trabekülektomi ameliyatı sonuçlarımız ve başarı üzerine etkili faktörler
TRANSCRIPT
T.C.
SAĞLIK BAKALIĞI
PROF. DR. N. REŞAT BELGER
BEYOĞLU GÖZ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
ŞEF: Prof. Dr. Ömer Faruk YILMAZ
Doç. Dr. Ziya KAPRAN
TRABEKÜLEKTOMİ AMELİYATISONUÇLARIMIZ VE BAŞARI ÜZERİNE
ETKİLİ FAKTÖRLER
Dr. Can ÖZTÜRKER
(UZMANLIK TEZİ)
İSTANBUL - 2005
1
ÖNSÖZ
Dünya standartlarında bir göz hastanesi kurarak, bize böyle bir ortamda eğitimalma şansı veren; göz hekimliğinin yanı sıra bize bilimsel çalışma yapmayı daöğreten; bu yönde her fırsatta teşvik eden; bilim üretmenin kimsenin tekelindeolamayacağını ve dürüst olmak kaydıyla her ortamda bilimsel çalışmayapılabileceğini gösteren; desteğini her zaman arkamızda hissettiğimiz sayınhocamız Prof. Dr. Ömer Faruk YILMAZ’a hepimizin hayatını ve kaderini değiştirdiğiiçin;
Tezimi hazırlarken beni yönlendiren; her ihtiyacım olduğunda yardımınıesirgemeyen; glokom konusundaki engin bilgisi ve tecrübesiyle bu yükün altındaezilmekten beni kurtaran danışman hocam Doç. Dr. Şükrü BAYRAKTAR’ahoşgörüsü ve sabrı için;
Glokom sorumlusu şef yardımcılarımızdan Op. Dr. Hakan EREN’e eğitimimize veglokom birimimize olan katkıları için;
Hastanemizin başhekimi Op. Dr. Mehmet Ali KEVSER ve eğitim sorumlularımızDoç. Dr. Ziya KAPRAN, Doç. Dr. Vedat KAYA, Op. Dr. Yaşar KÜÇÜKSÜMER,Prof. Dr. Hülya GÜNGEL, Op. Dr. Birsen GÖKYİĞİT ve Op. Dr. Pelin KAYNAK’aeğitimimize olan katkıları için;
Tezimi hazırlarken “elini taşın altına koyarak” bana yardımcı olan asistanarkadaşlarım Dr. Zeynep KAYAARASI ile Dr. Aslı UTİNE’ye ve glokom biriminindosyalarının yıllardır düzenli bir şekilde saklanmasını sağlayan glokom polikliniğisorumlu hemşiresi Sn. Aynur SUÇSUZ’a yardımları için;
Son olarak da asistanlığım süresince beraber çalışmaktan büyük mutlulukduyduğum tüm uzmanlarımıza, asistan arkadaşlarıma ve Beyoğlu Göz Eğitim veAraştırma Hastanesi çalışanlarına geçen süre zarfında paylaştıklarımız için;
Tüm kalbimle ve içtenlikle teşekkür ederim.
Dr. Can ÖZTÜRKER
2
İÇİNDEKİLER
SAYFA
GİRİŞ VE AMAÇ……………………………………………………. 4
GENEL BİLGİLER………………………………………………….. 6
GEREÇ VE YÖNTEM……………………………………………… 66
BULGULAR…………………………………………………………. 71
TARTIŞMA…………………………………………………….......... 104
SONUÇLAR……………………………………………………….… 135
ÖZET………………………………………………………………… 137
KAYNAKLAR………………………………………………………... 138
3
GİRİŞ VE AMAÇ
Günümüzün gelişmiş toplumlarında bilinen en sık körlük nedenlerinden biri olan
glokom; sinsi seyirli olması ve tedavi edilmediği takdirde görmeyi ciddi derecede
tehdit etmesi nedeniyle, erken tanı ve tedavi yöntemlerinin halen yoğun bir biçimde
araştırıldığı güncel bir hastalıktır.
Hastalığın ilk tanımlanması antik çağlarda olmuştur. Hippokrat tarafından yaşlı
insanlarda görülen ve göz bebeğindeki açık mavi renk değişimi olarak tarif edilen
glokomun, önceleri katarakt ile aynı patoloji olduğu düşünülmüştür. Glokomun tatmin
edici ilk tanımlamaları ise ancak 18. yüzyılda yapılabilmiş ve yüksek göz içi basıncı
kavramı hastalığın tarifinin içinde yer almaya başlamıştır (1).
İlerleyen yıllar içinde normotansif glokom kavramının ortaya çıkmasıyla, yüksek
göz içi basıncı hastalığın temel niteliklerinden biri olarak görülmekten çıkmış ve majör
bir risk faktörü olarak kabul edilmeye başlanmıştır (2).
Bugün artık glokom; yüksek göz içi basıncının primer risk faktörü olduğu,
karakteristik görme alanı kayıplarının eşlik ettiği ve optik nöropati ile seyreden bir
hastalıklar grubu olarak tanımlanmaktadır. Fakat kontrol edilebilen tek risk faktörü
olarak göz içi basıncı, glokomun medikal ve cerrahi tedavisinin ana hedefi olma
özelliğini korumaktadır (3).
Cerrahi yöntemlerden birisi olan trabekülektomi, düşük komplikasyon ve yüksek
başarı oranı nedeniyle, günümüzde açık açılı ve kronik kapalı açılı glokom
formlarının tedavisinde en yaygın olarak kullanılan filtran cerrahi yöntemidir. Bu
yöntemin etki mekanizması, trabekulumdan bir parça çıkarılarak oluşturulan fistül
aracılığıyla aköz hümörün skleral flep altından subkonjonktival alana boşalmasına
dayanır. Başarısızlığın en önemli nedeni ise konjonktiva, tenon ve episklera ara
yüzeylerinde oluşabilecek nedbe dokusudur (4,5).
4
Çalışmamızın amacı, trabekülektomi ameliyatının başarı şansını etkileyebilecek
olan hastaya veya cerrahi yönteme ait preoperatif, peroperatif ve postoperatif
faktörlerin irdelenmesidir. Bu amaçla Nisan 1993 ve Eylül 2003 tarihleri arasında
kliniğimizde trabekülektomi yapılmış tüm hastaların dosyaları retrospektif olarak
incelenmiş, takipleri düzenli ve yeterli olanlar çalışmaya dahil edilmiştir.
5
GENEL BİLGİLER
Trabekülektomi üzerine etkili faktörleri tartışabilmek için ön segment anatomi ve
histolojisinin, ön kamara sıvısı fizyolojisinin, glokoma yol açan patolojik
mekanizmaların, glokom tiplerinin ve tedavi yöntemlerinin iyi bilinmesi gerekmektedir.
1. ANATOMİ VE HİSTOLOJİ
1.1. KORNEA
Kornea, göz küresini dıştan saran 3 tabakadan en dıştaki olan skleranın
öndeki devamı olup, 400-700 nm dalgaboyundaki ışınlara % 100 geçirgen
saydam bir dokudur. Gözün optik sisteminin kırıcılığı en yüksek komponentidir
(43 D). Korneanın dikey çapı 10,6 mm, yatay çapı ise 11,7 mm’dir. Eğrilik
yarıçapları yatay aksta 7,8 mm, dikey aksta 7,7 mm olan korneanın kalınlığı ise;
merkezde 520 μm, limbusta 1000 μm’dir.
Kan ve lenf damarları içermeyen kornea, histolojik olarak 5 ayrı tabakadan
oluşur. Bu tabakalardan en dıştaki olan epitel tabakası epiderm kökenli iken,
diğer dört tabaka mezoderm kökenlidir (6,7,8).
1.1.1. Epitel
Yaklaşık 50 μm kalınlığında, 5-6 hücre katından oluşmaktadır. Histolojik
olarak 3 tabakadan oluşur (6,7,8):
a. Bazal Tabaka
En altta bazal zar üzerinde yer alan tek sıralı silindirik hücrelerden
oluşur ve mitotik olarak aktiftir.
6
b. Poligonal Hücre Tabakası
Bazal tabaka ile yüzeyel tabaka arasında yer alan birkaç sıradan
oluşur ve bazal membranın yapımında rol oynar.
c. Yüzeyel Tabaka
Yassı, piknotik görünümlü olan, keratinleşme göstermeyen
hücrelerden oluşur.
1.1.2. Bowman Tabakası
Hücre içermeyen, homojen, şeffaf, 8-14 μm kalınlığında bir zardır. Epitele
bakan yüzü düz, diğer yüzü ise düzensiz ve stromaya sıkıca yapışıktır.
Travmalara karşı dirençlidir (6,7,8).
1.1.3. Stroma
Kornea kalınığının %90’ını oluşturur ve ortalama kalınlığı 500 μm’dir. Su
oranı %78 olan stromanın; kuru ağırlığının %80’i kollajen fibrillerden, %15’i
ara maddeden ve %5’i hücrelerden oluşur. Kollajen lamelleri, skleral liflerle
devam eder; ancak korneal lameller skleraya göre çok daha düzenlidir ve
daha çok ara madde içerir. Stromanın ara maddesi, büyük çoğunluğu
keratan sulfat ve kondroitin sulfat olan glikozaminoglikanlardan zengindir.
Stromanın hücre kısmını ise keratosit denilen fibroblastlar, Schwann
hücreleri, lenfositler, makrofajlar ve lökositler oluşturur (6,7,8).
1.1.4. Descement Membranı
Stroma ile endotel hücreleri arasında kalan, 10 μm kalınlığında bir zardır.
Anterior kısmı embriyoner dönemde oluşurken, posterior kısmı yaşam
boyunca endotel hücreleri tarafından sentezlenir ve Tip IV kollajen içerir.
Kornea endotelinin bazal membranı gibidir. Periferde ön kamara açısına 2
mm mesafede, ön kamara açısının ön sınırı olan Schwalbe çizgisini
oluşturarak sonlanır (6,7,8).
7
1.1.5. Endotel
Tek sıra halinde dizilmiş altıgen hücrelerde oluşan, hümör aköz ile direkt
temasta olan en içteki tabakadır. Doğumda 3000-4000 hücre/mm2 olan
hücre sayısı, yaşla beraber azalarak erişkinde 2500-3000 hücre/mm2‘ye
kadar düşer. Yetişkin endotelin mitotik yeteneği olmadığından, endotel
kayıpları komşu endotelin incelip yayılmasıyla kapatılır. Doğumda 10 μm
olan endotel kalınlığı, erişkinlikte 4 μm olur.
Endotel hücreleri, iri nükleusları ve bol miktarda içerdikleri mitokondrileri
ile metabolik açıdan aktif hücrelerdir. Hümör aköz ve stroma arasında
gerçekleştirdikleri aktif transport ve sekresyon ile korneanın doğal saydam
yapısının korunmasında başlıca rolü oynarlar. Ayrıca Descement
membranının sentezinden de sorumludurlar (6,7,8).
1.2.LİMBUS
Limbus, sklera ile kornea arasındaki damarlı, yarı şeffaf geçiş bölgesidir.
Arkaya doğru ilerledikçe, kornea epiteli düzensizleşip, kalınlaşarak konjonktiva
epiteline benzer bir hal alır. Benzer şekilde, stromal lameller de düzenlerini
kaybeder, kollajen fibriller kalınlaşıp uzar ve skleradakine benzer düzensiz bir
doku yapısı ortaya çıkar (9).
Kornedan farklı olarak damarlanması bol olduğu için; immünolojik hücreler
açısından zengin, rejenerasyon yeteneği yüksek bir bölgedir (7,9).
Limbusun sınırlarını histologlar, patologlar ve cerrahlar farkllı şekillerde
tanımlamışlardır (6,9,10).
Histolojik olarak limbus, korneal lamellerin sklera içine doğru koni şeklinde
sonlandığı geniş zon olarak tarif edilir.
Patolojik limbusun sınırları biraz daha nettir. Buna göre limbusun ön sınırını
(korneolimbal bileşke) Bowman ve Descement membranlarının bitiş noktalarını
8
birleştiren çizgi, arka sınırını da (sklerolimbal bileşke) skleral mahmuza dik ve
ön sınıra paralel olarak çizilen çizgi oluşturur.
Cerrahi limbus ise, 2 mm genişliğindedir ve iki eşit bölgeden oluşur. Ön zon,
Bowman membranı’nın bitiş noktasından Schwalbe hattı’na kadar uzanan mavi-
gri renkli bölgedir. Arka zon, Schwalbe hattından skleral mahmuz ve iris köküne
kadar uzanan beyaz renkli bölgedir.
Arka zon trabeküler ağın üzerinde yeraldığından cerrahi açıdan önemlidir
(10).
1.3.KONJONKTİVA
Konjonktiva, goblet hücreleri içeren nonkeratinize skuamöz epitel ve bunun
altındaki damarlı, ince bağ dokusu olan substantia propriadan oluşur. Göz
kapaklarının iç yüzlerini ve skleranın üstünü örter. Beslenmesini ön silyer arter
ve arka konjonktival arter, inervasyonunu ise trigeminal sinirin oftalmik dalı
sağlar (11,12).
Epitel tabakası 2-5 sıra hücreden oluşur. En altta bazal hücreler vardır ve
aşağıdan yukarıya doğru yassılaşıp polihedral hücrelere dönüşürler. Bunların
aralarında goblet hücreleri yeralır ve gözyaşının müsin komponentini salgılarlar.
Özellikle karünkül ve plika semilunaris çevresinde yoğun olmak üzere, tüm
konjonktivaya dağılmış olan goblet hücrelerine limbal bölgede rastlanmaz. Daha
az sayıda olmakla beraber Henle kriptleri ve Manz glandları da müsin salgısına
katkıda bulunur (11,13).
Substantia propria (stroma) üstteki epitelden bazal membran ile ayrılan, kan
damarları ve lenfatik damarlardan zengin, gevşek bir bağ dokusu yapısındadır.
Stromanın yüzeyel tabakalarında lenfositler, makrofajlar, plazma hücreleri ve
mast hücreleri yer alır. Bunların dışında yardımcı gözyaşı bezleri olan Krause ve
Wolfring bezleri de bu tabakadadır (13).
9
Anatomik olarak konjonktiva palpebral, fornikseal ve bulber olmak üzere 3
bölümde incelenir (11,13).
Konjonktiva sklerayı örttüğü bulber kısımda çok ince olup, altındaki tenon
kapsülü ile gevşek bağlantılar kurarken; limbusu örttüğü 3 mm’lik kısımda tenon
kapsülüne sıkıca yapışıktır (11,12,13).
1.4.TENON KAPSÜLÜ
Optik sinirden başlayıp korneal limbusa kadar uzanarak göz küresini saran,
ince, fibröz bir dokudur. Konjonktiva ile episklera arasında yer alır. Önde
korneolimbal bileşkede konjonktiva ile birleşerek tek bir membran haline gelir.
Sklerolimbal bileşkede ise episklera ile güçlü yapışıklıklar kurar. Cerrahi
sırasında bu yapışıklığı ayırmak önemlidir. Tenon kapsülü arkaya doğru
gidildikçe incelir ve optik sinir kılıfı ile birleşir.
Tenon kapsülü konjonktiva ile subkonjonktival, episklera ile subtenon
boşlukları oluşturur. Kapsülün kalınlığı kişiden kişiye değişmekle beraber, çocuk
ve erişkinlerde daha kalındır. Bu durum cerrahi sonucunu etkileyen önemli bir
faktördür (14).
1.5.EPİSKLERA VE SKLERA
Sklera, gözün fibröz ve koruyucu dış katıdır. Önde kornea ve arkada optik
sinirin dura kılıfıyla devam eder. Arka yüzünde optik sinir liflerinin geçtiği, elek
şeklindeki lamina kribroza ve kısa silyer arterlerin geçtiği 23 dolayında delik
vardır.
Korneanın aksine, skleradaki kollajen liflerinin düzensiz oluşu ve su içeriğinin
nisbeten yüksek olması (%65-70), skleranın kesif olmasına yol açar.
Skleranın kalınlığı optik sinir yakınında 1 mm, ekvatorda 0,5 mm, rektusların
yapışma yerlerinde 0,3 mm ve kornea çevresinde 0,8 mm’dir.
10
Kornea gibi, sklera da avasküler bir dokudur. Beslenmesi alttaki koroid ve
üstteki episkleradan, inervasyonu uzun ve kısa arka silyer sinirlerden sağlanır.
Sklerada lenfatik damar yoktur.
Skleranın dış yüzünü kaplayan episklera, orta derecede yoğun ve
vaskülarize bir bağ dokusudur. Tenon kapsülüne gevşek şekilde bağlıdır.
Rektus kaslarının yapışma yerinin önünde kalın ve gelişmiş yapıdayken,
ekvatorun gerisine doğru iyice incelerek önemsiz hale gelir (9,15).
1.6. SİLYER CİSİM
Kesiti bir üçgene benzeyen silyer cisim, ön segment ve arka segment
arasında bir geçiş bölgesidir. Tepesi ora serrataya, tabanı ise iris kökü ve
iridokorneal açıya uzanır. Gonyoskopi ile görmek mümkündür. İç yüzü vitre, dış
yüzü sklera ile temas halindedir.
Silyer cisimin temel görevleri hümör aköz salgısı ve akomodasyondur.
Hümör aközün uveoskleral yoldan atılımında da rol oynayabilir.
Uzunluğu 6-7 mm olan silyer cisim, anatomik olarak pars plikata ve pars
plana olmak üzere iki bölümde incelenir. Ora serratadan başlayıp, öndeki silyer
çıkıntılara kadar uzanan pars plana 4 mm uzunluğunda, kabarık olmayan, düz
bir alandır. Limbusdan 3-4 mm geride yer alır. Arka segmente yönelik cerrahi
girişimler için güvenli bir giriş bölgesidir.
Pars plikata ise; 3 mm genişliğinde, 2 mm kalınlığında, 70-80 adet silyer
çıkıntıdan oluşan damarlı bir dokudur ve pars plananın önünde yeralır.
Silyer cisim histolojik olarak; suprasilyer tabaka, stroma, silyer kas, epitel ve
iç limitans zar olmak üzere beş tabakada incelenir. İki kat halinde uzanan epitel
tabakasının dış katı tek sıra pigmentli, kübik hücrelerden oluşur ve arkada retina
pigment epiteli ile devam eder. İç katı ise, tek sıra pigmentsiz hücrelerden
oluşup, arkada nörosensöriyel retina ile devam eder ve hümör aköz yapımından
sorumludur. Epitel tabakasının pigmentli ve pigmentsiz hücreleri, hücre
11
duvarındaki parmaksı çıkıntılar ve sıkı bağlantılar aracılığıyla birbirlerine
tutunurlar. Pigmentsiz epitel hücrelerinin lateral duvarları arasındaki boşluklar,
apikal kısımlarında zonüla okludentler aracılığıyla kan-aköz bariyerini
oluştururlar. Protein gibi büyük molekül ağırlıklı maddeler kan-aköz bariyerini
geçemezler.
Akomodasyondan sorumlu olan silyer kas tabakası da kendi içinde üç
bölüme ayrılır. En dışta longitudinal, ortada radyal ve en içte de sirküler kas
lifleri yer alır. Longitudinal lifler ile skleranın gevşek bağlantıları sonucunda
potansiyel bir boşluk olan suprasilyer aralık meydana gelir. Önde skleral
mahmuzda sonlanan bu liflerin gerilmesi, Schlemm kanalının ve trabeküler ağın
konfigürasyonunu değiştirerek hümör aközün boşalmasını kolaylaştırır.
Silyer cismin beslenmesini arka uzun ve ön silyer arterler sağlar (11,16).
1.7. İRİS
Uvea dokusunun en öndeki komponenti olan iris, kan damarları, kas dokusu,
bağ dokusu ve renginden sorumlu melanositlerle, pigment hücrelerinden oluşur.
Pupil çapını değiştirerek göze giren ışık miktarını kontrol eden iris, aynı
zamanda ön segmenti ön ve arka kamara olmak üzere iki bölüme ayıran bir
diyafram vazifesi de görür.
Histolojik olarak iris, önde mezodermal kaynaklı stroma ve arkada
ektodermal kaynaklı pigment epiteli olmak üzere iki tabakadan oluşur. Pupilla
çevresinden yaklaşık 1,5 mm uzaklıkta yer alan koloret isimli bölüm, irisin ön
yüzünü silyer ve pupiller olmak üzere iki bölüme ayırır.
İris stroması, ön ve arka yaprak olmak üzere iki tabaka halinde incelenebilir.
Ön yaprakta irisin arter halkasından gelen çok sayıda damar bulunurken, arka
yaprak daha çok elastik liflerden oluşur.
İrisin arka yüzünde yer alan pigment epitel tabakası melanin içeren iki hücre
tabakasından oluşur ve arka kamara boşluğu ile temas halindedir. Bu tabaka
geride silyer cismin pigmentsiz epiteli ve nörosensöriyel retina ile devam eder.
12
İrisin stroması ve pigment epiteli arasında, pupil çapını ayarlamaya yarayan
dilatatör ve sfinkter kasları yer alır (11,16).
1.8.ÖN KAMARA AÇISI
Ön kamara açısı ya da diğer adıyla iridokorneal açı, periferal kornea ve iris
kökünün bileşke noktasında oluşur. Hümör aközün ön kamarayı terketmesinde
rol oynayan en önemli anatomik yapıdır. Bu yapı içinde önden arkaya doğru
sırasıyla Schwalbe çizgisi, trabeküler ağ, skleral mahmuz, silyer cisim ve iris
kökü bulunur (17,18,19).
1.8.1. Schwalbe Çizgisi
Descement membranının kornea periferinde sonlandığı noktadır ve
iridokorneal açının ön sınırını oluşturur. Kornea ve trabeküler endotel
hücreleri arasında geçiş zonudur (9,11,19).
1.8.2. Trabeküler Ağ
Ön kamarayı çepeçevre kuşatan trabeküler ağ, hümör aközün %90’ının
boşaltılmasından sorumlu, delikli, elastik ve kollajen doku katmanlarından
oluşmuş bir drenaj yoludur. Temel yapısını oval, yuvarlak ve romboidal
boşlukları çevreleyen, ışınsal tarzda birbirinin üzerine binen fibrosellüler
kirişler oluşturur. Bu kirişlerin merkezinde kollajen ve elastik lifler, çevresinde
amorf madde ve en dışında da hümör aközle temas halinde bulunan, “glass
membran” adı verilen bazal membrana sahip, tek katlı bir endotel tabakası
bulunur (9,18).
Trabeküler ağ profil kesitte üçgen şeklinde bir yapıdır. Tabanını sklera
mahmuzu ve silyer cismin ön yüzü, apeksini Schwalbe çizgisi oluşturur. Dış
kenarı Schlemm kanalı ile temas halindedir (9).
Trabeküler ağın içten dışa doğru üç bölümü vardır:
13
a. Uveal Ağ
Silyer cisimle iris kökünden başlayıp, öne Schwalbe çizgisine doğru
uzanan en içteki bölümdür. Çoğu radyal ilerleyen şerit ya da
kordonlardan oluşan bir ağ şeklindedir. Gözeneklerinin çapı 25-75 μm
arasında değişir. Hümör aköz dışa akım direncinin en düşük olduğu
kısımdır (19,20,21).
b. Korneoskleral Ağ
Skleral mahmuzla, Schwalbe çizgisi arasında; uveal ağın dışında
yeralır. Ağın gözenekleri 5-50 μm arasında değişir. Trabeküler ağın en
geniş kısmıdır (19,20,21).
c. Endotelyal (Jukstakanaliküler, Kribriform) Ağ
Schlemm kanalı ile korneoskleral ağ arasında yer alır ve fibroblasta
benzer hücrelerden oluşur. Hücreler arası boşluklar daha da dardır ve
1-5 μm genişliğindedir. Dışa akım direncinin en yüksek olduğu bölgedir
ve direncin %75’inden sorumludur. Ön kamaradan Schlemm kanalına
doğru sıralanırsa, en içte fibroblastlara benzer trabeküler endotel
hüceleri, bu hücrelerin arasında bağ dokusu, Schlemm kanalı
endotelinin bazal membranı ve Schlemm kanalı endotel hücreleri yer
alır. Bu bölgede ekstrasellüler mesafe fibronektin gibi proteinler ve
glikozaminlerden zengindir (18,21,22).
Trabeküler dokuda üç tip hücre bulunur:
a. Trabeküler Hücreler
Korneoskleral ve uveal ağdaki lamelleri çevreleyerek fagositoz,
doku tamiri ve fibril oluşumunda görev alırlar (18).
b. Kribriform Hücreler
Kribriform ağın ekstrasellüler matriksinin içinde düzensiz şekilde
dağılmış olarak bulunurlar. Burada ekstrasellüler matriks ve fibril
yapımını üstlenirler (18).
14
c. Endotelyal Hücreler
Schlemm kanalının iç duvarını oluşturup, bazal membranın yanısıra
hümör aközün geçeceği mikrokanal, por ve vakuollerin oluşumunda
görev alırlar (18).
1.8.3. Schlemm Kanalı
İç çapı yaklaşık 350-500 μm olan, ön kamarayı çevreleyen, oval kesitli bir
kanaldır. İç duvar; yüzeyini döşeyen tek sıra, non-fenestre endotel ve ince
bir bağ dokusundan oluşur. Endotel tabakasının sınırları belirsiz bir bazal
tabakası vardır. Endotel hücrelerinin lateral duvarları sıkı bağlantılarla
birbirlerine bağlıdır. Hücrelerin hem apikal, hem de bazal yüzeylerinde
mikropinositik veziküller görülür. İntrasellüler dev vakuoller ise,
subendotelyel aralık ile kanal lümeni arasında irtibat sağlarlar. Bu vakuollerin
sayısı ve büyüklükleri göz içi basıncına bağlı olarak değişir (6,9,18).
Kanalın dış duvarı limbus stromasına gömülüdür. Buradan çıkan 25-30
adet kollektör kanalın oluşturduğu derin skleral ağ hümör aközü ön silyer ven
ve episkleral venlere boşaltır. Yaklaşık 12 tane ön silyer ven aköz taşıyan
ince damarlar şeklinde subkonjonktival olarak izlenir ve bunlara aköz venler
adı verilir (9).
1.8.4. Skleral Mahmuz
Gonyoskopide trabeküler ağın hemen altında yer alan beyaz banttır.
Skleranın en ön kamaraya ulaşan en uç uzantısıdır ve silyer adelenin
longitüdinal liflerinin tutunma noktasıdır. Bu özellik, Schlemm kanalının
kollapsını önler ve hümör aközün boşalmasını kolaylaştırır (6,21).
1.8.5. Silyer Bant ve İris Kökü
15
Silyer bant, skleral mahmuz gerisinde iris köküne yakın yerleşmiştir. Tam
açık açı varlığında, iris kökünün silyer cisimle birleştiği yerde koyu
kahverengi bir bant şeklinde görülür. Genişliği irisin yapışma yerine göre
değişir. Hipermetroplarda daha dar, miyoplarda ise daha geniştir.
İris kökü, irisin bittiği yerdir ve bazen uveal trabeküler ağ üzerine ince
uzantılar gönderir (2,20).
1.8.6. Ön Kamara Açısının Gonyoskopik Olarak Değerlendirilmesi
Açı elemanlarının değerlendirilmesi için çeşitli sınıflandırma yöntemleri
geliştirilmiştir. Günümüzde bunlardan en yaygın kabul göreni Shaffer
sistemidir. Shaffer sisteminde ön kamara açısı; iris ön yüzeyi ile
trabekülumun iç yüzeyinden geçen iki hayali çizginin açıklığından görülen
anatomik yapıların durumuna göre 0 ile IV arasında değerlendirilir (Resim 1),
(19,20);
Grade IV (35°-45°)
En alttaki silyer cisim bantının izlenebildiği en geniş açı derecesidir.
Kapanma ihtimali yoktur.
Grade III (20°-35°)
Skleral mahmuzun görülebildiği açık açı görünümüdür. Kapanma
ihtimali yoktur.
Grade II (20°)
Oldukça dar bir açı olup, trabeküler ağ izlenebilir. Kapanmaya
eğilimlidir.
Grade I (10°)
Çok dar bir açı olup, sadece Schwalbe çizgisi ve trabekülumun çok
küçük bir kısmı izlenebilir. Açı kapanma riski çok yüksektir.
Grade 0 (0°)
16
İridokorneal temasın olduğu kapalı açı tipidir. Hiçbir açı elemanı
görülemez. Bu durumda Zeiss gonyolensi ile indentasyon gonyoskopisi
yapılarak açı kapanmasının apozisyonel ya da sineşiyal olup olmadığı
değerlendirilir.
Resim 1: Shaffer Sistemi (20).
1.9.KOROİD
Uveanın retina ve sklera arasında uzanan arka bölümüdür. Optik sinir
çevresinde 0,25 mm, silyer cisme yakın ön kısımda ise 0,10 mm kalınlıktadır.
Yapısal olarak dışta lamina fuska, içte Bruch membranı arasında yer alan 3
damar katından oluşmuştur:
a. Dış damar katı , vorteks venlerine açılan geniş venleri içerir (Haller).
b. Orta damar katı , orta çaplı ven ve arteriyoller ile kollajen ve elastik lifler,
fibroblast ve melanositler ihtiva eder.
c. Koryokapillaris ise, optik diskten ora serrataya kadar düz ve yoğun ağ
oluşturan geniş çaplı (21 μm) ve fenestrasyonlu kapillerlerden ibarettir.
Belirgin sınırlı, lobuler yapılar tarzında olup; merkezinde besleyici arteriyolü
ve periferinde de direne eden venülleri vardır (Sattler).
Koroid dokusu, retina pigment epiteli ve sensöriyel retinanın dış yarısının
beslenmesinden sorumludur (9).
17
1.10.OPTİK SİNİR BAŞI
Optik sinirin göz içi bölümü papilla, optik disk veya optik sinir başı olarak
adlandırılır. Retina gangliyon hücrelerinin aksonlarının toplandığı papilla 1 mm
uzunluğunda ve 1,5 mm çapındadır. Sayıları 800 000 ile 1 200 000 arasında
değişen sinir lifi içerir. Optik sinir, foveolanın yaklaşık 0,8 mm yukarısı ve 3 mm
nazalinde yer alan lamina kribroza içinden geçerek gözü terkeder (9,23).
Optik sinir başı, önden arkaya doğru dört bölümde incelenir:
a. Sinir Lifleri Katı
Gangliyon hücrelerinin aksonları, retinaya bitişik şekilde seyredip
papillada toplandıktan sonra dik açı yaparak prelaminer bölgeye yönelirler.
Bu bölgedeki sinir lifleri miyelin içermez.Ayrıca nöronlar dışında nöroglial
hücreler ve astrositler de burada yer alır. Sinir lifi katının beslenmesi retinal
arteriyollerden sağlanır (9,23,24,25).
b. Prelaminer Bölge
Gangliyonların aksonları ön kısımda bölgenin %90’ını kaplarlar. Arkaya
doğru nöroglial hücreler ve astrositler çoğalır, aksonların oranı azalır. Retina
damarları gliyal kılıf içindedir. Prelaminer bölge koroidle komşudur. Bu
bölgenin beslenmesi peripapiller koroidal damarlardan gelen dallarla olur
(9,23,24,25).
c. Laminer Bölge
Burada skleranın kollajen ve elastik lifleri sinir lifleri demetleri arasına
girerek lamina kribrozayı oluştururlar. Kalınlığı 250 μm ile 750 μm arasında
değişir. Aksonlar burada da miyelinsizdir ve nöroglial destek dokusunun
miktarı en yüksek seviyeye ulaşır. Laminer bölge sklera ile bitişiktir. Bu katın
beslenmesini sağlayan kısa posterior silyer arterlerin sklerayı delerken
verdiği dallar, Zinn-Haller anastomoz halkasını oluşturur (9,23,24,25).
d. Retrolaminer Bölge
18
Optik sinirin başladığı bu bölgede, sinir liflerinin miyelinlenmesine bağlı
olarak çap 3-4 mm’ye çıkar. Burada astrositler yerlerini, miyelini sentezleyen
oligodendrositlere bırakır. Bu bölge kısa posterior silyer arterlerden, pial
arterlerden ve santral retinal arterin santrifugal dallarından beslenir
(9,23,24,25).
2. FİZYOLOJİ
Silyer çıkıntılardan üretilen hümör aköz arka kamaradan pupilla yoluyla ön
kamaraya geçer. Aközün %80 kadarı trabeküler ağ, Schlemm kanalı ve
toplayıcı kanallar yoluyla venöz sisteme direne olur. Buna trabeküler yol denir.
Geri kalan bölümü ise iris ve silyer kastan geçerek suprakoroidal aralığa boşalır.
Bu yola da uveoskleral yol denir. Normal şartlar altında aköz yapımı ile aköz
çıkışı arasında belli bir denge vardır. Bu denge “Goldmann eşitliği” ile sağlanır.
Buna göre;
F = (Po-Pv)C + U veya Po = (F-U)/C + Pv
F: Aköz yapım hızı (μl/dakika)
U: Uveoskleral akım hızı (μl/dakika)
Po: Göz içi basıncı (mmHg)
Pv: Episkleral venöz basınç (mmHg)
C: Trabeküler dışa akım kolaylığı (μl/dakika/mmHg)
Bu formüle göre göz içi basıncı aköz yapımı ile doğru orantılı, dışa atım
kolaylığı ile ters orantılıdır. Göz içi basıncı, episkleral venöz basınç ile doğru
orantılı olarak artar. Göz içi basıncı, uveoskleral akım hızı ile negatif olarak
bağlantılıdır (19).
2.1.HÜMÖR AKÖZÜN YAPIMI
Silyer cismin pars plikatasında yer alan silyer çıkıntılardaki pencereli kapiller
ağdan stromaya sızan plazma, stroma boyunca ilerleyip pigmentli ve pigmentsiz
19
epitel hücrelerinin sıkı bağlantıları arasında birikir. Burada biriken sıvının arka
kamaraya salınması üç yolla olur (19):
1. Diffüzyon
Lipofilik maddelerin, konsantrasyon gradyenti yönünde hücre
membranlarının lipid içeren kısımlarından geçmesine dayanır. Enerji
gerektirmez (19).
2. Ultrafiltrasyon
Silyer çıkıntıların kapillerleri ile arka kamara arasındaki hidrostatik basınç
farkına bağlı olarak suyun silyer epitelden geçmesidir. Enerji gerektirmez
(19).
3. Aktif transport (Sekresyon)
Karbonik anhidraz ve Na+/K+ ATPaz gibi enzimlerin oluşturduğu aktif
metabolik olaylar sonucunda, maddelerin elektrokimyasal gradyentin aksi
yönünde transportudur. Hümör aköz salgısının büyük kısmı bu mekanizma
ile olur. Enerji gerektirir ve hidrostatik basınç farkından bağımsızdır (19,26).
Karbonik anhidraz inhibitörleri, karbonik anhidraz enzimini; beta
adrenerjik antagonistlerse, silyer epiteldeki beta-2 reseptörler üzerinden
Na+/K+ pompasını baskılayarak hümör aköz salgısını azaltırlar (26).
Hümör aközün içeriği plazmaya göre daha hipertonik ve asidiktir (pH: 7,2).
Askorbat, hidrojen, klorid ve laktik asit içeriği daha fazla iken; glukoz, sodyum,
protein ve bikarbonat oranı daha düşüktür (19).
Hümör aközün ortalama olarak yapım hızı 2-3 μl/dakikadır; ancak aköz
salgısının miktarı diurnal olarak değişir ve geceleri daha azdır. Bunun dışında,
kan-aköz bariyerinin bütünlüğü, silyer cismin kan akımı, vasküler dokunun ve
silyer epitelin nörohümoral regülasyonu da hümör aköz salgısını etkiler. Travma
ve inflamasyon, genel anestezikler ve bazı sistemik ajanlar göz içi basıncını
düşürür. Karotid oklüzif hastalığı da hümör aköz salgısını azaltabilir (26).
20
2.2.HÜMÖR AKÖZÜN DIŞA AKIM YOLLARI
Hümör aközün dışa akım kolaylığı 0,22-0,28 μl/dakika/mmHg olup, normal
gözlerde bile büyük değişiklikler gösterir. Dışa akım kolaylığı yaşla azalır ve
cerrahiden, travmadan, ilaçlardan, endokrin faktörlerden etkilenir. Glokom
hastalarındaysa genellikle azalmıştır (26).
2.2.1. Trabeküler Ağ Yolu
Hümör aközün büyük çoğunluğu gözü trabeküler ağ üzerinden terkeder.
Sırasıyla uveal, korneoskleral ve jukstakanaliküler ağdan geçerek Schlemm
kanalına ulaşan hümör aköz, intraskleral aköz venler yoluyla episkleral ve
konjonktival venlere direne olur. Episkleral venler ön silyer ve superior
oftalmik ven yolu ile kavernöz sinüse açılır. Hümör aközün dışa akımına
karşı en yüksek direnç jukstakanaliküler ağda görülür (19,26).
2.2.2. Uveoskleral Yol
Üretilen hümör aközün %20 kadarı iris stroması ve silyer kas içine
girerek suprakoroidal boşluk üzerinden ön kamarayı terk eder. Bu yolla dışa
atım göz içi basıncı ile doğru orantılıdır. Sikloplejik ajanlar, epinefrin,
apraklonidin gibi ilaçlar ve siklodiyaliz gibi cerrahi yöntemler uveoskleral
atılımı arttırırken, miyotikler azaltır (19,26).
2.3.EPİSKLERAL VENÖZ BASINÇ
Ortalama değeri 9±1,6 mmHg olup, episkleral venöz basınçtaki 1 mmHg’lik
artış göz içi basıncının da 1 mmHg yükselmesine neden olur. Bu nedenle
episkleral venöz basıncın yükseldiği çeşitli orbita hastalıklarında, karotid
kavernöz fistül varlığında ve venöz direnajın tıkandığı durumlarda göz içi basıncı
da artabilir (19).
21
2.4.GÖZ İÇİ BASINCI
Ön ve arka kamarayı dolduran hümör aközün kornea ve skleraya yaptığı
basınçtır. Yapılan epidemiyolojik çalışmalarda ortalama 16±3 mmHg olarak
saptanmıştır. Genellikle 10-21 mmHg arasındaki göz içi basıncı normal olarak
kabul edilse de, günümüzde oküler hipertansiyon ve normotansif glokom
kavramlarının tanımlanmasıyla beraber bu değerin kişiye göre değişebileceği
anlaşılmıştır. Bu nedenle artık normal göz içi basıncı yerine, optik sinir başında
hasar oluşturmayacak hedef göz içi basıncı kavramı glokom tedavimizin temeli
haline gelmiştir (19).
Göz içi basıncı sabit bir değer olmayıp kalp atım hızı, solunum siklüsü ve
günün değişen saatlerine göre siklik oynamalar gösterir. Normalde 3-6 mmHg
arasında değişim gösteren diurnal fluktuasyon patolojik durumlarda 10
mmHg’ye kadar çıkabilir. Genellikle sabah erken saatlerde daha yüksek olma
eğilimindedir (19).
