tÜrk ‹slÂm edeb‹yati -...

261
T.C. ANADOLU ÜN‹VERS‹TES‹ YAYINI NO: 2073 AÇIKÖ/RET‹M FAKÜLTES‹ YAYINI NO: 1107 Anadolu Üniversitesi ‹lâhiyat Önlisans Program› TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI Editör Prof.Dr. Hasan AKSOY Yazarlar Prof.Dr. Bilal KEM‹KL‹ (Ünite 1, 10) Prof.Dr. Mustafa ‹smet UZUN (Ünite 2, 4) Prof.Dr. Hasan AKSOY (Ünite 3, 8) Prof.Dr. Alim YILDIZ (Ünite 6, 7) Yrd.Doç.Dr. Ali ÖZTÜRK (Ünite 5, 9) ANADOLU ÜN‹VERS‹TES‹

Upload: others

Post on 30-Aug-2019

13 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

T.C. ANADOLU ÜN‹VERS‹TES‹ YAYINI NO: 2073

AÇIKÖ⁄RET‹M FAKÜLTES‹ YAYINI NO: 1107

Anadolu Üniversitesi‹lâhiyat Önlisans Program›

TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI

EditörProf.Dr. Hasan AKSOY

YazarlarProf.Dr. Bilal KEM‹KL‹ (Ünite 1, 10)

Prof.Dr. Mustafa ‹smet UZUN (Ünite 2, 4)Prof.Dr. Hasan AKSOY (Ünite 3, 8)Prof.Dr. Alim YILDIZ (Ünite 6, 7)

Yrd.Doç.Dr. Ali ÖZTÜRK (Ünite 5, 9)

ANADOLU ÜN‹VERS‹TES‹

Page 2: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

Bu kitab›n bas›m, yay›m ve sat›fl haklar› Anadolu Üniversitesine aittir.“Uzaktan Ö¤retim” tekni¤ine uygun olarak haz›rlanan bu kitab›n bütün haklar› sakl›d›r.

‹lgili kurulufltan izin almadan kitab›n tümü ya da bölümleri mekanik, elektronik, fotokopi, manyetik kay›tveya baflka flekillerde ço¤alt›lamaz, bas›lamaz ve da¤›t›lamaz.

Copyright © 2010 by Anadolu UniversityAll rights reserved

No part of this book may be reproduced or stored in a retrieval system, or transmittedin any form or by any means mechanical, electronic, photocopy, magnetic, tape or otherwise, without

permission in writing from the University.

Genel Akademik KoordinatörlerProf.Dr. ‹brahim Hatibo¤lu (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi)

Prof.Dr. Ali Erbafl (Sakarya Üniversitesi)

Program KoordinatörüDoç.Dr. Cemil Ulukan

Uzaktan Ö¤retim Tasar›m BirimiGenel KoordinatörProf.Dr. Levend K›l›ç

Genel Koordinatör Yard›mc›s›Ö¤retim Tasar›mc›s›

Doç.Dr. Müjgan Bozkaya

Ö¤retim Tasar›mc›s› Yard›mc›lar›Arfl.Gör. Mehmet F›rat

Arfl.Gör. Nur Özer

Grafik Tasar›m YönetmenleriProf. Tevfik Fikret Uçar

Ö¤r.Gör. Cemalettin Y›ld›z

Ölçme De¤erlendirme SorumlusuÖ¤r. Gör. Atilla Tekin

Kitap Koordinasyon BirimiDoç.Dr. Feyyaz BodurUzm. Nermin Özgür

Kapak DüzeniProf. Tevfik Fikret Uçar

DizgiAç›kö¤retim Fakültesi Dizgi Ekibi

Türk ‹slâm Edebiyat›

ISBN 978-975-06-0756-1

3. Bask›

Bu kitap ANADOLU ÜN‹VERS‹TES‹ Web-Ofset Tesislerinde 60.000 adet bas›lm›flt›r.ESK‹fiEH‹R, Ocak 2013

Page 3: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

iii

İÇİNDEKİLER

Ünite 1: Din ve Edebiyat……………………………………………………2

Ünite 2: Türk – İslâm Edebiyatının Kaynakları ………………………… 22

Ünite 3: Türk – İslâm Edebiyatında Nazım Şekilleri …………………… 52

Ünite 4: Türk – İslâm Edebiyatında Belâgat Başlıca Edebî Sanatlar …… 82

Ünite 5: XV. Yüzyıla Kadar Türk – İslam Edebiyatı ……………………110

Ünite 6: XVI – XX. Yüzyıl Türk – İslam Edebiyatı ……………………136

Ünite 7: Allah Teâlâ ile İlgili Edebî Türler………………………………156

Ünite 8: Hz. Peygamber ile İlgili Edebî Türler………………………… 182

Ünite 9: Dinî Tür ve Konular ……………………………………………208

Ünite 10: Tasavvuf ve Edebiyat …………………………………………234

Page 4: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

iv

 

 

Page 5: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

v

ÖNSÖZ

Edebiyat, düşünce ve hayallerin duygularla birlikte heyecan ve estetik zevk uyandıracak şekilde ifade edilmesidir. Binlerce yıldan bu yana varlığını sür-düren Türk edebiyatı İslâmiyet’le birlikte durmadan gelişmiş ve hatta yeni-lenmiştir. Türkler’in İslâmiyet’i kabul etmelerinden sonra İslâm kültür ve medeniyetinin birleştirici, bütünleştirici etkisi altında ortaya çıkan İslâm me-deniyeti tesiri altındaki Türk edebiyatı Osmanlı Dönemi boyunca varlığını güçlendirerek devam ettirmiş, Fuat Köprülü, Ali Nihad Tarlan, Nihat Sami Banarlı ve Neclâ Pekolcay gibi Cumhuriyet Dönemi edebiyat araştırmacıları tarafından Türk-İslâm Edebiyatı adı altında bilim dalı haline getirilmiştir.

Ana hatlarıyla ifade edilecek olursa, Türk-İslâm edebiyatı, din ağırlıklı edebî eser ortaya koyan şair ve yazarları inceleyen bir bilim dalıdır. Diğer İs-lâmî dallarda olduğu gibi, bu alanın da ilk kaynakları Kur’ân-ı Kerîm ve ha-dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve akaid, tefsir, fıkıh gibi İslâmî ilimler, devrin ilimleri, yerli malzeme, İran ve Arap Edebiyatı bu bilim dalı-nın diğer kaynakları arasında sayılabilir.

Ön lisans öğrencilerine hitap eden elinizdeki kitapta Türk-İslâm edebiyatı hemen bütün yönleriyle ele alınmaya çalışılmıştır. Birinci ünitede din-edebiyat ilişkisi incelenmiş, Türk-İslâm edebiyatının kapsamı ve diğer bilim dallarıyla irtibatı anlatılmıştır. İkinci ünitede Türk-İslâm edebiyatının kay-nakları bütün yönleriyle incelenmiştir. Bu ünitede önce Türk-İslâm edebiya-tına konusunu ve özelliklerini veren kaynaklar tanıtılmış, sonra Türk edebiya-tı metinlerinin kaynakları ve Türk-İslâm edebiyatı çalışmalarında başvurula-cak kaynaklar hakkında bilgi verilmiştir. Üçüncü ünitede Türk-İslâm edebi-yatında kullanılan nazım şekilleri, vezinler, eski Türk edebiyatında sıklıkla kullanılan aruz kalıpları ve kafiyeler örneklerle anlatılmıştır. Dördüncü üni-tede Türk-İslâm edebiyatında çoğunlukla başvurulan edebî sanatlar, belâgat ve unsurları tanıtılmış, edebiyat-sanat ilişkisi üzerinde durulmuştur. Beşinci ünitede Türk-İslâm edebiyatı tarihinin XV. yüzyıla kadar seyri hakkında bil-gi verilmiş, Türkler’in müslüman olduktan sonra meydana getirdikleri ilk eserlerin ortak özellikleri ana hatlarıyla aktarılmış, XIII-XV. yüzyılların ede-bî özellikleri anlatılmış, öne çıkan şair ve yazarlar eserleriyle birlikte kısaca tanıtılmıştır. Altıncı ünitede Türk-İslâm edebiyatı tarihinin XVI-XX. yüzyıl-lardaki seyri takip edilmiş, yüzyılların özellikleri şiirlerden seçmelerle anla-tılmış, bu edebiyatın canlı ve devam eden bir edebiyat olduğu gözler önüne serilmiştir. Yedinci ünitede Türk İslâm Edebiyatı’nda Allah’la, sekizinci ünitede Hz. Peygamber’le ilgili edebî türler hakkında genişçe bilgi verilmiş-tir. Bu iki ünitede önce türler genel olarak tanıtılmış, sonra her türün tarihî gelişimi anlatılmış ve her tür önemli örneklerle desteklenerek okuyucunun is-

Page 6: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

vi

tifadesine sunulmuştur. Dokuzuncu ünitede dinî-edebî türler ile genel edebi-yat türleri karşılaştırılmış, Türkçe dinî eserler edebî bakımdan değerlendiril-miş, dinî konulu destânî mahiyetteki eserlerle ramazâniyye, ıydıyye, fetihnâ-me, gazavatnâme, mersiye ve maktel gibi dinî-edebî türler hakkında etraflıca bilgi verilmiştir. Onuncu ünitede ise tasavvufun edebiyatla irtibatı ele alın-mış, kültür tarihimizde önemli bir edebiyat ve sanat ortamı olan tekkeler hak-kında bir değerlendirme yapılmış, tasavvuf edebiyatının temel kavramları ta-nıtılmış, dinî-tasavvufî türler zengin örneklerle anlatılmıştır.

Önemli bir boşluğu dolduracağına inandığımız bu kitap bir ekip çalışma-sının ürünüdür. 1. ve 10. ünite Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bilal Kemikli, 2. ve 4. ünite Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Uzun, 3. ve 8. ünite Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hasan Aksoy, 5. ve 9. ünite İstanbul Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ali Öztürk, 6. ve 7. ünite Cumhuriyet Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Alim Yıldız tarafında hazırlanmıştır. Yoğun mesai sarfederek kitabın en güzel şekilde tamamlanması için titizlik gösteren ve büyük bir öz-veriyle çalışan ve hepsi de fakültelerinde Türk-İslâm Edebiyatı Anabilim dalı öğretim üyesi olan kıymetli meslektaşlarıma teşekkürü borç bilirim.

Ön lisans kitaplarının koordinatörleri değerli meslektaşlarım Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dekanı sayın Prof. Dr. İbrahim Hatiboğlu ile Sakarya Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dekanı sayın Prof. Dr. Ali Erbaş’a ve basım konusunda yardımlarını ve gayretlerini esirgemeyen Eskişehir Anadolu Üniversitesi Rektörü ile Açık Öğretim Fakültesi Deka-nı’na ve çalışanlarına en kalbî teşekkürlerimi sunarım.

Gayret bizden tevfik Allah’tandır.

Prof. Dr. Hasan AKSOY (Editör)

Page 7: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

1

 

Page 8: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

2

 

Amaçlarımız

Bu üniteyi tamamladıktan sonra;

• Din ve edebiyatı ilişkilendirebilecek,

• Türk-İslâm Edebiyatını tanımlayabilecek,

• Türk-İslâm Edebiyatının kapsamını açıklayabilecek,

• Türk-İslâm Edebiyatının diğer bilim dallarıyla ilişkisini belirleyebilecek-siniz.

Anahtar Kavramlar

• Din

• Edebiyat

• Türkler

• İslâm

Öneriler

Bu üniteyi daha iyi kavrayabilmek için öncelikle;

• M. Fuat Köprülü’nün Edebiyat Araştırmaları adlı kitabından “Türk Ede-biyatı’nın Menşe’i” başlıklı bölümü okuyunuz.

• Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’nden “Edebiyat” maddesini okuyunuz.

• Agâh Sırrı Levent’in Türk Edebiyatı Tarihi I. Cilt Giriş adlı kitabın “Ede-biyat Tarihimizin Başlıca Sorunları” başlıklı bölümü inceleyiniz.

Page 9: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

3

GİRİŞ

Din, farklı disiplinler açısından ele alınıp tanımı yapılan bir kavramdır. Keli-menin etimolojik kökeni ve tariflerinin yanında, kaynağı, tasnifi, bireyi ve toplumu etkileyen ilkeleri ve esasları itibariyle de tanımlanmıştır. Bununla birlikte edebiyat açısından dinin tarifini yapmak güçtür. Çünkü din, bir yö-nüyle edebiyatın kaynağıdır; diğer yönüyle de, tanınmasında, yayılmasında ve kültürel değerlerini oluşturmasında edebî eserin dil, ifade ve formlarından yararlanan bir sosyal kurumdur.

Din bireyi mukaddes duygu, ortak şuur ve vicdan etrafında birleştirir; ah-lâkî bir kurum olarak insanlara yön verir, bireyi içten kuşatarak yönlendirir. Bunu da büyük oranda sözün büyülü gücünden yararlanarak yapar. Her şey-den önce, her dinin bir kutsal metni vardır. Kutsal metin, bir yandan okuyana dinin temel ilkelerini öğretirken, öte yandan da onu metafizik gerçeklikle bu-luşturur. Böylece dindar, kutsal kitabı okurken edebî bir bilince ve dil zevki-ne de ulaşır. Ulaşılan bu bilinç ve dil zevki, sanatın merkezinde ye alan este-tik duyguyu ifade eder. Din, metafizik problemlere getirdiği çözümler, hayata yüklediği anlam, varlık, bilgi ve ahlak anlayışıyla estetik duyguyu besleyen en önemli kaynaktır.

Din ve edebiyat ilişkisi edebiyat bilimcilerinin ve eleştirmenlerin üzerinde durduğu konulardan birisidir. Bu ünitede, öncelikle din ve edebiyat ilişkisi inceleme konusu edilecektir. Daha sonra Türk-İslâm Edebiyatı’nın tanımı yapılarak kapsamına işaret edilecek ve diğer ilimlerle olan ilişkisi ortaya ko-nacaktır. Buradaki asıl amaç, kitabın diğer ünitelerinde ele alınan konuların anlaşılmasına teorik bir temel oluşturmaktır.

DİN VE EDEBİYAT

Edebiyat, dile bağlı bir sanattır. Bir kavram olarak dilimizde Tanzimat sonra-sında kullanılmaya başlayan edebiyat, insana ait bir duyguyu, düşünceyi, ha-yali, yorumları, tutumları, gözlemleri dilin imkânlarıyla en güzel şekilde an-latma sanatıdır. Diğer bir ifadeyle edebiyat, duygu, düşünce veya hayallerin heyecan, hayranlık ve estetik zevk uyandıracak şekilde ifade edilmesidir (Okay:1994, 395). Bu sanat, bir dönemin, bir toplumun hissiyatını, inançları-nı, irfanını, bilgilerini, algılarını, kavrayışını ve estetik dünyasını yansıtan ayna konumundadır.

Din ve Edebiyat

Page 10: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

4

Alman düşünürü Hegel, güzel sanatları, plastik, fonetik ve söz sanatı ol-mak üzere üç guruba ayırır. Plastik sanatlar, heykel ve dekoratif sanatlar, mimari ve resimdir. Fonetik sanat, mûsikî; söz sanatı ise, edebiyattır. Beş temel sanattan birisi olan edebiyatın insanı mukaddes duygu, ortak şuur ve vicdan etrafında birleştiren ve ona ahlâkî açıdan yön veren dinle bir ilişkisi var mıdır? Eğer var ise, bunun mahiyeti nedir? Her şeyden önce şunu ifade etmek gerekir: Güzel sanatların başlangıcı hakkında araştırmalar yapan ilim adamları ve estetik zevkin ortaya çıkışını ve gelişimini araştıran uzmanlar, mûsikînin, raksın, şiir ve edebiyatın menşeinin din olduğu kanaatine sahiptir-ler (Köprülü: 1989, 49). Diğer bir ifadeyle sanatın ilk örnekleri ayinlerde or-taya çıkmıştır. Şiirin de ilk örnekleri bu ayinlerde söylenmiştir. En azından Türk şiirinin, Şeylân, Sığır ve Yuğ adlarıyla bilinen ayinlerde söylenerek ge-liştiğini bilmekteyiz. Dolayısıyla buralarda söylenen yahut okunan şiirler de dinî içeriğe sahiptir.

Bazı dilbilimciler insanın varoluşuyla birlikte sözün de var olduğu kanı-sındadırlar. Hatta bazı kutsal metinlerde, “önce söz vardı” denilmektedir. Bu ifadeyi esas alan bazı dilbilimciler, sözün insandan eski olduğunu düşünmek-tedirler. Her halükarda söz, insanla yahut insandan evvel vardı ve bu söze bağlı olarak da edebiyat sanatı ortaya çıktı. Demek ki, sözlü kültür içinde ge-lişen edebiyat sanatının kökleri insanlık tarihi kadar eskidir. Dil, insanın yap-tığı yeni keşiflerle, içine girdiği yeni toplum ve medeniyetlerle birlikte deği-şen ve gelişen bir varlıktır. Edebiyat da dile paralel olarak gelişmiş, başlan-gıçta dinî törenlerde söylenen dua ve ilahilerle sınırlı iken, zamanla dünyevî (maddi/seküler) alana doğru dönüşmüştür.

Edebiyat sanatının yegâne malzemesi sözdür, kelimelerdir. Din, bu söz varlığını zenginleştiren, değiştirip dönüştüren bir özelliğe sahiptir. Diğer bir ifadeyle din, kendi tefekkürünün ifadesini kendi dilinde taşır. Daha doğrusu, dinî inanç, duygu, düşünce ve tecrübenin oluşturduğu sembollerden oluşan bir din dili vardır. Bu dil, o medeniyet dairesine giren toplumun dili üzerinde etkili olur. Toplumların geçirdiği tarihî süreç ve içine girilen kültürel ortam-lar, sanatı, sahip olunan dili ve edebî duyguyu geliştirir. Edebiyat ve din öy-lesine iç içedir ki, “dinsiz edebiyat, edebiyatsız din olmaz” düşüncesini temel ilke olarak benimseyenler olmuştur. Fuat Köprülü, sanat ve edebiyatın din ile olan bağlantısı hakkında şunları dile getirir:

“Dinin mahiyeti hakkında yapılan tetkikler açıkça ortaya koymuştur ki, günlük hayatın dayanılmaz meşakkatleri ile yorulan fikri eğlendirecek ve din-lendirecek oyun ve sanat gibi şeylere serbest bir saha bırakmak, dinin aslî ta-biatında mevcuttur. Sanatı her ne şekil ve mahiyette olursa olsun, bütün ayin-lerde mevcut bir zarûrî unsur gibi telâkkî etmeli, her dinde mutlaka şiir oldu-ğunu bilmeliyiz… Manevî varlığın muntazam bir surette işlemesi için ona olan ihtiyaç, maddî hayatın devamı için gıdalara olan ihtiyaçtan daha kuvvet-siz değildir, bir toplum ancak onunla varlığını devam ettirip kuvvetlendirebi-lir.” (Köprülü: 1989, 50-51)

Başlangıçta din adamları, aynı zamanda ilk sanatkârlardır. Dinî ayini ida-re eden şaman, bu görevinin yanında, şifacı, büyücü, mûsikîşinâs, rakkas ve şairdir. Toplumun en önemli aktörü olan şaman, söylediği şiirlerle sözlü kül-türe, sanata ve edebiyata hayat vermiştir. Bu dönemde Kam, Oyun, Bahşı ve Ozan gibi isimlerle anılan şair (Köprülü: 1986, 67-69), toplumsal hadiseleri destân şeklinde şiire dönüştürmenin yanında, ölenlerin arkasından sagu, lirik duyguları ifade eden koşuk ve hikmete ilişkin savlar söylemiştir. İslâmlaşma öncesi bu edebî eserlerde, içinde bulunulan dinin değerlerini, inanç esaslarını, ilkelerini ve beslediği duyguyu bulmak mümkündür.

Page 11: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

5

İslâmlaşmayla birlikte edebiyat ve din ilişkisi daha zengin bir mahiyet ka-zanmıştır. Nitekim Türkler İslâmlaşma sürecinde tabii bir kültür değişimi ya-şamış, yeni bir estetik anlayış içerisinde kendilerini bulmuşlardır. Bu estetik anlayış, dünya görüşünde, yaratılış telakkisinde, hayat ve varlık tasavvurunda kendini göstermiştir. Bütün bunlar içine girilen yeni dil havzası içerisinde yeni edebî eserlerin hayat bulmasını sağlamıştır. Bu dönemde doğrudan doğ-ruya dinî kaynaktan beslenen edebî eserlerin iki koldan gelişim gösterdiğini söylemek mümkündür:

1. Dinî metinleri açıklamayı ve öğretmeyi amaçlayan edebî eserler.

2. Dinî duyguyu ve tecrübeyi aktaran edebî eserler.

Her iki kol da Kur’an, Hz. Peygamber’in sünneti, İslâm Tarihi gibi dinî metinlerden beslenerek gelişmiştir. Fakat ilkinde, İslâmi ilimlerin temel kav-ramları, mantığı ve metodundan yararlanarak gelişen bir edebiyat vardır. Da-ha doğrusu bu türden eserler, edebiyatın dil ve ifade imkânından yararlanarak dinî düşünceyi ve ilmi birikimi sunan edebî eserlerdir. İkincisinde ise, din di-linin tecrübeyle, hayatla ve zamanla buluşması söz konusudur. Bu da kendi içinde iki kategoride kendini gösterir: Sanatı önceleyen eserler ve sufi şairle-rin eserleri.

Kitabınızın 2.ünitesinde Türk-İslâm Edebiyatı’nın İslâmî kaynaklarını okuyu-nuz.

Sanatı önceleyen eserler, dinî duyguyu ve düşünceyi edebî eserde söz ve mana sanatlarıyla yoğuran eserlerdir. Şair, her şeyden önce sanatkârdır. Fakat bu sanatını ortaya korken içinde yaşadığı kültürün dil zenginliklerinden ya-rarlanır. Dinî duygu, düşünce ve semboller, bu türden eserler için, sadece benzetme, tasvir ve çağrışımlar açısından bir araçtır. Oysa sufi şair, dinî duy-guyu yoğun bir şekilde yaşadığından, bizzat tecrübe ettiği ve içselleştirdiği konuları sanata dönüştürür. Sanat onun için duyumsadığı ve idrak ettiği haki-kati sunmasına yarar. Her ne kadar o edebiyata faydacı nazarla baksa da, yine de eserinde edebî heyecan, zevk ve ahengi ihmal etmez. Bu bakımdan onda hikmetli söz sanata ve lirizme bürünmüştür.

İslâmlaşma sonrası edebî eserler bir bütün olarak değerlendirildiğinde şu görülecektir: İçine girilen yeni hayatta edebiyat dinden; dinî kültür ve düşün-ce de edebiyattan etkilenmiştir. Bir bakıma bu dönemdeki edebî faaliyetler, dinî kaynaklıdır. Bu edebî anlayış Tanzimat dönemine kadar devam etmiştir. Tanzimat, Fransız aydınlanmasının etkisiyle dünyevî (seküler) algıyı ön pla-na çıkardığından bu dönemde din ve edebiyat ilişkisi etrafında tartışmalar olmuştur. Yeni dönemde ortaya çıkan bu tartışmaları şu iki soruyla özetle-mek mümkündür: Dinî duygu ve düşünceler edebî eserlere konu olabilir mi? Edebî eserler dinî düşüncenin oluşmasına ve gelişmesine katkıda bulunur mu? Bu sorulara cevap arayan edebiyatçılar öncelikle, “edebî eserin bir hede-fi olmalı mıdır?” sorusuyla karşılaşmışlardır.

Bu soru, modern bir sorudur. Çünkü klasik dönem edebiyatçıları, edebî eserin zevke ve duygulara hitabeden estetik yönünden başka, tematik yönünün yani öğretici, mesaj verici ve etkileyici tarafının olmasına da dikkat etmişler-dir. Dolayısıyla onlara göre, edebî eserin hedefi vardır. Edebî eser, ya lirik (garâmî) ya da didaktik (hikemî/felsefî) olmalıdır. Oysa Tanzimatla birlikte içine girilen süreçte Fransız edebiyatından yapılan tercümelerle yeni bir edebî anlayış gelişmiştir.

Page 12: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

6

Batıda Yeni Eleştiri Okulu’nun kurucusu olarak kabul edilen T. S. Eliot şöyle demektedir:

“Son yüzyıllarda edebiyat ve din ayrı kurumlar olarak düşünülmüştür. Bu gerçek, edebî eserlerin belli bir din ve ahlâk ölçüleri dışında değerlen-dirilmesi anlamına gelmemelidir. Edebî eserlerde ifade bulan ahlâk hükümle-ri, kendileri ister bu değerlerle yaşasın, ister yaşamasın, çağdaş kuşağın tec-rübesinin mahsulleridir. Belli bir dinden kaynaklanan ahlâk hükümlerine göre yaşayan bir toplumda bu hükümler oldukça tutarlıdır. Öte yandan bir devrin ahlâk ölçüleri, kendisini meydana getiren dinî kaynaktan koptuğu zaman, ya-ni sadece bir alışkanlık meselesi halini aldığı zaman, değişmeye ve ön yargı-larla değerlendirilmeye mahkûmdur. İşte böyle zamanlarda ahlâk, o devrin edebiyatı tarafından etkilenebilir hale gelir. Hepimiz biliyoruz ki, bir nesli şa-şırtan değerler, ondan sonraki kuşak için çok tabii sayılabilir. Ahlâk değerle-rindeki değişmelere gösterilen bu uyum, bazen toplumdaki gelişmenin delili olarak memnuniyetle kabullenilir. Hâlbuki bu değişme olayı, gelişmeden zi-yade, insanların ahlâk hükümlerini ne tutarsız temellere oturtabileceklerinin bir delilidir.” (Eliot: 1990, 98-99)

Bu yeni edebî anlayış, edebî esere farklı anlamlar yükleyerek yeni bir tar-tışma başlatmıştır. “Edebî eserin bir hedefi olmalı mıdır?” sorusu bu tartışma-ların temelini teşkil eder. Buna göre iki görüş belirmiştir:

1. Sanat sanat içindir.

2. Sanat toplum içindir.

“Sanat sanat içindir” görüşünü benimseyen edebiyatçılar, din ve edebiyat arasında herhangi bir ilişkinin kurulamayacağı ve dolayısıyla da dinin edebî eserin oluşmasında herhangi bir katkısının olamayacağı fikrindedirler. Ancak bu görüş, edebiyata bir bütün olarak bakan edebiyat tarihçileri tarafından ek-sik bulunmuştur. Zira en saf şiirin bile, yazıldığı çağın, toplumun ve çevrenin düşüncesini, inançlarını yansıttığı muhakkaktır.

Resim 1.1: Şairler Sultanı Ahmet Paşa şiir okurken (Kaynak: Aşık Çelebi, Meşâirü’ş-şuarâ, Millet Kütüphanesi, Ali Emiri Bölümü, 772, 50b).

“Sanat toplum içindir” görüşünde olanlar, faydacı düşünceye sahiptirler. Edebî eserin insana iyi, doğru ve güzel olanı öğreteceği ve dolayısıyla da top-luma yararlı olacağı fikrindedirler. Bunların yaklaşımı, klasik dönemin sanat

Page 13: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

7

anlayışını andırır. Zira edebî eser, tanıtıcı, öğretici ve hâli tasvir edici olma-lıdır. Bu bakımdan da edebî eser, felsefi düşünce, ilmi bakış ve estetik kaygı-nın yanında dinî mahiyete de sahip olabilir. Dolayısıyla din, edebî eserin oluşmasında etkili olabilir. Sadece din değil, estetikle beraber felsefe, ahlâk, psikoloji, sosyoloji, tarih gibi diğer fikir ve ilim alanları da edebiyatla ilgili-dir. Fakat yine de edebî eserde temel belirleyici husus, estetik bir yapıya sa-hip olmasıdır; bu sebeple de sanat değerini tamamıyla ihmal eden, apaçık gü-dümlü bir edebiyat her zaman tenkide uğrar.

Günümüz edebiyatçıları edebiyat ve din ilişkisinden yola çıkarak edebî eserleri, dinî edebî eserler ve profane (lâ-dînî/dünyevî) eserler şeklinde iki grupta tasnif etmişlerdir. Türk edebiyatını da bu tasnife göre ele alan edebiyat tarihçileri vardır. Ancak klasik dönem olarak nitelendirilen, İslâmlaşma son-rası süreçle birlikte başlayıp Tanzimat’a kadar devam edegelen edebî eserleri böyle bir tasnife tabi tutmak güçtür. Çünkü profane (dindışı) olarak kabul edilen bazı eserlerde din dilinin sembollerinden yararlanıldığı görülmüştür.

Tanzimat kavramı size ne anlatmaktadır? Araştırınız.

TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI

Toplum olarak yaşanan büyük hadiseler sanatı etkiler. Sanat, yapısı itibariyle, sübjektif ve şahsi yaşantılara dayalı olsa da, toplumsal hadiselerden uzak da değildir. Bir bakıma sanat, gerçekliği estetik ve zevk uyandıran sembollerle ifade etmektir. Dolayısıyla göçler, savaşlar, yenilgiler, başarılar ve doğal fe-laketler sanatçı üzerinde derin tesir yaratır. Diğer bir ifadeyle, bu hadiseler sosyal değişmeye sebep olduğu gibi, sanat anlayışının, formların, malzeme-nin ve dilin değişmesine de sebep olur. Sosyal değişme, sosyal ve kültürel yapılarda, gözlenebilir farklılıkları ifade eden bir kavramdır (Turhan:1987, 49). Sanat, sosyal değişmenin göstergelerinden biridir. Toplumdaki değişme-leri sanat eserinden yola çıkarak izah etmek mümkündür.

Tarih içinde sanatın mahiyetine dair birçok teori geliştirilmiştir. Platon, sanatı bir taklit olarak görürken; Aristoteles, gerçeğin taklidi diye nitelendirir. Aristotelese göre, sanatın eğlendirme, eğitme ve arındırma etkisi vardır.

Türk toplumunun yaşadığı en önemli değişimlerden birisi İslâmiyet’le ta-nışmasıdır. İslâmiyet, sosyal ve kültürel yapıyı değiştirerek dönüştürmüştür. Bu değişim, sanat ve edebiyatta da görülmüştür. Edebiyat açısından İslâm-laşma, sanat anlayışının, formların, malzemenin ve dilin değişmesidir. Daha sonraki dönemlerde Tanzimat’la birlikte Batı kültürüyle yakın temasa geçil-miştir. Bu temas, sosyal değişmeye sebep olduğu gibi, sanat ve edebiyatın seyrini de değiştirmiştir. Bu bakımdan Türk Edebiyatı, tarihi sosyal değişme-ye göre üç aşamada ele alınıp incelenmektedir. Bunlar:

1.İslâm Öncesi Türk Edebiyatı

2.İslâm Kültürü Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı

3.Batı Kültürü Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı

Bu üç dönem, sanat anlayışı, formları, malzemesi, kaynakları ve dili itiba-riyle birbirinden farklı özelliklere sahiptir.

Page 14: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

8

Türklerin kitleler halinde İslâm’a girmesi hangi savaştan sonra olmuştur? Araş-tırınız.

İslâm Öncesi Türk Edebiyatı, başlangıçtan İslâm’ın kabul edildiği zamana kadar sürer. Yazılı metinleri itibariyle miladi VIII. yüzyıldan itibaren başla-yan bu edebiyat, sözlü kültür içerisinde daha eskilere dayanır. Bu dönem, dil, ifade, duyuş ve zevk itibariyle millî edebiyat dönemi olarak nitelendirilir. Çünkü daha çok göçebe bir toplum özelliğine sahip olunması sebebiyle, baş-ka toplumların ve kültürlerin etkisinden uzak kalınmıştır.

İslâm Öncesi Türk Edebiyatı yazılı ve sözlü olarak gelişmiştir. Yazılı ede-biyatın iki önemli kolu vardır: Köktürk (Göktürk) dönemi ve Uygur dönemi.

Köktürkler, yazılı edebiyatı bulunan ilk devlettir. Bu dönemden geriye ka-lan en önemli eser, VIII. yüzyılın ilk yarısında dikilen Orhon Abidele-ri(Orhon Kitabeleri, Orhon Yazıtları)’dir. Miladi VIII. Yüzyılda Kül Tigin, Bilge Kağan ve Tonyukuk adına dikilmiş olan bu abideler, dil, tarih ve edebi-yat değeri bakımından önemlidir.

Orhun Abideleri hakkında daha geniş bilgi için Talat Tekin’in Orhun Yazıtları (1988) adlı kitabını inceleyiniz.

İslâm Öncesi Türk Edebiyatı’nın ikinci kolu, Uygur dönemidir. Elimizde bu döneme ait zengin malzeme vardır. Çince, Sanskritçe, Toharca, Sogdca ve Tibetçe’den çevrilen dinî metinlere rastlanmaktadır. Uygurlar, Mani ve Buda dinlerine girmişler ve bu kültürlerin etkisiyle eser vermişlerdir. Daha çok Budizm’in etkisiyle, dinî, ahlâkî ve hamâsî eserler yazılmıştır.

Türklerin kabul ettikleri en eski din, Şamanizm’dir. Şamanizm, doğaya tapma, doğaüstü güçlere inanma temeline dayanan bir inanç sistemidir. Şa-man yahut kam, bu dinin rehberidir. Aynı zamanda şair de olan şaman yahut kamın söyledikleri şiirler, İslâm Öncesi Türk Edebiyatı’nın ilk sözlü edebî ürünleridir. Bunlar, destanlar, sagular, koşuklar ve savlardır. Destanların ço-ğu bu dönemde ortaya çıkmıştır. Türk destanlarından bazıları şunlardır: Yara-tılış, Alp Er Tunga, Oğuz Kağan, Bozkurt, Ergenekon, Türeyiş ve Göç destan-ları. Bu destanlardan en önemlisi, Oğuz Kağan Destanı’dır.

İslâm öncesi sözlü edebiyat, daha sonraki dönemde Âşık Edebiyatı veya Halk Edebiyatı’nın oluşmasına kaynaklık etmiştir. Şaman şairin söylediği Sagu, Ağıt ve Mersiyelere ilham teşkil eder. Koşuklar ise, Koşma, Türkü ve Şarkı gibi edebî eserlerin öncülleri olarak kabul edilebilir. Manzum olarak söylenen atasözleri ve hikmetli söz anlamına gelen savlar ise, hikmetli söyle-yişi, mesel ve irsâl-i mesel sanatını etkilemiştir.

Hikmetli söyleyiş, mesel ve irsâl-i mesel sanatı kavramlarının ne anlama gel-diğini sözlüklerden öğreniniz ve kitabınızın 4. Ünitesini inceleyiniz.

Türk Edebiyatı, İslâmiyet’le birlikte yenilenmiş ve gelişmiştir. İslâm, se-mâvî dinlerin sonuncusudur. Miladi 610 tarihinde Arap yarımadasında doğan İslâm’ı, Arabistan sınırları dışında ilk kabul edenler İranlılar olmuştur. Bu bakımdan İslâm edebiyatı, eski Arap ve İran (Pehlevî) edebiyatlarının estetik formlarından yararlanarak gelişmiştir. Bilhassa Cahiliye Dönemi olarak nite-lendirilen İslâm öncesi Arap toplumu şiire büyük değer vermiştir. Arap yarı-madasının çeşitli yörelerinde kurulan Ukaz gibi panayırlarda şiir yarışmaları yapılmıştır. Buralarda eleştiri süzgecinden geçirilerek seçilmiş şiirler tomar-lara yazılarak Kâbe’nin duvarına asılmıştır. Kâbe duvarına asılan bu tür şiir-

Page 15: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

9

lere muallakât denir. Bu şiirlerin ve eski İran şiirinin müslüman şairleri et-kilemediği düşünülemez.

Hz. Peygamber’in şairleri olarak bilinen şairler kimlerdir? Araştırınız.

İslâmî edebiyatı sadece şiire dayalı bir edebiyat değildir. Daha çok şiir yazıl-mıştır; ancak nesirle (düzyazı) de yazılan edebî eserler vardır. Bu eserlerin ilk örnekleri, Arap edebiyatı içinde gelişen mürasalât, makâmât, hikâye ve masal türüdür. Nesir bu türler içinde gelişmiştir.

İslâm’ın İran’da yayılmasıyla Türk toplumu da İslâm coğrafyasıyla kom-şu olmuştur. Böylece Türk illeri ve boyları İslâm’dan haberdar olmaya başla-dılar. Zamanla gelişen ticari ve siyasi ilişkiler, Emevîler devrinde askeri iliş-kiye dönüşmüştür. Bu ilişki, Emevîler’in Horasan valisi Kuteybe b. Müs-lim’in Mâverâünnehr’i ve oraya sınır olan bölgeleri fethetmesiyle gelişmiştir. Böylece Türkler arasında gelişen İslâmlaşma süreci, daha sonraki dönemler-de Ebû Müslim Horasânî’nin ve komutanlarının çaba ve gayretleriyle hız ka-zanmış ve güçlenmiştir. Özellikle Sâmânîler (892-999)’in Mâverâünnehir ve Azerbaycan’a kadar sınırlarını genişletmeleri, buralardaki Türkler’in İslâm-laşmasını sağlamıştır. Ancak Karahanlı hükümdarı Satuk Buğra Han’ın İs-lâm’ı kabulüyle Türk illerinde yeni dini kitleler halinde kabuller başlamıştır. Türkler’in İslâm’la tanışması ve kabulü dört asır sürmüştür. Bu süreç içeri-sinde, sosyal ve kültürel değişme kemale ermiştir. Böylece Karahanlılar dö-neminde, Türk-İslâm Edebiyatının ilk eserleri de yazılmaya başlanmıştır.

Türk-İslâm Edebiyatı’nın ilk eserlerini tanımak ve bu süreci değerlendirmek için kitabınızın 5. Ünitesindeki ilgili bölümü okuyunuz.

Türk-İslâm Edebiyatı’nın Tanımı

Türkler, Müslüman olmadan önce Şamanizm, Budizm ve Maniheizm gibi dinleri benimsemişlerdir. Fakat ne eski Türk dini olarak nitelendirilen Şama-nizm, ne de diğer dinler ve kültürler, Türk diline ve edebiyatına büyük hamle yaptıracak bir kudret göstermiştir (Banarlı: 1987, 81).

Ziya Gökalp eski Türk dinini toyunizm adıyla nitelendirerek millî bir din tasav-vur etmiştir. Prof. Abdulkadir İnan, Eski Türk Dini Tarihi adlı kitabında toyunizmin Budizmden başka bir şey olmadığını ifade ederek, Türkler’in eski dinini Şamanizm olarak isimlendirmek gerektiğini söyler.

İslâm, Türk toplumlarının medeni hayatında etkili olmuş, sosyal ve kültü-rel alanda büyük değişmeler yapmış, dili ve edebiyatı geliştirmiştir. Türk-İslâm Edebiyatı, her şeyden önce bu yeni edebiyatın adıdır. Diğer bir ifadey-le bu terim, hem müslüman hem de Türk olan şair ve yazarın ortaya koyduğu edebî etkinlikleri ifade eder. Bu tanım genel bir tanımdır ve iki temel kavra-ma dayanır. Bunlar, Türk ve İslâm kavramlarıdır. Buradaki Türk, bir kültür coğrafyasını işaret etmektedir. Bu kültür coğrafyasında Türkçe’den başka, Arapça ve Farsça’yı da içeren zengin bir dil varlığı bulunmaktadır. Dolayı-sıyla herhangi bir edebî eserin Türk-İslâm Edebiyatı içerisinde değerlendiril-mesi için, bu esere hayat veren sanatkârın etnik olarak Türk olması zorunlu değildir. Temel belirleyici husus, edebî eserin, bu kültür coğrafyasında ya-zılmış olması ve Türk kültür değerleriyle uyumlu olmasıdır. Bu bakımdan Türk-İslâm Edebiyatı, özellikle Osmanlı Devleti döneminde İranlı, Arap, Boşnak, Arnavut gibi farklı etnik kökenden gelen edebiyatçıların yazdıkları eserleri de içine alan geniş bir edebî alanı ifade eder.

Page 16: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

10

Türk-İslâm Edebiyatı, İslâm Öncesi Türk Edebiyatı’na millî edebiyat özelliği kazandıran millî üslûp ve karakteri yok saymamıştır. Millî üslûp, dil, hece vezni, dörtlüklerle oluşan nazım şekilleri ve kafiye anlayışıyla belirgin-lik kazanır. Bu üslûp, Türk-İslâm Edebiyatı içinde kullanılarak gelişmiştir. Halk Edebiyatı, Aşık Edebiyatı ve Tekke Edebiyatı gibi isimlerle nitelendiri-len edebî faaliyetler millî üslûpla varlık kazanmıştır. Tanzimat’tan itibaren gelişen ve devam eden yeni edebî anlayışta millî edebiyatın formları şairler için yeni imkânlar sunmuş; âşık yahut tasavvuf edebiyatı geleneğinde yetiş-memiş şairler de millî üslûpta şiirler yazmışlardır. Türk milletini diğerlerin-den ayıran değerler manzûmesi olan millî karakter ise, edebî eserde işlenen yiğitlik, bilgelik ve doğruluk gibi kavramlar, ışık, ağaç, bozkurt, kadın, at ve su gibi imgeler ve mitolojik temaları ifade eder. Millî karakter, İslâmlaşmayla birlikte yeni bir ruha bürünmüştür. Bu ruhun temelinde tevhit ve iman vardır.

Sözlü kültürde aktarılarak gelen bazı destanların, özellikle de Oğuznameler’in İslâmlaşma sonrası İslâmi karakter kazandığı bilinmektedir. Bu bakımdan Dede Kokut Oğuznameler’i dikkat çeker.

Türk-İslâm Edebiyatındaki ikinci kavram, İslâm’dır. Buradaki İslâm kav-ramı, doğrudan doğruya İslâm dinini ifade etmekle birlikte, dinin kültürel ve tarihi mirasını da ihtiva etmektedir. Daha doğrusu bir esere İslâmîlik vasfı kazandıran şey, sadece Kur’an ve Sünnet kaynaklı olmak değildir; aynı za-manda o esere üslûp ve karakter kazandıran kültürel değerler, tarihi miras ve formların da olması gerekir. Bu bakımdan İslâm bir medeniyetin adıdır.Bu medeniyet, her hususta olduğu gibi zevk ve edebiyat hususunda da farklı dil-leri konuşan ve farklı edebiyatlara sahip olan müslüman milletleri etkisine almıştır. Dolayısıyla Türk-İslâm Edebiyatı, millî üslûp ve karakteri içinde barındırdığı gibi, ortak İslâm kültür ve medeniyetinin üslûp ve karakterine de sahiptir.

Bu konuda M. Fuad Köprülü Türk Edebiyatı Tarihi’nde şu değerlendirmeyi yapar:

“İslâmiyetten evvel kavmî bir takım husûsiyetlere mâlik olan Arab Edebiyatı, «Sâsânîler» devrindeki İran Edebiyatı, «Tu-kiie»ler zamanındaki Türk Ede-biyatı birbirinden pek derin farklarla ayrılıyordu; hâlbuki İslâmiyet’ten sonra, Arab edebiyatı -başka medeniyetlerle ve meselâ İran'la temas neticesinde- eski çöl edebiyatından çok farklı bir hâle geldiği gibi, Arab istilâsından yüz-yıllarca sonra meydana çıkabilen İslâmî İran Edebiyatı da, birçok bakımlar-dan, İslâmî Arab edebiyatına benzedi; Türkler, İslâmiyet dâiresine lâyıkıyla girdikleri sırada, Arab ve Acem'lerin müşterek mahsûlü olarak «Klâsik bir edebiyat» ve ona dayalı olan bir takım umumî «edebiyat esasları» takarrür etmişti.” (Köprülü:1986, 99)

Türkler, İslâmlaşma sonrası bir edebiyat vücuda getirmek istediklerinde, önceki tecrübelerden yararlanmışlardır. Her şeyden önce komşuları olan İran-lıların edebiyatı, anlayış, form, estetik değer ve dil bakımından klasik bir edebiyat halini almıştı. Bu sebeple de Türk sanatkârlar, İran-İslâm Edebiya-tı’nın şekil ve esaslarını alarak edebî eserler yazdılar (Köprülü: 1986, 117). İranlı şair ve yazarların da Arap-İslâm Edebiyatından yararlandığı düşünülür-se, Türk-İslâm Edebiyatının mahiyeti daha iyi anlaşılmış olur. Dolayısıyla Türk-İslâm Edebiyatı’nın, millî karakter ve üslûbu, ortak İslâm kültürü ve medeniyetinin karakteri ve üslûbuyla mezceden edebî eserleri içerdiğini söy-leyebiliriz.

Page 17: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

11

Cumhuriyet döneminde Türk-İslâm edebiyatının temalarını kullanarak şiir yazan şairler var mıdır? Araştırınız.

Türk-İslâm Edebiyatı’nın Kapsamı

Türk-İslâm Edebiyatı, İslâmlaşma sonrası edebî hayatı ifade eder. Bu edebi-yat, Karahanlılar devrinde Yusuf Has Hacib’in kaleme aldığı Kutadgu Bilig ile başlamıştır. Bu edebiyat, Türklerin Ortadoğu ve Anadolu’ya doğru cere-yan eden göçleri neticesinde, yeni coğrafyalar, kültürler ve dillerin keşfiyle tekâmül etmiştir.

Kronolojik olarak Karahanlılar döneminde ilk ürünlerini veren bu edebi-yat, Selçuklular döneminde gelişmiş ve Osmanlı döneminde klasikleşmiştir. Bu tarihi seyir, edebî eserin özünde herhangi bir değişikliğe sebebiyet ver-mez. Çünkü bu üç dönemde de sanatkâr, İslâm ilimlerinin ve düşüncesinin imkânlarından yola çıkarak eserini yazmıştır. Dünya görüşü, hayat ve varlık anlayışı, sanata yüklediği anlam, edebî eserden beklentileri gibi temel konu-lar aynıdır. Bu aynilik, Tanzimat ile birlikte kırılmaya uğrayacaktır. Tanzi-mat, III. Selim döneminden itibaren bir devlet politikası olarak uygulanmaya konan ıslahat hareketlerinin neticesi olarak hayata geçirilen modernleşme ve yenilenme döneminin adıdır. 1839 yılında Gülhane Hatt-ı Şerîfi’nin okunma-sıyla başlayan bu süreç, bir kısım sosyal ve kültürel değişmeleri içerir. Bu değişim yeni edebî anlayışı da beraberinde getirmiştir. Dolayısıyla bazı ede-biyat tarihçileri, İslâm uygarlığı çerçevesinde gelişen Türk-İslâm Edebiya-tı’nın yerini Tanzimat Edebiyatına bıraktığını ileri sürmüşlerdir (Levend: 1962, 3).

Resim 1.2: Türk-İslâm Edebiyatı Karahanlılar döneminde başlamııştır

Kaynak: Çetin, O (2009), Türk-İslâm Devletleri Tarihi, Düşünce Kitabevi, Bursa.

Tanzimat bir devlet politikasıdır. Bu politikaya bağlı olarak uygulanan zorunlu kültür değişimleri, zamanla Batılı değerler, düşünceler ve bilgilerle birlikte gelişen yeni estetik zevki ve anlayışı toplumda egemen kılmıştır. Fa-kat şu var ki, bütün bu değişimler, her ne kadar bir kısım zihni değişimleri be-raberinde getirse de millî üslûp ve karakteri bütünüyle etkisi altına alamamış-tır. İslâmiyet’le birlikte millî karakter ve üslûp, tevhitçi dünya algısıyla yeni bir şekil almıştır. Dolayısıyla Tanzimat döneminde uygulanan değişim politi-kaları, şiirde bir kısım biçimsel ve tematik değişikliklerin yanında, düz yazıda roman, hikaye, fıkra, tiyatro ve makale gibi yeni türleri ve formları kazan-

Page 18: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

12

dırmıştır. Batı’da gelişen maddeci görüşlere dayalı felsefe okullar, bilim ve sanat anlayışları, din tasavvurları ve algıları zaman içinde Türk aydınını etki-si altına almıştır. Bu etki, doğal olarak zihni değişmi beraberinde getirmiştir. Böylece seküler (dünyevî) konuların ağırlıklı varlığını gösterdiği yeni bir sa-nat anlayışı gelişmeye başlamıştır. Bu yeni anlayış içinde gelişen edebiyat, Batı Kültürü Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı olarak nitelendirilmekte-dir.

Batı Kültürü Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı iki koldan gelişme göste-rir:

1.Devam eden klasik edebiyat,

2.Yeni edebiyat.

Kasideleri, gazelleri, mesnevileri, manzum ve mensur eserleriyle kendine özgü bir dünya anlayışını aksettiren ve klasikleşen İslâm Kültürü Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı, bu dönemde de varlığını korumuştur. Kullanılagelen biçim, form ve zihniyetle eserler telif eden şair ve yazarların var olduğu bir gerçektir. Hatta bu şairlerin bir araya gelerek Encümen-i Şuarâ adıyla bir top-luluk oluşturdukları da bilinmektedir.

Encümen-i Şu’arâ topluluğu hakkında bir araştırma yapınız. Bu şairlerden üçünü zikrediniz.

Yeni edebiyat, klasik edebiyatın aksine, daha çok nesre dayanan, tiyatro, hikâye, makale, fıkra gibi yeni edebî türlerle birlikte, dindışı temalara öncelik veren bir sanat anlayışını ifade eder. Bu edebiyat, eskiye ait unsurların bir kısmını tasfiye eden, yaşatmak zorunda olduğu unsurları ise yaşanan sosyal ve kültürel değişmenin gerektirdiği dil, tema ve form yapısı ile kaynaştıran bir edebiyattır. Bu sebepledir ki, her ne kadar yeni türlere, dil, tema ve forma sahip olsa da içinde eski olarak nitelendirdiği kültürden izler de taşır. Dolayı-sıyla bu dönem de ve daha sonraki dönemler de Türk-İslâm Edebiyatı içinde ele alınıp incelenmesi mümkün olan eserlere sahiptir. Şu halde Türk-İslâm Edebiyatı, Karahanlılar döneminden başlayan ve devam eden bir edebiyattır.

Necla Pekolcay, VI. Millî Türkoloji Kongresi’ne sunduğu “Yahya Kemâl’in Şair Olarak İslâmî Türk Edebiyatındaki Yeri” başlıklı bildirisinde şunları söylemek-tedir:

“Şiir bâzı şahsiyetler için his ve inançları en iyi şekilde anlatma vasıtası-dır. Yahya Kemâl de, bu guruba dâhil etmemiz gereken şahsiyetlerden biri olarak, İslâmî Türk Edebiyatı içinde belirli bir yere sahip olmuştur.

Yahyâ Kemâl'in yetiştiği devrede, İslâmî ve millî kültürün birçok sanat-kârlar üzerindeki te'siri bârizdir. Fakat bu te'sir, bâzılarında sathî, bâzılarında derin izlerle kendini gösterir. Yahyâ Kemâl ikinci tür sanatkârlardandır. Ya-şadığı her an ve yerde, şâirimizin milletini ve dînini hemen dâima hatırladığı, bu meyanda da eski ve yeniyi his ve ifadesiyle mezcettiği görülmektedir. Ay-nı zamanda, onun şiirinin, hakîkat ve hayâlin karıştığı gidiş yolu içinde millî ve dinî duygu da birleşmektedir.

İslâmî konuları, bu hususta sâhib olduğu kültür sayesinde, gereğince sıra-layıp işleyebilen Yahyâ Kemâl, vatanının her parçasına ve milletinin fertleri-ne karşı duyduğu içten sevginin ve millî kültüre vukufunun sâyesinde de, Türk milletini ve Türk vatanını lâyıkı ile tanıtabilmiş, vatan ve vatandaşı kendi öz benliğiyle kaynaştırmıştır. Milletine güvenme ve en zor anlarda bile

Page 19: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

13

ümit, onda dâimâ mevcuttur. Onun için, zaferlerimiz birer cihad sonucudur; aydınlık, ışık timsâlidir.” (Pekolcay:1986, 81)

Tarihi açıdan geniş bir alana sahip olan Türk-İslâm Edebiyatı’nın, edebî eserin içeriği itibariyle sınırlandırılması mümkündür. Bilhassa yeni edebiyat içinde, dinî ve tasavvufi konuları ele alan edebî eserler ve doğrudan doğruya dinî ve tasavvufi konularda yazılmamakla birlikte, tasavvurları, imgeleri ve motiflerinde bu kaynaklardan yararlanan eserler Türk-İslâm Edebiyatı için-de değerlendirilebilir.

Türk-İslâm Edebiyatı’nın Hedefi

Sanat eserinin hedefinin olup olmayacağı konusu tartışmalıdır. Genel olarak edebî eserin, zevke, duygulara hitabeden estetik yönü ile birlikte mesajının da olacağı düşünülmüştür. Bu bakımdan Türk-İslâm Edebiyatı içinde yazılan eserleri iki gurupta ele almak mümkündür:

1. Dinî-tasavvufi bilgiyi, duyguyu ve düşünceyi öğretmek amacıyla yazılan eserler.

Bu guruba giren eserler de kendi içinde ikiye ayrılırlar:

a. Okuyucuda edebî bir zevk ve heyecan oluşturan eserler. Bu eserler, di-nî-tasavvufi bilgiyi, duyguyu ve düşünceyi estetik kaygılarla sunan eserlerdir. Bu eserlere örnek olarak, hilyeler, mevlidler, na’tlar, müna-cat ve tevhidler gibi dinî-edebî türlerin yanında hikemî tarzda yazılan şiirleri de gösterebiliriz.

b. Okuyucuda edebî bir zevk ve heyecan oluşturmaktan ziyade doğrudan doğruya öğretici olan eserler. Bu eserleri didaktik edebî eserler olarak nitelendirmek mümkündür. Bu türden eserlerde temel amaç öğretmek-tir. Dolayısıyla estetik kaygı ikinci planda yer alır. Bu tür eserlere ör-nek olarak, menâsik-i hac, ilmihal kitapları, tarîkat-nâmeler ve bazı ta-savvufi mesnevileri gösterebiliriz.

2. Dinî-tasavvufi verilerden yararlanan edebî eserler.

Bu guruba giren eserler, dinî-tasavvufi kaynaklardan, bilgi ve tecrübeden yararlanan ve bunları söz ve mana sanatları içinde değerlendiren eserlerdir. Bunlar, eskilerin garâmî diye nitelendirdikleri lirik eserlerdir. Temel ilkesi sanattır. Dolayısıyla bir mesaj taşıma niyetinde değildir. Bu türden eserler, dil varlığını, bakış açısını ve kavrayışı geliştirmeleri bakımından önemlidir.

İlahiyat eğitimi ve araştırmalarında Türk-İslâm Edebiyatı’nın önemine ilişkin şu değerlendirmeler önemlidir:

“Dînî Edebî türlere ilişkin yapılan çalışmalar, geleneksel dil formlarını günümüze taşımaktadır. Meselâ münâcâtlara dair çalışmaların, Kelâm ve ta-savvuf araştırmalarına zemin oluşturması beklenir. Osmanlı şairlerinin hemen hepsi münâcât yazmıştır. Bunların her şeyden önce Tanrı tasavvurları, kutsal olanı tasvirleri, hitap formları, varlık ve ahlak felsefesi açısından ilâhî olanı anlama çabaları gibi hususlar dikkat çekicidir. Aynı durum tevhîd ve esmâ-i hüsnâ türleri için de geçerlidir.

Page 20: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

14

Tasavvuf edebiyatı araştırmaları, derûnî dil kazanımına katkı sağlayacak-tır. Derûnî dil, dînî duygunun dilidir. Sûfî şairin sübjektif tecrübeleri, dînî olanı içselleştirmelerine imkân vermiştir. Bu bakımdan derûnî dil, tecrübenin dilidir. Daha doğrusu ilâhiyat araştırmalarında üzerinde durulan ve çözüm-lenmek istenen konular, ne kadar dışarıdan bakarak anlamaya, tahlil ve tenkit etmeye çalışılırsa çalışılsın, o kadar da içten bakmayı gerektirir. İçten bak-mak, tecrübe etmek yahut bir tecrübeden yola çıkarak tahlil ve tasvir etmek-tir. Bu bakımdan her ilâhiyat araştırmacısı, biraz da din felsefecisidir ve ken-dine has bir dil geliştirmek durumundadır. Derûnî dil, bu kendine haslıkla or-taya çıkar. Bu dili, Mevlânâ Celâleddîn er-Rûmî, Yûnus Emre, Sun’ullâh-ı Gaybî gibi bilge şairler üzerinde yapılan çalışmaların izini sürerek öğrenmek mümkündür.” (Kemikli:2009, 50)

Türk-İslâm Edebiyatı ve Diğer Bilimler

Türk-İslâm Edebiyatı kavramının iki boyutu vardır: Birincisi, bu alanda orta-ya çıkan edebî eserleri; ikincisi ise, bu edebî eserleri inceleyen edebiyat bili-mini ifade eder. Edebiyat eseri, her şeyden önce bir sanat eseri olması sebe-biyle, onun kendine mahsus (öznel), sübjektif ve gerçeğimsi (kurgusal) bir di-li varıdır. Bu dil, bilimin araştırmaya, incelemeye ve gözleme dayalı gerçek-lik ifade eden dilinden farklıdır. Edebiyat bilimcileri ve eleştirmenler, bu iki farklı dilin ilişkisini değerlendirmişlerdir. Bazıları bu iki dilin bir araya gele-meyeceğini, dolayısıyla edebî eserin bilimle herhangi bir ilişkisinin olamaya-cağını ileri sürmüşlerdir. Kimi edebiyatçılar ise, edebî eserin ilmi kaynaklar-dan ve bilimsel tespitlerden yararlanacağını söylemişlerdir. Hatta edebî ese-rin, ilmi kanaatleri ve bilimsel sonuçları geniş kitlelere tanıtacağını, ona meş-ruiyet kazandıracağını ve kültürel bir değere dönüştüreceğini düşünenler de vardır.

Edebiyat ve bilim ilişkisine dönük farklı yaklaşımları değerlendirmek için, Mermi Uygur’un İnsan Açısından Edebiyat adlı kitabından Edebiyatta Bilgi başlıklı denemeyi okuyunuz.

Türk-İslâm Edebiyatı, hedefi olan bir edebiyattır. Bilgiye dayalı edebî eserlerin yanında, hikemî tarzda didaktik eserler de yazılmıştır. Kur’an ter-cümeleri, Hadis tercüme ve şerhleri, Siyer-i Nebiler, Mirâciye, Menâsik-i Hac ve Akâidnâme gibi türlerde görüldüğü gibi, doğrudan doğruya İslâmi ilimlerle alakalı edebî eserler yazılmıştır. Bu türden eserlerin, öncelikle Tef-sir, Hadis, İslâm Tarihi, Fıkıh ve Kelâm gibi İslâmî ilimlerin kaynaklarından ve kavramlarından yaralanarak yazıldığı bir gerçektir. Bunlardan başka, gö-rünürde her hangi bir temayı öğretme amacı olmayan lirik şiirler, sosyal ve siyasi konuları tasvir eden eserler, devlet erkânına sunulan kasideler ve aşk hikâyelerini konu edinen mesneviler gibi sanat yönüyle öne çıkan edebî eser-lerde de temel İslâmî ilimlerin ve devrin ilim anlayışının izleri görülebilir. Bu demektir ki, Türk-İslâm Edebiyatı içerisindeki edebî eserlerin bilimlerle iliş-kileri iki açıdan izah edilir:

1. Sanatkâr, dönemin ilimlerini, edebî form içerisinde manzum ve men-sur telif etmiştir.

2. Sanatkâr, dönemin ilim ve bilim anlayışından yararlanmış ve bunların kavramlarını estetik değere dönüştürerek kullanmıştır.

Türk-İslâm Edebiyatı, İslâm ilim ve kültür ortamının içinde doğmuştur. Bu edebiyata hayat veren sanatkârın varlık ve güzellik anlayışı, dünya tasav-

Page 21: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

15

vuru, hayat algısı ve estetik telakkisinde Tasavvuf ve İslâm Felsefesi’nin de-rin izleri görülür. Kur’an ve Hadisler, sanatkârın tercüme, iktibas ve telmih gibi sanatlarla müracaat ettiği temel kaynaklardır. Bu temel kaynaklardan başka, Hz. Peygamber’i, dönemini, ailesini ve dört halifeyi anlatan ve muci-zeleri nakleden İslâm Tarihi (Siyer-i Nebî) ve diğer peygamberlerin hayatla-rını anlatan Kısâsu’l-enbiya türü eserler sanatkârın sıkça başvurduğu kaynak-lardır. Aynı zamanda herhangi bir şiirde, eski kültürlere, efsane ve mitlere ait bilgiler veren tarih ve halk kitapları, dönemin sağlık anlayışını ele veren tıp kitaplarıyla tabiat bilgileri, gelenek ve göreneklerin tasviri, savaş ve cenk bilgisi, atçılık ve okuçuluk gibi devrin spor anlayışını ele veren bilgiler ve ta-rihi hadiselerin izine rastlamak mümkündür. Ayrıca bu dönem eserlerde, ki-mi uydurma (bâtıl) ve doğru (hakîkî) bilgiler içeren kimya, simya, nücûm, zâ-yiçe, reml, sihir, tılsım, kıyâfet ve mûsikî gibi ilimlerin kavramlarını ve bilgi-lerini de bulabiliriz.

Türk-İslâm Edebiyatı’nın metinlerinin bir bölümü, dinî-edebî türler ola-rak bilinen, satır arası veya manzum Kur’an tercümeleri, Kırk Hadis, Hilye-i Şerîf, manzum ilmihal, akaidnâme, Kâbe-nâme, Siyer-i Nebî, Tasavvufnâme ve pendnâme gibi doğrudan doğruya dinî, ahlâkî ve tasavvufî konuları ele almaktadır. Bunlardan başka, cenknâme, sihhatnâme ve kıyâfetnâme gibi ta-rih, sağlık ve ilm-i kıyâfet konularını anlatan eserler de yazılmıştır.

Bu konuyu daha iyi anlayabilmek için kitabınızın 7. Ünitesindeki türler, 9. Üni-tesindeki dinî-edebî türler ve 10. Ünitesindeki Tasavvuf bölümlerini inceleyiniz.

Edebiyat bilimi olarak Türk-İslâm Edebiyatı, hem geleneksel hem de mo-dern bilimlerle ilişkilidir. Edebiyatçı, sanat eserini analiz edebilmek için ese-rin yazıldığı dönemdeki bilgi anlayışını ve ilimleri dikkate almak durumun-dadır. O, analizleri, kendi döneminin dil ve anlayışıyla takdim edebilmek için de filoloji, tarih, coğrafya, sosyoloji, psikoloji ve felsefe gibi bilimlerin kuram ve kavramlarına aşina olmalıdır.

Bu konuda ayrıntılı bir bilgiye ulaşmak için İsmail Çetişli’nin Edebiyat Sanatı ve Bilim (Ankara, 2007) adlı kitabını okuyunuz.

TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI VE İSLÂMLAŞMA

Türkçede İslâmlaşmak, İslâmiyet’i benimsemek, Müslüman olmak, İslâmi-yet’e yönelmek, İslâmî mahiyet kazanmak gibi anlamlara gelir. Sosyolojik bir terim olan İslâmlaşma ise, bireyin yahut toplumun İslâm diniyle tanışma-sı ve bu dinin esaslarını benimsemesi anlamında kullanılan bir kavramdır. Edebiyatın, bireysel ve toplumsal değişmeyi ifade eden İslâmlaşmaya katkısı olmuş mudur? Diğer bir ifadeyle Türk-İslâm Edebiyatının, Türkler arasında İslâm’ın yayılmasında ve benimsemesinde herhangi bir katkısı olmuş mudur? Bu sorular dikkate alınarak Türk-İslâm Edebiyatının eserlerini dört bölümde ele almak mümkündür. Bunlar:

1. İslâm inancının, düşüncesinin ve değerlerinin anlaşılmasını ve öğrenil-mesini sağlayan eserler.

2 .İslâm inancını, düşüncesini ve değerlerini yayma (tebliğ) niyetiyle yazı-lan eserler.

3. Sadece sanatı önceleyen, ancak kullandığı dil, sembol ve mazmunlarla İs-lâm dinine ilginin oluşmasını sağlayan eserler.

Page 22: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

16

4. Herhangi bir dinî sembol ve mazmundan yararlanmayan, sadece estetik değerleri öne çıkartan eserler.

Bu tasnif içerisinde, doğrudan doğruya İslâm inancını, düşüncesini ve de-ğerlerini yayma (tebliğ) niyetiyle yazılan eserler pek azdır. Doğrudan doğru-ya dinî telkin (tebliğ) maksatlı eserlerin yerine, İslâm inancının, düşüncesinin ve değerlerinin anlaşılmasını ve öğrenilmesini sağlayan eserler yazılmıştır. Bu anlamda, Türk-İslâm Edebiyatının ilk ürünü olan Kutadgu Bilig’den baş-lamak üzere pek çok eser adı zikredilebilir. Bir siyâsetnâme olarak da nite-lendirilen Kutadgu Bilig, İslâm ahlakını ve değerlerini sembolik bir dille tak-dim eder. Bunu takip eden Atabetü’l-Hakâyık, baştan itibaren bir ahlak ve değerler kitabıdır.

Dinî-tasavvufî edebiyatın ilk temsilcisi olarak görülen Hoca Ahmet Yesevî’nin hikmet adını verdiği şiirleri, dinî ve tasavvuf yolunu öğretmeyi amaçlayan manzumelerdir. Bununla birlikte hikmetler, ata diye nitelendirilen dervişler ve âşıklar tarafından kopuz eşliğinde ilâhî olarak okunmuştur. Mu-sikîyle şiirin birleşmesi, atanın şamanı andırması bu kültüre aşina olan halkı etkilemiş ve onların Müslümanlığı benimsemesini sağlamıştır. Belki bu özel-liği dolayısıyla hikmetler, dinî düşünceyi ve inancı yayma niyetinde olan edebî eserler olarak nitelendirilebilir.

Ahmet Yesevî’nin şiirleriyle başlayan hikmet geleneğinin günümüzdeki izlerine ilişkin olarak şu adrese başvurabilirsiniz:

http://www.hbektasveli.gazi.edu.tr/dergi_dosyalar/33-231-252.pdf

Hikmet geleneği, Anadolu’da Yunus Emre’nin sehl-i mümtenî üslûbuyla söylediği şiirlerle yeni bir tarza bürünmüştür. Yunus Emre, halkın kolayca okuyup anlayacağı bir dille yazmıştır. Bu yüzden de yazılı edebiyatı olduğu kadar, belki de ondan daha çok sözlü edebiyatı da etkilemiştir. Böylece Yu-nus tarzı yahut Yunus üslûbu adı verilen bir edebî anlayış ortaya çıkmış ve Yunus Emre pek çok şair tarafından taklit edilmiştir. Yunus ve takipçilerinin şiiri, dinî-tasavvufi düşüncenin ve inançların Anadolu ve Rumeli’de yaygın-lık kazanmasını sağlamıştır.

