€¦ · uluslararasi af ÖrgÜtÜ uluslararası af Örgütü, uluslararası alanda tanınmış...

423
1 0 ULUSLARARASI AF ÖRGÜTÜ RAPORU 2010 DÜNYADA İNSAN HAKLARININ DURUMU Bu rapor 2009 yılının Ocak ayından Aralık ayına kadar ki dönemi kapsamaktadır.

Upload: others

Post on 19-Oct-2020

9 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

  • 10ULUSLARARASI AF ÖRGÜTÜ RAPORU 2010DÜNYADA İNSAN HAKLARININ DURUMU

    Bu rapor 2009 yılının Ocak ayından Aralık ayına kadar ki dönemi kapsamaktadır.

  • KAPAK ICI :A-Z copy 1 20.05.2010 16:44 Page 6

  • ULUSLARARASI AF ÖRGÜTÜ

    Uluslararası Af Örgütü, uluslararası alanda tanınmış insan haklarına

    saygı gösterilmesi ve bu hakların korunması konusunda çalışan

    insanların oluşturduğu küresel bir harekettir. Vizyonu, her insanın İnsan

    Hakları Evrensel Beyannamesi tarafından kabul edilen insan haklarına

    ve diğer tüm uluslararası insan hakları standartlarına erişebilmesini

    sağlamaktır.

    Uluslararası Af Örgütü’nün misyonu araştırmalar yürüterek medeni,

    siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik tüm insan hakları ihlallerine karşı

    harekete geçmek ve bu ihlalleri sona erdirmektir. İfade ve toplanma

    özgürlüğünden fiziksel ve zihinsel bütünlüğe, ayrımcılığın

    önlenmesinden barınma hakkına kadar bütün bu haklar ayrılmaz bir

    bütündür.

    Uluslararası Af Örgütü’nün gelirleri temel olarak üyeliklere ve bağışlara

    dayanmaktadır. Hükümetlerden araştırmalar ve insan hakları ihlalleri

    için yürütülen kampanyalar için hiçbir fon talep veya kabul

    edilmemektedir. Uluslararası Af Örgütü herhangi bir hükümetten, siyasi

    ideolojiden, ekonomik çıkar veya dinden bağımsızdır.

    Uluslararası Af Örgütü, temel politika kararları her iki yılda bir

    düzenlenen Uluslararası Konsey toplantılarında ulusal bölümlerin

    temsilcileri tarafından alınan demokratik bir harekettir. Alınan kararların

    yürürlüğe konulması için Konsey tarafından seçilen Uluslararası

    Yürütme Kurulu, Soledad García Muñoz (Arjantin- Başkan Yardımcısı),

    Deborah Smith (Kanada - İng), Pietro Antonioli (İtalya), Lilian

    Gonçalves-Ho Kang You (Hollanda), Vanushi Rajanayagam Walters

    (Yeni Zelanda), Christine Pamp (İsveç), Levent Korkut (Türkiye), Peter

    Pack (İngiltere - Başkan), Imran Riffat (ABD – Seçilmiş Yönetici Üye),

    David Stamps (ABD – Uluslararası Sayman) ve Tjalling J. S. Tiemstra

    (Hollanda – Seçilmiş Yönetici Üye) tarafından oluşmaktadır.

  • İlk kez 2010 yılındaUluslararası Af Örgütü tarafından yayınlanmıştır.Uluslararası Af ÖrgütüTürkiye ŞubesiAbdülhakhamid Cad. No: 30/5Talimhane BeyoğluİstanbulTürkiye

    © CopyrightUluslararası Af ÖrgütüYayınları 2010İndeks: POL 10/001/2010

    ISBN: 978-9944-0204-7-3

    Bu kitabın bir katalog kaydıBritish Library’debulunmaktadır.

    Orijinal dili: İngilizce

    Fotoğraflar: Bütün raporboyunca kullanılanfotoğrafların başlık ve bilgilerimevcuttur.

    Punto Baskı ÇözümleriTic. Ltd. Şti.İstanbulTürkiye

    Bütün hakları saklıdır. Buyayının hiçbir bölümüyayıncıların izni alınmadanyeniden üretilemez, bir bilgisisteminde saklanamaz ya daelektronik, mekanik, fotokopi,kayıt ve/veya benzeri yöntemleryoluyla hiçbir biçimdeyayınlanamaz.

    www.amnesty.org.tr

  • Uluslararası Af Örgütü Raporu 2010

    ÖNSÖZBütün haklar ve tüm insanlar için: Adaletin peşinde,Claudio Cordone, geçici Genel Sekreter

    BÖLÜM 1Bölgesel genel bakışlarAfrika/1 Asya-Pasifik/11Avrupa ve Orta Asya/21Kuzey ve Güney Amerika/31Orta Doğu ve Kuzey Afrika/41

    BÖLÜM 2Ülke BilgileriAfganistan/55Almanya/58Amerika Birleşik Devletleri/59Angola/64Arjantin/66Arnavutluk/67Avustralya/69Avusturya/70Azerbaycan/71Bahamalar/73Bahreyn/73Bangladeş/75Belarus/76Belçika/78Benin/79Birleşik Arap Emirlikleri/80Birleşik Krallık/81Bolivya/85Bosna ve Hersek/86Brezilya/89Bulgaristan/93Burkina Faso/95Burundi/95Cezayir/98Cibuti/100Çad/101Çek Cumhuriyeti/103Çin/105Danimarka/109Dominik Cumhuriyeti/110Ekvator Ginesi/111Ekvator/113

    El Salvador/114Endonezya/115Eritre/117Ermenistan/119Estonya/120Etiyopya/121Fas/Batı Sahra/123Fiji/126Fildişi Sahili/128Filipinler/129Filistin Yönetimi/131Finlandiya/133Fransa/134Gambiya/136Gana/138Gine/139Gine-Bissau/141Guatemala/142Guyana/143Güney Afrika/144Gürcistan/148Haiti/149Hırvatistan/151Hindistan/153Hollanda/157Honduras/158Irak/160İran/163İrlanda/167İspanya/169İsrail ve İşgal Altındaki Filistin Toprakları /172İsveç/175İsviçre/177İtalya/178Jamaika/181Japonya/182Kamboçya/183Kamerun/185Kanada/187Karadağ/188Katar/190Kazakistan/191Kenya/193Kıbrıs/196Kırgızistan/196Kolombiya/197

  • Uluslararası Af Örgütü Raporu 2010

    Kongo (Cumhuriyeti)/201Kongo Demokratik Cumhuriyeti/202Kore (Cumhuriyeti)/206Kore (Demokratik Halk Cumhuriyeti)/207Kuveyt/209Küba/210Laos/211Letonya/212Liberya/213Libya/215Litvanya/218Lübnan/218Macaristan/221Madagaskar/222Makedonya/224Malavi/226Maldivler/227Malezya/227Mali/229Malta/230Meksika/231Mısır/234Moğolistan/238Moldova/239Moritanya/241Mozambik/243Myanmar/244Namibya/247Nepal/248Nijer/249Nijerya/251Nikaragua/254Oman/255Orta Afrika Cumhuriyeti /256Özbekistan/258Pakistan/261Papua Yeni Gine/264Paraguay/265Peru/267Polonya/268Portekiz/270Porto Riko/271Romanya/272Ruanda/273Rusya Federasyonu/276Senegal/280Sırbistan/281

    Sierra Leone/285Singapur/287Slovakya/288Slovenya/290Solomon Adaları/291Somali/292Sri Lanka/295Sudan/298Surinam/302Suriye/302Suudi Arabistan/305Svaziland/308Şili/310Tacikistan/312Tanzanya/313Tayland/315Tayvan/316Timor-Leste/317Togo/318Trinidad ve Tobago/319Tunus/320Türkiye/322Türkmenistan/326Uganda/327Ukrayna/330Uruguay/332Ürdün/333Vanuatu/335Venezuela/335Vietnam/337Yemen/338Yeni Zelanda/341Yunanistan/342Zimbabve/345

    BÖLÜM 3Seçilmiş uluslararası ve bölgesel insan haklarısözleşmeleri/355Bölgesel insan hakları sözleşmeleri/356Uluslararası insan hakları sözleşmeleri/362

    BÖLÜM 4Uluslararası Af Örgütü İletişim Bilgileri/382Yardım etmek istiyorum/386Dizin/388

    İÇİNDEKİLERYILLIK RAPOR2010

  • ÜLKE BİLGİLERİ

    Bu rapor içindeki her bir ülke bilgisi üzerindeki kutuda yer alan bilgiler aşağıdaki kaynaklardan alınmıştır:

    Bütün Ortalama Yaşam Süresi Beklentisi ve Yetişkin Okur Yazarlık Oranı verileri Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın (BMKP)İnsani Gelişme Endeksine aittir. http://hdr.undp.org/en/media/HDR_2009_EN_Complete.pdf adresinden bu verilere erişilebilir.

    Mevcut olan en güncel sayılar Doğumda Ortalama Yaşam Süresi (2007) ve Yetişkin Okur Yazarlık oranıdır (1999- 2007 yıllarıarasındaki 15 yaş ve üzeri yüzdesi).

    Aksi belirtilmediği takdirde ulusal okur yazarlık oranlarına dair bilgiler 1999 ve 2007 yılları arasında yapılan nüfus sayımına ya daanketlere dayanmaktadır. Daha fazla bilgi için BMKP internet sitesine ya da www.uis.unesco.org adresine bakınız.

    BMKP’nin ‘yüksek insani gelişmişlik’ aralığında değerlendirilen bazı ülkeler, BMKP tarafından İnsani Gelişme Endeksi hesaplarkenyüzde 99 okur yazarlık oranına sahip varsayılmıştır. Söz konusu durumlarda Yetişkin Okur Yazarlık Oranı verisi kaldırılmıştır.

    Tüm Nüfus ve 5 yaş altı ölüm oranı rakamları 2009 yılı için geçerlidir ve BM Nüfus Fonu’nun Demokratik, Sosyal ve EkonomikGöstergeleri’nden alınmıştır. http://unfpa.org/swp/2009/en/pdf/EN_SOWP09.pdf adresinden bu verilere erişilebilir.

    Nüfusa dair rakamlar yalnızca tanımladığımız durumlardan etkilenen insan sayısına tekabül etmektedir. Uluslararası Af Örgütü burakamların sınırlamalarını kabul eder ve tartışmalı bölgeler veya belirli nüfus topluluklarının dahil edilmesi ya da hariç tutulması gibisorunlarda taraf tutmaz.

    Bu rapordaki bazı ülkelerde yukarıda belirtilen kategorilerin bazıları veya tümü eksik olabilir. Bu eksiklikler BM listelerinde bu verilerinmevcut olmaması gibi çeşitli nedenlerden dolayıdır.

    Bu rakamlar baskı öncesinde elde bulunan en son rakamlardır ve yalnızca belirtilen amaçlar içindir. Verilerdeki yöntem ve zamanlamafarklılıklarına bağlı olarak, ülkeler arasında yapılan karşılaştırmalar dikkatle yürütülmelidir.

    BU RAPORDA KULLANILAN KISALTMALAR:

    ASEAN Güney Doğu Asya Uluslar BirliğiAU Afrika BirliğiECOWAS Batı Afrika Ekonomik TopluluğuAvrupa İşkenceyi Önleme Komitesi Avrupa İşkenceyi ve Diğer Zalimane,

    İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Muamele ve Cezaları Önleme KomitesiAvrupa İnsan Hakları Sözleşmesi İnsan Hakları ve Temel ÖzgürlüklerAB Avrupa BirliğiICRC Uluslararası Kızıl Haç KomitesiILO Uluslararası Çalışma ÖrgütüNATO Kuzey Atlantik Antlaşması ÖrgütüSTK Sivil Toplum ÖrgütüOAS Amerikan Devletleri ÖrgütüOSCE Avrupa Güvenlik ve İşbirliği TeşkilatıBM Birleşmiş MilletlerBM Çocuk Sözleşmesi Çocuk Hakları SözleşmesiBM Irkçılığa Karşı Sözleşme Her Türlü Irkçılık ve Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına Dair Uluslararası SözleşmeBM İşkenceye Karşı Sözleşme İşkenceye ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele ve Cezaya Karşı SözleşmeUNDP BM Kalkınma Programı UNHCR, BM Mülteciler Yüksek KomiserliğiUNICEF BM Çocuk FonuBM Göçmen İşçiler Sözleşmesi Tüm Göçmen İşçilerin ve Aile Fertlerinin Haklarının Korunmasına Dair Uluslararası SözleşmeBM Mülteci Sözleşmesi Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin BM SözleşmesiBM İnsan Hakları Savunucuları Özel Raportörü İnsan Hakları Savunucularının Durumu Hakkında Özel RaportörBM Yerli Halklar Özel Raportörü Yerli halkların insan hakları durumu ve temel özgürlükleri konusunda Özel RaportörBM Irkçılık Özel Raportörü Güncel ırkçılık biçimleri, ırk ayrımcılığı, zenofobi ve benzer hoşgörüsüzlükle konusunda Özel RaportörBM İşkence Özel Raportörü İşkence ve diğer zalimane, insani olmayan muameleler ve cezaları Özel RaportörüBM Kadın Sözleşmesi Kadına Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan kaldırılmasına Dair Uluslararası SözleşmeWHO Dünya Sağlık Örgütü

  • Al-Duwayqa, Atfet Al-Moza’dayaşayanlar yıkılmış evlerininenkazı üzerinde tahtadan evlerinşa ediyorlar, Mısır, 3 Ağustos2009. Hepsi Büyük Kahire’deki,Al-Duwayqa, Establ Antar ve Ezbet Khayrallah’ta yasadışıevlerde yaşayanlar zorla tahliyeedildiler.