3. GLOKOMUN OLUŞUM MEKANİZMASI
Glokomda göz içi basıncının artması teorik olarak iki mekanizma ile olabilir.
Bunlardan ilki hümör aköz yapımının artmasıdır ki; bunun pratikte bir anlamı
yoktur. Esas mekanizma ikinci teori olan, hümör aközün dışa akımının
engellenmesidir. Bu durum dışa akım yolunun farklı bölgelerinde farklı
mekanizmalarla ortaya çıkabilir. Trabeküler disgenezi, iridodisgenezis gibi
konjenital açı anomalileri nedeni ile dışa akım engellenmiş olabilirse de,
temelde görülen iki mekanizma vardır (27):
3.1.AÇIK AÇILI GLOKOM
Gonyoskopik muayenede açının açık olduğunun görülmesine rağmen,
trabeküler sistemin içinde meydana gelen histolojik düzeydeki değişimlere bağlı
olarak göz içi basıncı yükselebilir.
22
Trabeküler dokuda ilerleyen yaşla birlikte trabeküler hücre sayısında azalma
olduğu bilinmektedir. Bu azalma normal bireylerde yılda ortalama olarak 6000
hücre civarında olmaktadır. Böylece 20 yaşında trabeküler dokuda 750.000
hücre varken, 70 yaşında bu sayı 400.000’in altına düşmektedir. Bu değişim
glokom hastalarında daha hızlı ve özellikle trabekülumun iç kısımlarında daha
belirgin olarak meydana gelmektedir. Böylece ilerleyen yaşla beraber, başta
fagositoz olmak üzere trabeküler hücre fonksiyonlarında önemli miktarda kayıp
olmaktadır (18,22).
Elektron mikroskobuyla yapılan çalışmalarda jukstakanaliküler ağ ve
Schlemm kanalı iç duvarında “plak” adı verilen ekstrasellüler bir madde birikimi
saptanmıştır. Yaşla artan plak oluşumunun, glokomlu gözlerde belirgin şekilde
daha fazla olduğu gözlemlenmiş ve bu materyalin direnç artışından sorumlu
olduğu düşünülmüştür. Ayrıca trabekülumun pigment, psödoeksfoliasyon
materyali ve lens materyali gibi değişik maddeler ile tıkanması da dışa akımı
engelleyebilir (18,22).
Trabeküler ağda meydana gelen değişiklikler bir başka nedene bağlı
olmaksızın ortaya çıkıyorsa primer, herhangi bir olay sonucunda ortaya
çıkıyorsa sekonder olarak tanımlanır (18,22).
Psödoeksfoliatif Glokom
Hasta grubumuzun büyük bir bölümünü psödoeksfoliatif glokom vakaları
oluşturmaktadır. İlk kez 1917 yılında Lindenberg tarafından, glokomlu hastaların
gözlerinde, pupil kenarında görülen gri-beyaz iltihabi eksüdalar şeklinde tarif
edilen psödoeksfoliatif materyal; yaşla birlikte görülme sıklığı artan, lens
kapsülü, zonüller, silyer cisim, trabeküler ağ ve göz dışında çeşitli organlarda da
görülen, elektron mikroskobisinde rastgele yerleşim gösteren, amorf bir ara
madde içine gömülü, filaman ve fibrillerden oluşan 10 nm çaplı küçük, ipliksi
cisimciklerdir. Önceleri bu materyalin kaynağının lens kapsülü olduğu
düşünülürken, sonradan bunun ön segmentteki diğer dokulardan da üretildiği
anlaşılmıştır (19,28,29).
23
Psödoeksfoliasyon Sendromu 1/3 oranında bilateraldir. Sıklıkla katarakt ve
glokom birarada görülür. Glokom gelişme sıklığı 5 yılda %5, 10 yılda %15’tir.
Eğer tek gözde glokom gelişmişse, diğer gözde de ortaya çıkma sıklığı 5 yıl
içerisinde %50’dir (19).
Psödoeksfoliatif glokomda göz içi basıncının ilaçla kontrolü primer açık açılı
glokoma göre daha zor olmakta ve görme alanı defektleri daha hızlı
gelişmektedir. Bu nedenle erken glokom cerrahisi düşüncesi gündeme
gelmektedir (19).
Psödoeksfoliasyon Sendromu, katarakt cerrahisinde de dikkat edilmesi
gereken bir husustur. Bu gözlerde sfinkter pupilla atrofisine bağlı olarak
pupillanın dilatasyonu çoğunlukla yetersiz olmakta; zonüler liflerin zayıflamasına
bağlı olarak cerrahi sırasında kapsül ayrılması ve vitreus kaybı sıklıkla
görülebilmektedir (19).
3.2.AÇI KAPANMASI GLOKOMU
Gonyoskopik muayenede açının periferik iris tarafından kapatılmış olduğu
görülür. Bu da primer ya da sekonder bir nedene bağlı olabilir.
Akut açı kapanması glokomunda, ön kamara sığ olup lens-iris diyaframı öne
kaymıştır. Korneanın periferik irise yakınlığı da açı kapanmasını kolaylaştırır.
Genellikle yatkınlığı olan gözlerde, sıklıkla bilateral olarak görülür. Kadınlarda
daha sıktır. Açının total olarak kapanmasına bağlı olarak göz içi basıncı ani ve
ciddi olarak yükselebilir (19).
Kronik açı kapanması glokomu, akut açı kapanması atakları sonrası veya
sinsi olarak göz içi basıncında ani yükselmeler yapmadan açının yavaş yavaş
kapanması ve sineşiler gelişmesiyle seyreder (19).
Plato İris Sendromu ise, pupiller blok ile beraber olmayan nadir bir açı
kapanması glokomu tipidir. Periferik irisin açıya silyer cisim önünde yerleşimi
nedeniyle pupiller dilatasyon sonrası periferik iris açı önünde toplanarak
24
trabeküler dokunun önünü tıkar. Akut açı kapanması glokomundan farklı olarak
ön kamara sığ değildir ve iris bombe olmayıp, oldukça düz yapıdadır (19).
4. GLOKOMUN SINIFLANDIRILMASI
Glokomun, değişik yazarlar tarafından etyolojiye veya göz içi basıncının
yükselme mekanizmasına göre yapılmış farklı sınıflandırılmaları mevcuttur.
Bunlardan birkaç tanesini göz önüne alarak, şöyle bir sınıflama yapmak
mümkündür (19,20,30,31);
1. Primer Glokomlar
1.1. Açık Açılı Glokomlar
1.1.1. Primer açık açılı glokom
1.1.2. Normotansif glokom
1.1.3. Oküler hipertansiyon
1.2. Açı Kapanması Glokomu
1.2.1. Latent açı kapanması glokomu
1.2.2. İntermittant (subakut) açı kapanması glokomu
1.2.3. Akut açı kapanması glokomu
1.2.4. Kronik açı kapanması glokomu
2. Sekonder Glokomlar
2.1. Diğer Oküler Patolojilere Sekonder Glokomlar
2.1.1. Korneal endotel patolojilerine sekonder glokomlar
2.1.1.1.İridokorneal Endotelyal Sendrom
2.1.1.2.Posterior Polimorföz Distrofi
2.1.1.3.Fuchs Endotelial Distrofisi
25
2.1.2. İris ve silyer cisim patolojilerine sekonder glokomlar
2.1.2.1.Pigmenter glokom
2.1.2.2.İridoşizis
2.1.2.3.Plato İris Sendromu
2.1.3. Lens patolojilerine sekonder glokomlar
2.1.3.1.Psödoeksfoliasyon Sendromu
2.1.3.2.Lens kaynaklı açık açılı glokomlar
(Fakolitik ve Fakoanafilaktik glokomlar)
2.1.3.3.Entümessan katarakt ve lens dislokasyonuna bağlı glokomlar
2.1.4. Retina, koroid ve vitreus patolojilerine sekonder glokomlar
2.1.4.1.Retina dekolmanı ve vitreoretinal anomalilere bağlı glokomlar
2.1.4.2.Neovasküler glokom
2.1.5. İntraoküler tümörlerle ilişkili glokomlar
2.2. Sistemik Hastalık ve İlaçlara Sekonder Glokomlar
2.2.1. Yüksek episkleral venöz basınca sekonder glokomlar
2.2.2. Yüksek göz içi basıncı ve glokomla seyreden sistemik hastalıklar
2.2.3. Steroide sekonder glokom
2.3. İnflamasyon ve Travmaya Sekonder Glokomlar
2.3.1. Keratit, episklerit ve sklerite sekonder glokom
2.3.2. Üveite sekonder glokom
2.3.3. Oküler travmaya sekonder glokom
2.3.4. Hemorajiye sekonder glokom
26
2.4. İntraoküler Cerrahi Sonrası Gelişen Glokomlar
2.4.1. Malign glokom (Silyer blok glokomu)
2.4.2. Afaki ve psödofaki glokomları
2.4.3. Epitelyal, fibröz ve endotelyal proliferasyonlara bağlı glokomlar
2.4.4. Korneal cerrahiye sekonder glokomlar
2.4.5. Vitreoretinal cerrahiye sekonder glokomlar
3. Konjenital Glokomlar
3.1. Primer Konjenital Glokom
3.2. Diğer Oküler Konjenital Anomalilerle İlişkili Glokomlar
3.2.1. Ön kamara açı anomalileri ile ilişkili glokomlar
3.2.1.1.Axenfeld Sendromu
3.2.1.2.Rieger Sendromu
3.2.1.3.Peter’s Anomalisi
3.2.2. Aniridi
3.3. Ekstraoküler Konjenital Anomalilerle İlişkili Glokomlar
3.3.1. Sturge-Weber Sendromu
3.3.2. Marfan Sendromu
3.3.3. Nörofibromatozis
3.3.4. Lowe Sendromu
3.3.5. Konjenital Rubella
27
5. GLOKOMATÖZ HASARIN PATOGENEZİ
5.1.OPTİK SİNİR BAŞI DEĞİŞİKLİKLERİ
Optik disk başında çukurlaşma ya da fizyolojik çukurlukta genişleme,
damarlarda dirseklenme ve itilme, renk değişimi, hemorajiler ve sinir lifi
tabakasında atrofi glokoma ait tipik bulgulardır (32,33).
Glokomda görülen sinir harabiyetinin diğer optik nöropatilerden farkı, retina
gangliyon hücre aksonları ile beraber glial doku kaybı da olmasıdır (19). En
erken değişiklikler lamina kribroza seviyesinde başlar. Lamina kribroza, optik
sinir liflerinin içinden geçerek gözü terkettiği 10 kadar paralel laminadan oluşur.
Sinir liflerinin geçebilmesi için üzerinde yaklaşık 500-600 tane delik vardır. Bu
deliklerin çapları üst ve alt kutupta daha büyüktür ve daha az miktarda bağ
dokusu içerir. Bu nedenle glokomda artan basınca karşı direnç üst ve alt
kutuplarda daha zayıftır ve sinir harabiyeti önce bu bölgelerde başlar. Sonuçta
glokom için tipik olan kum saati şeklinde sinir harabiyeti ortaya çıkar (34).
Optik sinir başındaki hasarın mekanizması konusunda pek çok teori öne
sürülmüştür ve halen tartışılan bir konudur.
5.1.1. Mekanik Teori
İlk defa 1858 yılında Müller tarafından ortaya atılan bu teoride, yüksek
göz içi basıncına bağlı olarak skleral duvarda oluşan gerilim, bağ dokusu
desteğinin daha az olduğu lamina kribrozanın üst ve alt kutuplarında
distorsiyona ve arkaya doğru çukurlaşmaya neden olur. Lamina kribrozada
oluşan distorsiyon lateral genikülat nükleusa doğru olan aksoplazmik akımı
bozar ve optik atrofiye yol açar (19).
5.1.2. İskemi Teorisi
28
Glokomatöz hasarın her zaman yüksek göz içi basınçlarında ortaya
çıkmaması ve göz içi basıncının düşürülmesine rağmen optik nöropatinin
devam edebilmesi, yüksek göz içi basıncı dışında başka faktörlerin de
glokomun patolojisinde rol oynadığını düşündürmektedir. Etkili olabileceği
düşünülen mekanizmalar; optik sinir başının perfüzyon bozukluğu, anormal
vasküler rezistans, sistemik hipotansiyon ve diğer faktörlerdir (19).
Optik sinir başını besleyen damarlardaki perfüzyon basıncının düşüklüğü
doku beslenmesini etkiler ve akson atrofisine neden olur. Optik sinir başının
perfüzyon basıncı, pratikte ortalama arteriyel basınç ile göz içi basıncının
farkına eşittir;
PP = OAB – GİB
PP: Perfüzyon Basıncı
OAB: Ortalama Arteriyel Basınç
GİB: Göz İçi Basıncı
Oküler kan akımı ise perfüzyon basıncı ve vasküler rezistans ile yakından
ilişkilidir;
Kan akımı = PP/R = (OAB – GİB)/R
Yani oküler kan akımı, perfüzyon basıncı ile doğru, vasküler rezistans ile
ters orantılıdır (19).
Retinal dokulardaki kan akımı, santral sinir sisteminde olduğu gibi
sempatik sinir sisteminden bağımsız olarak otoregülasyon adı verilen lokal
(nitrik oksit, prostoglandinler, endotelin ve renin-anjiyotensin sistemi) ve
metabolik faktörlerle idare edilir. Sağlıklı bir gözde göz içi basıncının 30-35
mmHg değerlerine kadar otoregülasyon normal bir şekilde sürer. Glokom
olgularının migren ve Reynaud Fenomeni gibi hastalıklarla sıklıkla beraber
görülmesi, etyolojide vazospastik bir komponentin de rol oynayabileceğini
düşündürmektedir (19).
29
Sistemik hipotansiyon da perfüzyon basıncını düşüren önemli bir risk
faktörüdür. Normotansif glokom olgularında ambulatuvar olarak kan
basıncının monitörize edilmesi sonucunda, noktürnal diastolik kan
basıncında ciddi düşüşler saptanmıştır (19).
5.1.3. Apoptozis Teorisi
Apoptozis; nekrozdan farklı olarak inflamasyonla beraber olmayan,
genetik olarak programlanmış hücre ölümüdür. Apoptozisin oluşumunu
sağlayan nörotoksik eksitotoksinlerden birisi olan Glutamat, glokomlu
olguların vitreusunda yüksek düzeyde saptanmıştır. Yine yapılan
çalışmalarda glokomlu olguların gangliyon hücrelerinde immunoglobulin
birikimlerine rastlanmıştır. Bu bulgular retina gangliyon hücrelerinin,
apoptozis tipi hücre ölümüne uğradığı fikrini desteklemektedir (19).
Günümüzde sinir lifi tabakasının kalınlığını ve optik sinir başının topografik
özelliklerini gösteren Heidelberg Retinal Tomografi (HRT), Sinir Lifi Tabakası
Analiz Cihazı (GDx), Optik Koherans Tomografisi (OCT), Retinal Kalınlık Analizi
Cihazı (RTA) gibi yeni görüntüleme yöntemlerinin geliştirilmiş olması, optik
sinirdeki glokomatöz değişimleri daha erken ve daha objektif olarak tespit
edebilmeyi mümkün hale getirmiştir (35).
5.2.GÖRME ALANI DEĞİŞİKLİKLERİ
Görme alanı; “karanlık bir deniz ile çevrelenmiş görme adası” olarak
tanımlanabilen, sınırları üstte 50°, nazalde 60°, altta 70°, temporalde 90° olan
üç boyutlu bir yapıdır (Resim 2). Görme alanı, “izopter” denilen aynı eşik
değerine sahip noktaların birleştirilmesiyle elde edilen konsantrik alanlardan
oluşur. “Skotom” görme alanı içinde çevresinden daha düşük retinal duyarlılığa
sahip alanlardır. Skotomlar maksimum stimulusla dahi algılanamayan “absolü
skotom” ve normalden daha güçlü stimuluslarla algılanabilen “rölatif skotom”
olmak üzere ikiye ayrılır. “Kör nokta” fiksasyonun hemen temporalindeki 10°-
20°’lik alanda yer alan absolü bir skotomdur (19,20).
30
Resim 2: Üç boyutlu görme alanı tepeciği (19).
Gerek periferik, gerekse santral görme alanları perimetrik yöntemlerle
taranmaktadır. Perimetrik muayene, uyaran ışığın hareketine göre kinetik veya
statik olarak yapılabilir. Kinetik perimetrede uyaran ışığın şiddeti sabit, uyaran
hareketli; statik perimetrede ise uyaran ışığın şiddeti değişken, uyaranın yeri
sabittir (36,37).
Görme alanı ölçümleri yıllarca kinetik ve manuel bir yöntem olan Goldmann
perimetrisi ile yapılmıştır. 1970’lerden sonra ise Goldmann perimetresinin yerini
statik prensiple çalışan otomatik perimetreler almıştır. Otomatik perimetrilerde
santral ve periferik görme alanı muayeneleri kısa sürede, güvenilir ve objektif
olarak yapılabilmektedir (36,37).
31
Resim 3: Retinal sinir liflerinin dağılımı (20).
Glokomda retina ganglion hücreleri ve sinir liflerindeki hasarın sonucu olarak
görme alanında çeşitli bozukluklar ortaya çıkar. Glokomda görülen glokomatöz
görme alanı defektleri şöyle sıralanabilir (19,20);
5.2.1. Lokalize Defektler
Optik sinir başını oluşturan sinir liflerinin retinada oluşturdukları anatomik
yapıya uygun olarak lokalize görme alanı kayıpları ortaya çıkar (Resim 3).
5.2.1.1.Parasantral Defektler
Arkuat ve Bjerrum alanı denilen bölge içinde oluşan defektlerdir
(Resim 4-A). Bu bölge optik sinirin üst ve alt bölgesinden giren sinir
liflerinin retinada izledikleri seyre uygun bir konfigürasyon gösterir.
Bjerrum alanı fiksasyon alanına temporalde 10°-20°, nazalde 2°-25°
kadar uzanır.
Erken glokomatöz harabiyet bu arkuat bölgede özellikle üst yarıda
görülen bir veya iki lokalize defekt ya da parasantral skotomlar şeklinde
32
ortaya çıkar (Resim 4-B). Erken defektler kör nokta ile bağlantılı
değildir. Nadiren bu erken defektler kör nokta ile birleşerek “Seidel
Skotomu” adını alırlar (Resim 4-C).
5.2.1.2.Arkuat veya Bjerrum Skotomu
İzole parasantral skotomlar glokomun geç evresinde genişleyerek
kör noktadan başlayıp makula çevresinden dolanarak nazalde
fiksasyonun 5° yakınına doğru ilerlerler ve “arkuat skotom” veya
“Bjerrum skotomu” adını alırlar (Resim 4-D). Alt ve üst arkuat skotomlar
birleşerek halka veya çift arkuat skotomları oluştururlar. Son dönemde
sadece küçük bir santral ve temporal görme adacığı kalır.
5.2.1.3.Nazal Basamak
Retinanın üst ve alt yarısında sinir lifi harabiyeti her zaman aynı
hızda seyretmez. Bu lifler yatay meridyende birleşmediklerinden, sinir
lifi defektleri temporal yarıda üst ve alt kadranın birleşme yerinde
basamak şeklinde bir yapı oluştururlar. Görme alanında nazal basamak
olarak algılanır. Santral ve periferik olmak üzere iki tiptir.
5.2.1.4.Temporal Sektör Defekt
Retinanın nazal bölgesinden gelen sinir lifleri direkt olarak
geldiklerinden kör noktanın temporalinde sektör şeklinde defektlere
neden olurlar. Daha ileri dönemde ortaya çıkarlar.
5.2.2. Diffüz Defektler
Daha az spesifik olmasına karşın generalize duyarlılık kaybı veya nazal
kontraksiyon şeklinde ortaya çıkabilirler. Aynı tip defektler miyozis (3 mm
altında pupilla), medya opasiteleri, diffüz retinal hastalıklar ve düzeltilmemiş
refraksiyon kusurları ile de ortaya çıkabilir.
33
5.3.UVEA DEĞİŞİKLİKLERİ
Glokomun tüm tiplerinde uveal dokuya ait değişiklikler görülebilir. Göz içi
basıncı oftalmik arterdeki basınca yaklaştığında, irisin kan dolaşımı bozulmaya
başlar. Öncelikle ön ve uzun arka silyer arterlerden beslenen iris sfinkterinin
iskemisi sonucunda pupilla dilate olmaya başlar. Daha sonra iskeminin
uzamasıyla iris stromasında incelme ve depigmentasyon görülür. İleri olgularda
iris uniform olarak incelmiş ve atrofiktir. Vasküler skleroz sonucunda pigment
tabakasında ektropium meydana gelir. Pigment epitel hücrelerinin
parçalanmasıyla açığa çıkan pigmentler endotelde ve açıda birikirler. Silyer
cismin silyer çıkıntıları retrakte olur; müsküler atrofi ve fibröz doku gelişimi ile
silyer cisim düzleşir. Sonuçta yaygın uveal anjioskleroz ve atrofi gelişir (22).
5.4.RETİNA DEĞİŞİKLİKLERİ
Göz içi basıncının yükselmesinden en önce ganglion hücreleri etkilenir ve
atrofi gelişir. Hem mekanik, hem de iskemik etki ile sinir lifi tabakasında
dejenerasyon oluşur. Pigment epiteli uzun süre yüksek basınca direnç gösterse
bile, zaman içinde bu hücreler de parçalanarak retina içine doğru pigment
migrasyonuna yol açarlar (22).
34
Resim 4: Lokalize görme alanıdefektleri (19).
A. Bjerrum alanıB. Superior parasantral skotomC. Seidel skotomuD. Tamamlanmamış Bjerrum
(arkuat) skotomu
5.5.KORNEA, SKLERA VE LENS DEĞİŞİKLİKLERİ
Akut göz içi basıncı yükselmesi veya çok yüksek seviyelerdeki göz içi
basıncı ile seyreden klinik tiplerde korneada değişik derecelerde görülen ödem,
en önemli klinik bulgudur. Endotel fonksiyonu bozuk olan gözlerde bu daha
belirgin ve ciddi olur.
Sklera değişiklikleri yaşa bağlı olarak ortaya çıkar. İnfantlarda skleranın
uniform olarak genişlemesiyle “buftalmi” gelişir.
Lenste yüksek göz içi basıncı ile beraber katarakt gelişebilir. Glokoma
spesifik “glaucom flecken” ise, ancak çok yüksek basınca maruz kalan gözlerde
görülür. Bunlar lens epitelini ve komşu ön korteksi tutan gri beyaz opasitelerdir
(22).
6. TEDAVİ
Genel olarak, glokom tedavisinin amacı şu şekilde özetlenebilir: hastanın
tahmin edilen yaşam süresi boyunca, normal faaliyetlerini engellemeden, makul
bir maliyetle, minimum yan etkiyle ya da hiç yan etki olmadan bireyin
ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde görme fonksiyonunun korunmasıdır (38).
Resim 5: “Kim tedavi edilmeli” grafiği (39).
35
Ganglion hücre kaybı ve buna bağlı fonksiyonel bozulma oranı herkeste
farklıdır ve risk faktörlerinin değişmesine bağlı olarak aynı gözde de farklılık
gösterebilir. Yaşam kalitesini korumak için, hastalar önemli fonksiyonel bozukluk
eşiğinin üzerinde kalmalıdırlar. Yukarıdaki şekilde (Resim 5) A çizgisi tek başına
yaşlanmanın görme fonksiyonu üzerine etkisini tanımlamaktadır. C, D ve E
çizgileriyle tanımlanan hastalar başarıyla tedavi edilmedikleri taktirde
ömürlerinin bir döneminde önemli fonksiyonel bozukluk sınırını aşarak “sakat”
kalacaklarken; B çizgisiyle tanımlanan hasta, hastalığının kötüleşmesine
rağmen tedaviye ihtiyaç duymayacaktır. Bu nedenle hastalığın progresyon hızını
saptamak tedavinin önemli bir parçasıdır (39).
Glokomun mümkün olan tedavi şekilleri arasında göz içi basıncı düşüşü,
oküler kan akımının iyileştirilmesi ve doğrudan nöron korunması bulunmaktadır.
Hali hazırda görme fonksiyonunu koruma konusunda etkisi kanıtlanmış tek
yaklaşım göz içi basıncının düşürülmesidir (39). Ancak her hasta için güvenli
olacak tek bir göz içi basıncı değerinin olmaması “hedef göz içi basıncı”
kavramını gündeme getirmiştir. Hedef göz içi basıncı; uygulanan tedavilerle
glokomun daha ileri olumsuz etkilerine engel olacak ortalama göz içi basıncının
tahminidir. Tedaviden önceki göz içi basıncının düzeyine, göz içi basıncının
gösterdiği dalgalanmalara, teşhis sırasındaki görme alanı hasarının düzeyine,
glokomatöz hasarın progresyon hızına, hastanın yaşına, hastanın beklenilen
ortalama yaşam süresine ve diğer risk faktörerinin varlığına bağlı olarak tanı
anındaki göz içi basıncının %20, %30 veya %40 düşürülmesi ile hedef göz içi
basıncı belirlenir ve buna ulaşmak için gerekli olan tedavi yöntemleri seçilir (40).
Göz içi basıncını düşürmeye yönelik tedavi yöntemlerini medikal tedavi,
lazer tedavisi ve cerrahi tedavi olmak üzere üç grupta toplamak mümkündür.
Hastaların büyük çoğunluğunu oluşturan primer açık açılı glokom olgularında
genellikle ilk tedavi seçeneği medikal tedavi olmaktadır. Medikal tedavinin
başarısız olması halindeyse, lazer tedavisi ve cerrahi tedavi sırasıyla
uygulanmaktadır (41).
36
Günümüzde cerrahi tedavi yöntemlerinin gelişerek daha güvenli hale
gelmesi ve cerrahi başarıyı etkileyen faktörlerin anlaşılması sonucunda bu
geleneksel tedavi sıralaması artık tartışılır hale gelmiştir. Yapılan çalışmalar ilk
tedavi olarak cerrahi tedavinin seçildiği olgularda görme alanı kayıplarının,
medikal tedavinin başarısız olması halinde cerrahi tedavi uygulanan olgulara
göre daha az olduğunu göstermektedir. Bu nedenle yazarların bir kısmı yeni
tanı konulan olgularda medikal tedaviyle vakit kaybedilmeden cerrahi
uygulanmasının gerektiği fikrini savunmaktadır. Ayrıca çoklu medikal tedavide
hasta uyumunun azalması, tedavi masraflarının yükselmesi ve uzun süreli
topikal ilaç kullanımına bağlı konjonktivada görülen histopatolojik değişikliklerin
cerrahi başarısını olumsuz etkilemesi de bu görüşü desteklemektedir
(41,42,43).
Bu görüşe katılmayan yazarlar ise; azalmış bile olsa cerrahi tedavinin halen
ciddi mortalite ve morbidite riski taşıdığını söyleyerek, ilk tedavi seçeneğinin
cerrahi olması halinde, medikal tedavi veya lazer tedavisiyle başarılı
olunabilecek %50’ye varan hasta grubunun gereksiz yere riske atılacağını öne
sürmektedir (41).
6.1.MEDİKAL TEDAVİ
Glokomda en sık tecih edilen tedavi yöntemidir. Göz içi basıncı hümör aköz
yapımı ve çıkışına olan direncin bileşkesi olarak ortaya çıkmaktadır. Glokom
tedavisinde kullanılan ilaçların etki mekanizmaları da bu noktadan hareketle
hümör aközün yapımını azaltmak veya dışa akımına karşı olan direnci
zayıflatmak şeklindedir. Glokom tedavisi için kullanılan ilaçları etki
mekanizmalarına göre şu şekilde sınıflandırmak mümkündür (16);
1. Direnci düşüren ilaçlar
a. Parasempatomimetikler
b. Sempatomimetikler
c. Prostoglandin analogları
37
2. Yapımı azaltan ilaçlar
a. Sempatomimetikler
b. Sempatolitikler (Beta blokerler)
c. Karbonik anhidraz inhibitörleri
3. Hiperozmotikler
6.1.1. Parasempatomimetikler
Parasempatomimetik ilaçlar direkt etkili kolinerjik agonistler ve indirekt
etkili kolinesteraz inhibitörleri olmak üzere iki grupta incelenirler. En sık
kullanılan direkt etkili ilaç pilokarpindir. Karbakol ise hem direkt, hem de
indirekt etki mekanizmasına sahiptir. Etki sürelerinin uzun, yan etkilerinin
fazla olması nedeniyle kullanımı sınırlı olan indirekt etkili ajanlara örnek
olarak ekotiyofat ve demekaryum bromür verilebilir (44).
Parasempatomimetik ajanların etkisi silyer kasın kasılmasıyla ortaya
çıkar. Gerilen silyer kas, skleral mahmuzu çekerek trabeküler ağın yapısını
değiştirir ve trabeküler yoldan dışa akımı arttırır. Ayrıca miyozis yapıcı
etkisiyle periferik irisin trabeküler ağdan uzaklaşmasını sağlar. Bu özelli
nedeniyle açı kapanmasında kullanımı endikedir (44).
Hayvanlarda yapılan deneysel çalışmalarda, parasempatomimetik
ajanların uveoskleral yoldan dışa akımı azalttığı gösterilmiştir. Bu etkinin
nedeni tam olarak bilinmemektedir. Bu yüzden trabeküler akımın kısıtlı
olduğu hastalarda kullanılmamalıdırlar. Kan-aköz bariyerini bozabildikleri için
üveitik ve neovasküler glokomda da kullanılmaları önerilmez (44).
6.1.2. Sempatomimetikler
Adrenalin ve dipivefrin alfa ve beta uyarı ile etki ederler (non-selektif
adrenerjik agonistler). Alfa agonist etkileri ile hümör aközün hem trabeküler,
38
hem de uvoskleral yoldan dışa akımını arttırırlar. Beta agonist etki ile
önceleri hümör aköz yapımını arttırsalar da, kronik kullanım sonucunda
azaltarak göz içi basıncını düşürürler. Bir adrenalin ön ilacı olan dipivefrinin
korneal penetrasyonu adrenalinden daha yüksektir. Bu sayede daha düşük
dozlarda etkili olmakta ve daha az yan etki göstermektedir (19,44).
Alfa2-adrenerjik agonist olan apraklonidin hidroklorid, c-AMP üretimini
inhibe ederek hümör aköz yapımını azaltır. Kronik kullanımı allerjik yan
etkileri nedeniyle sınırlı olmakla beraber, lazer uygulamalarında ve katarakt
cerrahisinden sonra erken dönemde görülen göz içi basıncı yükselmelerinde
kullanılır. Ülkemizde kullanımı nisbeten daha yeni olan diğer bir alfa2-
adrenerjik agonist brimonidine ise apraklonidinden 28 kez daha selektiftir ve
sistemik yan etkileri daha düşüktür (19).
Ilımlı midriyatik etkileri nedeni ile sempatomimetikler dar açılı
glokomlarda kontrendike olup, yine aynı etki ile neovasküler ve üveitik
glokomlarda rahatlatıcıdırlar (19).
6.1.3. Prostoglandin Analogları
Prostoglandinlerin görevi, inflamasyon sürecinde dokuların verdiği
cevabı düzenlemektir. Oküler inflamasyonlarda görülen hipotoni,
prostoglandinlerin göz içi basıncını düşürdüğü fikrini gündeme getirmiştir.
Prostoglandinlerin etki mekanizması uveoskleral dışa akımın arttırılmasıyla
olur. Günümüzde prostoglandin F2α türevi olan bimatoprost, latanoprost,
travoprost ve unoprostone kullanılmaktadır.
İnflamasyonu arttırıcı etkileri olduğundan, afakik ve psödofakik
hastalarda kullanılmaları halinde kistoid maküla ödemi açısından dikkatli
olunması gerekir. Yine aynı etkiye bağlı olarak üveitik hastalarda ve herpetik
keratit hikayesi olan hastalarda kullanılmaları önerilmez. Bunların dışında
39
prostoglandin analoglarının iris renginde değişiklik, kirpik uzunluğunda ve
sayısında artma gibi kendilerine has yan etkileri de mevcuttur (45,46).
6.1.4. Sempatolitikler (Beta Blokerler)
Günümüzde glokom tedavisinde en yaygın kullanılan ilaç grubudur. Tek
başlarına etkileri çok iyi olmakla birlikte, diğer ilaçlarla kombinasyonları
basınç kontrolünde gerekebilmektedir (19).
Adrenerjik beta reseptörler kalp kasında (beta-1) ve bronş kaslarında
(beta-2) bulunurlar. Uyarıldıklarında taşikardi, kalp çıktısında artış (beta-1)
ve bronkodilatasyon (beta-2) yaparlar. Beta-1 blokajı bradikardiye ve beta-2
blokajı bronkospazma yol açabilmektedir. Bronkospazm yapması özellikle
astım hastalarında önem kazanır ve bu hastalarda kontrendikedir (19).
Beta-1 ve beta-2 reseptörlerini beraber bloke eden ajanlar (non-selektif
beta blokerler) göz içi basıncını beta-1 ve beta-2 reseptörlerini izole bloke
edebilen ajanlara (kardiyoselektif beta blokerler) göre daha etkin olarak
düşürürler. Bu nedenle kardiyoselektif blokerler göz içi basıncını düşürmede
yetersiz kalırsa, selektif olmayan tipte beta blokerlere geçmek veya kombine
tedavi uygulamak gerekebilir. Ayrıca bazı beta blokerlerin alfa agonist etkileri
de vardır ve bu duruma intrensek sempatomimetik aktivite denir (19).
Tüm beta blokerler direkt etki ile silyer cisimden hümör aköz yapımını
azaltırlar. Ayrıca kısmen episkleral venöz basıncı azaltıcı etkileri de vardır.
Tüm glokom tiplerinde kullanılabilirler. Pilokarpin, karbonik anhidraz
inhibitörleri ve alfa reseptör blokerleri ile additif etkileri iyidir (19).
Timolol, levobunolol ve metipranolol günümüzde kullanılan non-selektif
beta blokerlere örnektir. Betaksolol ise beta-1 selektif beta blokerdir ve
kronik obstrüktif akciğer hastalığı olanlarda tercih edilmelidir (16,19).
Non-selektif beta bloker olan carteolol ise, intrensek sempatomimetik
aktiviteye sahiptir. Ayrıca gözdeki adrenerjik reseptörlere olan afinitesi,
40
kardiyopulmoner sistemdekilere göre daha yüksek olduğundan bradikardi,
hipotansiyon ve nefes darlığı gibi yan etkiler daha az olarak görülmektedir
(16,19,20).
6.1.5. Karbonik Anhidraz İnhibitörleri
Sulfonamid derivesi olan karbonik anhidraz inhibitörleri direkt olarak
silyer cisimdeki karbonik anhidraz enzimini inhibe ederek ve daha az oranda
etkili olmakla beraber metabolik asidoz yaratarak hümör aköz salgısını
azaltırlar. Asetazolamide, diklorfenamide, metazolamide sistemik;
dorzolamide ve brinzolamide topikal etkili karbonik anhidraz inhibitörleridir
(19,44).
Sistemik karbonik anhidraz inhibitörlerinin elektrolit kaybı ve metabolik
asidoza bağlı olarak dudaklarda ve parmaklarda karıncalanma, depresyon,
kilo kaybı, karın ağrısı, bulantı, kusma, diyare, böbrek taşı oluşumu ve
Stevens Johnson Sendromu gibi ciddi yan etkileri vardır. Bu yüzden glokom
krizleri, cerrahi sonrası gelişen glokom ve ani göz içi basıncı artışı görülen,
kısa süre tedavi gerektiren sekonder glokomlar dışında kullanımı önerilmez.
Yüksek dozda ve uzun süre kullanılması gerektiğinde ise, potasyumdan
zengin diyet veya potasyum preparatları ile takviye yapılması gerekir (19).
Son yıllarda kullanıma giren topikal karbonik ahidraz inhibitörleri
korneadan penetre olup lokal etki ile hümör aköz yapımını azaltırlar. Tek ilaç
olarak kullanılabildikleri gibi beta blokerlerle kombine kullanımları da
yaygındır. Gözde batma hissi, süperfisyal punktat keratit, kornea kalınlığında
artış ve bulanık görme gibi yan etkileri olabilir (19).
6.1.6. Hiperosmotikler
Göz içi basıncının ani artışlarında kullanılan hiperozmotik ajanlar kan
ozmolaritesini arttırarak, kan ve vitreus arasında ozmotik gradyent
oluştururlar. Ozmotik gradyent yönünde vitreustan sistemik dolaşıma sıvı
çekilmesiyle göz içi basıncında düşüş sağlarlar (44).
41
Hiperozmotik ajanların etkinlikleri, zamanla vitreus ve hümör aköz içine
dağılmaları sonucunda ozmotik gradyentin bozulması nedeniyle geçicidir. Bu
durum özellikle kan-aköz bariyerinin bozulmuş olduğu neovaskülarizasyona
ve inflamasyona sekonder glokomlu gözlerde çok daha hızlı olmaktadır (44).
Yan etkileri arasında baş ağrısı, konfüzyon, sırt ağrısı, akut konjestif kalp
yetmezliği, miyokardiyal infarktüs sayılabilir. Bu tip yan etkiler intravenöz
kullanılan mannitolde, oral kullanılan izosorbid ve gliserine göre daha sık
görülmektedir. Ayrıca gliserin glikoz ve keton cisimlerine metabolize
olduğundan, diabetik hastalarda ketoasidoz komasına yola açabilir (44).
6.2.LAZER TEDAVİSİ
Glokomda fotokoagülasyon tedavisi ilk kez 1956’da Meyer-Schwickerath’ın
afakik gözlerde xenon ark fotokoagülatör kullanarak iridektomi yapmasıyla
başlamıştır. 1979’da Wise ve Witter açık açılı glokom kontrolünde argon lazerin
yeri ile ilgili çalışmalarıyla glokomda lazer tedavisini başlatmışlardır. 1981
yılında Schwartz, Wilensky ve Jampol’ün araştırmalarıyla lazer uygulamaları
onaylanmış ve glokom tedavisinin standart yöntemlerinden birisi olarak kabul
edilir olmuştur (14).
6.2.1. Lazer İridotomi
Primer açı kapanması glokomunun engellenmesinde veya akut açı
kapanması glokom krizinin tedavisinde, pupiller blok ile seyreden tüm
sekonder glokom olgularında ve malign glokomda uygulanan bir lazer
cerrahi metodudur. Amaç pupiller blok nedeniyle arka kamarada biriken ve
periferik irisi öne doğru iten hümör aközün ön kamaraya geçişini sağlayacak
alternatif bir yol oluşturmaktır. Nd:YAG veya argon lazer kullanılarak
yapılabilir (19,47,48).
6.2.2. Lazer Trabeküloplasti
42
Medikal tedavinin yeterli olmadığı hasta grubunda cerrahiye alternatif
olarak düşünülmüş ve yaygın kullanım alanı bulmuştur. Gonyolens
yardımıyla pigmentli ve pigmentsiz trabeküler ağ arasındaki sınır üzerinde
yan yana yanıklar oluşturularak dışa akımda artış sağlanır. Lazer
trabeküloplasti için en çok argon ve diod lazerler kullanılmakla beraber,
bunlara alternatif olarak kırmızı ve mor ötesi dalga boylarında sürekli dalga
lazerleri ve son zamanlarda Q-switched, frequency doubled Nd:YAG (532
nm) sistemi de kullanılmaktdır. (19,20,48).
