yavuz bülent bakiler

49
Hayatı ve Eserleri Hayatı ve Eserleri Üsame KARABAĞ Türkçe Öğretmenliği 1090320111

Upload: chavi

Post on 15-Jan-2016

305 views

Category:

Documents


26 download

DESCRIPTION

Yavuz Bülent Bakiler. Hayatı ve Eserleri Üsame KARABAĞ Türkçe Öğretmenliği 1090320111. İÇİNDEKİLER. Hayatı Eserleri Şiirleri Kaynakça. 1. HAYATI. - PowerPoint PPT Presentation

TRANSCRIPT

Hayatı ve EserleriHayatı ve Eserleri

Üsame KARABAĞ

Türkçe Öğretmenliği

1090320111

İÇİNDEKİLER1. Hayatı

2. Eserleri

3. Şiirleri

4. Kaynakça

1. HAYATI

Yavuz Bülent BAKİLER 23 Nisan 1936 tarihinde Sivas’ta doğdu. Azerbaycan’dan Türkiye’ye göçen bir aileye mensuptur. İlk ve ortaokulu Sivas’ta, liseyi Sivas, Gaziantep ve Malatya’da tamamladı. 1960’da Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Dört yıl Ankara Radyosu’nda çalıştı. 1969-1975 yılları arasında Sivas’ta avukatlık mesleğini icra etti.

Bir süre Başbakanlık Toprak-Tarım

Reformu Müsteşarlığı’nda Hukuk

Müşavirliği’nde bulundu.

1976-1979 yılları arasında Ankara

Televizyonu’nda görev aldı. Çeşitli kültür

programları hazırladı ve sundu. TRT

Kurumu’ndan Kültür Bakanlığı’na Müsteşar

Yardımcısı olarak atandı.

Diğer mesleklerin yanı sıra Metal-

İş Federasyonu’nda Eğitim ve

Araştırma Müdürü, TRT Ankara

Radyosu Merkez Program Dairesi

Başkanlığı’nda raportör, Kısa Dalga

Yayınlar Müdürlüğü’nde program

yapımcısı olarak görev aldı.

12 Eylül 1980 darbesinden bir süre sonra Bakanlık Müşavirliği’ne alındı. Kültür Bakanlığı’ndan Başbakanlık Müşavirliği’ne atandı. Oradan kendi arzusuyla emekliğe ayrıldı.

Çeşitli gazetelerde ve dergilerde fıkralar ve makaleler yazdı. Bir süre STV kanalında bütün Türk Cumhuriyetlerini anlatan “Bizim Türkümüz” programını hazırladı. Aynı kanalda “Sözün Doğrusu” isimli kültür programını ekranlara getirdi.

Günümüz şairlerindendir. Sanat

hayatına mahallî dergi ve gazetelerde

yayımladığı manzumeler ile başladı.

Fakültede okuduğu yıllarda Kopuz dergisinin

yayın topluluğuna katıldı. Daha sonra Orkun

dergisinin yayın müdürü oldu. 1964′ten sonra

şiirlerini Hisar dergisinde yayımladı. İlk

şiirlerini Necip Fazıl ve Cahit Sıtkı’nın

üslûbunda yazdı.

Geleneksel şiirimizin öz ve şekil özelliklerini kendi şiir potasında eriterek kişiliğine kavuştu. Şiirlerinde, Anadolu'ya, Anadolu insanına eğilmiş, onların sorunlarını yapıcı bir tavırla dile getirmiştir. Sade ve rahat bir dili, aydınlık bir üslubu vardır. Milli ve manevi değerlere bağlı kalmıştır. Bu tarafı ile, Arif Nihat Asya'nın milli havası, mistik şiirine yakın görünmektedir.

Ahmet Turan Alkan Yavuz Bülent hakkında şöyle diyor : “60′lı yılların ortasında yayın hayatına atılıyor Hizmet. Başyazarı cevval, yakışıklı ve sert bir kalem; Yavuz Bülent BAKİLER.  Parlak bir avukat. 1961 Anayasası’nın getirdiği serbesti ortamında sesini yükselten sol akımlara karşı Sivas’ta ilk defa sert muhalefet yapan, polemikçi yazar Yavuz Bey…”

Hulki Cevizoğlu’nun sunduğu bir televizyon programında Yavuz Bülent Bakiler, Nazım Hikmet için “Belki bazı şiirlerinde çok güzel bir üslup kullanmış olabilir. Fakat önemli olan bunu hangi amaç için kullandığıdır, anlam olarak neler ifade ettiğidir. Yazdıklarının ne fayda getirdiğidir” anlamlarına gelen ifadeler kullanmıştır.