    © U

    lusl

    arar

    ası A

    f Ö

    rgüt

    ü

  • 10ULUSLARARASI AF ÖRGÜTÜ RAPORU 2010ÖNSÖZ

  • Uluslarası Af Örgütü geçici Genel SekreteriClaudio Cordone Burkina Faso,Ouagadougou’da Sektör 30 CMA Tıbbi yardımmerkezinde doğum yapmış bir anneylekonuşuyor. Ziyaret sırasında CumhurbaşkanıBlaise Compaoré kadınları daha iyi annelikyardımı almalarını engelleyen finansalsıkıntıları kaldırma sözü verdi.

    © U

    lusl

    arar

    ası A

    f Ö

    rgüt

    ü

  • xiUluslararası Af Örgütü Raporu 2010

    ADALETİN PEŞİNDE: BÜTÜNHAKLAR VE TÜM İNSANLAR İÇİNClaudio Cordone

    2009 yılının Ocak ve Mayıs aylarında yaklaşık 300.000 Sri Lankalı dar bir toprak

    parçasında geri çekilen Tamil Eelam Özgürlük Kaplanları (LTTE)ve ilerleyen Sri Lanka

    ordusu arasında kapana kıstırılmıştı.İki tarafın da ihlalleri gerçekleştirdiği iddiaları

    artarken BM Güvenlik Konseyi müdahale etmedi ve en az 7 bin insan öldü, bazıları

    rakamı 20 bin’e kadar çıkardı.Sri Lanka Hükümeti kendi güçleri hakkındaki savaş

    suçlarına dair iddiaları ve uluslararası soruşturma çağrılarını reddetti, bu arada kendi

    güvenilir, bağımsız soruşturmasını da yapmadı. BM İnsan hakları Komisyonu özel bir

    oturum yaptı ama güç, iktidar oyunları üye ülkelerin Sri Lanka’nın kendisini LTTE’ye karşı

    başarısından dolayı kutlayan taslağını hazırladığı kararı kabul etmeye yönlendirdi. Sene

    sonunda savaş suçları ve diğer ihlaller için daha fazla kanıt olmasına rağmen hiç kimse

    adalet önüne çıkarılmadı.

    İnsan haklarını ihlal edenlerin hesap vermelerini engellemek için bundan daha net

    bir örnek bulmakta çok zor olacaktır.

    Bunun üzerine düşünürken 1992 yılında yayınlanan Uluslararası Af Örgütü

    Raporu’nu düşündüm. Cinayetle Kaçmak başlığıyla öldürmelere, zorla kayıplara,

    ULUSLARARASIAF ÖRGÜTÜRAPORU 2010

  • sistematik tecavüz ve işkence yapılmasını emreden ya da göz yuman ve hesap vermek

    konusunda hiçbir tehlike ile karşılaşmayan politik ve askeri liderlerin bulunduğu birçok

    ülkeyi vurguluyordu. 1988-90 yılları arasındaki iç isyanın şiddetle bastırılması sırasında

    gerçekleşen on binlerce yargısız infaz ve zorla kaybetmenin sorumlularını adalet önüne

    çıkarmayan o zamanki hükümeti ile Sri Lanka önemli bir örnek olarak öne çıkarılıyordu.

    Dolayısıyla aşikar soru şu, son 20 yılda herhangi bir şey değişti mi? Ve 2009 yılında Sri

    Lanka’ya ya da Kolombiya veya Gazze’ye bakınca sonuca varmak kolay: Hayır değişmedi;

    değişiklik yoksa neden hesap vermenin peşine düşülüyor. Ama bu cevap son 20 yılda

    gerçekleşen önemli ilerlemeyi gözden kaçırmak olur. Süregelen meydan okumalara

    rağmen, cezasızlık şimdi çok daha zor.

    Evet, yasanın ulaşabildiği alan yeterli olmaktan uzak. Bazı durumlar dikkatli bir

    incelemeden bütünüyle kurtuluyor; bazılarında adaletin geçekleşmesi zaman alıyor. Ama

    ilerleme var.Hesap verilebilirlik alışılan öldürmeler ve işkencenin ötesine, hayatımızı

    saygınlık içinde sürdürebilmek için ihtiyacımız olan yüz milyonlarca insanın gıda, eğitim,

    konut ve sağlık gibi temel insan haklarına karşı haksızlıklara da uzanıyor.

    Hesap verilebilirlik -başarılar

    Hesap verilebilirlik yaptığınız eylemden ya da başkaları üzerinde doğrudan etkili

    yapamadıklarınızdan sorumlu tutulmaktır. Geniş bir kavram: politik hesap verilebilirlik

    üzerine konuşulabilir; veya bir toplumun değerleri ile ölçülen ahlaki hesap verilebilirlik.

    Uluslararası insan hakları standartları öncelikle yasal hesap verilebilirliğe

    odaklanmıştır. İnsanların yasa tarafından belirlenen ve korunması gereken hakları vardır;

    iktidarda olanlar, gene yasada belirtilmesi gerektiği gibi bireysel haklara saygı göstermeli

    ve korumalı.

    Hesap verilebilirliği sağlamak önemli çünkü, her şeyden önce, zarar görenlerin

    gerçeği öğrenme ve adalet hakları var. Mağdurlar ve yakınları için kendilerine yapılan

    yanlışlıkların bilinmesi ve sorumluların hesap vermesi gerekir. Eğer mağdurlar tazminat

    alacaklarsa, ne olduğu, kim tarafından ve niye yapıldığı, ihlallerin sorumlularının adalete

    teslimi kadar önemli.

    Hesap verilebilirlik ileriye bakmamıza da olanak veriyor. Suç işleyebilecek olanlara bir

    caydırıcı önlem oluşturuyor ve devletlerle uluslararası kurumların reformlar yapması için

    bir temel sağlıyor. Verimli ve etkin hesap verilebilirlik mekanizmaları devletlerin daha iyi

    politikalar ve yasalar çıkarmasına ve bunların insanların yaşamındaki etkilerini ölçmesine

    yardımcı olabilir.

    Geçtiğimiz 20 yılda uluslararası adalete bir rol verilmesi için yapılan küresel bir

    kampanya başarılı oldu. Başarıları arasında 1998’de Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin

    (UCM)eski Yugoslavya ve Ruanda’da soykırım, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları ile

    ilgilenen uluslararası mahkemelerin temelleri üzerine kurulması da var.

    2009 yılında UCM’nin bir devlet başkanı, Sudan Başkanı Ömer El Beşir için insanlığa

    karşı beş suçlamadan (cinayet, imha, nüfusu zorla nakletme, işkence ve tecavüz) ve iki

    xii Uluslararası Af Örgütü Raporu 2010

  • savaş suçundan (sivilleri hedef almaktan) dolayı hakkında tutuklama kararı çıkarması bir

    ayrım noktası oldu.

    2009 yılının sonunda, UCM Savcısı devletlerin suçun oluştuğu yere havale ettikleri üç yer

    –Uganda, Kongo Demokratik Cumhuriyeti ve Orta Afrika Cumhuriyeti ve Güvenlik Konseyi’nin

    havale ettiği bir yer (Darfur Sudan) için soruşturma açtı. Yargı Öncesi Komisyonu’ndan bir

    başka soruşturma (Kenya) yapma yetkisi istedi. UCM Darfur’da bir silahlı grubun liderine ve

    Sudan Devlet Başkanı’na ve kıdemli hükümet görevlilerine mahkeme çağrısı çıkardı. Uganda,

    Kongo Demokratik Cumhuriyeti ve Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki silahlı grupların liderleri için

    ise tutuklama kararı çıkardı. Bunlar savaş suçu veya insanlığa karşı suç işleyenlerin, ister

    hükümete isterse başka güçlere dahil olsunlar, eşit bir biçimde sorumlu tutulacakları

    prensibinin uygulanması açısından önemli adımlar.

    Son yıllarda UCM Savcısı, Afrika dışında dört durum –Afganistan, Kolombiya,

    Gürcistan ve 2008-09 yıllarında Gazze ve Güney İsrail’deki çatışma üzerine hazırlık

    soruşturması başlatarak coğrafi alanını genişletti.

    Süreç, UCM’nin Roma Şartı’nı onaylayan devletleri (2009 yılının sonunda 110) ulusal

    mahkemelere uluslararası yasaya göre işlenen suçlara karşı yargılamayı teşvik eden,

    şüphelilerin ülkelerinde cezasızlık ortamından yararlanmaları halinde -çok önemli olarak

    ancak bu takdirde, ülke dışında cezalarının verilmesini mümkün kılan ulusal hukuki

    reformlar yapmaya teşvik etti. 2009 yılında, İspanya’da alınan, sadece içinde bir İspanyol

    mağdurun olduğu olayları takip etmek kararı gibi, avukatlar evrensel yargılamanın

    gelişiminde gerilemeler olmasına rağmen Amerika kıtalarında, Avrupa ve Afrika’da

    davaları ulusal mahkemelerde başlattılar ve bu davalar ilerliyordu. Aralık ayında Güney

    Afrika’da iki STK yetkililerin kararına karşı Güney Afrika’nın evrensel yargılama yasasına

    göre ülkeyi ziyaret ettiği bilinen ve insanlığa karşı suçlar işlediği bilinen Zimbabweli

    görevliler hakkında soruşturma yapmadıkları için mahkemeye verdi. Sene sonunda

    40’dan fazla devlet, uluslararası yasaya göre işlenen suçlara karşı yasalar çıkarıp evrensel

    yargılamayı sürdürerek ya da güçlendirerek küresel cezasızlık açığının küçük bir

    parçasını doldurdular.

    Bu tür soruşturmalar hükümetlerin ve genel kamuoyunun uluslararası yasalara bakış

    açısını değiştirdi. Bu tür olaylarda, politik konular diplomatik kanallarda çözülür

    anlayışına karşı bu tür davalar çoğaldıkça, ciddi suçlar soruşturulmalı ve

    cezalandırılmalıdır anlayışı yerleşiyor. Meslektaşlarımla birlikte 1998 yılında eski Şili

    Başkanı Augusto Pinochet’in Londra’da tutuklanmasının ardından Londra’da kalması ve

    hesap vermesi için çok çalıştıktan sonra fark ettiğim algı değişikliğinden özellikle cesaret

    alıyorum.

    Latin Amerika’da ulusal mahkemeler ve hükümetler uzun süredir af yasaları ile

    korunan suçları yeniden soruşturuyor. Bu gelişmeler çeşitli aflar ve soruşturmaları

    durdurmak için hazırlanmış diğer cezasızlık yöntemlerine rağmen, olaylardan onlarca yıl

    sonra dahi, sivil toplumun gerçeğin, adaletin ve tazminatın önündeki barikatları yıkmak

    için nasıl savaştığını gösteriyor.

    xiiiUluslararası Af Örgütü Raporu 2010

  • Dönüm noktası olan yargılamalardan birisi de 2009 yılının Nisan ayında

    kaçırılanların, işkence edilenlerin ve 1990’ların başında üç olayda askeri ölüm mangaları

    tarafından yargısız infaz edilenlerin yakınlarını biraz tatmin eden Peru’nun eski Başkan’ı

    Alberto Fujimori’nin mahkumiyetiydi. Ekim ayında Uruguay Yüksek Mahkeme’si

    1980’lerin sonunda işlenen büyük çaplı insan hakları ihlallerine cezasızlık getirmek için

    çıkarılan af yasasının Uruguay’ın uluslararası yasaya göre olan sorumlulukları nedeniyle

    geçersiz ve anlamsız olduğuna karar verdi. Ve 2009 yılının sona ermesine yakın Arjantinli

    savcılar askeri hükümetin (1976-1983)sona ermesinden bu yana, silahlı kuvvetlerin ve

    polisin 17 personelini kötülüğüyle ün salmış Escuela Superior de Mecánica de la

    Armada’da (Donanma Mekanik Okulu) işkence, zorla kaybetme ve cinayetten yargılayan

    en önemli mahkemelerden birisine kanıtlar sunmaya başladı.