Lazer trabeküloplastinin etki mekanizması, trabeküler ağın yüzeyinin
büzüşmesiyle porların genişlemesi ve dışa akımın kolaylaşması şeklinde
özetlenebilir. Oluşan mikroskarların arada kalan trabeküler dokuda
genişleme yapması yanında, hücre fizyolojisi düzeyinde glikozaminoglikan
biyosentezinde, timidin alınımı ve dönüşümünde, fibronektin düzeyinde
değişiklikler yaptığı da düşünülmektedir (49).
Lazer trabeküloplasti ile başarı oranı çocuklarda, gençlerde ve sekonder
glokomlularda çok düşüktür. Pigmenter ve psödoeksfoliatif glokomda ise
primer açık açılı glokoma göre biraz daha başarılıdır (19).
6.2.3. Lazer İridoplasti
Termal etki kullanılarak irisin dokusunun kontraksiyonu ile periferik irisin
düzleştirilmesi işlemidir. Plato iris sendromunda ve nanoftalmusta kapalı
olan açıyı açmak için; açının dar olduğu durumlarda lazer trabeküloplasti
öncesi trabeküler ağın daha rahat görüntülenmesini sağlamak için kullanılır
(48).
6.2.4. Siklofotokoagülasyon
Filtrasyon cerrahisinin başarısız olma ihtimali varsa, başarısız olmuşsa
veya hasta cerrahi tedavi için uygun değilse tercih edilir. Direnaj
implantlarına alternatif de olabilir. Etki mekanizması silyer cismin tahrip
edilerek hümör aköz salgısının azaltılmasına dayanır. Başlıca üç yolla
yapılabilir (47,48);
43
6.2.4.1.Trans-skleral
Nd:YAG lazer ya da diod lazer kullanılarak, biyomikroskobik
sistemde temas etmeden veya fiberoptik el probu vasıtasıyla
konjonktivaya temas ederek uygulanır.
6.2.4.2.Endoskopik
Lazer teknolojisiyle birleştirilmiş endoskopik tetkikler, transpupiller
yolla kolayca görülemeyen silyer çıkıntıların fotokoagulasyonuna olanak
tanır. Endoskopik girişim fiberoptik prob kullanarak limbustan ya da
pars planadan yapılır. Argon ya da diod lazer kullanmak mümkündür.
6.2.4.3.Transpupiller
Bu işlem yalnızca aniridi vakalarında, geniş bir cerrahi iridektomi
varlığında veya geniş periferik anterior sineşiye bağlı olarak irisin öne
doğru çekildiği durumlarda mümkündür. Bu işlem için de argon ya da
diod lazer kullanılabilir.
6.3.CERRAHİ TEDAVİ
6.3.1. Glokom Cerrahisinin Tarihçesi
Glokomlu gözlerde göz içi basıncını düşürmek için cerrahi girişim
denemeleri 19. yüzyılda başlamıştır. İlk olarak 1830 yılında Mackenzie
“skleral delme” yöntemi ile sklerotomi ve parasentez yaparak göz içi
basıncını düşürmeyi denemiş, ancak elde ettiği sonucun geçici olduğunu
görmüştür. 1857 yılında Critchett limbal bir yara ağzı oluşturup, irisi
kesmeden dışarı çıkarmış ve bu işlemi “iridodesis” olarak tanımlamıştır.
1869 yılında Von Graefe periferik iridektomili gözlerin bir kısmında
44
transparan kese tarzında çıkıntılar saptamış, ancak bu oluşumların filtrasyon
blebi olduğunun farkına varamamıştır. Yine aynı yıl De Wecker filtrasyon için
iris yerine skleraya girişimde bulunarak “anterior sklerotomi” yöntemini
geliştirmiştir. 1906 yılında La Grange göz içi sıvısını subkonjonktival aralığa
direne edecek kalıcı bir fistül oluşturabilmek amacıyla “skleroiridektomi”
tekniğini uygulamıştır. Aynı amaçla Holth 1906 yılında “anterior sklerotomi”
tekniğini, 1907’de ise limbal kesiden irisin çıkarılıp konjonktivayla örtüldüğü
“iridenklezis” yöntemini bulmuştur. 1909 yılında Eliot bir trephan yardımıyla
limbustan 1-1,5 mm’lik korneoskleral doku çıkarmış ve bu işleme “limbal
trephinasyon” adını vermiştir. Bir süre sonra yüksek katarakt ve endoftalmi
riski nedeniyle bu teknik terkedilmiştir. 1924’te Preziosi’nin skleral kesiden
ön kamaraya girip yara ağzına termal koterizasyon uyguladığı “termal
sklerostomi” metodu, 1958 yılında Scheie tarafından bu işleme iridektominin
eklenmesiyle “Scheie tekniği” olarak yeniden gündeme gelmiştir. 1962’de Iliff
ve Haas “posterior lip sklerotomi” yöntemini geliştirmişlerdir (50).
1960’lı yıllara kadar yapılmış olan ameliyetlardaki temel başarısızlık
nedeni, skleral flebin tam kat kaldırılmasına bağlı olarak filtrasyonun
kontrolsüz olarak gerçekleşmesiydi. Buna bağlı olarak ameliyat sonrasında
ön kamara kaybı, hipotoni ve katarakt gibi komplikasyonlar oldukça sık
görülüyordu. Bu yöntemlerden sadece iridenklezisde irisin oluşturduğu
bariyer etkisiyle kontrollü bir filtrasyon elde edilebilmiş, ancak yüksek
sempatik oftalmi sıklığı nedeniyle bu yöntem de terkedilmiştir (50).
Yarım kat skleral flep kaldılarak trabekülumun eksize edildiği
“trabekülektomi” yöntemi ilk defa 1961 yılında Sugar tarafından uygulanmış,
ancak skleral flepler çok sıkı kapatıldığı için tatmin edici sonuçlar elde
edilememiştir. 1968 yılında Cairns mikrocerrahi tekniği ile trabekülektomi
uyguladığı 17 olguda başarılı sonuçlar elde etmiş, ancak o tarihte göz içi
basıncındaki düşüşün trabekülumun çıkarılmasına mı, yoksa konjonktiva
altına olan filtrasyondan mı kaynaklandığı anlaşılamamıştır. 1970 yılında
filtrasyon blebinin Watson tarafından tanımlanmasıyla trabekülektominin etki
mekanizması açıklığa kavuşmuştur. İlerleyen yıllarda trabekülektomi
glokomun standart cerrahi tedavisi haline gelmiştir (50).
45
1969 yılında Molteno yapay tüp implantları ve 1976’da Krupin valf
implantlarını glokom cerrahisine sokmuştur. Günümüzde daha da gelişerek
güvenilirliği artan glokom valfleri, trabekülektominin başarısız olduğu veya
risk faktörleri nedeniyle başarısız olması beklenen gözlerde uygulanmaktadır
(16).
Son yıllarda trabekülektomiye alternatif yeni filtrasyon cerrahi teknikleri
olarak “derin sklerektomi” ve “viskokanalostomi” yöntemleri uygulanmaya
başlamıştır, ancak non-penetran özellikteki bu tekniklerin uzun süreli
sonuçları henüz belli değildir (50).
İnatçı ve vizyon beklentisi düşük olan gözlerde hem göz içi basıncını
düşürmek, hem de ağrıyı azaltmak için uygulanan kriyoablasyon yoluyla
silyer cismin destrüksiyonu da uzun yıllardır uygulanan etkili bir yöntemdir.
Ancak görme kaybı, hipotoni ve fitizis bulbi görülme riski yüksektir (19).
6.3.2. Trabekülektomi
Primer açık açılı glokom için güncel bir operasyon olan trabekülektomi
ön kamara ve subkonjonktival alan arasında örtülü, korunan bir fistül yaratır.
Gelişmiş ameliyat mikroskopları, aletler ve sütür materyallerinin kullanıma
girmesi orijinal operasyon tekniğinde bir çok değişikliğe yol açmıştır.
Değişiklikler arasında konjonktival kesi ve skleral flep üzerindeki
modifikasyonları; sabit, çıkartılabilir veya ayarlanabilir skleral flep sütürasyon
tekniklerini; skleral flep sütürlerine postoperatif olarak lazerle düzetmeler
yapılmasını ve fibrozisi geciktiren antimetabolitlerin kullanımını saymak
mümkündür (50,51).
6.3.2.1.Endikasyonları
1. Diğer tedavi şekillerinin (ilaç ya da lazer) başarısız olduğu durumlar,
46
2. Diğer tedavi şekillerinin uygun olmadığı durumlar (uyum ya da yan
etkiler nedeniyle) ya da uygun tıbbi tedavinin mevcut olmadığı
durumlar,
3. Göz damlalarıyla ve/veya lazerle ulaşılamayan bir hedef göz içi
basıncının gerekli olduğu durumlar,
4. Diğer tedavi şekillerinin başarılı olma ihtimali olmayacak kadar
yüksek göz içi basıncı durumları (51).
6.3.2.2.Cerrahi Teknik
1. Tespit Sütürü Konulması
Lester forsepsi ile üst fornikse girilip, superior rektus kasının
tendonu yakalanır ve göz aşağıya doğru deviye edilir. Yuvarlak
iğneli 4/0 veya 6/0 ipek sütür ile tendonun altından geçilerek tespit
sütürü yerleştirilir ve sütür uçları drape üzerine yapıştırılarak göz
fikse edilir. Alternatif olarak 8/0 vikril sütürün, çalışılacak kadrandaki
periferik korneadan geçirilmesiyle de tespit sütürü oluşturulabilir
(52).
2. Konjonktival Flep Hazırlanması
Wescott veya Vannas makasları ve dişli penset kullanılarak,
limbus veya forniks tabanlı olmak üzere iki şekilde hazırlanabilir.
Limbus tabanlı flep için, limbustan 8 mm uzaktan, limbusa
paralel üç saat kadranı kadar konjonktival kesi yapılır. Bu kesinin 2
mm önünden tenon kapsülü açılır, konjonktiva ve tenon birlikte
disseke edilerek limbusa kadar ilerletilir ve hazırlanan flep kornea
üzerine yatırılır. Skleral flep kaldırılacak alanda episklera da
temizlenir (Resim 6).
Forniks tabanlı flep içinse, limbustan 3-4 saat kadranı
uzunluğunda konjonktiva ve tenon kapsülü açılır. Hazırlanan flep
geriye doğru yatırılır ve saha temizlenir (52).
3. Skleral Flep Hazırlanması
47
Flebin kaldırılacağı alanda hafif koterizasyonla kanama kontrolü
sağlandıktan sonra, limbus tabanlı olmak üzere 1/2-2/3 sklera
kalınlığında, genellikle dikdörtgen şekilli değişik büyüklüklerde (4x4,
3x4, 3x3) skleral flep hazırlanır. Flep sklerolimbal bileşkeye en
azından 1 mm kalana kadar kaldırılmalıdır (Resim 6), (52).
Resim 6: Konjonktival ve skleral flebin hazırlanması (20).
4. Parasentez
Göz içine girilmeden önce 25-gauge iğne veya 15° bıçak ile üst
temporal kadranda limbus hizasından parasentez girişi açılır
(20,52).
5. İnternal Blok Eksizyonu
48
Sklerolimbal bölgede mavi beyaz geçiş bölgesinin olduğu
yerden lens ve iris kökü korunarak, trabeküler doku genellikle 3x1
mm veya 2x1 mm boyutlarında eksize edilir. Eksizyon için önce 15°
bıçak veya elmas bıçakla korneadan başlayıp arkadaki sklerolimbal
geçiş bölgesine doğru uzanan vertikal insizyonlar yapılır.
Sonrasında künt uçlu Vannas makası veya elmas bıçakla horizontal
insizyonlar yapılarak eksizyon tamamlanır (Resim 7). Çıkarılan
dikdörtgen blok periferal korneayı, Schwalbe çizgisini, trabekülumu,
Schlemm kanalını ve skleral mahmuzu içerir (Resim 8). Çıkartılan
parçanın arka sınırının daha geride olmasının cerrahi başarı üzerine
olumlu bir etkisi yokken; kanama, siklodiyaliz ve inflamasyon gibi
komplikasyonların görülme sıklığını attırıcı etkisi vardır. İnternal blok
eksizyonunu alternatif olarak Kelly veya Gass punch kullanarak
yapmak da mümkündür (20,52).
6. Periferik İridektomi Yapılması
Trabeküler dokunun çıkarıldığı alana inkarsere olan iris, bir
pensetle tutularak limbusa paralel olacak şekilde makasla kesilir
(Resim 7). Amaç, irisin sklerostomiyi kapatmasını önlemektir.
İridektominin iris tabanına yakın olması kanama riskini arttırmaktadır
ve ameliyat başarısı için gerekli de değildir. Önemli olan
iridektominin yeterince geniş olmasıdır (52).
7. Skleral Flebin Kapatılması ve Filtrasyonun Kontrolü
Skleral flep yatağına yatırılır ve şekline göre önce köşelerinden
başlanarak 10/0 naylon sütür ile kapatılır. Ardından düğümler sklera
içine gömülür (Resim 7). Parasentez girişinden ön kamaraya sıvı
verilerek filtrasyon değerlendirilir; gerekirse sütür eklenir veya
sütürler revize edilir. Bu aşamada atropin ile siklopleji yapılır (52).
8. Konjonktival Flebin Kapatılması
Limbus tabanlı flepler 8/0 poliglaktin, 9/0 kromik veya 10/0
naylon sütür ile kilitli kontinü (Resim 7) veya tek tek sütüre edilir.
Forniks tabanlı flepler ise kenarlarından 9/0 poliglaktin veya 10/0
naylon ile birer tek sütür konularak kapatılır, gerekli görüldüğü
49
takdirde limbus boyunca da tek sütürler konulur. Bu aşamadan önce
tenonun kapatılıp kapatılmaması cerraha göre değişir. Olgu yüksek
riskli ise tenon eksizyonu yapılabilir. Mümkünse tenon ve
konjonktiva ayrı ayrı sütüre edilir. Göz antibiyotik ve steroidli
pomatlarla kapatılır (52).
Resim 7: İnternal blok eksizyonu, periferik iridektomi,
skleral flebin kapatılması ve konjonktiva
sütürasyonu (20).
50
Resim 8: Trabektülomide internal blok çıkarıldıktan sonraki
görünüm (20).
9. Ön kamaranın Yeniden Oluşturulması ve Blebin Şişirilmesi
Daha önce hazırlanmış olan parasentez girişinden 30-gauge
kanül ile serum fizyolojik verilerek hem ön kamara oluşturulur, hem
de bleb şişirilir. Bu sırada göz içi basıncı da beraberinde
değerlendirilerek; oluşturulan fistülün fonkiyonunun yeterliliği, skleral
flepten geçen sıvı akımının miktarı, konjonktivanın sıvı geçirmezliği
ve koroidal effüzyon, hemoraji veya aköz yanlış yönlenme gelişip
gelişmediği sınanmış olur; bir problem varlığında gerekli önlemler
alınır (52).
6.3.2.3.Trabekülektomi Ameliyatının Komplikasyonları
A. İntraoperatif Komplikasyonlar
1. Konjonktival Flepte Yırtılma veya Delik Oluşması
Konjonktivadaki yırtık veya delik yara iyileşme reaksiyonunu
şiddetlendireceğinden, operasyon sırasında farkedilip 10/0 veya
11/0 naylon sütürle onarılmalıdır. Yine aynı nedenle yara
dudaklarının iyice karşı karşıya getirilmesine ve konjonktivada
gerilme oluşmamasına özen gösterilmelidir (53).
51
2. Skleral Flep Kopması
Skleral flep eğer çok ince ise yırtılabilir veya kopabilir. Bu
durumda 10/0 veya 11/0 naylon sütürler konjonktivanın önünden
ve periferal korneadan geçirilerek flep yeniden koptuğu yere
dikilebilir. Eğer flepte delik oluşmuşsa, tenon kapsülü üzerine
dikilerek kapatılabilir (53).
3. Hemoraji
Episkleral hemoraji uzun süre antiglokomatöz tedavi alanların
çoğunda görülebilir ve koterizasyonla önlemek mümkündür (14).
İntraoperatif ön kamara hemorajisi ise; çoğunlukla periferik
iridektomi sırasında radyal iris damarlarının kesilmesiyle veya
silyer cisimdeki büyük arteryel halkanın travmatize olmasıyla
ortaya çıkar. Bu durumda kanamanın spontan olarak durmasını
beklemek en iyi yaklaşımdır. Koter kullanımı vitreus kaybına yol
açabileceğinden ve çoğunlukla faydasız olduğundan önerilmez.
Eğer kanama durmazsa, viskoelastik madde ile tampon yapmak
mümkündür. Pıhtı kalıntıları fistülün içteki ucunu
tıkayabileceğinden, kanama tamamen durmadan ve hemoraji
artıkları irrigasyonla iyice temizlenmeden skleral flep sütüre
edilmemelidir (53).
4. Ekspulsif Hemoraji
Filtran cerrahi sırasında en korkulan komplikasyondur.
Yüksek göz içi basıncı ile ameliyata başlayıp ön kamara
ponksiyonu ile göz içi basıncının ani olarak düşürülmesi
sonucunda büyük koroidal damarlarda yırtılma olur ve ani yoğun
kanama görülür. Hastanın şiddetli ağrı duymasıyla beraber
cerrahi sırasında ön kamaranın sığlaştığı ve pupilladan görülen
fundus reflesinin koyulaşmaya başladığı görülür. Önlem
alınmakta geç kalındığı takdirde tüm göz içeriği öne doğru
gelerek yara yerinden dışarı çıkabilir ve göz kaybedilebilir
(14,53).
52
İlerlemiş yaş, sistemik vasküler hastalık, afaki, yüksek
miyopi, geçirilmiş vitrektomi, preoperatif yüksek göz içi basıncı
ve vasküler anomaliler (Sturge Weber Sendromu, konjenital
cutis marmorata telanjiektaziya,vb.) ekspulsif hemoraji için risk
faktörleridir (53).
İntraoperatif olarak hemoraji farkedildiğinde yapılması
gereken ilk müdahale yara yerinin hızla kapatılması ve ön
kamaranın viskoelastik madde veya hava verilerek yeniden
oluşturulmasıdır. Bunu takiben i.v. asetazolamid ve mannitol
verilerek göz içi basıncı düşürülmeye ve göz stabilize edilmeye
çalışılır. Bazı cerrahlar alt kadrandan sklerotomi yaparak
hemorajiyi boşaltmayı önerseler de, bu girişimin yararı
hemostazı önleyeceğinden dolayı tartışmalıdır. Retina dekolmanı
ve vitreus içine kanama görülmeyen sınırlı koroidal
hemorajilerde direnaja gerek yoktur ve izlemek yeterlidir. Direnaj
kararı, B-mod ultrasonografi ile arka segmentin ve özellikle
retinanın durumunu takip ederek verilir. Operasyondan sonra 7-
14 gün bekleyip, inflamasyon azaldıktan ve hemoraji likefiye
oluktan sonra direnaj yapmak daha kolaydır (14,53).
5. Koroidal Efüzyon
Episkleral venöz basıncı yüksek olan veya iridektomi,
sklerostomi yapılırken yanlış cerrahi manipülasyonla siklodiyaliz
gelişen gözlerde ortaya çıkar. Genellikle spontan olarak
düzelmekle beraber; eğer bleb kabarıklığı azalıyorsa, korneal
dekompensasyon gelişiyorsa, ön kamara sığlığı devam ediyorsa
ve intravitreal inflamasyonla beraber retina apozisyonu varsa
sklerostomi açılarak direnaj yapılabilir (14,53).
6. Vitreus Kaybı
Skleranın ince olduğu buftalmik gözler, yüksek miyoplar,
afakikler ve diğer gözün cerrahisi sırasında vitreus kaybı
geçirmiş olanlar vitreus kaybı için risk taşırlar. Arka kapsül ve ön
53
hyaloidin açık olduğu psödofakik ve afakik gözlerde vitreus
preopertif olarak öne gelmiş olabileceği gibi, sklerostomi veya
periferik iridektomi aşamasında lens zonüllerinin ve hyaloid
membanın rüptürüyle de vitreus öne gelebilir. Her iki durumda
da fistül ağzını tıkayarak filtrasyonu engelleyebileceğinden ve
arka segmente traksiyon yaparak kistoid makula ödemine yol
açabileceğinden vitrektomi yapılarak temizlenmesi gerekir
(14,53).
7. Lens Hasarı
Cerrahi manipülasyon sırasında direkt lens hasarı oluşabilir
(14).
8. Descement Membranı Dekolmanı
Limbal yara yeri ya da parasentez yerinde yanlış cerrahi
manipülasyon sonucu, descement membranının kornea
stromasından ayrılmasıdır. Küçük olduğu zaman klinik olarak
fazla önemi yokken, geniş olduğu takdirde lokalize kornea
ödemine yol açar. Bu durumda ön kamaraya hava ya da
viskoelastik madde verilerek descement kornea üzerine
yatırılabilir (53).
B. Postoperatif Komplikasyonlar
1. Hipotoni ve Ön Kamara Kaybı
Filtrasyon cerrahisi sonrasında en sık görülen
komplikasyonlardan biridir ve sıklıkla yara yeri sızdırmasına veya
aşırı filtrasyona bağlıdır (14,53).
Yara yerinden sızdırma sınırlıysa sıkı bandaj yaparak ya da
geniş çaplı yumuşak kontakt lensler kullanarak takip etmek
mümkündür. Bu esnada hümör aköz salgısını azaltacak
ajanların kullanımı sızıntıyı azaltarak defektin kapanmasına
yardımcı olacaktır. Ön kamara oluşmuyorsa ya da konjonktiva
defekti genişse, topikal anestezi altında 9/0 poliglaktin veya 10/0
naylon sütür kullanarak defekti kapatmak gerekir (20,53).
54
Aşırı filtrasyon daha çok tam kat fistülizan cerrahilerde
görülse de, trabekülektomi sonrası da görmek mümkündür.
Bunu sebebi çoğunlukla skleral flep sütürasyonun gevşek
olmasıdır. Ancak serbestleştirilebilir sütür ve lazer sütürolizis
tekniklerinin gelişmesiyle cerrahların daha sıkı sütür
yerleştirmeye başlamaları bu komplikasyonu azaltmıştır. Skleral
flebin sütürlerini cerrahi olarak düzeltmeye çalışmak
inflamasyonu arttıracağından ve bleb başarısını olumsuz yönde
etkileyeceğinden, sadece sıkı bandaj yaparak izlemek en uygun
yaklaşımdır (53).
2. Koroid Dekolmanı
Peroperatif ve postoperatif dönemde hipoton olan gözlerde,
enflamasyon ve venöz konjesyona bağlı olarak koroid
damarlarının geçirgenliğinin artmasıyla transüde olan sıvı,
suprakoroidal aralıkta ve intersellüler sahada birikerek seröz
dekolmana sebep olur. Dekolman uzadıkça silyer cisimden
hümör aköz yapımı azalır ve uveoskleral dışa akım artar. Buna
bağlı olarak hipotoni ve koroid dekolmanında artma, ön
kamarada sığlaşma ile giden kısır bir döngü başlar. Durum bu
aşamaya gelmeden aşırı filtrasyona karşı önlem alınması ve
inflamasyonu azaltmak için sikloplejiklerin, midriyatiklerin ve
topikal ya da sistemik steroidlerin kullanılması gerekir. Eğer bir
sonuç alınamazsa cerrahi olarak suprakoroidal sıvının
boşaltılması gerekebilir (14,53).
Nadiren de olsa; hemorajik koroid dekolmanı görülebilir ve
cerrahi olarak hemorajinin boşaltılması gerekebilir (14).
3. Dekompresyon Retinopatisi
Hipotoniye bağlı olarak postoperatif dönemde intraretinal,
subretinal ve nadiren suprakoroidal hemorajilerin gelişmesidir.
Ani gelişen hipotoniye bağlı olarak retinal ve koroidal dolaşımın
hızla artması nedeniyle, venöz direnajın yetersiz kalması ve
kanın damar dışına sızmasıyla ortaya çıkar. Santral ven
55
oklüzyonuna benzer tarzda; ancak santral değil, midperiferik
retinayı tutan; lokalize veya diffüz kanamalar şeklinde görülür.
Konservatif tedavi önerilir ve görme prognozu çoğunlukla iyidir
(53)
Hipotoniye bağlı koroidal efüzyon görülen gözlerde seröz
retina dekolmanı da görülebilir ve göz içi basıncının normale
dönmesiyle düzelir. Trabekülektomi sonrası retina yüzeyinde
kırışıklıklar, retina pigment epitelinde koroidal efüzyona bağlı
çatlaklar ve eksüdatif retina dekolmanı gelişmiş olgular
bildirilmiştir (53).
4. Hipoton Makülopatisi
Uzun süren hipotoni tam kat fistülizan cerrahilerden ve
antimetabolit kullanılarak yapılan trabekülektomilerden sonra
sıklıkla görülmektedir. Özellikle 4 mmHg’nin altındaki göz içi
basıncı değerleri daha fazla komplikasyon riski taşımaktadır.
Genç yaş ve miyopi, hipoton makülopatisi gelişimi için risk
faktörleridir. Papilla ödemi, koroidal ve retinal kırışıklıklar, retina
damarlarında genişleme ve kıvrımlanmalarında artış hipoton
makülopatisinde görülen fundus değişiklikleridir. Tedavi
hipotoniye yol açan sebebe yöneliktir (53).
5. Malign Glokom (Aköz Yanlış Yönlenme, Silyer Blok)
Ön kamaranın daralmasıyla beraber göz içi basıncının
yükselmesi sıklıkla malign glokoma işaret etmektedir. Ayırıcı
tanıda pupil bloğu, koroidal hemoraji ve silyer cismin öne
rotasyonuyla açının kapandığı anüler koroid dekolmanını da
düşünmek gerekir. Pupil bloğu iridektominin açık olup olmadığını
denetleyerek; koroid hemoajisi veya dekolmanı da fundus
muayenesi ve B-mod ultrasonografi yapılarak ayırtedilebilir (53).
Malign glokom, silyer cisimden sentezlenen hümör aközün
vitreus, lens, silyer cisim ya da iris kökü yüzünden ön kamaraya
geçememesi ve vitreus içinde ya da vitreus arkasında
hapsolması sonucunda ortaya çıkar. Lens-iris veya hyaloid-iris
56
diyaframının öne doğru itilmesi sonucunda ön kamara daralır
(14,53).
Medikal tedavi %0,25 skopolamin, %2,5 fenilefrin, topikal
beta bloker, sistemik karbonik anhidraz inhibitörü ve
hiperozmotik ajanlarla yapılır. Olguların %50’si bu tedavi ile
düzelir, fakat 5 gün içinde medikal tedaviye yanıt alınamadığı
takdirde cerrahi tedavi uygulanır (14,53).
Cerrahi tedaviden önce afakik ve psödofakik gözlerde,
görülebilen alandaki silyer cisimler argon lazerle koparılabilir ya
da Nd:YAG lazer kullanılarak anterior hyaloidektomi veya
posterior kapsülotomi yapılabilir (53).
Lazerle de başarılı olunamazsa; fakik gözlerde pars
planadan, psödofaklarda ve afaklarda ise limbustan girilerek
vitrektomi yapılır. Fakik hastalarda, bazen vitrektomiyle beraber
lensektomi de yapmak gerekebilir (53).
6. Enkapsüle Bleb (Tenon Kapsül Kisti)
Komşu konjonktiva zemininden oldukça yüksek, kubbe gibi,
lokalize, kalın duvarlı, yüzeyi vaskülarize bleblere enkapsüle
bleb denir. Postoperatif ilk 8 hafta içinde, %10-28 sıklıkla görülen
bir komplikasyondur. Göz içi basıncının yükselmesine, korneal
dellen oluşumuna ve bazen de batma hissine neden olur.
Konjenital ve juvenil glokomlularda daha sık görülmektedir.
Geçirilmiş argon lazer trabeküloplasti, anterior üveit, uzun süre
topikal beta bloker ve parasempatomimetik kullanımı ve
geçmişte enkapsüle bleb hikayesi olması; fistül açılacak bölgeye
preoperatif steroid enjeksiyonu yapılması enkapsüle bleb
gelişimi için bilinen risk faktörleridir (14,53).
Enkapsüle bleb fibroblastik aktivite sonucunda oluşan,
sklerostomiyi çevreleyen, ön kamara ile ilişkili, kalın duvarlı,
subkonjonktival bir kesedir. Histolojik olarak bağ dokusundan
oluşmuştur, hücreden fakirdir ve endoteli yoktur. Ön kamara
sıvısı kapsül içinde hapsolarak, subkonjonktival aralığa
geçemediğinden göz içi basıncı yükselir (14,53).
57
Enkapsülasyon farkedildiği zaman yoğun topikal steroid
damlayla beraber dijital masaj uygulamasına başlanarak
fibroblastik aktivite önlenmeye ve gelişmiş fibrotik doku mekanik
olarak parçalanmaya çalışılır. Bu sırada topikal antiglokomatöz
ilaçlarla da göz içi basıncı düşürülmeye çalışılır. Konservatif
tedavilerin yeterli olmaması halinde, cerrahi yöntemler denenir.
Bunlardan ilki iğneleme yöntemidir. Bu işlemde, önce blebe uzak
bir alandan konjonktiva altına PPD enjektörü ile sıvı verilerek
konjonktiva ve fibröz doku ayrılır. Sonra iğnenin ucuyla fibröz
doku parçalanmaya çalışılır. İğnelemede de başarısız olunduğu
taktirde; konjonktiva açılıp fibrotik doku çıkartılarak cerrahi bleb
revizyonu yapılır. Bu yöntemlerin hiçbirisiyle göz içi basıncı
hedeflenen seviyeye düşürülemezse, başka bir kadrandan
antimetabolit ajanlar kullanılarak yeniden trabekülektomi yapılır
(14,53).
7. Endoftalmi
Endoftalmi filtran cerrahiden aylar, hatta yıllar sonra dahi
gelişebilmektedir. Geçmişte tam kat fistülizan cerrahilerden
sonra oluşan ince duvarlı kistik bleblerle beraber sıklıkla görülen
bir komplikasyon olup, trabekülektomi sonrası gelişen bleblerin
duvarlarının daha kalın olmasıyla görülme sıklığı azalmıştır.
Ancak antimetabolit ajanlar kullanılarak yapılan
trabekülektomilerden sonra da ince duvarlı bleb geliştiğinden ve
yara yeri sızdırma riski yüksek olduğundan, bu olgularda
endoftalmi görülme sıklığı yüksektir. Diabetes mellitus,
malnütrisyon, blefarit, immün yetmezlik ve kontakt lens kullanımı
da endoftalmi için risk faktörüdür (20,53).
Ani ağrı ve bleb üzerinde hiperemiyle beraber, infeksiyon
önce blebit şeklinde başlar. Bleb karakteristik olarak beyaz
renklidir ve anatomik ilişki nedeniyle ön segment de tutulmuştur.
Ön segment inflamasyonuna bağlı olarak hipopiyon görülebilir.
Yeterli önlem alınamadığı takdirde enfeksiyon vitreusa da geçer
ve klasik endoftalmi tablosu ortaya çıkar (53).
58
Enfeksiyon ön segmentte sınırlıyken topikal, perioküler ve
sistemik antibiyotiklerle tedavisi mümkündür. Ancak arka
segmentin tutulması halinde intravitreal antibiyotik injeksiyonları
ve vitrektomi gerekebilecektir (53).
8. Katarakt
Trabekülektomi sonrası katarakt gelişimi değişik çalışmalara
göre %2-53 arasında görülen bir komplikasyondur. Hasta
grubunun çoğu yaşlı olduğundan ve preoperatif olarak lens
kesiflikleri başlamış olabileceğinden çalışmalarda yöntemlerin
farklılığına bağlı olarak değişik sonuçlar vardır. Katarakt
oluşumuna neden olan olası faktörler arasında cerrahi
sırasındaki direkt lens travmasını; postoperatif iritisi; ön kamara
kaybını; lens-korneal endotel temasını; hipotoniyi; hifemayı;
akım yolu değişen hümör aközün kimyasal yapısındaki
değişiklikler sonucunda lens metabolizmasının bozulmasını ve
postoperatif steroid kullanımını sayabiliriz. Tedavisi ise; bugün
için başta fakoemülsifikasyon olmak üzere lens ekstraksiyon
yöntemlerinden herhangi birisiyle mümkündür (14,53).
9. Sklerostominin Kapanması
Filtrasyon cerrahisini takiben göz içi basıncı düşmemişse ve
enkapsüle bleb bulgusu yoksa, sklerostominin kapanmış
olabileceği akla gelmelidir. Fistülün hangi ucunun tıkalı
olduğunun saptanması, yapılacak tedavinin belirlenmesinde
önem taşır. Gonyoskopi yaparak internal ostiumu direkt olarak
görmek ve obstrüksiyonu tespit etmek mümkündür. Ayrıca dijital
masaj da obstrüksiyon düzeyinin saptanmasında çok önemli bir
yol göstericidir. Eğer dijital masajla bleb oluşmuyor ve
gonyoskopide internal ostium açık gözüküyorsa, tıkanıklık tipik
olarak eksternal ostium seviyesindedir. Bleb geçici olarak
oluşuyor ve göz içi basıncı düşüyorsa, sorun skleral flep
sütürlerinin çok sıkı olmasına bağlıdır (53).
Erken postoperatif dönemde internal ostiumun kapanması
sıklıkla internal ostiuma iris, vitreus, silyer cisim, silyer çıkıntılar
59
veya lensin inkarserasyonuna ya da internal ostiumun kan veya
fibrinle tıkanmasına bağlıdır. Geç dönemde ise fibröz
proliferasyonlar; epitelyal invazyonlar; neovasküler glokomdaki
fibrovasküler membranlar; iridokorneal sendromdaki endotel ve
descement invazyonu gibi ön kamarada oluşan membranlar
internal ostiumu örtebilir. İris ve silyer çıkıntılardaki pigment
epiteli de nadiren prolifere olup internal ostiumu kapatabilir.
İnternal ostiumun açılması için argon veya Nd:YAG lazer
kullanılabileceği gibi, transkorneal yaklaşımla iğne ya da
gonyotomi bıçakları kullanılarak da ostium yeniden açılabilir (53).
Filtrasyon blebinin başarısız olmasının en önemli sebebi
konjonktiva, tenon kapsülü ve episklera arasındaki yüzeylerde
dışa akıma karşı gelişen dirençtir. Aköz hiposekresyonuna veya
skleral flep sütürlerinin çok sıkı olmasına bağlı olarak fistüldeki
dışa akım debisinin düşük olması, konjonktiva ile episklera
arsındaki teması arttırır. Bunun sonucunda artan
vaskülarizasyona, lökosit infiltrasyonuna ve bağ dokusu
proliferasyonuna bağlı olarak gelişen granülasyon dokusu dışa
akıma karşı engel teşkil eder. Bu nedenle hiposekresyon yapan
nedenlerin erken saptanıp ortadan kaldırılması, sıkı olan skleral
flep sütürlerinin kesilmesi ya da serbestleştirilmesi, oküler
inflamasyon varsa yoğun topikal ya da sistemik steroid tedavisi
başlanması gereklidir (53).
10. Üveit ve Hifema
Erken postoperatif dönemde sıklıkla görülür. Steroid ve
midriyatiklerle kolayca tedavi edilir. Nadiren uzun süren hifema
varlığında ön kamara cerrahi olarak temizlenebilir ya da ön
kamaraya doku plazminojen aktivatörleri verilebilir (14,53).
11. Korneal Dellen Gelişimi
Özellikle antimetabolit kullanımı sonrasında ortaya çıkan
kabarık ve korneaya doğru ilerlemiş blebler kornea yüzeyindeki
gözyaşı filminin dağılımını bozarak korneal dellen ve diğer yüzey
anomalilerinin oluşumuna neden olurlar. Çoğunlukla suni
60
gözyaşı ile sorun çözülebilirken, blebin kornea üzerine çok
ilerlemiş olması halinde, fazlalık oluşturan kısım eksize edilebilir
(53).
12. Santral Görmenin Kaybolması
Erken postoperatif dönemde, postoperatif iskemik
nöropatiye ya da koroidal hemoraji gibi cerrahi komplikasyonlara
bağlı olarak görme azalabilir. Ayrıca bir kısım çalışmalarda, göz
içi basıncının ameliyatla normal değerlere düşürülmesine
rağmen, bazı olgularda görme alanı kaybının devam ettiği
bildirilmiştir. Bu durum göz içi basıncındaki düşüşün yeterli
olmamasından kaynaklanabileceği gibi; ameliyat sonrasında
vasküler nedenlerle optik nöropatinin devam etmesine ya da
ameliyat sırasında optik sinir başı kan akımı ve fizyolojisinde
değişiklikler meydana gelmesine de bağlı olabilir (53).
6.3.2.4.Trabekülektominin Etki Mekanizması
Trabekülektominin göz içi basıncını düşürücü etkisi, skleral flebin
kenarından hümör aközün konjonktiva altına sızmasıyla ortaya çıkar.
Skleral flep ne kadar genişse drenajın o kadar iyi olduğu kabul edilir.
Ayrıca internal blok eksizyonu sonrası uçları açıkta kalan Schlemm
kanalından ve disseksiyon sırasında skleral mahmuza ulaşılmışsa
siklodiyaliz açıklığından da (uveoskleral yol) hümör aköz direne olur
(Resim 8). Zamanla aköz venlerin çoğalması sonucunda lenfatik yolla
da hümör aközün dışa akımında artış olur (14).
6.3.2.5.Trabekülektomi Başarısına Etkili Faktörler
Glokom cerrahisinde kullanılan tüm yöntemlerin başarısını
kısıtlayan başlıca neden, cerrahi travmaya karşı doğal bir yanıt olan
yara iyileşmesi ve skar oluşumu sonucunda, açılmış olan cerrahi
fistülün kapanmasıdır (14,54).
61
Cerrahi travmaya bağlı olarak lokal vasküler ağın zarar görmesiyle
açığa çıkan inflamasyon mediatörlerinin etkisiyle yara yerinde plazma
proteinleri ve inflamatuar hücreler birikir, fibroblastik proliferasyon
başlar. Cerrahiden 10 gün sonra başlayan “geç yara iyileşmesi
dönemi”, granülasyon dokusunda artış ve yara kontraktürü ile
karakterizedir. Genellikle 2-3 ay sürerek sonlanan bu dönem, bazı
olgularda süresiz olarak devam eder ve yıllar sonra filtran cerrahinin
başarısız olmasına neden olabilir (54).
