tÜrk dÜnyasinda kadin algisibizdosyalar.nevsehir.edu.tr/5c561397de6b6df... · türk tarihinde...

31

Upload: others

Post on 09-Mar-2020

46 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

TÜRK DÜNYASINDA KADIN ALGISI

THE PERCEPTION OF WOMEN IN THE TURKISH WORLD

CİLT I

Doç. Dr. Şayan ULUSAN

Dr. Shurubu KAYHAN

Manisa Celal Bayar Üniversitesi Yayınları Yayın No: 0017

Manisa , 2016

Manisa Celal Bayar Üniversitesi Yönetim Kurulu'nun 2016/31 sayılı ve XVIII no'lu kararı ile

basılmıştır.

Türk Dünyasında Kadın Algısı

The Perception of Women in The Turkish World

Doç. Dr. Şayan ULUSAN

Manisa Celal Bayar Üniversitesi

Atatürk İlke ve İnkılapları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü

Dr. Shurubu KAYHAN

Araştırmacı, Yazar

Kapak Tasarım: Serat KOTAN

MCBÜ Rektörlük Basımevi - 0236.201 11 11 [email protected]

Baskı - Cilt : Manisa Celal Bayar Üniversitesi Rektörlük Matbaası -MANİSA

1. Baskı - 2016

Takım Numarası : 978-975-8628-49-0

ISBN:9978-975-8628-50-6 797 8-975-8628-35-3

Bu kitabın Türkçe yayın hakları kitabın hukuki yayımcısına ait olup her hakkı saklıdır. Hiçbir bölümü ve paragrafı

kısmen veya tamamen ya da özet halinde, fotokopi, faksimile veya başka herhangi bir biçimde çoğaltılamaz,

dağıtılamaz yeniden elde edilmek üzere saklanamaz. Normal ölçüyü aşan iktibaslar yapılamaz ancak normal ve

kanuni iktibaslarda kaynak gösterilmesi zorunludur.

İÇİNDEKİLER Sunuş……………………………………………………………………….………………………………..…….I Hakem Kurulu………………………………………………………………………………….……….…….II

1.BÖLÜM Cihat Cihan

TÜRK BOZKIR KÜLTÜRÜNDE ALP VASFINDAKİ KADIN KARAKTERİ ..................................................... 1

Anjelika Hüseyinzade Şimşek TÜRK DESTANLARINDA KADIN İMGESİ ............................................................................................. 15

Leyla Zeynalova

DEDE KORKUT DESTANINDA TÜRK KADINININ KARAKTERİ ............................................................. 23

Ali Genç KUTADGU BİLİG VE DEDE KORKUT KİTABINDA KADIN ALGISI .......................................................... 31

Şakire Balıkçı BANU ÇİÇEK VE SELCAN HATUN’DAN CANIL MIRZA VE KIZ DARIKAYA ............................................ 41

Hüseyin Aksoy KIZ DARIYKA DESTANINDA KAHRAMANLIK ALGISI VE KADIN TİPLER ............................................... 45

Aysun Aküzüm TÜRK ATASÖZLERİNDE KADININ TARİHSEL ve SOSYOLOJİK AÇIDAN DEĞERLENDİRİLMESİ ............. 59

Hacer Aşık Ev İSLAMİYETTEN ÖNCEKİ TÜRK TOPLUMUNDA VE KURAN’DA BİREY, KIZ ÇOCUĞU, EŞ VE ANNE

OLARAK KADIN ................................................................................................................................. 71

Yusuf İlgar MEVLEVİLİKTE KADININ SOSYAL KONUMU (AFYONKARAHİSAR ÖRNEĞİ) ....................................... 89

2.BÖLÜM Gaye Yavuzcan

ÇOK KATMANLI BİR TOPLUMSAL YAPI OLARAK ORTAÇAĞ ANADOLU TÜRKLÜĞÜNDE KADIN ALGISI

ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME (XIII.-XIV. YÜZYILLAR) ..................................................................... 99

Mustafa Işık FETİH’TEN CUMHURİYET’E KAYSERİDE’Kİ MİMARÎ ESERLERDE KADININ ADI ................................ 109

Turan Akkoyun II. MEŞRUTİYET DEVRİ TÜRKÇÜLÜK DÜŞÜNCESİ NAZARINDA KADIN ............................................ 133

Nesrin Kale TANZİMAT’TAN CUMHURİYET’E KADININ TOPLUMSAL YAŞAMDAKİ YERİ VE EĞİTİMİ ......... 149

Cem Topsakal TÜRK EĞİTİM TARİHİNDE KIZ ÇOCUKLARI VE KADIN EĞİTİMİNİN YERİ .......................................... 163

Şafak Kaypak CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK MODERNLEŞMESİNİN KADINA BAKIŞI ............................................ 173

Mahmut Bolat

ATATÜRK DÖNEMİ TÜRK KADINININ SİYASİ HAKLARINI ELDE ETME MÜCADELESİNDE “TÜRK

KADINLAR BİRLİĞİ” TEŞKİLATININ YERİ VE FAALİYETLERİ............................................................... 189

Neslihan Altuncuoğlu-İmren Aydın Saydan KAYSERİ VİLAYET GAZETESİ EKSENİNDE KADIN HAKLARI KONUSUNDA YAŞANAN GELİŞMELERİN

KAYSERİ’YE YANSIMALARI (1923-1938).......................................................................................... 207

Gülin Öztürk BİR MODERNLEŞME PROJESİ OLARAK KURULAN HALKEVLERİNDE KADINLARIN RÖLÜNE DAİR

SAYISAL DEĞERLENDİRMELER (1932-1935) ................................................................................... 219

Özlem Yıldırım CUMHURİYETİN İLK KADIN MİLLETVEKİLLERİ ................................................................................. 249

Şayan Ulusan ÇİFTÇİLİKTEN MİLLETVEKİLLİĞİNE: HATI (SATI) ÇIRPAN ................................................................. 271

Orhan Çeltikçi MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİNDE KADIN RUHU “SAİME HANIM (AYOĞLU) ÖRNEĞİ” ...................... 281

Kaan Gaytancıoğlu TÜRK SİYASETİ’NDE BİR KADIN BAŞBAKAN: TANSU ÇİLLER (1990-2002) ....................................... 291

Ayşe Hanife Kocakaya BİR DÜNYA KRALİÇESİ’NİN HİKÂYESİ KERİMAN HALİS ECE............................................................. 309

İlknur Gürgen HALİDE EDİB ADIVAR: HAYATI VE MİLLİ MÜCADELEDE ROLÜ ........................................................ 331

Ceyhun Demirkollu CUMHURİYET SONRASI TÜRK KADINININ POZİTİVİZMLE İMTİHANI: ALEV ALATLI ÖRNEĞİ .......... 345

Handan Berber GÖRDES'İN KINALI EFESİ: MAKBULE HANIM .................................................................................. 357

Kevser Tarı Selçuk -Gönül Dinç HorasanTÜRKİYE’DE KADINLARDA TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİNE YÖNELİK TUTUMLARDA EĞİLİMLER VE

BELİRLEYİCİLERİ(1995-2014) ........................................................................................................... 377

H.Bahadır Eser-Pınar Sarışahin TOPLUMSAL CİNSİYETÇİ BAKIŞ AÇISI İLE KADINLARIN SİYASAL ALANDAKİ YERİ ÜZERİNE BİR

DEĞERLENDİRME ............................................................................................................................ 401

Ece Ünür CUMHURİYETTEN GÜNÜMÜZE TOPLUMSAL CİNSİYET ROLLERİ BAĞLAMINDA TÜRK KADINININ

KİMLİĞİ ........................................................................................................................................... 419

Gülbahtiyar Demirel-Gülüzar Buko KADINA YÖNELİK AİLE İÇİ ŞİDDET ALGISI ........................................................................................ 433

Sultan Okumuşoğlu ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN KADINA YÖNELİK EVLİLİK İÇİ ŞİDDETE VE ŞİDDETİN

MEŞRULAŞTIRILMASINA İLİŞKİN TUTUMLARI…………………………………………………………………………… 443

Hacer Tor-Nurten Sargın ERKEK BAKIŞ AÇISIYLA SOSYAL YAŞAMDA KADIN ALGISI ............................................................... 453

Nurettin Gülmez ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNDE KADIN ALGISI CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ ÖRNEĞİ ..................... 471

I

SUNUŞ

Bu çalışmanın ortaya çıkmasına sebep Kazakistan’daki bir sempozyumda “Gender Issues

of the Turkic World” oturumuna katılmamız olmuştur. Burada Türk Dünyası’nın farklı

yerlerinden katılımcılarla Türk Dünyası’nın kadınlarının kendi ülkelerindeki durumları ortaya

konulmaya çalışılmıştır. Sonuçta Türk Dünyası’nın kadın konusundaki çalışmalarda ne kadar

zayıf kaldığı ortaya çıkmıştır ve dolayısıyla bu durum bizi bu konuda büyük bir hevesle

çalışmaya sevk etmiştir.

Türk tarihinde “kadın”ın yerinin oldukça önemli olduğu ve Türk erkeği ile Türk kadını

birbirinin ayrılmaz bir parçası olarak kabul gördüğü bilinen bir gerçektir.

Dolayısıyla Türk tarihinde kadını ayrı, dışlanmış olarak kabul etmek mümkün değildir.

Ancak zaman ve mekân değişiklikleri karşısında Türk kadınının aile, toplum ve devlet anlayışı

içindeki yeri de değişiklikler göstermiştir. Geniş bir coğrafyaya yayılan Türkler farklı zaman

dilimleri içinde çeşitli devletler kurmuştur. Bu da farklı kültürler ile teması da beraberinde

getirmiştir. Bu etkileşim Türk kadını üzerinde de kendini göstermiştir.

Dolayısıyla Türk kadınının ortak değerleri, problemleri, sevinçleri, tasaları, paylaşımları,

ekonomik, sosyal hayattaki yeri gibi konular ele alınarak Türk kadınının yaşadığı geniş

coğrafyada nelerin yapılabileceği, kendilerinin neler yapabilecekleri, ortak amaçların neler

olabileceği, bu amaçları sağlayabilmek için nelerin yapılabileceği gibi konuların ele alınması bu

çalışmanın amacı olmuştur.

Bu çalışma ile Türkiye, Türk Cumhuriyetleri, özerk Türk devletleri ve topluluk olarak

yaşayan Türklerde Türk kadınının aile, toplum, devlet, iş, sağlık, eğitim, tarih, edebiyat, kırsal,

kent vb. gibi alanlarda olumlu ve olumsuz yanları, etkileri, yapılanlar, yapılması gerekenler vb.

gibi konular üzerinde durularak tespitler yapılması amaçlanmıştır.

Manisa Celal Bayar Üniversitesi, Atatürk İlke ve İnkılapları Araştırma ve Uygulama

Merkezi olarak bu amaç için bu çalışma başlatılmıştır. Bu çalışmada geniş bir coğrafyaya yayılan Türk Dünyası’nda kadının durumu hakkında yerli ve yabancı akademisyenler bir araya

getirilmeye çalışılmıştır. Bu konu hakkında oldukça geniş bir araştırmaya ihtiyaç duyulduğu

aşikârdır. Merkezimiz tarafından hazırlanan bu çalışma bir ilk adım olarak kabul edilebilir, daha

sonraki çalışmalara da yol gösterici ve örnek teşkil etmesi ümit edilmektedir.

“Türk Dünyasında Kadın Algısı” adlı çalışma dört bölüm olarak planlanmıştır. Birinci

bölümde İslamiyet öncesinde, bozkır kültüründe, destanlarda, atasözlerinde Türk kadını ele

alınarak konuya bir giriş yapılmaya çalışılmıştır. İkinci bölümün konularını Tanzimat,

Meşrutiyet, eğitim, mimari, modernleşme, kadın hakları, siyaset, sahalarında isim yapmış

kadınlar, cinsiyet, kimlik, şiddet gibi Türkiye ağırlıklı konular oluşmaktadır. Üçüncü bölüm de

Türk dili ve edebiyatı hakkındaki konulara ayrılmıştır. Son bölüm ise Türk Cumhuriyetleri,

Özerk Türk Devletleri, topluluk olarak yaşayan Türkler hakkındaki çalışmaları içermektedir. Bu

çalışma bu alanda ilk adımın atılması ve sahasında pek çok yeni bilginin ortaya konmasına vesile

olması açısından oldukça sevindirici olup gelecek vadetmektedir. Eser içinde ortaya konulan

iddia, düşünce ve bilgilerin haklı onuru yazarlarımıza ait olduğu gibi sorumluluğu da kendilerine

aittir.

Bu eserin yayınlanmasında bizleri destekleyen Manisa Celal Bayar Üniversitesi Rektörü

Prof. Dr. Ahmet Kemal Çelebi ve rektör yardımcısı Prof. Dr. Muzaffer Tepekaya’ya teşekkür

ederiz. Makalelerin değerlendirilmesinde yoğun çalışma tempolarında bize zaman ayıran

hakemlerimize de teşekkürlerimizi sunarız. Ayrıca teknik destek sağlayan yüksek lisans

öğrencimiz Hakan Yıldız’a da teşekkür borçluyuz.

Editörler

Doç.Dr.Şayan ULUSAN

MCBÜ.Atatürk İlke ve İnkılapları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü

Dr.Shurubu KAYHAN

Araştırmacı, yazar

II

HAKEM KURULU

Prof.Dr.Kezban ACAR KAPLAN (Manisa Celal Bayar Üniversitesi)

Prof.Dr.Hatice ERDEMİR (Manisa Celal Bayar Üniversitesi)

Prof.Dr.Ali EROL (Ege Üniversitesi)

Prof.Dr.Nurettin GÜLMEZ (Manisa Celal Bayar Üniversitesi)

Prof.Dr.Nadir ÖZKUYUMCU (Manisa Celal Bayar Üniversitesi)

Prof.Dr.Kazım PAYDAŞ (Harran Üniversitesi)

Prof.Dr.Musa ŞAŞMAZ (Ömer Halisdemir Üniversitesi)

Doç.Dr.Metin ARIKAN (Dokuz Eylül Üniversitesi)

Doç.Dr. Şerife ÇAĞIN (Ege Üniversitesi)

Doç.Dr.Hamdi DOĞAN (Ömer Halisdemir Üniversitesi)

Doç.Dr.İbrahim İNCİ (Manisa Celal Bayar Üniversitesi)

Doç.Dr.Nuri KARAKAŞ (Ege Üniversitesi)

Doç.Dr.Aziz MERHAN (Yıldız Teknik Üniversitesi)

Doç.Dr.Hasan MERT (Ege Üniversitesi)

Doç.Dr.Nevzat TOPAL (Ömer Halisdemir Üniversitesi)

Doç.Dr.Şayan ULUSAN (Manisa Celal Bayar Üniversitesi)

Yrd.Doç.Dr.Nejdet BİLGİ (Manisa Celal Bayar Üniversitesi)

Yrd.Doç.Dr.Yasemin ERTEK MORKOÇ (Manisa Celal Bayar Üniversitesi)

Yrd.Doç.Dr.Kürşat KOÇAK (Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi)

Yrd.Doç.Dr.Ayvaz MORKOÇ (Manisa Celal Bayar Üniversitesi)

Yrd.Doç.Dr.Gülin ÖZTÜRK (Ömer Halisdemir Üniversitesi)

Yrd.Doç.Dr.Seyhun ŞAHİN (Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi)

Yrd.Doç.Dr.Rabia UÇKUN (Ege Üniversitesi)

Dr.Shurubu KAYHAN (Araştırmacı)

İsimler akademik ünvan ve alfabetik olarak sıralanmıştır.

FETİH’TEN CUMHURİYET’E

KAYSERİDE’Kİ MİMARÎ ESERLERDE KADININ ADI

Mustafa IŞIK Özet

Kayseri çok eski bir yerleşim merkezidir. Bizans, Beylikler, Selçuklu, Osmanlı gibi, büyük devletler zamanında merkez olma özelliğini korumuştur. Özellikle Anadolu’nun fethinde büyük rolleri olan Beylikler ve Selçuklular döneminde îmar edilmiş; Osmanlı döneminde ise mevcudu korumakla birlikte gerileme arz etmiştir.