    Adalet arayışı Latin Amerika’nın çok ötesine gitti. Örneğin Liberya Başkanı Charles

    Taylor’un sürmekte olan davası hariç Sierra Leone Özel Mahkemesi’ndeki davaların hepsi

    tamamlandığından Sierra Leone 2009 yılında geçmişiyle barışmaya çok yaklaştı. Ve

    Asya’da Kamboçya’nın ünlü Kızıl Kmer komutanları 30 yıl önce işledikleri savaş suçları ve

    insanlığa karşı suçlardan sonunda yargılanmaya başladı. Duch diye de bilinen Kaing

    Guek Eav en az 14 bin insanın 1975 yılının Nisan ayı ile 1979 yılının Ocak ayı arasında

    işkence edildiği ve sonra öldürüldüğüne inanılan S-21 Güvenlik Bürosu’nun

    komutanıydı. Bu, uluslararası adaletin en kısa zamanda işleyen ulusal sistemlere yer

    vermesi gereken önemli bir gelişme olan “Kamboçya Mahkemelerindeki Olağanüstü

    Oturumların” ilk davasıydı ama en azından sağ kalanların çektiklerinin bilinmesini

    sağladı.

    2009 yılında güçlü devletler bile bütün yaptıklarının yasalardan her zaman

    gizlenemeyeceğini anladılar. Bazı Avrupa devletleri ABD’nin “teröre karşı savaşındaki”

    ihlalleri izlemekte kayıtsız kalırken, bir İtalyan mahkemesi 22 CIA ajanını, bir ABD Hava

    Kuvvetleri subayını ve iki İtalyan istihbarat servisi ajanını 2003 Kasımda Usama Mustafa

    Hassan Nasr’ı (Ebu Ömer)Milano’da bir sokaktan kaçırmak suçundan mahkum etti. Ebu

    Ömer daha sonra 14 ay gizli bir yerde tutulduğu ve iddiaya göre işkence gördüğü Mısır’a

    gönderildi.Dava büyük ölçüde Milano savcılığının kendi hükümetinden davayı

    düşürmeleri için gelen baskılara rağmen yasayı uygulamakta kararlı olmasından ve ABD

    ajanlarının hiçbir aşamada gözaltına alınmamış olmalarına ve fiziki olarak mahkemede

    bulunmamalarına rağmen açıldı.

    UCM’nin varlığı resmi olarak mahkemenin yargılamasını kabul etmeyen,

    sorumluların başka türlü olsa kendilerini dokunulmaz olarak görecekleri ülkelerde bile

    hesap verilebilirliğe daha fazla ilgi gösterilmesine neden oldu. BM İnsan Hakları Konseyi

    Gazze ve Güney İsrail’de 22 gün süren ve 2009 yılının Ocak ayında biten çatışmalarda

    iddia edilen ihlalleri soruşturmak için daha önce Ruanda ve eski Yugoslavya Uluslararası

    Ceza mahkemelerinin eski Savcısı olan Güney Afrika’lı hakim Richard Goldstone’un

    başkanlığında bağımsız bir gerçekleri araştırma misyonu oluşturdu. Goldstone Raporu

    hem İsrail güçlerinin hem de Hamas’ın (ve diğer Filistinli grupların) savaş suçları ve

    xiv Uluslararası Af Örgütü Raporu 2010

  • muhtemelen insanlığa karşı suçlar işledikleri sonucuna vardı. Bu, Uluslararası Af

    Örgütü’nün Gazze ve Güney İsrail’de çatışma sırasında ve hemen çatışmadan sonra

    yaptığı saha çalışmansın sonuçlarını yansıtıyordu.

    Goldstone Raporu “uzun süredir devam eden cezasızlık bir hukuk krizi yarattı”

    diyordu. Rapor, Her iki taraf da bir soruşturma yapmayı ve hesap verilebilirliği

    sağlamadığı takdirde Güvenlik Konseyi’nin yetkisini kullanmasını ve durumu UCM’ye

    göndermesini önerdi. 2009 yılının Kasım ayında BM Genel Kurulu İsrail ve Filistin tarafına

    uluslararası standartları karşılayan bir soruşturmayı yapmak istediklerini ve

    yapabilecekleri göstermeleri için üç ay mühlet verdi.

    Uluslararası toplumun anında tepkisine bir örnek olarak, BM 28 Eylül’de güvenlik

    kuvvetlerinin bir stadyumdaki barışçı bir gösteriyi şiddetle bastırmaları sırasında 150’den

    çok insanın öldüğü ve kadınların herkesin önünde tecavüze uğradığı, Konakry’de

    (Gine)olan olayları soruşturması için bir Uluslararası Araştırma Komisyonu kurdu.

    Araştırma Aralık ayında insanlığa karşı suçların işlendiğini tespit etti ve olayın UCM’ye

    gönderilmesini önerdi ve bir hazırlık tahkikatı başladı.

    Son olarak, geçtiğimiz yirmi yılda bir çok ülkenin uzun süreli çatışmalardan veya

    politik baskılardan çıkarak değişik hesap verebilirlik modelleri aracılığıyla geçmişleri ile

    yüzleştiği “geçici adalet” mekanizmalarının katlanarak büyüdüğüne şahit oldu. 2009

    yılında yüzleşme ve uzlaşma süreçleri ve sonraki süreçler Liberya’da, Solomon

    Adaları’nda ve Fas/Batı Sahra’da –Orta Doğu ve Kuzey Afrika Bölgesi’nde yaşanmış

    ihlallerle ilgili olarak sürüyordu.

    Uluslararası Af Örgütü’nün ilgili kayıtları ile araştırma yapmak için toplandığımızda,

    onlarca yıldır tekil olaylar hakkındaki araştırmalarımızın adalete dayalı bir uzlaşmaya

    ulaşılacaksa hesap verebilirliğin gerçeklerin söylenmesi ile bir arada olması gerektiğini

    düşündüğümü hatırlıyorum. Ayartıcı olan ”geçmiş geçmişte kalsın” sözü olsa da

    deneyimler, suçları işleyenlerin kelimenin tam anlamı ile, “kötülüğün cezasını

    çekmemelerinin” güvenilmez ve çoğu zaman kısa ömürlü barış anlamına geldiğini

    gösteriyor.

    İktidar ve politikleştirme –adaletin önündeki engeller

    Bugün uluslararası yasaya göre olan suçlarda yasal hesap verilebilirlik daha öncesine

    göre daha büyük bir olasılık olmasına rağmen 2009 yılındaki olaylar yolun üzerinde

    aşılması zor iki engelin olduğunu gösterdi. Eğer bütün haklarda anlamlı bir hesap

    verilebilirliğin yayılmasını umuyorsak bunlar ortadan kaldırılmalıdır.

    Diğer sorun ise güçlü devletlerin yasayı kendi çıkarları için kullanıyor olması. Bu

    devletler müttefiklerini ciddi bir araştırmadan koruyor ve hesap verilebilirliği esas olarak

    politik anlamda kendileri için elverişli olduğu zaman ileri sürüyorlar. Böyle yaparak diğer

    devletlere ya da devletler bloğuna adaleti aynı şekilde politikleştirme bahanesi veriyorlar.

    UCM’nin Roma Şartnamesi’ni 110 ülke onaylamış olmasına rağmen 2009 yılının

    sonunda G20 ülkelerinden sadece 12’si imza atmıştı. Çin, Hindistan, Endonezya, Rusya,

    xvUluslararası Af Örgütü Raporu 2010

  • Türkiye ve ABD uluslararası adalet çabalarından, bilinçli olarak zarar vermiyorlarsa, uzak

    duruyorlar.

    UCM’nin hukuk siteminden kendisini uzak tutan ABD, kendi terörle mücadele

    stratejisi kapsamında işlenen ihlalleri ele alması konusunda daha az dış baskı gördü.

    Başkan Barack Obama iş başına geldiğinde ve Guantánamo Körfezi tutuklama

    tesislerinin bir yıl içinde kapatılmasını ve “abartılmış sorgulama tekniklerine” son

    verilmesini emrettiğinde işaretler umut vericiydi. Ne var ki 2009 yılının sonunda

    Guantánamo tutuklulukları hala sürüyordu ve orada ve ABD’nin önderliğindeki “teröre

    karşı savaş”taki diğer yerlerdeki ihlallerden dolayı birilerinin sorumlu tutulmasında çok az

    bir ilerleme vardı.

    Çin de kendi yaptıklarını uluslararası yakın gözlemden uzak tuttu. 2009 yılının

    Temmuz ayında Xinjiang Uygur Otonom Bölgesi’nde Urumçi’de Uygurların barışçıl

    gösterilerine polisin saldırısı üzerine şiddet içeren gösteriler oldu. Çin hükümeti bilgiye

    ulaşımı sınırladı, şiddet kullanmayan protestocuları gözaltına aldı. Hızlı, adil olmayan

    mahkemeler kurdu, birçok kişiyi ölüm cezasına mahkum etti ve dokuz kişinin ölüm

    cezalarını şiddet olaylarından birkaç ay sonra infaz etti. Aralık ayında 13 kişi daha ölüm

    cezasına mahkum edildi ve 94 kişi daha tutuklandı. Gazetecilerin bölgeye kısa ve kontrol

    altındaki girişleri doğru dürüst bir uluslararası gözlemin yerine geçemez. Çin, BM İşkence

    Raportörü’nün bölgeyi gezme talebine olumlu yanıt vermedi. Hükümetin hesap

    verilebilirliği sağladığı yönünde hiçbir iddiası gizlilik ve ölüm cezası infazlarındaki acele ile

    sarılıp kapatılmış olmasından dolayı güvenilir değil.

    AB’nin görevlendirdiği bir bağımsız soruşturma komisyonu 2008 yılında yaşanan

    Gürcistan-Rusya çatışmasında tarafların uluslararası insani ve insan hakları yasasının

    ihlalinden sorumlu oldukları sonucuna vardı. Ne Rusya ne de Gürcistan sene sonunda

    kimseyi hesap vermeye çağırmamıştı, 26 bin kişi ise hala evlerine dönemiyordu. Giderek

    daha açık hale geldi ki Rusya kendi askerlerini, Gürcistan’dan kopan Güney Osetya ve

    Abhazya bölgelerini uluslararası baskıdan ve gözlemden koruyabilirdi. Rusya, Avrupa

    Güvenlik ve İşbirliği Örgütü’nün ve BM’nin üyesi olan Gürcistan’daki iki önemli

    uluslararası izleme misyonunun sürelerinin uzatılmasına karşı çıktı. Bu, Avrupa Birliği

    İzleme Misyonu’nu çatışma sonrası Rusya ve fiili Osetya ve Abhazya yönetimlerinin

    kontrolündeki bölgelere girme şansı olmasa da Gürcistan’daki tek uluslararası gözlemci

    kurum olarak bıraktı.

    G20 üyeliği olan bir başka ekonomik ağır top Endonezya, 1999’da BM’nin

    desteklediği Timor-Leste’deki bağımsızlık referandumu sırasında ve 24 yıllık Endonezya

    işgali boyunca işlenen insan hakları ihlallerinin mağdurları için hesap verilebilirliği 1o

    yıldan uzun bir süredir gerçekleştirmedi.Son on yılda çeşitli ulusal ve uluslararası destekli

    adalet inisiyatiflerine rağmen 1999’da insanlığa karşı suç işlediğine dair şüphelerin çoğu

    büyük ölçüde ortadaydı. Endonezya’da yargılananların hepsi beraat etti.

    İkinci engel, uluslararası adaleti politikleştirmek olarak karşımıza çıkıyor. Hesap

    verilebilirliği sağlamak için gösterilen çabaları, kendisini destekleyen müttefiklerin politik

    xvi Uluslararası Af Örgütü Raporu 2010

  • gündeminin hizmetine sokuyor ve rakiplere zarar veriyor. Örneğin ABD ve Avrupa Birliği

    devletleri, Güvenlik Konseyi’ndeki etkilerini kullanarak İsrail’i Gazze’deki eylemlerinden

    dolayı korumaya devam ettiler. Bunun tam karşıtı bir politik bakışla BM İnsan Hakları

    Konseyi, sadece iddia edilen İsrail ihlallerini soruşturdu. Bu soruşturmayı yapması için

    atanan Yargıç Richard Goldstone BM Kanıt Bulma Misyonu’nun İsrail ve Hamas’ın iddia

    edilen ihlalleri araştırmasıyla ilgili ısrarcı oldu. BM İnsan Hakları Komisyonu’nda tek bir

    Asya ya da Afrika ülkesi Sri Lanka Hükümeti’nin LTTE’ye karşı savaşını alkışlayan karara

    karşı oy vermedi.

    Güçlülerin aynı standartların kendilerine ve müttefiklerine uygulanmasındaki

    isteksizliği başkalarının da işine yarıyor. Onlar da kendi çifte standartlarını

    meşrulaştırıyorlar, bazen yanıltıcı bir düşünceyi, “bölgesel dayanışmayı” mağdurlarla

    dayanışmanın üstüne çıkarıyorlar. Bu durum hiçbir yerde bu Afrika ülkelerinin Sudan

    Başkanı El Beşir’in UCM tutuklama kararına karşı ilk tepkileri kadar net görünmüyor.