İslâm inancının, düşüncesinin ve değerlerinin anlaşılmasını ve öğrenil-mesini sağlayan eserleri içeren dinî edebî türlerin her biri, aynı zamanda dinin yayılmasına da katkı sağlamıştır. Bunlardan farklı olarak sözlü ve yazılı ede-biyat içerisinde gelişen ve halk irfanını besleyen Dede Kokut Hikâyeleri, Hz. Ali Cenknâmeleri, Hamzanâmeler, Battal-nâmeler, Fütüvvetnâmeler, Menâkıbnâmeler, Sohbetnâmeler ve gaza fikrini oluşturan bazı gazavatnâmeler de İslâm ahlak ve değerlerini aktaran eserlerdir. Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî (ö. 1273)’nin Mesnevi’si, Âşık Paşa(ö.1333 )’nın Garibnâme’si, Süleyman Çelebi (ö. 1422)’nin Vesiletü’n-necat’ı, Yazıcızâde Muhammed Bîcân (ö.1451)’ın Muhammediye’si ve Eşrefoğlu Rûmî (ö. 1484)’nin Müzekki’n-Nufûs’u gibi eserler, dinî-tasavvufi düşünceyi geliştiren ve halk irfânını besleyen eserlerdir.

Sanatı öncelemekle birlikte kullandığı dil, sembol ve mazmunlarla İslâm dinine ilginin oluşmasını sağlayan eserler de yazılmıştır. Leylâ vü Mecnûn, Mantıku’t-Tayr, Gül ü Bülbül, Şem ü Pervâne, Bülbülnâme ve Hüsn ü Aşk gibi eserler; sanat ve estetik özellikleri öne çıkan eserlerdir. Bu eserlerde ele alınan konu, tasavvuf düşüncesinin aşk ve güzellik anlayışından; sabır, yal-nızlık, çile ve gaye gibi idealizmi besleyen fikirlerinden yararlanılarak oluştu-rulan alegorik sembollerle sunulmuştur. Türk-İslâm Edebiyatının en seçkin

Page 23: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

17

eserleri olan bu türden aşk mesnevileri, İslâm sanatına ve dolayısıyla İslâm düşüncesine ilginin oluşmasını sağlamıştır. Bunlardan başka Hayriye gibi, sanat ve estetik yönü hikmetle buluşturan öğretici eserlerin de bu ilgiyi geliş-tirdiği söylenebilir.

Görüldüğü gibi, Türk-İslâm Edebiyatı, İslâm dininin anlaşılmasını, kav-ranmasını ve yayılmasını sağlayan eserlerin yazıldığı bir edebiyattır.

Özet

Din ve edebiyatı ilişkilendirebilmek.

Dile bağlı bir sanat olan edebiyat, başlangıçta dinî törenlerde ortaya çıkmıştır. Zamanla dindışı konulara doğru kayan edebiyat sanatının, dinî duygu ve tec-rübeye olan ilgisi hiçbir zaman bitmemiştir. Din dili, edebiyat ve şiir dilini beslemiştir. Edebiyat da dinî düşünce, inanç ve değerlerin tanıtılması, anla-şılması ve öğretilmesi için imkanlar sunmuştur.

Türk-İslâm Edebiyatının tanımlayabilmek.

Türk tarihi içerisinde en önemli hadiselerden birisi İslâmlaşmadır. İslâmlaş-ma, millet olarak yaşanan toplumsal ve kültürel değişimi ifade eder. Bu deği-şimle birlikte Türkler, yeni bir kültür coğrafyasının içine girmişlerdir. Türk-İslâm Edebiyatı, İslâm öncesi gelişen millî edebî formların yanında, içine gi-rilen İslâm kültür coğrafyasının estetik değerleri, güzellik ve varlık anlayışı, bilgi telakkisi, dil zenginliği ve mûsikîsinden yararlanılarak ortaya çıkarılan edebiyattır.

Türk-İslâm Edebiyatının kapsamını açıklayabilmek.

İslâmlaşma sonrası edebî hayatı ifade eden Türk-İslâm Edebiyatı, Karahanlılar devrinde Yusuf Has Hacib’in kaleme aldığı Kutadgu Bilig ile başlamıştır. Tanzimat sürecinde Batı tarzı yeni bir edebiyat arayışının başlan-dığı dönemlerde, bu arayışlara uygun olarak form değiştirmiş ve günümüze değin devam etmiştir. Bu kronolojik süreklilikle birlikte, edebî eserin içeriği esas alınarak alanın sınırlandırılması mümkündür. Buna göre, dinî ve tasav-vufi konuları ele alan edebî eserler ve doğrudan doğruya dinî ve tasavvufi konularda yazılmamakla birlikte, tasavvurları, imgeleri ve motiflerinde bu kaynaklardan yararlanan eserler Türk-İslâm Edebiyatı içinde değer-lendirilmektedir.

Türk-İslâm Edebiyatının diğer bilim dallarıyla ilişkisini belirleyebilmek.

Edebî eserler yazıldığı dönemlerin bilimlerinden, kültür ve sanat anlayışından etkilenirler. Edebiyat dili bu etkiyle oluşan bir dildir. İslâm ilim, kültür ve sa-nat ortamının içinde doğan Türk-İslâm Edebiyatı, Tefsir, Hadis, Tasavvuf gi-bi temel dinî ilimlerin yanında, kimya, simya, nücûm, zâyiçe, reml, sihir, tıl-sım, kıyâfet ve mûsikî gibi ilimlerden de yaralanmıştır. Bu alanları tanım-layan, anlatan ve çözümleyen bazı temel eserler, aynı zamanda birer edebî eserdir.

Türk-İslâm Edebiyatı, bir edebiyat bilimi olarak, hem geleneksel hem de modern bilimlerle ilişkilidir. Bu edebiyat içinde üretilmiş olan sanat eserini analiz edebilmek, eserin yazıldığı dönemdeki bilgi anlayışını ve bilimleri ta-

Page 24: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

18

nımayı gerekli kılar. Ayrıca filoloji, tarih, coğrafya, sosyoloji, psikoloji ve felsefe gibi bilimlerin kuram ve kavramlarının da bilinmesi analiz ve değer-lendirmeleri sağlıklı kılacaktır.

Kendimizi Sınayalım

1. Aşağıdakilerden hangisi İslâmlaşma Öncesi Türk Edebiyatında şair kav-ramını karşılamaz?

a. Kam

b. Uluğ

c. Ozan

d. Bahşı

e. Oyun 2. I- Mecaz

II- Tenasüp

III- İrsâl-i mesel

IV- Teşbih

İslâm Öncesi Türk Edebiyatında bir tür olan sav, yukarıdakilerden hangi edebî sanatın oluşmuna katkı sağlamıştır?

a. Yalnız I

b. Yalnız II

c. Yalnız III

d. Yalnız IV

e. I-II-III-IV 3. Aşağıdaki edebî eserlerden hangisi İslâmî ilimlerle doğrudan ilgili değil-

dir?

a. Kıyâfet-nâme

b. Tasavvuf-nâme

c. Mirâciye

d. Akâid-nâme

e. Siyer-i Nebî 4. Türk-İslâm edebiyatı hangi dönemde klasik hâle gelmiştir?

a. Babürlüler Dönemi

b. Selçuklular Dönemi

Page 25: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

19

c. Osmanlılar Dönemi

d. Karahanlılar Dönemi

e. Beylikler Dönemi 5. Aşağıdaki şairlerden hangisi doğrudan İslâm’ı yayma niyetiyle hikmetler

yazmıştır?

a. Yunus Emre

b. Hakim Süleyman Ata

c. Süleyman Çelebi

d. Aşık Paşa

e. Hacı Bektâş-ı Velî

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı

1. b Yanıtınız doğru değilse, “Din ve Edebiyat” konusunu yeniden okuyunuz.

2. c Yanıtınız doğru değilse, “Türk-İslâm Edebiyatı” konusunu yeniden okuyunuz.

3. a Yanıtınız doğru değilse, “Türk-İslâm Edebiyatı ve Diğer Bilimler” konusunu yeniden okuyunuz.

4. c Yanıtınız doğru değilse, “Türk-İslâm Edebiyatının Kapsamı” ko-nusunu yeniden okuyunuz.

5. b Yanıtınız doğru değilse, “Türk-İslâm Edebiyatı ve İslâmlaşma” konusunu yeniden okuyunuz.

Sıra Sizde Yanıt Anahtarı

Sıra Sizde 1

Tanzimat’ın, sözcük anlamı "düzenlemeler, reformlar" demektir. Tarihi bir kavram olarak, Osmanlı İmparatorluğu'nda 1839’da Gülhane Hatt-ı Şerif'inin okunmasıyla başlayan modernleşme ve yenileşme döneminin adıdır. Sıra Sizde 2

Türkler’in kitleler halinde İslâm’a girmesi, Talas Muharebesi ya da Talas Meydan Muharebesi adıyla bilinen savaştan sonra olmuştur. Talas Muha-rebesi, 751 yılında bugünkü Kırgızistan sınırları civarında, Abbasîler ve müt-tefiki olan Karluklar ile Çinliler’e karşı yapılan bir muharebedir. Türkler bu savaşta Müslümanlığı yakından tanıma fırsatı bulmuştur. Bu sebeple Talas Muharebesi, çoğu tarih kaynağında Türkler’in Müslümanlığı kabul etmesi konusunda başlangıç noktası olarak kabul edilir.

Page 26: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

20

Sıra Sizde 3

Hz. Peygamber’in şairleri şunlardır: Hassan b. Sabit El-Ensârî, Ka'b b. Zuheyr b. Ebî Sulmâ ve Abdullah b. Revaha. Sıra Sizde 4

Cumhuriyet döneminde Türk-İslâm edebiyatının temalarını kullanarak şiir yazan pek çok şair vardır. Bunlardan bir kaçını zikredebiliriz: Mehmet Akif Ersoy, Yahya Kemal, Necip Fazıl Kısakürek, Arif Nihat Asya, Asaf Halet Çelebi ve Sezai Karakoç. Sıra Sizde 5

Encemün-i Şuarâ, Tanzimat’la birlikte başlayan yeni arayışlara karşı klasik edebiyatı canlandırmak ve yenilemek isteyen şairlerin oluşturduğu edebî bir topluluktur. Hersekli Ârif Hikmet Bey’in evinde her hafta toplanan Encümen üyelerinin şiirleri okunur, değerlendirmeler yapılırdı. Dönemin öne çıkan pek çok şairi bu topluluğa katılmıştır. Özellikle Hersekli Arif Hikmet’ten başka, Leskofçalı Galib ve Tanzimat döneminin ünlü şairi Namık Kemal bu toplu-lukta temayüz eden şahsiyetlerdir.

Yararlanılan Kaynaklar

Banarlı, N. S. (1987), Resimli Türk Edebiyatı Tarihi I, MEB Yayınları, İs-tanbul.

Eliot, T.S. (1990), Edebiyat Üzerine Düşünceler, (Çev. S. Kantarcıoğlu), KB Yayınları, Ankara.

Kemikli, B. (2009), “İlahiyat Araştırmaları: Dil ve Edebiyat”, Türk Bilim-sel Derlemeler Dergisi, II, 1, Bahar, Ankara, s. 45-50.

Köprülü, M. F. (1989). “Türk Edebiyatı’nın Menşe’i”, Edebiyat Araştırma-ları 1, Ötüken Yayınları, İstanbul.

Köprülü, M. F. (1986). Türk Edebiyatı Tarihi, Ötüken Yayınları, İstanbul.

Levent, A.S.(1962),Ümmet Çağı Türk Edebiyatı, DİB Yayınları, Ankara

Okay, O. (1994). “Edebiyat”, Diyanet İslâm Ansiklopedisi, 10, İstanbul, s. 395-397.

Pekolcay, N (1986), İslâmî Türk Edebiyatı Metinlerini Tetkik Metodları, Marmara Üniversitesi Yayınları, İstanbul.

Turhan, M. (1987), Kültür Değişmeleri, MÜİF Yayınları, İstanbul.

Page 27: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

21

Page 28: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

22

 

 

Amaçlarımız

Bu üniteyi tamamladıktan sonra;

• Kaynak kavramını tanımlayabilecek,

• Türk-İslâm Edebiyatının kaynaklarını sıralayabilecek,

• Türk-İslâm Edebiyatının muhtevasını açıklayabilecek,

• Türk-İslâm Edebiyatının özelliklerini ayırt edebileceksiniz.  

Anahtar Kavramlar

• Kaynak

• Muhtevayı belirleyen kaynaklar: Kur’an, Hadis, Kısas-ı Enbiya, Tasav-vuf.

• Metinlerin kaynakları: Divan, mecmua, cönk, vs.

• Araştırma kaynakları: Tabakat, Tezkiretü’ş-şuarâ.  

Öneriler

Bu üniteyi daha iyi kavrayabilmek için okumaya başlamadan önce:

• Ömer Faruk Akün, “Divan Edebiyatı”, TDV. İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1994, IX, 389.

• M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1980, s. 5.

• Mustafa Uzun, “Kur’an ve Edebiyat (Türk Edebiyatı), Kur’an ve Tefsir Araştırmaları II, İstanbul 2001, s. 21-38.

• Mustafa Uzun, “Kur’an (Edebiyat)” DİA, XXVI, 414-417.

Page 29: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

23

GİRİŞ

Türk-İslâm edebiyatının kaynakları üç alt başlık altında ele alınmaya müsa-ittir. Bunu Türkçe’de kaynak kavramına bir terim olarak verilen manalardan çıkarmak da mümkündür.

Türk-İslâm edebiyatının kaynaklarından ilk kısmını, bu edebiyata genel özelliklerini ve muhtevasını veren kaynaklar meydana getirmektedir. İkin-cisi, edebî metinlere ulaşmada başvurulacak başlıca kaynaklar olan di-van, mecmua ve cönk vs. gibi yazma ve matbu eserlerdir. Üçüncü kısım ise Türk-İslâm edebiyatı araştırmalarında, bir başka deyişle bu edebiyatı ta-nımak, öğrenmek ve doğru biçimde günümüze aktarmak için yapılacak araştırma ve çalışmalarda başvurulacak kaynaklardan oluşmaktadır. Bu son kısma giren eserler için her tür araştırmada rastlanılan bibliyografya, kaynakça, müracaat eserleri ve başvuru kaynakları gibi terimler kullanıl-dığını hatırlamakta fayda vardır.

TÜRK-İSLÂM EDEBİYATINA MUHTEVASINI VE ÖZELLİKLERİNİ VEREN KAYNAKLAR

Türk-İslâm edebiyatına sahip olduğu özellikleri, bir başka deyişle muhte-vasını veren kaynakları incelemeden önce, edebiyatla dinin irtibatını ele alan ilk ünitedeki bilgileri yeniden hatırlamakta fayda vardır. Bu alâka dinin ede-biyat üzerindeki derin ve köklü etkisini yeterli bir biçimde ortaya koyduğun-dan konuyu, Türk edebiyatı üzerinde İslâm dininin ne derecede etkili olduğu noktasından incelemeye başlayabiliriz.

Türklerin müslüman olmalarından itibaren İslâm kültür ve medeniyetinin birleştirici, bütünleştirici etkisi altında ortaya çıkan İslâm medeniyeti tesiri al-tındaki Türk edebiyatı, yuvarlak bir hesapla on asra yakın süren en uzun dev-re olmuştur. Bu devrede ortaya konan bütün edebî ürünlerin değişik mâhiyet ve nisbetlerde bu etkiyi taşıdığı, Türk edebiyatını adlandırmak için kullanılan bazı isimlendirmelerde de açıkça görülmektedir.

Türk Edebiyatının İslâmiyet’in kabul edilişinden sonraki dönemi, bir ders olarak yer aldığı Yüksek İslâm Enstitüleri programında İslâmî Türk Edebi-yatı, son yirmi yıldan bu yana İlâhiyat Fakülteleri programındaki adıyla Türk-İslâm edebiyatı şeklinde anıldığı gibi edebiyat fakültelerinde Divan

Türk-İslâm

Edebiyatının Kaynakları

Page 30: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

24

edebiyatı, Eski Türk edebiyatı, Klasik Türk edebiyatı, Osmanlı edebiyatı v.b. isimlerle anılmıştır.

Bu adlandırılmalar arasında, Türk edebiyatının İslâmî karakterini açık bir surette ortaya koyacak ve konumuza ışık tutacak en güzel ifade, edebiyat araştırmacısı Nihat Sami Banarlı’ya aittir. Banarlı, bu devreyi “İslâm Mede-niyeti Çağlarında Türk Edebiyatı” genel başlığı altında, İslâmî Türk Ede-biyatı olarak adlandırmıştır. (bk.Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1971, I, 81, 127.)

Pek çok başka araştırmacı tarafından da kabul gören bu değerlendirmeler ve isimlendirme, İslâm medeniyetine ve milletlerine olduğu gibi bu edebiyata da hayat veren en önemli kaynağın İslâm dini ve onun birinci derecede kay-nağı olan Kur’ân-ı Kerîm olduğunun da ifadesi demektir. Nitekim Banarlı bunu, “bu edebiyatın ilim ve fikir kaynağı başlangıçta tamamiyle Kur’an’dır. Devrin ilim ve tefekkür hayatı da esasen aynı kaynaktan nemâ-lanmıştır” cümleleriyle (age., I, 102) açıklamaktadır.

Ayrıca, Tanzimat’tan beri itham ve redde başlanmış olmakla birlikte, özellikle Osmanlı devletinin tarihe karışmasından sonra, çoğu kere karalayıcı, küçümseyici veya reddedici maksatlarla yapılan adlandırmalardan biri de bu edebiyatın varlığını sürdürdüğü devrin bir ümmet çağı olduğu fikrinden hare-ketle “Ümmet Çağı Türk Edebiyatı”dır. Farklı bir hareket noktasına da-yanmakla birlikte bu isimlendirme, Türk Edebiyatının bu en zengin devresi-nin, İslâm dini ve İslâm ümmetinin müşterek değerlerinden kaynaklana-rak var olmuş bir edebiyat olduğunu kesin bir açıklıkla ortaya koymak-tadır.

Nitekim, ismi ilk defa ortaya atan ve aynı adla bir kitap yazan Agah Sırrı Levend de eserinde: “Ümmet çağı Türk edebiyatı İslâm dininin ortaya koy-duğu hükümlere dayanır. Eski metinlerde hemen hiçbir sayfa yoktur ki, içinde Kur’an’dan bir âyet, Peygamber hadisinden bir cümle bulunmasın ve düşün-celer bunlara bağlanmış olmasın. Tefsir, Kelâm, Fıkıh gibi İslâmî bilimler kültürün dayanağıdır. İman ve itikad, toplumun başlıca özelliği olarak göze çarpar” diyerek (Ümmet Çağı Türk Edebiyatı, Ankara 1962, s.VII, 3). adını koyduğu edebiyatın en belirgin vasıflarını açıklıkla aktarmıştır.

Türk edebiyatının, daha doğru ifadeyle eski edebiyatımızın dinî mahiyeti ve muhtevasını daha isabetle anlamak için bir de ona hususiyetlerini kazandı-ran, muhtevasını belirleyen kaynaklar açısından bakmak gerekmektedir.

1. Türk Edebiyatına Şekil ve Muhtevasına Ait Özelliklerini Kazandıran Kaynaklar

Bunların en önemlilerinden biri, Doç. Dr. Neclâ Pekolcay’dır. Bu adı Yüksek İslâm Enstitülerinde okutulmak üzere yazdığı iki ciltlik bir eserle, daha belli bir alanı ifade etmek üzere kullanarak temellendirmişti: İslâmî Türk Edebiya-tı (İstanbul 1967-1972). Sonraki yıllarda birçok baskı yapan İslâmî Türk Edebiyatında Neviler (İstanbul 1981) ve ardından gelen İslâmî Türk Edebiya-tı Metinlerini Tetkik Metodları (İstanbul 1982) gibi eserleriyle bu kavramı, Türk Edebiyatı literatürüne daha kuvvetle yerleştirmiştir. Enstitü yıllarında olduğu gibi müesseselerimizin İlâhiyat Fakültesine dönüştürülmesinin ilk yıl-larında da bu ad kullanılmış olmakla birlikte bilahare Türk-İslâm Edebiyatı şeklinde değiştirilmiştir.

Page 31: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

25

Eski Türk edebiyatının kaynakları genellikle dinî ve din dışı olmak üzere iki-ye ayrılarak incelenmektedir. Ancak, İslâm dini toplumu, hayatı ve değerleri bütünüyle kuşatıcı olduğundan edebiyatı etkileyen unsurların, doğrudan dinî olanlar ve doğrudan dini olmayanlar şeklinde tasnifi daha isabetlidir. Şimdi bunları ana hatlarıyla ele alabiliriz.

A) Doğrudan Dinî Kaynaklar:

İslâm dininin ve kültürünün Türk Edebiyatına kaynak olmak bakımından önemi, araştırıcıların bu edebiyatın kaynaklarını dinî ve din dışı olarak iki bö-lümde ele almasında da görülmektedir: Dini kaynakların başında gelen Kur’ân-ı Kerîm, bu edebiyatın şekle ait birtakım özelliklerinden, muhteva-sına ve bazı türlerin ortaya çıkışına kadar hemen her alanda esas vasfını veren ana kaynağı olmuştur. Hadis veya sünnet-i nebevî, kısas-ı enbiya ve buna bağlı olarak eski kavimlerle ilgili tarihi bilgilerle, tasavvuf şeklinde sıra-lanabilecek olan diğer doğrudan dini kaynaklar da yine Kur’an’la yakın irti-batlı ve ondan doğup gelişmiş alanlarlardır.

Dikkat edilirse Türk edebiyatının ilk iki kaynağı, aynı zamanda fıkıh lite-ratüründe edille-i şer’iyye olarak adlandırılan dört ana kaynağın da ilk ikisi olmaktadır. Son iki kaynak ise, bütün İslâmî ilimler gibi esas olarak Kur’andan doğmuş ve sonraki asırlarda başka menbalardan elde edilen bilgi-lerle gelişip zenginleşmiş sahalardır. Ayrıca bu kaynakların tamamı Türk Edebiyatında manzum ve mensur olarak kaleme alınmış eserlere sadece mal-zeme temin etmek, muhtevalarını, aydınlatıcı ve yönlendirici bilgilerle zen-ginleştirip beslemekle kalmamış, bunların estetik yönünün oluşmasında da başvurulacak esasları belirlemiştir.

Şimdi bunları teker teker inceleyebiliriz

1. Kur’ân–ı Kerîm

Yukarıda da ana hatlarıyla işaret edildiği üzere Kur’ân-ı Kerîm, İslâmî Türk edebiyatına şeklinden, muhtevasına, sanat değerinin belirlenmesini sağ-layan edebi sanatlarla (belâgat) ilgili ölçülerinden, bazı türlerin doğma-sına kadar hemen her alanda esas vasfını veren birinci ve en önemli kay-naktır. Ayrıca Kur’an’ın belâgat yönüyle fevka’l-beşer, üstün bir îcaza sahip olması, onu rehber edinen toplumların edebiyatları için de her yönüyle en seçkin örnek kabul edilmesini sağlamıştır.

Öncelikle belirtmek gerekirse, Kur’an geniş ve zengin muhtevasıyla İs-lâmî Türk Edebiyatının hemen bütün malzemesini teşkil etmiştir. Bunun boyutlarını anlamak için Kur’an’ın Türk kültüründe yer etmiş en kapsamlı tanımına kulak vermek açıklayıcı olacaktır. Aslında bağlamı farklı olmakla birlikte halkın, Kur’an’ın muhteva bakımından hudutlarının genişliğini an-latmak için bizzat bu ilâhî kitaptan aktardığı “kuru ve yaş her şey bu apaçık kitapta mevcuttur” şeklindeki kapsayıcı bir ifade (el-En’am 6/59) dikkat çe-kicidir. Bu tanımlama, hayatını, ilim, kültür ve sanatını Kur’an’a göre şekil-lendirmeyi hedef alan müslüman topluluklar arasında özellikle de, müslüman Türk halkının hayatında ve kültüründe ilâhî kitabın ne kadar çok yönlü ve ku-şatıcı bir yeri olduğunu en kapsamlı v şekilde ortaya koymaktadır. Tabii ola-rak edebiyat ve sanat da bu geniş çerçevenin derin etkisi içinde kalmış ve on-dan büyük ölçüde faydalanmış ve edebî metinlerde yer verdiği kâinat, mah-

Page 32: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

26

lûkat, geçmiş ümmet ve milletler, onların peygamberleri ile başlarından geçmiş olaylar, ibret verici kıssalar v.b. gibi hemen bütün malzemeyi bu kaynaktan derleyip işlemiştir.

Kur’an ayrıca, Türk edebiyatının günümüz ifadesiyle edebî sanatlar, eski ve özel ifadesiyle de belâgat anlayışını temellendirmiştir. Çünkü Arap dilinin belâgati, aslında kendisi de bir söz mucizesi olan Kur’ân-ı Kerim’den, onu daha iyi anlama zaruretinden doğmuş, belâgat ilmi en güzel örneklerini ilâhî kelâmın eşsiz ifadelerinden oluşturmuştur. Nitekim Osmanlı-Türk dünyasın-da belâgat eğitimi, Cevdet Paşa’nın Belâgat-i Osmaniyye’yi (İstanbul 1209) kaleme alarak ilk defa klasik İslâm belâgatini tam kadrosuyle veren ve örnek-leri Türkçe olan bir eser ortaya koymasına kadar, asırlarca hem Arapça hem de misalleri Kur’an’dan ve Arap edebiyatından derlenmiş eserlerin telifi, şerh, haşiye ve talikatlarının yazımı ve okutulmasıyle gerçekleştirilmiştir.

Kur’an’ın Türk dili tarihi bakımından çok önemli olan bir başka etkisi de, Türkçe Kur’an tercümeleri sebebiyle ortaya çıkmıştır. Bu alanda oldukça ge-niş bir malzeme ve bilgiye sahip olduğumuzu, bunu da Kur’an’a borçlu oldu-ğumuzu belirtmeliyiz.

Türkçe Kur’an tercemeleri ve bunların Türk dili ve edebiyatı bakımından önemi hakkında geniş bilgi için bu konuda kıymetli araştırmalar yapmış olan Abdülkadir İnan’ın Makaleler ve İncelemeler (Ankara 1991, s.128-186) adlı eserine bakılmalıdır.  

Elde mevcut en eski yazmaları on üç ve on dördüncü asırlara ait olan ve XI. yüzyılda tercüme edilmiş bu metinler, özellikle Türk dilinin kelime kad-rosu ve gramerine ait zengin araştırma alanlarından birini, “Türkçe Kur’an Tercümeleri” sahasını teşkil etmektedir. Bu arada, son yıllarda belirli bir ilgi-ye mazhar olsa da henüz yeterince incelenmemiş bir diğer alan olarak Türkçe tefsirlerin de aynı öneme sahip oldukları, araştırmacıların ilgisini bekledikleri belirtilmelidir.

Ferişteoğlu ve Kanun-ı İlâhî vb. gibi Kur’an lügatleri de yine Kur’an’ın etkisiyle, onu en iyi şekilde anlama niyetinden ortaya çıkmış ve Türk dili ta-rihi bakımından eski ve değerli malzemelerin bir araya toplanmasına imkân vermiştir.

Edebiyatımıza kazandırdığı başlıbaşına manzum tür ve eserlere geçmeden önce Türk nesrinde Kur’anın örnek alınışına da dikkat çekmek gerekmekte-dir:

Eski Türk edebiyatında inşâ adıyla anılan nesir dilinde Kur’anın, cümle kuruluşundan metnin örgüsüne kadar geniş bir etkiye sahip olduğu görülmek-tedir. Nitekim “sözlerin en güzeli” olan bu mukaddes ve taklid edilemez ör-nek ana özellikleriyle Türk nesrine aktarılarak ta Dede Korkut Hikayele-ri’ndeki sade nesirden başlayarak, Sinan Paşa ve emsâli gibi büyük sanatkâr-lar elinde çok âhenkli ve zevkle okunup-dinlenen eserler vermiştir. Banarlı bunun sebebini, “Kur’an diliyle daha iyi anlaşan ve sözün mûsıkîleşmesinden büyük zevk alan Anadolu Türkçesi’nin Türk halk edebiyatındaki kafiye ve ali-terasyon an’anesinden istifade etmesidir.” şeklinde açıklayarak, Kur’an âyet-lerindeki ahengin en önemli unsurunu teşkil eden fasılaların seci adıyla Türk-çe cümlelerin iç yapısıyla sonlarındaki ahenge etkisinden kaynaklandığını izah etmektedir.

Page 33: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

27

Kur’an’ın Türk nesri üzerindeki bir başka önemli etkisi de âyetlerin asıl ibâreleriyle Türkçe’nin cümle yapısına girmiş olmasıdır. İktibas, istişhad de-nilen edebî sanatlara başvurarak manayı en güzel, en kuvvetli ve etkileyici biçimde kullanılma olarak vasıflandırılacak bu anlayış Kutadgu Bilig’in mu-kaddimesiyle başlayıp Rabgûzî’nin Kısasü’l-enbiyâ’sı ile gelişerek Anadolu sahasında Behçetü’l-hadâik, Merzuban-nâme, Tazarru’ât gibi eserlerle ge-lişmiştir. Hatta Veysî ve Nergisî’den Namık Kemal, Muallim Nâci ve Ziya Paşa’nın eserlerine kadar her devirde çeşitli örnekleri görülen bu ifade tarzı, mânayı en güzel ve kesin bir şekilde anlatmak bakımından önemlidir.

Kur’an’ın Türk şiir ve nesrine kazandırdığı bu ifade tarzının daha iyi an-laşılması için şu örnekler izerinde düşünmek yeterlidir:

“Hâk-i pâyin olduğum gördü dedi kâfir rakîb

Taş ile bağrın döğüp ‘yâ leytenî küntü türâb”

beytinde “aşığı sevgilisinin ayağı altındaki toprak olarak gören kâfir rakibin” kıskançlığını ve pişmanlığını ifade için, tıpkı Nebe Sûresindeki (78/40) âyette yer alan, kıyamet gününde, dünyadayken yaptıklarına pişman ‘kâfirler gibi’ taşlarla bağrını döğüp ‘keşke toprak olaydım’ diye döğünmesini ifade eden ‘yâ leytenî küntü türâb’ kısmı vezne uygun bir şekilde mısraa yerleştirilerek beytin mânası te’kid edilmiş, itiraza yer kalmayacak şekilde kuvvetlen-dirilmiştir.

“Nağme-i bülbül yine remz eyledi gülşende kim

Hâzihî cennâtü adnin fe’dhulûhâ hâlidîn”

beytinde Ahmed Paşa, Tâhâ sûresindeki (20/76) ‘cennâtü adnin / adn cen-netleri’ kelimelerinin başına Arapçada ‘bu’ mânasına gelen ‘hâzihî’ kelime-sini eklemiş, ardından da ‘fe’dhulûhâ hâlidîn / ebedî olarak kalmak üzere oraya girin’ mânasında Zümer sûresinde yer alan (39/73) âyetin bir parçasını öncekiyle birleştirerek son beyti meydana getirmiştir. Böylece Sultan Bâyezid için yazılmış olan bu bahariyyedeki beytin mânası “Bahar geldiğin-de gül bahçesinde öten bülbüllerin nağmeleri ‘işte bu bir cennet bahçesidir. Haydi oraya girin ve ebedî olarak kalın’ mânasını vermektedir” demek olur.

Kur’an âyetleri beyitlerde bazan sadece meâlen veya mânaya telmih ola-rak, bazan “rahmet âyeti, fetih âyeti, secde âyeti” gibi isimleriyle, bazan “tâ-hâ, ve’l-leyl, ve’d-duha, yâsîn, kevser, ihlâs, Yusuf, neml” gibi sûre adla-rıyla, bazan da “elif lâm, elif lâm mîm, nûn ve’l-kalem” gibi sûre başların-da yer alan ve mukattaât denilen, rumuzlu mânalar taşıyan harflerin anılma-sıyla, bazan ise sadece mânalarının iktibasları sûretiyle yer almıştır.

Aydınlı Dede Ömer’in tevşih olarak bestelenmiş meşhur na’tinin makta beyti olan:

“Ve’d-duhâ virdine ve’l-leyl okuram sünbülüne

Rûşenî virdi budur küllü gadâtin ve aşiy”

beytinde adları zikredilen Duhâ (93) ve Leyl (92) sûrelerinde Hz. Peygam-ber’in İslâmiyet’i insanlara getirişi karanlıktan aydınlığa geçişe benzetilerek anlatıldığından, şair tarafından da ismen beyte yerleştirilmiştir. İkinci mısraın sonundaki Arapça cümle ise “küllü” kelimesi hariç En’am (6/5) ve Kehf

Page 34: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

28

(18/28) sûrelerinden kısmen iktibas edilmiş âyet parçalarıdır. Nesîmi’nin bir na’tindeki:

“Vasfını ve’n-necmi, ve’ş-şemsi, tebârek söyledi

Şânına Tâ-hâ vü Yâ-sîn geldi Hak’dan beyyinât”

beytinde ise Hz. Peygamber’le alâkalı belli başlı sûre adları zikredilerek onun vasıflarının, isimleri anılan sûrelerde topluca anlatıldığı ifade edilmek isten-miştir.

Türk-İslâm edebiyatının en zengin türlerinden biri olan Tevhidler ile Münacaatlar hakkında ileride geniş bilgi verileceğinden şu kadarını söyle-yebiliriz. Bu türler, özellikle tevhid Kurân’ın tebliğ ettiği ana fikirden doğ-muştur. Yani doğrudan Kur’andaki Allahın varlığı, birliği, esmâ ve sıfatı ile bunları kâinattaki tezahürleri karşısında insanın aczi ve Allah’a sığınması, dua ve münacatta bulunması hakkındaki âyetlere dayanmakta, bunların mana ve lafızlarından hareketle şair ve ediplerin hayal-hanelerinden süzülerek bes-lenen estetik unsurlarla lafza aktarılmış, nazma yahut nesre çekilmiştir.

Kur’an hakkında, bu mukaddes kitabın tanınması, sevilmesi, emir, yasak ve tavsiyelerinin benimsenmesi hakkında kaleme alınmış müstakil manzume-ler de bir hayli yekûn tutar. Bu şiirler Kur’an’ın bizzat kendisi hakkında sa-natkârın muhayyilesine ilham ettiği düşüncelerin edebiyatımızın estetik ölçü-leriyle harmanlanmasından doğmuştur.

İsmail Safa’nın:

“Bir şâhika balasına inseydi kitabın

Ey kahir-i mübdi’

Eylerdi serâpâ cebeli havf-i hitâbın

Hâşi’, Mütesaddi’

mısralarıyla başlayan Kitabullah şiiri bunların son devirde kaleme alınmış en güzellerinden biridir. Şair bu mısralarda Haşr suresinin (59) 21. âyetini naz-men ve çok güzel bir şekilde tercüme etmiş, ayetteki hâşi’ ve mütesaddi’ ke-limelerini son mısraya ustaca yerleştirerek güzel bir iktibas örneği de vermiş-tir.

Mehmed Âkif’in yayımlanan ilk şiirlerinden biri:

Ey nüsha-i cânı ehl-i dînin

Ey nâsih-i şânı münkirînin”

mısralarıyla başlayan 28 beyitlik Kur’ân’a Hitab’tır. Bu şiiri dışında seçtiği âyetlerin mânasını müstakil manzumeler halinde nazma çekerek bu tarzı ge-liştiren Mehmet Âkif, Safahât’ında bu tarz bir çok şiire yer verdiği gibi, pek çok beytinde de Kur’anı anlatan, geleneksel çizgide beyitler kaleme almış, bu yüzden Kur’an şairi olarak tanınmıştır.

Türk-İslâm edebiyatı metinlerinin büyük çoğunluğu doğrudan veya dolay-lı olarak tasavvufla bağlantılıdır. Tasavvufî düşünce ve yaşama biçiminin esası, Kur’anda zühd ve takva kavramları etrafında yer almıştır. Bu konulara

Page 35: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

29

temas eden birçok sûre ve âyet, manzum-mensur, lirik-didaktik tasavvufî ve-ya edebî pek çok esere ve metne intikal etmiştir. Bu durum âyetlerin tasavvu-fî manalarının daha geniş çevrelere yayılmasına, mutasavvıf şairler yanında, sanatkâr hüviyetleri gereği, sözün yoruma açık söylenmesinden hoşlanan di-ğer şuarayı da farklı ölçülerde etkilemesiyle neticelenmiştir. Hatta tasavvufla irtibatı olsa da olmasa da bütün şairler, bu âyetlerden istifade etmek; telmih, iktibas, istişhad, irsal-i mesel gibi sanatların gösterilmesinde bu malzeme-den faydalanma imkânı bulmuştur. Bir başka deyişle tasavvuf edebiyatımıza her yönüyle önce Kur’an kaynaklı olarak girmiştir.

Kur’an’ın dışındaki kaynaklar da yine onunla yakın irtibatlı ve Kur’an’dan geniş çapta etkilenmiş, onu tamamlayan ve daha iyi anlaşılması-na imkân veren kaynaklardır. Bu kaynakların başında Hadis veya sünnet gelmektedir.

Türk-İslâm edebiyatının doğrudan Kur’an’la beslenen türleri hangileri olabilir, araştırınız.

2. Hadis veya Sünnet–i Nebevî

Bu kaynaklara Hadis yanında Hz. Peygamberin hayatı demek olan Siyer-i Nebi’yi de ilâve etmek icap etmektedir.

Bilindiği gibi hadis veya sünnet esas itibariyle Kuran’ın ana hatlarıyla, özet olarak verdiği pek çok bilgilerin (mücmel) doğru ve geniş bir biçimde açıklanarak anlaşılması (tafsil) yanında, ilâhi bir hikmet sebebiyle âyetlerde açık seçik bir şekilde ifade edilmemiş (müphem) manaların murâd-ı İlahî’ye en uygun biçimde izah edilmesini (temyiz) sağlayan bir göreve sahiptir. Bu sebeple hadis veya sünnet dini noktadan birbirini tamamlayan iki esas kaynak olduğu gibi, kültür, edebiyat ve sanat bakımından da birbirini destekleyen ve besleyen iki ana kaynaktır.

Türk-İslâm edebiyatında başka hiçbir müslüman milletin edebiyatında olmadığı kadar Hz. Peygamber konulu manzum ve mensur tür ve eser ortaya konmuştur. Bunların hemen hepsi peygamber sevgisinden doğmuştur. Bu ko-nuda Türk toplulukları diğer İslam milletlerinden daha farklı bir yere ve nasi-be sahip olmuştur. Bunu Türk-islâm edebiyatında bu konuda ortaya konmuş eserlerin hem tür olarak hem de sayıca zenginliği yeterince ortaya koymakta-dır. Hz. Peygamber konulu manzum ve mensur tür ve eserlerin başlıcalarını Na’at, Mevlit, Miraciye, Hilye, Kırk Hadis, Siyer, Esmâ-i Nebi, Mûcizât-ı Nebî vb. olarak sıralamak mümkündür. Özelikle Mevlit, Miraciye, Hilye, Kırk Hadis, Siyer, Mûcizât-ı Nebî türlerinin ana kaynağı hadisler olmuştur.

Hadislerin tasavvufla irtibatı, bu konudaki rivayetlerin tıpkı âyetler gibi temin ettiği malzemenin zenginliğinden kaynaklanmaktadır. Ayrıca, ilgili âyetlerin doğru anlaşılmasında hadislerin açıklayıcı görevleri bulunduğu âşi-kârdır.

Burada işaret edilmesi gereken bir başka husus ise bazı hadislerin sıhhati hakkındaki değerlendirmeler arasında tasavvuf literatüründe “mükaşefe yo-luyla sahih” şeklinde ifade edilebilecek bir anlayışın ortaya çıkması olmuş, hatta bu değerlendirmeye sahip hadisler üzerinde büyük bir tasavvuf literatü-rü oluşmuştur. Buna tasavvuftaki “fakr” anlayışının temelini teşkil eden “el-fakru fahrî/fakirlikle iftihar ederim” hadisi ile aşk anlayışının temelinde yer alan “Küntü kenzen mahfiyya.../Ben bir gizli hazine idim...” hadîs-i kudsîsi

Page 36: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

30

gibi tanınmış örnekler verilebilir. Böylece zühd ve takva konusunda hadis-ler, bir taraftan tasavvufî âyetlerin doğru şekilde anlaşılması ve hayata nasıl aktarılması gerektiğinin belirlenmesine yardımcı olmakta, diğer taraftan da bu tasavvufla ilgili meselelerde yeni ve tamamlayıcı bilgiler vermektedir.

Bu irtibatın bir ayağını da, tasavvufi hayatın en güzel şekilde yaşanması konusundaki en mükemmel örneğin Hz. Peygamber’in şahsında ve hayatında gerçekleşmiş olması teşkil eder.

Bir yönüyle Hadis, diğer tarafıyla Kısas-ı Enbiya ile irtibatlandırılabilecek olan Siyer/sîre türünün ana kaynağı da hadis ve sahabe rivayetleri olduğun-dan konuyu burada işlemek daha uygun görünmektedir. Vakıa Hz. Peygaber’in hayatı Kısas-ı Enbiya’nın son halkasını teşkil etse de her iki alan, özellikle Türk-İslâm edebiyatının en değerli ve zengin kaynaklarından bulunduğu için ayrı ayrı ele alınması, gerektiğinde müşterek noktalara dikkat çekilmesi yeterli olacaktır.

Türkçe’de siyer, başlangıçtan, özellikle de Osmanlı’dan Cumhuriyet ön-cesine kadar, tarih ilminin konusu olmaktan ve bu alanda gelişmekten ziyâde, edebiyat sahasına kaymış ve bu vadide şekillenmiş görünmektedir. Kısas-ı enbiyânın genel olarak Türk Edebiyatına, özel olarak da İslâmî Türk Edebi-yatına en zengin malzemeyi sağlayan dinî kaynakların önemlileri arasında yer alması bunda derinden etkili olmuştur.

Bu verimli kaynağın en geniş ve bazan yer yer İsrailiyyat’a varan teferru-atlı bilgilerle donanmış, çeşitli mûcizelerle heyecan verici hale gelmiş kısmı ise şüphesiz Hz. Peygamber’in şahsı, hayatı, ailesi (ehl-i beyt) ve başta hulefa-i raşidin olmak üzere aşere-i mübeşşere, ashâb-ı suffe gibi yakın, ashâb-ı kiram gibi geniş çevresiyle ilgili olan bölümdür. Bu sebeple sadece dinî ve tasavvufî edebiyatta değil, halk edebiyatından divan edebiyatına va-rıncaya kadar Türk edebiyatının hemen bütün devre, tür ve şekillerinde bu zengin malzemeden en geniş biçimde faydalanıldığı, bu konunun şair ve sa-natkârların ilhamını besleyen lirik unsurlarla daha da ilgi çekici hale gelmiş ana kaynak durumuna yükseldiğini söylemek yerinde olacaktır.

Bunda ilk eserlerin tercüme de olsa Hz. Peygamber’e duyulan derin sevgi ve saygının etkisiyle samimi, hisli ve coşkun bir şekilde, bir başka deyişle li-rik edebî unsurlar bakımından zengin olarak kaleme alınmasının tesiri de vardır. Ayrıca bunların Türk edebiyatında başka örnekleri de görülen telif-tercüme eserler denilen özellikte ortaya konması şair ve yazarına, esas metne tamamen bağlı kalmak yerine, kalemini ilhâmının etkisine ve seyrine bırakma imkânını vererek, duygularını bütün samimiyeti ile aktarma fırsatı tanımış olmasını da ilâve etmek gerekir.

Ayrıca bütün müslüman milletlerin, özellikle de Türkler’in kültür haya-tında önemli bir yeri olan sohbet meclislerinin en mühim ve devamlı konula-rının başında siyer mevzularının geldiği bilinmektedir. Padişah saraylarından köy odalarına, tekkelerden kışlalara kadar yayılmış bu meclislerde okunan, anlatılan, dinlenilen olaylar hemen bütünüyle Hz. Peygamber’in hayatı, şah-siyeti, mûcizeleri, savaşları yanında Hz. Ali başta olmak üzere halifeleri ve yakın arkadaşlarının (sahabelerin) yer aldığı hadiseler etrafında geliştiğinden, bunlar -bazen bizzat anlatıcılar tarafından- zamanla kitaplaştırılmış, ardından da meclislerde artık bu kitaplar okunup dinlenmiştir.

Türk toplumu üzerinde yaygın din eğitimi yoluyla etkili olmuş en önemli ilk eserlerden olan ve siyer-mevlid türünün en dikkate değer manzum örneği

Page 37: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

31

sayılan Yazıcıoğlu Mehmed’in XV. yüzyıla ait Muhammediye’si de Arapça Megâribü’z-zamân’ın Hz. Peygamber’le ilgili kısmının Türkçe’ye nazmen tercümesinden doğmuştur. Hatta çok beğenildiği için eserin ilk kaleme alın-masından itibaren ezberlenerek dini törenlerde ve sohbet meclislerinde okun-duğu bilinmektedir. Yine bu sebeple Muhammediye İslâmî Türk edebiyatında siyer-mevlid türünün de ilk örneği kabul edilmektedir.

Siyerle ilgili eserlerin Osmanlı ülkesinin her yanında bu derece yayılma-sına, Süleyman Çelebi’nin Mevlid’inin çok beğenilmesini, zamanla doğum-dan ölüme kadar, her türlü toplantıda okunmasını ve halk arasında Hz. Pey-gamber’e duyulan bağlılığın artmasındaki derin ve yaygın etkisini de göz ardı etmemek gerekir.

3. Kısas–ı Enbiyâ ve Tevârîh–i Hulefâ

Bu kaynak grubuna, İslâm kültürüne başka yazılı ve sözlü kaynaklardan inti-kal eden eski ümmet ve milletlerin başlarından geçenleri de eklemek gere-kir. İsrailiyyat’tan gelen malzeme ve rivayetler dinî açıdan değerli ve önemli olmasa da Türk-İslâm edebiyatının zenginleşmesine katkı sağlamak bakımın-dan önemli bir kaynaktır. Bu alanın malzemesini önce Kur’an ve hadis sağ-lamakta, ardından semavî dinlerin -İslâm inancına göre tahrif edilmiş sayılsa da- İncil ve Tevrat gibi mukaddes kitaplarıyla bunların tefsirlerinden gelen bilgiler ciddi bir zenginliğe sebep olmakta, ayrıca doğruluğu tartışılsa da bu dinlere inanan kavim ve milletler arasında dolaşan sözlü (şifâhî) rivayetler de şair ve ediplerin anlatımını renklendirmektedir.

Nitekim bu anlayışın en güzel manzum örneklerini Yûnus’un mısraların-da görmek mümkündür:

“Tevrât ile İncîl’i Zebûr ile Furkân’ı

Bunlardaki beyânı cümle vücutta bulduk”

veya:

“Sen seni ne sanırsan ayruğa da onu san

Dört kitâbın mânâsı budur eğer var ise”

gibi beyitler güzel örneklerdir. Ayrıca bu beraberlik Hz. Adem’den beri bü-tün peygamberlerin tebliğ ettiği hakikatlerin aynı olduğunu da ortaya koy-maktadır:

“Dört kitâbın mânâsı bellidir bir elifte

Sen elif dersin hoca mânâsı ne demektir.”

Kısas-ı enbiyâ hakkında pek çok bilgi, Kur’an ve hadiste mevcut olduğu halde onu müstakil bir kaynak olarak zikretmemizin sebebi yukarıda işaret edildiği gibi bu alanın İslâm dışı yazılı ve sözlü başka kaynaklardan beslenen malzeme ile zenginleşerek müstakilleşmesidir. Türk-İslâm edebiyatında aynı adla anılan bir türün ortaya çıkmasının sebebi hakkında bir fikir vermek için XV. yüzyılda Anadolu’da Hz. İbrahimi konu alan Halilname adlı eserin mü-ellifi Abdülvâsi Çelebi’nin “Der medh ü sebeb-i nazm-ı kitab” bölümüne, yani eseri neden yazdığını anlatan mısralara bakmak yeterlidir: Çelebi Sultan

Page 38: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

32

Mehmed, şair Ahmedî’den Farsça Veys ü Ramin’i tercüme etmesini istemiş onun çalışmaya başladıktan kısa bir süre sonra, tercümeyi tamamlayamadan ölmesi üzerine mesneviyi Abdülvâsi Çelebi’ye havale etmişti. Çelebi bu eski hikâyeyi:

Ne vaaz ü ne hikâyet, ne garâib

Ne pend ü ne nasihat ne acâib”

beytinde ifade ettiği gibi beğenmemiş;

Ne kim dünyada var maksûd u mahbûb

Bunun içinde vardır hûb u matlûb

Bunu nazmeylemek yeğ gördüm andan

Nebîler kıssası kandan o kandan”

beyitlerinde ifade ettiği üzre “peygamber kıssası nerde o nerde” diyerek Halilnâme’yi kaleme almıştır.

Belli başlı peygamber kıssalarının Türk-İslâm edebiyatındaki yeri önemi ve değeri hakkında daha geniş bir fikir elde etmek için Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’ndeki “Hz. İbrahim”, “Hz. İsâ” ve “Hz. İsmail” gibi maddeler yanında, bütün peygamberler ve onlarla ilgili diğer olayların tasavvu-fi olsun olmasın, birer divan mazmunu olarak beyitlere nasıl intikal ettiği hak-kında bilgi edinmek için Ahmed Talât Onay’ın Eski Türk Edebiyatında Maz-munlar, (Ankara 1992) adlı eserinin ilgili maddelerine bakılmalıdır.

Peygamber kıssaları içinde en çok sevildiği için pek çok örneği kaleme alınan “Ahsenü’l-Kasas / Kıssaların en güzeli” diye vasıflandırılan Yusuf u Zeliha’lar da Kur’an ve Hadis yanında diğer kaynaklardan da beslenen türün en dikkat çekici, karakteristik ve sayıca zengin örneğidir.

Türk edebiyatında telif veya tercüme, bazısı tasavvufi mahiyette bu konu-da on yedisi elde bulunan otuzdan fazla mesnevi kaleme alınmıştır. (bk. “Yu-suf ile Zeliha”, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, İstanbul 1998, VIII, 620-621)

Türk-İslâm edebiyatında kaleme alınmış en meşhur Yusuf u Züleyhâ mesnevisi kime aittir, araştırınız.

Tasavvuf edebiyatı da, bu kaynağın sağladığı malzemeyi değerlendirme yoluna gitmiş, Hz. Adem’den itibaren bütün peygamberlerin hayatlarına, ümmetleriyle olan münasebetlerine ve maceralarına dair sûre, âyet ve hadis-lerde yer alan bilgileri tasavvufî bakış açısından yorumlayıp etkileyici örnek-ler çıkarmıştır.

Bu anlayışın en müessir ve seçkin örneklerinden biri Muhiddin İbnü’l-Arabî’nin Fusûsü’l-Hikem adlı eseridir (Geniş bilgi için bk. M. Erol Kılıç, “Fusûsu’l-Hikem” DİA, XIII, 230-237). Yirmi yedi peygamberin her birinin hikmetlerine izâfeten yirmi yedi bölüm halinde kaleme alınan Fusûs, aynı zamanda hem tasavvufun, hem tasavvuf edebiyatının, hem de İslâmi Türk Edebiyatının başlıca mevzuları arasında bulunan “hakîkat-i Muhammediye / insan-ı kâmil” meselesi (Geniş bilgi için bk. Selçuk Eraydın, “Hakikat-i Muhammediye ve İlgili Beyitler”, Tasavvuf ve Edebiyat Yazıları, İstanbul

Page 39: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

33

1997, s. 289-300) üzerine bina edilmiştir. Nitekim ilk defa Ahmed Bican’ın Türkçe’ye çevirdiği Fusûsü’l-Hikem, XV. asrın tanınmış mutasavvıf şairle-rinden ve esere ayrı bir önem verdiği için “Fusûsîlerden” diye suçlananlardan Dede Ömer Rûşeni’nin (ö. 982/1487) müntesiplerinden Bayezid Halife, Arapça yazdığı Fusûs şerhinden hareketle eserin bazı konularını daha sonra 5500 beyit halinde nazma çekmiştir.

Neticede kısas-ı enbiya’nın Osmanlı şiirini kuvvetle etkilediği ve sağladı-ğı malzemenin hemen her tür ve şekilde edebî-tasavvufî metinlere intikal et-tiğini söylemek bir hakikatin ifadesi olmaktadır.

Ayrıca bu birikim arasında tefsir literatüründe “İsrailiyyat” adıyla anılan Kur’an ve hadis dışındaki kaynaklardan intikal eden bilgilerin de yer aldığını ve tasavvufî yorumlarla metinlere girdiğini söylemek gerekir. Bu bilgiler ço-ğu kere mesnevi formunda yazılan eserlerin malzemesini teşkil etmiş ayrıca İslâmî Türk edebiyatının en zengin telmih hazinesini oluşturarak bütün şiirle-re ve dolayısıyla da edebiyata mal olmuştur.  

4. Tasavvuf ve Tarikatlerden Gelen Malzeme

Yukarıda zikredilen üç kaynağın dışında, İslâmî ilimlerin ortaya çıkması saf-hasında müstakil bir disiplin olarak gelişmeye başlayan tasavvuf, tekemmü-lünü tamamladıktan sonra fikri yönü yani teorisi, ilim ve sanat tarafı yani li-teratürü ve edebiyatı yanında, pratiği yani tekke zaviye gibi müesseseleri ve burada yaşanan tasavvufî hayatın adabı ve merasiminden meydana ge-len özel ritüelleri, bu mekânlar dışındaki genel yaşama/yaşanma biçimiyle, İslâmî Türk edebiyatında yerini almıştır.

Bu konuda bir fikir edinmek için Hz. Mevlânâ’dan ve Mevlevîlik’ten ha-reketle örnek vermek uygun görünmektedir. Onun Divan-ı Kebir’i tasavvu-fun vahdet-i vücüd, aşk, devir vb. esaslarını edebî bir dille, yüksek felsefî bir bakış açısıyla ortaya koymakta, Mesnevî’si aynı esaslarla tasavvufi ahlâk ve anlayışları ibret verici bir takım hikâyelerle, geniş kitlelerin anlayabileceği bir şekilde işlemekte, Mevlevî dergâhları olan Mevlevihânelerde yaşanan tekke hayatı da pratiğini, merasim ve adabını meydana getirmektedir. Diğer tarikatler için ise benzeri farklılıklara örnek olarak, metinleri Türkçe olduğu için Türk-İslâm edebiyatıyla daha yakın ilgisi bulunan ilâhiler ve gülbankla-rı hatırlamak yeterlidir. Nitekim her tarikatin ilahileri adlarından başlayarak, muhtevası zikir esnasında okundukları yerler bakımından farklılık gösterdiği gibi gülbank denilen manzum mensur, Türkçe, Arapça ve Farsça duaları da tarikatlere ve okundukları yerlere göre farklıdır.

Netice olarak zamanla başlı başına özel bir alan halinde gelişerek Tasav-vuf ve Tekke edebiyatı adı altında çok zengin bir saha teşekkül etmiş ve ta-savvuf Türk edebiyatının klasik ve halk edebiyatı sahalarına da kaynaklık yapmış, bu alanları da beslemiştir.

Burada Hz. Mevlânâ ve Mesnevî’sinin de ayrı ve önemli yerine işaret et-mek gerekir. Hüsn ü Aşk müellifi Şeyh Galib’in, eserini Mesnevi’den intihal etmekle suçlayanlara verdiği cevap bu etkiyi bütün Türk şiirine şâmil kılacak kadar vecizdir:

“Esrarımı Mesnevî’den aldım

Çaldımsa da mîrî malı çaldım”.

Page 40: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

34

Nitekim Türk edebiyatında başta tasavvufi mesneviler olmak üzere pek çok eser Hz. Mevlâna ve Mesnevî’nin ilhamıyla yazılmıştır. Bunlardan ilk ak-la gelenler Aydınlı Dede Ömer Rûşenî’nin Miskinlik-nâme, Ney-nâme, ve Çoban-nâme’sidir.

Yapılan araştırmalar Mevlânâ’nın edebiyatımız üzerindeki tesirinin eskisi kadar olmasa bile günümüz Türk şiirinde devam etmekte olduğunu göster-mektedir (Geniş bilgi için bk. Hasan Aktaş, Yeni Türk Şiirinde Mevlânâ Oku-lu ve Misyonu, Edirne 2002).

Tasavvufun Türk edebiyat ve sanatındaki yeri ve önemini anlamak için tekke edebiyat ve musıkîsinde en kıymetli türünü meydana getiren, ilâhî’ye daha genel olarak bakmak yeterlidir. Tasavvufî ve dinî yahut tekke ve cami ilâhileri olarak iki kısımda incelenebilecek olan bu manzumeler, “Mağz-ı Kur’an ve lübbü ehâdis /Kur’an ve Hadisin özü” tanımlamasıyla nitelenen evliya sözlerinden oluşmaktadır. Burada söze ilâhî sıfatı verilmekle ondaki rabbanî öze işaret edilmektedir. Nitekim Yunus Emre’nin:

“Yunus’un sözü şiirden amma aslı Kitaptan

Hadis ile denene key bil sadık olmak gerek”

ile

“Söz karadan aktan değil yazıp okumaktan değil

Bu yürüyen halktan değil Hâlik âvâzından gelir”

gibi beyitleri bu gerçeği bütün açıklığıyla ortaya koymaktadır.

Türk Edebiyatında mutasavvıfların nesirden ziyade manzum söze rağbet etmelerinde birçok sebep yanında ilâhîlerin maddî mânada “sözün güzeli” ni-telemesine daha uygun düşmesi, muhteva itibariyle ise “en güzel sözü” beşeri ölçülerin en güzeliyle gönüllere aktarmada ve anlatmada etkili bir vasıta ka-bul edilmesinin önemi vardır. Bu etkide dinî Türk musıkîsinin önemli bir yeri olduğu da gözden uzak tutulmamalıdır.

Tasavvufun Türk-İslâm edebiyatıyla yakın ilgisini gösteren bir başka önemli taraf da her iki alanın özellikle terâcim-i ahvâl (biyografi) kaynakları-nın büyük ölçüde müşterek oluşudur. Bunda bir taraftan Ahmet Yesevi, Yu-nus Emre, Eşrefoğlu Rûmî, Niyazî-i Mısrî, Şeyh Galip gibi bir kısım şairlerin aynı zamanda mutasavvıf kimliğine sahip olmaları, diğer yandan da divan şa-iri olarak tanınan Şeyhî, Fuzulî, Bakî, Nabî, Nef’î, hatta Nedim gibi isimlerin farklı derecelerde olmakla birlikte, şiirlerinde tasavvufî mazmunları ustaca kullanmış olmalarının etkisi çoktur.

Nitekim Sakıp Dede’nin, ağır bir inşa üslubuyla ve devrine göre bile son derece ağdalı ifadelerle kaleme aldığı Sefine-i Nefise-i Mevleviyan’ı (I-III, Kahire 1283), ile Esrar Dede’nin, 200’den fazla mevlevi şairinin biyografisi-ne yer veren Tezkire-i Şuarâ-i Mevleviyye’si (nşr. İlhan Genç, Ankara 2000) mevlevî şeyh, derviş ve şairlerinin hayatlarını anlatan eserlerin başında gelir.

Hulvî Mehmed Efendi’nin Lemezât-ı Hulviyye ez lemeât-ı ulviyye’si (ye-tersiz bir sadeleştirmesi Serhan Tayşi, İstanbul 1980;1993) halvetî meşâyih ve şairleri hakkındaki en önemli tabakattır.

Page 41: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

35

Bunlar bir yönüyle mevlevi mutasavvıfları tanıtırken diğer taraftan bir tarikatle şu veya bu seviyede irtibatı olan şairlerin hayatı hakkında bilgi verir-ler.

Osmanzâde Hüseyin Vassâf’ın Sefîne-i Evliya’sı ise (I-V, İstanbul 2006) XVII-XX. yüzyıllarda yaşamış, çoğu Osmanlı 2000 kadar mutasavvıfın ha-yatını eserlerini ve bunların manzum metinlerini aktaran önemli bir eserdir.

Netice olarak bu tasnifte yer alan unsurların tamamı Türk Edebiyatında manzum ve mensur şekilde kaleme alınmış eserlere adeta tükenmez bir mal-zeme temin etmiş olmaktadır. Bir başka deyişle, edebî eserlerin muhtevasını, Kur’an ve Hadis yanında, onlardan kaynaklanmakla birlikte farklı menbalardan gelen bilgilerle zenginleşerek adeta müstakilleşmiş olan kısas-ı enbiya, siyer ve tasavvufla daha kapsamlı, aydınlatıcı ve doyurucu bir şekil-de beslemiştir.

B) Doğrudan Dinî Olmayan Kaynaklar:

İslâmî Türk edebiyatının, aynı dine inanmak, aynı değerlere bağlanmak, ya-kın coğrafyaları paylaşmak sebebiyle daha sıkı irtibat kurduğu Arap ve Fars edebiyatı ve kültürü yanında Türk milletinin kendi yaşama biçimi, eğlence-leri, mühim gün ve geceleri kutlama şekli, ahlâkı, sahip olduğu âdet ve an’aneler, devrin hakiki ve batıl ilimleri, efsâne ve masallar, savaşlar vb. gibi doğrudan dini olmayan ikinci derece kaynakları da müslümanın hayatını her yönüyle kuşatan İslâm dininin ve bu dinin mukaddes kitabı olan Kur’an-ı Kerim’in geniş ve zengin izlerini aksettirir.

1. İslâm Öncesi ve Sonrası Arap Kültüründen Gelen Mal-zeme

Arap kültüründen gelen malzemeyi İslâm öncesinden intikal edenlerle baş-latmak bazı cahiliye devri şahıs ve olaylarının müslüman olan diğer milletler gibi müşterek kültürümüz üzerindeki etkilerine ve yerine işaret etmek içindir. Türk-İslâm edebiyatına da kaynaklık yapmış bu malzeme kısaca Ahbâr veya Ahbarü’l-Arap, Eyyâmü’l-Arap adlarıyla anılır. Araplarla ilgili olarak “Bir kavim, kabile, şahıs, bir ülke, bölge veya şehir, bir hadise hakkında naklolu-nan bilgiler ve sözler” şeklinde tanımlanabilecek bu malzeme bazan kıssa di-ye adlandırılmış ve “çok uzak mazide cereyan etmiş olaylar ve hayalî unsur-larla süslenmiş remizli hikâyeler” suretinde de tarif edilmiştir. Araplar’ın es-ki tarihine dair destanî ve menkıbevî rivayetlerden ibaret bu birikimi tabii olarak eski Arap şiirinden, atasözleri (emsâl) ve vecizelerden (kelâm-ı kibar), kabile ve aile şecerelerinden (ensâb) ayırmak mümkün değildir. Böylece bu malzeme aynı zamanda edebî hüviyet kazanmış olup başta şiir olmak üzere edebî metinlerin muhtevalarına yerleşmiştir. Konuyu enine boyuna inceleyen ve bunu “Ahbar” maddesinde derleyen Prof. Dr. Nihad Çetin meseleyi biraz daha açarak şu bilgileri verir:

“Eski Araplar’da daha cahiliye devrinde iyi ahlâk ve iyi davranışlar telkin eden, kötülüklerden korunmayı öğreten veya hoş vakit geçirme-yi sağlayan ahbâr ve kıssalar anlatmak hususi bir meslek olmuştu. Bu mesleği icra edenlere kass (cemi kussâs) veya kasas denirdi. Cahiliye devrinde anlatılan kıssaların içinde ehl-i kitaptan gelen unsurlar var-dı. Gerek bu dini kıssalar gerek Araplar’a komşu kavim ve ülkelere dair ahbâr, hem sözlü yoldan, hem yazılı kaynaklardan geliyordu.

Page 42: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

36

Bunlar eski muhitlerinde ve eski kitaplarda mevcut, hususiyetle Kur’ân-ı Kerîm’de adı geçen peygamberler vesâir şahsiyetlere, ka-vimlere dâir ahbâr ve kıssaları, hatta bu kıssaların benzerlerini Arap-ça’ya naklettiler (DİA, I, 488).

Nitekim Arap, Fars ve Türk edebiyatında cömertliğin timsali olarak kuv-vetle yer bulmuş olan cahiliye dönemi Arap şairlerinden Hâtim/Hâtem et-Tâî hakkındaki bilgiler Ahbâr’dan intikal etmiştir. Hatta onun menkabevi haya-tını ve özelliklerini anlatmak üzere büyük Fars şairi Hüseyin Vâiz-i Kâşifi Kısâs u Âsâr-ı Hâtim-i Tâ’î adıyla bir eser yazmış, bu Hikâye-i Hatim-i Tâ’î adıyla Türkçe’ye çevrilmiş, çeşitli yazmaları yanında bir çok kere basılmıştır. Bunlar Hâtim/Hâtem et-Tâ’î hakkındaki rivayetlerin Türk-İslâm edebiyatının her tür ve şekildeki eserine intikal ettiğini göstermekte olup günümüzde bile Anadolu halkı arasında kuvvetle yaşamasının sebebini de gözler önüne ser-mektedir.

Bu bilgiler Türk-İslâm edebiyatının, özellikle etkilenip beslendiği Arap ve Fars edebiyatlarında yer bulmuş birikim ile daha İslâmiyet’le tanışır tanışmaz karşı karşıya kaldığını gösterir. Hatta o zaman derlenerek kitaplara geçmiş ve tedvin edilmiş bulunan bu malzemeyi kendilerinden önce müslüman olmuş bulunan Farslar’la beraber, ayrıca onların kültüründen gelen unsurlarla birlik-te alıp kullanmakta bir beis görmemişlerdir.

2. İslâm Öncesi ve Sonrası Fars Kültüründen Gelen Malze-me

Türk-İslâm edebiyatına Fars kültüründen gelen malzemenin de önemli bir bir kısmı İranlılar’ın İslâm öncesi devirlerinden gelen dinî (ateş-perest) ve millî rivayetlerinden kaynaklanmaktadır. Bunların tamamına yakın kısmını, Gazneli Mahmud adlı bir Türk hükümdarının desteğiyle yazılması yanında, pek erken zamanlarda Türkçe’ye de tercüme edilmiş bulunan ve Türk kültürü üzerinde çok etkili olmuş bulunan İran milli destanı olan Şehnâme’de bulmak mümkündür. Şehnâme aslında İran’ın Pişdâdîler, Keyanîler, Eşkânîler, Sasanîler gibi eski devirlerinin tarihini ve bu devirlerde hüküm sürmüş süla-lelerine ait padişahların efsanevî hayatlarını Farslar’ın gelenek, mitoloji, ma-sal ve menkıbeleriyle kaynaşmış kahramanlarını ve kahramanlık hikayelerini, millî kimliklerini her şeyden üstün tutan bir anlayışla anlatan bir destandır. Onda mevcut malzeme her edebiyatın daima ihtiyaç duyduğu ve beslendiği efsanevî ve destanî özellikleri her şeyden çok taşımaktadır. Hattâ Şehnâme İranlılar ile Turanlılar arasındaki mücadelelerin destani hikayesi olduğuna göre, belli miktarda da olsa Türkler’le alakalı malzemeye de yer verdiğinden avam ve havas tarafından kolaylıkla benimsenerek okunmuş, Türk kültür ve sanatı üzerinde etkili olmuştur.

