Üniversite kongresi programı

16
GENÇLİK SÖZÜNÜ SÖYLEDİ Üniversite Kongresi Programı 196 KULÜP VE TOPLULUK 543 DELEGE 15 MART 2013 / ODTÜ NECDET BULUT AMFİSİ

Upload: fikir-kuluepleri-federasyonu-fkf

Post on 22-Mar-2016

248 views

Category:

Documents


0 download

DESCRIPTION

196 kulüp ve topluluk, 543 delege ile 15 Mart 2013'te ODTÜ toplanan Üniversite Kongresi'nde tartışılan ve karar altına alınan gençlik programının broşürü

TRANSCRIPT

1

ÜNİV

ERSİ

TE K

ONGR

ESİ /

15

Mar

t 201

3

GENÇLİK SÖZÜNÜ SÖYLEDİ

Üniversite Kongresi Programı

196 KULÜP VE TOPLULUK543 DELEGE

15 MART 2013 / ODTÜ NECDET BULUT AMFİSİ

2ÜN

İVER

SİTE

KON

GRES

İ PRO

GRAM

I

3

ÜNİV

ERSİ

TE K

ONGR

ESİ /

15

Mar

t 201

3

Gençliğin özellikle de üniversiteli gençliğin aydın karakterine yönelik vurgulara sık rastlanır. Ne var ki bunun aşındığı, artık ortadan kalktığı iddiaları bir süredir daha çok kabul görmeye başlamıştı. İşte yakın zamanda bu kabulü sarsacak bazı gelişmeler yaşandı. Bu gelişmeler bizim de yola çıkma kararımız için önemli bir etken oldu.

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, ilerici kimliği ile bilinen Orta Doğu Teknik Üniversitesi’ne gelişine karşı ODTÜ’lülerin protestoları ile başlayan süreç, hukuksuz olduğunu kimsenin gizleyemediği şiddetli polis müdahalesi, kimi üniversite rektörlerinin öğrenci düşmanı açıklamaları ile devam etti.

Yaşananlar, tüm Türkiye’de üniversiteli gençlik açısından da bir fitili ateşlemiş oldu. ODTÜ’nün ayağa kalkmasını takiben hemen hemen tüm üniversitelerde ODTÜ’lüleri destekleyen sesler yükselmeye başladı. Gençlikle bağı zayıf olan iktidarın kendi öğrenci temsilcilerini sürece dahil etme çabaları da sonuçsuz kaldı. Toplumun önemli bölümünün de katkısı ile bu sesler gücünü artırdı. Hızla kitleselleşti.

Gençliğin biriken enerjisi kendisini ülke gündemine taşıdı. İşte Üniversite Kongresi de bu ener-jinin daha üretken bir kanala yönelmesi ve belirli bir bütünlük taşıması amacı ile toplandı.

Türkiye’nin dört bir yanından gelen üniversiteliler ODTÜ direnişinin simgesi Necdet Bulut(U3) amfisinde tarihi bir kongre topladılar.

189 öğrenci kulübü ve topluluğunun düzenlediği, 500ün üstünde delegenin katıldığı Üniversite Kongresi’nde ülke ve üniversite gündemlerine ilişkin tartışmalar yapıldı, bu konuda gençliğin sözünü oluşturacak ve ne yapılması gerektiğini işaret eden bir program şekillendi.

Kongre, önüne koyduğu hedefleri gerçekleştirmek için, gençliğin üretimini temsil etme iddiası taşıyan kurumsal bir birlikteliğe sahip olma ihtiyacını öne sürdü. Fikir Kulüpleri Federasyonu’nu kuracağını ilan etti.

FKF zaten üretmekte olan gençliğin üretiminin birliğini sağlayacak. Yetinmeyecek, var olan üretimi bir adım daha ileriye taşıyacak. Şimdiye kadar ne istemediğini çok iyi bir biçimde gös-teren gençliğin, ne istediğini de aynı güçte ortaya koyabilmesini sağlayacak. Üniversitelerin havasını değiştirmekle kalmayacak, üniversitelilerin kendileri dışındaki herkes için de umut olmalarını sağlayacak.

Tarihi önem taşıdığını bir kez daha vurgulama ihtiyacı duyduğumuz bu kongrenin ve onun kalıcı çıktıları olan bu metnin üniversitelerdeki mücadelelere ışık tutması dileğiyle...

4ÜN

İVER

SİTE

KON

GRES

İ PRO

GRAM

I 1. BÖLÜM

Gençlik ve ÜlkeA. Gençlik ve BağımsızlıkTarihte gençlik1. Gençlik, özellikle de üniversite gençliği Türkiye tarihinde bağımsızlık başlığındaki konumları ile de hep gündemde oldu.

2. Deniz Gezmiş’lerin mücadelesi, 6. Filonun denize dökülmesi, ODTÜ’de Komer’in arabasının yakılması bugün de birçok insanın hatırladığı değerli bir tarih olarak dikkate alınmalıdır.

3. Gençliğin bağımsızlık arayışını, ülkenin kuruluşuna ve hatta öncesine kadar da götürmek mümkündür.

4. Geçmişte bağımsızlık için mücadele edenler, bugüne de taşınan bir biçimde bağımsızlıkçılığı gençliğin kimliğine yazmış oldular, bize önemli bir miras bıraktılar.

Güncel durum1. Ülkemizin ekonomiden siyasete, askeri ilişkilerden enerji sorununa ilişkin bugünkü konumunu nitele-yen en uygun kavram bağımlılıktır.

2. Bölgede yaşanan diğer gelişmelerin yeni bir dünya savaşına dahi yol açabileceğine dair yorumlar ya-pılırken, emperyalizm Arap Baharı süreci üzerinden Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmektedir. Suriye’de ise AKP iktidarının açıkça provoke ettiği bir iç savaş yaşanmaktadır. Ülkemiz emperyalizme bağımlı kaldığı haliyle savaştan, yıkımdan, sömürüden yana bir rol üstlenmekte.

3. Enerji politikaları tamamen dışarıya bağımlı bir eksende oluşturulmaktadır. Bunun yanı sıra mevcut enerji politikaları bağımlılığı arttırmaktan öteye, uluslararası sermayenin karlarını arttırmak hedefiyle çevre felaketlerine yol açabilecek bir rotada seyretmektedir.

4. Yıllardır süregelen ekonomik bağımlılık ise, özelleştirme politikaları ile birlikte başka bir boyuta taşınmaktadır. Kamuya ait olan tüm kaynakların, özel sermaye talanına açılmasıyla birlikte toplumun üretim sürecini etkileme gücü azalmakta, bu duruma paralel olarak da başkalarının ülkemizi kontrol yeteneği artmaktadır.Kaynağı belirsiz sıcak para akışıyla sürdürülen ekonominin dışa bağımlı olduğu, bu durumun belirsiz kaynaklardan para akıtanların işine gelmeyen politikaların şu durumda uygulanmasını imkansızlaştırdığı da açıkça görülmektedir.. Ülke politikalarının “emperyalizmin hedef ve ihtiyaçlarına yö-nelik nasıl daha iyi bir rol oynanır” sorusu etrafında şekillenmesinde, iktidarın uçuk ihtiraslarının yanısıra ekonomideki bağımlılığın da etkisi kendisini göstermektedir

5. Güncel gelişmeler de gençliği, bağımsızlıkçı konumunu güncellemeye, bu başlıkta sözünü güçlü ve etkili bir biçimde söylemeye çağırıyor. Bu tabloya, gençliğin müdahale etmesine ihtiyaç duyulduğu açıktır.Bugünün gençliği bağımsızlık mücadelesi bayrağını devralmalı, gençliğin sözünü topluma güçlü bir şekilde aktarmalıdır. Bağımsızlık mücadelesini güncellemek, toplumun ve ülkemizin buna olan ihtiyacı ile gençliğin sahip olduğu üretken enerji ve dinamizm arasında kurulacak bağ ile olur. Bu, gençliğin üretimini anlamlandıracağı, kendisine referans alacağı bir zemin oluşturmak açısından da bir zorunluluk ifade etmektedir.Kısacası gençlik, ülkenin her türden bağımlılığına son verilmesi için toplumu göreve çağırmalı, kendisine düşeni de en güçlü şekilde ortaya koymalıdır.

