitap, mecmua, gazete neşriyatı hayret edilecek bir yekûn arzetmektedir.

Bugün dinî tâlim, tedris ve neşir hakkının tam ve teminatlı bir himayeden mahrum olduğu memleketler arasında, esef ederim ki, Türkiyemiz de vardır. Bizde dini tahsil veren ve tedrisat yapan müesseseler yâni medreseler, 926 da çıkan “Tevhid-i Tedrisat Kanunu” ile kapatıldıktan sonra, bugüne kadar Müslümanlığın yüksek ilmi, kelâmiyat ve bediiyatı okutulmamıştır. Ve, bu uzun devre içinde, tabiatıyla Türkiye’de din âlimi de yetişmemiştir. Kabul edelim ki,

Page 20: 184 Ali Fuat Başgillibertedownload.com/ldt/din hurriyeti/Ali_Fuat_Basgil.pdf188. Ali Fuat Başgil GiRiŞ Bugünkü Cemiyetlerde Din ve Devlet Münasebetleri Din sırf bir inançtan

Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü . 203

eski medreseler modern devrin ihtiyaçlarını karşılayacak bir durumda değildi. Fakat bunlar kapatıldık tan sonra, gönül isterdi ki, yeni müesseseler kurulsun ve cemiyetin muh taç olduğu yüksek din adamları ve âlimleri yetiştirilsin. Bu yapılmadı. Fakat bu yapılmak için bugünden tezi yoktur12.

Din neşriyat ile himaye ve müdafaa edilir:Bu bahiste ne kadar ısrar edilip durulsa yeridir. Çünkü tekrar ede lim ki, din,

tâlim ve tedris, terbiye ve telkin ile yaşadığı gibi, neşriyat ile de himaye ve müda-faa edilir. Bu haklar birbirinden üstün ve mühim dir. Neşir hakkını kullanacak, kalemle veya sözle dinî neşriyatta buluna cak kimseler, şüphe yok ki, iyi bir dinî tahsil müessesesi içinde yetişirler. Buna mukabil neşir hakkı da, hususiyle za-manımızda, tâlim ve tedris hakkının en kuvvetli teminatını teşkil eder. Bunun içindir ki, dinî tedris hakkını yok etmeye karar veren bir idare de, tecavüze uğ-rayan bir adamın sesini kesmek için ağzına mendil tıkadıkları gibi, evvelâ neşir hakkı yok edilir, dinî neşriyat yıldırma ve sindirme politikasına boğulur. Bu gibi işlerle uğraşanlar, suçlu suçsuz tevkif edilir; ailesine, eşine ve dostu na karşı kadri ve itibarı kırılır. Din mevzularına temas etmek büyük bir cesaret meselesi halini alır. Dindar adamların sessizce bakışlarından bile rahatsız olanlar, zaman zaman bir yaygara koparır: Vurun tutun şamataları arasında, kendi halinde ve zararsız kanaatleriyle yaşayan üç beş kişi tahkir edilip hapse tıkılır.

“İnsan insanın kurdudur.”13

Dini tâlim ve tedris faaliyetinin içtimaî ve millî ehemmiyeti:Bu faaliyetin gayesi, ehliyetli din adamları yetiştirmek ve bu sayede halkın

maneviyat ihtiyacını en iyi bir surette temin etmektir. Binaenaleyh bu faaliyet, yalnız dinî bakımdan değil, hem de içtimaî ve millî bakımdan bir ehemmiyet taşır. Bir kere dinî bakımdan ehemmiyetlidir, çünkü tekrar edelim ki, din okutma ve öğretme ile yaşar. Fakat okutmak ve öğretmek için, okumuş ve öğrenmiş ehliyetli din hocaları lâzımdır. Bunların da yetişmesi, her şeyden ev-vel, tâlim ve tedris hakkının teminat altında bulunmasını gerektirir. Tâlim ve

12 Bu vaziyeti ıslâh için, yüksek İslâm ilimlerinin tahsil ve tedrisine mahsus bir “İslâm ilimleri külliyesi” kurulması hakkında bir teklifi miz ve ha zırlanmış bir projemiz vardır. Bunu görmek ve bu hususta bir fi kir edinmek arzu eden okuyucularıma tekrar tavsiye ederim: İslâm’ın nûrumecmuası, 1953, sayı 24.13 Meşhur İngiliz Filozofu Hobbes’un şu sözünün tercümesidir. “Homo homini lupus”

Page 21: 184 Ali Fuat Başgillibertedownload.com/ldt/din hurriyeti/Ali_Fuat_Basgil.pdf188. Ali Fuat Başgil GiRiŞ Bugünkü Cemiyetlerde Din ve Devlet Münasebetleri Din sırf bir inançtan

204 . Ali Fuat Başgil

tedris hakkının yok edildiği veya yok olurcasına baskılandığı bir memlekette diyanet ahkâmını ehliyetle öğretecek din adamları da yok olur. Bu yokluk ise, memlekette yalnız maneviyat buhranı ihdas etmek ve halkı din bahsinde ceha-lete boğmakla neticelenmez; aynı zamanda ve belki daha mühim olarak dinde bütün tekâmül imkânlarına set çeker. Dinde tekâmül olur mu, diyeceksiniz? Kudret elinin yarattığı her şeyde olduğu gibi dinde de tekâmül olur ve dinler de inkişaf eder. On dört asırlık İslâm tarihi, dikkât edenler için, baştan aşağı İslâmiyetin tekâmül tarihidir.

Dini okutup öğretme faaliyeti içtimaî ve millî bakımdan da bir ehemmiyet taşır. Çünkü, ne neviden olursa olsun, okuyup öğrenmekte, ferd için olduğu gibi cemiyet için de, mutlak ve muhakkak surette fayda vardır. Ancak inatçı cahillerdir ki, bazı nevi bilgilerden yılar ve fay dayı cehalette arar.

Herhangi bir bilginin sesini duymamak için kulaklara pamuk tıkamakta asla fayda yoktur. Bilâkis, bunda zarar vardır. Zira bazı nevi bilgilere karşı kulağa pamuk tıkama taassubuna saplanan insan, çok mümkündür ki, bu taassubun doğurduğu haşin bir müsaadesizlikle, en lâzım ve faydalı bilgilere karşı da bigâne kalsın. Vaktiyle Aristo’nun eserlerini dinen muzurdur diye afaroz edip okunmasını yasaklayan kilise, bu hareketiyle yalnız Hıristiyanlığa değil, ilme ve insanlığa da ne büyük darbe vurduğunun farkında olmamıştır. Kanaatimce, yeryüzünde insan için okuyup öğrenmesi yasaklanacak hiç bir eser, mesele, sır ve haki kat yoktur. Bunun aksini düşünmek için insanın mutlaka koyu bir taassub çamuruna batmış olması lâzımdır.