Şehnâme’nin kahramanlarından birinin adının Rüstem oluşu ve bu ismin Türk halkı arasında ne kadar benimsendiği düşünülürse bu etkinin boyutları hakkında yeterli fikir edinilebilir. Buna Türk-islâm edebiyatı metinlerinde çokça zikredilen Nuşirevân-ı Âdil’in (Kisrâ) adaleti, adalet sarayı olan kasrı, kaşa benzetilen tâkı (tak-ı Kisra, eyvan-ı Kisrâ), daima onunla birlikte anılan tâcı, adalete ihtiyacı olan herkesin kendisine kolayca ulaşmasını sağlamak maksadıyla kapısına astığı zencir-i adl’i hakkındaki teşbih, telmih vs. sanatla-rın da yer aldığı manzume ve beyitler örnek gösterilebilir. Bursalı Ahmed Pa-şa’nın:

Page 43: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

37

“Kisrâ-yı hüsndür ki bugün kaşı tâkına

Zencir-i müşk asar ham-ı gisûsu Kasımın”

beyti bu unsurların pek çoğunu bir arada zikreden karakteristik bir örnektir.

3. Devrin ilimleri

Türk-İslâm edebiyatını her yüzyılda o devirde mevcut veya kuvvetli olan her türlü ilim ve fen etkilemiştir. Bunları devrin dinî ilimleri ile hakiki olan ve olmayan ilimler şeklinde sıralamak mümkündür. Aşağıda yeri geldikçe sayı-lacak bütün ilimler yanında özellikle sayılan alanların, önde gelen isimleri, kitapları, terimleri, başlıca meseleleri edebiyatımızın çeşitli metinlerinde açık/kapalı bir biçimde, mazmun ve remiz halinde, kültürümüzde yer etmiş unsurlarıyla zikredilmiştir.

1. Dini ilimler. Bunların her birinin edebiyat üzerinde etkili olmasının sebe-bi bu edebiyatı inşa edenlerin büyük çoğunluğunun medrese ve tekke gibi günümüz tabiriyle örgün ve yaygın birer dini eğitim kurumu sayılacak eğitim kademelerinden geçmesi, bilgi ve kültürlerini buralardan elde et-miş olmasıdır. Bu zevatın çoğu mezuniyetlerinden sonra da müderrislik, kadılık, şeyhlik gibi dinî-idârî görevler ifâ etmişlerdir. Ayrıca Osmanlı devletinin yönetiminde dinin hatırı sayılır bir etkiye sahip olması da, res-mi görevlerde bulunanların ahlâk, adalet, mes’uliyet, yardım severlik, in-sanları Hakk’a ve hayra yöneltme hizmeti gereği dini özelliklere sahip olmalarını icap ettirmiştir. Bu gibi sebeplerleTürk-İslâm edebiyatını orta-ya koyan, destekleyen ve yaşatanlar resmi veya özel manada hatırı sayılır derecede dinî birikmleri olan kişilerdir. Neticede fıkıh, tefsir, hadis, kelâm ve akaid gibi klasik dini ilimler, bunların kavram ve terimleri, hayata, ba-kış açısına getirdikleri izah ve çözümler edebî eserlere doğrudan veya do-laylı olarak, açık/kapalı şekillerde intikal etmiştir. Bu noktada verilebile-cek pek çok örnek yanında sadece büyük sanatkâr Fuzûlî’nin Matlau’l-i’tikad adlı bir akaid kitabı yazdığını hatırlamak yeterlidir. Ebu Hanife gi-bi mezhep imamları, İmam Gazalî gibi alim ve ahlâkçılar, Fahreddin-i Razî gibi müfessirler vs. de edebiyatımızın isimlerini sıkça andığı şahıs kadrosunun başında gelmektedir.

a. Gerçek İlimler: Bu tabirin içine felsefe, matematik (riyaziye), mûsıkî, astronomi, fizik, kimya, tıp vs. gerçek ilimler girmektedir. Burada zik-redilen ve edilmeyen bütün ilimler yanında özellikle sayılan alanların, önde gelen isimleri, eserleri ve kavramlarına manzum-mensur metin-lerde sıkça rastlanmaktadır. Buna karakteristik bir örnek olarak musiki terimleriyle yazılmış kaside ve gazellerle, kâr-ı nâtık denilen büyük mûsıkî formunun güftelerini vermek mümkündür.

b. Gerçek olmayan ilimler: Bunlar astroloji (ilm-i tencim), simya, büyü (sihir) vs. gibi havas yahut gizli ilimler denen alanlara ait bilgilerdir. Devrinde avam-havas ayırımı yapmadan Padişahından sade vatandaşa kadar hemen herkesi ilgilendiren bu ilimler de edebiyatımıza, alanla-rının önde gelen isimleri, eserleri ve kavramlarıyla girmiş bulunmak-tadır. Bu alanların çoğunu beraberce ilgilendiren ve kabaca gelecekten haber vermeye yönelik bir alan olan fal ve bunun edebiyata aksi olan fal-nâme karakteristik bir örnektir. Havas ilimlerine ait pek çok özelli-ğe dayanan bu alanda ortaya konan eserlerden bir kısmı İmam Ali, İmam Cafer (Cafer es-Sadık), Muhiddin Arabî gibi dinî hüviyeti önde

Page 44: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

38

gelen kişilere atfedilirken, bazıları da Kur’an falnâmeleri, Falnâme-i nebî/esmâ-i nebî, Kur’a falnameleri, Çiçek falnameleri gibi manzum-mensur eserdir. Bunun yanında Hz. Mevlâna’nın Mesnevi’si ile Di-van-ı Kebir’i, Sa’dî’nin Gülistân’ı, Hafız-ı Şirâzî’nin, Yunus Emre ve Niyazi-i Mısrî’nin divanlarıyla, Ahmediye, Muhammediyye ve Envârü’l-Âşıkîn gibi eserler de tefe’ül maksadıyla başvurulan dini-edebî metinlerdir.

4. Yerli Malzeme

Bu başlık altında, Türk milletinin kendine has yaşama biçimi, eğlenceleri, mühim gün ve geceleri kutlama şekli, sahip olduğu âdet ve an’aneler gibi hususlar toplanabilir. Bu malzemenin en bol biçimde kullanıldığı, değerlen-dirildiği alan edebî metinler olmuştur. Savaş-barış, düğün (sûr/hıtan)-eğlence, ramazan gün ve geceleri, Ramazan, kurban, nevruz gibi bayramlar, Kadir ge-cesi, Mevlid, Mirac, Berat, Regaip kandilleri, bahar, yaz, kış gibi mevsimler daima şiire konu edinilmiştir.

Burada önemli olan husus bu konuların Türk kültür ve adetleri arasındaki yeri özelliği hem yeni türlerin ortaya çıkışına, hem de bu zaman dilimlerinin Türk kültüründe karşılanması, kutlanması, bu esnada yapılan törenlerin de Türk milletinin değerlerini aksettirmesi sebebiyle mahallî unsurlar bakımın-dan kendine has özellikler taşımasıdır. Nitekim hem Hz. Peygamber’le ilgisi, hem din ile alâkası olduğu halde, milletimizce büyük bir samimiyet ve heye-canla kutlanan, diğer müslüman milletlerden daha esaslı bir surette ve derin-likte benimsenen bu konular daha farklı ele alındığından bu türlerin bazıları Türk edebiyatına hastır. Nitekim ilk mevlid kutlamaları bir Türk Atabeği olan Selahattin Gökbörü tarafından başlatılmış, zaman içinde Türkçe’de ikiyüze yakın manzum mevlid kaleme alınmış olduğu halde, Arapça mevlidler men-sur olanlar da dahil onu geçmemekte, Farsça’da ise Hz. Ali ve Fatıma mevli-di bulunduğu halde, Peygamberimiz hakkında XIX. asırda İstanbul’da yaşa-mış İran asıllı bir Osmanlı şairinin kaleme aldığı mevlid dışında başka bir eser bulunmamaktadır. Ayrıca Sûriyye/Sûrnâme, Ramazâniyye, Bayramiyye, Nevrûziyye, Bahâriyye, Şitâiyye, Mevlid, Mi’râciyye, Regâibiyye vb. türler de Türk-İslâm edebiyatı şairlerince mahallî renkleri ağır basacak şekilde or-taya konmuştur.

Türk Edebiyatı Metinlerinin Kaynakları

Bu kısımda Türk-İslâm edebiyatının metinleriyle ilgili başlıca kaynaklar anahatlarıyla tanıtılacaktır. Böylece bu metinlerle karşılaşmak isteyenler bun-ların başlıca kaynakları olan divan, mesnevi, mecmua, cönk ve müntehâbât (seçki, antoloji), münşeât gibi eserler hakkında, başlıca özel-liklerini kavrayarak yeterli bilgi sahibi olacaklar, bunları nerelerde bulabile-ceklerini ve bu tür kaynaklardan nasıl faydalanabileceklerini öğrenmiş ola-caklardır.

Bilindiği gibi Türk-İslâm edebiyatında edebî eser denince akla önce şiir, yahut manzum eserler gelmektedir. Bu, eski edebiyatımızın şiire düz yazıdan yani nesirden daha fazla değer vermesiyle ilgilidir. Vakıa şiirin yanında ikin-ci plana düşen nesir, inşa denilen üslüp ile sanatkârâne ifade yolunda ciddi merhaleler kazanmış, bazı sanatkarlar tanıtılırken “şi’r ü inşâda mâhir, nazm ü nesre kâdir” gibi ifadelerle her iki fende de başarılı oldukları özellikle vur-

Page 45: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

39

gulanmış olsa da şiir nesirden, şâirlik nâsirlik ve münşîlikten üstün tutulmuş-tur. Bu bakımdan metinlerin kaynaklarını ele alırken de öncelikle şiiri ve şiiri aktaran kaynakları ele almak daha isabetli olacaktır.

1. Divan

Türk şiirinin en önemli yazılı kaynaklarının başında Divan denilen şiir kitap-ları gelmektedir.

Bir divan, “bir şairin hayatı boyunca yazdığı şiirleri toplayan kitab” şek-linde tarif edilebilir. Yani Türk-İslâm edebiyatı şairleri şiirlerini bir yönüyle anonim bir ad altında tek kitapta toplamışlardır. Divanlarda çoğu kere şairle-rin eski ve yeni bütün şiirleri bir araya getirilmiştir. Buna divan tertib etmek denir. Bazı şairler divanlarını kendileri tertib ederken bazılarının şiirleri ölümlerinden sonra yakınları tarafından derlenmiştir. Ancak bazı şairler di-vanlarının, yazdıkları şiirlerin dağılıp kaybolmaktan korunmasını sağladığını açıkça ifade etseler de divan tertibinden sonra yazdıkları şiirler bunun dışında kaldığı gibi, bazan önce yazıldığı halde beğenmedikleri manzumelere de di-vanlarında yer vermemişlerdir. Böylece her şairin bir miktar şiiri divan dışın-da kalmış olmaktadır.

Divanlarda şiirler nazım şekillerine göre sıralanır. En başta büyük nazım şekilleri yer alır: kasideler (Tevhid, na’t, münacaat, medhiye), terkib-bend, terci'-bend ve musammatlar. Ardından orta hecimde şiirler sayılacak gazeller yer alır. Bu bölümdeki şiirlerin her biri kafiyelerine göre elif’ten ye’ye kadar sıralanır. Hemen hemen her harfte bir gazel yer almışsa bu divan mürettep kabul edilir. Divanın son kısmında küçükten en küçüğe doğru şu nazım şekil-leri yer alır: rubâî, kıta, nazım, müstakil beyit ve mısralar.

Bu konuda daha fazla bilgi için Ömer Faruk Akün’ün Diyanet Vakfı Ansiklope-disi’ndeki “Divan” maddesine bakılmalıdır.

Divanların genel ve kalıplaşmış şekli yukarıda belirtildiği gibi olmakla beraber, musammat ve şarkıların gazellerden sonra yer alması suretiyle alı-şılmış tertibin kısmen dışına çıkıldığı da olmaktadır. Fakat böyle yer değiş-tirme ve kaymalar olsa da usulün şaşmaz prensibi, her divanda kasidelere di-ğer bütün nazım şekillerinden önce yer verilmesi, gazellerin ortada bulunma-sı ve son kısımda da rubaîlerden başlayarak, müstakil beyit ve âzâde (serbest) mısralarla divanın son bulmasıdır.

Anadolu Türkçesi'nin en eski divanlarının başında, çoğu hece ile yazılmış şiirlerden ibaret ve klasik ölçülere uygun olmasa da Yunus Divan’ı gelir. Orta Asya sahasında hatırlanacak ilk eser de Ahmet Yesevî’nin Divân-ı Hik-met’idir. Bu iki eser Türk-İslâm edebiyatının en eski ve değerli mahsullerini topladıkları için çok öremlidir. Osmanlı edebiyatı sahasının klasik ölçülere uygun ve aruzla yazılmış şiirleri toplayan divanlarının başında Ahmedî’nin eseri gelmektedir. Ahmed-i Dâî ve Şeyhî’nin divanları bundan sonraki önem-li divanlardır.

2. Mesnevi

Bir nazım şeklinin de adı olan mesnevî, Türk-İslâm edebiyatında “kahra-manları hep aynı olan aşk maceralarının anlatıldığı uzun manzumeler” olarak tanımlanabilir. Mesneviler klasik edebiyatın divanlar kadar önemli ve onlar-dan hacimli metinleridir.

Page 46: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

40

Mesnevî bir nazım şekli olarak başlangıçta Arap edebiyatında yoktur. Kökü Pehlevî edebiyatına kadar giden bu şekil, Fars edebiyatının İslâmî dev-rinde X. asırda Rûdegî gibi şairlerin eserleriyle ortaya çıkmış, Firdevsî ile büyük bir gelişme gösterdikten sonra Araplar'a geçmiştir. Türk edebiyatına da İran şiirinden gelmiş olması düşünülebilirse de Dîvânü lugati't-Türk'teki manzum parçalar arasında rastlanması, Türk şiirinin İslâm öncesi devresinde bu nazım şeklinin bilindiğini ve kullanıldığını göstermektedir. İslâmî Türk edebiyatının bilinebilen ilk büyük manzum eseri Kutadgu Bilig'in mesnevi şeklinde oluşunu, böyle bir birikime bağlamak mümkündür.

Divanların aksine her mesnevînin daima bir özel adı vardır: Yûsuf u Züleyhâ, Leylâ ve Mecnûn, Şâh u Gedâ, Şem' u Pervane, Hüsn ü Aşk vb. bir kısmı başlıca iki mühim kahramanının adıyla anılırlar. Bazıları ise Ferhadnâme, İskender-nâme gibi esas kahramanlarına göre isimler taşırlar. Bir kısmı nazma çekilmiş küçük hikâyeleri anlatırlar: Hilyetü'l-efkâr, Nefhatü'l-ezhâr, Suhbetü'l-esmâr, Cilâü'l-kulûb, Riyâzü'l-gufrân, Nakş-ı Ha-yâl, Hayrâbâd, Gencîne-i Râz, Gülşen-i Aşk, Gülşen-i Envâr. Bazan da eserin adı, konusunun belirten kelimenin sonuna "nâme" sözü eklenerek oluşturul-muştur: Pendnâme, firkatnâme, sergüzeştnâme, Har-nâme, Hûban-nâme, Zenân-nâme, Sur-nâme, Selim-nâme, Süleyman-nâme, Gazavat-nâme vb.

3. Mecmua

Mecmualar, aynı veya farklı türden seçilmiş çeşitli büyüklükteki metinlerin ve risâle denilen küçük kitapçıkların derlenip bir araya getirilmesiyle oluştu-rulan ve bazen derleyicisi belli çoğu kere de derleyeni bilinmeyen eserler ola-rak tarif edilebilirler.

Kelime, sözlükte “dağınık şeyleri bir araya getirmek, toplamak” anlamın-daki cem’ masdarından türeyen mecmû’ kalıbından (bir araya getirilmiş, top-lanmış) gelmektedir. Mecmûanın yanı sıra mecâmî’, mecma’, câmi’ gibi aynı kökten türemiş kelimelerle -yalnız Osmanlı Türkçesi’nde- cüzdan, defter ve cerîde isimleri de aynı mânada kullanılmıştır. Ancak bu isimlerden herhangi birini taşımadığı halde mecmua özelliğine sahip pek çok eser bulunmaktadır.

Mecmualar, genelde bir veya daha fazla yazar yahut şaire ait çeşitli şekil ve hacimlerdeki dinî, din dışı, nesir ya da şiirlerden oluşan derleme kitaplar-dır: Dinî olanları mecmûatü’l-ehâdîs, mecmûa-i fetâvâ, mecmûa-i ed’iye, gibi isimlerle anılmıştır. Edebî olanları ise, mecmûa-i eş’âr, mecmûa-i tevârîh, mecmûa-i münşeât, mecmûa-i ebyat gibi adlar taşır. Mecmua başlangıçta, birçok bakımdan benzediği cönk gibi âyetler, hadisler, fetvalar, dualar, hutbe-ler, şiirler, ilâhiler, şarkılar, mektuplar, latifeler, lugaz ve muammalarla ilâç tariflerinin ve faydalı bilgilerin (fevâid), notların, tarihî belge ve kayıtların derlendiği bir not defteri halinde ortaya çıkmış, zamanla gelişip düzenli bir tertip ve şekle kavuşarak benzerlerine göre bazı farklılıklar gösteren bir kitap veya telif çeşidi özelliği kazanmıştır.

İslâm kültüründe mecmua türü, henüz adı konulmadan Hz. Peygamber’in hadis yazımına izin vermesiyle birlikte ortaya çıkmıştır. Bu iznin ardından bazı sahâbîler Resûlullah’tan duyduklarını mecmua tertip etme anlayışı içeri-sinde kendi seçimlerine, ihtiyaç ve değerlendirmelerine göre bir araya geti-rince hadis literatüründe sahîfe, cüz ve kitap adıyla anılan ilk derlemeler doğmuştur.

Daha çok Osmanlı ve İran sahasında rağbet gördüğü anlaşılan mecmuala-rın kâğıdının kalitesi, rengi, boyutları, cildi, yazısı, tezhibi, şekli gibi vasıfları

Page 47: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

41

ve maddî nitelikleri itibariyle birbirlerinden çok farklı olduğu, bir kısmının düzensiz, âdeta karalama defteri, bir kısmının çok düzenli ve özenli bir sanat eseri niteliği taşıdığı görülmektedir. Düzensizlerin çoğu doğrudan derleyici-sinin eliyle yazılmış olduğu için okunaksız ve istinsah hatalarıyla dolu, baba-dan oğula veya elden ele intikal ettiğinden dolayı farklı kişilerin yazısına ve ilgisine göre şekillenmiş, değişik konulara yer veren güvenilmez metinler ha-lindedir.

Mecmualar Arapça, Farsça, Türkçe olarak tek bir dille kaleme alındığı gi-bi derleyenin bu dilleri bilip bilmemesine ve derlenen metinlerin diline göre bunların ikisinin veya üçünün birlikte kullanıldığı metinler halinde de yazıl-mıştır. Çoğunlukla ilmî ve dinî konularda derlenmiş mecmuaların mensur ve Arapça, edebiyat ve sanat konularındakilerin ise manzum ve FarsçaTürkçe olduğu görülmektedir.

Pek çoğu bir tür el kitabı mahiyetinde olduğundan fazla rağbet gören, ay-rıca iddiasız bir isim taşıdığı için kitap yazmaktan kaçınan müellifler tarafın-dan tercih edilen mecmua bundan dolayı Osmanlı dünyasında çok yaygın-laşmış ve ilim dallarına göre çeşitli türlere ayrılmıştır. Bunlardan içinde edebî metinlerin yer aldığı başlıcaları şunlardır: divan, şiir, nazîre, kaside, gazel, na’t, medhiye, mersiye, muamma, lugaz, rubâî, letâif, destan, lugat; münşeat, inşâ, vefeyât, biyografi (terâcim); risâle; fevâid; musiki. Bunlar çoğu kütüp-hane kataloglarına mecmua adıyla girmiş bulunan edebiyat ve kültürümüzün kaynaklarını muhafaza eden önemli eserlerdir.

4. Cönk

Genellikle âşık edebiyatı, halk edebiyatı ve folklor ürünlerinin toplandığı anonim mahiyette bir mecmua türü olarak tarif edilen bu gruptaki eserlere ad olan kelimenin, sözlüklerle ansiklopedilerde aslı, mâna ve muhtevası hakkın-da farklı bilgiler verilmektedir. Cava ve Malaya dillerindeki djong (conk) ke-limesinden gelen cönk batı dillerine de yakın bir telaffuzla geçmiş olup, “Çin denizlerinde kullanılan dibi düz ve dört köşeli, puruvası, çıkıntılı baş bo-doslaması ve kıç pupası, dümeni muallakta olan yelkenli gemiler için de ge-nel bir ad olmuştur (Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi).

Resim 2. 1: XIX. yüzyılın sonlarına ait dinî-tasavvufî muhtevalı bir cönkten iki sayfa (M. Uzun özel kitaplığı)

Page 48: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

42

Kelimenin Türkçe olduğunu söyleyen bazı araştırıcılar cöngü "türlü konu-ların, özellikle çeşitli şairlerden seçilmiş şiirlerin yazılı olduğu kitap veya defter" şeklinde tarif eder ve "büyük gemi, fakirlerin kullandığı satrançlı çul ve kilim, büyük nesne" anlamlarında kullanıldığını söyler (Ferheng-i Nizâm, II, 408). Şeyh Süleyman Efendi de cönge "gemi, sefîne" karşılığını verir ve bir edebiyat terimi olarak "mecmua" anlamına da geldiğini belirtir (Lugat-ı Çağatay ve Türkî-i Osmanî, s. 142).

Cönk ansiklopedilerde genellikle "uzunlamasına açılan ensiz, uzun yazma mecmualara verilen ad" olarak tanıtılmış ve "mecmua"nın belli konularda se-çilmiş örnek metinlerden oluşan yazma ve basma kitaplar için kullanıldığı söylenerek cönkle mecmua arasında bir ayırım yapılmamıştır. Cönk kelimesi gerek gemi anlamıyla gerekse mecmua ve diğer anlamlarıyla XV. yüzyıldan beri Türkçe'nin çeşitli lehçelerinde kullanılmıştır.

Kütüphanecilik açısından bir kitap şekli olarak da değerlendirilebilecek olan cönklere şekillerinden dolayı "dana dili" denilmekte; halk arasında ise "sığır dili" olarak adlandırıldığı bilinmektedir. Cönkler kütüphane kataloklarında çoğu kere "mecmûa-i eş'âr" adıyla fişlenerek, fişin bir köşesi-ne "cönktür" kaydı konulur.

Bazı cönklerde bulunan farklı yazılardan metnin tek elden çıkmadığı an-laşıldığı gibi imlâ değişiklikleri de yine bu sebepledir. Ayrıca cönklerin ilk sahibinden sonra kaç el değiştirdiğini anlamak kolay değildir. Bir cönkte ayrı yüzyıllarda yetişmiş şairlerden örneklere rastlanması da bu durumun başka bir tanığıdır. Okunamayacak kadar kötü yazılmış olanlar yanında çok düzgün ve okunaklı, hatta hattat elinden çıkmış kadar güzel olanları da vardır.

Genellikle âşıkların, seyrek olarak da divan şairlerinin bir kısım şiirlerini ihtiva eden cönklerde çeşitli dualar, sihirle ilgili notlar, ilâç tarifleri, sahibini ilgilendiren doğum ve ölüm tarihleri, alacak verecek hesapları, anonim türkü, mâni ve ilâhiler, halk hikâyeleri ve daha birçok konu ile ilgili bilgiler bulun-maktadır. Halk, gezgin şairlerin uğradıkları yerlerde söyledikleri türkü, koş-ma, destan ve fıkraları, hikâyeleri çok defa aklında tutabildiği kadarıyla eksik ya da yanlış olarak kâğıda geçirmiş, böylece sayısız ve birbirinden çok farklı muhtevaya sahip cönkler meydana gelmiştir.

Günümüzde âşık edebiyatı, dinî-tasavvufî edebiyat ve birçok folklor ör-neklerinin yazılı kaynaklarının başında cönkler gelmekte ve bu eserler ilk derlemelerin bulunduğu yazılı kaynaklar olarak büyük önem taşımaktadır. Cönklerin bir başka özelliği de bunlarda çok önemli dil malzemesi bulun-masıdır.

5. Müntehabât

Sözlükte “seçilmiş, seçilerek bir araya getirilmiş” anlamındaki müntehab ke-limesiyle çoğulu olan müntehabâtın İslâm dünyasında bir telif türünü ifade eden terim olarak yaygın bir kullanım alanı vardır. Geniş hacimli eserlerin içinden belirli kısım veya konuların seçilmesi, tekrarlardan arındırılıp özetle-nerek bazan müelliflerince yeniden düzenlenmesiyle meydana gelen kitaplar-la tanınmış müelliflerin eserlerinden yapılmış manzum-mensur derlemelere müntehab (müntehabât) adı verilmiştir. Aralarında bazı küçük farklar bulun-makla birlikte mecmûa, muhtâr / muhtârât, muktetaf / muktetafât gibi adlar taşıyan derlemelerle muhtasar / muhtasarât, mülahhas, telhîs, hulâsa, tehzîb, zübde başlığını taşıyan eserlerin bir kısmı da bir tür müntehabât sayılır.

Page 49: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

43

müntehabat Türk edebiyatında manzum-mensur eserlerden yapılmış seçkile-rin adlandırılmasında görülmektedir

Türk-İslâm edebiyatı metinleri için kullanıldığında, günümüz Türkçe-si’nde “seçki, şiir seçkisi” kelimeleriyle karşılananan müntehabât, daha yay-gın bir ifade ile antoloji manasına gelmektedir. Edebiyatımızın ekseriyetle kasideden mısra’ya kadar manzum eserlerini derleyen kitaplar bu adla anıl-maktadır. En eski örnekleri nazire mecmuaları olan bu metin kaynağı, bizde daha çok XIX. yüzyıldan sonra gelişmiştir.

Manzum edebî eserlerden seçilerek oluşturulmuş mecmuaların birçok özelliği müntehabât adı taşıyan eserler için de söz konusudur. Bu yakınlığı Mecmûa-i Müntehabât, Mecmûa-i Müntehabât-ı Eş’âr, Mecmûa-i Müntehabât-ı Şi’riyye-i Arabiyye ve Fârisiyye, Mecmûa-i Müntehabât-ı Kasâid ve Eş’âr-ı Fârisiyye gibi derlemelerle mecmûa-i edebiyye, mecmûatü’l-eş’âr, mecmûatü’l-ebyât gibi adlarla anılan manzum eserlerin isimlerinden başlayarak tespit etmek mümkündür.

XIX. yüzyıldan sonra gelişmiş müntehabatlara Şinâsi’nin (İstanbul 1289) Müntehabâtı Eş’âr’ı ve Edirne Müftüsü Fevzi Efendi’nin Müntehabât-ı Dî-vân-ı Fevzî adlı eserleri (İstanbul, ts.) örnek verilebilir. Müntehabâtların Türk edebiyatında en tanınmış örneği Ziyâ Paşa’ya aittir. 432 Türk, 448 Fars ve 382 Arap şairinin 1262 şiirini ihtiva eden Harâbât’ı Türk edebiyatında bütü-nüyle şiire tahsis edilen müntehabâtların en hacimli ve en önemli örneğidir (I, İstanbul 1291; IIIII, 1292).

XX. yüzyıl başlarında edebî metinleri derleyen antoloji niteliğindeki ki-taplar arasında Bulgurluzâde Rızâ Bey’in Müntehabât-ı Bedâyi’-i Edebiyye’si (I, İstanbul 1326 [manzum]; II, İstanbul 1326 [mensur]; İstanbul 1326 [ze-yil]), Re’fet Avni ve Süleyman Bahri’nin birlikte hazırladıkları Resimli Müntehabât-ı Edebiyye (İstanbul 1329), Fâik Reşad’ın Muharrerât-ı Nâdire yâhud Hazîne-i Müntehabât’ı (İstanbul 1307), Mehmed Cevdet’in Müntehabât-ı Sahâif-i Nefîse’si (İstanbul 1330) zikredilebilir. Sadece beyit ve mısraları derleyen müntehabâtlar da vardır.

TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI ÇALIŞMALARINDA BAŞVURULACAK KAYNAKLAR

Bu gruba giren kaynaklar daha önce de ifade edildiği üzere Türk-İslâm ede-biyatı araştırmalarında, bir başka deyişle bu edebiyatı tanımak, öğrenmek, doğru ve anlaşılır biçimde günümüze, günümüzün her seviyeden okuru-na aktarmak için yapılacak araştırma ve çalışmalarda başvurulacak kaynaklardan oluşmaktadır. Bu son kısma giren eserler için her tür araştır-mada rastlanılan bibliyografya, kaynakça, müracaat eserleri ve başvuru kay-nakları gibi terimler kullanıldığını hatırlamakta fayda vardır.

Türk-İslâm edebiyatı araştırmaları söz konusu olduğunda öncelikle şair ve nasirler için İslâm telif geleneğinde tabakat adıyla anılan eserleri tanımak özelliklerini bilmek, kullanımını öğrenmek gerekmektedir.

Page 50: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

44

1. Tabakat

Bir telif tarzı olarak İslâm dünyasındaki ilk örnekleri, Araplar arasında ortaya konulmuş ve onlardan İslâm kültürü etkisiyle Farslara intikal ettikten sonra Osmanlı öncesinden itibaren Türk dünyasında da yaygın bir gelişme göster-miştir. Tabakatlar zamanla farklı özellikler kazanarak gelişmişse de esas iti-bariyle günümüzdeki ansiklopedik biyografi kitaplarına benzeyen bir telif tü-rüdür. Bu grupta yer alan kitaplar Osmanlı sahasında daha çok terâcim/ terâcim-i ahvâl kitapları adıyla anılmıştır. Ancak aşağıda zikredilecek örnek-lerden de anlaşılacağı üzere Osmanlı devrinde bu tür kitapların adlarında he-men hiç rastlanmayan “tabakat” kelimesi gibi “teracim” de pek az kullanıl-mış, bunların yerini “tezkire” kelimesi almıştır. Nitekim Mehmet Süreyya Beyin Meşhur eseri Sicill-i Osmani veya Tezkire-i Meşahir-i Osmâniyye’nin adında ise tezkire kelimesi yer almaktadır.

Bu tür eserlerdeki hal tercemeleri (terâcim-i ahvâl) ve biyografiler (terâcim) genellikle alfabetik bir sıralamayla ve ele alınan kişinin kısaca aile-si, hayatı ve yetişmesi, hocaları, önde gelen arkadaşları, beraber ders okudu-ğu kişiler (ders şerikleri), ve eserleriyle bunların kısa tanıtımlarıyla biyografi sahibinin, ilmî ve edebî hüviyetine dair bilgiler, hakkındaki bazı rivayetler, şahsı ile ilgili nükteler, fikirleri ve sanatı üzerine bazı tenkidler, belli eserleri, yazı ve şiirlerinden kısa örnekler aktarılmaktadır. Ancak tabakatlarda, bazen yukarıda sayılan her hususta yeterli malumatın bulunması mümkün olamaya-cağı gibi bazan da bilgi verilen konular, işaret edilen hususların ötesinde, çok zengin ve çeşitli olabilmektedir. Bunun hudutlarını ise ele alınan kişi hakkın-da, yazarın ulaşabildiği bilgiler yanında onunla çağdaş veya arkadaş olması da belirlemektedir.

Osmanlı tabakat kitapları daha çok devlet adamları (vezirler ve sadrazam-lar, şeyhülislamlar, kaptanpaşalar, reisülküttaplar), alimler, şeyhler, şairler, hattatlar, kitap sanatkârları başlığı altında toplanabilecek mücellit, müzehhip, nakkaş, minyatürcü, mücellit vb. gibi üstadlar ile musikişinaslar hakkında ya-zılmıştır. Bunların içinde en zengin Türkçe tabakat, şairlerle ilgili olandır. Ardından ulema ve meşâyih hakkındaki eserler gelir. Dikkat edilirse bu sayı-lan sınıflarda yer alan pek çok kişi Türk-İslâm edebiyatıyla ilgili manzum-mensur eserler ortaya koymuş kişiler, bir başka deyişle, aynı zamanda şair, nasir, âlim ve sanatkârlardır. Tabiî olarak bunlarla ilgili araştırma yapılırken çeşitli meslek gruplarıyla ilgili tabakatları tanımak ve onlardan faydalanma yollarını bilmek gerekir.

Bu alan çok zengin olmakla birlikte belli başlı tabakat kitaplarından daha önce değişik ünitelerde temas edilenler dışında şunlar zikredilebilir:

Molla Cami’nin Farsça yazdığı bir sûfi tabakatı olan Nefehâtü’l-üns, önce Ali Şîr Nevâî tarafından 170 kadar Türk ve Hind sûfîsinin terceme-i hali ek-lenerek 901’de (1495) Nesâyimü’l-mahabbe min şemâyimi’l-fütüvve adıyla Çağatay Türkçesi’ne (nşr. Kemal Eraslan, İstanbul 1979), Bursalı Lamii Çe-lebi tarafından da Fütûhul’-mücâhidîn li-tervîhi kulûbü’l-müşâhidîn adıyla Anadolu Türkçesi’ne tercüme edilmiş ve otuz kadarı kadın olmak üzere 629 sufînin hayat hikayesini kapsamaktadır. Eser, Osmanlı çevrelerinde Nefehât Tercümesi olarak tanınmış (İstanbul 1270,1289; bugünkü yazıyla 1970; S. Uludağ’ın girişiyle tıpkı basım 1980) ve Lamiî’nin daha geniş çevrede ta-nınmasını sağlamıştır.

Page 51: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

45

Feridüddin Attar’ın yetmiş iki mutasavvıfın hayatına dair Farsça yazdığı Tezkiretü’l-evliya’sı da Osmanlı sahasında çok rağbet bulmuş ve Türkçe’ye Sinan Paşa (nşr. E. Gürsoy Naskali, Ankara 1987) başta olmak üzere birkaç kere tercüme edilmiş sûfî tabakatlarındandır. En güvenilir Türkçe tercümesi ise Süleyman Uludağ tarafından yapılmıştır (İstanbul 1984, 1991). Osmanlı dünyasında rağbet bulmuş olan sufi tabakatlarına İsmail Hakkı Bursevî’nin, Silsile-i Celvetiyye (İstanbul 1291), Sadık Vicdânî’nin Tomâr-ı Turuk-ı Aliyye dizisi (I Melâmilik, İstanbul 1338; II Kadiriyye, İstanbul 1340; III Halvetiyye İstanbul 1341; IV Sûfî ve Tasavvuf, İstanbul 1342) eklenebilir.

Osmanlı alimleri, edip ve yazarları, devlet adamları, sanat ve zanaatkârla-rının gerek alfabetik sıralama suretiyle gerek devirlere ve tabakalara ayrılarak toplandığı tabakat türü pek çok eser değişik konularda tanınmış isimlerin bir araya getirildiği genel tabakat kitaplarıdır ve farklı adlarla bu alandaki yerini almıştır: Bunların başında Taşköprülü-zade’nin Osman Gazi’den başlayarak Kanunî devri dahil olmak üzere on padişah zamanında Osmanlı coğrafyasın-da yaşamış beş yüzden fazla alim ve şeyhi tanıtmak üzere on tabaka halinde Arapça kaleme aldığı eş-Şaka’iku’n-nu’mâniyye fî ulema-i devlet’i-Osmâniyyesi gelmektedir (nşr. Ahmet Suphi Fırat, İstanbul 1985). Bu tipteki eserlerin ilki sayılabilecek bu hacimli kitap daha müellifi hayatta iken Âşık Çelebi, Hakî Efendi gibi isimlerin Türkçe’ye tercüme edilmiştir. Ancak en değerli tercümesi esere birçok kaynaktan derlediği yeni bilgileri ekleyerek te-lif-tercüme suretiyle adeta yeni bir tabakat meydana getiren Edirneli Mecdî Efendi olmuştur. Gördüğü rağbet üzerine eş-Şaka’iku’n-nu’mâniyye zamanla Osmanlı sahasında tercüme, tezyil, telhis, ta’lik, tahşiye suretiyle kaleme alınmış başka eserlerle desteklenerek bu vadide önemli bir faaliyetin geliş-mesine ve ortaya konan eserlerle türün zenginleşmesine yol açmıştır. Hatta Osmanlı medeniyetine şu veya bu şekilde katkı sağlamış her tabaka ve alan-dan zevatın tercüme-i halleriyle âdeta müstakil bir vadi oluşturmuştur (bk. Taşköprülüzâde). Bu genel manadaki Osmanlı tabakat kitaplarına çok sonra-ları kaleme alınmış Mehmed Süreyya Bey’in Sicill-i Osmanî veyâ Tezkire-i Meşahir-i Osmaniyye’si (I-IV, İstanbul 1308-1316; ) ile Bursalı Mehmet Ta-hir Bey’in Osmanlı Müellifleri’ni (I-III, İstanbul 1333-1342) ilave etmek ge-rekir. Hacı Zihni Efendi’nin Meşâhiru’n-nisa’sı (I-II İstanbul 1294-1295) da İslâm öncesinden itibaren Arap, Fars ve Türk dünyasında ilim, edebiyat, ta-savvuf ve siyaset alanlarında meşhur olmuş 1165 kadınla ilgili genel bir eser-dir.

Türk mûsıkîsi alanında ilk tabakat Şeyhülislâm Ebûishakzâde Esad Efen-di tarafından Atrabü’l-âsâr fî tezkireti urefâi’l-edvâr adıyla kaleme alınmıştır. Üzerinde Zeynep Sema Yüceışık’ın bir doktora tezi hazırladığı eser (b. bibl.) XVII-XVIII. yüzyıllar arasında yaşamış Osmanlı musıkîşinaslarından yüze yakın bestakârın kısa biyografisiyle eserlerinden bazı örnekleri ağır bir inşa üslubuyla aktarmaktadır. Bu alandaki son ve mühim tabakat İbnülemin Mahmut Kemal İnal’ın kaleme aldığı Hoşsada’dır (Ankara 1958).

Osmanlı hattatları hakkındaki tabakatların başında Gelibolulu Mustafa Âlî’nin hattat, nakkaş ve mücellitler hakkında bilgi veren Menâkıb-ı Hünerverân’ı (nşr. İbnülemin, İstanbul 1926) gelmektedir. Onun Künhü’l-ahbâr’ının dördüncü rüknü de Osmanlı devlet adamları, alim ve şairlerinin hayatlarına ait bilgiler ihtiva eden bir tabakat sayılır. Bu kısım Mustafa İsen tarafından müstakil olarak Künhü’l-ahbârın Tezkire Kısmı adıyla (Ankara 1994) neşredilmiştir. Buna büyük Osmanlı biyograflarından Müstakim-zâde’nin Tuhfe-i Hattâtîn (nşr. İbnülemin, İstanbul 1928) adlı eserini ilave etmek gerekir. Nefeszâde İbrahim Efendi’nin Gülzar-ı Savab’ı (nşr. Kilisli

Page 52: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

46

Rıfat (İstanbul 1939), Suyolcuzâde’nin Devhatü’l-küttâb’ı (nşr. Kilisli Rıfat, İstanbul 1942), Habib Efendi’nin Hat ve Hattâtân’ı (İstanbul 1305), İbrahim İbnülemin Mahmut Kemal İnal’ın Son Hattatlar’ı (İstanbul 1955) ile Nurul-lah Tilgen’nin Eyüplü Hattatlar’ı (İstanbul 1950) bu konudaki diğer eserler-dir.

Osmanlı devlet adamlarıyla ilgili tabakat kitaplarının en önemlileri ara-sında sadrazamlarla ilgili olarak kaleme alınmış bulunan Osmanzâde Taib’in Hadîkatü’l-vüzerâ’sı gelir (İstanbul 1271, Freiburg 1969). Bu esere zeyil ola-rak Dilâver Ağa-zâde Ömer Vahid, Şehrî-zâde Mehmed Said (Gül-i Zîbâ), Cavid Ahmed (Verd-i Muattara), Bağdatlı Abdülfettah Şefkat, Ahmet Rıfat (Verdü’l-hadâyık, İstanbul ts.; Freiburg 1970) gibi kitaplar yazılmıştır. Bu se-riyi İbnülemin Mahmut Kemal İnal’ın, Osmanlı Devrinde Son Sadrazamlar’ı (14 fasikül, İstanbul 1940-1953) ile Mehmet Zeki Pakalın’nın Son Sadrazam-lar ve Başvekiller’i (I-V, İstanbul 1940-1948) tamamlar.

Şeyhülislamlar hakkındaki ilk tabakat Müstakimzâde’nin Devha-i Meşâyih-i Kibâr’ıdır. Müellif eserine iki de zeyl yazmıştır. Ahmet Rıfat Efendi’nin bu esere yazdığı zeyil ile birlikte hepsi Devhatü’l-meşâyih maa zeyl adıyla yayımlanmıştır (İstanbul ts.; tıpkıbasım:İstanbul 1978). Müstakimzade’nin eserine sonraki şeyhülislamların da ilâvesiyle zeyiller ya-zılmıştır.

2. Tezkiretü’ş-Şuarâ

Türk-İslâm edebiyatı araştırmalarına kaynaklık yapan eserlerin başında özel-likle XV. yüzyıldan sonra ve Osmanlı sahasında şairler hakkında bilgi veren en önemli kaynaklar Sehi Bey’in Tezkire’sinden itibaren Tezkire-i Şuarâ adıyla müstakil bir alan ve tür oluşturan tezkireler gelmektedir. Genel özel-likleri itibariyle tabakatlarla aynı hususiyetleri taşısalar da bunlar öncelikle devirlerinde şiir ve edebiyatla doğrudan meşgul olmuş kişiler hakkında bilgi vererek şiirlerinden örnekler aktararak sanatları hakkında değerlendirmeler yaparlar.

Türk edebiyatın XV. Yüzyıl sonlarında Ali Şîr Nevâî tarafından Çağatay-ca kaleme alınan ilk tezkiresi Mecâlisü’n-Nefâis 455 şairin hayat hikayesini aktarır. Osmanlı sahasında ilk eser Sehî Bey’in XVI. asır Osmanlı şairlerin-den 229’unu anlatan Heşt Bihişt’idir. Bu asırda kaleme alınmış tezkirelerin ikincisi, Latifî tarafından kaleme alınan Tezkiretü’ş-şuarâ ve Tabsıratü’n-nuzamâ olup 334 şair hakkında bilgi vermektedir. Bağdatlı Ahdi ise Gülşen-i Şuarâ’sında 384 şairi söz konusu eder. Ardından Meşâiri’ş-şuarâ adlı eseriy-le Âşık Çelebi gelir. Hasan Çelebi ise Tezkiretü’ş-şuarâ adıyla yazdığı kita-bında 631 şairin hal tercümesini ele almıştır. Gelibolu Mustafa Âlî ise Kün-hü’l-ahbâr adıyla yazdığı tarihinin dördüncü rüknünü teracimi ahvale ayırmış ve bu kısım devrin 130 kadar ulema, şuarâ ve fuzalasından bahseden önemli bir tezkire değeri kazanmıştır. Tezkirecilik bu ilk ve önemli örneklerden son-ra başlıcaları, Beyânî, Riyazî, Faizî, Rıza, Yümnî, Âsım, Güftî, Safâî, Sâlim, Beliğ, Râmiz, Şeyhülislâm Ârif Hikmet, Fatin gibi isimlerin eserleriyle iyice zenginleştikten sonra, İbnülemin Mahmud Kemal İnal’ın Son Asır Türk Şair-leri isimli dört ciltlik eseriyle (İstanbul 1930-1941) XX. asra bağlanmıştır. Sadettin Nüzhet Ergun’un tamamlayamadığı Türk Şairleri ise tezkirneler baş-ta olmak üzere çeşitli tabakat kitaplarındaki bilgilerin derlenmesi ve şairlerin şiirlerinden geniş çaplı örnekler aktarılmasıyla oluşturulmuş bir kaynaktır.

Page 53: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

47

İbnülemin Mahmmud Kemâl’in Son Asır Türk Şâirleri dışında yazdığı biyografik eserler hangileridir?

Özet

Türk-İslâm edebiyatına özelliklerini ve muhtevasını veren kaynakları belirle-yebilmek.

İslâm dininin ve kültürünün Türk Edebiyatına kaynak olmak bakımından önemi, araştırıcıların bu edebiyatın kaynaklarını dinî ve doğrudan dinî ol-mayan kaynaklar olarak iki bölümde ele almasında da görülmektedir:

Dinî kaynakların başında Kur’ân-ı Kerîm gelmektedir. İkincisi hadis veya sünnet-i nebevîdir. Üçüncüsü kısas-ı enbiyâ ve buna bağlı olarak es-ki kavimlerle ilgili tarihi bilgilerdir. Bir diğeri ise tasavvuftur. Doğrudan Dinî Olmayan Kaynaklar’a gelince bunları Arap ve Fars edebiyatı ve kültü-rü, Türk milletinin kendi yaşama biçimi, eğlenceleri, mühim gün ve gece-leri kutlama şekli, ahlâkı, sahip olduğu âdet ve an’aneler, devrin hakiki ve batıl ilimleri, efsâne ve masallar, savaşlar vs. olarak sıralamak müm-kündür.

Edebî metinlere ulaşmada başvurulacak başlıca kaynaklar olan divan, mec-mua ve cönk vs. gibi yazma ve matbu eserleri tanıyabilmek.

Bilindiği gibi Türk-İslâm edebiyatında edebi eser denince akla önce şiir, ya-hut manzum eserler gelmektedir. Bu eski edebiyatımızın şiire düz yazıdan, bir başka ifade ile nazma nesirden fazla değer vermesiyle ilgilidir. Vakıa şii-rin yanında ikinci plana düşen nesir, inşa denilen üslüp ile sanatkârâne ifade yolunda ciddi merhaleler kazanmış, bazı sanatkarlar tanıtılırken “şi’r ü inşâda mâhir, nazm ü nesre kâdir” gibi ifadelerle her iki fende de başarılı oldukları özellikle vurgulanmış olsa da şiir nesirden, şâirlik nâsirlik ve münşîlikten üs-tün tutulmuştur. Bu bakımdan metinlerin kaynaklarının başında divan, mec-mua ve cönk gibi şiire ve şiiri aktaran kaynakları tanımak önemlidir.

Türk-İslâm edebiyatı araştırmalarında, bu edebiyatı tanımak, öğrenmek ve doğru biçimde günümüze aktarmak için yapılacak araştırma ve çalışmalarda başvurulacak kaynakları tanıyabilmek.

Bu kısma giren eserler için bibliyografya, kaynakça, müracaat eserleri ve başvuru kaynakları gibi terimler kullanıldığını hatırlamakta fayda vardır. An-cak bu eserlerin kendileri bir taraftan edebi eser hüviyetini taşımakta diğer ta-raftan da devrin anlayışına göre şekillenmiş bulunmaktadır. Bunlar genel ola-rak tabakat adını taşır. Türk-İslâm edebiyatını daha doğrudan ilgilendiren biyografik eserler ise Şuara Tezkireleri başlığını taşırlar. Bunların sayısı ilk örneklerin ortaya konduğu XVI. yüzyıldan bu yana yazılanlar dikkate alındı-ğında 30’u aşmıştır.

Page 54: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

48

Kendimizi Sınayalım

1.Aşağıdakilerden hangisi Türk-İslâm edebiyatının doğrudan dinî kaynakla-rından sayılmaz?

a. Sünnet

b. Ahbârü’l-Arab

c. Kısas-ı Enbiyâ

d. Fıkıh

e. Tasavvuf

2. Genellikle âşık edebiyatı, halk edebiyatı ve folklor ürünlerinin toplandığı anonim mahiyette bir mecmua türü olarak tarif edilen eserlere ne ad veri-lir?

a. Cönk

b. Tabakat

c. Müntehabât

d. Mesnevî

e. Divan

3.Ali Şîr Nevâî tarafından Çağatayca kaleme alınan tezkirenin adı aşağıdaki-lerden hangisidir?

a. Atrabül-âsâr

b. Tezkire-i Şuarâ-yı Bağdâd

c. Mecâlisü’n-nefâis

d. Gülşen-i Şuarâ

e. Menâkıb-ı Hünerverân

4. Aşağıdakilerden hanğisi Türk-İslâm edebiyatını tanımak, öğrenmek ve doğru biçimde günümüze aktarmak için yapılacak araştırma ve çalışma-larda başvurulacak klasik kaynaklardan biri değildir?

a. Sufi tabakatları

b. Tezkiretü’ş-Şuarâlar

c. Tezkire-i Hattâtîn

d. Harabât

e. Hadîkatü’l-vüzerâ

Page 55: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

49

5. “Kur’an ve hadisin kaynak oluşu” kavramı ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi doğrudur?

a. Kur’an dinin kaynağıdır.

b. Hadis dini yaşamanın rehberidir.

c. Tasavvuf bir müslümanın asla ihmal etmemesi gerekli bir alandır.

d. Peygamber kıssaları dini hayatın vazgeçilmezidir.

e. Dinimiz ve kültürümüz en gür ve etkili şekilde bu kaynakların tama-mından beslenmiştir.

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı

1. b Yanıtınız doğru değilse “Doğrudan Dinî Kaynaklar” konusunu yeniden okuyunuz.

2. a Yanıtınız doğru değilse “Türk Edebiyatı Metinlerinin Kaynakları” konusunu yeniden okuyunuz.

3. c Yanıtınız doğru değilse “Tezkire” konusunu yeniden okuyunuz

4. d Yanıtınız doğru değilse “Türk-İslâm Edebiyatı Araştırmalarında Bavurulacak Kaynaklar” konusunu yeniden okuyunuz

5. e Yanıtınız doğru değilse “Doğrudan Dinî Kaynaklar” konusunu yeniden okuyunuz

Sıra Sizde Yanıt Anahtarı

Sıra Sizde 1

Türk-İslâm edebiyatının doğrudan Kur’an’la beslenen türleri arasında tevhid, münâcât, esmâ-i hüsnâ sayılabilir.

Sıra Sizde 2

Türk-İslâm edebiyatında kaleme alınmış en mehur Yusuf u Züleyhâ mesnevi-si Fâtih’in hocası Akşemsedin Hazretlerinin oğlu Hamdullah Hamdi’ye aittir. Türk Edebiyatı tarihçisi M. Fuat Köprülü’ye göre “bu mesnevi, gerek zama-nında ve gerek XVI. asırda umumi rağbete mazhar olarak, onun şöhretini te-minde başlıca amil olmuştur. Şairimizden bahseden bütün tezkireciler ve terâcim müellifleri bu hususta müttefiktirler.”

Sıra Sizde 3

İbnülemin Mahmmud Kemâl’in Son Asır Türk Şâirleri dışında yazdığı biygrafik eserler Son Sadrazamlar, Hoş Sadâ, Son Hattatlar,

Page 56: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

50

Yararlanılan Kaynaklar

M. Erol Kılıç, Sûfî ve Şiir Osmanlı Tasavvuf Şiirinin Poetikası, İstanbul

Agah Sırrı Levent, Ümmet Çağı Türk Edebiyatı, Ankara

Nihat Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul

İsmail Ünver “Mesnevi” Türk Dili Türk Şiiri Özel Sayısı II (Divan Şiiri), Ankara

M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul

Cemal Kurnaz, Türküden Gazele:Halk ve Divan Şiirinin Müşterekleri Üzeri-ne Bir Deneme, Ankara

Amil Çelebioğlu, “XIII-XV. Yüzyıl (ilk yarısı) Mesnevîlerinde Mevlânâ Te-siri” III. Uluslarası Mevlânâ Semineri, Ankara

Mustafa Uzun, “Dede Ömer Rûşenî” DİA, IX, 81-83.

a. mlf., Ney-nâme (Tenkidli Basım), İstanbul 1990,

a. mlf., “İlâhî”, DİA, XXI, 225

a. mlf., “Hz. İbrahim”, DİA, XXI, 272-273;

a. mlf., “Hz. İsâ”, DİA, XXIII, 473;

a. mlf., “Hz. İsmail” DİA, XXIII. 80-82

Page 57: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

51 

Page 58: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

52

Amaçlarımız   Bu üniteyi tamamladıktan sonra;

• Türk-İslâm Edebiyatında kullanılan nazım şekillerini açıklayabilecek,

• Türk Edebiyatında kullanılan vezinleri tanıyabilecek,

• Eski Türk Edebiyatında sıklıkla kullanılan aruz kalıplarını sıralayabile-cek,

• Türk-İslam Edebiyatında kullanılan kafiyeleri sıralayabileceksiniz.

Anahtar Kavramlar • Mısra-Beyit-Kıta-Bend

• Aruz-Hece-Serbest

• Açık hece-Kapalı hece

• Kafiye-Redif

Öneriler Bu üniteyi daha iyi kavrayabilmek için okumaya başlamadan önce;

• Metin içerisinde tanımı verilmeyen kelimeler için Misalli Türkçe sözlüğe başvurunuz.

• Metin içerisinde geçen terimler hakkında daha fazla bilgi için Türkiye Di-yanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’nin ilgili maddelerine ve Necla Pekolcay’ın İslâmî Türk Edebiyatında Şekil ve Nevilere Giriş adlı eserin-de ilgili yerlere bakınız.

Page 59: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

53

GİRİŞ Divan Edebiyatı Türkler’in İslâm dinini benimsemesinden sonra ortaya çıkan yazılı edebiyattır. Arap ve Fars Edebiyatlarının etkisi altında gelişmiştir. Bu etki, Arapça ve Farsça kelimelerin Türkçe’ye girmesinin yanı sıra, bu dillerin anlatım biçimlerinin benimsenmesiyle de kendini gösterir. Bu akımın “Divan Edebiyatı” olarak adlandırılmasının sebebi, şâirlerin, şiirlerini divan denen kitaplarda toplamış olmalarıdır.

Kur’an’ın Arapça olmasından dolayı pek çok toplumun kültürü ve dili değişime uğramıştır. İranlılar, IX. yüzyılda edebiyat ürünlerini, “Yeni Fars-ça” diye adlandırılan bir dille vermeye başlamışlardır. Fars Edebiyatı’nın bu ürünlerinden Türk Edebiyatı büyük ölçüde etkilenmiştir. Öte yandan, Anado-lu’da kurulan Türk devletleri, ilk zamanlarda resmî yazışma dili olarak Arap-ça ve Farsça’yı kullanmışlardır. Bu durum, edebî dilin değişmesine de yol açmış; özellikle Saray çevresindeki şâirler ve yazarlar, eserlerini Arapça ve Farsça yazmaya başlamışlardır. Osmanlı Devleti döneminde Arapça ve Fars-ça’nın yoğun etkisinde kalmış olan Osmanlı Türkçesi, Divan Edebiyatı’nda kullanılan ana dildir.

DİVAN EDEBİYATI’NDA NAZIM BİRİMİ

Nazım, sözlük anlamıyla “sıra”, “düzen” demektir. Ama Divan Edebiyatı’nda nazım dendiğinde şiir anlaşılır. Divan şiirinde nazım birimi genellikle beyit olup şiirler çeşitli nazım şekilleri içinde kurallarını Arap ve Fars Edebiya-tı’ndan alan aruz vezniyle yazılmıştır. Bununla beraber, Nedim ve Şeyh Galip gibi bazı şairlerin hece ölçüsüyle yazılmış şiirlerine rastlamak mümkündür. Aruz vezninde açık ve kapalı heceler çeşitli kalıplarda, kendilerine özgü bir düzen içinde sıralanır. Şairler eserlerini yazarken seçtikleri kalıba mutlaka uymak zorundadır. Aruz, esas olarak hecelerin uzunluğu ve kısalığı temeline dayanan bir şiir ölçüsüdür. Türkler’in İslamiyet’i kabul etmelerinden sonra medrese kültürü ile yetişen şairlerin Farsça’yı edebiyat dili olarak benimse-meleri, aruzun Türk Edebiyatına da girmesini sağlamıştır.

Türk-İslâm

Edebiyatında

Nazım Şekilleri

Page 60: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

54

MISRA

Arap, Fars ve Türk edebiyatlarında beyti oluşturan bir satırlık nazım parçası demektir. Sözlükte “yıkıp yere çalmak” mânasına gelen sar’ / sır’ kökü “şiirin beytini iki mısralı yani iki kafiyeli, kapıyı iki kanatlı yapmak” anlamlarını da ifade eder. Ayrıca “ev” mânasındaki “beyt”in kapısındaki her bir kanada mıs-ra denildiğine işaret edilir. Nitekim eve kapıdan girildiği gibi şiire de mısra ile başlanmaktadır. Bu açıklamalardan hareketle gerçek anlamı “ev, çadır, oda, mesken, konak” olan beyit, bir edebiyat terimi olarak aynı vezinde iki mısradan meydana gelen nazım birimini ifade ettiği gibi gerçek anlamı “çadır kapısının iki yanı, kapı kanadı ve pervazı” olan mısra da terim olarak beyti meydana getiren iki parçadan biri için kullanılır.

Son dönemlerde dize kelimesiyle karşılanan mısra hakkında Türk edebi-yatı kaynakları, “ölçülü veya ölçüsüz bir satırlık nazım parçası” tarifinde bir-leşmiş gibidir. Divan edebiyatında mısra beytin yarısıdır; mânalı en küçük nazım birimidir. Diğer bir ifadeyle bir nazım parçasını oluşturan her bir satıra mısra adı verilir. Mısra en küçük nazım birimi olduğu gibi aynı zamanda en küçük nazım şeklidir.

Divan edebiyatında kaside, gazel, mesnevi, terkib-bend ve tercî-bendde nazım birimi beyittir. Müşterek bir iç kafiye ile mısraların birbirine bağlandı-ğı bendlerden meydana gelen musammatlarda ise nazım birimi mısradır. Di-ğer nazım şekillerinde beyitler nasıl bir bütünlük gösteriyorsa musam-matlarda da mısralar aynı görevi yerine getirmektedir. Son dönem Türk ede-biyatında Batı edebiyatının da etkisiyle mısradaki mâna bütünlüğü kaybol-muş, serbest şiirlerin bir kısmında daha ileri gidilerek mısraın sınırları belir-sizleştirilmiş, bazan tek kelimeden ibaret mısralar yazılmış, bu da şiiri nesre daha fazla yaklaştırıp boğmuştur.

Divan edebiyatında bir mânayı en kapsamlı şekilde ifade edebilecek, âhengiyle hâfızalarda yer alacak kadar dikkat çekici bir ustalık ve güzelliğe sahip mısralar “mısra-ı berceste” (son derece latif ve sağlam) veya “şah mıs-ra” adını almıştır. Bunlar eser değerinde kabul edildiğinden mısraı berceste söyleyebilen kişinin de şair sayılmasına yeterlidir. Böyle mısralar şiirin en güzel parçası olup mânasının derinliği ile dillerde dolaşan, kolayca hatırlana-bilen, ifadeler olmasının yanında sağlam kuruluşu ile âdeta atasözü gibi kul-lanılan örneklerdir. Bâkî’nin, “Âvâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal / Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş”; Bursalı Tâlib’in, “Çeşm-i insâf kadar kâmile mîzân olmaz / Kişi noksânını bilmek kadar irfân olmaz” ve Koca Râgıb Pa-şa’nın, “Miyân-ı güft ü gûda bed-meniş îhâm eder kubhun / Şecâat arzederken merdi kıptî sirkatin söyler” beyitlerinin ikinci mısraları bugün de dillerde birer atasözü halinde dolaşmaktadır.

Divan şiirindeki örneklerden hareket edildiğinde mısraa beyit gibi kısa bir nazım şekli olarak bakmak da mümkündür. Divanların sonunda herhangi bir manzume içinde yer almadan başlı başına bir şiir gibi yazılmış mısralar bu-lunmaktadır. Bir manzume içinde yer almayan, bazan diğer mısraları tama-mıyla unutulan ve mânaları kendi içlerinde tamamlanan, mısra-ı bercesteler gibi dillerde dolaşan bu tek mısralara “mısraı âzâde” veya yalnızca “âzâde” denilmektedir. II. Mahmud’un hekimbaşısı Abdülhak Molla’nın ecza dolabı-nın kapısı üzerine yazdırdığı, “Ne ararsan bulunur derde devâdan gayrı” ve Muallim Nâci’nin gülümserken çekilmiş bir resminin altına yazdırdığı, “Mudhikât-ı dehre ben ölsem de tasvîrim güler” örnekleri birer mısraı âzâde-dir. Bunlar manzumelerden kopuk ya da tamamlanmamış şiir parçaları şek-

Page 61: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

55

linde kalmayıp “müfred” adını alan tek beyitler gibi genellikle divanların son taraflarında “mesâri’(mısralar)” adıyla anılan özel bir bölümde yer alır.

BEYİT

Arapça “ev” anlamına gelen beyit iki mısradan oluşan nâzım parçasıdır. Di-van edebiyatında nâzım birimi sayılan beyit, anlam bütünlüğüne sahiptir. Be-yit, kafiyeli iki mısradan meydana gelirse “beyt-i musarra”, bir gazelin en seçme beyti olursa “beytü’l gazel” bir kasidenin en güzel beyti olursa “beytü’l kaside”, içinde şairin adının ya da mahlasının bulunduğu beyitse “tac beyit” bir kasidenin ya da gazelin ilk beyti ise “matla” son beyti ise “makta” adını alır.

Kafiyeli bir beyite “beyt-i musarra”, kafiyesiz olanlara “ferd” ya da “müfred” denir. Divanlarda müfredler müfredat adıyla ayrı bir bölümde top-lanır. Kafiyeli beyitlerin olduğu bölüme de “metali’” denir.

BEND

Bend, sözlük anlamıyla “bağ, bağlanan şey, kuşak; fıkra ve makale gibi ya-zıların kısımları” demektir. Nazım terimi olarak da Bend, birbirine vezin ve kafiyeyle bağlanmış ikiden çok mısra topluluğudur. Bendler 3-10 mısra ola-bilir. Bunlara parça anlamında kıt’a dendiği de olmuştur. Bendlerden mey-dana gelen nazım şekilleri tek ya da birden çok bendliler olmak üzere ikiye ayrılırlar. Tek bendli nazım şekilleri rubâ’î, tuyuğ, çoğu zaman kıta; çok bendli nazım şekilleri ise murabba ve bunun değişik türleri olan terbî’ ve şar-kı; muhammes ve tahmis, taştîr, tardiyye; müseddes ve tesdîs; müsebba’ ve tesbî’; müsemmen ve tesmin; mütessa’ ve tetsî’, muaşşer ve ta’şîr; terkib-bend ve tercî’-bend’dir.

KASİDE

Arap, Fars ve Türk şiirinde en çok kullanılan eski ve uzunca bir nazım şekli-dir.

Anadolu’da XIV. yüzyılda oluşmaya başlayan divan edebiyatı Arap ve İran edebiyatlarının nazım şekillerini kabul ederken konu yönünden eski ko-şuklara benzeyen kasideyi de kolaylıkla benimsemişti. Türkler’in müslüman olmadan önceki ozanlarının, hakanları yahut beyleri övmek için kopuz eşli-ğinde söyledikleri koşuklarla kaside arasında muhteva yönünden fazla fark görülmüyordu. Türk edebiyatında ilk örnekleri XIV. yüzyılda yazılmaya baş-lanan kasidelerin Türk beyliklerinin ileri gelenleri hakkında düzenlenmiş ol-masıyla ilk mükemmel örneklerin ortaya çıktığı XV. yüzyılda sultanlar ve devlet büyüklerini övmek için yazılmaya başlanması koşuk geleneğinin bir devamı gibi kabul edilebilir. Türk edebiyatının klasik özelliklerinin bütünüy-le teşekkül ettiği XVI. yüzyılda ise kasidenin bu edebiyata has kuralları iyice belirlenip şekil ve bölümleri oluşmuştur. Konusu diğer İslâmî edebiyatlarda görülmediği kadar genişleyen kaside buna bağlı olarak değişik isimlerle anılmaya başlar. Hicviyye, mersiye, hasbihal, arzıhal gibi konuları da ihtiva edecek çeşitlilikte yazılan kaside Hz. Peygamber’i ve diğer din büyüklerini, şairin çağında yaşamakta olan bir kişiyi öven örnekler yanında Allah’a yaka-rış, Resûli Ekrem’den şefaat dileme, bir devlet büyüğünden mansıp ve me-

Page 62: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

56

muriyet talebi, himaye görme arzusuna yönelik istekte bulunma, bir cezadan kurtulmak için af dileme, hamâsî duyguları açıklama, vatan sevgisini dile ge-tirme gibi sebeplerle de düzenlenmiştir.

Türk edebiyatında kasideler hemen hemen en az otuz ile en fazla doksan dokuz beyit arasında değişen uzunlukta düzenlenmiştir. Bazan bu sınırların dışına çıkıldığı olmuşsa da şairlerin genelde kırk-elli beyit uzunluğundaki ka-sideleri tercih ettikleri görülür. Kasidede ilk beyte matla’, son beyte makta’ denir. Şairin mahlasını söylediği beyit taç beyit, kasidenin en güzel beyti beytü’l-kasîd olarak isimlendirilir. Kafiye örgüsü “aa/ ba/ ca…” şeklindedir. Türk şairleri kasidenin altı bölümden oluşmasını benimsemiş ve buna uyma-ya özen göstermişlerdir. 1. Nesîb (teşbîb). Kasidenin giriş bölümüdür. Ge-nelde bir gazel gibi âşıkane duygulardan bahseder. Bu şekilde olan girişler nesîb, aşk dışında tasvir vb. herhangi bir konu işlenmişse teşbîb adını alır. İş-lediği konuya göre de kaside özel bir adla anılır. Nesîb veya görev süresi teşbîb ortalama on-on beş beyit uzunluğunda olur. 2. Girizgâh (giriz / güriz). Şairin methiyeye geçtiğini bildiren bir ya da iki beyitten ibaret olup konuya uygun bir nükte taşımasına ve nesîble methiye arasında anlam ilişkisi kurulmasına dikkat edilir. 3. Methiye. Kasidenin maksadına uygun olarak övülen kişi veya şeyden bahseden bölümdür. Kasidenin en sanatkârane bö-lümü olup uzunluğu konuya ve şaire göre değişir. 4. Tegazzül. Kaside içinde tecdîdi matla’ ile başlayan bir gazel olup beş-on beyit arasında değişir. Bir kasidenin başında yahut sonunda yer alabildiği gibi tegazzül bölümü olmayan kasideler de vardır. 5. Fahriyye. Şairin kendisini övdüğü ve bazan da dileğini bildirdiği bölümdür. Beyit sayısı şairlere göre değişebildiği gibi fahriyye bö-lümü konulmamış kasideler de mevcuttur. Türk kasideciliğinin üstadı sayılan Nef’î’nin fahriyyeleri sanatlı bir üslûpla yazılmış olup beyit sayısı hayli kaba-rıktır. 6. Dua. Övgüsü yapılan kişi veya şey ile şairin kendisi hakkında dua edilip iyi dileklerde bulunulan son birkaç beyitten ibarettir.