Kayseri kurak ve kırsal bir alanda yer aldığından, medeniyetine hakim olan unsur taştır. Bugün halkımız, hâlâ yaşayan ve hizmet veren, başta camiler olmak üzere, medrese, hamam, çeşme vb. o günden kalan mimarî eserlerin meyvesini yemektedir. Bu eserler Kayseri’yi “Açık hava Müzesi” haline getirirler.

Tarihî devirleri birbirinden, kesin çizgilerle ayırmak mümkün değildir. Hele Kayseri gibi şehir için daha zordur. Osmanlı Anadolu birliğini sağlamadan önce Kayseri Karamanoğulları’na bağlı olduğundan; Selçuklu ve Beylikler Dönemi Osmanlı dönemine denktir.

Selçuklu ve Beylikler döneminde 20, Osmanlı döneminde 20 Hatun olmak üzere 40 kadar yapı ve envanterde, valilikten valide sultan‘lığa, yönetimden baniliğe, birçok farklı alanda hizmet vermiş kadının adını incelemiş olacağız.

Beylikler, Selçuklu ve Osmanlı da kadının adı, Hatun'dur. Osmanlı’nın son dönemlerinde yavaş yavaş ‘Hanım‘a dönüşmüştür. Osmanlı döneminde sıra dışı kadın, çoğunlukla türbeden açık mezara geçmiştir.

Milenyuma girerken sunacağımız ve 1000 yıllık bir mazisi olan, bu tebliğde geçen 'kadının adı‘ az görülebilir. Ancak neredeyse atasözüne dönüşen, “Her başarılı erkeğin yanı(başı)nda (başarılı) bir kadın vardır” sözü unutulmamalıdır.

Kadının adının daha çok duyulması ve layık olduğu yeri bulabilmesi umuduyla... Anahtar kelimeler: Fetih, mimari, kadın, cumhuriyet, tarih.

TOUCH OF WOMEN ON THE ARCHITECTURAL WORKS IN KAYSERI

FROM THE CONQUEST TILL REPUBLIC Abstract

Kayseri is a very ancient centre of population. It continued to be regarded as a centre under the rule of various great states, such as Byzantium, Principalities, Seljuks and Ottoman Empire etc. It was built particularly in the era of Principalities and Seljuks, who had undertaken a great role in the conquest of Anatolia. Although it maintained its assets in the Ottoman era, it regressed significantly.

Since Kayseri is located in a arid and rural area, the component that dominates civilization is the stone. Today, our society continues to reap the fruits of the architectural works that are left from those days and that are currently alive and continue to provide service, i.e. particularly mosques, madrasa, hamams and fountains etc. These artefacts turn Kayseri into an “Open-Air Museum”.

Historical areas may not be differentiated from each other by strict lines. In the case of a city like Kayseri, it is even harder to do such thing. Since Kayseri used to be affiliated to Karamanoğulları before the Ottoman Empire united the Principalities in Anatolia, the era of Seljuks and Principalities refers to the era of Ottoman Empire.

We shall review several women, who provided services in several different areas and who provided services in approximately 40 structures and inventories, as the governor to sultana and as administrator to founder, i.e. 20 women in the era of Seljuks and Principalities and 20 women in the era of Ottoman Empire.

Women were referred to as ‘Hatun’ (Lady) in the Principalities, Seljuks and Ottoman Empire. This

reference has slowly turned into ‘Hanım’ (Miss) in the late era of Ottoman Empire. In the era of Ottoman Empire, extraordinary women mostly promoted from mausoleum to open grave.

‘The names of women’, whose names are mentioned in this communiqué, which we shall submit as we enter to the millennium and which has a history of 1000 years, may be considered as less than expected. However, following phrase must not be forgotten; “behind every great man there's a great woman”.

With the hope that the names of women are heard more and come into their own… Key words: Conquer, architecture, woman, republic, history.

Doç.Dr., Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Öğretim Üyesi

Mustafa IŞIK

110

I. GİRİŞ Dünya tarihinde olmasa da Türk tarihinde “kadın”ın yeri oldukça önemlidir ve Türk

erkeği ile Türk kadını birbirinin ayrılmaz bir parçasıdır. Ancak zaman ve mekân değişiklikleri karşısında Türk kadınının aile, toplum ve devlet anlayışı içindeki yeri değişiklikler göstermiştir.

Kayseri, çok eski bir yerleşim merkezidir. Bizans, Beylikler, Selçuklu, Osmanlı gibi, büyük devletler zamanında merkez olma özelliğini korumuştur. Özellikle Anadolu’nun İslâmlaşmasında büyük rolleri olan Selçuklular döneminde imar edilmiş; Beylikler Döneminde renklilik arz etmiştir. Bugün halkımız, hâlâ yaşayan ve hizmet veren, başta camiler olmak üzere, medrese, hamam, çeşme vb. o günden kalan bu mimari eserlerin meyvesini yemektedir.

Bu çalışma, “Açık hava Müzesi” olan Kayseri’mizde, öncelikle halen yaşayan mimari eserlerden, Kayseri Müzesi'nde bulunan yıkılmış eserlerin kitabeleri ve Müze’ye kaldırılmış mezar taşlarından hareketle hazırlanmış bir araştırmadır. Bu eserlerin kimliği ise kitabeleridir. “Binaların kemerlerine, kapı üzerlerine, çeşme ve sebil gibi şeylerin cephelerine konulan yazılı levha; böyle bir levhanın yazısı yerine kullanılır bir tabirdir. Mezar taşlarındaki yazılara da kitabe denir.”1 Yıkılmış binalara ait taşların bulunduğu yer, Kayseri Müzesi’nin taş deposu olan Emirzade Mehmed Zengi (ö.1345) Türbesi’dir. Bu yüzden toplumda etkin olmuşsa da, mezar taşı ölçüsünde bile ‘iz bırakmayan kadınlar’ı inceleme imkânı bulamamaktadır. Oysa izi kaybolan veya bizim izini bulamadığımız niceleri vardır.

Mimaride kullanılan nesnelerin en dayanıklısı taş, taşların en uzun ömürlüsü mermer olduğundan; belgeler asırları içine alan bir zaman dilimini kapsamaktadır. Karamanoğulları Osmanlı’ya en son katılan Beylik olduğundan, Selçuklu ve Beylikler Dönemi Osmanlı dönemine denktir.

Milenyuma girerken hazırladığımız ve 1000 yıllık bir mazisi olan, olabildiğince “kronolojik” olarak düzenlediğimiz bu çalışmada geçen “kadının adı” az görülebilir. Ancak neredeyse atasözüne dönüşen, zaman değişse de, asırlar geçse de, değişmeyen sosyolojik bir gerçek olan “Her başarılı erkeğin yanı(başı)nda (başarılı) bir kadın vardır.” sözü unutulmamalıdır. Ayrıca günümüzün teknolojik imkanlarıyla yapılan anketlerde bile belirli bölgeler seçilmektedir.

Fetihten günümüze, hâlâ yaşayan medeniyetimizin hammaddesi taştır. Bu mimari eserler “taşlar yaşadıkça” yaşayacaktır. “Sâhibul’l-Hayrât ve’l-Hasenât” hatunların kamu yararına yaptırdığı bu eserlerin bir kısmı tarihin karanlığını aşarak günümüze ulaşmıştır. Bunların vakıfları yağmalansa da, kendileri hâlâ -vakfediliş amaçlarına bağlı olarak- insanımıza hizmet vermeyi sürdürmektedir. Ancak ‘hayır sâhibi‘ olabilmek belli bir arka-planı gerektirmektedir. Bu yüzden yüzyılları aşarak günümüze gelen çoğu kadınların adı varlık ve hanedânla ilgili bulunmaktadır.

Kayseri tarihine gelince, kadınların yaptırmış olduğu yaşayan eserlerden hareket edersek; Kayseri fatihi olan Danişmendliler başta gelmektedir. Elimizdeki mimari eser ve envanter sayısı çok olmasına rağmen, makale ölçeğini aşmamak için 20 Selçuklu ve Beylikler, 20 Osmanlı olmak üzere; 40 adet kadının adını vereceğiz.

Mimarî eserlerde adı geçen hatunların bir kısmı bânî/eseri yaptıran bir kısmı ise tamir ettiren olarak karşımıza çıkmaktadır.2

II. SELÇUKLU DÖNEMİNDE KADININ ADI 1. GEVHER NESİBE HATUN (602/1205) Mimar Sinan Parkı içinde yer alan iki taç kapılı tarihî bina, Gıyasiye Medresesi ve

(Şifâiye) hastanesinin yanyana olması nedeniyle “Çifte Medreseler” olarak bilinmekteydi. Günümüzde Şifaiye Medresesi adıyla bilinmektedir.

1 M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri Ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul, 1993, II/234. 2 Mimarî eser, şeriyye sicilleri, tarihî belge ve bilgilerden hareketle, yüz küsur kadının adı, “Tarihi

Kayseri’de Kadının Adı” adlı kitapta, Kayseri Belediyesi tarafından (2005) yayınlanmıştır.

FETİH’TEN CUMHURİYET’E KAYSERİDE’Kİ MİMARÎ ESERLERDE KADININ ADI

111

Kitabesinde: “Kılıçarslan oğlu, Büyük Sultan Keyhüsrev zamanında, Kılıçarslan’ın kızı, din ve dünyanın ismeti Melike Gevher Nesibe’nin vasiyeti olarak 602 yılında, bu hastaneyi bina etti”3 denilmektedir.

Melike Gevher Nesibe’nin özel hayatı hakkında kaynaklar susmaktadır. Kitabelerde sık sık Selçuklu Melikelerinin adı yazılmayıp, yalnız “ismeti’d-dünya ve’d-din” unvanıyla anılmakta iken, burada ismin de belirtilmiş olması, kitabeye ayrıca bir önem verir.

Bu melike hakkında söylenenler efsane boyutuna ulaşmış olup gerçeğinin tam olarak ne olduğu bilinememektedir. Gevher Nesibe Hatun’un genç yaşta, veremden öldüğü söylenmektedir. Ancak ölüm tarihi tam olarak bilinmemektedir. Olayların seyrinden Gevher Nresîbe‘nin, Şifâiye Medresesi’nin yapımından önce öldüğü anlaşılmaktadır.

Gevher Nesibe Hatun’unun türbesi Gıyâsiyye Medresesi içindedir. İki katlı kümbedin üst katı mescid olup alt katında Gevher Nesibe Hatun’un mezarı bulunmaktadır.

Kendisi dünyada rahat ve uzun yaşamasa da, başkalarını yaşatma uğruna yaptırttığı araştırma hastanesinin dünyanın ilk tıp fakültelerinden biri olması; bu hatunun adının tarihe, unutulmayacak bir şekilde yazılmasını sağlamıştır.

2. ELTİ HATUN (607/1210) Danişmendli soyundan Elti Hatun, Gülük Camii'ni yaptırmıştır. “ 1210 yılında, büyük

sultan Keykavus’un devrinde, iffetli kadın, Yağıbasan oğlu Mahmud’un kızı Sitti Atsuz Elti Hatun tarafından bina edildiği4 yazmaktadır.

Elti: Kardeş karılarından herbirinin ötekine göre adı“5 halen dilimizde kullanılmaktadır. Adsız, atsız, etsiz gibi çeşitli adlarla anılmaya çalışılan bu hatunun, Elti isminde şüphe yoktur. Bugün hâlâ tedâvülde olup, eve gelen iki gelinin birbirlerine karşı kullandıkları bir kelimedir.

“Atsuz kelimesi iki türlü okunabilir. Biri adsuz yani adsız, isimsiz diğeri etsiz ki zayıf demek olur. Halbuki atsuz Türklerde müsta‘mel olan bir isimdir. Binaenaleyh bu suretle telaffuz olunmak lazımdır.”6

“Sitti“ kelimesi Arapça Seyyidetî/Hanımefendiciğim kelimesinden kısaltılarak Türkçeleşmiş olup, hanım, hatun anlamına gelmektedir.7 Gerek kitabelerde, gerekse isim olarak sitti ismi pek çok kere geçmektedir.

“Elti Hatun’un caminin banisi olduğu“ kitabeden sonraki ilk satırda geçmesine rağmen Osmanlı Türkçesini yeni Türkçeye çeviren kişi tarafından ‘onartmıştır‘8 diye çevrilmesi kitabeyle çelişmektedir. Bu yüzden Elti Hatun‘a camiyi ‘tamir ettiren‘ diyen sanat tarihçiler olmuştur.

Başka yerlerde de karşımıza çıkacak olan “mescidlerin imarı” konusunu kısaca açıklamamız gerekmektedir: “Mescidin imareti iki manaya gelir: Birisi, binası ve tecdidi, birisi de ziyareti ve içinde bulunup ibadet edilmesidir.”9 Camileri imar etmenin ikinci şekli, cemaati meselesidir. Bu husus 1649’da Kayseri’ye gelen Evliya Çelebi’nin de gündemindedir. Bu yüzden, gezip gördüğü camileri tanıtırken, cemaatinin çokluğu konusunda da bilgi verir. Mesela, Hacıkılıç ve Hunat Cami’lerinin cemaatinin bol olduğunu haber verir.10

Elti Hatun’un üzerine vazife edindiği birinci anlamındaki imar işini gerektiği gibi yerine getirdiğine taşlar bile şahittir. Kadının adını tarihe, çok erken bir dönemde yazdıran hatunlardan biri, belki de birincisi Sitti Atsuz Elti Hatun’dur; “Adsız” değildir.

3 Ahmed Nazîf, Mir’at-ı Kayseriyye, Haz. M. Palamutoğlu, Kayseri, 1987, s. 66; Halil Edhem, Kayseriye Şehri,

İstanbul, 1334, s. 30. 4 Ahmed Nazîf, s. 22; Edhem, s. 33. 5 Türkçe Sözlük, TDK, Ankara, 1988. 6 Edhem, s. 61. 7 Şemseddin Sami, Kamus-i Türki, Dersaadet, 1317. 8 Bkz. Halil Edhem, Kayseri Şehri, Haz. K. Göde, Ankara, 1982, s. 60; Y. Özbek- Celil Arslan, Kayseri Taşınmaz Kültür Varlıkları Envanteri, Kayseri, 2008, I/57. 9 Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Kitabevi, İstanbul, ts. IV/ 2478. 10 Mustafa Işık, Eski Kayseri, Evliya Çelebi’nin Dilinden, İstanbul, 2014, s.49, 52.

Mustafa IŞIK

112

3. MAHPERİ HATUN (1238) Alâeddin Keykubâd’ın dönemi 1220-1237 fetihlerle geçmiştir. Bilinen evlilikleri, daha

çok siyasî/diplomatik evliliktir. Bunlardan biri fetih sonrası Alâiye/Alanya diye adlandırılan Kalonoros kalesi Tekfur’u Kyr Vart'ın hediye ettiği bir kadın olan, Hunat Hatun’dur.

Bugünkü Alanya’nın fetih sonrası adı Alâiye’dir. İbn Bibi (ö.1272) Alaaddin Keykubat devri anlatır: Alaaddin Keykubat burasını fethetmeyi planlar. Kış mevsiminde kaleyi kuşatır. İki aylık kuşatma sonrasında Kalanoros kalesinin sahibi Kyr Vart, kaleyi teslim etmeyi düşünür. Elçisini gönderir. Elçinin sözlerinden hoşlanan padişah, “Bunu akrabalık bağlarıyla güçlendirmek gerekir” diyerek elçisini kral Kyr Vart’a gönderir. Bu haberi duyan kral, "daha önce satın aldığı edepli ve namuslu kadınlarının seçkinlerinden birini, Muhammed'in (a.s.) şer'i emirlerine uygun olarak hazırlayıp Sultan'ın kutlu hareminin ve uğurlu ailesinin fertleri arasına katılmak üzere gönderdi"11 denilmektedir.