Herhangi bir fi kre kulak vermeyi, herhangi bir eseri veya doktrini oku-yup öğrenmeyi yasaklamakta veya baskılamakta cemiyet için, diyorum, hiç bir menfaat yoktur. Var gibi görünen menfaat, emin olmalıdır ki, çölde serap ka-bilindendir. Bunda, bilâkis, cemiyetin ve insanlığın muhakkak bir kaybı vardır. Çünkü biz cemiyetin yarın alacağı istikameti ve tutacağı yolu bugünden bilmi-yoruz. Tekâmül vetiresinin insanlığı ya rın nereye götüreceğini bugünden keş-fedemiyoruz. Bugün hayat ve ce miyet hakkında ileriye sürülen muhtelif fi kir ve görüşlerden istikbal için hangisinin daha faydalı olduğunu, neticelerinden evvel, bilmeye imkânımız yoktur. Bu hususta en müspet ilimlere bile güve-nemeyiz. İlmin bize istikbale ait öğrettikleri hep birer tahminden ibarettir. İl-min zaman için deki sahası hal ve biraz da mazidir. İstikbal ilmin sahası dışın-da kalır ve istikbal için ilim yalnız tahminde bulunur. Gariptir ki, çok şey bil-diğini sanan ve bundan gurur duyan insan, bir an sonra kendisinin ne olaca-ğını bilmez. 1908’i takip eden ikinci Meş rûtiyet senelerinde Osmanlı impara-torluğunun devam ve bakası, bu geniş ülkeli eski tip devletin yenileşerek bir nevi federasyon halinde teş kilâtlanmasında görülmüş idi. Ve bu fi kirden hare-

Page 22: 184 Ali Fuat Başgillibertedownload.com/ldt/din hurriyeti/Ali_Fuat_Basgil.pdf188. Ali Fuat Başgil GiRiŞ Bugünkü Cemiyetlerde Din ve Devlet Münasebetleri Din sırf bir inançtan

Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü . 205

ket edilerek o devrin merkeziyet usulü yerine siyasi ademi merkeziyet usulü-nün kabulü teklif edilmişti. O zamanın politikacıları muhitinde şiddetli reaksi-yon uyandı ran bu fi kir muzır telâkki olunmuş ve fi krin sahibi14 vatan haini ad-dedilecek kadar ileri gidilmişti. Bugün, eski Osmanlı imparatorluğu ülkesinde peydah olan irili ufaklı devletlerin durumları ve birbiriyle münasebetleri karşı-sında, bu çok enteresan fi krin hakikatleşmeye doğru gittiğini görür gibi oluyo-ruz. Osmanlı imparatorluğu varislerinin istikbalde, tıpkı Amerika Birleşik Dev-letleri gibi, bir federasyon halinde birleşmelerini mümkün görmek bugün artık ne bir rüyadır, ne de vatana ihanet cürmüdür.ne bir rüyadır, ne de vatana ihanet cürmüdür.ne bir rüyadır, ne de vatana ihanet

Elhasıl, mantıklı düşünürsek, bugün okutulup öğretilmesini yasakladığımız veya zararlı görerek baskıladığımız bir fi kir” ve doktrin, mümkün ve muhte-meldir ki, cemiyetin ve insanlığın yarınki tutacağı yolu ve gideceği istikameti göstersin. Bu takdirde, okutmaya ve öğretmeye koyduğumuz yasak damgası, netice itibariyle, bizim körlüğümüzü ve ce haletimizi ilân etmekten başka bir şeye yaramaz. Tarihte böyle olmamış mıdır? Vaktiyle ilme ve serbest tefekküre karşı şahlanan cehalet ve taassup, insanlığı tekâmül yolundan alıkoyamamış ise de, neticeyi asırlarca geciktirmemiş midir? Meydanlarda ve hamam kül-hanlarında muzırdır diye yakılan fi kir eserleri ve ilim kitaplarıyla birlikte yanıp kül olan ha kikatleri tekrar bulup meydana çıkarmak için asırlarca beklemek ve ça lışmak lâzım gelmemiş midir? Bugün dinî eserlere, fi kir ve hakikatlere ve bunların neşrine, tâlim ve tedrisine karşı bazı memleketlerde gösteri len düşmanlığın aynı neticeyi vermeyeceğini ve bu düşmanlığın yarınki insanlık nazarında bir cinayet teşkil etmeyeceğini kim temin eder? O dinî eserler, fi kir ve hakikatler ki, üzerlerinde insanlık yüzlerce asır durup düşündü, çalışıp göz-nuru döktü ve enerji tüketti.

“İnsan için, insandan daha korkunç bir mah luk yoktur.”15

İnsanda iç huzuru maneviyat terbiyesinin meyvası, din de bu meyvanın ağacıdır:Biliyorum, son senelerde, hususiyle bizde, dinî tahsil ve tedrisin ve buna ait

neşriyatın faydasız ve hayat için yararsız olduğundan bol bol bahsedenler ve bu sahada köpeksiz köy bulup değneksiz gezenler var. Bunlara göre tahsil ve tedrisin faydalısı, sade hayat ve tabiat bilgileri ve renidir. Çünkü insan bu bilgi-

14 Merhum Prens Sabahaddin.15 Meşhur Filozof Montaigne.

Page 23: 184 Ali Fuat Başgillibertedownload.com/ldt/din hurriyeti/Ali_Fuat_Basgil.pdf188. Ali Fuat Başgil GiRiŞ Bugünkü Cemiyetlerde Din ve Devlet Münasebetleri Din sırf bir inançtan

206 . Ali Fuat Başgil

lerle yaşar ve hayat için lâzım olan serveti ve konforu ancak bu bilgilerle temin etmek kabil olur. Dinî ve metafi zik bilgiler ise, insanların fi kri enerjilerini israf edip tüketmekten başka bir netice vermez.

Dikkat edersek, zamanımızın bazı memleketlerinde hükûmetlerin bütün kudret kaynaklarını iktisadî varlık ve konfor gayesine tahsis edip, buna mu-kabil, maneviyat terbiyesini ve ruhî ihtiyaçları bir tarafa atmalarındaki sır ve mâna budur. Bugün sistemli bir şekilde din ve maneviyat düşmanlığı güdenler, bilerek veya bilmeyerek, bu görüşün tesiri altında dırlar.

Hareket noktasını Karl Marx’ın tarihî maddeciliğinde bulan ve bu günkü Rus Komünistleri tarafından dünyayı ateşe vermek için bir fi til gibi kullanılan bu görüş için tamamıyla yanlıştır da demeye imkân yoktur; fakat aşikâr bir su-rette eksik ve kifayetsizdir.15a Şüphesiz ki servet, konfor, hülâsa iktisadi varlık hayat için çok lâzım ve faydalıdır. Bu hu susta münakaşa bile abestir. Müspet ilimler bize madde üzerinde mües sir olmayı ve dolayısıyla iktisadi varlığı artır-mayı öğretmiş; inkişaf eden teknoloji zaman ve enerji iktisat etmenin yolunu göstermiştir. Bu saye de bugün beşer kudreti akla hayret verecek bir şekilde artmıştır. Bütün bu noktalar şüphe götürmez. Fakat bundan ruh ve maneviyat terbiyesini bir tarafa bırakıp ihmal edelim neticesi de çıkmaz. İktisadi varlık, ruh ve maneviyat boşluğunu doldurmaz, insan hayatı bakımından mesele, servet ve konfor gibi iktisadî varlıkta olmaktan ziyade, rahat yaşamak tadır. Rahat yaşamanın ise bir çok şartları vardır. Ve iktisadî varlık bun lardan yalnız biridir, hattâ, kabul etmek lâzımdır ki, başta geleni değil dir. Başta geleni olsa ve saadet sırf servetten doğsaydı, etrafımızda gördüğümüz bir çok bahtı kara zenginlerin bedbahtlığının mânası kalmazdı. Hülâsa, insan için rahat hayatın bir şartı servet ve konfor ise, öbür şartı da emniyet duygusu, iç huzuru ve gönül zenginliğidir. Bu duygu, bu huzur ve zenginlik ise ruh ve maneviyat terbiyesinin meyvasıdır. Din bu meyvanın ağacıdır. Dini tahsil ve tedrisin ga-yesi de bu ağacı yetişti recek ve insanlara bu terbiyeyi verip onları iç huzuruna kavuşturacak ehliyetleri var etmektir.

4) Dinin emirlerini yerine getirme hakkı:Din hürriyeti prensibinden doğan hakların sonuncusu dinin emir lerini yerine getirme, yasa ve yasaklarına itaat edip bağlanma hakkıdır. Tekrar edelim ki, din yalnız iman, ibadet, talim ve tedristen ibaret değil dir. Din hayat için hareket ve faaliyet kaideleri ihtiva eden ve dindara muayyen bir hayat yolu gösteren

15a Bu mevzuda bakınız: Esasiye Hukuku derslerimiz, ikinci kısım, Sosyalizm bahsi. Hak Kita-pevi, İstanbul.