Türk edebiyatında kasideler üç şekilde adlandırılmıştır. Bunlardan ilki teşbîb veya methiyede ele alınan konuya göre yapılan adlandırmadır. Diğer nazım şekilleriyle yazılabilmekle birlikte daha çok kaside biçiminde kaleme alınmalarından dolayı münâcât, tevhid, na’t, mersiye, hicviyye gibi manzu-meler kasidenin konu bakımından değişik türlerini oluşturur. Bu tanımlama genellikle şairin kasidesine koyduğu başlığı esas alır. “Tevhîd-i Hazret-i Bâ-rî” “der Na’t-ı Seyyidi’l-Mürselîn”, “Der Sitâyîş-i Sultan (...)”, “Kasîde der Medh-i (...)”, “Hicviyye der Hakkı (...)” gibi ibarelerin yer aldığı bu başlıklar aynı zamanda kasidenin türünü de belirtmiş olur. Bir kasidenin teşbîb bölü-münde yer alan konuya göre bahardan bahseden kasidelere bahâriyye (rebîiyye), kıştan söz eden kasidelere şitâiyye denmesi gibi ramazâniyye, ıydiyye (bayramiyye), sayfiye, nevrûziyye gibi zaman dilimlerini; İstanbuliyye ve Bağdâdiyye gibi şehirleri; sünbüliyye ve rahşiyye gibi çiçek veya hayvanları; sûriyye, hamâmiyye, cülûsiyye, kudûmiyye, istikbâliyye gi-bi olaylara dayalı bir hayat kesitini; kasriyye, dâriyye gibi bir bina tebrikini konu alan kasideler de yine teşbîbinde işlenen konuya göre isim almıştır. Ka-sidelerin ikinci tür adlandırması redifine göre yapılır. Redifi güneş olan met-hiyeye güneş kasidesi (şemsiyye), gül olana gül kasidesi (verdiyye), sünbül olana sünbül kasidesi (sünbüliyye) gibi isimler verilir. Türk edebiyatında su, tîğ, hançer, benefşe, lâle, kalem, sühan, gül vb. kelimelerin redif olarak kul-lanıldığı kasideler ünlüdür. Son adlandırma şekli Arap edebiyatında olduğu gibi kafiye harfine göre yapılandır. Kafiye harfi râ ise râiyye, mîm ise mîmiyye, tâ ise tâiyye gibi.

Page 63: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

57

Kaside yazan şair için kasîdegû, kasîdeperdâz vb. tabirler kullanılmıştır. Âşık Paşa’nın Garibnâme’deki na’tlarıyla Ahmedî’nin divanındaki kasideler bu şeklin ilk örnekleri sayılır. Türk edebiyatında gerçek anlamda kasidecilik ise divanında yer alan on altı kasidesiyle bu nazım şeklini klasik özellikleriy-le Türk edebiyatının malı yapan Şeyhî ile başlamıştır. Daha sonra Karamanlı Nizâmî on bir, Bursalı Ahmed Paşa otuz bir, Necâtî Bey yirmi altı kaside yazmıştır. Bu yüzyıldaki en güzel örnekler Ahmed Paşa’nın kasideleridir.

XVI. yüzyıl kasidede İran örneklerinin aşılmaya çalışıldığı ve abartmalara yol açıldığı bir dönemdir. Övülen kişilerin devlet ihtişamının gölgesinde kalmaması için mübalağalı bir şekilde methedildiği bu dönemde Bâkî özellik-le nesîb kısımlarında parlak tasvirlerin yer aldığı yirmi yedi, Hayâlî Bey zen-gin hayallerle övdüğü yirmi yedi, Nev’î elli, Rûhî-i Bağdâdî yirmi dört kaside yazar. Ancak bu yüzyılın kasideciliğinde en önemli yer Fuzûlî’ye aittir. Onun na’tları da dahil divanında otuz yedi kaside mevcuttur.

XVII. yüzyılda Türk edebiyatının en büyük kaside şairi olan Nef’î, İran ve Arap kasidecilerini geride bırakmıştır. Divanında en geniş yeri işgal eden elli dokuz kasidesi fahriyye bölümleriyle ünlüdür. Yüzyılın diğer kaside usta-larından Sabrî de Nef’î’nin etkisinde kalmıştır. Nâilî’nin otuz beş, Nâbî’nin otuz iki kasidesiyle bu yüzyıl Türk kasideciliğinin en parlak devri olmuştur.

XVIII. yüzyılın başlarında Yahyâ Nazîm büyük bir cilt tutan divanının tamamını na’tlara ayırmış, bunların pek çoğunu da kaside nazım şeklinde ka-leme almıştır. Nedîm’in ince ve zarif bir âhenkle yazdığı kasidelerinin adedi otuz sekizdir. Onu değişik konularda yirmi dokuz kaside ile Şeyh Galib takip eder. Yüzyılın sonlarında ise kasideleriyle dikkat çeken Sünbülzâde Vehbî el-li dört, Enderunlu Fâzıl seksen dört ve Keçecizâde İzzet Molla kırk sekiz ka-side söylemiştir.

Divanındaki az sayıda kasidelerden bir veya birkaçı ile ün kazanmış yahut söylediği kasidelerden biri diğerlerinden daha çok tanınmış şairler de vardır. Sünbülzâde Vehbî’nin “Sühan Kasidesi” ile Sâbit’in ramazâniyyesi, Tanzi-mat döneminde Âkif Paşa’nın ilk defa bir soyut kavramı konu edinen “Adem Kasidesi” ve Nâmık Kemal’in “Hürriyet Kasidesi” diye meşhur olan şiiri bunlardandır. Divan edebiyatında kaside yazma geleneği Tanzimat’tan sonra da sürmüş, hatta Cumhuriyet’in ilk yıllarında kaside düzenleyen şairler çık-mışsa da modern Türk şiiri bu nazım şeklini tamamen terketmiştir.

Daha geniş bilgi için bk. Mehmet Çavuşoğlu, “Kasîde”, Türk Dili Dergisi, Türk şiiri Özel sayısı II (Divan şiiri), Sayı: 415-417, ss. 1-38.

GAZEL

Eski şiirin en çok kullanılan ve sevilen nazım şeklidir.

Gazel kelimesi sözlükte “kadınlarla sevgi üzerine konuşmak, söyleşmek” anlamına gelir. Arap edebiyatında gazel bir nazım şekli olmayıp kasidelerin başında aşktan, sevgiliden söz eden bölümlere verilen addır ve “nesîb” karşı-lığında kullanılmıştır. Daha sonraları şairin aşk, sevgili, şarap, bahar gibi coşkulu haller karşısındaki duygularını anlatan şiirlere uzun yahut kısa olsun gazel denilmiştir.

İran’ın İslâmiyet’i kabulünden sonra gazel, Arap şiirinin etkisi altında oluşan yeni İran edebiyatında lirik şiirin en beğenilen şekillerinden biri ol-

Page 64: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

58

muştur. Yeni İran şiirinde de ilk dönemlerde kasidelerin nesîb veya teşbîb kısmını oluşturmuştur. Gazel tarzının gelişmesinde kasidelerden pek zevk almayan Moğol hükümdarlarının da rolü olmuştur. İranlı şairler bu hüküm-darlar hakkında kaside yazma yerine onların yol açtığı tahribattan duydukları elem ve kederleri gazellerle dile getirmeyi tercih ettiler. Ferîdüddîn-i Attâr ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî gibi sûfî şairler gazellerinde ilâhî güzellik ve ilâ-hî aşk konularını işlediler. Onlardan sonra gelen Hafız-ı Şîrâzî ise gazellerin-de rindce hayal kurmaya, felsefî ve ahlâkî düşüncelere de yer vererek türün konusunu genişletti.

Türk edebiyatına gazel XIII. yüzyılda İran’dan Fars edebiyatı yoluyla geçmiştir. Anadolu edebiyatı sahasında yazılan ilk gazellerde daha çok dinî, ahlâkî ve tasavvufî konuların işlendiği görülür. XIV. yüzyıldan başlayarak Kadı Burhâneddin, Nesîmî ve Ahmedî ile gelişmesini sürdüren gazel türü XV. yüzyılda Şeyhî, Ahmed Paşa, Necâtî ve Çağatay edebiyatında da Ali Şîr Nevâî ile mükemmellik kazanmıştır. Zatî, Hayalî Bey, Nev’î, Rûhî-i Bağdadî XVI. yüzyılın tanınmış gazel şairleridir. Bu yüzyılda Anadolu’da Bakî, Azerî alanında Fuzûlî gazeli doruğa eriştirmişlerdir. XVII. yüzyıla gelindiğinde ga-zel, Nâilî’nin öncülüğünü yaptığı sebk-i Hindî üslubuyla yeni bir incelik ve zarafet kazanır. Bu yüzyılın sonunda Nâbî gazele fikrî bir ağırlık kazandır-mıştır. XVIII. yüzyılda Nedîm rindliği ve coşkunluğu, Şeyh Galib inceliği, duyarlılığı ve Mevlevîlik neşvesiyle büyük gazel şairleri olmuşlardır. Tanzi-mat’tan sonra Encümen-i Şuarâ şairleri gazelde yeni bir atılıma girmişlerse de onu daha ileriye götürecek bir başarı ortaya koyamamışlardır.

Kafiye örgüsü “aa/ba/ca ...” olan gazelin bazı beyitleri ve içindeki kısım-ları özel adlar alır. Gazelin iki mısraı kafiyeli olan (musarra’) ilk beytine “matla”“, matla’dan sonra gelen beytine “hüsn-i matla’”, son beytine “mak-ta’” ve makta’dan önceki beytine de “hüsn-i makta’” denir. Hüsn-i matla’ın matla’dan olduğu kadar hüsn-i makta’ın da makta’dan güzel olmasına özen gösterilir. Gazelin en güzel beytine “şah beyit” veya “beytü’l-gazel” adı veri-lir. “Tahallus” denilen makta beytinde mahlas söylenir. Mahlas yerine doğru-dan doğruya kendi asıl adını yazan şairler de vardır. Kadı Burhâneddin ve Kemalpaşazâde gazellerinde mahlas kullanmayan böyle ender şairlerdendir.

Türk edebiyatında gazellerin beyit sayısı genellikle dört-on beş arasında değişir. Dört beyitli gazellere çok az rastlanır. En çok yazılanlar beş ve yedi beyitli gazellerdir. Bakî’nin gazelleri genellikle beş, Fuzûlî’nin yedi beyitli-dir. Şeyh Galib’de daha uzun, on bir-on beş beyitli gazellerle karşılaşılır.

Kesin bir kural olmamakla birlikte gazeller genellikle beş, yedi, dokuz, on bir gibi tek sayılı beyitlerle söylenmiştir. On beş beyitten uzun gazellere “ga-zel-i mutavvel” adı verilir. Ahmedî ve Nesîmî’nin otuz ve elli beyte kadar uzayan gazelleri vardır. Matla’ mısralarından bîrinin makta’ beytinde tekrar-lanmasına “redd-i matla’”, öteki mısralardan herhangi birinin tekrarlanmasına “redd-i mısra” denir. Redd-i mısra’ daha çok Tanzimat’tan sonraki dönemin şairlerince rağbet görmüştür.

Şairler bazan mahlas beytinden sonra gazellerini bitirmeyip bir ya da bir-kaç beyit daha eklerler. Bunlara “müzeyyel gazel”, adı verilir. Arapça, Farsça ve Türkçe’den ikisi veya üçüyle karışık surette söylenmiş gazellere “mülem-ma’ gazel”(kaside için de geçerlidir) denir. Matla’dan sonra gelen beyitlerin mısra ortalarının baştaki ilk mısra ile kafiyelendiği gazellere “musammat ga-zel”, bunların mısra ortalarındaki kafiyelerine “iç kafiye” adı verilir. Bu tür gazeller dört mefâîlün, dört müstef’ilün gibi ortalarından iki eşit parçaya ayrı-labilen aruz kalıplarıyla yazılır.

Page 65: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

59

Gazelin esas konusu aşk ve sevgili, sevgilinin güzelliği, ona duyulan has-ret ve bundan dolayı çekilen üzüntüdür. Sevgiliyle bağlantılı olarak ayrıca şa-raptan ve tabiat güzelliklerinden de söz edilir. Bunun yanı sıra bir düşünce-nin, bir hayat görüşünün, bahttan yakınma gibi başka konuların da işlendiği olur. XVIII. yüzyıldan sonra gazelin konusunun daha da genişlediği görül-mektedir.

Gazelde öncelikle beyit güzelliğine önem verilir. Her beytin kendi içinde bir anlam bütünlüğü vardır. Bundan dolayı gazelin her beytinde değişik ko-nuların işlenmesi kusur sayılmamıştır. Bütünüyle belirli bir konuyu işleyen gazeller “yek-âhenk”, bütün beyitleri aynı güzellik ve kuvvette söylenen ga-zeller de “yek-âvâz” adını alır.

Gazelden bazı nazım şekilleri de türetilmiştir. Çerçeve olarak gazelin her mısraının altına gelmek üzere “ziyade” denilen kısa mısralar eklenerek müstezad yapılmış, ayrıca her beytine değişen sayıda mısra katmak suretiyle bendlerden meydana gelen daha hacimli şekiller elde edilmiştir. Bir şairin gazeline her beytin mısraları arasına iki ya da üç mısra konularak taştîr, yine her beytin önüne iki mısra eklenerek terbî’, üç mısra eklenerek tahmîs ve da-ha çok sayıda mısra eklenerek sırasıyla tesdîs, tesbî’, tesmîn vb. yapılmıştır. Bunlardan en çok kullanılanları tahmîs ve tesdîs şekilleridir.

Gazel söylemeye “tegazzül”, başka bir şairin gazeline aynı vezin ve kafi-yede benzer bir gazel söylemeye “tanzîr etme” ya da “cevap verme”, bu gaze-le de “nazire” denir. Hemen her şairin çok sayıda naziresi vardır. Nazireler, XV. yüzyıldan başlayarak “mecmûatü’n-nezâir” denilen şiir mecmualarında toplanmıştır. Nazirenin tanzîr edilen gazelle aynı anlam ve üslûp doğrultu-sunda olması gerekir. Mürettep divanlarda daima kasidelerden sonra gelen gazeller kolayca bulunabilmeleri için Arap alfabesine göre kafiyelerinin son harfleriyle sıralanırlar. Şuarâ tezkirelerinde çok defa şiirle eş anlamda kulla-nılan gazel, Tanzimat’tan sonraki yenilik dönemine kadar Türk edebiyatında çok önemsenen ve her şairin kullandığı başlıca nazım şekli olmuştur.

Divan Edebiyatı’nda en çok kullanılan nazım şekilleri nelerdir, araştırınız.

MÜSTEZAD

Divan edebiyatında her mısra veya beytin sonunda aynı veznin bir cüzüyle yazılmış birer kısa mısra bulunan manzumelerdir.

Arapça’da “artmış, ziyadeleşmiş” anlamına gelen müstezâd kelimesi ede-biyat terimi olarak uzunlu kısalı (bir uzun, bir kısa) mısralar halinde yazılan nazım şeklini ifade eder. Divan edebiyatında en çok gazel tarzında görülür; bunun dışında nadiren rubâî, kıta, kaside, beyit ve mesnevi şeklinde müstezadlar da bulunmaktadır.

Müstezadların asıl vezni “mef’ûlü mefâîlü mefâîlü feûlün” kalıbıdır. Bu vezinde ziyade mısralar “mef’ûlü feûlün” cüzüyle yazılır. Az miktarda da ol-sa diğer aruz kalıplarıyla beraber ziyade mısralar da hesaba katılarak müstezadlarda yirmi dört kalıbın kullanıldığı belirlenmiştir.

Türk edebiyatında tesbit edilen ilk müstezad örnekleri XIV. yüzyıl şairi Nesîmî’ye (ö. 821/1418) aittir. Daha sonra gelen belli başlı müstezad şairleri Şeyhî, Ali Şîr Nevâî, Necâtî, Rûhî-i Bağdâdî, Nâilî, Nâbî, Nedîm, Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin, Şeyh Galib, Enderunlu Fâzıl, Leylâ Ha-

Page 66: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

60

nım’dır. Tanzimat’tan sonra müstezada rağbet eden sanatçıların başında Abdülhak Hâmid ve Servet-i Fünûn edebiyatçıları gelmektedir. Vezin, şekil ve kafiye özelliklerinde birçok değişiklik yapılarak ziyade mısraların düzenli düzensiz dağılımlarıyla müstezadlar yazılmıştır. Böylece müstezad geniş müstezad, serbest müstezad basamaklarından geçerek özellikle II. Meşruti-yet’in ardından hece veznine de uygulanmış, Türk şiirinin serbest nazma doğ-ru gelişmesine yol açmıştır. Müstezadların bazıları bestelenmiştir.

MESNEVİ

Arapça’da ikişerli anlamına gelmekte olup Fars, Türk ve Urdu edebiyatların-da birbiriyle kafiyeli beyitlerden oluşan nazım şeklidir.

Fars ve Türk edebiyatlarındaki mesneviler arasında tertip, konu ve muh-teva bakımından büyük ölçüde benzerlikler görülmektedir. Bu, mesnevi na-zım şeklinin önce Fars edebiyatında ortaya çıkması ve Türk edebiyatındaki ilk örneklerin bundan büyük ölçüde etkilenmesinin tabii bir sonucudur. Türk şairleri, Fars edebiyatından daha çok tasavvufî konulu eserlerle İslâm âle-mindeki ortak konuları işleyen bazı mesnevilerden etkilenmişlerdir. Buna karşılık bazı ortak yönleri olmakla beraber kırk hadis ve yüz hadis çeviri ve şerhleri, menâkıbnâmeler, gazavatnâmeler, fetihnâmeler, zafernâmelerle şehrengizler, sûrnâmeler, sergüzeşt, hasbihal, ta’rîfat gibi eserler özellikle muhtevaları bakımından Fars edebiyatı etkisi dışında kalmıştır; mevlid, mi’râciyye ve hilye gibi dinî türler ise tamamen Türk edebiyatına ait orijinal mesnevilerdir.

Türk şairleri tasavvufî mesnevilerde Senâî’nin, Ferîdüddin Attâr’ın, Ni-zâmî-i Gencevî’nin, Emîr Hüsrev-i Dihlevî’nin, Molla Câmî’nin mesnevile-rinden ve özellikle tasavvuf edebiyatının en önemli şairi Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Mesnevî’sinden etkilenmişlerdir. Mesnevi Türk şairlerine sadece tasavvufî açıdan değil Farsça’yı şiir yazacak kadar ilerletmeleri, edebî bilgi ve zevklerinin gelişmesi açısından da tesir etmiş, üzerlerinde her yönüyle eği-tici bir rol oynamıştır.

Türk edebiyatında ilk mesnevi Yûsuf Has Hâcib’in (ö. 1077) Kutadgu Bilig adlı eseridir. XIII. yüzyılda Sulî Fakih’in Yûsuf u Züleyhâ adlı mesnevi-si kadar Ahmed Fakih’in Kitâbü Evsâfı Mesâcidi’ş-şerîfe’si de önemlidir. XIV. yüzyılda Yûnus Emre’nin Risâletü’n-nushiyye’si, Şeyyad Hamza’nın Yûsuf u Züleyhâ’sı ile Altın Orda sahasında Kutb’un Hüsrev ü Şîrîn’i, Gülşehrî’nin Mantıku’t-tayr çevirisi, Âşık Paşa’nın Garibnâme’si, Hoca Mesud’un Süheyl ü Nevbahâr’ı, Yûsuf Meddah’ın Varka ve Gülşâh’ı, Şeyhoğlu Mustafa’nın Hurşîdnâme’si, Ahmedî’nin İskendernâme’si ile Cemşîd ü Hurşîd’i değerli örneklerdir. Bu yüzyılda yazarı bilinmeyen pek çok mesnevi bulunmaktadır.

Mesnevinin XV. yüzyılda Türk edebiyatında gelişme gösterdiği görül-mektedir. Ahmed-i Dâî’nin Çengnâme’si, Süleyman Çelebi’nin Mevlid ola-rak tanınan Vesîletü’n-necât’ı, Şeyhî’nin Hüsrev ü Şîrîn’i ile Harnâme’si, Hamdullah Hamdi’nin Hamse’si ve bilhassa Yûsuf u Züleyhâ’sı, Çağatay sa-hasında Ali Şîr Nevâî’nin Hamse’si bu yüzyılın önemli mesnevileri arasında-dır.

XVI. yüzyılda Lâmiî Çelebi ve Taşlıcalı Yahyâ gibi hamse sahibi şairler yetişmiş, Mesîhî’nin Şehrengîz’i, Câfer Çelebi’nin Hevesnâme’si,

Page 67: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

61

Kemalpaşazâde’nin Yûsuf u Züleyhâ’sı, Zâtî’nin Şem’ ü Pervâne’si, Fuzû-lî’nin Leylâ vü Mecnûn’, Hâkanî Mehmed Bey’in Hilye’si gibi müstakil mes-neviler kaleme alınmıştır.

Ganîzâde Mehmed Nâdirî Şehnâme’si Nev’îzâde Atâî de Hamse’siyle XVII. yüzyılda tanınmışlardır. Edirneli Güftî’nin Teşrîfâtü’ş-şuarâ adlı man-zum tezkiresi, Nâbî’nin Hayriyye’si ve Sâbit’in Edhem ü Hümâ’sı da bu yüz-yılın önemli mesnevilerindendir.

Mesnevi yazımının azaldığı XVIII. yüzyılda Şeyh Galib türün Türk ede-biyatındaki en muhteşem örneği olan Hüsn ü Aşk’ı kaleme almıştır. Nahî-fî’nin Mesnevî-i Şerîf Tercümesi ve Sünbülzâde Vehbî’nin Lutfiyye’si diğer mesnevilerdir.

XIX. yüzyılda mahallî hayata ait bilgilerle mesnevi şekline Türk edebiya-tına has bir mahiyet kazandırmış olan Enderunlu Fâzıl’ın Hûbannâme ve Zenannâme’si, İzzet Molla’nın Mihnet-keşân ve Gülşen-i Aşk’ı ile Tanzimat döneminde Ziyâ Paşa’nın Harâbât’ı önemlidir. Mesnevi şeklinin Türk edebi-yatına ait bir özelliği de eserlerdeki kahramanların ağzından yazılmış gazelle-rin vezin ve şekil bakımından divanlardaki gazellerle aynı özelliği taşıması-dır.

Türk edebiyatında mesnevilerin halk edebiyatına yönelik örnekleri de bu-lunmaktadır. Pek çoğunun müellif veya musannifi bilinmeyen bu tür mesne-viler için genellikle mevlidlerin sonunda yer alan Dâsitân-ı Kesikbaş, Dâsi-tân-ı Geyik, Dâsitân-ı Güvercin, Dâstân-ı İbrâhim Edhem ve Hikâyet-i Kız ve Cehûd gibi eserler örnek verilebilir. Türk edebiyatında mesnevi hemen her dönemde gazel ve kasideden geride kalmış, hatta yalnızca mesnevi yazan şa-irler küçümsenmiştir.

Türk-İslâm edebiyatında dinî- destanî manzumeler, kıssa ve hikâyeler hangi nazım şekliyle kaleme alınmıştır?

KIT’A

İran ve bilhassa Türk edebiyatında kullanılan bir nazım şeklidir.

Sözlükte “parça, kısım” anlamına gelen kıt’a, Arap şiirinde mâna bütün-lüğü taşıyan aynı vezin ve kafiyedeki beyitler topluluğu için kullanılmaktadır. Eski Arap şairlerinden intikal eden bazı kısa manzumeler arasında uzun şiir-lerden kalmış parçalar kadar kıta şeklinde söylenmiş kısa şiirler de vardır. Daha sonraki dönemlerde aşka dair konularla dinî, felsefî konuların işlendiği kıtaların çıkış noktası bu şiirler olmuştur.

İran edebiyatında kıta, İranlılar’ın İslâmiyet’i kabul ettiği tarihlerden iti-baren hem kaside veya gazelden ayrılmış parçalar hem de müstakil bir nazım şekli olarak kullanılmıştır. Müstakil kıtalar en az iki, en fazla yedi ilâ on beyit kadardır. Türk edebiyatında kıta iki veya daha çok beyitten meydana gelmiş bir nazım şekli olup matla’ ve mahlası (taç beyti) bulunmayan bir gazel gibi beyitlerinin ikinci mısraları birbiriyle kafiyelidir. Dört mısralık kıtaların bi-rinci ve üçüncü mısraları da genellikle birbiriyle kafiyeli olur. Türk edebiya-tında bu tür kıtalar daha çoktur. Kıtanın beyitlerle yazılan nazım şekillerinden ayrılmasını sağlayan en belirgin özelliği, birinci beytinin mısralarının aynı kafiyede olmaması ve umumiyetle bütün beyitlerinde aynı konunun ele alın-masıdır. Öte yandan bendler halinde yazılan nazım şekillerinin her bendine

Page 68: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

62

de kelimenin sözlük anlamından hareketle kıta denilmektedir. Çok sayıda be-yitten oluşan (iki beyitten daha fazla olan) kıtalara “kıt’ai kebîre” denilmek-tedir. Bazan kıtanın birinci beytindeki mısralar birbiriyle (musarra’), ikinci beytinin ikinci mısraı birinci beyitle kafiyeli olabilmektedir. Bu şekilde kafi-yeli olan kıtalara diğer nazım şekillerinden ayırt edilmesi için “nazım” adı verilmektedir. Çok beyitli olanların gazel ve kasideden farkı nazmın konu bü-tünlüğü içinde bulunmasıdır. İki beyitten meydana gelen nazımların kafiyelenişi aynı olan rubâîden farkı rubâîlerin özel aruz kalıplarıyla yazılma-sı ve daha çok hikemî konuları ele almasıdır. Çeşitli konularda bir bütünlük içinde yazılmakla birlikte bilhassa düşünce, hikmet, nükte ve hicve dair ka-leme alınan kıtalar divanlarda “mukattaât” veya “kıtaât” başlığı altında top-lanmıştır. Eski Türk edebiyatında hemen her şair kıta yazmış ve bunlara di-vanında yer vermiştir.

RUBÂÎ

Dört mısralı nazım şeklidir.

Rubâî nazım şekli Türk edebiyatına İran edebiyatından geçmiştir. Eski Türk şiirinde nazım biriminin dörtlük olması rubâînin Türk şairleri tarafından kolayca benimsenmesini sağlamıştır. M. Fuad Köprülü’nün Türk şairlerinin XII. yüzyıldan itibaren rubâî veznini kullandıklarını belirtmesi bununla alâ-kalı olduğu gibi İran’da rubâînin ortaya çıkışında İslâmiyet öncesi Türk şiiri-nin etkisi büyüktür. Divan edebiyatı şairlerinin çoğu bu nazım şeklini bir mil-lî şiir gibi kabul ettiğinden her biri birkaç rubâî yazmıştır. Hikemî ve felsefî düşüncelerin yer aldığı rubâîleriyle Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî bu nazım bi-çiminin Anadolu’da fikir öncüsü olmuş, Dîvân-ı Kebîr’de yer alan rubâîleri pek çok Türk şairini etkilemiştir.

Türk edebiyatında rubâî XVI. yüzyılda olgun örneklerini vermeye başla-mış ve yaygınlaşmıştır. Fuzûlî (81 rubâî) ve Rûhî-i Bağdâdî (28 rubâî) XVI. yüzyılda rubâî yazan diğer şairler arasında önemli bir yere sahiptir. XVII. yüzyıl Türk edebiyatında rubâînin altın çağı kabul edilebilir. Azmîzâde Hâletî 1000 kadar rubâîsiyle Türk edebiyatının en çok ve en güzel rubâîlerini yazan şairi olmuştur. Daha sonraki dönemlerde tesbit edilebilen örneklerine göre Cevrî (37), Nâbî (218), Sâbit (24), Sezâî-yi Gülşenî (49), Erzurumlu İbrâhim Hakkı (82) ve Esrar Dede (145) gibi rubâî yazmaya önem veren şairler ye-tişmiştir.

Rubâî, modern Türk edebiyatı şairleri tarafından da kullanılmış, Cumhu-riyet döneminde rubâî yazan önemli şairler ortaya çıkmıştır. Bunların başında Yahya Kemal Beyatlı gelir. Arif Nihat Asya, Rıfkı Melûl Meriç, Bekir Sıtkı Erdoğan, Fuat Bayramoğlu, Bedri Gürsoy, Talat Sait Halman ve Yılmaz Ka-rakoyunlu gibi isimler bu dönemde rubâî yazan diğer şairler arasında yer alır. Muhtevalarından dolayı rubâî adı taşımalarına rağmen vezin yönünden klasik rubâîye benzemeyen dörtlükler yazan şairler arasında Ümit Yaşar Oğuzcan, Recep Bulut, Feyyaz Sağlam ve Yusuf Ahıskalı gibi isimler sayılabilir.

Rubâînin kafiye düzeni a a x a şeklindedir; ancak sonraları kafiyelenişi x a x a şeklinde olan veya bütün mısraları birbiriyle kafiyeli rubâîler de ortaya çıkmıştır. Rubâînin tuyuğdan ve diğer dört mısralık şiirlerden farkı, sadece hezec bahrinin bu nazım şeklinde kullanılan yirmi dört özel kalıbıyla yazıl-mış olmasıdır. Bunlardan “mef’ûlü” ile başlayan on iki kalıba “ahreb”, “mef’ûlün” ile başlayan on iki kalıba da “ahrem” denir. Türk şairleri daha

Page 69: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

63

çok ahreb kalıplarını tercih etmiş, ahremin yalnız ilk iki kalıbıyla rubâî yaz-mıştır. Türkçe rubâîlerde kullanılan sekiz kalıp şunlardır: Ahreb. 1. Mef’ûlü / mefâîlü / mefâîlün / fâ’. 2. Mef’ûlü / mefâîlü / mefâîlü / feûl. 3. Mef-’ûlü / mefâilün / mefâîlün / fâ’. 4. Mef’ûlü / mefâilün / mefâîlün / feûl. 5. Mef’ûlü / me-fâîlün / mef’ûlün / fâ’. 6. Mef’ûlü / mefâî-lün / mef’ûlü / feûl. Ahrem. 1. Mef’ûlün / fâilün / mefâîlün / fâ’. 2. Mef’ûlün / fâilün / mefâîlü / feûl.

Rubâîler çok zengin bir mâna ve muhteva örgüsüne sahiptir. Aşk, hâtıra, yalnızlık, talihten şikâyet, hiciv gibi ferdî; Allah, tasavvuf, rintlik, ölüm gibi dinî ve metafizik; adalet, zulüm, barış gibi toplumsal yahut siyasî, millî, tari-hî, felsefî, ahlâkî vb. pek çok konu rubâîde dile getirilebilir. Bununla birlikte rubâî oldukça zor söylenen bir şiir biçimidir.

Yahya Kemâl kimin rubailerini Türkçe’ye çevirmiştir, araştırınız.

KOŞMA

Şekil, konu ve ezgi özellikleri bulunan ve Türk halk edebiyatında en çok kul-lanılan nazım şeklidir.

Türkçe koşma kelimesi koşmak (eklemek, katmak) fiilinden türemiş olup “güfteye beste ilâvesi” demektir. Tarihî metinlerin raks ile beraber söylenen “koşuk”una çok benzeyen koşma “saz eşliğinde okunmak için hece ölçüsüyle yazılmış, ilk parçanın birinci, ikinci ve dördüncü mısralarıyla öteki parçaların dördüncü mısraları birbiriyle, diğer mısralar kendi aralarında kafiyeli, konu-ları sevgi ve tabiat olan halk şiiri türü” olarak tanımlanmaktadır. Türkler’in İslâmiyet’in etkisi altında meydana getirdikleri ilk manzum eserlerden Kutadgu Bilig’in asıl metninde koşmaya rastlanmamakta, ancak esere daha sonra ilâve edilmiş bir manzum parçada koşuğ kelimesi geçmektedir. Koşuğa göre daha yeni bir kelime olan koşma, küçük farklarla günümüzdeki çeşitli Türk lehçelerinde de mevcuttur. Türk edebiyatında hece vezniyle yazılmış ilk şiirlerin koşmalar olduğu söylenebilir.

Türk edebiyatında hece vezninin kullanıldığı şiirler içinde ilk sırada yer alan koşmanın kafiye şeması birinci dörtlük abab (veya aaab), diğer dörtlük-ler ise cccb/dddb... şeklinde düzenlenir. Baştan sona kadar devam eden ana kafiye (b) şekil birliğini sağlar. Ana kafiyenin bulunduğu mısralara “bağlama mısraı” denir. Koşmanın diğer özellikleri değişse bile bağlama mısraı ve ka-fiyesi değişmez. Buradaki bağlama mısraı bazan nakarat da olabilir. Hece vezninin genellikle 4 + 4 + 3 = 11’li veya 6 + 5 = 11’li kalıbıyla yazılan koş-manın değişik hece kalıplarıyla olan örnekleri de vardır. Âşık edebiyatı ile bazı tekke edebiyatı mensuplarının koşmalarında son dörtlükte şairin adı ve mahlası geçer. Dörtlük sayısı çoğunlukla üç olmakla birlikte dört, beş ve da-ha fazla da olabilir.

Şekil özellikleri bakımından koşmalar şu adları alır:

1. Düz (âdi) koşma. Âşık edebiyatında en çok rastlanan ve her mısraı on bir heceli olan koşmadır.

2. Yedekli koşma. Doğu Anadolu ve Âzerî sahasındaki saz şairlerinin kul-landıkları bir şekildir. İki çeşidi vardır: Birincisi koşma-mâni karışı-mıdır. İkincisi yedekli beşli koşmadır. Hece ölçüsü sekizdir. Her bent-te ilki beş, ikinci ve yedek sayılan kıta dört mısralıdır. Birinci bent aaabb + cncn, ikinci bent dddee + cncn, üçüncü bent fffgg + cncn ...

Page 70: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

64

şeklinde kafiyelenir. Her bendin ikinci kıtasında ikinci ve dördüncü mısralar nakarattır.

3. Musammat koşma. Her mısraı iki bölümden oluşan ve bu bölümleri aynı kafiyeyi taşıyan koşmadır. 6 + 5 durakla yazılan musammat koş-malarda iç kafiye genellikle altıncı hecenin üzerinde olur.

4. Ayaklı koşma. İlk dörtlüğü oluşturan iki beyitle diğer dörtlüklerin so-nuna “ziyade” adı verilen beş heceli mısraların eklenmesinden oluşur. 5. Zincirleme koşma. Her dörtlüğün son mısraında kafiyenin bulundu-ğu kelimenin sonraki dörtlüğün ilk mısraının başında tekrar edilmesiy-le oluşur.

6. Zincirbent ayaklı koşma. Ayaklı koşmadaki ziyadelerin zincirleme koşmadaki kafiye kelimesi gibi kullanılmasıyla oluşan koşmadır.

7. Koşma-şarkı. İlk dörtlüğün ikinci ve dördüncü mısralarının her dörtlü-ğün sonunda tekrarlandığı koşmadır.

8. Tecnis. Bütün kafiyeleri cinaslı olan koşmadır.

9. Şatranç. Aruz vezninin dört “müfteilün”den oluşan kalıbıyla yazılan ve musammat özelliği taşıyan koşmadır.

Koşmalar genellikle lirik şiirlerdir. Bu özellikleriyle divan edebiyatındaki gazeli hatırlatırlar. Halk edebiyatında aşk, üzüntü, çeşitli acılar, sevgiliye ka-vuşma isteği, ayrılıktan yakınma, tabiatla ilgili duygu ve düşünceler koşma vasıtasıyla anlatılır. Konularına göre özel adlar alan koşmalar şunlardır: Ağıt, Güzelleme, Koçaklama, Taşlama. Koşmalar şekilleri ve konuları ya-nında müzikle ilgili özellikler de taşır. Koşma nazım şekli bazı küçük farklar-la türkü, semâi, varsağı, destan, ilâhi ve nefesler için de yaygın olarak kulla-nılır. Cönklerde koşma başlığı altında toplanan manzumelerin bir nazım şek-lini değil bir ezgiyi ifade ettiği aynı ölçü ve uzunluktaki manzumelere koşma, türkü, türkmani gibi değişik adlar verilmesinden anlaşılmaktadır.

TUYUĞ

Tuyuğ, Türkler’in yaratıp Divan şiirine kazandırdığı nazım şeklidir. Maninin divan edebiyatındaki karşılığı sayılabilir. Klasik Türk Edebiyatı’nda aruzun fâilâtün fâilâtün fâilün kalıbıyla yazılan dört dizelik milli bir nazım biçimidir. Tek dörtlükten oluşur. Kafiyelenişi rubaiyle aynıdır: aaxa. Genellikle lirik tarzda olan ve aaaa şeklinde kafiyelenen tuyuğlara “Musarra Tuyuğ” denir. Manide olduğu gibi, cinaslı kafiye kullanılır. Halk şiirinde 11’li kalıpla söy-lenen mani biçimindeki şiirlere de tuyuğ denir. Rubaide işlenen konular tu-yuğda da işlenir. XIV. yüzyıl Azerî şairi Kadı Burhanettin bu türün kurucusu sayılır. Çağdaşı Azerî şairi Nesimi ve XV. yüzyıl Çağatay şairi Ali Şir Nevaî bu türde çokça ürün vermişlerdir.

MUSAMMAT

Bendlerden kurulu nazım şekillerinin genel adıdır.

Sözlükte “inci dizilen iplik, gerdanlık” anlamındaki sımt kökünden türe-yen musammat “inci dizisi” demektir. Arap edebiyatında daha çok müveşşah adıyla ele alınan musammat, bünyesinde kafiyedaş kelimeler ve söz bölükleri içeren beyitleri tanımlamak için de kullanılmıştır.

Page 71: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

65

İran edebiyatında ilk defa müseddes şekliyle Menûçihrî tarafından kulla-nılan musammat daha sonra Türk edebiyatına da geçmiş ve dört, beş veya altı bendli olanları divan şairlerinin gazelden sonra en çok tercih ettikleri nazım şekli olmuştur. Bu tercihte musammatlardaki kafiye örgüsünün şaire sağladı-ğı imkânlar da rol oynamıştır. Kaside veya gazelde olduğu gibi beyit sonla-rında aynı kafiyeyi uygulamak yerine musammatta üç, dört, beş, altı ... mıs-radan sonra aynı kafiyeye dönülerek vezinde ortak, ama bend içi kafiyede farklı mısra öbekleri sayesinde anlatım gücüne yeni ve zengin imkânlar sağ-lanır. İlk bendin mısraları kendi arasında diğer bendlerin son mısraı ilk bendle diğerleri ise kendi arasında kafiyeli olursa “müzdevic musammat”, bendlerin bütün mısraları kendi içinde kafiyelenir ve sonlarındaki mısralar aynen tekrarlanırsa “mütekerrir musammat” denir. Genelde beş-yedi bend olarak düzenlenen musammatların bendlerindeki mısra sayısı birbirine eşit olup üç ile on arasında tekrarlanan bu mısralara göre müselles, murabba / ter-bî, muhammes / tahmîs gibi adlar alır. Musammatlar bir şair tarafından başka bir şairin gazeli esas alınarak bu gazelin beyitlerine mısra ilâvesiyle de mey-dana getirilebilir. Bu tarz musammatlarda şair, bir başka şairin gazelini aynı ustalıkta veya daha üstün derecedeki mısralarla zenginleştirmek ve meydana getirdiği musammat dolayısıyla kendi değerini ispatlamak amacını taşır. Şair-lerin kendi gazellerini musammata dönüştürdüğü örnekler de vardır. Musammat üç büyük İslâmî edebiyat içinde (Arap, Fars, Türk) yaygın olarak Türk edebiyatında kullanılmıştır.

Hemen bütün kaynakların musammat başlığı altında tanımladıkları nazım şekilleri şunlardır:

1. Müselles: Her bendi üçer mısradan oluşur. Türk şairleri musammatın bu çeşidine itibar etmemiştir.

2. Dört mısralı bendlerden oluşan musammatlar: a) Murabba: Bend sayısı genelde beş-yedi arasında değişirse de en az üç, en çok yirmi yedi bendden müteşekkil murabbalar da mevcuttur. Aşk, ayrılık, bahar, bayram, savaş, ölüm manzum mektuplar gibi değişik konuları içeren murabbaların pek çok örneği mevcuttur. Bilindiği kadarıyla Türk edebiyatında ilk murabba Nesîmî (ö. 821/1418) tarafından yazılmış, XVI. yüzyılda Türk şairleri arasın-da murabba yazma moda haline gelmiş, hatta nazîre murabbalar yazan şairler görülmüştür. Mesîhî’nin murabba şeklinde nazmettiği bahâriyyesi türünün güzel örneklerinden olup Batı dillerine de çevrilmiştir. Edirneli Nazmî çoğu mütekerrir 519 murabba ile bu alanda ilk sırayı alır. Onu Enderunlu Vâsıf 194, İlhâmî (III. Selim) doksan yedi, Üsküdarlı Aşkî elli dokuz, Nâfiz elli bir, Nedim ve Şeref Hanım otuz beşer, Muhibbî (I. Süleyman) otuz bir, Hayretî yirmi altı ve Taşlıcalı Yahyâ yirmi beş murabba ile takip eder. Murabbalarda daha ziyade “fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün” veya “feilâtün feilâtün feilâtün feilün” gibi hece vezninin 4 + 4 + 4 + 3 = 15’li kalıbına veya bunların bir tef’ile eksiğiyle 4 + 4 + 3 = 11’li kalıbına (feilâtün feilâtün feilün) uyan işlek kalıplar tercih edilmiştir. Bunun en önemli sebeplerinden biri, murabbaın eski Türk şiirindeki koşukla bunun halk şiirindeki uzantısı olan türkü veya koş-maya çok benzemesidir. Nitekim halk şairleri aruzla şiir söyleyecekleri za-man mütekerrir murabba tarzını kullanmışlardır. b) Terbî’: Bir şairin yazdığı gazele ait beyitlerin önüne aynı vezin ve kafiyede iki mısra ilâvesiyle meyda-na getirilir. Terbîin mütekerrir türüne rastlanmaz. Terbî’de ilâve mısralar be-yitlerin arasına konursa “taştîr” adını alır. Son bendde hem gazel şairinin hem de onu musammata dönüştüren şairin mahlasının yer aldığı terbî’lerde bazan gazel beyitlerinden birkaçının atlandığı da olur. Mehmed Aydî Baba’nın (ö. 1865) tanınmış şairlerin gazellerine yaptığı terbî’ler meşhurdur. c) Şarkı:

Page 72: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

66

Türk halk şiirindeki türkünün karşılığı olup yalnız Türk edebiyatında görülür. Genelde dört mısralı bendler halinde ve bestelenmek için yazılan şarkılarda daha çok aşk ve ayrılık konuları işlenir. Mûsiki literatüründe bu bendlerin ilk mısraına “zemin”, üçüncü mısraına “miyan” (miyanhâne), sonda tekrarlanan mısraına “nakarat” denir. Bestelenmek maksadıyla yazıldığı için şarkıların dili oldukça sadedir. Bend sayısı çoğunlukla ikibeş arasında değişir. Şarkı adıyla yazılan ilk musammatlar XVII. yüzyılda ortaya çıkmış, daha önceki dönemlere ait aşk konulu mütekerrir murabbaların gittikçe daha yalın dille söylenmesi ve besteye uygun şekle dönüşmesi şarkının yaygınlaşmasına yar-dımcı olmuştur. Murabba ile şarkıların kafiye düzeni aynıdır. XVII. yüzyıl-dan itibaren şarkıların ilk bendindeki kafiyeleniş biçiminde büyük bir zengin-lik görülür. Türk edebiyatında şarkı formuna uyan ilk şiirleri Nâilî, en güzel şarkıları Nedîm, şarkı formunda en çok musammatı (211 adet) Enderunlu Vâsıf kaleme almıştır. Şeyh Galib, Enderunlu Fâzıl, İlhâmî (III. Selim), Leylâ Hanım, Şeref Hanım, Osman Nevres şarkı formunda musammatlar yazan di-ğer şairler arasında sayılabilir. Bazı şairlerin özellikle iki-üç bendden oluşan şarkılarında mahlas kullanmadıkları olmuştur.

3. Beş mısralı bendlerden oluşan musammatlar: a) Muhammes: Aynı vezinde ve genellikle dört-sekiz bend halinde yazılır. Konuları çeşitli olmakla birlikte felsefî, tasavvufî düşünceleri, aşkı ve övgüyü ele alan muhammesler çoğunluktadır. Altmış bir şiirle Edirneli Nazmî Türk edebiyatında en çok muhammes yazan şairdir. b) Tahmîs: Bir gazelin her beytinin önüne aynı ve-zinde üç mısra ilâve edilerek yazılır. Tahmîsin başarısı, esas alınan beyitlerle ilâve edilen mısralar arasındaki anlam bütünlüğünün derecesine göre ölçülür. Tahmîsler genellikle beş-yedi bend arasında tertiplenir ve son bendle her iki şairin de mahlası yer alır. Kasidelere yapılan tahmîslerde bend sayısı beyit sayısı kadar olabilir. Musammatlar içerisinde en çok örneği bulunan nazım şekli olan tahmîse XV. yüzyıldan itibaren hemen her şairin divanında rastla-mak mümkündür. Şeyh Galib (17), İzzet Molla (12) ve Leylâ Hanım (12) en çok tahmîs yazan şairlerdir. Fuzûlî ve Bâkî gibi şairlerle I. Süleyman ve III. Selim gibi şair padişahların şiirleri çokça tahmîs edilmiştir. c) Taştîr: Bir ga-zelin beyitlerinin mısraları arasına aynı vezinde ve anlam bütünlüğünü koru-yacak şekilde üçer mısra ilâvesiyle yapılır. “Tahmîsi mutarraf” da denilen taştîr XVIII. yüzyıldan sonra pek kullanılmamıştır. Dört mısra ile yapılmış taştîrler beş mısralı taştîrler kadar yaygın değildir. Türk edebiyatında Ne-dîm’in Nedîm-i Kadîm’e, Yahya Kemal’in Bâkî’ye ait gazeller üzerindeki taştîrleri meşhurdur. İslâm edebiyatında pek çok şair Kâ’b b. Züheyr’in Kasîdetü’l-bürde’sine tahmîs ve taştîr yazmıştır. d) Tardiye: Aslında bir mesnevi içinde gazel veya kaside yazmanın adı iken Şeyh Galib’in Hüsn ü Aşk’ında musammat şekliyle kullanılmış ve bu isimle anılır olmuştur. Mu-hammesin özel bir şekli olup aruzun yalnız “mef’ûlü mefâilün feûlün” vez-niyle nazmedilir. Kafiye düzeni aaaab, ccccb ... biçiminde olup âşıkane konu-larda yazılmıştır.

4. Altı mısralı bendlerden oluşan musammatlar: a) Müseddes: Aynı vezinde ve genellikle beş-yedi bend halinde tertiplenir. Bazan on iki bende kadar uzatılmış müseddeslere de rastlanır. Müseddesin mütekerrir şekli yay-gın olup terkibibend gibi son iki mısraı kendi arasında kafiyeli olanlar daha çok tercih edilmiştir. Hemen her konuda yazılabilirse de tasavvufî düşüncele-ri işleyen müseddesler daha fazla itibar görmüştür. Muhammes ve murabba-dan sonra en çok kullanılan musammat şekli olarak müseddesin hemen her divanda örnekleri bulunabilir. Türk edebiyatında en çok müseddes yazan şair yirmi iki manzume ile Şeref Hanım’dır. Rûhî-i Bağdâdî’nin ve Cevrî’nin di-vanlarında yedişer, Şeyh Galib’in divanında sekiz müseddes yer alır. b) Tes-

Page 73: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

67

dîs: Bir gazelin her beytinin önüne aynı vezinde dört mısra ilâvesiyle düzen-lenen tesdîs, çok kullanılan bir musammat şekli olmayıp örneklerine nâdiren rastlanır. Türk şiirinde bu nazım şeklini Fevrî meşhur etmiştir.

5. Yedi mısralı bendlerden oluşan musammatlar: a) Müsebba’: Ge-nellikle beş-yedi bend halinde tertiplenir. Türk edebiyatında örnekleri az olup bunlarda da nakaratla bağlanan mütekerrir şekli kullanılmıştır. b) Tesbî’: Bir gazelin beyitleri önüne aynı vezinde beş mısra ilâvesiyle yazılır, ancak Türk edebiyatında hiç kullanılmamıştır. İzzet Molla Fuzûlî’nin, Leylâ Hanım da İzzet Molla’nın birer beytini tazmin yoluyla nakarat gibi kullanarak tesbî’ etmişlerdir.

6. Sekiz mısralı bendlerden oluşan musammatlar: a) Müsemmen: Bend sayısı değişken olan müsemmenin müzdevic örnekleri pek azdır. Mütekerrir şekli daha çok terciibendlerle karıştırılmış ve divanlarda bu adla yer almıştır. b) Tesmîn: Bir gazelin beyitleri önüne aynı vezinde altı mısra ilâvesiyle yazılır. Nâdir rastlanan örneklerinde ise bir gazelin matlaının taz-min yoluyla tesmîn edildiği görülür.

7. Dokuz mısralı bendlerden oluşan musammatlar: a) Mütessa’: Türk edebiyatında tek örneği Refîi Kalâyî’ye aittir. b) Tetsî’: Bir gazelin beyitleri önüne aynı vezinde yedi mısra ilâvesiyle yapılan tetsîin Türk edebiyatında örneği bulunmamaktadır.

8. On mısralı bendlerden oluşan musammatlar: a) Muaşşer: Aynı ve-zinde ve genellikle beş-yedi bend halinde tertiplenir. Çok mısralı musammatlar içerisinde müseddesten sonra en çok kullanılanıdır. Bunun bir sebebi de tercî-bend ile olan yakın benzerliği ve sürekli onunla karıştırılması-dır. Pek çok şairin sonradan tertip edilen divanlarında tercî-bend başlığı al-tında yer alan manzumelerden bazıları gerçekte birer muaşşerdir. Türk edebi-yatında Yahyâ Bey, Hayâlî Bey, Rûhî-i Bağdâdî, Muhibbî, Üsküdarlı Aşkî ve Pertev Paşa’nın mütekerrir muaşşerleri bu şeklin güzel örneklerindendir. b) Ta’şîr: Bir gazelin beyitleri önüne aynı vezinde sekizer mısra ilâvesiyle tan-zim edilir. Bazan bir gazelin matla’ beytini tazmin yoluyla da ta’şîr elde edi-lebilir. Türk edebiyatında örnekleri nâdirdir. Yahyâ Bey’in Muhibbî’ye ait “(devlet) gibi” / “(sıhhat) gibi” redifli gazeli ta’şîri bu şeklin güzel bir örne-ğidir

Terkib-bend: Bentlerle kurulan uzun bir nazım biçimidir. Yaşamdan, talih-ten şikâyet; felsefî düşünceler, dinî, tasavvufî konular ve toplumsal yergilerin işlendiği şiirlerdir. En az beş en fazla on bentten oluşur. Her bent de beş ila 10 beyitten oluşur. Bentlerin kafiye düzeni gazele benzer. Her bendin (terkib-hane, kıta) sonunda vasıta beyti denen bir beyit vardır. Her bendin sonunda farklı vasıta beyitleri kullanılır. Bunlar bentlerden ayrı olarak kendi araların-da kafiyelenir. Bentlerin kafiyelenişi gazeldeki gibidir. aa xa xa xa xa xa bb/ cc xc xc xc xc xc dd/ … (aa aa aa aa aa aa bb/ cc cc cc cc cc cc dd) Edebiya-tımızda Bağdatlı Ruhî ve Ziya Paşa bu türün iki önemli şairidir. ikisi de top-lumsal konularda yazmıştır.

Tercî-bend: Kafiyeleri gazel biçiminde düzenlenmiş “hane” adı verilen 5-10 beyitlik şiir parçalarının (genellikle 5-12 hane) “vasıta” denen ve sürekli tek-rarlanan bir beyit ile birbirine bağlanmasından oluşan nazım biçimidir. Bent sayısı ve bentlerdeki beyit sayısı bakımından terkib-bendle aynıdır. Beyitler terkib-bend gibi kafiyelenir. Tercî-bendde bentleri birbirine bağlayan vasıta beyiti her bentten sonra aynen tekrarlanır burada vasıta beyiti aynen tekrar-

Page 74: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

68

landığı için konular arasında uyum olmak zorundadır. Dolayısıyla tercî-bendde konu bütünlüğü vardır. Vasıta beyitinin kafiyelenişi ise farklıdır.

Buraya kadar anlatılan nazım şekillerihakkıda daha geniş bilgi için bkz. Necla Pekolcay, İslâmî Türk Edebiyatında Şekil ve Nevilere Giriş, İstanbul 1997.

MÂNİ

Divan edebiyatındaki tuyuğun karşılığı olan mâni, başta aşk olmak üzere he-men her konuda yazılabilen bir halk edebiyatı nazım türüdür. Çoğunlukla 7 heceli dört mısralık bir bendden meydana gelir. Ama mısraları 4-5-8-10-14 heceli kalıplarla söylenmiş mâniler de vardır. Birinci, ikinci dördüncü mısra-lar birbirleriyle kafiyeli, üçüncüsü serbesttir. Yani kafiye dizilişi aaxa’dır. İlk iki mısra hazırlık dizeleridir. Son iki mısra ile anlam bağlantısı yoktur. Asıl anlatılmak istenen son iki mısrada verilir. Mâniler çok çeşitlidir. En çok kul-lanılanları düz ya da tam mâni, kesik mâni, cinaslı mâni, yedekli mâni, artık mâni’dir.

Mâniler şekillerine göre 4’e ayrılırlar.

1. Düz (tam) mâni:

- 7’li hece ölçüsüylesöylenir, dört mısradan oluşur, aaxa şeklinde kafiyelenir, mâninin en yaygın şeklidir.

Şu dağlar olmasaydı

Çiçeği solmasaydı

Ölüm Allah’ın emri

Ayrılık olmasaydı

2. Kesik (cinaslı) mâni:

-İlk dizesi cinaslı bir sözden oluşur. Bu ilk mısra hece sayısı bakımından di-ğerlerinden eksiktir. Kesik mânilere, cinaslı mâni, hoyrat da denir.

Güle naz

Bülbül eyler güle naz

Girdim bir dost bağına

Ağlayan çok gülen az

Bağ bana

Bahçe bana bağ bana

Değme zincir kâr etmez

Zülfün teli bağ bana

Page 75: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

69

3. Yedekli (artık) mâni:

-Düz mâninin sonuna anlamı tamamlamak ya da pekiştirmek için iki mısra daha eklemek suretiyle elde edilir. Bunlara artık mâni de denir.

Ağlarım çağlar gibi

Derdim var dağlar gibi

Ciğerden yaralıyım

Gülerim sağlar gibi

Her gelen bir gül ister

Sahipsiz bağlar gibi

4. Ayaklı Mâni:

-Kesik mânilerin birinci dizesinin doldurularak söylenen şeklidir. Bunlara doldurmalı kesik mâni de denir.

Ah o beni o beni

Kâkül örtmüş o beni

Ben yarimi unutmam

Unutsa da o beni

AĞIT

Ağıt, genellikle bir ölüm’ün ya da acı, üzücü bir olayın ardından söylenen halk türkü’südür. Doğal afet’ler, ölüm, hastalık gibi çaresizlikler karşısında korku, heyecan, üzüntü, isyan gibi duyguları ifade eden ezgili sözlerdir. Ağıt söylemeye ağıt yakma, ağıt söyleyenlere ise ağıtçı denilmektedir.Ağıtın halk edebiyatındaki adı anonim, divan edebiyatındaki adı ise mersiyedir.

Türklerde ağıt geleneği çok eskidir. Anadolu’nun hemen her yerinde söy-lenir. Ağıtlar yarı anonim folklor ürünleri arasında da sayılabilir. Türkçede 7, 8 ve 10 heceli ağıtlar yaygındır. En çok rastlanılanı 8 hecelilerdir. Gösteri bö-lümüyle tiyatro, söyleniş biçimiyle şiirseldir. Ağıtlar türkü ve destanla yakın ilişki içindedir. Erkeklerin söylediği ağıtlar varsa da ağıtları daha çok kadın-lar söyler.

VARSAĞI

Güney Anadolu bölgesinde yaşayan Varsak Türkleri’nin özel bir ezgiyle söy-ledikleri türkülerden gelişmiş bir şekildir. Dörtlük sayısı ve kafiye düzeni “Semâi” gibidir. Varsağılar yiğitçe, mertçe bir üslupla söylenir. 4+4 şeklinde 8’li ölçüyle söylenen bu dörtlüklerde üslup “bre” “hey” “behey” gibi ünlem-lerle sağlanır. Halk edebiyatında en çok varsağı söylemiş şair Karacaoğ-lan”dır.

Page 76: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

70

SEMAİ

Hece ölçüsünün sekizli kalıbıyla yazılır (4+4 duraklı ya da duraksız). Dörtlük sayısı üç ile beş arasında değişir. Semâilerin kendine özgü bir ezgisi vardır ve bu ezgiyle okunur. Kafiye düzeni koşma gibidir: baba “ ccca “ ddda

Semâilerde daha çok sevgi, doğa, güzellik gibi konular işlenir.

İncecikten bir kar yağar

Tozar Elif Elif diye

Deli gönül abdal olmuş

Gezer Elif Elif diye

DESTAN

Dört mısralı bentlerden oluşan, oldukça uzun bir nazım biçimidir. Kimi des-tanlarda dörtlük sayısı yüzden fazladır. Genellikle hece ölçüsünün on birli ka-lıbıyla yazılır. Kafiye düzeni koşma gibidir: baba “ ccca “ ddda

Destanın son dörtlüğünde şair mahlasını söyler. Konuları bakımından des-tanları savaş, yangın, deprem, salgın hastalık, ünlü kişilerin yaşamları, mizahi gibi gruplandırabiliriz.

TÜRKÜ

Türlü ezgilerle söylenen anonim halk şiiri nazım şeklidir. Söyleyeni belli Türküler de vardır. Halk edebiyatının en zengin alanıdır. Anadolu halkı bütün acılarını ve sevinçlerini Türkülerle dile getirmiştir. Türkü iki bölümden olu-şur. Birinci bölüm asıl sözlerin bulunduğu bölümdür ki buna “bent” adı veri-lir. İkinci bölüm ise bentlerin sonunda tekrarlanan nakarattır. Bu bölüme “bağlama” ya da “kavuştak” denir. Türküler, genellikle yedili, sekizli, on birli hece kalıplarıyla yazılmıştır. Konuları çok değişik olabilir. Ninniler de bu gruptandır.

Söğüdün yaprağı narindir narin

İçerim yanıyor dışarım serin

Zeynep”i bu hafta ettiler gelin ( bent )

Zeynebim Zeynebim anlı Zeynebim

Üç köyün içinde şanlı Zeynebim ( nakarat )

KAFİYE

Şiirlerin mısra sonlarındaki yazılış ve okunuşları aynı olan ses benzerliğine denir. Kafiye, manzumenin dış yapı özelliklerinden olup âhengi temin eden en önemli unsurdur.

Page 77: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

71

Kafiye bir ses, bir hece veya bir kelimeden meydana gelir. Kafiye usulünü ilk ortaya koyanlar Araplar’dır. Bu sebeple Arap edebiyatında aruzla kafiye-nin birlikteliği esası II. (VIII.) yüzyılda yazıya geçirilmeye başlanmış ve daha sonra da yüzyıllar boyunca Arap, Fars ve Türk edebiyatları başta olmak üzere Doğu edebiyatlarında kafiyenin ayrıntıları ve biçimleri üzerine kitaplar ya-zılmıştır. Beyit sonlarındaki uyumla (tenâsüp) bunu bozan unsurları incele-yen kafiye ilmi retorik kitaplarının en önemli bölümlerinden birini meydana getirmiştir.

Türk dilinde uzun ünlünün olmayışı, kafiyede elif, vav ve yâ ünlülerinden oluşan kafiye harfleri yerine kafiye düzeninde daha basit ve anlaşılır bir sıra-lamayı gündeme getirmiştir.

Kafiye, Arap ve Fars edebiyatlarında beyit temeline dayandığı için genel-de kafiye düzeni ve harflerin diziliş esasına göre adlandırılmıştır. Türk divan edebiyatının İran edebiyatı örneğinden yola çıkmış olması bu tür beyit esası-na dayalı kafiye kullanımını yaygınlaştırmışsa da Türkler’in en eski şiirlerin-den yola çıkarak kullandıkları bir de dörtlük düzeninde kafiyeleri vardır ki bu şiirlerde kafiyelerin şekil ve yapı bakımından farklı biçimleri ortaya çıkar. Yenisey mezar kitâbeleri ve Orhun âbideleri gibi nesir örneklerinde bile izleri bulunan sese dayalı kulak için kafiye Türkler’in İslâmî edebiyat dönemlerin-de halk şiiri geleneği içinde devam etmiş ve divan edebiyatının Arap ve Fars kafiye geleneğine ve yazıya dayalı göz için kafiye ile paralel yürümüştür. Cumhuriyet döneminde kafiye genellikle halk şiirine göre incelenmiş, yapı ve şekil bakımından ayrı tasniflere tâbi tutulmuştur.

Yapı Bakımından Kafiye

Kafiyeyi meydana getiren seslerin azlığı veya çokluğuna göre kafiye yarım, tam, zengin ve cinaslı olabilir. Yarım kafiye, mısra sonlarında yalnızca bir sessiz harfin benzeşmesiyle olur (Ecel büke belimizi / Söyletmeye dilimizi; Yûnus Emre); daha çok halk şiirinde ve redifle birlikte kullanılmıştır. Tam kafiye, mısra sonlarında iki sesin (ünlü + ünsüz, ünsüz + ünlü; çift ünsüz ve-ya uzun ünlü) benzeşmesiyle olur (Bir garip rüya rengiyle / Uyumuş gibi her şekil / Rüzgârdaki yaprak bile / Benim kadar hafif değil; Ahmet Hamdi Tan-pınar). Zengin kafiye, mısra sonlarında ikiden fazla sesin benzeşmesiyle olur (Dünya nedir, anmasak unutsak / Âvâreyiz âşîyâna tutsak; Muallim Nâci). Zengin kafiyede üçten fazla sesten oluşan bir kelime diğer kafiye kelimesi içinde tekrarlanıyorsa buna “tunç kafiye” denilir (N’oldu sana? Yeşil pancurun indi / Karanlık akşamlara döndü ikindi; Oktay Rıfat). Cinaslı kafiye anlamları ayrı, fakat yazılış ve söylenişleri aynı olan kelimelerin kafiye ola-rak kullanılmasıyla olur (Her nefeste eyledik yüz bin günâh / Bir günâha et-medik hiçbir gün âh; Süleyman Çelebi). Cinaslı kafiye halk şiirinde daha zi-yade ayaklı mani nazım şekliyle kullanılmıştır (Gül erken / Bilmem ki yaz mı gelmiş / Niçin açmış gül erken / Aklımı kayıp ettim / Nazlı yarim gülerken).

Şekil Bakımından Kafiye

Kafiye mısra sonlarındaki dizilişine göre düz, çapraz, sarma ve karma olabi-lir. Buna göre beyit, bend veya dörtlüklerin bütün mısraları birbiriyle kafiyeli olursa (aa, aaaa ... gibi) düz (bk. yarım kafiye örneği); koşma ve manilerde dörtlüklerin tek rakamlı (1 ve 3) mısraları ile çift rakamlı (2 ve 4) mısraları birbiriyle kafiyeli olursa (xaxa, bcbc, dede veya dcdc ... gibi) çapraz (bk. tam

Page 78: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

72

kafiye örneği); dörtlük veya bendlerde mısraların bir-dört, iki-üç sırasına göre kafiyeli olursa (abba cddc veya abbba cdddc ... gibi) sarma

Cânân aramızda bir adındı

Şîrin gibi hüsn ü âna unvân

Bir sâhile hem şerefti hem şân

Çok kerre hayâlimizde cânân

Bir şi’ri hatırlatan kadındı

(Yahya Kemal Beyatlı)

Bendlerin mısraları arasında kafiye bulunmakla beraber dizilişlerinde düzen-sizlik ve değişkenlik olursa karma kafiye ortaya çıkar.

Ah şu ufkun arkasında

Sonsuz bahar havasında

İşitiyorum kuşların

Kuşların ötüştüğünü

İşitiyorum bir narın

Çatlayarak düştüğünü

(Ziya Osman Saba)

Divan Edebiyatı ve divan şiirinde nazım şekilleri hakkında daha geniş bilgi için bkz. Ömer Faruk Akün, “Divan Edebiyatı”, DİA, IX (İstanbul 1994).

VEZİN (ÖLÇÜ)

Türk Edebiyatında başlangıcından günümüze kadar üç çeşit vezin kullanıl-mıştır. Bunlar Hece, Aruz ve Serbest vezindir. Şimdi bunları tek tek ele ala-lım:

ARUZ

Aruz, Arap Edebiyatı’nda manzum sözlerdeki ahenk ölçülerini konu alan il-min adı olup Arapça bir kelimedir ve “Çadırın ortasına dikilen direk” anla-mına gelir. Bir edebiyat terimi olarak “hecelerin uzunluk ve kısalıkları teme-line dayanan nazım ölçüsü” demektir. Hecelerin uzunluk ve kısalıkla-rı(kapalı-açık) dikkate alınarak belli kalıplara göre düzenlenmiş bir vezindir. Bu vezin Arap’lardan İranlılar’a, onlardan da bize geçmiştir.

İranlılar İslâmiyet’i kabul edince, Arap kültürünün de büyük tesiri altında kaldılar. Şiirde, Araplar’ın kullandığı nazım ölçüsü olan aruz’u kullanmaya başladılar. Ancak Araplar’ın kullandıkları aruz ölçüsünü olduğu gibi kabul etmediler. Kendilerine göre bir ayıklamaya tabi tutarak kulaklarına hoş, tabi-atlarına uygun gelenleri seçtiler ve kullandılar. Aruz vezni, V-XI. yüzyıllarda Hakaniye Türkçesi’ne, VII-XIII. yüzyıllarda Anadolu Türkçesi’ne, VIII-XIV.

Page 79: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

73

yüzyıllarda Çağatay ve Azeri Türkçesi’ne girmiş ve zamanımıza kadar birçok şiir bu vezinle yazılmıştır.

XI.-XVII. yüzyıllar arası ve sonrası bu vezinde edebiyatımızın Anadolu Türkçesi döneminde bazı aruz şairleri ile bazı halk şairleri birbirlerinden kar-şılıklı olarak etkilenmişlerdir. Bir kısım divan şairleri hece vezniyle, bir kısım saz şairleri de aruz vezniyle şiirler söylemişler, Milli Edebiyat döneminde ve zamanımızda ise şairler aruz veznini bırakarak hece veznine ve serbest tarza yönelmişlerdir.

Aruzda heceler uzun ve kısa(açık-kapalı) olarak ikiye ayrılır. Uzun hece-ler çizgi (-), kısa heceler nokta (.) ile gösterilir. Uzun ve kısa heceler çeşitli biçimlerde yan yana gelerek bahir denilen aruz kalıplarını oluşturur. Bu ka-lıplar yan yana geliş biçimlerine göre, fâilâtün, fâilün, mefâilün ve benzeri değişik adlarla anılır. Aruz ölçüsüyle şiir yazmak için kelimeleri bu kalıplara uydurmak gerekir. Aruzda kelimeleri ses özelliklerini bozmadan kullanmak her zaman mümkün olmayabilir. Bu yüzden heceleri kimi zaman uzun, kimi zaman da kısa okumak gerekir. Sık rastlanan bu iki duruma imâle (uzun okuma) ve zihaf (kısa okuma denir. Zihaf, aruzda kusur sayılır. Aruz ölçü-sünde hece ölçüsündeki duraklar yoktur. Dolayısıyla mısralardaki hece sayı-ları eşit olmayabilir. Mısra sonlarındaki heceler kısa da olsa uzun kabul edi-lir. Aruzda bir kelime sessizle biter, ondan sonra gelen de sesli harfle başlar-sa, bu sesli harf birincinin sonundaki sessiz harfi kendisine çeker. Böylece bi-rinci kelimenin sonundaki sessizle biten uzun hece kısa hece durumuna gelir. Bu duruma da vasl (ulama) denir.