Ameliyat başarısını etkileyen başlıca faktörler şunlardır;
1. Yaş
Retrospektif olarak yapılan çalışmalar, filtrasyon cerrahisinin
yaşlı olgularda daha başarılı olduğunu göstermiştir. Bu sonuç
ilerleyen yaşla beraber yara iyileşmesi yanıtının da
zayıflamasıyla açıklanmaktadır. Bu nedenle genç hastalarda
operasyon sırasında antimetabolit ajanların kullanılması
gerektiğini savunan yazarlar vardır (54).
2. Irk
Biyolojik farklılığa mı, yoksa sosyoekonomik nedenlere mi
bağlı olduğu tam olarak bilinmemekle beraber; siyah ırkta
filtrasyon cerrahisinin daha başarısız olduğu gözlemlenmektedir.
Zencilerde hipertrofik skar ve keloid oluşumunun daha fazla
olmasından yola çıkarak, siyah ırkta yara iyileşme
reaksiyonunun daha şiddetli olduğu düşünülmektedir. Bu
nedenle zenci hastalarda trabekülektomi ile beraber tenon
eksizyonu denenmiş ve gelişen filtrasyon bleblerinin daha ince
duvarlı olduğu görülmüştür; ancak bu durumun göz içi basıncı
kontrolü üzerine bir etkisi gösterilememiştir (54).
3. Glokomun Tipi
Neovasküler glokomlu olgularda ön kamaradaki
fibrovasküler dokunun inflamasyonu arttırması nedeniyle
ameliyattan sonraki ilk haftalarda fistül kapanmakta ve bleb
62
skarlaşmaktadır. Bu hastalarda preoperatif olarak panretinal
kriyoablasyon veya fotokoagülasyon yapılması ya da peroperatif
olarak iris ve silyer cisme koterizasyon yapılması önerilmektedir
(54).
Üveite veya cerrahi travmaya sekonder olarak inflamasyon
görülen gözlerde de skar gelişim hızlı olmaktadır (54).
Afakik gözlerde de trabekülektominin daha başarısız olduğu
gösterilmiştir. Bunların içinde de intrakapsüler katarakt
ekstraksiyonu yapılanların sonuçlarının ekstrakapsüler katarakt
ekstraksiyonu yapılanlara göre daha kötü olduğu iddia edilmiştir.
Bunun nedeni katarakt cerrahisine bağlı olarak konjonktivanın
skarlaşmış olması olabileceği gibi; fistül ağzının vitreusla
tıkanması da olabilir (14,54).
4. Filtrasyon Cerrahisinin Tipi
Tam kat fistülizan cerrahi teknikleri yüksek komplikasyon
riskleri nedeniyle cerrahların çoğu tarafından terkedilmiştir,
ancak yara iyileşmesinin ve sikatrizasyonun trabekülektomiye
göre daha az olabileceği düşüncesiyle yeniden gündeme
gelmektedirler (54).
5. Konjonktival İnflamasyon
Uzun süren konjonktival inflamasyon ve sikatrizasyon
filtrasyon cerrahisinin başarısını azaltan faktörlerdir. Yapılan
hayvan deneylerinde topikal antiglokomatöz ilaçların ve
içerdikleri prezervan maddelerin konjonktivadaki
miyofibroblastları arttırdığı gösterilmiştir. Uzun süre topikal
antiglokomatöz kullanmış hastaların konjonktiva biyopsilerinde
makrofajlarda, lenfositlerde, fibroblastlarda ve mast hücrelerinde
artış, goblet hücrelerinde azalma saptanmıştır. Bulber
konjonktival metaplazi ile kullanılan ilaç sayısı arasında ilişki
saptanmıştır. Bazı klinik çalışmalarda da; uzun süre topikal
epinefrin-guanetidin kullanan hastalarda trabekülektomi
sonuçlarının daha kötü olduğu ve uzun süre topikal beta bloker
63
kullanımıyla enkapsüle bleb gelişimi sıklığının arttığı bildirilmiştir
(54).
6. Daha Önce Geçirilmiş Başarısız Filtrasyon Cerrahisi
İkinci defa filtran cerrahi uygulanan olgularda, operasyon
bölgesinde daha şiddetli yara iyileşmesi reaksiyonu
görülmektedir. Bu olgularda bildirilen başarı oranları %20-50
arasında değişmektedir (14).
7. Diğer Oküler Cerrahi Hikayesi
Geçirilmiş cerrahi (keratoplasti, retina dekolman cerrahisi,
piterjiyum, şaşılık vs.) konjonktivanın skarlaşmasını ve
vaskülarizasyonunu arttırdığı için standart trabekülektominin
başarı şansı düşüktür (55).
64
GEREÇ VE YÖNTEM
Beyoğlu Göz Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Glokom Birimi tarafından Nisan
1993 ve Eylül 2003 tarihleri arasında trabekülektomi uygulanmış tüm hastaların
dosyaları (391 hasta) retrospektif olarak incelendi. Bunların içinden 12 aydan uzun
süre, düzenli olarak takibe gelmiş olan hastalar (206 hasta) çalışma grubuna aday
olarak seçildi. Pigmenter glokom (1 hasta), jüvenil glokom (2 hasta), travmatik
glokom (1 hasta), neovasküler glokom (2 hasta), üveitik glokom (1 hasta) ve
iridokorneal endotelyal sendrom (1 hasta) olguları, sayılarının az olması nedeniyle,
istatistiksel olarak anlamlı değerlendirme yapılamayacağı düşünülerek çalışma
grubuna dahil edilmedi. Böylece 198 hastanın 253 gözünden oluşan çalışma grubu
belirlenmiş oldu.
Hastalar ameliyat öncesi hastanemizin glokom polikliniğinde değişik sürelerle
takip edildikten sonra ameliyat kararı alınmıştı. Takip dosyalarında; hastaların
glokom polikliniğine ilk refere edildiklerindeki yaşları, cinsiyetleri, özgeçmişleri,
soygeçmişleri, kullandıkları ilaçlar, sistemik rahatsızlıkları, görme keskinlikleri,
biyomikroskop bulguları, göz içi basıncı değerleri, fundus bulguları, optik sinir başı
çukurluğu oranları, görme alanı testleri, trabekülektomi yapılma zamanı ve şekli,
karşılaşılan komplikasyonlar ve ameliyat sonrasında aynı yöntemlerle yapılmış olan
muayene bulguları kayıtlıydı.
Snellen eşeline göre değerlendirilip, kaydedilmiş olan düzeltilmemiş ve en iyi
düzeltilmiş görme keskinliği, istatistik hesaplamalarında kullanılmak üzere logMAR
değerlerine çevrildi. Tüm göz içi basıncı ölçümleri Goldmann applanasyon
tonometrisiyle yapılmıştı. İridokorneal açı muayenesi hastaların glokom
polikliniğindeki ilk vizitlerinde Goldmann’ın 3 aynalı lensiyle, rutin fundus muayenesi
ise 90 D’lik lenslerle biyomikroskopta yapılmıştı. Bazı hastalarda inceleme amaçlı
olarak, bazı hastalarda ise katarakt ameliyatında takılacak göz içi lensinin
hesaplanması için Axis II (Quantel Medikal BVI) A scan ultrasonografi cihazıyla
aksiyel uzunluk ölçülmüştü. Görme alanı muayenesi için Humphrey statik perimetrisi
kullanılmıştı.
65
Hastalarda maksimum medikal tedaviye rağmen hedef göz içi basıncına
ulaşılamaması veya glokomatöz optik sinir başı değişikliklerinin ve görme alanı
kaybının ilerlemesi halinde operasyon kararı verilmişti.
Kliniğimizde trabekülektomi, lokal anestezi altında ameliyat mikroskobu
kullanılarak glokom biriminin sorumlu klinik şef yardımcıları ve uzmanları tarafından
uygulanmaktadır. Bugünkü rutin trabekülektomi prosedürümüz şu şekildedir:
Poviodine İyodür %10 solüsyonu ile cerrahi saha temizlenip, steril drape ile
örtülür. Tel blefarosta takıldıktan sonra, alt nazal forniksten konjonktiva ve tenon
açılıp, tenon arkaya doğru künt disseksiyonla episkleradan ayrılır. Açığa çıkan
aralıktan subtenon kanülü ile tenon altına girilip, 3 cc lidokain 20 mg/ml ve
hyalüronidaz karışımı enjekte edilir. Yaklaşık 5 dakika kadar beklenildikten sonra,
cerrahi girişime başlanır. Önce üst rektusa atravmatik 4/0 ipek ile dizgin sütürü
yerleştirilir. Ardından konjonktiva limbusa 8 mm mesafeden, limbusa paralel olarak
Wescott makası ile kesilerek limbus tabanlı konjonktiva flebi kaldırılır ve kornea
üzerine yatırılır. Sonra tenon künt disseksiyonla episkleradan ayrılıp, bir kısmı eksize
edilir. Açığa çıkan episkleral damarların ıslak koterizasyonunu takiben, 45° bıçak
kullanılarak tabanı limbusta olacak şekilde skleranın 1/2 kalınlığında, 3x4 mm
boyutlarında flep kaldırılır. Üst temporal kadrandan 15° bıçakla yan giriş açılıp,
parasentez yapılır. Skleral flep altında kalan trabeküler alanda yine 15° bıçakla önce
2 adet radyal insizon yapılıp, ardından trabeküler bloğun arka sınırı bıçakla kesilir. İki
radyal kesinin ön sınırları Wescott makas yardımıyla kesilerek birleştirilir ve
trabeküler blok eksizyonu (1x3 mm.) tamamlanır. Trabekülektomi açıklığına spontan
olarak prolabe olan iris Wescott makasıyla kesilerek periferik iridektomi yapılır.
Sonrasında skleral flep 10/0 naylon sütürlerle iki köşesinden skleral yatağa tespit
edilir. Açılmış olan parasentez girişinden ön kamaraya sıvı verilerek, trabekülektomi
açıklığından sıvı pasajı değerlendirilir. İhtiyaca göre sütürler gevşetilir ya da ek sütür
konulur. Konjonktiva 10/0 naylon, 8/0 virgin silk veya 8/0 vikril sütür ile kontinü olarak
kapatılır. Alt nazal bölgeye subkonjonktival 1 cc gentamisin ve deksametazon
karışımı enjekte edildikten sonra, atropin damlatılıp göz antibiyotik ve steroidli
pomatla kapatılır.
Standart yaklaşımımızın dışında 9 gözde limbus hizasından kesi yapılarak,
forniks tabanlı konjonktiva flebi kaldırılmıştı. Retrabekülektomilerde ve riskli olgularda
66
skleral flep kaldırıldıktan sonra, skleral flep altında 0,2 mg/ml mitomycin-C emdirilmiş
sponj 5 dakika boyunca bekletilerek antifibroblastik adjuvan tedavi uygulanmıştı.
1999 yılından beri standart uygulamamız haline gelen tenon eksizyonu, daha eski
tarihli ameliyatların sadece bir kısmında uygulanmıştı. Kataraktı olan olguların bir
bölümünde de aynı veya farklı kesiden trabekülektomi ile kombine katarakt
ekstraksiyonu yapılmıştı.
Postoperatif 1. günde hastaların gözleri açıldıktan sonra antiglokomatöz ilaçları
kesilmişti. Standart olarak 1 hafta topikal antibiyotik ve 5 hafta topikal steroid
kullanan hastaların topikal steroidleri, postoperatif 1. haftadan itibaren azaltılmaya
başlanmıştı.
Hastaların takipleri postoperatif 1. gün, 1. hafta, 2. hafta, 3. hafta, 1. ay, 3. ay ve
6. ayda yapılmış, sonrasında da 6 ayda bir devam ettirilmişti. Çalışmamızda 1. yıldan
sonra hastaların yıllık takipleri alındı. Her muayenede tashihli ve tashihsiz görme
keskinliği, biyomikroskop muayenesi, applanasyonla göz içi basıncı ölçümü ve 90 D
mercekle göz dibi muayenesi yapılmış, 6 ay aralıklarla da görme alanı testi
uygulanmıştı. 2004 yılından itibaren hastalarımızın takibine OCT ile sinir lifi kalınlığı
ölçümü de eklenmiş, ancak takip süreleri kısa olduğu için bu hastalar çalışmamıza
alınmamıştır.
İlk 6 aylık takipteki bleb morfolojisi de değerlendirilmek istendi; ancak bununla
ilgili olarak hasta dosyalarında detaylı bilgiye ulaşılamadığından blebin sadece
kabarıklığı değerlendirilmeye çalışıldı. Dosyalardaki ifadelere göre; “bleb silikse” 0,
“hafif kabarıksa” 1, “belirgin veya normal kabarıksa” 2, “aşırı kabarık ve kistikse” 3
olarak skorlandı.
Glokom birimimizin tedavi protokolündeki göz içi basıncı hedefine uygun olarak,
çalışmamızda göz içi basıncının ilaçlı veya ilaçsız olarak 18 mmHg’nin altında olması
“başarı”, ilaca rağmen 18 mmHg ve üstünde olması “başarısızlık” olarak kabul edildi.
Buna göre çeşitli preoperatif, peroperatif ve postoperatif faktörlerin; ilaç başlanma
ihtiyacı ve başarı üzerindeki etkileri değerlendirildi. İncelenen faktörler şunlardı;
1. Cinsiyet,
2. Yaş,
67
3. Opere edilen göz (sağ/sol),
4. Preoperatif görme keskinliği,
5. Aksiyel uzunluk,
6. Preoperatif sferik eşdeğer refraksiyon,
7. Sistemik hastalık varlığı,
8. Kuru göz,
9. Konjonktival inflamatuar hastalıklar,
10.Piterjiyum varlığı,
11.Aynı gözden veya diğer gözden geçirilmiş glokom cerrahisi,
12.Aynı gözden veya diğer gözden geçirilmiş glokom dışı oküler cerrahi,
13.Glokom tipi,
14.Açının derecesi,
15.Periferik anterior sineşi varlığı,
16.Preoperatif takipteki ilaçlı ortalama göz içi basıncı,
17.Preoperatif kullanılan glokom ilaçları,
18.Preoperatif ilaç allerjisi,
19.Optik sinir başı çukurluğu,
20.Preoperatif görme alanındaki ortalama sapma (MD) ve pattern standart
sapma (PSD) indeksleri,
21.Tanı ile operasyon arasında geçen süre,
22.Konjonktival flep tipi (Limbus/Forniks tabanlı),
23.Tenon eksizyonu,
24.Mitomisin-C kullanımı,
25. İntraoperatif komplikasyonlar (lens hasarı, konjonktival delik, ekspulsif
hemoraji),
26.Postoperatif komplikasyonlar (hifema, sığ ön kamara, hipotoni, kesi yerinden
kaçak, hipoton makülopatisi, koroid dekolmanı, koroid hemorajisi, retina
dekolmanı, malign glokom, erken katarakt gelişimi, fibrin reaksiyonu, blebit,
endoftalmi),
27.Postoperatif 1. günde ön kamara reaksiyonunun şiddeti,
28.Postoperatif 1., 3. ve 6. aylardaki bleb kabarıklığının miktarı ve enkapsüle
bleb gelişimi,
29.Postoperatif ilaç başlanma zamanı,
30.Postoperatif YAG lazer iridotomi uygulaması,
68
31.Katarakt ekstraksiyonu öyküsü, zamanı (trabekülektomiden önce, sonra
veya trabekülektomi ile kombine), yöntemi (intrakapsüler, ekstrakapsüler
veya fakoemülsifikasyon) ve özellikleri (göz içi lensi ya da kapsül germe
halkası implantasyonu),
32.Arka kapsülün intakt olup olmaması, açılma şekli (peroperatif, arka
kapsüloreksis veya YAG lazer kapsülotomi), anterior vitrektomi yapılıp
yapılmaması ve ön kamarada postoperatif olarak vitreus olup olmaması.
Bunun dışında postoperatif takiplerdeki görme keskinliği, göz içi basıncı, görme
alanı, optik sinir başı çukurluğu ve görme alanında görülen değişiklikler ve değişimin
anlamlılığı istatistiksel olarak incelendi.
İstatistiksel analizlerde SPSS 11,5 for Windows programı kullanıldı. Postoperatif
dönemdeki görme keskinliği, göz içi basıncı, görme alanı, optik sinir başı çukurluğu
ve görme alanındaki değişiklikler tekrarlanan ölçümler için ANOVA testi ile incelendi.
Başarı üzerine etkili olabileceği düşünülen faktörler ise önce tekli bağıntı analiziyle
(Pearson Korelasyon Testi) değerlendirilip, bunların içinden etkisi anlamlı
bulunanlara çoklu bağıntı analizi (Çoklu Regresyon Testi) uygulandı. İstatistiksel
olarak ”p” değerinin <0.05 olması anlamlı kabul edildi.
69
BULGULAR
1. DEMOGRAFİK ÖZELLİKLER
Çalışmamızda 110’u erkek (%55,6), 88’i kadın (%44,4) olmak üzere 198
hastanın 253 gözü incelendi. Bunların 128’i sağ (%50,6), 125’i sol (%49,4)
gözdü. Hastaların yaşları 17 ile 85 arasında olup, ortalama 65,82±11,54 idi
(Tablo 1).
Erkek/Kadın Oranı 110/88
Göz Sayısı 253
Sağ/Sol Oranı 128/125
Yaş Ortalaması 65,82±11,54
Tablo 1: Demografik özellikler.
Çalışmaya alınan ve primer trabekülektomileri bizde yapılan gözler 3 ile 120
ay arasında, ortalama 38,53±30,05 ay takip edilmişti. Çalışmamıza 12 ayın
altında takip süresi olan olgular dahil edilmediği halde, 2 adet olgu 3. ve 6. ayda
retrabekülektomi geçirip, sırasıyla 4 ve 2 yıl takip edilmiş olduğundan çalışmaya
dahil edildi. Bunlarla beraber toplam 9 olguya retrabekülektomi yapılması
gerekmişti. Retrabekülektomi yapılan olguların sayısı az olduğundan,
retrabekülektomi sonuçlarına etkili olabilecek faktörler için istatistiksel bir
değerlendirme yapılamadı. Ayrıca 13 olgu ilk yıl kontrollerine gelmedikleri halde
daha sonraki kontrollerine düzenli devam ettiklerinden çalışma grubundan
çıkarılmadı. Bu sebeplerden dolayı 253 olgunun sadece 238 tanesinin 1. yıl
takibi mevcuttu (Tablo 2).
70
Ortalama Takip Süresi 38,53±30,05 ay
1. Yıl Takipli Göz Sayısı 238 (%94,1)
2. Yıl Takipli Göz Sayısı 157 (%62,1)
3. Yıl Takipli Göz Sayısı 103 (%40,7)
4. Yıl Takipli Göz Sayısı 71 (%28,1)
5. Yıl Takipli Göz Sayısı 57 (%22,5)
6. Yıl Takipli Göz Sayısı 42 (%16,6)
7. Yıl Takipli Göz Sayısı 35 (%13,9)
8. Yıl Takipli Göz Sayısı 25 (%9,9)
9. Yıl Takipli Göz Sayısı 7 (%2,8)
10. Yıl Takipli Göz Sayısı 1 (%0,4)
Tablo 2: Takip yıllarına göre olguların dağılımı.
Etyolojilerine göre hastalar 3 gruptan oluşmaktaydı; 104 göze (%41,1)
primer açık açılı glokom, 101 göze (%39,9) psödoeksfoliatif glokom, 48 göze (%
19,0) açı kapanması glokomu tanısı konulmuştu (Tablo 3).
Primer Açık Açılı Glokom 104 (%41,1)
Psödoeksfoliatif Glokom 101 (%39,9)
Açı Kapanması Glokomu 48 (%19,0)
Tablo 3: Etyolojilerine göre olguların dağılımı.
71
2. KOMPLİKASYONLAR
2.1.PEROPERATİF KOMPLİKASYONLAR
Operasyon sırasında sadece 5 gözde (%2,0) komplikasyon meydana
gelmişti. Bunlar 4 gözde görülen (%1,6) konjonktival delik ve 1 gözde gelişen (%
0,4) ekspulsif hemorajiydi (Tablo 4). Bu komplikasyonların hiçbiri için cerrahi
müdahale uygulanmamıştı. Hiçbir gözde trabekülektomi sırasında lens hasarı
olmamıştı. Retrabekülektomi yapılan 9 gözde de peroperatif herhangi bir
komplikasyon görülmemişti.
KOMPLİKASYON SIKLIĞI
Konjonktival Delik 5 (%2,0)
Ekspulsif Hemoraji 1 (%0,4)
Tablo 4: Trabekülektomi sırasında gelişen komplikasyonlar.
2.2.POSTOPERATİF KOMPLİKASYONLAR
Postoperatif dönemde 166 gözde (%65,6) komplikasyon görülmüştü. Bu
sayıya erken postoperatif dönemde görülen kısa süreli ön kamara sığlığı ve
hipotoniler de dahildi.
En sık görülen komplikasyonlar, 113 gözde (%44,7) görülen hipotoni ve
çoğunlukla bununla beraber 75 gözde (%29,6) görülen sığ ön kamaraydı.
Hipotoni kriteri olarak göz içi basıncının 5 mmHg’nin altında olması kabul edildi
(53). Bu gözlerin 8 tanesinde (%3,2) hipoton makülopatisi gelişmişti. Sıklıkla
hipotoniyle beraber seyreden koroid dekolmanı da 27 gözde (%10,7) meydana
gelmişti.
72
Erken postoperatif dönemde sık görülen bir diğer komplikasyon olan
hifemaya 49 gözde (%19,4), fibrin reaksiyonuna 32 gözde (%12,6) rastlanmıştı.
Daha seyrek olarak; 8 gözde (%3,2) pozitif Seidel testi, 3 gözde (%1,2)
1 aydan önce gelişen erken katarakt, 2 gözde (%0,8) malign glokom ve 1 gözde
(%0,4) retina dekolmanı görülmüştü.
Hastaların hiçbirinde trabekülektomi sonrası blebit ya da endoftalmi
gelişmemişti. Sadece 2 gözde (%0,8) trabekülektomiden 9 ve 21 ay sonra
fakoemülsifikasyon yöntemiyle yapılan katarakt ekstraksiyonu ardından
endoftalmi görülmüştü. Yine trabekülektomiden sonra katarakt ameliyatı yapılan
2 gözün 1 tanesinde (%0,4) malign glokom, 1 tanesinde de (%0,4) koroid
dekolmanı gelişmişti. Suprakoroidal hemorajiye hiçbir olguda rastlanmamıştı.
KOMPLİKASYON SIKLIĞI
Hipotoni (<5 mmHg) 113 (%44,7)
Sığ Ön Kamara 75 (%29,6)
Hifema 49 (%19,4)
Fibrin Reaksiyonu 32 (%12,6)
Koroid Dekolmanı 27 (%10,7)
Hipoton Makülopatisi 8 (%3,2)
Pozitif Seidel Testi 8 (%3,2)
Erken Katarakt (<1ay) 3 (%1,2)
Malign Glokom 2 (%0,8)
Retina Dekolmanı 1 (%0,4)
Tablo 5: Trabekülektomi sonrası görülen komplikasyonlar
Retrabekülektomi yapılan olgularda ise, postoperatif dönemde 7 gözde (%
77,8) komplikasyon görülmüştü. En sık görülen komplikasyon 6 gözdeki (%66,7)
hipotoni olmakla beraber, 3 gözde (%33,3) hifema, 2 gözde (%22,2) sığ ön
73
kamara, 2 gözde (%0,8) koroid dekolmanı ve 2 gözde (%0,8) fibrin reaksiyonu
izlenmişti.
2.3.BLEB BAŞARISIZLIĞINA YÖNELİK MÜDAHALE
Bleb başarısızlığı gelişen gözlerde bleb fonksiyonunu arttırmak için dijital
masaj, subkonjonktival 5-Florourasil enjeksiyonu (0,1 ml), bleb iğnelemesi, lazer
sütürolizis veya cerrahi bleb revizyonu yapılmıştı. Bu teknikler zaten
başarısızlığa gitme eğilimi olan gözlere uygulandığından, başarı üzerine
etkilerini istatistiksel olarak değerlendirilmek mümkün olmadı (Tablo 6).
Yapılan Müdahale Olgu Sayısı Zaman (Ay) Süre (Ay) Doz Sayısı
Dijital Masaj 87 (%34,4) 1,54±2,20 1,43±2,02
5-Florourasil Enjeksiyonu 39 (%15,4) 3,05±3,55 4,74±2,17
Bleb İğnelemesi 2 (%0,8) 18,60±25,31
Lazer Sütürolizis 15 (%5,9) 1,11±1,31
Cerrahi Bleb Revizyonu 5 (%2,0) 0,60±0,45
Tablo 6: Bleb başarısızlığı nedeniyle yapılan müdahaleler.
3. TRABEKÜLEKTOMİ SONRASI GLOKOMUN SEYRİ
Trabekülektomi sonrası glokomatöz hasarın seyrini değerlendirmede göz içi
basıncı ile beraber; görme alanı, optik sinir başı çukurluğu, görme keskinliği ve
kullanılan ilaç sayısındaki değişiklikler de incelendi.
Preoperatif olarak 20,79±7,53 mmHg olan ilaçlı ortalama göz içi basıncının,
postoperatif 1. yılda 12,94±5,53 mmHg’ye düştüğü ve 2. yılda 13,50±4,22
mmHg, 3. yılda 13,57±4,83 mmHg, 4. yılda 14,03±5,27 mmHg, 5. yılda
13,77±5,09 mmHg olduğu görüldü (Grafik 1). Başarısızlık kriterimiz ilaç
kullanımından bağımsız olduğu için; postoperatif takipte hem ilaç kullanan, hem
de kullanmayan olgulara ait göz içi basıncı değerleri ortalamaya dahil edildi.
74
Preoperatif göz içi basıncına göre postoperatif 1 yılda gözlenen düşüş
istatistiksel olarak anlamlı bulunurken (p<0,01; eşleştirilmiş t testi); 1. yıldan
sonra görülen değişimlerin istatistiksel olarak anlamsız olduğu tespit edildi
(p=0,52; tekrarlanan ölçümler için ANOVA).
54321Preoperatif
40
35
30
25
20
15
10
5
0
Grafik 1: Postoperatif dönemde göz içi basıncının değişimi.
Siyah çizgiler ortalamayı değil, ortancayı göstermektedir.
Trabekülektomi öncesi ve sonrasında kullanılan ilaçları incelerken; göz içi
basıncındaki kısa süreli dalgalanmalar sırasında kullanılan ilaçlar
değerlendirilmeye alınmayarak, 6 aydan uzun süre kullanılan ve stabil bir göz içi
basıncı sağlayan ilaçlar dikkate alındı. Buna göre preoperatif dönemde
2,02±0,89 olan ortalama ilaç sayısının; postoperatif 1. yılda 0,38±0,77’ye
düştüğü ve 2. yılda 0,74±0,89; 3. yılda 1,12±1,01; 4. yılda 1,28±0,98; 5. yılda
1,54±1,09 olarak arttığı görüldü (Grafik 2). Postoperatif 1. yılda ilaç sayısında
75
Göz
İçi B
asın
cı (m
mH
g)
Zaman (Yıl)
meydana gelen azalma (p<0,01; eşleştirilmiş t testi) ve 1. yıldan sonra görülen
artış istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0,01; tekrarlanan ölçümler için
ANOVA).
54321Preoperatif
3,0
2,5
2,0
1,5
1,0
,5
0,0
Grafik 2: Postoperatif dönemde ilaç sayısısının değişimi.
Görme alanı değişikliklerinin değerlendirilmesi için, ortalama sapma (MD) ve
pattern standart sapma (PSD) değerlerindeki değişimler incelendi.
Preoperatif dönemde -13,32±7,89 dB olan MD değerinin; postoperatif
takiplerde azalarak 1. yılda -12,24±9,25 dB, 2. yılda -9,95±8,17 dB, 3. yılda
-9,76±8,02 dB, 4. yılda -9,48±7,31 dB ve 5. yılda -10,09±7,15 dB olduğu
görüldü (Grafik 3). Hem preoperatif değerle postoperatif 1. yıl arasındaki farkın
(p=0,12; eşleştirilmiş t testi), hem de 1. yıldan sonra görülen değişimin
istatistiksel olarak anlamsız olduğu tespit edildi (p=0,14; tekrarlanan ölçümler
için ANOVA).
76
Zaman (Yıl)
İlaç
Say
ısı
54321Preoperatif
10
0
-10
-20
-30
-40
Grafik 3: Postoperatif dönemde ortalama sapmanın değişimi.
Siyah çizgiler ortalamayı değil, ortancayı göstermektedir.
Preoperatif ortalama PSD değeri 7,78±3,28 dB iken, takip süresince
gerileyerek postoperatif 1. yılda 7,03±3,33 dB, 2. yılda 6,64±2,90 dB, 3. yılda
6,39±3,80 dB, 4. yılda 6,25±3,39 dB ve 5. yılda 6,94±3,45 dB olduğu saptandı
(Grafik 4). Preoperatif değerle postoperatif 1. yıl arasındaki farkın anlamlı
olduğu görülürken (p<0,01; eşleştirilmiş t testi); postoperatif 1. yıldan sonra
görülen dalgalanma istatistiksel olarak anlamsız bulundu (p=0,41; tekrarlanan
ölçümler için ANOVA).
77
Orta
lam
a S
apm
a (d
B)
Zaman (Yıl)
54321Preoperatif
20
15
10
5
0
Grafik 4: Postoperatif dönemde pattern standart sapmanın değişimi.
Siyah çizgiler ortalamayı değil, ortancayı göstermektedir.
Optik sinir başı çukurluğu preoperatif dönemde 0,72±0,21 iken, postoperatif
1. yılda 0,76±0,21; 2. yılda 0,77±0,20; 3. yılda 0,75±0,20; 4. yılda 0,72±0,21 ve
5. yılda 0,71±0,23 olarak gözlendi (Grafik 5). Preoperatif değerle, postoperatif 1
yıldaki değer arasında anlamlı bir fark görülmediği gibi (p=0,79; eşleştirilmiş t
testi); postoperatif 1. yıldan sonra da optik sinir başı çukurluğunda istatistiksel
olarak anlamlı bir değişim izlenmedi (p=0,86; tekrarlanan ölçümler için ANOVA).
78
Pat
tern
Sta
ndar
t Sap
ma
(dB
)
Zaman (Yıl)
54321Preoperatif
1,2
1,1
1,0
,9
,8
,7
,6
,5
,4
,3
,2
,10,0
Grafik 5: Postoperatif dönemde optik sinir başı çukurluğunun değişimi.
Siyah çizgiler ortalamayı değil, ortancayı göstermektedir.
Görme keskinliği değişiminin incelenmesinde Snellen eşeliyle elde edilmiş
muayene bulguları logMAR’a çevrilerek ortalamaları hesaplandı. Buna göre
preoperatif olarak 0,21±0,13 olan görme keskinliği; postoperatif 1. yılda
0,25±0,13; 2. yılda 0,28±0,13; 3. yılda 0,38±0,19; 4. yılda 0,35±0,16 ve 5. yılda
0,40±0,19 olarak bulundu (Grafik 6). Preoperatif görme keskinliği ile
postoperatif 1. yıl arasında anlamlı bir fark görülmediği gibi (p=0,12; eşleştirilmiş
t testi), postoperatif 1. yıldan sonra görülen artış da istatistiksel olarak anlamsız
bulundu (p=0,72; tekrarlanan ölçümler için ANOVA).
79
Opt
ik S
inir
Baş
ı Çuk
urlu
ğu
Zaman (Yıl)
54321Preoperatif
1,0
,9
,8
,7
,6
,5
,4
,3
,2
,1
0,0
Grafik 6: Postoperatif dönemde görme keskinliğinin değişimi.
Siyah çizgiler ortalamayı değil, ortancayı göstermektedir.
4. TRABEKÜLEKTOMİ BAŞARISI ÜZERİNE ETKİLİ FAKTÖRLER
Göz içi basıncının ilaçla veya ilaçsız 18 mmHg altında olduğu olgular
“başarılı”, ilaca rağmen 18 mmHg ve üzerinde olduğu olgular “başarısız” kabul
edilerek; ilaç başlanma ve başarısızlık gelişme zamanları kaydedildi. Bu
tanımlamaya göre 253 olgunun 9 (%3,6) tanesinde ilaçlarını düzenli
kullanmadıklarından başarı tanımlanamadı. Kalan 244 (%96,4) olgunun 133
tanesinde (%52,6) ilaç tedavisine gerek duyulmadan göz içi basıncının
18 mmHg’nin altında olduğu; 111 tanesinde (%43,8) ise ortalama
17,57±12,23 ayda ilaç başlanması gerektiği görüldü. İlaç başlanan gözlerin 101
tanesinde (%39,9) yeniden göz içi basıncı kontrolü sağlanırken; 10 tanesinde
başlanan ilaca rağmen başarısız olunduğu ortaya çıktı. İlaçla göz içi basıncı
kontrolü sağlanan gözlerin 10 tanesinde (%3,9) ilaç başlandıktan ortalama
40,35±36,19 ay sonra tekrar başarısızlık geliştiği görüldü. Takip süresi boyunca
80
Zaman (Yıl)
Gör
me
Kes
kinl
iği (
Sne
llen)
133 gözde (%52,6) ilaçsız ve 91 gözde (%36,0) ilaçla olmak üzere toplam 224
gözde (%88,6) göz içi basıncı 18 mmHg’nin altında tutulabilmişti (Grafik 7).
Grafik 7: İlaçla ve ilaçsız başarının dağılımı.
Erken ve geç postoperatif dönemde gelişen bleb yemezliği nedeniyle
sekonder müdahale yapılan gözlerde de başarı oranı %86 olarak hesaplandı
(Tablo 6) ve sekonder müdahale yapılması gereken gözlerle, gerekmeyenlerin
başarısı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı (p=0,56).
Olgularımızın takip süreleri eşit olmadığından, uzun dönem başarının
değerlendirilmesi için Kaplan-Meier Sağkalım Analizi de yapılarak, ilerleyen
zaman içerisindeki başarı olasılığı değerlendirildi. Buna göre başarı olasılığı
postoperatif 1. yılda %99,1; 2. yılda %97,7; 3. yılda %94,9; 4. yılda %92,9;
81
Toplam Olgu Sayısı
253 Göz (%100)
Başarı Tanımlanabilen
244 Göz (%96,4)
İlaçsız Başarılı
133 Göz (%52,6)
Başarı Tanımlanamayan
9 Göz (%3,6)
Zaman İçinde Başarısız
10 Göz (%3,9)
Başarısı Devam Eden
91 Göz (%36,0)
İlaçla Başarılı
101 Göz (%39,9)
İlaç Başlanan
111 Göz (%43,8)
Başarısız
10 Göz (%3,9)
5. yılda %90,4; 6. yılda %87,3; 7. yılda %87,3; 8. yılda %87,3; 9.yılda %77,8 ve
10. yılda %35,4 olarak hesaplandı (Tablo 7).
Tablo 7: Kaplan-Meier Sağkalım Analizi’ne göre uzun dönemde başarının
devam etme olasılığı.
120967248240
1,1
1,0
,9
,8
,7
,6
,5
,4
,3
,2
,10,0
Grafik 8: Tüm olgularımızın uzun dönem başarı olasılığının Kaplan-Meier
Sağkalım Grafiği.
1.Yıl 2.Yıl 3.Yıl 4.Yıl 5.Yıl 6.Yıl 7.Yıl 8.Yıl 9.Yıl 10.Yıl
Başarı (%) 99,1 97,7 94,9 92,9 90,4 87,3 87,3 87,3 77,8 35,4
82
Topl
am B
aşar
ı
Zaman (Ay)
İlaç başlanma sıklığını değerlendirebilmek için de Kaplan-Meier Sağkalım
Analizi yapıldı. Buna göre olgulara ilaç başlanmama olasılığı (ilaçsız başarı)
1. yılda %88,9; 2. yılda %73,0; 3. yılda 49,1; 4. yılda %32,2; 5. yılda %30,8;
6. yılda %28,8; 7. yılda %28,8; 8. yılda %28,8; 9.yılda %28,8 ve 10. yılda %28,8
olarak hesaplandı (Tablo 8).
TTablo 8: Kaplan-Meier Sağkalım Analizi’ne göre uzun dönemde ilaçsız
başarının devam etme olasılığı.
120967248240
1,2
1,1
1,0
,9
,8
,7
,6
,5
,4
,3
,2
,10,0
Grafik 9: Tüm olgularımızın uzun dönemde ilaçsız başarılı olma olasılıklarının
Kaplan-Meier Sağkalım Grafiği.
1.Yıl 2.Yıl 3.Yıl 4.Yıl 5.Yıl 6.Yıl 7.Yıl 8.Yıl 9.Yıl 10.Yıl
Başarı (%) 88,9 73,0 49,1 32,2 30,8 28,8 28,8 28,8 28,8 28,8
83
Topl
am B
aşar
ı
Zaman (Ay)
4.1.OLGUYA AİT FAKTÖRLER
Her göz bir olgu olarak alındığında; 253 olgunun 134 tanesinin (%53,0)
erkek, 119 tanesinin (%47,0) kadın olduğu görüldü. Cinsiyet ile başarı ve
enkapsüle bleb gelişimi arasında anlamlı bir ilişki saptanmadı (p=0,44; p=0,15).
Yaş ortalaması 65,63±11,34 olan olgularda, ilerleyen yaş ile beraber
başarının arttığı gözlemlendi (korelasyon faktörü 0,19, p<0,01).
Opere edilen gözlerin 128 tanesi (%50,6) sağ, 125 tanesi (%49,4) sol
gözdü. Opere edilen gözle başarı arasında anlamlı bir ilişki saptanmadı
(p=0,64).
Ortalama 0,21±0,13 olan preoperatif görme keskinliğinin de başarı üzerinde
anlamlı bir etkisi görülmedi (p=0,76).
Olguların 120 tanesinin (%47,4) aksiyel uzunluk ölçümleri ve 204 tanesinin
(%80,6) preoperatif sferik eşdeğer refraksiyonarı kayıtlıydı. Ortalama
23,32±1,38 mm olan aksiyel uzunluğun ve -0,63±3,18 D olan preoperatif sferik
eşdeğer refraksiyonun başarı ile arasında anlamlı bir ilişki tespit edilmedi
(p=0,94; p=0,39).
Sistemik hastalıklar açısından olgular irdelendiğinde; 77 olguda (%30,4)
hipertansiyon, 38 olguda (%15,0) diabetes mellitus ve 9 olguda (%3,6) iskemik
kalp hastalığı olduğu görüldü. Üç hastalığın da başarı üzerinde bir etkisinin
olmadığı (p=0,34; p=0,45; p=0,36); ancak diabetli olgularda ilaç başlanma
sıklığının daha yüksek olduğu görüldü (korelasyon faktörü 0,19; p<0,01).
Gözlerin 52 tanesinde (%20,6) takipler sırasında kuru göz farkedilerek suni
göz yaşı tedavisi uygulanmış, 18 tanesinde (%7,1) preoperatif piterjiyum tespit
edilmiş ve 5 tanesinde de (%2,0) konjonktival inflamasyon gözlemlenmişti
(2 gözde blefarit, 2 gözde vernal konjonktivit ve 1 gözde şalazyon). Bu
faktörlerin hiçbirinin başarı üzerinde anlamlı bir etkisi görülmedi (p=0,32;
p=0,33; p=0,67).