Page 24: 184 Ali Fuat Başgillibertedownload.com/ldt/din hurriyeti/Ali_Fuat_Basgil.pdf188. Ali Fuat Başgil GiRiŞ Bugünkü Cemiyetlerde Din ve Devlet Münasebetleri Din sırf bir inançtan

Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü . 207

ilâhî bir kanundur. Bu kanun ferde, şunu yap, bunu yapma tarzında emirler vermektedir. Dindar için bu emirlere itaat etmek mukaddes bir vazifedir. Bu vazifeyi serbestçe yeri ne getirmeye ve bu hususta hiç bir engele rastlamamaya ferdin hakkı vardır. Devlet, dindar ferde bu hakkı tanıyıp temin etmeye man-tıken mecburdur. Çünkü devlet anayasasıyla ferde iman hakkı ve din hürriye ti tanımıştır. Dinin emirlerini yerine getirme hakkı, tıpkı ibadet, talim ve tedris haklan gibi, iman hakkının ve din hürriyeti prensibinin mantıki ve zarurî bir neticesidir. Mademki ferdin, anayasa mucibince, iman hak kı ve din hürriyeti vardır, o halde inandığı ve mensup olduğu dinin emirlerini yerine getirmeye de hakkı vardır. Nazari mantık bunu icap ve em reder.

Fakat bu noktada nazarî mantık ile amelî hayatın icapları maalesef çar-pışmaktadır. Amelî hayatta ve münasebetler sahasında dinin kanunu, emir ve nehyileri karşısında devletin kanunu, emir ve nehyileri var. Din ile devletin birleşik olduğu devirlerde mesele yoktu; dinin emri devle tin, devletin emri de dinin emri demekti. Fakat bugün din ile devlet bir çok memleketlerde bir-birinden ayrılmıştır. Ve dinin kanunu ile devletin kanunu her hususta birleş-memekte, hattâ çok kere birbirini nakzetmektedir. Bugün muayyen bir devlet camiası içinde yaşayan insanlardan pek çoğunun dindar ve vatandaş diye iki sıfatı vardır. Dindar ferd, bu sıfatla muayyen bir dine; vatandaş sıfatıyla da muayyen bir devlete tâbidir. Bu iki tabiiyet merkezinin ferde verdiği yap veya yapma emri birbirini tu tarsa, ne âlâ, mesele yoktur. Fakat tutmazsa –ki, çok kere tutmayacak tır–kere tutmayacak tır–kere tutmayacak tır ne yapılır? Bu çetin nokta ile biz artık din hürriyeti ve – ne yapılır? Bu çetin nokta ile biz artık din hürriyeti ve –bundan doğan hakların hududu meselesi ile karşılaşmış bulunuyoruz.

IIIDÎN HÜRRİYETİNİN VE BUNA BAĞLI HAKLARIN

HUDUDU

Din hürriyetinin hududlanması lâzımdır:Söylemeye hacet yoktur ki, cemiyet içinde yaşayan bir insan için, münasebetler hayatının hiç bir sahasında, ölçüsüz bir hak ve hududsuz bir hürriyet düşünü-lemez. Binaenaleyh din hürriyetinin ve bundan do ğan hakların kanun ve örf ile tayin ve tespit edilmiş bir hududu olmak lâzım gelir.

Gerçi din, mahiyeti itibariyle, ferdî vicdanın bir muatasıdır; dinda rın derunî âleminde yaşar. Bu âlem ise hiçbir suretle kayıt altına alına maz. Fakat onun

Page 25: 184 Ali Fuat Başgillibertedownload.com/ldt/din hurriyeti/Ali_Fuat_Basgil.pdf188. Ali Fuat Başgil GiRiŞ Bugünkü Cemiyetlerde Din ve Devlet Münasebetleri Din sırf bir inançtan

208 . Ali Fuat Başgil

ferdî vicdandan taşıp haricileşen ve bir teşkilât, usul ve âdâb şeklini alan bir mahiyeti daha var ki, bu itibar ile din içtimaî bir müessesedir. Ve, her içtimaî müessese gibi, hayat ve münasebetlerin za ruretlerine uyularak nizamlanması icap eder. Cemiyetin hattâ bizzat din darın emniyet ve selâmeti bunu emreder. Hududsuz ve kayıtsız bir din hürriyetinin doğuracağı anarşiden ve sapıklıktan üzülüp eza duyacakla rın başında dindarlar gelir. Asırların tecrübesi göster-miştir ki, din işleri şahsî menfaat ve istismar mevzuu olmaya çok müsaiddir. Kayıtsız bir hürriyet rejiminde, hakikatte diyanetle hiç alâkası olmayan bazı menfa at düşkünü sefi llerin, yüzlerine dindar nikabı geçirerek, bir takım saf in-sanları aldatıp avlamaları; daha kötüsü, bazı sefi l politikacıların diyaneti siyasî emellerine ulaşmak için bir merdiven olarak kullanmaları daima mümkündür. Bunun mümkün olduğunu ve diyaneti kendi maksad ve menfaatlerine bir âlet ve merdiven yapmak isteyen bedbahtların her devir de bulunduğunu milletle-rin tarihi göstermektedir.

İmdi kötülükleri ve kötü emellerin meydan almasını önlemek, âm menin menfaat ve selâmetinin koruyucusu sıfatıyla, devlete düşen bir va zifedir. Devletin, kanun yoluyla, din hürriyetini hududlaması ve din hür riyeti fi krin-den doğan haklardan her birinin hududunu tâyin etmesi lâ zımdır. Bu, yalnız camianın değil, diyanetin de nef ’inedir. Ancak bütün mesele, din hürriyeti hangi cepheden, neye göre ve nasıl hududlanabilir noktasındadır. Yukarıda gösterdik ki, din hürriyeti, dindar için, dört nevi hak doğuran bir prensiptir. Bu haklan birer birer ele alalım.

İnanma hakkı hududlanabilir mi?Kabul etmek lâzımdır ki, ferdin inanma ve iman etme hakkı kanun ile hudud-lanamaz. İman ve akide bir kanun mevzuu olamaz. İnsan herhangi bir dine, fi kir veya doktrine inanmaya veya inanmamaya mecbur edilemez. Engizisyon mahkemesi önünde “dünya dönüyor” sözünü geri almaya mecbur edilen Galile, mahkemeden çıkarken: “Bununla beraber dünya dönüyor” demişti. İçimizdeki inanç, cebir ile değiştirilemez. İman ve akidenin kanunu olmaz. Çünkü, tekrar edelim ki, iman ferdin iç âleminde yaşar. Devlet ve kanun ise iç âleme hükmedemez, ve bu âlemin umuruna karışamaz. İman, vicdan evimizin sahibidir. Bu evin kanunu, devletin yasası değildir; ferdin bilgisi, duyguları ve terbiyesidir. Eğer iman ve akideye bir hudud aramak lâzım gelirse, bunu ferdin ilmi ve fi kri kemalinde aramalıdır. Devlet ve kanun, insanların yalnız dış âle-mi ve münasebetler hayatiyle alâkalanır. Devletin faaliyet ve otorite sa hası ve

Page 26: 184 Ali Fuat Başgillibertedownload.com/ldt/din hurriyeti/Ali_Fuat_Basgil.pdf188. Ali Fuat Başgil GiRiŞ Bugünkü Cemiyetlerde Din ve Devlet Münasebetleri Din sırf bir inançtan

Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü . 209

kanunun mevzuu, yalnız dış âlemdir, yâni fi il ve hareketlerdir16.

