yalÇin kÜÇÜk

77
7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 1/77  YALÇIN KÜÇÜK/ Kayıp Yahudiler:Varmış & Neredeler & Yoksa bizde mi -(TAMAMI) Cuma, 16 Kasım 2012 03:45 Rivka Gönen’in kitabı (I) Rivka Gönen, ben “Gönen” diyorum, “Rıfka” da olabilir, yitik kabilelerin peşine düşmüş, Deniz Hakyemez çevirmiş, biz “Deniz Hakan” biliyoruz; pek güzel, “c’est votre vie” demiyorum ancak tarihimizi, coğrafyamızı, haklarımızı tanımak mı istiyorsunuz ve “korkmayın” diyorum. Pek güzel, Hageveret Gönen, uzun araştırmalarının sonucunu, “takip” daha uygundur, anlatmaya, “M.S. 883 yılında bir gün Kuzey Afrika’da, Tunus’un Kayravan kentinde Danlı Eldad adında biri çıktı ve bu kentin Yahudileri’ne son derece ilginç ve heyecan verici bir öykü anlattı” cümlesi ile başlıyor, on yitik kabileden ilk haber işte budur. “Dan” ise ondan biridir. Harika, ben de başlıyorum; bilmek, dil bilmektir, bilmek sözcük bilmektir, bilmek isim bilmektir, bilmek ek bilmektir ve bilmeyenler cahildirler. Devamla, Osmanoğlu ile Osmanlı ve hatta Osmanist ile Osmaniski aynıdırlar; Selçuklu ile Selçukid’i de birbirinin yerine geçerler ve geliyoruz, “Danlı” ile Danoğlu’nu aynı sayıyoruz. Güzel asıl şöyle başlıyorum: “Azalea, from Greek, meaning ‘dry’. The name of a flower, so called because it thrives in dry, sun-baked soil. Azalea and Azalia are variant forms.” Bunu, koğuşta mevcutlu, çok önemli bir “The Complete” sözlükten aktarıyorum. Demek “Azalya” bir Yahudi adıdır ve biz “Açalya” diyoruz. Güneş yanığı görünüşünü ayrıca not ediyorum. İsimler arasında Nereden nereye, daha önce işaret etmiştim, Selanik’te İtalyanlar’a yakın olanlar “z” harfini “ç” söylüyorlar ve böylece “Açalya” veya “Açelya” ile karşılaşıyoruz. İbrani asıllı aileler taşıyorlar ve biz de omuzlarımıza alıyoruz. Ve bir daha alıyorum, 2012 Miss Turkey seçilen Açelya Samyeli Danoğlu, Almanya’da doğup büyümüş; bana da “bravo”, Azalia Samieli Danlı’yı buldum, yitik idi ve çıkardık, “kraliçe” yapmış durumdayız. Bu karakter “y”, Slav dillerinde “u” söyleniyor, i-grec de biliyoruz, “iyrek” de diyoruz, ne mükemmel “fit”, artık “fitness” sözcüğünü bakkallar da biliyorlar ve “kızımız, maşallah hiç saklamıyor”, bir seferad güzelidir. Genellikle onlardan seçiyorlar. Gönen etütleri Hanım demektir, Hageveret Rivka biliyor mu, bilmiyorum; “Gonen” İsrailoğulları’nda yeni bir isimdir ve çok az kullanıyorlar ve biz de Manisa ile Balıkesir’e yakın “Gönen” kasabasına sahibiz, İbrani asıllıları çoktur. Manisa’dan Kenan Evren, Hilmi Özkök ve en taze olarak Bülent Arınç, aslı Buland Ar - enç olabilir, çıktılar. Sonuncusunun ailesinin Etiyopya’dan gelmiş olması ihtimal dahilindedir; orada “Falaşa” diyorlar. Bu soyadı ile Okay Gönensin’i biliyoruz, Cumhuriyet’te birlikte çalıştık, çok parlaktı ve şimdi ararsanız, ya Yakup’un kapısında ya da akepe’nin önündedir, yazı konuları topluyor; Cumhuriyet karşıtı ve Ergenekonculara, bizlere, düşmandır, artık pek saklamıyor. Bir diğeri Profesör Emre Gönensay, büyük işverenlere iktisat öğretirdi, Tansu Çiller zamanında dışişleri bakanı oldu; cumhuriyet düşmanlığını

Upload: osman-kara

Post on 04-Apr-2018

259 views

Category:

Documents


5 download

TRANSCRIPT

Page 1: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 1/77

 

YALÇIN KÜÇÜK/ Kayıp Yahudiler:Varmış & Neredeler & Yoksa bizde mi -(TAMAMI)

Cuma, 16 Kasım 2012 03:45

Rivka Gönen’in kitabı (I) 

Rivka Gönen, ben “Gönen” diyorum, “Rıfka” da olabilir, yitik kabilelerin peşine düşmüş, Deniz

Hakyemez çevirmiş, biz “Deniz Hakan” biliyoruz; pek güzel, “c’est votre vie” demiyorum ancak

tarihimizi, coğrafyamızı, haklarımızı tanımak mı istiyorsunuz ve “korkmayın” diyorum. Pek güzel,

Hageveret Gönen, uzun araştırmalarının sonucunu, “takip” daha uygundur, anlatmaya, “M.S. 883

yılında bir gün Kuzey Afrika’da, Tunus’un Kayravan kentinde Danlı Eldad adında biri çıktı ve bu kentinYahudileri’ne son derece ilginç ve heyecan verici bir öykü anlattı” cümlesi ile başlıyor, on yitik

kabileden ilk haber işte budur. “Dan” ise ondan biridir. Harika, ben de başlıyorum; bilmek, dil

bilmektir, bilmek sözcük bilmektir, bilmek isim bilmektir, bilmek ek bilmektir ve bilmeyenler

cahildirler. Devamla, Osmanoğlu ile Osmanlı ve hatta Osmanist ile Osmaniski aynıdırlar; Selçuklu ile

Selçukid’i de birbirinin yerine geçerler ve geliyoruz, “Danlı” ile Danoğlu’nu aynı sayıyoruz. Güzel asıl

şöyle başlıyorum: “Azalea, from Greek, meaning ‘dry’. The name of a flower, so called because it

thrives in dry, sun-baked soil. Azalea and Azalia are variant forms.” Bunu, koğuşta mevcutlu, çok

önemli bir “The Complete” sözlükten aktarıyorum. Demek “Azalya” bir Yahudi adıdır ve biz “Açalya”

diyoruz. Güneş yanığı görünüşünü ayrıca not ediyorum. 

İsimler arasında 

Nereden nereye, daha önce işaret etmiştim, Selanik’te İtalyanlar’a yakın olanlar “z” harfini “ç”

söylüyorlar ve böylece “Açalya” veya “Açelya” ile karşılaşıyoruz. İbrani asıllı aileler taşıyorlar ve biz de

omuzlarımıza alıyoruz. Ve bir daha alıyorum, 2012 Miss Turkey seçilen Açelya Samyeli Danoğlu,

Almanya’da doğup büyümüş; bana da “bravo”, Azalia Samieli Danlı’yı buldum, yitik idi ve çıkardık,

“kraliçe” yapmış durumdayız. Bu karakter “y”, Slav dillerinde “u” söyleniyor, i-grec de biliyoruz,

“iyrek” de diyoruz, ne mükemmel “fit”, artık “fitness” sözcüğünü bakkallar da biliyorlar ve “kızımız,

maşallah hiç saklamıyor”, bir seferad güzelidir. Genellikle onlardan seçiyorlar. 

Gönen etütleri

Hanım demektir, Hageveret Rivka biliyor mu, bilmiyorum; “Gonen” İsrailoğulları’nda yeni bir isimdir

ve çok az kullanıyorlar ve biz de Manisa ile Balıkesir’e yakın “Gönen” kasabasına sahibiz, İbrani

asıllıları çoktur. Manisa’dan Kenan Evren, Hilmi Özkök ve en taze olarak Bülent Arınç, aslı Buland Ar-

enç olabilir, çıktılar. Sonuncusunun ailesinin Etiyopya’dan gelmiş olması ihtimal dahilindedir; orada

“Falaşa” diyorlar. 

Bu soyadı ile Okay Gönensin’i biliyoruz, Cumhuriyet’te birlikte çalıştık, çok parlaktı ve şimdi ararsanız,

ya Yakup’un kapısında ya da akepe’nin önündedir, yazı konuları topluyor; Cumhuriyet karşıtı ve

Ergenekonculara, bizlere, düşmandır, artık pek saklamıyor. Bir diğeri Profesör Emre Gönensay, büyükişverenlere iktisat öğretirdi, Tansu Çiller zamanında dışişleri bakanı oldu; cumhuriyet düşmanlığını

Page 2: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 2/77

görmedim, temenni etmiyorum. Efendi’dir ve İbrani asıllı olmasını zenginliğimiz sayıyorum. Ne var,

demek Gönen Hanım’dan öğreniyoruz, hep bizim memleketlerde, coğrafyamızda kaybolmuşlar. 

Yitik kabile doktrini

Devam edeceğim, sancak bu “last tribe” ne demek, nasıl kaybolmuşlar, çok kısa durmak istiyorum. Birkez iki kesin hükme işaret edebiliriz. Bir, “Yahudilik” mi, “Musevilik” mi, altındır, elmastır, pırlantadır,

milyon yıl toprağın altında kalsa, üzerlerinde bir çizik dahi kalmaz; böyle bir hüküm var, gerçek mi,

hurafe mi, önce mesele budur. İki, dillerini hiç bırakmazlar; “yitik kabile” doktrini işte bunlara

dayanmaktadır. Gonen de takibe çıktığında bu heyecanda idi; buldukları heyecanını azaltmasa da,

Hageveret Gonen’i tekzip etmektedir. Buradayız. 

Güzel ve güzel bir çalışma, İbrani kaynakları kullanan Beki Adams’tan aktarıyorum, şudur: “Bu yüzden

Babil sürgünü sırasında, M.Ö. 537-538 Yahudiler arasında Tevrat bilgisinde bir düşüş olmuştur. Hatta

Babil Talmudu’ndaki ifadeye göre, Tevrat, Filistin bölgesinde tamamen unutulmuştur.” Bir not,

“Filistin” ile şimdiki Israel anlatılıyor; doğrudur, elli yıllık sürgünde, dinlerini unuttular. Kaybolanlardadin kaybı düşünebiliyoruz. 

Güzel, Christ, Yahudi idi, ama İbrani bilmiyordu, adı Hristo idi ve miladi yüzüncü yılda Yahudiler’in

büyük tarihçisi, kendisine Josephus Flavius diyor ve Elence yazıyordu. İskenderiye Yahudileri,

Josephus bunlardan birisi idi, Yunanca konuşuyorlar ve Septuagint okuyorlardı, bu Elence yazılmış

Eski Ahid’tir. Ve hepsi budur. 

Yahudiler & Tarifler

Bir de marrano’lar var, bunlar İberik Yarımadası’nda Katolik olanlara verilen addır; sonra tekrar

Yahudi oldular. Güzel ancak, Miriam Bondian, Carl Gebherdt’e dayanarak bunlar için, “Catholicwithout belief and a Jew without knowledge, but in will a Jew” demektedir. Bunlar inançsız Katolik ve

bilgisiz Yahudiler idiler ve kendilerini Yahudi görüyorlardı. İşte hepsi buradadır. 

Yerushalim’in Amsterdam üzerine çalışması da pek yararlıdır, bir dönemde Seferad, Eşkenazi ve

Romanyot Yahudiler’e, geniş Türkiye topraklarındaki Yahudiler demektir, bir de “Levanten”

Yahudilerin, “Türk” anlamında kullanıyorlar, eklendiğini görüyoruz. 1580 yıllarında Venedik, Türk

Yahudileri’ni kabul ediyordu ve Venedik’te başlarında sarıkları Yahudi olarak yaşıyorlardı. Peki

içlerinde ne var, herhalde “dinleri var, imanları yok” formulasyonu burada pek isabetlidir. Öyle

görüyorum.

Sabetayistlerimiz mi, “evde Yahudi, sokakta müslüman” tarifini pek çok kez işaret etmiş olduğumu

hatırlıyorum. Ne yazık, burada Yirmiyahu Yovel’in “The Marranos” çalışmasını hatırlama ve

hatırlatmanın çok yeridir; “The Other Within”, İçimizdeki Öteki başlığını da seçmişti. İberik

Yarımadası’nda Hıristiyan olmuşlardı, ancak “gizli Yahudilik” yaptıkları için yakılıyorlardı. Profesör

Yovel, Yahudilik için, cesaretle ve inatla yaşadıklarını, ancak pek de Yahudi olmadıklarını ısrarla 

yazmaktan geri kalmamaktadır. Çok acı ve işte tarih ve tarihleri budur, diyorum. 

***

Ne acı, eylülist diktatoryada, hapiste, açlık grevinde ölen, dönmeyen, darağacında öldürülen genç

arkadaşlarımı hatırlıyorum. Onların dirençlerine, çelik iradelerine, hedeflerine bağlılıklarına hep

Page 3: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 3/77

hayran kaldım, anılarını pek yüksek tutuyorum. Ama inançları mı, ne kadar sığdı, ne kadar parçalı ve

karışıktı, Portekiz’de yakılanlar gözümün önüne geliyor. Ve işte tarih budur, tekrarlıyorum; aklımızı

açıyor. Bizi acı ile zenginleştiriyor. 

Beğenme yolum 

Çeviriyi yapan Deniz Hakan, alias Deniz Hakyemez de aileden solcu; annesi ile babası, babası

hapisteyken evlenmişler. Dedesi Süleyman Üstün’ü tanımıştım, müthiş bir öğretmen örgütçüsüydü,

müthiş bir Türkiye İşçi Partili oldu, o tarihlerden hatırlıyorum, Tkp ve Maden-İş’i seçti, yine müthişti

ama artık pek çok karşı karşıya idik, yaptığımız savaştı. Ama şimdi yaşamıyor, sevgi ile yazıyorum.

Ancak Deniz, bana asistan olmak istediğinde bilmiyordum, pek yeni öğrendim; bütün bunları çevirinin

dilini çok beğendiğim için not ediyorum. Demek benim beğenme yolum budur. 

Yalnız beğenmediğim yanlar da var, dilimizde “İbranice” şeklinde bir sözlük olamaz, ya “İbranca” ya

da “İbrani”, bu çok tekrarlanan hatadır ve kabul edemeyiz. Ayrıca “Romanyot” türü teknik kullanışları

kabul etmek durumundayız ve bunun yerine “Rum Yahudisi” anlamayı pek zorlamaktadır. Biz busözcüğü daha çok Yunani ya da Elen karşılığı kullanıyoruz; bana göre “Rum” sözcüğünü seçmek, aileye

fazla bağlanmak ve fazla “solcu” olmaktır. Burada duruyorum. 

***

Gonen Hanım’ın kitabının aslı İngilizce, bende var, okumuştum, burada yok, karşılaştıramıyorum.

Ancak Türkçe çevirisi çok güzel, karışık hiçbir cümle ile karşılaşmıyoruz ve devam ediyorum. Peki

neredeler, bazen Musa’nın üzerinde tutulan Ezra, Fırat’ı aşarak Arzaret’e vardıklarını haber veriyor.

Buradan kayıp Yahudiler’in Arzaret’te olduklarını öğrenmiş oluyoruz. 

Kayıp Yahudiler 

Güzel, yalnız “Arzaret” neresi ki, “hiç bi yer” mi, iki açıklama ile bölümü bitiyorum. Bir, Yahudilik için

Fırat çok önemli ve kutsaldır; Tevrat, Erez İsrael’i iki nehir arasında, Nil ve Fırat, tarif ediyor. Yalnız bu

kadar değil, İbrani’nin kökü “Heber”, İngilizce Hebrew, Fransızca Hebrev, Rusça Evrey, bizim dillerimiz

“İbran”, Fırat’ı aşmak, aşağıya inmek anlamına da geliyor. Demek ki Fırat’ı bir aştılar, Yahudi oldular,

bir aştılar, kayboldular. Öyle mi, hiç olmazsa bakınız, Kafkas, Dağıstan, Tatar Yahudi resimleri bu

kitaptadır. Ben ise bizi ilgilendiren Çerkez İbranileri’ni henüz yazmadım, yazmak istiyorum, Halep’in

en geniş ailesi Sabuniler’den başlayabilirim. Çocukluğumda bana “Sabuniler’in Yalçın’ı” dendiğini

hatırlıyorum. Annemin dedesi Ahmet Sabuni’nin Çerkez Ethem ile birlikte hareket ettiğini kitap

yaparak beni kötülemek de istemişlerdi, bakarız. Sakıncasını görmüyorum. 

Bozulan sözcükler

Sözcükler bozulurlar, biz “evlenmek” diyoruz, saçmadır; biz Türkler’de eskiden ev mi vardı ki, aslı

“erlenmek” olmalıdır, öyledir ve bozulmuştur. Rusça’da evlenmeyi, “vidti za muj” olarak söylüyoruz,

“erkeğin arkasına geçmek” demektir. Bozulurlar ve Rivka Gonen Ezra’nın verdiği bu sözcüğün aslının

“Eretz Aheret” olduğuna işaret ediyor, “İbranice Eretz Aheret sözcüklerinin bozulmuş halidir”

demektedir ve makul görünüyor. “Ahar” İbrani’de “başka” anlamına geliyor, “Eretz Ahar”, başka ülke

demektir. Demek başka ülkelere dağılmışlar, devam etmek üzere burada bitiriyorum. 

İsrael’in sayanları 

Page 4: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 4/77

Yemen’de varlar, bir bölümü döndüler, Etiyopya’dan dönenlere Falaşa diyorlar ve İsrael istihbarat

örgütleri üzerine yapılan İsraeli araştırmalarda, Kabul çarşısında her dükkanda “mossad için bir sayan

var” tesbitini bulmuştum, “sayan”, İbrani’de yardımcı anlamındadır. Afgan’da kaybolanlardan da

zengin Afganlar, İsrael’e gittiler. Yalnız hepsinden bize de düşenler olduğunu biliyoruz.

Kürtler mi, Paris’te Kürdoloji tahsil ederken, İsrael’de iki yüz elli bin Kürt Yahudisi olduğunuöğrenmiştim; genelkurmay başkanları ve bakan çıkardılar. Bize kalmadı mı, olur mu, bir örnek,

dostum Musa Anter Yahudi idi ve saklamazdı, Çanakkale’de kısa bir sürgünlüğü var, anılarında

sinagoga devam ettiği yazılıdır. Ve “anter” ile “antman” aynı sözcüktür, Yahudiler taşıyorlar. Ben ise

devam ediyorum.

“Ç” karakterini nasıl bilirsiniz

Bizde de noktalar var, “o” için, “u” için nokta koyuyoruz, aslı “Buland”, bülent’e çeviriyoruz, “yüce”

demektir ve aslı “Gul”, çiçek ve özel manada gül’dür, noktalıyoruz. “Ç” de İbrani’de nokta ile yapılıyor,

ama artık kaldırıldı, biz noktasız “ç“ karakterine sahibiz. 

İbrani, Hertzel’dir, Herzl de olur, Selanik’te İtalyanlar’a yakın olanlar “tz” veya “z” karakterini “ç”

söylüyorlar ve biz “h” karakterini söylemeyi sevmiyoruz, “Amet” diyoruz. Böylece “Erçel” adını

buluyoruz.

Kökleri Milas ve Selanik’tedir, “Tziller” veya “Ziller” doğrusudur ve biz “Çiller” diyoruz. Bir de “Gazze”

ve “Gaza” ve oradan gelenlere Gaz-i tabir ediyoruz. Böylece Gazi Erçel ve Tansu Çiller’i biliyoruz. Birisi

Merkez Bankası’na başkan ve diğeri hem dışişleri bakanı ve hem başbakan oldular. Doğaldır, fıtraten,

onlara ayrılmıştır. 

Herzel’i, siyonizm’in örgütleyicisi olarak hatırlıyoruz. Adı, gazel veya “geyik” anlamındadır. Sevi veyaZvi ile aynı manadadır. 

Behzat Ç. nam polis şefini hiç izlemedim. Benziyorlar mı, bilemiyorum 

Sol partilerin Balyoz yorumu ne

MÜTHİŞ BULUŞ! İNGİLİZCE KONUŞMANIN SIRRI ÇÖZÜLDÜ. NASIL MI? TIKLAYIN!

ERKEKLERE ÖZEL SINIR TANIMAYAN BİTKİSEL KARIŞIM TIKLAYIN ! 

27.09.2012 19:58

Karakter boyutu :

 ________________________________________

Sol partiler Balyoz Davası'nı ve mahkeme kararını BirGün'e değerlendirdi. İşçi Partisi bilindiği gibi

Balyoz'un bir tertip olduğunu söylüyor ve ABD'nin bu yolla TSK'yı tasfiye etmek istediğini belirtiyor. 

Page 5: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 5/77

BirGün gazetesinin haberinde, genel olarak, söz konusu davanın egemenler arası "deve güreşi"

olduğu ve adil yargılama hakkının ihlal edildiği tespitlerine yer verildi. İşte o haber: 

Emekli ve muvazzaf askerlerin yargılanmasıyla Türkiye tarihine geçen, 250’si tutuklu 365 sanığın

yargılandığı Balyoz Davası’nda karar önceki gün açıklandı. 

İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti Orgeneral Halil İbrahim Fırtına, eski Deniz Kuvvetleri

Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek ve eski 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan’ı

önce 'ağırlaştırılmış müebbet'e ardından da 'darbeye teşebbüs' olduğu gerekçesiyle 20'şer yıl hapse

mahkum etti.

Mahkeme Heyeti, Orgeneral Bilgin Balanlı, Koramiral Abdullah Can Erenoğlu, Tümgeneral Gürbüz

Kaya, MHP Milletvekili emekli Korgeneral Engin Alan, emekli Orgeneral Ergin Saygun ve emekli Albay

Cemal Temizöz'ün de aralarında bulunduğu 78 sanığa ise 18'er yıl hapis cezası verdi. Davada yalnızca

34 kişi beraat etti. 

Sol partiler söz konusu davayı ve mahkeme kararını değerlendirdi. Genel olarak, söz konusu davanın

egemenler arası "deve güreşi" olduğu ve adil yargılama hakkının ihlal edildiği tespitlerine yer verildi.

İşte o değerlendirmeler: 

ÖDP Eş Genel Başkanı Alper Taş: 

Hukuki manada tartışmalı bir karar olduğunu düşünüyoruz. Bunun iki boyutu var. Birincisi, zaten bu

kararı veren mahkemeler tartışmalı. Özel yetkili mahkemeleri, hukuktan daha çok siyasi bakış açısıyla

karar veren mahkemeler olarak görmek gerekiyor. Bizzat kararın sahibi mahkemeler tartışmalı olduğu

için, bu mahkemelerin verdiği kararlar da tartışmalı. 

İkinci olarak da mahkeme sürecinde adil yargılama sürecinin işletilmediğine dair birçok örnek var.

Buradan baktığımızda bu kararın tartışmalı bir karar olduğu fikrindeyiz. 

Sonuç itibariyle memleketteki darbelerin kaynağını kişilerde aramaktan çok, darbelerin sermaye

devletinin ve emperyalizmin istekleri doğrultusunda gerçekleştiğini görmek lazım. Hem emperyalist

güçler, hem de Türkiye sermayesinin bugünkü konjonktürde darbe seçeneğini düşünmedikleri

ortadadır. Ama sınıf mücadelesinin, sosyalizmin gelişime bağlı olarak egemen sınıfların bu toplumsal

muhalefete, sosyal uyanışa yine darbelerle yanıt vermeyeceği gibi bir gerçeklik söz konusu değil. O

yüzden darbe gerçekliği kişilerden daha çok onun arkasındaki ekonomik, sosyal, sınıfsal bağlam

içerisinde ele alınmalı. Örneğin bugün devrimci sosyalist bir hareketin aşağıdan yukarıya geliştiğikoşullarda, tıpkı 60'larda, 70'lerde olduğu gibi sosyal uyanışın arttığı bir konjonktürde egemen

güçlerin, emperyalizmin darbe seçeneğini hiç düşünmeyeceği gibi bir durum söz konusu olamaz. Biz

sosyalistler, devrimciler olarak darbeci bir anlayıştan her zaman uzak kaldık. Bu anlayışın sonuç

üretmediğini, tersine işleri daha da zora soktuğunu, toplumun dokusunu bozduğunu, siyasal ve

toplumsal hayatı alt üst ettiğini düşünüyoruz. 

Darbeyle hesaplaşmak, onu üreten siyasal, iktisadi koşullarla hesaplaşmakla olur. Bugün12 Eylül

Darbesi'yle nasıl hesaplaşıldığı ortadadır. Şu an artık darbecilik egemen sınıfların tercihi değildir. Ordu

içinde AKP rejimine karşı bir tür darbe teşebbüsü içerisinde olan bir kesim söz konusu olmuştur. Ama

bunlar, bu konuda yaptıkları girişimlere ne uluslar arası destek, ne sermaye desteği ne de toplumsaldestek bulabilmişlerdir ve bu girişimlerinin karşılığı olmadığını görmüşlerdir. 

Page 6: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 6/77

Yeni bir rejimin tahkimatı için bu davalar kullanılıyor. Balyoz Davası yeni bir ordu yapılanması için de

kullanıldı. YAŞ toplantısı öncesi tutuklananlar bırakılıyor, bırakılanlar tutuklanıyor, böyle süreçler

yaşandı. Yeni bir ordu yapılanması amaçlandı. Ordu kademesi içerisinde AKP kendine bağlı yeni bir

komuta kademesi oluşturmak, yeni bir rejim inşa etmek için bu davaları kullandı. Yeni bir rejimin

inşası doğrultusunda özellikle Türkiye'nin yeni yerinin Avrasyacı bir yerde mi batıcı bir yerde mi

olması gerektiği tartışmasında, Türkiye'nin yerinin Çin, Rusya hattı olmasını isteyen tüm kesimler

tasfiye edildi. Türkiye'nin batıcı, emperyalist, kapitalist blokla yeniden tahkimatını sağlayan bir pratik 

yaşandı. Ilımlı İslam rejiminin de oluşturulması amaçlandı. Dolayısıyla bu davalar, hukuki davalar

olmaktan çok, yeni bir ordunun ve yeni bir rejimin inşasına dönük davalardır. 

Bu operasyonlar, devletin kontrgerilla özelliğine dönük operasyonlar da değildir. Devlet aygıtı el

değiştirdi. Devletin yeni kanadı eski kanadı tasfiye etti. Eski kanat da eski tarzlarla direnmeye çalıştı. 

Biz nerede durduk, biz ne eski devlet düzeninin ne de yenisinin yanında yer aldık. AKP rejimine karşı

mücadele temel önemdedir ama AKP rejimine karşı mücadeleyi eski devleti savunma formatına

sokmak doğru değildir, devrimci bir tarz değildir. Yeni bir rejim inşa etmemiz, eşitlikçi ve özgürlükçübir temelde Türkiye'yi yeniden kurmamız gerekliliği önümüzde görevdir. 

BDP Milletvekili Ertuğrul Kürkçü: 

Bu davada iki şeyden şüphe etmiyorum. Birincisi darbe teşebbüsü olduğundan hiç şüphe etmiyorum.

İkincisi de bu mahkemede adil bir yargılama olmadığından hiç şüphe etmiyorum. Bu süreç, egemenler

arasında yaşanan bir deve güreşi olarak gerçekleşti. Özel yetkili ağır ceza mahkemelerinde görülen bu

davalarda düşman ceza hukuku prensipleri uygulandı. Adil yargılama olmadığı iddialarının şüphe

edilecek bir tarafının olmadığı kanaatindeyim. Ancak darbe teşebbüsü olduğu da en az bunun kadar

şüphe götürmez. 2000'den başlayarak bu tutuklanmaların olduğu ana kadar, bir hükümet darbesi,askeri zorlama yoluyla idareyi ele geçirme konusunda pek çok birbirini besleyen girişimler oldu. Bu

girişimlerin uluslar arası ve iç koşullar açısından başarıya ulaşamadığını görüyoruz. 

Bizim konuşmamız gereken şey şu: yaşananlar bir darbe girişimiyle hesaplaşmak bakımından, kendisi

başka bir vesayet peşinde koşan bir rejimin bir işe yaramadığını gösterdi. Askeri vesayeti tasfiye

ettiğini söyleyen AKP, yargı-polis vesayeti altında başka bir rejim oluşturuyor. Bu arada pek çok suçsuz

insanın da hakkının yendiğini söyleyebiliriz. Bu dava AİHM'de çok tartışılacak. 

Burada, faili meçhuller, köy yakmalar, JİTEM faaliyetleri vb. halka karşı işlenmiş suçların cezasız

bırakıldığını, ama egemenlerin birbirine karşı hamlelerinin hukuk yoluyla tasfiye konusu olduğunu da

görüyoruz. Bu iki egemen kutbun dışında kalan halk kesimleri ve onların siyasi sözcüleri olarak, adil

bir yargı, demokratik bir rejim için siyasi mücadelemizi sürdürmemiz, bu çatışan tarafların yanında

siyaseten asla yer almadan kendi yolumuzu açmamız gerekir. Bizler, halkın kendi iktidarını ve

adaletini kurma mücadelesine devam edeceğiz. 

EMEP Genel Başkanı Selma Gürkan: 

Balyoz davası ya da buna benzer darbe girişimlerinin yargılandığı davalar, bugün açısından sembolik

bir duruma gelmiştir. Sonuç itibariyle AKP iktidarı, ideolojik olarak kendisine yönelik darbelere ilişkin,

bundan sorumlu tutulan kişilere ilişkin bir yargılama süreci, ya da yargılamadan öte bir hesaplaşmasüreci yürütmektedir. Oysa demokrasiden bahsetmemiz gerekirse, halka karşı, emek ve demokrasi

Page 7: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 7/77

güçlerine karşı işlenen suçlar kapsamında bir bütün olarak darbeler sisteminin yargılanması gerekir.

Ama bugün geldiğimiz noktada, Balyoz Davası, Ergenekon, tüm bunlara baktığımızda, bu davalar

muhaliflere gözdağı vermenin bir aracı haline getirilmiştir. 

Yargının işleyiş sürecindeki hukuksuzluklar hukukçuların değerlendireceği konulardır, ama siyaseten

değerlendirilmesi gereken şey, bu yargılamaların demokrasiye bir katkı sağlayıp sağlamadığıdır. Buaçıdan baktığımızda demokrasiye bir katkı sağlamadığını görüyoruz. 

Egemen olan sistemin tehlikeye girdiklerini gördükleri anda bunu tekrar yapmaya çalışacaklardır.

Sonuçta bugün açısından baktığımızda AKP yargı sisteminden askeri alana kadar kendi statükosunu

pekiştirmiş durumdadır. Ben bundan sonra hiçbir askerin darbe yapmaya kalkışmayacağını

düşünmüyorum. Belki AKP'ye darbe yapmaya kalkışmayabilirler. Emekçi halk kitlelerine dönük, işçi

sınıfına, demokrasi güçlerine dönük darbe mantığıyla antidemokratik uygulamaların bugün açısından

da devam edeceğini düşünüyorum. 

TKP Merkez Komite:

Balyoz Davası olarak anılan yargılama sürecinde dün açıklanan karar, ülkemizde yargının iktidarın

baskı aygıtına dönüşmüş olduğunun yeni bir örneğidir. Dün Silivri'de açıklanan karar AKP eliyle

ülkemizde adaletin katledildiğini bir kez daha göstermiş, Türkiye halklarının adalete olan özlemini

biraz daha artırmıştır. 

Ülkemiz AKP iktidarı boyunca, özellikle polis ve yargı eliyle, iktidara teslim olmayan toplumsal

kesimlerin esir alındığı, bu vesileyle iktidarın uygulamalarından rahatsızlık duyan milyonlarca kişi

üzerinde baskı oluşturmayı amaçlayan pek çok uygulamaya tanıklık etmiştir. AKP iktidarını korumayı

ve kuvvetlendirmeyi esas alan bu kararlarla ülkemizde hukuk ve adalet katledilmektedir.

Ergenekon, KCK, Devrimci Karargah, Balyoz ve Oda TV davaları isimleriyle anılanlar başta olmak üzere

AKP iktidarı süresince devam eden pek çok yargılamanın hukuki değil siyasal davalar olduğu açıktır.

En temel evrensel hukuk kurallarının bile uygulanmadığı özel mahkemelerde süren bu davaların

hukuki meşruiyetleri yoktur. 

Dün açıklanan kararla, AKP’nin, iktidarı boyunca süreklileştirdiği, yargı eliyle toplumu baskı altında

tutma stratejisinde yeni bir aşamaya geçilmiştir. Bu kararın yakın geleceğimizde önemli siyasal

sonuçları olacağı açıktır. Dış politikada olduğu gibi içeride de sıkışan, halk desteğini yitirmeye başlayan

AKP iktidarının çıkarları gözetilerek verilen bu karar İkinci Cumhuriyet iktidarını kurtarmaya

yetmeyecektir.

Evrensel hukuk ilkeleri bir yana akıl, mantık ve vicdan açısından karşılığı olmayan kararlar almak

zorunda kalınması AKP iktidarının gösterilmeye çalışıldığı gibi sağlam bir zemine sahip olmadığının

önemli bir işaretidir. 

Türkiye Komünist Partisi, adaletin hüküm süreceği, eşit, özgür ve bağımsız bir ülke için AKP iktidarına

karşı mücadelemizi kararlılıkla ve büyüterek sürdürecektir. 

Ezilen halklarımızı, emekçileri, gençleri, aydınlarımızı AKP iktidarının halk düşmanı tüm

uygulamalarına karşı sesimizi yükseltmeye, mücadelemizi ortaklaştırmaya çağırıyoruz. (BirGün/

Sevgim Denizaltı) 

Page 8: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 8/77

Odatv.com

O iddialar gerçek mi

MÜTHİŞ BULUŞ! İNGİLİZCE KONUŞMANIN SIRRI ÇÖZÜLDÜ. NASIL MI? TIKLAYIN!

ERKEKLERE ÖZEL SINIR TANIMAYAN BİTKİSEL KARIŞIM TIKLAYIN !

27.09.2012 15:08

Karakter boyutu :

 ________________________________________

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Wikileaks belgelerinde yer alan bir iddiayı gündeme getirerek,

“Kendi ülkesinin çıkarlarını değil, başka ülkelerin çıkarlarını koruyan bir Başbakan bu ülkenin, Türkiye

Cumhuriyeti'nin Başbakanı olamaz” dedi. 

Kılıçdaroğlu iki gün sürecek “CHP Ortak Çalışma Toplantısı”nın açılışında yaptığı konuşmasında,

Wikileaks belgeleri ile ilgili olarak çok önemli bir kitap yayımlandığını söyledi. Kılıçdaroğlu'nun

bahsettiği kitap Odatv genel yayın yönetmeni Barış Pehlivan ve Odatv haber müdürü Barış

Terkoğlu'nun çıkardığı, Wikileaks belgelerinin yer aldığı "Sızıntı" kitabıydı. 

Toplumun o kitabı yeteri kadar görmediğini, belgeleri de yeteri kadar değerlendiremediğini savunan

Kılıçdaroğlu, “Bugün geldiğimiz noktada bir gerçeğin ortaya çıkması için, bir gerçeğin halk tarafından

çok daha iyi bilinmesi için, bu hükümetin, Türkiye Cumhuriyeti'nin çıkarlarına hizmet eden bir

hükümet olmadığını bilmesi için bu kitaptan bir belgeyi açıklayacağım” dedi. 

AĞIR İDDİALAR İÇEREN O BELGE 

6 Haziran 2003 tarihli bir Wikileaks belgesini açıklayacağını belirten Kılıçdaroğlu, şöyle konuştu: 

“ABD'nin o dönem ki Ankara Büyükelçisi Robert Pearson bir kripto gönderiyor ABD'ye. Kitabın 178.

sayfasında bu kriptoyu aynen okuyorum; Generaller için söylüyor, 'AKP'den seçilmiş Recep Tayyip

Erdoğan'ın davranışlarından büyük rahatsızlık duymaktadır' yani generaller AKP'den seçilen Tayyip

Erdoğan'ın davranışlarından büyük rahatsızlık duymaktadır. 'Erdoğan çok güçlü bir müttefikimizdir,

Generallerin bu tutumu Amerikan menfaatlerinin korunması açısından engelleyicidir. Orgeneral Hilmi

Özkök'ün sadakatli duruşu sahiplenilmelidir. Muhalif orgeneraller, Orgeneral Hilmi Özkök'ün çizgisine

itiraz etmektedirler. Erdoğan, kendisine desteğin devamı halinde ABD'nin bir müttefiki olarak,

Ortadoğu ve Irak dahil olmak üzere Türk hava sahasını, kara ve demiryolları ile Mersin ve İskenderun

Page 9: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 9/77

limanlarını kullanımımıza açacağını taahhüt etmektedir. Ancak Türk ordusundaki üst rütbeli subaylar

tarafından sürekli engellenmek istenmekteyiz'.