84
Sayıları az olduğundan retrabekülektomi yapılan hastalar başarı analizine
dahil edilmedi; ancak trabekülektomiden önce gözlerin 18 tanesi (%7,1)
trabekülektomi dışında oküler cerrahi geçirmişti. Yapılan cerrahi müdahale
1 gözde (%5,6) trabekülotomi, 17 gözde (%6,7) YAG lazer iridotomi
uygulamasıydı. Oküler cerrahi geçirmiş olmak ile başarı arasında bir ilişki
gözlemlenmedi (p=0,19). Olguların 84 tanesi (%33,2) trabekülektomi öncesinde
diğer gözlerinden oküler cerrahi geçirmişti ve bunların 68 tanesi (%26,9)
trabekülektomi operasyonuydu. Diğer gözden geçirilmiş oküler cerrahinin ve
trabekülektominin başarı üzerine anlamlı bir etkisi saptanmadı (p=0,21; p=0,41).
Geçirilmiş operasyon sayısı da (aynı göz 0,09±0,44, diğer göz 0,44±0,68) başarı
üzerinde etkili bulunmadı (p=0,56; p=0,62). Geçirilmiş operasyonlarla bleb
enkapsülasyonu arasındaki ilişkinin istatistiksel değerlendirmesi yapılamadı
(p=belirlenemedi).
Etyolojilerine göre olgular; birincisi primer açık açılı glokom (104 göz, %
41,1), ikincisi psödoeksfoliatif glokom (101 göz, %39,9) ve üçüncüsü açı
kapanması glokomu (48 göze, %19) olmak üzere 3 gruptan oluşmaktaydı. Tanı
grupları ile cerrahi başarı arasında anlamlı ilişki olduğu görüldü (korelasyon
faktörü 0,15; p=0,02). Gruplar tek başlarına ele alındığında; primer açık açılı
glokomda başarının diğerlerine göre rölatif olarak daha düşük (korelasyon
faktörü -0,20; p<0,01) ve psödoeksfoliasyon glokomunda ise daha yüksek
(korelasyon faktörü 0,18; p<0,01) olduğu saptandı. Açı kapanması glokomuyla
başarı arasında anlamlı bir ilişki bulunmadı (p=0,62), (Tablo 9).
Glokom Tipi Başarı İlaç Başlananlar
Primer Açık Açılı Glokom %85,3 %60,8
Psödoeksfoliatif Glokom %97,9 %30,5
Açı Kapanması Glokomu %93,6 %42,6
Tablo 9: Tanı gruplarına göre başarı ve ilaç başlanma oranları.
85
Olguların açıları ortalama olarak grade 2,75±1,05 olarak kaydedilmişti ve 20
tanesinde (%7,9) periferik anterior sineşi mevcuttu. Açı derecesi ve periferik
anterior sineşinin başarı üzerinde etkisi görülmedi (p=0,33; p=0,26).
Preoperatif dönemdeki ilaçlı ortalama göz içi basıncı ile başarı arasındaki
ilişki incelendiğinde, preoperatif ilaçlı ortalama göz içi basıncı arttıkça başarının
azaldığı görüldü (korelasyon faktörü -0,18; p<0,01).
İlaç kullanımı incelenirken; 6 aydan kısa süreli, geçici olarak kullanılmış
preparatlar ilaç kullanımı olarak kabul edilmedi. Klinik uygulamamızda sistemik
karbonik anhidraz inhibitörleri yalnızca kısa süreli kullanıldığından çalışmaya
dahil edilmedi ve sadece topikal preparatlar değerlendirildi. Buna göre glokom
tanısı konulmasından trabekülektomi yapılan zamana kadar 121 olgu (%47,8),
toplam 2,30±1,14 adet ilacı ortalama 25,23±25,68 ay süreyle kullanmıştı.
Ameliyat oldukları dönemde olguların 111 tanesi (%43,9) ilaç kullanmaktaydı.
Tanı gruplarına göre preoperatif dönemdeki ilaç kullanma süreleri arasında
anlamlı fark vardı (p<0,01). Primer açık açılı glokomu olanlar 18,83±28,10 ay,
psödoeksfoliasyon glokomu olanlar 4,71±12,04 ay ve açı kapanması glokomu
olanlar 8,26±13,04 ay antiglokomatöz ilaç kullanmışlardı.
Kullanılan ilaç türlerine bakıldığında; 24 olgunun (%9,5) 16,15±8,56 ay
süreyle sempatomimetik; 92 olgunun (%36,4) 25,43±26,67 ay süreyle beta
bloker; 23 olgunun (%9,1) 16,34±7,68 ay süreyle karbonik anhidraz inhibitörü;
41 olgunun (%16,2) 16,03±9,25 ay süreyle beta bloker ve karbonik anhidraz
inhibitörü kombine preparatı; 45 olgunun (%17,8) 13,36±7,96 ay süreyle
protoglandin analoğu ve 30 olgunun (%11,9) 23,76±32,52 ay süreyle
parasempatomimetik kullandığı görüldü.
Geçmişteki toplam ilaç kullanma süresi ile başarı arasında bir ilişki
gösterilemedi (p=0,73). İlaç tipleri tek tek ele alındığında sadece preoperatif
beta bloker kullanımı ile başarı arasında anlamlı bir ilişki saptandı (Tablo 10).
Buna göre beta bloker kullanan olgularda başarı daha düşüktü (korelasyon
faktörü -0,15; p=0,03), ancak beta bloker kullanım süresinin başarı üzerinde bir
etkisi tespit edilmedi (p=0,95).
86
Postoperatif ilaç başlanma sıklığı ile preoperatif dönemde kullanılan ilaçlar
arasındaki ilişkiye bakıldığında; preoperatif dönemde beta bloker ve karbonik
anhidraz inhibitörü kombine preparatı ile prostoglandin analoğu kullananlarda
postoperatif ilaç başlanma sıklığının daha düşük olduğu görüldü (korelasyon
faktörü -0,21; p<0,01; korelasyon faktörü -0,15; p=0,03). Buna karşılık
preoperatif dönemde parasempatomimetik kullananlarda postoperatif ilaç
başlanma olasılığının tam tersine daha fazla olduğu saptandı (korelasyon
faktörü 0,21; p<0,01).
Takip süresince 2 olguda (%0,8) topikal preparatlara bağlı allerji
görülmüştü, ancak ilaç allerjisi ile başarı arasında ilişki görülmedi (p=0,67).
Ameliyat öncesi 0,72±0,23 olan ortalama optik sinir başı çukurluğu oranı ile
başarı arasında da bir ilişkisi bulunmadı (p=0,98); fakat postoperatif dönemde
optik sinir başı çukurluğu geniş olan gözlere daha nadir ilaç başlandığı gösterildi
(korelasyon faktörü -0,16; p=0,01).
Görme alanındaki parametreler incelendiğinde; ortalama sapmanın (MD)
(ortalama -13,32±7,89 dB) preoperatif olarak yüksek olduğu gözlerde başarının
da yüksek olduğu görülürken (korelasyon faktörü -0,22; p=0,02); pattern
standart sapma (ortalama 7,78±3,28 dB) ile başarı arasında bir ilişki tespit
edilmedi (p=0,18).
İncelenen Faktör P Korelasyon
Cinsiyet 0,44
Yaş <0,01 0,19
Opere Edilen Göz (Sağ/Sol) 0,64
Görme Keskinliği 0,76
Aksiyel Uzunluk 0,94
Sferik Eşdeğer Refraksiyon 0,39
Hipertansiyon 0,34
***Diabetes Mellitus 0,45
İskemik Kalp Hastalığı 0,36
87
Kuru Göz 0,32
Piterjiyum 0,33
Konjonktival İnflamasyon 0,67
Aynı Gözden Geçirilmiş Oküler Cerrahi 0,19
Diğer Gözden Geçirilmiş Oküler Cerrahi 0,21
Diğer Gözden Geçirilmiş Trabekülektomi 0,41
Toplam Geçirilmiş Operasyon Sayısı (Aynı Göz) 0,56
Toplam Geçirilmiş Operasyon Sayısı (Diğer Göz) 0,62
Tanı Grubu 0,02 0,15
Primer Açık Açılı Glokom <0,01 -0,20
Psödoeksfoliatif Glokom <0,01 0,18
Açı Kapanması Glokomu 0,62
Açı Derecesi 0,33
Periferik Anterior Sineşi 0,26
İlaçlı Ortalama Göz İçi Basıncı <0,01 -0,18
Toplam İlaç Kullanma Süresi 0,73
Sempatomimetik Kullanımı 0,26
Sempatomimetik Kullanım Süresi 0,56
Beta Bloker (BB) Kullanımı 0,03 -0,15
Beta Bloker (BB) Kullanım Süresi 0,95
Karbonik Anhidraz İnhibitörü (KAİ) Kullanımı 0,89
Karbonik Anhidraz İnhibitörü (KAİ) Kullanım Süresi 0,18
***BB ve KAİ Kombine Preparatı Kullanımı 0,16
BB ve KAİ Kombine Preparatı Kullanım Süresi 0,43
***Prostoglandin Analoğu Kullanımı 0,79
Prostoglandin Analoğu Kullanım Süresi 0,64
***Parasempatomimetik Kullanımı 0,73
Parasempatomimetik Kullanım Süresi 0,22
İlaç Allerjisi 0,67
***Optik Sinir Başı Çukurluğu 0,98
Ortalama Sapma (MD) 0,02 -0,22
Pattern Standart Sapma (PSD) 0,18
88
Tablo 10: Olguya ait preoperatif faktörler ile başarı arasındaki ilişki.
*** Postoperatif dönemde ilaç başlanması ile arasında ilişki saptanan
faktörler
4.2.OPERASYONA AİT FAKTÖRLER
Olguların glokom tanılarının konulmasıyla trabekülektomi arasında geçen
süre grubun tamamında ortalama 24,23±43,09 aydı. Bu süreyle başarı arasında
bir ilişki tespit edilmedi (p=0,32). Ancak tanı gruplarına göre incelendiğinde, bu
sürenin primer açık açılı glokomda 36,88±50,08 ay, psödoeksfoliatif glokomda
10,08±17,83 ay ve açı kapanması glokomunda 24,37±53,04 ay olduğu görüldü.
Gruplar arasındaki fark anlamlı bulundu (p=0,01).
Dosyalardan ve ameliyat kayıtlarından elde edilebildiği kadarıyla
ameliyatların 108 tanesinde (%42,7) oluşturulan konjonktival flep tipi belirtilmişti.
Bunların 99 tanesinde limbal (%91,7), 9 tanesinde (%8,3) forniks tabanlı flep
kaldırılmıştı. Flep tipiyle başarı arasında ilişki gösterilemedi (p=0,77).
Trabekülektomilerin 174 tanesinde (%68,8) tenon eksizyonu uygulanmıştı.
Tenon eksizyonu ile başarı arasında bir ilişki tespit edilmedi (p=0,06); ancak bu
gözlerde postoperatif ilaç başlanma oranının daha düşük olduğu görüldü
(korelasyon faktörü -0,24; p<0,01).
Gözlerin 13 tanesinde (%5,1) mitomisin-C kullanılmıştı. Bu 13 olgunun yaş
ortalaması 46,31±18,29 olup; 4 tanesinde (%30,8) geçirilmiş katarakt
operasyonu; 1 tanesinde de (%7,7) geçirilmiş skleroplasti, fakik göz içi lensi
implantasyonu ve katarakt ameliyatı hikayesi mevcuttu. Mitomisin-C
kullanımının başarısı üzerine bir etkisi görülmedi (p=0,95).
Operasyonlar sırasında sadece 5 gözde (%2,0) komplikasyon gelişmişti.
Bunlar 4 gözde görülen (%1,6) konjonktival delik ve 1 gözde (%0,4) ekspulsif
hemorajiydi. Konjonktival delik oluşumunun başarı üzerinde bir etkisi
89
görülmezken (p=0,22); tek olgu olduğu için ekspulsif hemorajinin etkisi
değerlendirilemedi.
İncelenen Faktör P Korelasyon
Tanı ile Trabekülektomi Arasındaki Süre 0,32
Konjonktival Flep Tipi 0,77
***Tenon Eksizyonu 0,06
Mitomisin-C Kullanımı 0,95
Konjonktival Delik 0,22
Tablo 11: Operasyona ait faktörler ile başarı arasındaki ilişki.
*** Postoperatif dönemde ilaç başlanması ile arasında ilişki saptanan
faktörler
4.3.POSTOPERATİF DÖNEME AİT FAKTÖRLER
Çalışmaya alınan tüm olguların ortalama takip süresi 38,53±30,05 aydı.
Takip süresi ile başarı arasında anlamlı korelasyon bulunmazken (p=0,18); takip
süresi uzadıkça ilaç başlanma olasılığının arttığı görüldü (korelasyon faktörü
0,46; p<0,01).
Postoperatif dönemde 166 gözde (%65,6) komplikasyon görülmüştü.
Postoperatif komplikasyon olup olmaması ile başarı arasında anlamlı bir ilişki
bulunmadı (p=0,69).
En sık görülen komplikasyon olan hipotoni 113 gözde (%44,7) görülmüş,
ortalama 1,00±3,63. ayda gelişmiş ve 2,88±6,86 ay sürmüştü. Hipotoni
görülmesi, başlama zamanı ve süresiyle başarı arasında bir ilişki bulunmadı
(p=0,15; p=0,58; p=0,39), fakat hipotoni varlığı ve süresi ile ilaç başlanma oranı
arasında zıt ilişki saptandı (korelasyon faktörü -0,15; p=0,02; korelasyon faktörü
-0,21; p=0,03). Hipotoni görülen gözlerin 8 tanesinde (tüm olgular içinde %3,2)
90
hipoton makülopatisi gelişmişti, fakat hipoton makülopatisi ile başarı arasında
da bir ilişki tespit edilmedi (p=0,65).
Hipotoniyle sıklıkla beraber görülen sığ ön kamara 75 gözde (%29,6),
ortalama 1,56±8,00. ayda gelişmiş ve 1,95±3,77 ay sürmüştü. Sığ ön kamara
gelişiminin başarıyı düşürdüğü gözlemlendi (korelasyon faktörü -0,13; p=0,04).
Sığ ön kamaranın ortaya çıkma zamanı ve süresi ile başarı arasında anlamlı bir
ilişki görülmedi (p=0,72; p=0,24).
Bir tanesi katarakt ameliyatı sonrası olmak üzere takip süresi içinde toplam
28 gözde (%11,1) ortalama 1,61±3,23. ayda koroid dekolmanı gelişmiş ve
2,40±4,07 ay sürmüştü. Koroid dekolmanı varlığı, başlama zamanı ve süresiyle
başarı arasında ilişki saptanmadı (p=0,83; p=0,50; p=0,47).
Postoperatif toplam takip süresince hifema 49 gözde (%19,4) ortalama
0,54±2,40. ayda gelişmiş ve 0,42±0,62 ay sürmüştü. Hifema varlığı, ortaya
çıkma zamanı ve süresi ile başarı arasında ilişki tespit edilmedi (p=0,59; p=0,97;
p=0,54).
Gözlerin 66 tanesinde (%26,1) postoperatif 1. gündeki ön kamara
reaksiyonunun şiddeti kaydedilmişti. Buna göre ortalama 1,30±1,51 olan ön
kamara reaksiyonu ile başarısızlık arasında bir ilişki saptanmadı (p=0,96). Fibrin
reaksiyonu ise; 12 tanesi (%4,7) katarakt ameliyatı sonrası olmak üzere toplam
44 gözde (%17,4) ortalama 5,72±12,28. ayda gözlemlenmişti. Fibrin reaksiyonu
varlığı ve zamanı ile de başarı arasında ilişki ortaya çıkmadı (p=0,38; p=0,50).
Olguların 8 tanesinde (%3,2) görülen pozitif Seidel testiyle başarı arasında
herhangi bir ilişki görülmedi (p=0,65).
Bu komplikasyonların dışında; postoperatif 1 ay içinde 3 gözde (%1,2)
erken katarakt gelişimi; bir tanesi katarakt ameliyatını takiben olmak üzere 3
gözde (%1,2) ortalama 19,78±33,10. ayda malign glokom; 1 gözde (%0,4)
postoperatif 7,5. ayda retina dekolmanı ve 2 gözde (%0,8) trabekülektomiden 9
ve 21 ay (ortalama 17,00±5,66 ay) sonra yapılan katarakt cerrahisini takiben
91
endoftalmi görülmüştü. Olgu sayılarının azlığı nedeniyle bu komplikasyonların
başarı üzerine etkileri değerlendirilemedi.
Komplikasyon gelişen gözlerin 18 tanesinde (tüm olgular içinde %7,1),
komplikasyona yönelik cerrahi girişim uygulanmıştı (4 gözde bleb
resütürasyonu, 4 gözde ön kamara temizliği ve ön kamara oluşturulması, 2
gözde anterior vitrektomi, 4 gözde pars plana vitrektomi, 2 gözde YAG lazer
iridotomi, 2 gözde YAG lazer fibrinotomi ve periferik iridotomi). Ek cerrahi girişim
ile başarı arasında bir ilişki görülmedi (p=0,59). Postoperatif 11,52±22,33 ayda
trabkülektomi sırasında açılan periferik iridektominin kapanması nedeniyle
4 göze (%1,6) YAG lazer iridotomi yapılmıştı. Postoperatif YAG lazer iridotomi
uygulaması ile başarı arasında bir ilişki saptanmadı (p=0,55). Uygulama zamanı
ile başarı arasındaki ilişkiyse değerlendirilemedi (p=belirlenemedi).
İncelenen Faktör P Korelasyon
***Takip Süresi 0,18
Postoperatif Komplikasyon 0,69
***Hipotoni 0,15
Hipotoni Zamanı 0,58
***Hipotoni Süresi 0,39
Hipoton Makülopatisi 0,65
Sığ Ön Kamara 0,04 -0,13
Sığ Ön Kamara Zamanı 0,72
Sığ Ön Kamara Süresi 0,24
Koroid Dekolmanı 0,83
Koroid Dekolmanı Zamanı 0,50
Koroid Dekolmanı Süresi 0,47
Hifema 0,59
Hifema Zamanı 0,97
Hifema Süresi 0,54
Ön Kamara Reaksiyonunun Şiddeti 0,96
Fibrin Reaksiyonu 0,38
Fibrin Reaksiyonu Zamanı 0,50
92
Pozitif Seidel Testi 0,65
Komplikasyona Yönelik Cerrahi Girişim 0,59
Postoperatif YAG Lazer İridotomi 0,55
Postoperatif YAG Lazer İridotomi Zamanı -
Tablo 12: Takip süresi ve postoperatif komplikasyonlar ile başarı arasındaki
ilişki.
*** Postoperatif dönemde ilaç başlanması ile arasında ilişki saptanan
faktörler
Bleb kabarıklığı ile ilgili olarak 1. ay için 157 (%62,1), 3. ay için 156 (%61,7)
ve 6. ay için 160 olguda (%63,2) yeterli bilgiye ulaşılabildi. Buna göre ortalama
bleb kabarıklığı 1. ayda 1,57±0,79; 3. ayda 1,67±0,79, 6. ayda 1,81±0,87 olarak
hesaplandı. Bleb kabarıklığı ile başarı arasında bir ilişki bulunmadı (p=0,27;
p=0,68; p=0,28); ancak 6. aydaki bleb kabarıklığı arttıkça ilaç başlanma
olasılığının azaldığı tespit edildi (korelasyon katsayısı -0,23; p<0,01).
Postoperatif 1. ayda 9 gözde (%3,6) bleb enkapsülasyonu gözlemlenmişti.
Bleb enkapsülasyonu ile başarı arasında bir ilişki görülmedi (p=0,06); ancak
bleb enkapsülasyonunun ilaç başlanma olasılığını arttırdığı saptandı
(korelasyon faktörü 0,23; p<0,01).
Olguların 111 tanesinde (%43,9) postoperatif ortalama 17,57±12,23. ayda
ilaç başlanmıştı. İlaç başlanma zamanı ile başarısızlık arasında korelasyon
saptanmadı (p=0,45).
İncelenen Faktör P Korelasyon
Postoperatif 1. Aydaki Bleb Kabarıklığı 0,27
Postoperatif 3. Aydaki Bleb Kabarıklığı 0,68
***Postoperatif 6. Aydaki Bleb Kabarıklığı 0,28
93
***Bleb Enkapsülasyonu 0,06
Postoperatif Dönemde İlaç Başlanma Zamanı 0,45
Tablo 13: Bleb özellikleri ve ilaç başlanma zamanının başarı üzerine etkisi.
*** Postoperatif dönemde ilaç başlanması ile arasında ilişki saptanan
faktörler.
4.4.KATARAKT AMELİYATI İLE İLİŞKİLİ FAKTÖRLER
Çalışma grubunu oluşturan 253 olgunun 132 tanesi (%52,2) katarakt
ameliyatı geçirmişti. Katarakt ameliyatı bunların 13 tanesinde (%9,9)
trabekülektomiden önce, 65 tanesinde (%49,2) trabekülektomi ile kombine, 54
tanesinde (%40,9) trabekülektomiden sonra yapılmıştı. Bu faktörlerin hiçbiri ile
başarı arasında bir ilişki görülmedi (p=0,11; p=0,72; p=0,29; p=0,40).
Trabekülektomi sonrası katarakt ameliyatı geçiren gözlerde, katarakt
ameliyatı trabekülektomiden ortalama 19,00±20,27 ay sonra yapılmıştı.
Trabekülektomi ile katarakt ameliyatı arasında geçen sürenin de başarı üzerine
bir etkisi bulunmadı (p=0,71).
Katarakt ekstraksiyonu; olguların 109 tanesinde (%82,6) fakoemülsifikasyon
yöntemi, 22 tanesinde (%16,7) ekstrakapsüler yöntem ve 1 tanesinde (%0,4)
intrakapsüler yöntemle yapılmıştı. Katarakt ameliyatının yöntemiyle başarı
arasında anlamlı ilişki saptanmadı (p=0,84).
Ameliyat sonrasında göz içi lensi (130 göz, %98,5) ve kapsül germe halkası
(27 göz, %20,9) implantasyonunun da sonuç üzerine bir etkisi tespit edilmedi
(p=0,74; p=0,63).
94
Trabekülektomi ile kombine katarakt operasyonu yapılan 64 olguda,
katarakt ekstraksiyonunun trabekülektomi ile aynı kesi veya farklı kesiden
yapılmasıyla ilgili bilgiye 60 gözde ulaşılabildi (%93,8). Katarakt ekstraksiyonu
bunların 20 tanesinde (%31,3) aynı, 40 tanesinde (%62,5) farklı kesiden
yapılmıştı. Aynı kesi ile farklı kesi arasında başarı açısından anlamlı bir fark
bulunmadı (p=0,31).
Katarakt ameliyatı sonrası arka kapsülün durumuyla ilgili bilgi 131 (%99,2)
olguda elde edilebildi. Bunların 16 tanesinde (%12,2) arka kapsül açıktı ve arka
kapsülün açık olmasının başarıyı olumsuz yönde etkilediği tespit edildi
(korelasyon faktörü -0,22; p=0,01).
Arka kapsül 16 gözün 8 tanesinde (%50) peroperatif perfore olarak, 7
tanesinde (%43,8) YAG kapsülotomi yapılarak açılmıştı. Bir tanesi planlı, bir
tanesi de arka kapsül perforasyonunu takiben olmak üzere 2 göze (%12,5)
posterior kapsüloreksis yapılmıştı. Arka kapsülün peroperatif perforasyonu ve
arka kapsüloreksis ile başarı arasında bir ilişki saptanmadı (p=0,38; p=0,73),
fakat YAG kapsülotominin başarıyı azalttığı görüldü (korelasyon faktörü -0,24;
p<0,01). Kapsülotominin trabekülektomiden sonraki zamanıyla (ortalama
0,93±5,67 ay) başarı arasında ilişki saptanmadı (p=0,72).
Arka kapsülün perfore olduğu gözlerden 6 tanesine (%75) operasyon
sırasında anterior vitrektomi yapılmıştı. Anterior vitrektominin başarı üzerinde bir
etkisi görülmedi (p=0,23).
Postoperatif takiplerde katarakt ameliyatı geçiren gözlerden 2 tanesinde (%
1,5) ön kamarada vitreus gözlemlenmişti. Bunlardan birinde operasyon
sırasında arka kapsülün perfore olduğu saptanırken; diğerinin dosyasında ve
ameliyat notunda arka kapsül perforasyonuyla ilgili herhangi bir kayıt
bulunamadı. Ön kamarada vitreus varlığıyla başarı arasında bir ilişki tespit
edilmedi (p=0,73).
95
İncelenen Faktör P Korelasyon
Katarakt Operasyonu Geçirmiş Olmak 0,11
Trabekülektomiden Önce Katarakt Operasyonu 0,72
Trabekülektomi ile Kombine Katarakt Operasyonu 0,29
Trabekülektomiden Sonra Katarakt Operasyonu 0,40
Trabekülektomi - Katarakt Operasyonu Arasındaki Süre 0,71
Katarakt Ameliyatının Yöntemi 0,84
Göz İçi Lensi İmplantasyonu 0,74
Kapsül Germe Halkası İmplantasyonu 0,63
Kombine Cerrahide Aynı veya Farklı Kesi 0,31
Arka Kapsülün Açık Olması 0,01 -0,22
Peroperatif Arka Kapsül Perforasyonu 0,38
YAG Lazer Kapsülotomi <0,01 -0,24
YAG Lazer Kapsülotomi Zamanı 0,72
Arka Kapsüloreksis 0,73
Anterior Vitrektomi 0,23
Ön Kamarada Vitreus Varlığı 0,73
Tablo 14: Katarakt operasyonuna ait faktörler ile başarı arasındaki ilişki.
4.5.ÇOKLU BAĞINTI ANALİZLERİ
Yapılan tekli bağıntı analizleri sonucunda tanı gruplarının başarı üzerindeki
etkisi anlamlı bulunmuştu (p=0,02). Etyolojiye ait faktörler; glokomun hem
ameliyat öncesi, hem de ameliyat sonrası parametrelerini etkileyebileceğinden;
başarı ve ilaç başlanması arasında anlamlı ilişki saptanan tüm faktörler tanı
grupları ile çoklu bağıntı analizine sokularak yeniden değerlendirildi (Grafik 10,
Grafik 11). Tekli bağıntı analizinde takip süresi; aralarında anlamlı korelasyon
tespit edildiğinden ilaç başlanmasıyla ilişkili bulunan tüm parametrelerin
incelenmesinde çoklu bağıntı analizlerine dahil edildi.
96
120967248240
1,1
1,0
,9
,8
,7
,6
,5
,4
,3
,2
,1
0,0
Grafik 10: Tanı gruplarına göre olgularımızın uzun dönem başarı olasılığının
Kaplan-Meier Sağkalım Grafiği.
97
Topl
am B
aşar
ı
Zaman (Ay)
Açı Kapanması Glokomu
Psödoeksfoliatif Glokom
Primer Açık Açılı Glokom
120967248240
1,1
1,0
,9
,8
,7
,6
,5
,4
,3
,2
,10,0
Grafik 11: Tanı gruplarına göre olgularımızın uzun dönem ilaçsız başarı
olasılığının Kaplan-Meier Sağkalım Grafiği.
Başarı ile arasında pozitif korelasyon saptanan yaş yeniden incelendiğinde;
yaşın başarı üzerindeki etkisinin anlamlı olduğu ve tanı grubundan bağımsız
olarak ilerleyen yaşla beraber başarının arttığı tespit edildi (p=0,04).
İlaç başlanması ile arasında pozitif korelasyon saptanan diabetes mellitusun
etkisi, tanı grubu ve takip süresi ile yapılan çoklu bağıntı analizi sonucunda
anlamlı bulundu (p=0,02). Buna göre diabet varlığının ilaç başlanma ihtiyacını
arttıran bağımsız bir faktör olduğu kabul edildi.
Preoperatif ilaçlı ortalama göz içi basıncının başarı üzerindeki olumsuz
etkisinin de tanı grubundan bağımsız bir faktör olduğu çoklu bağıntı analizi
sonucunda doğrulandı (p<0,01).
98
Zaman (Ay)
Topl
am B
aşar
ı
Açı Kapanması Glokomu
Psödoeksfoliatif Glokom
Primer Açık Açılı Glokom
Preoperatif beta bloker kullanımının başarı üzerindeki negatif etkisinin çoklu
bağıntı analizi sonucunda anlamsız olduğu ortaya çıktı (p=0,33). Tanı
gruplarındaki beta bloker kullanım oranlarına bakıldığında; primer açık açılı
glokomluların %60,2’sinin, psödoeksfoliatif glokomluların %21,7’sinin ve açı
kapanması glokomluların %27,7’sinin beta bloker kullandığı görüldü. Beta
bloker kullanımı açısından tanı grupları arasında görülen fark anlamlı bulundu
(p<0,01) ve tekli bağıntı analizinde beta bloker kullanımı ile başarı arasında
gözlemlenen ilişkinin buradan kaynaklandığı anlaşıldı.
Beta bloker ve karbonik anhidraz inhibitörü kombine preparatlarının
kullanımı ile postoperatif dönemde ilaç başlanması arasında saptanan ilişki
çoklu bağıntı analizi sonucunda anlamsız bulundu (p=0,15). Beta bloker ve
karbonik anhidraz inhibitörü kullanan hastaların ortalama takip süresinin
(ortalama 16,98±7,58 ay), kullanmayanlara göre (ortalama 42,72±31,45 ay)
anlamlı derecede kısa olduğu tespit edildi (p<0,01) ve bu grupta ilaç başlanma
oranının daha düşük olmasının takip süresinin kısalığından kaynaklandığı
anlaşıldı.
Prostoglandin analoğu kullanımı ile postoperatif dönemde ilaç başlanması
arasında saptanan ilişkinin de çoklu bağıntı analizi sonucunda aynı şekilde
anlamsız olduğu (p=0,65) ve tekli bağıntı analizinde görülen başarı üzerindeki
olumlu etkinin prostoglandin analoğu kullanan hastaların ortalama takip
süresinin (ortalama 20,53±11,33 ay) kullanmayanlara göre (ortalama
42,42±31,91 ay) kısa olmasından kaynaklandığı saptandı (p<0,01).
Parasempatomimetiklerin postoperatif ilaç başlanmasını arttırıcı etkisininin
ise, tanı grubu ve takip süresinden bağımsız olarak anlamlı olduğu görüldü
(p=0,02).
Optik sinir başı çukurluğu ile ilaç başlanması arasında saptanan zıt ilişkinin
de çoklu bağıntı analizi sonucunda anlamsız olduğu (p=0,90) ve çalışma
grubumuzu oluşturan olguların optik sinir başı çukurluk oranı yüksek olanlarının
takip sürelerinin daha kısa olmasından kaynaklandığı anlaşıldı (korelasyon
faktörü -0,34; p<0,01).
99
Görme alanındaki ortalama sapmanın başarı üzerindeki olumlu etkisi çoklu
regresyon analizi sonucunda tanı grubundan bağımsız olarak anlamlı bulunsa
da (p<0,01), psödoeksfoliatif glokomla beraber çoklu bağıntı analizi yapıldığında
her iki parametrenin de anlamlı olduğu tespit edildi (ortalama sapma için p=0,05
ve psödoeksfoliatif glokom için p=0,03). Ortalama sapma değerinin
psödoeksfoliasyon glokomu olan gözlerde (-15,57±7,38 dB), olmayanlara göre
(-12,40±7,94 dB) anlamlı derecede yüksek olduğu görüldü (p=0,04) ve tekli
bağıntı analizinde bu iki faktör arasında anlamlı korelasyon tespit edildi
(korelasyon faktörü -0,22; p=0,02). Buradan yola çıkarak; ortalama sapmanın
yüksek olduğu gözlerde başarının yüksek olması, bu gözlerde aynı zamanda
psödoeksfoliasyonun da sık olmasına bağlandı.
Tenon eksizyonu yapılmasının, postoperatif dönemde ilaç başlanması
olasılığını azaltıcı etkisinin olduğu da çoklu bağıntı analiziyle doğrulandı
(p=0,04).
Hipotoni gelişimi ve süresi ile ilaç başlanması arasındaki ilişkinin çoklu
bağıntı analiziyle incelenmesi sonucunda, hipotoni varlığının herhangi bir
etkisinin olmadığı (p=0,07); ancak artan hipotoni süresinin ilaç başlanmasını
azaltıcı etkisinin anlamlı olduğu saptandı (p<0,01). Takip süresi ile hipotoni
süresi arasında ilişki bulunmadı (p=0,42).
Sığ ön kamara varlığının başarı üzerindeki olumsuz etkisi tanı grubuyla
beraber incelendiğinde anlamlı olarak değerlendirildi (p=0,03). Sadece
psödoeksfoliasyon glokomuyla yapılan çoklu bağıntı analizinde anlamsız olduğu
sonucu çıksa da (p>0,05); psödoeksfoliasyon glokomuyla arasında korelasyon
saptanmadığından (p=0,59) yine de anlamlı olarak kabul edildi.
Postoperatif 6. aydaki bleb kabarıklığının ilaç başlanma olasılığını azaltıcı
etkisi istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0,01).
Postoperatif bleb enkapsülasyonu görülmesinin ilaç başlanma olasılığını
arttırıcı etkisi de çoklu bağıntı analizi sonucunda doğrulandı (p=0,02).
100
Başarı ile arka kapsülün açık olması ve YAG kapsülotomi arasındaki ilişki
ise çoklu bağıntı analizi sonucunda anlamsız bulunmuştur (p=0,09; p=0,06).
İncelenen Faktör P Korelasyon
Yaş 0,04 0,19
İlaçlı Ortalama Göz İçi Basıncı <0,01 -0,18
Beta Bloker Kullanımı 0,33 -0,15
Ortalama Sapma (MD) <0,01 -0,22
Sığ Ön Kamara 0,03 -0,13
Arka Kapsülün Açık Olması 0,09 -0,22
YAG Lazer Kapsülotomi 0,06 -0,24
Tablo 15: Başarı üzerine etkili faktörlerin tanı grubu ile çoklu bağıntı analizi
sonuçları.
İncelenen Faktör P Korelasyon
Diabetes Mellitus 0,02 0,19
BB ve KAİ Kombine Preparatı Kullanımı 0,15 -0,21
Prostoglandin Analoğu Kullanımı 0,65 -0,15
Parasempatomimetik Kullanımı 0,02 0,21
Optik Sinir Başı Çukurluğu 0,90 -0,16
Tenon Eksizyonu 0,04 -0,24
Hipotoni 0,07 -0,15
Hipotoni Süresi <0,01 -0,21
Postoperatif 6. Aydaki Bleb Kabarıklığı <0,01 -0,23
Bleb Enkapsülasyonu 0,02 0,23
Tablo 16: İlaç başlanma olasılığı üzerine etkili faktörlerin tanı grubu ve takip
süresi ile çoklu bağıntı analizi sonuçları.
101
TARTIŞMA
Glokom tedavi edilmediği takdirde körlükle sonuçlanabilen ve hiçbir klinik bulgu
vermeden seyredebilen sinsi bir hastalıktır. Glokomun medikal tedavi, lazer tedavisi
ve cerrahi tedavi olmak üzere üç çeşit tedavisi vardır. Diğer tedavi yöntemlerinin
hedef göz içi basıncına ulaşmada yetersiz kaldığı takdirde başvurulan cerrahi tedavi
yöntemleri içinde, günümüzde en çok tercih edileni trabekülektomidir. İlk kez 1968
yılında Cairns tarafından tanımlanan trabekülektomi, zamanındaki diğer fistülizan
cerrahi tekniklerine göre daha az komplikasyona yol açması ve daha başarılı göz içi
basıncı kontrolü sağlaması ile ön plana çıkmış; günümüze kadar glokomun cerrahi
tedavisinde altın standart olma özelliğini korumuştur. Geçen süre zarfında cerrahi
başarı üzerine etkili faktörlerin daha iyi anlaşılmasıyla trabekülektomi tekniğinde
yapılan modifikasyonlar, geliştirilen ek tedaviler sonucunda güvenilirliği daha da
artmış ve günümüzde medikal tedavi denenmeden erken trabekülektomi yapılması
tartışılır hale gelmiştir (41,42,43).
Buradan yola çıkarak; biz de kliniğimizde trabekülektomi uygulanıp ortalama
olarak 38,5±30,1 ay takip edilmiş 198 hastanın 253 gözünü retrospektif olarak
inceledik ve hem trabekülektomi başarımızı, hem de başarı üzerine etkili olabilecek
faktörleri değerlendirdik.
1. TRABEKÜLEKTOMİ SONUÇLARIMIZ
“İleri Glokom Müdahale Çalışması” (AGIS) sonuçlarına göre Avrupa Glokom
Derneği (EGS) ileri evre glokom hastalarının tedavisinde, görme alanı ve optik
sinirin korunabilmesi için göz içi basıncının 18 mmHg’nin altına düşürülmesini
başlangıç hedefi olarak önermektedir (40,56). Klinik uygulamamız da zaten bu
şekilde olduğundan; çalışmamızda başarıyı göz içi basıncının ilaçla veya ilaçsız
18 mmHg’nin altında olması olarak tanımladık.
Göz içi basıncının ilaçla veya ilaçsız 18 mmHg altında olduğu olgular
“başarılı”, ilaca rağmen 18 mmHg ve üzerinde olduğu olgular “başarısız” olarak
102
kabul edildi. İlaçlarını düzenli kullanmamış olduklarından 253 olgunun 9 (%3,6)
tanesinde başarı tanımlanamadı. Kalan 244 (%96,4) olgunun 133 tanesinde (%
52,6) ilaç tedavisine gerek duyulmadan göz içi basıncının 18 mmHg’nin altında
olduğu; 111 tanesinde (%43,8) ise ortalama 17,57±12,23 ayda ilaç başlanması
gerektiği görüldü. İlaç başlanan gözlerin 101 tanesinde (%39,9) yeniden göz içi
basıncı kontrolü sağlandığı; 10 tanesinde ise başlanan ilaca rağmen başarısız
olunduğu ortaya çıktı. İlaçla göz içi basıncı kontrolü sağlanan gözlerin 10
tanesinde (%3,9) ilaç başlandıktan ortalama 40,35±36,19 ay sonra tekrar
başarısızlık geliştiği gözlemlendi.
Takip süresi boyunca (1-10 yıl) 133 gözde (%52,6) ilaçsız ve 91 gözde (%
36,0) ilaçla olmak üzere toplam 224 gözde (%88,6) göz içi basıncı 18
mmHg’nin altında tutularak başarı elde edilmişti. Erken ve geç dönemde bleb
yetmezliği gelişen gözlere sekonder müdahale yapılmış ve bunların da %86’sı
grubun genel sonucuna yakın olarak başarılı olmuştu. Sekonder müdahale
yapılması gereken ve gerekmeyen gözlerin başarısı arasında istatistiksel olarak
anlamlı fark görülmedi (p=0,56). Bu durum yapılan sekonder müdahalenin
yeterince etkili olduğu şeklinde yorumlandı.