Gerçekten de belki Nazım Hikmet ülkemiz için yüksek gayeler taşıyan şiirler yazmamıştır ama Yavuz Bülent Bakiler öyle değildir. Yavuz Bülent Bakiler’in en önemli özelliklerinden bir tanesi zengin bir dil kullanmasının yanı sıra kullanmış olduğu bu geniş hazneli akıcı üslubunu aynı zamanda ülkesinin yararına fikirlerle süslemiş olmasıdır.

Yani Yavuz Bülent Bakiler tek taraflı bir kalem değildir. Kullandığı üslup ve anlattığı değerlerle yazdığı şiir ve nesirlerde birçok sıradan şair ve yazardan ayrıldığını görmekteyiz.

YAVUZ BÜLENT BAKİLER, günümüzde Türk dilinin en büyük savunucularından birisi konumundadır. Konferanslarında, eserlerinde ve programlarında Türkçenin doğru kullanılmasını sağlamak amacıyla büyük çaba sarf etmiştir. Kendisi günümüzde yaşanan Türk dilinin yozlaşmasına karşı büyük bir mücadele ortaya koymuştur. Çünkü dil, bir toplum için vazgeçilmez bir unsurdur.

YAVUZ BÜLENT BAKİLER, aynı zamanda dilimize yüzyıllar önce girip hala kullanılan kelimelerin de bizim dilimizin bir parçası olduğunu savunurken daha ziyade yakın dönemde Batı dillerinden dilimize giren kelimelere savaş açmıştır.

O aynı zamanda; Türkçe olmasına rağmen yanlış anlamlarda kullanılan sözcüklerin de doğru kullanımlarını göstermek için gayret etmiştir. Mesela; yoğun, seyretmek, neden, devam etmek, sürmek gibi kelimelerin yanlış yerlerde kullanımlarını eleştirmiştir. Şüphesiz onun amacı yaşayan Türkçeyi korumaktır.

YAVUZ BÜLENT BAKİLER, Türkçeyi iyi kullanan bir aydın olmasının yanında iyi bir hatiptir de. O çok uzun cümleleri duraksamadan dinleyenlerde hayranlık uyandıracak şekilde sunan, ses tonu ve kullandığı sözcüklerle dinleyenlerin beğenisini kazanan bir kişidir.

  YAVUZ BÜLENT BAKİLER,  gurbet ve  hararet şairi olarak tanınmıştır. Sılaya olan özlemini onun şiirlerinde görmek mümkündür.

YAVUZ BÜLENT BAKİLER,  Sivas’a olan sevgisini şiirlerinde yazılarında sık sık ifade etmiş ve Sivas’ın kendisinde ayrı bir yeri olduğunu belirtmiştir. Sivas ile ilgili Sivas’a Şiir adlı antoloji eseri bu sevginin bir neticesidir. Onun birçok konuşmasında Sivas ile ilgili noktalar göze çarpmaktadır.

Bir şiirinde Sivas’a olan hasretini şöyle ifade etmiştir;

Ne güzel seni sevmek böyle uzaktanVe seni düşünmek bir çocuk hevesiyle

Her sabah yeniden ezan sesiyleMüslüman Müslüman uyanan şehir

Halayların, türkülerin çağırır beni uzaktanYüreğim hep Mısmıl ırmak gibi tertemiz

Nerde Çifte Minare’miz, Gök Medrese’mizEy sımsıcak dualarla maziyi anan şehir.

En son Tercüman Gazetesi’nde yazılar yazan Yavuz Bülent Bakiler 2008 yılı itibariyle tekrar Türkiye Gazetesi’nde yazılar yazmaya başlamıştır.

YAVUZ BÜLENT BAKİLER,  en büyük mücadelesini dilde tasfiye yapmak isteyenlere ve kültürümüzü yozlaştırmak isteyenlere karşı vermiştir. Şu anda konferanslarla Türk milletini aydınlatmaya çalışan  YAVUZ BÜLENT BAKİLER’in sanatalemi.net adresinde makaleleri yayımlanmaktadır.

Bir konferansı sırasında Atilla İlhan’a yaptığı eleştiri ve kendisini tanımlaması ayakta alkışlanmış ve buna bütün salonun destek vermesiyle önce salonu susturup büyük bir tevazu örneği göstermiş. Burada Kalabalıkları Şuursuz İnsan Toplulukları şeklinde nitelendirerek bizlere bazı öğütler vermesi ondan daha ne kadar çok şey öğrenmemiz gerektiği konusunda bizi düşünceye sevk etmelidir.