6. Bölgede savaş kışkırtanlar ile bağımsızlığa saygı duymayan, onu ortadan kaldırmak isteyen güçler aynı olduğu için bugün bağımsızlık başlığı, barış başlığı ile de güçlü bir ilişki taşımaktadır.Gençlik bu ilişkinin önemini görmeli, bağımsızlık mücadelesinde barış sözünü daha yüksek bir sesle haykırmalıdır.Yabancı üsler, askerler, füzeler ülkemizden çıkarılmalı, emperyalistlere hizmet için yurt dışında bulunan askeri birlikler geri çekilmelidir.

5

ÜNİV

ERSİ

TE K

ONGR

ESİ /

15

Mar

t 201

3

7. Gelişen teknolojik ilerlemelerin ışığında tarım ve hayvancılıkta bilimsel üretim teknikleri referans alına-rak ülke kalkınmasının yolu açılmalıdır.Üniversiteliler enerjide bağımlığı artırıcı politikalara karşı bağımsız enerji politikalarının oluşturulmasını savunmalıdır. Bunun yanı sıra, üniversiteliler ülkemizin enerjiye bağımlılığın ortadan kaldırılması için farklı bir öneme daha sahiptir. Dışa bağımlılığı ortadan kaldıracak, ülkenin kaynaklarını kurutmayacak, çevrenin yaşanılamaz hale gelmesinin önüne geçecek teknolojinin geliştirilmesi, yeni üretim metodlarının bulunması için de üniversitelilerin elini taşın altına koyması, kafa yorması zorunludur.

8. Ekonominin bağımsız bir biçimde örgütlenmesi, bunun tek yolu olan kamuculuğun yeniden tartışma başlıkları arasında değerli bir noktaya taşınması sağlanmalıdır.Ekonomik açıdan bağımlı olduğumuz IMF ve benzeri kuruluşların baskısını ortadan kaldırmak gençliğin birincil mücadele başlıklarındandır.

B. Gençlik ve Aydınlanma1. Aydınlanma düşüncesi dinsel düşüncenin ve bilmenin değil, inanmanın egemen olduğu bir dünyada, iradenin gökyüzünden yeryüzüne indirilmesini, bilginin elitlerin tekelinden çıkarılarak halka ulaştırılmasını, insanın sürekli mücadele halinde olduğu doğa üzerinde hâkimiyet kurmasını ifade etmektedir. Dolayısıyla bilimin insanlık için bir yol gösterici olarak kabul edilmesi, sanatın dinsel referanslardan arındırılarak seküler bir zemine taşınması, halkın bilgi tekelinden sınırlı da olsa yararlanmaya başlaması aydınlanma çağının kazanımlarıdır.

2. Üniversiteler de bilim ve bilgi üretilen alanlar olarak aydınlanma düşüncesinin kaleleri olarak görülme-lidir. Bugün her ne kadar akademi siyasal iktidarın güdümünde bilimsel düşünce üretmekten, sanatsal yaratıma katkı koymaktan ve öğrencilerini “aydınlatmaktan” uzaklaşmışsa da üniversite kavramının modern anlamda ortaya çıkışı yine bir aydınlanma kazanımıdır.

3. Türkiye’de aydınlanmanın köksüz ve topluma yabancı olduğu tezi reddedilmelidir. Tanzimat ile başla-tabileceğimiz Osmanlı modernleşmesinin cumhuriyete bıraktığı yüz yıllık mirasta aydınlanmanın önemli bir yeri vardır. Bunun yanında, cumhuriyet döneminin kazanımlarıyla beraber aydınlanma birikiminin sıfırlanması bir seçenek olmaktan çıkmıştır.

4. Türkiye’de aydınlanma eksikli ve eşitsiz bir gelişim çizgisi izlemiştir. Bunun doğal sonucu bazı alanlar-da çok ileri uçlar veren bir mirasın bazı alanlarda zayıf ve etkisiz kalmasıdır. Mirasın en ileri örneklerini eğitim, bilim ve kültür- sanat alanlarında görmek mümkündür. Ancak aydınlanma düşüncesinin özellikle toplumsal alanın şekillendirilmesinde zayıf ve etkisiz kaldığı, dinsel ideolojinin bu alandaki mevzilerini geriletemediği açıktır.

5. Osmanlı’daki modernleşme hareketlerinden itibaren Türkiye’de aydınlanma mirası “mektepli” ve genç bir karakter taşımıştır. Gençlik Türkiye’de modernleşme süreciyle beraber oluşmuş ve bu anlamda aydınlanma mirasıyla yakın ilişki içerisinde gelişimini sürdürmüş bir siyasal- toplumsal kategoridir. Bu anlamda, Türkiye’de gençlik aydınlanmanın hem bir ürünü hem de taşıyıcısı olarak şekillenmiştir. Ülke-mizde aydınlanma mirasının taşınması ve ilerletilmesi noktasında gençlik birinci dereceden sorumluluk sahibi olmaya devam edecektir.

6. Aydınlanma düşüncesi burjuvazinin ve burjuva iktidarlarının gericileşmesi, bu gericileşmenin bir ürünü olarak akıl dışı ve dinsel referansların düşünsel alanda egemenlik kurmasıyla öksüz kalmıştır. Burjuvazi-nin bu tarihsel süreçlerini en ağır şekilde yaşayan ülkelerden biri de kuşkusuz Türkiye’dir.

7. Geçtiğimiz on yıllık süreçte özellikle eğitim, bilim, kültür ve sanat alanlarında ciddi bir geriye gidiş ya-şanmıştır. Şehir tiyatrolarına saldıran, heykelleri “ucube” ilan eden politikalar toplumun sanatla kurduğu bağları ortadan kaldırmayıhedeflemektedir. Bunun yanı sıra, 4+4+4 yasası ile eğitim sistemi dinsel bir nitelik kazanmıştır. Evrim kuramının karşısına safsatalarla ve hurafelerle çıkmak devlet politikası haline getirilmiştir. Türkiye’de neredeyse 180 yıllık bir birikime sahip olan aydınlanma mirası AKP iktidarı

6ÜN

İVER

SİTE

KON

GRES

İ PRO

GRAM

I tarafından tasfiye edilmeye çalışılmaktadır.

8. Türkiye’de aydınlanma düşüncesinin en önemli taşıyıcılarından olan gençliğe yönelik geliştirilen tutum içerisinde bulunduğumuz dönemin karakterini açık eder niteliktedir. En son Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın Boğaziçi Üniversitesi’ne yönelik açıklamalarında kendisini gösteren çağdışı zihniyet gençliği ve üniversiteleri bir ahlaksızlık kaynağı olarak görmektedir. Ancak, AKP iktidarının gençliği terbiye etme yolunda geliştirdiği dindar ve kindar nesil hedefi üniversiteliler tarafından sahiplenilme-miştir. Gençliğin bu kalıba sokulması gelecekte de mümkün olmayacaktır.

9. Ülkemizde kadınlar günden güne toplumsal hayatın dışına itilmektedir. Kadınlar ikinci sınıf yurttaş olarak bakılmaktadır. “En az üç çocuk doğurmayı” kadına görev biçen siyasal iktidar kadınları eve kapatmaya çalışmaktadır. Kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin hızla artmasını da saydığımız tabloya eklemek gerekir. Kadına yönelik bu gerici kuşatmaya karşı kadınların eşitlik ve özgürlük taleplerini desteklemek gençliğinde görevleri arasındadır.