İbadet hakkının hududu:Şu halde, din hürriyetinin kanun ile hududlanması mümkün olan cephesi ibadetten başlar. Çünkü, ibadetle artık din hayatının fi il ve hare ketler sahasın-dayız. Devlet ve kanun ise, yalnız bu sahada hüküm sürer. Fakat devlet ferdin ibadet hakkına, din hürriyetinin bu cephesine, ne de receye kadar ele uzatır ve bu hakkı neye göre hududlar? Bu babda ko nulacak bir kanun yasağının mes-nedi ve ölçüsü nedir ve ne olabilir? Cevap verelim:

Devlet ve kanun, hiç şüphe yok ki, camia menfaat ve selâmetinin bekçisi ve koruyucusudur. Bu sıfatla bu menfaat ve selâmeti tehdit eden fi il ve hare-ketleri önler ve men eder. Fakat fi il ve hareketler çok mütenevvidir ve bu saha çok geniştir. Bunlardan hangileri camia selâmetini tehdit eder mahiyettedir, bunu nasıl bilelim? Bu hususta hukukun bir öl çüsü var mıdır? Bu suale cevap verebilmek için fi il ve hareketlerimize dikkatle bakalım. Bunlar, hâsıl ettikleri neticeye göre, başkalarını ilgilen dirip ilgilendirmemek bakımından, ferdî ve içtimaî olmak üzere, ikiye ayrılır.

Ferdî fi illerimiz başkalarını ilgilendirmez. Bunların eseri sırf şahsımı za münhasır kalır, içtimaî fi iller ise, başkalarını alâkalandırır ve bizimle başkaları arasında bir rabıta ve münasebet vücuda getirir. Meselâ, ken di odamda, kendi başıma yemek yeme fi ilim ferdîdir. Bu fi ilin neticeleri bana râcidir. Başkalarını alâkadar etmez. Fakat pazarda alış veriş etme yahut bir lokantada ve müşterek bir masada yemek yeme fi ilim, ferdî değil, içtimaîdir. Çünkü bu fi illerim baş-kalarını alâkalandırmakta; benimle başkaları arasında bir nevi alâka ve irtibat

16 Bununla sadece kanunun tanzim ettiği münasebetler sahasını göstermek istiyoruz. Yoksa, devlet ferdin akide ve kanaatlerinde hiç bir su retle müessir olamaz demek istemiyoruz. Bilâkis, hususiyle zamanımızda, bin bir çeşit reklâm ve propaganda vasıtalarına mâlik olan hükümet adamları, geniş bir ölçüde akide ve kanaatler üzerinde müessir olmakta hattâ diledikleri gibi oynamaktadırlar. Bugün hükümetler gerek politikalarını ve gerek doğru sandıkları fi kir ve kanaatleri mektep kitapları, resmî neşriyat, radyolar ve gazeteler marifetiyle, yalnız küçüklere ve halkın saf tabakalarına değil, ye tişkinlere ve okumuşlara bile çabucak ve kolayca aşılamak-tadırlar. Hükûmet adamları, fi kir ve kanaat aşılamak veya mevcud bir fi kir ve kanaati yaymak için, bugün çok ileri bir tekniğe ve geniş imkânlara sahiptirler. Bugün hükü metlerin elinde her noktası inceden inceye işlenmiş ve etüd edilmiş müthiş bir propaganda tekniği vardır. Her sınıf halka göre hazırlanan bu tekniğin ilk hareket kademesi mekteptir. Daha ilk mektepten itibaren küçük vatandaşlara, bir çoğu hakikat olmaktan uzak, bir takım fi kir ve görüşler vitamin hapları gi bi yutturulur. Propaganda yağmuru, radyolar ve matbuat ile vatandaşın iş yerinde ve tarlada bile yakasını bırakmaz. Köy, kasaba ve şehirlerde sokak başlarına yerleştirilen hoparlörler, hü-kümet propagandasının yorulmaz hiz metçileridir.

Page 27: 184 Ali Fuat Başgillibertedownload.com/ldt/din hurriyeti/Ali_Fuat_Basgil.pdf188. Ali Fuat Başgil GiRiŞ Bugünkü Cemiyetlerde Din ve Devlet Münasebetleri Din sırf bir inançtan

210 . Ali Fuat Başgil

husule getirmektedir, iste umu miyetle camia menfaat ve selâmetini tehdit eder bir mahiyet alabilen ve bu sebeple devletin kontrol selâhiyetine girerek kanuna mevzu olan fi il ve hareketler bunlardır yâni başkalarını alâkalandırıp arada bir nevi mü nasebet peyda eden içtimaî fi illerdir17.

Ferdî fi il mahiyetindeki ibadetler kanun mevzuu olamaz:İbadet, mahlûkun hâlikini yâd ve tezkâr etmesi, onu düşünerek derunî âlemini minnet hisleriyle temizlemesi demektir. Binaenaleyh iba det ferdler arasında değil, ferd ile Allah arasında bir münasebettir ve tamamıyla ferdî bir fi ildir, kanun mevzuu olamaz. Lâyık devlet bir dinin ibadet ve dualarına, bunların icrası tarzlarına, usul ve âdabına, diline ka rışamaz. Bu hususlara, bir din âlimi ve müçtehidi gibi, müdahalede bulu namaz. Dinlerin ibadet ve âyinleri devletin kontrol selâhiyetine girmez. Hükümet adamları, bu sıfatla, bunlara el süremez. Sürerlerse, vazifeleri dışına çıkmış, ehliyet ve selâhiyetleri sahasına girmeyen bir işe fuzulî su rette karışmış olurlar. İbadet mevzuunda ancak din âlimleri ve müçtehidleri selâhiyetlidir. Bunlar da, bu hususta sırf içtihadî bir surette konuşa bilirler. Çünkü, tekrar edelim, ibadet tamamıyla ferdî bir fi ildir18.

Fakat, ibadet ve âyinler ferdî fi il olmaktan çıkar da içtimaî bir ha reket vasfı alırsa, bu takdirde, her içtimaî fi il gibi, devleti alâkalandırır. Devlet, cemiyetin bekçisi ve asayişin koruyucusu sıfatıyla, içtimaî bir ha reket şekli alan ibadet ve âyinlere müdahale eder, hattâ icabında bun lardan yasakladığı da olur. Nitekim, Fransa’da Katoliklerin mezhebi âyin lerinden (Procession) denilen nümayiş ve bizde İranîlerin Muhar rem ayında yaptıkları gösterili yürüyüş devletçe memnu âyinlerden dir19.

İçtimai fi il vasfı alan ibadetlere devlet müdahalesinin ölçüsü:Şimdi kendi kendimize şunu soralım: bir ibadet fi ili ne zaman ve ne şartla içti-maî vasfı alır ve devlet müdahalesini celbeder? Bu hususta tatbik edilecek ölçü nedir? Bu sualin cevabını bize anayasamızın 75 inci maddesi vermektedir. Bu

17 Bu fi kir ve bu tasnif üzerine bakınız: Devlet Nizamı ve Hukuk (Devletle Hukuk arasındaki münasebet üzerinde bir izah denemesi) Ali Fu at Başgil, İstanbul Hukuk Fakültesi Mecmuası, cilt VI, sayı, 1-2, 1950.18 Gerçi dinî devletlerde, devlet ibadetlere fi ilen müdahale eder. Fa kat bu nevi devletlerde müdahale eden, hakikatte devlet adamları değil, din adamlarıdır.19 İlâve edelim ki, bir fi ilin ferdî veya içtimaî olduğunu ve devlet müdahalesine mevzu olup olmayacağını tayin bahsinde, fiilin tek bir kimse ta rafından yapılmasıyla üç beş kişi tarafından olmayacağını tayin bahsinde, fiilin tek bir kimse ta rafından yapılmasıyla üç beş kişi tarafından olmayacağını tayin bahsinde, fbirlikte ve topluca yapılması ara sında hiç bir fark yoktur. Mesele fi ili icra eden veya edenlerle

Page 28: 184 Ali Fuat Başgillibertedownload.com/ldt/din hurriyeti/Ali_Fuat_Basgil.pdf188. Ali Fuat Başgil GiRiŞ Bugünkü Cemiyetlerde Din ve Devlet Münasebetleri Din sırf bir inançtan

Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü . 211

maddenin ilk fıkrasında ferde mutlak bir iman ve kanaat hakkı tanıdıktan son-ra, ikinci fıkrasında “asayiş ve umumî muaşeret âdabına ve kanunlar hükümle-rine aykırı bulunmamak üzere her türlü dini âyinler serbesttir.” denilmektedir. Şu halde, prensip itibariyle, ibadet ve âyin serbesttir. Herkes mensup olduğu dinin ibadet, dua ve âyinlerini serbestçe, yâni hiç bir müdahaleye, tehdit ve tedhişe mâruz kalmaksızın, icra edebilir. Ancak, ibadet ve âyinlerin asayişi bozacak bir şekil almaması ve memlekette yerleşmiş ahlâk ve umumî muaşeret kai delerine aykırı olmaması şarttır. Aksi halde, devlet derhal harekete ge çer.