Kaplan-Meier Sağkalım Analizi de yapıldığında, ilerleyen zaman içindeki
başarı olasılığı postoperatif 1. yılda %97,7; 2. yılda %94,9; 3, yılda %92,9;
4. yılda %90,4; 5. yılda %87,3; 8.yılda %77,8 ve 10. yılda %35,4 olarak
saptandı.
Geçmişte trabekülektominin kısa ve uzun dönem sonuçlarına dair yapılmış
bir çok çalışma vardır (57,58,59,60,61,62); ancak bunların değerlendirilmesinde
karşılaşılan temel sorun çalışmalardaki hasta gruplarının etyolojilerinin, takip
sürelerinin ve kullanılan başarı kriterlerinin birbirinden farklı oluşudur. Mevcut
çalışmaların çoğunda başarı sınırını belirleyen göz içi basıncı 21 mmHg olarak
kabul edilmiştir.
103
Watson ve Grierson 424 göz üzerindeki 10 yıllık çalışmalarında (en az 2 yıl
takip) başarı kriterini göz içi basıncının 21 mmHg ve altında olması olarak
tanımlamış ve toplam başarı oranlarını %98 olarak bildirmiştir. Bunların %
86’sında ilaçsız başarı elde edilmiştir (57).
Aynı kriterlere göre çalışma yapan Jerdnal ve Lundstörm 6 ay-3 yıl takip
süresi içinde ilaçsız başarı oranını % 58, Vesti ortalama 3 yıllık takipte %74
olarak belirtmiştir (58,59).
Mietz ve arkadaşları 138 hastanın 276 gözünde yaptıkları ortalama 27,4 ay
(7-62 ay) takipli çalışmalarında, ilaçsız olarak olguların 138 tanesinde (%50) göz
içi basıncını 18 mmHg ve altında bulmuşlardır (60).
Ehrnrooth ve arkadaşları; primer açık açılı glokom ve psödoeksfoliatif
glokomu olan 138 hastanın 138 gözünde yaptıkları ortalama takip süresi 3,5 yıl
(2-5 yıl) olan çalışmada başarı kriterini göz içi basıncının 21 mmHg ve altında
olması kabul etmişler ve Kaplan-Meier sağ kalım analizine göre başarı
olasılığını 1. yılda %82, 2. yılda %70, 3. yılda %64, 4. yılda %52 olarak
bildirmişlerdir (61).
Robinson ve arkadaşları da; 179 gözde göz içi basıncının 21 mmHg’nin
altında olmasına göre tanımladıkları başarı olasılığını 10 yıllık sağ kalım analizi
ile 2. yılda %89, 5. yılda %87, 10. yılda %86 olarak bulmuşlardır (62).
Görüldüğü üzere; literatürdeki sonuçların da birbirinden çok farklı
olmasından dolayı kendi sonuçlarımızı diğerleriyle karşılaştırmamız tam olarak
mümkün değildir. Ancak başarı kriterimizin 18 mmHg’nin altındaki göz içi
basınçları olması nedeniyle başarı oranlarımızın daha düşük olması
beklenirken; ilk 5 yıla ait başarı oranlarımız diğer çalışmalarla uyumlu, hatta
daha da yüksektir. Bunun bizce en önemli sebebi hedef göz içi basıncına
ulaşmak için daha erken ve daha çok sayıda ilaç kullanılmış olmasıdır (Grafik
104
2). Hastalarımızın büyük çoğunluğunun 40 yaş ve üzerinde olması (%97,2);
neovasküler, üveitik ve oküler cerrahiye sekonder glokomlar gibi trabekülektomi
sonuçlarının kötü olduğu hasta gruplarının çalışmaya dahil edilmemesi; riskli
olgularda mitomisinli trabekülektomi yapılmış olması ve bleb başarısızlıklarına
erken dönemde, etkin şekilde müdahale edilmiş olması şüphesiz başarı
oranlarımızı arttıran diğer faktörlerdir. Kaplan-Meier Sağkalım Analizi’nde
özellikle 10 yılda görülen dramatik düşüş ise, bu yıldan sonra takibi olan hasta
sayısının çok az olmasıyla açıklanabilir (Tablo 5, Tablo 7).
2. KOMPLİKASYONLAR
Operasyon sırasında sadece 5 gözde (%2,0) komplikasyon görülmüştü.
Bunlar 4 gözde (%1,6) görülen konjonktival delik ve 1 gözde (%0,4) gelişen
ekspulsif hemorajiydi. Bu komplikasyonların hiçbiri için cerrahi müdahale
uygulanmamıştı. Konjonktival delik sıklıkla cerrahi yanlış manipulasyona bağlı
olarak ortaya çıkan, daha çok spontan olarak düzelen ve nadiren cerrahi
revizyon gerektiren bir durumdur. Çok seyrek görülen ekspulsif hemoraji ise,
tüm intraokuler cerrahilerin en korkulan komplikasyonudur ve görmeyi ciddi
derecede tehdit etmektedir. Ishida ve Takuchi Japonya’daki Taho Üniversitesi
Sakura Hastanesi’nde yapılan trabekülektomiler içinde ekspulsif hemoraji
görülme sıklığnı %0,57 olarak bildirilmişlerdir (63).
Postoperatif dönemde en sık görülen komplikasyonlar, 113 gözde (%44,7)
görülen hipotoni ve çoğunlukla bununla beraber olarak 75 gözde (%29,6)
görülen sığ ön kamaraydı. Bunlarla ilişkili olarak da 27 gözde (%10,7) koroid
dekolmanı ve 8 gözde (%3,2) hipoton makülopatisi gelişmişti.
Hipotoni görülme sıklığını Ridgway 203 gözde %14,5; Mietz ve akadaşları
276 gözde %30,4; Turaçlı 50 gözde %16 olarak bildirmiştir (60,64,65). Sung ve
arkadaşlarının 206 gözdeki çalışmalarında 2 haftadan uzun süren hipotoni
sıklığı %4,2 olarak tespit edilmiştir (66).
Sığ ön kamara konusunda da birbirinden çok farklı sonuçlar vardır. Sığ ön
kamara oranını Wilson %17,4; Zaidi %11,6; Turaçlı ve arkadaşları %24; Sung
ve arkadaşları %18,6; Mietz ve arkadaşları %6,9 olarak bildirmiştir
105
(60,65,66,67,68). Törnqvist ve Drolsum ise 277 gözde sığ ön kamara ve
hipotoninin beraber görülme oranını %16 olarak saptamıştır (69). Ridgeway ön
kamaranın tamamen kaybını %4 olarak gözlemlemiştir (64).
Hipotoni sonrası koroid dekolmanı gelişimini Popovic ve Sjöstrand 75
gözlük çalışmalarında %4,2; Cheung ve arkadaşları 157 gözde %13,3; Yalvaç
ve arkadaşları 71 gözde %5,6; Picht G ve arkadaşları 113 gözde %18,6; Sung
ve arkadaşları %11,4 olarak bildirmişlerdir (66,70,71,72,73).
Hipoton makülopatisini ise Costa ve arkadaşları 508 gözde %14,3; Cheung
ve arkadaşları %3,2 olarak bulmuşlardır (71,74).
Literatürdeki sonuçlarla karşılaştırdığımızda, kendi olgularımızdaki hipotoni
ve sığ ön kamara sıklığının yüksek olduğu dikkati çekmektedir; ancak bu
durumda beklenenin aksine koroid dekolmanı ve hipoton makülopatisi
oranlarımız diğer çalışmalarla uyumludur. Biz bu çelişkinin, çalışmamızın amacı
ve yöntemi itibariyle diğerlerinden farklı olmasından kaynaklanabileceğini
düşünmekteyiz.
Literatürdeki çalışmaların sadece az bir kısmında hipotoniyi tanımlarken,
belli bir süreden uzun devam etmiş olması bir kriter olarak belirtilmekte (66),
çoğunda herhangi bir detay verilmemektedir. Bizim çalışmamızdaysa amacımız
komplikasyonların sıklığını değil, başarı üzerindeki etkilerini değerlendirmek
olduğundan; hastaların sadece postoperatif erken dönemde gelişen hipotoni
ataklarını değil, bütün takip süresi içinde görülen ataklarını, bir gün sürmüş dahi
olsalar dikkate almıştık. Hipotoni süresini belirlerken de; eğer göz birden fazla
hipotoni dönemi geçirmişse, hepsinin sürelerinin toplamını hipotoni süresi olarak
kaydetmiştik. Her bir hipotoni atağının süresini belirlerken, vizitler arasındaki
dönemde göz tansiyonunun seyrini bilemediğimizden, iki vizit arasındaki süreyi
hipotoni atağının süresi olarak kabul etmiştik. Nitekim sadece 2 haftadan uzun
süren hipotoniler değerlendirildiğinde hipotoni sıklığı %19,4’e düşmektedir.
Bunların içinde geç postoperatif dönemde ilaçla regüleyken hipotoni gelişen
olgular da mevcuttur ve şüphesiz ki; bunları cerrahi komplikasyon olarak kabul
etmek doğru bir yaklaşım değildir. Tüm bu nedenlerden dolayı bildirdiğimiz
106
hipotoni sıklığı ve süresinin diğer çalışmalardan daha yüksek olması
mümkündür.
Ön kamaranın derinliğiyle ilgili bir evreleme de rutin hasta kayıtlarımızda ne
yazık ki bulunmadığından; verdiğimiz sığ ön kamara oranlarına minimal ön
kamara darlığı görülen olgular da dahildir ve toplam sayıyı arttırmaktadır. Ancak
erken hipotoninin ve sığ ön kamaranın en önemli nedenlerinden biri olan bleb
sızdırmasına bizim çalışma grubumuzda %3,2 oranında rastlanmıştır ve
literatürle uyumludur. Sung ve arkadaşları kendi olgularında bu oranı %9,6
olarak saptamışlardır (66).
Erken postoperatif dönemde sık görülen bir diğer komplikasyon olan
hifemaya 49 gözde (%19,4) rastlanmıştır. Sung ve arkadaşları %21,0; Törnqvist
ve Drolsum %18,4; Ridgeway %19; Turaçlı ve arkadaşları %8,0 oranında
hifema rapor etmişlerdir. Bizim bulgularımız da literatürle uyumludur
(64,65,66,69).
Olgularımızın 2 tanesinde (%0,8) malign glokom ve 1 tanesinde (%0,4)
retina dekolmanı görülmüştür. Yalvaç ve arkadaşları %1,4; Picht ve arkadaşları
%0,9 oranında malign glokom bildirmiştir (72,73). Zaidi de 66 göz içinde 1 tane
(%1,5) retina dekolmanı gözlemlemiştir (68).
Trabekülektomi sonrası beklenen komplikasyonlardan biri de cerrahi
travmaya, inflamasyona ve lensdeki metabolik değişikliklere bağlı olarak
katarakt gelişimidir. Çalışma grubumuzdaki gözlerin 121 tanesi (%47,8) takip
süresinin sonuna kadar katarakt ameliyatı geçirmemişti. Gözlerin 13 tanesi (%
5,1) trabekülektomiden önce, 65 tanesi (%25,7) trabekülektomi ile kombine ve
54 (%21,3) tanesi trabekülektomiden sonra katarakt ameliyatı geçirmişti.
Bunların içinden 3 tanesinde (%1,2) 1 aydan önce gelişen katarakt tespit
edilmişti. Hasta dosyalarında preoperatif olarak katarakt yoğunluğu detaylı
olarak kayıtlı olmadığından, katarakt gelişiminin ne kadarının trabekülektomiye
bağlı olduğunu değerlendirmek mümkün olmadı.
D’Ermo ve arkadaşları yaptıkları çalışmada katarakt gelişimini %35,6 olarak
bulmuşlar ve %2,2 oranında erken katarakt gelişimi olduğunu belirtmişlerdir
107
(75). Mills bu oranı postoperatif 6. ayda %45,2; Jay ve Murray %10,0; Mietz ve
arkadaşları %6,5; Sung ve arkadaşları %5,3 olarak bildirmişlerdir (43,60,66,76).
Bleb enkapsülasyonu olguların %3,6’sında görülmüştü. Feldman ve
arkadaşları 438 olguluk serilerinde bu oranı %28; Sherwood ve arkadaşları 607
gözde %13; Mietz ve arkadaşları %8,9; Cheung %2,5; Yalvaç ve arkadaşları %
8,4 olarak belirtmişlerdir (60,71,72,77,78).
Bizim çalışma grubumuzdaki enkapsüle bleb görülme sıklığı, literatürdeki
oranların çoğundan daha düşüktür. Bu düşük oran hastaların büyük bir
kısmında (%68,8) tenon eksizyonu yapılmış olmasının bir sonucu olabileceği
gibi; bleb yetersizliği görülen bazı olgularda enkapsüle bleb gelişiminin gözden
kaçırılması veya kaydedilmemesinden de kaynaklanmış olabilir. Nitekim bleb
yetersizliği nedeniyle hastaların %34,4’üne dijital masaj, %15,4’üne
subkonjonktival 5-Florourasil enjeksiyonu; %2,0’sine cerrahi bleb revizyonu ve
%0,8’ine bleb iğnelemesi uygulanmıştır.
3. TRABEKÜLEKTOMİ SONRASI GLOKOMUN SEYRİ
Glokomun patogenezi ve tedavisi halen tartışmalı bir konudur. Teorik olarak
glokom hasarının önlenmesinde göz içi basıncının düşürülmesi, oküler kan
akımının iyileştirilmesi ve doğrudan nöron korunmasının etkin olacağı düşünülse
de; günümüzde görme fonksiyonunu koruma konusunda etkisi kanıtlanmış tek
yaklaşım göz içi basıncının düşürülmesidir (39). Bu nedenle trabekülektomi
sonuçları üzerine yapılan çalışmaların çoğunda hedef göz içi basıncına ne
oranda ulaşılabildiği başarı kriteri olarak sunulmaktadır. Ancak göz içi
basıncının düşürülmüş olması, glokomun seyrinin durdurulduğu anlamına
gelmemektedir. Trabekülektominin başarısından söz edebilmek için; görme
fonksiyonunun korunduğunu ve nöropatinin progresyonunun durdurulduğunu da
göstermek gerekir.
Bu amaçla kendi çalışmamızda trabekülektomi sonrası glokomatöz hasarın
seyrini değerlendirebilmek için göz içi basıncı ile beraber; görme alanı, optik
sinir başı çukurluğu, görme keskinliği ve kullanılan ilaç sayısındaki değişiklikleri
de incelendik.
108
Preoperatif olarak ortalama 20,79±7,53 mmHg olan göz içi basıncının,
postoperatif 1. yılda 12,94±5,53 mmHg’ye düştüğünü ve 2. yılda 13,50±4,22
mmHg, 3. yılda 13,57±4,83 mmHg, 4. yılda 14,03±5,27 mmHg, 5. yılda
13,77±5,09 mmHg olduğunu gördük (Grafik 1). Preoperatif göz içi basıncına
göre postoperatif 1. yılda gözlenen düşüşü istatistiksel olarak anlamlı bulurken
(p<0,01; eşleştirilmiş t testi); postoperatif 1. yıldan sonra görülen değişimlerin
anlamı olmadığını tespit ettik (p=0,52; tekrarlanan ölçümler için ANOVA).
Yalvaç ve arkadaşları kendi serilerinde preoperatif ilaçla veya ilaçsız
39,1±10,1 mmHg olan ortalama göz içi basıncını postoperatif 1. yılda 13,9±5,4
mmHg, 2. yılda 14,4±5,0 mmHg, 3. yılda 14,5±5,5 mmHg olarak saptmışlardır
(72).
Molteno ve arkadaşları 289 olguyu kapsayan ortalama 6 yıl 8 aylık takip
süreli çalışmalarında preoperatif ilaçla veya ilaçsız 24,48±6,42 mmHg olan
ortalama göz içi basıncını; postoperatif 1. yılda 13,6 mmHg, 2. yılda 14,67
mmHg, 5. yılda 14,94 mmHg, 10. yılda 14,82 mmHg, 15. yılda 14,71 mmHg
olarak tespit etmişlerdir (79).
Kidd ve O’Connor da 60 gözde 5 yıllık takip sonunda preoperatif ilaçla veya
ilaçsız 25,1 mmHg olan ortalama göz içi basıncının; postoperatif 1. yılda
13,76 mmHg’ye düştüğünü ve 5. yılda 14,95 mmHg olduğunu bildirmişlerdir
(80).
Literatürdeki diğer çalışmalarda verilen göz içi basıncı ortalamalarının bizim
bulduğumuz değerlerden biraz daha yüksek oldukları dikkatimizi çekmektedir.
Bu durum hastalarımızın genç olmamasıyla, riskli hastalarda mitomisin-C
kullanılmış olmasıyla ve bleb yetersizliği gelişenlere etkin müdahale edilmiş
olmasıyla kısmen açıklanabilir; ancak bizce esas sebep daha önce de
vurguladığımız gibi, hedef göz içi basıncımızın daha düşük olması nedeniyle
daha erken ve daha çok sayıda ilaç başlanmış olmasıdır (Grafik 2, Grafik 9).
Daha önce de çalışmalarına değindiğimiz Robinson ve arkadaşları ilaçsız
başarı olasılığını 2. yılda %78, 5. yılda %70, 10. yılda %67; Ehrnrooth ve
109
arkadaşları 4. yılda %40 olarak bildirmiştir (61,62). Johnson ve arkadaşları 150
hastalık retrospektif çalışmalarında bu oranı 1. yılda %70, 5. yılda %50 olarak
bulmuşlardır (81). Bizim çalışmamızda Kaplan-Meier Sağkalım Analizi ile
hesapladığımız ilk 5 yıla ait ilaçsız başarı olasılıkları diğer çalışmalardan daha
düşüktür (1. yılda %88,9; 2. yılda %73,0; 3. yılda 49,1; 4. yılda %32,2; 5. yılda
%30,8). İlerleyen yıllar içinde bu fark daha da belirgin hale gelmektedir (Tablo 8,
Grafik 9). Başarı beklentimizin diğer çalışmalarla uyumlu olmasına rağmen;
ilaçsız başarı oranlarımızın düşük olması, bizim daha erken ilaç başladığımızın
(ortalama 17,57±12,23 ay) kanıtıdır (Tablo 7, Grafik 8).
Yine bu yorumumuzu destekler şekilde preoperatif dönemde 2,02±0,89 olan
ortalama ilaç sayısının; postoperatif 1. yılda 0,38±0,77’ye düştüğünü ve
sonrasında hızla artarak 2. yılda 0,74±0,89; 3. yılda 1,12±1,01; 4. yılda
1,28±0,98 ve 5. yılda 1,54±1,09 olduğunu gördük (Grafik 2). Ameliyat
sonrasındaki 1. yılda ilaç sayısında meydana gelen düşüşün (p<0,01;
eşleştirilmiş t testi) ve sonrasında izlenen artışın istatistiksel olarak anlamlı
olduğunu tespit ettik (p<0,01; tekrarlanan ölçümler için ANOVA).
Literatürdeki göz içi basıncının görme alanı üzerindeki etkileri ve
trabekülektomi sonrası görme alanının değişimi ile ilgili çalışmalara
bakıldığında; görme alanını değerlendirmede farklı yöntemlerin kullanıldığı
dikkati çekmektedir.
Bunların bir kısmında görme alanı defektinin paternine göre bir takım
skorlamalar yapılmış ve görme alanı defekt skorunun değişimi incelenmiştir.
Katz ve arkadaşları 75 gözden oluşan çalışmalarında 63 gözün görme alanını
değerlendirebilmişler ve bunların %31’inde trabekülektomiden sonra görme
alanı skorunda düzelme olduğunu saptamışlardır (82). Akafo ve arkadaşları da
ortalama 9,2 yıl takip süresi olan 81 gözün 36 tanesinde görme alanını
değerlendirebilmiş ve gözlerin %83’ünde görme alanında kayıp; %17’sinde
düzelme olduğunu görmüşlerdir (83). Popovic ve Sjöstrand da 6-12 yıllık takibi
olan 54 olgunun %28’inde görme alanı kaybında ilerleme olduğunu, %72’sinde
görme alanının stabil kaldığını bildirmişlerdir.
110
Bazı araştırmacılarsa MD, PSD ve CPSD gibi görme alanı indekslerinin
değişimini değerlendirmişlerdir. Tsai ve arkadaşları 28 göz üzerinde yaptıkları
çalışmada göz içi basıncının %40 ve üzerinde düşürülmesiyle MD ve PSD
indekslerinin düzeldiğini ve kronik açı kapanması glokomu olan gözlerde optik
sinir başı çukurluğunda topografik olarak gösterilebilen iyileşme olduğunu
saptamışlardır (85). Matsubara ve arkadaşları 12 gözden oluşan çalışmalarında
trabekülektomiden 1 yıl sonra göz içi basıncıyla beraber MD değerinde anlamlı
düzelme olduğunu bildirmişlerdir (86). Casiraghi ve arkadaşları da 1539 hastayı
retrospektif olarak incelemiş, trabekülektomi ve fakoemülsifikasyonla kombine
trabekülektomi geçirmiş hastalarda MD’nin anlamlı olarak düzeldiğini
belirtmişlerdir (87).
Bizim olgularımızda preoperatif dönemde -13,32±7,89 dB olan MD
değerinin; postoperatif takiplerde azalarak 1. yılda -12,24±9,25 dB, 2. yılda
-9,95±8,17 dB, 3. yılda -9,76±8,02 dB, 4. yılda -9,48±7,31 dB ve 5. yılda -10,09
±7,15 dB olduğu gördük (Grafik 3). Hem preoperatif değerle postoperatif 1. yıl
arasındaki farkın (p=0,12; eşleştirilmiş t testi), hem de 1. yıldan sonra görülen
değişimin istatistiksel olarak anlamsız olduğunu saptadık (p=0,14; tekrarlanan
ölçümler için ANOVA).
PSD değerinin de preoperatif olarak 7,78±3,28 dB iken, takip süresince
gerileyerek postoperatif 1. yılda 7,03±3,33 dB, 2. yılda 6,64±2,90 dB, 3. yılda
6,39±3,80 dB, 4. yılda 6,25±3,39 dB ve 5. yılda 6,94±3,45 dB olduğunu tespit
ettik (Grafik 4). Preoperatif değerle postoperatif 1. yıl arasındaki farkın anlamlı
olduğu görülürken (p<0,01; eşleştirilmiş t testi); postoperatif 1. yıldan sonra
görülen değişimi istatistiksel olarak anlamsız bulduk (p=0,41; tekrarlanan
ölçümler için ANOVA).
Preoperatif dönemde ortalama 0,72±0,21 olan optik sinir başı çukurluğunun
da, postoperatif 1. yılda 0,76±0,21; 2. yılda 0,77±0,20; 3. yılda 0,75±0,20; 4.
yılda 0,72±0,21 ve 5. yılda 0,71±0,23 olduğu gözlemlendi (Grafik 5). Preoperatif
değer ile postoperatif 1. yıl arasındaki fark anlamlı görülmediği gibi (p=0,79;
eşleştirilmiş t testi); postoperatif 1. yıldan sonra da optik sinir başı çukurluğunda
görülen değişim istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı (p=0,86; tekrarlanan
ölçümler için ANOVA).
111
Optik sinir başı bulguları konusunda da literatürde birbirinden değişik
sonuçlar vardır. Katz ve arkadaşları çalışmalarında trabekülektomi sonrasında
stereoskopik fotoğraflar kullanarak optik sinir başı çukurluğunda %21 oranında
düzelme bildirmişlerdir (82). Matsubara ve arkadaşları da postoperatif 1. yılda
optik sinir başı çukurluğunda anlamlı düzelme gördüklerini bildirmişlerdir (86).
Nouri-Mahdavi ve arkadaşlarıysa yine stereoskopik fotoğraflar yardımıyla 78
gözün %5’inde 112 aylık takip sonunda optik sinir başında glokomatöz
progresyon olduğunu göstermişlerdir.
Çalışmamızdaki optik sinir başı değerlendirmeleri biyomikroskopta 90 D
mercek kullanılarak farklı gözlemciler tarafından subjektif olarak yapılmıştı. Bu
durum operasyondan sonraki 5 sene boyunca optik sinir başında anlamlı
glokomatöz progresyon olmadığı yönündeki saptamamızın güvenilirliğine gölge
düşürmektedir. Ancak buna paralel olarak MD ve özellikle PSD indekslerinde de
anlamlı bir değişim görülmemiş olması; trabekülektomi sonrasında glokomun
ilerlemesini durdurmada başarılı olduğumuzu göstermektedir. Elbette bu
başarıda hedef göz içi basıncımızın 18 mmHg’nin altı olmasının ve buna yönelik
olarak ilaç tedavisinin erken başlanmasının rolü büyüktür.
Glokomda santral görme ve görme keskinliği hastalığın ileri evrelerinde
etkilendiği halde; trabekülektomi sonrasında katarakt gelişimine veya maküler
dejenerasyona bağlı olarak da görme keskiniğinde azalma olabilmektedir.
Popovic ve Sjöstrand çalışmalarında preoperatif 0,7±0,3 olan görme
keskinliğininin 0,3±0,5’e düştüğünü gözlemlemiş ve bunun primer nedeni olarak
katarakt gelişimini gösterilmişlerdir (84). Yıldırım ve arkadaşları 24 gözde 12
aylık takip sonunda preoperatif 0,75±0,28 olan görmeyi postoperatif olarak
0,79±0,36 olarak bulmuşlar ve olguların %33’ünde görme keskinliğinde artış, %
42’sinde azalma tespit etmişlerdir (88). Molteno ve arkadaşları 289 gözden
oluşan çalışmalarında 6 yıl 8 aylık takip sonunda %42,9 gözde görmede azalma
saptamış ve %14,2 olguda bunu glokomatöz hasara; diğerlerinde (%28,7)
katarakt, maküler dejenerasyon ve vasküler hastalığa bağlamışlardır (79).
Cheung ve arkadaşları da 157 gözde görme keskinliğinde %18,5 oranında
düzelme, %18,5 oranında azalma tespit etmiş; diğerlerinde (%61,1) görmenin
112
stabil kaldığını gözlemlemişlerdir. Görme azalmasının en önemli nedeni olarak
da katarakt gelişimini işaret etmişlerdir (71).
Bizim çalışmamızda preoperatif olarak 0,21±0,13 olan görme keskinliğinin;
postoperatif 1. yılda 0,25±0,13; 2. yılda 0,28±0,13; 3. yılda 0,38±0,19; 4. yılda
0,35±0,16 ve 5. yılda 0,40±0,19 olduğunu saptadık (Grafik 6). Preoperatif
görme keskinliği ile postoperatif 1. yıl arasındaki farkı istatistiksel olarak
anlamsız bulduk (p=0,12; eşleştirilmiş t testi) ve postoperatif 1. yıldan sonra
görülen artışın da istatistiksel olarak bir anlamını görmedik (p=0,72; tekrarlanan
ölçümler için ANOVA). Hesaplarımıza göre trabekülektomi sonrasında görme
keskinliğinde bir kayıp olmadığı sonucuna varsak da, bu ortalamalara katarakt
ameliyatı geçiren olgular da dahil olduğundan trabekülektominin görme
keskinliği üzerine hiçbir bir etkisinin olmadığını söylememiz yanlış olur. Ancak
yine de optik sinir hasarı ve görme alanı indekslerinde postoperatif artış
görülmemesine dayanarak; en azından glokomun progresyonuna bağlı bir
görme kaybı gelişmediğini varsayabiliriz.
4. BAŞARI ÜZERİNE ETKİLİ FAKTÖRLER
Cairns tarafından 1968 yılında tarif edilen trabekülektomi operasyonunun
başta hipotoni, ön kamara kaybı ve endoftalmi olmak üzere, cerrahi
komplikasyon oranı o dönemde uygulanan tam kat fistülizan cerrahi tekniklerine
göre çok daha düşük olduğundan yaygın olarak benimsenmiş ve günümüze
kadar popülaritesini korumuştur. Ancak göz içi basıncını düşürücü etkisinin tam
kat fistülizan tekniklere göre biraz daha düşük olması ve zaman içinde azalması
trabekülektominin başlıca dezavantajları olmuştur (81).
Trabekülektomi başarısızlığının en önemli sebebi postoperatif yara
iyileşmesi sonucunda cerrahi olarak oluşturulan fistülün kapanmasıdır (89).
Başarısızlığa yol açan faktörlerin anlaşılması ve trabekülektomi tekniğinin
bunlara göre modifiye edilmesi başarı oranlarını arttırmışsa da; bu konudaki
çelişkili bulgular nedeniyle tartışma halen güncelliğini korumaktadır.
Buradan yola çıkarak, biz de uzun bir takip süresi olan 253 olguluk
serimizde başarı üzerine etkili olabilecek faktörleri değerlendirmeyi amaçladık
113
ve olguların preoperatif, intraoperatif ve postoperatif özelliklerinin başarıyla olan
ilişkisini inceledik.
4.1.OLGUYA AİT FAKTÖRLER
Hastaların demografik özellikleriyle başladığımız incelememizde pek çok
çalışmada olduğu gibi, biz de ilerleyen yaşla beraber trabekülektomi başarısının
arttığını gördük (p=0,04; çoklu bağıntı analizi). Bu durum ilerleyen yaşla beraber
yara iyileşme reaksiyonunun şiddetinin azalmasıyla açıklanmakta ve artık klasik
bir bilgi olarak temel kitaplarda da yerini almaktadır (54,90). Genç hastalarda
antimetabolit ajanlar kullanılarak trabekülektomi yapılması, bu hastaların başarı
oranını arttırmaktadır (54).
Cinsiyet ile başarı arasındaki ilişki üzerinde çok fazla durulmuş bir konu
değildir. Feldman ve arkadaşları 438 olguyu kapsayan çalışmalarında
enkapsüle bleb gelişiminin erkeklerde kadınlara göre daha sık olduğunu
bildirmiş (p<0,01), ancak bu duruma bir açıklama getirmemişlerdir (77).
Yarangümeli ve arkadaşlarıysa 183 gözü içeren çalışmalarında enkapsüle bleb
gelişimiyle cinsiyet arasında bir ilişki görmemişlerdir (91). Tanito ve arkadaşları
da kombine trabekülektomi ve fakoemülsifikasyon uygulanmış primer açık açılı
glokomu olan 141 gözde cinsiyetle trabekülektomi başarısı arasında bir ilişki
saptamamışlardır (92). Biz de kendi çalışmamızda cinsiyetle başarı ve
enkapsüle bleb gelişimi arasında bir ilişki görmedik (p=0,44; p=0,15).
Sung ve arkadaşları 206 olguluk çalışmalarında sol gözlerde, sağa göre
postoperatif göz içi basıncının daha düşük ve trabekülektomi başarısının daha
yüksek olduğunu görmüşler ve bu durumu çalışmaya katılan cerrahların
çoğunun sağ ellerini kullanması nedeniyle trabekülektomi sahasının nasalde
olmasıyla açıklamışlardır (66). Bu teorilerine dayanak olarak Sanders ve
arkadaşlarının nazal yerleşimli bleblerdeki başarı oranının, temporal
yereşimlilere göre daha yüksek olduğunu gösteren çalışmalarını sunmuşlardır
(93). Hastaların applanasyonla tansiyon ölçümü sırasında nefeslerini tutarak
bilinçsizce Valsalva manevrası yapmasının da göz içi basıncını arttırabileceği ve
bu etkinin genellikle ilk ölçülen göz olan sağ gözde daha belirgin olabileceği de
114
yazarlar tarafından düşünülmüştür. Biz kendi olgularımızda sağ ve sol göz
başarısı arasında bir fark görmedik (p=0,64).
Yüksek miyopi; glokomatöz optik sinir başı hasarı ve trabekülektomi sonrası
görülebilecek suprakroidal hemoraji için bilinen bir risk faktörüdür (2,53). Tanito
ve arkadaşları kombine trabekülektomi ve fakoemülsifikasyon uygulanmış
gözlerde yaptıkları çalışmada, -10 D’nin üzerinde miyop olanların
trabekülektomi başarısının diğerlerinden farklı olmadığını bildirmişlerdir (92).
Yüksek miyopide skleranın daha ince oluşunun trabekülektomi fistülünün
kapanması üzerindeki etkisini değerlendirmek amacıyla, biz de aksiyel
uzunluğun ve fakik hastalardaki preoperatif sferik eşdeğer refraksiyonun başarı
ile ilişkisini inceledik ve anlamlı bulmadık (p=0,94; p=0,39).
Diabet ile başarı arasında bir ilişki saptamadık (p=0,45); ancak diabetli
hastalarda ilaç başlanma oranının anlamlı derecede yüksek olduğunu gördük
(p=0,02; çoklu bağıntı analizi). Hugkulstone ve arkadaşları yarısı diabetli olan 82
olguyu inceledikleri karşılaştırmalı çalışmalarında, diabetik grubun postoperatif
6. aydaki göz içi basıncı ortalamasının daha yüksek ve başarı oranının daha
düşük olduğunu saptamışlardır (94). AGIS çalışmasının 2002 yılında yayınlanan
sonuçlarında da Hugkulstone ve arkadaşlarının çalışması ile uyumlu olarak,
diabetin trabekülektomi başarısını azaltan bir faktör olduğu bildirilmiş; ancak bu
bulgunun histopatolojik temeline dair herhangi bir açıklama getirilmemiştir (95).
Trabekülektomi sonrası görülen bleb yetmezliğinin en önemli nedeni
subkonjonktival fibrozis gelişmesidir (89). Ameliyat öncesinde ve sonrasında
konjonktivanın histolojik yapısında görülen değişikliklerin, inflamatuar yanıt ve
fibrozis gelişiminde büyük rol oynadığı düşünülmektedir. Arıcı ve arkadaşları
trabekülektomi geçirmiş 36 olgudan aldıkları konjonktiva biyopsilerinde,
postoperatif dönemde göz içi basıncı 16 mmHg’nin üstünde seyredenlerin
konjonktivalarında goblet hücre sayısının daha düşük olduğunu saptamışlardır.
Ayrıca glokom hastası olmayanların konjonktivalarına kıyasla, inflamatuar
hücrelerin ve fibroblastların sayısının daha çok, vaskülarizasyonun daha yoğun
ve epitel kalınlığının daha fazla olduğunu görmüşlerdir. Göz yaşının müsin
komponentini salgılayan goblet hücrelerinin sayısının az olmasının göz yaşı
stabilitesini bozduğunu; kuru göz gelişmesi nedeniyle kapak hareketlerinin
115
konjonktivayı travmatize ettiğini ve bu durumun inflamasyonu ve sikatrizasyonu
arttırdığını düşünmüşlerdir (96). Gwynn ve arkadaşları da 28 göz üzerinde
yaptıkları benzer bir çalışma sonucunda; göz içi basıncı kontrolü daha zor olan
grupta goblet hücre sayısının daha düşük olduğunu görmüş ve bunu aynı
şekilde açıklamışlardır (97).
Biz kendi olgularımızda başarı ile kuru göz arasında bir ilişki saptamadık
(p=0,32); ancak bunun nedeninin kuru göz saptanan olgularda başlanan suni
göz yaşı tedavisiyle konjonktiva üzerindeki travmatik etkinin ortadan kalkması
olabileceğini düşünüyoruz. Bunun dışında preopertatif vernal konjonktivit ve
blefarit gibi inflamatuar hastalıkların ve piterjiyumun da başarı üzerinde anlamlı
bir etkisini görmedik (p=0,67; p=0,33).
Broadway ve arkadaşları konjonktival insizyonlu oküler cerrahi geçirmiş olan
ve olmayan hastaları karşılaştırdıkları çalışmalarında, daha önce cerrahi
geçirenlerin trabekülektomi başarısının anlamlı derecede düşük olduğunu
saptamışlardır. Bu hastalardan operasyon sırasında alınan konjonktiva
biyopsilerinde fibroblast, makrofaj ve lenfosit sayılarının daha yüksek olduğunu
görmüşlerdir. Bunun yanısıra trabekülektomi başarısızlığının konjonktiva
biyopsilerindeki fibroblast sayısına paralel olarak arttığını da göstermişlerdir.
Ayrıca konjonktival insizyon yapılmadan intraoküler cerrahi uygulanan gözlerde
de kan-aköz bariyerinin yıkılmasıyla hümör aközün yapısının değiştiğine dikkat
çeken yazarlar, bu değişimin fibroblast aktivitesi ve yara iyileşmesini
arttırabileceğini vurgulamışlardır (98). Bu düşüncelerine referans olan Joseph
ve arkadaşlarının çalışmasında; retrabekülektomi sırasında alınan ön kamara
sıvısı örneklerinin kemoatraktan aktivitesi, katarakt operasyonu sırasında
alınanlara göre daha yüksek bulunmuştur. Fakat bu durumun daha önce
geçirilmiş olan intraoküler cerrahinin sonucu mu, yoksa önceki
trabekülektominin başarısızlığının sebebi mi olduğu sorusuna açıklık
getirilememiştir (99).
Geçirilmiş oküler cerrahiden diğer gözün de etkilendiğini gösteren
çalışmalar vardır. Sherwood ve arkadaşları 607 olguyu inceledikleri
çalışmalarında; diğer gözde enkapsüle bleb gelişmiş olmasının, ikinci gözün
operasyonu sonrasında enkapsüle bleb gelişimi için bir risk faktörü olduğunu
116
saptamışlardır (78). Mietz ve arkadaşları bilateral opere edilen 124 hastada
ikinci gözün operasyonu sonrasında bleb enkapsülasyonunun daha sık
geliştiğini gözlemlemişler, ancak başarı açısından iki göz arasında anlamlı bir
fark bulmamışlardır (60). Bu bulguyu açıklayabilmek için yazarlar; Diestelhorst
ve Kriegelstein’ın trabekülektomi sonrası diğer gözde hümör aköz salgısının
arttığını bildiren ve bunu aköz hümör salgısını kontrol eden merkezi sinir sistemi
kaynaklı bir kontrol mekanizmasıyla açıklayan çalışmalarını referans
göstermişlerdir (100). Tamamen spekülatif olduğunun altını çizmekle beraber
Mietz ve arkadaşları, bu kontrol mekanizmasının hümör aköz içeriğini
değiştirerek ikinci gözdeki inflamatuar yanıtı arttırabileceğini ifade etmişlerdir.
Bizim çalışmamızda geçirilmiş oküler cerrahi ile başarı arasında bir ilişki
saptanmamıştır (p=0,19); ancak cerrahi müdahale yapılan 18 gözün 17 (%94,4)
tanesindeki uygulama YAG lazer iridotomidir. YAG lazer iridotomi, göz içinde
inflamasyon yaratan ve kan-aköz bariyerini bozan bir girişimdir. Bu yüzden
hümör aköz özelliklerini değiştirebileceği varsayılarak, çalışmamızda cerrahi bir
müdahale olarak kabul edilmiştir. Ancak sonradan yapılan trabekülektomi
sonucunu etkilememesi, kan-aköz bariyerinde kalıcı bir hasara neden
olmadığını düşündürmektedir.