10. Toplumsal hayatın dinselleşmesinin en önemli yansımalarından biri alevi toplumsallığı üzerinde olmuştur. Sivas katliamı davasının sanıklarının zaman aşımı gerekçesiyle serbest bırakılması, eğitim sisteminin dinselleştirilmesi, birçok ilde Alevilerin evlerinin işaretlenmesi ve aleviler üzerindeki baskı-nın artırılması gericileşmenin boyutlarını gözler önüne sermektedir.

11. Bilimsel düşünce siyasal iktidarın güdümünde iğdiş edilmiştir. Ülkemizin en önemli bilim kuruluşu olan TÜBİTAK’ın bugün bilimsellikle herhangi bir bağı kalmamıştır. Evrim kuramına adeta sansür uygulayan, bünyesindeki tüm evrim kitaplarının basımını durduran, Darwin’i kapak konusu yaptı diye değerli bilim insanlarını işinden eden AKP iktidarı bilime savaş açmış durumdadır. Türkiye hızla tüm bilimsel kuruluşların dinsel referanslarla yönetildiği bir ülke haline gelmektedir. Üniversitelere ibadethane açılması inanç talebi değil, bilgi üretme sürecini dini referanslarla temellendirilme çabası olarak değerlendirilmelidir.

12. Dinselleşmenin etkisinin en yoğun hissedildiği alanlardan biri de kültür- sanat alanıdır. Her gün yeni bir tiyatro oyunu, yeni bir roman “milli ve dini değerlerimize aykırı” görülerek yasaklanmakta, sanat toplumsal yargıları sorgulamaya değil onları yaygınlaştırmaya hizmet etmeye zorlanmakta-dır. Şeker Portakalı gibi hepimizin çocukluk kitabı olan kitaplar dahi küfürlü olduğu gerekçesiyle yasaklanırken, Edip Cansever gibi Türkiye’nin en önemli şairlerinin şiirleri sansürlenmekte ya da sözleri değiştirilmektedir. Her gün başka bir tiyatro oyunu sakıncalı görülerek oynanması engellen-mektedir. Devlet operalarında ezanlı oyunlar oynanırken kadınların kıyafeti ya da oyunda geçen ensest ilişki oyunun yandaş basın tarafından bombardımana tutulmasına sebep olmakta. Diğer yandan ise tiyatrolara yönelik saldırılar birçok önemli tiyatro sahnesinin kapatılmasına kadar vardırılmaktadır. Devlet tiyatroları kapatılarak halkın sanatın halka buluşması engellenmektedir. Kardeşliği simgeleyen heykeller ucube olarak damgalanırken, televizyonlarda çıplak heykeller sansürlenmektedir. Kısacası sanat; dinsel ideoloji ile uyumlu, özgür düşüncenin ve eleştirel aklın tamamen dışlandığı bir alana çekilerek sanat olmaktan çıkarılmaktadır.

13. Akademik üretimlerin yabancı dille yapılması ile üniversite ve toplum arasındaki mesafe açılmakta ve akademik bir “saray dili” oluşmaktadır. Toplumun geniş kesimleri ile üniversite arasındaki bağın sağlıklı kurulabilmesi, toplumun tüm bu üretimlerden haberdar olması ve aydınlanması için halkın bu üretimleri kendi anadillerinde okuyabilmesi ve sorgulayabilmesi gerekir. Bunun yanında, ilk ve orta dereceli öğretim kurumlarında öğrencilere verilen eğitimin anadilinde olması bilimsel bir gerekliliktir. Bu anlamda anadilinde eğitim aydınlanmanın bir gerekliliği olarak algılanmalıdır.

14. Ülkeyi içerisine sokulduğu bu karanlıktan çıkarmak mümkün ve zorunludur. Üniversiteliler bu karanlık dönemde aydınlanma ve aydınlatma misyonunu üstlenecek, aydınlanma birikiminin taşıyıcısı olacaktır.

7

ÜNİV

ERSİ

TE K

ONGR

ESİ /

15

Mar

t 201

3

C. Anayasa Tartışmalarına Gençlik Nasıl Bakmalı?1. On yılı aşkın bir süredir ülkeyi yöneten AKP iktidarı tarafından ülke gündemine sokulan dinselleşme, sansür, “darbe planları” ve bölgesel savaş olasılığı ile birlikte yeni anayasa da bir süredir topluma tartış-tırılmaktadır. Son günlerde ise, TBMM bünyesinde bir Anayasa Komisyonu’nun kurulmasıyla hız kazanan bu girişimin bir an önce sonuca bağlanması yönünde adımlar atılmaktadır.

2. Anayasa tartışmasında ele alınan başlıklardan anlaşıldığı üzere, son on yılda gerçekleştirilen toplumsal dönüşüm süreci, yasa değişiklikleri ve yeni yasalar ile tahkim edilmektedir. Yeni anayasanın, iktidarın yürütücüsü olduğu bu gerici, piyasacı dönüşümün bütünlüklü olarak resmiyete döküleceği ve daha ileri götürüleceği bir metin olacağı açıktır.

3. HES’ler, kentsel dönüşüm ve dev cami projeleri, 2B kanunu, sağlıkta tam gün yasası, performans sistemi, 4+4+4 gibi yasaların ardında yatan emek, aydınlanma, insan düşmanı zihniyetin yeni anayasa metnine damgasını vuracağı açıkça görümektedir.

4. Bir an önce meclise sunulması planlanan yeni anayasada en çok hisseye sahip olan AKP’nin, en fazla özelleştirmeye imza atan iktidar olduğu hatırlanmalıdır. İktidarın kamuyu tasfiye planı yeni YÖK yasasıyla birlikte üniversitelere uzanmaktadır. Üniversiteden bilimi kovarak akademiyi piyasanın ihtiyaçlarına göre yeniden dizayn etme amacını taşıyan yeni YÖK yasasının yeni anayasanın kabulü ile birlikte uygulanacağı açıklanmaktadır.

5. Yeni anayasa yapım sürecinin AKP’nin inisiyatifiyle yürüdüğü, tartışmaların sınırlarının AKP tarafından belirlendiği, müzakere sürecinde çeşitli ittifakları zorlayabilen belirleyici gücün AKP olduğu şüphe götür-meyen bir gerçektir. Dolayısıyla yapılması planlanan yeni anayasa, büyük oranda iktidarını mutlaklaştır-ma yolunda ilerleyen iktidar partisinin anayasası olacaktır.

6. Muhalif öğrencilerin, akademisyenlerin, gazetecilerin, avukatların, sendikacıların ve belediye başkanlarının tutuklanmaya devam edildiği, hapishanelerde hala milletvekillerinin bulunduğu göz ardı edilememeli, hayal görülmemelidir. Referandum ihtimalinin de konuşulduğu yeni anayasa gündemi, seç-me ve seçilme hakkından mahrum olan binlerce siyasi mahkûm ve uzun tutukluluk süreleriyle sokaktan koparılan binlerce muhalif ile birlikte düşünülmelidir.

7. Hükümetin uygulayıcısı olduğu dış politika bölgesel boyutta gerilimler yaratmakta, uluslararası hukuku hiçe saymaktadır. Hiçe sayılan sadece uluslararası hukuk değil, aynı zamanda yurttaşların en doğal hak ve hürriyetleridir. Örneğin, halkın savaş karşıtı duyarlılığının Hatay’da ve çevre illerde eylem yasağı ilan edilerek görünür olması engellenmeye çalışılabilmektedir. Yeni anayasanın özgürlük ya da barış getireceği masalına inanılmamalıdır.

8. Başkanlık sistemi benzeri bir yapının hükümet tarafından “olmazsa olmaz” denilerek masaya konul-duğu bu müzakereye parlamento dışı muhalefet ve demokratik kitle örgütleri ise kendilerinden öneri alınarak dâhil edilmeye çalışılmaktadır. Anayasaya ilişkin öneride bulunan siyasi yelpazenin farklı tarafla-rında duran kurumların, en azından AKP’nin girişimi ve geniş inisiyatifiyle yeni bir anayasa yapılmasında hemfikir olduğu algısı yaratılmaktadır. Bu sebeple madde öneren değil, anayasanın bağlamını reddeden bir tutum alınmalıdır.