1. Aruz ölçüsü ilk olarak Arap edebiyatında kullanılmıştır. Daha sonra İran Edebiyatı’na geçen bu ölçü, XI. yüzyıldan itibaren Türk şairlerince de uygulanmaya başlanmıştır.

2. Rahat kullanılabilmesi için bol miktarda uzun heceye ihtiyacı olan bu ölçü, aslında Türkçe’nin kelime yapısına pek uygun değildir.

Bundan dolayı Aruzu ilk defa kullanan Karahanlılar Türkçe’nin kelimele-rini bozarak kısa heceleri uzun okuma yoluna gitmişlerdir. Türk şairleri daha sonraları Türkçe’deki sonu sessizle biten kapalı heceler uzun, sonu sesliyle biten açık heceler ise kısa hece olarak değerlendirmişlerdir.

Zamanla bu da yeterli olmamış; şairler, Arapça ve Farsça kelimeleri sık sık kullanmaya başlamışlardır. Bu durum giderek Türkçe’ye yabancı kelime-lerin girmesine yol açmıştır. Diğer yandan Türkçe, aldığı bu yabancı kelime ve kavramları Türkçeleştirdiği zaman güçlü bir dil olmuştur. Aruzla birlikte, halk arasında yaşamaya devam eden vezin ise millî şiir ölçümüz ola hece veznidir.

3. 1908’den sonra şairler arasında başlayan aruz-hece tartışmasında hece ön plana çıkmış, ancak Divan Edebiyatı nazım ölçüsü olan aruzun da artık bir Türk şiir ölçüsü olduğu kabul edilmiştir.

4. Aruzla yazılan ilk Türk eseri Yusuf Has Hacib’in yazdığı Kutadgu Bilig’dir.

5. Aruz XI. asırdan beri heceyle beraber kullandığımız ölçüdür. Bu ölçü za-manla Türkçe’ye en iyi şekilde uygulanmış. Mehmet Âkif, Yahya Kemâl, Faruk Nafiz gibi şairlerimizin elinde ustalıkla kullanılmıştır.

Page 80: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

74

Aruz vezninde heceler iki şekilde değerlendirilir:

Açık / kısa heceler ( . ) ( v ) | Kapalı / uzun heceler ( - )

1.Açık / Kısa Heceler

Seslilerle biten hecelerdir.

Bu heceler aruz incelemesinde ( . ) ve ( v ) işaretleriyle gösterilir.

Açık - kısa hecelerin ses değerleri “yarım” kabul edilir.

2. Kapalı / Uzun Heceler

Tam ses değeri taşıyan hecelerdir.

Sessizlerle ve dilimize Arapça ve Farsça’dan geçmiş uzun ünlüler (â, î, û )’le biten hecelerdir.

Bu heceler aruz incelemesinde (-) işaretiyle gösterilir.

Kapalı- uzun hecelerin ses değeri “tam”dır.

Arapça ve Farsça’dan gelme uzun ünlülerle kurulan ( âb, ûl…) gibi iki sesli hecelerle; ( rûy, rûy, cûy…) gibi üç sesliler yerine göre, aruzda bir bu-çuk hece değerinde tutulur ve (- . ) işaretiyle gösterilir. Yine bu dillerden ge-len iki ünsüz bitişik düzende olan (aşk, ahd…) gibi heceler de, yerine göre bir buçuk hece değerinde kabul edilir.

Farsça tamlama eki olan “-i” ile “ve” anlamındaki “ü, vü” bağlacı vezin gereği uzun da kısa da olabilir.

Medli heceler hafif bir “i, ı” sesi varmış gibi okunur. Bahâr kelimesi ba-hâr[ı], eşkden kelimesi ise eşk[i]den şeklinde söylenmelidir.

Feilâtün / Feilâtün / Feilâtün / Feilün kalıbıyla yazılan şiirlerde ilk tef’ile bazı mısralarda Fâilâtün, son tef’ile ise Fa’lün olabilir. Bu sadece bu kalıba özgü bir durumdur. Bu kalıpla yazılan şiirlerde başta imale yapmaya gerek yoktur. Farklı tef’ile parantez içinde hemen altında gösterilir.

Türkçe kelimelerle aruz veznindeki başarı Muallim Naci ile başlamış olup Türk aruzu daha çok Tevfik Fikret, Yahya Kemal Beyatlı ve Mehmet Âkif Ersoy tarafından gerçekleştirilmiştir. Hatta Mehmet Âkif o kadar başarılı ol-muştur ki bir çok kişi İstiklâl Marşı’nın hece ölçüsüyle yazıldığını zanneder. Oysa bu marş aruzun “Fe i lâ tün / Fe i lâ tün /Fe i lâ tün /Fe i lün” kalıbıyla yazılmıştır.

1. Bir şiirin vezni bulunurken şunlara dikkat edilmelidir:

a) Veznini bulacağımız mısraların hecelerindeki uzun seslilere dikkat ederek yazmalıyız.

b) Önce mısralardaki hecelerin açık mı kapalı mı oldukları tesbit edilir.

Page 81: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

75

c) Uzatmalı hece olup olmayacağı özellikle kontrol edilmelidir. Bu ihmal edi-lirse bir mısradaki hece değeri eksik çıkar. Mısralardaki heceler sayılarak uzatmalı hece olup olmadığı konusunda bir ipucu yakalayabiliriz.

d) Hecelerin açık kapalı değerleri karşılıklı kontrol edilir. Önce imkân varsa ulama, yoksa imale yapılır. Zihaf çok az bulunduğu için en son ihtimal olarak düşünülür.

e) Hecelerin karşılaştırılması yapıldıktan sonra açık kapalı değerleri çizgi ve nokta şeklinde ayrı bir yere işaretlenir. Mısra sayısına göre tef’ile sayısı tahmin edilmeye başlanır. İlk tef’ile genellikle az heceden oluşur. Genel-de az heceli Fa’, Fe i lün, Fâ i lün gibi tef’ileler sonda bulunur.

f) Yazılan aruz kalıbı ile işaretler arasında uyum olmasına dikkat edilmelidir.

ARUZ KALIPLARIYLA İLGİLİ UYGULAMA-LAR

1. Fâilâtün / Fâilâtün / Fâilâtün / Fâilün

Saçma ey göz/ eşk[i]den gön / lümdeki od / lare su

_ . _ _ / _ . _ _ / _ . _ _ / _ . _

Kim bu denlü / tutuşan od / lare kılmaz / çâre su

_ . _ _ / _ . _ _ / _ . _ _ / _ . _Fuzûlî

2. Fâilâtün / Fâilâtün / Fâilün

Dinle neyden / kim hikâyet / etmede

_ . _ _ / _ . _ _ / _ . _

Ayrılıklar / dan şikâyet / etmede

_ . _ _ / _ . _ _ / _ . _ Nahifî

3. Feilâtün / Feilâtün / Feilâtün / Feilün

(Fâilâtün) (Fa’lün)

Hani ol gül / gülerek gel / diği demler / şimdi

. . _ _ / . . _ _ / . . _ _ / _ _

Ağlarım hâ / tıra geldik / çe gülüştük / lerimiz

_ . _ _ / . . _ _ / . . _ _ / . . _Mâhir

4. Feilâtün / Feilâtün / Feilün

(Fâilâtün) (Fa’lün)

Ne Süleymân / ne Selîm’in / kuluyuz

Page 82: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

76

. . _ _ / . . _ _ / . . _

Hazret-i Rab / b-i rahîmin / kuluyuz

_ . _ _ / . . _ _ / . . _Esrar Dede

5. Mefâîlün / Mefâîlün / Mefâîlün / Mefâîlün

Anı hoş tut / garîbindir / efendi iş / te biz gittik

. _ _ _ / . _ _ _ / . _ _ _ / . _ _ _

Gönül derler / ser-i kûyun / da bir dîvâ / nemiz kaldı

. _ _ _ / . _ _ _ / . _ _ _ / . _ _ _Hayâlî

6. Mefâîlün / Mefâîlün / Feûlün

Geçer firkat / zamânı böy / le kalmaz

. _ _ _ / . _ _ _ / . _ _

Sağ olsun sev / diğim Mevlâ / kerimdir

. _ _ _ / . _ _ _ / . _ _Nâilî

7. Mefâilün / Feilâtün / Mefâilün / Feilün

Cihânda â / şık-ı mehcû / r[ı) sanma râ / hat olur

. _ . _ / . . _ _ / . _ _ _ / _ . _

Neler çeker / bu gönül söy / lesem şikâ / yet olur

. _ . _ / . . _ _ / . _ . _ / _ . _Şeyhülislâm Yahya

8. Mef’ûlü / Mefâîlü / Mefâîlü / Feûlün

Ağlatma / yacaktın yo / la baktırma / yacaktın

_ _ . / . _ _ . / . _ _ . / . _ _

Ol va’de / -i tekrâr[ı] / -be-tekrârı / unutma

_ _ . / . _ _ . / . _ _ . / . _ _Esrar Dede

9. Mef’ûlü / Fâilâtü / Mefâîlü / Fâilün

Gül hasre / tinle yolla / ra tutsun ku / lağını

_ _ . / _ . _ . / . _ _ . / _ . _

Nergis gi / bi kıyâme / te dek çeksi / n intizar

_ _ . /. _ _ . / . _ _ . / _ . _Bâkî

XX. yüzyılda aruz vezni ile yazdığı şiirlerle ön plana çıkmış şairlerimiz kimler-dir, araştırınız.

Page 83: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

77

HECE VEZNİ

Türkçe’de heceler uzunluk kısalık bakımından hemen hemen aynı değerde-dir. Bu yapısal özellik şiirde hece vezninin kolayca kullanılmasına imkân ve-rir. İlk yazılı Türk edebiyatının ürünleri olarak bilinen Göktürk Yazıtları’nda şiir bulunmamasına rağmen şiirsel özellikler taşıyan ve hece veznine uyan bölümler vardır. Kaşgarlı Mahmut’un Dîvânü Lugati’t Türk eserindeki şiirler de hece vezniyle yazılmışlardır. Türkler’in İslâmiyet’i kabulünden sonra di-van edebiyatı ve aruz vezninin yaygınlaşması hece ölçüsünün yalnızca tekke ve âşık edebiyatına özgü bir ölçü olmasına yol açtı.

Hece vezninde kalıbı mısralardaki hecelerin sayısı belirler. Her mısrasın-da 11 hece bulunan bir şiirin kalıbı “11’li hece ölçüsü” olarak gösterilir. Bir hecenin belli bölümlere ayrılmasına “durgulanma”, bu bölümlerin okuma sı-rasında hafifçe durularak vurgulanan yerlerine de “durak” denir. Kalıplar 2’liden başlayarak 20’lilere kadar çıkar. Az heceli, yani 2’liden 6’lıya kadar kalıplar tekerleme, atasözü, bilmece gibi ürünlerin şiirsel parçalarında uyum öğesi olarak yer alır. Bu tür kısa kalıpların durakları mısranın sonundadır.

Hece vezninde durağın önemi büyüktür. Bir kalıp en az 2, en çok 5 durak-lı olabilir. Bir durakta bulunan hece sayısı ise 1 ile 10 arasında değişir. Hece kalıpları duraklar ve duraklardaki hece sayıları bakımından bölümlenir. Bu kalıplar içinde en çok kullanılanlar 7’li, 8’li, 11’li ve 14’lü olanlardır. 7’li öl-çü daha çok mânilerde kullanılmıştır. 8’li kalıp semâi, varsağı, destan ve tür-külerin ölçüsüdür. 11’li kalıp ise başta koşma ve destan olmak üzere aşık ve tekke edebiyatı şiirlerinde kullanılmıştır. 14’lü hece veznine ise daha çok tekke şiiri ve çağdaş Türk şiirinde rastlanır...

Maddeler halinde sıralayacak olursak:

1. Şiirde mısralar arası hece sayısı eşitliğine dayanır.

2. Türkçe kelimelerde hemen hemen bütün heceler eş değerde söylenir. Hecelerde kalınlık, incelik, uzunluk, kısalık farkı gözetilmez. Bu ba-kımdan hece vezni Türk dilinin yapısına da en uygun ölçüdür.

3. Milli veznimizdir.

4. Hece veznine parmak hesabı da denilir.

5. Hece vezni, Türk edebiyatının başlangıcından bu yana kullanılmıştır. İslâmiyet’ten sonra Divan edebiyatında aruz vezni kullanılırken, Halk edebiyatında hece ölçüsü kullanılmaya devam edilmiştir.

6. Hece vezninin “hece sayısı” ve “duraklar” olmak üzere iki temel özel-liği vardır.

a. Hece Sayısı: Hece vezniyle yazılmış bir şiirin bütün mısralarında eşit sayıda bulunur. Hece sayısı aynı zamanda o şiirin kalıbı de-mektir.

Bu va tan top ra ğın ka ra bağ rın da

Sı ra dağ lar gi bi du ran la rın dır

Bir ta rih bo yun ca o nun uğ run da

Ken di ni ta ri he ve ren le rin dir

Page 84: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

78

Bu dörtlükteki bütün mısralar 11 heceden oluşmaktadır. Dolayısıyla bu şiir Hece vezninin 11’li kalıbıyla yazılmıştır.

SERBEST VEZİN

Serbest vezin, hece, aruz gibi herhangi bir ölçüye bağlı kalınmayan vezindir.

Hecelerin açık veya kapalı olmasına ya da sayılarına bakmaksızın şairin ta-

mamen kendi üslubuna göre yazmasıdır. Serbest vezin, Türk şiirinde

1940’lardan sonra Orhan Veli Kanık ile yaygınlaşmaya başlamıştır. Günü-

müzde yazılan şiirlerin çoğu serbest vezinde yazılmaktadır. Herhangi bir ölçü

veya şekille kayıtlı değildir.

Bu nazım şeklinde uzun, kısa, çok kısa dizeler bazen düzenli, bazen de

düzensiz olarak tekrarlanırlar. Kısa mısraların ölçüsü, şiirin ölçüsünün bir

parçasıdır. Bu şiirde kafiye düzeni belirli bir kurala bağlı değildir. Bu nazım

biçiminde düşünceler mısradan mısraya atlayarak devam eder. Nazım, gide-

rek nesre yaklaşmış olur.

KIŞ

Yine kış,

Yine şems-i mesâda, ah o bakış,

Yine yollarda serseri dolaşan

Âşiyânsız tuyur-ı pür-nâliş( inleyen yuvasız kuşlar)Tehi kalan ovalar

Sükût eder sanılır mevsimin gumûmuyla

Harab olan sarı yollarda kalmamış ne gelen,

Ne giden,

Şimdi yalnız kavafil-i evrâk (yaprak yığını)

Mütemadî sürüklenir bir uzak

Ufk-ı pür-ıztırab u nermide. Yine kış, yine kış

Bütün emelleri bir ağlayan duman sarmış

Ahmet Hâşim

Özet

Divan Edebiyatında nazım birimini açıklayabilmek.

Divan şiirinde nazım birimi genellikle beyit olup şiirler çeşitli nazım şekilleri içinde kurallarını Arap ve Fars Edebiyatı’ndan alan aruz vezniyle yazılmıştır. Bununla beraber, Nedim ve Şeyh Galip gibi bazı şairlerin hece ölçüsüyle ya-

Page 85: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

79

zılmış şiirlerine rastlamak mümkündür. Aruz vezninde açık ve kapalı heceler çeşitli kalıplarda, kendilerine özgü bir düzen içinde sıralanır. Şairler eserlerini yazarken seçtikleri kalıba mutlaka uymak zorundadır. Aruz, esas olarak hece-lerin uzunluğu ve kısalığı temeline dayanan bir şiir ölçüsüdür.

Türk-İslâm Edebiyatında en çok kullanılan nazım şekillerini sıralayabilmek.

Türk-İslâm edebiyatında en çok kullanılan nazım şekillerinin başında gazel, kaside, musammatlar, kıt’alar gelir.

Halk Edebiyatında en çok kullanılan nazım şekillerini sıralayabilmek.

Halk edebiyatında en sık kullanılan nazım şekilleri koşma, mani, destan, tür-kü, varsağıdır.

Türk-İslâm Edebiyatında kullanılan vezinleri açıklayabilmek.

Türk Edebiyatında başlangıcından günümüze kadar üç çeşit vezin kullanıl-mıştır. Bunlar Hece, Aruz ve Serbest vezindir. Aruz, manzum sözlerdeki ahenk ölçülerini konu alan bir ilimdir. Divan edebiyatının vezni aruz vezni-dir. Hece, millî veznimiz olup, yüzyıllar boyunca halk şâirlerimiz ve ozanla-rımız tarafından kullanılmıştır. Divan şâirleri de nadiren de olsa bu vezni ter-cih etmişlerdir. Serbest vezin ise son dönemde revaç bulmuştur.

Kendimizi Sınayalım

1. Aşağıdakilerden hangisi divan edebiyatı nazım şekillerinden değildir?

a. Tuyuğ

b. Kıt’a

c. Semai

d. Rubai

e. Gazel 2. Aşağıdakilerden hangisi bendlerle kurulan nazım şekillerindendir?

a. Mâni

b. Kaside

c. Koşma

d. Muhammes

e. Mesnevi 3. Bir gazelin beyitleri önüne aynı vezinde sekizer mısra ilâvesiyle tanzim

edilen nazım şekline ne ad verilir?

a. Ta’şir

b. Müsemmen

c. Tesdis

d. Kaside

e. Müseddes

Page 86: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

80

4. Aşağıdakilerden hangisi kasidenin bölümlerinden değildir?

a. Tegazzül

b. Medhiyye

c. Fahriyye

d. Dua

e. Mersiye

5. Divan edebiyatında her mısra veya beytin sonunda aynı veznin bir cüzüyle yazılmış birer kısa mısra bulunan manzumelere ne denir?

a. Müsebba

b. Müstezad

c. Kaside

d. Taştir

e. Terbi

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı

1. c Cevabınız doğru değilse, “Semâî” kısmını yeniden okuyunuz.

2. d Cevabınız doğru değilse, “Bend” kısmını yeniden okuyunuz.

3. a Cevabınız doğru değilse “Musammat” kısmını yeniden okuyunuz.

4. e Cevabınız doğru değilse “Kaside” kısmını yeniden okuyunuz.

5. b Cevabınız doğru değilse “Müstezad” kısmını yeniden okuyunuz.

Sıra Sizde Yanıt Anahtarı

Sıra Sizde 1

Divan Edebiyatı’nda en çok kullanılan nazım şekilleri gazel, kaside, musammatlar, kıt’a, rubaidir.

Sıra Sizde 2

Türk-İslâm edebiyatında dinî- destanî manzumeler, kıssa ve hikâyeler mes-nevi nazım şekliyle yazılmıştır.

Sıra Sizde 3

Yahya Kemâl Ömer Hayyam’ın rubailerini Türkçe’ye çevirmiştir.

Page 87: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

81

Sıra Sizde 4

XX. yüzyılda aruz vezni ile yazdığı şiirlerle ön plana çıkmış şairlerimizin ba-şında Mehmed Âkif Ersoy ve Yahya Kemal Beyatlı gelir.

Yararlanılan Kaynaklar

Aksoy, Hasan, “Kıta”, DİA.

Aksoy, Hasan, “Mısra”, DİA.

Albayrak, Nurettin, “Koşma”, DİA.

Albayrak, Nurettin, “Rubai”, DİA.

Çetin, Nihad M., “Aruz”, DİA.

İpekten, Haluk, Eski Türk Edebiyatı Nazım Şekilleri ve Aruz, İstanbul 2003.

İpeten, Haluk, “Gazel”, DİA.

Kılıç, Filiz, “Müstezad”, DİA.

Kurnaz, Cemal-Çeltik, Halil, Divan Şiiri Şekil Bilgisi, İstanbul 2010.

Levend, Âgâh Sırrı, Divan Edebiyatı, İstanbul 1984.

Olgun, Tahir, Edebiyat Lügati, İstanbul 1973.

Onay, Ahmet Talat, Türk Halk Şiirlerinin Şekil ve Nev’i, Ankara 1996.

Onay, Ahmet Talat, Türk Şiirlerinin Vezni, Ankara 1996.

Pala, İskender- Kılıç, Filiz, “Musammat”, DİA.

Pala, İskender, “Kaside”, DİA.

Pekolcay, Necla, İslâmî Türk Edebiyatında Şekil ve Nevilere Giriş, İstanbul 1996.

Ünver, İsmail, “Mesnevi”, DİA.

Page 88: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

82

Amaçlarımız

Bu üniteyi tamamladıktan sonra;

• Türk-İslâm Edebiyatına ait eserlerin sanat değerini belirlemede kullanılan klasik ölçme-değerlendirme birimi olan belâğat ilminin tarihçesini anahatlarıyla tanıyabilecek,

• Bu ilim dalını oluşturan Bedî’, Beyan ve Meâni’nin ele aldığı farklı konu-ları kavrayarak muhtevalarını açıklayabilecek,

• Bu bilgilerin ışığında, günümüzde edebî sanatlar adıyla bilinen Türk-İslâm Edebiyatında sıkça karşılaşılan sanatları açıklayabilecek, onları da-ha iyi tanıyıp, sanatkârın ortaya koyduklarını yorumlayabileceksiniz.

Anahtar Kavramlar

• Belâgat,

• Bedî’, Beyan, Meânî

• Başlıca edebî sanatlar: Teşbih, istiâre, telmih, leff ü neşr, iktibas, irsâl-i mesel, vs.

• Metin değerlendirme.

Öneriler

Bu üniteyi daha iyi kavrayabilmek için okumaya başlamadan önce;

• TDV İslâm Ansiklopedisi’ndeki “Belâgat, Bedî’, Beyân, Meânî” maddele-rini, Türk edebiyatı bölümleri üzerinde daha dikkatle durarak, okuyunuz.

• TDV İslâm Ansiklopedisi’nin “Divan Edebiyatı” maddesinde yer alan sa-natkârın dünyasıyla ilgili kısmı okuyarak onu tanımaya çalışınız.

• İskender Pala’nın, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü’ndeki (İstanbul 2000) “Teşbih, istiâre, telmih, leff ü neşr, iktibas, irsâl-i mesel, vs. gibi edebî sa-natlarla ilgili bilgileri değerlendiriniz.

• Menderes Coşkun’un, Sözün Büyüsü Edebi Sanatlar, (İstanbul 2007) adlı eserinin ilgili maddelerini inceleyiniz.

Page 89: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

83

GİRİŞ

İslâm dünyasında, Türkçe, Arapça, Farsça yanında müslüman milletlere ait, edebiyat dili seviyesine yükselmiş bütün dillerle ortaya konulan edebî ürünle-rin sanat değerini belirlemede kullanılan ölçü müşterektir ve adına da Belâgat denilmektedir.

İkinci ünitede, Kurân’ın Türk-İslâm Edebiyatına etkisini incelerken Belâ-gatin bu etki altında ortaya çıkarak şekillendiğinden bahsedilmişti. Müslü-manların kullandığı hemen bütün dillerde aynı adı taşıyan bu ilim, eski adıyla ilm-i Belâgat üç ana konudan meydana gelir. Bunlar Meânî, Beyan ve Be-dî’dir. İlerleyen zamanlarda, fesâhat, aruz ve kafiye, lügaz ve muammâ, ebcedle tarih düşürme gibi “levâhik/mülhâkât” denilen ek konularla tamam-lanan belâgat, İslâmî ilimler arasında bağımsızlığına en geç kavuşan ve en sonra teşekkül etmiş bir disiplindir.

Belâgat, Araplar arasında büyük bir edebi varlığa ve değere sahip olan cahiliye şiiri üzerinde, edebî tenkid maksadıyla yapılan çalışmalardan doğ-muştur.

İslâm’ın ilk asırlarından sonra Arapça konuşan yeni nesillerle, İslâm câ-miasına katılan ana dili farklı olan toplulukların, Kur’an ve hadisi doğru an-lama, onlardaki güzellikleri lâyıkıyla kavrama ihtiyacı arttı. Bu sebeple, belâ-gat konuları, önceleri “İ’câzü’l-Kur’ân, Mecâzü’l-Kur’ân, Beyânü’l-Kur’ân, Müşkilü’l-Kur’ân, İ’râbü-Kur’ân, Belâgat ve delâilü’l-i’câz” gibi adlar taşı-yan kitaplarda yer aldı. Kur’an ve tefsir ilmi içinde gelişti.

Kur’an’ın Arap diliyle ortaya konmuş bir belâgat mucizesi oluşu, onu an-lamak için Arap dili, grameri ve edebiyatı konularını da bilmeyi gerektiriyor-du. Bu sebeple X-XIV. yüzyılları kapsayan bu ikinci devre, belâgatin bir ilim dalı olarak teşekkül etmeye başladığı, terimlerinin ortaya çıktığı, yazılan eserlerde belâgat bahislerinin ağırlık kazandığı ve böylece söz konusu ilim dalının Meânî, Beyan ve Bedî’den ibaret klasik şeklini alarak teşekkülünü tamamladığı bir zaman dilimi oldu. Ayrıca bu devrede, sonraki yıllarda Türk ve Fars belâgati üzerinde tercüme ve şerhleriyle asırlarca etkisini sürdürecek olan Abdülkâhir el-Cürcânî’nin (ö. 1079), Delâilü’l-i’câz ve Esrârü’l-belâğa adlı kitapları ile Ebû Ya’kûb es-Sekkâkî’nin (ö.1229) Miftâhu’l-ulûm’u gibi sonradan sahanın klasikleri sayılan eserler de kaleme alınmıştı.

XIV. yüzyıl ortalarından XIX. yüzyıl sonlarına kadar devam eden uzun süreyi kapsayan üçüncü safha yeni eserler yerine, bu konudaki şerh, haşiye

Türk-İslâm Edebiyatında

Belâgat Başlıca

Edebî Sanatlar

Page 90: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

84

ve talikatların kaleme alındığı duraklama yahut derinleşme devresidir. Nite-kim Türkçe, Farsça ve Arapça bilen ünlü dil bilgini Hatip el-Kazvinî (ö. 1338), es-Sekkâkî’nin Miftâhu’l-ulûm’unun üçüncü bölümününden faydala-narak Telhisü’l-Miftâh’ı kaleme almış, belâgat çalışmalarında mantıkî tarif, tasnif ve değerlendirmelerle kelâm ve felsefe mektebinin en önemli eserini ortaya koymuştur. Bu dönemin edebiyat bakımından işaret edilmesi gereken önemli bir özelliği, Arap edebiyatında, her beytinde en az bir bedîî sanat kul-lanarak Hz. Peygamberin medhini yapan bediiyyât adlı bir nazım türünün or-taya çıkması olmuştur. Bu diğer edebiyatlarda da Hz. Peygamberle ilgili ola-rak kaleme alınan eserlerin daha sanatkârâne metinler olmasına yol açmıştır.

Son devir, İslâm dünyasının Batı ile temasa geçmesinin etkisiyle, biri kla-sik anlayışı devam ettirmeye, diğeri batı retoriği ile belâgat konularını kay-naştırmaya çalışan yenilikçi yazarların eserleri olmak üzere, iki farklı istika-mette gelişmiştir. Bunlardan birincisine Türk edebiyat camiasından Ahmed Cevdet Paşa’nın kaleme aldığı Belâgat-i Osmaniyeniyye’si, ikincisine Recâizade Ekrem’in Talîm-i Edebiyat’ı örnektir. İkinci yolu seçen yazarlar belâgat meselelerini daha çok edebî tenkid ve estetik endişelerle birlikte ele almışlardır.

Türk-İslâm Edebiyatı metinlerinde klasik belâgatin bütün kadro ve konu-larına ait örneklerle karşılaşılmakla birlikte Teşbih, İstiâre, Mecaz, Kinâye, Telmih, Tecahül-i ârif, Hüsn-i ta’lil, Tevriye, Teşhis ve intak, Tenâsüp, Leff ü neşr, Seci gibi sanatlarla daha çok yüz yüze gelinmektedir.

Edebî metinlerden zevk almayı kolaylaştıran sanat unsurları arasında hangilerini sayabilirsiniz?

Divan şiirinin kendine mahsus dünyası içinde gelişen ve onu derinlemesine anlayıp zevkine varabilmeyi üst seviyelere taşıyan özelliği sebebiyle bilinmesi gereken Remiz ve Mazmunlar da başlı başına önemli bir alandır.

TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI METİNLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİNDE VAZGEÇİLMEZ ÖLÇÜ

BELÂGAT

1. Tanım

Arapça “be-le-ga” kökünden gelen belâgat, sözlükte, sözün “fasih ve açık seçik olması” demektir. Aynı kökten gelen “el-belîg”, fasih ve açık karşılı-ğında kullanılmış olup “sözün maksadı en güzel şekilde ifade edebilme özel-liğini” anlatır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de bu özelliğe sahip olan kitap anla-mında “el-belâgu’l-mübîn/benzeri ortaya konamayacak apaçık söz” olarak adlandırılmıştır.

Belâgatin bir edebiyat terimi olarak iki manada kullanıldığı görülmekte-dir. Birincisi meleke ve kabiliyet manasını taşır. Batı dillerinde “eloquence/elokuans” kelimesiyle karşılanan belâgatin bu yönü “bir fikrin yazılı ve sözlü olarak yerinde, yeterince ve zamanında ifadesi” manasına ge-lir. Bu tanım klasik belâgat kitaplarında “Sözün fasih olmak şartıyla mukte-

Page 91: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

85

zâ-yı hâle mutabık olması” şeklindedir. Bu anlamıyla belâgat insanda doğuş-tan var olan ve ona has bir melekedir. Nitekim bu gerçek Kur’ân-ı Kerîm’de “Allah insana beyânı (düşündüğünü açık bir şekilde ifade etmeyi) öğretti” (er-Rahmân 55/3-4) âyetiyle ifade edilmiştir.

Kelimenin, batı dillerinde “rhetorique/retorik” terimiyle karşılanan ve be-lâgat ilmini ifade eden ikinci anlamı ise “en açık, akıcı, zamanında ve yerli yerinde söz söyleme/yazma kâidelerini inceleyen” bir ilmî disiplinin adı şek-linde tanımlanabilir. Bu tanım klasik belâgat kitaplarında yine “Kelâmın fasih olmak şartıyla muktezâ-yı hâle mutabık olmasının usûl ve kaidelerini bildi-ren” ilim şeklinde yer almıştır. Belâgatin bu maksadına ulaşılabilmesi için şu üç bahis ve ekleri hakkında bilgi sahibi olmak gerekir:

1. Meânî denilen ve “kelâmın mukteza-yı hâle uygunluğunu sağlamak için gerekli olanları bilme” şeklinde tanımlanabilecek konular.

2. Beyân, “sözün açık-seçik, kolay ve anlaşılabilmesini temin etme yolları.

3. Bedî’, sözü güzel, süslü ve etkili söyleme usulleri.

Bu sayılan vasıflara sahip olan söz, manzum olsun, mensur bulunsun kısa ve veciz, kolay anlaşılır, manaca zengin ve derin olur; okuyana-dinleyene zevk ve haz verir. İşte bu sebepten dolayı da bütün edip ve yazarların maksa-dı da böyle bir söz söyleyebilmektir.

2. Konu

Belâgat ilminin içina aldığı konular yukarıda zikredilen Meânî, Beyân ve Be-dî’ bahisleri altında yer almış ana meseleler ile, tevâbi denilen ve belâgati tamamlayıcı edebî unsurlardan meydana gelmektedir. Muhtevada yer alan başlıca konuları şöylece sıralamak mümkündür.

Ana hatlarıyla söylemek gerekirse, klasik belâgat kitapları fesâhat konu-suyla ilgili bir girişle başlar. Burada fesâhati bozan tenâfür, zincirleme tam-lamalar (tetâbu-i izâfât), sık tekrarlar (kesret-i tekrar), bir ifadedeki kelimeler arasında kulakla farkedilebilen uyuşmazlık (lüknet), alışılmamış sözlerin kul-lanılması (garabet), kelimenin dil kaideleri ve yazarların kullanışlarına aykırı-lığı (kıyasa muhalefet), ifade zayıflığı (za’f-ı telif), ifadenin kasdedilen ma-nayı anlamayı zorlaştıracak şekilde kapalı olması (ta’kîd) ve yazım hataları (imlâsızlık) hakkında bilgiler verilmiştir.

Meânî konularının başlıcaları şunlardır: İsnad, inşâ, dilek (temenni), emir, nehiy, ünlem (nidâ), yüklem (müsned), özne (fail, nâib-i fail), cümle ve unsurları, kısaltma veya daraltma (kasr), bağlama (vasıl), ayırma (fasl), ölçü-lü söz söyleme (müsâvât), sözü bir maksatla kısa söyleme (icâz), maksadı ge-reğinden fazla sözle ve uzun ifade etme (itnâb).

Beyân konuları ise şöylece sıralanabilir: Lafzın manaya delâleti, hakikat, mecaz, kinâye, teşbih, istiâre, mecâz-ı mürsel, ta’riz vb.

Bedî’. Vücûh-ı tahsin/ sözü güzelleştirme yolları olarak da adlandırılan bu bahis genel olarak edebî sanatları içine alır. Lafız ve mânâya ait olmak üzere ikiye ayrılan bu sanatların başlıcaları şunlardır: İrsâl-i mesel, tecâhül-i ârifâne, mezheb-i kelâmî, tevriye, îham, teşhis ve intak, hüsn-i ta’lil, mübala-ğa, nidâ, rücû, iltifat, tekrir, istifham, telmih, iktibas, tazmin, mülemmâ,

Page 92: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

86

tenâsüb, tensîk, cem ve taksim, leff ü neşr, kelâm-ı edebî, cinas, kalb ve aks, secî.

Tarihçeye geçmeden önce, Kuran, tefsir, hadis ve kelâm ilimleriyle ciddî bir biçimde ilgilenmesi gereken ilâhiyatçıların, söz konusu ilim dallarıyla il-gili kaynakları doğru bir şekilde anlayıp onlardan günümüz problemlerine çözümler çıkarabilmesi için âlet ilimlerinin en mühimlerinden sayılan belâgat hakkında yeterli bilgiye sahip olmaları gereğine işaret edilmelidir. Bu sebeple sadece edebiyat bakımından değil, belki daha çok dinî ilimler açısından da belli bir seviyeye ulaşmak için, önce Kaya Bilgegil’in Edebiyat Bilgi ve Teo-rileri Belâgat (İstanbul 1989) isimli eserini, ardından Cevdet Paşa’nın Belâ-gat-i Osmaniye’sini, daha sonra M. A Yekta Saraç’ın Klâsik Edebiyat Bilgisi Belâgat (İstanbul 2000) isimli eserinin okunması tavsiye edilir.

Tarihçe

Daha önce de belirtildiği gibi belâgat bütün İslâm dünyasındaki gibi bizde de, XIX. yüzyıla kadar genellikle önce Arapça kitaplardan, sonra Arapça ve Farsça’dan tercüme eserlerden, örnekleri çoğu kere Arapça ve Farsça metin-ler üzerinden okutulmuştur. Ancak özellikle belirtilmelidir ki, İslâm ilim ve kültürüne başından beri büyük katkıları olanTürkler’in bu ilme hizmetleri pek erkenden başlamış ve meselâ büyük Türk dil bilgini es-Sekkâkî Miftahu’l-ulûm adlı eserinin üçüncü kısmını belâgat konularına ayırmıştır. Şam camii hatibi, Türkçe, Farsça ve Arapça bilen ünlü dil bilgini Hatip el-Kazvini (ö. 1338) ise, es-Sekkâkî’nin Miftâhu’l-ulûm’unun bu bölümünü tercüme, kı-saltma ve değerlendirme suretiyle Telhisü’l-Miftâh’ı, daha sonra da bunu açıklayan el-İzah’ı kaleme almıştır. Çok rağbet gören bu eserler sondaki asır-larda bütün İslâm dünyasında defalarca şerhedilmiş ve devrin çeşitli ilim mü-esseselerinde okutulmuştur.

Belâgat konusunda benzer etki ve rağbete kavuşan diğer kitap ise Taftâzânî’nin (ö. 1390) Telhisü’l-Miftâh’a yazdığı el-Mutavvel isimli şerhtir. Onun kaleme aldığı el-Muhtasar’la birlikte bu eserler Osmanlı medresele-rinde de asırlarca okutulmuştur. Ayrıca Abdünnafi Efendi, bu eserleri XIX. yüzyılda, en-Nef’u’l-muavvel fi-tercemeti’t-Telhis ve’l-Mutavvel adıyla (İs-tanbul 1290) Türkçe’ye çevirmiştir. Mesnevî’yi şerhetmesiyle tanınan İsmail Ankaravî ise, belâgati hemen bütün kadrosuyla veren Miftâhu’l-belâga ve misbâhu’l-fesâha isimli telif tercüme bir eser kaleme almıştır.

Tanzimattan sonra yaklaşık dokuz asırlık bir gelenek kırılarak, telif ter-cüme belâgat kitaplarının hazırlanmasında batılı eserlerden faydalanma adımı atılmıştır. Süleyman Paşa Mebâni’l-inşâ’yı klasik belâgat kitapları yanında, Fransız yazar Emil Lefranc’dan faydalanarak kaleme alırken batı retoriğinin birçok konusunu Türk belâgatına sokmuştur. Ayrıca nesir örnekleri de önceki anlayışın aksine bu kitapta hatırı sayılır derecede yer bulmuş olur.

Türk belâgat literatüründe klasik özellikteki ilk Türkçe eser, örnekleri bakı-mından zayıf olsa da Ahmed Hamdi’nin Belâgat-ı Lisân-ı Osmânî adlı kita-bıdır (İstanbul 1293).

Bu eseri, büyük hukuk külliyatı Mecelle’yi de kaleme alan, Ahmed Cev-det Paşanın Mekteb-i Hukuk’ta okuttuğu belâgat derslerine ait notlar takib eder. Belâgat-i Osmâniye adıyla kısım kısım (cüz cüz) yayımlandığında (İs-tanbul 1298) büyük bir yankı uyandıran kitap, klasik Türk belâgati literatü-ründe bir dönüm noktası olmuş ve sekiz defa basılmıştır. Belâgat-i Osmâniye

Page 93: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

87

dibâce, mukaddime ve lâhika başlıklarını taşıyan bir giriş bölümünden sonra üç ana bölüm ve lâhika’dan (ek) meydana gelmektedir. Eserin önemli bir ya-nı da artık Türkçe’ye mahsus bir belâgat kurulması fikrini kuvvetlendirmesi ve bu alanda yeni eserler kaleme alınmasına zemin hazırlamasıdır.

Recaizade Ekrem’in Talîm-i Edebiyat’ı bu alanda atılmış önemli bir adımdır. Bu eserin diğer mühim tarafı ise batı retoriğinden de faydalanarak konuları çeşitlendirmesi ve klasik belâgat bahislerine bile farklı izahlar ka-zandırmasıdır. Bu eserlerden sonra belâgat artık Türk edebiyatının hayatî ko-nuları arasına girmiştir.

Muallim Naci’nin Istılâhât-ı Edebiyye’si (İstanbul 1307) bazı belâgat ba-hisleri dahil bir kısım edebiyat kavramlarını belirli bir anlayışa bağlı kalma-dan açıklayan günümüzde de rağbet bulmuş bir eserdir. Buna Tahirü’l-Mevlevî’nin Edebiyat Lügati (İstanbul 1973) eklenebilir.

Manastırlı Mehmet Rıfat’ın Mecâmiu’l-edeb’i, bir taraftan yeni anlayışın ortaya koyduğu bütün edebi meseleleri ele almaya çalışırken klasik kadroyu oluşturan üç ana konunun her birine bir cilt ayırarak üç cilt halinde yazılmış hacimli bir eserdir.

Belâgat konusundaki son çalışmalar arasında eski ve yeni anlayışları bir-leştirmeye yönelen Kaya Bilgel’in Edebiyat Bilgi ve Teorileri (Belâgat) (İs-tanbul 1989) ile Menderes Coşkun’un, Sözün Büyüsü Edebi Sanatlar, (İstan-bul 2007) adlı eserleri dikkat çekmektedir. M.A.Yekta Saraç’ın Klâsik Edebi-yat bilgisi Belâgat’ı (İstanbul 2000) ise klasik kaynaklardaki bilgileri bol Türkçe örneklerle, anlaşılır bir şekilde günümüz okuyucusuna sunması bakı-mından önemlidir.

İskender Pala’nın, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü (İstanbul 2007) de sadece belagat ve edebi sanatlar konusunda değil, eski Türk edebiyatını ilgi-lendiren hemen her konuda başvurulacak bir ilk kaynak özelliğine sahiptir.

TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI METİNLERİNDE KARŞILAŞILAN BAŞLICA EDEBÎ SANATLAR

Ünitemizin bu bölümünde, Türk-İslâm edebiyatı metinlerinde karşılaşılacak başlıca edebî sanatlar ele alınacaktır. Ancak önce bütün İslâm edebiyatlarının, şiirin gölgesinde kalmış ama sanat değeri ve kültürümüzdeki yeri bakımından ondan çok da geride bulunmayan bir yönü üzerinde durmak faydalı olacaktır. Bu da inşâ terimiyle ifade edilen ve münşeât denilen bir türün doğmasına sebeb olmuş nesir sanatıdır.

1. İnşâ

İnşâ Türk, Arap ve Fars edebiyatlarında “Resmî yazışmalarda kullanılan nesir dilini ifade eden edebî tür ve dil bilimi” için kullanılmış, zamanla genel ola-rak her türlü nesir ve düz yazı karşılığını da kazanmıştır. Bu çerçevede inşâ “yazıların münşî adıyla anılan usta yazarların beğenecekleri özelliklere sa-hip olması için bilinmesi gerekenleri öğreten fen” olarak tarif edilmiştir (Taşköprüzâde, I, 250). Benzer bilgileri tekrarlayan Kâtib Çelebi buna, “İfa-dede yerine, konusuna ve amacına yakışan güzel ibareler kullanmaktır” şek-

Page 94: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

88

linde bir ilâvede bulunur (Keşfü’z-zunûn, I, 181). Ayrıca yeni Türk edebiya-tında bir tür kompozisyon tekniği ve güzel yazı yazma sanatı olarak da anla-şılmıştır. Nitekim Ziyâ Paşa’nın, “Şiir ve İnşâ” adlı makalesinde kelimeyi doğrudan doğruya nesir yerine kullanması dikkat çekmektedir. Ayrıca inşa, kelimelerin cümle içinde söz dizimi (terkîb-i kelâm) kurallarına göre sıra-lanmasını da ifade etmektedir.

Genellikle nesir halinde yazılan mektup türünün de inşâ içinde özel bir yeri vardır. Nitekim Kâtib Çelebi mektubu inşânın bir dalı olarak ele almıştır. Tanzimat’tan sonra orta öğretim kurumlarına “usûl-i kitâbet ve inşâ” adıyla bir ders konulması, bu ders için hazırlanan kitapların Usûl-i İnşâ ve Kitâbet (Mehmed Tevfik, İstanbul 1307), İlâveli Hazîne-i Mekâtîb yahut Mükemmel Münşeât (Ahmed Râsim, İstanbul 1318) gibi adlar taşıması, nesir/mektup be-raberliğinin son zamanlara kadar sürdüğünü göstermektedir.

Tercüme ve (nr. 77-80) Türk Dili (nr. 274) dergilerinin mektup özel sayı-ları, bu alâkayı ortaya koyan çeşitli örneklere yer vermenin yanı sıra, mektup türünde başlangıçtan beri ortaya konan edebî birikimi büyük ölçüde yayımla-yarak, türün gösterdiği gelişmenin metinler üzerinden takip edilmesinı kolay-laştırmıştır.

İnşâ kelimesi dar anlamda, daha çok münşeât adıyla anılan her türlü res-mî yazışma ile bunların bir parçası sayılabilecek mektup vb. metinlerin kale-me alınmasının yollarını ve bu hususlarla ilgili kuralların bilgisini ifade eder. Selçuklular’da Dîvân-ı İnşâ, Osmanlılar’da Dîvân-ı Hümâyun denilen, devle-tin resmî yazışmalarının yürütüldüğü dairede sultanlar adına kaleme alınan hatt-ı hümâyun, irâdei seniyye, menşur, emirnâme gibi resmî yazıların tama-mı inşânın bu türü içinde yer alır. Ayrıca buyruldu, telhis, takrir, tahrirat, tez-kire, kaime, temessük, sened, ilmühaber, müzekkire, mazhar, mazbata, lâyiha adını taşıyan belgelerle fetva, i’lâm, hüccet ve vakfiyeler de inşânın konusu-nu teşkil etmektedir. Münşeât mecmualarını, öğretici mahiyette eserlerle an-toloji özelliği gösteren ve sadece örneklerden ibaret olanlar şeklinde iki grup-ta ele almak gerekir. Dîvânı Hümâyun ve diğer devlet kurumlarında nişancı, münşî, küttâb denilen kâtipler ve kalem efendilerinin yazdıklarıyla mahkeme-lerde ve özellikle Tanzimat’tan sonra gelişen nezâret kalemlerinde yazılan yazılar ayrı bir nesir dili ve üslûbunu geliştirmiştir. Bunlardan mahkeme ya-zışmalarında kullanılan ve ilm-i sak adıyla anılan yazı türü konusunda müs-takil kitaplar hazırlanmış, Çavuşzâde Aziz Mehmed Efendi’nin Dürrü’s-sükûk adlı eseri gibi bazıları da basılmıştır (İstanbul 1277).

Resmî ve hususi yazışmalarda ortaya koydukları usûl ve kaideler yanında geliştirdikleri imlâ ve üslûpla bir gelenek oluşturan, kendilerinden sonra adları inşâda ortaya koydukları esaslarla birlikte anılan bazıları aynı zamanda divan sahibi şair olan Osmanlı münşîlerinden de bahsetmek gerekir. Tâcîzâde Câfer Çelebi ve Koca Nişancı lakabıyla bilinen Celâlzâde Mustafa Çelebi bunların başında gelir. Celâlzâde kadar şöhret bulduğu için “Küçük Nişancı” lakabıyla tanınan Ramazanzâde Mehmed Çelebi ile Münşeâtü’l-inşâ adlı eserin müellifi Okçuzâde Mehmed Şâhî ve Hamza Paşa da bu sahanın tanınmış isimleridir. Bunlara Münşeât sahibi Nergisî ile Veysî ve değişik yönleri olan Sinan Paşa, Lâmiî Çelebi, Âlî Mustafa Efendi, Kemalpaşazâde, Ganîzâde Mehmed Nâdirî ve Azmîzâde Mustafa Hâletî gibi bazı şahısları da eklemek mümkündür.

2. Secî

İnşa ile yakın ilgisi bulunan ve daha çok bir nesir sanatı kabul edilen secî, sö-ze güzellik ve süs katan hususlardan biri kabul edilmiştir. Secîin biri klasik

Page 95: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

89

anlayışa göre, diğeri yeni anlayışa göre, Recâizâde Mahmud Ekrem tarafın-dan yapılmış iki türlü sınıflandırılması vardır. Klasik anlayışta secî mensur bir sözün son kelimesinin, şiirde ise mısraın son kelimeleri olan ve kafiyesini meydana getiren iki fâsılanın tek bir harfte birleşmesi üzerine kurulmuştur: ''Kesâfet-i sehâbda letâfet-i şihâbı unutmuştuk'' cümlesindeki ''kesâfet-letâfet'' ve ''sehâb-şihâb'' arasında secîyi ''t'' ve ''b'' harfleri sağlamaktadır. Buna karşı-lık ''hâlemiz'' ve ''lâlemiz'' kelimelerini içeren bir cümlede her iki kelimenin son hecesi olan ''le'' secîyi meydana getirir. Klasik anlayışta secîyi oluşturan kelimeler arasındaki ses benzerliğinin azlığı veya çokluğu esasına dayalı ol-mak üzere üç çeşit secî vardır: Yalnız fâsılalar sonundaki harflerin aynı oldu-ğu mutarraf secî, fâsılaların vezin bakımından birbirine uygun olduğu müte-vazi secî ve cümlenin iki tarafının sonunda yer alan kelimelerin revî harfinin vezin ve harf sayısı bakımından birbirine uygun olmasıyla gerçekleşen mu-rassa‘ veya müvâzî seci. Yerlerini esas alarak secileri yeniden tasnif eden Recâizâde Ekrem’e göre ise iki çeşit secî vardır. Birincisi cümle ve fıkraların arasında olup bir kelime ile birbirine bağlanmayan mutlak secîdir. Buna Nâ-mık Kemal’in şu sözleri örnek verilebilir: ''Sevk-i rüzgâr eczâ-yı vücûdunu târumâr ettiğinden'' Burada secîyi meydana getiren ''rüzgâr'' ve ''târumâr'' ke-limelerinin son heceleridir. Bunlardan ikincisinin ardından gelen ''ettiğinden'' kelimesini rüzgâra bağlamak imkânsız olduğundan secî burada mutlaktır. Mukayyed veya rabtî secî denilen ikincisi cümle ve fıkraların sonunda bulu-nup aralarında bir kelime ile bağ kurulan şekillerdir. ''İlâhî, vâkıf-ı keyfiyyet-i hâl ve âlim-i dekayık-ı ef‘âlsin'' cümlesinde ''hâl'' ile ''ef‘âl'' kelimeleriyle bi-ten cümleler ''ve'' ile birbirine bağlanmaktadır.

Secîin tekellüfsüz olması, az ve eşit sayıda kelimelerden meydana gelme-si, bu eşitlik sağlanamazsa ikinci cümlenin son kısmında yer alan kelimelerin öncekinden az olması gerekir. Seci yapmak için mânanın tekrarı, lafza tâbi olması veya lafza feda edilmesi önemli birer kusurdur. Belâgat kitaplarında tasrî‘, muvâzene, mümâsele, lüzûm-ı mâ lâ yelzem, tarsî‘ gibi seci ile ilgili ve ona bağlı sanatlardan da bahsedilmiştir (Bilgegil, s. 338-341

Türk edebiyatında secî uygulamasına düz yazı dilinde (inşâ) ve resmî ya-zışmalarda daha önemle yer verildiği açık olmakla birlikte bazı örneklerin konuşma diline de girdiği görülmektedir. Türk hitabet sanatının en eski bel-gesi kabul edilen Orhon yazıtlarında ve konuşma dilinin zengin ve etkili ör-neklerini içine alan Dede Korkut hikâyelerinde bu husus dikkat çekmektedir. Vaaz ve hutbe gibi dinî konuşmaları da içine alan hitabet sahası secîin en et-kili olduğu alandır. Nitekim günümüze intikal etmiş metinlerde bu özellik açıkça görülmekte, çoğu Arapça kaleme alınmış vaaz ve hutbe mecmuaların-da bu tarz örnekler bulunmaktadır. Kelime gruplarında da rastlanan secîler daha çok atasözleri ve vecizelerde bir âhenk unsuru olarak yer almış, secînin sağladığı âhenk unsuru onların ezberlenmesini kolaylaştırmıştır. Bunlara, ''Abdal tekkede hacı Mekke’de bulunur''; ''Aç koyma hırsız edersin, çok söy-leme arsız edersin''; ''Açın amanı olmaz, tokun imanı olmaz''; ''Bir şeyi murad etme, olduysa inad etme''; ''Yağmur yel ile, düğün el ile'' gibi atasözleri örnek gösterilebilir. Sözlü edebiyat alanının önemli bir bölümü olan dua metinle-rinde secî etkili bir ifade tarzı olarak dikkat çekmektedir. ''Duâ-nâme'' adıyla anılan bu Türkçe eserlerin bilhassa mensur olanları bu üslûpla kaleme alın-mıştır. Edirne Müftüsü Fevzi Efendi’nin Mevhibetü'l-vehhâb adlı 30’a yakın baskı yapmış eserindeki Türkçe, Arapça ve Farsça dualar, secili ifadenin ba-şarılı örnekleridir. Daha çok Mevlevîlik ve Bektaşîlik gibi tarikatlara ait man-zum ve mensur dua metinleri sayılabilecek gülbanklar ve tercümanlar da se-cîli olarak tertip edilmeleriyle dikkat çekmektedir.

Page 96: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

90

Secînin yazılı edebiyattaki kullanımı daha geniş ve daha itinalıdır. Özel-likle mensur divan dîbâceleri başta olmak üzere manzum ve mensur eserlerin başlangıçlarında bu üslûba daha çok önem verilmiştir. Bunlar birer mukad-dime olmaktan öte müellif veya şairin ifade sanatındaki gücünü gösteren me-tinler haline gelmiştir. Bütünüyle secîli ifadelerle kaleme alınmış olduğu için burada özellikle anılması gereken eserlerin en önemlisi secî sanatının Türk dilindeki en mükemmel örneği olan Sinan Paşa’nın Tazarru‘nâme’sidir. Bu eserin açtığı yolda kaleme alınan Müzekki'n-nüfûs, Tezkiretü'l-evliyâ, Menâkıbnâme gibi tasavvufî kitaplarla Erzurumlu İbrâhim Hakkı’nın Ma‘rifetnâme’si gibi ansiklopedik eserler, vak‘anüvis tarihleri başta olmak üzere çeşitli tarih kitapları, Siyer-i Veysî, Şekåik tercüme ve zeyilleriyle şuarâ tezkireleri gibi biyografik eserlerde de bol secili ifadeler görülmektedir. Tan-zimat’tan sonra Şinâsi, Nâmık Kemal ve Recâizâde Ekrem gibi ediplerin bu konudaki tenkitleriyle secîli ifadeye rağbet ciddi ölçüde azalmıştır.

3. Itnâb

“Bir düşüncenin gereğinden fazla sözle ifade edilmesi” anlamına gelen bu be-lâgat terimi, hem olumlu hem de olumsuz olarak ele alınmıştır. Genellikle “sözü gereksiz yere uzatmak, lafı dolaştırmak” biçiminde menfi mânasıyla anlaşıldığı için belâgat kitaplarında çok defa “haşiv” yahut onun zıddı olan “îcâz” ile beraber işlenmiştir. Ancak anlamı bütün yönleri kapsayacak geniş-likte ve kuvvetle belirtmek için yapılan gerekli uzatmalar da ıtnâbla ilgili bu-lunmuş, böylece ortaya makbul olan ve olmayan ıtnâb çıkmıştır. Türkçe be-lâgat kitaplarında ıtnâbın üçe ayrılarak incelendiği görülmektedir.

1. Itnâb-ı Makbûl. Mânayı açıklığa kavuşturma, pekiştirme, mübalağa ve tasvir amacına yönelik bir fayda elde etmek üzere sözü uzatma veya tek-rarlamadır. Câiz görülen bu ıtnâb bir yahut birden fazla unsurla gerçekleş-tirilebilir. Nedim’in,

“Sen kim gelesin meclise bir yer mi bulunmaz

(Baş üzre yerin var)

Gül goncesisin kûşe-i destâr senindir”

mısraları arasında paranteze alınmış olan cümle açıklama (tafsil) için ya-pılmış makbul ıtnâba örnektir.

2. Itnâb-ı Mümil. “Bıktıran, usandıran uzun söz” demek olan bu tabirle ya manzumede vezin doldurma veya gereksiz yere sözü uzatma, ifadeye lü-zumsuz kelime veya cümle katma işi kastedilmiştir. Bazı kitaplarda “ıtnâb-ı muhil” şeklinde de zikredilmektedir. Sünbülzâde Vehbî’nin:

“Harfgîr olma zerâfet satma

Sözüne kizb ü dürûğu katma”

beytinde “yalan” mânasına gelen “kizb” ve “dürûğ” kelimeleri haşvi kabîh olarak ıtnâb-ı mümille örnek gösterilmiştir.

3. Itnâbı Ma’nevî. Belâgat kitaplarında “haşv-i ma’nevî” şeklinde de yer alan bu ıtnâb türü “ifadede mânanın farklı lafızlarla tekrarı” şeklinde tarif edilmiştir. “(İtaat kıl) sözüme (olma âsî)” mısraı buna örnektir.

Page 97: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

91

4. İktibas

“Kur’an ve hadisten alınmış bir ibareyi beyte/mısraa/cümleye yerleştirmek” şeklinde tanımlanabilecek bu sanatla, Türk-İslâm edebiyatı metinlerinde çok-ça karşılaşılmaktadır. Türk edebiyatında yenileşme dönemine kadar âyet ve hadislerden seçilen ibarelerin aktarılması şeklinde kullanılmışken sonraları iktibas edilen metinler çok çeşitlenmiş ve her türlü nakil bu kapsama dahil edilmiştir. İktibas, ayrıca benzer özellikler gösteren irsâl-i mesel (îrâd-ı me-sel), telmih ve mülemma’ (ilmâ’) gibi sanatlarla karıştırılmıştır. Ancak ata-sözleriyle örnek verme açısından irsâl-i meselden, cümle veya beytin tama-mını aktarma bakımından tazmin, taştîr ve tahmisten, ibareyi esas lafzıyla nakletme yönünden telmihten ayrılmaktadır.

İktibas genel olarak iki başlık altında ele alınabilir.

Müstahsen İktibas. Söz veya yazıda dini ölçülere aykırı düşmeyecek şe-kilde yapılan nakillerdir. Bu türde esas özellik aktarılan sözün asıl anlamı dı-şında kullanılamaz oluşudur. Müstahsen iktibas da ikiye ayrılır.

a) Ahsen İktibas. İktibas edilen âyet veya hadis arasındaki uygunluğun hoş bir tesir bırakması, muhatapta heyecan uyandırması ve anlamı güçlendir-mesinin yanında öğüt özelliği de taşımasıdır:

“Katl ile zulm-i beşer eylemeden eyle hazer

‘Beşşiri’l-katile bi’l-katli’ dedi Peygamber.”

İkinci mısrada tırnak içinde verilen hadis “katili ölümle cezalandırılacağı-nı belirterek ikaz edin” demektir.

b) Hasen İktibas. Nakledilen âyet veya hadisle içinde zikredildiği ibare ara-sındaki ilginin öğüt verme dışında yukarıdaki şartları taşımasıdır. Yahya Kemal’in:

“Mesâğ olaydı eğer ‘lâ şerike leh’ derdim

Nazîri gelmedi âlemde hüsn ü ân olalı”

beytinin birinci mısraında iktibas edilen, “Onun eşi ve benzeri yoktur” (el-En’âm 6/163) manasındaki âyet güzel bir örnektir.

c) Müstehcen İktibas. Âyet ve hadislerden dinin ölçülerine aykırı ve İslâm âdâbına uygun düşmeyecek şekilde yapılmış aktarmalardır. Özellikle hi-civ ve hezel türü şiirlerde dinî esasları hafife alan bu çeşit iktibaslardan kaçınılması tavsiye edilmiştir

Bunun dışında iktibas tam ve nâkıs olarak da ikiye ayrılır. Bu türler, nak-ledilen âyet veya hadisin bütününün yahut bir kısmının aktarılmasıyla ortaya çıkmıştır. Bilhassa kısmî iktibaslarda vezin zarureti sebebiyle nakledilen me-tinler üzerinde birtakım değişiklikler yapıldığı görülmektedir.

Metinde kullanılan lafzın Kur’an ve hadiste aynen yer almadığı, fakat bu mânaya gelen farklı ibarelere dayandırılarak yapılan iktibaslar da vardır. Şeyhî’nin bir na’tındaki:

Page 98: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

92

“Ey fahr-i halk kimde ola zehre �utsa�e

Çün Hak dedi “leamrüke levlâke ve’d-duhâ”

beytinin ikinci mısraında önce Hicr sûresinin 72. âyetinin başında yer alan, Allah’ın Hz. Peygamber’in hayatı üzerine yemin edişine ait ibare, ardından, “Sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım” anlamındaki kutsî hadisin ilk keli-mesi, sonra da Resûl-i Ekrem’e müjde vermek için indirilen Duhâ sûresinin, “Kuşluk vaktine yemin olsun ki” mânasına gelen ilk âyeti nakledilerek tam ve nâkıs iktibaslar bir mısrada toplanmıştır.

Günümüzde edebî veya ilmî her türlü iktibasa “alıntı” denilmektedir. Tanzimattan sonra âyet ve hadislerden başka Arapça ve Farsça kelâm-ı kibar-lar (vecize) yanında meşhur mısralar ve sözler de iktibas kapsamına girmiş, hatta âyet ve hadisleri meâlen zikretmenin de iktibas çerçevesinde değerlen-dirildiği olmuştur. Sözlüklerde âyetlerden, hadislerden ve edebî eserlerden örnek (şevâhid) aktarmanın adı olan istişhâd da bir nevi iktibastır.

Manzum kırk hadis tercümelerinde, hadis metinlerinin kıtaların son mıs-ralarına yerleştirilmek suretiyle nakledilmesi de iktibas sayılabilir. Âlî �utsafa Efendi’nin kırk hadis tercümesinden alınan:

“San’at-ı kesbe rağbet et her gâh

Onu bil devlet-i ma’âşa güvâh

Hak sever kâsibi niteki Resûl

Dedi ‘el-kâsibü habîbullah’”

kıtası buna bir örnek teşkil eder, (Aksoy, s. 52-53).

5. İstişhad

Türk edebiyatında bir edebî sanat olarak istişhâddan ziyade ona çok benzeyen “irsâl-i mesel” veya “iktibas” tercih edilmiş, bu sebeple Türkçe belâgat kitap-larının çoğunda istişhâd bahsi yer almamıştır. İrsâl-i meselde, örnek olarak atasözleri veya benzer özlü sözler, iktibasta, âyet ve hadisler zikredilir. İstişhâdda ise örnek söz veya mısraların kime ait olduğunun belirtilmesi ge-rekir. Belâgat terimi olarak istişhâdın asıl malzemesini doğruluk, güzellik, yaygın kullanım gibi farklı özelliklere sahip kalıplaşmış ifadeler oluşturur. Şair veya yazarın ifadeyi kuvvetlendirmek, anlamı zenginleştirmek, sözü da-ha sanatlı hale getirmek gibi amaçlarla âyet veya hadis, atasözleri, vecize, mısra ve beyit zikretmesi istişhâdı ortaya çıkarır.

Türk nesrinin başlangıcından itibaren istişhâdın kullanıldığı görülmekte-dir. Orta Asya devresinde kaleme alınan Kutadgu Bilig’in mukaddimesiyle başlayıp kısa ve secili cümle yapısına sahip Rabguzî’nin Kısasü’l-enbiyâ’sı ile gelişen bu anlatım tarzı, Dede Korkut hikâyelerinden bu yana atasözleri-nin de bu amaç için kullanılmaya başlanmasıyla zenginleşmiştir. Anadolu sa-hasında kaleme alınan ilk eserlerde çok sayıda istişhâd örneğinin bulunduğu görülmektedir.

“Divan nesri” adıyla anılan yazı dilinde Sinan Paşa’nın Tazarruât’ından itibaren rağbet gören bu üslûp özellikle sanatkârane nesirde yaygın bir kulla-

Page 99: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

93

nım alanı bulmuştur. Başlangıçta daha çok eserlerin mukaddime kısımlarında görülen ve âyet, hadis, İslâm büyüklerinin ifadelerinden seçilmiş sözler, Arapça ibareler, XV. yüzyılın ikinci yarısından sonra gelişen inşâ anlayışının da etkisiyle bilhassa mensur eserlerin bütününe yayılmıştır. Ayrıca özellikle şiir şerhlerinde istişhâd için âyet ve hadislerden özlü sözlere, mısralardan manzumelere kadar her çeşit malzemenin kullanıldığı görülür. İktibas ve istişhâd yoluyla ifadeyi zenginleştirme ve süsleme anlayışı Türk nesrinde ayrı bir yeri olan divan mukaddimelerine de yansımış bulunmaktadır.

Türk nesrinde en sanatkârane istişhad örneklerine hangi müelliflerin eserlerin-de rastlayabiliriz, araştırınız.

Teşbih

Klasik İslâm belâgatıyla Batı retoriğinde, mecazla birlikte ele alınmış bir sa-nat olarak üzerinde çok geniş bir şekilde durulmuştur. Teşbihle mecazın esas farkı kelimelerin gerçek anlamıyla kullanılmasıdır. Türkçe’de teşbih edatı günümüzde kullanılan “gibi” takısıdır. Ancak eski edebî metinlerde bunun yanında “tek, sanki, nitekim, çün, güya, gûne, mânend, kadar, sıfat, misal” kelimeleriyle “-casına, -cılayın, -âsâ, -veş, -vâr” ekleri de çokça kullanılmış-tır.

Teşbihler şekil ve muhtevalarına göre farklı gruplar halinde incelenmiştir. Hepsinde belirleyici unsur teşbihin dört rüknüdür: Benzeyen (müşebbeh), benzetilen (müşebbehün bih), benzeme yönü (vech-i şebeh) ve teşbih edatı (edât-ı teşbih). Bir teşbihte ya bütün teşbih unsurları yer alır veya bunlardan en az ikisi bulunur. Dört çeşit teşbih vardır.

1. Mufassal teşbih. Tam teşbih adı da verilen bu çeşit teşbihlerde bütün un-surlar zikredilir. Bâkî’nin:

“Açılma ey yüzü gül şahs-ı nâdâna kitâb-âsâ” mısraında yüzü gül, benze-yen; kitap, benzetilen; açılmak, benzeme yönü; -âsâ, benzetme edatıdır.

2. Mücmel yahut muhtasar teşbih. Bu türde benzeme yönü zikredilmez. Bu teşbih mufassal teşbihe göre daha abartılı bir söyleyiş olup belâgat açısın-dan daha makbul sayılır. Yahya Kemal’in:

“Rûyâ gibi bir yazdı yarattın hevesinle”

mısrasında yaz benzeyen, rüya benzetilen, gibi benzeme edatı olup benzeme yönü ise okuyucunun anlayış ve hayaline bırakılmıştır. Mücmel teşbih herkes tarafından anlaşılması biraz zor olan bir sanattır.

3. Müekked (mûcez) teşbih. Diğerlerine daha sanatlı ve üstün kabul edilen bu tür teşbih, unsurlarının mümkün olduğunca azaltılımasıyla ifadenin güç-lendirildiği bir söyleyiştir. Yûnus Emre’nin:

“Bu dünya bir gelindir yeşil kızıl donanmış

Kişi yeni geline bakubanı doyamaz”

beytinde dünyayı süslerle bezenmiş geline benzeten şair, böyle bir geline bakmaya nasıl doyulamazsa dünya süslerine de doyulmayacağını dile getir-mektedir. Burada benzeme yönü “bakmaya doymamak” fiilidir.

Page 100: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

94

4. Beliğ teşbih. Teşbihin iki ana unsurunun yani benzeyen ve benzetilenin kullanıldığı teşbihtir. Mana daha etkili ve abartılarak ifade edildiğinden teşbih türlerinin en makbulü sayılır. Batı retoriğinde “metafor” (istiâre) olarak tanımlanan bu teşbihte benzetme niyetinden ziyade istiârede oldu-ğu gibi anlam aktarımı söz konusudur. Yahya Kemal’in, “Bu dil ağzımda annemin sütüdür” mısraı bir teşbîh-i belîğ örneğidir. Şair konuştuğu dili doğrudan anne sütüne benzetmektedir. Burada benzeme yönü muhatabın anlayışına bırakılmıştır.