Maddedeki “asayiş ve umumî muaşeret âdabı” mefhumları üzerin de dur-mayacağım. Bunlar hukukta malûm olan elemanter mefhumlardır. Yalnız 75 inci maddede diğer bir kayıt daha var ki, burada üzerinde ısrarla durulmaya değer. Filhakika, âyinlerin asayiş ve umumî muaşeret kaidelerine aykırı olma-masını şart koşan yukarıdaki anayasa maddesi, bu kadarla iktifa etmeyerek, bir de “kanunlar hükümlerine” aykırı ol mamak kaydını ilâve etmektedir. Bu-gün demokrasi ile idare edilen mem leketlerden bir çoğunun anayasalarında, din ve âyin serbestliği bahsinde, rastlanmayan bu kaydın mânası nedir? Bu kayıttan, anayasa, alelade kanun vazııne ibadet ve âyinleri dilediği gibi tahdit edip yasaklamaya selâhiyet vermiştir, mânası çıkar mı? Asla! Anayasanın 75 inci madde sinden böyle bir mâna çıkarmak, alelade kanun vazııne ibadet ve âyinle ri dilediği gibi, yâni politikanın isteklerine göre, tahdit edip yasaklamaya selâhiyet tanımak, netice itibariyle, din ve vicdan hürriyetini tâ kökün den ko-parıp atmak demek olur. Vatandaşlara din ve vicdan hürriyeti ve ibadet hakkı tanıyan 75 nci madde ile anayasa vazıı, muhakkak ki, böyle bir mâna ve netice kasdetmemiştir. Bunun aksini iddia etmek, anaya sa vazıını sağ eliyle verdiğini sol eliyle gizlice alan bir açıkgöz durumun da görmek olur. O halde, 75 inci maddede “kanunlar hükümlerine” kaydının mânası ne olsa gerektir?

Bizce bu kayıt, anayasanın 68 inci maddesinde beyan olunan umu mî bir prensibin değişik bir tâbir ile tekrarıdır. Filhakika, 68 inci madde de hürriyetin ferd için tabiî bir hak olduğu ve münasebetler hayatında herkesin hürriyetine başkaların hürriyetinin hudud teşkil ettiği ve hürri yetlerin hududunu ancak kanunların tâyin ve tespit edeceği söylenilmiş tir. Buna göre, ibadet ve âyin

başkaları ara sında bir hak ve vazife münasebeti doğup doğmamasındadır. Doğmadığı tak dirde, fi il daima ferdîdir. Binaenaleyh devlet müdahalesine ve yasağına mevzu olamaz. Şu halde, her-hangi bir ibadet ve âyinin, ferdî bir fi il ve hareket ma hiyetini aşmaması yâni başkalarıyla bir nevi hak ve vazife münasebeti doğur maması şartıyla, bir dindar tarafından tek başına yapılmasıyla bir araya gelen bir kaç dindar tarafından birlikte yapılması hukukun tamamıyla müsavidir. Bu ibadet ve âyin ferdîlik vasfını muhafaza eder ve resmî müdahaleye mev zu olamaz.

Page 29: 184 Ali Fuat Başgillibertedownload.com/ldt/din hurriyeti/Ali_Fuat_Basgil.pdf188. Ali Fuat Başgil GiRiŞ Bugünkü Cemiyetlerde Din ve Devlet Münasebetleri Din sırf bir inançtan

212 . Ali Fuat Başgil

hürriyeti de, gayet tabii olarak, kanunlar ile tahdit olunacak yâni ibadet ve âyin serbestliği kanunların yasak hük müne aykırı gitmemek kaydıyla kayıtlanacaktır. Şu halde anayasanın 68 inci maddesinde beyan olunan bu hükmün 75 inci maddesinde tekrarı, mânada bir ziyadelik hâsıl etmez, sadece evvelki beyanı takviyeden iba ret kalır. Fakat bu babda asıl mesele, ibadet ve âyin serbestliğine kanun ların neye ve hangi ölçüye göre yasak hükmü koyabileceğini tâyindedir. Kanun vazıı ibadet ve âyin hakkını kendi keyfi nce ve dilediği gibi yasaklayama-yacağına göre, konulacak yasağın yahut tesbit edilecek hududun ölçüsü nedir?

Dikkat edersek, bu ölçü 75 inci maddede gösterilmiştir ve âmmenin asayişi ile umumi muaşeret âdabına aykırılıktır. İbadet ve âyin hak ve hürriyetinin hududu ve bu babda konulacak kanunî yasakların mesnedi asayiş ve umumî muaşeret kaideleridir. İbadet ve âyinler, asayişi ihlâl etmemek ve umumî mu-aşeret âdabına aykırı olmamak şartıyla serbesttir, işte, ibadet ve âyin hakkının hududlanması bahsinde konulacak bir ka nunun veya hükümetçe alınacak bir tedbir ve müdahalenin ölçüsü bu dur. Bunun dışında ibadet ve âyinlere konulacak her takyid ve yasak anayasaya aykırı olduğu gibi hukukun yüksek prensiplerine de aykırı dır.

Dindarın secdegâhına hükümet kuvvetleri ayak basmaz:Netice itibariyle, devlet ferdî fi il şeklinde kalan ibadet ile mâbed içinde veya hariminde yapılan âyinlere hukuken müdahale edemez. Çün kü bu yolda ya-pılacak bir ibadet ve âyinin asayiş ve umumî âdab ile hiç bir alâkası yoktur. Anayasanın 75 inci maddesi ibadet ve âyinlere kanu nî bir müdahale imkânını yalnız asayişi ihlâl ve umumî muaşeret âdabına aykırılığa bağlamıştır. Yasanın bu sarahati karşısında tevile ve başka tür lü bir içtihada mahal yoktur.

Mabedin içi ve harimi mukaddes mekândır ve dindarın secdegâhıdır. Devlet eli ve hükümet kuvvetleri buraya ancak içeriden imdad iste nirse girer. Halka, anayasasıyla, din hürriyeti tanıyan ve bundan doğan haklara riayet eden bir devlette hükümet adamları, herhangi bir dinin yer leşmiş ve mensupları tarafından kabul olunmuş naslarına, ibadet ve âyin lerine el süremez. Ancak bunları umumî asayiş ve muaşeret âdabı ba kımlarından murakabe eder. Hükü-met adamlarının herhangi bir dinde reform yapmaya kalkışmaları kadar haksız hattâ gülünç bir hareket ta savvur olunamaz. Dinde reform lâzım gelebilir. Fa-kat bunu yapmak ve dinin âdab ve erkânına karışmak hükümet adamlarının ne hakkıdır, ne vazifesidir, ne de ehliyetli oldukları bir iştir. Dinde, eğer icap edi-yorsa, reform yapmak buna karar vermek, bir dinin akide ve erkânı üzerinde

Page 30: 184 Ali Fuat Başgillibertedownload.com/ldt/din hurriyeti/Ali_Fuat_Basgil.pdf188. Ali Fuat Başgil GiRiŞ Bugünkü Cemiyetlerde Din ve Devlet Münasebetleri Din sırf bir inançtan

Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü . 213

konuşmak o dinin müçtehidlerine ve âlimlerine ait bir selâhiyettir. Hü kümet adamları ise, ne müçtehiddirler, ne de ilahiyat doktoru.