9. Yaratılan baskı ortamına rağmen ülkenin her gün iktidar karşıtı eylemlere uyandığı da göz önüne alındığında, AKP’nin anayasa yapma meşruiyetine, ehliyetine sahip olmadığı da ortaya çıkmaktadır.

10. Üniversite Kongresi; ülkenin ilerici birikimini düşman ilan eden, muhalefeti linç kampanyalarının hedefi haline getiren, herkesi dinleyen, herkesi gözetleyen, ayrımcı, emek düşmanı bu korku rejiminin anayasalaşmasına hayır, demektedir. Kongre, herhangi bir hukuk kuralının; halkın adalet duygusuna, eşitlik taleplerine cevap vermediği sürece gençlik nezdinde bir meşruluk kazanamayacağını hatırlatmak-tadır. Üniversite gençliği emek ve bilim düşmanlığının damgasını taşıyan bu girişimin karşısındadır.

8ÜN

İVER

SİTE

KON

GRES

İ PRO

GRAM

I 2. BÖLÜMÜNİVERSİTE

A. YÖK1. Türkiye’de YÖK’ün üniversiteye müdahaleleri, Türkiye egemen sınıflarının Türkiye’ye yönelik müdahaleleri ile paralellik göstermektedir.

2. Türkiye siyasetinde kırılma noktalarından biri 12 Eylül’dür. Topluma etkileri bir yana, 12 Eylül darbesi ve darbenin sonraki taşıyıcıları, insan aklına büyük bir şiddet ile saldırmış, toplumsal hafızanın silinmesine yönelik önemli mevziler kazanmışlardır. Bir anlamı ile 1980, öncesi ve sonrası olmayan bir tarih olarak kalmıştır.12 Eylül Türkiye halklarının aklına müdahale etmenin yollarını aramıştır.

3. 12 Eylül rejimi ile birlikte ilk olarak Humboldian üniversite paradigmasının yerine, Anglo-Sakson üniversite paradigmasının ikame edilmesi, YÖK’teki ideolojik dönüşümün kritik evresini oluşturmuş ve böylece piyasacılığa geçişin akademideki yolu açılmıştır.

4. Humboldian paradigmanın ifade ettiği, bilimin temel alanlarında yapılan araştırmaların kamusal kaynaklardan fonlandığı, fikri ve sinai mülkiyetin kamu bilgisi olarak tescillendiği ve eğitim müfredatlarının da özerk kamusal bir alanda şekillendirildiği bir üniversiteden, Anglo-Sakson paradigma tarafından ifade edilen, mikro ölçekli, post modern ideoloji salgılarıyla beslenen ve bireyi piyasalara hazırlayan bir üniversiteye dönüşüm sağlanmıştır.

5. Üniversiteler özelinde ifade edecek olursak; 1982 yılında YÖK’ün kurulmasıyla, üniversiteler üzerindeki merkezi otorite artırılmış ve işe ilerici akademisyenlerin görevlerinden uzaklaştırılması veya üniversite içinde yalnızlaştırılması ile başlanmıştır. Yükseköğretim kurumlarında, gerici örgütlenmelerin önü açılmış; liberalizm, gericiliği besleyerek ve gericilikten beslenerek bilimsel akla saldırmıştır.

6. 1984 yılında ise, “kâr amacı gütmeyen vakıf yükseköğretim kurumu” statüsü ile (bu statü, 1992 yılında yasalaşmıştır) Bilkent Üniversitesi faaliyete geçmesi ile vakıf üniversiteleri için kapı aralanmıştır. Eş zamanlı olarak, yükseköğretimde, Amerikan modelinin merkeze alınması ile birlikte, bilimsel bilgi üretimi büyük bir hızla terk edilmeye başlanmıştır. Her ile bir üniversite fikrinin temelleri bu yıllarda atılmış; açılan yeni üniversiteler, gerici örgütlenmeler için bir kaynak anlamına gelirken, ilerici öğretim üyeleri için birer sürgün yeri olmuşlardır.

7. 1990’lara gelindiğinde ise, düzenin kendi geleceğine dair tereddütleri birkaç yıla damgasını vurmuştur. Tereddüde yol açan temel etmen, Sovyetler Birliği’nin çözülüşüdür. Kendisini sürekli olarak bir düşman tarifi üzerinden anlamlandırmaya çalışan Türkiye egemen sınıfı; çözülüşün hemen sonrasında, önemini yitirdiği korkusuna kapılmış, kendisini yalnız hissetmiştir.

8. Bu dönemde sermaye ve emperyalizmle bağları daha sağlam ifade edilmiş bir üniversite için yapısal düzenlemeye ihtiyaç doğmuştur. Bu ihtiyaca göre Kemal Gürüz tarafından TÜSİAD için hazırlanan ‘‘Türkiye’de ve Dünya’da Yükseköğretim Bilim ve Teknoloji Raporu’’bu noktada önemlidir.

9. Hazırlanan raporun hemen sonrasında, Kasım 1995 itibarı ile YÖK Başkanlığı’na Kemal Gürüz’ün getirilmesi rastlantı değildir. Gürüz’ün ilk icraatı, 1996 yılının ikinci döneminde, üniversite harçlarına yaklaşık yüzde 300’lük zam yapmak olmuştur. Gürüz’ün raporu genel anlamıyla üniversitenin, piyasanın ihtiyaçları doğrultusunda şekillendirilmesini esas almaktadır.

10. 1999 Bologna toplantısı, Mart 2000’deki Lizbon toplantısı, 2001 Mayıs’ındaki Prag ve 2003 Eylül’ündeki Berlin toplantıları, Avrupa’da ve çevre ülkelerde piyasaya daha bağımlı bir üniversite modeline geçişin temellerini oluşturmak üzere gerçekleştirilmiştir. Örnek alınan model ise, ABD

9

ÜNİV

ERSİ

TE K

ONGR

ESİ /

15

Mar

t 201

3

modelidir. Türkiye’de de uygulamaya konulan bu dönüşümün temel dinamikleri aşağıdaki gibi toparlanabilir.

11. Erdoğan Teziç başkanlığındaki YÖK ile AKP arasında gerilim olduğunda dair kamuoyunda yaygın bir kanı mevcuttu. Fakat AKP ve YÖK üniversitelerin özelleştirilmesi konusunda uyum içinde çalışıyorlardı.’’Devlete Yük Olmayan Devlet Üniversitesi’’ kavramı bu dönemde türetilmiş üniversitelerin yemek, sağlık, ulaşım gibi alanlarının piyasaya devredilmesinin hızlandığı bir süreç başlatılmıştır. YÖK’ün 2006’da yayınladığı strateji planı da üniversitenin sermaye ile bütünleşmesini savunmaktadır.

12. AKP ve dönemin cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer arasında yaşanan gerilim rektör atamaları başlığında gerçekleşmiş, YÖK (kendisine verilen yetkileri kullanarak), AKP’nin kadrolaşma politikası karşısında zaman zaman frene basma işlevi görmüştür. AKP için üniversiteler fethedilmesi gereken alanlardı. AKP için üniversitelerde hâkimiyetinin artmasının yolu kadrolaşmaktan geçiyordu. AKP bu dönemde YÖK karşıtı bir retorik kullanmıştır. Ancak AKP’nin YÖK’ü tam anlamıyla ele geçirmesinden sonra bu retorik terk edilmiştir.

13. NATO’ya proje yapan, Malezya’da İslam üzerine araştırmalar yapan Yusuf Ziya Özcan, YÖK’ün başına atanmıştır. Bu dönemde cumhurbaşkanının atadığı üyelerle YÖK, kısa sürede AKP’lileşmiştir. Her geçen gün YÖK, dini referansları güçlü ve türban savunucusu üyelerle yenilenmiştir.