Bu arada karşı çıkan generallerin isimleri de veriliyor. Şöyle bitiriyor kriptoyu; 'Bu bakımdandeğerlendirildiğinde güçlü bir medya grubunun oluşturulmasına acilen ihtiyaç duyulmaktadır'. Tabii

Türkiye'de. 'Bu konu Recep Tayyip Erdoğan ile paylaşılmış olup, gereğinin değerlendirileceği hakkında

olumlu değerlendirmelerin yapıldığı ve yapılacağı teyidi alınmıştır.” 

Son okuduğu kısmın çok önemli olduğunu savunan Kılıçdaroğlu, “Türkiye'de orduyu geriletmek,

ABD'nin çıkarlarını korumak için çok önemli bir medya yapılanmasına ihtiyaç olduğunun, bunun da

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile paylaşıldığı ve gereğinin değerlendirileceği hakkında, olumlu

değerlendirmelerin yapılacağının teyidinin alındığının” söylendiğini ileri sürdü. 

“BU BELGE DOĞRU MUDUR, YANLIŞ MIDIR?” 

“Cami avlusunda halk ozanının naaşını istismar edebilirsiniz, ettiniz de” diyen Kılıçdaroğlu, “Ama ben

Sayın Recep Tayyip Erdoğan'a bu belgenin içerdiği konuları açıkça sormak istiyorum. Bu belge doğru

mudur, yanlış mıdır? Bu belge dolayısıyla sen o taahhütleri kimden izin alarak verdin?” ifadelerini

kullandı. 

Kılıçdaroğlu, şöyle devam etti:

“Kendi ülkesinin çıkarlarını değil, başka ülkelerin çıkarlarını koruyan bir Başbakan bu ülkenin, Türkiye

Cumhuriyeti'nin Başbakanı olamaz. Halkımın görmesini isterim, kalkıyorsunuz, konuşuyorsunuz kendi

ülkenizin çıkarlarını değil, başka bir ülkenin çıkarları için o ülkeye söz veriyorsunuz. Buna hukukta ne

denir? Takdirini milletime bırakıyorum. Kendi ülkesini, kendi ülkesinin çıkarlarını korumayan adama

'hain' denir. Belgeler gündeme düştüğünde, belgeleri yayınlayanlara en ağır hakaretlerde bulunmuştu

Recep Tayyip Erdoğan. Sonra medya, büyük ölçüde sesini kesti, konuşmadılar, yazmadılar, ürktüler,korktular. Korkmayan tek organ var, tek makam var, tek kurum var, onun için 'cesur olun' diyoruz, o

da CHP'dir. Korkmayacağız. Gideceksin, söz vereceksin, sonra döneceksin milletin önünde, 'ben

milletimi seviyorum, milletimin çıkarlarını savunuyorum'. Kusura bakma sen bu ülkenin çıkarlarını

savunmuyorsun. Herhalde Amerikan Büyükelçisi kalkıp da Amerika'ya yanlış bilgi vermez, 'teyidi

alınmış' diyor. Bu ne demektir, 'konuştuk, evet' demektir. Ne yapacak, 'bir medya yapılanmasına

ihtiyaç duyuyoruz' diyor.” 

Bu belgenin medyanın içine düştüğü durumu çok iyi açıkladığını ileri süren Kılıçdaroğlu, “Türkiye'nin

çıkarlarının kime hizmet ettiği, bu hükümetin kime hizmet ettiği çok iyi anlaşılıyor. Demek ki biraz ileri

gittiler ki beyzbol sopasıyla ders verildi, 'bir dakika, fazla ileri gitme' dediler. Geldiğimiz nokta budur.

Page 10: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 10/77

O nedenle CHP'lilere, bu ülkenin yurttaşlarına, yurtseverlere büyük görev düşüyor. Aç kalabilir, yoksul

olabiliriz, sorunlarımız olabilir ama hiç bir zaman bir başka ülkenin taşeronluğuna soyunmadık,

soyunmayacağız. Böyle bir anlayış olabilir mi? Kendi iktidarını başkalarına borçlu olan kişi ülkesine

hizmet etmez. Başkasının atına binen kişi sanır ki ben hedefime gidiyorum. Atın sahibi ıslık çaldığında

at sahibine gidecektir, o da üstünde. Geldiğimiz nokta budur” diye konuştu. 

"DAHA FAZLA ÇALIŞACAĞIZ" 

Yeni yasama yılında tüm CHP'lilere büyük görevler düştüğünü belirten Kılıçdaroğlu, Meclis'in tatil

olduğu dönemde partisinin milletvekillerinin çalışmasından memnun olduğunu dile getirdi.

CHP olarak daha fazla çalışacaklarını ifade eden Kılıçdaroğlu, şunları kaydetti: 

“Bundan sonra daha fazla çalışacağız ki Türkiye'yi aydınlığa çıkaralım. Türkiye'nin yeni bir iktidara,

yeni iklime, yeni bir söyleme, yeni bir ekonomi politikasına ihtiyacı vardır. Ülkeyi seven, cebini değil,

ülke için mücadele eden, ülkenin çıkarlarını savunan, bütün dünyadaki devletlerle dost olan, düşman

yaratan değil dost kazanan bir yönetime ihtiyacımız var. Onun için her zamankinden daha fazla CHP

iktidarına bu ülkenin ihtiyacı var. Kırılanı, döküleni onaracağız. Gönlü kırılanın gönlünü alacağız,

umutsuz olana umut vereceğiz. Hiçbir yurttaşımız arasında ayrım yapmamaya ahdettik, ahdimize de

özen göstereceğiz. Türkiye'nin en karanlık dönemlerinde her zaman CHP iktidar olmuştur ve

Türkiye'yi aydınlığa çıkarmıştır. Şimdi geldiğimiz süreç bize yeni bir görev yüklüyor, bu görevinbilincinde çalışmalarımızı yoğunlaştıracağız.” 

Kılıçdaroğlu'nun konuşmasının ardından toplantı basına kapalı olarak devam etti.

Öte yandan aralarında Deniz Baykal'ın da bulunduğu bazı milletvekilleri ile parti meclisi üyelerinin

toplantının açılışına katılmadıkları dikkati çekti. 

Odatv.com

» Tüm erkeklere özel doğal mucize kapsülü

YALÇIN KÜÇÜK/ Hürriyet satıldı Berberoğlu atıldı Çekirge sıçratıldı-(TAMAMI)

31 inecek

Page 11: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 11/77

Administrator tarafından yazıldı. Cuma, 08 Haziran 2012 03:37

Aydın Doğan’ın Fatih Çekirge’yi Hürriyet’in başına getirmesi imkansızdır, Doğan’a en ağır sözler Cem

Uzan’dan gelmişti; Doğan bunları “küfür” sayıyordu, Çekirge ol tarihte, Cem Uzan gazetesinin, Star,

başındadır. Doğan, Çekirge’yi gazeteye de sokmak istemiyordu, Ertuğrul Özkök’ün ısrarı üzerine aldı,

önce sadece internet işlerine verildi, önemsizdir. Oradan Hürriyet’in başına sıçratıldı, Hürriyet’in

satıldığının kanıtıdır. Ve ben Hürriyet’in satıldığında ısrar ettim, artık ayan beyan ortadadır. Sevindimmi, hayır; Kant iyiyi istemenin bizatihi iyi olduğunu yazıyordu ve ben, daha kötüyü istemenin de kötü

olduğunu ekliyorum. 

Akepe’nin gazetesi: Hürriyet

Kim aldı, 28 Mayıs 2012 tarihli Hürriyet’te, başlıkta Fatih Çekirge’nin yazısı şudur: “Başbakan ve eşi

stattakilere karanfil atıyordu. Bir delege sordu: ‘Acaba kaç kişi var?’ Manzarayı gösterip cevap verdim:

Baksanıza şu sevgi seline... Bu sevgi zorla olur mu? Görkemin, sevginin, sayısı, kaçı olur mu?” Bir

sosyalist kongre için yazılabilecek coşkulu bir şiirdir, pek güzeldir. Ve ben bu edebiyatı okur okumaz,

“Bizim Fatih’i yine sıçrattılar” dedim, yazacaktım, geciktim ve şimdi tamamlıyorum. Artık Hürriyet,

akepe’nindir ve ben bunu, yakın zamanlarda “atılan manşetlerden ve müthiş Erdoğan reklamlarından

çıkarıyordum. Hürriyet, Menderes döneminin iktidar gazetesi “Zafer” olmuştur ve başına bir Çekirge

kondurulmuştur. Güzel ve bu Çekirge, son demlerde bütün gecelerini, Erdoğan’ın yüksek

“danışmanları” ile, Mücahit Aslan başta, geçiriyordu. Pek güzel ve şimdi Cem Uzan’ın gazetece

yöneticiliğinden, Erdoğan’ın yayın yönetmenliğine geçiyordu. Yaşama bir sosyalist olarak başlayan

Fatih’e “bravo” diyorum. Ayrıca ekliyorum, “iyi yetişmiştir”; çok meşhur bir hocası vardı, yakinen

biliyorum.

Erdoğan’ın yayın direktörü 

Tanıtımını bizim Sabancılar’ın gelini Vuslat yapmış, Sabancılar’ı tanırım, Adana’ya, Erozanlar’a gelin

giden Teyzem, Hacı Ömer’i, epinyme, omzunda iple hamallık yaparken hatırlıyordu. Biz de Hacı Ömer,

mahdumu Sakıp’la, Kemal’le, Soğukoluk’ta poker oynardık, maşallah hızlı zenginleştiler, Kayseri’den

geldiler.

Page 12: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 12/77

 

Seromoni için birinci sayfaya değil, on üçüncü sayfaya bakılmasını tavsiye ediyorum, Vuslat Sabancı,

Çekirge ile Doğan Hızlan’ı kollarından tutuyor, yakalamış, artık ne de olsa Adana sıcaklığını

duymuştur. 

Enis ise ötelenmiştir. Ne kadar üzgün ve kırgın bir hali var, göz yaşlarımı tutuyorum. Fikret Ercan

sessizdir, idari işleri seviyordu; Fatih Çekirge, yeni adıyla Yayın Direktörü’dür. Bir kolunu Sabancı ve

diğerini İslamcı sermaye tutmaktadır. Ve Erdoğan’ı kutluyorum, daha münasibini bulabileceğini

sanmıyorum. Yalnız çabuk batırabilir; dualarını eksik etmemesi yerindedir. Demek ki iyilik istiyorum. 

Ben yayın yönetmenlerinin eskisini severim 

Satış-alış, à la manière Aydın Doğan, söz etmiştim, ve “satacaksınız”, kızınızı vereceksiniz, ama eliniz

içinde kalacaktır, ne kadar kalır, bilemiyorum. Ancak kıymet-i harbiyesini görmüyorum ve kamuflaj

için de gereklidir. Ve Enis Dostum artık bir Yalova Kaymakamı olarak oradadır. Ama üzülmemeli, güzel

lokantalar bizi bekliyor ve ben yayın yönetmenlerinin eskisini seviyorum, güzel şarap tadı veriyorlar.

Tahsil dönemi

İzmirli’dir, Ertuğrul’un Hürriyet’e sızdırmasında “İzmirli” etkisi büyüktür. Çekirge de, Nuray Başaran ile

İsmail Küçükkaya’nın elinden tutmuştu, elim sende oynadılar, İzmir Oyunu, diyoruz. Sonra Küçük

Fatih benim elime geldi, Türkiye İşçi Partisi’nde, Ankara’da, Yalçın Küçük’ün rahle-i tedrisinden geçti.

Behice Boran - Yalçın Küçük ayrımında ise, bu aslında Türkiye Komünist Partisi - “Millici” Sosyalistler

bölünmesiydi, Yalçın Küçük ile birlikte kaldı ve Türkiye Komünist Partisi’ni reddetti. Herhalde

hayatındaki tek red budur. Reddi sevmiyor. 

**

Okumayı-yazmayı orada öğrendi, “Sosyalist İktidar” Dergisi’ni kurduk, Fatih yazı işlerindedir.

Yetiştiriyorduk. Şimdi yazılarında ayrıntıya düşkünlük görülüyor, ben “aşk, devrim ve bilim

ayrıntıdadır” diyordum, ayrıntıyı görmesini öğrendiler. Yalnız sadece ayrıntıyı değil, aşkı da tahsil etti,

Nur’u severdim, güzel kızdır, Türkiye İşçi Partisi ve Sosyalist İktidar’da bizimle beraberdi ve evlendiler.

Nur ve Fatih’in bir çocukları var; ikinci red mi, bilmiyorum, Nur’dan gelmiş olabilir ve Nur’un şimdi en

lüks mağazalardan birinin yöneticisi olduğunu duyuyorum. Yalnız herhalde fakir ve mücadele dolu

günlerini arıyordur. Hep oradayım. 

Page 13: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 13/77

 

İmambayıldı & Patlıcan 

Bilimsel olarak ve modellerle bakıyorum. Satılmış olduğunu görmüştüm ve doğru çıkmıştır. Bundan

sonrası ayrıntıdır ve Hürriyet’imiz artık islami sermayenin elindedir. Doğru, Tayyip Erdoğan

başbakanlık sonra en çok bunu istiyordu, tebrik ediyorum. yalnız imambayıldı aldığını düşünebilir ve

patlıcan çıkabilir, “dikkat dikkat” diyorum. 

Yedikat iniş 

İlk gidecek olan Sedat Ergin’dir ve Sedat da bunu hissetmiş görünüyor, güzel yazılar çıkarıyor. Bir yer

buluruz, ilk gazetesi Cumhuriyet şimdi çok geride, Sedat’ın da sağında, amma olabilir, “why not” veya

“pourquoi pas”, lafımızdır. Çok ilginç, her ikisini de aynı dönemden tanıyorum, emeğim var.

Yükseliyorlar ve iniyorlar; ancak biz gelinceye kadar indikleri yer yine de yüksektir. Bizde iniş yedi

kattır ama korkmasınlar, sevgimiz daimidir. Bir iyilik yaparım. 

**

Böylece bitirmiş oluyorum. 

Ama maalesef bütün yazılarımı bitiriyorum. 

Son Güncelleme: Pazar, 10 Haziran 2012 19:22

YALÇIN KÜÇÜK/ Basın masın & Nokta mokta-(TAMAMI)

Administrator tarafından yazıldı. Çarşamba, 06 Haziran 2012 03:24

Page 14: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 14/77

 

Genç gazeteci iken sanki sempatizanımızdı, ciddi sayardım, 12 Mart Günleri idi, geçti. Sonra 12 Eylül

Zamanı’nda Büyükelçi Strauss-Hupe, pek yaşlı Amerikan büyükelçisi, matbuatta kadrolaşmayabaşladı. Hasan Cemal ilktir, Yasemin Çongar, Ufuk Güldemir, Sedat Ergin ilk paket oldular. Zamanla

Sedat en öne geçti; artık Washington’ın derin-devlet görüşü olarak okuyordum, Milliyet’in başına

gelmişti. Taraf’ın tanıtım ve propagandasını üstlendi, “bakın ne var” deyip, Taraf’tan bir gün sonra

Milliyet’te Taraf’ı veriyordu, Washington “öyle istiyor” diyor ve öyle düşünüyordum. Mehmet Ali

Birand ile birlikte Ergenekon’un müddei umumii oldular, Ordu’ya ve bize düşmanlık yaydılar. 

Milliyet’i öyle kullandı, o kadar öyle ki, çok başarılı gazetecileri bozdu, adliye muhabiri Gökçen, polis

muhabiri Tolga, müthiş araştırmaları ile İlhan Selçuk’un o bombaları önce Danıştay’a ve sonra kendi

başına attığını ispatladılar; Sedat Ergin’i kestim. Yakın zamanda içime doğdu, baktım, Washington

derin-devleti değişiyordu ve Sedat dönüyordu, şimdi okuyorum. Arkadaşlarıma haber verdim,

anladım ki bir tek okuyucusu yokmuş ve artık Sedat’ın dağıtımını yapıyorum. Son zamanlarda sürekli

bugün Sedat’ta “bakın ne var” diyorum. Sedat artık aslına dönmüş ve yine bir Türkiye İşçi Partisi

sempatizanı olmuştur. Sedat’ı ve kendimi kutluyorum. 

Bölünen Türkiye ile Erdoğan 

Bir, Council of Foreign Relations tarafından yazılan raporu tanıttı; güçlü ve politika çizen Dış İlişkiler

Konseyi, Erdoğan’ın iyi başlamakla birlikte çok kötü götürdüğünü tespit ediyordu, Sedat bunu netlikle

aktardı. Washington’da, modern sözcükle, derin-devlet, Erdoğan’ın önünün kapandığını duyuyordu,

Sedat duyurdu. Dünya dönüyordu.

İki, Erdoğan’ın, sanatçı ve “yarım porsiyon aydın” kelamı nedeniyle başına bela olurlar yazısını

döşüyordu, güzel. Üç, 1 Mayıs ve 19 Mayıs yığınsal hareketlerinden etkilenmişe benziyor ve

“büyüyerek devam edecektir”, haber ediyor, ağırdır. Dört “bayram açılımı” ile “Türkiye’yi ikiyebölüyorsun”, bunu yazmaktan geri kalmıyor. Sedat, akepe ve Erdoğan’ın ülkeyi bölmekte olduğu

inancındadır. Bunları düşünecek çapı var, ama bunları yazması yenidir. 

Sular ısınırken 

Aydınlık’ta Deniz Hakan’ın “CFR” üzerine denemeleri, “essay”, tam bir uyum içindedir. Bir tesadüf,

aynı gündedir; Washington şu anda Ordu’nun tabanının çok hareketli olduğunu görüyor ve bir

Page 15: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 15/77

ısınmadan çekiniyor. Erdoğan’ın yolu, Time kapağı ile “Erdoğan’s Way” daha da ısındırmaya

mahkumdur. Amerikan derin-devleti buradadır. Sedat da bunları uçurmaktan çekinmemektedir. 

Satılmış gazetenin gazetecisi 

Bir yeni kavram önerebilir miyim, alış-veriş à la Aydın Doğan, kızı veriyor ancak evde tutuyor;

Sözcü’yü Erdoğan’ın bir filial’i olarak görüyorum. Holding’in kızlarından birisidir.

Bir, Hürriyet’in satılmış olduğuna hiçbir kuşkum yok, şu anda en çok akepe yanlısı gazetedir. Enis’e

acıyorum, Washington’da Ahu’ya, “bundan sonra gazetecilik yapmam” demiş ve hâlâ neden duruyor,

anlamıyorum. Hürriyet mi, satılmıştır, ancak Aydın Doğan’ın bağı sürmektedir. Berberoğlu göbekbağını kesmemekle kendi kendini kötülemektedir. 

Gül’lü reklam ajansı 

İki, Milliyet ve Vatan, Aydın Doğan’ın filial’ıdırlar, her iki gazetede de kapıcılar dahi değiştirilmedi,

böyle satış bilmiyoruz. Sedat ve Ertuğrul yönetimlerinde manşetler ortak planla “atılırdı”, çeşitleme

yaparlardı. Şimdi de Milliyet ve Hürriyet haberleri merkezi planla veriliyor; çeşitlemeleri var.

Okuyoruz. Hayır, yanlış oldu, okumuyoruz. 

Üç, Amerikan derin-devleti, henüz akepe’den vazgeçmiyor, ancak Gülcü’dür. Milliyet de şehevi

Gülcü’dür. 23 Mayıs tarihli birinci sayfayı tavsiye ediyorum, artık sürmanşet magazine ayrılmıştır.

Gül’ü güllemişler, saçları simini, gümüşi, yüzü Gül’e çok az benziyor, maşallahı var, “Gül yeni dünya

liderleriyle”, müthiş pi-ar diyebiliriz. Twitter’ı, facebook’u, vesair yerleri görecekmiş, Silikon Vadisi’ne

gidermiş; çok üzücüdür. Eskiden Walt Disney’e götürüyorlardı. Şimdi Silikon Vadisi’ne götürüyorlar,

binaları ve güzel sekreter kızları var. Yazan çocuk da Milliyet’te müdürmüş, Türkçe yazmıyor, telgraf 

çekiyor.

Ciner, Mübariz, Kalkavan, Gülen

Hürriyet de Gülcü, ancak Erdoğan’dan çok çekiniyor; bir İslamcı-akepe holdinge satılmış olduğunu

tekrarlıyorum. Hürriyet hâlâ iddianameleri tefrika ediyor, gizli tanıkları “yiyoruz”, cevapların zerresini

bile yazamıyor. Yaptıkları bize düşmanlıktır, kayıt düşüyorum. 

Page 16: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 16/77

a- Güzel, şimdiki zamanda Türk matbuatı yeni bir devrim yapmıştır. Sürmanşet, “başlık üstü” daha

doğrudur, magazin oldu, artık başlarının üstünde dedikodu satıyorlar. 23 Mayıs’ta Hürriyet’in

dedikodusu Haber-Türk’ün sahibi Ciner’in Kasımpaşa’yı satın aldığıdır. “Beşiktaş” yapacakmış, İhsan

Kalkavan ile Mübariz Mansimov yönetime girmişler. Güzel, bundan sonra iş bana düşüyor. 

b- Benim “Haberci” kitabımda, sürpriz değil, Mübariz de yer alıyor; Mübariz, Deniz Akkaya için kavga

edince, polisten kurtarmaya gelenlerin başında İhsan Kalkavan vardı. “Bir yerde İhsan Kalkavan varsa,

Fethullah Gülen de vardır” ifadesi işte burada geçmektedir. Mübariz de Gülen’i sevenler arasındadır

ve Ciner, Gülen’e kulüp olmaktadır. Başkanı “yeni bir taraftar kitlesi” yaratmak istediklerini açıklıyor.

Fenerbahçe’de bozguna uğradılar. 

c - Mübariz, Rusya’da büyük Yahudi sermayesinin adamıdır, İbrani asıllı olmasını yüksek ihtimal

sayabiliriz. Bir süre önce, 50 milyon koyup Beşiktaş’ı almak istedi, arkadaşı Aziz Yıldırım tavsiye

etmedi, Süleyman Seba ve Yıldırım Demirören karşı çıktılar. Gülen’i Beşiktaş’ta da püskürtmüşlerdi;

Kasımpaşa ikinci hamle olmalıdır. 

d- Haber-Türk, en Fethullahi televizyondur. Samanyolu geride kalıyor. Ciner, Efendisi’ne kulüp alıyor,

kayda geçiriyorum.

Tarikatlar ile magazin el ele

Marx, din için yığınların afyonu demişti, istemeyi kaldırması ve iradeyi yok etmesi anlamındadır.

Yalnız, kitabi dinlerde mantık vardır ve tarikatlar, know-nothing getirmektedir, beterdir. O halde ve

tabii, oligarşi-tüsiad, tarikat istemektedir. Ama gelir dengesizliğine, işsizliğe, köleliğe artık yetmiyor,

kütleler ısınıyor; magazin, hazzı, sevişen zenginleri seyretmeye bağlamaktadır. Röntgenci sürüleri

üretiyorlar; geniş yığınlar, aşklarını, “bir gecelik birlikte” olanlarda yaşıyorlar. Az geldi, dozajı

yükseltiyorlar, başlarının üstüne aldılar. Şöyle de söyleyebilirim, artık magazin orji’dir; OECD, magazin

olmazsa Türkiye patlar, demişti. Raporu var ve şimdi tarikatlar ile magazin el eledir ve yoksul yığınlarasıl afyonu buldular. 

Yok hükmünde gazeteler

Efendim, Sovyetler’den kalma milli bayram törenlerini kaldırdık, çok güzel. Peki, Türkiye’de bir tek

“köşeci” yok mu; törenler Roma’dan, Bizans’tan, Katolisizm’den ve Fransa’dan gelmedir ve artık

Türkiye’de bir tek gazeteci yaşamamaktadır. Fransız milli bayramı 14 Temmuz’da, Champs-ElyséesBulvarı’ndaki geçitler, uçaklar, eski muharipler; neler yok ki, hepsi var. Biz, bayramları Avrupa’dan

Page 17: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 17/77

alırız; yazık yazık, bunları yazacak bir gazeteci, bir köşeci çıkmamaktadır. Ya bilgisiz ya yüreksizdirler,

bana göre hem bilgisiz ve hem yüreksizdirler. Ve bittiler.

**

Bana göre nokta mokta ve boktadırlar. 

Parazit de diyebiliriz. Çünkü artık okuyanları da yoktur; ama para alıyorlar. Bunu, hak edilmemiş gelir

tarif ediyorum.

Kıyam kokusu 

Amerikan derin-devleti ise, Türkiye’den bir kıyam kokusu almış görünüyor ve Sedat Ergin bize de

koklatıyor. Yalnız kıyam, bir, kalkışma anlamındadır ve bir de ölümden sonra dirilişi ifade ediyor; bu

daha çok kıyamet’tedir. Güzel, ben de bu bilgileri Sedat için veriyorum; ne de olsa eski

sempatizanlarımız arasındadır. Kitabımıza göre kıyamette dirilirler. 

Son Güncelleme: Cuma, 08 Haziran 2012 19:14YALÇIN KÜÇÜK/ Güngör’ün babası İlber Hoca’ya ikinci

ikaz-(TAMAMI)

Administrator tarafından yazıldı. Salı, 05 Haziran 2012 03:03

Kitabın adı “Saf ve Bakir Anadolu Çocuğu”, adını beğenmedim, Güngör’e uymuyor. En büyük

zenginlerle, Vitali Hakko, Sakıp Sabancı ve özellikle Vehbi Koç, dost denmez ama “yakın arkadaştır.”

Güngör bana göre gerçek bir halk çocuğudur. Türkiye’nin sevindirici paradokslarından birisi olarak

görüyorum; “ben solcu değildim, ama sol çevrenin adamı olarak bilinirdim” diyor ki, kalbi hep kıt

Page 18: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 18/77

gelirli Ayşe Teyze için çarpmıştır ve çarpmaktadır. Pek çok solcuya tercih ederim, güzel yemekleri

sever, pahalı yemekleri pek güzel yazan bir adamdır; belki ekonomiden çok yemek yazılarını

seviyorum, belki de kıskanıyorum. Tüsiad’ı ele aldığı zaman, tüsiad bir esnaf derneği idi,

modernleştirdi; tüsiad’ı sevmem, emekçilere, laisizme ve hatta Cumhuriyet’e karşıdır ama Güngör

işini iyi yapmaktadır. Bu kitap, harikadır. 

Tiyatrolar içindeki gençlik

Kendisini yazmıyor, daha çok İstanbul-Ankara arasında mekik dokuyor, yaşadığı dünyayı resmediyor,

çok çalışmışlar; Haşim Akman ile beraber, okuyanı, son 50 yılın tiyatrolarında, lüks lokantalarında,

devlet dairelerinde gezdiriyor. Güngör, 1955 yılında Ankara’da fakülteyi bitirmiş, ben o sırada

İstanbul’da liseyi geride bırakmıştım; Ankara’da çalışmaya başlamış, fakat İstanbul’a gelir, tiyatroları

gezermiş, ne yazık, karşılaşmadık. Taksim’de Muammer Karaca, Galatasaray’ın biraz daha aşağısında

Ses Opereti ve Galatasaray’a çok yakın Küçük Sahne; bunları bileceksiniz, bunları duyacaksınız,

Güngör’ün nehir söyleşisinde hepsini buluyoruz. 

Ne güzeldi Pera, liseli ben, bazen bir günde üçüne birden giderdim, Güngör, Toto Karaca’yı Taksim’de

yazıyor, Cem’in annesidir, ben Ses’te biliyorum; Toto, sahnenin arkasından sesini duyuruyordu, bizler

çılgınca alkışlardık, dans eder, gider, alkışlarla tekrar getirirdik. Atlas Sineması’nda, üç merdiven

yukarda, Haldun Dormen’in Küçük Sahnesi vardı, bilet zor bulunurdu, kibar insanlar giderdi, ben “ismi

ile müsemma” kaçırmazdım. Güngör sanıyorum, eksik yazıyor, Haldun, liseli belleğim beniyanıltmıyorsa, Heyecan Başaran’a, female, Hamlet oynatmıştı, “olay” olmuştu. Kâmuran Yüce ve

Cahit Irgat oynardı, sol solu çeker, Cahit çok yakışıklıydı, oyunu güçlü olmasa da, severdik. Mina

Urgan’ın kocası olarak biliyoruz, sonra ayrıldılar. 

Güngör’ün nehri 

Behice Boran bana bir kez, “üç çirkin kız, üç yakışıklı erkeğe aşık oldular ve Küllük’ten çıkmadılar”demişti. Güzin, Abidin Dino’yla, Halet Çambel, Nail Çakırhan’la ve Mina, Cahit Irgat ile evlendiler.

Behice Hanım mücadeleye yan çizen kızları sevmezdi, ama yine de Mina’yı hep sevgiyle anıyordu.

Peki, hoş, beni sardı, Güngör’ün nehrine daldım, taşırıyorum ve derhal çıkıyorum. 

Çocukları sanatçı olan ebeveynler 

Çok çalışıyor ve hâlâ sürdürüyor; bana göre kızı Elif içindir, New York’ta Columbia’da hukuk okumuş,New York barosuna giriş sınavını geçmiş, Güngör bunu kıvançla anlatmıştı. Baroya sınavla giriliyor ve

Page 19: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 19/77

New York barosuna girmek, servet kapısını açmaktır. Ama Elif Hanım açtığı kapıyı kapatmış, resim

yapmaya ve ressam olmaya karar vermiş; herhalde bir süre Güngör desteklemek zorundaydı, şimdi

nasıl bilmiyorum. Ama bunu seviyorum, şimdi bize avukat çok gerekli olsa da, Güngör’ü bir ressamın

babası olarak bilmeyi seviyorum. Yakışıyor. Güzel ana-babaların çocukları sanatçı olmalıdır, benim

saplantılarımın arasındadır. 

Devlet Planlama Teşkilatı’ndan anılar 

Eşi Nuran ile Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı’nda birlikte çalıştık, Uzun vadeli Planlar

Şubesi’nde, ben küçüktüm ama başında idim. Güngör, mükemmel araştırma yapmış, biz, 27 Mayıs

Devrimi’nin bu mühim kuruluşuna ilk giren meslek memurlarıydık; sınav yaptılar, beni yine birinci

yazıyor. Bu birincilikten bıktım, Silivri’de önemli davaların hep başına koyuyorlar, bir gün kurtulurum

sanıyorum. Hep birlikte kurtulacağımız günler yakındır. Biliyorum. 

Güngör’ü planlamadan evlendirdik, orada sevişmedik, daha doğrusu ben sevmedim, biz meslek

memuru idik, planlamayı çok ciddiye alıyorduk ve Güngör dışarıdan geldi, şüpheyle karşılıyorduk.

Ayrıca çok sevimliydi, herkesle kolay ilişki kuruyordu; biz ihtilal yapmış bir kuşaktık, daha ciddi

bakıyorduk. Bu nedenle benim asıl dostluğum, ben planlama’dan ayrıldıktan sonradır. 

Biz meslekten idik, Süleyman Demirel bizim yanımızda, Turgut Özal, Süleyman Bey’in arkasında,

yedek subay” uzmandılar. Ben planlama işini çok seviyordum, ancak 1965 seçimi iki sürprizle geldi,

Süleyman Bey başbakan oluyordu ve Türkiye İşçi Partisi on beş milletvekili ile Meclis’e giriyordu.

Tarihimizin en çelişkili, yaratıcı ve coşkulu dönemidir. Ama Turgut Özal’ın müsteşar olacağını duyduk,

her ikisiyle de çalışmayı reddettim. Güngör’ün Demirel ve Özal ile birlikteliği Planlama’da başladı; asıl

yetişme yeridir. 

Milliyet’in başında 

Milliyet’in başına geliş epizodu çok ilginç, okunmasını tavsiye ediyorum. Abdi İpekçi öldürülünce,

Ercüment Karacan, Güngör’ü bulmuş, “Güngör, ben gazetenin yüzde 20’sini Aydın Doğan isminde bir

iş adamına sattım” demiş, Karacan’ın çok küfürlü bir dili var. Bu “isimde” iş adamını Güngör, Vehbi

Bey’e sormuş, “ben tanımıyorum” Vehbi Bey’in cevabıdır; Güngör önce buna inanmıyor ve sonra

inanmaktadır. Ben ise Koç’un Doğan’ı o zamana kadar tanımadığına hiç inanamıyorum. Ve burada

duruyorum. Güngör, iki patronlu Milliyet’in başındadır. 

Page 20: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 20/77

Güngör, “Aydın Bey’i destekleyen de İnan Bey idi” yazıyor ve ben “bu kadar değil” diyorum. İnan

Kıraç, Koç Otomotiv’in başında, bir ara “Murat” yaptılar ve baş bayii Aydın Doğan’dı ve çok kazandılar.

Güngör bilmiyordur ve Rahmi Koç ikisini de sevmiyordur. Okuyoruz, sayfa numarasını vermiyorum.

Karıştırmak daha hoş oluyor. 

Bir başka vesileyle, “İhsan Kalkavan nerede ise, Fethullah Gülen de oradadır” demiştim ve devam

ediyorum. Eğer İnan Kıraç’ın Cumhuriyet Gazetesi’nde parmağı varsa, Aydın Doğan’ın eli de oradadır.

Güzel ama uzattım, bitiriyorum. 

İlber Ortaylı’nın dikkatine

Güngör bir kez bana babasını anlatmıştı, bir kitabımda yazmak istedim, belgeleri gönderdi, yalnız

Silivri’ye bir-iki ve git-gel nedeniyle yapamadım. Şimdi Nehir’de var. Babası İsmail Hakkı, Mülazim-i

Sani, Trablusgarp’ta gönüllü savaşmış; Güngör, bilgiyi veriyor: “Milli Savunma Bakanlığı’ndaki

dosyasına göre, babam, Beylerbeyi Sarayı Muhafız Taburu’ndayken Harbiye Nezareti tarafından

Umur’u Şarkiyat Dairesi, Teşkilat-ı Mahsusa emrine verilmiş.” Çok güzel, işte bu, İlber Hocam’a ders

olsun, Murat Bardakçı’ya takılıp tarih yazmak İlber Hocam’a hiç yakışmıyor; Aydınlık’ta, “Teşkilat-ı

Mahsusa: Bir Türk İhtilal Örgütü” yazısı ile üzüntülerimi ifade etmiştim. Şimdi uyarıyorum; yazılı ve

belgeli, Teşkilat-ı Mahsusa vardır. Artık biliyoruz ve tarihimizin içindedir ve zenginliktir, diyoruz. 

Dayım Orhan Yanıç, İskenderun’da uzun yıllar cehepe ve sonra belediye başkanlığı yaptı; yakın

zamanlarda bir sohbetimizde, Hatay’ın kurtuluşunu konuşuyorduk. Dedemi, en büyük çetenin

komutanı, anlatırken, “babam Teşkilat’tandı” dedi; önemsemez görünerek, “nasıl biliyorsun”diye

sormuştum. Cevabı “kendisi söyledi” olmuştu; varlar ve Kurtuluş Savaşı’nın tabanı olduklarını

düşünmek durumundayız. 

İsmail Hakkı’nın hikayesi 

İsmail Hakkı’nın hikayesi beni çok heyecanlandırmıştı, yalnız sadece Teşkilat-ı Mahsusa bağı nedeniyle

değil; Güngör’ün babası, Mustafa Kemal Samsun’a çıkmadan çok önce Ankara’ya varıyor, 14 Şubat

1919 tarihindedir. Tabii gizli bir hüviyeti var ve adı çok şaşırtıcı, “Mustafa Kemal Efendi”, Güngör bu

belgeyi de yayınlıyor. Çok güzel, ama ne yazık bitiremiyorum. Demek uzun bir nehirdir. 

Neden mi, Güngör’ün babası İsmail Hakkı’yı Çanakkale’de, Muhafız Bölüğü’nde görevli iken,

Ankara’da tutmuyorlar; Güngör’ün bir açıklaması var, Güngör’e bırakıyorum. Ama gerçek şudur,

Page 21: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 21/77

İsmail Hakkı, söz uygunsa, Düzce’ye sürülmüştür ve biz de Güngör’ün doğum yerini öğrenmiş

oluyoruz. Savaşın dışındadır. 

Gizli tarih

Şimdi bitiriyorum, Gizli Tarih’i açıyorum ve bir, Kut-ul Amare Kahramanı Halil’i; iki, Kafkas Kahramanı

Vehib’i; üç, Batum Kahramanı Nuri’yi Kurtuluş Savaşı’na almadılar. Dört, Medine Kahramanı Fahri’yi

aldık, emr-i vaki yapmıştı ve hemen Kabil’e gönderdik. Beş, Çerkez kardeşleri pek idare edemedik.

Altı, almadıklarımız, Kastamonu’dan çevirdiklerimiz çoktur. Bu kadar, Kurtuluş Savaşı başlarken,

böylece bu incelemeyi bitirmiş oluyorum. Güngör’ün babasının öyküsünü bu nedenle önemli

bulmuştum, şimdi yazabiliyorum. 