  İstiklal Şairimiz Mehmet Akif’i Türkiye’de en iyi biçimde tahlil etmiş kişilerden birisi de YAVUZ BÜLENT BAKİLER’dir.

YAVUZ BÜLENT BAKİLER’in şiirlerinde hep aynı ve sıradan konuları bulmak mümkün değildir. Çok geniş yelpazede ve çok farklı konularda şiirler yazmıştır. Genelde Gurbetin ve Hasretin Şairi olarak tanımlanması özellikle memleketi Sivas’a ve vatanı Türkiye’ye atfen yazmış olduğu coşkun şiirlerden kaynaklanmıştır.

Geleneksel şiirimizin özünü ve şekil özelliklerini kendi şiir potasında eritmesi ve milli-manevi değerlere bağlı kalması onun en büyük özelliğidir. Her konuşmasında şu tanımlamayı mutlaka yapar : Millet, dili ve edebiyatı olan topluluktur.

2. ESERLERİ Şiir kitapları:Yalnızlık, (1962) Duvak, (1971) Seninle, (1986) Harman, (2000)

Gezi notları:Üsküp’ten Kosova’ya Türkistan Türkistan

İncelemeleri:Şiirimizde Ana Sivas'a Şiir Âşık Veysel Elçibey Mehmet Akif'te Çağdaş Türkiye İdeali Sözün Doğrusu 1-2 Sevgi Mektupları Gidenlerin Ardından Arif Nihat Asya İhtişamı

3. ŞİİRLERİAnadoluBenimCebeci İstasyonu ve SenÇaresizİsimsiz ŞiirSana Geldim Mevlana

Anadolu Ben Anadoluyum...

Yıllar yılı susuz kaldım, yıllar yılı aç...

Şükrederek, kalktığım sofralarımda Ya soğan ekmek olur, yahut bulamaç.

Hastalarım ölüm yataklarında Ne doktor yüzü gördüm, ne ilaç.

Zaman zaman nankör çıktı büyütüp okuttuğum, Gölge vermedi çok kere diktiğim ağaç...

Devlet denince hep vergi geldi aklıma Jandarma deyince kırbaç...

En gümrah ırmaklarım boşuna akıp gitti Üç beş adım ötesinde toprağım vardı kıraç.

Gittim, yiğitçe döğüştüm gazâ meydanlarında Ne tak-ı zaferler istedim, ne taç...

Savaşta çiğnetmedim hilâli düşmanlara Barışta düştü üstüme gölge gölge haç...

Yolsuz, okulsuz köylerim, kasabalarım hâlâ Alın terine muhtaç...

Ben Anadoluyum, acılı, mahzun; Bende bitmez tükenmez dert kulaç kulaç...

Benim Ve büyür gözlerimde güvercin güzelliğin

Sonra bıkıp usanmadan sabahlara dek Biri durur kapında korkulu ürkek... O duran benim.

Bir gölge gibi düştüm ardına yıllardan beri Sordum seni şehir şehir Şimdi her gece yarısı rüzgâr değildir Pencerene vuran benim.

Bir gün bölerse uykunu bir saat çıngırağı Birdenbire yatağından kalkıp oturma Öyle korkulu gözlerle etrafına bakınma Saatleri kuran benim.

Senin bir suçun yok kabahat bende Bitsin bu kıskançlık gayrı diyerek, Boy verdiğin aynaları istemeyerek Tekrar tekrar kıran benim.

Bir ceylan gibi durma artık gecenin ortasında Ceylan gibi bakma oraya Seni bir beyaz duvağa, altın halkaya... Duyuran benim.

Kolay kolay unutulmaz adına yaktığım türküler Kapanmaz yüreğime açtığın yara. Her akşam saçlarını karanlıklara... Savuran benim.

Cebeci İstasyonu ve Sen Cebeci İstasyonunda bir akşam üstü

İncecikten bir yağmur yağıyordu yollara Yeni baştan yaşıyorduk kaderimizi Sıcak bir kara sevda Yüreğimizin başında bağdaş kurup oturmuştu; Acımsı, buruk. Mühürlenmişti ağzımız bir sessizlik içinde Sessizliği üstümüzden atamıyorduk Bir saçak altında kararsız, yorgun Saatlerce duruyorduk Kimse görmüyordu bizi

Cebeci İstasyonunda bir akşam üstü Yeni baştan yaşıyorduk kaderimizi Cebeci İstasyonunda bir akşam üstü Bir başka türlüydü bu insanlar Sen bir başka türlüydün Gözlerin yine öyle bir bilinmez renkteydi Gözlerin gözlerimde erimekteydi Bir mermer heykel gibi yanımda duruyordun Beni bırakma diyordun

Meyhane sarhoşları gibi sırılsıklam Bir yalnızlık duyuyorduk Ağlıyordun, ağlıyordun...