Belâgat kitaplarında yer alan teşbih türlerinin sayısı ve sıralanması husu-sunda farklılıklar görülmektedir. Bu husus konuya yaklaşım biçiminden kay-naklanmakta, böylece teşbih çeşitlerinin sayısı da mefrûk, melfûf, tesviye ve teşbîh-i cem‘ vb. şeklinde artmaktadır.

Teşbihler farklı bakış açılarına göre daha değişik biçimlerde de sınıflandı-rılmış olup bu hususta kesin bir sınır çizmek mümkün değildir.

6. İstiâre

Sözlükte ''ödünç istemek, ödünç almak'' anlamına gelen istiâre kelimesi bir belagat terimi olarak, ''bir kelime veya ibarenin, teşbihi kuvvetlendirmek, onu abartarak muhataba daha güçlü yorum imkânı sağlamak için benzeşme ilgi-siyle ve bir karîneye dayalı olarak gerçek anlamı dışında kullanılması'' şek-linde tarif edilmiştir. İlk devrede bazı belâgat âlimleri istiâreyi bir teşbih türü olarak kabul etmişlerse de daha sonra gelenler onu bir mecaz türü olarak da görmüşlerdir. Ancak teşbihte benzeyen ve benzetilen birlikte kullanılırken is-tiârede bunlardan yalnızca biri yer alır. Mecazda ise istiârenin aksine ben-zetme amacı bulunmaz. Kur’ân-ı Kerîm en güzel istiâre örnekleri bakımından zengin olduğundan bu vadide çok etkili anlatıma sahip örnek bir metin kabul edilmiştir. Onun îcâzını sağlayan özelliklerden biri de engin tasvir ve mâna yüklü bu istiarî mecazlar olduğundan Türk-İslâm edebiyatı şair ve yazarları da eserlerinin bu vasıflara sahip bulunmalarının onları okuyanlar üzerindeki üzerindeki etkilerini artıracağından bu sanatı özellikle benimsemişlerdir.

İstiâre, Türk dilinin tabii yapısında ve özellikle deyimlerde çok yer bul-muş bir sanattır. Hatta günlük konuşma dilindeki istiâreli anlatım Türkçe’yi güzelleştiren dil husûsiyetlerinin başında gelmektedir. Bir kelimeyi asıl an-lamını akla getirmeden kullanmanın, mânayı güzel ifade etmede en etkili yol kabul edilmesi istiârenin önemini arttırmıştır. Bir süsten ziyade dilin tabii bir parçası olarak günlük dilde de yer alan bu tür kelimelere: “sersem yerine ''kaz'', inatçı yerine ''keçi/katır'', asık suratlı veya zalim yerine ''Nemrut'', âşık veya şaşkın yerine ''Leylâ'' gibi” örnekler verilebilir. Ayrıca dilimizde pek çok benzeri bulunan “ağır söz, baştan çıkmak, kulak kabartmak, sözünde durmak, yufka yürekli” gibi istiâreye dayalı bazı deyimler de önemli bir yekün tutmaktadır.

Belâgat kitaplarında istiâre genellikle üç ana başlık altında incelenmiştir.

1. Açık İstiâre (istiâre-i musarraha). Yalnızca benzetilenle yapılan istiare-dir. Benzetilen unsurun açık olarak zikredildiği bu türe güzel bir misal olarak Yahya Kemal’in:

''Zaman o gül gibi gül görmemiş zamân olalı

Gülün güzelliği dillerde dâstân olalı''

Page 101: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

95

beyti verilebilir. Burada gül kelimesiyle Peygamber Efendimiz kastedil-miştir. Çünkü Türk edebiyatında gül remzi öncelikli olarak peygamberi-miz için kullanıldığından açık istiâre yapmıştır.

2. Kapalı İstiâre (istiâre-i mekniyye). Yalnızca benzeyenle yapılan bu tür-de benzetilen öğe zikredilmeyip okuyucunun onu belirlemesini sağla-yacak bir ipucu mevcuttur. Bâkî’nin:

''Eşcâr-ı bâğ hırka-i tecrîde girdiler

Bâd-ı hazan çemende el aldı çenârdan''

beytinde bahçedeki ağaçların dervişlere benzetilmesi kapalı istiâredir. Bu-rada ağaçlar (benzeyen) söylenmiş, fakat derviş (benzetilen) söylenmeye-rek, onun yerine ''tecrid hırkasına girmek'' ve ''el almak'' gibi dervişlere ait iki özellik ipucu olarak zikredilmiştir. Her kapalı istiârede, ona bağlı bi-çimde hayal gücüne dayanan ''istiârei tahyîliyye'' adı verilen bir istiâre tü-rü daha ortaya çıkar. Bâkî’nin bu beytinde hayal gücünün benzetilenin özelliklerini benzeyene (ağaçlar) isnat etmesi de aynı zamanda istiâre-i tahyîliyye olur.

3. Mürekkep istiâre (İstiâre-i temsîliyye). Batı retoriğinde bu türe “alego-ri” denilmektedir. Bu sanat istiârede yer alan bir unsurun değişik yön-leri ve özelliklerinin benzetme konusu yapılmasıyla gerçekleştirilmiş-tir. Gizl gizli iş yapan bir kimse hakkında, ''Saman altından su yürütüyor'' denilmesi de bu tür bir istiâredir. Bu tür istiâreler dilde yaygınlık kazandığında mesel/atasözü haline gelir: “Ayağını yorganı-na göre uzat!” atasözünde olduğu gibi.

Temsilî istiarenin en güzel ve beğenilmiş yeni örneklerinin başında Faruk Nafiz’in:

''Bin gemle bağlanan yağız at şaha kalkıyor

Gittikçe yükselen başı Allah’a kalkıyor''

mısralarıyla başlayan ''At'' şiiri gelmektedir. Türk milletinin Kurtuluş Sa-vaşı'ndaki şahlanışını yağız atla temsil eden bu şiir, temsilî istiare üzerine kurulmuş ve her beyitte benzetmenin farklı yönleri sıralanmıştır. İstiâre-nin bunların dışında da istiâre-i asliye, istiâre-i tebeiyye vb. başka bazı sı-nıflamaları da yapılmıştır.

İstiârenin okuyucu ve dinleyicinin tasavvuruna etkisi ne olabilir, araştırınız.

İstiare sanatına Türk edebiyatında en çok klasik şairler ilgi duymuştur. Bunun sebebi, Osmanlı şiirinin klasik üslûbu ve mazmun denilen klişeleşmiş mecaz-lar yaratma gayretidir. Sevgili yerine “nigâr, büt, âfet” vb.; boy yerine “nihâl, servi, ar‘ar, şimşâd; dudak ve ağız yerine “la‘l, kadeh, hokka, nokta, gonca, gül” gibi klişeler kullanmak hep istiâreli ifadelerdir.

Mecaz

Bir ilgi veya ipucu ile gerçek anlamı dışında kullanılan kelime veya terkibi ifade eden bu belâgat terimi, kelimelerin mânalarına dayalı edebî sanatların en önemli ve yaygın olanıdır. Bu konuyla ilgili bilgilere geçmeden önce ke-

Page 102: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

96

limelerin anlam bakımından üç farklı özelliği bulunduğunu hatırlamakta fay-da vardır. Bunların ilki kelimenin manâ-yı hakîkî/aslî de denilen asıl anlamı-dır. Günümüzde ise “öz anlam, temel anlam, düz anlam” terimleri kulanılmaktadır. “Göz” kelimesinin görme organının adı olarak kullanılması onun hakiki mânasını karşılamaktadır. “Su kaynağı, su menbaı” yerine kulla-nılması da böyledir. İkincisi manâ-yı tâlî de denilen yan anlamdır. Kelimenin kullanımı sırasında zamanla kazandığı ikinci derecedeki manasıdır. Günü-müzde buna “türeme anlam, üreme anlam, kullanış anlamı” gibi adlar da ve-rilmiştir. Terazi kefesi için “göz” denilmesiyle kelimenin yan anlamı ifade edilmiş olur.

Üçüncüsü mecâzî anlamdır (ma’nâ-yı mecâzî). Kelimenin asıl ve yan an-lamlarının dışında ilişki ve benzerlik yoluyla daha başka ve farklı bir kavramı ifade etmek üzere kazandığı yeni manadır. Günümüzde “mecâzî mâna” de-nildiği gibi “iğreti anlam, imgesel anlam, değişmece anlamı” gibi yeni isim-lendirmeler de kullanılmaktadır. “Gözü doymaz” veya “aç gözlü” deyimle-rindeki “göz” mecazi anlamdadır. İşte mecaz sanatı bu anlamdan hareketle doğmuş, kelimenin lafzı ile mânası arasındaki alâka üzerine kurulmuştur. “Mecazda esas olan anlaşılır bir müphemiyettir. Yani kelimenin hakiki mâna-sı ile mecaz anlamı arasında bir taraftan bir ilginin, diğer taraftan gerçek mâ-nasının anlaşılmasına “karîne-i mânia” denilen aklî bir engelin mevcudiyeti lâzımdır. Bu ise sözün gerçek anlamında kullanılmadığını gösterir. Bu delil bazan ibarenin içinde yer alır, bazan da “siyak ve sibak” denilen sözün bağ-lamından anlaşılır veya hissedilir. Nitekim, “Onun otomobili uçuyor” cümle-sindeki “uçmak” kelimesi, otomobilin uçması mümkün olmadığı için gerçek anlamının dışında ve mecaz olarak kullanılmıştır. “Gözü açık” deyiminin “becerikli”, “kulağı delik” tabirinin ise “olan bitenden haberdar” mânasına kullanılmasında da aynı özellikler bulunmaktadır.

Mecazlar söze güzellik, canlılık ve etkinlik katar; konuşanın ifade etmek istediğinin daha kuvvetle anlaşılmasına imkân tanır; muhatabın kavrayışını arttırdığı gibi ona güzel bir duygu ve bir nevi heyecan verir. Ayrıca mecaz denildiğinde umumiyetle mecâz-ı mürselin anlaşılması gerektiği hususunda bir görüş birliği bulunmaktadır.

Türkçe belâgat kitaplarında mecazlar yapılarına göre kaç kısımda ele alınmış-lardır, araştırınız.

7. İrsâl-i Mesel

“Îrâd-ı mesel” diye de adlandırılan bu sanat manzum yahut mensur bir ifade-de söze destek sağlamak, onu daha kolay benimsetmek için herkesçe kabul edilmiş bir başka sözü, özellikle “atasözünü kullanma” olarak tanımlanabilir. Bu bakımdan iktibasa, kullanılan sözle asıl anlatımdaki mana benzerliği do-layısıyla teşbihe ve anlatımla örnek gösterilen öğelerin denkliği yönünden leff ü neşre benzer.

Manzum yahut mensur her tür ve şekilde edebî metinde yer almakla bir-likte çoğunlukla beyitler halinde yazılan şiirlerin ikinci mısraında bulunan atasözü üzerinde, onu mısraa veya vezne uydurmak için küçük değişiklikler yapılabilir. Ayrıca ibarenin atasözü olduğuna veya herkesçe kabul gören bir ifade bulunduğuna dair ‘’meşhurdur, meseldir, derler, denilmişdir, zira, elbet-te, nitekim’’ gibi kelimeler de kullanılabilir. Nakledilen söz başka dillerden geçmiş ve dilimizde de atasözü gibi kullanılmakta olan bir hükmü ifade ede-bilir. Fuzûlî’nin:

Page 103: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

97

“Geçtiğim dünyadan vü ukbadan seninçün oldu fâş

Doğru derler ‘küllü sırrı câveze’l-isneyni şâ’”

beytindeki kullanım buna iyi bir örnektir. Şair burada “bir sır iki kişiyi aşarsa fâş olur, onu herkes duyar” manasına gelen Arapça atasözünü ustaca beyte yerleştirerek “doğru derler” hükmüyle bunun bir atasözü olduğuna, işaret et-miş olmaktadır.

Şair herkesçe bilinen bir gerçeği örnek verirse buna ‘’îrâd-ı mesel’’ denir. İrsâl-i mesel belâgat açısından daha değerli olup mısraı berceste gibi kolayca hâfızada kalır. Ayrıca vezne uygun atasözlerinin bir kısmının, ilk mısraları unutulmuş irsâl-i mesel örnekleri olduğu düşünülebilir. Koca Râgıb Paşa’nın:

‘’Miyân-ı güft ü gûda bed-meniş îhâm eder kubhun

Şecâat arzederken merd-i kıbtî sirkatin söyler’’

beytiyle Nev‘î’nin:

‘’Geldimse ne var ben şuarâ bezmine âhir

Âdet budur âhirde gelir bezme ekâbir’’

beytinin ikinci mısraları gibi.

8. Tazmin

Tazmin “başka bir şaire ait olan mısranın bir şiirde kullanılması”anlamına ge-lir. Eskiden nazım ve nesir için müştereken kullanılırken gazeteciliğin yayıl-masından sonra tazmin nazma, iktibas nesre ait bir terim haline dönüşmüştür. Tazmin daha ziyade gazel ve kasidede uygulanır. �azen tek beytin başına mıs-ra ilâvesiyle birden fazla bent oluşturularak tazmin beytinin her bentte tekrar-landığı musammatlara da yazılmıştır. Tazminde alıntılanan şiir parçasının kime ait olduğunu söylemek bir kuraldır. Nef‘î’nin:

“Bihamdillâh zamânında be-kavl-i Sabri-i Şâkir

Girîbân-ı felek mehcûr-ı dest-i âh-ı şekvâdır “

beyti buna iyi bir örnektir. Çok bilinen bir mısra veya beytin iktibas edilmesi halinde şairin adının söylenmemesi kusur sayılmamaktadır.

9. Tecâhül-i ârifâne

Osmanlı edebiyat çevrelerinda kısaca “tecâhül” veya “tecâhül-i ârifâne” şek-linde anılan tecâhül-i ârif sanatı, şiir ve nesirde, “bilinen bir hususun bir nük-teye bağlı olarak bilinmiyormuş gibi ifade edilmesi”şeklinde tarif edilebilir. Batı retoriğindeki karşılığı ironidir. Şair bunun için muhatabına aslında ceva-bını bildiği sorular sorar. Böylece hem maksadı doğrudan söylemenin basitli-ği yahut yeknesaklığı kırılmış olur, hem de söze nükte ve zarâfet kazandırılır. Tecâhül-i ârifte gözetilen nükteler muhatabı neşelendirmek, azarlamak, şaş-ırmasına sebep olmak, hislerinin şiddetini ortaya koymak ile övme ve yerme-de abartı şeklinde sıralanabilir. Şeyhî’nin:

Page 104: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

98

“Melek misin yâ perîsin yâ rûh-ı kudsî aceb

Bu hüsn ile bu melâhat beşerde buluna mı?”

beytinde başvurduğu tecâhül güzel bir örnektir. Şair, sevgilisinin güzelliğini övmek için onun insan üstü bir varlık olmadığını bildiği halde bilmez görün-mekte onu melek, peri hatta Cebrâil’e benzeterek güzelliğini abartmaktadır.

Azarlama yahut şaşırma amacıyla tecâhül-i ârife başvurulmasına Hüsnî’nin şu beyti örnek gösterilebilir:

“Ey hâk-i Kerbelâ nedir ol sebz câmeler

Eyyâm-ı mâtemin bu mudur resm ü âdeti.”

Baharın gelişiyle Kerbelâ toprağının yeşillere büründüğünü gören şair onu Muharrem matemine kayıtsız kalmakla suçlamakta matem renginin siyah olduğunu bildiği halde, “Yoksa oralarda, matem günlerinde de yeşil giyinme âdeti mi vardır?” diyerek tecâhül göstermektedir.

Tecâhül-i ârif daha çok soru sorma (istifham) yoluyla oluşturulduğundan klasik belâgat kitaplarında istifham konusu bu bahis içinde ele alınmışsa da ilk defa Ta‘lîm-i Edebiyyât’ta ayrı bir edebî sanat şeklinde tanımlanmıştır Buna göre istifhamda sorulan soruya cevap beklenmez. Ancak ifadeyi güzel-leştirmek, bir düşünceyi vurgulamak, dikkat çekmek, söze samimiyet katmak gibi sebeplerle soru sorulması bir sanattır. İstifhama başvuran kimse bazan konuyu tam bilmeyen, onu anlamaya çalışan bir kişi hüviyetine bürünür; bu durumda istifham tecâhül-i ârife yaklaşır. Tecâhül-i ârifte istifham çoğunluk-la bir üslûp özelliği olarak kullanılmaktadır. İstifham sanatında düşünce soru şeklinde dile getirilir. Tecâhül-i ârifte cevap sorunun içine yerleştirilerek mu-hataba sezdirilir, ayrıca burada mecâzî anlam gözetilir. Aksi takdirde ifade, beklenen etkiyi meydana getirmeyeceği gibi, muhatabı incitici bir söz haline de dönüşebilir. İstifhamda ise kelimeler gerçek anlamıyla kullanılır. Bununla birlikte istifhamla tecâhül-i ârif arasında kesin bir ayırım yapmak her zaman mümkün değildir.

Tecâhül-i ârif en çok hangi sanatlarla birlikte kullanılabilir, araştırınız.

10. Teşhis ve İntak

Tahayyüle bağlı sanatlardan olan teşhis “varlıkların kişileştirilerek yeni kim-likler kazanması” şeklinde tanımlanabilir. Genelde intak ile bütünlük kazan-dığından her intak sanatına başvurulduğunda orada teşhis de bulunur. İntak ise “konuşma, insan gibi dile gelme” demektir. Pek çok eski örneği bulun-makla birlikte müstakil olarak Batı retoriğinin etkisiyle Türk belâgatına gir-diği kabul edilen bir sanat görünümündedir. Nâmık Kemal’in “Baykuş Sesi” adlı manzumesindeki:

“Serilip hâk-i hakarette vatan can veriyor

Yetişin son nefesimdir, gelin imdâda diyor

Sevgili vâlidemiz âkıbet elden gidiyor

Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini

Page 105: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

99

Yok imiş kurtaracak bahtı kara mâderini”

kıtası hem teşhis hem intak sanatına güzel örnektir. İlk mısrada canlı varlık-larla ilgili olan “can vermek” fiili vatan için kullanılarak teşhis yapılmakta, vatanın, “Yetişin son nefesimdir” diye imdat istemesiyle intak ortaya kon-maktadır. Divan şairleri teşhisi intak dolayısıyla daha sık kullanırlar. İstiare, mecâz-ı mürsel veya teşbih gibi sanatlarda, insana ait özellikler insan dışı varlıklar için kullanıldığında kısmen teşhis içerir.

Ta‘lîm-i Edebiyyât’tan önceki edebiyat nazariyesine dair eserlerde ve kla-sik belâgat kitaplarında teşhis terimi yer almadığı gibi başka bir adlandırma ile de geçmez. Teşhis ve intakı “mecazın en etkili türleri” diye tanımlayan Recâizâde Mahmud Ekrem bunların gerçek sanatkârlar tarafından kullanıldı-ğında söze bir değer katabileceğini, aksi takdirde anlatımda basitliğe düşüle-ceğini ileri sürer.

Günümüzde çocuklar ve gençler için yazılan fabllerde bu sanattan bolca yararlanılmaktadır.

11. Hüsn-i ta’lil

Türk edebiyatında hüsn-i ta‘lîl’e, ''hüsn-i tevcîh'' de denilir. Hüsn-i ta‘lîl, “bir olayın gerçek sebebinin göz ardı edilerek heyecan unsurunun ön plana çıka-rılması” şeklinde tarif edilebilir. Hadiselere o andaki ruh halinin yorumunu katmak, hayatı ve dış dünyayı gönlüne aksettiği gibi algılamak isteyen her sanatkâr hüsn-i ta‘lîle başvurur. Böylece, “yağmurun yağışı semanın kendisi için ağlamasına, güneşe bakınca gözlerinin yaşarması güneşe benzeyen sevgi-liyi hatırladığında hasretle göz yaşı dökmesine, miskin siyahlığı yüzünün ka-ralığına, yol kenarlarındaki servilerin sıra sıra dizilişi oradan geçecek olan servi boyluyu seyretme arzusuna” bağlanır. Genellikle ilk mısrada sözü edi-len husus, ikinci mısrada alışılmışın dışında bir sebeple izah edilir. Zikredilen gerçek dışı sebep, muhatabın da aynı hislere dalmasına ve hayrete düşmesine sebep olur. Fuzûlî ''Su Kasidesi''ndeki:

''Hâki pâyine yetem der ömrlerdir muttasıl

Başını taştan taşa vurup gezer âvâre su''

beytinde suyun gürül gürül akışını, Hz. Peygamber’in ayağının toprağına ula-şabilmek için hasretle başını taştan taşa vurarak akması şeklinde göstermek-tedir.

Hüsni ta‘lîl Türk-İslâm edebiyatı eserlerinde özellikle şiirde sıkça kulla-nılmıştır.

12. Tenâsüb

Sözlükte “uyum, orantı, yakışma” anlamına gelen tenâsüb kelimesi, edebiyat terimi olarak “aralarında karşıtlık dışında bir ilgi bulunan iki veya daha çok kelimenin anlam güzelliğini ve bütünlüğünü sağlamak amacıyla aynı sözde bir araya getirilmesini” ifade eder. Eski belâgat kitaplarında aynı veya yakın anlamda “cem‘iyyet, mürâât-ı nazîr, tevfîk, telfîk, i’tilâf” gibi terimler de kul-lanılmıştır. Tenâsübün sağlanması için genellikle birbirine yakın veya farklı ilim dallarına ait terim ve kavramların, tarihî ve efsanevî kahramanları yahut bu isimler etrafında gelişen olayları hatırlatan kelimelerin, birbiriyle alâkalı hayvan, bitki ve çiçek adlarının aynı ibare, mısra veya beyit içerisinde zikre-dilmesi gerekir.

Page 106: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

100

Tenâsübün edebî sanat derecesine ulaşabilmesi için kelime seçiminde titiz davranılması gerekir. Anlamca yakın kelimelerin gelişigüzel veya zorunlu bi-çimde bir araya gelmesiyle tenâsüp gerçekleşmez. Meselâ, “Öğrenci bugün okulda öğretmenini dinlemedi” cümlesinde öğrenci, okul ve öğretmen keli-meleri anlamca birbirleriyle ilgili olmakla birlikte cümlede tenâsüp sanatı yoktur.

Tenâsüp, diğer edebî metinlerde de yer almakla birlikte özellikle şiirde çok kullanılmıştır.

Divan şairleri tenâsübü bir nükte oluşturacak biçimde kullanmıştır. Bursa-lı Ahmed Paşa’nın:

“Mest oluptur çeşm ü ebrûnun hayâlinde imam

Okumaz mihrâpta bir harf-i Kur’ân’ı dürüst”

beytinde imam, mihrap ve Kur’an kelimeleriyle tenâsüp yapılmış, imamın mihrapta sevgilinin kaşı ve gözünün hayaliyle (divan şairleri mihrabı sevgili-nin kaşına benzetirler) kendinden geçtiği için âyetleri doğru okuyamayacak duruma geldiği nükteli bir şekilde anlatılmıştır. Necâtî Bey’in:

“Hâk-i kûyun var iken cennet anılmak sanemâ

Şuna benzer ki teyemmüm edeler su olıcak”

beyti de dinî terimlerin bir anlam uyumu içerisinde, başka bir anlama zemin hazırlanması ve sevgilinin mahallesi varken cenneti arzulamanın anlamsız ol-duğunun söylenmesi bakımından tenâsübe örnektir.

Bazı şairler sırf tenâsüp sanatına dayalı şiirler yazmayı denemiştir. Âgehî’nin, “Keştî Kasidesi” yalnız gemici deyim ve terimleri kullanılarak meydana getirilmiş, daha sonra tahmîsleri yapılmış, nazîreleri yazılmıştır.

13. Leff ü neşr

Sözlükte ''toplama, dürme, bükme'' anlamına gelen leff ile ''dağıtma, yayma'' mânasındaki neşr kelimelerinden oluşan leff ü neşr “cümlenin kuruluş ve di-zilişiyle ilgili, anlama güzellik katan” söz sanatlarından biri olarak tanımla-nabilir. Bu sanatta önce iki veya daha fazla unsur ayrı ayrı yahut kısaca zik-redilir (leff), ardından bunların her biriyle ilgili öğeler anılır (neşr). İlk bö-lümde yer alan öğelerin ikinci bölümdeki unsurlardan hangisine ait olduğu açıkça belirtilmeden aralarındaki ilgiye göre, bunları belirleme işi okuyucuya bırakılır. Neşr’e âit unsurlar, leff bölümündekileri tamamlayıcı ve açıklayıcı nitelikte olur. Bu unsurlar ayrı ayrı zikredilmişse buna ''tafsilî'', birden çok (müteaddit) cüz veya unsuru içine alan bir tek lafız halinde anılmışsa ''icmâlî (mücmel)'' denir. Leff ü neşr, kelimelerin zikrediliş sırasına göre ikiye ayrılır; sıraya riayet edilmişse ''mürettep”, edilmemişse “gayr-i mürettep” diye ayrı-lır.

14. Telmih

Arap-Fars-Türk kültür ve edebiyatına ait “bir metinde bu kültürlerin örnek gösterilecek değerlerine sahip kişi ve olaylarla âyet, hadis kelâm-ı kibar, ata-sözü vb. kalıplaşmış ibarelere gönderme yapma sanatı” olarak tarif edilebilir.

Page 107: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

101

Lügatte “göz ucuzla bakmak, ışığın çakması, parıl parıl parlamak” gibi mana-lara gelen Arapça “lemh” kökünden türemiştir.

Günümüz edebiyatında telmih yerine gönderme ve anıştırma, batı edebi-yatında ise “allusion” ve “metalepsis” terimleri kullanılmaktadır.

Telmih sanatı ve malzemesi, Türk edebiyat ve belâgatine Arap-Fars ede-biyatından intikal etmiş olup, bu iki edebiyatın İslâm öncesi ve sonrasında sahip olduğu kültürel ve dini unsurlardan meydana gelmektedir.

İktibas ile îrâd-ı mesel ve tazminin telmihten farkı, ilkinde ibârenin laf-zen, bütünüyle veya kısmen metne aktarılması, ikincisinde ise atasözünün bazı değişiklerle zikredilmesidir. Telmihte ise bu gibi ibârelere sadece işaret edilir. Ancak bu işaretlerin açık (âşikâre) ve kapalı (müphem) olmasına göre iki türlü telmihten söz etmek mümkündür. Bunlardan birincisinde, beyitte telmih edilen unsura delalet eden uygun bir kelime yer alır: Neşatî’nin:

“Hâl-i dili ne yâr u ne ağyâr ile söyleş

Ferhad-ı belâ-keş gibi kühsar ile söyleş”

beytinde “Ferhad” ve “kûhsâr” kelimleri telmihin adresini açıkça göstermek-tedir: Aşkı uğruna dağları delen Ferhad’ın macerası. Kapalısında ise telmih edilen husus okuyucunun üzerinde düşünüp bir tür isabetli yoruma erişmesiy-le ortaya çıkar: Şeyhî’nin:

“Zaif ü acz ile sıkl-i tekellüfata hamûl

Zalûm u cehl ile himl-i emânete hammal”

beytinde Ahzâb sûresinin “Biz emaneti taşımayı göklere, yere, dağlara teklif ettik. Onlar bunu yüklenmekten çekindiler. İnsan onu yüklendi. Çünkü o pek zâlim çok cahildir” şeklinde tercüme edilebilecek 72. âyetine telmih bulun-duğu Kur’an kültürüne vukuf yanında, insana yapılan ilahî teklifi bilme ve adem oğlunun bunu kabule yönelmesinin cehaletinden kaynaklandığını an-lama nüktesi vardır.

Telmih divan edebiyatıyla, dinî ve tasavvufî edebiyat üzerinde yoğunla-şan Türk-İslâm edebiyatında, müslüman milletlerin İslâm öncesi ve sonrasına ait müşterek kültürlerinde yer almış peygamberler, onların içinde yaşadıkları kavimlerle olan maceraları, yakın ve uzak çevresi, o devirde ahlâkî özellikle-riyle öne çıkmış önemli şahıslar, mühim tarihî ve destanî olaylar, bunları ka-lıplaşmış bir şekilde anlatan ifadeler olan atasözleri, beyit ve mısralar, kelâm-ı kibarlar yanında, benzer muhtevaya sahip âyet ve hadislere yapılan gönder-meleri içine almaktadır. Fuzûlî’nin “Su Kasidesi”ndeki:

“Hayret ilen parmağın dişler kim etse istimâ

Parmağından verdiği şiddet günü Ensâr’a su”

beytinde ise Hz. Peygamber’in Tebük gazvesi sırasında su sıkıntısı çeken as-hâbının ihtiyaçlarını karşılamak için parmaklarından su akıtması mucizesine ve bu hususu nakleden rivayete de telmih vardır.

Türk-İslâm edebiyatında kullanılan telmih malzemesinin bir kısmı İslâ-miyet öncesindeki cahiliye kültürü ile Arap edebiyatının ahbaru’l-Arap başlı-ğı altında toplanabilecek rivayetler, kıssalar, hikâyeler, ensab ve nevâdir gibi kadim malzemesinden -bunun içinde Leylâ ve Mecnun kıssasının ayrı bir yeri vardır- gelmektedir. Ayrıca Fars edebiyatının destanî ve hamasî -bu alandaki

Page 108: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

102

en önemli malzemeyi veren Findevsî’nin Şehname’si ile başta İskendernâme, Tarîh-i Taberî, Âsâr-ı Bâkıye, Siyeru’l-Mülûk gibi tarihlerde yer alan isimler ve olaylardan gelen millî veya tarihi malzeme de denebilir- birikiminden ge-lenler olarak iki grupta toplamak mümkündür. Buna Hind destanlarından ve mukaddes kitaplarından gelerek Fars kültürüne girmiş malzemeyi de eklemek lâzımdır. Her iki edebiyatta da ilk devir şair ve yazarları telmihlerinde İslâm öncesi yerli, destanî, millî, ahlâkî ve hamasi malzemeyi daha çok kullanmış-lar.

X. asırdan sonra ise Türk edebiyatının da katılmasıyla her üç edebiyatın telmihlerinde kullanılan malzeme, bu eskilerle birlikte Kur’an, tefsir ve ha-dislerde yer alan peygamber kıssaları (kısas-ı enbiya, özellikle Hz. Âdem ile Havva, cennetten çıkarılmaları; Hz. Nuh ve Tûfan; Hz. İbrahim, putları kır-ması ve ateşe atılması; Hz. Yusuf, babası Ya’kub ve kardeşleri, Züleyha ile macerası; Hz. Musa, doğumu, Nil’e bırakılması, Peygamberliği, Firavunla ve Karun ile maceraları, Tur’a çıkması, Hızır ile ab-ı hayatı aramak maksadıyla yolculuğu ve karşılaştığı olaylar; Hz. Süleyman’ın başından geçenler: Saba melikesi Belkıs ile münasebeti, cinlere ve hayvanlara hükmetmesi, hüthüt ve karınca hikayeleri vs.; Hz. İsa ve annesi Meryem’den babasız doğması, beşik-teyken konuşması, nefesinin ölüleri diriltmesi gibi mucizeleri ve ashab-ı kefh konusundaki bilgiler –bu bilgilere israiliyyattan gelen malzemeyi de eklemek lazımdır.-), Hz. Peygamber’in hayatı (siyer, özellikle mucizât-ı nebi, mi’rac), ehl-i beyt ve hulefa-i raşidinin içinde bulunduğu mühim olaylar, Kerbelâ ha-disesi, tasavvuf ve ilk mutasavvıfların içinde yer aldığı ibretlik keramet ve hadiseler olmak üzere dini-İslamî bir mahiyet kazanmıştır.

15. Ebced

Arap alfabesinin “ilk tertibi ve harflerinin taşıdığı sayı değerlerine dayanan hesap sistemi” olarak tanımlanabilir.

Arap alfabesi hakkında bilgi veren klasik kaynaklarda, harflerin önceleri “et-tertîbü’l-ebcedî” denilen “ebced, hevvez, huttî, kelemen, sa’fez, karaşet, dazığ” sıralamasıyla düzenlenmiş oldukları ifade edilmektedir. Türkçe’de bu tertibin son kelimesi, ayrı bir rakam değerine sahip olmayan lâmelif ile bitiri-lerek “dazığlen” şeklinde söylenmekte ve ardına da daima Mü’minûn sûresi-nin 14. âyetinin sonunda yer alan “fe-tebâreke’llahü ahsenü’l-hâlikın/her şeyi en güzel şekilde yaratan Allah mubarek kılsın” ibaresi eklenmektedir.

Ebced tertibinde sıralanan harflerin oluşturduğu kelimelerin ilk üçü birler (âhâd: 1-10), ortadaki ikisi onlar (aşerât: 20-90) ve son üçü de yüzler (miât: 101-1000) basamağında bulunan rakamları gruplandırır.

Bu konuda açık bir fikir vermek için, aynı veya yakın anlamlara gelen ba-zı değişik kelimelerin ebced karşılıklarının aynı sayıyı verdiği örneği gösteri-lebilir: Meselâ zebân/dehân=60, ilim/amel=140, ayak/kadeh=112, tevbe/peşîmân=413, dîvâne/gönül=66 gibi. Nitekim “Allah” ve “hilâl” keli-melerinin ebced değerleri (66) eşit olduğundan Türk bayrağındaki hilâlin Al-lah’ı sembolize ettiği kabul edilmiştir. Lâle de ebcedle aynı rakamı verdiği için, bu çiçek de aynı sembolik değeri taşır. Ayrıca Türkçe bir deyim olan “işi 66’ya bağlamak” da bu sebeple meseleyi Allah’a havale etmek şeklinde izah edilmiştir. “

Vak’anüvislerin çeşitli olayların tarihlerini tesbit maksadıyla bunların ebced karşılıkları olan kelimeleri yazdıkları, vakıf kayıtlarında da aynı usule

Page 109: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

103

başvurulduğu bilinmektedir. Meselâ İstanbul fetih yılı Kurân-ı Kerim’deki “beldetün tayyibe” kelimesinin ebcedle karışılığı olan (h. 857/1453) yılına rastgelmekte, bu ise müslüman topluluklar tarafında ilâhî/Kur’anî bir mucize olarak kabul edilmektedir. Ayrıca pek çok alim ve şairin vefat tarihleri “fevt, mevt, adn” gibi kelimelerin ebcedle karşılıklarıdır. Devlet tarafından yaptırı-lan bazı sayım ve tesbitlerde ortaya çıkan rakamların değiştirilmesini önle-mek için bunların yine ebced tertibindeki kelimelerle ifade edildiği bilinmek-tedir.

Ebced tasavvufta ayrı bir öneme sahiptir. Genel olarak Şiî kaynaklı zan-nedilen, gerçekte kökenleri Mısır ve Hint gibi geleneksel medeniyetlere da-yanan, evrensel gerçeklerin sırrî niteliklerine ulaşmayı amaçlayan bu harf sembolizmiyle ilgilenenlerin başında gelen Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin eser-lerinde konuyla ilgili geniş açıklamalar vardır. XVII. yüzyıl mutasavvıfların-dan İsmâil Hakkı Bursevî, tasavvuf ehli arasında ebced harfleriyle ilgili ola-rak yapılan izahları Esrârü’l-hurûf adlı eserinde toplamıştır

Bilhassa Hurûfîlik’le Bektaşîlik’te ve genel olarak bütün tasavvufî edebi-yatlarda ebced harflerinin bazı sırları ve rakam değerlerinin de çeşitli havassı olduğu yolunda yaygın bir kanaati yansıtan manzum veya mensur birçok ör-nek bulmak mümkündür.

16. Tarih Düşürme

Türkçe’de tarih manzumesi yazarak vuku bulan hadiselerin tarihlerini zik-retmeye “tarih düşürme, tarih yazma, tarih söyleme” denilir. Tarih düşürme sanatı, XII. yüzyılda önce Fars edebiyatında ortaya çıkmış, XIV. yüzyılda Türkler’e, XV. yüzyılın ortalarından sonra ise Türkler’den de Araplar’a geç-miştir.

Kanûnî devrine kadar mimari eserlerin çoğunlukla Arapça ve Farsça yazı-lan tarih kitâbeleri XVI. asırdan itibaren daha çok Türkçe ve manzum olarak kaleme alınmıştır. Cevdet Paşa, Türk edebiyatında manzum tarihin ilk defa Hızır Bey tarafından 850 (1446) yılında Fâtih Sultan Mehmed’in yaptırdığı bir cami için söylenen, “Câmi’un zîde ömrü men a’merehû/Bu camiyi imar edenin ömrü uzun olsun” mısraı ile başladığını söylemişse de (Belâgat-ı Osmâniyye, s. 170), mevcut bilgiler daha XIV. yüzyılda Türkler tarafından ta-rih manzumeleri yazıldığını göstermektedir. Türk edebiyatında tarih manzu-melerinin en başarılı ve zengin örnekleri XVIII. yüzyılda ortaya çıkmıştır.

Başlangıçta öğrenme ve ezberleme kolaylığı için ortaya çıktığı tahmin edilen tarih düşürme, daha sonra şairliğin gereklerinden biri sayılarak bir nevi sanat gösterme aracı ve sanatkarın kudretinin göstergelerinden biri sayılmış-tır. Türk edebiyatında XV, asırda Ahmed Paşa’dan itibaren başlayan tarih dü-şürmeye rağbet, XIX. yüzyılda Nâmık Kemal, Muallim Nâci, Recâizâde Mahmud Ekrem, Üsküdarlı Talat gibi birçok şair tarafından devam ettirilmiş ve sanatkarane tarih manzumeleri kaleme alınmıştır. Başta alfabe değişikliği olmak üzere eski edebiyat gibi kültürel unsurların Cumhuriyetten sonra git-tikçe gözden düşürülmesi/düşmesi sonucunda azalarak da olsa devam eden tarih manzumesi kaleme alma işi Tâhirülmevlevî, Halil Nihat Boztepe, Ha-mâmîzâde Mehmed İhsan, Kemal Edip Kürkçüoğlu, Ali Nihad Tarlan, Abdülbaki Gölpınarlı, Mehmed Çavuşoğlu ve özellikle Arif Nihat Asya gibi şairler tarafından sürdürülmüştür.

Page 110: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

104

Tarih düşürmede genellikle hicrî kamerî yıl kullanılmakla birlikte son de-virlerde hicrî şemsî, malî (rûmî) ve milâdî tarihe göre düzenlenmiş beyit ve şiirlere de rastlanmaktadır.

Tarih manzumeleri divan edebiyatının hemen bütün nazım şekilleriyle ya-zılmakla beraber eldeki örnekler daha ziyade kıta şekline rağbet edildiğini göstermektedir. Bunlar yazıldığı nazım şekline göre divanların da aynı türden şiirlere ayrılan bölümlerinde (kasâid, mukattaât, musammat vb.) yer alır. Bir-çok şair ise bu tür şiirlerini divanlarının “tevârîh” başlığı altında ayrı bir bö-lümde toplanmıştır.

Tarihler farklı biçimlerde düzenlenmiştir.

1. Lafzan (lafzî/sûrî) tarih. Tarihi verilecek olayın rakamla değil sözle zik-redildiği tarihtir. Buna “düz tarih” adı da verilir. Kâtip Feyzi Efen-di’nin kendi ölümü için söylediği böyle bir tarih daha sonra mezar ta-şına yazılmıştır:

“Sıhhatimde Feyziyâ lafzan dedim târîhimi

Bin yüz elli sâlde (1737) kıldım âlem-i lâhûtı câ”

2. Mânen (mânevî) tarih. Olayın tarihinin ebced hesabına göre harflerin sayı değerlerinden çıkarıldığı tarihtir. Zor söylenmesine rağmen en çok kullanılan şekil budur. III. Ahmed’in 1139’da (1726) yaptırdığı köşke Nedim’in düşürüğü:

“Duâ edip Nedîmâ söyledi bu mısrâı ol dem

Bu kasr-ı pâk Sultân Ahmed’e yâ Rab saîd olsun”

beyti gibi.

3. Lafzan ve mânen tarih. Söylenmek istenen yılı hem sözle hem de harf-lerinin sayı değerleriyle ifade eden tarihtir. 1030 (1620-21) yılında İs-tanbul Boğazı’nın donmasına Neşâtî’nin düşürdüğü tarih gibi:

“Lafzan vü mânen ona dedi Neşâtî târîh

Be-meded dondu sovukdan bin otuzda deryâ”

Tarihin hesaplanma şekline göre genellikle üç türlü tarihle karşılaşılmak-tadır.

1. Tam (müstevfâ/mutlak) tarih. Hesaplandığında yılın tam olarak ortaya çıktığı tarih olup en makbul ve en güç söylenen çeşittir: İstanbul’un fethinin müjdelendiği yılı belirten Kur’an’daki “beldetün tayyibetün” (857/1453) ibaresi gibi.

2. Ta‘miyeli tarih. Tarih mısraındaki harflerin sayı değerinin istenen tarihi karşılamadığı durumlarda ekleme veya çıkarma şeklinde bir hesap ya-pılması gereğinin bir önceki mısrada söylendiği tarihtir. Bu türde bazı kelime oyunlarıyla bir sayı veya bu sayının karşılığı olan bir harf, ke-lime yahut tamlamanın tarih mısraından çıkarılması ya da eklenmesi suretiyle yılı gösteren sayı tamamlanır. Tarih mısraındaki eksik veya fazla sayı bir muamma, bir bilmece özelliği taşıdığından bu türe “ta‘miyeli tarih” denmiştir. Bu da açık ze gizli ta‘miye şeklinde iki türlü olur. İlkinde işaret edilen eksik veya fazla sayı kolayca bulunur-

Page 111: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

105

ken ikinci türün çözümü oldukça zordur. Üsküdar’da Şehzâde Seyfeddin Efendi Çeşmesi’nin kitâbesi ikinci türe örnektir:

“Itâş-ı ‘nâse’ işrâb eyledim târîhin ey Rahmî

Ne a‘lâ çeşme âbâd eyledi Şehzâde Seyfeddin”.

Birinci mısradaki “nâse” kelimesi hem “insanlara, halka” hem de “nâ-se” şeklinde “üç yok” anlamı taşıdığından tarih (1144-3= 1141) (1728-29) şeklinde hesaplanacaktır.

3. Dütâ (dübâlâ/muzâaf) tarih. Tarih mısraını meydana getiren harflerin toplamından çıkan tarih hadisenin cereyan ettiği yılın iki katını verdiği tarihtir.

Harflerin kullanılışından doğan özelliklere göre tarihler birkaç türlü olur.

1. Bütün harflerle söylenenler. Bu tür tarihlerde noktalı olup olmadığına bakılmaksızın bütün harfler hesaba katılır.

2. Mu‘cem tarih. Sadece tarih mısraındaki noktalı harflerin hesap edilme-siyle ortaya çıkan bu tarih ayrıca “münakkat, menkut, mücevher, cev-her, cevherî, cevherdâr, cevherîn, gevher, güher” adlarıyla da anılmak-tadır. Şairler, düşürdükleri tarihin mu‘cem olduğunu genellikle tarih mısraından önce bu kelimelerden birini zikrederek belirtirler.

3. Mühmel Tarih. Yalnız noktasız harflerin hesap edilmesiyle söylenen ta-rihtir. Bu tür tarihe “bî-nukat, bî-cevher, sâde tarih” de denir. Noktasız harflerin ebced sisteminde sayı değeri çok olmadığından mühmel tarih çok zor söylenir.

Mu‘cem ve Mühmel Tarih: Tarih mısraı veya beytindeki noktalı ve nok-tasız harflerin ayrı ayrı sayı değerleri toplamının aynı yılı göstermesi şeklinde düzenlenen tarihtir.

Türk edebiyatında tarih düşürme bilhassa XVIII. yüzyıldan sonra bir tür hüner gösterme yarışına dönüşmüş, şairler muamma veya lugaz biçiminde, kinaye, taklîb veya tashîf yoluyla, akrostiş veya vefk tarzında anlaşılması çok zor sanatlı tarihler söylemiştir.

Özet

Türk-İslâm Edebiyatına ait eserlerin sanat değerini belirlemede kullanılan klasik ölçme-değerlendirme birimi olan belâğat ilminin tarihçesini anahatlarıyla tanımlayabilmek.

Türk-İslâm edebiyatında metinlerin sanat değerini ölçe işi Belâgat ilmine ha-vale edilmiştir. Bu ilim önce Cahiliye şiirini değerlendirme maksadıyla Arap-lar arasında başlamıştır. İslâmdan sonra ise bir belâgat mucizesi olan Kur’an-ı Kerim’in İlâhî maksadını bütün yönleriyle anlama kaygısı bu konudaki ça-lışmaları daha da gerekli kılmıştır. Bunun neticesinde belâgat konuları başlangiçta “İ’câzü’l-Kur’ân, Mecâzü’l-Kur’ân, Beyânü’l-Kur’ân, Müşkilü’l-Kur’ân, İ’râbü-Kur’ân, Belâgat ve delâilü’l-i’câz” gibi adlar taşıyan kitap-larda yer aldı. Kur’an ve tefsir ilmi içinde gelişti..

Page 112: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

106

Bu ilim dalını oluşturan Bedî’, Beyan ve Meâni’nin ele aldığı farklı konuları kavrayarak muhtevalarını açıklayabilmek.

Yine Kur’an’ın Arap diliyle ortaya konmuş bir metin oluşu, Arap dili, grame-ri ve edebiyatı konularını da bilmeyi gerektiriyordu. Bu sebeple X-XIV. yüz-yılları kapsayan bu ikinci devre belâgatin bir ilim dalı olarak teşekkül etmeye başladığı, terimlerinin ortaya çıktığı, yazılan eserlerde belâgat bahislerinin ağırlık kazandığı ve böylece söz konusu ilim dalının Meânî, Beyan ve Be-dî’den ibaret klasik şeklini alarak teşekkülünü tamamladığı bir zaman dilimi oldu. Yine bu devrede, sonraki yıllarda Türk ve Fars belâgati üzerinde tercü-me ve şerhleriyle asırlarca etkisini sürdürecek olan Abdülkâhir el-Cürcânî’nin (ö. 1079), Delâilü’l-i’câz ve Esrârü’l-belâğa adlı kitapları ile Ebû Ya’kûb es-Sekkâkî’nin (ö.1229) Miftâhu’l-ulûm’u gibi sonradan sahanın klasikleri sayılan eserler de kaleme alınmıştı.

XIV. yüzyıl ortalarından XIX. yüzyıl sonlarına kadar devam eden uzun süreyi kapsayan üçüncü safha yeni eserler yerine, bu konudaki şerh, haşiye ve talikatların kaleme alındığı duraklama yahut derinleşme devresidir.

Son devir, İslâm dünyasının Batı ile temasa geçmesinin etkisiyle, biri kla-sik anlayışı devam ettirmeye, diğeri batı retoriği ile belâgat konularını kay-naştırmaya çalışan yenilikçi yazarların eserleri olmak üzere, iki farklı istika-mette gelişmiştir. Birincisine Türk edebiyat camiasından Ahmed Cevdet Pa-şa’nın kaleme aldığı Belâgat-i Osmaniye, ikincisine Recâizade Ekrem’in Ta-lim-i Edebiyat’ı örnektir. İkinci yolu seçen yazarlar belâgat meselelerini daha çok edebî tenkid ve estetik endişelerle birlikte ele almışlardır.

Bu bilgilerin ışığında, günümüzde edebî sanatlar adıyla bilinen Türk-İslâm Edebiyatında sıkça karşılaşılan sanatları açıklayabilecek, onları daha iyi ta-nıyıp, sanatkârın ortaya koyduklarını yorumlayabilmek.

Türk-İslâm Edebiyatı metinlerinde klasik belâgatin bütün kadro ve konuları-na ait örneklerle karşılaşılmakla birlikte Teşbih, İstiâre, Mecaz, Telmih, Tecahül-i ârif, Hüsn-i ta’lil, Teşhis ve intak, Tenâsüp, Leff ü neşr, Seci gibi sanatlarla daha çok yüz yüze gelinmektedir Ayrıca belâgat konularının eklerinden olan ebced hesabı ve tarih düşürme bahisleri de edebî metinler-den zevk almayı kolaylaştıran sanat unsurlarındandır. Edebiyat konularıyla meşgul olacak her seviyedeki kişilerin bu konuları asgari özellikleriyle bil-mesi ve elde ettiği bilgileri metin üzerinde değerlendirmesi gerekmektedir. Bu konuda başarılı olmanın çok metin okuma ve okunanlar üzerinde çok yönlü olarak durmayla elde edileceği açıktır.

Kendimizi Sınayalım

1. Belâgatin size sağladığı en önemli husus aşağdakilerden hangisi değildir?

a. Metinleri derinliğine anlamayı sağlar.

b. Belâgat konuları hakkında bilgi sahibi olmayı temin eder.

c. Şiirlerdeki edebi sanatları bulmamıza yardımcı olur.

d. Türk-İslâm edebiyatı metinlerini doğru okumayı sağlar.

e. Okuduğumuz şiirlerden zevk almamıza imkân verir.

Page 113: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

107

2. Belâgat ilminin klasik tarifi aşağıdakilerden hangisidir?

a. Kelâmın fasih olmak şartıyla muktezâ-yı hâle mutabık olması.

b. Kısa, veciz, kolay anlaşılır, manaca zengin ve derin; okuyana-dinleyene zevk ve haz veren söz söyleme yollarını gösteren bir ilim dalı.

c. Kelâmın fasih olmak şartıyla muktezâ-yı hâle mutabık olmasının usûl ve kaidelerini bildiren bir ilmi disiplindir.

d. Sözü güzel, süslü ve etkili söyleme usûlleri hakkında bilgi veren ilim-dir.

e. Kelâmın fasih olmak şartıyla muktezâ-yı hâle mutabık olmasının usûl ve kaideleri.

3. Resmî yazışmalarda kullanılan nesir dilini ifade eden edebî tür ve dil bili-mi aşağıdakilerden hangisidir?

a. İnşâ

b. Telmih

c. Mecaz-ı mürsel

d. Ebced

e. Seci

4. Bir ifadede söze destek sağlamak, onu daha kolay benimsetmek için her-kesçe kabul edilmiş bir başka sözü, özellikle “atasözünü kullanma” olarak tanımlanabilecek belagat unsuru aşağıdakilerden hangisidir?

a. Mecâz

b. İrsâl-ı Mesel

c. İstişhad

d. İktibas

e. İnşâ

5. Başka bir şaire ait olan mısranın bir şiirde kullanılmasına ne ad verilir?

a. Tecâhül-i ârifâne

b. İktibas

c. Teşhis

d. İntak

e. Tazmin

Page 114: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

108

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı

1. d Yanıtınız doğru değilse Belâgat bahsini yeniden ve daha dikkatle okuyunuz.

2. c Yanıtınız doğru değilse Belâgat konusunun girişindeki tanım ve ta-rif bölümünü yeniden okuyunuz.

3. a Yanıtınız doğru değilse İnşâ kısmını gözden geçiriniz.

4. b Yanıtınız doğru değilse “İrsâl-ı mesel” kısmını yeniden okuyunuz.

5. e Yanıtınız doğru değilse “Tazmin” kısmını yeniden okuyunuz.

Sıra Sizde Yanıt Anahtarı

Sıra Sizde 1

Belâgat konularının eklerinden olan aruz ve kafiye, lügaz ve muammâ, ebced hesabı ve tarih düşürme bahisleri edebî metinlerden zevk almayı kolaylaştıran sanat unsurlarındandır.

Sıra Sizde 2

XVI. yüzyıldan itibaren süslü anlatıma yönelme eğilimi yanında, Türk nesri-nin külfetli ve ağır bir ifade tarzına rağbet etmesinde iktibas ve istişhâd yo-luyla anlatımın önemli bir rolü olmuştur. Sanatkârane Türk nesrinin en mü-kemmel örnekleri sayılan Veysî ve Nergisî’nin eserlerinde görülen istişhâd örnekleri bu konudaki en uç misaller olarak kaydedilebilir.

Sıra Sizde 3

İstiâre, okuyucu veya dinleyicinin tasavvur ve tahayyül imkânını zenginleşti-rip aktarılmaya çalışılan mânaya parlaklık kazandırır. Alegori ve sembolleri kullanarak zihindeki bir kavramı benzer başka bir şeyle, özellikle soyut var-lıkları somutlarla değiştirmek suretiyle daha etkili bir anlatım gücü sağlar.

Sıra Sizde 4

Türkçe belâgat kitaplarında mecazlar yapılarına göre dört kısımda ele alın-mıştır: Kelime veya lafızların sözlük mânası dışında kullanılmasından kay-naklananlarına “lügavî”, bir fiilin asıl fâilinden başkasına isnat edilmesiyle yapılanına “aklî” adı verilir. Ayrıca “örfî” ve “şer’î” olarak da bir ayırım ya-pıldığı görülmektedir. Bir örnekle açıklayacak olursak “toprak” kelimesinin “mezar” mânasında kullanılması lügavîye, hasretin ifadesi olarak kullanılan “toprak gözümde tütüyor” cümlesindeki örfîye, namaza delâlet eden “salât” kelimesiyle dua kastedildiği zaman şer’îye, “Ağustos buğdayları iyice sarart-tı”, örneklerinde olduğu gibi zaman, mekân ve sebebe bağlanarak yapılanları ise aklî mecazlara örnektir.

Page 115: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

109

Sıra Sizde 5

Tecâhül-i ârif en çok teşbih, istiare, tenâsüp ve mübalağa sanatlarıyla bir-likte bulunabilir.

Yararlanılan Kaynaklar

Ahmed Cevdet (Paşa), Belâgat-i Osmâniye (nşr. Mehmed Çavuşoğlu), İstan-bul 1299;

Recâizade Ekrem, Ta’lîm-i Edebiyat, İstanbul 1330;

Kaya Bilgel, Edebiyat Bilgi ve Teorileri (Belâgat), İstanbul 1989;

Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlı Belgelerinin Dili (Diplomatik), İstanbul 1994;

Hulûsi Kılıç, “Bedîiyyât”, TDV İslâm Ansiklopedisi,V, 323-324;

a. mlf., “Belâgat”, TDV İslâm Ansiklopedisi,V, 380-383;

Kazım Yetiş, “Belâgat (Türk Edebiyatı)”, TDV İslâm Ansiklopedisi,V, 384-387;

a. mlf., “Belâgat-i Osmâniye”, TDV İslâm Ansiklopedisi,V, 387-388;

Ömer Faruk Akün, “Divan Edebiyatı”, TDV İslâm Ansiklopedisi, IX,

İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, İstanbul 2000;

a. mlf., “İrsâl-i Mesel”, TDV İslâm Ansiklopedisi,XXII, 451-452;”, Hüsn-i Ta’lil”, TDV İslâm Ansiklopedisi, XIX, 33-34;

İsmail Durmuş-İskender Pala, “İstiâre”, TDV İslâm Ansiklopedisi,XXIII, 315-318;

Hasan Aksoy, Mustafa Ali'nin Manzum Kırk Hadis Tercümeleri. İstanbul 1991, s. 52-53;

M. A. Yekta Saraç, Klâsik Edebiyat bilgisi Belâgat, İstanbul 2000;

Menderes Coşkun, Sözün Büyüsü Edebi Sanatlar, İstanbul 2007;

Ayrıca bk., TDV İslâm Ansiklopedisi’nin, ünitede zikredilen ve çoğu tara-fımdan yazılan veya redakte edilen “edebi sanatlar”la ilgili maddeleri;

Page 116: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

110

Amaçlarımız

Bu üniteyi tamamladıktan sonra;

• Türklerin müslüman olduktan sonra meydana getirdikleri ilk eserlerin or-tak özelliklerini açıklayabilecek,

• Türk İslâm Edebiyatına ait eserlerin dini ve tasavvufi vasıflarını ayırt edebilecek,

• Türk İslâm edebiyatının Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan tarihi gelişi-mini açıklayabilecek,

• Tarihî hadiseler ve edebî ürünler arasındaki etkileşimleri yorumlayabile-cek,

• Türk edebiyatının XV. yüzyıla kadar gelişim seyrini aktarabileceksiniz.

Anahtar Kavramlar

• Orta Asya sahası Türk edebiyatı

• Anadolu sahası Türk edebiyatı

• Tekke ve tasavvuf edebiyatı

• Dîvân edebiyatı

Öneriler

Bu üniteyi daha iyi kavrayabilmek için okumaya başlamadan önce;

• Türk dilinin tarihi dönemleri hakkında bilgi edininiz.

• Necla Pekolcay’ın İslamî Türk Edebiyatı kitabından ilgili bölümü okuyu-nuz.

• Nihad Sami Banarlı’nın Resimli Türk Edebiyatı kitabından “Dinî Edebi-yat Cereyanı” ile “Tekke ve Halk Edebiyatı” konularını okuyunuz.

Page 117: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

111

GİRİŞ

VIII. yüzyıldan itibaren Türkler’in Müslüman Araplar’la ilişki kurmasıyla başlayan süreç, bu milletin hayatında yepyeni bir dönemi başlatmış; pek çok alanda olduğu gibi edebî sahada da etkisini göstermiş, İslâmî konu ve motif-lerin hâkim olduğu bir edebiyatın ortaya çıkmasına zemin oluşturmuştur. Türklerin Müslüman olmadan önce elbette bir edebiyatları vardı. Daha çok hafızalarda kayıtlı bu sözlü edebiyat, dâhil olunan yeni medeniyet çevresinin etkisiyle yeni bir ruh ve heyecanla yoluna devam etmiştir. İslâm öncesinde Türk boyları arasında yaşayan bazı destanlar sonradan İslâmî karaktere bürü-nerek Müslüman Türk toplulukları arasında varlığını sürdürmüştür.

Müslüman Türkler’in kabul ettikleri yeni dinin kurallarını öğrenmek ama-cıyla Kur’an-ı Kerim’in tercüme ve tefsiri işine giriştikleri bilinmektedir. Do-layısıyla İslâmî dönemde Türklere ait ilk yazılı ürünlerin Kur’an tercüme ve tefsirleri olması muhtemeldir. Bununla birlikte Türklerin İslâmiyet sonrasın-da meydana getirdikleri müstakil eserler Karahanlılar dönemine (840-1212) rastlamaktadır. Karahanlı hükümdarı Satuk Buğra Han’ın Müslüman olma-sıyla devletin resmî dini haline gelen İslâmiyet Türkler arasında hızla yayıl-mıştır. Buhara, Semerkant, Kaşgar, Fergana gibi Karahanlıların hâkimiyeti altında bulunan kültür merkezlerinde Türk halkına hitap edecek olan ilmî ve edebî eserler meydana getirilmeye başlanmıştır. Paralel dönemlerde hüküm süren Gazneliler (999-1030) devrinde Türkçe yazılan eserlere rastlanmamış-tır. Gazneliler sahasında, devlet yöneticileri her ne kadar Türk de olsa Farsça konuşan toplulukların çoğunluğu oluşturması sebebiyle Farsça eserlerin ya-zıldığı görülmektedir. Şöhreti günümüze kadar ulaşmış olan İranlı büyük şair Firdevsî (ö. 1020) Şehnâme isimli mesnevisini Gazneli Mahmud (ö. 1030)’a sunmuştur.

Orta Asya’da Karahanlılar döneminde ortaya çıkan Türk İslâm edebiyatı bilinen büyük eserlerini XI ve XII. yüzyıllarda meydana getirmiştir. Bu dö-nemde kullanılan Türkçe, Hâkâniye Türkçesi olarak da isimlendirilen Karahanlı Türkçesidir. Bu dönemde yazılan eserlerde Uygur yazısı ile birlikte Arap yazısı da kullanılmıştır. Anadolu’nun Türk ve İslâm yurdu olmasından sonra Türk İslâm edebiyatı varlığını burada devam ettirmiştir. Selçuklular hâkimiyetindeki Anadolu coğrafyası, Türk edebiyatı bakımından en zayıf dö-nemini yaşamıştır. Beylikler devri ile birlikte canlanma aşamasına geçen Türk edebiyatı, Osmanlı İmparatorluğu döneminde zirveye tırmanmıştır.

XV. Yüzyıla Kadar

Türk-İslâm Edebiyatı

Page 118: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

112

Türk edebiyatının tarihi dönemleri ilgili daha geniş bilgi ve örnek metinler için www.turkceciler.com sitesini inceleyiniz.

XI-XII. YÜZYILLAR (ORTA ASYA SAHASI)

Türklerin İslamiyeti kabul ettikten sonra meydana getirdikleri ilk müstakil eserler, Orta Asya’da Karahanlılar döneminde Hakaniye Türkçesi ile yazıl-mıştır. Günümüze kadar ulaşan bu eserler, Kutadgu Bilig, Dîvânu Lugati’t-Türk, Atabetü’l-hakâyık ve Dîvân-ı Hikmet’tir.

Kutadgu Bilig (Yusuf Has Hâcib)

Kutadgu Bilig, Türk İslâm edebiyatının bilinen ilk eseridir. Arapça ve Fars-çaya hâkim, iyi eğitim almış bir kişi olan Balasagunlu Yusuf tarafından ya-zılmıştır. Eser, Balasagun’da yazılmaya başlanmış olmakla birlikte 1069-1070 yıllarında Kaşgar’da tamamlanarak dönemin hükümdarı Tavgaç Kara Buğra Han’a sunulmuştur. Balasagunlu Yusuf, hükümdara sunduğu ve huzu-runda okuduğu eseri sebebiyle Has Hâciplik (Başmabeyincilik) göreviyle mükâfatlandırılmıştır.

Kutadgu Bilig, devlet içerisinde yönetenleri ve yönetilenleri bilgilendir-meyi hedefleyen siyasetname türünde 6645 beyitlik bir mesnevîdir. Mutlu-luk veren bilgi anlamına gelen Kutadgu Bilig’in amacı, insanları şairin ta-savvur ettiği ideal hayat tarzına kavuşturmaktır (Arat, 1991). Aruzun feûlün feûlün feûlün feûl kalıbıyla yazılmıştır; ancak, bazı şiirleri 6+5’li hece ölçü-süne de uymaktadır. Ayrıca eserde halk şiir geleneğine uygun olan 173 dört-lük bulunmaktadır. Kutadgu Bilig’in üç nüshası bilinmektedir. Bunlardan Herat Nüshası Uygur harfleriyle, Kahire ve Fergana nüshaları Arap harfleriy-le yazılmıştır. Reşit Rahmetî Arat, her üç nüshaya dayanarak tenkitli metin hazırlamıştır (Arat, 1991).

Kutadgu Bilig, şark-İslâm geleneğine uygun olarak Allah’ı Peygamber’i, dört sahabeyi ve dönemin hükümdarı Büyük Buğra Han’ı öven medhiyeler ile başlamaktadır. Eserin aslını oluşturan dört temsili şahsiyet bulunmaktadır. Bu şahsiyetler, 1. Kün Togdı, 2. Ay Toldı, 3. Ögdülmiş, 4. Odgurmış’tır. Kün Toğdı, hükümdarın şahsında doğruluğu ve adaleti; Ay Toldı, vezirin şahsında mutluluğu; Ögdülmiş, vezirin oğlunun şahsında aklı; Odgurmış da vezirin kardeşi şahsında kanaati temsil etmektedir. Eser, bu temsili kişilerin karşılıklı soru-cevap tarzında karşılıklı konuşmalardan meydana gelmektedir.

Dîvânu Lugati’t-Türk (Kaşgarlı Mahmud)

Türk dillerinin dîvânı (lugatı, kitabı) anlamına gelen Dîvânu Lugati’t-Türk, Türkçe’nin ilk sözlüğüdür. Satuk Buğra Han’ın altıncı kuşaktan torunu olan Kaşgarlı Mahmud tarafından yazılmıştır. Mahmud, dönemin önde gelen bil-ginlerinin bulunduğu medreselerde yetişmiş, Arapça ve Farsça’yı iyi bilen, Türk dilinin inceliklerine vâkıf bir kişidir. Yıllarca Türk boylarının yaşadığı bozkırları, şehirleri gezerek Türk lehçelerini ve manzumelerini öğrenmiştir. 1072 yılında yazmaya başladığı eserini 1077 yılında tamamlayarak Abbâsî halifesi Muktedî Biemrillâh (1075-1094)’a sunmuştur. Dîvânu Lugati’t-Türk, Araplar’a Türkçe’yi öğretmek maksadıyla yazılmıştır.

Eserin tek nüshası Ali Emirî Efendi tarafından 1917 yılında sahaflar çarşı-sındaki bir kitapçıda bulunarak satın alınmıştır. Nüsha, Fatih Millet Kütüpha-

Page 119: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

113

nesi Ali Emirî Efendi kütüphanesinde muhafaza edilmektdir. Eserin tıpkıba-sımı ve günümüz Türkçesine çevirileri yayımlanmıştır.

Dîvânu Lugati’t-Türk, Türk dilleri sözlüğü olmasının yanı sıra tarih, coğ-rafya, folklor, kültür, edebiyat, vb. alanlarda Türk millî hafızasına ait zengin malzemeler ihtiva eden en önemli yazılı kaynaklardan biridir. Eser, oldukça sistematik bir tarzda hazırlanmıştır. Dilin bütün gramer özelliklerini kapsaya-cak şekilde sekiz ana bölümden meydana gelmektedir. Türkçe’den Arapça’ya bir sözlük şeklinde düzenlenmiş olan eserde kelimelerin sınıflandırlmasında Araplar’ın kolay anlaması için Arapça kelime türetme sistemindeki tasnif yöntemleri kullanılmıştır. Türkçe kelime ve ekler alfabetik olarak sıralanmış-tır. Kelimelerin Arapça anlamı verildikten sonra sözcüklerin kullanıldığı ata-sözü, hikmetli söz ve manzumelerden örnekler getirilmiş ve bu örnekler Arapça olarak açıklanmıştır. Eserde yer alan şiirlerin çoğu anonim mahiyette savaş ve kahramanlık şiirleridir. Bu şiirler büyük ölçüde dörtlükler, kısmen de beyitler halinde yazılmış ve koşma tarzında kafiyelenmiştir. Alp Er Tunga’nın ölümü (m.ö. VII. Yüzyıl) üzerine söylenen dörtlükler Türk şiirinin bilinen en eski örneği kabul edilmektedir. Eserde ayrıca Türkler’in yaşadıkla-rı bölgeleri göstermek üzere Kaşgarlı Mahmud’un çizdiği dünya haritası yer almaktadır.

Resim 5.1: Kaşgarlı Mahmud’un dünya haritası (Kaynak: Caferoğlu, A. (1970) Kaşgarlı Mahmud, Mili Eğitim Basımevi, İstanbul).

Atabetü’l-hakâyık (Edip Ahmet Yüknekî)

Türk İslâm edebiyatının üçüncü önemli eseri manzum bir ahlâk kitabı olan Atabetü’l-hakâyık’tır. Hakîkatler eşiği anlamına gelen eser, Edib Ahmed bin Mahmud Yüknekî tarafından yazılmıştır. Edib Ahmed’in Türkistan’da Taş-

Page 120: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

114

kent yakınlarındaki Yüknek şehrinde XI. yüzyılın sonları ile XII. yüzyılın başlarında yaşadığı tahmin edilmektedir. Edib Ahmed, dinî ilimlere vâkıf, Arapça ve Farsça’yı bilen takva sahibi bi zattır. Eserin sonunda yazarı belli olmayan bir dörtlükte Edib Ahmed’in gözlerinin doğuştan görmediği ifade edilmiştir.