**

Güzel, peki ne demek istiyorum; çok açık, Kurtuluş Savaşı’na başlayanlar kazanacaklarından çok

emindiler. Öyle başlıyorlar ve işin başında seçiyorlar. Heyecan verici bir sonuç ve tartışılmasını

öneriyorum.

Güngör’ün Nehir’inden anılar 

Son nokta, hep “Güngör” dedim, Güngör Uras’tan bahsediyorum. Bu nehirden çok söz etmek

istiyorum; başkaları bir yana, İstanbul’u ve Ankara’nın lokantaları var. Çok güzel yazıyor, katılmadan

duramam, İstanbul’da Rejans’ı ve bir de Atlantik’i unutmuş görünüyor. Atlantik, galiba Ağa Camii’nin

karşısında bir yerde idi, İstiklal Caddesi’ne girmek zordu, çok kalabalıktı, ilk kez sosisli sandviç yiyoruz,

hardallı, Arjantin bardakta bira, ayaktaydı, modernite sayılıyordu, bir damla votka ilave edebiliyorduk,

ben ikiyi seviyordum. Sallana sallana Kabataş Lisesi’ne giderdik, votkalı bira kokulu ağzımızla erkek

olurduk.

**

Yatılıydık, kayıkçıya 25 kuruş verirdik, bizi Feriye’nin önünden alır, bir kürek çeker indirirdi, sadece

telli duvarı geçerdik. Ortaköy iskelesindeyiz, yukarıda Mösyö Mordu’nun kahvesi var, arkadaşlarım

pişti oynarlardı ve ben bilardo tutkulusuydum. Şimdi Mosyö Mordu’nun kahvesinin yerinde bir

tekstilci çalışıyor; nereden mi biliyorum, Güngör’ün çalışma dairesinin karşısındadır. Küçük, eski bir

Page 22: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 22/77

İstanbul evi, üst kata merdivenle çıkılıyor. Güngör, merdivenleri de kütüphane yapmış, kitabının

kapağında, en üstte benim kitaplarım görünüyor. Başladığımız yerdeyiz. 

**

Uzattım. 

Uzattım ama fırsat buldukça Güngör’ün nehrinde kürek çekmek istiyorum. Çok sevdiğimi

saklamıyorum. 

Son Güncelleme: Çarşamba, 06 Haziran 2012 18:42YALÇIN KÜÇÜK/ Les juges avaient peur: Benden

neden korkuyorsunuz? Korkuyorsunuz-(TAMAMI)

Administrator tarafından yazıldı. Cuma, 01 Haziran 2012 03:56

Birincisi Collette Beaune’a ait, Fransız’dır; 2009 yılında çıkan “Jeanne d’Arc” kitabında var, “yargıçlar

korkuyordu” anlamındadır. Jan Dark’ı yargılayan yargıçların korktuğunu not ediyor. Bu arada

ekliyorum, Jan’ın yakılması Bedrettin’in asılmasından on beş yıl kadar sonradır. İkincisi benim,

Silivri’de, 13 No’lu Mahkeme’nin yargıçlarına soruyordum. Üçüncüsü, “korkuyorsunuz” ise,

pekiştirmedir. Önce mikrofonu kestiler, sonra mahkeme dışına buyur ettiler; “korkuyorsunuz” diyor

ve tekrarlıyordum. Çok mu tekrarladım, bilemiyorum, ama 16 celse huzurda olmama cezasını layık

gördüler. Tabii çoktur, ama iki cürüm arkadaşımı, Ali ile Serdar, müebbeden duruşmadan çıkardılar;

artık adaletin kestiği parmak budur, diyoruz. Bel gibi kesici ve sünnet misli acıtıcıdır. Halimizi sual

edenlere selam ediyorum.

Cahiller çoğaldılar 

Page 23: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 23/77

Artık cahilliğimizi bilgiçlik yapıyoruz, “izdiham” sözcüğünü yeni yetme televizyoncular çok seviyorlar,

“kalabalık” demektir, bilmiyorlar. “Arbede”, kavga-gürültü veya itiş-kakış, eski dilimizde var ve

“muvazzaf”, vazifede olan, görevli ve maaşlı kişi ve subay anlamındadır. Fransızca officier de carrière

deniyor ve daha geçen hafta “muvazzaf” bir korgeneralimiz, şimdi Silivri’de çokturlar, “Hocam

kürsüye yaklaştığınızda çok korkuyorlar” demişti, demek ki hissedilir bir titreşim var. Doğrudur, yalnız

her doğruyu anlamıyorum. 

Toplu davaya şahsi tanık

Yenidir yeni, “gizli” tanık dinleyecektik, kimliklerini bilemiyoruz, bu bilmemek hali, on üçüncü yüzyılda

bir Engizisyon icadıdır, amma sorabiliyorduk. “Aman Allah”, Montesquieu de, ben acizleri de

söylüyoruz, despotizmi, ister gizli ister aşikar, ister müsteşar ve ister profesör, cahilleri ile tarif 

ediyoruz ve bu kadarı görülmemiştir. Yedik. Şimdilerde önümüze geldikçe, tanık yiyoruz, tatları

yoktur.

Sonra açıklara sıra geldi, Mahkeme Başkanı Hasan Hüseyin Özese sormamızı sınırladı, tanıklar adımızı

okumazsa soramayacaktık. İtiraz ettik, tanık şahsa özel değil, davaya ait olup bizimki toplu davadır,

dedik. Olmadı, ancak benim adım hep okunuyordu, idare ediyorduk. Demek ki, korku duvarını

aşıyordum. Aşırıyordum. 

Konferans arasında görülen dava

Sonra meşhur istihbaratçımız Bülent Orakoğlu geldi, müthiş ve müthiş, “ben şu televizyondayken” ve

“ben şu gazeteye konuşurken”, demek mühim bir adamdır. Ama “kaynak” mı, sanki kaymak ve

kendisi kaynaktır, çünkü sadece “içgüdüsel kanaatlerini” söylemektedir. Kanaatlerini ve analizlerini

dinliyorduk. Hiç böyle sıkıcı bir konferans dinlememişimdir. Bayıldılar. 

Bu büyük istihbaratçı açıldı ve yayıldı ve bu arada benim İngilizler’e bağlı olduğumu söyleyiverdi,

zamanı geldi, söz için kolumu kaldırdım, görmediler ve ısrar ettim. Bir öğleden önce İngiliz bağım ifşa

edilmiş, ancak öğleden sonra Orakoğlu, “yok, demedim” demişti ve Mahkeme Başkanı

hatırlamıyordu. Galiba heyetten bir yargıç bildi ve ben kürsüye yaklaştım, havada beş ölçekli bir

deprem vardı. Vukuatı hülasa etmiş oldum. 

Silivri’nin meşhur tanık yemeği 

Page 24: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 24/77

Sürülmüştüm, ama lüksümüz yerinde, sürgün mevkiinde ekrandan seyredebiliyoruz, buna tam

teşekküllü mahkeme diyoruz; sevgili arkadaşım, müdafiim, Yiğit Akalın şöyle bir dokunuverdi,

avukatların sorgusu kesilmemişti ve Bülent Bey sözünü kabul etti. “Ben bunu işte öyle söyledim” dedi,

bu anlama geliyordu, tutanaklara geçirdik. Güzel, şimdi Silivri’de tanık yiyoruz ve hep geçiriyoruz. 

Korku & Türk-Israel bağı 

İngiliz casusu olmadığımı anlatacağım, Bülent Bey, “gizli bir Türk-Israel antlaşması biliyor musunuz.”

Başlıyorum, ama büyük istihbaratçı artık dilsiz, siyonizmi biliyor, mossad’ı çok iyi analiz ediyor, ama

sesi yok, “cevap vermiyorum” demekten çekiniyor ve çok gergindir. Hakim ise “bunu sorma”

buyuruyor, ben 1996 tarihini, arkasından bunu imzalayan Başbakan Erbakan’ı açıklamak istiyorum.

Güzel, bu sırrı kim ifşa etti ve kim karşı çıktı, televizyonlar şahittir. Birincisi Yalçın Küçük ve ikincisi

Şevket Kazan ve imkansızdır. Yanıt olarak “konuşma”, “mikrofonu keserim” diyorlar, manzara-i

umumiye bu merkezdedir. Türk-Israel bağını çıkaranın İngiliz bağı olmaz, kanıt var mı kanıt, işte

buradayız. 

Uğur Mumcu katledildi, Eşref Bitlis öldürüldü, Turgut Özal yok oldu, artık Türkiye benim için

tehlikelidir; nereye gitmeli, “İngiliz bağım” var, iltica demek isabetlidir. İngiltere’de beni tanıyanlar

çok, Paris’te hiç yok ve ben Paris’e gittim, bunu da söyleyerek İngiliz casusu kanıtlarını sormak

istiyorum. Mümkün mü, “mikrofonu kesin” ve “korkuyorsunuz” nidaları arasında su-petimi alarak

dışarıyı bulabildim. Hiç konuşamadım. Ve benden neden korkuyorlar, bilemiyorum. Ama korktuklarınıbiliyorum.

Şeytana pabucunu ters giydirmek 

Hata benim, yıllar önce bir Askeri Mahkeme hem beni mahkum etmiş ve hem de “sanık Yalçın Küçük

şeytana pabucunu ters giydirecek kadar kıvrak zekaya” sahiptir demişti. Herhalde bunu ciddiye

alıyorlar. Ama ben almıyorum. 

Herhalde şeytan görmüş oluyorlar. Galiba artık ben de oluyorum. 

İç savaş & Dış savaş 

O zamanlar mı, Batı Avrupa’da Hıristiyanlık, Türkler tarafından kuşatılmış olduğuna inanıyordu, çokkorktukları mutlaktır. Tarikatlar ve sapkınlık yaygındı, nerede ise her köyden bir peygamber çıkıyordu.

Page 25: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 25/77

Fransa İç ve Dış Savaşı birlikte yaşıyordu; Jan Dark bir kahramandı, ama peygamber olduğuna

inananların eksik olmadığını da biliyoruz. Bir siyasi mahkemede yargılandı, Jan korkmuyordu,

yargıçları korkuyordu. Burada kuşkumuz yoktur. 

Ve ne kadar bugünkü Türkiye’yi hatırlatıyor; ülke tarikatlar tarafından kuşatılmıştır. İç Savaş’ın pek

çok cephesi var ve yönetenler bir Dış Savaş’ı arar durumdadır. O halde, Silivri bir siyasi yargılamadır,

tarihe göre, yönetenler korkarlar. Biz korkmuyoruz ve onlar korkuyorlar. Korkuları artıyor ve muradım

işte budur. 

Tanıklar da korkarlar 

Bu mahkeme Tuncay Güney’in İstanbul Emniyeti’ne duhulü ile başladı, Mart 2001 tarihindedir.

Güney, İbrani Darum’un Türkçesi’dir; emniyete bir fesat attı. Taha Koru aldı, Nisan-Mayıs 2001, fesadı

medyaya bastı ve yaydı; Darum’um devam ettiricisi oldu ve Silivri’de tanıktır. Ama gelmiyor, herhalde

korkuyor. Demek tanıklar da korkarlar; ama acep Taha Koru benden mi korkar, bilemiyorum. Bildiğim

very fearful bir hali olduğudur. Olur, insanlık hali, diyoruz. 

Bu nedenle, “korkma Koru”, çağırıyorum, Allah koruyucudur. Çünkü şu anda ben oynamıyorum,

sakatlandım, ancak yine de temkinli olmak gerek, çünkü hep bir şeytanlık yapıyorum. 

Zatına “corner-ist” diyoruz, kornerci, kornerden atarlar, kornerde yazarlar, köşededirler. Ve tavsiyem

var, güvenlikten akit alsınlar, “Y.K. konuşmayacaktır” ve yoksa hali perişandır. İkazımızdır. 

Bir de direndiğim rivayetini duydum. İnsan direnen hayvandır, o halde bana hayvan diyorlar.

Bilemiyorum, hatırlamıyorum. Ama olsa olsa içgüdüseldir. 

YALÇIN KÜÇÜK/ Dam dilimizi de yediler-(TAMAMI)

Administrator tarafından yazıldı. Çarşamba, 30 Mayıs 2012 05:29

Page 26: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 26/77

 

Lise yıllarımda, İstanbul’da ne güzel esnaf lokantaları olurdu, pek küçüktüler, müthiş lezzetli,

garsonları garson doğar ve garson ölürlerdi, “abime pilav üstü kuru” bağırırlardı, ama ben en çok

“beye bir baş ver” siparişine gülerdim ve “baş hazır, al başını” ocaktan gelen cevaptır. Şimdi hem

yanıyorum ve hem seviniyorum, yangınım Cumhuriyete ve sevincim kendimizedir, hep duyuyoruz;

“bana bir tanık bul, az tacizci olsun” ve masamızda cevabı var, “tacizci hazır, üç tacizi var”,

getiriyorlar. Önce parça parça ediyoruz ve sonra yiyoruz. Son işimiz, Cumhuriyeti utandırarak tanıkları

yemektir ve bunu çöküşten düşüşe yaklaştıkları haberi olarak alıyorum. Sevincimiz buradan geliyor. 

Daha çocukluğumdan karpuzcuları hatırlıyorum, “karpuz, karpuuz, seç seç al, bıçak üstüne”, tanıkların

içlerinde nurlusu aylısı var, bize kesilmiş veriyorlar, damdayız ve ne yazık, sadece masa üstüne

yatırabiliyoruz. Böylece soyut yiyebiliyoruz, bulduğumuz budur. 

Gizli kindar

Bir tanık verdiler, “gizli tanık” dediler, Marksist-Leninist Parti’denmiş, inanacak olursak, içlerinde 30

yıl kalmış, ama dilini de bilmiyordu, “emek verdim” işareti budur. Bir polis çırağına benziyordu, otuz

yıl içinde kalmış, “eylem yapmış,” ama dilini bozmuşlar, yüzünü çizmişler ve şimdi sadece kin

kusuyordu. Fakat ben, bu kin ile, kin içinde ve kendi içinde, otuz yıl nasıl yaşamış buna şaşıyordum.

Gizli tanık demek zor; yalnız “gizli kindar” çok uygundur ve bir model kuruyorum. 

Ve bu akepe’ye geliyorum, artık ayan-beyan ortada, Tanzimat’tan bu yana bütün tarihimize, bütün

kahramanlarımıza, bütün aydınlarımıza sadece nefret duymuşlar ve bunu nasıl gizlemişler, müthiş

merak ediyorum. Nasıl insanlar, müthiş insanlar, “eşi menendi yok” diyoruz ve bir fenomen, üzerinde

çalışma gereği duyuyorum. 

Bir kez “ancien régime” dedim, Kemalist Cumhuriyete “ancien”, eski dilimizde “sabık” ve “köhne”

karşılıkları var, köhne bakıyorlar ve kendilerininkine “Yeni Türkiye” demeye başladılar. Şimdi ne

yaparlarsa yeni’dir ve sadece böbürleniyorlar; en son Yeni Damları’nı görücüye çıkardılar. Anlaşıldı,

“Özel Yetkili Mapusane” kurmuşlar ve meddahlarına açtılar ve ben “sizin olsun” diyorum. “Yeni

Hapishaneler” sizlere layıktır. İnsansızdırlar, Tanrı’larından sadece kin öğrenenlere uygundurlar.

İnsanlara ve insanlığa aykırı damları yaptılar. İnsanlıkları bu kadardır. 

Page 27: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 27/77

 

Taşlaşmışların zulümhanesi 

Bunlarınki hapishane değil, zulümhanedir; insansızlaştırılmış her yeri zulümhane tabir ediyoruz.

Bunların bir tek kuruluş ve işletme hedefi var, insanı insandan soyutlamaktır ve bu nedenle taşı ve

çimentoyu bol kullanıyorlar. Meddahları ve maaşlarıyla taşlaşmışlar; taşlar taşları görünce bayılıyorlar

ve övmekle bitiremiyorlar.

Modernmiş, bizimkilerde aptesane kokardı, pek nemlidirler, durduk yerde ıslanırdı, ayağımıza,

bacaklarımıza içlik çekmeden yapamazdık, linyit yakardık ve dumanında yaşardık, kömür kokardık,

kırık camlardan giren kar serpintilerini yorgan bilirdik, ancak kapı altından buraya geldiğimizde,

“evimiz” sayardık, sıcaklığını duyardık. Ve bütün bunlar bizimdir, alın meddahlarınızı, sizin olsun, alınzulümhanelerinizi, verin bize köhne damlarımızı; b.k kokusu tercihimizdir. Tekrarlıyorum. 

***

Şimdi “mahkum kabul” lafını bulmuşlar, herhalde hastanelerin “hasta kabul” tabirinden almışlar;

demek, girerken hasta sayıyorlar. Eskiden “kapı altı” diyorduk, ilk girdiğimiz yerdir ve kayıtlar yapılırdı.

Görüş için yan yana camlar vardı ve yer genişçe idi ve başta burada “hoş geldin” dayağı çekilirdi, sırttaodun kırmak esastır. Ben de yetiştim, görüş yerine aldılar, dayakçılar daldılar, sopaları var, aç kurt

hırsındalar, anladım, ama adını sonradan öğrendim, İlyas Öztürk Astsubay beni bilirmiş, beni

severmiş, dayakçıları durdurdular. Bu tecrübem eksiktir. 

Damlarda insan olmak

Kapı altı bizim için çok tehlikelidir ve çok korkarız. Koğuşa geldiğimizde içimizi bir sıcaklık kaplar,gerçekten evimize geldiğimizi düşünürüz. Köhne damlarda koğuşlarımızı hep süsleriz. Süslersek

insanlığımızı ve yaşadığımızı anlarız. İnsan mı, süslenen yaratıktır. Ben insanım. 

Ben insan olduğuma en çok Ürgüp’te, yerin yedi kat altına indiğimde şaşırmış ve sevinmiştim, inişi çok

zordur ve korkarsınız, ama herkese tavsiye ediyorum. İlk Hıristiyanlar hayatta kalmak için yerin yedi

kat dibini kazmışlar; buna şaşmıyorum. Ama her katta süs var. İnsana hayranlık duyuyorum. İnsan

doğduğuma seviniyorum. Damlarda insan olmak var. 

Page 28: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 28/77

***

Eylemler olur, gelirler, alırlar ve bizleri hallaç pamuğu misli atarlar, çoktur, bir defasında pek alçak bir

yere tıktılar, pencere metruk bir yere, bir pisliğe açılıyordu. Koğuştan birisi “hoş” idi, pislik farebahçesidir, fareleri ekmekle pencereye çağırıyordu, seviyordu; fare-severmiş, ben sevmem ve fareleri

sevenleri “biraz” fare sayıyorum. Devamı var, koğuş akıyordu, üzerimize tık tık düşüyordu, yorgan

yerine leğen ve kova kullanıyordum, bulabiliyordum. Üst kattan geliyordu, tuvalet üst katın

tuvaletinin tam altındaydı, normaldir. Olur ya, üst kattaki ile aynı zamanda, senkronize, tuvalete

girecek oluyorduk, o zaman altımızdan çıkan kadar başımıza düşüyordu, başka çaremiz yoktu. Bu

duruma iktisat bilimindeki ilerlemeler üzere “win-win” diyoruz ve ben orada kendimi şimdikinden

daha insani duyuyordum. Şimdi bu “Yeni Türkiye” damlarında durdukça kirlendiğimi biliyorum ve

“verin-alın” diyorum. 

Duvarlardaki suretler

Duvarlar budur.

İnsanlar duvarlarında Tanrı’yı ararlar ve bulurlar. İnanmayanlar kadını ararlar ve sararlar. Tanrı da,

kadın da ısıtıcıdırlar ve biri diğerini aratmamaktadır. Tanrı da kadın da damlardadırlar. Buluyoruz. 

***

En çok çiçek ve en çok yeşil isteriz. 

Düşmandırlar. “Yeni Türkiye” çiçeğe ve yeşile düşmandır. 

Beton bahçeyi sulamak

Acımasız alay ediyorlar, “bahçe” diyorlar. Bir damla yeşili olmayan, dört yüksek ve beton ve beyaz

duvarla çevrili yere, sadece Yeni Türkiye’de “bahçe” denmektedir. Açılış ve kapanış saatleri vardır.

Sonlarına yaklaşıyoruz. 

Page 29: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 29/77

Ben çok erken yatarım ve çok erken kalkarım, ancak “bir yumurtayla...” yapamam, çiğ yumurta

yasaktır. Yemek ve oturma yerimi yıkarım, temizlerim, spor da oluyor. Fatih Hilmioğlu Hocam, İnönü

Üniversitesi’nin pek çok başarılı ve pek çok Atatürkçü Rektörü, bir tutkusu var, her gün “bahçeyi

sulamaktadır.” Eski adı havalandırma idi ve ben hâlâ havalandırma diyorum ve Hocam, her gün, bir

iğne deliği kadar yeşili olmayan yeri “bahçe” sanmakta ve yıkamaktadır. Su toz-savar’dır, ama “bahçe”

demektedir. Doğru, bu Yeni Türkiye’de biz hepimiz tuhafız. Pek doğru, “biz hepimiz tuhafız.” İfşa

ediyorum.

Zulalara operasyon

Sık sık “operasyon yeriz”, gelirler, bazen prangalar vururlar, duvara döneriz, her yerimizi ararlar,

maksat “zula patlatmaktır,” saklı olanı bulmaya çalışırlar. Zulada sevgili mektupları dışında en değerli

olan demir, metal parçalarıdır, öldürücü şiş yapılır, biz “rezistans” imal ederiz. Lambadan elektrikle

çekeriz, bağlarız, su teknemize atarız, çıkan buhardır ve buhar hayatımızdır. Yemek yaparız, yıkarız,

yıkanırız. Her atıldığımız yerde zulamızı ararız; ustalarımız var, idamlık bir Cihan bilirim, sanki doktor,

günlerce duvara tık tık vururdu, zulalarımızı bulurdu. İşte hayatımız budur. 

***

Ben neden iyimserim, ben neden güvenliyim, çünkü damda yettim. Orada insan çok çok güçlüdür ve

çok çok icatçıdır. Ben, bir mahalle çocuğuyum ve iki, damların çocuğuyum. Buluruz ve yeneriz. 

***

Köhne damlarda havalandırmalarımız çok genişti ve belki eski film veya hapishane dizilerinden

biliyoruz, en önemli işimiz volta atmaktır. Bu sözcük, “volta”, İtalyanca’dan geliyor, bütün dillerde var,

Oxford Dictionary of English Etymology, “a kind of dance” diyor ve aslında bir dans olarak yapılması

gerekmektedir. Dönüşler çok önemlidir, sertçe, ayaklar üzerinde bir yükselmek gerek, çiftler birbirine

bakacaklar, bir flamingo dansı düşünülebilir, sevgi icap etmektedir. Sert sevgi, damcı aşkıdır. 

Eski damlarda havalandırma çok önemlidir. Volta kesilme ve volta kesenlerin şişlendiği pek çok

söylenmektedir. Ben görmedim. Ancak elleri arkada, popolarında, bizim köylü-solcularımızın halidir

ve voltayı da rezil ettiler. 

***

Page 30: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 30/77

 

Köhne mapuslarda hapishane ağaları ve ünlülerle volta atmak çok önemlidir. Bunu yapanlar kıdem

alırlar, ben istemezdim, çünkü bir paradoks, sadece havalandırmada tek başıma volta atarken

“insansız” kalıyordum. Ama hiç bırakmadılar. 

Eski damda açlık grevi 

Çok başarılı bir açlık grevi yapmıştık, idare, orada da beni “Bir Numara” sayıyordu. Voltadayım,

yalnızım, birisinin gelmesinden korkuyorum, Halkın Kurtuluşu’ndan Elvan’ı severdim, biliyor ve geldi,

başladı. Açlık grevinden önce hapishane ikiye ayrılmış, büyük çoğunluk “pasifist-pasifist” demişler,

bizi, Türkiye İşçi Partililer’i öyle sayarlardı, greve “katılmaz” demişler ve Elvan “katılır” görüşünü

savunmuş, kazanmıştır. Anlatmak istiyor, ben istemiyorum; benim istediğim sadece bir damla insansızkalmaktır. Erkeklerden boğuluyorum.

Marx, Engels, Lenin diyor ki

Ama kararlı, anlatacak, anlatıyor, bitmiyor, çıldıracağım, ama sevdiğim bir çocuktur. Efendim, Marx şu

şu çalışmalarında şunları söylemiş ve buradan Yalçın Küçük’ün açlık grevine katılacağı çıkıyormuş ve

Engels’in de aynı yöne işaretleri varmış. Lenin ise Yalçın Küçük’ün açlık grevine katılacağı konusundaçok daha net ve açıklayıcıdır. Anlatıyor, benden aferin bekliyor, ben ise boğuluyorum, sonunda ağzımı

açtım. Bak Elvan, Marx beni tanımaz, Engels benden büyüktür, Lenin’e yetişemedim, bu söylediklerin

bilimsel açıdan doğru değildir. Doğru olan, yaptığınızın bir serserilik olduğudur ve ben de bir

serseriyim ve sizlere katıldım. Hepsi budur. Üzüldü, gitti. Ben insansızlaştım. 

Açlık grevinin gerekliliğine hiç inanmadım ve inanmam. Ama gençliği hiçbir zaman yalnız bırakmadım.

Sonunda bu açlık grevinde “öldüm,” dünya radyoları öldüğümü duyurmuşlar, zincire bağlayıp

Haydarpaşa’ya götürmüşler, doktorlar “x” yazmışlar, sonra bir kenara atmışlar. Bir ara uyandığımıhatırlıyorum. Çok bağırdım, “bana serum, bana serum...” Sonra mı, işte hayattayım. Serumu çok

severim. İnsanların yaşama dönmek için çıldırdıkları zamanlar var. 

Bir hayat biçimi

Voltaya mecburuz. Çünkü koğuşlarda yerimiz yoktur. Benim bir damımda ranzadan başka alandan

mahrumdum. Yer altındaydım, bana bir ranza düşüyordu, çalışıyor, yatıyordum. Misafirlerimi ranzada

karşılıyor ve derslerimi ranzada veriyordum. Bir hayat biçimidir. 

Page 31: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 31/77

 

***

Devrim bu sözü hatırlıyor. Yeni Türkiye’ye geldiğimde “baba bir hayat biçimidir” demiştin dedi ve beni

rahatlattı. Mühendis, binalar yeni ve sağlam, ekledi. Güzel, this is my life; galiba sevmeye başlıyorum.

C’est ma vie. 

Malta’da dünya 

Malta, ad, eskiden mapushanelerde, koridorlara “malta” diyorduk. İki türlü malta var, küçük malta,

bir sıra koğuşların önündedir ve büyük maltalarda iki yanda koğuşlar bulunmaktadır. Pek çok damda

akşam yemeğinden sonra büyük maltada volta atılabilmekteydi, bir saat sürüyordu. Kışın kömür

dumanı olsa da çok güzeldir, insanlar insanları görmektedir. Kışın voltayı daha uzun atarız. Voltada

döne döne, birbirimize dünyayı anlatırız. 

***

Ulucanlar’da farklı zamanlar her iki koğuşta da, “dört” ve “beş” no’lu koğuşlar, yattım; beş, yirmi

kişilikti ama o dönemde Kürt topluyorduk, doksan beşi bulduk, bizlere ranza verilirdi, ben Murat’la,

şimdi bdp milletvekili Murat Bozlak’la yan yana yatıyordum. Ama ne yatmak, bizler hariç, vardiya

usulü uyku vardı, ama sabaha kadar volta atılıyordu. Tabii, lambalar açıktı ve yine tabii, mışıl mışıl

uyuyordum. Çünkü Marx, Engels ve Lenin’in bu yönde de işaretleri vardı. Sağlığa mecburum. 

Damlar tanık bekler 

Başa dönüyorum. Bizim son zamanlarda tanık yediğimizi duymuşlar ve Fehmi Koru, Avrupalar’a

kaçmış, bekliyorduk. Önemlidir; bu Ergenekon Plot’unu İstanbul Emniyeti’ne atan Tuncay Güney idi,

Mart 2006 ve mossad bağı çok güçlüdür. Bu plot’u, matbuat ve televizyona atan ise Koru’dur,

birbirinin devamı sayıyoruz. Kaçmakta hakkı var. Biz yeriz.

Ama yine de gelebilir. Havalar iyidir.

Page 32: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 32/77

Yalnız bana sorarsa, bizim dam’lar tercih edilebilir. Ben seviyorum ve tavsiye ediyorum. Bizim dam

Koru’ya uygundur. 

***

Peki “Yeni Türkiye” mi, yeni olanı güzel değil ve güzel olanı yeni değil. Eşyanın tabiatına aykırıdır. Bitti,

diyorum.YALÇIN KÜÇÜK/ Abide-i Hürriyet Tezleri (I) Uzun 31 Mart’ın sonuna doğru-(TAMAMI)

Cuma, 13 Ocak 2012 08:05

Büyük reformatör Mithat Paşa’nın kemikleri ülkeye getirildiğinde, 1951 yılıydı, Adnan Adıvar

Cumhuriyet Gazetesi’nde yazmıştı; “Yıldız Mahkemesi bir cinayeti ortaya çıkarmamış, bizzat kendisi

bir cinayet işlemiştir”, demişti; vecizdir. Bir nazire yapabilir miyim, bu mahkemeler, Beşiktaş, Silivri ve

Çağlayan mahkemeleri, bir korkaklar imparatorluğu kurmak için motor olarak kuruldular; şimdi

kurucuları bir korku zindanına düştüler. Silivri, bir darbeyi ispatlamak için icat edilmiş ve ancak, birdarbe komedisi olabilmiştir. Fakat yalnızca komedi değil, bir trajedi seyrediyoruz. Trajediyi, uçuruma

gidişi önlenemez bir trende, kurtulmak için ters yönde koşan bir insanın haline benzetiyorum. Ve

iktidarı, bir tutsaklıktan kurtulmak için sürekli tutuklayan bir yaratık olarak tarif edebiliyorum. Hem

acıklı ve hem müthiş, gözlerimin önündedir. 

Hasta adam 

Ne güzel bulmuşlar, l’homme malade, “hasta adam” demişler, işte budur. Akepe bir homme malade

olup, uzun 31 Mart dönemini tamamlamak üzeredir. Tutuklama tuzağına düşmüştür, “hasta adam”

olmakla, tutukladıkça zayıflamaktadır ve muhasımları süratle gençleşmektedir. Bir Atina trajedisi

okuyoruz.

‘Ara rejim’in sonu 

Bunu, uzun 31 Mart’ın sonunu, Sezar’ın hakkını Sezar’a vermek durumundayım, ilk haber veren

Ertuğrul Özkök olmuştu. Ertuğrul “Ara Rejim” demişti, “Ara Rejim Çuvallıyor” yazısı 21 Nisan 2011

tarihlidir. Ertuğrul Özkök bu önemli fıkrasında, akepe dönemi için, “postmodern bile değil, arkaik bir

ara rejimdir” teşhisini koyuyordu; bunu, 31 Mart’tan daha karanlık olarak anlayabiliriz. 

Şunları ekliyor, bir, “ve bu ara rejim fena halde çuvallamaktadır.” Teşhisi şudur, “dikişleri atmakta,

hiçbir yırtığı yama tutmamaktadır.” Bir bitişi haber veriyor, “İkinci Cumhuriyet” başlamadan bitmişe

Page 33: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 33/77

benzemektedir. Ertuğrul katkısını, “Üçüncü Cumhuriyet” özlemi ile bitiriyor, demek şimdi daha

ciddidir.

Cumhuriyet müdafaası 

Aynı yıl benim “toslama ve foslama” tespitim var, “foslama” ile “çuvallama” sözcüğünü eş anlamdasayabiliriz; bu kabiliyeti zayıf ve cahiliye’den kalma ekip dış politikada her gün bir taşa çarpıyordu. Bir

Ancien Régime psikozuna girdiler, bize Ancien Régime mensupları ve artıkları olarak davranıyorlar.

Fransızca’dır, “İdare-i Sabık” ya da “Eski Rejim” diyebiliriz; Tuncay Özkan bunu ilk kez ortaya attığım

zaman, “ağızlarına laf verdin” deyip bana kızmıştı; doğru, başta Gül, hepsi hem sevindiler, hem

sahiplendiler.

Bu önemli kavramın, Ancien Régime kavramını Tocqueville’e borçluyuz, devamcısı bir diğer kavram

Bolşevik Devrimi’nden hemen sonra ortaya çıkmıştı. “Hvost” dediler, hvostizm, “khostizm” olarak Batı

dillerine girdi. Rusça’da bu iki sözcüğün ilki “kuyruk” ve ikincisi “kuyrukçuluk” olmaktadır. Kuyrukları

Silivri’ye topluyorlar; Kemalist Cumhuriyeti savunanlar kuyrukturlar ve artık hukuk yoktur, sadece

kuyruk depoları mevcuttur. 

Kemalizm’in doğum sancıları 

Uzun yıllar ayrı düşmüştük, Ertuğrul ile geçen yıl buluştuk. Benim Kemalizm’in Dönüşü, 15 Kasım 2011

tarihlidir, bu gericilik bütün yanlışlarımızı siliyor; Kemalizm’in yeniden doğum sancılarını yaşıyoruz.

Doğum soldadır ve yaşamak için sol olmak zorundadır. 

Şimdi bugüne geliyorum, Türk Ordusu, hem Kemalist olduğunu sanıyor ve hem de sol zorunluluğu

anlamamakta ısrar ediyordu, tarihi yanılgısıdır. Bu yanılgının iki vargısını biliyoruz; bir, yüksek

komutanlar “Kemalizm’e ihanet ettiler” ve iki, “kurmay sınıfı, sınıfta kaldı”. Güzel, bunlar varsa, geriye

ne kalıyor, sormuyorum ve akepe’yi iktidara Yüksek Komutanlar’ın getirdiği tespitimizi tekrarlamakla

yetiniyorum.

Panteon: Abide-i Hürriyet

Tarihe dönüyorum, Mithat Paşa, Abide-i Hürriyet’te yatıyor; Enver Paşa, yetiştirmesi Hareket Ordusu

Komutanı Mahmut Şevket Paşa, hep, Abide-i Hürriyet tepesindedirler. Son Osmanlı’da panteon idi;

Cumhuriyet’in panteonu olmadı, ben kitaplarımda kuruyorum. Anıtkabir sadece Anıt Kabir’dir.

Panteon eksik kalıyor. 

Güzel, peki, Abide-i Hürriyet şu anda nerede; kırpılmıştır ve yerine Çağlayan Adliyesi’ni yaptılar.Hürriyet karşıtlığının bundan daha renkli ispatı olabilir mi, şimdi hürriyetperverler yargılanıyor.

Silivri’den kalkıyor, 1.5 x 1.5 metre hücrelerde, beşimiz bir arada, cezaevi aracı ile Abide-i Hürriyet’e

gidiyoruz. Müdafaa ettiğimiz hürriyet’tir ve Paşa’nın yanındayız. 

Korku muhakemesi 

Abide-i Hürriyet için yeni “tezler” hazırlamış bulunuyorum, biri ve ilki, “Yakın Tarihimizde Dört Korku

Muhakemesi” başlığını taşıyor, özetlemek istiyorum. Bir, Mithat Paşa, Abdüllaziz’i Meşruti idarenin

engeli olarak görmüştü, Abdüllaziz’i indirip Murat’ı çıkarmıştı; ama Murat akli dengesini yitirdi; bunun

üzerine Abdülhamit’i çıkardı. Beş yıl sonra Hamit, “beni de indirir mi” kuşkusuna kapıldı, “Yıldız

Muhakemesi” işte bu korkunun eseridir. İki, Millet Meclisi’nin açılmasında ve Cumhuriyet’in

Page 34: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 34/77

kurulmasında, İttihatçılar da vardı. Ya isyan ettiler ya da öyle düşündük, 1925-1926 İzmir ve Ankara

Mahkemeleri, bu tespitten sonra oldu. Şeyh Sait İsyanı ve Mahkemeleri de buradadır. Ali Fuat

Paşa’nın, Kazım Paşa’nın, Doktor Nazım’ın, Cavit’in kendilerini değil, korkularını buluyoruz. Üç, 1951

yılında TKP Davaları, 1953 Milliyetçiler Derneği, 1954 Millet Partisi Davaları var, burada bırakıyoruz. 

Dört, akepe’yi iktidar yapan, Türk Silahlı Kuvvetleri’dir, 3 Kasım 2002 tarihlidir. Aynı gün GenelkurmayBaşkanı Özkök oyunu verdi ve Washington’a uçtu, desteğini orada açıkladığını hatırlıyoruz. Aynı tarih,

“Ergenekon” denilen davaların hazırlıklarının başlangıcı da oluyor; Silivri bir tasfiyehane olarak

hazırlanmıştı, öyle de kullanıldı. Çok güzel, Mithat Paşa’nın Yıldız Mahkemesi, Hamit’in iktidarından,

1876 yılındadır, beş yıl sonra, 1881’de açılmıştı. Bu davalar da, Akepe Hükümeti’nden, 2003 tarihlidir,

beş yıl sonra, 2008’de başlıyordu; ne tesadüf! Ancak, çıkarabildiğim tesadüfler daha çoktur, yazarım. 