Talim ve tedris, neşir ve telkin hakkının hududu:Tâlim ve tedris, nesir ve telkin faaliyetinin dinî amellerden en yük sek mer-tebelisi ve ibadetlerin en makbulü olduğunu bir daha tekrar ede lim. Yalnız, dikkat olunsun ki, bu faaliyet, ibadet gibi, ferdî fi illerden de ğildir. Hususiyle neşriyat işleri geniş bir ölçüde içtimaîdir. Binaenaleyh her içtimaî fi il gibi, tâlim ve tedris, neşir ve telkin fi ilinin de tahdid edil mesi ve devlet murakabesine tâbi tutulması gayet tabiî hattâ zaruridir. Fakat dinî tâlim, tedris ve neşriyatın tâbi tutulacağı murakabe ve tahdit, memlekette umumî tâlim, tedris ve neşriyatın tâbi tutulduğu tahdidlerden ve murakabe rejiminden ayrı ve istisnaî bir şekil alamaz. Alması için mâkul ve meşru hiç bir sebep gösterilemez.

Dinî tâlim ve tedris hakkını indî kararlar ile tahdid etmek ve va tandaşın bu hürriyetini bir takım günlük politika mülâhazalarıyla tazyik altına almak, yalnız anayasaya ve hukukun yüksek prensiplerine aykırı değildir, bundan evvel de işa-ret ettiğimiz gibi, halk kitleleri arasında di ni cehalet ve dalâlete meydan açmak-tan başka bir netice vermez. Tek rar edelim ki, din insan için ferdî ve içtimaî bir ihtiyaçtır. Ve bu ihtiyaç hayatîdir. Bu türlü ihtiyaçlar insan gönlünden kazınıp çıkarılamaz, bun lar ancak salim mecrasına konulur. Ferdin gönlünden din ve maneviyat sevgisini kazırsanız, bunun altından insanlık değil, behimiyet çıkar.

Fakat aşikâr ki, bir memlekette din ihtiyacını salim mecrasına koy mak ve en iyi bir şekilde tatmin etmek için, her şeyden evvel, yüksek bilgili ve sağlam seciyyeli din adamlarına ve âlimlerine lüzum vardır. Bu adamlar gökten inmez ve insan anasından din âlimi doğmaz, dinî tah sil ve tedris müesseselerinden yetişir. Nitekim tıp, hukuk, fen adamı ve âlimi de bu nevi mevzular üzerinde çalışan tahsil ve tedris müesseselerinden çıkar. Fakat memlekette yüksek dinî kültür veren tahsil ve tedris müesseseleri yok olursa, bu babdaki ihtiyaç ortadan kalkmış olmaz; sa dece yüksek seviyeli din adamı ve âlimi yok olur. Diğer taraf-tan, bu yok luğu takiben sahneye din adamı ve âlimi diye gayet sathî, yan cahil bir takım kimseler çıkar. Ve tabiatıyla etrafı din adına hurafe ve cehalet bürür.

Böyle bir neticeyi bertaraf edip bu vaziyeti ıslâh etmek için yapıla cak iş, mükemmel ve modern dinî tahsil ve tedris müesseseleri kurmak ve memleket-te din ve maneviyat ihtiyacının istediği din adamlarını yetiştirmektir. Nitekim bir memlekette hastalıkları önlemek ve hastaları teda vi etmek için yapılacak iş, tıp tahsili veren müesseseleri yok etmek değil dir, bilâkis var etmek ve bunları islâh edip mükemmel bir surette isler hâle koymaktır.

Page 31: 184 Ali Fuat Başgillibertedownload.com/ldt/din hurriyeti/Ali_Fuat_Basgil.pdf188. Ali Fuat Başgil GiRiŞ Bugünkü Cemiyetlerde Din ve Devlet Münasebetleri Din sırf bir inançtan

214 . Ali Fuat Başgil

Bugünün medeniyeti ve terakkileri karşısında artık dinin rolü ve hükmü kalmamıştır ve dinin yerini bugün ilim ve teknoloji almıştır deni lemez. Bunu demek için ilmin hududunu görmemek ve insan yaradılışı nın binbir esrarın-dan hiç birini anlamamış olmak lâzımdır. Bundan evvel gösterdik ki20, ilim ile din tıpkı akıl ile his gibidir. Bunlar birbirini nefyetmez, bilâkis birbirini lâzım kılar ve tamamlar.

Dinî neşriyata gelince, yukarıda da söylediğimiz gibi, bunun dev let kontro-lüne tâbi olması gayet tabiidir. Ancak, bu neşriyatın tâbi tutu lacağı kontrol ve tahdit rejimi, memlekette umumi neşriyat sahasında mevcut kontrol ve tahdit rejiminden ayrı ve aşkın bir rejim olamaz. Ol ması için hukuken makbul ve meşru bir sebep gösterilemez. Din ile ko münizm aynı bir terazide, aynı bir tartı taşıyla tartılamaz. Tartılmasında ve dinî neşriyatın yıldırma ve sindirme havasına boğulup yok edilmesin de ne millet ve ne insanlık için hiç bir fayda mülâhaza edilemez. Dinî neşriyata karşı takip edilecek aşkın bir şiddet poli-tikası, bu neşriyatın ik na kuvvetini, çekici ve sürükleyici kıymetini gösterir. Fakat ikna kuvve tine ve mantık metanetine karşı cebir ve şiddetle mukabele etmek geri lik ve haksızlıktır.

Hukuka bağlı bir devlette bütün fi kirler ve kanaatler, devlet naza rında, mü-savi ve aynı derecede muhteremdir. Çünkü böyle bir devlet, muayyen bir sını-fın veya zümrenin değil, umumun devletidir. Hükümet adamları bu hakikati bir tarafa bırakır da, memlekette mevcud fi kir ve kanaat akışlarından bâzılarını destekler, bazılarını da ellerindeki âmme kuvvetleriyle yok etmeye kalkışırlarsa haksızlık etmiş ve şerre âlet olmuş olurlar. Millet ve insanlık için fayda ve men-faat, bütün fi kir ve kanaat lerin serbest bir münakaşa meydanında serbestçe or-taya dökülüp çar pışmasında ve elenmesindedir. Bu suretle çarpışan fi kirlerden çürükleri düşecek, sağlamları ve kalbur üstü kalanları da gün görüp insanlığa hiz met edecektir. Serbest bir fi kir meydanında serbestçe münakaşa edile rek elenmeden ve tenkit tornasından geçmeden hakikat diye kabul olu nan ve baş-kalarına zorla kabul ettirilmeye çalışılan düşünce ve görüşle rin üste çıkması ve kıymet alması, işte aziz okuyucum, millet ve insan lık için en büyük dalâlet ve şer yolu budur. Serbestçe münakaşasından bir millet için zarar doğacak bir fi kir ve kanaat bilmiyorum. Bir millet hayatında serbest münakaşanın zararlı olduğu bir zaman ve ahval de bil miyorum.

Dinin emirlerini yerine getirme hakkının hududu:Bu nokta ile din ve devlet münasebetleri meselesinin en çetin bir büklümünde bulunuyoruz. Tekrar edelim ve iyice anlaşalım ki, din sırf inançtan ve ibadet-

20 Bakınız, din ve lâiklik, birinci kısım, sahife 29 ve müteakip.

Page 32: 184 Ali Fuat Başgillibertedownload.com/ldt/din hurriyeti/Ali_Fuat_Basgil.pdf188. Ali Fuat Başgil GiRiŞ Bugünkü Cemiyetlerde Din ve Devlet Münasebetleri Din sırf bir inançtan

Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü . 215

ten ibaret değildir; aynı zamanda muayyen bir hayat, ve cemiyet sistemi ve bir fi il ve hareketler mecellesidir. Din insanların bü tün fi il ve hareketlerine ve birbiriyle olan münasebetlerine hattâ ferdin kendi nefsine karşı hareketlerine birer kıymet biçer. Bazı hareketlerin yapılmasını ve bazılarının yapılmamasını emreder. Dindar olan ferdin nazarında bu emir haktır ve mutlaktır; bunu yeri-ne getirmek ve dinin yasakladığı her fi ilden kaçınmak bir borçtur.