    İddia edilen suçların ciddiyetine rağmen, Temmuz ayında Libya’nın başkanlık ettiği Afrika

    Birliği Asamblesi(AU) BM Güvenlik Konseyi’nden Sudan Başkanı hakkındaki

    soruşturmayı durdurmasını yeniden talep etti. AU üyelerinin,UCM’nin Sudan Başkanı’nın

    tutuklanması ve teslim edilmesi talebini karşılayamayacağına karar vererek, Afrika

    Komisyonu’ndan 2010 Gözden Geçirme Konferansı için Roma Şartları’nı değiştirme

    tartışmaları için bir hazırlık toplantısı çağrısı yapmasını talep etti.

    Roma Statüsü’ne taraf olmayan ülkelerde serbestçe gezen Başkan El Beşir daha sonra

    Türkiye, Nijerya, Uganda ve Venezüella’ya davet edildi. Ne var ki sivil toplumdan gelen

    protestolar üzerine dalga geri çekilmeye başladı. Güney Afrika Roma şartlarını kabul etmiş

    bir ülke olarak sorumluluklarını yerine getireceğini söyledi. Brezilya ve Botsvana eğer

    gelirse tutuklamaya hazır olduklarını söylediler. Her şeye rağmen 2009 yılının sonunda

    Başkan El Beşir hala serbestti ve hala kendisini yargılama çabasının politik bir motivasyonu

    olduğunu, “Afrika’ya karşı önyargılı” davranıldığını iddia ediyordu. Darfur’da yüzbinlerce

    yerlerinden edilmiş insan için daha fazla şiddet ve ihlallerin Güney Sudan’da savaşın kaldığı

    yerden devam etmesi olasılığı ve zorlukların yoğunlaşması devam etti.

    Önümüzdeki sorunlar –Tüm haklar için hesap verebilirlik

    Çatışmalardaki yığınsal katliamlar için hesap verilebilirliği uygulamanın önündeki engeller

    gerçek ama en azından tartışma kazanıldı: Kimse savaş suçlarının, insanlığa karşı suçların

    ve zorla kaybetmelerin cezalandırılması prensibini inkar etmiyor ama bizim meydan

    okuyuşumuz daha da büyük. Ekonomik ve sosyal hakların kitlesel reddine geldiğimizde, bir

    hukuk oluşturma ve hesap verebilirlikle ilgili kayda değer bir çaba görünmüyor. Çoğu insan,

    aynı şey değil diyecektir. Sivilleri katletmek koca bir nüfusun eğitim haklarının

    çiğnenmesiyle aynı şey olmadığı için de haklı da olacaklar. Ancak bu reddiye uluslararası

    hukuku hiçe sayarak, insanların hayatını kötü yönde etkiliyor. O halde bu sorunlar

    uluslararası hesap verebilirlikle takip edilmeliler. Görev, Darfur çatışmasından daha az

    olmamak üzere dünya liderlerini ilgilendiren bir insan hakları krizi olarak ortadadır.

    xviiUluslararası Af Örgütü Raporu 2010

  • Sağlık ve özellikle de anne ölümleri felaketi üzerine düşünün. Her sene yarım

    milyondan fazla kadın hamilelik bağlantılı komplikasyonlardan dolayı ölüyor. Birçok ülke

    arasında Uluslararası Af Örgütü’nün 2009 yılında odaklandığı Sierra Leone, Peru,

    Burkino Faso ve Nikaragua’da anne ölümü oranları doğrudan insan hakları ihlalleri

    sebebiyle yeterince hızlı düzelmiyor. Sierra Leone ve Burkina Faso’de şahsen

    gözlemlediğim üzere bu ülkelerin hükümetleri sorunla başa çıkmak için çabalıyorlar.

    Ancak -sivil toplumla birlikte- önlenebilir ölümlerle sonuçlanan temel insan hakları

    sorunlarını tanımlamak için daha büyük çaba gerekiyor. Cinsel ayrımcılık, erken evlilikler,

    kadının cinsellik ve üreme ile ilgili haklarının redd, temel sağlık hizmetlerine erişimle ilgili

    kısıtlar gibi sorunlar var. Bu çalışmalarında uluslararası toplumun desteğini almalılar.

    İnsan hakları için ekonomik, sosyal ve kültürel hakların bazı açılardan

    gerçekleştirilebilmesi için yeterli kaynakların olmasının can alıcı bir koşul olduğunu kabul

    ediyor ve bu hakların “artan bir biçimde gerçekleşmesi” için “elde edilebilir kaynakların

    azamisini” istiyoruz. Ama hükümetler basitçe kaynak yetersizliği konusunu bir bahane

    olarak kullanamazlar. Doğum sırasında gerçekleşen önlenebilir ölümler sadece bir

    ülkenin ne kadar fakir ya da zengin olduğuna dair göstergeler değildir. Örneğin Mozambik

    çok daha yoksul olmasına rağmen, Angola Mozambik’ten çok daha yüksek bir anne ölüm

    oranına sahip. Ya da, Nikaragua’nın GSMH’nın iki katına sahip olmasına rağmen

    Guatemala’da anne ölüm oranının daha fazla olmasını ele alabiliriz.

    Konut hakkını düşünün. 2009 yılında Uluslararası Af Örgütü Çad’da N’Djamena’da

    zorla tahliyelerden sonra evsiz kalan binlerce ailenin kötü durumuna ve Mısır’da,

    Kahire’de gecekondu sakinlerinin yetkililerin uygun evler sağlamaması nedeniyle toprak

    kaymalarında ölme tehlikelerine dikkat çekmişti. Uluslararası Af Örgütü Kenya’da,

    Nairobi’de Afrika’daki en büyük gecekondu bölgesi olan Kibera ve diğer gecekondu

    bölgelerinin sakinleri ile beraber yeterli konut ve hizmetler için yürüdü. Uluslararası Af

    Örgütü tarafından Gazze’de 2008-2009 çatışmalarının sonuçlarından biri olarak yapı

    malzemelerinin Gazze’ye girişine dair uygulanan ambargoyla korkunç boyutlara ulaşan

    evsizlik sorunu devam ediyor. Ambargo, toplu cezalandırma olduğundan uluslararası

    hukuka göre suçtur ve en zor durumda olanlara en ağır darbeyi indirir.

    Yukarda bahsettiğimiz ülkeler insanlar ve durumlar her şeyden fazla yoksullukta

    ortaklaşıyorlar. En çok ayrımcılığa uğrayanlar yoksullar ve İnsan Hakları Evrensel

    Beyannamesi’nde belirtilen hakların en çok koruması gerekenler de gene onlar olduğu

    çok belli. Ayrımcılık, yoksulluğun baş yol göstericisi olarak sıklıkla hükümet

    harcamalarının dağıtımında ve politikalarında kendini belli ediyor. Dünyada yoksulluk

    içinde yaşayan insanların çoğu, yasalar önünde ve pratikte ayrımcılıktan en çok eziyet

    çekenler kadınlar. Güvenli hamilelik, güvenli evler, eve ve işe güvenli gidiş, bunların

    hiçbiri erkeklerden ve zenginlerden sakınılmıyor.

    Temel ekonomik ve sosyal ve kültürel hakların inkarına karşı yasal hesap

    verilebilirliğin sağlanması için bazı olumlu adımlar atılıyor. Giderek artan bir biçimde

    ulusal mahkemeler bu hakların korunması için müdahale ediyor ve hükümetten sağlık,

    xviii Uluslararası Af Örgütü Raporu 2010

  • ev, eğitim ve gıda için minimum hakların karşılanması amacıyla politika değişiklikler talep

    ediyor, uluslararası mekanizmalarca daha ileri gitmeleri için teşvik ediliyor.

    Örneğin 2009 yılının Mart ayında ortalığı sarsan bir kararla Abuja’daki ECOWAS (Batı

    Afrika Ülkeleri Ekonomik Topluluğu), Adalet için Toplum Mahkemesi bütün Nijeryalılar’ın

    yasal bir insan hakkı olarak eğitim hakkı olduğunu ilan etti. Mahkeme eğitim hakkının

    mahkeme aracılığı ile zorlanabileceğine karar verdi ve hükümetin eğitimin “vatandaşların

    yasal hakkı değil de sadece hükümet politikası olduğu” itirazını reddetti.

    Örneğin, Romanya’da Miercurea Ciuc’da şehrin merkezindeki çok eski bir binadan

    zorla tahliye edildikten sonra 2004 yılından beri bir lağım arıtma tesisinin yanındaki metal

    kabinlerde ve kulübelerde yaşayan bir Roman topluluğu 2008 yılının Aralık ayında

    Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdular.

    Bu alanda hesap verebilirlik için uluslararası bir gözetim olasılığı 2009 yılının Eylül

    ayında Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi Seçmeli Protokolü’nün imzaya

    açılmasıyla ileri bir adım attı. Protokol, bireysel şikayetler için ilk defa uluslararası bir

    kontrol mekanizması kurdu. Protokol aynı zamanda ülkelerde mağdurlar için etkili

    düzeltici mekanizmaların olmasını destekleyecek.

    Temel ekonomik, sosyal ve kültürel hakların inkar edilmesine dair artan uluslararası

    hesap verilebilirlik öyle önemli hale geldi ki, gıda, enerji ve finans krizi dolayısıyla

    tahminlere göre milyonlarca insanın yoksulluğa itildiğini gördük. Ekonomik, sosyal ve

    kültürel haklar da dahil tüm insan hakları, krize karşı tüm ulusal ve uluslararası tepkilerin

    özünü oluşturmalıdır.

    Geçtiğimiz 15 yıl içinde, uluslararası yatırımların ve ticari anlaşmaların güçlendirilmiş

    mekanizmalar aracılığıyla hukukun, küresel ekonomik çıkarları korumak üzere

    genişlediğini gördük. Ancak, ekonomik çıkarlar, yasaları kendileri için çalıştırabilirken,

    eylemleri sebebiyle zarar görenler, şirketlerin gücü olarak hukukun alçalışını izlediler.

    2009 yılının Aralık ayı Hindistan’da Bhopal’daki Union Carbide şirketinin böcek ilacı

    fabrikasından öldürücü kimyasal maddenin dışarıya sızmasının 25’inci yıldönümüydü.

    Binlerce insan öldü ve tahminen 100 bine yakın insan hala gaz sızıntısı sebebiyle acı

    çekiyor. Bhopal’da sağ kalanların Hindistan’da ve ABD’de adaleti arama çabalarına

    rağmen gaz kaçağından çeyrek asır sonra yaraların sarılması yönündeki çabalar

    yapılması gerekenlere oranla hala yetersiz ve kimse kaçaktan ve sonrasından dolayı

    sorumlu tutulmadı.

    Şirketler için anlamlı bir hesap verebilirlik çok ender. Adaleti sağlama çabaları, bilgiye

    ulaşma olanağının olmaması, şirketlerin yasal düzene ve yönetmeliklere müdahalesi,

    yozlaşma ve güçlü devlet-şirket işbirliği gibi nedenlerle etkisiz yasal sistem tarafından

    engellendi. Ulusötesi iş çevreleri tanımları gereği sınırların ötesinde iş yapmalarına

    rağmen şirketleri mahkemeye çıkarmanın önündeki engeller çok fazlaydı.

    Her şeye rağmen ulusötesi şirketlerden etkilenen bireyler ve topluluklar çok büyük

    karşı direniş ve sivil eylemle hem şirketleri sorumlu tutmak için hem de az bile olsa

    tazminat alabilmek için yasal girişimlerde bulunuyorlar.

    xixUluslararası Af Örgütü Raporu 2010

  • Nijerya’da petrol sanayisi 50 yıldır etkili bir düzenleme ve kontrol olmadan çalıştı.

    Sonuç çevreye ve insan haklarına yaygın zarar oldu. İngiltere’de 2009 yılında güçlü bir

    sivil toplum hareketi sayesinde petrol şirkteti Trafigura, Fildişi Sahili’nde Abidjan’da zehirli

    atıklarını boşaltarak 30 bin insanın hayatını etkilediği için 45 milyon dolar ödeme yapmayı

    kabul etti. Zehirli atıkları, Probo Koala gemisiyle ağustos 2006’da Abidjan’a

    getirilmişlerdi. Atıklar şehrin çevresinde çeşitli noktalarda döküldü. 100 bin’den fazla

    insan tıbbi yardım için başvururken, resmi rakamlara göre 15 kişi öldü. Böylesi hukuki

    eylemler ve mahkeme kararları mağdurlara bir nebze de olsa adalet sağlayabilir olsa da

    genellikle ciddi kısıtlamalar içeriyor ve ne hesap verebilirlik ne de tam bir tazmin ile

    sonuçlanıyor. Fildişi Sahili vakasında zehirli atıklarla ilgili sorumlular belirlenmedi. Şirket

    dokunulmazlığına yol açan yargı ve yürütme boşluklarını kapatmak için çok daha fazlası

    gerekiyor. Sayıları gittikçe artan sayıda şirketin insan haklarına saygılı olacağına dair söz

    vermesi süreçleri aktif bir şekilde özendirilmeli.