Bu kadının Hunat Hatun unvanıyla meşhur olan Mahperi Hatun olması gerekir. Alaaddin Keykubat, hakimiyetini genişletmek ve güçlendirmek için "hısım/akrabalık

bağı"nı kullanmakta; yani diplomatik evlilik yapmaktadır. Eyyubilerle akrabalık kurmak için, Melike Âdile Hatun ile evlenmiştir. Daha sonra oğlu Gıyaseddin Keyhusrev de aynı siyaseti uygulayacaktır. Başka evlilikleri de olabilir ancak biz, bize ulaşan belge ve bilgilerden hareketle, bilinen diplomatik evliliklerini yazıyoruz.

Kalanoros kalesinin sahibi Kyr Vart’ın yanındayken isminin de ne olduğunu bilmiyoruz ancak sonraki adı Mahperi olmuştur. Biz, özel isim olarak, Mahperi adını yeğliyoruz.

Cami, medrese, hamam ve kümbed bir külliye12 oluşturmakta olup halen yaşamaktadır. Ancak medrese ve hamamın kime ait olduğunu tarih ve sanat tarihçileri aydınlatacaklardır.

“Tekfuru'un kızıyken Alaaddin Keykubat'ın eşi olan, Müslümanlığı seçen bu kadının adı Mahperi konmuş, kocasının ölümü, oğlunun sultan oluşuyla Huand/Hunat Hatun olmuştur”13

fikrine katılmıyoruz. İbn Bibi’de geçen geçen, "daha önce satın aldığı edepli ve namuslu kadınlarının seçkinlerinden biri" cümlesi Farsça'dan tercümedir; kelimenin Farsça’sı önem arz etmektedir.

Kayseri’de, Selçuklular devrinde “Hunat“ adıyla bilinen cami, hamam, çeşme, türbe ve medresenin bir arada yer aldığı görülmekte olup hepsi de ayaktadır.

Bunları kimin yaptırdığı konusu, caminin doğu kapısındaki kitabeye göre, “1238 tarihinde, Alaaddin Keykûbat’ın oğlu Gıyaseddin Keyhüsrev devrinde yapılmasının emredildiği” şeklindedir. Batıdaki kitabede “Emera” geçmekte olup, Gıyaseddin’in buyurduğu anlaşılır ancak hemen arkasından “el-Meliketu’l-Kebira” gelmektedir. Bu durumda eylem, ikisini de kapsar. Doğudaki kitabede “emerat” geçmektedir ki Gıyaseddin’in devrinde Mahperi Hatun emretti anlamına gelir. Kitabeler, yazım hatasıyla açıklanamayacak kadar açıktır. İki kitabede de, Hatun’a gönderilen bir zamirle “iktidarının devamı için dua edildiği görülür. Neticede, oğlunun sultan gözüktüğü devirde valide sultan bu caminin yapılmasını emretmiştir.

Mahperi hatunun kimliği hakkında kitabelerde geçen sıfatlar bilgi vermektedir: a-Batı kapısındaki kitabede geçen sıfatlar: el-Meliketu’l-Kebiretu: Büyük melike, kraliçe. el-Âhiletu: Erkek hükümdar âhil olup kadın için âhile denir. ez-Zâhide: Geçici dünya zevklerine boş verip kalıcı şeyler yapmış. Safvetu’d-Dünya ve’d-Din: Din ve dünyanın yüz akı. Fatihu’l-Hayrat: Hayırları başlatan, öncü.

11 İbn Bibi, el-Evamiru’l-Alâiyye fi’l-Umuri’l-Alaiyye, Ankara, 1996, I/266. 12 Külliye: Bir caminin çevresinde cami ile birlikte kurulmuş medrese, imaret, sebil, kitaplık, hastane gibi

çeşitli yapıların bütünü. Türkçe Sözlük, II/947. 13 Bkz. Mehmet Çayırdağ, Şeyh Turesan Veli Hazretleri, Kayseri, 2001.

FETİH’TEN CUMHURİYET’E KAYSERİDE’Kİ MİMARÎ ESERLERDE KADININ ADI

113

Vâlide: Anne. b- Batı kapısındaki kitabede geçen sıfatlar: el-Meliketu’l-Kebire: Büyük Melike. Safveu’d-Dünya ve’d-Din: Din ve dünyanın yüz akı Mahperi Hatun. Mahperi Hatun: Mah, Farsça bir kelime olup ay demektir. Peri ile birleşmiş; birleşik-

isim olmuştur. Ahmed Nazîf Efendi (ö.1915) “Bugün Hunat olarak söylenen Huvant sözü, Selçuklu

ailesi sultanlarına ait özel bir unvandır, ya da Selçuklu ailesinden Hükûmet koltuğuna varis olan kişiye Huvant adının verilmesi eski bir usûl olarak uygulanmıştır. Mahperi Hatun ise, Huvand Alaaddin Keykubat’ın eşi olduğundan kendisine “Huvant Hatun” şöhreti ve şanı verilmiş ve bu cihetle Selçuklu Huvantlarına Huvant Hatun sözü, özel alem (sembol) olmuştur.”14 demektedir.

Hunat hatunun kendi adına türbesi bulunmaktadır. Caminin batı girişi ve medrese arasında kalan türbenin giriş kapısı, medresenin içindendir. Ancak 1897’de çekilen fotoğrafta15, Hunat Cami‘inin “hazire” alanı gözükmekte, medresenin duvarının sonradan türbeye yaklaştırıldığı; kapının medreseye verildiği anlaşılmaktadır. Aynı fotoğrafta cami kubbesi mevcut olup ulu minare ve türbe batısındaki duvar bulunmamaktadır. Etrafı kapalı olduğu için, en az yıpranan türbedir. Halen yerleşim konusunda sıkıntı çekilmeyen Kayseri'de, o gün için türbenin iki bina arasına sıkıştırılması, sorgulanması gereken bir meseledir.

Türbe içindeki üç sandukadan beyaz mermer sanduka Hunat Hatun’a aittir. Doğu kapısındaki kitabede “Büyük melike, din ve dünya örneği Mahperi Hatun, sene 635” denilmektedir. Buna göre, o yıllarda yaşamaktadır.

Mezar sanduka taşının bir yüzünde: "Hâzâ kabru es-sitti es-seyyide es-setire, es-saide, eş-şehide, ez-zahide, el-abide, el-

murabıta, el-mücahide, el-masune, el-masume, es-sahibe, el-Âdile, el-meliketu'n-nisa fi'l-âlem, el-afife, en-nazife, Meryemu evaniha ve Hadicetu zamaniha, sahibetü'l-marufe, el-mutasaddikatü bi'l-mali uluf, safveti'd-dünya ve'd-Din Mahperi Hatun, Validetu's-sultan"16

Yukarıda geçen sıfatları kısa kısa açıklayacak olursak, şu anlamlara gelir: es-Sitti okuduğumuzda es-Seyyide anlamsız gelmektedir çünkü Hanımefendi’nin halk

ağzından söylenişidir. Bu durumda Ahmed Nazîf’in okuyuşu uygun olup, üstü örtülü/kapalı kabir anlamına gelir.

es-Saide: Mutlu, mesut olarak dünyaya gözlerini yuman kadın. eş-Şehide: Gerçek alemi görmüş, rahmetli kadın. el-Âbide: Kulluk yapan, ibadet eden kadın. el-Murabıta: İslam'ın sınırlarını gözeten kadın. el-Mücahide: Canıyla, malıyla İslam'ı yaşamak ve yaşatmak için çalışan kadın. el-Masune: Büyük günahlar işlemekten korunmuş kadın. el-Masume: Büyük günah işlememiş; korunmuş kadın. es-Sahibe: Hanım Sahib yani Hanım yönetici; özel kelimesiyle Huvand. el-Âdile: Adaleti gözeten, (Keykubat'ın öteki eşinin adı da Âdile'dir.) el-Meliketu'n nisa fi'l alem: Dünya kadınlarının kraliçes.i el-Afife: Namuslu, şerefli kadın. en-Nazife: Madden ve manen temiz kadın. Meryemu evaniha: Yaşadığı devrin Meryem'i konumunda. Hadicetu zamaniha: Yaşadığı zamanın Hatice'si konumunda. Sahibetü'l-ma'rufe: Sahibu'l-Hayrat gibi, iyilikler yapan kadın.

14 Ahmed Nazîf, s. 19. 15 Erol Kılıç, “19. yüzyıl Gravür ve Fotoğraflarında Kayseri Nostaljisi“, Beyazşehir Dergisi, Sayı: 8, Kayseri,

1998. 16 Ahmed Nazîf, 19.

Mustafa IŞIK

114

el-Mutasaddikatü bi'l-mali ulûf: Binlerce parasını hayır yoluna harcayan veya devlet bütçesinden hayırlı eserler yaptıran, kamu yararına harcayan veya devlet bütçesinden hayırlı eserler yaptıran, kamu yararına harcayan kadın.

Validetu's-Sultan: Sultanın annesi olmak yönetimde bir ayrıcalıktır. ”Valide Sultan’ ünvanı, padişah annelerine, ‘oğlu padişah olduğu sürede’ verilen bir addır”.17 Nitekim “Padişahların anneleri hakkında kullanılan bir tabirdir.’ İlk defa, 3. Murad tarafından validesine verilmiş ve sonra umumîleşmiştir”18 denilmektedir. Osmanlılar döneminde meşhur olduğu sanılan bu deyime işte burada, Selçuklu'larda rastlamaktayız.19

Kitabede bu cümlelerin ardından gelen Gıyaseddin’in merhum ve şehid sıfatları, ölmüş olduğunun belgesidir. Yani bu kitabe yazıldığında Sultan ölmüş olup valide hayattadır.

Saide ve şehide sıfatları, kitabe ve mezar taşlarında ölmüş kişiler için kullanılmaktadır. Keykubat ölüp Mahperi Sultan annesi olunca, sağlığında bu kümbedi yaptırmış ve bu ifadeler yazılmış olabilir. Ancak ölümü caminin kitabesinin konmasından (635) sonra olmalıdır. Nitekim Edhem, kitabede vefat tarihinin bulunmamasına şaşar. “Herhalde türbenin kapısında tarihli bir kitabe bulunması gerekirdi fakat biz bunu göremedik. Belki imarâtın vakfiyelerinde bu babda bir kayda tesadüf idilebilir”20 demektedir ancak bu umut, şimdiye kadar gerçekleşmemiştir.

"Zamanın Meryem'i" sıfatı, bu kadının geçmişinin Hrıstiyan olmasıyla ilgili olabilir. Sonradan Müslüman olduğunu yazanlar mevcuttur. Ancak Alaeddin Keykubat'ın eşlerinden birinin, O'nun hayatı boyunca Hrıstiyan kalmasını akla yatkın görmüyoruz. Ayrıca, başka kaynak olmadığı için güvenmek durumunda olduğumuz İbni Bibi’nin, kral için, "daha önce satın aldığı edepli ve namuslu kadınlarının seçkinlerinden birini, Muhammed'in şer'i emirlerine uygun olarak hazırlayıp Sultan'ın kutlu hareminin ve uğurlu ailesinin fertleri arasına katılmak üzere gönderdi"21 kaydını önemsiyoruz.

Caminin doğu ve batı kitabelerinde “Melike oğluna yapılmasını emretti” ifadesi geçmektedir. Mezar sandukasında “Validetü’s-Sultan” denilmektedir. Alaaddin Keykubat’ın öteki oğlunu yerine geçirmek için söz almasına rağmen Hunat Hatun’un oğlu Gıyaseddin’in geçirilmesi de “Sultan annesi”nin çabalarıyla gerçekleşmiş olmalıdır. Kitabe ifadelerinden “el-Meliketü’l-Kebiretü” “el-Mutasaddıkatü bi’l-Mali’l-Ulûfeti” sözlerinden, oğlu nedeniyle devletin imkanlarından yararlanarak bu binaları yaptırdığı anlaşılmaktadır. Bu tür yapılar, bir yıl içinde yaptırılıp bitecek binalar değildir; 5-10 yıl gibi sürebilir. Alaaddin Keykubat’ın 1237’de ölüp de Hunat Hatun’un -bitmiş binanın kitabesine- 635 yazdırması pek mümkün gözükmemektedir. Sultanın veliahd bırakma şartlarını değiştirebilen bir Hatun’un yine O’nun başlattığı imar faaliyetini “Valide Sultan” olarak kendi adına kaydettirmiş olması mümkündür.

Alaaddin Keykubat’ın ömrü fetihlerle geçmiş ve genç yaşta şüpheli bir şekilde 1227’de ölmüştür. Âdile Hatundan olma oğlu İzzeddin’i yerine layık görmesine rağmen Hunat Hatun’dan olma Gıyaseddin’in geçirilmesi bir entrikanın ürünü olmalıdır. “Valide Sultan” gerekli tedbirleri almış olmalı ki rakibi Âdile Sultan’ı önce Ankara’ya sürdürtmüş sonra boğdurarak öldürtmüştür.

O günün tarihi/siyasi şartları içinde, Kayseri dışında da -Mesela, Tokat'ta- yaptırdığı eserleri de vardır.22 Kaynaklarda Hunat Hatun Zaviyesi'nden de bahsedilmektedir.23

İncesu'da, Tekke Dağı diye bilinen mevkide Şeyh Turesan Veli Hazretleri adına, kervansaray ölçülerinde tekke yaptırmış; adına vakıflar bağışlamıştır.24

17 Ayrıca bkz. Tarih Sözlüğü, M. Taştan, Y. Çelebi, Ankara, 2007, s. 409. 18 Pakalın, III/581-582. 19 Konuyla ilgili yazdığımız bir yazımız A.A. Kayseri Temsilciliği’nce haber yapılmış; görsel ve yazılı

basında 29.05.2014 tarihinde yayınlanmıştır. Bkz. http://www.haberler.com/kayseri-nin-hurrem-sultan-i-hunat-hatun-6087659-haberi/ (03.07.2016) http://beyazgazete.com/haber/2014/5/29/kayseri-nin-hurrem-sultan-i-hunat-hatun-2250357.html (03.07.2016); http://www.edebiyatevi.com/yazi/125851_kayseride-bir-valide-sultan.html (03.07.2016)

20 Edhem, s. 68. 21 İbn Bibi, I/266. 22 Bkz. Mehmet Çayırdağ, Kayseri Tarihi Araştırmaları, Kayseri, 2001, s. 98. 23 Erdal Çelik, Kayseri Şeriyye Sicili Defteri, EÜSBE.(Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Kayseri, 1999, s. 98. 24 Bkz. Çayırdağ, Şeyh TuresanVeli Vakfı.

FETİH’TEN CUMHURİYET’E KAYSERİDE’Kİ MİMARÎ ESERLERDE KADININ ADI

115

O dönem için erken sayılan, böyle bir külliyeyi oluşturtması, “Meliketü’n-Nisa fi’l-âlem” (Dünya kadınlarının prensesi) unvanını hak ettiğini göstermektedir. Hrıstiyanlıktan Müslümanlığa geçen biri olunca, bu durum daha bir önem kazanmaktadır.

Hunat Hatun’un sandukası, sıfatları açısından çok zengindir. Buna rağmen ölüm tarihinin bulunmayışı, ölmeden önce yapıldığını akla getirmektedir. “Caminin yapılışına ait olan kitabeler hep Keyhusrev-i saninin (II.) iktidarının saltanatının başına, Mahperi Hatun’un kabir kitabesi ise, Keyhusrev’in vefatından sonraki zamana müsadiftir.”25

Bu durumda Hunat Hatun, oğlundan da uzun yaşamış olmaktadır. Ayrıca, adına yapılan eserler onu ölümsüz kılmıştır.

Bugün yaşayan haliyle hamam, cami, medrese ve türbesiyle "Külliye" olma özelliğini sürdürmektedir.

4- MELİKE ÂDİLE SULTAN (ö.1237) 1247 yılında, Alaeddin Keykubat’ın karısı Melike Âdile için, kızları tarafından

yaptırılmış bu kümbed, Sivas Caddesi’ndedir. 1918’de yayınlanan Kayseri Şehri’nde “Vaktiyle bu kümbedin karşısında diğer bir

künbed daha bulunduğundan "Çifte Kümbedler" namı verilmiştir. Bu ikinci kümbedden bugün eser kalmamıştır”26 demektedir. Günümüzde de halk bu semti hâlâ ‘kümbedler‘ diye isimlendirmektedir.