14. Katsayı uygulaması ile İmam Hatiplilerin önünün açılması, üniversitelere türban serbestisi getirilmesi, üniversitelerin özelleştirmelere hız vermesi AKP’nin iç ve dış politikada attığı adımlarla uyumlu olarak başlatılan projeler, 2010 yılında harçlara yapılmaya çalışılan astronomik zamlar, KPSS skandalı, TÜBA’nın, TÜBİTAK’ın AKP’lileştirilmesi, YÖK’ün ciddi bir kaynak ayırdığı ve yenilerinin açılmasını teşvik ettiği özel üniversitelerin sayısının hızla artması gibi olaylar Özcan döneminin ilk akla gelen olaylarıdır.

15. 11 Aralık 2007 de geldiği görevden, 11 Aralık 2011 de ayrılan Yusuf Ziya Özcan, görevini Gökhan Çetinsaya’ya devir ettiği törene mealen “Her şeyi halledilmiş bir YÖK ” bıraktığını söylemiştir. YÖK ve üniversitelerde alınan yol, akademisyeninden, öğrenci ve çalışanlarına, yeni ideolojiye uygun bir insan tipolojisi yaratmış bulunmaktadır. Yusuf Ziya Özcan’ın mealen “her şeyi halledilmiş üniversite” kodlaması bu gerçekliğe dayanmaktadır.

16. AKP, üniversitelerin kurumsal yapısının bir bütün olarak teslim alındığı bu dönüşümü Yeni YÖK yasası ile yasal bir statüye kavuşturmaya çalışmaktadır.

17. YÖK, 2012 Eylül ayının son haftasında “Yeni Bir Yükseköğretim Yasasına Doğru” açıklamasını yapmıştır. Şu anda bu açıklamanın somut olarak yükseköğretim taslağına dönüştüğü görülmektedir. YÖK’ün “Yeni Bir Yükseköğretim Yasasına Doğru” başlıklı açıklamasında yapılan kurgu, bu kurumun “Türkiye Yükseköğretim Kurulu” adını alıp yeni yetkilerle donatılmasıyla sınırlı kalmamaktadır. Öğrencinin dış müşteriye, akademisyenin sözleşmeli teknisyen olarak iç müşteriye, üniversitenin de ticarethaneye dönüştürülmesinin yanında, akademisyenliğin onuru da bilimsel kişiliği de yok sayılmaktadır.

18. Bu yasa ile hedeflenen şeylerin başında, yükseköğretim kurumlarının merkeziyetçi yapısının ortadan kaldırılması mevcuttur. Böylelikle sermayenin, cemaatlerin, üniversitelerin yönetimlerinde daha fazla yer almasının daha etkin bir şekilde var olmasının önü açılmaya çalışılmaktadır. Yasanın bütününden ve AKP iktidarının üniversitelere yönelik perspektifinden anlaşılan; yönetimde özgürlük söylemleri altında sermayeye ve cemaate yeni özgürlük alanları yaratılmasıdır.

19. Çeşitlilik denilerek, üniversiteler arasındaki nitelik farkı normalleştirilmeye ve meşrulaştırılmaya

10ÜN

İVER

SİTE

KON

GRES

İ PRO

GRAM

I çalışılmaktadır. Yeni YÖK yasa tasarısı gereğince, vakıf üniversitelerinin yanında ‘‘şirket üniversiteleri’’ kurulması planlanmakta, bunun yanında ‘‘ yabancı yükseköğretim kurumlarının’’ Türkiye’de fakülte ve enstitü kurmalarının yasal zeminleri oluşturulmaktadır. Ülkemizdeki üniversitelerin mevcut altyapılarının, fiziksel donanımlarının yetersiz olduğu bilinen bir gerçektir. ‘‘Her ile bir üniversite’’ şovuyla herhangi bir standart dikkate alınmadan açılan üniversitelerin eksikleri ortadadır. Yasa tasarısı bu eksikleri, eşitsizlikleri ortadan kaldırmak yerine bunları kabul eden ve meşrulaştıran bir yaklaşıma sahiptir. Kurulması amaçlanan ve sayıları bir elin parmaklarını geçmeyecek ‘‘elit üniversiteler’’ diğer üniversitelerin meslek edinme kurslarına dönüşmesine yol açacaktır.

20. Tartışılan yeni modelde akademisyenler sözleşmeli olacak. Bu yeni tasarı ile akademik kadro neredeyse yok edilmektedir. Profesörlerin bile sözleşmeli-geçici statüde olmaları, performansa bağlı olarak ücretlendirilmeleri, piyasanın ihtiyaçlarını karşılayamayan çalışmalar yapan akademisyenlerin üniversiteden rahatlıkla uzaklaştırılmasının önünü açmaktadır. Hedeflenen performans değerlendirmesi ile beraber, iş güvenliğinin ve akademik özgürlüğün tamamen ortadan kalkacağı bir akademik düzen bizi beklemektedir.

21. AKP yeni YÖK adımı ile üniversitelerdeki dönüşümü tamamlamak istemektedir. ‘’Çeşitlilik, özerklik, performans değerlendirmesi, rekabet, mali esneklik gibi kavramlarla ifade edilen yeni YÖK tasarısı; üniversiteleri toplum için bilim üreten yerler olmaktan çıkarmayı, piyasanın ve gericiliğin ihtiyaçlarına göre dizayn etmeyi amaçlamaktadır.

22. Üniversite yaşamına yapılan bu müdahaleler toplumun diğer alanlarına yapılan müdahalelerle birlikte düşünüldüğünde, üniversite öğrencisinin, kendine, yaşadığı topluma ve bilime dair üretim yapmasının zemini ortadan kalkmaktadır. AKP’nin hedeflediği toplumda üniversiteler, piyasaya kalifiye eleman yetiştiren kurumlar olmaktan başka bir işleve sahip olmayacaktır. Öğrencilerin payına ise rekabet, kişiliksizleşme ve geleceksizlik düşecektir. Herhangi bir dalda açılacak kadro veya atamaların, toplumun ihtiyaçlarına göre değil piyasanın ihtiyaçlarına göre belirleneceği, akademik üretimin yolunun şirketlere ve iktidara yaranmaktan geçtiği bir üniversite yapısının yaratılması YÖK Yasa Tasarısı’nın hayata geçmesiyle daha da kolaylaşacaktır.

23. AKP’li işadamları ve rektörlerle istişare edilerek hazırlanan, üniversiteyi gericiliğin ve piyasacılığın kaleleri haline getirmeyi hedefleyen YÖK yasa tasarısı, bir bütün olarak reddedilmelidir.

24. Üniversiteliler, YÖK yasası tartışmalarının ve AKP politikalarının karşısında eşit, parasız ve bilimsel eğitim hakkını savunmalı, özel veya vakıf üniversitesi adı altında üniversite eğitmini piyasanın güdümüne sokmaya çalışan her türlü uygulamanın karşısında durmalıdır.

B. Üniversitelerde BilimDeğerlendirme

1. Üniversite Kongresi’nin en önemli yanlarından birisi kuşkusuz üniversitede bilim konusunda bir perspektif sunacak olması. Bilim ve bilimsel üretim akademik alanlara sıkıştırılmaya çalışılsa da bilimin en önemli dinamiklerinden biride gençliktir. Gençliğin bilime dair taşıyacağı misyon üniversitelerde bilim başlığına yapılacak en büyük katkılardan biri olacaktır. Bu anlamıyla yapılacak değerlendirmelerin çıkması gereken adres, bugün bir alternatif oluşturmak olacaktır.

Türkiye’de bilim ve bilim politikaları

1. Türkiye’de bilim sanılanın aksine önemli bir birikime sahiptir. Bu yanılgı bilim ile teknoloji arasındaki ilişkinin paralize olmasından kaynaklanmaktadır.