    Gelecek küresel plan –bütün haklar için hesap verilebilirlik

    2010 yılının Eylül ayında dünya liderleri dünyanın yoksulları için Binyıl Kalkınma

    Hedefleri’nde (MDG) verdikleri sözleri gözden geçirmek için BM’de toplanacaklar. Şimdi

    UCM’nin ve uluslararası adalet mekanizmalarının kurulmasında harcanan enerjinin aynısını

    bütün insan haklarını hesaba katmayan küresel ekonomik ve politik düzene daha fazla

    hesap verilebilirlik oluşturmak için kullanmak gerekiyor. Bu başarısızlığın maliyeti yüz

    milyonlarca insanın yaşamlarını saygınlık içinde sürdürme haklarının, sadece politik

    özgürlüklerin değil ama aynı zamanda İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde güven

    altına alınan gıda, barınak, sağlık, eğitim ve güvenlik hizmetlerine ulaşma haklarının

    ellerinden alınması. Korkudan özgürlük,yokluktan özgürlük hedef olmaya devam ediyor.

    Yeniden düşünmek gerekir. MDG hedefleri sadece vaatler olarak algılanamaz. Onlar aynı

    zamanda, hükümetlerin temel insan haklarını sağlamak için yasal taahhütleri ve bu nedenle

    hükümetlerin bu taahhütleri yerine getirmeleri için hesap verecekleri bir mekanizma

    gerekiyor. Devletler başaramadığı zaman devreye girecek bazı çözümler olmalı.

    Eğer MDG’ler yoksulluk içinde yaşayanların görüşlerini tam anlamıyla hesaba katarsa

    hesap verilebilirlik güçlenecektir. Bireylerin katılım ve yaşamlarını etkileyecek kararlar

    hakkında bilgi sahibi olma hakkı var. MDG’lerde hak sahiplerinin gerçek yer alışı çok az.

    MDG süreci hedeflere yerleştirilmiş temel hakları gerçekleştirmeye zarar veren

    uluslararası etkileri olanlar da dahil ulusal politikaları izleyen hükümetlere uygun

    yaptırımların uygulanması anlamına gelir. Bütün hükümetler, ama özellikle küresel

    liderlikte daha fazla role sahip olma iddiasında olan G20 ülkeleri politikalarının dünyanın

    yoksullarının yaşamlarında somut gelişmelere tekabül edip etmediği konusunda sorumlu

    tutulmalıdır.

    Tüm insan haklarını bütün insanlara vermeyi güvenceye alma çabasında devletlereve

    devlet olmayan kurumlara sürekli olarak yasal yükümlülükleri ve sorumlulukları

    hatırlatılmalıdır. İnsan hakları aktivistleri, sivil toplum örgütleri, avukatlar ve diğerleri her

    xx Uluslararası Af Örgütü Raporu 2010

  • zamankinden daha fazla birleşerek hedeflerde anlaşabildiği takdirde, iktidarda olanlarla

    işbirliği yapıyor. Aksi hallerde hesap verilebilirliğin bireysel ve kurumsal önlemlerini

    araştırarak onlara karşı çıkıyorlar. İnsan hakları hareketinin kendisi daha küresel ve çeşitli

    olarak, kapsamlı bir insan hakları projesini gerçekleştirmek için disiplinler ve sınırlar

    arasında daha iyi bağlantılar kuruyor.

    Bin yılın ikinci on yılına girerken, Uluslararası Af Örgütü böyle bir küresel hareket

    içinde partnerlerle birlikte, evrensel insan haklarını yeniden öne sürmeye çabalıyor. Bunu,

    hakların bölünemeyeceğini ya da parsellenemeyeceğini göstermek ve insanların tüm

    hayat deneyleri ile nasıl doğrudan ilgili olduğunu göstermek için yapıyor. Bunu yaparken

    devletlerin, silahlı grupların ve şirketlerin ötesinde kendimizi yeniden her bireyin haklarıyla

    ve sorumluluklarıyla değişimin bir unsuru olduğuna söz vererek bağlıyoruz. Her birimizin

    devletten ve toplumdan saygı, korunma ve memnuniyet talep etme hakkımız var. Ancak

    diğerlerinin haklarına saygı göstererek ve birbirimizle dayanışma içinde Evrensel

    Beyanname’nin vaatlerini yerine getirme sorumluluğumuz da var.

    xxiUluslararası Af Örgütü Raporu 2010

  • © U

    luslararası Af Ö

    rgütü

  • Kadın ve çocuklar kuzeybatı Pakistan,Maidan’daki çatışmalardan kaçıyorlar, 27 Nisan 2009. Pakistan’daki Taliban vegüvenlik güçleri arasındaki çatışmalar 2 milyondan fazla insanı yerinden etti.

  • 10ULUSLARARASI AF ÖRGÜTÜ RAPORU 2010BÖLÜM BİR: BÖLGESEL GENEL BAKIŞLAR

  • Kuzey Sierra Lione’nin Koinaduguyöresinde bir köydeki hamile bir kadın,Şubat 2009. Yüksek orandaki anneölümleriyle savaşmak için açıklananplanlar arasında hamile kadınlar veçocuklar için ücretsiz bakım da vardı.

    © U

    lusl

    arar

    ası A

    f Ö

    rgüt

    ü

  • AFRİKA

    “Hiç kimse Sudanlılara başkanlarının tutuklanmasını isteyipistemedikleri sormadı. (Ama) hiç şüphe yok ki, evet, artık zamanı geldi.”

    Bu Sudanlı aktivist Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICC) Mart ayında

    Sudan Başkan’ı Omar Al Bashir için tutuklama kararını çıkardığında

    bölgedeki birçok kişinin hislerini yansıttı. Başkan Al Bashir özellikle

    sivillere saldırı ve yağma gibi savaş suçlarının ve özellikle cinayet, imha,

    zorla nakletme, işkence ve tecavüz gibi insanlığa karşı suçların

    doğrudan olmayan uygulayıcısı olarak itham edildi. Bu kapsamlı insan

    hakları ihlalleri yaptıklarından şüphelenilenlere verilen güçlü ve iyi

    niyetli bir işaretti: Kimse yasaların üzerinde değildir ve mağdurların

    hakları korunacaktır.

    Afrika’da sivil toplum üyeleri sık sık uluslararası adaletin

    güçlendirilmesine vurgu yaptı ve Afrika Birliği’ni (AU) ve üye ülkelerini

    ICC ile birlikte çalışmaya çağırdı ama Temmuz ayında AU Meclisi,

    Başkan Al Bashir’in teslimi konusunda mahkeme ile işbirliği

    yapmayacağına dair bir kararı kabul etti. AU aynı zamanda BM

    Güvenlik Konseyi’nden ICC’nin Başkan Al Bashir hakkındaki işlemleri

    durdurmasını isteme talebini yeniledi ve Savcının araştırmalar ve

    soruşturmalardaki gizliliğini sınırlamaya çalıştı. Bazı AU ülkelerinin bir

    bütün olarak AU’nun aldığı pozisyona katılmadıkları söylenebilse de

    sesleri ICC’ye daha güçlü bir biçimde karşı çıkanların arasında

    boğuldu.

    Bir kısım ülke Başkan Al Bashir’in kendilerini ziyaret etmesi

    halinde gözaltına alınma riski altında olduğunu belirtmelerine karşılık

    bir çok başkası, Mısır, Etiyopya ve Eritre Sudan Başkanı’nı kabul

    etmekten memnun kalacaklarını belirttiler. Ve Sudan hükümeti

    uluslararası adalet girişimlerine aldırmadı ve eski hükümet bakanı

    Ahmed Harun’u ve milis lideri Ali Kushayb’ı ICC’nin savaş suçları ve

    insanlığa karşı suçlardan tutuklama kararı 2007’den beri bekliyor

    olmasına rağmen tutuklamayı reddetti.

    Afrika’nın birçok liderinin insan hakları konusundaki retorikleri ile

    insan haklarına saygı, koruma ve geliştirme için somut eylemlerin

    olmaması arasındaki çıplak çelişki yeni değildi. Ama hiçbir zaman

    Başkan Al Bashir’in tutuklanmasına gösterdikleri tepkide olduğu kadar

    açık ve çıplak olmamıştı. Bu durum Afrika’da uluslararası adaletin

    kapsamlı bir biçimde uluslararası insan haklarını ve insani yasaları ihlal

    1Uluslararası Af Örgütü Raporu 2010

    BÖLGESEL GENEL BAKIŞAFRİKA

  • edenlerin hesap verilebilirliğinin sağlanması konusunda geniş ve hala

    devam eden bir tartışma başlattı.

    Fakat, Afrika’da herhangi bir düzeyde hesap verilebilirliğin

    saptanması konusundaki politik irade yetersizliğini gösteren 2009

    yılından daha birçok başka örnek vardı.

    Çatışma

    Orta Afrika Cumhuriyeti, Çad, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Somali

    ve Sudan hükümetlerinin güvenlik güçleri ile silahlı grupların üyeleri

    cezasızlık ortamında bu ülkelerin silahlı çatışmadan etkilenen

    bölgelerinde insan hakları ihlalleri yapmaya devam etti.

    Somali’de işleyen bir adalet sistemi yoktu ve insan hakları ihlallerini

    gözlemleyecek bir mekanizma kurulmadı. Çeşitli silahlı gruplarla

    hükümet güçleri arasındaki çatışma özellikle başkent Mogadishu

    çevresinde çatışmanın bütün taraflarınca birçok askeri operasyonun

    gelişigüzel ve orantısız bir biçimde yapılması nedeniyle binlerce sivil

    kayba neden oldu.

    Siviller sıkça saldırılara hedef oldu ve yoğun nüfuslu bölgeler

    bombalandı. ABD’den Geçici Federal Hükümete silah yollanması gibi

    askeri yardımlar bu tür desteğin büyük insan hakları ihlallerine yol

    açması için yeterli önlemler alınmadan yapıldığında durumu daha da

    kötüleştirme riski taşıyordu. Somali’deki çatışma Afrika Boynuzu’nun

    geri kalanındaki istikrarı etkiliyordu.

    Doğu Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde cinsel şiddet, sivillere

    yönelik saldırılar ve çocukların askere alınması ve asker çocukların

    kullanılması azalmadan sürdü. Ulusal Kongo ordusu (FARDC) ile BM barış

    gücünün (MONUC) silahlı grup Ruanda Demokratik Kurtuluş Güçleri’ne

    (FDRL) karşı ortak askeri operasyonları binlerce insanı daha yerinden etti,

    köyleri ortadan kaldırdı ve binlerce insanı öldürdü ve yaraladı. FDRL

    sivilleri hedef almayı sürdürdü. Bu askeri operasyonlarda ulusal ordu da

    sayısız insan hakları ihlalinden sorumlu olduğu için MONUC’da FARDC’ye

    verdiği destekten dolayı ağır bir biçimde eleştirildi.

    FDRL’nin Başkanı Ignace Murwanashyaka ve yardımcısı Straton

    Musoni’nin Kasım ayında Almanya’da tutuklanması olumlu bir

    gelişmeydi ve cezasızlığa karşı uluslararası yargının katkısını gösterdi.

    Kongo Demokratik Cumhuriyeti hükümeti tutuklama kararı çıkmış

    olmasına ve hükümet yasal olarak bunu yerine getirmek zorunda

    olmasına rağmen eski asi komutan Bosco Ntaganda’yı tutuklamayı ve

    UCM’ye teslim etmeyi reddetti. Savaş suçlarıyla ve diğer ciddi insan

    hakları ihlalleri ile suçlanan diğer FARDC görevlileri görevden alınmadı

    ve adalete teslim edilmedi.

    Mart ayında AU, eski Güney Afrika Başkanı Thabo Mbeki’nin

    başkanlığında Darfur’da sorumluların bulunması ve yeniden

    2 Uluslararası Af Örgütü Raporu 2010

    Sivil nüfusu korumaklagörevli BM ve AU barışgüçleri de saldırıya uğradı.

  • yapılanma yollarının araştırılması için bir panel kurdu. Mbeki panelinin

    raporu adaleti sağlamak, geçmiş ve süren insan hakları ihlalleri

    hakkında gerçeği ortaya çıkarmak ve insan hakları ihlaline uğrayanlara

    veya yakınlarına tazminat verilmesini sağlamak gibi geniş kapsamlı

    öneriler içermekteydi. Mbeki paneli cezasızlığa karşı UCM’nin oynadığı

    rolü tanıdı.