Alaaddin Keykubat, hakimiyetini genişletmek ve güçlendirmek için "hısım/akrabalık bağı"nı kullandığını, bunun diplomasi'de bilinen ve kullanılan bir yöntem olduğunu yazmıştık. Nitekim İbn Bibi bunu "Sultan'ın, Melik Âdil'in Oğullarıyla Akrabalık ve Yakınlık Kurması" başlığıyla vermektedir. Uzunca anlatılan konuyu özetlersek;

“Alaaddin Keykubat bu fikrini Naibi Seyfeddin'e açar. O da “Bu doğru düşüncenizi gerçekleştirmek için vakit kaybetmemek gerekir” diyerek görevi bizzat üstlenir. Hediyeler alıp Malatya'ya yola çıkınca rahatsızlanır. Yerine Şemseddin Altunabe görevlendirilir. Emir Şemseddin, görevi yerine getirir; Melik Âdil’in, o güne kadar Sultan’a kin duyan oğulları dost olurlar. Şemseddin hediyeleri takdim eder.

Nikah merasimi yapılır. Bu sırada Sultan Malatya’da ve hastadır. Düğünle ilgili ayrıntılar makale boyutundan dolayı anlatılmayacaktır. Harput Meliki, sultanın sağdıcı olur. Bir hafta boyunca eğlence sürer. 8. gün Sultan, halka açık eğlence meclisi düzenler. Yenip içildikte sonra gelin mavi renkli çadıra girer.

Sonra Şam emirlerine, ülkelerine dönme izni verir. Uğurlama âdeti olarak emirlerini onlarla birlikte ülke sınırlarına kadar gönderir. Emirler dönünce Sultan Daru’l-Fetih olan Kayseri’ye hareket eder.

Kayseri’den Antalya’ya gidişte ve Alâiye/Alanya’da geçen kış mevsiminde Melike Âdile beraberindedir. Baharın, her tarafa fermanlar göndererek askerin Kayseri’de Meşhed Ovası‘nda toplanması emretti. Haremiyle, Konya üzerinden fetih yurdu Kayseri’ye geldi.27

Melike Âdile, Sultan’ın ilk eşi değildir. Hunat Hatun’la evliliği daha öncedir. Alaiye’nin fethi ve Gıyaseddin’in büyük oluşu bunu göstermektedir.

"Mahperi Hatun, Keykubat hayatta iken herhangi bir varlık gösterememiştir. Ancak sultanın büyük oğlu Keyhusrev ondan olmuştur. Keykubat 1237 yılında Kayseri'deki Keykubadiye Sarayı'nda emirlerini toplayarak kendisinden sonra, tahta geçecek oğlunun layık görmediği büyük oğlu değil de Eyyubilerden almış olduğu diğer zevcesi Melike Âdile Hatun’dan olan ortanca oğlu olduğunu açıklamış ve bu hususta ileri gelen devlet adamlarından söz almıştır. Ancak bu kararından kısa bir müddet sonra yine Kayseri'de aniden meydana gelen şüpheli vefatı gerçekleşmesine mani olmuş, beylerin çoğunluğu Mahperi Hatun'dan olma II. Gıyaseddin Keyhusrev'i tahta çıkarmışlardır."28

25 Edhem, s. 71. 26 Edhem, s. 89. 27 İbn Bibi, I/309-315. 28 Mehmet Çayırdağ, Kayseri Tarihi Araştırmaları, Kayseri, 2000, s. 190.

Mustafa IŞIK

116

Burada, tahta geçme düşüncesinin ortaya koyduğu büyük bir mücadele vardır. Osmanlı'da meşhur olan bu durum Selçuklu'da da ortadadır. Osmanlı'da, sultan annelerinin sarayda olduğu; taht değişikliğinde eski valide sultanın eski saraya yeni sultan annesinin Topkapı Sarayı’na taşındığı bilinmektedir.

1227 yılında Âdile Sultan’la evlenen Alâeddin Keykubat’ın 1237 yılında öldüğünü görüyoruz. On yıllık bu evlilik sürecinde, ortanca oğlu İzzeddin’in olduğunu ve Sultan’ın onu yerine layık gördüğünü “veliahd” tayin etmesinden anlıyoruz. Ancak siyasetin kaygan zemininde Hunat Hatun’dan olma büyük oğlu Gıyaseddin başa geçmiştir.

II. Gıyaseddin Keyhüsrev tahta çıkar çıkmaz, “Masumiyeti âşikar olan üvey validesi Melike Âdile’yi evvela Ankara Kalesine hapis, ba’dehu idam ettirmiştir. Melike Âdile, II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in ilk saltanatında 1237 yılında öldürülmüş olduğundan, türbesi onbir sene sonra inşa edilmiş oluyor. Belki o zamana kadar mahalli idamı olan Ankara’da muvakkaten medfun kalmış ve ancak Keyhusrev’in vefatından sonra, kızları bu kümbedi yaptırarak, validelerinin kemiklerini Kayseri’ye nakl itdirmişlerdir. İşte Çifteler Kümbedi bu vakıa-ı feciayı hatıra getirir.”29

Yay kirişiyle boğdurularak öldürülmesi kadın oluşuyla değil; hanedândan olmasıyla ilgilidir: "Hanedâna mensup olanların, kanlarını akıtmamak için, yay kirişi ile boğdurulması Selçuklularda mevcut idi."30

Dizdaroğlu, “Meşhur Türk İmparatoriçeleri” adlı kitabı tanıtırken “Harzemşahlı Alâeddin Tekeş’in karısı Türkan Hatun, saltanat ihtirası yüzünden memleketi Cengiz Han istilasına karşı müdafaasız bırakmıştır” demekte, Melike Âdile’yi de aynı kefeye koymakta, “Ankara Kalesi’nde bir yay zıhıyla boğulduğu vakit, günahlarının kefaretini ödemiş oldu” demektedir.31 Bu yargı araştırmadan varılmış olan bir yargıdır. Çünkü Alâeddin Keykubat’ın ölümü şüpheli oluğu gibi yerine geçmesini istediği oğlu da tahta geçememiştir. Yani askerî bir darbe sonucu Melike Âdile’nin kumasının oğlu geçmiştir. Mazlum konuda olan tarafın başına gelenlerden sonra karşı tarafta olmak haksız fakat güçlünün yanında olmaktır. Bu ise Türklerin Talas savaşında olduğu gibi, sergileyegeldikleri davranışa uymaz.

Düğünü böylesine tantanalı olan Melike’nin kümbedi ise, acıklı sonunun gelişinden 10 yıl sonra, üstelik Meşhed Ovası’nın son sınırında yapılabilmiştir.

Kitabesinin32 sadece tercümesini veriyoruz: “Bu şehitlik, mutlu melike, merhum, bilge, dünya zevklerini boş verip ahireti seçmiş, din ve devletin koruyucusu, İslam ve Müslümanların yüz akı, dünya kadınlarının hanımefendisi, zamanının Zübeyde’si, üstün niteliklerin sahibi, dünya ve ahiretin hatunu, melikeler melikesi, uğur ve bereketlerin kaynağı, Eyüp oğlu Melik Âdil Ebu Bekr’in kızı (Allah kabrini aydınlatsın). Bu binanın yapılmasını hanedândan olan kızları emretmiştir. Allah yaptıklarını yerine ulaştırsın. Halini güzel kılsın. 645 yılında” anlamına gelmektedir.

Bu kitabede Mahperi Hatun kitabesiyle karşılaştırdığımızda, farklı olarak: “Ismetu’d-Dünya ve’d-Din Safvetu’l-İslam ve’l-Müslimin, Zübeydetu’z-Zaman Sahibetu’l-Hısali’l Fahirati Hatunu’d-Dünya ve’l-Âhirati el-Meliketu’l-Melikat Menşei’l-Yumni ve’l-berekât Binti’l-Melik” ifadeleri vardır. Yani Mahperi’ye “büyük melike” denirken Âdile’ye “Melikeler Melikesi” denilmektedir. O’na “Zamanın Meryem’i ve Hatice’si” unvanı yakıştırılırken buna “Zamanın Zübeyde’si” denilmektedir. Bilindiği gibi Meryem İsa’nın (a.s.) anası, Hatice Hz. Muhammed (s.a.s.)in hanımıdır. Zübeyde ise Abbasilerin meşhur sultanı Harun Reşid’in eşidir. Hunat Hatun’a “Valide Sultan” denirken buna “Melik kızı” denilmektedir. Yarış hissedilen bu kitabelerde, Hunat Hatun’un sıfatları daha fazladır. Zaten o başlangıçta, Âdile Hatun’u sultan annesi olmaktan alıkoymakla, siyaset oyununda kazanmıştır.

Kitabe’de, Alâeddin Keykubat’ın Hunat Hatun’dan sonra aldığı hatunu olmasına rağmen "sultanla ilgi kurulmayışı", yerine geçen II. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından

29 Edhem, s. 73, 88. 30 İbrahim Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, İstanbul, 1992, s. 78. 31 Hikmet Dizdaroğlu, İki Faydalı Kitap Arasında, Erciyes Halkevi Dergisi, Yıl: 6 (1948), s. 18. 32 Ahmed Nazîf, s. 74 - Ek- 39, s. 217.

FETİH’TEN CUMHURİYET’E KAYSERİDE’Kİ MİMARÎ ESERLERDE KADININ ADI

117

boğduruluşu yüzünden, Âdile Sultan’ın kümbedi yaptıran kızlarının haklı kırgınlıklarının bir ifadesi veya Hunat Hatun ve oğlunun hâlâ hayatta olmalarının doğal sonucu olmalıdır.

Evlenmesiyle ölümü ve kümbede taşınması onar yıllık aralarla meydana gelen bu kadının adı, kızları tarafından ama trajedi ölçüsünde bir hikâyeyi dile getirecek şekilde, tarihe yazılmıştır.

5- SELÇUKî HATUN(ö.1206) Hunat Hatun’un Türbesi içinde üç sanduka bulunmakta olup yanındaki mezarda

Selçuki Hatun yatmaktadır. Hunat Hatun’un yanında yattığı için, torunu olarak algılanması doğrudur ancak

Gıyaseddin Keyhusrev’in hangi eşinden olduğu belli değildir. Kitabenin33 tercümesi: Bu kabrin sahibi, Keykubat oğlu Sultan Keyhusrev’in kızı,

Selçukî Hatun’dur. Eylül-1206.” Halil Edhem, Sultan II. Gıyaseddin Keyhusrev’in kızı olan Selçuki Hatun için “kabir

kitabesinde görülen sadelik, kendisinin, peder ve büyük validesinden çok sonra vefat etmiş olduğuna delalet eder. Zira kendisine ne bir lakap ne bir unvan verilmiyor. Hatta babası sultan Keyhusrev’in bile Gıyaseddin unvanı yazılmamıştır. Kimbilir Selçuki Hatun, Keyhusrev’in hangi zevcesinden doğmuştur. Belki, diğer erkek kardeşleriyle bir anadan olmadığından dolayı, babasının vefatından sonra öksüz gibi, ortada kalmıştır. Bunları müracaat edebildiğimiz kaynaklar söylemiyor.”

“Türbede bulunan Selçukî Hatun, Ermeni Kralı tarafından Moğollara teslim edilen prenses ve kitabesiz kabir de, Keyhüsrev’in zevcesinin olması büyük ihtimaldir”34 demektedir. Moğollara teslim edilen melike olduğu doğru ise, bu kadının adı da bir trajedinin parçası olmalıdır. Âdile Sultanı boğduran II. Keyhüsrev’in kızı olması, “etme-bulma dünyası” sözünü hatırlatsa da biz “Kimse kimsenin vebalini/günahını yüklenmez”35 prensibini esas alıyoruz. Ancak, ninesinin türbesinde yatıyor olması, -ölenler görmese de- en azından diriler için, bir tesellidir.

Kapı ağzındaki büyük sandukanın kime ait olduğu belli değildir. Diğer ikisinin hatun olması ve hatun kümbedlerinin cesedliğinin kapalı olduğu düşünülürse, yine bir hatun olması ihtimali kuvvetlidir. Bu haliyle, "Kadınlar Aile Mezarlığı" düşüncesini akla getirmektedir.

II. BEYLİKLER DÖNEMİNDE KADININ ADI 1- FATMA BACI Melikgazi/Gültepe’de Köşk Medresesi bulunmaktadır. Bina, baştan beri Köşk36 adını

korumuş ancak tekke anlamına gelen hankâh'tır. Erednalılar döneminde Evhadü’ddin Kirmanî (ö.1238) ve müridleri için yapılmıştır.

Fatma Bacı, Evhadü’ddin Kirmanî’nin (ö.1238) kızıdır. Kirmanî ile Ahi Evren arasında talebe-hoca ilişkisi yanında “damat-kaynata” bağı; yani hısımlık vardır.

Selçuklular döneminde, Anadolu'da dört sosyal zümreden bahsedilmektedir. Ahiler ve bacılar iki zümreyi oluşturmaktadır.

Ahilik Teşkilatı’nın kurucusu olan, Ahî Evren lakabıyla bilinen Nâsıruddin Mahmud’un (ö. 1261) eşidir.

Ahilik teşkilatının “Kadın Kolları” durumunda olan, sanatkâr Türkmen kız ve kadınlarının örgütü “Bacıyan-ı Rum”un kurucusudur.

Hacı Bektaş Veli'nin Anadolu’ya gelişinde Fatma Bacı'nın genç kız olduğu ve erenlere sofra düzmekle meşgul olduğu anlatılmaktadır. Dericiler Çarşısı’nın bitişiğinde Kulâh-dûzlar Çarşısı; ikisi arasındaki cami ve zaviyeye bitişik evde Fatma Hatun ikamet ediyordu.

33 Ahmed Nazîf, s. 20. 34 Edhem, s. 69, 70, 72. 35 En’am, 6/164; İsra, 17/15; Fatır, 35/18. 36 Bu dağın kıblesinde, Cumhuriyetin ilk yıllarından beri kurulu olan Askeri birlik de "Köşk Kışla" olarak

adlandırılmaktadır.

Mustafa IŞIK

118

Moğolların Kayseri’yi işgali sırasında Fatma Bacı burada bulunuyordu ve Moğollara esir düştü. Kocası Ahi Evren ise bu yıllarda (1239-1245) Konya’da tutuklu bulunmaktaydı.

16 yılı esaretle geçen Fatma Bacı, devrin idarecilerinden Beylerbeyi Hatıroğlu Şerefüddin ve Sahib Ata Fahreddin Ali'nin yardım ve siyasi destek için Hülagu Han’a gittiklerinde geri getirilmiş; Kayseri’deki evine yerleştirilmiştir.

1271'de ölen Hacı Bektaş Veli'ye türbe yaptırdığına göre, bu tarihten sonra Kırşehir’de vefat etmiş olmalıdır.37

Köşk Medresesi ve Ahî Evren zaviyesi; Fatma Bacı’nın bu iki mimari yapı ile de ilgisi bulunmaktadır.

Ahi Evren Zaviyesi, Döner Kümbed yakınında bulunmakta olup şimdi “Esnaf ve Sanatkârlar Müzesi” olarak kullanılmaktadır.

Daha önce, bulundukları konum nedeniyle daha çok imar işleriyle dikkat çeken kadınımızın, Moğol istilası sırasında Kayseri'nin yaşadığı kritik dönem nedeniyle ekonomik, sosyal ve siyasal bir teşkilatlanmaya dönüştüğünü görmekteyiz.

2- SİVA SİTTİ HATUN (1282) ‘Develi Ulu Cami’ denince, sanat tarihi açısından anlaşılması gereken, Yukarı

Develi’deki Cami Kebir’dir. Zaten yüksek olan Yukarı Develi’nin “Kartal Yuvası” gibi yüksek kalesinin eteğinde yapılmış, tarihî bir yapıdır.

1282 yılında, Selçuklu Hükümdarlarından III. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında, Göçer Aslan’ın ailesi “Sa’d kızı Siva Sitti” adına yaptırıldığı, giriş kapısının üstündeki mermer kitabeden anlaşılmaktadır.