Atabetü’l-hakâyık, aruzun feûlün feûlün feûlün feûl kalıbıyla yazılmıştır. Medhiyyeler hariç eserin asıl kısmı mâni tarzında kafiyelenen (aaxa) dörtlük-ler halindedir. Eser, Emîr Muhammed Dâd Sipehsâlâr Bey adındaki bir hü-kümdara takdim edilmiştir.

Müellif, geleneksel tertibe uygun olarak Allah, peygamber, dört sahabi ve hükümdarın övgüsüyle eserine başlamaktadır. Bu kısımlar beyit düzeninde yazılmış, kaside ve gazellerde olduğu gibi kafiyelenmiştir. Kitabın esasını oluşturan ve dörtlükler halinde yazılan kısımda ahlâkî konular nasihat üslu-buyla ele alınmaktadır. İyi huylar zikredilerek övülmekte kötü huylar da ye-rilmektedir. Bilginin faydası, dilin korunması, dünyanın aldatıcılığı, zamanın kötüleşmesi gibi konular sade bir dille anlatılmaktadır. Eserin sonunda kimin tarafından yazıldığı belli olmayan muhtemelen Edip Ahmed’in çağdaşı bir şa-ir tarafından yazılan müelliften bahseden ilave şiirler bulunmaktadır (Arat, 1992).

Karahanlılar döneminde medana getirilen ilk edebî eserlerin muhtevalarında hangi unsurlar öne çıkmıştır?

Hoca Ahmed Yesevî (ö. 1166) ve Hikmetleri

Ahmed Yesevî, Türkler arasında kendi adıyla tarikat kurmuş bir mutasavvıf-tır. Onun tarihî hayatı ile ilgili bilgiler oldukça azdır. Ahmed Yesevî Batı Türkistan’ın Sayram kasabasında dünyaya gelmiştir. Çocuk yaşta iken anne ve babasını kaybetmiş ve bakımını ablası Gevher Şehnaz Hanım üstlenmiştir. Ablasıyla birlikte Yesi’ye göç etmişlerdir. Ahmed, eğitimine bu şehirde baş-lamıştır. Daha sonra Yesi’de bulunan mutasavvıflardan Arslan Baba’ya inti-sap ederek tasavvuf yoluna yönelmiştir. Arslan Baba vefat edince Buhara’ya giderek Şeyh Yusuf-ı Hemedânî’ye intisap etmiştir.

Yusuf-ı Hemedânî’nin ölümünün ardından yerine geçen iki halifesinin de vefat etmesiyle üçüncü olarak Ahmed Yesevî irşad makamına geçmiştir. Bundan sonra Yesi şehrine dönerek irşad görevini burada sürdürmüştür. Çok sayıda müridi olmuştur. Mansur Ata (ö.1197), Said Ata (ö. 1218-19), Süley-man Hakîm Ata (ö. 1186) bunlardan en meşhur olanlarıdır. Ahmed Yesevî, rivayete göre, altmış üç yaşına eriştiğinde Hz. Muhammed’in bu yaşta vefat etmesi sebebiyle, ona olan saygısının bir işareti olarak bir kuyu kazdırıp öm-rünün geri kalanını yerin altında geçirmiştir.

Ahmed Yesevî’nin hayatı hakkında menkıbeler de teşekkül etmiştir. Bun-lardan en dikkat çekici olanı Arslan Baba ile karşılaşmasıdır. Menkıbeye gö-re, Arslan Baba Hz. Muhamed’in sahabilerinden birisidir. Gazvelerden birin-de yiyecek bulamayan sahabe Hz. Muhammed’e gelerek yiyecek ricasında bulunurlar. Hz. Peygamber’in duası üzerine Cebrail tarafından bir tabak hur-ma getirilir. Sahabiler tabaktan hurma alırken bir hurma yere düşer. Cebrail Hz. Peygamber’e “Bu hurma, ümmetinizden Ahmed adlı birinin kısmetidir.” der. Bunun üzerine Hz. Peygamber emaneti kimin teslim edeceğini sorar. Sahabilerden cevap gelmeyince orada bulunanlardan Arslan Baba Allah’ın inayeti ve Hz. Peygamber’in delaletiyle görevi yerine getireceğini bildirir.

Page 121: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

115

Hz. Peygamber mübarek hurmayı kendi eliyle Arslan Baba’nın damağına yerleştirir. Arslan Baba bu işaretle Yesi’ye gelerek küçük Ahmed’i aramaya başlar. Onu arkadaşlarıyla oynarken bulur. Arslan Baba henüz hurmadan bahsetmeden Ahmed emaneti vermesini ister. Arslan Baba beş yüz yıldır da-mağında sakladığı hurmayı ağzından çıkararak sahibine teslim eder (Eraslan, 1993).

Ahmed Yesevî Orta Asya bozkırlarında kendisine tabi olan dervişlerine dinî ve tasavvufî hakikatleri, tarikatın âdâb ve erkânını öğretmek gayesiyle “hikmet”ler söylemiştir. Hikmet, kelime anlamı itibarıyla hâkimlik, bilgelik, sebep anlamlarına gelmektedir. Edebî olarak ise Ahmed Yesevî’nin dinî-tasavvufi manzumelerine hikmet denilmektedir. Bu manzumelerin toplandığı esere de Dîvân-ı Hikmet adı verilmiştir. Hikmet söyleme geleneği Yesevî dervişleri tarafından devam ettirilmiştir. Sonradan söylenilen bazı hikmetlerin Ahmed Yesevî’ye mal edildiği de görülmektedir. Zaman içerisinde Ahmed Yesevî’nin söylediği hikmetlerle müridlerin söyledikleri hikmetler karışmış-tır. Hatta bazı hikmetlerin dil özellikleri bakımından Yesevî’nin yaşadığı dönenmin dil özelliklerini yansıtmadığı görülmektedir. Bu bakımdan elimiz-deki Dîvân-ı Hikmet nüshalarındaki bütün hikmetlerin Ahmed Yesevî’ye ait oldukları söylenemez. Hatta bu hikmetlerin hangisinin Ahmed Yesevî’ye, hangisinin dervişlerine ait olduklarını belirlemek de mümkün değildir. Bu-nunla birlikte hikmet adı altında yazılan şiirler temelde Ahmed Yesevî’nin inanç ve düşünce dünyasını yansıtmaktadır. Hikmetlerin ana çerçevesini şeri-at ve tarikat esasları, ahlakî düsturlar, ilâhî aşk, peygamber sevgisi, dünya ha-yatı, kıyamet, cennet ve cehennem vb. konular oluşturur.

Karahanlılar döneminde yazılan Kutadgu Bilig, Dîvânu Lugati’t-Türk, ve Atabetü’l-hakâyık isimli eserler, dinî muhtevalı olmakla beraber tasavvufî özel-lik taşımamaktadır. Zira bu eserlerin yazıldığı dönemde Türkler arasında ta-savvuf henüz yayılmamıştı. Orta Asya’da tasavvuf edebiyatı Ahmed Yesevî’nin hikmetleri ile başlamıştır.

Orta Asya’da Ahmed Yesevî’nin önde gelen halifelerinden Süleyman Hakîm Ata’nın eserleri hakkında bilgi edininiz.

Dîvânu Lugati’t-Türk’de Geçen Bazı Atasözleri

1. Biş erngek tüz ermes. Beş parmak düz (bir) olmaz.

2. Arpasız aşumas, / Arkasız alp çerig sıyumas. Arpasız at koşmaz, / arkasız kahraman çeriyi bozamaz.

3. Tay atasa at tınur / Oğul eredse baba dinlenür. Tay yetişirse at dinlenir /Oğul erleşirse baba dinlenir.

4. Öldeçi sıçgan muş ayakı kaşır. Ölecek sıçan kedi ayağını kaşır.

5. Korkmuş kişige koy başı koş körünür. Korkmuş kişiye koyunun başı koç görünür.

6. Teve silkinse eşgekke yük çıkar. Deve silkinse eşeğe yük çıkar.

7. Ermegüge bulut yük bolur. Tembele bulut (dahi) yük olur.

8. Bir karga birle kış kelmes. Bir karga ile kış gelmez.

Page 122: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

116

9. Kanı Kan ile yumas. Kanı kan ile yıkamazlar.

10. Bir tilkü terisin ikile soymas. Bir tilkinin derisi iki kere soyulmaz.

Ahmed Yesevî’nin Hikmetlerinden

Bismillâh dip beyân eyley hikmet aytıp Tâliblerge dürr ü güher saçtım muna Riyâzetini katığ tartıp kanlar yutup Min defter-i sânî sözin açtım muna

Sözni aydım her kim bolsa dîdâr-taleb Cânnı cânğa peyvend kılıp rengni ulap Ğarîb fakîr yetîmlerni könglin avlap Köngli bütün halâyıkdın kitçim muna

Kayda körseng köngli sınuk merhem bolğıl Andağ mazlûm yolda kalsa hemden bolğıl Rûz-ı mahşer dergâhığa mahrem bolğıl Mâ vü menlik halâyıkdın kitçim muna

Ğarîb fakîr yetîmlerni Resûl sordı Uşol tüni Mi’râc çıkıp dîdâr kördi Kaytıp tüşüp ğarîb yetîm izlep yördi Ğarîblemi izin izlep tüştim muna

Ümmet bolsanğ ğarîblerge tâbî’ bolğıl Âyet hadîs her kim aytsa sâmî’ bolğıl Rızk u rûzî her ne birse kâni’ bolğıl Kâni’ bolup şevk şarâbın içtim muna

Bugünkü Türkçesi

Bismillah’la başlayarak hikmet söyleyip Tâliplere inci, cevher saçtım işte. Riyâzeti katı çekip, kanlar yutup, Ben defter-i sâni sözünü açtım işte

Sözü didar isteyen herkes için söyleyip, Canı cana bağlayarak damarları ekleyip, Garip, fakir, yetimlerin gönlünü avlayıp, Gönlü bütün kimselerden geçtim işte.

Nerde görsen gönlü kırık, merhem ol sen; Öyle mazlum yolda kalsa, hemdem ol sen; Mahşer günü dergâhına mahrem ol sen Ben-sen diyen kimselerden geçtim işte.

Garip, fakir, yetimleri Resûl sordu; Hem o gece Mirâc’a çıkıp didar gördü; Geri inip garip, yetim izleyip yürüdü; Gariplerin izini izleyip indim işte.

Ümmet olsan, gariplere tâbi ol sen; Âyet, hadis her kim dese sâmi ol sen;

Page 123: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

117

Rızık, nasip her ne verse, kani ol sen; Kani olup şevk şarabını içtim işte.

(Eraslan, 1993;48)

XIII. YÜZYIL (ANADOLU SAHASI)

Malazgirt zaferiyle birlikte Anadolu’nun kapıları Türkler’e açılmıştır. XIII. yüzyılda Moğol akınları ve çeşitli sebeplerle çok sayıda Oğuz Türk’ü Orta Asya bozkırlarından Anadolu’ya göç ederek burayı yurt edinmişlerdir. Türk-ler’in Anadolu’da yerleşmeleri ile bu coğrafyada İslâmî Türk edebiyatının ge-lişimi arasında sıkı bir münasebet vardır. Özellikle Orta Asya’dan göçen ve hikmetler söyleme geleneğine sahip Yesevî dervişlerinin Anadolu’da Türk edebiyatının gelişmesinde önemli rolü olmuştur (Köprülü, 1991). Diğer taraf-tan Anadolu’da gerçekleştirilen fetihlerde adı öne çıkan kahramanların mü-cadeleleri destanî anlatımlarla yaşatılmıştır. Bu dönemde, Bizanslılar’a karşı savaşlarda gösterdiği kahramanlık sebebiyle Battal Gazi’nin ismi etrafında Battalnâme, Orta Anadolu’ya kadar birçok şehri fethetmiş olan Dânişmend Gazi’nin ismi etrafında da Dânişmendnâme ve Anadolu ve Rumeli’nin fet-hinde önemli rolü bulunan Saru Saltuk’un menkabelerini anlatan Saltuknâme isimli destanlar meydana getirilmiştir. Bu eserlerde, eski Türk destanlarındaki “alp” tipinin İslâmî hüviyete bürünerek “gazi” tipine dönüş-tüğü görülmektedir. Bu destanlar başlangıçta eski Türkler’deki destan gele-neğine uygun olarak sözlü olarak söylenmiş, sonraki yüzyıllarda yazıya geçi-rilmiştir.

XIII. yüzyıl Anadolu’sunda Türk-İslâm edebiyatının temsilcilerinin muta-savvıf, ilk yazılı ürünlerin de dinî tasavvufî mahiyette eserler olduğu görülür. Türk asıllı olan ancak eserlerini Farsça yazmış olan Mevlâna Celâleddin-i Rûmî bu yüzyılın en büyük şairidir. Mevlâna, bugün Afganistan sınırları içe-risinde kalan Belh şehrinde dünyaya gelmiştir. 1212 yılında ailesiyle birlikte önce İran’a, sonra da Anadolu’ya gelmişlerdir. İlk eğitimini babası Burhaneddin Veled (ö. 1231)’den alan Mevlâna, daha sonra babasının öğren-cisi Seyyid Muhakkik Tirmizî (ö. 1242)’nin yanında tasavvufi eğitim almış-tır. Seyyid Burhaneddin’in vefatından sonra Konya’ya gelen Şems-i Tebrizî ile tanışmıştır. Şems, Mevlâna’nın duygu ve düşünce dünyasının şekillenme-sinde fevkalade etkili olmuştur. Şems’in ortadan kaybolmasıyla Mevlâna de-rin bir yalnızlığa düşmüştür. Bir süre sonra babasının öğrencilerinden Selahaddin Zerkub isimli bir kuyumcu ile dostluk kurmuş, onun da vefatıy-la Mesnevi’nin yazılmasını teşvik etmiş olan Hüsameddin Çelebi ile arkadaş olmuştur. Mevlâna, 17 Aralık 1273 yılında Konya’da vefat etmiştir.

Mevlâna eserlerini Farsça yazmış olmasına rağmen Türk edebiyatı üze-rinde en etkili şairlerden biri olmuştur. Şiir tekniği bakımından Divan şairle-rine öncülük etmekle birlikte tasavvufi düşüncesi itibarıyla da hemen hemen bütün tasavvuf şairlerini, özellikle de Mevlevîliğe mensup şairleri derinden etkilemiştir. Mevlâna’nın üçü mensur beş adet eseri bulunmaktadır. Hepsi de dönemin edebî geleneğine uygun olarak Farsça yazılmıştır. Mevlâna’nın sa-natçı kişiliğini ortaya koyan ve lirik şiirlerini ihtiva eden eseri Divân-ı Ke-bir’dir. Divandaki şiirlerinde Şems mahlasını kullanmıştır. Bu yüzden esere Divânı-ı Şems-i Tebrizi de denilmiştir.

Mevlâna’nın ikinci eseri, ona dünya çapında şöhret sağlamış olan Mesne-vi’sidir. Mevlâna’nın olgunluk dönemi eseridir. Mevlâna Mesnevî’nin özü

Page 124: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

118

kabul edilen ilk on sekiz beytini bizzat yazmış, geri kalan yaklaşık 25600 beytini Hüsameddin Çelebi’ye yazdırmıştır. Eser, mesnevî nazım biçiminde aruzun Failatün failatün failün kalıbıyla yazılmıştır. Mesnevî’nin İçerisinde çok sayıda ayet, hadis, atasözü ve eğitici hikâyeler bulunmaktadır. Abdülbâkî Gölpınarlı, Mesnevî’nin muhteva özelliklerini şöyle açıklamaktadır:

“Mesnevî’nin hemen her bahsinde Kur’an kıssaları geçer. Birçok beyitle-rinde âyet ve hadislerden lâfzî ve manevî iktibas ve tazminler vardır. Bu ba-kımdan Mesnevî’ye ‘Magz-ı Kur’an-Kur’an’ın içyüzü’ diyenler tamamıyla haklıdırlar. Mevlâna, kitabında kelâm kaidelerinden, Yunan felsefesiyle bu felsefenin İslâmî şekli olan Hükemâ felsefesinden, bu sistem içinde yaradılış ve dünya telâkkilerinden, büyük sofilerin menkabelerinden bahseder. Mesne-vî’de yer yer realiteye de ehemmiyet vermiştir. Bu yalnız hikâyelerde değil-dir. Mevlâna gezdiği yerleri, gördüğü şeyleri anlatırken de realiteye büyük ehemmiyet verir. Bütün bir devrin âdetleri, gören[ek]leri, düşünce ve sezişleri elle tutulur, gözle görülür bir halde canlanır. Bazen da Mevlâna, kendi mace-ralarını kapalı yahut açık bir surette anlatır, fikirlerini izah eder.” (Gölpınarlı, 1988;V).

Mesnevî, Türkçe başta olmak üzere birçok dünya diline çevrilmiştir. Mesnevi etrafında Türk edebiyatında bir çeviri ve şerh edebiyatı meydana gelmiştir. Ankaralı İsmail Rusuhî Efendi (1631), Bursalı İsmail Hakkı (ö. 1725), Ahmet Avni Konuk (ö. 1938), Tahir Olgun (ö. 1951), Abdülbaki Gölpınarlı (ö. 1981), Şefik Can (ö. 2005) tanınmış Mesnevî şârihleridir. Sü-leyman Nahîfi (ö. 1738-39 ) şair Mesnevi’yi aynı aruz kalıbıyla nazmen ter-cüme etmiştir. Şerh ve tercüme faaliyetleri günümüzde de devam etmektedir.

Mevlâna’nın bir diğer eseri çeşitli konulardaki sohbetlerininin derlenmersinden oluşan Fihi Ma fih’tir. “Yedi meclis” anlamına gelen Mecalis-i Seb’a Mevlâna’nın gençlik döneminde yapmış olduğu yedi vaazı ihtiva eden mensur bir eserdir. Son eseri Mektubat, Mevlâna’nın dönemin önde gelen kişilerine yazdığı 145 mektuptan oluşmaktadır.

XIII. yüzyılın eser sahibi mutasavvıflarından biri Mevlâna ile çağdaş olan Hacı Bektaş-ı Veli (ö. 1277)’dir. Horasan’dan Anadolu’ya göç etmiş ve Sulucakarahöyük’e yerleşmiştir. Menkabelerde göre Ahmed Yesevi’nin müridlerinden olduğu, irşad göreviyle Anadolu’ya gönderildiği nakledilmiş-tir. Bektaşîlik tarikatının kurucusu olan Hacı Bektaş-ı Veli, çok sayıda derviş yetiştirmiştir.

Hacı Bektaş-ı Veli’nin Makâlât, Kitâbü’l-fevâid, Fatiha Sûresi Tefsiri, Besmele Şerhi, isimli eserleri vardır. Bunlardan başka nasihat ve şathiyelerini içeren risaleleri bulunmaktadır. Hacı Bektaş-ı Veli’inin tasavvufi görüşleri en ayrıntılı olarak Makâlât isimli eserinde yer almaktadır. Makâlât, Arapça ya-zılmış, sonradan mensur ve manzum olarak Türkçe’ye tercüme edilmiştir. Makâlât’ın temel konusunu dört kapı (şeriat, tarikat, marifet ve hakikat), ve her bir kapıda on prensibi ihtiva eden kırk makamın açıklaması oluşturmak-tadır.

XIII. yüzyıl sona ererken edebî eserlerde Farsça ile birlikte Türkçe de kul-lanılmaya başlamıştır. Karamanoğlu Mehmed Bey’in 1277 yılında devletin idaresini ele aldıktan sonra yayımlamış olduğu “Bu günden sonra hiç kimse divanda, dergâhda, bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil ko-nuşmayacak.” şeklindeki fermanı, Türkçe yazma konusunda âlim ve edipleri cesaretlendirmiş olmalıdır. Mevlâna’nın oğlu Sultan Veled (ö. 1312) eserleri-ni genel olarak Farsça yazmakla birlikte eserlerinin içinde Türkçe beyitler de

Page 125: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

119

bulunmaktadır. Sultan Veled’in Divan, İbtidanâme, İntihanâme, Rebabnâme isimli manzum; Maarif adıyla da mensur eseri bulunmaktadır. Bu eserlerden İbtidanâme’de, 76, Rebabnâme’de 162 Türkçe beyit bulunmaktadır. Çok eser yazmakla birlikte Sultatn Veled babası kadar güçlü bir şair değildir. Onun asıl önemi, temel prensiplerini Mevlâna’nın koymuş olduğu Mevlevîliği sis-temli bir tarikat haline getirmiş olmasıdır.

Yüzyılın sonlarında yaşadığı söylenen şairlerden biri hakkında fazla bilgi bulunmayan Şeyyad Hamza’dır. Şeyyad Hamza’nın 1529 beyitlik Yusuf u Züleyha isimli mesnevisi, 36 beyitlik Dasitan-ı Sultan Mahmud adlı küçük bir mesnevisi ile az sayıda dini-tasavvufi şiirleri bulunmaktadır.

On üçüncü yüzyılda yaşamış ve eserleri günümüze ulaşan şairlerden biri de Ahmed Fakih’tir. Aslında bu yüzyılda birden fazla Ahmed Fakih adına rastlanmaktadır. Dünyanın geçiciliği, ölüm ve ahiret hayatına hazırlanmanın gerekliliğinden bahseden ve bazı araştırmacılar tarafından edebiyatımızda ilk mevlid örneği olarak da kabul edilen Çarhnâme; Şam, Mekke, Medine, Ku-düs gibi şehirleri ile buradaki kutsal mekânların anlatıldığı Kitâbü Evsâf-ı Mesâcid isimli eserler Ahmed Fakih ismine izafe edilmektedir (Sertkaya, 1989).

Türk tasavvuf edebiyatının şüphesiz en dikkate değer şairi Yunus Emre (ö. 1320) de bu yüzyılda yaşamıştır. Hayatı hakkında bilinenlerin çoğu menkabelere dayanmaktadır. Kesin olmamakla birlikte Orta Anadolu ve Batı Anadolu bölgelerinde yaşadığı kabul edilir. Eski kaynaklarda Yunus’un üm-mî bir kişi olduğu nakledilmiştir. Eldeki bilgiler onun tahsil yapıp yapmadı-ğını açıklamaya yetmemektedir. Bununla birlikte o, tekke çevresinde yetiş-miş, ilahî bilgiyle donanmış âlim ve ârif bir kişidir (Tatçı, 1990).

Yunus Emre’nin Divan’ı ve Risâletü’n-nushiyye isimli mesnevisi bulun-maktadır. Yunus şiirlerinde aruzun hece veznine uyan basit kalıplarını kul-lanmıştır. Dîvân’da daha ziyade ilâhi aşkı konu edinen ilâhî, nutuk, nefes tü-ründe şiirler yer almakla birlikte Münâcât, Na’t, Miraciye, Nasihatnâme vb. türlere de rastlanmaktadır (Tatçı, 1990). Risâletü’n-nushiyye, Yunus Em-re’nin altı yüz beyitlik didaktik bir mesnevîsidir. 1307 yılında yazılmıştır. Eser, Ruh ve akıl, kibir ve kanaat, buşu (gazab), sabır, buhl ve hased, gıybet ve bühtan olmak üzere altı başlık halinde yazılmıştır (Tatçı, 1991).

Yunus Emre’yi önemli kılan onun dili, sanatı, âşıkane üslubu ve kendi-sinden sonra gelen bütün mutasavvıf şairleri etkileme gücüne sahip olmasıdır. Kullandığı Türkçe dönemin karakteristik özelliklerini yansıtır. Şiirlerinde bu-gün arkaik kabul edilen pek çok Türkçe kelime kullanmıştır. Bunun yanı sıra dile yerleşmiş olan ve yaşadığı dönemde kolayca anlaşılabilecek Arapça ve Farsça kelimeleri de kullanmaktadır. Türkçe tasavvufî terim dilinin kurucusu sayılmıştır (Tatçı, 1990). Tasavvuf edebiyatının bütün ürünlerinde olduğu gi-bi Yunus’un şiirlerinin de amaç öğretmek olup şiir araç olarak kullanılmıştır. Bununla birlikte Yunus’un şiirlerindeki lirizm, şiirsellik öylesine yoğundur ki öğreticilik vasfı, dâhi bir sanatkârın dilinde âdeta eriyip gitmektedir. Onun şi-irlerinin dikkat çekici bir yönü de âşıkane bir üslupla yazılmış olmasıdır. Hemen hemen bütün şiirlerine hâkim olan bu üslup “Yunus tarzı” olarak ekolleşmiştir. Sonraki yüzyıllarda yetişen Kaygusuz Abdal, Eşrefoğlu Rûmî, İbrahim Ümmi Sinan, Aziz Mahmud Hüdayi, Vâhib Ümmî, Elmalılı Ümmî Sinan, Niyazi-i Mısri gibi meşhur mutasavvıf şairler Yunus’un açtığı yolda yürümüşlerdir.

Page 126: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

120

Fuad Köprülü’nün Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar isimli eserini okuyunuz.

Anadolu’da meydana getirilen tasavvufî edebiyat iki ana koldan ilerlermiştir. Birincisi, Mevlâna ve Sultan Veled çizgisinde divan edebiyatının nazım şekille-rini; İkincisi, Yunus Emre çizgisinde daha çok halk edebiyatı nazım şekillerini kullanarak ilerlemiştir.

Makâlât’tan

“Hakîkat Makâmın Beyân ider:

Hakîkatun Evvel Makâmı: Toprak olmakdur.

İkinci Makâmı: Yetmiş iki milleti ayıblamamakdur.

Üçünci Makâmı: Elinden geleni men’ itmemekdür.

Dördünci Makâmı: Dünyâ içinde yaradılmış nesneye emîn olmakdur.

Beşinci Makâmı: Mülk ıssına yüz sürüp, yüz suyın bulmakdur. Zîrâ kim vah-det evindedür.

Altıncı Makâmı: Sohbetdür ve esrâr-ı hakîkat söylemekdür.

Yedinci Makâmı: Seyrdür.

Sekizinci Makâmı: Sırdur.

Dokuzuncı Makâmı: Münâcâtdur.

Onuncı Makâmı: Müşâhededür ve Çalab’a ulaşmakdur.”

(Yılmaz, 2005;81).

Yunus Emre Dîvânı’ndan

İlim ilim bilmekdür ilim kendin bilmekdür

Sen kendüni bilmezsin yâ niçe okumakdur Okumakdan ma’nî ne kişi Hakk’ı bilmekdür

Çün okudun bilmezsin ha bir kuru emekdür Okıdum bildüm dime çok tâ’at kıldum dime

Eri Hak bilmezisen abes yire yilmekdür Dört kitâbun ma’nîsi bellüdür bir elifde

Sen elif dirsün hoca ma’nîsi ne dimekdür

Page 127: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

121

Yûnus Emre dir hoca gerekse bin var hacca

Hepisinden eyüce bir gönüle girmekdür

(Tatçı, 1990)

Mevlâna ve Yunus Emre’den sonra Anadolu’daki Türk edebiyatı ne şekilde bir gelişim seyri izlemiştir?

Mesnevî’nin İlk On Sekiz Beyti (Nahîfî Tercümesinden)

Dinle neyden kim hikâyet etmede

Ayrılıklardan şikâyet etmede Der kamışlıkdan kopardılar beni

Nâlişim zâreyledi merd ü zeni Şerha şerha eylesin sînem firâk

Eyleyem tâ şerh-i derd-i iştiyâk Her kim aslından ola dûr u cüdâ

Rûzgâr-ı vaslı eyler muktedâ Ben ki her cem’iyyetin nâlâniyem

Hem dem-i hoş-hâl ü bed-hâlâniyem Her kişi zu’munca bana yâr olur

Sohbetimden tâlib-i esrâr olur Sırrım olmaz nâlişimden gerçi dûr

Lîk yok her çeşm ü gûşa feyz-i nûr Birbirinden cân ü ten pinhân değil

Lîk yok destûr-ı rü’yet câna bil Oldu âteş sıyt-ı ney sanma hevâ

Kimde bu âteş yoğ ise hayf ana Âteş-i aşk iledir te’sîr-i ney

Cûşiş-i aşk iledir teşvîr-i mey

Page 128: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

122

Yârdan mehcûra hem-derd oldu ney

Çâk-sâz-ı perde-i merd oldu ney Ney gibi bir zehr ü tiryâk olamaz

Ney gibi dem-sâz ü müştâk olamaz Ney verir bir râh-ı pür-hûndan haber

Aşk-ı Mecnûn kıssasın takrîr eder Bî-dilândır mahrem-i esrâr-ı hûş

Yok zebâna müşterî illâ ki gûş Derdimizden rûzlar bî-gâh olur

Rûzlar çok söz ile hemrâh olur Gam değildir günler eylerse güzer

Sen hemân bâkî ol ey pâkize-ter Mâhiyi bahr olamaz sîrâb-sâz

Rûz-ı bî-rûzî olur gâyet dirâz Puhte hâlin hîç fem etsin mi hâm

İhtisâr üzre gerek söz vesselâm

(Çelebioğlu,1967)

XIV. YÜZYIL

On dördüncü yüzyıl, Anadolu’da Türkçe’nin yazı dili haline gelmesinde bir dönüm noktasıdır. Selçuklular’ın yıkılmasından sonra Anadolu’da kurulan Beylikler, siyasi tarih bakımından olduğu kadar edebiyat tarihi bakımından da bir geçiş dönemini temsil ederler. Bu dönem, konuşulan ve yazılan dilin özellikleri itibarıyla Eski Anadolu Türkçesi veya Erken Dönem Osmanlı Türkçesi olarak adlandırılan Türk dilinin özel bir devresi kabul edilmiştir (Özkan, 1999). İyi eğitimli Selçuklu sultanlarına göre Türkçe’den başka dil bilmeyen Beyler, etrafında toplanan âlim ve sanatkârlardan Türkçe eser yaz-malarını istemişlerdir. Bu durum, Anadolu’da edebî dilin gelişmesinin itici gücü olmuştur. Bu yüzyılda yazılan ve Anadolu’daki çeşitli Beylere takdim edilen kısa surelerin (Yasin, Tebareke, Fatiha ve ihlâs sureleri) tefsirleri, Kı-sas-ı Enbiya ve Tezkiretü’l-evliyâ çevirileri Türk dilinin tarihi gelişimi bakı-mından kıymetli belgeler olarak değerlendirilmiştir (Levend, 1949).

Page 129: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

123

Anadolu’da Türkçenin edebî dil haline gelmesinde siyasî hadiselerin ne tür bir etkisi olmuştur?

On dördüncü yüzyıl dinî-tasavvufi edebiyatın verimli bir dönemi olarak göze çarpmaktadır. Bu yüzyılda eser vermiş olan müelliflerden biri Gülşehrî (ö. 1317’den sonra)’dir. Kırşehir’in Gülşehir kasabasında yaşadığı için bu mahlası kulanmıştır. Asıl adı Süleyman’dır. Gülşehrî, Feridüddin Attar’ın Mantıku’t-tayr isimli eserini bazı ilave ve değişiklerle çevirerek Türkçe’ye kazandırmıştır. Eser, vahdet-i vücud anlayışını işleyen yaklaşık 5000 beyitlik bir mesnevidir. Gülşehrî’nin Türkçe ve Farsça başka eserleri de bulunmakta-dır.

Yüzyılın önde gelen mutasavvıf şairlerinden biri, Garibnâme isimli ese-riyle şöhret bulmuş olan Âşık Paşa (ö. 1332)’dır. Kırşehir’de doğmuş olup asıl adı Ali’dir. Soylu bir aileye mensuptur. Adı, Babaîler isyanına karışan Baba İlyas Horasanî’nin torunu; XV. Yüzyılın ünlü tarihçisi Aşıkpaşazâde’nin büyük dedesidir. Âşık Paşa, zahirî ve batınî ilimleri tahsil etmiş, babasının ölümü üzerine Kırşehir’deki zaviyede şeyh olmuştur.

Âşık Paşa’nın Garibnâme isimli eseri aruzun fâilâtün fâilâtün fâilün kalı-bıyla yazılmış dinî- tasavvufî öğütler içeren bir mesnevîdir. Yazımı 1330 yı-lında tamamlanmıştır. Eserin matematiksel bir düzeni vardır. Başlıca on bö-lüme, her bölüm ayrı ayrı on kıssaya yer vermiştir. Beyit sayısı on iki bin ola-rak bilinmekle birlikte eser üzerinde çalışanlar farklı sayılar ileri sürmüşler-dir. Garibnâme’yi yayımlayan Kemal Yavuz 10.613 beyit tespit etmiştir (Yavuz, 2000). Garibnâme, Allah aşkı, peygamber sevgisinden alimlere say-gı ve muhabbete; hastalıklar ve çarelerinden aile, toplum ve devlet anlayışına uzanan oldukça geniş ve çeşitli konu kadrosuna sahiptir. Yavuz’un tepsilerine göre işlediği konu sayısı 550’yi bulmaktadır. Âşık Paşa’nın Garibnâme’den başka Fakrnâme, Vasf-ı Hal, Kimya Risalesi, Sema Risalesi ve Tasavvuf Ri-salesi adlı eserleriyle muhtelif şiirleri vardır.

Garibnâme’nin sanat düşüncesinden ziyade okuyanları bilgilendirme amacına yönelik olarak yazıldığı aşikârdır. Bununla birlikte şairin samimi üs-lubu okuyucularda tesir uyandıracak niteliktedir. Garibnâme ayrıca, Süley-man Çelebi’nin mevlid manzumesine kaynaklık eden eserlerden biridir. Âşık Paşa’nın Türkçeye verdiği değer onun eserinin kıymetini artırmaktadır. Türk dilinin hakir görüldüğü bir dönemde her türlü eleştiriye göğüsleyerek, halkı Hak’tan mahrum etmemek için eserini Türkçe yazmıştır.

Âşık Paşa’nın oğlu Elvan Çelebi (ö. 1368) de mutasavvıf bir şairdir. Bu-gün Çorum’un Mecitözü ilçesine bağlı, kendi adıyla anılan köyde yaşamıştır. Menâkıbü’l-kudsiyye isimli 2081 beyitlik bir mesnevisi bulunmaktadır.

On dördüncü yüzyılda yetişen dinî edebiyatın temsilcilerinden biri Erzu-rumlu Kadı Mustafa Darîr’dir. Gözleri görmediği için anadan doğma kör anlamına gelen “Darîr” lakabını kullanmıştır. Hafıza gücüyle ilimleri tahsil ederek kadılık makamına ulaşmıştır. Onun en mühim eseri, İbn Hişam, Vakıdî gibi siyer müelliflerinin eserlerinden yararlanarak meydana getirdiği altı ciltlik Siretü’n-Nebî‘dir. Himayesinde bulunduğu Mısır meliki Mansur Ali’nin isteği üzerine yazmıştır. Eser, mensur olmakla birlikte zaman zaman manzum parçalar da ihtiva etmektedir. Konusu itibarıyla Türk İslâm edebiya-tında siyer türünün müstakil bir örneğidir. Âşık Paşa’nın eseri gibi Süleyman Çelebi’nin mevlid manzumesine kaynak oluşturmuştur. Darîr’in Siretü’n-

Page 130: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

124

Nebî’den başka Fütuhu’ş-Şam Tercümesi, Yüz Hadis Tercümesi ve Kıssa-i Yusuf isimli eserleri vardır.

Türk İslâm edebiyatına dair bu yüzyılda eser veren diğer temsilcilerini de şöylece sıralayabiliriz. Âzeri sahasında olmakla birlikte Seyyid Nesimî (ö. 1404) Türk tasavvuf edebiyatının bu asırdaki en büyük şairlerinden biridir. Hurufiliğin kurucusu Fazlullah-ı Hurufî (ö. 1393)’ye intisap etmiş, onun fi-kirlerini savunmuştur. İnancı yüzünden Halep’te derisi yüzülerek öldürül-müştür.

Divan şiirinin öncülerinden olan Ahmedî (ö. 1412), İskendernâme isimli meşhur mesnevisine dinî edebiyata ait bir tür olan “Mevlid” manzumesini ek-lemiştir. Yine Ahmedî’nin kardeşi Hamzavî’nin Hz. Muhammed’in amcası Hz. Hamza’nın kahramanlıklarını konu edinen Hamzanâme isminde mensur bir eseri vardır. Bunlardan başka yüzyılın dikkate değer simaları arasında Kıssa-i Yusuf isimli mesnevisi ile Sulu Fakih’i, Hz. Ali Gazavatnâmeleri ve Muhammed Hanefi Cenknâmeleri’nin müellifi Dursun Fakih (ö. 1331’den sonra)’i, Hacı Bektaş-ı Veli’nin Makalât’ını Türkçeye tercüme ettiği rivayet edilen ve Yunus tarzı şiirleriyle tanınan Said Emre’yi ve Hacı Bektaş’ın ta-kipçilerinden olup Nasihatnâme’siyle tanınan Abdal Musa’yı sayabiliriz.

Garipnâme’den

Kim alursa bu kitâbı yâdına

İre cümle ma’nînün murâdına Gerçi kim söylendi bunda Türk dili

İlle ma’lûm oldı ma’nî menzili Çün bilesin cümle yol menzillerin

Yirmegil sen Türk ü Tâcik dillerin Kamu dilde varıdı zabt-ı usûl

Bunlara düşmüşidi cümle ukûl Türk Diline kimsene bakmazıdı

Türklere hergiz gönül akmazıdı Türk dahi bilmezidi ol dilleri

İnce yolı ol ulu menzilleri Bu Garib-nâme anın geldi dile

Kim bu dil ehi dahi ma’nî bile

Page 131: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

125

Türk dilinde ya’nî ma’nî bulalar

Türk ü Tâcik bile yoldaş olalar Yol içinde birbirini yirmeye

Dile bakup ma’nîsin hor görmeye Türk dilinde anlayalar ol Hakk’ı

Tâ ki mahrûm kalmaya Türkler dakı

Tebâreke Tefsîri’nden

“Sual: Eger sorarlarısa ki Tangrınun ne ihtiyacı vardur sınamağa. Sınamak (25/a) bir kişiye gerek ki ol işlerün sonı ne olasın bilmeye, ol bilür Tangrıdur, kimden ma’siyet ve kimden tâ’at gelsin. Pes sınamağa ne ihtiyacı varıdı?

Cevab: Sınamakdan murad kendü bilmek degüldür, belki halk arasında bellü ola ve firişteler bileler ki anun kulları, dünya zevkine aldanup ölümle-rin unıtmadılar, dünyanun az hoşlığıyıçün Tangrı rızasın terk idüp kendülerin azâba giriftar kılmadılar.

Nite kim meselde gelmişdür: Bir kişi bir girmiş deveyi urdı. Deve kasd eyledi ol kişiyi helâk kılmağa. Ol kişi deveden kaçdı, kaça kaça ardı. Deve dahı yaklaşdı. Nâgah bir kuyuya irişdi. Ol kuyunun ağzına yakın ağaç köki arkurı durdı. Ol iki köke yapışdı, kuyuya aslındı, deve üstine çökdi. Iki ayağı barmağı yire irdi. Bakdı gördi, ayağı altında dört ılan başları birbirine çatıl-mış, ol ılanlardan aşağa bir ejdeha ağzın açmış. Döndi, giru bakdı, gördi Iki sıçan: biri ak, biri kara, ol köke yapışmış keserler. Cânına korku düşdi. Bu korku içinde dururken gördi; birkaç aru kuyu kıranında dirilmiş birkaç gömeç bal eylemiş. Ol balı yimege meşgul oldı, korkusından unutdı. Ol iki sıçan ol köki kesdiler. Aşağa düşdi. Hâli ma’lûmdur ki ne oldı. Murâd ol deveden eceldür ki issinün üstine çökmiş durur. Ol iki kökden murâd ömrdürür. Ol iki sıçandan murâd gündiz-ile gicedür (25/b) ki âdem oğlanının ömrin keserler. Ol dört ılandan murâd vücûdumuzdur ki dört nesnedür, biribirine düşmandur. Ol dört nesne od, yil, su, toprak bir yirde cem olup dururlar biribirine düş-man; ecel vaktinde biribirin helâk kılurlar. Murâd ol ejdehadan tamudır. Ol baldan murad dünyâ zevkidür. Murâd ol kişiden gâfillerdür ki ol balun tatlucağına aldandılar ölümi unutdılar. Pes âkıl oldur ki bu dünyâ zevkine mağrur olup ölümi unutmaya, yüz, deve issine duta. Deve issine yalvara, de-ve issi deveyi durdura, elin ala kuyudan çıkara uçmak yazusına irişdüre.

Nükte: Bir it deniz kenarına su içmege vardı. Su üstinde bir pâre etmek gördi. Diledi ki alayıdı. Sunun altında etmegün gölgesin gördi. Etmegi kodı gölgesin dutmağa meşgûl oldı. Gölgeyi dutamadı, etmegi dahı mevc aldı. İt mahrûm kaldı. Pes dünya âhiretün gölgesidür. Gölge elde kalmaz. Elde kal-maz gölgeye inanan gölgeden yadakalır. Uslu kişi oldur ki Tangrıya mutî’ ola, nefsine uyup Tangrınun buyrığın sımaya. Tangrınun ukubeti katıdur ana âsî olanlara.”

Kaynak: Mülk Sûresi Tefsîri, Adnan Ötüken Ktp. nr. 329

Page 132: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

126

XV. YÜZYIL

On beşinci yüzyıl Anadolu’nun siyasî coğrafyası önemli değişikliklere uğra-mıştır. İstanbul fethedilmiş, İmparatorluğun başkenti yapılmıştır. İki büyük beylik olan Karamanoğulları ve Candaroğulları yüzyılın ikinci yarısında Os-manlı Devletine iştirak etmiştir. Yüzyılın başında Yıldırım Bazyezit (1389-1402)’in Ankara Savaşında Timur’a yenilmesi Osmanlı Devletinde siyasi çalkantılara sebep olmuşsa da Çelebi Mehmed (1413-1421) siyasi birliği tek-rar sağlamıştır. Fetihle birlikte başkenti yapılan İstanbul, ilim, kültür, sanat, edebiyat faaliyetlerinin de merkezi haline gelmiştir.

On beşinci yüzyıl, Türk edebiyatının Anadolu’da gelişiminin hız kazandı-ğı, müellif ve eser bakımından geçmiş yüzyıllara oranla hayli kalabalık oldu-ğu bir dönemdir. Dinî-tasavvufî gayelerle yazılan manzum-mensur eserler de sayıca çoğalmıştır. Bu yüzyılda İslâmî Türk edebiyatının şaheserleri sayıla-cak kitapların yazıldığı görülmektedir.

Dinî edebiyatımız açısından on beşinci yüzyıla baktığımızda Vesîletü’n-necât isimli mevlidiyle Türk halkının gönlünde taht kurmuş olan Süleyman Çelebi (ö. 1422) ilk göze çarpan müelliflerimizdendir. Süleyman Çelebi’nin hayatı hakkında pek fazla bilgi yoktur. Kaynaklarda Ahmet Paşa’nın oğlu olan ve Orhan Gazi’nin değer verdiği Şeyh Mahmud’un torunu olduğu belir-tilmiştir. I. Bayezid’in dîvân-ı hümayun imamlığı, Bursa Ulu Camii imamlığı görevlerinde bulunmuştur. Gerek üstlendiği görevlerden gerekse yazdığı ese-rinden iyi bir eğitim aldığı anlaşılmaktadır. Süleyman Çelebi Vesiletü’n-necât’ı 1409 yılında altmış yaşındayken tamamlamıştır. Eserin yazılışına Ulu Cami’de görevli olduğu sırada meydana gelen bir olay sebep olmuştur. Riva-yete göre, İranlı bir vâiz, Bakara sûresinin 285. ayetini tefsir ederken 253. ayeti ile karıştırmış ve Hz. Muhammed’in Hz. İsa’dan üstün tutulmadığını açıklamıştır. Camide bulunanlardan bir şahıs, Bakara sûresinin 253. ayetinin delil getirerek vâizi susturmuştur. Ancak halk vâizin tarafını tutmuş; bunun üzerine o kişi, Arabistan, Mısır ve Halep’ten vaizin aleyhine fetvalar almış, hatta katline hükmettirmiştir. Bu hadiseye çok üzülen Süleyman Çelebi, Hz. Peygamber’e duyduğu derin sevgi ve saygının bir ifadesi olarak “Ölmeyüp İsâ göğe bulduğu yol / Ümmetinden olmağiçün idi ol” beytiyle başlayan beş beyit yazmış, arkasından meşhur eserini tamamlamıştır (Pekolcay, 1980).

Vesilet’n-necât, Hz. Peygamber’in doğum hadisesini konu edinen “mevlid” türünün en meşhur örneğidir. Aruz vezninin remel bahrinde fâilâtün fâilâtün fâilün kalıbıyla mesnevî nazım biçiminde yazılmıştır. Sade ve külfet-siz bir dil, samimi bir üslupla kaleme alınmıştır. Kendisinden sonra yazılan mevlidlere örnek oluşturmasına rağmen onlarca mevlid metninden hiç biri Süleyman Çelebi mevlidinin şöhretini yakalayamamıştır. Bu yüzden sehl-i mümteni (kolay görünmesine rağmen benzerinin söylenmesi zor söz) tarzının güzel örneklerinden biri kabul edilmiştir. Daha önce de belirtildiği gibi Sü-leyman Çelebi eserini yazarken Erzurumlu Mustafa Darir’in Sîretü’n-Nebî’si ile Âşık Paşa’nın Garibnâme’sinden faydalanmıştır.

Anadolu’nun manevî önderlerinden biri ve Bayramiyye tarikatının kuru-cusu olan Hacı Bayram-ı Velî (ö. 1430), sayıca az, ancak tesiri çok olan şiir-leriyle yüzyıl edebiyatına katkı yapmış mutasavvıf şairlerdendir. İkisi aruzla üçü de heceyle yazılmış olan beş şiiri bulunmaktadır. Bu şiirler tekkelerde ilahî olarak okunmuştur. “Çalabım bir şâr yaratmış iki cihân âresinde / Bakıcak dîdâr görünür ol şârın kenâresinde” beytiyle başlayan meşhur ilahi-sine şerhler yazılmıştır.

Page 133: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

127

Kaygusuz Abdal lakabıyla tanınmış olan Alaaddin Gaybî (ö. 1444), şiir tarzı bakımından Yunus Emre’nin en eski takipçilerinden biridir. Alâiyye Sancak Beyi’nin oğlu iken Elmalı’da Abdal Musa’ya intisap ederek tasavvufî hayata yönelmiştir. Hicaz, Irak ve Suriye’yi dolaşmış, Mısır ve Rumeli’de bulunmuştur. Çok sayıda eseri vardır. Manzum eserleri: Dîvân, Gülistan, Mesnevîler, Gevhernâme, Minbernâme. Mensur eserleri: Budalanâme, Kitâb-ı Miglâte, Vücûdnâme. Manzum-mensur karışık eserleri: Dilgüşâ, Saraynâme (Güzel, 1981).

XV. yüzyılın dinî edebiyat sahasında haklı bir üne sahip şairlerinden biri de, yüzyıllar boyu geniş halk kitleleri arasında okunan Muhammediye isimli eseriyle şöhret bulmuş olan Yazıcıoğlu Mehmed (ö. 1451)’dir. Doğum yeri belli olmamakla birlikte Gelibolu’da yaşamıştır. Babası, devlet hizmetinde yazıcı (kâtip) olarak çalıştığı için Yazıcı Salih olarak tanınan ve Şemsiyye isimli astrolojiye dair manzum eser yazmış bir kişidir. Yazıcıoğlu Mehmed ilk eğitimini babasından almış, mükemmel derecede Arapça ve Farsça öğ-renmiştir. Kardeşi Ahmed-i Bîcân ile beraber Hacı Bayram-ı Velî’ye intisap etmişlerdir.

Yazıcıoğlu’nun ünlü eseri Muhammediye, müellifin daha önce yazmış ol-duğu Megâribüz-zamân isimli Arapça eserinin manzum çevirisidir. Eser 1449 yılında tamamlanmış olup dokuz bin beyit civarındadır. Müellif eserini dost-larının, kardeşinin ısrarı ve rüyasında gördüğü Hz. Peygamber’in teşvik ve telkinleriyle yazdığını söylemiştir. Hz. Peygamber’in hayatı, kıyamet alamet-leri ve ahiret hayatı olmak üzere üç bölümden oluşmaktadır. Eserin Hz. Pey-gamber’i anlattığı kısmı “manzum siyer” türünün güzel bir örneğidir. Muhammediye çok okunduğundan dolayı kütüphanelerde ve özel kitaplıklar-da çok sayıda yazma ve basma nüshaları bulunmaktadır. Eser, Türkiye dışın-da, Kırım’da, Kazan’da ve Başkurt Türkler’i arasında da kutsiyet kazanmıştır (Çelebioğlu, 1996) Yazıcığlu’nun kardeşi Ahmed-i Bîcân (ö. 1465’ten son-ra) da ağabeyi gibi âlim ve fâzıl bir kişidir. Envârü’l-âşıkîn ismiyle şöhret bulmuş olan eseri Megâribü’z-zamân’ın mensur tercümesidir.

Bu yüzyılda Yunus tarzı şiirleriyle meşhur olan mutasavvıf şairlerden biri de İznikli Eşrefoğlu Rûmî(1469-70)’dir. Eşrefoğlu Rûmî, ileri yaşlarda Bur-sa Çelebi Mehmed Medresesi’nde tanınmış müderrislerden ders okumuştur. Gördüğü bir rüya üzerine medreseyi terk ederek Abdal Mehmed isimli bir meczubun yönlendirmesiyle Emir Sultan’a başvurmuştur. Ancak, Emir Sul-tan yaşlılığını bahane ederek onu Ankara’da Hacı Bayram-ı Veli’ye gönderir. Eşrefoğlu, Hacı Bayram dergâhında on bir yıl hizmet ettikten sonra önce der-gâh imamlığına getirilir, sonra da Hacı Bayram’ın kızıyla evlendirilir. Tasav-vuf yolunda daha da ilerlemek için Hacı Bayram’ın tavsiyesiyle Kâdirî şeyhi Hüseyin Hamevî’ye intisap etmek üzere Hama’ya gitmiştir. Eşrefoğlu burada tasavvufî eğitimini tamamlayarak İznik’e dönmüş ve dergâhını kurarak irşada başlamıştır (Pekolcay-Uçman, 1995).

Eşrefoğlu’nun şiirleri Divan’da toplanmıştır. Divan’da ilâhî aşkı, vahdet düşüncesini, dünyanın faniliğini, nefsin hallerini çarpıcı benzetmelerle anlat-mıştır. Şiirlerinde aruzun yanında ve hece veznini de kullanmıştır. Tasavvufî ahlâkı anlttığı Müzekki’n-nüfûs, tarikat âdâbından ve ehl-i beyt sevgisinden bahseden Tarikâtnâme ve bazı küçük risaleleri vardır.

Yunus Emre’nin mutasavvıf şairler üzerinde etkisi olduğu bilinmektedir. XV. yüzyılın sonuna kadar Yunus tarzı şiirleriyle tanınan beş şair ismi tespit ediniz.

Page 134: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

128

Yüzyılın yetiştirdiği bilginlerden Sinan Paşa (ö. 1486), secili nesrin en başarılı örneklerini vermiştir. Fatih Sultan Mehmet(1451-1481)’in İstanbul’a atadığı ilk kadı olan Hızır Bey(ö. 1459)’in oğludur. Çok iyi bir eğitim almış, Edirne ve İstanbul medreselerinde müderrislik yapmıştır. Tasavvufî bir ma-hiyette yazılan Tazarrunâme, varlık, aşk ve âşıkın halleri, Allah’a karşı ya-karış ve duaları içerir. İçinde çok sayıda manzum parça yer almaktadır. Maarifnâme (Nasîhatnâme), ahlâkî öğütler içeren bir eserdir. Tezkiretü’l-evliyâ ise Feridüddîn-i Attar’ın eseri esas alınarak yazılmıştır. Bunların yanı sıra çok sayıda Arapça eseri bulunmaktadır.

Yüzyılın ünlü mutasavvıf şairlerinden biri de Halvetiyye tarikatı mensubu olmakla birlikte Mevlâna ve Mesnevî hayranlığı ile tanınan Aydınlı Dede Ömer Rûşenî (ö. 1487)’dir. Dede Ömer gençliğinde nefsanî bir hayat sür-müş, içkiye düşkün bir şair olarak bilinen Melihî ile de arkadaşlık yapmıştır. Bu dönemde daha çok hiciv ağırlıklı şiirler yazmıştır. Hatta kendisini dahi hicvettiği söylenir. Aydınlı olduğu için şiirlerinde “Rûşenî” mahlasını kulla-nıştır. Daha sonra tövbe ederek Halvetî şeyhi ağabeyi Alaaddin Ali(ö. 1462)’nin yanına Karaman’a gitmiştir. Daha sonra ağabeyinin tavsiyesiyle Bakû’ya giderek Yahya Şirvânî’nin müridi ve halifesi olmuştur. Mürşidinin vefatından sonra Halvetiyyenin Ruşeniyye şubesini kurarak irşad faaliyetleri-ni Tebriz’de sürdürmüştür.

Ruşenî’nin eserlerinin tamamı manzum olup dini-tasavvufî mahiyettedir. Divan’ından başka, tasavvufî inceliklerden bahsettiği Miskinnâme, Mesne-vî’yi öven Der Medh-i Mesnevi, Ney’den bahseden ve Mesnevi’nin on sekiz beytinin tercümesini içeren Neynâme, Mesnevî’de geçen Musa ile Çoban hi-kâyesinin genişletilmiş manzum bir çevirisi niteliğinde olan Çobannâme, ma-şukun nezdinde âşıkın durumunu, kâtibin elindeki kaleme benzeterek anlatan Kalemiyye isimli mesnevileri bulunmaktadır.

Yukarıda bahsedilenlerden başka bu yüzyılda Türk-İslâm edebiyatı saha-sında eser veren pek çok müellif ve mütercim bulunmaktadır. Özellikle dinî konulu eserlerin manzum ya da mensur tercüme edildiği dikkat çekmektdir. XIV. yüzyılın ikinci yarısı ile on beşinci yüzyılın ilk yarısında yaşayan Divan şairi Ahmed Dâi (ö. 1421’deb sonra)’nin çok sayıda mensur tercümeleri bu-lunmaktadır. Bunlardan biri Ebu’l-Leys Semerkandi Tefsiri’nin tercümesi olup manzum bir mukaddimesi vardır. Miftâhu’l-cennet isimli, cennetin sekiz tabakasına nisbetle sekiz meclisten oluşan fezâil kitabı ile Vesiletü’l-mülûk li-ehli’s-sülûk isminde âyete’l-kürsi tefsiri tercümeleri vardır. Ayrıca yine ona atfedilen Tezkiretü’l-evliya tercümesi bulunmaktadır. (Ertaylan, 1952). Şeyh Elvân-ı Şirazî (ö. 1425’ten sonra), Mahmud Şebusterî (ö. 1320)’nin Gülşen-i Râz isimli eserini nazmen tercüme etmiştir. Kaynaklarda hayatı hakkında fazla bilgi edinilemeyen, yaptığı manzum çevirilerle kendisinden söz ettiren bir şair Hatiboğlu Muhammed (1435’ten sonra)’dir. Hatiboğlu, Hacı Bektaş-ı Veli’nin Makâlât’ını nazmen tercüme etmiş ve eserine Bahrü’l-hakâik adını vermiştir. Muslihuddin Muhammed isminde bir müellifin Mülk Suresi Tefsirini Letâyifnâme adıyla nazma çekmiştir. Bir de Ferahnâme adında manzum yüz hadis tercümesi bulunmaktadır (Coşan, 2008). Balıke-sirli Devletoğlu Yusuf, Vikâye Tercümesi diye bilinen 6960 beyitlik fıkhî mesnevisini bu yüzyılda yazarak II. Murad (1421-1451)’a ithaf etmiştir. Yine II. Murad’ın isteği üzere Muînüddîn bin Mustafa (ö. 1436’dan sonra) Mes-nevî’nin birinci cildini Mesnevî-i Murâdiye adıyla tercüme ve şerh etmiştir. Fatih Sultan Mehmet’in hocası ve devrin tanınmış âlim ve mutasavvıfların-dan biri olan Akşemseddin (ö. 1459)’in din, tasavvuf ve tıp konularında eserlerinin yanı sıra tasavvufî mahiyette hece ve aruzla yazdığı az sayıda şiir-

Page 135: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

129

leri de bulunmaktadır. Yunus Emre tarzında şiirler yazan, Divan ve didaktik muhtevalı Kırk Armağan isimli mesnevileri ile Kemal Ümmî (1475), bu yüzyılda yetişen şairlerdendir. Vahdetnâme mesnevisi ve Kaside-i Bürde ter-cümesiyle bilinen Abdurrahim-i Karahisâri (ö. 1494) de on beşinci yüzyıl-da yaşamıştır. Karahisârî’nin ayrıca Minyetü’l-ebrâr isminde tasavvufi mahi-yette yazılmış bir eseri vardır. Bu yüzyılda yaşayan mutasavvıf şairlerden biri de Yunus tarzı ilahileri ve dinî-ahlâkî mahiyette beş bin beyit civarında Gülzâr-ı Manevi’si ile Akşemseddin’in müridlerinden İbrahim Tennûrî (ö. 1482)’dir. Tennûrî’nin müridlerinden Akşemseddin’in oğlu Hamdullah Hamdi (ö. 1503) de Yusuf u Züleyha, Mevlid-i Nebi, Leylâ İle Mecnûn Tuhfetü’l-uşşâk, Kıyâfetnâme isimli beş mesnevisiyle Anadolu’da ilk “hamse sahibi” şair olarak tanınmıştır.

Tazarru’nâme’den

İlâhî! Sen ol pâdişâhsın ki, lütfun hazînesi bî-pâyân; keremün deryâsı bî-kerân. Cûdun sehâb-i kâyim; feyzun bârân-ı dâyim. Rahmetün in’âm-ı şâmil; kudretün âsâr-ı kâmil. Cûdun denizinden dü âlem bir katre; mihrün havâsında iki cihân bir zerre.

İlâhî! Eğer halk-ı evvelîn ü âhırîn cem’ olup etbâk-ı âsümânı evrâk-ı defâtir itseler, bir demde ittügün eltâf u in’âmun yüz binde birinün hisâbını göremeyeler ve eger benî-âdemün her kılı dil ve her ahşâsı gönül olsa, bir ne-feste kılduğun ihsân ü ikrâmun bahirden katresinün, zemînden zerresinün şükrin edâ idemeyeler.

İlâhî! Çün evvel bizden sevâbık-ı tâ’at ve levâhik-ı hizmet olmadın, kendü lütfı amîm ve hulk-ı kerîmünden tevhîd milkine mâlik ve tefrîd silkine sâlik idüp “kâlû belâ” ahdini alup tâc-ı “le-kad kerremnâ”y-ile müzeyyen ü mükerrem eyledün, gine ol lutf-ı bî-ivaz ve kerem-i bî-garazundan, bu müc-rim âsîlerün taksîr ü küfrânü’n-ni’meleri sebebi-y-ile, kaht-ı târâcını musallat idüp, îmân tâcını başumuzdan alma. Şol şarâb-ı ezelî ki elst güninde içirdün, ebedî eksük eyleme.

İlâhî! Âsîlere azâb itmek adl-ise, afv itmek dahı ahdündür. İlâhî! Mücrim-lere ikâb itmek hakk-ise, bağışlamak dahı va’dündür.

(Tulum, 1971;82)

Eşrefoğlu Rûmî’den

İy aceb bilsem nedür yâ Rab bu derdün çâresi

Gün gün artar hiç onulmaz yüreğümün yâresi Yüreğümün yâresine hiç tabîb kılmaz ilâç

İy âceb var mı dahı bencileyin bî-çâresi Çâresi bî-çârelikdür yine bu derdün hemân

Çün belâ burcındadur âşıklarun sitâresi

Page 136: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

130

Gözi yaşlu bağrı başlu ciğeri delük delük

Olmuşam âlem içinde ışkınun avâresi Her kim inler bu belâdan varsun ol âşık değül

Görsün ol bir ana neyler dünyânun mekkâresi Dünyâ-yı mekkâreye her kim tolaşdı tâ ebed

Gitmedi gitmeyiser anun yüzinün karesi Her kimün gönlinde zerre denlü dünyâ hubbı var

Anı mahrûm itdi bilsün nefsinün emâresi Dôst yolında âşıkı ger kılsalar yüz bin pâre

Düşmeye dôst dôst diyü çağıra her bir pâresi Eşrefoğlu Rûmî bu derde giriftâr olalı

Düşdi bir deryâya kim yokdur anun kenâresi

(Güneş, 2000;409)

Özet

Türkler’in müslüman olduktan sonra meydana getirdikleri ilk eserlerin ortak özelliklerini açıklayabilmek.

Türkler’in Müslüman olduktan sonra meydana getirdikleri ilk müstakil eser-ler, Orta Asya’da Karahanlılar zamanında Hâkâniye Türkçesiyle yazılmıştır. Bu dönemde yazılan eserler dinî muhtevalıdır ve didaktik gayelerle yazılmış-tır.

Türk İslâm edebiyatına ait eserlerin dinî ve tasavvufî vasıflarını ayırt edebil-mek.

Tasavvuf cereyanının Türkler arasında yayılması İslâmiyet’e girmelerinden çok sonradır. Dolayısyla meydana getirilen ilk eserler sadece dinî eserlerdir. Tasavvufî edebiyat, ilk tarikat kurucusu olarak kabul edilen Ahmed-i Yesevî ile Orta Asya’da başlamıştır. Yesevî’nin takipçileri Anadolu’da tasavvufî edebiyatın temellerini atmışlardır. Anadolu coğrafyasında meydana getirilen ilk edebî ürünlerin çoğu tasavvufî içeriklidir. Dinî eserler, akaid, tefsir, fıkıh gibi dinin zahirine yönelik bilgileri; tasavvufî eserler ise ilâhî aşkı, varlık bil-gisini, nefsin mertebelerini, seyru sülûk yollarını öğreten bilgileri içerirler.

Page 137: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

131

Türk-İslâm edebiyatının Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan tarihi gelişimini açıklayabilmek.

Her edebiyat eseri şüphesiz meydana getirildiği dönemin bir ürünüdür. Bu-nunla birlikte tıpkı tarihi olaylarda olduğu gibi edebî eserelerde de süreklilik esastır. Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen Türk toplulukları arasında âlim, şair ve mutasavvıflar da bulunuyordu. Onlar bu yeni vatanlarında ilmî, edebî ve tasavvufî faaliyetlerine devam ettiler. Anadolu’da yazılan llk eserlere bakıl-dığı zaman tarihî sürekliliğin izlerini görmek zor değildir. Ahmed Yesevî ile Yunus Emre arasında pek çok benzerlik vardır. Bununla birlikte Orta As-ya’daki yazı dili, Anadolu’ya gelmemiştir. Anadolu’da Oğuz Türkçesi kulla-nılmıştır.

Tarihi hadiseler ve edebî ürünler arasındaki etkileşimlerini yorumlayabil-mek.

Tarihî hadiseler edebî eserleri doğrudan etkilemektedir. Ancak bu etkinin hızı farklı olmaktadır. Türkler’in İslâm dinini kabul etmeleri, Fetihler, Anado-lu’ya göçler, yapılan savaşlar, hâkimiyetin el değiştirmesi, fetret dönemleri, hepsi edebiyat eserleri üzerinde belirleyici role sahiptir. Sözgelimi Selçuklu-lar’ın dağılmasıyla ortaya çıkan yeni siyasî durumda, Beylikler’in başında bulunan beylerin Türkçe dışında dil bilmemeleri, himayelerindeki âlim ve şa-irlerin eserlerini Türkçe yazmalarına yol açmıştır. Bu vesileyle Türkçe eserler çoğalmış, Türk dilinin gelişmesini hızlandırmıştır.

Türk edebiyatının XV. Yüzyıla kadar gelişim seyrini aktarabilmek.

Yüzyıllara kabaca bakıldığında her yeni yüzyılda bir öncekine göre daha faz-la eserin telif edildiği görülmektedir. Özellikle edebî esererlere bakıldığında sadece nicelik olarak değil; kullanılan dil, nazım tekniği, üslup vb bakımlar-dan nitelik olarak da gelişmektedir. Eserlerin mevzuları çeşitlenmiş, Arapça ve Farsça’dan yapılan tercümeler bu çeşitliliği artırmıştır. Pek çok mütercim, tercümeyle yetinmeyip ilaveler yaparak yarı tercüme yarı telif eserler meyda-na getirmişlerdir.

Kendimizi Sınayalım

1. Aşağıdakilerden hangisi İslâmiyet sonrası meydana getirilen eserlerin ortak özelliklerinden biri değildir?

a. Öğreticilik vasfı hâkimdir.

b. Eski Türk geleneklerinden izler taşımaktadır.

c. Türk kültürüne ait bazı öge ve motifler İslâmî hüviyete bürünmüştür

d. Sadece yöneticilerin okuması için yazılmışlardır.

e. İslâm öncesi Türk edebiyatının şekil yapısını kısmen korumuşlardır.

2. Aşağıdaki eserlerin hangisi tasavvuf ile ilgilidir?

a. Battal Gazi Destanı

b. Kur’an Tercümeleri

Page 138: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

132

c. Sîretü’n-nebî

d. İskendernâme

e. Garibnâme

3. Aşağıda ismi verilen mutasavvıf şairlerden hangisinde Ahmed Yesevî’nin etkisi görülmez?

a. Hacı Bektaş-ı Velî

b. Nesîmî

c. Kaygusuz Abdal

d. Yunus Emre

e. Âşık Paşa

4. Oğuz Türkçesi’nin edebiyat dili haline gelmesi aşağıdaki siyasi olayların hangisinden sonra gerçekleşmiştir?

a. Selçuklu Devletinin Kuruluşu

b. Karahanlı Devletinin Kuruluşu

c. Göktürk Devletinin Kuruluşu

d. Karamanoğlu Beyliğinin kuruluşu

e. Osmanlı Devletinin Kuruluşu

5. XV. Yüzyıl Türk İslam edebiyatıyla ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?

a. İslâmî Türk edebiyatının en meşhur eserleri bu yüzılda yazılmıştır.

b. Arapça ve Farsça’dan yapılan tercümeler yavaşlamıştır.

c. Türk nesrinin en güzel örnekleri verilmeye başlanmıştır.

d. Şairler Türkçe’yi Arapça ve Farsça’ya tercih etmişlerdir.

e. Anadolu’da ilk hamse sahibi şair bu yüzyılda yetişmiştir.

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı

1. d Yanıtınız doğru değilse, “XI-XII. Yüzyıllar” bölümünü yeniden okuyunuz

2. e Yanıtınız doğru değilse, “XIV. Yüzyıl” konusunu yeniden okuyu-nuz.

3. b Yanıtınız doğru değilse, “XV. Yüzyıl” konusunu yeniden okuyu-nuz.

4. a Yanıtınız doğru değilse, XIII. Yüzyıl konusunu yeniden okuyunuz.

5. b Yanıtınız doğru değlse, XV. Yüzyıl konusunu yeniden okuyunuz.