    Ve bir kısım ülke Başkan Al Bashir’in kendilerini ziyaret etmesi

    halinde gözaltına alınma riski altında olduğunu belirtmelerine karşılık

    bir çok başkası, Mısır, Etiyopya ve Eritre Sudan Başkanı’nı kabul

    etmekten memnun kalacaklarını belirttiler. Ve Sudan hükümeti

    uluslararası adalet girişimlerine aldırmadı ve eski hükümet bakanı

    Ahmed Harun’u ve milis lideri Ali Kushayb’ı UCM’nin savaş suçları ve

    insanlığa karşı suçlardan tutuklama kararı 2007’den beri bekliyor

    olmasına rağmen tutuklamayı reddetti.

    Güney Sudan’da çeşitli toplumlar arası çatışmalar arttı. Özellikle

    Jonglei eyaletinde binlerce insan yerlerinden edildi ve siviller dahil

    sayısız insan öldürüldü ve yaralandı. İnsani yardım örgütlerinin

    insanlara verebileceği her yardım bir ölçüde genel güvenliksiz

    ortamdan, bir ölçüde de sık sık çatışmanın tarafları veya çetelerin

    hedefi oldukları için ülkedeki zor çalışma koşulları tarafından

    engellendi. Bu, Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde, Çad’da ve

    Somali’de de böyleydi. Sivil nüfusu korumakla görevli BM ve AU

    barışgücü de bu dört ülkede saldırıya uğradı.

    Geçmiş insan hakları ihlalleri nedeniyle hesap verme ve tazminat

    sorunları savaş sonrası durumlarda bile sıkça etkili bir biçimde ele

    alınmadı. Örneğin Liberya’da 1979 - 2003 yılları arasındaki dönemde

    işlenen insan hakları ihlallerine ışık tutması için kurulan Gerçekler ve

    Yeniden Yapılanma Komisyonu 2009 yılında nihai raporunu yayınladı

    ve uluslararası yasaya göre işlenen suçların şüphelilerini araştırmak ve

    soruşturmak için olağanüstü ceza mahkemesi kurulmasını önerdi.

    Ancak yetkililer tarafından bu önerilerin uygulanması için somut

    adımlar atılması gerekiyordu.

    Burundi’de bir Gerçekler ve Yeniden Yapılanma Komisyonu ve

    Burundi adalet sistemi içinde Burundi’nin şiddet dolu tarihini

    araştırmak ve eğer kurulursa soykırım, savaş suçları ve insanlığa karşı

    suçları soruşturmak için bir Özel Mahkeme kurmak üzere çok az

    ilerleme vardı.

    İyi haberler 2009 yılında, sadece bütün yıl boyunca süren eski

    Liberya Başkanı Charles Taylor hariç, temyiz sürecindekiler dahil

    elindeki bütün davaları tamamlayan Sierra Leone Özel

    Mahkemesi’nden geldi. Ne var ki Sierra Leone’deki tazminatlar

    programı yetersiz kaynaklar nedeniyle 1991-2002 yılları arasındaki

    çatışmada ki insan hakları ihlallerinin etkilediği insanlar için çok

    3Uluslararası Af Örgütü Raporu 2010

    BÖLGESEL GENEL BAKIŞAFRİKA

  • anlamlı olmayan bir durumdaydı. BM Güvenlik Konseyi Aralık ayında

    Ruanda için Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin görev süresini davaları

    tamamlamasını sağlamak için 2012 yılının sonuna kadar uzattı.

    2009 yılının sonunda Senegal AU’nın talebi doğrultusunda eski

    Çad Başkanı Hissène Habré’nin davasını kaynak yetersizliği iddiası ile

    henüz başlatmamıştı. Ancak Senegal’in talep ettiği miktar mali yardım

    yapacak uluslararası kurumlar tarafından aşırı bulundu.

    Kamu güvenliği endişeleri

    Bölgede birçok hükümetin yasa uygulayıcı güçleri ve diğer güvenlik

    güçleri tarafından işlenen insan hakları ihlallerinde cezasızlık ortamını

    ele alma eksikliği hükümetlerin tutumunda kendisini gösterdi. 2009

    yılında güvenlik güçleri için aşırı güç kullanımı ve yargısız infaz dahil

    yasadışı öldürmeler görülmedik bir şey değildi.

    7 Şubat tarihinde Madagaskar’da Başkanlık Muhafızları

    Antananarivo’da başkanlık Sarayı’na yürüyen silahsız göstericilere ateş

    açtı, en az 31 kişi öldü. Bu yasa dışı öldürme olayı için kurbanların

    ailelerinin ve insan hakları örgütlerinin taleplerine rağmen bağımsız ve

    yansız bir soruşturma açılmadı.

    Nijerya’da her sene yüzlerce insan polis tarafından yasadışı

    öldürülüyor ve 2009 yılı bir istisna değildi. Çoğu yargısız infaz olan ve

    polis karakollarında, polis kontrol noktalarında veya sokakta

    gerçekleşen bu yasa dışı ölümler çok nadiren soruşturuldu. Yoksulluk

    içinde yaşayanlar polis memurlarına rüşvet veremedikleri için daha

    büyük bir öldürülme riski ile karşı karşıyalardı. Nijerya’da yasa

    uluslararası insan hakları yasasının ve standartlarının izin verdiğinden

    daha fazla öldürücü güç kullanımına olanak veriyordu.

    2008 yılında Kamerun hükümetinin güvenlik güçleri artan hayat

    pahalılığını ve Başkan’ın yönetimde kalma süresini uzatan anayasa

    değişikliğini protesto etmek için yapılan şiddetli gösterileri dağıtırken

    gerçekleşen yaklaşık 100 kişinin yasadışı ölümü için soruşturma

    başlatacağına dair hiçbir işaret yoktu. Kenya hükümeti 2007 ve 2008

    yıllarındaki 1.000’den çok insanın öldüğü seçim sonrası şiddet

    olaylarının sorumlularının bulunması için bir önlem almadı. Sonuç

    olarak ICC savcısı mahkemeden seçim sonrası Kenya’da insanlığa

    karşı olası suçları soruşturmak için yetki istedi.

    28 Eylül tarihinde Gine’de güvenlik güçleri başkent Conakry’de bir

    stadyumdaki barışçı bir gösteriyi vahşi bir biçimde bastırınca 150’den

    fazla insan yasadışı öldürüldü Gösteride yer alan kadınlar herkesin

    içinde tecavüze uğradı. Yetkililer tarafından güvenilir bir soruşturma

    açılmadı , dolayısıyla BM bir uluslararası Soruşturma Komisyonu

    kurdu. Komisyon insanlığa karşı suçlar işlendiği sonucuna vardı ve

    soruşturmayı UCM’ye havale etmeyi önerdi.

    4 Uluslararası Af Örgütü Raporu 2010

    Gazetecilerin çalışmalarısayısız biçimde sınırlandıve 2009 yılında temelözgürlükleri ve halklarınınbilgi alma haklarınısınırlayan ülkelerin listesiuzun.

  • En azından burada BM, AU ve Batı Afrika Devletleri Ekonomik

    Topluluğu’nun (ECOWAS) hızla harekete geçmek ve olguları toplamak

    ve sorumluları tanımlamak için politik bir iradesi vardı. Ne yazık ki bu,

    bölgede bir kural olmaktan çok bir istisnaydı.

    2009 yılındaki olaylar güvenlik güçlerinin az ücret alması, yetersiz

    eğitilmesi ve kötü malzemeye sahip olmasında birleşiyordu. Bir çok

    devlette güvenlik güçleri öncelikli olarak hukukun ve düzenin

    sağlanmasının ya da halka hizmetin değil baskının bir aracıydı. Bu

    nedenle hesap verilebilirlik daha fazla baskı ile ezildi.

    Muhalefete baskı

    Bir çok ülkede gazetecilerin, politik muhaliflerin, sendika aktivistlerinin

    ve insan hakları savunucularının ifade, örgütlenme ve barışçı toplanma

    hakları ihlal edildi. Bütün bölgede hükümetlerin eleştiriye reaksiyonu

    çok sık eleştiriyi yapanı tehdit ederek, keyfi gözaltına alarak, zorla

    kaybederek ve bazen öldürerek gözden düşürmek ve saldırmak

    biçiminde oldu. Bazı ülkelerde yargı bağımsız değil ve yargıçlar tehdit

    edilmekte dolayısıyla yargı baskının bir başka aracı haline gelmekteydi.

    Gazetecilerin çalışmaları sayısız biçimde sınırlanmakta ve 2009

    yılında temel özgürlükleri ve halklarının bilgi alma haklarını sınırlayan

    ülkelerin listesi uzun: Angola’da gazeteciler “basını taciz etmekten”

    dolayı davalarla karşılaştı ve karaçalma iddiaları hapis cezasına yol

    açmakta; Kamerun’da bir gazeteci “yalan haber” yayınlamaktan üç yıl

    hapis cezasına mahkum oldu ve diğerleri hakkında hükümet

    görevlilerine hakaretten dava açıldı; gazeteciler Kongo Demokratik

    Cumhuriyeti’nde, Eritre’de, Gambiya’da, Nijerya’da ve Uganda’da da

    çalışmalarından dolayı tutuklandılar; Sudan ve Çad birçok yabancı

    gazeteciyi sınırdışı etti ve her iki ülkede ve Ruanda ve Togo’da da

    gazetecilerin çalışmalarını sınırlayan medya yasaları çıkarıldı veya

    yürürlükte kaldı; Sudan’da basılı medya senenin büyük kısmında ağır

    bir biçimde sansür edildi; Madagaskar, Nijerya, Senegal ve Uganda’da

    çeşitli medya kuruluşları kapatıldı; Fildişi Sahili, Kongo

    Cumhuriyeti,Cibuti, Etiyopya, Gine, Kenya, Senegal, Svaziland ve

    Tanzanya’da gazeteciler taciz ve tehdit edildi, Somali’de dokuz

    gazeteci öldürüldü ve gazetecilerin ve insan hakları savunucularının

    birçoğu tehdit edildikleri için ülkeden kaçtı.

    İnsan hakları savunucuları bütün bölgede çalışmalarından dolayı

    taciz edildi ve bazen Burkina Faso, Çad, Kongo Demokratik

    Cumhuriyeti, Moritanya, Svaziland ve Zimbabve gibi ülkelerde

    tutuklandı. Etiyopya dahil başka bazı ülkeler sivil toplumun meşru

    çalışmasını sınırlayan yasal düzenlemeler yaptı. Gambiya’da Başkan

    ülkeyi istikrarsızlaştıracak herkesi öldürmekle, özellikle de insan

    hakları savunucularını tehdit etti. Kenya’da önde gelen iki insan hakları

    5Uluslararası Af Örgütü Raporu 2010

    BÖLGESEL GENEL BAKIŞAFRİKA

  • savunucusu gün ışığında Nairobi’de kimliği tespit edilemeyen silahlı

    kişiler tarafında öldürüldü. Burundi’de polis dahil yolsuzluklar üzerine

    çalışan bir insan hakları savunucusu evinde bıçaklanarak öldürüldü.

    Aralarında Kamerun, Çad, Kongo Demokratik Cumhuriyeti,

    Ekvator Ginesi, Etiyopya, Gine, Gine Bissau, Madagaskar, Nijer ve

    Zimbabve’nin de olduğu bir çok ülkede politik muhalifler ya da böyle

    algılanan kişiler keyfi olarak tutuklandı.

    Tutuklulara düzenli olarak işkence veya kötü muamele yapıldı.

    Bazı politik muhalifler Çad ve Gambiya gibi ülkelerde zorla kaçırmanın

    mağduru olmaya devam etti. Gine Bissau’da askeri personel birçok

    politik ve askeri kişiyi öldürdü.

    Kongo Cumhuriyeti, Gine, Madagaskar, Moritanya ve Uganda gibi

    bazı ülkelerde gösteriler şiddetle bastırıldı.

    Yollardaki insanlar

    Bölgede sürmekte olan silahlı çatışmalar ve güvenliksiz ortam

    yüzbinlerce insanın 2009 yılında yerlerinden edilmesi, çok zaman çok

    kötü koşullarda su, sağlık, temizlik, eğitim ve gıda olanaklarına sınırlı

    erişilebilen kamplarda yaşaması anlamına geldi.

    Kenya, Tanzanya ve Uganda’da mülteciler ve sığınmacılar hala

    kovuşturma ile karşı karşıya oldukları kendi ülkelerine zorla geri

    gönderildi. Güney Afrika’da göçmenlere ve mültecilere yapılan yabancı

    düşmanı saldırılara ve mülklerine zarar verilmesine polisin yanıtı çok

    zaman yetersizdi.