Bazı araştırmalarda “Sivasî” olarak okunan bu isim, kulağa hoş gelen bir yakıştırmadır. Anadolu Türkçe’sinde elti’ler birbirlerine “sitti” diye hitap eder. Bu hatun bize göre “Siva Sitti Hatun”dur. Kitabedeki (T) harfini yok saymak imkansızdır. Tarihte başka sitti hatunlar da vardır.

Adına cami yaptırılan Göçer Aslan’ın ailesi bu hatun, ölümlü olması nedeniyle dünyadan göçüp gitse de; ölümsüz bir eser bırakması nedeniyle, cami yaptıranın adına verilmiş müjdeye kavuşmanın yanında, taşlar yaşadıkça bu dünyada da yaşayacaktır.

3- ŞAH CİHAN HATUN XIV. yüzyıl başlarında yapıldığı tahmin edilen, her tarafından bakıldığında aynı

gözüken, bu yüzden halk tarafından “Döner Kümbed” diye isimlendirilen bu türbe, Kayseri’deki -belki de Türkiye’deki- en güzel kümbeddir.

Şah Cihan adına uygun düşecek şekilde “Kümbedlerin şahı” demek yakışır. Zaten, kadın banîlerin yaptırdığı veya onlar adına yapılan binalarda süs unsuru özellikle göze çarpmaktadır. Önkal, 12 kenarlı türbeler içinde ele almakta ve 1285 yılında yapılmış olabileceğini söylemektedir.38 Belki de göçebe Türklerin evi konumunda olan çadırı andırması için çok köşeli yapılmıştır.

Bu hatunun “Şah” diye anılması, onun Şah Kutluğ Hatun (ö.1349) döneminde yaşadığını gösterir sanıyoruz. Zaten, uzmanlarınca tahmin edilen yüzyıl da bu doğrultudadır.

Doğu yüzünde bulunan, muhtemelen mevcud mermer kitabenin eşi olan boş kitabe yeri, ilgili bilgilerin burada bulunduğunu aklımıza getirmektedir.

Döner Kümbed, güzelliğiyle Şah Cihan Hatun adını hâlâ yaşatmaktadır. 4- SUYA KANMIŞ HATUN (ö.1281) Melikgazi/Yanıkoğlu Mahallesi’ndeki parkın içinde, kesme yonu taştan, kitabesiz bir

yapıdır. Çevre düzenlemesi Melikgazi Belediyesi’nce yapılmıştır.

37 Mikail Bayram, Fatma Bacı ve Bacıyan-ı Rum, Konya, 1994, s. 1, 12, 15, 19, 25, 32, 38. 38 Önkal, s. 190-195.

FETİH’TEN CUMHURİYET’E KAYSERİDE’Kİ MİMARÎ ESERLERDE KADININ ADI

119

Hiçbir kitabesi olmamasına rağmen, yapılış tarihi olarak 1281 tarihi verilmektedir.39 Biz, Suya Kanmış Hatun adının, halkın diline kolay gelen bir yakıştırma olduğunu düşünüyoruz. Vakfiyelerde “Suyurgatmış Hatun”40 olarak geçen bu hatun olabilir.

Kayseri bir dönem İlhanlılar’ın elinde kalmıştır. İlhanlılar’da ülüş tekşilatından bahsedilmekte;41 ‘mal varlığını suyurgal etmek’ işi, vakfetmeye benzemektedir.

Kümbedi ayakta olmakla birlikte mezar taşının Müze’de olabileceğini düşündüğümüz bu hatunun mezar taşına, buradaki mezar taşlarını araştırma sırasında rastlamadık.

Yıkılan anıtlar içinde bir zaviyesi bulunmaktadır. Diğer zaviyelerden farklı olarak yaptıranın kadın olmasına dikkat çekilmektedir. Vakıfları 1800 yılı başlarında hâlâ yaşamaktadır.42

Lakabı “Suyurgatmış Hatun” olsa da, halkın koyduğu adıyla “Suya Kanmış Hatun” olarak yaşamaya devam etmektedir.

5- KUTLUĞ TEKİN HATUN (ö.1333) Yanıkoğlu Mahallesi, Emir Şihab Türbesi içinde, eşi Kutlu Dekin Hatun’un mezarı

bulunmaktadır. Beyaz mermerden yapılmış mezar taşında:43 "Bu mezar, rahmetli, din ve dünyanın

hanımefendisi, Kutluğ Tekin Hatun'undur. Allah kabrini nurlandırsın. 1333 yılında, geçici dünya âleminden kalıcı ahiret âlemine göçtü" anlamına kitabesi bulunmaktadır.

Bu hatunun, Emir Bayram Şah’ın kızı olduğu belirtilmektedir.44 Kutluğ Tekin Hatun Türbesi'nin vakıfları olduğu da kayıtlarda geçmektedir.45 Eşiyle birlikte aynı türbeye gömülerek, günümüzde geçerliliğini koruyan "aile

mezarlığı" kültürünün yeni olmadığı görülmektedir. 6- MELİKE SULİ PAŞA (ö.1339) Köşk Medrese binasının içinde, giriş kapısının tam karşısında bir türbe vardır.

Kitabesinde “Emir Eredna, Muharrem 1339 senesi, nikâhlı eşi Melike Sûlî Paşa için emretti yazılıdır.46 "Menkuheti'l-Merhume Suli Bâşâ/Paşa" ifadelerinden nikâhlı eşi olduğu, ölümü üzerine yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Geçen asrın başlarında kaydedilen kitabe bugün kayıp olmalıdır.

Eradna Beyliği’nin kurucusu Allaeddin Eradna’nın da bilinen birden çok eşi vardır. Selçuklu ve Beylikler Döneminde, üst düzey yöneticilerin çeşitli nedenlerle, çok eşli olduğu gözükmektedir.

Erkekler için kullanılan “paşa” unvanının bu hatun için kullanılması, devlet idaresinde etkin bir rolünün olduğu fikrini çağrıştırmaktadır. Nitekim Alaaddin Eretna’nın diğer eşi Tağa Hatun için İbn Batuta'nın verdiği bilgi de bunu doğrular vaziyettedir.

7- TAĞA HATUN Eredna beyi Alaaddin Eredna'nın eşlerinden biridir. Meşhur arap seyyahı İbnu Batuta (ö.1369) Anadolu seyahatında Kayseri’ye uğrar.

Hakkında bilgi sahibi olduğumuz Tağa Hatun’u şöyle anlatır: “Alaaddin Eretna Beyin hanımlarından biri de buradadır. Bu Hatun, Bey’in hanımları arasında en çok ikramlı ve erdemlisidir. Irak Sultanı ile de akrabalığı vardır. Kendisine "Büyük Hanımağa" manasına,

39 Bkz. M. İlyas Subaşı, (Dünden Bugüne Kayseri, Kayseri, 1991, s. 80) ve (Hait Erkiletlioğlu, Kayseri Tarihi,

Kayseri, 1993, s. 171) tarafından, nereden çıkarıldığını bilmiyoruz. Bkz. Kara Mehmed Ağazade, Kemaleddin, Erciyes Kayserisi ve Tarihine Bir Bakış, Kayseri, 1934, s. 86.

40 Demircan, Yasemin, Tahrir ve Evkaf Defterlerine Göre Kayseri Vakıfları, Kayseri, 1992, s. 41 Bkz. Zeki Velidi Togan, Umumî Türk Tarihine Giriş, İstanbul, 1970; s.280 42 Mustafa Denktaş, Kayseri’de Yıkılan Anıtlarımız, Kayseri, 2007, s. 118-119. 43 Çayırdağ, Araştırmalar, s.196. 44 Mehmet Çayırdağ, Kayseri’de, XIV ve XV. Yüzyılda İki Emir Ailesi, 136, Vakıflar Dergisi (75.Yıl) Sayı:

XXVII, Ankara, 1998. 45 Demircan, s. 108 46Ahmed Nazîf, s. 101; Edhem, s.113.

Mustafa IŞIK

120

Ağa" diye hitap olunur ki, Sultan'la ilgisi olan her kişiye bu unvan verilir. Bu hatunun asıl adı Tağa Hatun’dur. Huzuruna çıktığımızda bizi ayakta karşıladı; selam alışı da, konuşması da çok güzeldi. Yemek hazırlanmasını emretti; böylece yemek yedik. Ayrılırken adamlarından biri ile bize, eğeri çekilmiş, gemi takılmış bir at, kaftan ve para göndermiş; kusura bakmamamızı söylemişti.”47 Tağa Hatun hakkında bu sözler, tahminden uzak, sıcağı sıcağına yazılmış, günümüze ulaşmış bilgilerdir.

Türkçe'ye aktarılmış "Taga" ismi kulak tırmalamaktadır. Çayırdağ, mezar taşında Suli Paşa olarak yazılan yukarıdaki hatunun, İbnu Batuta'nın bahsettiği Ağa Hatun olduğunu, adının "Doğa" olduğunu yazmaktadır.48 Bu bir yakıştırmadır. Öncelikle seyahatnamenin tahkikli Arapça baskısında, Osmanlıca tercümesinde49 "Tağa Hatun, Alaaddin Eretna'nın hatunların biri" denilmekte; diğerlerinden farklı olduğu belirtilmektedir. Aynı seyahatnamede, Irak/Horasan padişahı Muhammed Hudâbende'nin hatunlarından Tağa Hatun geçmektedir.50 Arapça baskısında (tı, gayn, elif) olarak yazılan Tağa, Osmanlıca tercümesinde de Tağa okunmuştur. Doğa okunması için, uzatmalı olarak (Tı, vav, gayn, elif) yazılması gerekirdi. Osmanlıca /Eski Türkçe'den yeni Türkçe harflere aktarılan baskı da aynen iktibas edilmiştir.51 Tağa adı, 14. yüzyılın bir ismidir. 21. yüzyılın başında yaşayan bizlerin, bugünkü ‘Doğa‘ kelimesinin ne zamandır tedavülde olduğunu düşünüp araştırmamız gerekir. Bize göre, Tağa adı doğrudur; Suli Paşa ile aynı kadın olması da gerekmez.

Kayseri’yi başşehir yapan ve günümüze kadar gelmiş pek çok eserler bırakan Eretnalılar’ın sultanı Alaeddin'in hanımları, yukarda geçen Sûlî Paşa ve Tağa Hatun’un, devlet idaresinde etkin rolleri olduğu anlaşılmaktadır.

Sıradan olmadıkları, tarihin karanlığını yararak bugüne ulaşmalarından belli olan hatunlar için “Şah” unvanının kullanıldığını gördüğümüze göre, "Ağa","Paşa" unvanlarını çok görmemeliyiz. Geçmişte oluşan bu kültürün özellikle -biraz sonra- Osmanlı döneminde kaybolacağını göreceğiz.

8- ŞAH KUTLUĞ HATUN (ö.750/1349) Türbesi, Hunat Camii'nin doğusuna düşmektedir; eski yapılar yıkıldığı için ortaya

çıkmıştır. Eski Gavremoğlu Mahallesi‘ndeki bu kümbedin kapısındaki kitabede: “Bu kutlu

türbenin yapımını hanedândan, Şerefli Hanımefendi Şah Kutluğ Hatun -Allah gölgesini üstümüzden eksik etmesin- iki rahmetli oğlu Bahşayış ve Haydar Beyler için -Allah kabirlerini nurlandırsın- emretti“ diye dua edilmektedir.

"Muhaddere" sıfatı, "Bey"in anlattığı anlamın kadın karşıtıdır; kadın sultan manasınadır ancak zaten var olan "şah" kavramı onu gölgede bırakmaktadır. Bu anlamda "Hanedândan" diye tercüme edebiliriz.

Kapısının iç kısmında, Şah Kutluğ Hatun’un hayatta iken koydurduğu tarihsiz ikinci bir kitabede: “Hacı Bey diye anılan aileden, korunmuş ve yüceltilmiş Şah Kutlu Hatun, halis malından, oğulları ve kendi ruhu için yaptırdı” yazılmış olması ilginçtir. Buranın yapım masraflarının bizatihi kendi öz malından karşılandığı yazılıdır.52 Devlet imkanları elinde olan bu hatunlar hakkında söylenmiş veya söylenecek olan, “Devletin parasını kullandı” gibi bir dedi-kodunun önünü almak açısından önemlidir. Ayrıca Hunat Hatun’un kabrindeki kitabede

47 İbnu Batuta, Rıhletu İbni Batuta, Daru İhyai'l Ulum, thk. Muhammed Abdu'l-mun'im el-Arâyan, Beyrut,

1992; s. 303 48 Çayırdağ, Araştırmalar, s. 262; Tağa/Ağa Hatun'u Suli Paşa ile özdeşleştirip Doğa hatun demek, tarihe

bugünden bakmak olur ki bir tarihçiye yakışmaz. 49 İbnu Batuta, Tuhfetu’n-Nuzzar Fi Garaibi’l-Emsar ve Acaibi’l-Esfar, Müt. M. Şerif, Matbaayı Âmire,

İstanbul, 1338-1340, I/ 325. 50 İbnu Batuta, s. 237. 51 İbn Batuta, İbn Batuta Seyahatnamesi'nden Seçmeler, İstanbul, 1971, s. 24. 52 Çayırdağ, Araştırmalar, 151-152.

FETİH’TEN CUMHURİYET’E KAYSERİDE’Kİ MİMARÎ ESERLERDE KADININ ADI

121

sıfatları sayılırken, “Devletin bütçesinden sarf eden”53 sıfatı geçmektedir. Böyle bir sıfatla anılmak istememiş olabilir.

Okunabilen kısmında ölüm tarihi yoktur. Ancak 1349 yılında, kendisini de hesaba katarak yaptırdığı için, ölümü bu tarihten sonra olmalıdır.

Kutlu Hatun'un mermer mezar taşı, 1935 yılında türbesinden alınarak, Emirzâde Mehmed Zengi Türbesi'ne54 konulmuştur.

Burası, bir aile mezarlığıdır. Bir bey ailesinden gelen bu hatun, ana olarak yavrularını mezarda bile kanatları altına almak istediğini göstermektedir. Farklı bir kimlik sergileyerek, devletin malını kendi özel işlerine harcamadığını göstermekte, bir kültür zenginliği sergilemektedir.

9- PAŞA HATUN HAMİDE BAYEZİD (ö.1349) 1935'de Kayseri merkezden Müze'ye getirilen, mermer mezar taşı Emirzade Mehmed

Zengî Türbesi‘ndedir.55 Mezar taşında: “Bu kabir merhume, Bâşâ Hâtûn Hamide Bâyezid/Allah rahmet eylesin

sene-750." yazılıdır. Okunamayan kısımda “Süleyman Han” yazısı bulunmakta ancak yeri uygun gözükmemektedir. Taşın yan tarafında kandil motifi vardır. Sembolik olarak “Allah kabrini aydınlatsın” anlamında, duadır. Hem sanat hem de okuma-yazma bilmeyenlere hitap etmektedir.

Asıl adı Hamide’dir. Hamide Bâyezid Paşa Hatun 1349 yılında ölmüştür. Şimdilik kimliği hakkında bilgimiz olmayan bu kadının “Paşa Hatun” diye anılır olması ilginç gözükmektedir.

Beylikler döneminde, Paşa Hatun gibi başka paşa ve şah paşa hatunlar da vardır. 10- ULU HATUN (ö.1364) Eski Cürcürler Mahallesi‘nde, halkın “Sazgeldi Türbesi” dedikleri bu türbe, bir ev

içindeyken; evlerin yıkılmasıyla ortaya çıkmış ve restore edilmiştir. Şimdiki adresi Kalenderhane Mahallesi, Buyurgan Sokağı olarak geçmektedir.

Şehir kodu yükseldiği için nisbeten çukurda olan türbenin kapı kitabesinin Türkçe’si şöyledir: “Burası 765 (1364)’de yapılan, Hacı Şadgeldinin kızı, mübarek, merhume, şehide, ma’fure, Allah’ın rahmetine muhtaç, Ulu Hatun’un türbesidir.”