Hastalarımızın 84 tanesi diğer gözlerinden oküler cerrahi geçirmişlerdi ve
bunların 68 tanesi (%81,0) trabekülektomi operasyonuydu. Diğer gözden
trabekülektomi veya herhangi bir oküler cerrahi geçirmiş olmanın başarı
üzerinde anlamlı bir etkisini görmedik. Bu bulgumuz Mietz ve arkadaşlarının
çalışmasıyla uyumludur (60). Fakat diğer gözden geçirilmiş cerrahinin ve
trabekülektominin enkapsüle bleb gelişimi üzerindeki etkisini istatistiksel olarak
değerlendirmemiz mümkün olmamıştır (p=belirlenemedi).
Daha önce trabekülektomi sonuçları üzerine yaptıkları çalışmalarından
bahsettiğimiz Ehrnrooth ve arkadaşları; yine aynı çalışmada trabekülektomi
başarısının psödoeksfoliatif glokomlu gözlerde, primer açık açılı glokomlu
gözlere göre daha düşük olduğunu tespit etmişlerdir (61). Mills’in 444 olguluk
çalışmasında bildirdiği sonuçlar da Ehrnrooth ve arkadaşlarının çalışmasıyla
uyumludur (76). Fakat Serguhn ve Spiegel çalışmalarında iki grubun sonuçları
arasında anlamlı bir fark bulmazken (101); Törqvist ve Drolsum
117
psödoeksfoliasyon glokomlu olgularda trabekülektomiden 5 yıl sonraki ilaçsız
başarı oranının daha yüksek olduğunu bildirmişlerdir (69).
Son 10 sene içinde psödoeksfoliasyon glokomunun trabekülektomi başarısı
üzerindeki etkilerini araştıran çalışmalar dışında, psödoeksfoliasyonun
patogenezini çözmeye yönelik moleküler düzeyde pek çok çalışma da yapılmış
ve çarpıcı sonuçlara ulaşılmıştır (102,103,104,105).
Psödoeksfoliasyon glokomu günümüzde dünya genelindeki glokom
olgularının %25’ini oluşturmaktadır ve morfolojik olarak tanımlanabilen en sık
glokom nedenidir (102). Klinik çalışmalarda psödoeksfoliasyon glokomunun
prognozunun, primer açık açılı glokomdan daha kötü olduğu gösterilmiştir.
Psödoeksfoliasyon glokomlu gözlerin ilaçsız göz içi basıncı daha yüksek, tanı
anındaki optik sinir hasarı daha ileri ve antiglokomatöz ilaçlara yanıtı daha
düşük olmaktadır. Bu nedenle cerrahi müdahale ihtiyacı primer açık açılı
glokoma göre daha erken ortaya çıkmaktadır (103). Sıklıkla sekonder açık açılı
glokoma yol açan psödoeksfoliasyon sendromu; yoğun ve ani pigment
dispersiyonuna bağlı olarak akut açık açılı glokoma ve lens sublüksasyonuna
bağlı olarak sekonder açı kapanması glokomuna da sebep olabilmektedir (102).
Ön kamaradaki psödoeksfoliatif materyale bağlı birikintileri pupil kenarında,
ön lens kapsülünde, irisin ön ve arka yüzlerinde, silyer cisimde, zonüllerde, ön
kamara açısında ve nadiren korneanın arka yüzünde de gözlemlemek
mümkündür (104). Bu yaygın dağılıma paralel olarak glokoma yol açmak
dışında psödoeksfoliasyon sendromu lens zonüllerinde instabiliteye, melanin
dispersiyonuna, pupil çevresinde atrofiye, midriyazis güçlüğüne, posterior
sineşilere, iris damarlarında vaskülopatiye, ön kamara hipoksisine ve korneal
endotelyopatiye de neden olmaktadır (102).
Bugün histopatolojik ve moleküler düzeydeki çalışmaların geldiği noktada;
psödoeksfoliasyon sendromu artık sadece göze ait bir olgu değil, sistemik bir
elastoz olarak ele alınmaktadır. Yapılan çalışmalarda psödoeksfoliatif
materyalin deri, damar duvarı, kalp kası, akciğer, karaciğer, böbrek, mesane ve
meniksler dahil pek çok dokuda varlığı gösterilmiştir. Bu birikimin klinik sonuçları
yeterince bilinmemekle beraber; pek çok çalışma geçici iskemik ataklar,
serebrovasküler olay, tırnak yatağı kapillelerindeki perfüzyonda bozulma, anjina
118
pektoris, hipertansiyon, miyokard infarktüsü, aritmiler ve abdominal aort
anevrizmaları gibi kardiyovasküler ve serebrovasküler hastalıkların
psödoeksfoliasyon sendromu ile ilişkisine işaret etmektedir (102,104,105).
Psödoeksfoliasyonun patogenezi henüz tam olarak aydınlatılabilmiş
değildir; ancak ektraselüler matriks sentezinin regülasyonunun bozulması
sonucunda anormal bir ekstrasellüler fibriler materyalin aşırı sentezi ve azalmış
yıkılımına bağlı olduğu düşünülmektedir. Yapılan çalışmalarda bu maddenin
elastin, tropoelastin, amyloid P, vitronektin, fibrillin-1, MAGP-1, LTBP-1, LTBP-2
gibi mikrofibrillerin ve heparan/kondroitin sulfat proteoglikan, entaktin/nidogen
gibi bazal membran komponentlerinin birleşiminden oluştuğu gösterilmiştir. Bu
madde preekvatoryel lens epiteli, pigmentsiz silyer epitel, pigmente iris epiteli,
trabekülum endoteli, kornea endoteli, vasküler endotel, düz kas hücreleri ve
fibrositler tarafından sentezlenmektedir. Anormal ekstrasellüler matriks
proteininin senteziyle beraber; hücelerin normal matriks yapısı ve bazal
membranları da yıkıma uğramaktadır (102,104).
Psödoeksfoliasyonun patogenezine yönelik ön kamara sıvısında moleküler
düzeyde pek çok çalışma yapılmıştır (103,104,105,106,107,108,109,110,111).
Bu çalışmaların bir çoğu transforme edici büyüme faktörü-β (TGF-β) düzeyleri
üzerinde yoğunlaşmaktadır (103,104,106,107,108). TGF-β; hücre
proliferasyonu, ekstrasellüler matriks yapım ve yıkılımı, yara iyileşmesi ve
anjiyogenezis üzerine etkili bir mediatördür. TGF-β ailesi 5 alt gruptan
oluşmaktadır, ancak memeli dokularında bulunan izoformları TGF-β1, TGF-β2 ve
TGF-β3’tür. Bunların içinde gözde bulunan izoform TGF-β2‘dir ve ön kamaradaki
immunolojik supresyondan da sorumlu olduğu düşünülmektedir. TGF-β2‘nin
trabeküler ağ, silyer cisim, kornea ve retina pigment epitel hücrelerinde
sentezlendiği gösterilmiştir. Sentezlenen formu proteine bağlı ve inaktiftir.
Inatani ve arkadaşları; primer açık açılı glokom olgularının ön kamara sıvısı
TGF-β2 düzeylerinin hem normal gözlere, hem de psödoeksfoliasyon, açı
kapanması ve sekonder glokomu olan gözlere göre daha yüksek olduğunu
tespit etmişlerdir. Psödoeksfoliasyonla beraber kan-aköz bariyerinin de
bozulduğunu belirten yazarlar; kandaki TGF-β izoformunun TGF-β1 olmasından
dolayı, ön kamara sıvısındaki yüksek TGF-β2 düzeylerinin plazmadan
kaynaklanamayacağını vurgulamışlardır (106).
119
Picht ve arkadaşları bir adım daha ileri giderek istatistiksel anlamı
olmamakla beraber; primer açık açılı glokom olgularındaki TGF-β2 düzeylerinin
başarılı bleb gelişimi görülenlerde daha düşük olduğunu tespit etmişler ve TGF-
β2 düzeyinin yüksek olmasının bleb skarlaşmasının bir nedeni olabileceğini
düşünmüşlerdir (107).
Koliakos ve arkadaşları başka bir çalışmada; psödoeksfoliasyonlu gözlerde
TGF-β2 ve insülin benzeri büyüme faktörü-1 (IGF-1) düzeylerinin normal
seviyede olmasına karşın, total ve aktif TGF-β1 düzeylerinin yüksek olduğunu
bulmuşlardır. İnaktif TGF-β1‘in latansla ilişkili peptid (LAP) ile bağlı TGF-β1‘den
oluştuğunu ve bunun da latent TGF-β1 bağlayıcı protein (LTBP-1) ile birleşerek
psödoeksfoliatif materyal içinde depolandığını belirtmişlerdir. Bu olgularda
hümör aközdeki total protein miktarı normal olduğundan; yüksek TGF-β1
düzeylerinin kan-aköz bariyerinin bozulmasından kaynaklanamayacağını ve
saptanan TGF-β1‘in ön kamaradaki lokal sentezin ürünü olduğunu
düşünmüşlerdir. TGF-β1‘in de TGF-β2 gibi yara iyileşmesini ve granülasyon
oluşumunu arttırıcı etkisi vardır. Fibroproliferatif hastalıklarda rolü olduğu
gösterilmiştir (108).
Dokulardaki ekstrasellüler matriksin yapım ve yıkım döngüsünde önemli rol
oynayan matriks metalloprteinazlarının (MMPs) ve bunların doku inhibitörlerinin
de (TIMPs) ön kamara sıvısındaki konsantrasyonları incelenmiştir. Schlötzer-
Schrehardt ve arkadaşları psödoeksfoliasyon glokomlu gözlerde aktif MMP-2,
MMP-3 düzeylerinin düştüğünü ve TIMP-1, TIMP-2 düzeylerinin arttığını
saptamışlardır. Bozulan MMP-TIMP dengesinin, aşırı ekstrasellüler madde
sentezine yol açabileceğini düşünen yazarlar, bu durumun artmış TGF-β1
düzeylerine bağlı olabileceğini belirtmişlerdir (109).
Koliakos ve arkadaşlarının yine başka bir çalışmasında psödoeksfoliasyonlu
olguların ön kamara sıvısında 8-İzoprostoglandin F2α (8-IPGF) seviyelerinin
yüksek, askorbik asit seviyelerinin düşük olduğu saptanmıştır. Serbest
radikallerin katalize ettiği kimyasal reaksiyonlarla araşidonik asitten sentezlenen
ve oksidatif stresin göstergesi olarak kabul edilen 8-IPGF seviyeleri artarken;
serbest radikallere karşı savunma mekanizmasının bir parçası olan antioksidan
120
askorbik asit seviyelerinin düşmesi psödoeksfoliasyon sendromunda oksidatif
hasarın da rol oynadığını düşündürmektedir. Bu bağlamda; serbest radikal
oluşumuna yol açan önemli bir neden olan ve piterjiyum, katarakt, yaşa bağlı
makula dejenerasyonu gibi bir çok oküler patolojide etkili olduğu bilinen
ulltraviole ışınlarının psödoeksfoliasyonun patogenezinde etkili olduğu
düşünülmektedir. Pek çok biyolojik etkisinin yanı sıra; potent bir vazokonstriktör
olan, fibroblastlar ve düz kas hücreleri üzerinde mitojenik etkisi bulunan ve
TGF-β1 sentezini arttıran 8-IPGF’nin psödoeksfolasyonda görülen ön
kamaradaki hipoksinin ve fibroproliferatif mekanizmaların bir parçası olabileceği
düşünülmektedir (110).
Bleich ve arkadaşları da çalışmalarında psödoeksfoliasyonlu hastaların hem
ön kamara sıvılarında, hem de plazmalarında homosistein seviyelerinin yüksek
olduğunu tespit etmişlerdir (111). Homosistein; metioninin sisteine
metabolizması sırasında açığa çıkan ve sülfür içren bir amino asittir.
Homosistein pek çok vasküler patolojide rol oynamaktadır. Homosistein;
vasküler endotel hasarı, myointimal hiperplazi ve hipertrofi, sulfatlanmış
glikozaminoglikan depolanması, kollajen sentezi, fibrozis ve kalsifikasyona yol
açarak atherosklerotik plakların gelişiminde rol oynamaktadır. Yüksek plazma
homosistein seviyelerinin retinal arter ve ven tıkanıklıkları için bir risk faktör
olduğunu düşünen yazarlar vardır Psödoeksfoliasyonda ve homosisteinemi de
benzer vasküler problemlerin görülmesi ve psödoeksfoliasyonlu hastalarda
plazma ve ön kamara sıvısında homosistein düzeylerinin yüksek olması,
psödoeksfoliasyonun patogenezinde homosisteinin de rol oynadığının
düşündürmektedir. Bazı çalışmalarda yüksek plazma homosistein seviyelerinin
MMP-TIMP dengesini, TIMP lehine bozduğunun görülmesi; homosisteinin
psödoksfoliasyon patogenezindeki etkisinin metalloproteinazlar üzerinden
olabileceğini akla getirmektedir. Ayrıca homosisteinin nörodejeneratif etkilerinin
de olması, psödoeksfoliatif glokomda optik sinir hasarının daha hızlı
gelişmesinin bir açıklaması olabilir (105,111)
Bizim çalışmamızın sonucuna, çalışmaların çoğunun aksine trabeklektomi
başarısı psödoeksfoliasyon glokomu olan olgularda; primer açık açılı glokom ve
açı kapanması glokomu olan olgulara göre anlamlı derecede yüksek bulundu
(p<0,01). Psödoeksfoliasyon glokomlu olgularda başarı %97,9 iken; açı
121
kapanması glokomunda %93,6 ve primer açık açılı glokomda %85,3 olarak
tespit edildi.
Yukarıda görüldüğü üzere, psödoeksfolyatif glokomun patogenezi ile ilgili
pek çok teori ortaya atılmış ve anlamlı bir sebep-sonuç ilişkisi kurulmaya
başlanmıştır. TGF-β1 düzeylerinin psödoeksfoliyatif glokomda yüksek bulunmuş
olması, fibrotik yanıtın ve dolayısıyla bleb skarlaşmasının daha yoğun olacağı
beklentisini doğurmaktadır, ancak klinik gözlemimiz bu beklentiyle çelişmektedir.
Törnqvist ve Drolsum’un sonuçları da bizimki gibi psödoeksfoliasyonlu gözlerde
başarının daha yüksek olduğunu göstermektedir (69).
Psödoeksfoliasyon glokomlu gözler bizim çalışmamızda da görüldüğü gibi
tanı konulduktan sonra daha kısa süre içinde ameliyat olmaktadır ve preoperatif
ilaç kullanma süreleri daha kısadır. Ancak çalışmamızda tanı ile operasyon
arasında geçen sürenin ve preoperatif ilaç kullanım süresinin başarı üzerinde
bir etkisi görülmemiştir.
Kendi çalışmamızdaki sonuçlar; psödoeksfoliasyonlu gözlerdeki yara
iyileşmesinde şu ana kadar gösterilebilenlerden daha farklı etkenlerin de rol
oynadığını düşündürmektedir. Bize göre bu durumun açıklığa kavuşturulması
için moleküler düzeydeki çalışmalara devam etmekle beraber;
psödoeksfoliasyonlu gözlerde konjonktiva ve tenonun yapısında bir farklılık olup
olmadığını görmek için trabekülektomi sırasında konjonktiva ve tenon biyopsileri
alıp immünohistokimyasal yöntemlerle incelemekte fayda vardır. Diğer
çalışmalardan farklı olarak hastalarımızın büyük çoğunluğunda tenon eksizyonu
yapılmış olması ve psödoeksfoliasyonlu gözlerde trabekülektomi başarısının
daha yüksek olması; bu gözlerde özellikle tenon yapısında bir farklılık
olabileceği şüphesini uyandırmaktadır.
AGIS çalışmasının 2002 yılındaki sonuçlarında trabekülektomi öncesi
yüksek göz içi basıncının postoperatif başarıyı düşüren bir faktör olduğu
bildirilmiştir (95). Lavin ve arkadaşlarının çalışmasında en az 1 yıl süren medikal
tedavi sonrasında trabekülektomi yapılan grupta, preoperatif ilaçsız göz içi
basıncının yüksek olmasının başarısızlık için bir risk faktörü olduğu görülmüştür
(112). Bizim çalışmamızda da preoperatif ilaçlı göz içi basıncınının yüksek
122
olmasının trabekülektomi başarısını olumsuz etkilediği saptanmıştır (p<0,01;
çoklu bağıntı analizi). Literatürde bu durumu açıklayacak herhangi bir çalışma
bulamadık, ancak preoperatif dönemde yüksek göz içi basıncına bağlı olarak
hümör aköz salgısının suprese olmasının, postoperatif dönemde fistül debisinin
düşürerek fistülün kapanmasına yol açabileceğini düşünmekteyiz.
Preoperatif ilaç kullanımının başarı üzerine etkileri; üzerinde çok çalışma
yapılmış bir konudur. Johnson ve arkadaşları 156 hastayı kapsayan
çalışmalarında preoperatif ilaç kullanımı ve kullanma süresiyle başarı arasında
bir ilişki saptamamışlardır (81). Richter ve arkadaşları 4,4 yıldan uzun beta
bloker kullananlarda bleb enkapsülasyonu gelişiminin daha sık olduğunu
görmüşlerdir (90). Sherwood ve arkadaşları en az 1 yıl boyunca, en az 2 topikal
antiglokomatöz ilaç kullanmış hastaların konjonktiva ve tenon biyopsilerini
incelemişlerdir. Çalışma sonucunda; bu hastalarda konjonktivanın epitelyal
tabakasında goblet hücrelerinin azalmış; hyalin kistleri, lenfositler, makrofajlar
ve mast hücrelerinin artmış olduğunu görmüşlerdir. Konjonktivanın substantia
propriasında ve tenon katmanlarında da makrofaj, fibroblast ve mast hücresi
sayılarının arttığını belirten yazarlar, tüm bu değişimlerin bleb başarısızlığı
gelişiminde rol oynayabileceği yorumunu yapmışlardır (113). Ancak Cunliffe ve
arkadaşlarının çalışmalarında beta bloker preparatlarının hücre kültürlerinde
fibroblast proliferasyonunu inhibe ettiği, hatta yüksek dozlarda toksik etki
gösterdiğini gözlemlenmiştir (114). Mietz ve arkadaşlarıysa pek çok topikal
preparatta prezervan madde olarak kullanılan benzalkonyum klorürün
konjonktivada inflamasyonu ve fibrozisi arttırdığının göstermişlerdir (115).
Prezervansız beta bloker preparatları ve benzalkonyum klorür ile yapılan
karşılaştırmalı çalışmalar, benzalkonyum klorürün inflamasyondan sorumlu esas
madde olduğunu ortaya koymaktadır (116). Feldman ve arkadaşlarının
çalışmalarında, preoperatif sempatomimetik kullanımı enkapsüle bleb gelişimi
için bir risk faktörü olarak tanımlanmıştır (77). Koh ve arkadaşları da
latanoprost, pilocarpine-HCl ve timolol-maleate’ın tenon kapsülü
fibroblastlarından proinflamatuar bir sitokin olan IL-6 salgısını arttırdığını tespit
etmişlerdir (117).
Bizim çalışmamızda preoperatif ilaç kullanma süresiyle başarı arasında bir
ilişki görülmemiştir (p=0,73). Kullanılan ilaç türleri tek tek ele alındığında,
123
hiçbirinin başarı üzerinde bir etkisi saptanmamış; ancak preoperatif dönemde
parasempatomimetik kullanan hastalarda postoperatif dönemde ilaç başlanma
sıklığının daha yüksek olduğu görülmüştür (p=0,02; çoklu bağıntı analizi).
Görme alanındaki MD indeksinin de, postoperatif başarı üzerinde anlamlı
etkisi bulunmuştu (p<0,01; çoklu bağıntı analizi). Bu konuyla ilgili literatürde
herhangi bir bulguya rastlanamadı. Bu durum MD değerlerinin yüksekliğinin
daha çok psödoeksfoliasyonla beraber görülmesi ve psödoeksfoliasyon
glokomunda trabekülektomi başarısının daha yüksek olmasıyla açıklandı.
4.2.OPERASYONA AİT FAKTÖRLER
Jay ve Murray 99 hastanın 99 gözünde yaptıkları çalışmalarında glokom
tanısı konulduktan sonra 4 hafta içinde trabekülektomi yapılan hastalarla, önce
medikal tedavi denenip başarısız olunduğu taktirde opere edilen hastaları
karşılaştırmışlar ve postoperatif dönemde iki grup arasında göz içi basıncının
kontrolü açısından bir fark görmemişlerdir. Fakat medikal tedavi sonrası opere
olan grupta görme alanındaki kayıpların daha ileri boyutta olduğuna dikkat
çekip, erken cerrahinin önemini vurgulamışlardır (43). Lavin ve arkadaşlarıysa
benzer şekilde yaptıkları çalışmalarında erken cerrahi grubunda başarının daha
yüksek olduğunu bildirmişlerdir (112).
Bizim çalışmamızda diğerlerinden farklı olarak, hastalar operasyon
zamanına göre 2 farklı gruba ayrılmadan tanı ile operasyon arasında geçen
sürenin başarıyla arasındaki korelasyona bakılmıştır ve arada anlamlı bir ilişki
bulunamamıştır (p=0,32). Çalışma dizaynının farkından dolayı sonuçlarımızı
tam olarak karşılaştırmak mümkün değildir.
Trabekülektomide kaldırılan konjonktival fleplerin tipiyle ilgili olarak pek çok
karşılaştırmalı çalışma yapılmış ve farklı sonuçlar ortaya çıkmıştır. Brincker ve
Kessing 18 hastaya bilateral trabekülektomi yapıp; bir gözlerinde limbal
diğerinde forniks tabanlı flep kaldırmışlar ve sonuç olarak forniks tabanlı
124
fleplerde postoperatif 6. aydaki başarının daha yüksek olduğunu bildirmişlerdir
(118). Bunun aksine Reichert ve arkadaşları 40 gözü içeren çalışmalarında
limbus tabanlı flep kaldırılan gözlerdeki başarı oranını daha yüksek bulmuşlardır
(119). Auw-Haedrich ve arkadaşları ise en az 6 yıl takibi olan 34 gözde limbal
ve forniks tabanlı flep grupları arasında bir fark saptamamışlardır (120). Bizim
çalışmamızda da değişik konjonktival flep tiplerininde başarının farklı olmadığı
görülmüştür (p=0,77).
İçerdiği fibroblastların trabekülektomi başarısızlığına yol açtığı düşüncesiyle
tenonun eksize edilmesi, trabekülektomi başarısının düşük olduğu zencilerde ve
gençlerde denenmiştir. Kapetansky çalışmasında zencilerde de, beyazlarda da
tenon eksizyonunun başarıyı etkilemediğini bildirmiştir (121). Bizim
çalışmamızda da tenon eksizyonunun başarı üzerine anlamlı etkisi
saptanmamıştır; ancak bu gözlerde postoperatif dönmde ilaç başlanma oranının
anlamlı ölçüde düşük olduğu görülmüştür (p=0,04; çoklu bağıntı analizi).
İlk kez 1983 yılında Chen tarafından filtrasyon cerrahisinde denenen
intraoperatif mitomisin-C uygulaması, günümüzde riskli olgulardaki
trabekülektomilerde yaygın olarak kullanılmaktadır (122). Chen ve arkadaşları
mitomisin-C ile kombine trabekülektomi uyguladıkları yüksek riskli glokom
olgularında 1 yıllık takip sonunda %78 oranında başarı elde etmişlerdir (123).
Palmer 33 yüksek riskli olguda ortalama 15,6 ay takip sonunda olguların %
84’ünün başarılı kaldığını gözlemlemiştir (124). Yalçın ve arkadaşları Behçet
hastalığına bağlı üveiti olan 26 hastanın 26 gözüne mitomisinli trabekülektomi
uygulamış ve toplam başarı oranlarının 1 yılda %83,3; 2. yılda %76,2; 3. yılda %
70,0; 4. yılda %66,7 ve 5. yılda %62,5 olduğunu bildirmişlerdir (125).
Biz kendi çalışmamızda mitomisin-C kullanımı ile başarı arasında sadece
korelasyon analizi yaptık ve bu gözlerdeki başarının diğerlerinden farklı
olmadığını görüldü (p=0,95). Mitomisin-C uygulanan hastaların yaş
ortalamasının daha düşüktü ve bir kısmı önceden oküler cerrahi geçirmişti. Bu
hastalarda daha kötü sonuç alınması beklenirken; sonuçların çalışma grubunun
genelinden farklı çıkmaması mitomisin-C’nin başarı üzerindeki olumlu etkisine
bağlandı.
125
Hipotoniye, sığ ön kamaraya ve konjonktiva sikatrizasyonuna yol
açmasından korkulan konjonktival delik oluşumunun da başarı üzerine bir
etkisini saptamadık (p=0,22), (53).
4.3.POSTOPERATİF DÖNEME AİT FAKTÖRLER
Trabekülektomi komplikasyonlarının başarı üzerindeki etkilerini inceleyen
fazla çalışma yapılmamıştır. Bu durumun altını çizen 2002 yılındaki AGIS
çalışması sonuçlarından biri de; postoperatif dönemde bir veya daha fazla
sayıda komplikasyon görülmesinin başarıyı olumsuz etkilediğidir (95). AGIS
çalışmasında değerlendirmeye alınan komplikasyonlar şunlardır;
1. Peroperatif ön kamara hemorajisi,
2. İris hasarı,
3. Postoperatif dönemde göz içi basıncının yükselmesi,
(tedavi öncesi son değerden en az 10 mmHg yüksek)
4. Belirgin postoperatif inflamasyon,
5. Bleb enkapsülasyonu,
6. Hifema,
7. Lens opasitesi,
8. İnsizyon yerinden sızdırma,
9. Anterior sineşi,
10.Posterior sineşi,
11.Korneal Dellen,
12.Sığ ön kamara,
13.Seröz koroid dekolmanı,
14.Periferik irido-korneal temas,
15.Lens-iris teması,
16.Diğerleri.
AGIS çalışmasında bunların içinden; postoperatif dönemde göz içi
basıncının yükselmesinin ve belirgin inflamasyon görülmesinin başarı üzerindeki
etkilerinin daha kuvvetli olduğu vurgulanmıştır.
Komplikasyonların başarı üzerindeki etkilerini inceleyen az sayıdaki
çalışmadan biri olan Lavin ve arkadaşlarının çalışmasında postoperatif hifema
126
ve sığ ön kamaranın başarı üzerinde anlamlı bir etkisinin olmadığı saptanmıştır
(112). Ehrnrooth ve arkadaşlarının çalışmasında postoperatif
komplikasyonlardan sadece hifemanın başarı üzerindeki olumsuz etkisinin
olduğu belirtilmiştir (126).
Kim ve Jung da 70 gözü içeren çalışmalarında ameliyat sonrasında erken
dönemde sığ ön kamara görülenlerde 2. ay ile 8. ay arasında başarı oranlarının
düşük olduğunu; ancak uzun dönemde başarı üzerinde bir etkisinin
görülmediğini bildirmişlerdir. Yazarlar sığ ön kamara sonrasında görülen
başarısızlığın sıkı bandaj yapılması nedeniyle fistül debisinin azalmasından ve
sikatrizasyon gelişmesinden kaynaklanabileceğini düşünmüşlerdir. Ayrıca gözün
kapalı kaldığı süre boyunca topikal steroid tedavisinin uygulanmamasının ve
periferik anterior sineşi oluşmasının da bu duruma sebep olabileceğini
belirtmişlerdir (127).
Bizim çalışmamızda genel olarak komplikasyon varlığıyla başarı arasında
bir ilişki ortaya çıkmadı (p=0,69). Ancak komplikasyonları tek tek
incelediğimizde sadece sığ ön kamara gelişiminin başarıyı azalttığı görüldü
(p=0,03; çoklu bağıntı analizi). Bunun haricinde; hipotoni varlığının ilaç
başlanması üzerinde etkisinin olmadığı (p=0,07; çoklu bağıntı analizi); ancak
hipotoni süresi uzadıkça ilaç başlanma oranının azaldığı görüldü (p<0,01; çoklu
bağıntı analizi). Uzun süre hipoton olan gözlerde ilaç başlanmaması doğal bir
sonuç olduğundan, bu bulgu anlamlı kabul edilmedi.
AGIS çalışmasında özellikle vurgulanan postoperatif inflamasyonla ilgili
olarak, hastalarda postoperatif 1. gündeki ön kamara reaksiyonunun şiddeti ve
fibrin gelişimi değerlendirildi ve anlamlı bir etkisinin olmadığı görüldü (p=0,96;
p=0,38); Ancak bu konudaki kayıtlarımız çoğunlukla eksik olduğundan bu
sonuç güvenilir bulunmadı.
Görülen komplikasyonlara yönelik olarak yapılan sekonder cerrahi
girişimlerin ve bunların arasındaki YAG lazer iridotomilerin de başarı üzerine bir
etkisi görülmedi (p=0,59; p=0,55). Ancak ek müdahale yapılan hasta sayısı az
olduğundan ve bunların büyük çoğunluğunu minör cerrahi revizyonlar
127
oluşturduğundan; bu parametrenin sağlıklı olarak değerlendirilemediği
düşünüldü.
Postoperatif erken dönemdeki bleb morfolojisi de, trabekülektomi
prognozunu değerlendirebilmek için pek çok araştırmacı tarafından
incelenmiştir. Stewart ve Pitts primer açık açılı glokom olgularında yaptıkları
çalışmada; postoperatif 1. ayda blebin kabarık olmasının iyi prognoz belirtisi
olduğunu bildirmişlerdir (128). Pham-Duy ve Ihme ise ortalama 26 ay takibi olan
90 gözde bleb kabarıklığıyla başarı arasında istatiksel olarak anlamlı bir ilişki
bulamadıklarını belirtmişlerdir (129). Sacu ve arkadaşları da postoperatif ilk 2
haftada blebte mikrokistler görülmesinin iyi prognoz, tirbüşon şeklinde kıvrımlı
damarların izlenmesinin kötü prognoz göstergesi olduğunu belirtmişlerdir (130).
Bizim çalışmamızda, hasta dosyalarında bleb morfolojisiyle ilgili detaylı
bilgiye ulaşılamadığından, sadece bleb kabarıklığı kayıtlardaki ifadelere
dayanılarak 0 ile 3 arasında skorlandırılmış ve değerlendirimiştir. Bleb
kabarıklığı ile trabekülektomi başarısı arasında anlamı bir ilişki
gözlemlenmemiştir (p>0,05); ancak postoperatif 6. aydaki bleb kabarıklığı
yüksek olanlarda ilaç başlanma oranının düşük olduğu saptanmıştır (p<0,01;
çoklu bağıntı analizi). Bu bulgu bleb kabarıklığının iyi prognoz işareti olduğunu
bildiren diğer çalışmaları desteklemektedir (128).
Postoperatif 1. ayda bleb enkapsülasyonu gelişmesiyle başarı arasında da
bir ilişki tespit edilmemiş (p=0,06); ancak bleb enkapsülasyonu olan gözlerde
ilaç başlanma oranının daha yüksek olduğu görülmüştür (p=0,02; çoklu bağıntı
analizi). Bleb enkapsülasyonun başarıyı etkilememesi etkin bir şekilde tedavi
edildiğini göstermektedir; ancak bu gözlerde ilaç ihtiyacı yine de daha fazla
olmuştur.
4.4.KATARAKT AMELİYATI İLE İLİŞKİLİ FAKTÖRLER
Glokom, daha çok ileri yaşlarda ortaya çıkan bir hastalık olduğundan sıklıkla
katarakt ile beraber görülmektedir. İlaç tedavisiyle göz içi basıncı kontrol altında
olan bir glokom hastasında zaman içinde katarakt gelişebilmekte ve katarakt
ameliyatı sonrasında glokom tedavisi ilaçla devam edebilmektedir. Bunu tersine
128
glokoma yönelik cerrahi müdahale ihtiyacı doğan bir hastada, eğer beraberinde
katarakt da varsa aynı seansta trabekülektomi ve katarakt ameliyatı yapmak
mümkündür. Sadece trabekülektomi yapılan hastalarda da, ameliyat sonrasında
katarakt gelişme riski artmaktadır. Sonuçta glokom hastalarının önemli bir
kısmında hastalığın seyri süresince, sırası değişebilmekle beraber her iki
cerrahi işlem de gündeme gelmektedir.
Literatüre bakıldığında kombine cerrahi ile ayrı cerrahinin farkını, kombine
cerrahini şekillerini ve katarakt ameliyatının trabekülektomi başarısı üzerindeki
etkilerini araştıran bir çok çalışma vardır. Bizim çalışma grubumuzdaki
hastaların 132 tanesine (%52,2) katarakt ameliyatı yapılmıştı. Katarakt ameliyatı
geçirmiş olmakla başarı arasında bir ilişki görülmedi (p=0,11).
Pek çok yazar geçirilmiş intraoküler cerrahilerin kan-aköz bariyerini bozarak
hümör aköz yapısını değiştirdiğini ve bu durumun sonrasında yapılacak
trabekülektomi başarısını azalttığını iddia etmiştir (98,99). Heuer ve arkadaşları
çalışmalarında afakik gözlerde trabekülektomi başarısını daha düşük
bulmuşlardır (131). Broadway ve arkadaşları da katarakt ameliyatı sonucunda
lens bariyerinin ortadan kalkmasıyla ön kamaraya geçen vitreus kaynaklı bir
fibroblast stimülan faktörün, trabekülektomi başarısının düşmesinde rol
oynayabileceğini düşünmüşlerdir. Ayrıca afak gözlerde arka kapsülün intakt
olmaması halinde vitreusun öne doğru gelerek trabekülektomi açıklığını
tıkayabileceğini de belirtmişlerdir (98). Ancak Herschler’in çalışmasında
görüldüğü üzere; ön hyaloidin sağlam olduğu afak gözlerde de trabekülektomi
başarısının düşük olması, vitrenin yaptığı mekanik bir engelden çok vitreus
kaynaklı kimyasal bir stimülanın etkili olduğunu düşündürmektedir. Herschler’in
çalışmasında vitrektomi yapılan gözlerdeki başarının daha yüksek olması da, bu
teoriyi destekleyen diğer bir bulgudur (132).
Çalışma grubumuzda katarakt ameliyatı yapılmış 132 gözün 13 tanesi (%
9,9) trabekülektomi öncesinde katarakt ameliyatı geçirmişti. Trabekülektomi
öncesinde katarakt ameliyatı geçirmenin başarı üzerinde olumsuz bir etkisi
görülmedi (p=0,72). Bu 13 gözün 5 tanesinde (%38,5) mitomisinli
trabekülektomi yapılmış olmasının, başarı oranının düşmesini önlemiş
olabileceği düşünüldü.
129
Katarakt ameliyatı sırasında 132 gözün 130 tanesine (%98,5) göz içi lensi
implante edilmişti. Göz içi lensi implantasyonunun başarı üzerinde bir etkisini
görmedik (p=0,74). Afak hasta sayımızın çok az olmasının bu sonucu etkilemiş
olabileceğini düşündük.
Katarakt ameliyatı sonrası arka kapsülün durumuyla ilgili 131 (%99,2)
olguda bilgi elde edebildik ve bunların 16 tanesinde (%12,2) arka kapsül açık
olduğunu gördük. Arka kapsülün açık olmasının da başarı üzerinde bir etkisini
tespit etmedik (p=0,09, çoklu bağıntı analizi). Arka kapsülün açık olduğu olgu
oranının düşük olmasının bu sonucun güvenilirliğini azalttığını düşündük.
Ehrnrooth ve arkadaşları 138 göz üzerinde trabekülektominin uzun dönem
sonuçlarını inceledikleri çalışmalarında trabekülektomi sonrası yapılan katarakt
ameliyatının, trabekülektomi başarısını arttırdığını saptamışlardır. Bu
çalışmadaki katarakt ameliyatları hem fakoemülsifikasyon, hem ekstra kapsüler
katarakt ekstraksiyonu (EKKE), hem de intrakapsüler katarakt ekstraksiyonu
(İKKE) yöntemleriyle yapılmıştır (61). Mietz ve arkadaşları da trabekülektomi
sonrasında katarakt ameliyatı yapılmasının trabekülektomi başarısını arttırdığını
ve kullanılan ilaç sayısını azalttığını bildirmişlerdir (133). Park ve arkadaşları ise
limbus tabanlı trabekülektomi yapılmış hasta grubunda, temporal tünelle
fakoemülsifikasyon uygulaması sonrasında kısa ve uzun dönemde (1-9 yıl) göz
içi basıncının etkilenmediğini vurgulamışlardır (134).
Bu sonuçların aksine Chiselita ve arkadaşları katarakt ameliyatını takiben
ortalama göz içi basıncının ve ilaç sayısını arttığını görmüşler ve bu artışın
EKKE’de fakoemülsifikasyona göre daha fazla olduğunu bulmuşlardır (135).
Casson ve arkadaşları da katarakt ameliyatı sonrasında 2 yıl takip edilen 56
trabekülektomili gözde ameliyat öncesine göre göz içi basıncının;
fakoemülsifikasyon yapılanlarda değişmediğini, EKKE yapılanlardaysa anlamlı
derecede arttığını saptamışlardır (136).
Olgularımızın 54 tanesine (%40,9) trabekülektomiden ortalama 19,00±20,27
ay sonra katarakt ameliyatı yapılmıştı. Trabekülektomi sonrası yapılan katarakt
ameliyatının başarı üzerine bir etkisi görülmedi (p=0,29).
130
Tüm katarakt ameliyatlı olgularımızdan 109 tanesine (%82,6)
fakoemülsifikasyon, 22 tanesine (%16,7) EKKE ve 1 tanesine (%0,4) İKKE
yöntemiyle katarakt ekstraksiyonu yapılmıştı. Katarakt ameliyatının yöntemiyle
başarı arasında anlamlı ilişki saptanmadı (p=0,84). Literatürde incelediğimiz
çalışmalarda başarı oranı yerine, daha çok göz içi basıncındaki değişim
incelenmiş olduğundan sonuçlarımızı karşılaştırmanın sağlıklı olmadığı
düşünüldü.
Kombine ameliyatlarla ilgili yaptıkları çalışmada Urban ve arkadaşları 201
hastayı inceleyerek, trabekülektomi sonrası katarakt ameliyatı yapılanlarda göz
içi basıncı kontrolünün, kombine ameliyat yapılanlara göre daha iyi olduğunu
saptamışlardır. Yine aynı çalışmada kombine ameliyatın aynı ya da farklı
kesilerden yapılması arasında bir fark bulmamışlardır (137). Wyse ve
arkadaşlarıysa mitomisin-C kullanarak kombine cerrahi uyguladıkları 33 gözde
aynı kesi ile farklı kesi sonuçları arasında bir fark olmadığını saptamışlar; ancak
tek kesiden yapılan ameliyatlar sonrasında göz içi basıncı kontrolü için gereken
ilaç sayısının daha fazla olduğunu görmüşlerdir (138).