Türk Ordusu’ndaki Israel 

Pek güzel, İlker Paşa kükredi, içi yandı, hepsini biliyoruz; sevdiğimiz bir Paşa’dır, ancak aynı zamanda

akepe’nin de yolunu açan, eninde sonunda, iktidarını destekleyen bir Yüksek Komutan’dır. Bir, benher kanaldan seslendim, “yargılama yeri Askeri Mahkeme’dir” dedim; Hakim Albay Zeki Üçok içerden,

“Komutanım sarı ineği vermeyin” dediler ama verilmiştir. İki, Kozmik Odalar, Seferberlik Dairesi İlker

Paşa’nın zamanında açılmıştır. Üç, Binbaşı Ahmet, Birinci Ordu’ya bilirkişi yapılmıştır; suçlamak için

seçildiğini biliyoruz. 

Neden mi, Sabetayizm araştırmalarımdan sonra, Israel’e ulaştım, “Israel Türkiye’de Israel’de daha

güçlüdür” teoremi artık her yerde biliniyor; OdaTv iddianamesinde dahi var. Bir, Fethullahi Tarikat,

hem Yaşar Paşa ve hem de İlker Paşa’ya İbraniyet iddiasıyla karşı çıktı, yüksek komutan olmalarını

önlemek istediler. “Bilirkişi” olarak karşı çıktım, siper oldum. İki, Israel en çok Türk Ordusu’nda

güçlüdür. Üç, akepe, öncelikle Israel’in ve Tüsiad’ın hükümetidir ve Yüksek Komutanlar buna uydular.Hepsi budur ve geride bırakıyorum. 

Arkadaşlar arasında 

Ertuğrul’a dönebilir miyim, bu yazısını beğenmiştim, çok sevdiğim bir başka yazısı daha var. Bir

yazısında, “hiç Yahudi bir sevgilim olmadı” diyor ve gözyaşı döküyordu. Çok üzülmüştüm, teskin

edememiştim, şimdi haber veriyorum, “olmuştur, olmuştur, bilememiştir” diyorum. Benden yardım

isterse, bulur ve söylerim. Arkadaşlık görevi sayıyorum. 

Bir yerlere geliyoruz. Bir yerlere geliyoruz. Arkaik ve karanlık bir devri geride bırakıyoruz. 

YALÇIN KÜÇÜK/ Abide-i Hürriyet tezleri (II) Kaos ya da OS.R.K. davası-(TAMAMI)

Salı, 17 Ocak 2012 04:35

Page 35: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 35/77

Her ülkeden kadın-erkek, kahramanlığa özenenler hep Jan Dark olurlar. Engizisyon Jan Dark’ı

müebbede mahkum etmişti, hakimler koğuşunda ziyarete gittiler, üzerinde erkek giysisi vardı, canları

sıkıldı, üstelik “konuşuyorum” dedi, cezasını odun üzerinde yakılmaya çevirdiler. Yanarken, Je

m’attends à mon Seigneur, “Tanrımı bekliyorum” diyordu, korkusuzdur. Ancak bu dönemi yazan

Collette Beaune, yeni çıkan pek güzel çalışmasında, les juges avaient peur, demektedir; yargıçları

korkuyordu. İçleri pek karanlıktı, bir kaos diyebiliriz. Fransızca etimolojik sözlük, “ténébreuse”, tasvir

ediyor, kopkoyu karanlık; korkakların icat ettiği ve korku çıkaran ve çoğaltan bir kuyudur. Kaos,

korkunun ve karanlığın yatağıdır; Akepe, kaos yaratmak zorunda ve durumundadır. 

Her yer kokuyor 

Kimyadan önce simya ve kosmos’tan evvel kaos varlar. Öte yandan cahiliye’nin kabl-el islam

olduğunu biliyoruz. Demek ki, Yunaniler kaos’u ve Muhammediler cahiliye’yi buldular. Öyleyse kaos

bir tür cahiliye olup biz şimdi “pırt” diyebiliyoruz ve Türkiye’dedir. Son icatlarıdır; ama lügatler var,

“o.u.uk” yazıyorlar. “Gaz” da tabir ediyorlar, her yerde kokusu var. 

Çelikten tutsaklar 

Güzel bir özete yaklaştık, kaos, kosmos’un zıttıdır ve şimdi mahkemelik olanlar ile dışardakiler

arasında benzer bir zıtlık görüyoruz. Mahkemelikler hiç korkmuyorlar; zamane tutsaklar 12 Mart 1971

ve 12 Eylül 1980 sanıklarına hiç benzemiyorlar. Ol tarihte yiğitler, idam sandalyesini tekmeleyenler

çoktular; ancak korkaklar, dönekler ve bülbüller de vardılar. Yalnız bu en son esirler, çelikten çıktılar,

içlerinde bir tek ama bir tek düşen ve eğrilen olmadı, en çok mahkemede kılıç oldular; “seyf” de

diyoruz, “seyfiye” buradan çıkıyor ve akepe’yi Beşiktaş’ta, Silivri’de ve şimdi de Abide-i Hürriyet’te

yendiler ve yeniyorlar.

Abide-i Hürriyet yolunda 

Büyük Reformatör Mithat Paşa, Abide-i Hürriyet’te yatıyor, Hamit’in cülusunun beşinci yılında, bir

darbe ve cinayetle suçladılar. Yıldız’da ve Çadır Mahkemesi’nde soruyordu; peki, Valide Sultan’a sual

ettiniz mi, “hayır”; peki, Başmabeyinci Fahri ne dedi, “mühim değil”; cevaplar hep bu haldeydiler.

Korkusuz Paşa bunun üzerine, “acayip, siz bizi idam cezası ile hüküm etmişsiniz”, böyle haykırdılar;

hâlâ devleti düşünmektedir, “ne hacet”, neden bizi burada topluyorsunuz, bu masarif neden, hükmü

vermişsiniz. Merkezi mahkeme var, kendi kaoslarına inanıyorlar. Silivri’den Abide-i Hürriyet’e iki saat

çekiyor, Soner, Barış Terkoğlu, Coşkun, Sait ve ben bir hücredeyiz, her tarafımız kapalı. Askerler iyi,

ama hücrede çantalarımıza yer yok, askerler koridorda bekliyorlar. Barış yüksek sesli, arada bağırıyor,

“yandık, havalandırma”, biraz sonra bir daha, “donduk, havalandırma”, askerler iyi, bir yanıyor bir

donuyoruz. Abide-i Hürriyet’e yaklaşınca, Paşa’nın sesini duyuyoruz, “acayip, siz bizi müebbet ile

mahkum etmişiniz”, bu masrafı anlayamıyoruz. 

Ancien Régime 

Güzel ve bir, benim çok önem verdiğim “Ancien Régime” tebliğimi, 01.04.2011 tarihinde, On Üçüncü

Mahkeme’ye sunmuştum. Ol tarihte Köksal Şengün reis idi, refleksif korkuyorlar, konuşturmak

istememişti; ben de, “benden ne kadar korkuyorsunuz” demiştim, halbuki şirin bir çocuk olmakla tatlı

dilliyimdir. Başlayınca “devam” diyorlar, ayrıca anlattım, Köksal Beyefendi’ye ayrıca büyük sevgim

vardı. Baştimar Köyü’nden ve Baştimar Ailesi’nden geliyordu, Türkiye Komünist Partisi’nin yiğityöneticilerinden Zeki Baştimar, Ailesi’nin büyüğüdür, üstü kapalı anlatmıştım. Anlaşmıştık, yine güzel,

Page 36: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 36/77

tebliğim matbuata yansımıştı; Ertuğrul Özkök’ün önemli yazısı, “Ara Rejim Çuvallıyor” bundan sonra

ve 21.04.2011 tarihindedir. Tarih düşmüş oluyorum. 

Burada iki devlet teorimize giriş var, buluş Tocqueville’indir; biz Türkiye’de, Kemalist Cumhuriyet,

artık “ancien”, eski, kadim ya da sabık oldu, bunun için yakalanıyoruz. Pek güzel, yalnız bizim

yaşadığımız Cumhuriyet’te yaptıklarımız suç değildir, bunlar ise “yeni” rejimlerinde bizehükmediyorlar; tebliğin özeti budur. Amma ve lakin, özü bırakıp, Zekeriya Öz’ü alıp -Gül, Arınç bayram

yaptılar- bize “Eski Türkiye” dediler, benim icadımdır. 

Gayri iradi talebem 

Parantezle devam ediyorum, internette “döndürdüler”, hâlâ dönüyordur; Tayyip Erdoğan’ın “on

hocası” listesi vermişlerdi, İdris Küçükömer, Necip Fazıl... Ben de varım; günahlarım çoktur ve itiraf 

ediyorum. 10 Ocak 2011, Hurşit Paşa Hazretleri’nin tutuklandığı gün, oradaydım, yine “şeytani bir

amel” ile, önceden uyarmıştım, grubunda söylediği şudur: “Çeteler, mafya, darbeciler, diktatörler,

andıçlar eski Türkiye manzarasıdır. Yeni Türkiye artık ileri demokrasiye, hukuk devleti anlayışıyla,sivilleşmeyle şekilleniyor.” Demek, benim gayri iradi talebem de bu sınıfı geçtiler ve “çok şükür”

diyorum.

Kaos’a ve Abide-i Hürriyet’e dönebilir miyim, Ocak ayı başında, orada, Çağlayan’da idik, bu kez On

Altıncı’da, dava mankeni olduğum için geziyorum, kaos’u da açıkladım ve kaos sözcüğünün bir de

kıyamet karşılığında kullanıldığını gösterdim. Bravo gayri iradi talebeme, on gün geçmedi, hızlanmış

ve öğrenmiş, öyle anlıyoruz. Yine Grubu’nda, taraftarlarının önünde, “bunların tarzı kıyamet siyaseti”

diyordu; bu ne korku Ya Rabb, Yüce Gök, ikinin biri olmuş, muhalifleri kıyamet yaratıyormuş, işte

buradayız. Korku yaratıcıları, korku süjeleri oldular. 

Kaos’tan kıyamete 

Yalnız bir nokta var, bizi kaos yaratmakla hükmetmek istiyorlar ama ceza kanunda mevcut değil,

şimdiye kadar hiçbir ceza davasında, mahkeme kararında yoktur. Bununla ilgili hiçbir içtihada

rastlamıyoruz; böyle mühim bir cürümü, yakın zamanda bir İlhan Cihaner ve iki, OdaTv ve benim için

uydurmuşlar. Kıyamet işte bu olmalıdır. 

Diktatorya hukuku 

Peki, biz ne yapıyoruz, Latince çalışıyoruz, nullum crimen, nulla poena, sine lege; kanunda yazılı

değilse, suç ve ceza olamaz, Roma’dan beri bu böyledir. Bunun Türkçesi, Ceza Kanunu’nda “kanununaçıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez” şeklindedir. Demek ki, diktatoryanın

hukukunu, daha doğrusu hukuksuzluğunu bulmuş durumdayız. Uydurukçudurlar. 

Derin karanlık 

Bitti, artık kaos’tan çıkabilirim ve bir, The Oxford Handbook of Criminology - 2007, koğuştadır ve

hemen aktarıyorum, şöyle: “A number of criminologists and others are beginning to prophesy a new

apocalypse in which anomie will flourish on such a massive scale that entire societies will dissolve

into chaos and lawlessness.” Demek harika, kısaca, bazı kriminologlar, “yeni bir kıyamet” kehanetinde

bulunuyorlar ve sonu, kaos ve kargaşa’dır, mahşer de diyebiliriz. Çok çok açık, biz “kıyamet”

çıkarıyoruz; öyleyse şerren hükmedebilirler. İşte derin karanlık, budur. 

Page 37: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 37/77

Kaos ile gaz 

İki, Dictionnaire Étymologique, chaos için, “espace immense et ténébreuse”, diyor. Çok büyük boşluk,

karanlık anlamındadır, ama bu ilk anlamıdır; ikinci anlamı ise “gaz” olmakla öğrenmiş oluyoruz. Üç, La

Russe du XXe Siécle, 1927 tarihlidir, “gaz” için, “mot créé par van Helmont qui l’a tiré du grand

chaos”, açıklamasını yapıyor. “Chaos”, savant, ulema bir sözcüktü, halk anlayamıyordu, ElenceChaos’dan “gaz” sözcüğünü çıkarttı, on yedinci yüzyılda oldu. Bulduk ve devam ediyorum. 

Dört, The Oxford Dictionary of English Etymology’de, van Helmont, “I have called that spirit gas, as

being not far removed form the chaos of ancients”, ifadesine yer veriyor. Van Helmont bu sözcüğü

icat ile, eskilerin kaos’a yakın bir sesle “gas” dediğini telaffuz etmektedir. İngilizler “gas” diyorlar, ben

Mahkeme’de, İngilizce ve Fransızca’da “ch” yazıldığını, Rusçası “haos”tur, ifade ederek, kaos,

tekrarlayarak, “gas” ses ve sözcüğüne varmayı önerdim. Yaptım; kaos, gaz ve gazdır, sonuca gelmiş

oluyoruz. Fonetik planda ayrıdırlar. 

Suç pırtlamak 

Beş, Tahsin Saraç’ın güvenilir Büyük Sözlük’ü koğuştadır ve Fransızca “gaz” için, Türkçe “gaz”, bu bir

ve iki, barsak gazı, osuruk, avoir des gaz, karşılığını vermektedir. Çok çok hoş, demek kaos o.u.uk olup,

biz “pırt” yaparak suç işliyoruz. Akepe’yi devirme teşebbüsümüz pırttandır ve tövbe ediyorum,

akepe’yi yaşatmak üzere, pırtlamamayı öneriyorum. 

Bir pırtlık can 

Mautner’in, A Dictionary of Philosophy, chaos’u açıklarken, genellikle zararsız bir butterfly, kelebek,

uçarsa, bazen, trigger a tornado, bir hortuma neden olabilir, diyor. Bir küçük kımıldanış ile kosmos

kadar büyük bir kuyuda, çok karanlıktır, bir hortum patlıyor, neler olmaz, Yüce Gök akepe’yi korusun,diyorum. İddianameye göre müstear isim de pırt’tır, bir daha hiç kimseye müstear, “ödünç” isim

önermemeyi taahhüt ediyorum. Ayrıca gerek de yok, bunların kodamanlarından birisi, “bizi top ve

tankla götüremiyorlar” deyu övünüyordu. Artık anladık, bir pırt yetiyor ve o kadar. Bir pırtlık... 

YALÇIN KÜÇÜK/ Abide-i Hürriyet Tezleri (III) Lombrosyen kriminoloji Silivri’de (TAMAMI) 

Salı, 24 Ocak 2012 03:34

Delil sonradan gelir, aslında gelirse gelir, gelmezse de olur, çünkü delile ihtiyaç yoktur, önce “suçlu”

vardır. Soner, Abide-i Hürriyet’te “Benim evime girdiklerinde ellerinde bir tek delil yoktu,” demişti ki,

çok doğrudur. Hiçbirimizin evine veya evlerine girerken ellerinde delil yoktur. Bir suçlu alıyorlar,

virüslerini atmışlar, ne varsa alıp götürüyorlar, burada aradıkları havadır, medyakratları içindir, Sedat

Ergin, Mehmet Ali Birand için, aldıkları havayla “cani” yaratacaklar. Biliniyor, ceza muhakemeleri

Page 38: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 38/77

kanunu mimarlarından olduğu rivayet edilen, Profesör B. Öztürk, ki İlker Paşa’nın delil-sevmez

mahkemelerde yargılanmasında ısrarlıdır, kitabında, “bugün uygulamada hâlâ, büyük ölçüde sanıktan

delile sistemi geçerliliğini muhafaza etmektedir,” demektedir. Bu, işte budur, Cesare Lombroso daha

önce ve daha yukarıdadır. Fransızca “criminel-né” ve İngilizce “born criminal” tarif ediyordu,

“doğuştan cani” anlamındadır ve şimdi biz Silivrililer, tarifli, by definition, suçluyuz. Silivri’de delil mi,

beş para değeri yoktur, ben bunu görüyorum ve hep söylüyorum. Silivri’de mantık yoktur. “Bitti,”

diyoruz.

Kemalizmi savunma suçu 

Yahudiler’i hatırlatabilir miyim, on birinci yüzyılda, ilk Haçlı Seferleri, Kudüs’te Yahudileri de

kurtarmak içindi, ama Batı Avrupa’da yakaladıkları yerde öldürüyorlardı, çünkü tarif icabı, méchant,

kötüdürler. Büyük Veba’da, 1347 tarihindedir, buldukça yaktılar. Çünkü kötüdürler, tarifleri var.

İspanya’da, Engizisyon’da yaktılar, çünkü méchant-né, “born evil” sayıyorlar ve devam ediyor. Tarifli

suçlu kim, tımarhanelerde, hapishanelerde, doktorluk yapan Lombroso da, suçlunun tarifini bulmak

istiyordu. Şimdi Lombroso’dayız, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısındaydı, hiç ırkçı değil, hatta “light”solcu da diyebiliriz, cani örnekleri üzerine çalıştı. Cani mi, “à ses yeux”, gözünde, suçlu değil, le

criminel est un malade, bir hastadır. İtalyan Lombroso’nun kriminolojinin kurucusu olduğundan hiç

şüphe yoktur, tariften suçlu peşindeydi. İstatistik disiplininin zayıf olduğu bir zamanda yola çıktı ve

şimdi Silivri’ye geldi. Ve şimdi, Kemalist cumhuriyete sahip çıkanları, seçtiklerini, les malades, hasta

sayıyorlar ve topluyorlar. Aslında hasta, hasta toplamaktadır. 

Suçlu tarifi 

Cani Adam, Homme Criminel, kitabında, 1887 tarihli, çok sevimli bir örneği var, une chatte d’Angora,

Ankara kedisi, çok sevimli, çok yumuşak, bebelerine çok iyi bakıyor. Ancak, yaşlanınca çirkinleşiyor;hizmetçi onu beslemiyor. Kedi de işte o zaman bebelerini yiyor. Les conditions indépendantes de la

volonté, önleyemez, iradesiz, cani kedidir. Bir de at var, tavşan yüzlü, kemerli burunlu ama

veterinerler ve Lombroso kitabını Fransızca çevirisinde méchant ya da rouge diyor, kötüdür, kriminal

bir at diyebiliyoruz. “Rogue” sözcüğünü ise biliyoruz, belleğim beni yanıltmıyorsa, Başkan Clinton,

Suriye, Kuzey Kore, İran gibi ülkeler için kullanıyordu, serseri’dirler, kötülük yaparlar; demek, Bill

Clinton da Lombrosyen kriminolojiye inananlardandır. Atavist’tirler. Köklerine bağlılar; bir küme, bir

aşiret, bir parti, ama suçludurlar. 

Tarifli sanık 

Fatih Hilmioğlu hocamızın işi çok zor, İnönü Üniversitesi rektörü iken, Jandarma Umum Komutanı

Şener Eruygur Malatya’ya gelecek olmuş, yemek yemişler, ancak gittikleri lokantaya yakın bir yerde -

yakın ama diyelim yirmi kilometre- kitapçı misyonerleri öldürmüşler; iddianamede var, méchant,

kötü, laik, cumhuriyete bağlı, cani parmağının olmadığını ispat zorundadır. Anlatamıyor, çünkü by

definition, tarifli, sanıktır. Silivri’de en kaba Lombrosyen kriminoloji işlemektedir. Bu Lombrosyen

canlı, yıllardır Silivri’de gerçek anlamda malade ve tarifli suçludur, hiçbir delili yok, ciddi hasta,

içeridedir. Bunlar “suçlu” değil, öncelikle Ankara kedisi soylu, tavşan yüzlü, kemerli burunludur. Ayağa

dahi kalkamayan Levent Ersöz Paşa, à ses yeux, insan değildir ve tarifleri var. Damgalıdır, Kemalist’tir,

içeridedir ve kinleri taşmaktadır. 

Kriminal talimat 

Page 39: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 39/77

Devamla, Lombroso, fahişelerin aklı kıt kadınlardan çıktığını buluyor, “Criminal Woman, The

Prostitute and the Normal Woman” kitabında, İngilizce’ye bu şekilde çevrilmiş, buna ilaveten, “The

lower jaw of female criminals and still more of prostitutes is heavier than of the normal woman”,

cani kadınların alt çenelerinin normal kadınlarınkinden daha ağır olduğunu yazıyor ve fahişelerde ise

alt çene daha da ağırdır. Özetle, cani kadınlar ve fahişeler çok akılsızlar; bana gelince, kadın

olmadığımdan emin olsam da, Lombroso’ya göre, artık pek ahmak olduğuma inanmak zorundayım.

Çünkü ben bir Lombrosyen fahişeden daha ahmağım, siz bakmayın televizyonlarda devamlı program

yapmama, çok aranmama, Mehmet Ali Birand’ın, Fatih Altaylı’nın hayatlarında en büyük izlenme

katsayısını benimle yaptıkları programlarda almalarına, ben bir fahişeden daha ahmak birisiyim.

Neden mi, çünkü söyleyeceklerimi televizyonlarda söylemem, Barış Pehlivan’ı getirttiririm, attırırım

bir talimat, Barış attırır makineye, polis girer ve bulur, frengili kadınlar misli bizi toplarlar. Bu defa işte

böyle toplandık. Artık vesikamız dahi var. 

Nerede o eski mahkemeler 

Nerede o eski mahkemeler, onlar işkence yapardı, biz de söylerdik; şimdi mertlik kalmadı, “attır birvirüs, ya da doldur bir cd, hepsi tamam ve bunları çürütmek imkansızdır. Ama yine de, geçen gün

olağanüstü bir gösteri seyrettik, Ülgen Hukuk Bürosu’ndan genç hukukçu Serkan Günel harikaydı. 13

numaradaydık, 51 no’lu cd’den konuşuyorduk. Levent Göktaş Albay da tarifli ve damgalı suçludur;

pkk’yla çok savaşmış, Özel Harp’ten üç çok yüksek madalyası var. Sahte bir 51 numarası olmuş, ikide

bir dilekçe yazıyor, “aman iyi saklayın” diyor, içeridedir. Serkan ne mi yaptı, polislerin benden de geri

olduklarını gösterdi, şaştık kaldık. 

Tiyatro

Albay, savcı, hepsi beraberler, bürosunu basmışlar, ancak benden beter polisler her tarafta kameraolduğunu unutmuşlar, kayıtları Serkan’da. İki polis, bir odaya girmiş, 51 numarayı buluvermişler,

konuşuyorlar, üzerinde parmak izleri var, inanılmaz bir şov idi. Polisler ne kadar rahat koyuyorlar ve

buluyorlar... Ben hiç olmazsa burada bir tahliye bekledim; ahmak olduğum kesin, beş saat bekledim

ve bekledik. Sonunda, pek çok karar çıkardılar, 51 numara için yeniden “araştırma” kararı verdiler ve

bu arada Hurşit Paşa’yı da yeniden tutukladılar; Ankara’ya yazıp hangi derneklere üye olduğunu

öğrenecekler, buradan, hükümeti, devleti vesaireyi devirmeye ulaşacağız. Demek, delil değil,

uzatmalar peşindeyiz. 

Kutsal Emanetler

İlker Paşa’nın burada kalmasını isteyen Profesör Öztürk, sanıktan delile gitmekte olduğumuzu ileri

sürüyor. İnanmak mümkün değil, Lombrosyen kriminolojide delil yoktur. Bir kez atılmış virüs,

doldurulmuş cd’ler var, ilahidirler, kutsaldırlar. Mahkeme Başkanları Kutsal Emanetler’e iyi bakıyorlar,

biz dokunamıyoruz. 

‘Fitne’ aydınlığı 

Bitiriyorum, yalnız, yanlış anlaşılmak istemiyorum. Cesare Lombroso önemlidir, kriminolojinin

kurucusu sayıyoruz. Bu konuda, “Who’s Who in Jewish History” ile hemfikirim. Lombroso “laid the 

foundation of modern criminology” demektedir. Kurucudur, “born criminal” ile başladıysa da, sonra

daha ciddi alanlara geçti; ceza işlerinde reformlar düzenledi. Güzel, ilaveten, “he became interestedin the Zionist movement”, Siyonizm’e ilgi duyan bir Yahudi olduğunu da öğreniyoruz. 

Page 40: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 40/77

Peki, “bitti”, Yahudilik’le açıldıysa, benim Fitne’yi ihmal edemiyoruz; Menachim Begin, nam-ı diğer

“terörist”, 1977 yılında “Ergun” ile, “teşkilat” demektir, iktidara geldi; kalmak için ise, hem Yargıtay’ı

ve hem de Genelkurmay’ı zapt etti, yazmışım, uyarmak istiyordum. Demek duramıyorum. 

Odatv delilleri 

Tarifliyiz, ben ayrıca, dava mankeni, evlerimize girmişler, almışlar, almışlar, delil bulacaklar. Çok hoş

bulduklarından birisi de şudur: “29 Nisan’da biz bunları Kemal Bey’e söyledik: ‘Kemal Bey, bu

referanduma iyi asıl,’ dedik, asılmadı. Bu bir anayasayı değiştirme komisyonudur, demiştik; bu,

hakimleri, hakim teminatını ortadan kaldırma işidir, dedik. İnanmadı Kemal Kılıçdaroğlu bizim

sözümüze.” Bu sözler bana ait, televizyona kadar çıkmışım, polisler oradan çözmüşler, odatv delil

klasörü ikidedir.

Bu kadar da değil, Kemal Kılıçdaroğlu’na “Meclisin içinde tahkikat komisyonu kurdular, istediklerini

tutukluyorlar,” haberini de verdim. Yıl 1960, Nisan ayında artık meclis mahkemedir. Bunu da

söylemişim. Ancak bu Kemal, Silivri yargıçlarından daha duyarsızdır. O kadar ve hepsi bu kadar, şimdigerçekten “bitti” diyebiliyorum. 

Akp’nin bir tübitak’ı var

Fakat bunu söylemeden kesemiyorum, Ülgen Hukuk Bürosu çok iyi bir iş yaptı, odatv’ye çok dosya

koymuşlardı, hepimizi bu dosyalarla topladılar. Ülgen, Yıldız Teknik Üniversitesi ve Amerika’dan

mükemmel raporlar aldı; atmışlar, hep virüs atmışlar, attıkları virüsün adı Trojan’dır, “Truva” demek

oluyor. Müthiş Truva’lar, atınca zapt ediyor, Soner Yalçın’ın, diğerlerinin, Barış’ların haberi yok,

bilgisayarı ellerine geçiriyorlar, istediklerini yazıyorlar ve söyletiyorlar. Biz bu raporlara çok sevindik,

mahkemede demonstrasyonunu da izledik, hemen çıkarız; ama o kadar kolay değil, Beşiktaş’ın

tübitak’ı var, şimdi oraya attıracaklar. 

Zapt edilmiş adam: Kemal Kılıçdaroğlu 

Bize yararı yok, ama yine de sevindim, çünkü anladım ki, Fethullahi ekip bir Trojan da Kılıçdaroğlu’na

atmış, artık zapt edilmiş bir adamdır. İlker Paşa yetmez, Yaşar Paşa’yı da Silivri’ye göndermek

istemektedir. “İlker Paşa tutuksuz olsun,” buyuruyor, ama “hükümete andıç olmaz,” deyi bağırıyor.

Truva atlı; ancak eskiden atın içindeydi, şimdi Truva Kılıçdaroğlu’nun karnındadır, oradan konuşuyor. 

YALÇIN KÜÇÜK/ Abide-i Hürriyet Tezleri IV İsim misim - Kitap mitap (TAMAMI)

Perşembe, 02 Şubat 2012 03:25

Page 41: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 41/77

Abide-i Hürriyet Tezleri’nin sonuncusuna gelmiş bulunuyorum, her zaman tekrarladığımız hikayedir.

Hıristiyanlar bir Yahudi’yi yakalamışlar, dövüyorlar, öldürecekler; etraftan koşmuşlar, “yapmayın”

demişler, “öldüreceksiniz adamı”, zavallı Yahudi’yi... Hıristiyanlar “evet, evet, öldüreceğiz” cevabını

vermişler; peki, ama neden; “çünkü bizim İsa’yı öldürdü”. Doğru, çok güzel, “ama bu, iki bin yıl

önceydi”. Cevap hazırdır; “olsun, biz yeni işittik.” Aşikar, Akepe’nin ve Tayyip Erdoğan’ın,

Cumhuriyet’e karşı, “yıkıcı” diyebiliriz, yeni ve aşırı hücumlarında “yeni bi şi” hiç yoktur; ama

anlaşılıyor, yeni duymuşlar ve alayını toplamışlar. Yeni olan sadece şudur, doğrudan doğruya

Kuruluş’u ve Kurtarıcı’yı hedef alıyorlar ve bizden alma, benden “kapma” “Yeni Rejim” diskuru ile,

Ancien Régime karşılığıdır, birleştiriyorlar. Yalnız gittikleri yer “Cahiliye” Devri’dir, çünkü artık

tümden, isim misim, kitap mitap tanımıyorlar. Bildiklerini unutmuşlar. 

Cahiliye rejimi 

Büyük suçlarımız var, kabul ediyorum. Oda’dayız, bir kısmımız cehepe’yi etkilemişiz, Silivri’den

milletvekili adayı çıkarmışız, az ama yine de yapmışız; bu, bir’dir. İki, kitap işine karışmışız, başkalarına

yazmışız veya işte bi şi yazmışız, cürüm’dür. Üç, birbirimize yeni isim bulmuşuz, İbrani isimlerseçmişiz, açıkça sabetayist isimlere yönelmişiz; idamlık değiliz, pek yakınız. Başta Ahmet Hakan ve

Ertuğrul Özkök söylediler, herkesler şaştı kaldılar; böylesine bilgisizlik görülmemiştir. Abdullah Gül ve

Tayyip Erdoğan, bana olmasa da sözlerime çok güveniyorlar ve güvenirler; acele ettikleri kesindir,

haber veriyorum, gittikleri yön “yeni” değildir. Cahiliye Rejimi’dir. Buradalar. Çok çok eskiye döndüler. 

Hayır dönüyorlar. Dönüş başlamış görünüyor, yönleri, geriye doğrudur. Güzel ve kuraldır; geriye

dönenler birbirine düşerler. Önce birbirini yerler. Düşüşe başladılar. 

Yazarlar ile isimleri 

Onomastique alanımdır, icat etmedim, Türkiye’de geliştirmeye çalışıyorum. Bir, Mehmet Akif’in adı

“Ragif” idi, pide veya yufka anlamındadır, belki ailesi bir yazara yakışmayacağını düşündüler, “Akif”

yaptılar. Kolaydır, r’yi atıyoruz, aslında sevmiyoruz, “ırıza” veya “urus” söylüyoruz; linguistik’te “g” ile

k’yi ayıramayız, “Akif” buluyoruz. Güzel, “Ragif”, Karadeniz’in kuzeyinde kullanılan bir isimdir;

Mehmet Akif de, Refik Halit Karay ile akraba düşer, oralıdır, demek istiyorum. 

Bu usuldür, Kürt Kemal derlerdi, “Kemal Göğceli” de olabilir, ama bunlardan yazar olmuyor ve “Yaşar

Kemal” yapıyoruz. Yapmak zorundayız, Ceyhun Göbekli ise olmaz ve “Demirtaş Ceyhun” yapıyoruz,

benim çok sevgili arkadaşımdı, yaptık, büyük yazarımız olmuştur. Demek ki, bu bir tür yasadır ve

zorunluluktur; Marx öğretisine göre, irademizin üstündedir. Uyuyorlar. 

Diller arasındaki geçişler 

Dilimizin, ağzımızın da zorunlulukları var, işim yok gücüm yok, kimse uğraşmıyor, ben çalışıyorum.

Ağzımız, h’yi sevmiyor, bazen de yabanıl a’ları, e’ye çeviriyoruz, kimseler bulamadılar, Köprülü Fuad

yanıltmıştı. Aslı Farisi “Hemrah”, birlikte ve yol sözcükleri, “yoldaş” anlamındadır. İki h’yi atıyoruz, ben

değil, dilimiz ikinci a’yı “e” yapınca, “emre” oluyor ve yoldaş anlamındadır. İspatların ispatıdır, Tapduk

Emre, “Tapduk Yoldaş” demektir; güzel ve burada durmuyorum. “Har” İbranice’dir ve alıyoruz, h’yi

atıyoruz, “ar” ve bazen “er” buluyoruz; İbrani, “dağ” olup, “siyon” manasına da geliyor, “müthiş”,

kendi kendime diyorum. Demek bizdeki “ar” ve er’in siyon anlamı da var. 

Sahne isimleri 

Page 42: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 42/77

Çılgın bir anneden doğmuş, bir kez okumuştum, “deli deliyi sever” diyorlar, Aysel Gürel, “yalnız Yalçın

Küçük’ün programlarını izliyorum” diyormuş, Aysel’den doğma, ama adı fazla ileri, Kamile Suat

Ebrem, buradaki “ebr” sözcüğünü “İbrani” olarak anlıyorum ve Müjde Ar’dan söz ediyorum. “Ar”, “er”

de olabilir, son derece isabetlidir. Şimdi arkadaşım Ercan Karakaş ile evlidir ki, çok çok münasiptir.

Müjde, merttir, resimleri canlısından güzeldir. Bir zamanlar bizim Arif, Azmi ile birlikte Çiçek Bar’da

otururduk, iddianamede hep “biz” sözcüğünü soruyorlar, “örgütü açıkla” diyorlar. Biz, Güzel Arif,

Amele Erol, Demirtaş Ceyhun idik, şimdi Arif ile ikimiz kaldık. Bu arada itirafımdır, Müjde’ye sevgim

var, bilim yapıyoruz, anlayışla karşılamasını umuyorum. 

Sinema sektöründe sabetayistler 

Güzel, tarihe giriyorum, bizde sinema sektörünü İsmail Cem İpekçi Ailesi kurmuştur; sabetayizmin

Karakaşi kolundan gelirler. Demek ki, sinemada sadece sabetayistler yükselirler, adı “Kirkor

Cezveciyan”, Kenan Pars yaparlar. Tüm eğlence sektörü buradadır, Aysel Gülaçar’dan olmaz;

yapacaksın “Seda Sayan”. Pek güzel, “Sayın”, Mossad’ta yardımcı iş yapanları tarif ediyor,

kutluyorum. Çok iyi bulmuşlar, artık yüksekliğin sınırı yoktur. Görüyoruz. 

Avram var, “Ulu Baba” veya “Yüce Baba” demektir, “ulu”, yüce, “soy” isimleri ile ilgileniyorum. Ersoy

veya “Ulusoy” görünce, avdır, takip ediyorum. İsabetlidir, bunlar “sonradan olma” ama Beren’in asil

olduğunu sanıyorum, “Beren” adını sadece Macar Yahudiler taşırlar ve biz ile Ermeniler “saatçi” deriz,

çok nadir sözlüklerimde, “saat” soyadının da Yahudiler’e ait olduğunu tespit edebiliyorum. Beren

Saat’e, sendeki güzellik beş para etmez, sende bu ad ve soyadı ile, bendeki bu araştırma olmasa

diyorum. Yüksekliğin zirvesindedir, daha fazlasını göremiyorum. 

Hollywood Yahudi imparatorluğu 

Küçük parantez, Hollywood ise tümüyle bir Yahudi imparatorluğudur. Oyuncuları hep Eşkenaz,

Polonya ve Rus asıllı Yahudiler’den seçerlerdi. İsimlerini değiştirirlerdi, zorunluydu. 

Müstear isim 

Atilla Olgaç ile beraberdik, severdim, biz savaşırdık, bu arada Atilla’ya mukayyet olurdum, “Kıbrıs’ta

çok Rum öldürdük” demişti, uçmuş, bilmez, aksine tanıklık yaptım. Bakırköy’de savcı Ali Çakır,

“Hocam kardeşim Sait’i yazar yap” dedi, aldım, Sait’i “Sadi” yaptık, İbraniyet’te yüce bir addır, Çakır’ı

kendilerine bıraktık, “Çakıran” dedik, yükselteceğiz. Ama Odalık Örgütü’nde boşluk varmış, Nagehan

Hanım, ansızın demek olup, ansızın anladı, “kod” ve “şifre” adlarıyla başladı; aldılar ve on bir aydır

buradadır. Büyük bir kindir, Cahiliye Devri’ni yaşıyoruz. 

Sağ-sol tartışması 

Ne örgüt, ne örgüt; üst katımızdalar, Şık-Şener kardeşlerimiz otururlar, bizi hiç sevmiyorlar, sanki biz

getirdik; Abide-i Hürriyet’te de ayrıldılar, sağda oturuyorlar; Fransız Meclisi misli, biz soldayız, oradan

kalmadır, bize “solcu” diyorlar. Hanefi Avcı da sağda oturuyor, soruyormuş, “ayıp olur mu”, neden

olsun, “otuz yıldır Yalçın Küçük’ü takip ediyorum” diyor, bak Allah’ın işine, Avcı’yı avlayıp benim

örgüte koydular. Bir de bir Beyefendi geldi, Mahkeme’de, polis müdürü, Müyesser Yıldız’ın kocası

imiş, sağ tarafta oturuyor, “Hocam hatırladınız mı, hani bir toplantınızı yasaklamıştım”, işte biz böyle

bir örgütüz.