    Göçmen kontrolü nedeniyle Avrupa devletlerinden gelen baskılar

    sonucu Moritanya’da göçmenler sınır dışı edilmeden önce keyfi olarak

    gözaltına alınmaya ve tutuklanmaya devam etti. Angola yaklaşık

    160.000 Kongo Demokratik Cumhuriyeti vatandaşını, Angola güvenlik

    güçlerinin sınır dışı edilenleri cinsel taciz dahil çeşitli kötü muamelelere

    tabi tutmaları gibi ihlallerle dolu bir süreç içinde, sınırdışı etti. Bazıları

    sınırdışı edilirken öldü. Buna misilleme olarak Kongo Demokratik

    Cumhuriyeti de mülteciler dahil binlerce Angolalıyı sınırdışı etti.

    2009 yılında olumlu bir gelişme AU’nun yerlerinden edilen insanların

    özgün ihtiyaçlarını ve zaaflarını görerek Afrika’da Ülke İçinde Yerlerinden

    Edilmişlere Koruma ve Yardım Sözleşmesini kabul etmesi oldu.

    Barınma – zorla tahliyeler

    Çatışmalardan sonra geri dönenler güvenli bir konut bulamayabilirdi.

    Örneğin 2009 yılında kuzey Uganda’da ülke içinde yerinden edilmişler

    evlerine geri döndüklerinde hiçbir temel hizmete sahip olmadıklarını

    gördüler.

    Bölgedeki hızlı şehirleşme de yerinden edilmeye neden oluyordu.

    Her yıl onbinlerce insan çok zaman tehlikeli, su, sağlık, temizlik ve

    6 Uluslararası Af Örgütü Raporu 2010

    Bölgede sürmekte olansilahlı çatışmalar vegüvenliksiz ortamı yüzbinlerce insanın 2009yılında yerinden edilmesianlamına geldi.

  • eğitim gibi hizmetlere erişmenin mümkün olmadığı kayıt dışı

    yerleşimlerde yaşamaya başlıyordu.

    İnsanların yeterli konutlara erişim olanağı, konutlarının üzerinde

    inşa edildiği topraklara sahip olma güvencesi yok ve zorla tahliye

    tehlikesi ile karşı karşıyaydı. Zorla tahliye çok zaman geçim

    kaynaklarını ve yetersiz eşyalarını kaybetmelerine de neden oluyor ve

    bu insanları daha da derin bir yoksulluğa itiyordu.

    Tahliye edilenlere hemen hemen hiçbir zaman fikirleri sorulmuyor

    tahliyeden önce tahliyenin yapılacağına dair bir uyarı yapılmıyor ve

    tazminat ya da yeterli alternatif konut verilmiyordu.

    Ekonomik sorunlar – şirketlerin yükümlülükleri

    Şirketlerin hesap verilebilirliğinin olamaması bir dizi insan hakları

    sorunu yarattı. Doğu Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde doğal

    kaynakların kullanımı özellikle de madencilik sanayi, çatışmayı

    kızıştırmaya devam etti. Silahlı gruplar ve ulusal ordu ulusal

    kaynakların işletilmesine katılıyor ve özel ekonomik aktörlerle ticaret

    yapıyordu. Bazı madenlerde çocuklar çalışıyordu.

    Nijerya’da, Nijer Deltası’nda güvenlik güçleri silahlı gruplara karşı

    sürdürdükleri askeri operasyonlarda insan hakları ihlalleri yaptılar ve

    durum daha da kötüleşti. Silahlı gruplar sayısız petrol işçisini ve

    yakınlarını kaçırdı ve petrol tesislerine saldırdı. Petrol sanayisi çevreye

    zarar verdi ve yerel halkın yaşam standardı ve geçim kaynakları

    üzerine olumsuz bir etki yarattı. Çevreyi korumak için yasalar ve

    yönetmelikler çok az uygulandı ve geçmiş insan hakları ihlalleri için

    cezasızlık yoksulluğa ve çatışmaya daha fazla katkıda bulunarak

    devam etti.

    Fildişi Sahili’nde 2006 yılındaki zehirli atık boşaltmanın yaklaşık

    30.000 mağduru yolsuzluklar nedeniyle Birleşik Krallıkta mahkeme

    dışında yapılan uzlaşma sonucu çokuluslu bir şirket olan Trafigura’dan

    alınacak tazminatı kaybetme tehlikesi ile karşı karşıyaydı.

    Ayrımcılık

    İnsanların fark ettikleri veya gerçek cinsel yönelimleri birçok ülkede

    ayrımcılığa uğramaya devam etti. Lezbiyen, gey, biseksüel, travesti ve

    transseksüel bireyler ve onlarla beraber veya onlar için çalışan insan

    hakları aktivistleri taciz ve tehdit edildi. Bazıları keyfi gözaltına alma ve

    tutuklamayla ve kötü muameleyle karşılaştı. Eşcinselliği daha fazla suç

    haline getiren yeni yasalar bütün bölgede parlamentolarda tartışıldı.

    Örneğin Burundi Nisan ayında aynı cinsle bilerek ilişki kurmayı suç

    haline getiren yeni bir ceza yasası kabul etti. Uganda’da “eşcinselliği

    övmek” gibi yeni suçlar getiren ve eski ayrımcı yasaların üzerine

    hazırlanan bir Anti-Eşcinsellik Yasa Tasarısı parlamentoya sunuldu.

    7Uluslararası Af Örgütü Raporu 2010

    BÖLGESEL GENEL BAKIŞAFRİKA

  • Yasa tasarısı aynı zamanda bazı suçlar için ölüm cezası ve ömür boyu

    hapis cezası getiriyordu. Nijerya’da insanları aynı cinsle evlenmeleri

    haline suçlu yapan ve tanıklarını ve evlilik işlemini yapanları da suçlu

    hale getiren Nijerya’da sadece aynı cinsle evlenenleri değil onla şahitlik

    yapanları ve evliliği kaydedenleri de suçlu yapan Aynı Cinsle Evlilik

    Yasa Tasarısı tartışılmaya devam etti.

    Kamerun ve Senegal’de aynı cinsle ilişkili olduklarından

    şüphelenilen erkekler taciz edildi, keyfi olarak gözaltına alındı,

    tutuklandı, işkence gördü, adil olmayan mahkemelere çıkarıldı.

    Malavi’de iki kişi Aralık ayının sonunda “geleneksel nişan töreninden”

    sonra “erkekler arasında uygunsuz eylem ve” suçlamasıyla gözaltına

    alındı. Gözaltındayken iddiaya göre kötü muameleye uğradılar.

    Daha olumlu olarak Adalet Bakanı’nın Ruanda’da cinsel yönelim

    kişisel bir sorun olduğu için eşcinselliğin suç yapılmayacağı

    açıklamasıydı.

    İnsanlar bütün bölgede cinsiyetleri, etnik kökenleri, din ve

    kimlikleri nedeniyle ayrımcılığa uğradı. Kadınlara yönelik ayrımcılık ve

    şiddet birçok toplumda değişik biçimlerde sürdü. Kadınlara ve kız

    çocuklarına özellikle Çad, Kongo Demokratik Cumhuriyeti ve Sudan

    gibi silahlı çatışmaların olduğu ortamlarda tecavüz edilmeye devam

    edildi. Birçok ülkede uygun bir başvuru ve soruşturma sistemi

    olmamasına rağmen bazı ülkelerde yüksek düzeyde aile içi şiddet

    kayıtlara geçti. Kadınların ve kız çocuklarının çoğu adalete ulaşmakta

    engellerle karşılaştı. Burkino Faso ve Sierra Leone gibi ülkelerde

    kadınların aşağı statüleri ve ayrımcılık sağlık hizmetlerine erişme

    olanaklarını engelledi ve yüksek düzeyde doğum sırasında anne

    ölümüne neden oldu. Kadın sünneti ve erken evlilik gibi zarar verici

    geleneksel pratikler sürdü.

    Sudan’da kadınlar “edepsizlik ya da ahlaksızlık” olarak görülen

    pantolon giymekten dolayı tutuklandı ve kırbaçlandı. Somali’de al-

    Shabab (”gençlik”) milisleri kadın örgütlerini kapattı. Sierra Leone’nin

    kuzey bölgelerinde kadınların kabile şefi seçimlerine katılmalarına izin

    verilmedi. Mali’de kadınlara yasadaki eşitsizliği ele alma çabası

    protestolara neden oldu ve Kadınlara Yönelik Ayrımcılığı Ortadan

    Kaldırma Sözleşmesi’ni onaylamayı kabul ettikten 25 yıl sonra Nijerya

    hala BM Kadın Sözleşmesi’ni yasalarında uygulamadı.

    Moritanya’da BM Özel Raportörleri siyah Moritanyalıların süren

    marjinalleştirilmesine dikkat çekti. Eritre’de birçok dini grup yasaklı

    olmaya devam etti ve insanlara dinlerinden dolayı eziyet edildi.

    Burundi ve Tanzanya’da kültürel ve dini inançlar nedeniyle

    albinoların öldürülmesi ve vücutlarının parçalanması sürdü.

    Tanzanya’da öldürmelere karıştığından şüphelenilen bazıları

    cinayetten hüküm giydi.

    8 Uluslararası Af Örgütü Raporu 2010

  • Sonuç

    Afrika’da hesap verilebilirliğin olmaması kendisini sadece birçok

    devletin uluslararası yasaya göre suç işleyenlerin araştırılması ve

    soruşturulmasındaki isteksizliğinde ya da ICC’nin Başkan Al Bashir

    için çıkardığı tutuklama kararı ile işbirliği yapmamalarında kendisi

    göstermedi. İnsan hakları ihlallerinin yerel ve merkezi yetkililerce, yasa

    uygulayıcı kurumlarca, silahlı gruplar ve şirketlerce hesap

    verilebilirliğinin olmaması bütün bölgede sistematik bir problem olarak

    sürdü. Ele alınmadıkça bütün insan haklarının gerçekleşmesinin İnsan

    Hakları Evrensel Beyannamesi’nde hakkı olan saygın yere konduğu ve

    bütün bölgesel ve uluslararası insan hakları sözleşmelerinde olduğu

    gibi sonu yoktu.

    AU en başta örnek olmalı ama bazı koşullarda o da sorunun bir

    parçası oldu. Sivil toplumun hesap verilebilirlik çağrısı seneler içinde

    Afrika’da güçlendi ama önemli değişiklikler için politik liderlerin kesin

    kararlılığı gerekiyor.

    9Uluslararası Af Örgütü Raporu 2010

    BÖLGESEL GENEL BAKIŞAFRİKA

  • Lanjigarh’daki Vedanta alümin rafinerisininKenduguda köyünden görünüşü, Orissa,Hindistan, Mart 2009. Birçok eyalette,Adivasis ve topraksız çiftçiler başta olmaküzere dışlanmış topluluklar endüstri vediğer işletim merkezi projeleriningerçekleştirilebilmesi için zorla tahliyeedilmekle tehdit ediliyorlar.

    © U

    lusl

    arar

    ası A

    f Ö

    rgüt

    ü

  • ASYA-PASİFİK

    “Her şeyimizi geride bıraktık. Artık hiçbir şeyimiz yok... Taliban bize çokzalimce davrandı ve ardından hükümet de bombardımana başladı, buyüzden biz de alabildiğimizi alıp kaçmak zorunda kaldık. Kimden yardımisteyebiliriz ki?”

    Bu sözler, Pakistan'ın Afganistan sınırına bitişik Kuzeybatı Sınır Eyaleti

    ve Federal Kabile Bölgeleri'nde 2 milyondan fazla insanı evlerini terk

    etmeye zorlayan yoğun çatışmalardan kaçarken Uluslararası Af

    Örgütü'ne konuşan bir kadın öğretmene ait.

    Onun bu düşünceleri, Asya-Pasifik bölgesinde güvenlik kaygıları

    veya ekonomik zorunluluktan ötürü evlerini (ve çoğu durumda

    ülkelerini) terk etmeye zorlanan milyonlarca insan için de geçerli.

    Bu yılın başında yaklaşık yarım milyon Pakistanlı yerinden edilmiş

    durumdaydı. Uluslararası Af Örgütü'nün konuştuğu topluluklar her ne

    kadar Taliban'ın -yasadışı ve zaman zaman topluluk önünde

    gerçekleştirdiği idamlar, işkenceler ve kadınların sağlık ve eğitim

    hizmetlerine erişimleri üzerindeki ciddi kısıtlamalar gibi- acımasız

    uygulamalarına maruz kalmış olsalar da, çoğunluğu kaçış sebeplerinin

    Pakistan hükümetinin ayaklanmayı bastırmak için gerçekleştirdiği

    saldırılardan kaynaklandığını belirtti. Nisan ayına doğru Taliban,

    saldırıya geçerek kontrolünü İslamabad'a yakın bölgelere doğru

    genişletince hükümet, 2 milyon insanı kaçmak zorunda bırakan yeni

    bir operasyon başlattı.