Bizim olgularımızdan 65 tanesine (%49,2) trabekülektomi ile kombine
katarakt ameliyatı yapılmıştı. Katarakt ameliyatının trabekülektomi ile beraber
yapılmasının, başarı üzerinde olumlu ya da olumsuz bir etkisi görülmedi
p=0,40). Kombine ameliyatın trabekülektomi ile aynı veya farklı kesiden
yapılması arasında da başarı açısından bir fark saptanmadı (p=0,31). Kombine
ameliyatların başarısının diğerlerinden düşük olamaması literatürdeki
çalışmalarla çelişmektedir, fakat aynı kesi ile farklı kesi sonuçları arasında fark
olmaması Urban ve Wyse’ın çalışmalarıyla uyumludur.
Sonuç olarak trabekülektomi sonucunu etkileyebilecek parametrelerin sayısının
çokluğu nedeniyle; sağlıklı bulgulara ulaşabilmek için özellikleri açısından
eşleştirilmiş kontrol gruplarıyla parametrelerin teker teker yeniden değerlendirilmesi
gerektiğini düşünüyoruz. Çalışmamızın bizce en önemli sonucu olan
psödoeksfoliasyon glokomlu olgulardaki yüksek trabekülektomi başarısının ise;
prospektif klinik ve laboratuvar çalışmalarıyla daha detaylı olarak incelenmesi
gerektiğine inanıyoruz.
131
SONUÇLAR
1. Takip süresi sonunda incelediğimiz 253 olgunun %88,6’sında başarı sağlandığı
ve %56,2 gözde ilaç kulllanmaya gerek olmadığı görüldü.
2. Trabekülektomi sonrasındaki 5 yıl boyunca göz içi basıncında sağlanan düşüşün
devam ettiği (p=0,52), ancak 1. yıldan sonra ilaç kullanma ihtiyacının giderek
arttığı saptandı (p<0,01).
3. Göz içi basıncının 18 mmHg’nin altına düşürülmesiyle 5 yıl boyunca görme
alanındaki bozulmanın (p=0,14; p=0,41) ve optik sinir hasarının durdurulduğu
(p=0,79); görme keskinliğinde glokoma bağlı bir kayıp gerçekleşmediği (p=0,72)
gözlemlendi.
4. Mitomisin-C uygulanarak yapılan riskli olgulardaki trabekülektomi sonuçlarının,
risk faktörlerinin olmadığı hastalarda yapılan standart trabekülektomi sonuçları
kadar iyi olduğu görüldü (p=0,95).
5. Postoperatif bleb yetmezliği gelişen gözlerde yapılan ek tedavilerin,
trabekülektomi başarısının düşmesini önleyebildiği ve başarı oranının çalışma
grubunun genelinden farksız olduğu tespit edildi (p=0,56).
6. Yaşlı hastalarda trabekülektomi başarısının gençlere göre daha yüksek olduğu
görüldü (p=0,04).
7. Diabetik hastalarda göz içi basıncı kontrolü için ilaç kullanma ihtiyacının daha
yüksek olduğu tespit edildi (p=0,02).
8. Psödoeksfoliatif glokomda trabekülektomi başarısının, primer açık açılı glokom ve
açı kapanması glokomuna göre daha yüksek olduğu saptandı (p<0,01).
9. Trabekülektomi öncesinde ilaçlı göz içi basıncının yüksek olmasının
trabekülektomi başarısını azalttığı gözlemlendi (p<0,01).
132
10.Preoperatif dönemde parasempatomimetik kullanımının trabekülektomi
sonrasında ilaç başlanma sıklığını arttırdığı tespit edildi (p=0,02).
11.Tenon eksizyonunun postoperatif dönemde ilaç başlanma ihtiyacını azalttığı
saptandı (p=0,04).
12.Postoperatif dönemde sığ ön kamara gelişiminin başarıyı azalttığı tespit edildi
(p=0,03).
13.Postoperatif 6. ayda bleb kabarıklığı yüksek olan gözlerde ilaç başlanma
ihtiyacının daha düşük olduğu gözlemlendi (p<0,01).
14.Bleb enkapsülasyonu gelişen gözlerde ilaç başlanma ihtiyacının daha yüksek
olduğu saptandı (p=0,02).
133
ÖZET
AMAÇ: Trabekülektomi başarısının ve başarı üzerine etkili faktörlerindeğelendirilmesi.
GEREÇ VE YÖNTEM: Beyoğlu Göz Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Glokom Birimitarafından Nisan 1993 ve Eylül 2003 tarihleri arasında trabekülektomi uygulanmış198 hastanın 253 gözü retrospektif olarak incelendi. Göz içi basıncının ilaçla veyailaçsız 18 mmHg ve altında olması başarı olarak kabul edildi. Başarınındeğerlendirilmesi için Kaplan-Meier Sağkalım Analizi, glokom hasarınınprogresyonun değerlendirilmesi için tekrarlanan ölçümler için ANOVA testi, başarıüzerine etkili olabileceği düşünülen faktörler için tekli bağıntı analizi (PearsonKorelasyon Testi) ve çoklu bağıntı analizi (Çoklu Regresyon Testi) uygulandı.İstatistiksel olarak ”p” değerinin <0.05 olması anlamlı kabul edildi.
BULGULAR: Ortalama 38,53±30,05 ay takip edilen hastaların 110 tanesi (%55,6)erkek, 88 tanesi kadın olup; yaş ortalamaları 65,82±11,54 idi. Takip süresi sonundaincelediğimiz 253 olgunun %88,6’sında başarı sağlandığı ve %56,2 gözde ilaçkulllanmaya gerek olmadığı görüldü. Trabekülektomi sonrasındaki 5 yılda göz içibasıncının stabil seyrettiği; görme alanı parametreleri, optik sinir hasarı ve görmekeskinliğinde anlamlı bir değişim olmadığı görüldü (p>0,05). Trabekülektomibaşarısını arttıran faktörler ileri yaş (p=0,04) ve psödoeksfoliasyon glokomu (p<0,01);azaltan faktörler ise preoperatif yüksek ilaçlı göz içi basıncı (p<0,01) ve postoperatifsığ ön kamara gelişimi (p=0,03) olarak tesbit edildi. Postoperatif dönemde ilaçbaşlanma oranını arttıran faktörler diabetes mellitus (p=0,02), preoperatifparasempatomimetik kullanımı (p=0,02), ve bleb enkapsülasyonu (p=0,02); azaltanfaktörler ise tenon eksizyonu (p=0,04) ve postoperatif 6. ayda kabarık bleb (p<0,01)olarak belirlendi. Mitomisin-C kullanılarak opere edilen riskli olgularda ve blebbaşarısızlığı geliştiği için ek tedavi uygulanan gözlerde cerrahi başarının grubungenel başarısından farklı olmadığı görüldü (p=0,95) (p=0,56).
SONUÇ: Trabekülektomi sonucunu etkileyebilecek parametrelerin sayısınınçokluğu nedeniyle; sağlıklı bulgulara ulaşabilmek için özellikleri açısındaneşleştirilmiş kontrol gruplarıyla parametrelerin teker teker yeniden değerlendirilmesigerektiğini düşünüyoruz. Psödoeksfoliasyon glokomlu olgulardaki yüksek
134
trabekülektomi başarısının da prospektif klinik ve laboratuvar çalışmalarıyla dahadetaylı olarak incelenmesi gerektiğine inanıyoruz.
135
KAYNAKLAR1.Blodi FC, Historical introduction: Development of our concept of glaucoma,
Glaucoma, Section 10, Basic and Clinical Science Course, Denny M, Taylor F, eds,
San Francisco, American Academy of Ophthalmology, 1999-2000, 5-6.
2.Bengisu Ü, Glokom, Bölüm 9, Göz Hastalıkları, 4. Baskı, Ankara, Palme Yayıncılık,
1998, 139-159.
3.Cantor L, Berlin MS, Hodapp EA, Lee DA, Wilson MR, Wand M, Introduction and
definitions, Chapter 1, Glaucoma, Section 10, Basic and Clinical Science Course,
Denny M, Taylor F, eds, San Francisco, American Academy of Ophthalmology, 1999-
2000, 7.
4.Goldenfeld M, Krupin T, Ruderman MJ, Wong PC, Rosenberg LF, 5-FU in initial
trabeculectomy, Ophthalmology, 1994, 101, 1024-1029.
5.Ophir A, Ticho U, A randomized study of trabeculectomy and subconjunctival
administration of fluorouracil in primary glaucomas, Arch Ophthalmol, 1992, 110,
1072-1075.
6.Tripathi RC, Chalam KV, Cibis GW, Kardon RH, Tripathi BJ, Van Kuijk FJGM,
Weleber RG, Wand M, The eye, Chapter 3, Anatomy, Part 1, Fundamentals and
Principles of Ophthalmology, Section 2, Basic and Clinical Science Course, Denny M,
Taylor F, eds, San Francisco, American Academy of Ophthalmology, 1999-2000, 47-
92.
7.Bengisu Ü, Kornea, Bölüm 5, Göz Hastalıkları, 4. Baskı, Ankara, Palme Yayıncılık,
1998, 69-89.
8.Arffa RC, Grayson’s Diseases of the Cornea, Chapter 1, 3th Edition, St. Louis, Mosby
Year Book, 1991, 1-24.
9.Apaydın C, Anatomi, Bölüm 1, Temel Göz Hastalıkları, 1. Baskı, Aydın P, Akova YA,
eds, Ankara, Güneş Kitabevi, 2001, 3-25.
10.Tripathi BJ, Tripathi RC, Wisdom JE, Embriology of the anterior segment of the
human eye, Chapter 1, Anatomy and Physiology, Part 1, Basic Sciences, Volume 1,
The Glaucomas, 2nd Edition, Ritch R, Shields MB, Krupin T, eds, St. Louis, Mosby-
Year Book Inc, 1996, 3-38.
11.Tripathi RC, Chalam KV, Cibis GW, Kardon RH, Tripathi BJ, Van Kuijk FJGM,
Weleber RG, Wand M, Orbit and ocular adnexia, Chapter 1, Anatomy, Part 1,
Fundamentals and Principles of Ophthalmology, Section 2, Basic and Clinical Science
136
Course, Denny M, Taylor F, eds, San Francisco, American Academy of
Ophthalmology, 1999-2000, 9-45.
12.Bengisu Ü, Konjonktiva, Bölüm 4, Göz Hastalıkları, 4. Baskı, Ankara, Palme
Yayıncılık, 1998, 51-67.
13.Kanski JJ, Disorders of the conjunctiva, Chapter 3, Clinical Ophthalmology, 4th
Edition, London, Butterworth-Heinemann, 1999, 55-93.
14.Dural A, Açık açılı glokomlu olgularda trabekülektomi ameliyatının başarısı üzerine
etkili faktörlerin incelenmesi, uzmanlık tezi, Edirne, Trakya Üniversitesi, Tıp Fakültesi,
1996.
15.Bengisu Ü, Sklera, Bölüm 4, Göz Hastalıkları, 4. Baskı, Ankara, Palme Yayıncılık,
1998, 91-95.
16.Mutlu Z, Trabekülektomi ameliyatının uzun dönem sonuçları, uzmanlık tezi, Edirne,
Trakya Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 1995.
17.Riordan-Eva P, Anatomy & embriology of the eye, Chapter 1, General
Ophthalmology, 13th Edition (Middle East Edition), Vaughan DG, Asbury T, Riordan-
Eva P, eds, Lebanon, Appleton&Lange, 1996, 1-29.
18.Lütjen-Drecoll E, Rohen JW, Morphology of aqueous outhflow pathways in normal
and glaucomatous eyes, Chapter 5, Anatomy and Physiology, Part 1, Basic Sciences,
Volume 1, The Glaucomas, 2nd Edition, Ritch R, Shields MB, Krupin T, eds, St. Louis,
Mosby-Year Book Inc, 1996, 89-123.
19.Yalvaç I, Önal M, Glokom, Bölüm 11, Temel Göz Hastalıkları, 1. Baskı, Aydın P,
Akova YA eds, Ankara, Güneş Kitabevi, 2001, 259-285.
20.Kanski JJ, The Glaucomas, Chapter 6, Clinical Ophthalmology, 4th Edition, London,
Butterworth-Heinemann, 1999, 183-262.
21.Suyugül N, Hümör aköz sistemi, Anatomi, Fizyoloji ve İnceleme Yöntemleri,
Hasanreisoğlu B, Kural G, Duman S, eds, XII. Ulusal Oftalmoloji Kursu (Klinik
Uygulamalı Glokom), Ankara, Yıldırım Basımevi, 1992, 9-23.
22.Eryılmaz T, Glokomda patoloji ve etyopatogenez, Oftalmoloji, 1992, 1, 9-13.
23.Bengisu Ü, Optik sinir, Bölüm 11, Göz Hastalıkları, 4. Baskı, Ankara, Palme
Yayıncılık, 1998, 209-220.
24.Varma R, Minckler DS, Anatomy and pathophysiology of the retina and optic nerve,
Chapter 7, Anatomy and Physiology, Part 1, Basic Sciences, Volume 1, The
Glaucomas, 2nd Edition, Ritch R, Shields MB, Krupin T, eds, St. Louis, Mosby-Year
Book Inc, 1996, 138-175.
137
25.Cioffi GA, Van Buskirk EM, Vasculature of the anterior optic nerve and peripapillary
choroid, Chapter 8, Anatomy and Physiology, Part 1, Basic Sciences, Volume 1, The
Glaucomas, 2nd Edition, Ritch R, Shields MB, Krupin T, eds, St. Louis, Mosby-Year
Book Inc, 1996, 177-188.
26.Cantor L, Berlin MS, Hodapp EA, Lee DA, Wilson MR, Wand M, Intraocular
pressure and humor aqueous dynamics, Chapter 5, Glaucoma, Section 10, Basic and
Clinical Science Course, Denny M, Taylor F, eds, San Francisco, American Academy
of Ophthalmology, 1999-2000, 14-24.
27.Hoskins HD, Hetherington J, The developmental glaucomas, Chapter 51, Vol 3,
Clinical Ophthalmology, Duane TD, Jaeger EA, eds, Philedelphia, Harper and Row
Publishers, 1986, 1-18.
28.Bergmanson JPG, Jones WL, Chu WF, Ultrastructural observations on
pseudoexfoliation of the lens capsule: A re-examination of the involvement of the lens
epithelium, Br J Ophthalmology, 68, 1984, 118-123.
29.Garner A, Alexander RA, Pseudoexfoliative disease: Histochemical evidence of an
affinity with zonular fibers, Br J Ophthalmology, 68, 1984, 574-580.
30.Vaughan D, Riordan-Eva P, Glaucoma, Chapter 1, General Ophthalmology, 13th
Edition (Middle East Edition), Vaughan DG, Asbury T, Riordan-Eva P, eds, Lebanon,
Appleton&Lange, 1996, 213-230.
31.Shields MB, Ritch R, Krupin T, Classifications of the glaucomas, Chapter 32,
Clinical Entities, Part 3, Clinical Sciences, Volume 2, The Glaucomas, 2nd Edition,
Ritch R, Shields MB, Krupin T, eds, St. Louis, Mosby-Year Book Inc, 1996, 717-725.
32.Türker G, Glokomda optik sinir değişimleri, Öngör E, Soylu T, Yedigöz N, eds,
XXV. Ulusal Türk Oftalmoloji Kongresi Bülteni, Cilt 1, İstanbul, 1991, 69-70.
33.Ünal M, Optik sinir başı ve retina sinir lifi defektleri, Hasanreisoğlu B, Kural G,
Duman S, eds, XII. Ulusal Oftalmoloji Kursu (Klinik Uygulamalı Glokom), Ankara,
Yıldırım Basımevi, 1992, 155-160.
34.Turaçlı ME, Primer glokom, Oftalmoloji, 1, 1992, 14-22.
35.Grehn F, Hollo G, Lachtar Y, Migdal C, Thygesen J, Optik sinir başı ve retinal sinir
lifi tabakası, Hasta Muayenesi, Bölüm 1, Glokom İçin Terminoloji ve Rehber, Traverso
CE, eds, 2. Basım, Savona, İtalya, Editrice Dogma®S.r.l., Avrupa Glokom Cemiyeti,
2004, 1, 16-23.
36.Önol M, Glokomda tanı yöntemleri, Oftalmoloji, 1, 1992, 42-50.
37.Turaçlı ME, Görme alanı muayene yöntemleri, Öngör E, Soylu T, Yedigöz N, eds,
XXV. Ulusal Oftalmoloji Kongresi Bülteni, Cilt 1, İstanbul,1991, 71-74.
138
38.Grehn F, Hollo G, Lachtar Y, Migdal C, Thygesen J, Terminoloji, sınıflandırma ve
tanımlar, Giriş Bölümü, Glokom İçin Terminoloji ve Rehber, Traverso CE, eds, 2.
Basım, Savona, İtalya, Editrice Dogma®S.r.l., Avrupa Glokom Cemiyeti, 2004, Giriş, 1-
4.
39.Grehn F, Hollo G, Lachtar Y, Migdal C, Thygesen J, Glokom tedavisinin temel
ilkeleri, Tedavi İlkeleri ve Seçenekleri, Bölüm 3, Glokom İçin Terminoloji ve Rehber,
Traverso CE, eds, 2. Basım, Savona, İtalya, Editrice Dogma®S.r.l., Avrupa Glokom
Cemiyeti, 2004, 3, 3-4.
40.Grehn F, Hollo G, Lachtar Y, Migdal C, Thygesen J, Hedef göz içi basıncı ve
yaşam kalitesi, Tedavi İlkeleri ve Seçenekleri, Bölüm 3, Glokom İçin Terminoloji ve
Rehber, Traverso CE, eds, 2. Basım, Savona, İtalya, Editrice Dogma®S.r.l., Avrupa
Glokom Cemiyeti, 2004, 3, 5-6.
41.Sherwood MB, Migdal CS, Hitchings, Sharir M, Zimmerman TJ, Schultz JS, Initial
treatment of glaucoma: Surgery or medications, Surv Ophthalmol, 1993, 37(4), 293-
305.
42.Jay JL, Allan D, The benefit of early trabeculectomy versus conventional
management in primary open angle glaucoma relative to severity of disease, Eye,
1989, 3, 528-535.
43.Jay JL, Murray SB, Early trabeculectomy versus conventional management in
primary open angle glaucoma, Br J Ophthalmol, 1988, 72, 881-889.
44.Cantor L, Berlin MS, Hodapp EA, Lee DA, Wilson MR, Wand M, Medical
management of glaucoma, Chapter 11, Glaucoma, Section 10, Basic and Clinical
Science Course, Denny M, Taylor F, eds, San Francisco, American Academy of
Ophthalmology, 1999-2000, 104-113.
45.Suyugül N, Glokomda yeni ilaçlar, Hasanreisoğlu B, Kural G, Duman S, eds, XII.
Ulusal Oftalmoloji Kursu (Klinik Uygulamalı Glokom), Ankara, Yıldırım Basımevi, 1992,
9-23.
46.Grehn F, Hollo G, Lachtar Y, Migdal C, Thygesen J, Antiglokomatöz ilaçlar, Tedavi
İlkeleri ve Seçenekleri, Bölüm 3, Glokom İçin Terminoloji ve Rehber, Traverso CE,
eds, 2. Basım, Savona, İtalya, Editrice Dogma®S.r.l., Avrupa Glokom Cemiyeti, 2004,
3, 7-26.
47.Cantor L, Berlin MS, Hodapp EA, Lee DA, Wilson MR, Wand M, Surgical therapy of
glaucoma, Chapter 12, Glaucoma, Section 10, Basic and Clinical Science Course,
Denny M, Taylor F, eds, San Francisco, American Academy of Ophthalmology, 1999-
2000, 114-127.
139
48.Grehn F, Hollo G, Lachtar Y, Migdal C, Thygesen J, Lazer cerrahisi, Tedavi İlkeleri
ve Seçenekleri, Bölüm 3, Glokom İçin Terminoloji ve Rehber, Traverso CE, eds, 2.
Basım, Savona, İtalya, Editrice Dogma®S.r.l., Avrupa Glokom Cemiyeti, 2004, 3, 28-
32.
49.Turaçlı ME, Glokom tedavisinde öncelik lazer, XII. Ulusal Oftalmoloji Kursu (Klinik
Uygulamalı Glokom), Hasanreisoğlu B, Kural G, Duman S ve ark, eds, Yıldırım
Kitabevi, 1992, 182-189.
50.Sipahier A, Değişik glokom tiplerindeki trabekülektomi sonuçlarımız, uzmanlık tezi,
İstanbul, İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, 1999.
51.Grehn F, Hollo G, Lachtar Y, Migdal C, Thygesen J, İnsizyonel cerrahi, Tedavi
İlkeleri ve Seçenekleri, Bölüm 3, Glokom İçin Terminoloji ve Rehber, Traverso CE,
eds, 2. Basım, Savona, İtalya, Editrice Dogma®S.r.l., Avrupa Glokom Cemiyeti, 2004,
3, 33-36.
52.Katz LJ, Costa VP, Spaeth GL, Filtration surgery, Chapter 83, Glaucoma Surgery,
Part 7, Glaucoma Therapy, Volume 3, The Glaucomas, 2nd Edition, Ritch R, Shields
MB, Krupin T, eds, St. Louis, Mosby-Year Book Inc, 1996, 1661-1702.
53.Liebmann JM, Ritch R, Complications of glaucoma filtering surgery, Chapter 84,
Glaucoma Surgery, Part 7, Glaucoma Therapy, Volume 3, The Glaucomas, 2nd
Edition, Ritch R, Shields MB, Krupin T, eds, St. Louis, Mosby-Year Book Inc, 1996,
1703-1736.
54.Parrish II RK, Folberg R, Wound healing in glaucoma surgery, Chapter 81,
Glaucoma Surgery, Part 7, Glaucoma Therapy, Volume 3, The Glaucomas, 2nd
Edition, Ritch R, Shields MB, Krupin T, eds, St. Louis, Mosby-Year Book Inc, 1996,
1633-1651.
55.Kavalcıoğlu Ö, Yüksek riskli glokom olgularında trabekülektomi ve intraoperatif
mitomisin-C, uzmanlık tezi, Ankara, Sağlık Bakanlığı Ankara Hastanesi Göz Kliniği,
1999.
56.The AGIS Investigators, The advanced glaucoma intervention study (AGIS), 7. The
relationship between control of intraocular pressure and visual field deterioration, Am J
Ophthalmol 2000, 130, 429-440.
57.Watson PG, Grierson I, The place of trabeculectomy in the treatment of glaucoma,
Ophthalmology, 1981, 88, 175-196.
58.Jerdnal T, Lundström M, 330 trabeculectomies: a follow up study through 1/2 and 3
years, Acta Ophthalmol (Copenh), 1977, 55, 52-67.
140
59.Vesti E, Filtering blebs: Follow up of trabeculectomy, Ophthalmic Surg, 1993, 24,
249-255.
60.Mietz H, Jacobi PC, Welsandt G, Krieglstein GK, Trabeculectomies in fellow eyes
have an increased risk of Tenon’s capsule cysts, Ophthalmology, 2002, 109, 992-997.
61.Ehrnrooth P, Lehto I, Puska P, Laatikainen L, Long term outcome of
trabeculectomy in terms of intraocular pressure, Acta Ophthalmol Scand, 2002, 80,
267-271.
62.Robinson D, Lertsumitkul S, Billson FA, Robinson LP, Long-term intraocular
pressure control by trabeculectomy: a ten-year life table, Aust N Z J Ophthalmol, 1993,
21, 79-85.
63.Ishida M, Takuchi S, Vitrectomy for the treatment of expulsive hemorrhage; Jpn J
Ophthalmol, 2000, 44, 571.
64.Ridgway AB, Trabeculectomy, a follow up study, Br J Ophthalmol, 1974, 58, 680-
686.
65.Turaçlı ME, Özkan AÜ, Trabekülektomi, Ankara Üniversitesi TF Göz Kliniği Yıllığı,
Ankara, 1976, 127.
66.Sung VCT, Butler TKH, Vernon SA, Non-enhanced trabeculectomy by non-
glaucoma specialists: are results related to risk factors for failure?, Eye, 2001, 15, 45-
51.
67.Wilson P, Trabeculectomy long term follow up, Br J Ophthalmol, 1977, 61, 535-
538.
68.Zaidi AA, Trabeculectomy: a review and 4 year follow up, Br J Ophthalmol, 1980,
64, 436-439.
69.Törnqvist G, Drolsum LK, Trabeculectomies, a long term study, Acta Ophthalmol
(Copenh), 1991, 69, 450-454.
70.Popovic V, Sjöstrand J, Long-term outcome following trabeculectomy: I.
Retrospective analysis of intraocular pressure regulation and cataract formation,
Acta Ophthalmol (Copenh), 1991, 69, 299-304.
71.Cheung JC, Wright MM, Murali S, Pederson JE, Intermediate-term outcome of
variable dose mitomycin-C filtering surgery, Ophthalmology, 1997, 104, 143-149.
72.Yalvaç IS, Yüzer H, Akgün Ü, Kasım R, Duman S, İlerleyen zaman içinde
trabkülektominin etkinliği, T Oft Gaz, 1998, 28, 318-321.
73.Picht G, Mutsch Y, Grehn F, Follow-up of trabeculectomy, complications and
therapeutic consequences, Ophthalmologe. 2001 98, 629-634.
141
74.Costa VP, Smith M, Spaeth GL, Gandam S, Markovitz B, Loss of visual acuity after
trabeculectomy, Ophthalmology, 1993, 100, 599-612.
75.D’Ermo F, Bonomi L, Duro D, A critical analysis of the long-term results of
trabeculectomy, Am J Ophthalmol, 1979, 88, 829-835.
76.Mills KB, Trabeculectomy: a retrospective long-term follow-up of 444 cases, Br J
Ophthalmol, 1981, 65, 790-795.
77.Feldman RM, Gross RL, Spaeth GL, Steinmann WC, Varma R, Katz LJ, Wilson
RP, Moster MR, Spiegel D, Risk factors for the development of Tenon's capsule cysts
after trabeculectomy, Ophthalmology, 1989, 96, 3, 336-341.
78.Sherwood MB, Spaeth GL, Simmons ST, Nichols DA, Walsh AM, Steinmann WC,
Wilson RP, Cysts of Tenon's capsule following filtration surgery, Medical
management, Arch Ophthalmol, 1987, 105, 1517-1521.
79.Molteno ACB, Bosma NJ, Kittelson J, Otago glaucoma surgery outcome study long
term result of trabeculectomy 1976-1995, Ophtalmology 1999, 106, 1742-1750.
80.Kidd MN, O’Connor M, Progression of field loss after trabeculectomy: a five-year
follow-up, Br J Ophthalmol, 1985, 69, 827-831.
81.Johnson DH, Yoshikawa K, Brubaker RF, Hodge DO, The effect of long-term
medical therapy on the outcome of filtration surgery, Am J Ophthalmol, 1994, 117,
138-148.
82.Katz LJ, Spaeth GL, Cantor LB, Poryzees EM, Steinman WC, Reversible optic disk
cupping and visual field improvement in adults with glaucoma, Am J Ophthalmol,
1989, 107, 485-492.
83.Akafo SK, Goulstine DB, Rosenthal AR, Long-term posttrabeculectomy intraocular
pressures, Acta Ophthalmol (Copenh), 1992, 70, 312-316.
84.Popovic V, Sjöstrand J, Long-term following trabeculectomy: II. Visual field survival,
Acta Ophthalmol (Copenh), 1991, 69, 305-309.
85.Tsai CS, Shin DH, Wan JY, Zeiter JH, Ophthalmology, 1991, 98, 1412-1419.
86.Matsubara K, Maeda M, Tomita G, Kitazawa Y, Nippon Ganka Gakkai Zasshi,
1992, 96, 217-224.
87.Casiraghi JF, Moussalli MA, Lavena PI, Arch Soc Esp Oftalmol, 2003, 78, 507-512.
88.Yıldırım E, Bilge AH, İlker S, Improvement of visual field following trabeculectomy
for open angle glaucoma, Eye, 1990, 4, 1374-1377).
89.Broadway DC, Chang LP, Trabeculectomy, risk factors for failure and the
preoperative state of the conjunctiva, J Glaucoma, 2001, 10, 237-249.
142
90.Richter CU, Shingleton BJ, Bellows AR, Hutchinson BT, O’Connor T, Brill I, The
developement of encapsulated filtering blebs, Ophthalmology, 1988, 95, 1163-1168.
91.Yarangumeli A, Koz OG, Kural G, Encapsulated blebs following primary standard
trabeculectomy: course and treatment, J Glaucoma, 2004, 13, 251-255.
92.Tanito M, Ohira A, Chihara E, Factors leading to reduced intraocular pressure after
combined trabeculotomy and cataract surgery, J Glaucoma, 2002, 11, 3-9.
93.Sanders R, MacEwen CJ, Haining WM, Trabeculectomy: effect of varying surgical
site, Eye, 1993, 7, 440-443.
94.Hugkulstone CE, Smith LF, Vernon SA, Trabeculectomy in diabetic patients with
glaucoma, Eye, 1993, 7, 502-6.
95.The AGIS Investigators The Advanced Glaucoma Intervention Study (AGIS): 11.
Risk factors for failure of trabeculectomy and argon laser trabeculoplasty, Am J
Ophthalmol, 2002, 134, 481-98.
96.Arıcı MK, Demircan S, Topalkara A, Güler C, Aker H, Arıcı DS, Effect of
conjunctival structure and inflammatory cell counts on intraocular pressure after
trabeculectomy, Ophthalmologica, 1999, 213, 371-375.
97.Gywnn DR, Stewart WC, Pitts RA, McMillan TA, Lennis HL, Conjunctival structure
and cell counts and the results of filtering surgery, Am J Ophthalmol, 1993, 116, 464-
468.
98.Broadway DC, Grierson I, Hitchings RA, Local effects previous conjunctival
incisional surgery and the subsequent outcome of filtration surgery, Am J Ophthalmol,
1998, 125, 805-818.
99.Joseph JP, Grierson I, Hitchings RA, Chemotactic activity of aqueous humour: a
cause of failure of trabeculectomies?, Arch Ophthalmol, 1989, 107, 69-74.
100.Diestelhorst M, Kriegelstein GK, The effect of trabeculectomy on the aqueous
humour of the unoperated fellow eye, Graefes Arch Clin Exp Ophthalmol, 1991, 229,
274-276.
101.Serguhn S, Spiegel D, Vergleich des postoperativen Velaufes nach
Trabekulektomie bei Pseudoexfolationsglaukom und primärem chronishen
Offenwinkelglaukom, Klin Monatsb Augenheilkd, 1999, 215, 281-286.
102.Schlötzer-Schrehardt U, Küchle M, Jünemann A, Naumann GOH, Bedeutung des
Pseudoexfoliationssyndroms für die Glaukome, Ophthalmologe, 2002, 99, 683-690.
143
103.Koliakos GG, Konstas AGP, Triantos A, Ritch R, Increased growth factor activity
in the aqueus humour of patients with exfoliation syndrome, Graefe’s Arch Clin Exp
Ophthalmol, 2000, 238, 491-495.
104.Berlau J, Lorenz P, Beck R, Makovitzky J, Schlötzer-Schrehardt U, Thiesen HJ,
Guthoff R, Analysis of aqueous humor proteins of eyes with and without
pseudoexfoliation syndrome, Graefe’s Arch Clin Exp Ophthalmol, 2001, 239, 743-746.
105.Puustjärvi T, Blomster H, Kontkanen M, Punnonen K, Teräsvirta M, Plasma and
aqueous humour levels of homocysteine in exfoliation syndrome, Graefe’s Arch Clin
Exp Ophthalmol, 2004, 242, 749-754.
106.Inatani M, Tanihara H, Katsuta Hideto, Honjo M, Kido N, Honda Y, Tranformig
growth factor-β2 levels in aqueous humour of glaucomatous eyes, Graefe’s Arch Clin
Exp Ophthalmol, 2001, 239, 109-113.
107.Picht G, Welge-Luessen U, Grehn F, Lütjen-Drecoll E, Transforming growth
factor-β2 levels in aqueous humour in different types of glaucoma and the relation to
filtering bleb development, Graefe’s Arch Clin Exp Ophthalmol, 2001, 239, 199-207.
108.Koliakos GG, Schlötzer-Schrehardt U, Konstas AGP, Bufidis T, Georgiadis N,
Dimitriadou A, Transforming and insulin-like growth factors in the aqueous humour of
patients with exfoliation syndrome, Graefe’s Arch Clin Exp Ophthalmol, 2001, 239,
482-487.
109.Shlötzer-Schrehardt U, Lommatzsch J, Küchle M, Konstas AGP, Naumann GOH,
Matrix metalloproteinases and their inhibitors in aqueous humour of patients with
pseudoexfoliation sundrome/glaucoma and primary open angle glaucoma, Invest
Ophthalmol Vis Sci, 2003, 44, 1117-1125.
110.Koliakos GG, Konstas AGP, Schlötzer-Schrehardt U, Hollo G, Katsimbris IE,
Georgiadis N, Ritch R, 8-Isoprostoglandin F2α and ascorbik acid concentration in the
aqueous humour of patients with exfoliation syndrome, Br J Ophthalmol, 2003, 87,
353-356.
111.Bleich S, Roedl J, Von Achsen N, Schlötzer-Schrehardt U, Reulbach U, Beck G,
Kruse FE, Naumann GOH, Kornhuber J, Jünemann AGM, Elevated homocysteine
levels in aqueous humour of patients with pseudoexfoliation glaucoma, Am J
Ophthalmol, 2004, 138, 162-164.
112.Lavin MJ, Wormald RPL, Migdal CS, Hitchings RA, The Influence of prior therapy
on the success of trabeculectomy, Arch Ophthalmol, 1990, 108, 1543-1548.
144
113.Sherwood MB, Grierson I, Millar L, Hitchings RA, Long-term morphologic effects
of antiglaucoma drugs on the conjunctiva and Tenon’s capsule in glaucomatous
patients, Ophthalmology, 1989, 96, 327-335.
114.Cunliffe I, McIntyre C, Rees R, Rennie I, The effect of topical beta-blocker
medications on the proliferation and viability of human Tenon's capsule fibroblasts in
tissue culture, Ger J Ophthalmol, 1995,167-174.
115.Mietz H, Niesen U, Krieglstein GK, The effect of preservatives and
antiglaucomatous medication on the histopathology of the conjunctiva, Graefes Arch
Clin Exp Ophthalmol. 1994, 232, 561-565.
116.Baudouin C, Pisella PJ, Fillacier K, Goldschild M, Becquet F, De Saint Jean M,
Bechetoille A, Ocular surface inflammatory changes induced by topical antiglaucoma
drugs: human and animal studies, Ophthalmology, 1999, 106, 556-563.
117.Koh SW, Coll TJ, Rose L, Matsumoto Y, Higginbotham EJ, Antiglaucoma eye
drop pulses--increased interleukin-6 secretion by Tenon's capsule fibroblast cultures, J
Glaucoma, 2004, 13, 200-209.
118.Brincker P, Kessing SV, Limbus-based versus fornix-based conjunctival flap in
glaucoma filtering surgery, Acta Ophthalmol (Copenh), 1992, 70, 641-644.119.Reichert R, Stewart W, Shields MB, Limbus-based versus fornix-based
conjunctival flaps in trabeculectomy, Ophthalmic Surg, 1987, 18, 672-676.
120.Auw-Haedrich C, Funk J, Boemer TG, Long-term results after filtering surgery with
limbal-based and fornix-based conjunctival flaps, Ophthalmic Surg Lasers, 1998, 29,
575-580.
121.Kapetansky F, Trabeculectomy or trabeculectomy plus tenectomy: a comperative
study, Glaucoma 2, 1980, 451.
122.Chen CW, Enhanced intraocular pressure controlling effectiveness of
trabeculectomy by local application of mitomycin-C, Trans Asia-Pacif Acad
Ophthalmol, 1983, 9, 172.
123.Chen CW, Huang HT, Bair JS, Lee CC, Trabeculectomy with simultaneous topical
application of MMC in refractory glaucoma, J Ocul Pharmacol, 1988, 6, 175-182.
124.Palmer SS, Mitomycin as adjunct chemotherapy with trabeculectomy,
Ophthalmology, 1991, 98, 3, 317-321.
125.Yalvac IS, Sungur G, Turhan E, Eksioglu U, Duman S, Trabeculectomy with
mitomycin-C in uveitic glaucoma associated with Behcet disease, J Glaucoma, 2004,
13, 450-453.
145
126.Ehrnrooth P, Lehto I, Puska P, Laatikainen L, Effects of early postoperative
complications and the location of trephined block on long-term intraocular pressure
control after trabeculectomy, Graefes Arch Clin Exp Ophthalmol, 2003, 241, 803-808.
127.Kim YY, Jung HR, The effect of flat anterior chamber on the success of
trabeculectomy, Acta Ophthalmol Scand, 1995, 73, 268-272.
128.Stewart WC, Pitts RA, Postoperative prognostic indicators following
trabeculectomy, Acta Ophthalmol (Copenh), 1993, 71, 733-738.
129.Pham-Duy T, Ihme A, Sickerkissenformen und Druckregulierung nach
Trabekulektomie, Klin Monatsbl Augenheilk, 1983, 183, 166-168.
130.Sacu S, Rainer G, Findl O, Georgopoulos M, Vass C, Correlation between the
early morphological appearance of filtering blebs and outcome of trabeculectomy with
mitomycin C, J Glaucoma, 2003, 12, 5, 430-435.
131.Heuer DK, Gressel MG, Parrish RK 2nd, Anderson DR, Hodapp E, Palmberg PF,
Trabeculectomy in aphakic eyes, Ophthalmology, 1984, 91, 1045-1051.
132.Herschler J, Medically uncontrolled glaucoma in the aphakic eye, Ann Ophthalmol,
1981, 13, 909.
133.Park HJ, Kwon YH, Weitzman M, Caprioli J, temporal corneal phacoemulsification
in patients with filtered glaucoma, Arch Ophthalmol, 1997, 115, 1375-1380.
134.Mietz H, Andresen A, Welsandt G, Krieglstein GK, Effect of cataract surgery on
intraocular pressure in eyes with previous trabeculectomy, Graefes Arch Clin Exp
Ophthalmol, 2001, 239, 763-769.
135.Chiselita D, Antohi I, Medvichi R, Danielescu C, Marcu C, Trifina A, Ciobanu C,
The influence of cataract surgery on the efficacy of trabeculectomy in patients with
open-angle glaucoma, Oftalmologia, 2004, 48, 71-80.
136.Casson RJ, Riddell CE, Rahman R, Byles D, Salmon JF, Long-term effect of
cataract surgery on intraocular pressure after trabeculectomy: extracapsular extraction
versus phacoemulsification, J Cataract Refract Surg, 2002, 28, 2159-2164.
137.Urban V, Kammann MT, Sturmer JP, Glaucoma and cataract: combined operation
or trabeculectomy first and cataract extraction later ?, Klin Monatsbl Augenheilkd,
2000, 216, 105-11.
138.Wyse T, Meyer M, Ruderman JM, Krupin T, Talluto D, Hernandez R, Rosenberg
LF, Combined trabeculectomy and phacoemulsification: a one-site vs a two-site
approach, Am J Ophthalmol, 1998, 125, 334-339.
146