Page 43: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 43/77

Peşimdeki polis müdürleri 

Behice Boran, güle güle bana anlatmıştı, mahkemenin kapısında, sevimli bir genç, ikisi de tutuklu,

“Hocam hatırladınız mı”, nasıl hatırlarım, en sonunda, “Hocam, hani Partinizi basmıştık”, Behice

Hanım’ın gülüşünü hiç unutmuyorum; “aman evladım, o kadar çoktunuz ki.” Ben de peşimdeki polis

müdürlerinin sayısını hiç bilmiyorum, Ama çok garip, hepsine biraz sevgim var, galiba maçyapıyorduk. Rakip takımdaydılar. 

Gündüz Aktan’dan Özal’a hediye 

Turgut Özal’ın “La Turquie en Europe” kitabı var, başbakan iken yazmıştı. Benim de 2005 baskılı

“Fatih” kitabım mevcuttur. Burada “Gündüz Aktan ve arkadaşları, Özal adını silerek bu kitabı kendi

adlarıyla yayımlayabilirler” diyorum. Bir de şunu ekliyorum. Bu kitabın “Toynbee ve Yalçın Küçük’e

dayandığından kuşku duyamayız”. Peki, kime ne, Özal’ın kitabı Yalçın Küçük yazımıdır; hem

söylüyorum, hem şikayet etmiyorum. Bunlar ve benzerleri çoktur, buradan bir örgüt çıkarmak ise

Cahiliye’ye dönmektir. Bu Cumhuriyet’i çökertiyorlar. Asıl böyle çökertmek istiyorlar. 

Anı yazarları 

Erdoğan bunu da öğrenirse, “çaldılar” der mi, bilmiyorum. Bir, Nutuk, “19 Mayıs 1919 tarihinde

Samsun’a çıktım” yollu başlıyor, edebidir. Falih Rıfkı’nın dahli olduğu rivayetlerine sahibiz. İki, Celal

Bayar’ın “Ben de Yazdım” tarih-anılarının, Kemal Tahir’in kaleminden çıktığında ısrar edilmektedir.

Doğrusu şudur, hiçbir yerde büyük adamlar anılarını kendileri yazmıyorlar. Diğer yandan, biz

üniversite profesörleri, asistanlarımızın tezlerine önemli ölçüde katılırız. Bundan sonrası ise

utandırıcıdır, bu büyük Cumhuriyet’e yakışmamaktadır. 

Musa ile Harun kavgası 

Çökertmiyorlar, çöküyorlar, Akif Beki, birisi Musa ve diğeri Harun, demişti ve şimdi Musa, Harun’u

sildi, atıyor. Az kaldı, Karabulut Kemal, Harun’u kurtarmak için çırpınıyor, Nil’de boğulmak üzeredir.

Habib-i Abdullah, Taha Kıvanç, nam-ı diğer Fehmi Koru, hayli müteessir olmalıdır; kapıda teslimiyet

var. Ve ey bilgisiz polisler, Taha Kıvanç da müstear ya da “ödünç” bir addır, Kuran’ın yirminci

suresindeki “ta” ve “ha” harflerinden çıkıyor. Harflerden isim çıkarmaya, isimlerde uğur ya da

kutsallık bulan tarikata ise “Hurufilik” diyoruz. İbrani sufizm kabala’ya çok yakındır ve sabetayizm ise

kabala’dan çıkmıştır. Buradayız ve artık yine “bitti” diyebilirim. 

Çöküşün ayak sesleri 

Abdullah Beyefendi’nin, birden hatırladım, bana bir mektubu vardı, Milliyet, tam-birinci sayfa

yayımlamıştı, “ben sabetayist değilim” diyordu. Olabilir, böyle giderse, yakın zamanda “ben

Çankaya’da oturmuyorum” da demesi mümkündür. Olur, gidicidirler ve biz kalıcıyız. Çökmek için

kavgaları var. 

Page 44: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 44/77

 

YALÇIN KÜÇÜK/ Işık Paşa’nın vizyonu-(TAMAMI)

Cuma, 09 Eylül 2011 02:57

Sosyalizm mi, iki bileşeni var. Bir, rasyonalizm veya akılcılık ve iki, iştirak veya ortaklık. Akılcılıktan hiç

ayrılmıyorsanız, hep “hakiki mürşit ilimdir” diyorsanız ve hep her emelde ortaklık peşinde iseniz, hiç

kuşku yok, “sosyalistsiniz” ve her daim “jandarma biz sosyalistiz” diyebilirsiniz, kutluyorum. Ve ben

ortaklığı pek seviyorum, ne hoş, çocukluğumda köyümüzün yaşlıları, “Abacılı” köyü, şimdi yarısından

çoğu Şam’da, beni hep “ortak” der, severdi. Ne yazık, pek az gitmişim, ama hep ortaklık peşindeyim,

hep ortaklık veya ortak arıyorum. Işık Paşa Hazretleri ile de aramda bir ortaklık arıyordum ve buldum;

ikimiz de gazi’yiz. Ve “gaza” adamıyız, demektir. “Gaza” mı, bir kişilik yapıcısıdır, başka insan

olursunuz, çıkamazsınız. Işık Paşa’nın da, benim de gazi kimliklerimiz ve maaşlarımız var. Mustafa

Kemal de gazi’dir ve “Büyük Gazi” diyoruz. Ben Küçük Gazi’yim. 

Ordu Düşmanları 

Ne çok seviyorum, kırk bin kişilik bir savaşçı ordu bana, “kabadayı profesör asteğmen” adını

takmışlardı. Askerlerimi çok seviyordum, dokundurtmuyordum, sonra beni Yeşil Hat’ta sürdüler,

hattın hemen ilerisine “düşman” diyoruz, çadırlarda kalıyoruz, hapishanede, Paris’te, sınırda, hiç

bırakmıyorum, her sabah koşuyorum. Hat’ta tarlamsı bir yer vardı, askerlerimiz mayın döşüyordu,

ben ise yaşamı hep sınırda oynamak sayıyordum, mayın tarlasında seke seke koşmayı pek çok

seviyordum. Peki, benim askerlerim mi, mehmetçik’tir; onlar, küçük Mehmetler, sabah döşüyorlar,

akşam basıyorlar ve havada parçaları uçuşuyor sonra topluyoruz. Peki, ordu düşmanları savaşmayı ne

sanıyorlar, ne ahmak ordu düşmanları var. Şimdi ordu düşmanları ahmaklardan oldular. 

Yakınları “şeyhim” derler, Kemal Baytaş, Sözcü’de ordu üzerine “çok vahim bir oyun oynanıyor” diyor

ve “başta medya, sözde aydın, yazar, çizer gafiller” sayıyor, bu oyunun içindedirler. Bunlar mı, ordu

düşmanlığı için “analarını satarlar”; kimler mi, isimleri ve tercüme-i halleri defterimde yazılıdır.

Hesaplarını ödetmeye hazırlanıyorum.

TSK’nın İrade Beyanı 

Tabii, aykırı düşünüyorum ve şimdi ifşa ediyorum, Işık Paşa Hazretleri’nin konuşmasını bu “analarını

satanlara” ben sızdırdım, şeytanca bir iş olmasını istedim, aykırı oldum, sızdırıverdim. Çok iyi

yaptığımı, Gazi Işık Paşa “noktasına kadar arkasındayım” dediği zaman bir kez daha anladım. Hepsini

tekrar tekrar verdiler, çok önemli bir konuşma ve bir ordu vizyonu’dur. Bu nutuk ile Türk Ordusu,

“milletin ordusuyuz” diyor ve “bizi yenemediniz” sloganını atıyordu, “varız”, böyle devam etmektedir.

Ne mi yaptım, işleri analarını satmak olanları bu kez ben sattım. Pazardadırlar. 

Page 45: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 45/77

Cumhuriyet’in Yasası: 35. Madde 

Peki, ne için, ne yapabilirim ki. İsmet Paşa’dan söz etmek istiyorum, çocuktum, politikayı nasıl

yaptığını izliyordum, hitabetini takip ediyordum. Çankaya’da bir Bayar vardı, “Baer” aslı olabilir,

“İsrael’in zaptına çıktığımız” şu hafta açıklayabilir miyim, Alyans İsraelit’te okumuştu. Paşa devletin

tepelerine böyle bir “ümmi” hiç gelmemişti, buyurdular. Arabi “üm”, ana demektir, “ümmi”, anadan,

“anadan doğma”dır ve pek bilgisiz anlamındadır. Ben şimdi İsmet Paşa Hazretleri’nin izindeyim,

chp’nin başında bu kadar “ümmi” birini ilk defa görüyorum. Gorbaçov Kemal’den Ümmi Kemal’e… İç

hizmet yasasından 35. maddeyi çıkaracak ve Silahlı Kuvvetler’in iktidarı almasını önleyecek; Ey Yüce

Gök, “ne yaptık da bize bu ceza” diyorum, Kemal Karabulut bir cezadır. Fethullah Gülen’den mülhem,

Deniz Baykal ile Önder Sav’ın marifetidir ve temizlik işi, Gürsel Tekin’i unutmadan, bu ikilinin

omuzlarındadır. 

Peki, Gazi Işık Paşa ne buyurdular, silah arkadaşları ile hasbıhalinde, “35. maddeyi kaldır da bilmem

neyi koy, ister koy, ister koyma, biz Silahlı Kuvvetler olarak bunun için varız”, dediler. İzninizle, “Gazi”

olduğumu söylemiştim, daha önce “aynen öyle” yazmıştım, şimdi asıl balyoz başlarına inmiş

olmaktadır ve şaşırmışlar, “aa, bu aynı ordu” diyorlar, hop oturup, hop kalkıyorlar. Bir oturup bir daha

kalkmayabilirler. Şimdi bekliyoruz. 

Güzel, biraz dinsel politikaya girmek zorundayım. Girip hızla çıkıyorum. a, Katolizmde günah çıkarma

var; b, Bolşevikler bunu aldılar, oto-kritik yaptılar; c, Katolizm’de papaz ile günahkar arasındadır,

Sovyetler bunu gösteriye dönüştürdüler, konferans salonlarına taşıdılar; d, onur kırıcıdır, kişiliği

ezicidir. Bizim sol bu manasızlığı asimile etti ve “özeleştiri” dediler. Bizden Kürtler’e geçti ve insanlığa

aykırıdır. Işık Paşa’nın diskur’unda özeleştirinin ve tabii, itirafın zerresini görmedim; sorumlu

vazifeşinas, güvenli bir komutanın eksiklikleri eksiksiz olarak sayması var. Her ciddi kurumda yapmak

durumundayız. 

Clausewitz ve İrade Savaşı 

Düzeltmeye işaret ettim, savaşa dönmek istiyorum. Yine Yeşil Hat’ta idik, çadırımızdayız. Savaş

başkadır, her savaş aynı zamanda liderlik savaşıdır, zamanla rütbeleri unutuyoruz, yemek masamız

yuvarlak, sohbetimiz yerinde. Bir üsteğmenimiz var, biraz sonra, havayı da bulunca, leblebileri alıyor,

“bu senin, bu senin” diyor ve ağlıyordu. Nedeni basit; kaçmış, birliğini bırakmış, korkmuş ve

arkadaşları korumuşlar, yoksa divan-ı harptedir. İyi ki korumuşlar, benim güzel üsteğmenlerinden

birisidir, savaşta çok güzel üsteğmenler gördüm, “kabadayı profesör asteğmen” olduğum için beni

pek sever ve sayarlardı. Savaşlar liderlik savaşlarıdır. Tekrarlıyorum. 

Işık Paşa çok isabet etmişler, kaçarlar ama ben ekliyorum, “az kaçıyorlar”. “Şeyhim” Baytaş da teyitediyor, bu kadar kötülenen bir ordu için çok az kaçıyorlar. Ben “Birinci Ergenekon Seferinin” çıkışında

söylemedim mi, Levent Göktaş Albay’ım önermediler mi, “çık komutanlar askeri vurduruyor de”

demediler mi, son 13 kayıpta, Hürriyet’te Enis Berberoğlu, Genelkurmay’ın hareketi anlatan

açıklamasını sansür etmedi mi, bir “sivil toplum” heyetinin, kayıpları komutanlara yükleyen

açıklamasını yayınlamadı mı, bunlar varsa çok az kaçıyorlar. Savaşmak mı, eninde sonunda, ülke

sevgisi ve heyecanına bağlıdır. 

Halefi Necde Paşa Hazretleri’ne dönüyorum, tabii, Bilgin Paşa’ya ve Aslan Paşa’ya da hitap ediyorum,

Akademi’de Karl von Clausewitz’i okudunuz mu, okutuyor musunuz? “La Guerre” ya da “Harp

Üzerine” bir harikadır, belleğim beni yanıltmıyorsa, Şiar Yalçın’ın çevirisi var, güvenebiliriz. Savaş’ınbüyük teorisyeninden ilk planda öğrenilecek olan ikidir ve bir, savaş düşman tarafın iradesini esir

Page 46: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 46/77

almak üzere yapılan bir mücadeledir; Işık Paşa, Türk Ordusu’nun iradesinin esir edilemediğini

göstermiştir. Tam tersine, düşman tarafın iradesi parçalanmak üzeredir. İki, savaş her noktada ve her

adımda ihtimaliyet ile iç içedir. Savaşta her orduda yanlış hedefe sıkmak var, kendi kendini vurmak

var.

Medya: Cahiller Ordusu Peki, ne diyeceğiz, bu tiv’cilere, gazetecilere “ümmi” ordusu mu, analarını sevenler mi diyeceğiz. Biz

Kıbrıs çıkartmasında kendi zırhlı gemimizi bombalayıp batırmadık mı, Ege’de Amerikalılar bizim

donanmayı bombalamadı mı, Afganistan’da Amerikalılar kendi askerlerini vurmadılar mı; savaşlar

bunlarla doludur. Ey cahil düşmanlar, size diyorum, demek ki Komutan, güvenle, ciddiyetle, yanlışları,

eksiklikleri açıklamaktadır; biraz utanma diliyorum. 

Önümüzdeki İki Yol 

İsmet Paşa’ya tekrar geliyorum, Kurtuluş Savaşı başlarındayız, ihtiyat zabiti savaşa gidiyor. Paşa’nın bu

sözü pek bilinmiyor; zabite, “Harb’e mi gidiyorsun, bil ki halk senin düşmanındır”, diyor. Ben çok

severim, sanki Yaban’da Yakup Kadri bunu yazıyordu; Işık Paşa, “namerde malzeme verdik” yolluyanıyordu ve “içimizde hainler var” deyi haykırıyor. Sanki başka diyarda bir ordudur ve Doğu

Perinçek’in, “içerde kuşatılmış ordu” nitelemesi az kalmaktadır. Şimdi ordu yabandır. Ve iki aşamalı

bir yol var, okuyorum, a, sessiz ve/veya dilsiz çalışma; b, düşmanı yaban yapmak; yol budur. Ben

biliyorum ve devam ediyorum.

YALÇIN KÜÇÜK/ Işık Paşa’nın Devamı-(TAMAMI)

Pazartesi, 12 Eylül 2011 02:39

Taş mı düştü, yoksa düşen Işık Paşa mı? Ama olan oldu, Tayyip Bey artık eski ve güzel dilimizle,

“müeddep” dili buldu, eskiden “Bakanım Ali” çığırıyordu, “Genelkurmay Başkanım” diyordu; pek garip

bir “pazarlama” ağzıyla konuşuyordu. Ne düştü, ama düşen düştü, Paşa Hazretleri’nden “mesai

arkadaşım” demekle, Paşa’nın dersleri üzerine konuşmayı “ahlaki” bulmaktadır. Hepimizin “emniyet”

dilimizle, “susma hakkını” kullanmaktadır. Güzel bir noktadayız ve buradan Işık Paşa’nın Devamı’na

devam ediyorum. Necdet Paşa Hazretleri devamındadır. 

Hemen Netanyahu’nun yapamadığını yaparak başlıyorum, “özür diliyorum”, henüz takvimli yazılara

başlamadan araya girdiğim için affımı talep ediyorum; çünkü ben şeytanca yazıyorum. Görülmeyeni

görüyor, söylenmeyeni söylüyorum. Bir, bana Ahmed-i Nejat aradı, “çek oğlum yol kenarına, bir çift

laf edelim” dedik… İşte buna, bu söze, 74 milyonu inandırırsınız ama ben bunun dışındayım. Peki,

arayan Ajda Pekkan mı, söz ola… Ve “cepten mi” konuşuyorlar, bir devlet adamının bir adamı vardır,

adamı adamını arar, saat tespit ederler. Tabii konuşmuşlardır, başka zamandadır ve yol kenarına

Page 47: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 47/77

durma, sağlık nedeniyledir. Kriz var; “vah vah, yine mi…” Bunu ben diyorum. Kenara çekilmesi

“balyoz” işidir. 

Özlemişim, Aziz Nesin’İ yükseltiyorum, spiker kızların yüzde doksanı dokuzu ahmak, fıkra yazarlarının

yüzde doksan sekizi aptaldır. Geriye kalanları mahkemelere saklıyorum ve bir, Nimet Çubukçu, hem

de başbakan yardımcısı olacaktı, olamadı. Bir de boşandı ve peki neden olamadı; şeytan diyor ki,Emine Gülbaran Erdoğan engellemiştir. İki, Ömer Çelik bakan olacaktı, olamadı; Emine Hanım var,

frene basmakta, Tayyip bey durmaktadır. Eşinin sözünü dinleyen adamdır. Aptallara ve ahmaklara

kafalarını çalıştırmaları için malzeme veriyorum; ama yok ki… 

Emniyette bir Tayyip Erdoğan 

Tabii, “itiraf” yok, Işık Paşa Hazretleri vulgar dile kaymış, “özeleştiri” yok, komutan vizyonu ve

direktifleri var. Her büyük komutan eksiklikleri cüretle ve dürüstlükle söyleyen subaydır. Şunlar

açıklamalarıdır: “Irak hududuna filan siviller bakacakmış. Arkadaşlarım burada. Nasıl bakarlar

arkadaş? Tümen komutanım burada. Gülüyoruz, gülüyorsunuz. Hala çıkıyorlar, ‘50 bin kişi alacağım’,

‘sivil teşkilat kuracağım’. Efendim, Avrupa Birliği istiyormuş. Böyle bir sıkıntı var, fazla kulak asmayınız,herkes işine baksın.” Çok güzel, ben iyi yaptım, eski arkadaşlarım, şimdi Fethullah Gülen’in kulları,

Hürriyet-başı Enis Berberoğlu ile Haber-Türk başı Yiğit Bulut’u çatlatmak üzere bunu sızdırdım.

Teğmen’den, Ast-subay’dan Orgeneral’e kadar, “gülüyorsunuz” ve “gülüyoruz”. Akepe konuşsun,

“herkes işine baksın” ve bakarken unutmamak gerek, casusları var. Artık dilsiz konuşma çağındayız. 

Paşa bütün bunları Tayyip Erdoğan’a söylemiş ve ben burada araya giriyorum. Işık Paşa’ya, Bilgin

Paşa’nın şimdi Şura Üyesi, tutuklanmayacağı sözü gelmişti ve sözlerinde durma alışkanlıkları

olmadığını yazmıştım. Güzel, Paşa’ya Tayyip Erdoğan’ın cevabı şudur: “Bir siyasetçi olarak beraber

çalıştığımız bir yerde mesai arkadaşım olarak şu anda bunu değerlendirmesini yapmayı özellikle ahlaki

bulmuyorum.” Buluyordu, Deniz’e kaset çıkınca, Atina’da, Enis Berberoğlu kasetini uzatıyor ve TayyipBey “çok ahlaki” konuşuyordu. Artık Enis’i pişman etmek benim boynumun borcudur; şimdi başına bir

Paşa-Taş düşmüştür. Erdoğan susma hakkındadır. Daha emniyettedir. 

Ordu’nun Yeni Vizyonu

Bu Ordu’ya yeni vizyondur, peki bu memlekette hukuk yok mu, Işık Paşa da, “ben sık sık hukuka

saygılıyız diyorum” buyuruyorlar, seleflere İlker Paşa, Yaşar Paşa da söylüyorlardı, “adalete

güveniyoruz” diyorlardı. Ben bu sözün manasını bir türlü anlamıyordum, her televizyonda, “askeri

mahkeme” deyü bağırıyordum.

Ulusal Kanal’ın belki de en güzel filmi, “Vardiya Bizde” hanım ve beylerinin “adalet bu mu”

türküleridir, anlamıyoruz. Şimdi Işık Paşa açıklıyor, “bunun anlamı şu: biz enayi değiliz.” Devamışudur, “bize karşı olanlar da hukuka saygılı olacaklar.” Ve olacaklar, “bir gün mutlaka” diyoruz.

Vardiya sabırsızlanmaktadır. 

Vizyon’da şu da var: “Bir de sözleşmeli er diye bir şey çıktı. Bizim teklifimiz, arzumuz falan değil tabii.

Biz herkese eşit süreli tek tip askerlik istiyoruz.” İstiyoruz ve eklemektedir, “biz milletin ordusuyuz, biz

kimsenin paralı askeri değiliz.” Ancak ne yazık, “bize karşı olanlar” milletin ordusundan korkmaktadır.

Sınıra Fethullah polislerini ve içeriye paralı askerleri koymak istemektedirler. Fakat taş düştü, nazik

oldular.

Işık Paşa dersinin bir sonucu da şudur; artık bir yerde, bir konuda tam bir “dizici kız” oldum ve “amainanamıyorum” diyorum. Işık Paşa Hazretleri, Tayyip Erdoğan’ı hemen her noktada tekzip ettiler.

Page 48: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 48/77

Söylediklerinin hepsinin gerçek dışı olduklarını öğrendik, doğru olan “ordu ile bir savaşları var” ve

şimdi susma hakkını kullanmaktadır. Emniyet’tedir. 

30 Ağustos Resepsiyonu 

Devamını görüyoruz. Necdet Paşa Hazretleri ayağının tozu ile Abdullah Gül’ü toz duman ettiler.

Müthiş, Çankaya Köşkü’nde bir insan 30 Ağustos kabulü için açıkça, “komutan istedi” diyebiliyor,nerede ise ben, şeytan, inanacaktım. Gülen-gazetesi Hürriyet’te Enis ve Gülen-HaberTürk’te Yiğit

sevinçle yaydılar. İkisinin de mumu 6 Eylül Salı’ya kadar sürdü. Necdet Paşa’nın Tayyip Erdoğan’ın

başkomutan olma hevesini bozmak için buna razı olduğunu öğrendik, imkansızdır, geçici bir ödün

saymak durumundayız. 

Bir uçtan diğerine fırlamamayı ve Yaşar ve İlker Paşalar’a haksızlık yapılmamasını öneriyorum. Bir,

Yaşar Paşa’nın Genelkurmay Başkanı olmasını önlemek için Fethullah Gülen’in nasıl saldırıya geçtiğini

unutamayız, sabetayizmi çıkardılar, ben göğüslemiştim. Haberci’de var. Şimdilik duruyorum. İki, İlker

Paşa’nın Kudüs’te ağlama duvarını ziyareti nedeniyle Gülen nasıl hücum etti, ben karşı çıktım,

mossad-mit işi idi. Kudüs’e giden hepimiz bir kez ağlama duvarına gideriz. Özetle, ikisi de ülkelerinebağlıydılar, sadece İsrail ile Washington’u çok önemsiyorlardı ve düşük-yoğunluklu Kemalist oldular.

Işık Paşa, Ordu’yu kemalizm’e çevirdi, büyük katkısı budur ve Necdet Paşa derinleştirmeye çalışıyor.

Necdet Paşa, ilk izlenimlerim beni yanıltmıyorsa, “politika kurma” yolundadır, eksikliğini duyuyorduk. 

Akep Likud’tur 

Güzel, Paşa Hazretleri’ne arzım var, evde çalışma masasının üstünde “Haberci” ve Karargah’ta “Fitne” 

olmalıdır; büyük tevazu ile yazıyorum, artık Fitne’yi okumayan bir subayı kabul edemiyorum. a) Likud,

“Birlik” demektir, kuruluşunda “Ergun” veya “İrgun” var, “Teşkilat” demektir. “Ezel” Ergun, Zwei

Leumi sözcüklerinin baş harfidir, Ulusal Askeri Teşkilat anlamındadır. Terörist idi, 1977 yılında iktidar

oldular. Önce yargıyı ve sonra Genelkurmay’ı aldılar, Fitne’de var. Akepe, Likud modelidir; Tel-Aviv, A.Gül’ü İbrani bilmektedir, ayrıntıları Fitne’de var. Wikileaks belgeleri gösteriyor, Washington-İsrael 

bağlantıları açısından Gül’e güvenmektedir. Akepe’nin kuruluşunda İsrael bağlantısını Gül’ün kurduğu

kesindir. Şimdi Star’da olan Nasuhi Güngör’ün kitabı doğrudur. Gül, son sözde-İsrael yaptırımları için,

sadece Washington’a ağladılar, “zevahiri kurtarın” dediler. Özetle buradayız. 

Anayasa Resepsiyona Karşı 

Necdet Paşa, tedbir almış görünüyor, hem Gata’da ve Harbiye’de, Gül ve Erdoğan’a aleyhte bir

tezahüratın önünü kestiler, Harbiye’de duvarlara nasıl davranılacağı üzerine yazılar koydular, başta

Gata Komutanı, Atatürk vurgusu yaptılar. Harbiye’de teğmenler ve veliler, Atatürk’ü çok alkışladılar.

Paşa “aziz milletine”, “bağrınızdan çıkan biz evlatlarınıza inanın ve güvenin” dediler. Yeni dönemdir. 

Şu işe bakınız”, 7 Eylül 2010 tarihinde, Işık Paşa komutandır, Başbakanlıktan Genelkurmay’a bir yazı

gelmiş, bundan böyle 30 Ağustos tebrikatı “TBMM Başkanı, Başbakan ve Genelkurmay Başkanı”

tarafından alınacakmış, müthiş. Tayyip Bey bir yazı ile kendisini “Başkomutan” yapıyor. İnanılmaz bir

ölçüsüzlük ve aşırı hırs kullanımı diyebiliriz. Çok güzel, İsrael’e bir buçuk savaş ilan etmişler,

Bodrum’dan çıkamıyor, herhalde hasta ve bir de başkomutan olmak istiyor, herhalde bebeler misli,

“Atam, sen kalk da ben yatam,” demek durumundayız. 

Gül’e gelince, acı acı gülüyorum. Bir, anayasa, “Başkomutanlık, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin

manevi varlığından ayrılamaz” ve yine anayasa, 52. Cumhurbaşkanı “TBMM adına Türk SilahlıKuvvetlerinin başkomutanlığını temsil eder” demektedir. Her iki madde de, başkomutanlığın Meclis’in

Page 49: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 49/77

manevi varlığına bağlı olduğu kesindir. Öyleyse, başkomutanlık ile cumhurbaşkanlığının ve Gül’ün

hiçbir bağlantısı yoktur. Çok çok açıktır, bunlara göre, başkomutanlık sadece ve sadece Meclis’tedir ve

sadece “manen” öyledir. Gül’ün çok uzağındadır. Bu nedenle, Tayyip Bey’in yazısı yanlıştır, ancak “az

biraz” doğrudur ve amma, Başvekalet hukukçuları, Meclis’e ve/veya başkanına bağlanmadan, Tayyip

Bey’in orada durmasının imkansızlığını görmüşler, demektir. Genelkurmay Başkanı’ndan başka hiç

kimse Karargah’ta dikilemez, buraya geldik. Dikilme hükümsüzdür.

Ayrıca her iki madde, tarih arkeolojisine giriyor. Bir, Türkiye’de Meclis bir savaş meclisi idi; iki, o

Meclis bir başkomutan atamıştı; üç, o başkomutan aynı zamanda cumhurbaşkanı işi yapıyordu; dört,

Mustafa Kemal diyorlardı. Hepsi budur. A. Gül’ün “komutan önerdi” sözü ise, tamamen gerçek dışıdır.

Komutan’ın yaptığı, Tayyip Erdoğan’ın orada dikilmesini önlemekten ibarettir, buraya kadar

doğrudur. Devamı yoktur, diyoruz. 

Nasıl da gidiyor, a, Üçüncü Ordu’da yapılan büyük manevradan kaçan Gül değil mi, “ben Saldıray

Paşa’yı sevmem” deyip tatbikatı izlemeyen birisi orada dikilemez, nettir. b, Aslan Paşa, aslan ise, Nisa

Hanım’ın “önünde saygı duruşu yapamaz” ve bunu husumete çeviren birisinin, “ben başkomutan

olamam” demesini beklemek ise çok isabetlidir. Bitirmiş oluyorum. Gül’ü bir daha orada görmemeyi

umuyorum. Bu bir şakadır, Işık Paşa, “gülüyoruz, gülüyorsunuz” demiştir, diyoruz. 

Silivri’den yazıyorum, sınıflarımı birinci geçtim, üniversiteye birinci girdim, birinci çıktım. Bu nedenle

her davada beni “bir no’lu” yapıyorlar, iki numaralı Ergenekon Davası’nda da “bir numarayı” bana

verdiler. Klasörler’de Yaşar Paşa Hazretleri’nin telefon dinlemesi de var, Paşa, Abdullah Bey için, “asıl

tehlikeli O’dur” diyor ve bir de “İngilizce bilmiyor, gak guk ediyor” yollu ekliyor. Şahidiyim. 

Küçük Ek: Pek sevdiğim, pek büyüğüm, güzel insan, devrimci, sosyalist, soyadı benzerim, 27 Mayısçı

Sami Küçük Albay’ımı kaybetmişiz. Büyük üzüntü duydum, ailesine, devrimcilere sevgileri mi 

yazıyorum. 

YALÇIN KÜÇÜK/ Kozinoğlu Kaşif Beyy-(TAMAMI)

Cuma, 25 Kasım 2011 04:43

Yılmaz Özdil’inki pek edebi idi, “Kaşif”, biliyorlar mı, artık “fıkra” okuma kabiliyetimi kaybettim. Ne

yazık onomastique çalışmalarım için gerekiyor, Hürriyet’i sadece ölüm ilanları için alıyorum,

İbraniler’de diaspora gerçekten seçilmiş, ölüm ilanı şarttır. Paris’te de ihmal etmedim, Fransızca “faire

part” derler, “bildirmek” anlamındadır, bizde Türkçe bilmez birisi “paylaşmak” olarak Türkçeleştirmiş,

şimdi hiç bildirmiyoruz, hep “paylaşıyoruz”. Çok hoş, halkımız et alamıyor, Turgay Ciner televizyonda

hurafe satıyor, üç zamanda kırk birinci zengin olmuş, biz hep paylaşıyoruz. Ama ben artık Hürriyet’te

paylaşacak, “faire part” edecek “hiç bişi” bulamıyorum, Yılmaz Özdil ilaçtır, artık fıkra okumuyorum.Binbaşı Kozinoğlu son ziyaretlerinden birinde, Özdil bildiriyor, kız kardeşine, “ölürsem beni babamın

Page 50: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 50/77

kucağına koyun” demiş, bundan ölümü duyduğunu anlıyoruz. Bizde bir tür var, zamanı gelince ölüm

kokusu duyarız ve bazen ölümle yarışırız. Yazdıklarından “duymuş” ve “yarışmış” sonucunu

çıkarıyoruz. Kesindir. 

Öteki devlet 

Haymana Zindanı’nda Doğu ile beraberdik, ölümü duyduk, bir süre ölümle yattık. Mit’in bizi ortadan

kaldıracağı haberleri çok yaygındı; ben ise Temren’den “cenaze töreni yapılmamasını” istedim,

Nilüfer’e, kimselere haber verilmeden Köye götürmelerini ekledim. Ne tuhaf Türkiye, şimdi

Kozinoğlu’nun ölümüne, o zamanki Mit Müsteşarı Şenkal Atasagun ile beraber yanıyoruz. Birlikte

yanmak, tek yanmaktan daha iyidir. Atilla Albay ve Yüzbaşı Ataman’dan öğrendiklerim şunlardır:

“Beni neden tutukladılar”, en çok bunu söylüyordu. Bunu bazen “devlet bunu bana neden yaptı”

şeklinde ifade ediyordu; ah Koca Kozinoğlu, demek benim “iki devlet” teorime pek inanmıyordu.

Yapan, Kaşif Kozinoğlu’nun bildiği değildir ve okuduklarım ile duyduklarımdan bir “Teşkilat-ı

Mahsusa” kokusu alıyorum; bunlarda, mensuplarında, bu tür saflıklar vardır, biliyorum. 

Kozinoğlu’nun savunması 

Öldüreceklerine inanıyordu, az da olsa ölmeme ihtimali görüyordu, böyle zamanlarda en çok söylediği

ise, “Yalçın Hoca başlayacak, arkasından ben, darmadağın edeceğiz” ve 22 Kasım’ı bekliyorduk. Yan

yana oturmayı planlıyordum, o halde ilk celsede, el konulan savunmasını istemek ve savunmasını

sürdürmek sorumluluğumdur. Üzücü ama, sorumluluk sorumluluktur ve buraya gelmiş durumdayız. 

Herhalde sadece Aydınlık’a gönderdiğini düşünemeyiz, Atilla Albay ve Ataman Yüzbaşı “yatıyor-

kalkıyor, sarı kağıtlara yazıyordu” diyorlar. Yarsuvat Hukuk Bürosu, Hüseyin Yarsuvat, Mit’in ve

Kozinoğlu’nun avukatıdır; buraya yazıp verdiği notların bin sayfa kadar olduğu tahmin edilmektedir.

Güvendiği başka kimselere de not gönderdiğini tahmin edebiliriz; Ailesi’ne bunları toplamak

düşmektedir. Hepsinin vereceklerinden hiç şüphe duymuyorum.

Ölümcül karar 

Peki öldürdüler mi, ilaç, zehir vesaire ise hiç gerekli değil; ama öldürdüler. Fethullahi Hücreler böyle

öleceklerini biliyorlardı ve muhtemelen Kaşif Bey’in yaptıkları ve bildiklerinden de haberdardılar. Kaşif 

Bey, odatv makinelerinde buldukları “gizli” belgelerin kendisine ait olmadığını hem savcıya, hem de

yargıca söylemişti; tutuklayacaklar. Bu “gizli” belgelerden odatv’nin de haberi yoktu ve hiçbir yerde

yayımlanmamıştı, suç yoktu; ama ölümcül karar vardı. 

Rüzgar değişti 

Yüksek kamu görevlilerini öldürmenin en kestirme yolu tıkamaktır; yargıç karşısına çıkarmaktır. Geçen

hafta boyunca Hurşit Paşa’yı dinledik, her açıdan mükemmeldi, kutladım; hukukçularının katkılarını

gördüm, Köksal Bayraktar Hocam’a, “rüzgarını duydum” dedim. Paşa sürekli hesap sordu, kişilik

haklarına saldıranları hedefine koydu, içindeki yara hepimizindir. Bu arada geçerken not ediyorum,

buralarda başka bir hava esmektedir. Öncesinde genç subaylar çıktılar, Necdet Paşa’ya maruzatım

var, mükemmeldirler; buraya az gelmişler, daha çok göndermek gerekmektedir. Daha çok

tutuklanırlarsa Ordu değişecek ve gelişecektir, bunu görüyorum; duruşmaları muvazzaf hakim

subayların vazifeten izlemeleri zaruretine işaret ediyorum. Rapor yazmak verimlidir. 

Page 51: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 51/77

Öteki devlet 

Yalnız hem Hurşit Paşa ve tabii hem de teğmenler zindanda tecrübe kazandılar, içlerindeki yaraları

gömebildiler. Yalnız Kaşif Bey misli bir yüksek görevliyi parmak izi alınırken veya kelepçe takılırken

düşünmek zordur; Yök Başkanı Kemal Gürüz parmak izinden geldiğinde, nezarethanede beni görünce,

sarılıp hüngür hüngür ağlamıştı, zor teskin etmiştim. Beni bulmaları, kuvvetli saymalarındandır, birdefasında Metris’ten Silivri’ye nakilde, elleri kelepçeli, Engin Aydın, dayanamadı ve kaybettik, “devlet

bunu bana nasıl yapar” diye, bana yaslanarak hüngür hüngür yanmıştı. Levent Albay da ağladı ama

onu saymıyorum, Albayım hep ağlarmış; bunları ve kendimi biliyorum. Böyle durumlarda havayı

dağıtmak için hemen “tiyatro” oynuyorum, pek yapamam ama işe yarıyor; birine, Ataman Dostumuz

rastlamış, “Ergenekon Kazanında Kurbağa” kitabında varmış, tahlil edeceğim ol tarihte değinmeyi

planlıyorum. Ve artık bitiriyorum. Bu, bir devletin diğerini öldürme usulüdür. Şüphe duymuyorum. 