    Afganistan'la kuzeybatı sınırında uzun süredir devam eden soruna

    hükümetin tepkisi taviz vermekle aşırı şiddet arasında gidip geldi; bu

    iki strateji de hükümetin amacının Pakistanlıları korumak olduğu

    izlenimini vermiyor. Hatta sorunun dalga dalga büyümesiyle, on

    yıllardır art arda iş başına gelen ve kuzeybatı Pakistan'ın zor şartlarında

    yaşayan milyonlarca insanın haklarını hiçe sayan, bugünkü veya

    geçmişteki suistimaller konusunda hesap vermekten kaçınan

    hükümetler arasında açık bir bağ var. Bugün bile Afganistan sınırındaki

    Kabile Bölgeleri'nde yaşayan insanlar diğer Pakistan vatandaşlarıyla

    aynı haklara sahip değiller: Bugün hâlâ bu insanların yönetim ve

    hukukla olan bağları sömürge döneminden kalma Sınır Suçları

    Yönetmeliği (1901) tarafından düzenleniyor ve bu yüzden Pakistan'ın

    ulusal meclisi ve mahkemeleri bu bölgede yetkili değil. Federal

    Kabileler Alanı'nda (FKA) yaşayan insanlar yasal olarak toplu cezalara

    11Uluslararası Af Örgütü Raporu 2010

    BÖLGESEL GENEL BAKIŞASYA-PASİFİK

  • tabiler; yani hükümet, bir kabile bölgesinin sınırları içinde işlenen

    suçlardan, “saldırgan veya düşmanca davranmak”tan, suça teşvikten

    veya işlenen bir suçla ilgili delilleri ortaya çıkarmamaktan dolayı

    herhangi bir kabile mensubunu veya bütün bir kabileyi

    cezalandırabiliyor. Ayrıca FKA'da yaşayanlar bütün bölgedeki en

    yüksek anne ve çocuk ölümü oranına ve özellikle kız çocuklarıyla

    kadınlarda en düşük okur-yazarlık oranına sahipler.

    2009 yılı biterken Asya-Pasifik bölgesindeki milyonlarca insan hâlâ

    hükümetlerinin, haklarını korumak için harekete geçmesini

    bekliyordu. İster kendi evlerinde ister geçici barınaklarda yaşıyor

    olsunlar, maruz kaldıkları adaletsizlik yüzünden birilerinin hesap

    vermesi, özellikle dışlanmışlar ve güçsüzler söz konusu olduğunda,

    ancak kanun dışı yollarla gerçekleşebilen bir idealden öteye gidemedi.

    Öte yandan hareket halindeki insanlar, yani uluslararası sınırları geçen

    mülteciler, sığınmacılar ve göçmen işçiler veya tahliye edilme-iş bulma

    gerekçesiyle kendi ülkesinin sınırları içinde göç edenler için hiç kimse

    sorumluluk almadı. Bu insanlar, en temel haklarını talep edecek

    statüden yoksunlar ve bireysel, siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel

    alanlarda, yani insan haklarının her alanında hak ihlallerine maruz

    kalıyorlar.

    Çatışma

    Silahlı çatışmalar yüzünden yerinden edilen insanların büyük

    çoğunluğu, sığınabilecekleri bir yeri kendi ülkelerinin sınırları

    içerisinde arıyor. Birçoğu insani yardım alarak açlıktan veya ölümcül

    hastalıklardan ölme riskini bertaraf etmeyi başarsa da büyük çoğunluk

    yetersiz sağlık önlemleri, tıbbi hizmetler ve eğitimin sıkıntısını çekiyor.

    İçinde bulundukları durumla ilgili haklarını talep edebilecekleri veya

    yerlerinden edilmelerine neden olan yanlışlardan dolayı tazminat

    alabilecekleri hiçbir merci yok.

    Ocakla Mayıs ayları arasında yaklaşık 300 bin Sri Lankalı, geri

    çekilen Tamil Kaplanlarıyla (LTTE) ilerleyen Sri Lanka ordusunun

    arasında kalarak, Sri Lanka'nın kuzeydoğusundaki dar bir kıyı şeridine

    hapsolmuş vaziyetteydi. Birçok vakada hükümet bölgeye bombalar

    yağdırırken LTTE’de bu insanları kaçmaktan alıkoyuyorlardı. Binlerce

    insan öldürüldü.

    BM Genel Sekreteri Ban Ki Mun'a verilen söze rağmen Sri Lankalı

    yetkililer çatışma sırasında, özellikle de savaşın en kanlı son

    aşamasında tarafların gerçekleştirdiği iddia edilen cinayetlerin

    hiçbiriyle ilgili kimseden hesap soracağa benzemiyor.

    Sri Lanka hükümeti ayrıca, savaştan sağ çıkan yüz binlerce Sri

    Lankalı Tamil'in evlerine dönebileceklerine dair söz vermişti, ama sene

    sonunda 100.000’den çoğu askeri kamplarda bulunuyorlardı ve

    12 Uluslararası Af Örgütü Raporu 2010

    Çatışmada Afgan kadınlaryine büyük bedellerödediler. Taliban insanhakları savunucusu veaktivist kadınları, özelliklede kız çocukları vekadınlar için olanokullarla sağlıkmerkezlerini hedef aldı.

  • aylardır hareket özgürlüğünden yoksun bırakıldılar. Bu insanların

    birçoğu, çocuklar da dahil olmak üzere sivilleri silah altına alan ve

    bazen onları canlı kalkan olarak kullanan LTTE geri çekilirken onlarla

    beraber yolculuk etmek zorunda kalmış ve aylar süren zor şartlara

    göğüs germişlerdi. Sri Lanka hükümeti çeşitli güvenlik kaygılarını öne

    sürerek bağımsız gözlemcilerin tutuklu haldeki nüfusu incelemelerini

    yasakladı. Bu erişim kısıtlaması, uzun süren çatışma boyunca

    gerçekleşen insan hakları ihlalleri hakkında bilgi toplama çabalarını

    felce uğrattı ve izlenebilirliği engelledi.

    On binlerce Afgan, giderek artan Taliban şiddeti ve merkezi

    hükümetle uluslararası müttefiklerinin ülkeyi siyasi ve ekonomik

    açıdan istikrarlı hale getirmekteki başarısızlığı sebebiyle göç etmek

    zorunda kaldı. Afgan Talibanı, 2400'den fazla sivilin ölümünün

    yaklaşık üçte ikisinin sorumluluğunu taşıyor. Özellikle Taliban'ın

    başkanlık seçimlerine engel olmak için gerçekleştirdiği saldırılar şiddeti

    zirveye taşıdı.

    Taliban'ın çabalarına rağmen milyonlarca Afgan seçim günü oy

    haklarını kullanmak için sandık başına gitti. Ancak Afgan hükümetiyle

    uluslararası müttefiklerinin ciddi bir insan hakları koruma

    mekanizması oluşturamaması seçimleri baltaladı. Siyasi aktivistler ve

    gazeteciler, başkan Hamid Karzai de dahil olmak üzere önde gelen

    adayların destekçileri tarafından seçimlerden önce, seçimler

    esnasında ve seçimlerden sonra tehdit ve taciz edildiler. Bağımsız

    gözlemciler derhal oylamanın kendisinin de hileli olduğunu açıkladılar.

    Sonuçları doğrulama süreci aylar sürdü, bu da seçimlerin

    meşruluğuna ve Afgan halkının günlük hayatlarının işleyişine katılım

    sağlama haklarına zarar verdi.

    Çatışmada Afgan kadınlar yine büyük bedeller ödediler. Taliban

    insan hakları savunucusu ve aktivisti kadınları, okullarla sağlık

    merkezlerini (özellikle de kız çocukları ve kadınlar için olanları) hedef

    alırken; süregiden güvensizlik ortamı Afgan kadınlarının Taliban'ın

    düşüşünden beri elde ettikleri önemli kazanımların yavaş yavaş

    silinmesine yol açtı.

    Filipinler'in çatışmalarla sarsılan adası Mindanao'da 200 binden

    fazla sivil kamplarda ve geçici barınaklarda yaşamaya devam ediyor.

    Filipin ordusuyla isyancı Moro İslami Kurtuluş Cephesi arasında

    Temmuz ayında yapılan ateşkese rağmen bu bölgelerde yoğun bir

    askeri varlık söz konusu. Hiçbir yasal sorumluluğa sahip olmayıp yerel

    politikacılar tarafından kontrol ve finanse edilen paramiliter grupların

    ve milis kuvvetlerinin kural tanımazlığı bu savaşın en belirgin

    özelliklerinden. Bu kuvvetlerin geçmişte de cezasız kalmış olmaları, 23

    Kasım'daki valilik seçimleri için kayıtların başladığı akşam 30'dan

    fazlası gazetecilerden oluşan en az 57 kişinin dehşet verici bir biçimde

    13Uluslararası Af Örgütü Raporu 2010

    REGIONALOVERVIEWSASIA-PACIFIC

    BÖLGESEL GENEL BAKIŞASYA-PASİFİK

  • idam edilerek öldürülmelerine zemin hazırladı. Bu suçların

    korkunçluğu, hükümeti, otoritesini hayata geçirebilmek ve bölge

    siyasetini on yıldır kontrol eden güçlü Ampatuan aşireti mensuplarını

    yargılayabilmek için sıkıyönetim ilan etmeye zorladı.

    Muhalefete baskı

    Asya-Pasifik bölgesinin diğer yerlerinde insanları göç etmeye zorlayan

    ve haklarının hiçe sayılmasına neden olan şey sert çatışmalardan

    ziyade baskıydı. Kuzey Kore ve Myanmar'dan binlerce insan,

    hükümetlerinin sistematik olarak uyguladığı insan hakları ihlallerinden

    kurtulmak için kaçmak zorunda kaldılar. Kuzey Koreliler genel olarak

    siyasi baskıdan ve ülkedeki ekonomik krizin etkilerinden kaçmak için

    yasadışı biçimde Çin sınırını geçiyorlardı. Çin yetkilileri tarafından

    yakalandıkları takdirde ülkelerine geri yollanıyor, tutuklamalar ve

    işkencelerle karşılaşıyorlar; yasadışı biçimde sınırı geçmekle

    suçlanırlarsa da idam ediliyorlardı. Çin, belgeleri eksik olan tüm Kuzey

    Korelileri, sığınmacılar olarak kabul etmek yerine ekonomik mülteciler

    olarak görüyor ve BM Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin (UNHCR) bu

    kişilere ulaşmasını engellemeye devam ediyor. BM'nin Kore

    Demokratik Halk Cumhuriyeti'nde insan hakları durumuyla ilgili Özel

    raportörü, 2009 yılında yaptığı açıklamada sınırı geçerek Çin'e giden

    çoğu Kuzey Koreli insanın, geri döndükleri takdirde işkence ve

    cezalara maruz kalma tehlikeleri bulunduğu için uluslararası koruma

    altına alınmaları gerektiğini söyledi.

    Kuzey Kore devlet yetkilileri ayrıca kendi vatandaşlarının ülke

    içinde serbestçe dolaşmasını sınırlamaya devam ediyor. İnsanlar

    taşınmak için özel izin almak zorundalar. Görünüşe göre yetkililer,

    binlerce kişi yiyecek bulmak için veya ekonomik fırsatlar nedeniyle

    evlerini terk ettikçe bu tür yasakların uygulanması konusunda tolerans

    gösteriyor olsalar da, insanlar hâlâ yürürlükte olan bu yasalar nedeniyle

    saldırıya açıklar ve resmi görevliler tarafından sık sık gaspa maruz

    kalıyorlar.

    Myanmar'da ise, hükümete bağlı güvenlik güçlerinin, ülkedeki

    çeşitli etnik azınlıkların silahlı muhalefet örgütlerine karşı giriştikleri

    mücadelede programlı bir biçimde savaş suçu işlemeleri sonucu

    binlerce insan iltica etmek zorunda kaldı. Hükümet siyasi muhalifleri

    bastırmaya devam ediyor: 2100 siyasi mahkum tutuklu bulunuyor.

    Mahkumlar arasında en çok göze çarpanı, son 20 yılın 13 yılını,

    çoğunluğu ev hapsi olmak üzere gözaltında geçiren Aung San Suu Kyi.

    Yangon'un Insein cezaevinde 11 Ağustos'ta yapılan haksız yargılama

    sonucu 18 ay ev hapsine daha mahkum edildi. Suçlamaların nedeni,

    Mayıs başında evine yüzerek gelip iki geceyi orada geçiren ABD'li bir

    adamın davetsiz ziyareti.

    14 Uluslararası Af Örgütü Raporu 2010

    Kendi ülkelerinde göçmenolanlar da dahil bölgedekigöçmen işçilerinkarşılaştıkları ayrımcılık,Çin'in Sincan Uygur ÖzerkBölgesi'nde, sonzamanların en kötükarışıklıklarından birinezemin hazırladı.

  • Bu yıl batı Myanmar'ın baskı altındaki Müslüman azınlığı

    Rohingyaların çaresiz durumunu hatırlatan bir olay daha yaşandı:

    Binlerce Rohingya Tayland ve Malezya'ya gitmek için kayıklarla denize

    açıldı. Tayland güvenlik güçle