2. Ülkemiz bilim birikiminin gelişimi sistematik ve kurumsal hale gelmesi Cumhuriyet tarihi ile

11

ÜNİV

ERSİ

TE K

ONGR

ESİ /

15

Mar

t 201

3

başlatılmalıdır. Cumhuriyet ile oluşan toplumsal yapı, ihtiyaç duyduğu düşünsel, teknik ve sanayi ilerlemenin anahtarını bilimde görmüş, bunun gereği olarak üniversitelerin bilimsel üretimlerin merkezi haline gelmesi konusunda politikalar izlemiştir. Ancak, genç cumhuriyetin bilime bakış açısı piyasacılıkla sakatlanmıştır. Bu nedenle Türkiye’de bilimin gelişimi mayınlı bir arazide gerçekleşmiştir.

3. Üniversitelerin hem eğitim kurumu hem de bilimsel üretim laboratuvarları olarak değerlendirilmesi hususunda Batı merkezli bilim akademileri ile bağlar kurulmuş, geliştirilen bu ilişkiler devamında ülkemiz bilim birikimi ilerleme sağlamıştır.

4. Batılı bilim akademileri ile kurulan ilişkiler, Türkiye’deki bilimsel araştırmaların gelişmesine katkı sağlamakla beraber Türkiye bilim akademisinin oluşmasına da ön ayak olmuştur.

5. Türkiye akademisi gelişiminin ilk döneminde görece özerk bir yapı kazanmıştır. Bu durum Türkiye akademisine, evrensel bilim birikiminden faydalanırken, kendi birikimini oluşturma fırsatını tanımıştır.

6. Türkiye bilim birikimi, ikinci dünya savaşı sonrası konjonktürel değişimlerin etkisiyle duraksama ve gerileme dönemleri yaşamıştır. Bu süreç savaş sonrası yeni dünya döneminin Türkiye tezahürü olarak değerlendirilebilir.

7. Türkiye’de bilimin geçirdiği bu dönemin kapanması ancak altmışlı yıllarla birlikte gelişen toplumsal muhalefetle mümkün olmuştur. Açılan yeni dönemde kendilerini ifade etme fırsatını yakalayan akademisyenler aynı zamanda halka öncülük etme misyonuna da sahip olmuşlardır.

8. Akademinin halk ile kurduğu bağ bilimsel araştırmaların yönünü de kimi oranlarda değiştirmiştir. Bilimin halk merkezli üretime yönelmesi en fazla bu yıllarda gözlenmiştir.

9. 12 Eylül 1980 darbesi, toplumsal yapının her kesiminde ciddi etkiler yarattığı gibi akademi dünyasında da ciddi etkileri olmuştur. Akademinin bütünüyle yeniden şekillendirildiği bu dönemin ürünü olarak Yüksek Öğretim Kurumu kurulmuştur.

10. YÖK üniversitelerin yönetimsel yapılanmasında dönüşümler gerçekleştirirken üniversitelerin misyonuna dair de müdahalelerde bulunmuştur. Cumhuriyet döneminde akademinin görece özerk durumu YÖK ile noktalandırılmıştır.

11. 12 Eylül sonrası Türkiye’nin uğradığı dönüşümün bilim alanına yansıması, bilimin tasfiyesi ve piyasanın hizmetine sunulması olmuştur.

12. Bu süreç iki binli yılların başına kadar sürerken akademi ve bilim çevreleri içerisinden aydınlanmacı çıkışlar yaşanmıştır. Bu karşı çıkışların ülkemiz bilim birikimine yaslanması olumlu sonuçlar verirken, yeni bir evreye işaret etmekte eksik kalmıştır. Bunun esas sebepleri akademi içerisi örgütlülüğün düşük olmasında aranmalıdır.

13. AKP iktidarı ile birlikte Türkiye’nin yeni bir evreye girmesinin beraberinde gelen dönüşüm serüveninin en yoğun yaşandığı kurumların başında üniversiteler gelmektedir. Üniversitelerin AKP Türkiye’sinin ideolojik üretim merkezleri haline getirilmesi isteği sistematik bir programla yürütülmüştür.

14. Bu süreçte ilerici, aydınlanmacı birikim ve sırtını bu birikime yaslayan akademik kadro tasfiye edilirken yerlerine AKP kadroları yerleştirilmiştir. AKP’nin en önemli argümanı aydınlanmacı geleneğin elitist bir tabakaya ait olduğunu öne sürmesidir.

Mevcut durum

1. Gelinen noktada üniversiteler büyük bir dönüşüme tabi tutulmuş ve yönetimsel değişiklikler meydana gelmiştir.

12ÜN

İVER

SİTE

KON

GRES

İ PRO

GRAM

I 2. Üniversiteler yeni cumhuriyetteki yerini ve safını tutmuş durumdadır. Bu yeni yapıdaki betonun ana harcı gericilik ve piyasacılıktır.

3. Üniversitelerde bilimsel üretim bu eksende gerçekleştirilmek istenmektedir. Bilimin piyasaya açılmasıyla akademik yayın konusunda göreli bir artış yaşansa da buna paralel olarak akademik üretimlerde niteliksel bir düşüş yaşanmaktadır.

4. Temel bilimlerin üretim merkezi olan fen fakülteleri bütünüyle sermayeye açılmış, üretimlerin sermayeye hizmet edecek durumda olması koşulu fiili olarak getirilmiştir.

5. Üniversitelerin şaşmaz bir şekilde bilim dışı argümanlara kapalı olması gerekirken, üniversiteler bilimdışı söylemlerin dile getirilebildiği bir yer haline getirilmek istenmektedir. Evrim teorisinin bilimsel olmayan argümanlarla tartışılabilir hale getirilmesi üniversitelerdeki gericiliğin aldığı yolu göstermektedir.

6. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’na ayrılan bütçe her yıl artırılırken bilimsel çalışmalar için bütçe her yıl kısılmaktadır. Bilimsel deneyler için alınması gereken ödeneğin, çalışmanın kar getirip getirmemesine bakılarak onaylanıyor olması ise tüccar zihniyetin geldiği noktayı göstermektedir.

7. Bilimin sermayeye entegrasyonunun öğrencilere yansıması, öğrencilerin üretim araçları olan kulüplerin işlevselliğinin çıkarcı bir anlayışa itilmesine sebep olmaktadır.

Kararlar

1. Üniversiteler yaşanan dönüşüm süreci sonucunda varoluşsal gerekliliklerini yerine getiremez hale gelmiştir. Üniversite gençliği bu boşluğu doldurmaya aday olacaktır.

2. Üniversite eğitiminin niteliğindeki düşüş sonuçları itibari ile bilimin gerilemesine sebep olacaktır. Üniversite kulüp ve toplulukları eğitim süreci içerisinde yer alacaktır.

3. Kariyerist bir anlayışa mahkum edilen öğrenciler ve bilim kulüpleri, toplum için bilim üretecek ve anlatacak misyonunu görev edinecektir.

4. Evrim kuramı bilim cephesinde en fazla saldırıya maruz kalan kuramdır. Evrimin üniversitelilere ve topluma daha fazla anlatılmasının kanalları açılacaktır.

5. Fen fakülteleri temel bilimlerin üretim merkezidir. Kapatılması söz konusu olan fen fakülteleri için kongre ortak tavır almaktadır.

6. TÜBİTAK, iktidarın yandaş kurumu haline getirilmiştir. TÜBİTAK’ın bilimi temsil etmediği kongre bileşenleri tarafından deklare edilmektedir.

7. TÜBA’nın tasfiyesi üniversite gündeminden bağımsız değildir. Üniversite gençliği akademiyi temsili olarak tasfiye sürecine karşı duran Bilimler Akademisi’ni tanır.

8. Ülkemiz bilim birikimine yaslanan ilerici ve aydınlanmacı hocalara, suç haline getirilen ilerici tutumlarından dolayı soruşturma açılmaktadır. Bunun bir sindirme projesi olduğu ifşa edilmeli ve öğrenciler hocalarına sahip çıkmalıdır.