Ancak bu ferd aynı zamanda muayyen bir devlet ülkesinde yaşa makta ve o devletin vatandaşı sıfatı taşımaktadır. Bu sıfatla, devlet ele ona, kanunlarıyla, şunu yap ve bunu yapma emri vermekte; bâzı hare ketlere müsaade edip bâzı-larını yasaklamaktadır. Din ile devletin birle şik olduğu eski devirlerde bu vazi-yetten büyük bir mahzur doğmamakta idi. Çünkü bu vaziyette dinin kanunu devletin anayasası mesabesindedir. Devletin yasa ve yasakları dinin kanununa uymak zorundadır. Fakat zamanımızın bir çok memleketlerinde olduğu gibi, din ile devlet bir birinden ayrılır ve bunlardan her birinin kanunu diğerine zıt bir vaziyet alır da birinin müsaade ettiği bir fi il ve münasebeti diğeri yasaklarsa bu takdirde ne yapılır ve dindar vatandaşın hali nice olur? Başka bir deyiş le, muayyen bir devlet vatandaşı sıfatıyla dindar için dinin emirlerini ye rine getir-me hakkının hududu nedir?

Görülüyor ki, mesele hakikaten çetindir; fakat fi krimce, halli imkân sız değildir. Elverir ki, din ve devlet adamları iyi niyetle ve müşterek bir anlaşma zemini bulma gayretiyle hareket etsin.

Bu hususta, fi il ve hareketler üzerinde, bundan evvel yaptığımız bir tasnifi (bakınız: sahife 25) tekrar ele alalım. Ve bu tasnifi n din ve dev let nazarındaki kıymeti üzerinde düşünelim. Fiillerimiz, dedik, başkalarıyla bir nevi münase-bet vücuda getirip getirmemek bakımından, ya fer dî veya içtimaî olur. Hemen diyelim ki, bu tasnifi n din nazarında hiç bir ehemmiyeti hattâ mânası yoktur. Zira din ferdî ve içtimaî bütün insan fi illerini kontrol eder. Dindar olan ferdin her işi ve hareketi, en gizli, ten ha ve karanlık bir köşede işlenmiş bile olsa ilâhı kanunların hükmünden kurtulmaz. Dinin murakabesinden ve dince tespit olu-nan kıymet kademesine girip de kendisine mahsus olan yeri almaktan kurtulan hiçbir insan fi ili yoktur. Dikkat edersek, dinin gerek ferdî ve gerek içtimaî kıy-met ve kuvveti de bu noktada kendisini gösterir. Ve bu noktada din hu kuktan ayrılarak ahlâk ile birleşir.

Halbuki dinin bu vüsat ve şümulüne mukabil, devletin eli ve beşe ri ka-nunların hükmü insan fi il ve hareketlerinin hepsine değil, ancak muayyen bir kısmına uzanır. Beşeri kanunların şâmil olduğu fi il ve hare ketler sırf içtimaî olanlardır. Yâni başkalarını alâkalandıran, başkalarıyla borç ve alacak kabilin-

Page 33: 184 Ali Fuat Başgillibertedownload.com/ldt/din hurriyeti/Ali_Fuat_Basgil.pdf188. Ali Fuat Başgil GiRiŞ Bugünkü Cemiyetlerde Din ve Devlet Münasebetleri Din sırf bir inançtan

216 . Ali Fuat Başgil

den bir nevi münasebet teşkil eden fi illerdir. Yal nız bunlardır ki, kanuna ve devlet otoritesine mevzu olur. Ferdî olan fi iller ise toptan devlet kanunlarının hükmü dışında kalır21.

Şu halde, devlet kanunları ve emirleri karşısında, dindar ferdin aki de ve kanaatleriyle baş başa kalıp tamamıyla serbest olduğu, rejimlere göre, az veya çok geniş bir saha vardır. Bu sahada ferdî dediğimiz yâni başkalarıyla hukukî bir münasebet tesis etmeyen ve neticeleri sırf faili nin şahsına inhisar eden fi iller yer alır. Bunlar ibadet, dua ve münacat fi illeridir. Bu fi iller devlet faaliyetleri sahası-na girmedikleri için, bunları ifade dinin emirlerini yerine getirme hakkı ferd için hemen hemen mut laktır. Yukarıda kaydettiğimiz gibi, gerek mâbed içinde ve gerek mabedi dışında, gerek tek başına ve gerek topluca yapılsın, Türk anayasa-sının 75 inci maddesinde verilen ölçüye aykırı olmamak şartıyla, ibadetler, huku-ken, serbesttir; Devlet eli ferdin ibadet nev’inden olan fi illerine uzanamaz.

Devlet faaliyetinin sahası ve kanunların mevzuu içtimaî dediğimiz fi iller ol-makla beraber, dikkat edersek, bunların da hepsi değildir, iç timaî fi il ve hareket mefhumu içinde birbirinden farklı, kıymet ve ehem miyet dereceleri gayrı mü-savi birkaç grup vardır. Gruplardan biri, nezaket ve muaşeret adabı dairesinde cereyan eden fi il ve hareketlerdir. Bunlar her memleketin kendisine mahsus nezaket ve iyi muaşeret anla yışına göre kaidelenir. Bir diğeri ahlâkî fi il ve hare-ketler grubudur ki, bunlar da yine memlekette yerleşmiş ahlâk teâlkki ve kaide-lerine bağ lıdır. Nihayet içtimaî fi illerden bir grup da hukukîdir. Hukukî denilen fi iller de memleketçe kabul edilen hukuk kaidelerinin hükmü altında dır.22

İçtimaî fi iller sahasını teşkil eden bu gruplardan devletin doğrudan doğru-ya himayesi ve otoritesi altında bulunan ve devlet kanunlarıyla tanzim edilip devletçe maddî bir cebir müeyyidesine bağlanan yalnız hukukî fi il ve münase-betler grubudur. Yalnız bunlardır ki, devlet kanun larına mevzu olur ve, dediği-

21 Gerçi devletin fi il ve hareketler karşısındaki nüfuz sahasının hudutları her zaman ve her mem-lekette sabit ve aynı değildir. Bu hududlar memleketlere ve, hususiyle, rejimlere göre değişir, kâh daralır ve kâh geniş ler. Devlet rejimi az çok liberal olan memleketlerde devletin nüfuz ve müda-hale sahası nisbeten dardır. Bu saha otoriter ve totaliter rejimlerde, bilâkis, alabildiğine genişler ve bu nisbette hususî hayat sahası daralır. (Bu fi kir üze rine bizim “vatandaş hürriyeti ve bunun teminat” adlı broşürümüze bakınız. Tan matbaası 1948, Hür fi kirleri yayma cemiyeti konferans serisi, No. 1.) Çünkü bu rejimlerde devlet vatandaşların en mahrem hayatına girmek ve bü tün hareketlerini kontrol edip en şahsî işlerine bile müdahale etmek sevdası na düşer. Bununla be-raber, bu türlü rejimlerde bile ferdler hesabına yine az çok serbest bir saha bulunur. Bu sahada ferd kendine ait kalır ve devlet bas kısından uzakta serbestçe nefes alma imkânı elde eder.22 İçtimaî fi illerin bu şekilde gruplanmasını ve gruplar arasındaki fark ve münasebetleri görmek için bakınız: Devlet Nizamı ve Hukuk, Ali Fuad Başgil, İstanbul Hukuk Fakültesi Mecmuası, Cilt VI, sayı 1-2/1950.