Cebeci İstasyonunda bir tren Nefes nefese soluyordu Gerilmiş bir keman teli gibiydik

Ankara Kalesi'nde bir eski çalar saat Bilmem kaça vuruyordu Bir yağmur yağıyor inceden ince İçimizdeki binbir düşünce Harmanlar misali savruluyordu Islanmış bir ceylan yavrusu gibi Tiril tiril titriyordun Gitsek gitsek diyordun.

Yüreğimin atışından deli gönlümce Sırıl sıklam, paramparça, permeperişan Türküler söylüyordum Ağlıyordun, ağlıyordun...

Şimdi, şimdi seni düşünüyorum Cebeci yollarında rüzgarlar esiyor, serin Paramparça düşmüş gönül ufkuma İki yıldız gibi gözlerin Gel Ey ciğerime saplanan hançer Gel ey yüreğime oturmuş kurşun Göçmen kuşlar gibi çok uzaklardan Gel artık Ne olursun

ÇaresizAh bilsen bir bilsen duyduklarımı Sanki bir dağ ağırlığı kalkacak üzerimden Ve nehirler boşalacak bir anda içerimden Sakın bilme...

Anlatsan duyarım bütün güzellikleri Erir dağlarımın başındaki kar Sussan içerimde kıyamet kopar Sakın konuşma...

Ha küreğe mahkum olmak prangaya vurulmak Ha görmemek gözlerini, ikisi de bir Bütün kördüğümleri çözecek gözlerindir Sakın bakma...

Bir haberin gelse iki satırlık Yüreğim birdenbire kanatlanır yücelir Bir martı gibi çıkar kapına gelir Sakın yazma...

Çıkıp gittiğinden beri, sessiz sedasız Başıboş kalan esir, zindanda yatan hürüm Dönmezsen çaresiz kalır ölürüm Sakın gelme...

İşte dağlar, taşlar şahidim olsun Yüzüme bakma, konuşma, yazma istemiyorum Dipsiz karanlıklara bağırıp duruyorum Sakın işitme...

İsimsiz ŞiirÜstüme lapa lapa kar yağıyordu yeniden Yeniden yüreğim beyaz bir lale Berrak sular, ışıklar, çiçekler, renkler Yeniden karşımda birer şelale

Artık benim için ne ekmek, ne su Sağımda, solumda vehim ordusu. Ve hep onu, bulamamak korkusu Soyundum yeniden büyük melale.

Bana alev gibi bir şeyler yazdı Sanki baştan başa şiirdi, nazdı... Kırk yıl bile düşünsem olmazdı Gelmezdi bu sevda akla, hayale.

Bitmiş tükenmiştim, efkarım çoktu Salkım söğütlerden bir farkım yoktu Yar beni yeni bir yarışa soktu Şu halime bir bakın: deli-divane!

Gönlüm nakış nakış renkli bir kilim Bir kınalı-güzel türküdür dilim Yeminle anlatsam kim inanır kim İçine düştüğüm bu çılgın hale.

Karışıp gitsem mi ebabillere Adını versem mi karanfillere Seslenip dursam mı sahillere Lale! Lale! Lale!

Sana Geldim MevlanaSana geldim Mevlana... Düştüm yollara Fatiha'larla Önümde yemyeşil ışıktan bir iz Yıkanmış yaprak gibi tertemiz

Sana geldim Mevlana... Herşey öylesine mağrur,sessiz,tertemiz Geçmiş asırlardan beri tertemiz Bir el dokundurursam sandukalara Uyanır Horasan erleri

Sana geldim Mevlana... Divan durdum önünde, duygulu, sessiz İçimde ne hasret, ne gül, ne bülbül Şimdi ezan nur alem, nur Konya İşte sabır, işte aşk, işte tevekkül Sen bilirsin Mevlana...

Sana geldim Mevlana... Ayet ayet İslam,nakış nakış Türk Bir türbe içinde ne güzel mana Serin bir rüzgarla çok uzaklardan Sana geldim Mevlana...

4. KAYNAKÇAwww.antoloji.com

tr.wikipedia.org

www.sivascity.com