9. Üniversitelerde bilim konusunda yaşanan bu süreçler ülke gündeminin bir uzantısıdır. Bilime dair sorumluluk duymanın ülkeye dair sorumluluk gerektirdiği kongre tarafından ilkesel bir tutum olarak karar altına alınmaktadır.

C. Üniversiteler ve Sanat1. Sanat pratiklerinin macerası tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de çoğunlukla ilerici politik pratiklerin macerasıyla ilişki içinde olmuştur. Ne Genç Sovyetler Birliği’nin politik macerasının sinema

13

ÜNİV

ERSİ

TE K

ONGR

ESİ /

15

Mar

t 201

3

sanatına getirdiği yenilikler, ne Fransız Üst Gerçekçi şairlerinin önemli bir kısmının Nazi işgali sırasında birer partizan olarak faaliyet göstermesi, ne de Nazım Hikmet’in politik arayışları dolayımıyla Türkiye’de modern şiirin kurucucusu haline gelmesi tesadüf değildir. Bu karşılıklı etkileşim ilişkisi insanlık tarihine önemli bir birikim katmıştır. “ İlerici Sanat” diye adlandırabileceğimiz bu birikim insanlığın son yirmi yılda hızlı geri gidişine rağmen kendini var etmeyi başarmıştır.

2. Türkiye’nin tüm ilerici dönüm noktalarında olduğu gibi, kültür sanat alanında da üniversite gençliğinin rolü büyüktür. Üniversite gençliğinin siyasi alana müdahalesinin yoğun olarak hissedildiği 1965-71 aralığının kültür sanat alanında da adeta bir “ Rönesans” olması bu durumun en belirgin örneğidir. Ya da Adnan Menderes diktasına karşı ayaklanan İstanbul Üniversitesi Öğrencileri’nin çıkardığı “ A” dergisinin dönemin politik mücadelesine katkı koymakla kalmayıp edebiyat tarihine “ A” kuşağı olarak geçmesi, Politik pratiklerle sanat pratiklerinin birbirini ne kadar beslediğinin, üniversite gençliğinin de her iki pratiğin de macerasında ne kadar önemli rol oynadığının birkaç örneğidir.

3. Politika ve sanatının birbirlerini besleyen ilişkisi siyasi iktidarları rahatsız etmiş, yakın tarihimizden hatırlayabileceğimiz gibi pek çok sanatçı hapse atılmış, sürgüne gönderilmiş hatta öldürülmüştür. Günümüzde ise bu zihniyet AKP iktidarında somutlanmıştır. AKP’nin çeşitli bakanları tarafından tekrarlanan “ kimi kitaplar bombadan daha tehlikelidir” söylemi, ya da Tayyip Erdoğan’ın ucube vakası AKP’nin sanat algısının en berrak ifadeleridir.

4. AKP’nin sanat algısının üniversitelere yansıması ise kapatılan kulüpler, yasaklanan sergiler “ bölücü” olduğu gerekçesiyle engellenen panellerdir.

5. Sanatı ehlileştirmenin tek yolu siyasi iktidarların zor aygıtlarıyla heykelleri yıkması, kitapları yasaklaması değildir. En az onun kadar tehlikeli bir diğer yöntem sanatı piyasanın insiyatifine terk etmektir. Sanat pratikleri; sadece üreticinin ürettiği değil, alımlayıcının da sanat nesnesini yeniden ürettiği bir pratik olmak zorundayken piyasa, alılmayıcıların sanat nesnesini tüketmesini temel alır. Böylece sanat eseri meta, sanat sever ( alımlayıcı) müşteri haline gelir. Sanatın karşılıklı üretime dayalı pratiğinin korunması için, piyasa hakimiyeti kırılmalıdır.

6. Piyasacı zihniyetin üniversitelere yansıması ise kulüplerin sponsorlara mahkum edilmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Şirketlerin, AKP’li bakanların paneller düzenleyebileceği salonlar her zaman bulunabilirken, kültür sanat kulüplerinin etkinlikleri “yer yok” gerekçesiyle geri çevrilmektedir. Üniversite yönetimlerinin kültür sanat adına düzenlediği “ öğrenci şenlikleri” kimin daha pahalı sanatçıyı getireceğiyle ölçülen “ prestij” mücadelelerine dönüşmüş durumdadır. Yozlaşmış, içi boş, yaratılmaya çalışılan lümpen gençlik dayatmasına alternatif olarak düzenlenen şenlikler ise yasaklanmakta, provoke edilmekte ve öğrencilerin düşünme, tartışma, üretme zeminleri ortadan kaldırılmaktadır.

7. Görüldüğü gibi üniversitelerde kültür sanat alanında yaşanan sıkıntılar, sanata yapılan ülke genelindeki saldırının dolayımıyla gerçekleşmektedir. Bu sebeple bu alanda üretimde bulunmaya çalışan özneler, bahsi geçen büyük saldırıyı da göğüslemek zorundadır.

8. Sanata yapılan saldırıları bertaraf etmenin reçeteleri veya basit çözümleri yoktur. Bugün sanat pratiklerinin genetiği değiştirilmiş, sanat eserlerinin niteliğinin ölçütü olarak ne kadar sattığı belirleyici hale getirilmiş, sanat severlerde bu bütünlüklü saldırının bir sonucu olarak piyasa refleksleriyle, birer tüketici olarak hareket etmeye başlamıştır. Bu tablodan çıkmanın çetin fakat tek yolu sanat pratiğini oluşturan bütün dinamikleri tek tek analiz etmek ve bu dinamikleri yeniden ilerici bir sanat pratiğini oluşturmak için dönüştürmektir. Bize yeni bir edebiyat, yeni bir sinema, yeni bir müzik kadar yeni bir okur, yeni bir sinema izleyicisi, yeni bir müzik dinleyicisi bir o kadar yeni yayınlar, sinema müzik gibi

14ÜN

İVER

SİTE

KON

GRES

İ PRO

GRAM

I kolektif olarak üretilip, çoğunlukla kolektif olarak alımlanan sanatlar için yeni mecralar gerekmektedir.

9. Yukarıdaki maddede belirtildiği gibi, kültür sanat alanında üniversite gençliğinin işi kolay değildir. Fakat üniversite gençliğinin işinin AKP kadar zor olmadığı da gönül rahatlığıyla vurgulanmalıdır. Muhafazakar sanat manifestoları yayınlasa da, büyük bütçeli filmler çekse de, sanatçıları kahvaltı masalarında ağırlasa da AKP’nin sanatçısı ancak Nihat Doğan’dır. Çünkü klişeleri, yerleşik kalıpları yıkmak üzerine kurulu olan sanat, muhafazakarlığı en son kaldıracak pratiktir. Bugün belli bir seviyenin üzerinde üretimde bulunan muhafazakar sanatçıların bile ya solun tezgahından geçtiği, ya da solun yarattığı entelektüel ortamdan beslendiği basit bir gözlem sonucu anlaşılabilir. Üniversite gençliğinin tüm alanlarda olduğu gibi, sanat alanında da arkasında büyük bir birikim vardır. Bu sebeple aydınlanma mücadelesinin taşıyıcısı olan gençlik, sanat alanında verilen kavganın da tarihin hemen her döneminde olduğu gibi taşıyıcısı olmalıdır.

10. Muhafazakar sanat kavramlaştırması bir tarihsel ezikliğin ürünüdür. Her fırsatta merkez sağın konsolide partisi olarak, solu da yeniden tariflemek özgüveninde olan AKP çevreleri ve onun ideolojik aygıtları; sanat bahsinde “solun ördüğü bir duvar”dan bahsederek dert yakınırlar. Bu çevrelerce muhafazakar sanat, modernist izleğin karşısında bir anti tezdir. Fakat onun bir varyantı olarak ele alınır.