Duruşma yaklaşmıştı, sıkılmıştır ve kalbi sıkışmıştır; Fethullahi Hücreler’in bunu bildiklerini biliyorum.

Bir, Kaşif Bey bunların kendisinden çıkmadığını söyledi, tekrarlıyorum, dinlemediler. İki, Mit’te bir

bilgisayar sistemi ve herkesin bir şifresi var, ancak bu şifre ile sadece kendi alanını görebiliyorlar.Hakan Fidan’ın başında olduğu Mit, resmi bir yazı ile savcılığa, Kozinoğlu’nun bu belgeleri görmesinin

imkansız olduğunu yazmış durumdadır. Ama savcılık mahkemeye çıkarmadı, çıkarsalar tahliye

olacaktı; demek ölümünü istediler. Ve Mit, aynı savcılığa bir yazı daha gönderdi, “biz bu belgeleri

inceledik ve mensubumuz Kaşif Kozinoğlu’nu akladık” yazdılar. Savcılık mahkemeye vermedi, verse

tahliye olacaktı; demek ölümünü beklediler. Hepsi budur, duaları ölümlerimiz içindir, öyle mesut

oluyorlar. Sadece öbür devlet değiller, aynı zamanda “ötekiler” diyoruz. Cumhuriyet’e kindardırlar. 

Teşkilat-ı Mahsusa 

Ne hoş tesadüf, “Özel Örgüt” demektir, Taşkilat-ı Mahsusa’dan söz ediyorum; Kaşif Bey oğluna “Özel”adını koymuş. Bir takım ahmak solcular, bizde çokturlar, ve daha ahmak Kürtler, Teşkilat-ı Mahsusa’ı

bir proto-Mit sayıyorlar. Çok geniş bir alanda bir ihtilal örgütü idi. Kaşif Bey’in çalıştığı iç Asya’da,

Hindistan’da, Mısır’da yeni bir imparatorluk için dolaştılar, hem istihbarat ve hem de kuvvet derleyip

yetiştirmek için çalıştılar. Sonunda Anadolu ve Trakya’da Cumhuriyet’in kuruluşuna dayanak oldular.

Her yerde kurtuluşun kıvılcımını ateşlediler; her yerde vardılar, Çerkez Ethem, Kılıç Ali, muhtemelen

Annem’in babası Osman Yanıç, bunlardandı, “Küçük Zabit” diyoruz, şimdiki “Astsubay” karşılığıdır. Ve

Kaşif Bey ile Teşkilat-ı Mahsusa’yı, özel örgüt, hatırlıyoruz. 

Devrimci dönem 

Doğu’dan bir mektup aldım, zaman zaman postayla da mektuplaşıyoruz, yüksek moralli ve coşkulu

yazıyordu. Ama üzüldük de, Atilla Albay hasta oldu, Ataman atlattı. Doğu bana, “herkesin birbirine

hakkını helal edeceği bir döneme girdik” diyor ve ekliyor, “hepimiz ruhen buna hazırız”. Doğru,

hazırız, ancak yeneceğiz, girdiğimiz dönem devrimci’dir. Doğu da bu görüşte, ben yalnızca

helalleşmeyi erken buluyorum. Şimdi Devrim’i bekliyoruz. Ve Kaşif Bey, pek de plansız görünmeyen

ölümü ve açıklamalarıyla bekleme zamanını pek çok kısaltmış oldu, güle güle, diyoruz. 

Kozinoğlu Kaşif Bey, bir öğretmenin oğlu, güle güle. Ve hey hey heyy. 

YALÇIN KÜÇÜK/ Kemalizm’in dönüşü-(TAMAMI)

Page 52: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 52/77

Salı, 15 Kasım 2011 04:35

Dönemeçteyiz ve dönüşü görebiliyorum. “İki Devlet” teorisi belki de gözümü ve görüşümü açıyor.

Kemalizm’in dönüşü dönemine girmiş durumdayız. Birbirimize anlatıyorum. 

Ötekilere hiç anlatmıyorum, anlamaları imkansızdır; ben imam-hatip mekteplerinin anlamayı ortadan

kaldırdığına inananlardanım. Ayrıca öğrenme kabiliyetini de yok etmektedir. Yalnız ve tabii burada dar

anlamda i-h mekteplerini kastetmiyorum, tüm mektepler “aynen öyledirler”. Hapisteyiz, “T” ve “Z”

gazetelerini almaya mahkumuz, yazarlarının yazdıklarını anladıklarını sanmıyorum ve biz de hiç

anlayamıyoruz. Bir tek ve her gün “Kemalizm’i yendik” tamtamları yapıyorlar; burada da, büyükleri,ilk işaretleri bizden aldılar. Ben tamtamlara devam etmelerinden yanayım. Sürdürmeleri isabetlidir;

meslekleri, kafalarını indirip kaldırıp tekrar üzerinedir. Biliyoruz. 

Kemalizm’in doğuşu 

Doğuşu otuzlu yıllarda oldu ve bir şanssızlığı ile bir şansını yazabiliyorum. Avrupa’da demokrasiye

inanan kalmamıştı ve İtalya ile Almanya’da faşizm yükseklerde dalgalanıyordu, şanssızlıktır. Ancak,

Amerika ile Sovyetler ve hatta faşist Almanya büyük şantiyelerdi, yapmak ve yönetmek esastır.

Kemalizm yapıcı ve yöneticidir. 

Atatürkçülük ile Kemalizm’i tam özdeşleştiremeyiz, ancak İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen dönemde,

Atatürk ilgisi gerilemişti; Harbiye derslerinde pek geçmediğini biliyoruz. Ellili yılların ikinci yarısında ise

hem Atatürk’e ve hem de Kemalizm’e yöneliş başlamıştı, ama zayıftır. Yönelişten daha çok, “arayış”

diyebilirim. Yalnız Şahane Altmışlı yıllarda doğum sancısını yaşadık. Ama çok daha güçlü bir rüzgar ile

karşılaştık. 

Kemalizm’e ihanet 

Sosyalizm uzaya ilk çıkan oldu ve Castro ile Che Guevara sanki vakumdular, çekiyorlardı. Bir yandan

da Ho Şi Minh ve diğer yanda Abdul Nasır; Kemalizm sosyalizmin gölgesinde kalmıştı. Gençlerimiz

hızla başlarına koydukları kalpakları acele ile çıkardılar, Deniz Gezmiş’in parkası, parkadan çok, birdönemdir. Bugün yaşadıklarımız, o hep yaşamak istediğim çağa tepkidir; islamizasyon ve köleleştirme,

oligarşi’nin politikası olmuştu. Ordu islami çekici tutarken kendisinin İslamlaşmayacağını sanıyordu,

saflık diyebilirim; İspanya’da Katolizm’e dönen Yahudiler, hem Musevi ve hem de İsevi oldular. Kural

budur. Kemalizm en büyük ihanetini yaşadı. Buraya geldik. 

Çöküşe davetiye 

Ve akepe hem 12 Eylül’ün devamı, hem de ürünü olmuştur. Büyük sermaye, ordu ve kurucu parti

chp’nin işidir; bütün kapıları açtılar ve her türlü kolaylığı verdiler. Ama islam her türlü yönetme

yeteneğinden yoksun olduğunu ispatlamış durumdadır; tam toslama ve tam foslama içindedir.

Page 53: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 53/77

Türkiye’yi büyük felaketlerle karşı karşıya getirdiğini görüyoruz; sırması dökülmüştür ve kısırdır.

Akepe her gün kaos peşinde görünüyor ve galiba bu, islamın doğasında var. 

Sol rüzgar 

Bunları yazmak mı, hiç de önemli değil, doğa ve toplum ve pek deneyimli halk duymaktadır. Ben deduyuyorum. Bir de şu var, Mustafa Kemal çok şanslıdır; yalnız doğmakta olan Sol Kemalizm’dir. Bunu

görüyorum, mengene işte böyle sıkıştırmaktadır. 

Tepeden çökerttiler. Yerden ve soldan dönüyor. Artık yenilmeyecek bir güç görüyoruz. “İki Güç”

dönemine giriyoruz ve sıcaklığını duyuyorum. Çıkıyoruz ve aşıyoruz. 

On yedinci yüzyılda Fransa’da Colbertizm, Avrupa’da Merkantilizm, Büyük Bunalım’dan sonra

Amerika’da Keynesianizm yapıcı ve yönetici oldular. Akepe ise derin bir buhran, şiddetli bir nöbet ve

uzun bir 31 Mart’tır ve dönüş, hem ihtiyaç, hem de şarttır. İşaretleri var ve biz de varız. 

Son Güncelleme: Perşembe, 17 Kasım 2011 20:33YALÇIN KÜÇÜK / Ergenekon’dan İktidara (TAMAMI) 

Çarşamba, 18 Mayıs 2011 07:06

Ergenekon’dan İktidara 

Ergenekon’dan bir tek çıkış var: iktidar. Diğer bütün kapılar kapanmış ve “tahliye” artık bir seraptır,

birinci hüküm budur. Tahliye mi, şimdi sözcüğün en has anlamında bir hayaldir; hem büyüklerin, hem

çocukların hayalidir, demek istiyorum. Bunu da ilave ediyorum; Mehmet Ali Birand’ın “Otuz İkinci”

Gün programında -Tekvin’deki “Genesis” de diyebiliriz, adı budur- sanıyorum Binbaşı Erol

Mütercimler, “Ordu gelirse otuz yıl çıkmaz diyorlar” demişti ve ben de “Otuz yıl Cumhuriyet’e yapılantahribatı telafi etmeye yetmez” kelamında bulunmuştum. Alt yazıdan başlayarak beni “darbeci”

saydılar, hiç alınmadım; ama bu dünyaya “devrimci” doğdum, artık öyle yaşıyorum. Doğrudur,

Cumhuriyet’i bir çöle çevirdiler, köleler ve esirlerin yurdudur. Öyleyse, tahliye bir esaretten diğerine

bir yoldur ve bu durumda tek yol iktidardır. Başlıyoruz. 

Yahudiler’in çok rahatlatıcı bir kapıları var; büyük felaketleri “günahlarımızın kefareti” biliyorlar ve

kitaplarına bu gözle bakacak olursak, devamlı “günah” arayışındalar, sanki define avcısıdırlar. Belki

araştıra araştıra bana da bulaşmış olmalıdır; biz hangi günahları işledik, hep bu soruya geliyorum.

Günahlarımız çoktur. 

Şahane Altmışlı Yıllar 

Page 54: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 54/77

Peki, yaşamak mı, eğer yaşı uyuyorsa, “Altmışlı” yıllarda yaşamaktır, bazen “Şahane Altmışlı Yıllar”

diyorum. Yaşamamışlarsa, hiç yaşamamışlardır. Herkes çok yüksekti, hepimizin boyu uzamıştı,

hedefimiz büyümüştü, en güzel çocuklarımız bu on yılda çıktılar ve biz hepimiz daha güzeldik. Ancak

bir, “düşman” yarattık; çok doğrudur, Carl Schmitt ile birlikte tekrarlıyorum, “politika” düşman

yaratmaktır. İki, yaraladık. Üç, etkisizleştirmedik, “bertaraf” etmedik; büyük günah budur. Yaralayıp

bırakmak, boynumuzu uzatmaktır. Uzattık, bıraktık; günahımızdır. 

Çetin Paşa ile, öyle anlaşılıyor, çıkışımız aynı, 1960 yılında ve Paşa Harbiye’den ve ben Mülkiyeden

çıkmıştık. İbrahim Paşa, Fırtına, bizden iki yıl sonra olmalıdır, Şükrü Paşa da yakında dönemlerden,

hem Harbiye’yi hem de Mülkiye’yi bilmek durumundadır. Harbiyeliler 21 Mayıs 1960 tarihinde

yürüdüler ve ben bundan bir haber aldım. Benim “Devrimci” tarifimde de var; dağlar kadar büyük

kayaların kılcal damarlar kadar ince yarıklarında, ölmekle yaşamak arasındaki çiçeğin titreşiminden

haber çıkarandır; “devrimci” demek istiyorum. 

Bütün Türkiye sallanıyordu, gençlerimiz denetleyemediğimiz uç’lara çıktılar; sarsıyorlardı, iktidarı hiç

düşünemiyorlardı; “biz” Behice Boran ile Yalçın Küçük, diyelim, güçleri frenlemeye çalışıyorduk; ama

biz de “Kürtler vardır” diyorduk, demeye hükümlüydük. Bunu diyorduk ama büyük politik deha TuranGüneş, bundan dolayı, “Yalçın, Kürtleri tutuyorsanız bitersiniz, ama asıl tutmazsanız bitersiniz”

demişti. Trajik bir haldeydik, yetiştirdiğimiz gençler bize “pasifist-oportunist” sıfatını yakıştırdılar. Tren

uçuruma gidiyordu, görüyorduk; ama “biz” ancak trenin içinde ters yönde koşuyorduk. Yalnız yine de

çok güzel günlerdi, bunları bilerek, bir daha ve bin defa yaşamak istiyorum. Hep hazırım. 

Doğan Avcıoğlu’nun Yolu 

Bu bölüm ise ahmaklar üzerinedir; “cunta” veya “darbe” dediler ve çok zaman yazıları “Doğan

Avcıoğlu” adını koydular. Ahmaklar Avcıoğlu’nun yapılması gereken en doğru işi denediğini

bilmiyorlar. İki yol vardı; Tip, “sosyalist devrim” ve tabii “iktidar” diyordu ve bunun karşısına “millidemokratik devrim” yolu çıkıyordu. Mihri Belli, Doğu Perinçek, yakında kaybettiğimiz Halit Çelenk,

Deniz Gezmiş, Mahir Çayan yeniden bir deneme yapan Ertuğrul Kürkçü bu yolda idiler. Doğan, bu iki

yolu birleştiren adamdır, bu sözü kullanmıyorum, istenirse “Allah’ına kadar” Marksisttir,

diyebiliyorum. Mükemmel bir devrimci, çok büyük bir öğretmen, çok kibar bir dosttur.

Yetiştirdiklerinden Hasan Cemal, son yıllarında, “sadece Yalçın Küçük ile beraber olmaktan

hoşlanıyordu” yollu yazmıştı. Oğlumuz dünyaya gelince “Devrim” adını koyan Doğan’dır. Demek

bunları yazacak kabiliyet ve gücüm var. 

Benim 12 Mart’ta, Büyük Tevkifat’ta, bir-iki sıyrık dışında fazla darbe almamam bir iki yılı İngiltere’de

geçirmemden kaynaklanıyor, “sovyetoloji” çalışıyordum. Ve gelir gelmez, Haziran 1970, Avcıoğlu’na

“fırladım”, Devrim Dergisi’nin kapısını Gülseli açmıştı, daha sonra eşi oldu. “Fırtına gibi girdin” derdi,

Hasan Cemal de bir odada olmalıdır, çok sert tartıştık. Ne tartıştık; ben Doğan Avcıoğlu’na “yapma,

Doğan” demedim, “Doğan, tutamazsın” dedim, hepsi budur. Çok konuştuk, bazı ahmaklar ve cahiller

iyice bilmek zorundadırlar. Kürt Meselesi’ni konuştuk, Doğan, “burada hareket serbestimiz yok” dedi,

Ordu ile iktidara geliyordu ve Ordu her türlü çözüme karşı çok hassastı. Bu bir, Doğan, hiç kimseden

daha az Marksist değildi ve Parti’nin iktidarı aldıktan sonra kurulabileceğini düşünüyordu; hoş

Bolşevik Parti de iktidardan sonra kurulmuştur, ekliyorum.

Ama asıl eklemek istediğim şudur; Doğan Ordu’ya gitmedi, Ordu Doğan’a gelmiştir. Yine ilave

ediyorum, Ordu’nun tahrik edildiği, yoldan çıkarıldığı sözleri ahmaklara aittir; hareket halindeydi,

iktidara susamıştı, yükseklerde idi, bir program peşindeydi, Avcıoğlu bunu hazırlamıştır. Pek çoktoplantıda tartışılmıştır. Program son çözümlemede Tip-Mdd karışımıdır, bilmek zorundayız. 

Page 55: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 55/77

Sonraki on yılını daha iyi hazırlamaya ayırdığını söyleyebilirim, yetmişli yıllarda çıkardığı büyük kitaplar

sadece hazırlıktılar. Ve Ecevit’i hiç önemsemiyordu; mavi dalgası kısa sürdü, yetmişli yılların ikinci

yarısında bir şiddetli iç savaş’ın içine düştük. Günde yirmi kişi katlediliyordu, aydınlarımızın kreması

yok ediliyordu, mahalleler bölünmüştü, bizden tarafta “Direniş Komiteleri” vardı, silahlı kadınlarımız

sabahlara kadar nöbet tutuyordu. İşte ikinci büyük günahımız buradadır, böyle bir durumda tek yol

iktidardır. Ve biz gaflet içindeydik. Elimizi soğuk sudan çıkarıp sıcak suya daldırmadık. 

Dönebilir miyim ve tekrar edebilir miyim; bir “Avcıoğlu Konspirasyonu” yoktur, Ordu’nun başarısızlıkla

sonuçlanan bir iktidar denemesi var. Bütün Arap Dünyası tazelenmişti, Mısır, Suriye ve Irak anti-

emperyalist olmuşlardı, Afrika yenileniyordu. Deneyimli ve zinde Türk subayları bunun dışında

kalamamaktadır. Türk gericiliği ise bundan bir tek ders çıkarmıştı, “never again”. 12 Mart Darbesi işte

bir kazıma karşı-hareketidir. Kazıma için 27 Mayıs’ı tersine çevirmeyi denediler. “Bir daha asla”

dediler.

Ama rüzgar ektiler, fırtına biçtiler. 

Bir güzel söz var, “faşizm, iktidarı alamamanın cezasıdır” diyorlar ve ben “almamanın”,

düşürememenin kefaretidir, diyorum. Ve bunu ilk defa söylemiyorum, en geç 1976 yılında, yazarıolduğum Cumhuriyet’te “geliyor” deyi bağırıyordum. “Türkiye’de faşizmin temeli İslam’dır” sözü de

bana aittir. Haberci’de vardır; ve bu kadar değil, Behice Boran’ın daha sonra hem Uğur Mumcu’ya ve

hem bir başkasına “biz yanlıştık, Yalçın doğru idi” dediğini biliyorum. Beni bırakıp kuşku duyanlara

gitmişti. Yalnız kalmıştım; DİSK, ne yazık, kendi ellerimizle çökertilmişti. Ancak bir avuç arkadaşım ile

bir dergi çıkarttık ve adına “Sosyalist İktidar” dedik. Tarihimizde adı iktidar olan tek dergidir. Demek,

iktidar çığlığı atıyorduk ve bir tür kaçık muamelesi görüyorduk. Doğrudur ve eksiktir; biz hepimiz

“kaçıktık”, çünkü büyük bir aymazlık içinde iktidarı Kenan Evren’e bırakıyorduk. Kenan evren bir

kefarettir.

Neredeyiz

Şimdi iki sonuca gelmiş durumdayız. Bir, Tayyip Erdoğan bulunmuştur ve getirilmiştir. Önceleyenleri

var, ancak, islamizasyon ve osmanizasyon Türk Ordusu’nun bulduğu çare ve doktrindir. Solu ve aydını

yok etmek ve akıllarınca Kürt hareketini nötralize edebilmek için buldukları tek çare İslamdır. 12

Mart’tan 12 Eylül’e kadar Washington ile Türk büyük zenginleri bunu başardılar. İsrael buradadır;

şimdi açıklayabilirim; benim “İsrael Türkiye’de İsrael’den daha güçlüdür” sözü ile kastım budur. Ve

şudur, İsrael’in en güçlü olduğu iki kurumdan birisi Hürriyet Gazetesi ise, ikincisi Türk Silahlı Kuvvetleri

oldular. Ve Akepe ile Tayyip Erdoğan bir vesile idi, İsrael ve Türk Ordusu ve Tüsiad’ın marifetidir,

demek istiyorum.

Öyleyse neredeyiz; Kemal Kılılçdaroğlu, Diyarbakır’dan yıllardır cehepeli olanları bir çukura atıp,

Barzani’nin adamı, bir cehepe düşmanı, bir Washington muhibbi Sezgin Tanrıkulu Abdulla’yı

milletvekili yapmaktadır. Demek ki, Kılıçdaroğlu bir atını vuran kovboydur. Güzel, Kılıçdaroğlu’nun

ihanetine uğramış Diyarbakır Cehepe İl Başkanı Mesut Doğan yakında bir açıklama yaptı;

Diyarbakır’da lojmanlarda oy veren 4 bin subay var, diyordu. Bunların dördü cehepe’ye, 996 adeti

mhp’ye ve üç bini akepe’ye oy verdiler. Bu istatistiği Türk Ordusu’na borçluyuz ve “İşte Paşam ahval-i

umumiye budur”, diyoruz. Bundan önceki seçimden söz ediyorum, geride kaldı, seviniyorum.

İki, Kılıçdaroğlu, Washington ile Tel-Aviv’in en büyük keşfidir. “Ben Kemal’im” diyor; adama

sormuşlar, “adın ne” demişler, cevap gelmiş, “mülayim”; buna “bre sert olsa ne çıkar” karşılığını

vermişler. Çok biliyoruz ve şu adama bakın, “ben hesap uzmanıyım, hesap bilirim” buyuruyor. Şu sözebakın, hesap uzmanı olarak İslamcılardan alıp milletvekili tayin ettiği Bülent Kuşoğlu, “tekke ve

Page 56: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 56/77

zaviye” açmak üzere meydandadır. Ve sıkılmıyor Kemal Bey, dolaştıkça ihaneti daha çıplak görüyoruz.

Şimdi Selvi/Zİlfi Hanım’ı almış, “ben Kemal’im, ben Kemal’im, ben… ben...” deyip dönüyor. Yazık,

giderek bu ihaneti Deniz Baykal ile Önder Sav’a yazmamak için kendimi tutuyorum ve Selvi/Zilfi

Hanım yerine Nükhet Duru’yu tavsiye ediyorum. 

Tüm zamanlarını boş geçirmiş; henüz Türkiye’de bir Başbakan Yardımcısı’nın, hele hele akepe’den

birisinin, mail kullanarak torpil istemeyeceğini öğrenememiş. Önümüzde bir çocuk Kemal var. Başka

ne var; birisi “bel” edebiyatı yapıyor ve diğeri “ben-rap” söylüyor, manzara-i umumiye işte budur.

Sonuçta hem bitiyoruz, hem bitiriyorum.

İktidara Davet 

İslami politika tükenmiş ve cehepe çökmüştür.

Kapıda yeni bir iktidara davetiye var. 

İslamcı siyaset tükenmiştir ve cehepe bir ihanet ile çökmüştür; çökertilmiştir, diyebiliyorum. Bir

boşluk var. Devam ediyorum, “La kitabe” ve “illa” benim kitaplarım, diyorum. Sadece benim kitaplarımda

yazılıdır; “31 Mart” gerici iktidarının kuruluşunda da Silahlı Kuvvetler işbirlikçileri rol aldılar. Ve yine

Silivri-Çatalca’dan gelen “gönüllü” Ordu ile devrildiler. Şimdi aynı yerdeyiz. 

Şimdi geriye bakıyorum; iyi ki Ergenekon var, bulup çıkaranlara şükran duymaya başlıyorum. Silahlı

Kuvvetler’in aslına, 12 Mart öncesine dönüşünde “devrimci” ve istenirse “karşı-devrimci” hareketler

etkili oldular. Yavaş yavaş Ordu’ya dönüyoruz.

Ve hala “Balyoz”; şimdi başlarına “balyoz” inmektedir, görüyoruz. Balyozlar iktidara hedeflenmiş

haldedir. Çoğunu uzun zamandır Silivri’ye topladılar; okudular ve iktidarın teori ve pratiğini

öğrendiler. Bir tek susamışlıkları eksiktir. Veriyoruz. 

Ekliyoruz, aydın her yerdedir. 21 Mayıs’ta, İzmit’te, Doğu Kitabevi’nde kitaplarımı imzalamak içinoradayım. Ben yoksam, engel çıkarsa, damgam oradadır. Ve sevgilerimle. 

Son Güncelleme: Çarşamba, 25 Mayıs 2011 00:06YALÇIN KÜÇÜK/ Kozinoğlu tespitlerine göre:  

Tayyipland’e karşı Alamanya-(TAMAMI)

Cuma, 16 Aralık 2011 04:16

Erdoğan’ın son Almanya seferi, fiyasko olmuştur. Bir, sefer için Die Welt, Erdoğan’ı, “Almanya’da

yaşayan üç milyon Türk’ün patronuymuş gibi konuşmakla” suçluyordu. İki, Die Tageszeitung ateş

 püskürüyordu; yayınladığı yazı, “önemli olan birinin ne söylediği değil, aynı zamanda bunu, kimin

söylediğidir” yollu başlamaktadır  

Daha kısa, ama daha açık formüllerle söyleyebiliriz, Binbaşı Kaşif Kozinoğlu’nun Aydınlık notlarıbeklendiği ve görüldüğü üzere ayrıntılı ve geniştirler; “Hoca’ya” olanlar ise hedefe yöneliktirler. İki

Page 57: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 57/77

tespit ile başlayabilirim; bir, “Almanya 2. Deniz Feneri Davası” açmak üzere hazırlığını tamamlamış

görünmektedir. Bundan Tayyip Erdoğan önemli ölçüde zarardide olacaktır, Erdoğan içindedir. İki,

“MİT/PKK Oslo görüşmelerini Almanlar açıkladı” ve herhalde devamı ve daha fazla bilgi

bulunmaktadır. Güzel, Binbaşı Kozinoğlu’nun bu haber-tespitleri bir harbi işaret etmektedir ve ben

burada aktarmaları, Kaşif Bey’in el yazısına sadık kalarak yapmış bulunuyorum. Önemlidir. 

Önemli olan bir de şudur, gerçekten böyle bir savaş var mıdır; bu soru, Binbaşı Kozinoğlu’nun hem

Aydınlık’a, hem de bana vasiyetlerinin doğruluğunu da sınama anlamındadır. Bu nedenle kısaca

üzerinde durmak zorundayız; daha önce Aydınlık’ta yazmıştım, Turk polis şefleri, Ankara’da, Amerikan

Büyükelçiliği’ni ziyaretle, “Ergenekon” dedikleri dosya ve davalar hakkında “briefing” yaparak, bütün

sanıkların mahkum edilecekleri konusunda Amerikan Hükümeti’ni ikna etmeye çalışmışlardı. Bir de,

Amerikan kayıtlarına göre, the briefers emphasized that no other country has been offered such a

detailed brief, böyle güzel bir briefing’i başka hiçbir devlete yapmadıklarını anlatıp övünmüşlerdi. Bu

iftihar edilen briefing’e dönmek istiyorum.

Alman vakıfları 

Bir paragraf var, sonuna doğru, Turk polis şefleri, ellerinde Chp lideri Baykal’a verilen rüşvetin

delillerinin olduğunu söylüyorlar. Bu paragrafın sonunda, daha önce işaret ettim, Turk polis şefleri

Amerikan Hükümeti’ne çok çok yüksek bir komutanın -“muvazzaf” diyoruz ve bende “adı mahfuzdur”

ilave ediyorum- ailesi efradı hakkında sexual activities ihtiva eden fotoğraf ve belgeler elde ettiklerini

bildiriyorlar, okuyoruz. Bu iki müthiş ifşaatın arasında yazılı olan ise şudur: “they had also found

information that seemed to implicate the Newman and Adenauer Foundations”. Güzel, Amerikan

İngilizcesi’nden Türkçe’ye çevirecek olursam, Turk Polis Şeflerinin, Amerikan Hükümeti’ne, Alman

Newman ve Adenauer vakıflarını da bulaştıracak, to implicate, ve tabii Ergenekon’a bulaştıracaklar,

bilgilere ulaştıklarını haber verdiklerini öğreniyoruz. Hiç kuşkusuz, şimdi öğrenenler daha çoktur,çünkü Tayyip Erdoğan duramadı, yakın zamanda Alman Vakıfları’nın CHP ve PKK ile işbirliği halinde

olduklarını ifşa ediverdi; sonra geri aldı, ama hep duymuş olduk.

Alman Hükümeti’nin şiddetle tekzip ettiğini hatırlıyoruz, kaldı ki, “her şey Wikileaks’tedir” yollu bir

atasözümüz var, Almanlar da biliyorlar.

Bilgi kaynaklarım 

Şunu da ekleyebilirim, araştırma yapan birisiyim, kaynaklarımın sıhhati konusunda sezgilerim oluştu;

Ecevit’in, Kurucu Paşalar’ın “Musul Vasiyeti” konusundaki pek gizli sohbeti bana ulaştığında, büyükkayalar arasından kıvrıla kıvrıla akan bir su getirmişti. Hiç şüphe etmedim; eksik olmasınlar, Bülent

Bey hemen teyit ettiler. Buna şunu ekliyorum: Kaşif Bey’in Aydınlık ve bana bıraktığı bilgi ve

tespitlerin, esas olarak, doğru olduklarına güveniyorum; sezgilerim ve bilgilerim bu yöndedir ve

bıraktıkları, benim tespitlerim ile tam uyum içindedir.

Bülent Bey ve Kaşif Bey göçtüler, ancak Kaşif Bey’in bana emanet ettikleri arasında şu son yirmi

günde ortaya çıkanların haberleri de mevcuttur. Bir, “Ve çok yakında Tayyibi AKP eliyle bitireceklerdir.

(1. Hedefleridir)”. Yazısına dokunmuyorum; demek ki, Binbaşı Kozinoğlu bizi, şimdilerde herkesin

Akepe içinde “çatlak” dediği hadise ile ilgili olarak haberdar etmişti. Buradayım. 

Alman büyükelçileri ile görüşen Akepeliler 

Page 58: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 58/77

Kaşif Binbaşı’nın bana yazdığı haberler arasında şu da yer alıyor: “ABD Büyükelçileri ile olduğu gibi

Almanya Büyükelçileri ile görüşen AKP’liler var.” Tabii, burada Akepe geçiyor; Binbaşı bana, “Tayyibi

şahsi olarak hedef almış” devletlerden, büyük devletlerden söz ediyor. Net bir “liste” gönderdiler,

ileriye bırakıyorum. 

Harp dönemi 

Demek harp var, çok geniş bir cephededir. Erdoğan’ın son Almanya seferi, tam bir cenk ve tam bir

fiyasko olmuştur. Bir, sefer için Die Welt, Erdoğan’ı, “Almanya’da yaşayan üç milyon Türk kendisine

aitmiş ve onların patronuymuş gibi konuşmakla” suçluyordu. İki, Die Tageszeitung ateş püskürüyordu;

yayınladığı yazı, “önemli olan birinin ne söylediği değil, aynı zamanda bunu, kimin söylediğidir,” yollu

başlamaktadır. Kasap vejetaryen; Porsche sürücüsü çevreci; sağır, müzik eleştirmeni olamaz; bunlara,

“Erdoğan da Almanya’da yaşayan Türkler’in inandırıcı ve güvenilir bir avukatı değil” ilavesi ile

Almanya reddetmektedir. Süddeutsche Zeitung ise, Almanya’daki Türk işçilerin ellinci yıl

kutlamalarına davet edilen Erdoğan’ın yaptığı konuşmalara pek çok şaşırmış ve kızmış görünüyor ve

“Peki bu açıklamaların 50’nci yıl kutlamalarıyla ne ilgisi var; Erdoğan gürültü patırtı ile Berlin’de birşey elde edemeyeceğini biliyor” diyor; çok ağır olduğunu kabul etmek durumundayız. Öyleyse

Kozinoğlu’nun sözünü ettiği savaşta, Almanlar’ın çok mesafe kazandıklarına inanmak durumundayız. 

Alman politikası 

Almanlar’ın bir Türkiye, Afrika tarihleri var. İki kez, duvarlarını yıkmak istediler, birinci ve ikincisinde

perişan oldular. Birincisinde Türkiye’ye çok güvendiler, o kadar öyle ki, Türkiye’ye “Enverland”

dediler; şimdi, Amerikalılar’ın Tayyipland’i olarak gördüklerinden hiç şüphe duyamayız. Washington

için Türkiye artık bir Tayyip Country’dir; Almanya’nın buna razı olmasını bekleyemeyiz. Ben artık Kaşif 

Binbaşı’nın, İç Asya’da görevdeyken çok önemli Alman İstihbaratçılar ile temas halinde olduğunainanıyorum. 

Esir ile hedef  

Tam burada, Deniz Hakan’ın son yazısı çok zamanlı oldu, Washington Post ve The Economist’e

işaretle, “her iki yayın da, Erdoğan’ın Arap Baharı konuşmasındaki tutumunu ve füze kalkanını kabul

etmesini, bu görüşmenin ardından kendini affettirme çabası olarak yorumlamaktadır” diyordu.

Toronto Görüşmesi’nde ve çok güzel, Washington Post’un söz konusu yazarı Davos Vakası’ndaki

moderatör Ignatius’tur; Toronto’da Tayyip Erdoğan’ın Obama’ya teslim olduğunu haber veriyor.

Hürriyet, Ignatius’un söylediklerini, Türkiye’nin, artık Amerika’nın kısa yol’u olduğu şeklinde

çevirmişti, herhalde “kestirme” demek daha isabetlidir. Ignatius, Obama’nın Erdoğan’la bu yıl 13 defa

konuştuğunu da açıklıyor ki, kendi bakanı ile bu kadar görüştüğünü düşünemeyiz. Türkiye, teslim

olmuştur; artık durmamam gerekiyor; Binbaşı Kaşif, bana bıraktığı notlarında, Rusya için de, “Tayyibi

şahsi olarak hedef almışlar” da yazıyor. Erdoğan’ı “hedef almış” büyük devletler listesi Almanya ile

başlıyor; “şahsi” kelimesi vurgulanmaktadır. 

Herhalde devam etmek zorundayım. Binbaşı Kaşif Kozinoğlu, bana, “aldığım bir habere göre” diye

başlayıp uyarısını yaptıktan sonra şu tespiti göndermişti: “MİT/PKK Oslo görüşmesini Almanlar

açıkladı. Devamı var, Almanların elinde yazılı protokol var.” Demek, notlarına rağmen yaşayacağını

ümit ediyordu. Güzel, güle güle Binbaşım, bana da “devamı var” demek düşüyor. Farisi, men

umidvarım, diyoruz. 

Page 59: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 59/77

Son Güncelleme: Cumartesi, 17 Aralık 2011 22:48YALÇIN KÜÇÜK/ Binbaşı Kaşif Bey: Akepe’de fitne

var ve ‘Tayyib’in bitişi-(TAMAMI)

Çarşamba, 21 Aralık 2011 05:51

Kozinoğlu Binbaşı’nın bana emanet ettiği ifade, verdiği önemli bilgileri burada yazmama ilaveten,

“TAYYİB’in bitişini hızlandırır” idi ve deneyimli analizci “her şeyi hızlandırır” demeyi de ihmal

etmiyordu, “hızlandırır” sözcüğü tekrardır. Tabii, “fitne” sözcüğü bana ait, Arabi ve İslami dillerimizdevar, aslı İbrani “milhama” olup, Hazreti Ömer tarafından “fitne” ya da “fitna” olarak Arapçalaştırıldı.

Ömer’in İbrani olduğunu ve tekellüm ettiğini biliyoruz. Şu noktaya gelebiliyoruz, Arap ve İslam tarihi

“fitne” üzerinedir; “iç savaş” demektir, savaşın yoğunluğu değişebiliyor ve akepe’de açığa çıkmış

durumdadır. Mhp’den Devlet Bahçeli ve Chp’den Kemal Kılıçdaroğlu, bu fitnede “birtaraf” oldular ve

muhtemelen “bertaraf” olmak istiyorlar, bilemeyiz. Kaşif Bey’in, tabii ölümünden önce benim için

hazırladığı notlarında, taraf’lar yazılıdırlar. Açıklamak durumundayım. Peşrevi var. 

Enverland&Tayyipland 

Önce Seymour Hersh’ten söz etmek istiyorum, güzel bir Yahudi’dir -bir diğeri Chomsky’dir- Hersh,

şimdi çok büyük bir gazeteci, diaspora’da her Yahudi’nin “iki sadakati” olduğu tespitini Hersh’e

borçluyuz. Tabii, ben Türkiye bir diaspora’dır diyebiliyorum; sabetayizm çalışmalarımda sadakati teke

indirme kaygısı önemlidir. Güzel, söze dalıp Hersh’i kaybetmek istemiyorum, yakın zamanda,

Musul’da, Barzani-Israel askeri ilişkilerini ortaya çıkarmıştı; pek güzel, devam ediyorum. Hersh,

Amerika’da kendisiyle mülakat yapan bir televizyoncuya, bu bilgiyi Alman istihbaratından aldığını

fısıldamıştı. Bu televizyoncu da, hanım olduğunu açıklayabilirim, benim kulağıma söylemişti; ikisine de

teşekkür ediyorum. Demek ki, Almanya, Washington’dan çekindiği için, Türkiye ve Ortadoğu’da

derinden çalışmaktadır, bunu ihmal edemeyiz. Ve Enverland’in, Tayyipland olmasından pek

rahatsızdır; “acımız ortaktır” diyebiliyoruz. 