Page 34: 184 Ali Fuat Başgillibertedownload.com/ldt/din hurriyeti/Ali_Fuat_Basgil.pdf188. Ali Fuat Başgil GiRiŞ Bugünkü Cemiyetlerde Din ve Devlet Münasebetleri Din sırf bir inançtan

Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü . 217

miz gibi, maddî bir cebir müeyyidesine dayanır. Bunların dışında kalan nezaket ve iyi muaşeret kabilinden olan hareketlerle bilumum ahlâkî fi iller tamamıyla serbest bir saha teşkil eder ve devlet müdahalesinden uzak kalmak icap eder.

Şu halde ferd isterse, bu sahada da serbest kalabilir; nezaket ve iyi muaşeret kabilinden olan hareketleriyle ahlâkî hattâ iktisadî faaliyetlerin de inandığı dinin emirlerine tâbi olabilir. Çünkü bu sahada ve hukuk devleti çerçevesi içinde dindar ferdin devletle karşılaşması ve devlet ka nunlarına aykırı bir vaziyet alması imkânı yoktur. Çünkü bu saha ahlâk, iktisad, nezaket ve iyi muaşeret kaidelerine tâbi fi iller’ sahası kaldıkça, kanun ve otorite sahası değildir23.

Yine dikkat edersek, içtimaî fi illerden kanun ve otorite mevzuu olanlar sahasında bile dindar ferd, kısmen olsun, serbesttir. Çünkü bu nevi fi il ve münasebetlerin hepsi farksız olarak mecburi değildir. Bilâ kis, bunlardan bü-yükçe bir kısmı ihtiyaridir. Şu mânada ki, ferd bu fi il leri işleyip işlememekte ve, işlediği zaman, kanunun tâyin ettiği hare ket tarzını takip edip etmemekte mu-hayyer bırakılmıştır. Kanun fi ilin iş lenmesini emretmemiş, yalnız işlenmesine müsaade etmiş ve bu hususta bir örnek tarz göstermiştir. Dindar ferd isterse, bu nevi fi illeri işlemez de kendi inandığı dinin emrine ve hükmüne kulak verir. Meselâ faiz alıp vermek dinen yasak, kanunen müsaade edilmiş fi illerdendir. Dindar olan bir kimse, bu hususta mensup olduğu dine tâbi olarak faiz alıp vermez. Dinen yapılması veya yapılmaması emredilmiş bir çok fi iller var ki, bun lar normal bir hukuk devletinde tamamıyla devlet müdahalesinden uzak kalır. Meselâ İslâm’da varlıklı Müslümanların her sene mal ve mülkleri nin ya aynî veya kıymeti üzerinden kırkta birini zekât olarak fakirlere, kimsesiz düş-künlere vermeleri; bedenen ve malen muktedir olanların ömürlerinde bir defa olsun hacca gitmeleri emredilmiştir. Yine meselâ domuz eti yemek ve kumar oynamak Müslümanlar için memnudur. Bü tün bu hususlarda dinin emrini dinleyip dinlememek Müslüman ferdin elindedir.

Şu halde ve netice itibariyle, dindar için mensup olduğu dinin emir lerini yerine getirme hakkının hududu, kanunların yap veya yapma gibi bir emirle yapılmasını veya yapılmamasını mecburi kıldığı fi il ve müna sebetler sahasıdır. Meselâ İslâm dirinde kız ve erkek evlâd arasında mi ras taksiminde kaide ikili birlidir. Bugünkü medeni kanunda ise müsavi paydır. Görülüyor ki, bu iki hü-

23 Biz burada verdiğimiz hükümlerde normal bir hukuk devleti yânı faaliyetlerinde hukuk ile hududlu, siyasî iktidarı göz önünde bulunduruyoruz. Biz ileri sürdüğümüz görüşlerde hakkı, yalnız kanundan doğan bir selâhiyet ve müsaade değil; hem de vatandaşların kanun üstü bir im-tiyazı görüyoruz. Bizce, hakkı sırf kanundan doğan bir selâhiyet görmek, vatandaşı hükümet adamlarının ayak türabı yapmaktır.

Page 35: 184 Ali Fuat Başgillibertedownload.com/ldt/din hurriyeti/Ali_Fuat_Basgil.pdf188. Ali Fuat Başgil GiRiŞ Bugünkü Cemiyetlerde Din ve Devlet Münasebetleri Din sırf bir inançtan

218 . Ali Fuat Başgil

küm birbirine zıttır. Fakat medenî kanu nun miras kaidesi içtimaî nizam kaide-lerindendir. Devletin tapu ve ka dastro işleri ve mülkiyet rejimi bu kaideye göre ayarlanacaktır. Binaen aleyh mirasçıların bu kaideye uymaları mecburidir24.

Bu sahanın dışında kalan bütün fi il, hareket ve münase betlerde hukuka bağlı bir devletin dindar vatandaşları, inandıkları dinin emirlerini yerine getirmekte ve yasaklarına kulak vermekte serbesttirler. Yapılmasını veya yapılmamasını kanunun emredip de dinin müsaade et mediği fi il, hareket ve münasebetlerde dindar vatandaş kanuna uymak la, mensup olduğu din nazarında, mâzurdur.

Hülâsa edelim:Hukuka bağlı bir devlette, din hürriyeti ferdin hükümet veya diğer ferdler tarafından, kanun yoluyla veya başka bir vasıta ile baskıya uğramaksızın; korkutma, yıldırıp sindirme politikasına mâruz bırakılmaksızın 1) dilediği ve beğendiği bir dinin akidelerine inanması ve bunları ser bestçe benimsemesi; 2) inandığı dinin ibadet ve dualarını o dinde yerleş miş usul, âdâb ve lisan üzere serbestçe icra edebilmesi; 3) inandığı ve kabul ettiği din üzerindeki düşünce ve bilgilerini, sevgi ve hayranlıkları nı, sözle veya yazıyla, serbestçe yayması ve başkalarına duyurması; 4) Kabul ettiği dinin ilahiyatını ve amel ahkâmı-nı serbestçe tahsil edip öğ renmesi ve bunları başkalarına okutup öğretmesi; 5) Devlet kanunları nın yapılmasını veya yapılmamasını umumî, objektif ve mücerred bir şe kilde emredip mecburi kıldığı hususlar müstesna olmak ve bunlarla te nakuza girmemek şartıyla, ferdî ve içtimaî hayat sahalarında, inan-dığı dinin emirlerini serbestçe yerine getirebilmesi demektir.

Ferdin din hürriyeti hududunu, her hak ve hürriyet gibi, evvelâ, başkalarının aynı kıymet ve mahiyetteki hak ve hürriyetinde; saniyen de camianın emniyet ve asayişinde ve iyi muaşeret kaidelerinde bulur. Bu hududu aşmadıkça yâni baş-kalarının hürriyeti engellenmedikçe ve memleketin huzur ve sükûnunu bozar bir hareket şekli almadıkça ferdin din hürriyetine ve bundan doğan haklarına indî ve siyasî mülâhazalarla kayıtlar konamaz. Bu yolda konacak kayıtlar anaya-sanın ruhuna ve Hukukun insanlığa mahsus yüksek prensiplerine aykırıdır.

24 Bununla beraber, alâkalılar kendi aralarında mutlaka dinî miras kaidesini tatbik etmek isterler-se, buna da kimse mâni olamaz. Çünkü bu tak dirde muvazaa yoluna giderler.

Dikkat edildiyse, evlenmeden hiç bahsetmedik ve misal vermedik. Hal buki evlenme müessesesi dinî hukuk ile bugünkü medenî kanunun en çok çar pıştığı noktalardan biridir zannedilir. Hakikat böyle değildir. Bir kere İslâm’da evlilik üstüne evlenme bir emir değil, sadece bazı şartlar altında, bir müsa adedir. Medenî Kanunda ise evlilik üstüne evlenme memnudur. Birinde çok zevceli aile bir müsaadedir, diğerinde tek zevceli aile mecburîdir. Memnuniyet ve mecburiyet müsaadeyi ifna ettiğine göre, Türk vatandaşı için evlenme bah sinde medenî kanuna tâbi olma zarurîdir.