Giriş kapısındaki kitabede Mühr-i Süleyman bulunmaktadır. 1935 yılında Etnografya Müzesi’ne taşınan mermer mezar taşında56, türbe veya kabir

kelimeleri yerine “ravza” kelimesi kullanılmaktadır. Halkımız, Hz. Muhammed (s.a.s.)in Medine’deki kabrine “Ravzay-ı Mutahhara” denildiğinden, bu kelimeye aşinadır. Ravza, türbeye göre, bahçeli ev içindeki kabir anlamı taşır. Nitekim türbeyi kılıf gibi kuşatan eski ev yıkılmadan önce, avlusunda ağaç bulunmaktaydı.

Mezar taşına gelince, 1. satırın okunan kısmında, “Bu ravza, Muhammed kızı, rahmetli Ulu Hatun’undur.” Taşın karnında 6 köşeli yıldız figürü bulunmaktadır. Bu işaret “Alanya Mezar taşlarında 1674 tarihli olarak geçmektedir. Alanya’da basılan paralarda da kullanıldığı belirtilmektedir. “Altı köşeli yıldız figürüne mimaride “Mühr-i Süleyman” denir. Bu motifin ilk Selçuklu eserlerinden itibaren, Anadolu’da kullanımı yaygındır.”57

Bu işaret Süleyman‘ın mührüdür. Aynı kaynaktan gelen dinlerin mensuplarının bu işareti, sembolik olarak, kötülüklerden koruyan bir işaret olarak algılaması mümkündür. Bu taşın sergilendiği Etnografya Müzesi olarak kullanılan Güpgüpoğlu Konağı’nın kapısında ve içerideki kap-kacak üzerinde de bulunmaktadır. Seyyid Burhaneddin ve Talas Mezarlığı’nda altıköşeli yıldız olan mezar taşları vardır.

53 Ahmed Nazîf, s. 20; “el-Mutasaddıkatü bi’l-Mali’l-Ulûfe” Devlet malından yorumu yapıldığı gibi

binlerce/ çokca malını yorumu da yapılabilir; ancak kişilerin kapasiteleri devletin kapasitesini aşamayacağından, biz ilk yorumu kullanıyoruz.

54 KMED, I/82. 55 KMED, I/72. 56 KMED, I / 77; (Güpgüpoğlu konağı bahçesindedir.) 57 Bkz. Ali Yardım, Alanya Kitabeleri, İstanbul, 2002, s.387-388.

Mustafa IŞIK

122

2. satırda 58 “Şadgeldi, 14 Şubat 1364 tarihinde“ (öldü) yazmaktadır. Bu hatunun zaviyesi de vardır.59 Bu dönemde Kayseri’ye İlhanlı’lara bağlı Eratna

Beyliği’nin hakim olduğu söylenmektedir. Ulu Hatun Türbesi olarak bilinen bu evde baba Hacı (Muhammed), büyük kızı Ulu

Hatun, küçük kızı Kiçi Hatun, Mahmud Şadgeldi’nin mezarlarının bulunduğu; bir aile mezarlığı olduğu anlaşılmaktadır.

11- ŞADGELDİ KIZI KİÇİ HATUN (ö.308) Hacı Şadgeldi’nin küçük kızı olduğunu “kiçi” kelimesinden çıkardığımız, Kiçi Hatun’a

ait bir mezar taşıdır. 1935’de Müze’ye taşınmıştır.60 Aslında mezarı, Ulu Hatun Şadgeldi Türbesi’nde olup, aile mezarlığının bir parçasıdır.

Normal bir adam boyunda olan mezar taşının başlarında kimlik bilgileri mevcuttur. Bir başında, 4 satır halindeki yazıyı Türkçeleştirirsek, «Rahmetli, mazlume, günahlardan arınmış,/ mutlu, şehide, Şadgeldi’nin kızı Kiçi Hatun’un kabridir. 1308 yılı, Şubat ayının 4. günü Allah’ın rahmetine ulaştı. (Allah kabrini nurlandırsın)» diye dua edilmektedir.

Kiçi Hatun’un mezar taşı, âyetler61 açısından çok zengindir. "Kiçikapı" adının halen yaşadığı Kayseri'mizde, bu adla anılan hatunlar yaşamasa da,

kızlara "kiçi" adı konmasa da bu kelimenin geçmiş kültürümüzde "küçük hatun" anlamına geldiğini bu belgelerden açıkça anlamaktayız. Gesi'ye bağlı "Burun-göz/ Bürüngüz" köylerinin Ulu ve Kiçi olarak geçmesi de bunun canlı şahididir.

12- DÜRDANE HATUN (ö.1414) Bir türbeden, 1935 yılında Müze'ye getirilen mezar taşı, Emirzade Mehmed Zengi

Türbesi'nde62 bulunmaktadır. Kayseri’de yıkılan anıtlarımız içinde de bu kayda rastlamadık. Uzun mezartaşının her iki yüzünde de, iki satırlık yazı bulunmaktadır. 1- "Hâzihî't türbetü’ş-şerîfetü el-‘azîzetü el-merhûmetü el-mağfûretü’s-sa‘îdetü’ş-

şehîdetü’l-‘âbidetü el-muhadderetü / tâc" 2- "-e'n-nisâi fi’l-‘âlemîn. Mefharü’l-havâtîn Fâtimetü’z-zamân ‘Aişetü es-sâniyetü el-

muhtâcü ila rahmeti Rabbi" 3- "el-‘âlemin. Dürdâne Hâtûn binti Abdullah tâbellâhü te‘âlâ serâhâ ve ce‘ale el-cennete

mesvâhâ. 4- Kad İntekalet el-merhûmetü min dâri’t-terahi ilâ dâri’l-ferahi fî-‘âşiri cemâzi’l-âhiri

sene seb‘a ve ‘aşere ve semâni-mie." Bu hatuna ait sıfatları sıralayacak olursak: 1. eş-Şerîfetü: Şerefli, saygın 2. el-‘Azîzetü: Kıymetli, değerli 3. el-Merhûmetü: Rahmetli/Merhume 4. el-Mağfûretü: Günahları bağışlanmış 5. es-Sa‘îdetü: Dünyadan mutlu ayrılmış 6. eş-Şehîdetü: Gerçek dünyasını görmüş 7. el-Abidetü: Kulluk ve ibadetine düşkün 8. el-Muhadderetü: Hanedândan 9. Tâcü'n-nisâi fi’l-‘âlem: Dünya kadınlarının tacı 10. Mefharü’l-havâtîn: Hatunların övüncü 11. Fâtimetü’z-zamân: Zamanın Fatıma'sı 12. Aişetü es-sâniyetü: İkinci Ayşe

58 KMED, I/77. 59 Denktaş, Kayseri’de Yıkılan Anıtlarımız, s. 118-119. 60 KMED, I/68. 61 Bakara, 2 / 255; 200-201; Müminun, 23 / 109; Zümer, 39 / 53. 62 KMED, I/53.

FETİH’TEN CUMHURİYET’E KAYSERİDE’Kİ MİMARÎ ESERLERDE KADININ ADI

123

13. el-Muhtâcü ila rahmeti Rabbi'l-âlemin: Alemlerin Rabbı olan Allah'ın rahmetine muhtac Dürdâne Hâtûn.

Kitabesi övgülerle dolu olan yazıdaki sıfatlar, Alaaddin Keykubat’ın eşleri Hunat Hatun ve Âdile Sultan’ın sıfatlarıyla örtüşmektedir.

"Zamanın Fatıması" sıfatı, o günün insanlarınca model olarak görülen kadın tipini vurgulamaktadır. Bilindiği gibi Fatıma, Peygamberimizin kızı ve Hz. Ali'nin hanımıdır.

Ayşe, Hz. Muhammed'in hanımıdır. Bu Hatuna ikinci Ayşe denilmektedir. "Allah mezarını geniş ve mekanını Cennet kılsın. Merhum, tasa aleminden sevinç

alemine, Cemaziye'l-Ahir ayı 817 yılı göçtü" denilmektedir ki Eylül-1414 yılına denk gelmektedir.

Taşın baş tarafında "hicriyye/hilâliyye" yazısı bulunmaktadır. Kitabede “türbe” kelimesi açıkça kullanılmakta; mezartaşının bir türbeye ait olduğu,

kitabeden anlaşılmaktadır. 13- MISIR HATUN (ö.1431) Zü'lkadiroğullarından Nâsıruddin Mehmed’in yaptırdığı, Şamî’ler veya Hatuniye

Medresesi63 adıyla bilinen medrese bugün restore edilmiş olup işyeri olarak kullanılmaktadır. Medresenin kitabesi Atpazarı Mahallesi’nden, zamanın Müze Müdürü Halit Doral

(ö.1968) tarafından 1948'de getirilen mermer kitabe, Emirzade Mehmed Zengi Türbesi'nde64 bulunmaktadır.

Bu medrese “Hatuniye Medresesi” diye anılmaktadır. Medresenin bu adla anılmasının, muhtemelen aynı aileden gelen bir hatunla ilgisi sezilmektedir. Zü’lkadiroğlu Mehmedin eşi Mısır Hatun’a65 nisbetle, Hatuniye Medresesi olarak adlandırılmış olmalıdır.

Kitabeyi, Türkçe'ye aktarırsak: "Bu değerli medreseyi, Büyük Bey, Hayır ve iyilik sahibi, Arap ve Arap olmayan şahların padişahı, dünya krallarının başı, din ve dünyanın yardımcısı, mutlu Bey, Abdurreşidoğlu rahmetli Haliloğlu Muhammed yaptırdı ve hizmete devamını sağladı. Allah, devletini ebediyen ayakta tutsun, Müslümanların, bilginler ve ilim yolunda sevap alan, çalışkan öğrencilerin başından varlığını eksik etmesin, Allah kerem ve ihsanıyla onun yaptıklarını kabul etsin. Haziran-1335."

“Zü’l-Kadiroğlu Mehmed Bey, zevcesi Mısır Hatun’u birçok hediyye ile Mısır Sultanına oğlu Feyyaz’ın affı ve Kayseri’nin Mısır’a bağlılığını bildirmek üzere göndermişti. Mayı1435 yılında şehrin anahtarlarını teslim ve beyinin ağzından sultana bağlılığını açıkça bildirdi. Baybars Feyyaz’ı tekrar Maraş valiliğine atarken öteki oğlu Süleyman’ı da Kayseri valiliğinde bıraktı. Kayseri’de Şamîler veya Hatuniye Medresesi’nin kitabesi bu vakıaları hatırlatır.“66

Bu hatun, Kadı Burhaneddin Ahmed’in kızı olarak gösterilmekte, Hatice ismi de verilmekte ve Kayseri’de oturduğu belirtilmektedir.67

Medresenin, “Hatuniye” olarak bilinmesinin bir anlamı olmalıdır. Bu anlam, devlet idaresi ve o günün toplumunda önemli yerleri olan Mısır Hatun’un bu medreseyle yakın ilgisini anlatmaktadır.

14- AİŞE HATUN Kalemkırdı Mescidi, daha önce geçmişi olmakla birlikte, Osmanlılar döneminde,

1212/1797 tarihinde mahalle mescidi tipinde yapılan bir camidir. 2007 senesinde, Gültepe Parkı yanına taşınmak suretiyle yeniden yapılandırılmıştır.

Son cemaat mahallinin duvarında, devşirme olduğunu sandığımız bir yonu taşı üzerinde, istifle "Aişe binti Asbek bin Numan/ Nevverallahu Guburahum/ Mûtû Kable merri'l-

63 Edhem, s. 124; Ahmed Nazîf, Mir’at-i Kayseriyye, s. 37. 64 KMED, I/106. 65 Edhem, s. 127. 66 Edhem, s. 127, 128 67 İlyas Gökhan, “Kayseri ve Yöresinde Dulkadir Beyliği Hakimiyeti ve Eserleri” (Kayseri ve Yöresi Tarih

Sempozyumu- 2003- Kayseri)

Mustafa IŞIK

124

Leyali" yazılıdır. Anlamı: Numan oğlu Asbek'in Kızı Aişe /Allah kabirlerini aydınlatsın"/ (Günler) Geceler geçmeden önce ölünüz."

Yumurtalı Mescidi'nin türbeden çevrildiğini gördüğümüze göre, bu taşın türbe kalıntısı olması normaldir. Muhtemelen de Selçuklular döneminden kalmadır. Ancak Osmanlılar döneminde yapılan bir cami duvarında olduğu için, bu dönem içinde ele aldık.

15- ŞAH HATUN “Samağarlıların reisi Hızır Bey kızı ve Eratna Emirlerinden Hacı İbrahim’in hanımı”68

olduğu söylenmektedir. Günümüzde Pamuk Hanı diye bilinen, daha önce Pembe Han olarak isimlendirilen69 Kapan Hanını yaptırmıştır. Halen Bünyan’a bağlı Samağar adlı bir köy bulunmaktadır.

1520 tarihinde, tapu tahrir defterinde kayıtlı vakıfların sahiplerinden biri de Hızır kızı Şah Hatun olup, Ulubürüngüz Köyü vakıf malları arasındadır.70

Kapan hanları, her biri tek bir ticaret maddesinin toptan satışı veya dağıtımına hizmet eden kapalı birer pazar yeri hüviyetindedir.71 “Penbe” Farsça bir kelime olup pamuk anlamına gelir. İçinde sadece pamuk satıldığı için, Penbe Han olarak da anılmıştır. Halen de pamuk satılmaktadır.

Bey kızı ve hanımı olması nedeniyle böyle bir ticaret merkezinin yapımına vesile olması nedeniyle Şah Hatun adının anılmasını sağlamıştır.

KIRK KIZLAR Merkez Melikgazi ilçesi Battalgazi Mahallesi‘nde, yeni yolun kenarında, XIV. yüzyıla

tarihlendirilen, kitabesiz bir türbe bunmaktadır. Yakınında birkaç mezar taşı kalan bu kümbedin çevre düzenlemesi, Melikgazi Belediyesi'nce, 1994 yılında yapılmıştır.

1649’da Kayseri’ye uğrayan Evliya Çelebi bu yerden “Kırk Nisa” olarak bahseder. Ziyaret ve mesire/piknik yerlerinden biri ve tekke olması yüzünden üç ayrı yerde zikreder.

Evliya Çelebi’nin bize efsanevî boyutta anlattığı hikaye şöyledir: "Kırk hatun dokuz ay on günde doğmuş, kırk sene yaşamış ve her biri bir Rabia Adeviyye mertebesinde olup evlenmeden, kırkar yaşında iken bir anda ruhu teslim ederler. Garib ve acaib menakıbları vardır amma biz kısaca anlattık.“72

1705'de, Fransız doktor olan seyyah Paul Lucas (ö.1737), 40 kız cesedinin bulunduğu mağaraya girer. Kare planlı mezar odasının içinde çok sayıda iskelet bulunduğunu, geçen uzun zamana rağmen derilerinin hâlâ üzerlerinde bulunduğunu söyler.73

Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nin, olağanüstülükleri önemsemesi ve abartılı anlatımlara yer vermesi, özelliğidir ancak Fr. Doktorun yazdıkları, anlatılanların abartısız olduğunu göstermektedir.

Efsanevî bir unsur taşıdığı hissedilen, ismi kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze gelen bu kümbed hakkında ulaşabildiğimiz kaynaklar susmakta, konuşma imkanı olan kubbe kasnağındaki kitabe taşlarıysa, çocukların attığı taşların açtığı yaralarla konuşamaz hale gelmiş bulunmaktadır. Ama yine de, “Hatun” adayı “Kırkkızlar” adını taşımayı sürdürmektedir.74

Eski Türk boylarını anlatan Dede Korkut Hikayeleri’nden Dirse Hanoğlu Boğaç Hikayesinde, Dirse Han'ın Hatun'u oğlunu aramak için "Kırk ince kızı" yanına alarak yola çıkar, kırk ince kız oğlunun yarası için dağ çiçeği toplar.75

68 Yasemin Demircan, Tahrir ve Evkaf Defterlerine Göre Kayseri Vakıfları, Kayseri, 1992, s. 54, 93. 69 Mehmet İnbaşı, XVI Yüzyıl Başlarında Kayseri, 1992, Kayseri, s. 71. 70 İnbaşı, s.154-155. 71 Ali Baş, Kayseri Ticaret Yapıları Üzerine Bir Araştırma, Kayseri, 1996; s. 25 72 Mustafa Işık, Eski Kayseri, Evliya Çelebi’nin Dilinden, İstanbul, 2014, s. 59, 134, 109. 73 Osman Eravşar, Seyahatnamelerde Kayseri, Kayseri, 2000, s. 70-71. 74 Ziyaret yeri olarak, Ömerhacılı Köyünde, efsanevî bir hava içinde, “kırk kızlar Tepesi”nden

bahsedilmektedir. 75 Gökyay, Orhan Şaik, Dede Korkut Hikayeleri, İstanbul, 1976; s. 13, 15.