‘Tayyibi bitirecekler’ 

Hatırlatma olabilir, ama genişleterek aktarıyorum, Binbaşı Kaşif’in, Yalçın Küçük’e, pek çok kısa

emanetinde asıl paragraf şudur: “ALMANYA, İSRAİL, FRANSA, İRAN, RUSYA ve ÇİN, Tayyibi şahsi

olarak hedef almışlar. Ve çok yakında Tayyibi AKP eliyle bitirecektir (1. Hedefleridir).” Buradaki “eliyle

bitirecektir” cümleciğinin öznesini Almanya olarak anlamamız isabetlidir ve şimdi Kaşif Kozinoğlu’nu

istihbaratçıdan daha çok “analizci” kabul etmeyi öneriyorum. 

Savaşlar 

Ricardo ve Marx’tan öğrendik, düzlüklere bakmayız, sapmalara “takılırız”; bir, Muhsin Yazıcıoğlu’nuncenazesine Devlet Başkanı Demirel, Genelkurmay Başkanı Başbuğ, Bülent Ecevit’in eşi Rahşan Ecevit,

Page 60: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 60/77

birlikte katıldılar. “Hoppala!” İki, Taceddin Dergahı, kuruluşu itibariyle yehud-amiz bir yer idi, bu

sözcüğün icadı bana aittir, “hakaret-amiz” olabilir ve burada, Doğu Yoldaş beni affetsinler, Karay

Mehmet Akif, Yehud Kamil Paşa’nın, sadrazam, torunu Hikmet Bayur, Yehud Ahmet Ertegün’ün

babası Münir, birlikte “İstiklal Marşı” yazdılar. Yine “hoppala!” Bu dergah ile Muhsin Yazıcıoğlu’nun

ne ilgisi var; bütün kuralları aşıp Taceddin’e koydular. Üç, “yoksa yoksa” diyorum, Sivas’ta

pakruduniler var, burada susuyorum ve susuyorum. Akepe’nin devr-i hükümetinde, Trabzon, Malatya

ve İstanbul’da Hıristiyanlar öldürüldüler ve Yazıcıoğlu’nun kaybından sonra durmuş olmalıdır, “aynen

öyle” diyorum. 

Hıristiyanlara yönelik çok talihsiz cinayetlerde, Alperen Ocakları’na bir bağ çıkarıyorlar ve Alperenler’i

Yazıcıoğlu’na yazıyorlar. Peki, ben de artık dilimin altındaki baklayı çıkarıyorum; eğer, Ankara’da

komşum idi, Muhsin Yazıcıoğlu bir suikasta kurban gittiyse, büyük bir Hıristiyan devletini ihmal

edemem, düşünürüm. Kimsenin bu akepe devrinde, serçe avlar misli Hıristiyan cinayetlerine göz

yummasını bekleyemeyiz. Şimdi susma yerindeyim. 

Kozinoğlu’nun analizleri 

Güzel, Kaşif Bey’in Yalçın Küçük’e emanetlerine, peşrev -aslı “pişrev” olup, önde-giden, hatta “forvet”

anlamındadır- yapmış oluyorum. Şöyle tanımlayabilirim, Israel’e asıl yakın olan Erdoğan değil,

Fethullah olup, müşrün-ileyh de Abdullah Gül’ün çok yakını olur. İkisini birlikte düşünmek ve hiç

ayırmamak yerindedir. Öyle değil mi, şike tertibi ile birçok futbol yöneticisinin, yüzlerce yıl hapislere

konma işinde, Fethullah, Gül, “T” ve “Z” gazeteleri birlikte oldular. Demek Kaşif Bey’in analizleri,

ölümünden sonra doğrulanmaktadır. Neden öldü ki, çok iş yapardık, öyle dediğini duyuyordum. 

Parantezi uzatıyorum, Gürsel Kılıçdaroğlu ihanetiyle cehepe yenileştirilirken, Fikri Sağlar’ı da

yenileştirdiler; hiçbir şey bilmiyor, Fethullahi televizyonların bülbülüdür, uyduruyor; Tayyip Bey,Dolmabahçe’de Büyükanıt’a türbansızlık sözü verdi. Tayyip Bey, önünün kesilmesini tümüyle buna

bağlıyor; Fethullah Bey’in rolünü inkar edemeyiz. Erdoğan aday ararken, “ya ben, ya Abdullah” diyen

Bülent Arınç’tır; demek fitnenin, başkaldırının tarihi eskilere gitmektedir. Güzel, Erdoğan’ın bu

kurulumda çok zayıf olduğunu tekrarlıyorum. Yine de, “Dengir Mir Mehmet Fırat intikam için

(Tayyip’ten) hazırlanıyor” ibaresini ekliyorum. Emanettir. 

Ordu hedefleridir

Pişrev’de son adımımız şudur; işte bu Abdullah Gül, Almanya’ya ayak basar basmaz, Yazıcıoğlu’nun

ölümünü ortaya attı ve “keçileri” harekete geçirdi, “hoppala” demiyorum. a) Almanya’ya mesaj

veriyordu. b) Burada hedefleri Ordu’dur, ancak Necdet Paşa’yı bırakıyorlar. Biz ve ben hedeflerinibiliyoruz ve her zaman, “it’s right or wrong, it is our army” diyoruz. Bu Ordu bizimdir ve her fırsatta

bizleri hapse atsa da, çakallara karşı savaşımız var. Takipteyiz, Yazıcıoğlu’nun taraftarlarının, “şunu da

bulduk, Gül’e veriyoruz” demelerini not ediyoruz. Gül, sanki özel yetkili mahkemede bir savcıdır; ama

moralleri bozulmak üzeredir. Peki, güzel, peşrev çekmiş haldeyim, sırada Binbaşı Kaşif Bey var,

başlıyorum. 

Kurulu tuzak 

Bir, Binbaşı Kaşif Bey’in, Yalçın Küçük’e emanetinden, bir küçük paragraf alıyorum: “B. Arınç’ın tüm

açıklamaları A. Gül tarafından Tayyib’e kurulan TUZAKTIR”. Müthiş değil mi; bütün bunlar, yeni şike

yasasının veto edilmesinden ve Arınç’ın, “ben Erdoğan’a biat etmemiş adamım” hitabetinden

Page 61: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 61/77

öncedir. Ve “biat” sözcüğünü de bilmemektedir; Arabi bir sözcük, ama hiçbir zaman islami değildir.

Devellioğlu sözcüğünden “el sıkışma” anlamını öğreniyoruz. 

Araya giriyorum, Sağlık Nazırı Recep Akdağ da ekiptendir, öyle düşünebiliriz, doğru veya yanlış, right

or wrong, ellerinde bir rapor var, Tayyip Bey için iyimser görünmüyorlar. Adını vereceğim dördü de,

“iyi” demediler, evde yatsın buyurdular. Bunlardan birisi Recep Akdağ, 14 Aralık’ta, saat 14.00 Cnn-Haber’de, “kanser diyorlar, Hacettepe’de tedavi için kat hazırlandı, diyorlar, dedikodu” demekle,

durumun ciddi olduğunu dahi haber verdiler. Herhalde Başbakanlık uyarmıştır, bu haberi kaldırdılar.

Fethullah Bey ise, Aydınlık’tan öğrendiğime göre, geçmiş olsun dahi demediler; kızgınlığını “T” ve “Z”

kodlu ceridelerden öğreniyoruz. 

Gül-Erdoğan savaşları 

Kaşif Bey’in Yalçın Küçük’e emanetinde, bir paragraf da şudur: “B. ARINÇ ve GÜL ortaklaşa, Tayyib’i

aradan çıkarıp, Cumhurbaşkanlığı ile Başbakanlığı paylaşacaklar. Başta C. Çiçek, Sağlık Bakanı, F.

Gülen vb. Bazı AKP’liler böyle istiyor.” Müthiş değil mi, bana gönderdiği haberlerde, Oda’da,Mahkeme’de, yan yana oturacaktık; inanılması zor bir ölüm, hepsi doğru çıkıyor. Faillerde fiilerde bir

tek şaşma göremiyoruz. Sona erdirirken bir ifşaat da ben yapabilir miyim, bunları yazarken Gizli Tarih,

Haberci, Çöküş, Fitne kitaplarımı okudum ve çalıştım. Bu kitapları sık sık çalıştığımı saklamıyorum, çok

yararlanıyorum. Hersh, Chomsky, Gül sayfaları çok çok iyidir; güzel, ancak unutmaksızın ekliyorum,

bunları ben yazmıştım. Ve hem “güle güle” diyorum ve hep sağlıklar diliyorum; sağlık, güzeldir. 

YALÇIN KÜÇÜK/ İlker Paşa’nın Açılımı (I)-(TAMAMI)

Pazartesi, 15 Ağustos 2011 16:07

İlker Paşa’nın Açılımı (I) 

Bir dönemeçte miyiz; doğru, “turn left” tabelası yok, amma, izinleriyle, ben “sert viraj” işaretini daha

doğrusu alametlerini görebiliyorum. Pek çokturlar ve her gün çoğalıyorlar. Bir yüksek komutan ile bir

sefir-i kebir bir araya gelmişler, belki de getirildiler ve mühim meseleleri konuşmuşlar, bir büyük

gazetede yayımlandı, belki de yayımlattılar, tabii kıyamet diyemeyiz. Fakat pek yenidir, umur-u

adiyeden sayamayız. İlker Paşa Hazretleri’ni tebrik ediyorum, selefleri misli Fenerbahçe Ordu Evi’ninsakin evlerinde erken yokluğu seçmediler, müdahale halindeler. Büyükelçi Şükrü Elekdağ ise,

Page 62: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 62/77

izinleriyle, beni şaşırtmadılar, ulusal ve aynı anlamda bağımsız Türkiye mücadelesinde durmak-bilmez

yerindedirler. Gençleştiklerini görüyorum. Bir sade kıyam halindeler. 

Ne konuştular ya da ne söylediler, bunu tartışmak istiyorum. Öncelikle, bir araya gelmeleri dahi çok

önemlidir, görmezlikten gelemeyiz. Peki, söylediklerinde “yeni” var mı, söyleşmeleri çok önemlidir,

ihmal edemiyorum. Paşa’nın söylediklerinde “Terör Örgütlerinin Sonu” nam çalışmasına göre pek çok

yenilik ve açılım var. Ama açık mı ve tatminkar mı, Ambasadır Elekdağ’ın hiç tatmin olmadıklarını

okuyabiliyoruz. Ne yazık tartışmada bir crescendo asla bulamıyoruz ve sonu, başına göre çok daha

karışıktır. Açmak durumundayım. Tartışmalarının tonu ikinci sayfada birincisinden daha düşüktür.

Yükseltmek istiyorum ve başlıyorum. 

Bir, akepe iktidara gelmedi, getirilmiştir. 3 Kasım 2002 bir seçim değil, darbedir. Bunu ol tarihte ilan

etmiş olduğum hatırlardadır. Akepe yüksek komutanların icadıdır. 

İki, seçim günü, 3 Kasım, bir Genelkurmay Başkanı’nın uçağa binip Washington’a gitmesi çok çok kötü

bir alamet idi, gününde buna dikkat çekmiştim. Bir darbe işareti olarak okudum. Şimdi Genelkurmay

Başkanı Özkök’ün bu Washington gezisinde, “Ergenekon” denilen darbe planını görüştüğünü

düşünüyorum. Bu tertip 2002 damgalıdır. 

Üç, darbeyi tüsiad ile yüksek komutanlar iç içe yaptılar. Bunları bugün söylemiyorum, Kasım ve Aralık

tarihinde, ilk akepe hükümeti ortaya çıkınca, bunun, yüksek komutanların “otuz yıldır aradıkları ekip

olduğunu” söyleyen benim. Yüksek komutanlar, tüsiad, Aydın Doğan bunun içindedir, tabii,

cehepe’nin eli mahsulüdür. Cehepe anayasayı değiştirerek Erdoğan’ı Meclis’e sokmuş, bir hükümet

hediye etmiş ve 2007 seçimlerine girmemiştir. Bunları da ilk defa söylemiyorum, cehepe 2007

seçimlerine ve 2010 referandumlarına girmedi; her ikisini de, zamanında, televizyon programlarından

ilan ettim, seçime ve referanduma çağırdım, gelmediler. Kayıtlıdır, Erdoğan’ın bir aktör olmadığını ve

senaryo olduğunu tekrarlıyorum. 

Dört, 2001 devalüasyonu yapılmışken, kanunen 2004 varken, 2002 yılında seçim ihanettir, darbedir

ve sorumlularını biliyoruz. Yüksek komutanlar, akepe için bu usulsüz seçimi desteklediler. Sedat Ergin

başroldedir. 

Beş, Başbuğ – Elekdağ mülakatında ana mesele bölücülük olmuştur, güzel; zindanda yazıyorum,

belleğime dayanıyorum, yanılmak istemiyorum, 2008 yılında Milli Güvenlik Kurulu “BarzaniDevleti’ni” resmen kabul etti. O tarihe kadar fiili durum vardı, ele alacağım, işte asıl bölücülük budur.

Bu pek vahim ve pek tehlikeli kararın ordu içinde bir ve iki numaralı sorumluları Büyükanıt ile Başbuğ

oldular. İlker Paşa’nın bu meşum yerden henüz tam uzaklaşmadığını görüyorum. 

Türk Ordusu’nun Barzani Devleti’ni kabulü bir İsrael politikasıdır. İsrael Darbesi, 1993 Çiller Hükümeti

ile başlamaktadır.

Altı, akepe bunun devamıdır. Akepe, Washington ve Tel-Aviv işidir. Musul’da “Barzani”, Büyük İsrael

Projesi içindedir. Suriye’de Esad’ı düşürmek, bu büyük projenin en önemli halkası durumundadır;

Washington – Tel-Aviv – F. Gülen – Aydın Doğan – Tayyip Erdoğan buradadırlar. Esad’ı düşürmek,İsrael’i yaymak anlamındadır. Gülen-Erdoğan bu iştedirler. 

Page 63: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 63/77

 

Bundan sonra Diyarbakır’ın eklenmesini çocuk işi sayabiliriz. Çok güzel, bunu da yeni söylemiyorum,

“Musul’u almazsanız, Diyarbakır’ı verirsiniz” deyu deyu on yıldır bağırıyorum. Musul üzerine Büyük

Kurtarıcı’nın vasiyeti ve bu bapta İlker Başbuğ – Yalçın Küçük tartışması var. 

Yedi, birinci Ergenekon çıkışında televizyon televizyon gezdim, “hedef ordu’dur” dedim, kanıtlar

verdim. İlker Paşa Hazretleri inanır oldu, sonra Erdoğan’a güvenmeyi seçti, buraya gelmiş

durumdayız. Verdiler. 

Sekiz, trafik davasına trafik mahkemesi, basın davasına basın mahkemesi bakıyor; darbe ile

suçlanıyorlar, askeri mahkeme bakamıyor. Yaşar Paşa başta idi ve arkasından İlker Paşa geldiler ve

mahkemeleri verdiler. Bu Ordu’yu vermek anlamındadır. Verdiler, içimiz yanıyor. 

Dokuz, Hava Kuvvetleri hukuk müşaviri Albay Zeki Üçok müdahale etti, davaları aldı; sonunda komplo

kokan davalar ile tutuklandı. Genelkurmay Hukuk Müşaviri Hıfzı Paşa davaları vererek kurtulma

politikası izledi, bu bir teslimiyet yolu idi ve en sonunda Hıfzı Paşa, tek şahit ve destekçisi Kemal

Kılıçdaroğlu olan bir tertip “dava” ile tutuklanma ile karşılaştı. Çok acıdır. Hıfzı Çubuklu Paşa’ya Gülen-

Erdoğan Partisi’nin freninin patlak olduğunu anlatamadım, benim eksikliğimdir. 

On, ben şu anda akepe’ye teşekkürlerimi sunuyorum. Bize bir Ordu veriyor. Tutuklamalara biraz daha

devam edebiliriz, “sol-kemalist” bir Ordu doğum sancısındadır. Demek buradan geçmek zorundaydık,

“şükran” diyorum. 

İlker Paşa Hazretleri’nin konuşmalarının en doğru yanı, Işık Paşa Hazretlerine verdiği destektir.

Mülakatın en can alıcı noktasını burada buluyorum. Güzel, peki, Işık Paşa ne diyor; yaptıkları ne

anlamdadır, bunu soruyorum. Şimdi buradayım. 

Akepe’nin çöküşünü görüyorum. Nasıl mı, başka bakıyorum ve çöküşü orada buluyorum. Masada-tek

halden moral ve sağlık alamadı ve sokağa çıkamadı, sadece iftar edebildi. 

Bir, sadece şu söylendi, “tek oturdu, bakın ne güzel oturdu.” Görünüşe göre, “koskoca” insanların bu

kadar çocuklaşmaları, çökmekte olduklarını görmelerindendir. Hepsi güzel oturdular. 

İki, “Burkay geldi, Burkay” ve şarkı sözü dahi yazamayan birisini şair bile yaptılar. Tanırım, birlikte

politika yaptık, Kemal Burkay’dan ne köy olur, ne kasaba. Tepe tepe kullanabilirler. Kemal Bey kısa bir

süre sonra Stockholm’e döner, tükenmiştir ve rahatı oradadır. Akepe bir şarkı sözü yazarına

düşmüştür. 

Üç, Türkiye’nin en islamist-osmanist gazetesi Hürriyet’tir ve A. Doğan Hürriyet’i F. Gülen’e teslim etti.

Page 64: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 64/77

Türkiye’nin en hurafeci-tarikat yanlısı televizyonu Haber-Türk’tür ve T. Ciner, gazetesini F. Gülen’e

verdi. Gülen bir jingoist’tir, daha çok tutuklama, sıfır tahliye ve Suriye’ye savaş istemektedir.

Gazeteleri ve televizyonları, Hürriyet ve Haber-Türk dahil, Erdoğan’ı artık zayıf buluyorlar. Çöküşten

korkuyorlar, halleri budur.

Dört, kitap okumaz-gazete almaz Kılıçdaroğlu Ordu düşmanı çizgisini sürdürüyor. Gülen-akepe ise

tutuklamaya mahkumdurlar, güçlü görünmek zorundalar. Toprak kayıyor, görüyoruz. 

Işık Paşa Hazretleri’nin, Kuvvet Komutanları Ceylanoğlu, Aksay ve Yiğit Paşa Hazretleri ile çıkışları işte

bu zamandadır, çok çok zamanlı oldu. Bana Cemal Paşa Hazretleri’nin Adnan Menderes’e hitaben

yazıp Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes’e bırakarak İzmir’e çekilmelerini hatırlatıyor. Cemal

Paşa ol tarihte Kara Kuvvetleri Komutanı idi ve çok kısa bir zaman sonra devlet başkanı olarak

döndüğünü biliyoruz. 

Işık Paşa Hazretleri’nin söylediği şudur: “Ey Ordu’m, ben ve silah arkadaşlarım yapamıyoruz. Bizim,

kişisel planda, böyle bir hazırlığımız yoktur. Ey sevgili silah arkadaşlarımız, bizi affediniz. Size

güvenimiz tamdır.” Bunu söylediler ve müthiş onurlu hareket ettiler. Bize de onur ve güven verdiler. 

Bir, Tocqueville de yazıyor, Fransız Devrimi’ni hiç kimse beklemiyordu ve Lenin, Bolşevik

Devrimi’nden kısa bir süre önce, “inşallah 50 yıl sonra”, diyordu. 

İki, Cemal Paşa veya Cemal Ağa’yı kimse bilmiyordu, 29 Nisan’da Ordu ve polis tarafından sarılmıştık,

hala nasıl aklıma geldi bilmiyorum, bağırmamız gerekiyordu, birileri “ya ya ya şa şa şa Cemal Paşa çok

yaşa” deyu bağırdılar, hemen yer-gök inledi. Hepsi budur.

Üç, 11 Eylül 1980 tarihinde akşamüzeri Bebek Oteli’nin önündeydik, Demirtaş Ceyhun, Amele Erol,

bütün arkadaşlar oturuyorduk, orada otururduk. Rejisör Tunca Yönder geldi, “Yalçın tanklar çıkmış”

dedi, akşamüzeri Meclis’i sardılar. Edirne’yi açık bıraktılar, Ahmet Kaçmaz, Behice Boran çıktılar.

Bebek Oteli’nde tankların ve arkadaşlarımızın çıkışını izliyorduk. 

Bu mu, Ankara ve İstanbul’da zırhlı birliklerin işidir ve şimdi birkaç filo da gerekebiliyor, uçuyorlar.

Mezar kenarından ıslık çalarak yazıyorum, abartmamak gerek, önemli olan Ordu’nun birliğidir. Burada

Akepe’ye güveniyoruz. Elinden geleni yapıyor. 

Aziz Nesin çok güzel anlatırdı, bölükte komutanla anlaşamamışlar, Mehmet’i çağırmışlar, sormuşlar,

“oğlum aşık kime derler”, cevabı Aziz bey çok güzel söylerdi. “Komutanım” demiş, “kızı istersin,

verirler, evlenirsin; vermezler, aşık olursun.” Bu işe, aşk, sonradan olan bir iştir. “Ah yüce gök”, şu

Kemal Kılıçdaroğlu kuluna biraz akıl ve biraz bilgi ihsan eyle diyorum. Madde 35, kızı aldıktan sonra işe

yarıyor, tülden duvaktır. Hepsi bu kadar amma ve lakin, “demokrasi” şartını iyice koymak gerek,

Page 65: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 65/77

çünkü Türk Ordusu hep demokrasi bozulunca iktidarı alıyor ve programa ihtiyaçları var. İşin raconu

budur.

Devam edeceğim, insanlık hapishaneyi çok geç keşfetti, eskiden sürgün vardı. Bonaparte, Dreyfus,

Lenin, Mithat Paşa sürgüne gittiler, “Şeref” Vapuru ile bir vapur genç subayı sürgüne göndermiştik.Tarihimizde çok ünlüdür.

Peki, “şeref “ mi, Sirkeci’den çıkınız, İttihat ve Terakki günlerindesiniz, Meseret Oteli’ni ve kahvesini

geçiniz, Osmanlı’nın son günlerindeyiz, çöküyoruz. Sol tarafta Bab-ı Ali var, şimdi vilayettir, devam

ediniz, İran Sefareti’nden sağa dönünüz, ilerde “pembe” bina var, İttihat ve Terakki Merkezi Umumisi

idi. Bir ara Cumhuriyet Gazetesi orada idi, işte o caddenin adı Şeref’tir. Şeref Vapuru ve genç

zabitlerin adınadır. Şerefleri var. 

Tarih mi, ben ütopyacıyım, çok hayal kuruyorum. Taksim Meydanı’nı çok büyütüyorum, artık adı

“Hasdal Meydanı” olmuştur. Kızılay Meydanı’nı çok açıyorum, artık adına “Silivri Meydanı” diyoruz.

Deniz havasına ihtiyacımız var. 

27 Mayıs’ta Silivri Meydanı’ndaydık. Temren ile el ele idik. İnsanlar oradalar, hepsi öpüşüyorlar ve

“sen oyna … , sen oyna … “ diyorlar ve oynuyorlar. Ben böyle kalabalık, böyle çoşku, böyle mutluluk

bir daha hiç görmedim. Mutluluk mu, özlemdir.

Devam ediyorum.

YALÇIN KÜÇÜK/ İlker Paşa’nın açılımı (II)-(TAMAMI)

Cuma, 19 Ağustos 2011 02:13 

Şair-i Azam Abdülhak Hamid, insan-ı muazzam bir şahış idi. Ailesi sıkıntılı, söyleyemiyorlar, dedikodu

ayyuka çıkmış, sonunda aile meclisinde bir zat-ı cesur cüret etmiş; “Üstad-ı azam, Lüsyen Hanım

aldatıyor” demiş, kızararak oturmuş. Üstad vakur, hiç renk vermemiş, “bakarım” buyurmuş. On beş

gün sonra, aile meclisi toplanmış, “baktım” ile başlamış, müthiş bir heyecan, “aslı yokmuş”.

Duymuşlar ve pek sevinmişler, “Lüsyen’e sordum” demiş. Ve çok güzel, Ambasador Elekdağ çok

merak ediyor, “Paşa, pkk’ya karşı çok başarılı olduk buyuruyorsunuz, neye dayanıyorsunuz”

soruyorlar ve Paşa, “Rand Corporation raporu var, yazıyor” diyorlar. Peki, ben ne diyorum, “Rand

Lüsyen Hanım’dır.” Söylediğim öz olarak budur. 

Page 66: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 66/77

 

Paşa’nın söylediği ise şudur: “TSK’nın PKK terörüyle mücadelede başarılı olduğunu kitabımda, Türkiye

dışında yapılan bilimsel ve saygın çalışmaya dayanarak açıkladım.” Çalışmayı yapanın “Rand”

olduğunu açıklıyorlar, cia’ya araştırma yapan bir tür yan kuruluş olarak kabul ediliyor. Buradan

Amerika ve cia’nın; Türk Ordusu’nun mücadelesinden memnun olduğunu anlıyoruz. Washington,

Türk Ordusu’nun içine kapanmasını ve Barzani’ye dokunmamasını istemektedir. Başarılı bulması pek

tutarlıdır. 

Bilgisiz Mücadele 

İlker Paşa’nın şu açıklamasını da aktarmak istiyorum: “1992’de Kuzey Irak harekatı çok önemlidir. O

zaman Pkk’nın Kuzey Irak’taki hareketi çok önemlidir. O zaman Pkk’nın Kuzey Irak’taki güçlerini

Osman Öcalan kontrol ediyordu ve TSK’ne karşı çok yanlış bir taktik uygulamıştı.” Bunu okurken çok

üzülüyorum, hem gerçeklerle ve hem de benim bilgilerimle net bir şekilde çelişiyor. Çok hoş, Devlet-i

Türki, demek arada sırada bir Kemal Burkay buluyor ve vakit geçiriyor; 1992 yılındaki Burkay, Osman

Öcalan’dır. Pek yazık, bu bilgilerle mücadele sürüyor. “Ölmüşüz de haberimiz yok” diyorum. 

Bir, ol tarihte, pkk’da bir iç mücadele vardı, Mehmet Şener isyan etmişti, öldürüldü. Öcalan bana,

“Hocam şunlara bakın” diyordu, bazı liderlerden söz ediyordu, “Ferhat’ı benim yerime geçireceklerdi,

Kamışlı’ya bir muzaffer komutan olarak soktular” diyordu. Galiba kod adı buydu, “şimdi bana Ferhat’ı

öldürmem için yalvarıyorlar” şeklinde sürdürmüştü. Osman’dan hep “zavallı” olarak söz ederdi.

Öcalan, Osman’ın Türk Devleti ile bağlantılı olarak hareket ettiğini düşünüyordu. Burada kızgınlıkla

Mehmet Ali Birand’dan bahsediyordu. Bu kadar ve Mehmet Ali’ye sağlıklar diliyorum. 

Sınır Ötesi Yenilgisi Güzel, İlker Paşa Hazretleri’nin kaynaklarına dönmek istiyorum, uzun incelemelerim var, artık kitap

içinde yayımlama zamanı gelmiştir. Bunu erteleyerek İlker Paşa’ın asıl meselesi ve hatta en esaslı

açılımına dönmek istiyorum. Mesele şudur, Paşa Hazretleri’ne göre, 2003 yılında Amerikan Kuvvetleri

ile Irak’a girmek imkanı vardı, görememek büyük kayıptır ve İlker Paşa çok hayıflanıyor. Buradayız. 

Ben çok şaşırıyorum ve çok üzülüyorum, çünkü burada çok çok büyük bir mesele var. Şudur,

gerçekten böyle bir imkan var mıydı, daha açık not edebilirim, Amerika Türk kuvvetlerini Kuzey Irak’ta

görmeyi hiç düşündü mü? Ben hiç düşünmediğini düşünüyorum. Daha açık ifade edebilirim, Amerika

açısından Türk askerleri, Irak’ta persona non grata idi ve Türk subaylarının başına çuval geçirilmesinibunun en kaba ifadesi sayabiliriz.

Bir, Büyükelçi Elekdağ, böyle bir imkanı ciddiye almaz görünüyor ve Paşa Hazretleri’ne, “ayrıca

Amerikalılar Türk askerine dar bir arazi şeridi veriyordu” diyor. İlker Paşa’nın cevabı, iki, şudur: “Biz bu

bağlamda Amerikalılar’la hemen hemen bir anlaşma noktasına gelmiştik”. Çok çok güzel, “hemen

hemen” ve bir “anlaşma noktasına” gelmişiz, ve, üç, bu anlaşma olsaydı, “Türkiye-Irak sınırında biz bir

hat” çizecektik. Ama olmadı, dört, “sonradan ikinci bir tezkere geldi” ve “ Irak’a bir tugay yollayacağız,

denildi … amma istemediler”, Paşa’nın bilgisi budur. Ne yazık, bu bilgilere dayanarak herhangi bir

kayıp ve bu nedenle hayıflanmak için bir neden bulamıyoruz. 

Page 67: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 67/77

 

Musul Suikastleri 

Peki, izinleriyle, tarih yazımına katkıda bulunabilir miyim; A. Öcalan, Umum Jandarma Komutanı Eşref 

Paşa’nın, Türkiye’nin Irak sınırından yukarda bir hat çizmek istediğini düşünüyordu. Bana, “Hocam

duvar örecek” diyordu; bu bir’dir. Ve iki, Eşref Bitlis’in uçağı 17 Şubat 1993 tarihinde düştü ve ben

“Eşref Paşa düşürüldü” yazdım. Aynı haftadadır. 

Üç, Uğur Mumcu, Ocak 1993 tarihinde, Mossad’ın Barzani’ye silahlı eğitim verdiğini yazdı, 24 Ocak

1993 tarihinde öldürüldü. Dört, demek Ocak ve Şubat aylarında iki şehidimiz oldu ve Nisan 1993

tarihinde Devlet Başkanı Özal yok edildi. Özal da, Musul’un alınması için tutturmuştu, “bir basıp, iki

almak” istiyordu. Üçü de öldürüldüler ve eğer öldürüldülerse, Musul yoluna gittiler. 

Peki, ama İlker Paşa’nın açılımında, kitabında yeni olan iki nokta var; bir, “Musul’a girilmelidir” ve iki,

“Amerika önemli değildir”, biraz bulutlu olsa da bunları çıkarabiliyorum. Ve İlker Paşa’yı korumayaalıyorum ve öneriyorum. 

Musul Vasiyeti 

Tarih yazımına devam etmek zorundayım; burada Paşa Hazretleri ile münazaramız var. Bendeleri,

Büyük Kurtarıcı’nın İsmet Paşa’ya “Musul’u al, İsmet” ve İsmet Paşa’nın da yerine geçen Bülent

Ecevit’e, “Bülent, Bülent, Büyük Atatürk alamadı, bana al, dedi, ben sana diyorum, al” dediler. Bu sır

bana söyledin, ben açıkladım, Bülent Ecevit beni doğruladı, çok güzel oldu, tarihimizin bir sırrını açmış

olduk. Televizyon ve yazılı basında çok büyük bir ilgi uyandırdı, buradayız. 

Münazaramız şudur, Paşa bana cevaben, “biz ciddi bir ülkeyiz, antlaşma imzalanmıştır, sadığız”

dediler. Ben İlker Paşa Hazretleri’ne, “bu cumhuriyet antlaşmaları yırtarak kurulmuştur” dedim. Ve

sona yaklaşıyoruz. 

Bülent Bey bu sırrı, o zaman başbakan yardımcısı idi, Amerika’dan “Musul’u alın” teklifi gelmişti,

arada-bir böyle teklif yaparlar ve çok heyecanlanmıştı, “Amerika’ya güvensem, hemen” dediler.

Benim söyleyeceğim ise ikidir ve bir, artık Amerika bu tekliflerden çok uzaktır. Amerika Kuzey Irak’ı

artık Türkiye’ye kapatmıştır. İki, “kim korkar hain kurttan” ve devam ediyoruz. 

Sona Doğru 

İlker Paşa’ya bu kaynaklarla hiçbir yere gidemeyeceğini hatırlatmak durumundayım; Yalçın Küçük’ü,

İsmet İmset’i, Vamık Volkan’ı okumadan, bilgisiz Amerikalılar ile hep yanlış yazan akepe tandaslı

Metin Heper’e dayanarak sağlıklı sonuçlara ulaşamaz. Kaynak ve kaynak diyorum, biz kaynağız, biz

hep Dışişleri Araştırma ve İstihbarat Daire yöneticisi, Şam Büyükelçisi Cenk Duatepe’yiz. 

Cenk mi, Dışişleri Bakanı ve benim pek yakın arkadaşım Hikmet Çetin “bunlar iki bacanak …” derdi ve

durmazdı. Devlet terbiyemiz var, işlerimizi yaparken, Cenk’i pek severdim, birbirimizi hiç görmezdik.

Ama Cenk, Temren’e çok güvenirdi, “torba torba dolar götürüp Barzani’ye verirdim” diyormuş, bizim

Page 68: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 68/77

aile sırlarındandır. Böylece, Yüksek Komutanlar’ımıza bildikleri sırları ifşa etmiş oluyorum. Çöküşün

sırları elimizdedir. 

Çöküş mü, yaklaşınca, dış gezilere pek önem veriyorlar. Menderes Irak gezilerine çok erken

başlamıştı, Moskova’ya çıkacağını açıklamıştı ki, düştü. Tayyip Bey mi, yüzde elli imiş! Ankara’daduramıyor, Avrupa çağırmıyor, Kıbrıs, Bakü alkış toplamaya çalışıyor. Artık Suriye de yok ve sırada

Somali var, “Ah bende Gazze olsa” diyor. İçerde, çıkamıyor... 

Çünkü çöküş kapıdadır. Çöküş yüzündedir. 

YALÇIN KÜÇÜK/ İlker Paşa’nın açılımı (III)-(TAMAMI)

Pazartesi, 22 Ağustos 2011 03:01

Başkan Mao’nun en çok nesini seviyorum? Ben bir sovyetoloğum, bu alanda inceleme yazan ülkede

ilk ben oldum. Rusya’da sosyalizmi bir “türkü” sayıyorduk, Türkiye Komünist Partisi’nden ayrıydık,

kendi kafamıza güveniyorduk; bağımsız bir aklımız var. Yalnız Sovyetler’de ücret makasınınaçılmasından çok rahatsızdım, emek-değer yasasına güvenmiyordum, sosyalist insandan

uzaklaşıyorduk. Altmışlı yılların sonunda Mao “kültür devrimi” ile çıktı, bir insan düzelticisi olarak

gördüm, başarılı olamadı, ama ben düzeltmenin hala peşindeyim. Silivri’de ve Hasdal’da hepimiz

kendimizin kültür devrimi’ni yapıyoruz. Halk’a dönüyoruz. 

Görmediğim hapishane kaldı mı, Sinop'a yetişemedim, Sansaryan Han’a yetiştim. Hapiste nevresimi

yıkamak zorunda kalacağımı hiç düşünemedim, çok zordur, bir istida yazdım, idareyi inandıramadım.

Temren, gözleri biraz yaşlı, “Yalçın neden yıkıyorsun; al al, at - tanesi otuz liraymış”; bağırıyor…

Temren ile aramızda doktrin farkı var, biz kültür devrimindeyiz. Burada, bizim için pek ilahi olanemekçi halkımız türünden yaşıyoruz. Ne güzel, halkımıza yaklaşıyoruz, çamaşırlarımızın en kirli

yerlerini kendimiz çitiliyoruz. Biz profesörüz, biz paşayız, biz gazeteciyiz ve öğrenciyiz, ama biz burada

halklaşıyoruz. Ve bu nedenle bizi buraya tıkanlara şükranlarımı yazıyorum. Halk-misli yaşamak ve halk

için okumak, aklımızı bağımsızlaştırmak sevinçtir. 

İlker Paşa’nın yanlışları 

İlker Paşa’nın açılımından uzaklaşıyoruz, doğrulara dayanmıyor ve “1999’da yakaladığımız örgüt

başını…” diyor ki, gerçekten çok uzaktır. Abdullah Öcalan’ı biz yakalamadık, “Sam Amca” yakaladı ve

Türkiye’ye verdi. Washington yakaladığını Hükümet’e değil, Genelkurmay’a bildirdi ve Hükümet’te

Bülent Ecevit ve Mesut Yılmaz vardılar, istemediler. Haklı oldular. 

Page 69: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 69/77

 

Hangi başarı, Amerika Lüsyen Hanım’dır; ve şimdi Kürtler’imiz, (a) Kürteli’nde hegemondurlar,

istedikleri zaman istedikleri eylemi yapıyorlar; (b) bütün engelleri aşıp milletvekili çıkarabiliyorlar; (c)

büyük sermayeyi ve büyük medyayı arkalarına aldılar. Yeni bir dönemdeyiz. Paşa Hazretleri, “silahlı

kanat gerekirse Öcalan’ı dinlemeyebilir” diyorlar ki, yakıştıramıyorum. Ve Paşa Hazretleri, “artık

kanat-manat yoktur” diyorum, bir merkez var. 