11. Bir diğer önemli durum da AKP çevrelerinin muhafazakar sanat dedikleri üslubun hakkını vermekten oldukça uzak, gelenek diye kutsadıkları şeyin dahi gerisinde olduğudur. Oysa gelenek geçmişin sadece geçmişliğini değil, güncelliğini de anlayan bir tarihsellik duygusunu gerekli kılar.

12. Son olarak altı çizilmesi gereken nokta gençliğin tarih boyunca hep umudu temsil ettiği olmalıdır. Yakın tarihimizden hatırlanabileceği gibi, gençliğin siyaset sahnesine çıktığı dönemler tablonun büyük bir hızla değişmesine yol açmıştır, en son yaşanan ODTÜ örneği bu denklemi bir kez daha doğrulamıştır. ODTÜ örneğinde, AKP hegemonyasının yarattığı umutsuzluk, çaresizlik tablosu sarsılmış, AKP’nin ideolojik hegemonyası dağılmış, özgürlükçü geçinen organik AKP aydınlarının maskesi düşmüş ve bu örnek “özgürlük” başlığında adeta bir turnusol görevi görmüştür. Karakteri itibarıyla umudu temsil eden gençliğin sanat aracılığıyla da umudu örgütlemesi desteklenmeli, bu tarz üretimler için gerekli zeminler sağlanmalı, birlikteliklerin önü açılmalıdır.

3. BÖLÜM

Ne Yapmalı?Tüm sunumlardan ve tartışmalardan ortaya çıktığı gibi Türkiye gün geçtikçe karanlığa sürüklenen bir ülke haline gelmiştir.

Bu karanlığın içerisinde kimi zaman umut yeşermektedir. Tekel işçileri bunun örneği olabilmiştir.

YGS yolsuzluklarına karşı mücadele veren binlerce liselide bunun bir örneğidir.

Son olarak ODTÜ süreciyle başlayan diğer üniversitelerde büyüyerek devam eden mücadele gerçek anlamda umuda işaret etmiştir.

Bunu başlayıp biten bir süreç olarak nitelendirmek yanlış olacaktır. Üniversitelerdeki tepkinin bu denli büyüyor olması biriken bir mücadelenin, Türkiye tarihindeki okumuş insanın rolünün sonucu-dur.

Bu son dönem hareketliliğinin ve üniversitelerde AKP karşıtı tepkinin yükselmesinin sonucunda üniversitelilerin geniş bir tartışma dönemine girmesi gerekiyordu. Haftalardır bir çok başlıkta tar-tışmalar yürütüldü. Bu tartışmalar sonucunda üniversite kongresi 2013 yılının başlarında gençliğin tutumunu gerekçeleriyle deklare eden bir tarihsel belge ortaya koyma görevini üstlenmiş oldu. Bu

15

ÜNİV

ERSİ

TE K

ONGR

ESİ /

15

Mar

t 201

3

belgeyle birlikte üniversite gençliğinin birikimini ortaklaştırabilecek, umudu süreklileştirebilecek kalıcı kanallar yaratmanın yolları arandı.

Bunların tümünün sonucu olarak;

1.Kongre sürecinde ve kongrede tartıştığımız başlıklar, köşeleri belirlenmiş metinler haline getiril-miştir.

1.1. Bu metinler tek bir kitapçık olarak derlenmeli ve gençliğe görevler çıkarmalıdır.

1.2. Siyasi partilerin gençlik yapılanmaları, gençlik örgütleri gençliğin karar verdiği bu eksende hareket etmeye çağırılmalıdır.

1.3. Bu eksende çalışmalarını sürdüren tüm kurumları büyütmek için adımlar atılmalı, buralarda örgütlenilmelidir.

1.4. Kullanılan kitapçık kongre dönüşü yapılacak olan “kongre değerlendirme toplantıları”nın temel metni olmalıdır. On binlerce üniversiteliye ulaştırılmalı, tartıştırılmalıdır.

1.5. Kongre tartışmalarından herkesin yararlanabilmesi için ve tarihsel bir niteliği taşıyabileceği için kongreye sunulan tebliğler kitaplaştırılmalıdır.

2. Kongre çalışmaları sürecinde üniversitelerde yaratılan atmosfer Türkiye’de düşünen, üreten, sorgulayan üniversitelilerin içinde bulundukları kulüplerin bir arada, ortak amaçlar doğrultusunda hareket ettiklerinde bütünde de atmosfere müdahale edebileceklerini göstermiştir. Buradan kong-remize görevler çıkmaktadır.

2.1. Özellikle belirli alanlarda sağlanan kulüp birlikteliklerinin verimli sonuçları olmuştur.Bunlar içerisinde üniversitelere dönük bilim düşmanı tutumlara karşı hızlıca açıklama yayınlayabilen ya da kimi dönemlerde ortak etkinlikler örmeyi başarabilen bilim kulüplerinden bahsedilebilir. Yine tüm üniversitelerde ortak yayınla çalışma yürüten Toplumcu Hukuk kulüpleri bunun bir başka örneği olabilir. Bu örnekler artırılabilir, yenileri yaratılabilir.

2.2. Bunların üzerine ise genel anlamda üniversite temsiliyetini alabilecek bir yapılanma oluş-turulmalıdır. Bir araya gelen kulüplerin Türkiye’de bir çok aydına, akademisyene, umut arayan insana heyecan verdiği kongre çalışma sürecinde görülmüştür. Yanı sıra birbirlerinden cesaret alan öğrenci kulüplerinin sayısı 120yle duyurulan kongre çalışmalarında 200lere yükselmiştir. Bu enerji sürdürülmeli bir kulüpler birliği kurma çalışmaları kongre itibariyle başlatılmalıdır. Tarihsel anlamı itibariyle de kurulacak birliğin adının FİKİR KULÜPLERİ FEDERASYONU olması önerilmek-tedir.

2.3. Alan bazlı birlikteliklerin öneminden bahsetmiştik. Bu anlamda bu birliktelikler FKF’nin alt çalışmaları olarak kurgulanabilmeli, kendi iç eşgüdümlerini oluşturmalılardır.

2.4. FKF’nin oluşturduğu kitleyle birlikte çalışabilecek, akademik çalışma yapabiliyorsa akademik çalışma yaparak nitelikli bilgileri halka aktarabilecek bir Bilim Kurulu oluşturulmalıdır. Bu Bilim Kurulunun asıl amacı, kurul üyelerinin mesleki bilgileri doğrultusunda halkı bilinçlendirmek olmalıdır.

2.5. İfade ettiğimiz gibi FKF bir örgüt,parti ya da benzeri bir yapılanma değildir. FKF bir kulüpler birliği olarak kurulmalıdır. Zira Türkiye’de gençlik örgütleri, siyasi partiler mevcuttur ve FKF üyesi olacak kulüplerin üyeleri içerisinde buralarda da çalışma yürüten çok fazla üniversiteli vardır. Bu anlamda FKF bir alternatif örgütlenme değil, üniversitelerdeki üretimin ortak kanalı, aynı zaman-da üniversiteli kimliğin temsiliyetini taşıyan bir birliktir.

2.6. FKF’nin kuruluş süreci çalışmalarının sorumluluğu kongre destekçisi öğrenci kulüp ve topluluklarıyla birlikte FKF kararını onaylayan kongre delegelerindedir.

16ÜN

İVER

SİTE

KON

GRES

İ PRO

GRAM

I

İleri Yayımcılık Tanıtım ve Ticaret Limited Şirketi adına İmtiyaz Sahibi ve Sorumlu Müdür : Mehmet İnam / Adres : Osmanağa Mah. Osmancık Sok. No:9/16 Kadıköy-İstanbul Baskı : Kayhan Matbaası, Merkezefendi Mah. Fazlıpaşa Cad. No:8 Giriş Kat D:2 Topkapı-İstanbul Tel: 0212 5760136 Yayın türü : Yerel-süreli yayın Tarih : Mart 2013