FETİH’TEN CUMHURİYET’E KAYSERİDE’Kİ MİMARÎ ESERLERDE KADININ ADI

125

Aslında "kırk" sayısı çokluğu ifade etmektedir. “Kırk Hadis” Edebiyatı içinde önemli bir yeri olan Nevevî‘nin (ö.1277) 40 Hadis’indeki hadis sayısı 42’dir.76 Bu da bize asıl sayının 40 olmadığını gösterir. Dede Korkut Hikayeleri'nden beri bahsedilen “40 kızlar”, çokluk ifadesi olmalıdır.

Tarihî Kayseri’de kadının adı, “Hatun”dur. Bu hatunlar şah, ağa, paşa, vb. unvanlarla da anılmaktadırlar. Bu unvanlar ise bir yetki belirtisidir.

Bu bölüm’ün sonuna koymuş olmamız, tahmin edilen tarihe uygun düşmesi ötesinde “Kırk Kızlar“ tamlamasının çok kadın/kızı ifade etmesindendir.

III. OSMANLI DÖNEMİNDE KADININ ADI Osmanlı’ya en son bağlanan beylik Karamanoğullarıdır; Kayseri ise o dönemde

Karamanoğulları’na bağlıdır. Bu yüzden Kayseri’nin Osmanlı’ya bağlanması çok geç olmuştur. Resmi kayıtlara göre, “1467 tarihinde, Fatih Sultan Mehmed devrinde, Gedik Ahmed Paşa eliyle, Osmanlı’ya dâhil olmuştur.”77

1- HANÇERLİ FATMA SULTAN Kapalı Çarşı bitişiğinde bulunan Bedesten’i yaptıran (1497) Mustafa Bey’in (ö.1501)

eşidir. Hançerli Fatma Sultan vakfından bahsedilmektedir.78 Vezir Hanı’nı yaptıran ve esnafı orada iş yapmaya mecbur eden Nevşehirli Damad

İbrahim Paşa’nın (1730) öldürülmesi üzerine Hançerli Sultan Vakfı’na bağlı Bezzazistan esnafının itiraz ederek, bu zorunluluktan kurtulmaları nedeniyle de Hançerli Sultan Vakfı‘nın79 adı geçmektedir.

Bey eşi olması ötesinde vakıf kurması ve ‘Hançerli‘ lakabıyla anılması sıra dışı bir kadın olduğunun belgesi sayılabilir.

2- MAMURE (ö.1566) 1949 yılında Kayseri merkezden Müze'ye getirilen mermer kitabedir.80 “Bu mübarek

mescidi Selim Han Oğlu Sultan Süleyman zamanında, iki hayır sahibi Ömer kızı Ma’mure ve Pir Muhammed 1566 yılında yaptırdı” denilmektedir. Kanuni Sultan Süleyman devrinde, Ömer kızı Ma’mure, Pir Muhammed ile birlikte adı geçen camiyi yaptırmış olan sahibu’l-hayrat hatunlarımızdan biridir.

3- HATİCE HATUN

Kayseri-Sarımsaklı yolu üzerinde, 22. km. deki Barsama/Çavuşağa Köyü’nde bulunan yıkık caminin kitabesidir. mevcuttur. Bugün sadece yıkık minaresi bulunan Barsama Camiini 1930 öncesi resmini çeken Gabriel’de de yıkıktır.81

Kitabesi, 1935 yılında Müze’ye getirilmiş mermer bir taştır.82 Kitabede bu kutsal caminin, Sultan Süleyman Hanoğlu Sultan Selim Han devrinde, Memiş Beyin zevcesi ve merhum Musa Paşa'nın kızı olan, Hatice Hatun tarafından Zilka‘de ayı 974/1567 yılında yaptırıldığı belirtilmektedir.

Kitabe, caminin yapılış tarihini verdiğine göre, Hadice Hatun’un ölümü bu tarihlerden sonra olmalıdır.

4. ÂYİŞE (ö.1715) Halk arasında “Cıncıklı Cami” diye bilinen Çiğdeli-zade Camiini tamir ettiren, camiyi

vakfedenlerin soyundan gelen bir kadındır. 76 Bkz. Nevevî, Kırk Hadis, Tercüme: Ahmed Naim, Ankara, 1967. 77 Ahmed Nazîf, s. 115. 78 Muhammed Karakaş, XVIII. Yüzyılın İkinci Yarısında Kayseri, EÜSBE (Basılmamış Doktora Tezi),

Kayseri, 1997, s. 80, 81. 79 Ahmed Nazîf, s.144. 80 KMED I/106. 81 Albert Gabriel, Kayseri’de Türk Anıtları, Ter: A. Akif Tütenk, Ankara, 1954, s. 106. 82 KMED, I/78.

Mustafa IŞIK

126

Şair Beliğ’in(ö.1725)83 eskiden doğuya açılan kapı üzerindeki tamir kitabesinde, “camiyi vakfedenin kızı Âyişe Hanım’ın camiyi genişleterek onarttığı, bu işi Allah rızası için yaptığı, Cennet’te karşılığını görmesi duası“84 dile getirilmektedir.

Bu tarih 1715’e denk geldiğine göre, Ayşe Hanım bu tarihten sonra rahmete kavuşmuş olmalıdır.

5. ÂMİNE (ö.1762) 1935'de Müze'ye getirilen mermer mezar taşı, Hacı Ali kızı Amine'ye aittir.85 Kitabesinde "Ziyaretten murad heman bir dua/ el-merhume Âmine binti el-Hacı Ali/

Ruhuna Fatiha- Sene 1762" yazılıdır. Mezar taşında, “ziyaretten maksadın dua olduğu söylenmekte; ruhuna Fatiha” beklenmektedir. Ruhuna Fatiha beklentisi, Osmanlı dönemi mezar taşları geleneğidir. Temelde, erkek/kadın ayrımı olmaksızın, her ölenin mezar taşına yazılır. Osmanlı Dönemi İstanbul mezar taşlarını inceleyen Laqueur, “Ruhuna Fatiha” dua isteğinin geçmişini 1590’lı yıllara götürür ve % 70 oranında kullanıldığını belirtir.86

Ancak biz burada, kadının mezar taşına yazılan bu ifadeyi mecaz anlamında da ele almak istiyoruz. Bu belge, “sosyal ve siyasi hayatta kadının ruhuna Fatiha okunması dileği’nin -ulaşabildiğimiz- ilk yazılı belgesidir.”

6. RUKİYYE HATUN (ö.1544) Hacı Veled Mahalle Çeşmesi kitabelerinden anlaşıldığı kadarıyla, 1544’de Hacı

Mustafa Ağa tarafından yaptırılmış, 1768’de el-Hâcce (Kadın hacı) Rukıyye Hatun tarafından tamir ettirilmiştir.87

Burada kadınımızı "hacı" sıfatıyla görmekteyiz. Ulaşım imkânlarının zorluğunun kadınları daha çok etkilediği bir ortamda hacı kadın olmak sıradan bir hadise değildir.

O günün şartlarında mahalle ve halk için büyük önem arz eden mahalle çeşmesini tamir ettirmek suretiyle adını kayda düşüren hatunlarımızdan biridir.

7. FATMA HANIM (ö.1573) Kayseri’ye 30 km. uzaklıkta olan Büyükbürüngüz Köyü’nde Meydan Çeşmesi

bulunmaktadır. Kitabesinden, 1573 yılında onarıldığı anlaşılmaktdır.88 Bu çeşmenin kitabelerinden batıda olanın okunabilen kısmında “Fatıma”geçmektedir. Bundan hareketle, çeşmeyi yeniden yapılırcasına tamir ettirenin Fatma Hanım olduğu söylenebilir.

8. AK HATUN (ö.1786) Hasinli Cami tamire ihtiyaç hissettiğinde, 1786 tarihinde, caminin vakfiyesini

yapanların soyundan Ak Hatun tarafından tamir ettirilmiştir. Kapısının üzerine “Bu rânâ ma’bedi ziynetle eyledi ihya/ İde Cennet sarayın bahş bu Ak

Hatun’a, ol Mevlâ89 “Bu güzel camini onarımını sağlayan Ak Hatun’a Allah Cennet köşkü versin” anlamına gelen bir beyit yazılmıştır.

Hasinli Camii‘nin vakfiyesini yapanların soyundan gelen Ak Hatun “Atalarının yüzünü ak, adını yazdırmayı hak etmiştir“ diyebiliriz.

9. AİŞE (ö.1814) 1983 yılında Müze kayıtlarına giren, mezar taşı Emir-zade Mehmed Zengi

Türbesi’ndedir.90

83 Kayseri Müftüsü Ali Nisari’nin oğludur. 84Ahmed Nazîf, s. 30. 85 KMED, I/77. 86 Laqueur, Hans-Peter, Huve’l-Baki- İstanbul’da Osmanlı Mezarlıkları ve Mezar Taşları, Çev: S. Dilidüzgün,

İstanbul, 1997, s. 92. 87 Bkz. Ömer Yörükoğlu Kayseri Çeşmeleri, Kayseri, ts. s. 135-136. 88 Mustafa Denktaş, Kayseri’deki Tarihi Su Yapıları, Kayseri, 2000.s. 33-35. 89 Ahmed Nazîf, s. 39. 90 KMED, III/42.

FETİH’TEN CUMHURİYET’E KAYSERİDE’Kİ MİMARÎ ESERLERDE KADININ ADI

127

Mezar taşında Osmanlıca Türkçesiyle yazılan şiirsel kitabede: Âkil isen bu fâniye eyleme sen rağbeti/ Eyle baki içün her gün idüb gayreti/ Seyyid Hacı Osman Ağa kızı Aişe ruhına/ Lütfet oku bir Fatiha Mevla ide rahmeti/ Geldikde üç aylar vefat itdi Lütf-i Hakk/ Kılsun hitab tarihine Yasin "ve'dhuli Cenneti"91 Sene 1814 “Bugün bana, yarın sana." Kitabede, "Lütfet, oku bir Fatiha, Mevlâ ide rahmeti" denilerek Fatiha beklenmekte,

"Bugün bana yarın sana" ziyaretçi muhatap alınmakta; Fatiha okumaya ikna edilmektedir. Âişe hanım, mezartaşı ölçeğinde de olsa, adını yazdıran kadınlarımızdan biridir. 10. ŞEHNAZ HANIM (ö.1815) 1944 yılında, Seyyid Burhaneddin Mezarlığı'ndan getirilmiş olan mermer mezar taşı

Emirzade Mehmed Zengi Türbesi’ndedir.92 Sivasî Paşa-zade’lerden, eski Anadolu valisi Alaaddin Paşa’nın kızı olduğu

belirtilmekte, ruhuna Fatiha beklenmektedir. 1815 de vefat etmiştir. Adının kaybolmayacak şekilde yazılmasını ‘paşakızı’ olmasına

bağlayabiliriz. 11. CENNET (1826) Bünyan’a bağlı, Tuzhisar Kasabasının cami avlusunun duvarında, Osmanlıca bir kitabe

bulunmaktadır. Osmanlı Türkçesiyle yazılmış kitabe şöyledir: «Camiye gayret idenler Cennet’te cem

olalar/ Canlarıyla can, tarafta seyri cemal olalar/ Barek’Allah, Sen kabul et, Cennet’in hayratını/ Barek’Allah, Sen buyurdun “La Taknetû…”93 âyetini/ Ya Müfettiha’l-ebvab, iftah aleyna hayre’l-bab.” Son mısra, “Ey bütün (hâcet) kapıları açan, bize en hayırlı kapıyı aç” anlamında bir duadır. Genellikle camiye girerken okunur.

Avlu duvarı camiden sonra yapıldığı için, "devşirme" malzemeyi akla getiren bu kitabede, 1826’da, “Cennet” adında bir kadının cami yaptırdığı yazılmaktadır. Caminin bugünkü şekli olmasa da, önceki halini yaptırdığı anlaşılmaktadır.

12. FATIMA (ö.1865) Bu mermer mezar taşı, Emir-zade Mehmet Zengi Türbesi'nde olup envanter kaydı

bulunmamaktadır. Baş kısmında “Huve’l-Hallaku’l-Baki- ”Sene- 1865; Cumartesi günü” yazmaktadır. “Ziyaredden murad heman bir duadır/ Bugün bana ise yarın sanadır” Kayseri âlimlerinden “Hacı Torun Efendi (ö.1822)-zade muhterem Muhammed Ağa’nın

kerimesi Fatıma ruhi içün Fatiha” yazmaktadır. Taşın arkasında, “Allah kabrini nurlandırsın/aydınlatsın” anlamına gelen kandil motifi

bulunmaktadır. Mezartaşı ölçeğinde de olsa, adının kalmasını âlim dedesi ve ağa babasına bağlı

olduğu anlaşılmaktadır. 13. ESMA HANIM (ö.1889) Talas Mezarlığı’nda bulunan güzel bir türbe, kitabesinde belirtildiği üzere, Talas’lı Ali

Sâib Paşa tarafından, annesi Esma Hanım için, yaptırılmıştır. Kayseri’de Osmanlı’lar döneminde yapılan ve günümüze gelen, bildiğimiz tek kadın türbesi Esma Hanım’ın Türbesi olmaktadır.

Bir Osmanlı Paşasının annesi olan Esma Hanım’ın ölüm tarihi, türbenin doğu köşesindeki kitabede 1865 yılı olarak verilmektedir. Türbenin yapılış tarihi ise 1889 yılıdır. Bu durumda türbe, Esma Hanım’ın ölümünden 25 yıl sonra yapılmıştır. Kiçiköy’deki Ali Saib Paşa Camii'nin yapılış tarihi de 1889 yılıdır.

91 Fecr, 89/30. 92 KMED, I/105. 93 Zümer, 39/53.

Mustafa IŞIK

128

Alışılmışın dışında, tek katlı yapılan sekizgen türbe, mezarın çevresine kaplama gibi geçirilmiştir. Uzaktan bakınca miğfer şeklinde olduğu hissedilir.

Esma Hanım’ın ölüm tarihinde oğlu Ali Saib’in İstanbul’da Paşa olması veya türbe, cami ve çeşme yaptırma imkanı yaptırma fikri birlikte doğmuş olabilir.

Yine Kiçiköy Mahallesi‘ndeki Ali Saib Paşa Sokağı‘nda kör bir çeşme bulunmaktadır. Çeşme kitabesine göre, Paşa tarafından, annesi Esma Hanım için, 1887 yılında yaptırmıştır.94

Yetiştirdiği hayırlı evlad sayesinde, adına çeşme yaptırılan Esma Hanım’ın adı bugüne gelmiştir.

14. AYŞE HANIM (ö.1873) 1935 yılında Müze'ye getirilen mermer mezar taşı, Emirzade Mehmed Zengi

Türbesi'ndedir.95 Mezar taşının başında “Ölüme çare yok!” anlamında “Ah mine’l-Mevt” yazmaktadır.

Ardından Yiğen Ağa-zade Ağa'nın kızı olduğu, 1873 de öldüğü anlaşılmaktadır. Ayrıca genç yaşta öldüğü belirtilmekte, ana/babasına sabır dilenmekte ve ziyaretçilerden “Ruhuna Fatiha” beklenmektedir.

Ayşe Hanım da Ağa-zade Ağa'nın kızı olması ve genç yaşta ölmesi nedeniyle, mezartaşı ölçeğinde de olsa, adının kalan kadınlarımızdan biridir.