İlker Paşa, “Murat, Cemil ve Duran…” sayıyor, bazen Ali-Haydar’ı da ekliyor; hepsini bilirim, hepsini

tanırım, Kaytan, Siyasal’da Öcalan’ın sınıf arkadaşı idi, bitirdi, şiire meraklı bir Alevi’dir. Tabii Mustafa

Karasu da öndedir, politik açılımları yapıyor; bana “Hocam, chp gençlik kollarında yetiştim” demişti,

bu “yeni-durum” bu ekibe aittir. Bdp artık sadece çoluk çocuktur, parmak kadardırlar, ciddiye

aldıklarını sanmıyorum. Ben mi, hiç ama hiç önemsemiyorum. 

Öcalan’a sevgi ve bağlılıkları yüksektir, ancak kırgınlıkları da var, uzun olmayan bir zamanda ve ikiaşamalı olarak Öcalan’ın serbestleştirilmesi vazgeçilmez hedefleridir. Öcalan’dan aldıkları iki ilke var,

bir, İsrael ile savaş, iki, Barzani’nin liderliğini kabul etmemek. İlker Paşa ise, Yaşar Paşa ile birlikte,

Barzani Devleti’ni kabul ettiler, bu, hiçbir çözüm kapısı bırakmamak anlamındadır. Doğru, “Elekdağ

Mülakatı”, hem Barzani ve hem Washington açısından, “Terör Örgütlerinin Sonu” kitabına göre daha

ılımlıdır, ama hala Barzani ve Washington’a bağlıdır. Bir yere gidemeyiz. 

Yüksek komutanlar ile akepe işbirliği mi? 

İlker Paşa’nın apoletinin üzerinden konuşabilir miyim, Genelkurmay’a, Yeni Erkan-ı Harbiye-i

Umumiye Reis’ine dönerek şunu söyleyebilirim, “bu bilgiler ile çıkmaz sokaktasınız”, mesele budur.

İlker Paşa ve Genelkurmay, akepe ile Erdoğan’a çok yakın duruyorlar, “düz alanda polis” açılımı da bu

yakınlığı sürdürme anlamındadır. Güzel ve acı, ben Habur Skandalı’nın bir “Ordu-işi" olduğuna pek çok

kez işaret etmiştim, İlker Paşa bunu 1993 yılı Milli Güvenlik Kurulu kararı olduğunu da açıklıyor. Türk

Genelkurmayı’nın yasasızlığı bu kadar sevmesi, beni çok rahatsız ediyor. Şimdi Genelkurmay alt sınırı

“sözde” terör örgütü üyeliği olan bir “erteleme” kanunu tertibine başlamak durumundadır. Habur, bir

Ordu-akepe kanunsuzluğu idi ve kanun yolu var. Bu yola “giriniz” diyorum. 

Kürtçe hakkında kısa bilgi 

Şimdi Kitap’a geliyorum, Paşa “dil olarak Kürtçe, Farsça’nın etkisinde kalmıştır” diyor ki saçmadır. Ben

sürgünde, Paris’te Kürdoloji tahsili de yaptım, dil bilimine tutkunum. Hint-Avrupa dili var, bunun birkolu Hint-İran dilleridir, Kürtçe, “Kırmanci” diyebiliriz, Farsça türü Hint-İran dillerinde bir koldur. “Ez

spas dikim”, deriz ve Kırmanci’dir; İraniler “men teşekkür mikonam”, diyorlar; biz ise “ben teşekkür

ederim” söylüyoruz ki, üçü de aynı yapıdadırlar. Kırmanci, Sorani’den ayrı olarak bazı dillerle

karışmıştır. Bizim dilimize gelince, İç Asya’dan çıkınca, uzun yüzyıllar İran Platosu’nda yaşadık ve

Farsça’nın sömürgesi olduk. Misal mi, baba tarafım Türkmendir, şimdi pek çok sözümüzün Farisi

olduğunu çıkarıyorum, köylü-büyüklerim bana “yal-çin” diyorlardı, “gül-çin” ile aynı yapıdadır; “çin”,

“çindan” fiilinden geliyor, “çiçek toplayan” ve “vazo” anlamındadır. Türk Dil Kurumu pek çok zaman

uydurmaktadır ve yalçın’ın “kaya” ile bir ilgisi yok, “yol” veya “parıltı” ve “şavk” ile “ışık” toplayan

demektir. Bu arada, Cuma günü Silivri’de, babası arkadaşım Şahin Mengü’ye de söyledim, “Nevşir”

yoktur ve yeni spikerin adı Nuşin’dir ve biz sömürgeyiz. Eklemiş oluyorum. 

Page 70: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 70/77

İlker Başbuğ liberalizmi biliyor mu? 

İlker Başbuğ, Kitap’ta bir de şunu yazmış durumdadır: “Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu duruma

bakılınca, Türkiye’de uygulanan yolun ve stratejinin liberal demokrasi olduğu söylenebilir. Liberal

demokrasinin birinci şartı, devletin vatandaşlığa dayalı ulusalcılığı esas almasıdır.” Ve ne yazık, her iki

cümle de kökten yanlıştır, siyaset teorisinde bunlara rastlamıyoruz. Bildiğimiz, “liberalizm”, Liberal

Parti ile tarih olmuştu; Lloyd George ile sonunu bulduk. Her türlü devlet müdahalesi ve işine karşıdır,

Thatcher-Reagan gericiliği ile tekrar duyar olduk. Varsa eğer, “liberal demokrasi” devletin yoksullara

süt vermesine dahi karşıdır. 

İlker Başbuğ’un akepe’li kaynakları 

Kaynak sorununa geliyoruz, Paşa Hazretleri, Elekdağ Mülakatı’nda, “Ben bu konuda Profesör Metin

Heper’in görüşleri ile aynı paraleldeyim” diyorlar ve bu ifade “ben akepe’yi tutarım” anlamındadır. Ne

çok bağlılık duyuyor. Yıllar önce “İlker Paşa’nın Kaynakları” incelemesini yapmıştım, incelememde

Paşa Hazretleri’nin Heper’i kaynak göstermesini eleştirmiştim, ama hala Kitap’ta atıflarının Heper’e

olduğunu görüyorum, bu hal çizgi dışıdır. Paşa, “liberal demokrasi” ve “asimilasyon” türü büyükyanlışlarını Metin Heper’e dayandırıyor, çok üzücüdür. Böylece Paşa Hazretleri’ni vikaye etmiş

oluyorum.

Metin, Odtü’de hoca olduğum zamanda asistandı, terbiyelidir, çalışkandır, muhafazakardır, şimdi

akepeli’dir ve büyük ölçüde bilgi zafiyetindedir. Eşi Handan, Temren’in en yakın arkadaşlarından

birisidir, çok severiz, Cumhuriyet Mitingleri’ni hiç kaçırmaz; demek ki, “biz kırk kişiyiz, birbirimizi

biliriz”. Demek İlker Paşa’yı bu bilgisizlik girdabından çıkaramıyoruz. Çünkü Metin Heper ile paralel bir

çizgidedirler.

Subaylar için Musul doktrini 

Bitiriyorum, Paşa’nın Genelkurmay Harp Tarihi tarafından yazılan “Ayaklanmalar” cildini okumamışolmasını affedemiyorum. Paşa’dan, Kitap’tan aktarıyorum, “Musul’a sahip olan bir Türkiye,

Ortadoğu’daki gelişmeleri yönlendirebilecek bir güç olabilirdi” diyorlar. Güzel, ben cevaben, bir,

“Musul’u kolay verdik, Hatay’ı kolay aldık” ve iki, Musul’u almazsak, Diyarbakır’ı veririz” diyorum.

Beştaş oynamamayı tavsiye ediyorum. 

Kitap’tan alıyorum: “Musul sorunu sırasında patlak veren Şeyh Sait ayaklanması, Türkiye’yi hem

diplomasi masasında güç duruma düşürmüş, hem de askeri ve ekonomik olarak da zayıflatmıştı.”

Öyleyse hayal kırıklığımı not ediyorum; a, Şeyh Sait isyanı Hükümet’in elindeydi. b, Kürtler Musul’un

alınmasını istiyorlardı, c, Musul’u hediye ettiğimiz 1926 yılında İngiltere bir iç savaş yaşıyordu. d,Mumcu, Bitlis ve Özal son Musul Şehitleri oldular. Titreyerek kendimize dönmemizi öneriyorum. Kürt

Meselesi vardır ve düğümü Musul’dadır diyorum. 

Murat, Cemil, Mustafa, Ali Haydar ve Duran ne açıyorlar, henüz göremiyorum. Bir, Şerafettin Elçi bir

Kürt münevveridir, Karakusunlar’daki villaya sık sık gelirdi, konuşurduk ve Barzani’ye yakındır. İki,

Altan Tan, Melik Fırat’ın yardımcısı idi, Paris’te görüşürdük, pkk’ya uzaktı ve nakşibendi’dir. Üç,

Öcalan, Ertuğrul Kürkçü hakkında olumlu bir fikre sahip değildi, aldılar. Aldıkları ve açtıkları nedir,

henüz göremiyorum. Dört, Gülen-Erdoğan ikilisinin Suriye kumarı çökerse, pkk Suriye’ye daha güçlü

dönmek üzeredir ve işte bunu görüyorum.

Page 71: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 71/77

Asimilasyon üzerine 

İlker Paşa Hazretleri yine bir ümmiye dayanarak, Osmanlı’da asimilasyon yoktu, diyorlar. Bedihidir ve

söylenmesi fuzulidir, emperyal devletlerde asimilasyon olmamaktadır. Roma’da, Britanya’da ve bizde

yoktu; asimilasyon doğal olur ve kimse engelleyememektedir. “Benzeme” ve “benzetme” anlamında

bir sözcük Amerika’da çoktur. Amerika’da olana “melting pot” diyoruz, gelenleri bir tencerede

eritiyor, birbirine benzetiyorlar. Geçenlerde bir televizyonda on saniye Profesör Cemal Kafadar’ı

gördüm, Profesör Mehmet Öz’ü daha çok görüyoruz, “My God”, ne kadar birbirlerine benzemişler,

sanki bir kazandan geçmişler. Çok güzel, ben Yale’de okuyordum, baktım, asimile olacağım,

engellemek imkansızdır, kaçtım.

Çok azdık, “Türkiye Cumhuriyeti” kurduk, bulduklarımızı türkifiye etmeye mecburduk, İbraniyet’ten,

Çerkeziyet’ten, Kürdiyet’ten “Türk” yaptık, zordaydık. Bizim Kürtler hem türkifiye ve hem kemalize

oldular, detürkifikasyon artık zordur. Kötü olan zorla asimilasyondur ve ne yazık, yaptık ve ama buna

karşı biz solcular, Türkiye İşçi Partisi olarak –Türk ve Kürt, İbrani ve Ermeni– hep birlikte karşı çıktık,

“Kürt halkı vardır” dedik. Ben yine orada idim.

Ve şimdi kültür devrimi kamplarındayız. 

Kirlerimizi kendimiz yıkıyoruz. 

Kamptaki ve dışarıdaki Paşalar’a kemalizm’den, sol-kemalizm’den, soldan korkmamalarını yazıyorum.

Korktukları yeter ve önümüzde yeni bir dönem var. Bunun için kamptayız.

YALÇIN KÜÇÜK / Balyoz’a Karşı Balyoz (I): Fırtına (TAMAMI) 

Cuma, 03 Haziran 2011 06:25

Balyoz’a Karşı Balyoz (I): Fırtına 

Köyde imam idi, rejim değişti, Meclis’te Başkan oldu; Meclis Başkanları ağır olurlar, seçimde

konuşmazlar, ama ne yazık, bu, ancien régime’de kaldı ve konuşuyor. “Generallerin başına balyoz

vuruyoruz”, haykırıyor ve herhalde 27 Mayıs’tadır ve ben Mehmet Ali Şahin’in adını veriyorum. 27

Mayıs Bayramı’ndalar ve uçuyorlar, Koramiral Kadir Sağdıç’a iki müebbet vurmuşlar; sekiz yüksek

rütbeli subayı, çoğu paşadır, 27 Mayıs Devrimi’nin yıldönümünde, Beşiktaş’a çağırmışlar, Demirören-

Karacan’ların Milliyet’indeki, “29 general tutuklu, 6’sı daha tutuklanabilir” haberi ile bayram

sevincindeler. Devrim’in intikamı var, uzatmalı 31 Mart Günleri’ndeyiz. 28 Mayıs’lı ceridelerde sevinç

çoktur.

Page 72: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 72/77

 

Biz koğuştayız –ben, Sadi ve Emre – 27 Mayıs akşamındayız, hem kutluyoruz, hem de

değerlendiriyoruz. Tv’den küçük bir haber sızıyor; çağırılan paşalar raporlular, 27 Mayıs’ta

gitmeyecekler, sevindirmeyecekler; ancak Işık Paşa haber etmiş, “gidin” demiş ve 27 Mayıs’ta Paşalar

Beşiktaş’talar. Biz mütalaa ediyoruz, ben, nam-ı diğer Şeytan, “Işık Paşa Hazretleri benim Abdülhamit

tahlilimi biliyorsa, tutuklama yoktur” diyorum, tabii şeytan-işi değil ve ilim’dir. Vah vah, ol gece tüm

cerideler tevkif müzekkeresi kesmişler, Demirören- Karacan’lardan Milliyet altı paşayı Hasdal’a sevk

etmiştir. Aynı aileden Vatan, 27 Mayıs davetine icap etmeyen Bilgin Paşa Hazretleri için, bir intikam

birinci sayfası hazırlamış durumdadır ve Bilgin Paşa’nın resminin yanına “Savcı bu belgeyi soracak”

hükmünü asmış, “sürmanşetten” veriyorlar. Manşet’e eskiden kol düğmesi ve bir de “başlık”

diyorduk, bayramlarını başlık üstü kutluyorlar. Pişman olmamaları için duacıyım, dualarımı eksik

etmiyorum. Esir aldılar, dua ediyorum. 

Bunlar, Sedat Ergin’ler, Mehmet Ali Birand’lar, Vatan basanlar, Engizisyon’larda şahittirler. Ve öyle bir

belge yoktur ve bunlar, Sedat’lar, Mehmet Ali’ler, olmayan cephaneleri bulurlar, başka şeyleri yok,

fişek fışkırtırlar ve Vatan basanlar, olmayan belge ile mahkum ederler. Eğer insanlarımız bugün

Silivri’de, Hasdal’da dolu ise, bu şahitlerin de sayesindedir. 

Sayelerinde ve buralarda zinde bir İttihat ve Terakki havası var. Bendeleri ise, 27 Mayıs’ta gizliden

çıkmıştım, Kızılay’da idim, Çetin Paşa’nın çok sevdiği bir sözcükle, sanki “mahşer”, 

böyle kalabalık görmedim, böyle halay görmemiştim. “Sen oyna Menderes, sen oyna” diyorlardı, hem

söylüyorlar hem de oynuyorlardı. Bir ara Cemal Ağa geçti, ihtilale baş olmuş, herkes oynuyordu,

kimse kimseyi bilmiyordu, herkes herkesi “vatandaş” biliyordu. Soyuttular, soyunmuşlar ve ben o

zaman da, şimdi de dans bilmiyordum. Tahkikat Komisyonu’ndan kurtulmuştum, Temren’le havayı

kucaklıyorduk, sevinçliydim. Bugün mü, o günden biraz daha gencim, Farisi’de “zinde” diyoruz,Kürtler “zindi” söylüyorlar, “dinç” demektir, “canlı” anlamında kullanıyorlar. 

Fırtına’nın Balyozu 

İbrahim Paşa, Hava Kuvvetleri Komutanı İbrahim Fırtına, “ben niçin burada bulunduğumu,

İddianame’ye göre, anlamış değilim,” diyor, yazısı bende, Silivri’de var. İddianame’de, “şüpheli Halil

İbrahim Fırtına Balyoz oluşumunun Hava Kuvvetleri yöneticisi konumunda kanaatine varılmıştır”

cümlesi mühimdir. Bozuk bir Türkçe’dir ve söylediklerine pek inanmadıkları kanaatindeyiz. Paşa,

“benim yapmadığım, etmediğim, içinde bulunmadığım bir şeyi, yani doğru olmayan bir şeyi

doğruymuş gibi gösteren iddianame kurgusudur” demektedir. Doğrudur, hiçbir eylem, hiçbirkonuşma, hiçbir imza yoktur; “cd” var, efendim, “cd” var, ama imzası yok; “al sana bir cd” ve bir

Ordu’yu tasfiyeye yetmektedir. Öyle söylüyorlar ve göreceğiz, görecekler, göstereceğiz. Buradayız. 

Devamla, “benim bu planı”, Paşa Silivri’de ve bağırıyor, “kaleme alıp hazırladığım kesin bilgisi, hangi

gerekçelere, hangi kanıtlara dayanılarak ifade edilmiştir,” bağırıyor, bağırıyoruz, 

bağırıyorlar. “Benim yazdığımı gören mi var, rapor mu etmiş, bilen mi var da söylemiş, benim elimden

çıkan bir şey mi var?” İşte balyoz budur ve inmektedir. 

(Yarın devam edecek...)

YALÇIN KÜÇÜK / Balyoza karşı balyoz II: Çetin (TAMAMI) 

Page 73: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 73/77

Pazartesi, 06 Haziran 2011 13:02

Şeytanca 

BALYOZA KARŞI BALYOZ II: ÇETİN 

Yalçın Küçük 

Artık akepe kendi kendini tutuklamaktadır. 

Engizisyon sendromuna tutulduk, laf üzerine iş tutuyoruz. “Darbe” sonunda bir kanserojen tümör

oldu, kabına dar gelmektedir. Patlamaya yakın duruyor. 

Silivri Mahkemeleri’ne en büyük balyoz ise Çetin Paşa’dır; zoru uygulayanlar her defasında

tutuklandıklarını sandılar; Paşa, “vazife başına” dedi, koştu ve balyozu ezdi, balyozsuz kaldılar. Biz de

duruş’un bir “vuruş” oluşunu unutmuştuk, kavuştuk; balyoza balyoz çıkardık, bu aşamadayız. 

Paşa Hazretleri’nin, “İddianamem” nam-ı eserinden şu paragrafı aktarmadan edemiyorum: “Bu arada

beni televizyonlarda izleyip vücut dilimden suçlu olduğumu keşfeden, aklından zoru olanlar bile çıktı.

Televizyonun bir ‘ballı-çiçekli’ hanımının, televizyondaki rahatlığımdan dehşete kapıldığını söylemesi

de ‘vücut dili’ falcılığına tüy dikti, diyebiliriz.” Çok güzel, mükemmel, bir, bu bir “falcılık”

yargılamasıdır, tekrar ediyorum, Engizisyon’u tekrarlıyoruz. İki, balyoz müdafilerinden Üstad Hasan

Fehmi Demir ile Yiğit Akalın, birlikte, şu formülasyonu Mahkeme’ye verdiler: “Bütün davalar, medya,

siyaset ve emniyet sacayağı ile inşa edilmektedir”. Ve gerçekten, “ballı-çiçekli” Hanım, Memdali

Birand, Cüneyt Özdemir bu davada ayaktalar, Sedat ile Ruşen son demlerde korku ile geri çekildiler,

ama hâlâ eğer “dava” diyorsak, omuzlarındadır. Bunlar mı, geceleri cephane fışkırtıyorlar,

gündüzleriyse kin kusuyorlar; bunların kinleri var, mahkemeye ihtiyaç yoktur, diyebiliyoruz. Peki, var

mı, yoktur ve dehşet içindeler. Artık her hafta bir manga paşaya el koymaya tutukludurlar.

Tutukludurlar.

Çetin Paşa, aynı balyoz kitabında, hemen ileride bir yerde, “o zaman daha komplonun çapını

kestiremediğim için” diyor, zamanlıdır; bu ibareyi, başında, bütün Ergenekon’un, tüm Balyoz’un, en

azından kısmen, Silahlı Kuvvetler desteği ile yürütüldüğünü göremeyişinin kabulü olarak anlamak

durumundayız. Paşa, bu aşamada pek naif kaldığı için, televizyondan Uğur Dündar’ın bir sorusuna

“eşkiyanın ne yapacağı bilinmez” cevabını vermemişti, öyle işaret ediyorlar ve ben pek çok

üzülüyorum.

Çünkü, Silivri’de ilk tutuklamadan çıktığımda, 2009 yılının hemen başındaydık, çağrıldığım her

televizyonda, esas hedefin, Türk Silahlı Kuvvetleri olduğunu, inandırıcı bir şekilde açıklamıştım. Pek

yazık, o zamanki Genelkurmay Başkanı İlker Paşa Hazretleri’nin anladığı ve kavradığı izlenimini de

edinmiştim; demek, Çetin Paşa, bunu anlamaktan çok uzaktaydı, buraya gelmiş durumdayız. 

Page 74: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 74/77

Paşa’dan bir aktarma daha yapmak istiyorum, amma önce, çok kısaca, devlet felsefesine uğramak

zorundayım. Devlet mi, eninde sonunda, bir zor halidir, güç yaratır, eline alır ve zor kullanır; bu

nedenle devlet lâ-hukuki bir realitedir, esası zordur ve zor ile var. Peki, güzel mi, devlet zoru ise,

öncelikle, bir kimseyi alıp bir yere kapatmakla başlamaktadır; güzel ve şimdi, devletin esasına girmiş

oluyoruz. Bu da güzel, yalnız, devleti devlet yapmaya, ne kadar yaygın olursa olsun, polis yetmez;

devlet illa askeri’dir. Bu ise çok daha güzel, çünkü Devlet-i Türki’de her kim kapatılıyorsa, kapatıcı zor,

evvela ve ahiren, askeri’dir; bu açıklıktayız. O halde, esasen ve son analizde, askeri asker

hapsetmektedir; bunu Hasdal’da, Silivri’de, kampta – İttihat ve Terakki devrinde, Hasdal ile Silivri, Çin

Duvarları ile birbirinden ayrılmıyordu – tüm paşalara ve tüm subaylara arz ediyorum. Haliniz ve

halimiz budur ve maruzatımdır, yazıyorum. 

Şimdi, aktarıyorum: Yüksek Komuta Kademesi’nin “kendisini Balyoz’un dışında tutma gayreti, cılız

birkaç açıklama dışında, seminerin gerçek yüzünü aydınlatıcı hiçbir gayretin sarf edilmemesine; içi boş

retoriklere sapmak yerine, konunun kamuoyunu tatmin edecek bir şekilde, kapsamlı olarak

araştırılması için bir türlü adım atmayışına kırılmadım desem, yalan olur”. Yine pek güzel, demek ki

“Ciheti Askeriye” işbirlikçi idi ve Paşa kırılmıştı ve ben de bu kırılmaya “sevinmedim dersem” yalan

olur ve babam bana yalanı yasaklamıştı; bu nedenle, pek sevindim, diyorum. Çünkü “Kırılmış Paşa”

kendini öne attı; söz uygunsa “düşman mevzilerine” hep koştu, esir düşmekten korkmadı, ve

harekatın seyrini değiştirdi, işte asker budur. Ve bugün Türk Silahlı Kuvvetleri sancı içindedir; öyleyse

Çetin Balyoz’a borcumuz var.

Devam ediyorum, İbrahim Paşa buradan devam ediyor, müdafi balyoz’u mükemmeldir, “Oraj Planı

denilen iftira” ibaresini kullanıyor, yerim olsa bir manifesto değerindeki balyozunu hep almak

istiyorum. Bunun yerine, İbrahim Fırtına’nın avukatları Hasan Fehmi Demir ile Yiğit Akalın’ın

sunuşlarını üçüncü “Balyoz” olarak sunmak üzereyim; İbrahim Paşa, “bu komployu yapan,” diye

başlıyor, “gerçek darbeci, gerçek cuntacı ve gerçek teröristlerin” hesap vereceklerinden emingörünmektedir. Bu kadar değil, İbrahim Paşa, manifestosunu, “ihanet cevabını mutlaka bulmakta ya

da almaktadır” sözü ile vermektedir; içerideki işbirlikçilerin, bundan, kendilerine de pay ayırmalarını

öneriyorum. Tutuklamaya yardım-yataklıktan mesuldürler, unutmak yoktur. İsimlerini biliyoruz. 

Peki “Paşa” mı, Farisi “Padşah” sözcüğünün dimunitifi, bu görüş yaygındır ve tekrarlıyorum. O halde

“Küçük Sultan” kabul ediyoruz, amma Kamus-i Türki, aslının “Baş Ağa” olduğunu yazıyor,

mümkündür, her dilde “p” ve “b”yi birbirinden ayırmıyoruz; ağa’yı ise “aa” ve giderek “a” söyleme

eğilimindeyiz. Güzel, yalnız, hem “ağa” ve hem “han” Moğolca olmakla, İran’da yüksek sıfatlar olarak

kullanıyorlar; “ağa” beyefendi, “han” ve türevi “hanm” hanımefendi anlam ve kullanımdadırlar.

Uzattım, ama mecburum, buradan hareketle, Paşa eşleri için, “Paşahan” sözcüğünü uydurmuşdurumdayım. Kabulünü diliyorum. 

Paşahan Nilgül, Nilgül Doğan ve diğer Paşahan’lar, bu komployu yırtıyorlar. Sevgilerimi yazıyorum, ve

Tagore’nin bir sözünü, her büyük adamın arkasında lambayı tutan birisi var, diyordu, hatırlayarak,

Silivri ve Hasdal’daki bütün paşaları, paşahanlarından dolayı kutluyorum. Vardiyadadırlar. 

Silivri 3 Haziran 2011YALÇIN KÜÇÜK / Balyoza Karşı Balyoz III: Demir (TAMAMI) 

Page 75: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 75/77

Cuma, 10 Haziran 2011 02:27

Balyoza Karşı Balyoz III: Demir 

Artık yeni bir rejimde yaşıyoruz, pek yazık, bunu kabul etmek durumundayız. Silivri’de, İbrahim

Paşa’nın davası sırasında, hukukçuları Fehmi Demir ile Yiğit Akalın, “artık muhalif olan, iktidar

tarafından potansiyel tehlike sayılan herkes,” her zaman ve bir sabah ansızın “terörist veya örgüt

yöneticisi” olabilmektedir, her an tutuklama garantilidir. Ülke, milli piyango satıcılarının “sana da

çıkabilir” nameleri ile yaşıyor ve şimdi herkes birbirine “sana da vurabilir” sözcüklerini fısıldıyor, nasıl

ve neden bilmek imkansızdır. Bir gün bir adam, kimdir, necidir, baran mıdır, nedir, meçhuldür;nereden aldığı bilinmez cd veya klasör çuvalları ile Beşiktaş’a düşerse, artık yangın başlamıştır, derhal

ve derhal, o andan itibaren artık “şüpheli” listesine alınmış bir kısım insanlarımızın “onur ve

saygınlıklarını zedelemeye yönelik yoğun bir kampanya” başlamış demektir. Memdali Birand, Sedat

Ergin, Cüneyt Özdemir, Ruşen Çakır hazır kuvvettirler, üzerlerine her türlü karayı fışkırtmaya başlarlar.

Demir ve Akalın bu oyun için, “medya, siyaset ve emniyet sacayağı ile inşa edilmektedir” diyorlar.

Yazarken utanıyorum. 

Faşist Hukuk ve Silivri 

Dava mı, “delilden sanığa ulaşma” ilkesine dayanırdı, artık yoktur ve bütün mesele, bir takım“şüpheli” icat etmek ile başlamaktadır. Ne kadar güzel ve güzelin bu kadar uyumlu olması çok acıdır,

Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İbrahim Fırtına, kendi sunuşunda, “sanki kalıtsal olarak ihtilal,

devrim, darbe gibi hastalıklı bir yapının mensupları olarak gösteriliyoruz” diyordu. Demir ve Akalın,

hemen hemen aynı zamanda “daha Bismarck döneminde filizlenen ‘düşman ceza hukuku’ Nazi

Almanyası döneminde tahkim edilmiş ve doksanlı yıllarda Alman hukukçusu Günther Jacobs

tarafından geliştirilmiştir” açıklamasını veriyorlar, işte şimdi hem burada ve hem Silivri’deyiz. Buna

göre önce “tehlikeli” insan buluyoruz, sonra bunu “kişilikten çıkmış” yapıyoruz ve sonra bunlardan,

“bir insan olarak onur ve hak sahibi olma vasfını” alıyoruz. Tabii, ben “alıyoruz” diyorum; Memdali

Birand, Sedat Ergin, Cüneyt, Ruşen bana iş bırakmıyorlar. Çok çalışıyorlar, “medya, siyaset, emniyet”

üçgeninin bir ayağındadırlar, hiç çekinmiyorlar çünkü davaları var. Bizimle davalıdırlar, normalfışkırtamıyorlar ve sadece kara fışkırtma işinde otoritedirler, haber veriyorum.

Öte yandan, ben de, habire “Lombroso Nazariyesi” diyorum, Cesare Lombroso, suçu ırsiyete

bağlıyordu, Demir ve Akalın’ın kullandıkları “tehlikelilik” hali, ırsi bir durum, diyordu. Şimdi ceza

teorisyenleri, bu nazariyeyi faşist sayıyorlar. Ancak Lombroso Nazariyesi faşist olmakla beraber, daha

esaslıdır, The Oxford Handbook&Criminology, The Lobrosian School primarily emphasized individual

constitutional factors, Lombrosyan Okul’un suç işlemede bireye ait yapısal faktörleri ön plana

çıkardığına işaret etmektedir. Ne güzel ve ne yazık, bu işaret de, İbrahim Paşa’nın bu dava ile

kendilerinin “hastalıklı bir yapının mensupları olarak” görüldükleri tespiti ile tam uyum halindedir.

Dahası var, Üstad Fehmi Demir ile arkadaşımız Yiğit Akalın da “düşman ceza” yargılamasına parmak

basmışlardı, demek, Silivri’deyiz ve faşizm kitaplarına dönmüş durumdayız. Kanıt yok, şüpheli ve

Page 76: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 76/77

tehlikeli icat ediyoruz, cd’ler imal ediyoruz, basıyoruz, alıyoruz ve Memdali ile Sedat’a veriyoruz,

Cumhuriyet’e bağlılıkları şüphelidir.

Sürekli Dava Teorisi 

Pek güzel, nerede o eski mahkemeler, iddianame yazılır, okunur, gün verilir, başkanlar yargılar,

iddialar belli, deliller yazılıdır, ama artık bu yoktur. Şimdi “ömür biter cd ve klasör bitmez”dönemindeyiz. Demir ve Akalın şunları söylediler: “İddianın teksifi ilkesine tamamen aykırı olarak, bir

kısım delillerle dava açıldıktan sonra, her üç beş oturumdan birinde, yeni kanıtlar bulunduğu

belirtilerek davaya yeni klasörler eklenmekte ve bu şekilde davaların adeta sür git istendiği 

görülmektedir. Bu yöntemin, aynı zamanda zayıflayan kamuoyu desteğini canlandırma yöntemi

olarak da kullanıldığı anlaşılmaktadır.” Evet, ne müthiş, ilk balyoz ezildi mi, derhal, Gölcük’te bir tahta

zemin yarılıyor ve altından bir cd çıkarılıyor ve içinde yok yoktur. Memdali hazırdır ve zaman geliyor

bu etkisizleşiyor mu, Eskişehir’de bir ağaçta bir cd yakalanıyor ve Memdali Birand hazırdır, başlıyor ve

hiç sıkılmıyor. Harp Akademileri Komutanı Bilgin Paşa’nın tutuklanması üzerine, bir akşam, büyük bir

şehvetle ve fışkırta fışkırta bu cd’den bölümler okumuştu, Silivri’de, mapusta dinlerken yüzümün

kızardığını hatırlıyorum. Memdali kızarmıyor.

Nerede eski mahkemeler, verirlerdi polise, verirdi elektriği, hepimiz gül biri hangi darbeyi yaptığımızı

söylerdik, şimdi bu şansa sahip değiliz. Çok yazık, işkence yoksunu paşalar, şimdi bunda benim imzam

yok, bunu ilk defa görüyorum, bu cd sahte, şüpheli deyip deyip duruyorlar; cevap ise Lombrosyan’dır,

“sizde ağır suç şüphesi görüyoruz” ve ekliyorlar, yatın yattığınız yerde, hepsi budur. Gülüyoruz ama

şimdi yeni çıktı, bir Bön Kemal var, Çetin Paşa, “Ama” Muhalefet Partisi Lideri diyor, ben “Ordu

Düşmanı” ilan etmiştim, “kımıldamayın, kışlada sakin olun, adaletin tecellisini bekleyin” diyor ve ben

de “emrin olur” diyorum ve “sen işine bak”, bunu da ekliyorum. Bunları söyleyen mi, torunu Duru’dan

bir hafta uzak kaldığında üzüntüsünden, nerede ise, ağlayan adamdır. Tabii, adam’dır. 

Hukukun tükenişi 

Yazık, S. E. Cornell ve H. M. Karaveli tarafından Eashington’da 2008 yılında hazırlanmış bir rapor var,

elimizde, Onur Öymen duyurmuştu. Sonuçta, üç senaryo yazıyorlar, bir, akepe iktidarda, iki,

KIlıçdaroğlu lider olmuş, iktidarda veya akepe ile koalisyonda, üç, Işık Koşaner iktidar olmuş, diğerleri

yoklar, hayatları güven altındadır. Peki, şimdi ne olacak, Işık Paşa’yı darbeden yargılayacaklar mı;

öyleyse bu davanın temelinde ya bilgisizlik ya da çok kötü bir niyet var. Var ki, İbrahim Paşa,

sunuşunda, Silahlı Kuvvetler manevra yapar, hep oyunlar düzenler, simülasyonlar oynar demektedir,

bunu not ediyorum ve istenirse her gün beş dava açılabileceğini söylemek istiyorum. Ve artık,

istemeden de olsa, bu dersi bitiriyorum.

Peki sonuç mu, Demir ve Akalın, “ceza hukuku, yargının, siyasetin ve toplumun transformasyonu

amacı ile kullanılan siyasi bir araç haline dönüşmüştür” diyorlar; demek bir adem-i hukuk haliyle karşı

karşıyayız, artık hukukun bittiğini görmek durumundayız. Ortada pek yargılama iddiası da yok, yapısal

olarak suçlu, bir büyük aileyi, aile olduklarını bir yerde selamlaşmalarından, aynı yerde

görülmelerinden, hatta ve hatta telefonla dahi konuşmalarından, zaman zaman daha da ileri giderek

internetleşmelerinden anlıyoruz, tenkil etmek en büyük hedef ve işimizdir. Şimdi Silivri’de bununla

meşgulüz. 

Güzel, bütün bunlardan hayırlı bir ders çıkarıyor muyuz; benim çıkardığım iki ders var. Bir, artık bu

memlekete hukukçudan çok, bilgisayar uzmanı gereklidir, çünkü Silivri’de en geçerli akçe, bu alanda

uzman olmaktır, çok şükür, Ülgen Hukuk Bürosu’ndan Hüseyin Ersöz arkadaşımız, Demir&Demir’denYiğit Akalın birer mühendis olmuşlar, sahte cd, bindirme telefon mesajı, çatlak disk vesaireyi hemen

Page 77: YALÇIN KÜÇÜK

7/29/2019 YALÇIN KÜÇÜK

http://slidepdf.com/reader/full/yalcin-kuecuek 77/77

anlıyorlar, işimiz bunlarladır. Genç Teğmen Çelebi de uzun tutukluluk döneminde bu alanda kendisini

pek yetkinleştirdi, polisin bir telefondan diğerine mesaj yükleme oyunlarını çözdü ve kurtuldu, gitti.

İşte iş budur. Başı dertte olanlar, avukata değil mühendise, diyorum. Kurtuluş buradadır. 

İki, Cumhuriyet Ailesi Reislerine, çocuklarını bilgisayar fakültelerine göndermelerini şiddetle tavsiye

ediyorum. Çünkü Silivri’de en çok sahte kayıt çözüyoruz. Gerçi çözüme her zaman itibar etmiyorlar,ama yine de en güvenilir iş olarak görüyorum. 

Şimdi sonun sonundayız, a, mahkemeler de bitişi biliyorlar ve mahkeme izlenimini vermek için hakiki

dgm olmak istiyorlar. Düne kadar savcıdan ve yargıçtan beşe beş, üçe üç çıkarıyorlardı ve şimdi savcı

da ve yargıç da bire iki karalıyorlar, sanki artık adalet dağıtıyorlar. Ve, b, artık akepe, Gülen, Erdoğan

planlı, hazırlıklı, içten patlamalı, tertipli, kolaylıkla bastırılabilir bir darbe’ye kaldılar. Başka türlü

kalamayacaklarına inanıyorlar, tahrik ve yığma bunun içindir, önlerinde 23 hedefi var. Buna ben

“preemptive strike” adını veriyorum, bazen “devrim-kıran” da diyorlar. Derler, çuval değil ki…