15. GÖNCÜZADE HANIM (ö.1907) 1935 yılında, Kayseri merkezden Müze’ye getirilen mermer mezar taşı Emirzade

Mehmed Zengi Türbesi’ndedir.96 Mezartaşının başlıksız oluşundan bir kadın mezarı olduğu belli olmaktadır. Kitabenin

okunabilen kısmından anlaşıldığı kadarıyla, genç yaşta ölmüştür. Adı bulunmamaktadır. Kayseri’nin yerli ailelerinden “Göncüzadelerden bir hanım” olduğu anlaşılmaktadır.

Taş yıprandığı için adı okunanamış olsa da mezartaşının varlığı Göncüzadelerden olmasına bağlıdır.

16. HADİCE HANIM (ö.1909) 1989'da Müze'ye getirilen mermer mezar taşı güneş armalı olup Emir-zade Mehmet

Zengi Türbesi'ndedir.97 Baş kısmında “Huve’l-Hallaku’l-Baki” ifadesinden sonra “Rahmetli, İmam-zade Ömer

Efendi zevcesi Hadice Hanım Ruhu için Fatiha” yazmaktadır. Kocası daha önce rahmetli olmmasına rağmen tanıtılırken kocasına gönderme yapılmaktadır.

Hatice Hanım 1909’da rahmetli olmuştur. Mermer mezar taşı ve işlenişi varlıklı bir aile olduğunu göstermektedir. İmam-

zade’ler Soyadı kanunu sonrası “İmamoğlu” olan, yerli bir ailedir. 17. SEYYİDE HANIM (1921) İmam-zade Reşid Bey ve eşi Seyyide Hanım, 1921’de Cıncıklı Camii'nin tamirini

yaptırmışlardır. Bunu, Osmanlı Türkçesiyle yazılmış olan, giriş kapısı üzerindeki onarım kitabesinden öğreniyoruz:

“İmam-zade Reşid Bey, zevcesi Seyyide Hanımlar/ Semahat kisesini açtılar, sarfettiler Hakka/ Rıza, Tarih-i hicri, sene binüçyüz dahi kırkda/ Livechi’llah olundu cami-i vâlâ bina inşa” denilmektedir.

Allah rızası için, yeniden yapılırcasına tamir ettirdiği camiyle birlikte adını taşa yazdıran hanım kadınlarımızdan biridir.

94 Bkz. Denktaş, Su Yapıları, s. 124-126. 95 KMED, I/74. 96 KMED, 1/58-59. 97 KMED, III/62.

FETİH’TEN CUMHURİYET’E KAYSERİDE’Kİ MİMARÎ ESERLERDE KADININ ADI

129

18. ŞEFİKA HANIM (1920) Kayseri Lisesi'nin köşesinde bulunan çeşmenin, Taşçızade el-Hâc Mustafa Efendi’nin

hanımı Şefika Hanım’ın hayrı olduğu, 1920’de yapıldığı kitabesinden anlaşılmaktadır.98 Çeşme, Kale surlarının yakınındayken, yol çalışmaları nedeniyle, Lise duvarı yönüne

taşınmıştır. Aynı cadde üzerinde bulunan Taşçıoğlu Hafız Okulu/Kur’an Kursu’nun sahipleri bu

hanımın ailesinden geliyor olmalıdır. 19. HATİN TEKİN (1948) Han Cami’inin doğu taraf karşısında, Atatürk İlköğretim Okulu’nun (1936) duvarında,

kör bir çeşme bulunmaktadır. Şehir kodu zamanla yükselmiş olduğundan; 2009-10 yılında çeşme çukurdan çıkarılıp kaldırım düzeyine

alındı. Böylece kitabesindeki yapılış tarihi olan 15-8-1948 yılı ortaya çıktı. Bu durumda ilkokuldan 12 yıl sonra yapılmış olmaktadır.

Çeşmenin kitabesinde, yeni harflerle “Sahibu’l-Hayrat Hatin Tekin” yazmaktadır. Hatin ismi, “Hatun”dan bozularak söyleniş olmalıdır. Harfler ve soyadı noktalarından, Cumhuriyet Dönemi’nin özelliklerini yansıtmaktadır.

Okul ve çeşme ayrı kurumlara ait olduğundan, bahçeye yeni çeşme yapılmasına rağmen, bu çeşme dışarıda bırakılmıştır. Kullanılmayan tarihi yapılar daha çok tahribat görür. Üstelik ‘’Sahibu’l-Hayrat’’ kavramı, çeşmenin kör kalmamasını; kullanılmasını zorunlu kılmaktadır.

Hatin Tekin, çeşme yaptırarak, adının anılmasını sağlamıştır. 20. FERRUHA GÜPGÜP (ö.1952) Kayseri’nin köklü ve eski ailelerinden biri olan Güpgüp-zade’lerin Konağı bugün

Etnografya Müzesi Binası olarak kullanılmaktadır. 1934’te kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkı verilmiştir. 1935 yılında yapılan

seçimde ise Meclis’e 18 kadın milletvekili girmiştir. Bunlardan biri de Kayseri milletvekili Ferruha Güpgüp’tür.

Ferruha hanım, Güpgüp-zade’lerden ‘Ahmed Midhat Bey’in kızıdır. Bab mesleği dolayısıyla, Arapça bilen ancak piyano da çalabilen biridir. Yani doğu ve batı kültürüyle yetişmiştir. 5. Dönem Kayseri Milletvekili” seçilmiş olup; ilk kadın millet vekillerimizdendir. Seçim mazbatasının tarihi 08. 02. 1935 olup, Meclise iltihak tarihi 01. 03. 1935’dir.

Meclis kayıtlarında, “1891 doğumlu, Ahmed Midhat kızı, özel eğitim gören, arapça ve musikî bilen, biçki-dikiş mezunu, Belediye Meclis Üyesi ve dul“99 kayıtları bulunmaktadır.

Meclise giren 18 kadın milletvekili içinde, kravatlı fotoğrafı olan birkaç kadından biridir. Mecliste bir kere söz alarak konuşma yapmıştır.

Kendisi çocuksuz olup, Bekir amcasının kızı Hesna’nın oğlu olan, küçük yaştayken babası ölen yeğeni Abdullah Güpgüp’ü (ö.1975) evlat edinmiştir. Kültürü yanında, çocuksuz ve dul olmasının milletvekili seçilmesinde etkisi olmalıdır.

1952 yılında ölmüş olup kabri Kayseri Asrî Mezarlığı’ndadır. Tarihi olmanın bir zorunluluğu olarak, Fetih’ten 19. yüzyılın ilk çeyreğini yaşayarak

yetişmiş kadınlara, kısıtlı imkânlarımızla, ulaşmaya çalıştık. Bu kadınlar, belgesini bulduklarımız ve adını bildiklerimiz. Ya adını sanını bulamadıklarımız ve bilemediklerimiz!...

IV. DEĞERLENDİRME Açık hava Müzesi” olan Kayseri’mizde ayakta veya yıkılmış tarihî eser, kitabe, mezar

taşı, gibi mimari eserlerden hareketle, "Kayseri il sınırları içinde" kadınımızın yerini belirtmeye çalıştık. Selçuklu ve Beylikler Dönemine ait 40 kusur, Osmanlı‘dan Cumhuriyet‘in ilk yıllarına ait 40 kusur olmak üzere, 50’ye yakın kadınımızın adını belgeledik.

98 Bkz. Yörükoğlu, s. 149. 99 TBMM Albümü (1920-1991), Ankara, 1994, s. 106.

Mustafa IŞIK

130

Tarihi Kayseri’yi “Açık hava Müzesi” haline getiren, çoğu yıkılmış, azı kalmış mimari yapıların hepsi de “Sadakay-ı Cariye” adı verilen, kamu yararına yapılmış cami, medrese, çeşme gibi eserlerdir. Kadın/erkek, insanımızı “Sahibu’l-Hayrât ve’l-Hasenat” yapan, şu hadiste geçen düşünce olmalıdır: “İnsanoğlu ölünce eylemleri biter; ancak dünya durdukça duracak olan (cami, medrese/ okul, han, çeşme v b.) kalıcı eserler yaptıran, yararlanılan bir ilim (keşif yapma, kitap yazma gibi) ortaya koyan, ardından dua eden/ettiren iyi bir evlat yetiştiren kimseler bunların dışında kalır.”100 Bu hadis öldükten sonra yaşamanın yollarını göstermiştir. Beylikler ve Selçuklu Dönemi Osmanlıdan önce olmasına rağmen, o günün hatunlarını bugüne taşıyan önemli hususlardan biri de “vakıf”larının kuruluşudur.

Hadisin 3. maddesi, arkasından dua eden/ettiren hayırlı evlatlar, toplum yararına kalıcı eserler yaptırmak suretiyle de bunu gerçekleştirme yoluna gitmişlerdir. Mesela, Talas’lı Ali Saib Paşa annesi adına çeşme yaptırmıştır. Kitabesinde, sudan yararlanan herkesten, annesinin ruhuna dua istemiştir.

Türbe yaptırabilmek, sosyal ve ekonomik konumun bir belgesidir. Bu yüzden, türbe sahibi kadınların devletin ileri gelenlerinin eş ya da kızları olduklarını görüyoruz. Mezarda mermer hece taşı kullanımı da aynı şekilde bir gösterge olarak karşımıza çıkmaktadır.

600 yıllık ömrünün son 350 yılını Kayseri’yle yaşayan ve bize tarih olarak en yakın olan Osmanlı döneminden kalma bir tek hatun türbesi bulunmaktadır. Bu durum bize, Beylikler ve Selçuklular döneminde, kadının devlet yönetiminde, son derece etkili ve yetkili olduğunu göstermektedir. Özellikle Eratnalı‘lar döneminde Kayseri’de bu durum açıkça görülmektedir.

Selçuklu döneminde bir ‘Valide Sultan‘ çıkaran Kayseri bir başka sultanın acıklı hatırasını beraberinde taşır. Beylikler Dönemindeki bir başka hatunla bunların ünvan ve sıfatları yarışır.

Mimari eserlerin yapımında olduğu gibi, onarımında da kadın erkeğin yanı başındadır. Sosyal hayattaki yerini korumaktadır. Görüldüğü gibi, geçmiş kültür tarihimizde kadın sadece hastane, medrese, cami, han, hamam, çeşme vb. mimari eserler yaptırmamış; hayatın kaynağı suyu insanımızın hizmetine sunmakta da görev üstlenmiştir.

Selçuklu ve Beylikler döneminde, kümbed/türbedeki sıradışı kadın Osmanlı döneminde açık mezara geçmiştir. Adı kalan kadınlar daha çok hanedandan olmasına rağmen hepsinde de görülen ortak özellik ‘ataerkil aile yapısı‘nın belirgin oluşudur.

Türkler, Selçuklu ve Beylikler döneminde, siyasî ve içtimaî alanda kadına gereken önemi vermişlerdir. Osmanlı'da, özellikle son döneminde Mezar taşlarında gördüğümüz “Ruhuna Fatiha” beklentisi, kadınlar için, siyasî ve sosyal hayatta gerçek olmuştur.

Tarihte kadınımızın kültüre etkisi, kültüre dönüşerek gelenekselleşmiş; mimariyle yaşayarak medeniyet haline gelmiştir. Ancak zamanın getirdiği değişim süreci içinde, kültüre katkısı sürmektedir. Anne olmakla anadilini öğreten, her konuda "insanın ilk mimarı" olan kadın, gerek mimari de gerek bu mimarinin içini dolduran ve çevresini kuşatan kültürün oluşmasında rolünü üstlenmiş; toplumu bu kültürle emzirmeye devam etmektedir. Kadınımız dün adını tarihe, tarihin belge saydığı bütün malzemelerle yazdırmış; bugün ise içimizde yaşamayı sürdürmektedir.

KAYNAKÇA Ahmed Nazîf, Mir’at-ı Kayseriyye, Haz. M. Palamutoğlu, Kayseri, 1987. Baş, Ali, Kayseri Ticaret Yapıları Üzerine Bir Araştırma, Kayseri, 1996; s. 25 Bayram, Mikail, Fatma Bacı ve Bacıyan-ı Rum, Konya, 1994. Çayırdağ, Mehmet, Kayseri Tarihi Araştırmaları, Kayseri, 2000. ……… , Kayseri’de, XIV ve XV. Yüzyılda İki Emir Ailesi, 136, Vakıflar Dergisi (75.Yıl)

Sayı: XXVII, Ankara, 1998. Çelik, Erdal, Kayseri Şeriyye Sicili Defteri, EÜSBE.(Basılmamış Yüksek Lisans Tezi),

Kayseri, 1999. Demircan, Yasemin, Tahrir ve Evkaf Defterlerine Göre Kayseri Vakıfları, Kayseri, 1992.

100 Müslim, Sahih, Vasiyye 14; Ebu Davud, Sünen, Vesaya 14; Nesâî, Sünen, Vesaya 8.

FETİH’TEN CUMHURİYET’E KAYSERİDE’Kİ MİMARÎ ESERLERDE KADININ ADI

131

Denktaş, Mustafa, Kayseri’de Yıkılan Anıtlarımız, Kayseri, 2007. ……….., Kayseri’deki Tarihi Su Yapıları, Kayseri, 2000. Dizdaroğlu, Hikmet, İki Faydalı Kitap Arasında, Erciyes Halkevi Dergisi, Yıl: 6, 1948. Eravşar, Osman, Seyahatnamelerde Kayseri, Kayseri, 2000. Gabriel, Albert, Kayseri’de Türk Anıtları, Ter: A. Akif Tütenk, Ankara, 1954. Gökhan, İlyas, “Kayseri ve Yöresinde Dulkadir Beyliği Hakimiyeti ve Eserleri” (Kayseri

ve Yöresi Tarih Sempozyumu- 2003- Kayseri) Gökyay, Orhan Şaik, Dede Korkut Hikayeleri, İstanbul, 1976. Işık, Mustafa Eski Kayseri, Evliya Çelebi’nin Dilinden, İstanbul, 2014. ......, Kayseri'de Mimari Eserlerde Geçen Ayet ve Hadisler, Ankara, 2003. ......, Tarihi Kayseri’de Kadının Adı, Kayseri, 2005. Halil Edhem, Kayseriyye Şehri, İstanbul, 1334. İbn Batuta, Rıhletu İbni Batuta, Daru İhyai'l-Ulum, thk. M.Abdu'l-mun'im el-Arâyan,

Beyrut, 1992. ................, Tuhfetu’n-Nuzzar Fi Garaibi’l-Emsar ve Acaibi’l-Esfar, Çev. M. Şerif, Matbaayı

Âmire, İstanbul, 1338-1340. İbn Bibi, el-Evamiru’l-Alâiyye fi’l-Umuri’l-Alaiyye, Ankara, 1996. İnbaşı, Mehmet, XVI Yüzyıl Başlarında Kayseri, Kayseri, 1992. Kafesoğlu, İbrahim, Selçuklu Tarihi, İstanbul, 1992. Karakaş, Muhammed, XVIII. Yüzyılın İkinci Yarısında Kayseri, EÜSBE (Basılmamış

Doktora Tezi), Kayseri, 1997. Kayseri Müzesi Envanter Defteri (KMED). Kılıç, Erol, “19. yüzyıl Gravür ve Fotoğraflarında Kayseri Nostaljisi“, Beyazşehir Dergisi,

Sayı: 8, Kayseri, 1998. Komisyon, Türkçe Sözlük, TDK, Ankara, 1988. Komisyon,TBMM Albümü (1920-1991), Ankara, 1994. Laqueur, Hans-Peter, Huve’l-Baki- İstanbul’da Osmanlı Mezarlıkları ve Mezar Taşları,

Çev. S. Dilidüzgün, İstanbul, 1997. Nevevî, Kırk Hadis, Tercüme: Ahmed Naim, Ankara, 1967. Pakalın, M. Zeki Osmanlı Tarih Deyimleri Ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul, 1993. Şemseddin Sami, Kamus-i Türki, Dersaadet, 1317. Tarih Sözlüğü, Taştan, M.-Çelebi, Y. Ankara, 2007. Yazır, Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Kitabevi, İstanbul, ts.

Mustafa IŞIK

132