Page 139: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

133

Sıra Sizde Yanıt Anahtarı

Sıra Sizde 1

Karahanlılar döneminde yazılan Kutadgu Bilig’de siyaset düşüncesi, Dîvânu Lügâti’t-Türk’te dil düşüncesi, Atabetü’l-hakâyık’ta da ahlâk düşüncesi ağır basmaktadır.

Sıra Sizde 2

Süleyman Bakırgânî olarak da bilinen Süleyman Hakîm Ata, Yesevî’nin üçüncü halifesidir ve hikmetler ve manzumeler söylemekle meşhur olmuştur. Ahir Zaman Kitabı, Meryem Kitabı ve Bakırgan Kitabı adlı üç manzum eseri günümüze ulaşmıştır.

Sıra Sizde 3

Anadolu’da meydana getirilen tasavvufî edebiyat iki ana koldan ilerlermiştir. Birincisi, Mevlâna ve Sultan Veled çizgisinde divan edebiyatının nazım şe-killerini; İkincisi, Yunus Emre çizgisinde daha çok halk edebiyatı nazım şe-killerini kullanmıştır.

Sıra Sizde 4

Selçuklu Döneminde Anadolu’da Türkçe sadece halkın konuştuğu bir dil ola-rak varlığını sürdürmüştür. Bu dönemde Türkçe yazılan eserlerin sayısı ol-dukça azdır. Anadolu Selçuklu Devletinin dağılma süreci, her bölgede ayrı bir Beyliğin kurulmasıyla sonuçlanmıştır. Beyliklerin başında bulunanların çoğunlukla Arapça ve Farsçayı bilmemeleri, resmi yazıların Türkçe yazılma-sını zorunlu kılmıştır. Ayrıca Beylere sunulmak amacıyla Türkçe eserler ya-zılmasının yanı sıra Arapça ve Farsça bazı meşhur eserleri Türkçeye kazan-dırma faaliyetleri de hız kazanmıştır. Bu da Türkçenin edebî ve ilmî bir dil olarak gelişmesine katkıda bulunmuştur.

Sıra Sizde 5

Yunus Emre tarzında şiirleriyle tanınmış olan şairler: Said Emre (ö. ?), Kaygusuz Abdal (ö. 1444), Kemal Ümmî (ö. 1475 ), Eşrefoğlu Rûmî (ö. 1469-70 ), İbrahim Tennûrî (ö. 1482 ).

Yararlanılan Kaynaklar

Arat, R.R. (1991).Kutadgu Bilig I Metin, Ankara.

Arat, R.R. (1992). Atabetü’l-hakâyık, Ankara.

Caferoğlu, A. (1970). Kaşgarlı Mahmud, Ankara.

Çelebioğlu, A. (1967). Mesnevî-i Şerif, Aslı ve Sadeleştirmesiyle Manzum Nahifi Tercümesi, İstanbul.

Page 140: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

134

Çelebioğlu, A. (1996). Muhammediye, İstanbul.

Sertkaya, O.F. (1989). “Ahmed Fakih”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, İstan-bul.

Eraslan, K. (1993). Dîvân-ı Hikmet’ten Seçmeler, Ankara.

Ertaylan, İ.H. (1952). Ahmed-i Dâi Hayatı ve Eserleri, İstanbul.

Gölpınarlı, A. (1981). Mesnevi I, Ankara.

Güneş, M. (2000). Eşrefoğlu Rûmî Dîvânı, İnceleme Karşılaştırmalı Metin, Ankara.

Güzel, A. (1981). Kaygusuz Abdal, Ankara.

Hacı Bektaş-ı Veli, (2009), Makâlât (haz. Ali Yılmaz-Mehmet Akkuş-Ali Öztürk), Ankara.

Köprülü, F. (1991). Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara.

Mülk Sûresi Tefsîri, Adnan Ötüken Ktp. Nu: 329.

Özkan, M. (1999). “Eski Dönem Osmanlıca Türkçesi”, Osmanlı c.I-VII, An-kara.

Pekolcay, N. Uçman, A. (1995). “Eşrefoğlu Rûmî”, Diyanet İslam Ansiklo-pedisi, İstanbul.

Sinan Paşa, (1971). Tazarru’nâme, Haz. A. Mertol Tulum, İstanbul.

Tatçı, M. (1990). Yunus Emre Dîvânı, Ankara.

Tatçı, M. (1991). Risâletü’n-nushiyye, Ankara.

Yavuz, K. (2000). Âşık Paşa-Garibnâme, İstanbul.

Page 141: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

135 

Page 142: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

136

Amaçlarımız

Bu üniteyi tamamladıktan sonra;

• Türk-İslâm Edebiyatının mahiyetini açıklayabilecek,

• Hangi yüzyıllarda hangi şairlerin yetiştiğini aktarabilecek,

• XVI-XX. yüzyıllarda yazılmış bir çok şiiri tanıyabilecek,

• Türk-İslâm Edebiyatının canlı ve devam eden bir edebiyat olduğunu açık-layabileceksiniz.

Anahtar Kavramlar

• Türk-İslâm Edebiyatı

• XVI-XX. Yüzyılda Edebî Durum

• XVI-XX. Yüzyılda Şair ve Yazarlar

• XVI-XX. Yüzyıl Şiirimizden Örnekler

Öneriler

Bu üniteyi daha iyi kavrayabilmek için okumaya başlamadan önce;

• Diyanet İslâm Ansiklopedisi “Divan Edebiyatı” maddesini okuyunuz.

• Mine Mengi’nin Eski Türk Edebiyatı Tarihi kitabını inceleyiniz.

• H. İbrahim Şener ve Alim Yıldız’ın Türk-İslâm Edebiyatı adlı kitabının “Tarihi Süreç” kısmını gözden geçiriniz.

• Mehmet Akif Ersoy, Necip Fazıl Kısakürek ve Sezai Karakoç’un beşer adet şiirini okuyarak üzerinde düşününüz.

Page 143: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

137

GİRİŞ

Türk-İslâm Edebiyatı, Türkler’in İslâm’ı kabul etmelerinden başlayarak, kla-sik olarak değişikliğe uğramadan Tanzimat Dönemi’ne ve oradan da çeşitli değişiklerle günümüze kadar ulaşan din ağırlıklı edebî ürünlerle müellif ve şairleri inceleyen bir bilim dalıdır. Tüm İslâmî ilimlerde olduğu gibi, bu ala-nın da ilk kaynakları Kur’ân-ı Kerîm ile hadislerdir. Kısas-ı Enbiyâlar (Siyer-ler ve diğer peygamberlerin kıssaları), Tasavvuf (Umumî tasavvuf, Tarikat-Tekke Edebiyatı ve Menâkıb-ı Evliyâ), devrin ilimleri, yerli malzeme ve İran Edebiyatı da bu edebiyatın diğer kaynaklarıdır.

Türk-İslâm Edebiyatı, Eski Türk Edebiyatı yahut yaygın adıyla Divan Edebiyatı’ndan bazı farklarla ayrılan bir edebiyattır. Eski Türk Edebiyatı, Türk edebiyatının gelişimi içinde İslâm kültürü ve İran edebiyatı etkisiyle Anadolu’da XIII. yüzyıldan başlayarak klasik dönemin sona erdiği Tanzi-mat’a kadar gelen, Türk şair ve müelliflerinin oluşturduğu bir edebiyattır. Türk-İslâm Edebiyatı ise Türklerin müslüman olmalarından başlayarak gü-nümüze kadar gelir. Bu itibarla Eski Türk Edebiyatı başlangıcı ve sonu itiba-riyle belli bir zaman dilimi içerisinde yer alan bir edebiyatı incelerken, Türk-İslâm Edebiyatı hala ürün vermeye devam eden ve canlılığını devam ettiren bir edebiyatı incelemektedir. Birincisi tarihi temel alırken, ikincisi dini mer-kez kabul eder. Her iki alanın ortak çalışma sahası Anadolu’da XIII. yüzyıl-dan Tanzimat Edebiyatı Dönemi’ne kadar olan dönemdir.

Eski Türk Edebiyatı kendi alanı içerisinde mütalaa edeceği eserlerde seçi-ci davranır. Manzum eserlerde İran şiirinin bütün geleneklerini benimsemiş ve onu kendisine yegâne örnek almış olan eserler bu edebiyatın ilgi alanıdır. Bu kıstasa uymayan eserleri vezni aruz bile olsa kendisinden saymaz (Akün: 1994: IX/389). Türk-İslâm Edebiyatı ise bu dönem içerisinde meydana getiri-len eserlerde bir ayrıma gitmez ve hepsini kendi bünyesinden kabul eder.

XVI. Yüzyıl Osmanlı’nın en güçlü olduğu ve hemen her alanda mükem-meliyete eriştiği dönemdir. XV. Yüzyılın ortalarından itibaren edebiyatımız kurallarıyla, remiz ve mazmunlarıyla klasik bir hale gelmiş ve XVI. yüzyılda zirve şairlerin eserleri edebiyat dünyamızda kendilerini göstermişlerdir. Os-manlı’nın duraklama ve gerileme dönemleri diğer alanlara olduğu kadar ede-biyatımıza da yansımıştır. XVII. yüzyıldan itibaren edebiyatımızda görülen bu duraklama XVIII. yüzyılın iki büyük şairi Şeyh Gâlib ve Nedim ile bir so-luk almışsa da XIX. yüzyılın ortalarında klasik dönem sona ermiştir.

XVI-XX. Yüzyıl

Türk-İslâm Edebiyatı

Page 144: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

138

Bundan sonra Tanzimat ve Yeni Türk Edebiyatı dönemleri başlayacaktır. XX. yüzyılın başlarında aruz Mehmet Akif, Yahya Kemal gibi şairlerce mü-kemmeliyete ulaşmışsa da hece karşısında hayatiyetini devam ettirememiştir.

Sosyal hadiselerin bir anda başlayıp bir anda bitmesi mümkün değildir. Her ne kadar XX. yüzyılın başlarında önce hece daha sonra serbest vezinle şi-ir yazımı ağırlık kazansa da eski edebiyatımıza uygun aruz vezniyle şiir yaz-maya devam eden ve divan meydana getiren şairler de olmuştur.

Şekil açısından olmasa da içerik açısından Divan şiiri geleneğinin tekrar başlaması, eski edebiyatımızın kaynaklarından yararlanarak yeni ve modern tarzda eser veren şairlerin edebiyatımızda görülmesi 1950’den sonraki yıllara rastlar.

Bu dönemde dergilerin büyük bir öneme sahip oldukları görülür. Hisar, Büyük Doğu, Diriliş, Edebiyat, Türk Edebiyatı, Dergah, Yedi İklim, Hece gibi edebiyat dergileri gelenekten beslenen şair ve yazarların ürünlerinin yayım-landığı dergilerdir. Bu etki günümüzde de devam etmektedir.

XVI. YÜZYIL

Divan edebiyatı ve şiiri için XVI. yüzyıl bir ihtişam dönemi, bir altın çağı mesâbesindedir. Bu yüzyıl, aynı zamanda Divan şairlerinin istiklâllerine ka-vuştukları bir yüzyıldır. Bu yüzyılın başta gelen şairleri, başta Âzerî lehçesiy-le şiir yazmakla beraber, yüzyıllar boyunca bütün Türk ülkesinde tanınan, se-vilen ve okunan, şiirdeki kudret ve şöhretleriyle yaşadıkları çağı aşan Fuzûlî (ö. 1556) ve gazelde ileri giden ve İstanbul Türkçesi’ni genel bir şiir dili hâli-ne getirerek yüzyıllar boyunca unutulmayan Bâki (ö. 1600) olmak üzere, ge-niş hayal gücüne sahip olan Zâtî (ö. 1546), aşk ve rindâne hayatın usta sözcü-sü Hayâlî (ö. 1557), sâde diliyle Nev‘î (ö. 1599), insan ruhunu tahlilde ger-çekten başarılı olan tenkitçi ve terkîb-i bendleriyle isim yapmış olan Rûhî-i Bağdâdî (ö. 1605) bu yüzyılın usta şairleridir. Fuzûlî Divan’ı, Leylâ vü Mec-nûn mesnevisi ile önem arz ederen, devrinin “sultânü’ş-şuarâ”sı olan Bâki Divan’ı ile, Câmî-i Rûm lâkabıyla anılan Lâmii Çelebi (ö. 1532) Şevâhidü’n-Nübüvve, Nefehâtü’l-Üns Tercümesi, Risâle-i Tasavvuf ve Hüsn-i Dil gibi eserleriyle şöhret bulmuştur. Yine Fuzûlî, hamse alanında önem arz eden Taşlıcalı Yahya (ö. 1582), Lâmiî Çelebi ve Kara Fazlı (ö. 1564) mesnevi tar-zında eser yazan şairlerin başında gelmektedirler. Bu yüzyılın diğer önemli şairleri olarak Emrî (ö. 1575), Figânî (ö. 1532), Hayretî (ö. 1534) ve büyük bir aşkın mahsûlü olan ve Hz. Peygamber’in fizikî yapısı, tavrı ve ahlâkı hakkında hadislerden derlediği esasları genişleterek mesnevî tarzında kaleme aldığı Hilye’siyle Hâkânî Mehmed Bey (ö. 1606) sayılmalıdır. Bu yüzyıl, ne-sir alanında da önemli temsilcileri olan bir yüzyıldır. Tezkire alanında Sehî Bey (ö. 1548), Lâtîfî (ö. 1582), Âşık Çelebi (ö. 1572), Kınalızâde Hasan Çe-lebi (ö. 1603), Beyânî (ö. 1597) ve Ahdî (ö. 1593); tarih alanında Lütfi Paşa, Hoca Sadeddîn (ö. 1599), Gelibolulu Mustafa Âlî (ö. 1600) ve Kemâlpaşazâde (ö. 1534); denizcilik alanında Seydi Ali Reis (ö. 1562) ve Pî-rî Reis (ö. 1554); münşeât alanında Feridun Bey (ö. 1583) Osmanlılarda nes-rin birdenbire gelişmesinde yardımcı olmuşlardır.

Hz. Peygamber dışında hakkında hilye yazılan kimseler var mıdır? Araştırınız.

Page 145: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

139

Bu yüzyılda, Edirneli Nazmî (ö. 1555) ve Tatavlalı Mahremî (ö. 1535), Arapça ve Farsça’nın dil ve edebiyatımıza en çok girdiği bir sırada, yepyeni bir iddia ortaya atmışlardır. Bu iki şair, aruzla yazdıkları bazı şiirlerde Arapça ve Farsça kelime ve terkip kullanmayarak Türkî-i basit adını verdikleri yeni bir tarz oluşturmuş ve sâde Türkçe ile şiir yazmışlardır. Bu iki şair, dil açı-sından oldukça önemli olan bu Türkî-i basit hareketini, bir yandan arûzla öztürkçe şiir yazmanın güçlüğü ve bu veznin Türkçe’ye uygulanabilmesinin mümkün olmayışı, diğer yandan, şairlik yönlerinin zayıf olması nedeniyle, bu Türkî-i basit hareketini bir heves olmaktan öteye götürememişlerdir.

M. Fuat Köprülü’nün “Millî Edebiyatın İlk Mübeşşirleri” diye vasıflan-dırdığı ve haklarında makâle yazdığı bu iki şairden biri olan Tatavlalı Mah-remî, Türkî-i basit hareketinin öncüsü kabul edilmektedir. Âşık Çelebi, Mah-remî’nin biyografisi hakkında bilgi verirken, onun Türkî-i basit tarzında şiir yazmasını hiç önemsemeden, şöyle diyor: “...ve bir Basit-nâmesi vardır ki elfâz ve teşbîhât ve temsîlâtı Türkî’dir; içlerinde lafz-ı Arabî ve Acemî yok-tur. Bu uslûbla bir iki gazel dahi derc eylemişti. Bu dahi andandır: “Gördüm seğirdir ol ala gözlü geyik gibi / Düştüm saçı tuzağına bön üveyik gibi”. Gö-rüldüğü gibi Âşık Çelebi, Mahremî’nin Basit-nâme isimli bir eserinden ve manzum veya mensur mu olduğu bile anlaşılamayan bu eserin “elfâz ve teşbîhât ve temsîlâtı Türkî” olduğundan söz edilmekte ve hiçbir önem atfe-dilmemektedir.

M. Fuat Köprülü, Tatavlalı Mahremî için, millî edebiyat tarihinde ona ayrı bir yer verilmesinin gerektiğini vurgulayarak şöyle demektedir:

“Her nereden mülhem olursa olsun, önce Türkî-i basit ile şiirler yazdığından, millî lisan ve edebiyat cereyânının âdeta ilk müjdecisi sayabileceğimiz bu şair için, Millî Edebiyat tarihimizde çok mühim bir yer ayırmak mecbûriyetindeyiz.” (Köprülü 1986: 281 vd.)

Durum böyle olmakla beraber, sonradan bazı şairler, Türkî-i basit çeşidi de bulunsun diye bu tarzda da birkaç şiir yazmışlardır.

İbrahim Gülşenî (ö. 1534), Ahmed Sârbân (ö. 1546), Muhyiddin Üftâde (ö. 1580), Şah Hatâyî (ö. 1524), Vâhib Ümmî (ö. 1595), Pir Sultan Abdal (ö. 1590), Hâşimî Emir Osman (ö. 1595), Şemseddin Sivâsî (ö. 1597), Kul Himmet ve Muhiddin Abdal bu dönemin mutasavvıf şairlerindendir.

XVI. Yüzyılda kaleme alınan ve klasik bir mesnevî örneği olan Fuzulî’nin Leylâ vü Mecnun isimli eserini, modern roman tarzı ile benzerlik ve farklılıklarını göz önünde bulundurarak inceleyiniz.

Gazel

Beni cândan usandırdı cefâdan yar usanmaz mı

Felekler yandı âhımdan murâdım şem’i yanmaz mı Kamu bîmârına cânan devâ-yı derd eder ihsân

Niçin kılmaz bana dermân beni bîmâr sanmaz mı

Page 146: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

140

Gamım pinhân dutardım ben dediler yâre kıl rûşen

Desem ol bî-vefâ bilmen inanır mı inanmaz mı Şeb-i hicrân yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım

Uyarır halkı efgânım kara bahtım uyanmaz mı Gül-i ruhsârına karşı gözümden kanlı akar su

Habîbim fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı Değildim ben sana mâil sen etdin aklımı zâil

Bana ta‘n eyleyen gâfil seni görgeç utanmaz mı Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır

Görün kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı

Fuzûlî

Gazel

Vâsıl olmaz kimse Hakk’a cümleden dûr olmadan

Kenz açılmaz şol gönülden tâ ki pür-nûr olmadan Sür çıkar gayrı gönülden tâ tecellî kıla Hak

Pâdişah konmaz saraya hâne ma‘mûr olmadan Mûtü kable en temûtü sırrına mazhar olan

Gördü onlar haşr u neşri nefha-ı sûr olmadan Sen müyesser eyle yâ Rab bizlere beytin tavâf

İlmin ile âmil eyle va‘de tekmîl olmadan Hak cemâlin Ka‘be’sini kıldı âşıklar tavâf

Yerde Ka‘be gök yüzünde Beyt-i ma‘mûr olmadan Mest hem mestâne geldim tâ ezelden tâ ebed

İçmişim aşkın şarâbın âb-ı engûr olmadan Mest olanların cevâbı gayriden gelmez velî

Pes ene’l-hak nice söyler kişi Mansûr olmadan

Page 147: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

141

Bir devâsız derde düşmüş bu dil-i Şemsî müdâm

Hakk’a makbûl olmak ister halka menfûr olmadan

Şemseddin Sivâsî

Resim 6.1: Şemseddin Sivasî’nin Gülşen-âbâd isimli mesnevisinin ilk sayfası.

Kaynak: Süleymaniye Ktp. H Semsi F Guneren Blm. No: 49

XVII. YÜZYIL

XVII. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’nun yükselişin hemen ardından gelen bozgun, yenilgi ve iç karışıklıklarla siyasi ve ekonomik gücünü giderek kay-betmeye başladığı duraklama dönemidir. Askerin bazı güçsüz padişahlar kar-şısında her fırsatta kazan kaldırması, rüşvet olayının yaygınlık kazanması, Celali İsyanları adı altında devlete karşı çeşitli ayaklanmaların düzenlenmesi gibi belli başlı olaylar yüzyılın portresini meydana getirir.

Nihat Sami Banarlı bu dönemi anlatırken şöyle demektedir:

“Bir cemiyette idarî, medenî ve ictimâî hayat ileri ise sanat ve edebiyat hayatı da ileridir, diyen Edebiyat Tarihi’nin bu asırda yanıldığı görülür: XVII. asırda idarî ve ictimaî hayattaki gerilemenin edebiyat hayatına tesiri olmamıştır. Bu-

Page 148: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

142

nun belli başlı sebebi, sanat ve edebiyat sahasında geçen asırlarda atılan te-mellerin ve varılan seviyenin sağlamlığıdır” (Banarlı 1987: II/649)

Gerçekten de dışta ve içte çeşitli karışıklıkların yaşandığı bir dönem olan XVII. yüzyıl, ilim ve fikir adamları ile sanatkârlar açısından oldukça zengin bir görünüm arz eder. Bu dönemde, mimarî, musikî ve edebiyat alanlarında önemli temsilciler yetişmiştir.

Dönemin en önemli gelişmesi musikî alanında olmuştur. Bu yüzyıl Türk mûsikîsi açısından çok önemli bir zaman dilimi ve aşamasıdır. Genişleyen mûsikî hayatı yalnız sarayla sınırlı kalmamış, devlet adamları ve sultanların saraylarına, varlıklı kimselerin konaklarına kadar girmiştir. Mûsikî, en parlak yıllarından birini Sultan IV. Murad’ın saltanatı sırasında yaşamıştır. Mûsikîyi seven, aynı zamanda bestekar olan bu padişah, Enderûn’a yeni sanatkarlar kazandırmış, her gittiği ülkeden tanınmış sanatkarları İstanbul’a getirmiştir. Örneğin, neyzen ve çengi Mevlevî Yusuf Dede onun döneminde saraya gir-miş ve onun ölümünden sonra saraydan ayrılmıştır. Aynı padişah “Bağdat Seferi” dönüşünde hanende Mehmed Bey ile şeştârî Hacı Murad Ağa’yı be-raberinde getirmiştir (Özalp 2000: I/356).

Yahya Kemal’in de bir şiirine konu ettiği XVII. yüzyılın büyük bestekârı Itrî’nin hayatı hakkında kısa bir araştırma yapınız.

Enderûn, gelişmesini ve sanat akademisi durumunu almasını, öğrenci yetiştirmesini sürdürmüş, bu sayede büyük mûsikîşinaslar yetişmiş, ünlü mû-sikî üstatları burada hocalık etmiştir.

Başta Mevlevîlik olmak üzere bütün tekkelerde dinî mûsikîmizin her for-munda eserler verilmiştir. Bayatî makamındaki Mevlevî âyini bu dönemde bestelenmiştir. Edirneli Derviş Mustafa Dede, Zâkirî Hasan Efendi, Bezci-zâde Mehmed Muhiddin ile Kovacızâde Mehmed Efendi bu yüzyıldaki dinî mûsikînin gelişmesinde büyük katkısı bulunanlardandır. Hafız Post’un öğ-rencisi olan Itrî ise devrin üstad şahsiyetlerindendir. (Özalp: 359).

XVII. yüzyıl, Türk edebiyatının her dalında olduğu gibi, şiirde de en ge-lişmiş bir dönemdir. Her ne kadar, şairler üzerinde İran şiirinin etkileri gö-rülmeye devam ediyorsa da, Türk şairleri nazım ve ahenk inceliğinde İran edebiyatı temsilcilerinden geri kalmamışlar, hatta onlardan üstün olduklarını iddia eder duruma gelmişlerdir. Bu devir divan edebiyatımız, başka bir dev-rede görülmesi mümkün olamayacak çok geniş bir temsilci kadrosuna sahip bulunmaktadır (Üzgör, 1991: 1-2). Sarayın, geçmiş asırlarda olduğu gibi, şair ve ilim adamlarını korumaya devam etmesi, XVI. yüzyılda ulaşılan edebî se-viyenin bu yüzyılda da muhafaza edilmesine sebep olmuştur. Dönemin padi-şahlarından III. Murad “Murad, Muradî”, III. Mehmet “Adnî, Muhammed”, I. Ahmet “Bahtî”, II. Osman “Fârisî”, IV. Murat “Murâdî” ve IV. Mehmet “Vefaî” mahlaslarıyla şiir yazan birer şairdirler (Ak 2001).

Divan edebiyatında, 1603 yılında klasik devir sona ermiş, onun yerine “Sebk-i Hindî” diye isimlendirilen yeni bir akım başlamıştır. Şiir, bir önceki yüzyılın sağlam temelleri üzerinde gelişmiştir. Türk edebiyatı, bu dönemde gazel ve kasîde alanında altın çağını yaşar. Bu yüzyılın temsilcileri olarak ka-sîde ustası Nef‘î (ö. 1635)’yi, hikemiyât şairi Nâbî (ö. 1712)’yi, samîmî edâlı Şeyhülislâm Yahya (ö. 1644) ve Sebk-i Hindî akımının ilk temsilcileri olan Nâilî (ö. 1666) ile Neşâtî (ö. 1674) bu yüzyılın usta şairleridir. Bunlardan ayrı Bahâî (ö. 1654), Fehîm-i Kadîm (ö. 1648), Sâbit (ö. 1712) ve Nâdirî (ö. 1626) de ilk akla gelen diğer şairlerdir.

Page 149: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

143

Şeyhülislâm Bahaî (ö. 1653), Fehîm-i Kadim (ö. 1648), Sâbit (ö. 1712), Sabrî (ö. 1645), Alî (ö. 1648), Riyazî (ö. 1645), Şehrî (ö. 1660), Nedîm-i Ka-dim (ö. 1670), Sabûhî (ö. 1647), Vecdî (ö. 1660) gibi şairler gazel ve kaside-leri ile tanınmışlardır (Banarlı; II/651-736). Gani-zâde Nadirî (ö. 1626), Nev‘î-zâde Atâyî (ö. 1635), Nergisî (ö. 1635), Müftî Aziz (?) ve Hulvî Mahmud (?) ise dönemin önemli hamse yazarlarıdır (Kortantamer 1997: 10-16).

Bu dönemde yazılan mensur edebî eserlerin başında “Şuarâ Tezkireleri” yer almaktadır. Tamamı yedi adet olan bu tezkireler şunlardır: Sadıkî’nin Mecmau’l-Havâs, Riyâzî (ö. 1644)’nin Riyâzu’ş-Şuarâ, Kaf-zâde Fâizî (ö. 1622)’nin Zübdetü’l-Eş‘âr, Rızâ (ö. 1671)’nın Tezkire-i Şuarâ, Yümnî (ö. 1662)’nin Tezkiretü’ş-Şuarâ, Âsım (ö. 1675)’ın Zeyl-i Zübdetü’l-Eş‘âr ve Güftî (ö. 1677)’nin Teşrifâtü’ş-Şuarâ’sıdır (Kılıç 1998).

Nesir alanında sâde ve süslü eserler verilmiştir. Veysî (ö. 1627) ve Nergi-sî (ö. 1635), sanatlı ve süslü nesir üslubunun temsilcileridir. Bu yüzyılın nesir ürünleri olarak bir tarafta Evliya Çelebi (ö. 1682)’nin Seyâhat-nâme’si, diğer yanda ise Veysî (ö. 1628)’nin Siyer-i Veysî’si vardır. Kâtip Çelebi (ö. 1657)’nin, başta Keşfü’z-zunûn olmak üzere, çeşitli alanlarda yazdığı ilmî eserlerle, Naîmâ (ö. 1716) ve Peçevî (ö. 1649) tarihleri; Koçi Bey’in Risâle’si (telifi: 1631) bu yüzyılın önemli çalışmalarıdır. Tarih sahasında ise Peçevî (ö. 1649) ve Nâimâ (ö. 1716) bulunmaktadır.

Koçi Bey, 1631’de telif edip IV. Murad’a sunduğu 22 adet layihadan oluşan Risale’sinde yöneticilerin zulm etmekten kaçınmalarına dair şunları söyler: “Memâlik-i İslâmiyye’den bir memlekette zerre kadar bir ferde zulm olsa rûz-ı cezâda mülûkdan suâl olunur… Küfr ile dünya durur; zulm ile durmaz. Adâlet tûl-ı ömre sebebdir ve intizâm-ı ahvâl-ı fukarâ Pâdişâhlara mûcib-i cennetdir”.

Tezkireci olarak da Sadıkî, Yümnî (ö. 1662), Riyâzî (ö. 1644), Kaf-zâde Fâizî (ö. 1622), Rızâ (ö. 1671), Âsım (ö. 1675) ve Güftî (ö. 1677) anılması gereken isimlerdendir.

XVII. yüzyıl tekke mensupları ile medreselilerin birbirlerini suçlayarak hararetli münakaşalara giriştikleri bir dönemdir. Bu dönemde birçok divan şairi de tasavvufun etkisi altındadır. İlahi aşkı temiz bir dil ve üslûpla anlatan Şeyhülislâm Yahya, halvetiye tarikatına bağlı yoğun hayallere, orijinal maz-munlara ve güçlü bir söyleyişe sahip Nâilî, divan ve hilye-i enbiya sahibi Edirne, Muradiye mevlevihanesi şeyhi Neşati Ahmet Dede dönemin tasavvuf etkisindeki başlıca divan şairleridir.

Hüseyin Lâmekânî (ö. 1624), Aziz Mahmud Hüdâyî (ö. 1628), Ankaravî İsmail Efendi (ö. 1631), Abdülmecid Sivâsî (ö. 1639), Abdülahad Nûrî (ö. 1650), Akkirmanlı Nakşî (ö. 1651), Oğlan Şeyh İbrahim (ö. 1655), Elmalılı Ümmî Sinan (ö. 1657), Sarı Abdullah Efendi (ö. 1660), Fenâyî (ö. 1665), Sun‘ullah Gaybî (ö. 1676), Niyazi Mısrî (ö. 1693) de bu asırda yaşayan önemli mutasavvıf şairlerdendir.

Gazel

Dil aşk ile yâr oldu yâ Hû haberin söyler

Kapında kulun oldu tapu haberin söyler

Page 150: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

144

Aşk câmını dil içdi sarhoş-ı ezel oldu

Buldu ebedî sıhhat mûtû haberin söyler Benzettim idi verde nâzik lebini yârin

Dil mağlatasın bildi tûbû haberin söyler Sabr edemedi gamma dil sâha-ı aşkında

Rûh ceyşine anun’çün sîhû haberin söyler Şimden geri cân murgı eski vatanın ister

Her demde hitâb edip rüddû haberin söyler

Abdülmecid Sivâsî

Gazel

Vücûdum dârını ma‘mûr eden yâr

Beni zâkir iken mezkûr eden yâr Celâli perdesin ağyâre çekmiş

Cemâliyle bizi mesrûr eden yâr Aradan kaldırır bir gün hicâbı

Cemâlin gösterip pür-nûr eden yâr Ene’l-Hak sırrının izhârı için

Nice âşıkları Mansûr eden yâr Tecellî gösterir Mûsâ-yı rûha

Beden dağın aña ol Tûr eden yâr Velâyet bahrinin tâliblerine

Kerâmet lü’lü’in mensûr eden yâr Kimini irgörüp vahdet iline

Kimin kesret ilinde dûr eden yâr Devâsın lütf eder ey Nûri bir gün

Seni derdi ile meşhûr eden yâr

Abdülahad Nûrî

Page 151: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

145

XVIII. YÜZYIL

Her yüzyılın, bir önceki yüzyıldan farklı tarafları olacağı şüphesizdir. Teknik ve estetik açıdan aynı temel ve esaslara dayanmakla beraber, birbirinden bazı fark ve özellilerle ayrılan XVII. yüzyıl divan edebiyatı, XVIII. yüzyılda her alanda usta şairlerini vermiştir. Bu yüzden XVII. yüzyıl bir hazırlanma ve geçiş devri, XVIII. yüzyıl ise verim devridir (Gölpınarlı 1954).

XVIII. Yüzyılda Osmanlı Devleti siyasi alanda otoritesini kaybetmeye başlamasına rağmen edebî açıdan gelişimini sürdürmüş, edebiyatta nazım ve nesir alanında önemli eserler verilmiştir. III. Ahmet ve III. Selim’in de sanat-çı kişilikleri sayesinde edebi hayat canlı kalmıştır. Bu yüzyılın edebi özellik-lerinin en belirgini Nedim’in öncülüğünde başlayan Mahallileşme Akımı’dır. Ülkenin içinde bulunduğu rehavet yüzünden şiire, eğlenceye olan düşkünlük artmış ve bu eğlenceler dönemin bütün şairlerinin şiirlerinde ve divanlarında yer almaya başlamıştır. Şiirin merkezi Bağdat’tan İstanbul’a taşınmıştır. Şair-ler İstanbul’un güzelliğinin farkına varmışlar ve şiirlerinde hayali olarak yer verdikleri Bağdat yerine canlı bir İstanbul’u işlemişlerdir. Mahallileşme sa-dece coğrafi açıda olmamıştır. Divan şiirinin anlaşılmaz aristokrat yapısı ça-tırdatılarak, şiirlerinde halkın adetlerine, atasözlerine, deyimlerine ve kısmen de olsa günlük konuşmada kullanılan kelimelere yer verilmiştir. Hatta Divan Edebiyatı’nın iki önemli ismi Nedim ve Şeyh Galip hece vezniyle türküler kaleme alarak Divan Edebiyatı ve Halk Edebiyatı arasındaki bağları güçlen-dirmişlerdir.

Daha önce XVI. yüzyılda Edirneli Nazmi ve Tatavlalı Mahremi’nin de or-taya attıkları ama başaralı olamadıkları bu düşünce XVIII. yüzyıla damgasını vurmuştur.

Edebiyatımız, İran edebiyatının tesirinden kurtularak kendi benliğine ka-vuşmuş ve mahallîleşmiştir. İstanbul Türkçesi’nin başta gelen temsilcisi ve büyük şairi Nedîm (ö. 1730), kendi döneminin orijinal şairi olduğu gibi, Di-van edebiyatı döneminin de nev’-i şahsına münhasır şairi sayılır. Şeyh Gâlib (ö. 1799) ise Sebk-i Hindî akımının ve bu dönemin en güçlü temsilcisi ve şai-ridir.

Bu yüzyılda anılması gereken diğer şairler ise Nazîm Yahya (ö. 1727), Sünbül-zâde Seyyid Vehbî (ö. 1736), Nahîfî Süleyman (ö. 1738), Koca Râğıb Paşa (ö. 1763), Haşmet (ö. 1768), Fıtnat Hanım (ö. 1780), Esrâr Dede (ö. 1796), Enderunlu Fâzıl (ö. 1810), Sürûrî (ö. 1814), gibi şairlerdir.

Nesir alanında tarihçilerden Silahdâr-zâde (ö. ?) ve Râşid (ö. 1735), tezki-recilerden Sâlim (ö. 1743), Safâyî (ö. 1725), Belîğ (ö. 1729), Râmiz (ö. 1785) ve Esrâr Dede’dir. Değişik konularıyla Kâmî (ö. 1723), bu yüzyılda dikkat çeken diğer yazarlardandır.

XVIII. yüzyıl tasavvuf şiirinde Lale Devri’nin etkisiyle genel olarak bir duraklama söz konusu olmuştur. Dil ve söyleyiş tarzı açısından özgün eserle-rin sayısında bir azalma görülmüş, kelime kullanımında tekrara çokça yer ve-rildiği gibi kafiye ve vezin yanlışlıklarının yapıldığı eserler kaleme alınmıştır. Çeşitli tekkelerin etrafında toplanan kişiler Yunus Emre geleneğini devam et-tirerek özgün olmayan ilahiler yazmışlardır.

Şeyh Gâlib’in Hüsn ü Aşk mesnevisini konu alan W. Holbrock’un Aşkın Okunmaz Kıyıları isimli eserini okuyunuz.

Page 152: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

146

Dönemin önemli mutasavvıf şairlerinden ikisi Bursalı İsmail Hakkı (ö. 1724) ile Erzurumlu İbrahim Hakkı (ö. 1772)’dır. Nasûhî (ö. 1717), Neccar-zâde Şeyh Rızâ, Cemâlî (ö. 1750) Salâhaddîn Uşşâkî (ö. 1782) ve Üsküdarlı Haşim (ö. 1782) de bu dönemde yaşayan diğer mutasavvıf şairlerden bazıla-rıdır.

Na‘t

Senin vasfın leb-i takrîre gelmez yâ Rasûlallâh

Nikât-ı midhatin tahrîre gelmez yâ Rasûlallâh Okundu mushaf-ı hüsnün debistân-ı hakîkatde

Rumûz-ı âyetin tefsîre gelmez yâ Rasûlallâh Ta‘ayyün cilve-gâhında erişdin sûk-ı imkâna

Bahâ-yı cevherin takdîre gelmez yâ Rasûlallâh Senin zâtın tasavvurdan berî bir sırr-ı mübhemdir

Murâd etsem dahi ta‘bîre gelmez yâ Rasûlallâh Olursa sırr-ı zâtında olur bir remz-i icmâli

Anı tafsîl ile tastîre gelmez yâ Rasûlallâh Sebak-hân-ı rumûz-ı “men ‘aref” anlar mikâtimden

Çü kîl ü kalîle teşhîre gelmez yâ Rasûlallâh Müdâm-ı cân-ı ‘aşkınla yitirdi re’y ü tedbîrin

Salâhî bir dahi tedbîre gelmez yâ Rasûlallâh

Salâhî

Gazel

Efendimsin cihânda i‘tibârım varsa sendendir

Miyân-ı ‘âşıkânda iştihârım varsa sendendir Benim feyz-i hayâtım hâsılı rûh-ı revânımsın

Eğer sermâye-i ömrümde kârım varsa sendendir Veren bu sûret-i mevhûma revnak reng-i hüsnündür

Gülistân-ı hayâlim nev-bahârım varsa sendendir

Page 153: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

147

Felekden zerre mikdâr olmadım devrinde rencîde

Ger ey mihr-i münevver âh u zârım varsa sendendir Senin pervâne-i hicrânınım sen şem‘-i vuslatsın

Beher şeb hâhiş-i bûs ü kinârım varsa sendendir Şehîd-i ‘aşkın oldum lâlezâr-ı dâğdır sînem

Çerâğ-ı türbetim şem‘-i mezârım varsa sendendir Gören ser-geştelikde gird-bâd-ı deşt zanneyler

Fenâ-ender-fenâyım her ne varım varsa sendendir Niçin âvâre kıldın gevher-i galtânın olmuşken

Gönül âyînesinde bir gubârım varsa sendendir Şafak-tâb eyledin peymânemi hûn-âb ile sâkî

Sabâh-ı sohbet-i meyde humârım varsa sendendir Sanadır ilticâsı gâlib’in yâ Hazret-i Monlâ

Başımda bir külâh-ı iftihârım varsa sendendir

Şeyh Gâlib

XIX. YÜZYIL

XVIII. yüzyılda divan edebiyatı en büyük üstadlarını vermişti. Şeyh Gâlib, İran’ın neo-klâsik şiirini Türkçe’de örneği görülmemiş bir tarzda kullanmış ve başarıya da ulaşmıştır. Kasîde, gazel, mesnevî nazım şekilleri bütünüyle işlenmişti. Nedîm ise, daha önce en ince hayalleri örmüş, en şuh şarkıları söylemişti.

Artık Türk divan edebiyatının ekseni İran değil, Batı dünyası veya Fransız edebiyatı idi. Türk edebiyatı, İran edebiyatından nasîbini aldığı kadar, bu edebiyattan, Fransız edebiyatından da alacaktı.

Bu yüzyılın başında Arapça’dan Fîrûzâbâdî (ö. 817/1414)’nin el-Kâmûsu’l-muhît’ini, Farsça’dan Burhân-ı Kâtı‘ isimli lügatleri dilimize çevi-ren Mütercim Âsım (ö. 1819)’ı görüyoruz. Bu yüzyılda, gözden kaçırılmama-sı gereken bir şey vardı ki o da, mahallîleşme cereyanının hızla ilerlemiş ve gelişmiş olmasıydı. Fakat, bu yerlileşme ve ilerleyiş, Nedîm’de olduğu gibi estetik incelikte olmasa da, eskiyi istediği kullanamayan Enderunlu Vâsıf (ö. 1824), örnek alıp taklit ettiği eskiyi giyim-kuşama, kadın konuşmalarına, ma-hallî tabirlere varıncaya kadar yerlileştirerek döneminin özelliklerini tespit ediyordu. Keçeci-zâde İzzet Molla (ö. 1829) da, divanında, güçlü bir divan şi-iri temsilcisi olmakla beraber, Mihnet-keşân isimli mesnevîsinde İstanbullu

Page 154: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

148

ile taşralının görüş, düşünüş, anlayış, hatta anlatış özelliklerini belirtmiş, bize, henüz sosyal hayatımızda ele alınıp incelenmemiş fakat, incelenmeye hazır bir belge vermişti.

Bu yüzyılda, Şeyhülislâm Ârif Hikmet (ö. 1859), divan şiirinde ustaca eserler veren şairlerle birlikte, Âkif Paşa (ö. 1845) gibi bazı nesirlerinde sâde dil kullanan, hatta hece vezniyle bir de şiir yazan, sonradan yanlış bir hüküm-le Avrupaî edebiyatın müjdecisi sayılan, veya Sadullah Paşa (ö. 1891) gibi divan şiiri tekniğine uyarak, içinde bulunduğu yüzyılın keşif ve îcâtlarını dile getiren şairler de vardır.

Bu yüzyıl, Batı tesirindeki Türk edebiyatı karşısında Divan edebiyatının gerilemeye yüz tuttuğu dönemdir. Artık, önceki yüzyıllar gibi usta şair ve ya-zarlar yetişmemekte, son demlerini yaşamaktadır. Ancak, eskinin tekrarı gibi de olsa, Enderunlu Vâsıf (ö. 1824), Keçeci-zâde İzzet Molla (ö. 1829), Âkif Paşa (ö. 1845), Şeyhülislâm Ârif Hikmet (ö. 1859), Leskofçalı Gâlib (ö. 1864), Yenişehirli Avnî (ö. 1883), Osman Nevres (ö. 1876), Âdile Sultan (ö. 1899) ve Kâzım Paşa (ö. 1889) bu edebiyat ve bu yüzyılın son temsilcileri-dir. Ayrıca, Ahmed Sûzî (ö. 1830), Müştak Baba (ö. 1832) ve Turâbî (ö. 1868) dönemin önemli mutasavvıf şairlerindendir.

Daha sonra yetişecek ve Tanzimat dönemini temsil edecek olan Şinâsî (ö. 1871), Ziya Paşa (ö. 1880), Nâmık Kemâl (ö. 1888) gibi şairler ise, Divan edebiyatını çok iyi bilen ve o kültürle yetişen kişiler olmakla beraber, yüzyıl-larca devam eden Divan edebiyatının yıkılışına zemîn hazırlayan ve yardımcı olan kişilerdir. Bu dönemin nesir yazarları ise Şânî-zâde Atâullah (ö. 1826) ile Mütercim Âsım (ö. 1819), tarihçi Es‘ad Efendi (ö. 1848) anılması gere-ken isimlerdir. Bu dönemin tezkirecileri olarak da Fatîn (ö. 1867) ve Mehmed Emin Bey (ö. 1874) sayılmaya değer isimlerdir.

Gazel

Ne beyân-ı hâle cür’et ne figâna tâkatim var

Ne recâ-yı vasla gayret ne firâka kudretim var Yanayım mı hasretinden geçeyim mi ülfetinden

Hele derd ü firkatinden sana bin şikâyetim var Nice etmem âh u efgân beni yâre geçdi yârân

Nigeh etmez oldu cânân buna pek kasâvetim var Düşüp ol cefâ-şiâre gönül oldu pâre pâre

Çekerim gamın ne çâre geçemem muhabbetim var O fısıltıyı işitdim düşüp ardı sıra gitdim

Yanılıp bir işdir etdim şu kadar kabâhatim var

Page 155: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

149

Gece bir yana varılmış orada biri sarılmış

Ya bana niçin darılmış duyarım ferâsetim var O meh işte bana nisbet ediyor seninle ülfet

Bana Vâsıf açma sohbet sana pek adâvetim var

Enderunlu Vâsıf

XX. YÜZYIL

XIX. yüzyılın ortalarında edebiyatımıza daha önceden kullanılmayan yeni tür ve şekiller girmeye başlamış ve edebiyatımız klasik tür ve nevilerin dışında eserler vermeye başlamıştı. Tanzimatla başlayan bu süreç yeni toplulukların oluşmasına ve bazı dergilerin etrafında toplanan yazar ve şairlerle farklı isim-ler altında çeşitli edebiyat akımları olarak ortaya çıkmıştı. Tanzimat, Servet-i Fünûn, Edebiyat-ı Cedide gibi adlarla devam eden edebiyatımız, XX. yüzyıl-da Milli Edebiyat akımıyla devam etti. Edebiyatımızın yenileşmesinde Tan-zimat ve Edebiyat-ı Cedide edebiyatçıları büyük bir rol oynamış olmalarına rağmen, bunlar edebiyatımızı daha çok Avrupalılaştırmışlardı. Ancak dil ve üslup olarak Arap ve Acem terkiplerini kullanıyorlar, Fransız edebiyatına bağlı kalarak aruz veznini muhafaza ediyorlardı (Kocatürk 1964: 196). Ro-man ve tiyatro türlerinde ise konular halkın hayatından oldukça uzaktı.

XX. yüzyılın ortalarına kadar, Mehmed Akif Ersoy, Yahya Kemal Beyat-lı, Asaf Halet Çelebi (ö. 1958) gibi br kaç şairi istisna edersek, Türk-İslâm edebiyatı sahasında eser veren şair sayısı oldukça sınırlıdır. Cumhuriyet son-rasında yeni estetik anlayışın tesiriyle eskiye ait ne varsa kötülenmeye tabi tu-tulmuş, özellikle klasik edebiyatla ilgili olumsuz bir hava oluşturulmuştur.

XX. yüzyılın ilk yarısında klasik edebiyatımız, hayattan kopuk, yüksek zümrenin uğraştığı bir edebiyat olarak görülmüş, kullandığı remiz ve maz-munlar yönüyle, daha sonraları “Divan Edebiyatı Uzmanı” ünvanıyla karşı-mıza çıkan isimlerce bile küçük görülen ve hafife alınan bir edebiyat olarak gösterilme gayreti içerisine girilmiştir.

Ağustos 1930’da Ankara’da düzenlenen Türkçe ve Edebiyat Muallimleri Kong-resi’nde klasik şiirimizin lise ders müfredatından çıkarılması hususunda Ahmet Hamdi Tanpınar bir önerge vermiştir. Ahmet Hamdi Tanpınar, Mustafa Nihat Özön ve Abdülbaki Gölpınarlı gibi klasik şiirimizi çok iyi bilen ve o kültürle ye-tişmiş olan edebiyatçılar tarafından savunulan bu görüş toplantı sonunda oy çokluğuyla reddedilmiştir.

XX. yüzyılda az da olsa aruz veznini kullanarak geleneğe uygun şiirler kaleme alan ve Divan teşkil eden mutasavvıf şairler de bulunmaktadır. Av-larlı Efe olarak da tanınan Erzurumlu Muhammed Lutfî (ö. 1956), Sivaslı Şeyh Halid (ö. 1931), Osman Kemâlî (ö. 1954), Mustafa Fehmi Gerçeker (ö. 1950), Darendeli Osman Hulusî (ö. 1990) bunlardan bir kaçıdır.

Geleneksel edebiyatın yeniden ve fakat öncekinden farklı bir tarzda gün-deme gelişi Necip Fazıl (ö. 1983) ile başlar. Necip Fazıl, Nur Harmanı isimli eseriyle geleneksel edebiyatımızdaki manzum kırk hadis türünü yeniden gün-deme getirmiştir.

Page 156: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

150

Necip Fazıl’ın Esselâm –Mukaddes Hayattan Levhalar- adlı eseri Hz. Muhammed’in 63 yaşında vefat etmesi dolayısıyla Hz. Peygamber’in hayatı-nın devrelerini konu alan 63 ayrı şiirden oluşan manzum siyer diyebileceği-miz modern bir mesnevîdir.

Necip Fazıl’ın çıkarmış olduğu Büyük Doğu mecmuası (1943), özellikle ikinci dönemi olan 1945’ten sonra geleneğin dirilişi anlamında önemli bir gö-rev üstlenmiştir.

Necip Fazıl’ın başlatmış olduğu bu hareketin ikinci ismi ise hiç şüphesiz Sezai Karakoç’tur. Şiirinde kullanmış olduğu sembollerle geleneği güne ve geleceğe taşıyan Sezai Karakoç, Leyla ile Mecnun gibi modern anlamda mes-nevi tarzında yazmış olduğu eserler ve denemeleri, hikaye ve monografileriy-le edebiyat geleneğimizin yeniden inşası yolunda örnekler meydana getirmiş-tir. Kurmuş olduğu Diriliş dergisi (1960) gençlerin yetiştiği bir okul olmuş, Diriliş Yayınları ile de Türk-İslâm edebiyatının günümüzdeki örneklerini vermiştir.

Cahit Zarifoğlu’nun bir şiir kitabına da isim olan “Yedi Güzel Adam” kimlerdir? Araştırınız.

Türk-İslâm edebiyatının XX. yüzyıldaki üçüncü adımı ise Maraş’ta başlayan ve Nuri Pakdil’in Ankara’da çıkardığı Edebiyat dergisi (1969) etra-fında devam eden edebî harekettir. Bu dergi ve daha sonra çıkan Mavera der-gisi (1976) çevresinde yer alan M. Akif İnan, Cahit Zarifoğlu (ö. 1987), Er-dem Beyazıt (ö. 2008), Rasim Özdenören, Alaattin Özdenören, Ebubekir Eroğlu, İsmet Özel gibi yazar ve şairler, Necip Fazıl’la başlayan Türk-İslâm edebiyatı geleneğini devam ettirmişlerdir.

Hazırlıklarına 1949 yılı sonlarında “eski şiirimizden millî kültür ve edebiyatı-mızdan kopmadan yeni ve güzel bir şiir sergilemek o yıllarda şiirimizi çıkmaza sokanlara ve yozlaştıranlara karşı çıkmak ve tavır almak” parolasıyla başlanan Hisar dergisi ilk sayısını 16 Mart 1950'de yayımlamıştır.

Gelenekten beslenen, Milliyetçi ve İslâmcı dünya görüşünü savunan yazar ve şairlerin çıkarmış olduğu dergiler günümüz Türk-İslâm Edebiyatı alanında ürünler vermeye devam etmişler ve etmektedirler. Hisar, Türk Edebiyatı ve Dergah dergileri de bu anlamda önemli dergilerdendir.

Yunus Emre

Kaç mevsim bekleyim daha kapında,

Ayağımda zincir, boynumda kement?

Beni de, piştiğin bela kabında,

Kaynata kaynata buhara kalbet. Bekletme Yunus'um, bozuldu bağlar,

Düşüyor yapraklar, geçiyor çağlar;

Veriyor, ayrılık dolu semalar,

İçime bayıltan, acı bir lezzet.

Page 157: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

151

Rüzgara bir koku ver ki, hırkandan;

Geleyim, izine doğru arkandan;

Bırakmam, tutmuşum artık yakandan,

Medet ey şairim, Yunus'um medet!!

Necip Fazıl Kısakürek

Adsız Gazel

Yanışlar ağıtlar elimde değil

İçimin sesi hiç üzmesin seni

Kaçmak mı mümkün mü alınyazımdan

Kaderdir yüklendim yıkılmışlığı

Sen attın bilmeden kuyuya taşı

Dinemez yankısı mahşerde bile

Bir kutsal emanet gibi sır gibi

Ve bir ayıp gibi saklarım seni

Başımda kavganın kıyameti var

Okşadım ismini kitap içinde

Her akşam bir düşle kundaklanırım

Sözümün bittiği yerde başlarsın

Yılların alnıma çektiği çizgi

Kocalttı başımı bir ehram gibi

Yaslasam gövdemi karlı dağlara

Sonsuz bir uykuya kavuşsam bir gün

Mehmet Akif İnan

Özet

Türk-İslâm Edebiyatının mahiyetini açıklayabilmek.

Türk-İslâm Edebiyatı, Türkler’in müslüman olmalarından itibaren günümüze kadar meydana getirmiş oldukları, referanslarını İslâm’dan alan bir edebiya-tın adıdır. Eski Türk Edebiyatı ile bazı ortak yönleri olmasına rağmen, zaman

Page 158: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

152

itibariyle Eski Türk Edebiyatı XIX. yüzyılın ortasında sona ererken Türk-İslâm Edebiyatı hayatiyetini devam ettirmektedir.

Hangi yüzyıllarda hangi şairlerin yetiştiğini aktarabilmek.

XVI. yüzyıldan günümüze kadar her yüzyılda çok sayıda şair yetişmiştir. Fu-zulî, Zâtî, Bağdatlı Ruhî, Nâbî, Neşatî, Nedim, Şeyh Gâlib, Yenişehirli Avnî gibi Divan Edebiyatı içerisinde eser veren şairlerin yanında, Şemseddin Sivasî, Aziz Mahmud Hüdayî, İsmail Hakkı Bursevî, İbrahim Gülşenî gibi mutasavvıf şairler ile XX. Yüzyılda içerik açısından geleneğe bağlı M. Akif Ersoy, A. Nihat Asya, Necip Fazıl Kısakürek, Sezai Karakoç gibi şairler ye-tişmiştir.

XVI-XX. Yüzyıllarda yazılmış bir çok şiiri tanıyabilmek.

Osmanlı devletinin ihtişamlı çağı olan XVI. yüzyıldan günümüze kaynağı İs-lâm olan bir edebiyat var olagelmiştir. Bu dönemler içerisinde XIX. yüzyılın ortalarına kadar aruz ve hece vezni ile şiirler kaleme alınmış, XIX. yüzyılın ortalarından günümüze kadar ise hece ve serbest vezinle binlerce şiirler ya-zılmıştır. Ünite içerisinde dönemlerin önemli şairlerinden örnek şiirlere yer verilmiştir.

Türk-İslâm Edebiyatının canlı ve devam eden bir edebiyat olduğunu açıkla-yabilmek.

Türklerin İslâm dinini kabul etmelerinden itibaren ilk iki kaynağı Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in hadisleri olan Türk-İslâm Edebiyatı XX. yüzyı-lın ilk yarısında bir süre sekteye uğrasa da ikinci yarısında içerik ve muhteva anlamında tekrar ürün vermeye başlamış ve vermeye de devam etmektedir.

Kendimizi Sınayalım

1. Aşağıdakilerden hangisi XVI. yüzyılda yaşayan şairlerden biri değildir?

a. Fuzulî

b. Hayretî

c. Zatî

d. Nedim

e. Hayâlî

2. Aşağıdakilerden hangisi Türkî-i basit hareketinin öncülerindendir?

a. Tatavlalı Mahremî

b. Enderunlu Vasıf

c. Şeyh Gâlib

d. Keçecizade İzzet Molla

e. Bursalı İsmail Hakkı

Page 159: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

153

3. Edebiyatımız ve kültürümüzde önemli bir yere sahip olan Seyâhat-nâme, Siyer-i Veysî ve Keşfü’z-zunûn isimli eserler hangi yüzyılda kaleme alın-mışlardır?

a. XV. yüzyıl

b. XVI. yüzyıl

c. XVII. yüzyıl

d. XVIII. yüzyıl

e. XIX. yüzyıl

4. XVIII. Yüzyıl edebiyatımız ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi doğru-dur?

a. Verim devri

a. Geçiş devri

c. Hazırlık devri

d. Gazel devri

e. Yükseliş devri

5. Aşağıdakilerden hangisi XX. yüzyılda geleneğe uygun ve tasavvufî neş’eyle eser veren şairlerden biridir?

a. Mehmet Akif Ersoy

b. Yahya Kemal Beyatlı

c. Muhammed Lutfî

d. Ahmet Hamdi Tanpınar

e. Arif Nihat Asya

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı

1. d Yanıtınız doğru değilse, “XVI. Yüzyıl” kısmını yeniden okuyu-nuz.

2. a Yanıtınız doğru değilse, “XVI. Yüzyıl” kısmını yeniden okuyu-nuz.

3. c Yanıtınız doğru değilse, “XVII. Yüzyıl” kısmını yeniden okuyu-nuz

4. a Yanıtınız doğru değilse, “XVIII. Yüzyıl” kısmını yeniden okuyu-nuz

5. b Yanıtınız doğru değilse, “XX. Yüzyıl” kısmını yeniden okuyunuz

Page 160: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

154

Sıra Sizde Yanıt Anahtarı

Sıra Sizde 1

Hz. Peygamber dışında diğer peygamberler ve dört halifeye de hilyeler ya-zılmıştır. Neşatî’nin Hilye-i Enbiya’sı ile Cevrî’nin Hilye-i Çâr-yâr-i Güzîn’i bu sahada yazılan örneklerden ikisidir.

Sıra Sizde 2

Asıl adı Buhûrîzâde Mustafa olan Itrî, XVII. yüzyılın başında İstanbul’da doğmuştur. Çocuk yaşlarda Yenikapı Mevlevihanesi’ne devam ederek tasav-vuf musikisiyle haşir neşir olmuştur. Musikideki asıl üstadı Hafız Post olarak bilinen Tanburî Mehmed Çelebi’dir. Tekbîr’in de bestekârı olan Itrî dinî ve lâdinî bir çok bestenin sahibidir. 1712’de İstanbul’da vefat etmiştir.

Sıra Sizde 3

Bu yedi güzel adamın altısı şair, hikayeci ve yazardır. Kurucu altı kişi şu isimlerden oluşmaktadır: Erdem Bayazıt, Ersin Gürdoğan, M. Akif inan, Aleaddin Özdenören, Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu. Yedincisi ise yazar olmayıp ancak sözü, saatlerce konuşsa bile dinlenebilen, dönemin en önemli sohbetçisi diye bilinen Hasan Seyithanoğlu'dur.

Yararlanılan Kaynaklar

Ak, C. (2001), Şair Padişahlar, Ankara.

Akün, Ö. F. (1994) “Divan Edebiyatı”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul.

Banarlı, N. S. (1987), Resimli Türk Edebiyatı Tarihi I-II, İstanbul.

Gölpınarlı, A. (1954) Divan Şiiri, İstanbul.

Kemikli, B. (2000), Sun‘ullâh-ı Gaybî Dîvânı İnceleme – Metin, İstanbul.

Kemikli, B. (2009), “İlahiyat Araştırmaları: Dil ve Edebiyat”, Türk Bilim-sel Derlemeler Dergisi, II, 1, Bahar, Ankara, s. 45-50.

Kılıç, F. (1998), XVII. Yüzyıl Tezkirelerinde Şair ve Eser Üzerine Değer-lendirmeler, Ankara.

Kocatürk, V. M. (1964), Türk Edebiyatı Tarihi, Ankara.

Kortantamer, T. (1997), Nev‘î-zâde Atâyî ve Hamsesi, İzmir.

Köprülü, M. F. (1986), Edebiyat Araştırmaları, Ankara.

Levend, Â. S. (1988), Türk Edebiyatı Tarihi I, Ankara.

Özalp, M. N. (2000), Türk Mûsikîsi Tarihi, İstanbul.

Pala, İ. (1996) “Osmanlı Edebiyatı”, Osmanlı Ansiklopedisi, İstanbul.

Page 161: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

155

Pekolcay, N. (1976), İslâmî Türk Edebiyatı, İstanbul.

Şener, H. İ.- Yıldız A. (2003), Türk-İslâm Edebiyatı, İstanbul.

Page 162: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

156

Amaçlarımız

Bu üniteyi tamamladıktan sonra;

• Türk İslâm Edebiyatı’nda Allah ile ilgili edebî türlerin neler olduğunu sı-ralayabilecek,

• Allah’ın güzel isimlerinin edebiyatımızda nasıl yer bulduğunu ifade ede-bilecek,

• Şairlerimizin eserlerine başlarken nasıl bir gelenek takip ettiklerini belir-leyebilecek,

• Tevhid ve münâcâtlarda hangi konuların üzerinde durulduğunu açıklaya-bileceksiniz.

Anahtar Kavramlar

• Esmâ-ı hüsnâ

• Tevhîd

• Münâcât

• Edebiyatımızda adet ve gelenek

Öneriler

Bu üniteyi daha iyi kavrayabilmek için okumaya başlamadan önce;

• Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’nden Esmâ-ı hüsnâ, Tevhîd ve Münâcât maddelerini okuyunuz.

• Bulabildiğiniz bir Divan ve Mesnevî’nin ilk şiirlerini inceleyiniz.

Page 163: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

157

GİRİŞ

Eski edebiyatımız dinî temele dayanır ve ilk kaynağı da İslâmî ilimlerin tü-münde olduğu gibi Kur’ân-ı Kerîm’dir. Hiç kuşkusuz şiir, bu edebiyatımız içerisinde önemli bir yere sahiptir. Şairlerimiz anlatmak istedikleri hemen her şeyi çeşitli nazım şekilleriyle kaleme almışlardır. Kasidelerle tevhid, münacat ve naatlar yazdıkları gibi din ve devlet büyüklerine de methiyeler meydana getirmişlerdir. Aslen bir aşk şiiri formu olan gazel ile zamanla felsefî ve mi-zahî konuları da ele almışlardır. Mesnevî nazım şekliyle dinî ve dünyevî he-men her konuda kalem oynatmışlardır. Öyle ki bazen Arapça veya Farsça bir sözlüğün bazense bir dilbilgisi kitabının bile manzum olarak yazıldığını gör-mekteyiz.

Her ne kadar Eski edebiyatımızla ilgili olarak “dinî” ve “lâ-dinî” gibi tasniflere rastlasak da dinin yaşanan hayatın bir parçası olduğunu düşündü-ğümüzde “la-dinî” nitelemesinin çok da ayaklarının yere basmadığını görü-rüz. Belki bu tasnifle kastedilenin, içeriğin tamamen dinî bir konu olup olma-sına göre şeklinde anlamamız gerekir ki burada da yine “lâ-dinîlik” tasnifi yerli yerine oturmaz.

Türklerin İslâm’ı kabul etmelerinden sonra yazılan eserlerin hemen hep-sinde önce Allah’ın birliği ve ululuğunu anlatan, O’na yalvarma ve duâyı ifâ-de eden, Hz. Peygamber’i medh edip öven parçalar ve manzûmeler bulun-maktadır. Eserlere bu şekilde başlamak İslâm sonrası edebiyatımızın ilk eser-lerinden itibaren herkesce uyulan bir âdet ve gelenek olagelmiştir. Bu âdet ve geleneğin dayanağını şu şekilde açmak ve açıklamak mümkündür.

Her şeyden önce eserlerin, mensûr ve manzûm olmak üzere iki tarz ve şekilde yazılmaları usûldendir. Müslüman bir müellif ve şâirin eserine “Bes-mele” ile başlayarak “Hamdele” ve “Salvele” ile devam etmesi ve “ammâ ba‘dü” sözü ile de asıl konuya geçmesi “âdet ve gelenek” idi. Ancak, bu âdet ve geleneğin bir dayanağı olmalıydı. İşte bu âdet ve geleneğin delil ve daya-nakları hakkında şu bilgileri vermek faydalı ve yerinde olacaktır.

Bu âdet ve geleneğin mensur eserlerde nasıl ve hangi sıraya göre uygu-landığına bakalım. Mensur eserlerde müellifin âdet ve geleneğe göre, takip ettiği sıra: “Besmele, hamdele, salvele, ammâ ba‘dü” sözleridir. Manzum eserlerde ise bu sıra: “Besmele, Tevhîd-Münâcât, Na‘t, Sebeb-i Te’lîf-i Kitâb” şeklindedir. Divanlarda bu sıraya uyulduğu gibi, mesnevîlerde de, ge-nel olarak, böyledir. Bunları sıra ile açıklayalım.

Allah Teâlâ ile

İlgili Edebî Türler

Page 164: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

158

1. Mensur Eserlerde

Besmele; “Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla” demek olan Besmele’nin dayanağı, Hz. Peygamber’in: “Her iyi ve güzel bir işe “Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adı” ile başlanmamışsa, o işten hayır gelmez, sonu güdük ve verimsizdir.” (Aclûnî: 1352) anlamındaki hadîsidir.

Hamdele; “Allah’a şükretme” anlamına gelen “el-Hamdü li’llâh” cümle-sinin kısaltılmış şeklidir. Hamdele’nin delîli, Kur’ân-ı Kerîm’in ilk sûresi olan Fâtiha Sûresi-ilk âyetinin “Hamd” kelimesiyle başlamış olması ve bir de Hz. Peygamber’in hutbelerinin Allah’a “Hamd ü senâ” ile başlamış olması-dır. Çünkü Câhiliye döneminde okunan hutbelerde “Hamd ü senâ ” yoktur (Şener: 1995). Âyetten delîli ise Kur’ân-ı Kerîm’in ilk suresi olan Fatiha’nın ilk âyetinin: “Âlemlerin Rabbi Allah’a hamd olsun.” ifadesiyle başlamasıdır.

Salvele: “Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammed” cümlesinin kısal-tılmış şeklidir. Hz. Peygamber’e salât ü selâm getirmenin Kur’an’daki delili: “Allah ve melekleri, peygambere salât etmekte (onun şerefini gözetmeğe, şâ-nını yüceltmeğe özen göstermekte)dir. Ey inananlar, siz de ona salât edin (onun şânını yüceltmeğe özen gösterin); içtenlikle selâm edin (Ahzab, 33/56).” anlamındaki âyettir. Âyetin asıl metninde geçen “sallû” ve “sellimû” emirleri, Hz. Peygamber’e “salât ü selâm” getirme görevini Müslümanlara yüklemektedir.

Ammâ ba‘d: “Allah’a hamd, Peygambere salât ü selâm’dan sonra” anla-mında bir deyimdir ki, bundan sonra asıl konuya geçilir. Asıl konu ile Hamdele ve salvele faslını ayırdığı için “ammâ ba‘dü” sözüne “faslu’l-hitâb” da denir.

2. Manzum Eserlerde

Manzum eserlerde de bu geleneğe bağlı kalınarak, önce yine “Besmele”, son-ra “Hamdele” yerine Tevhîd ve Münâcât, “Salvele” yerine ise Na‘t sıralama-sına uyulur. “Ammâ ba‘dü” deyimi yerine de özellikle mesnevîlerde “Sebeb-i te’lîf-i kitâb” ibaresi yer alır.

Manzum eserlerde “Besmele”den sonra, öncelikle Tevhîd, bazan da Tevhîd-Münâcât birlikte bulunur. Türk İslâm Edebiyatı konularından olan Tevhîd, Münâcât ve Na‘t, konu olarak, yerinde daha detaylı işleneceğinden, burada kısa bilgiler verilecektir.

Tevhîd’in kelime anlamı, “Vahdet” kökünden “birkaç şeyi bir etme, bir-leştirme, bir addetme, bir nazarıyla bakma” anlamlarına geldiği gibi, Allah hakkında: “Allah’ın bir olduğuna inanma, kâil olma, birleme” demektir. “Lâ İlâhe ille’llâh” cümle ve terkîbinin söylenmesine de, İslâmî literatürde, “Tevhîd” veya “Kelime-i Tevhîd” denilmektedir.

Kelime-i tevhidin anlamı nedir?

Edebî ıstılâh olarak Tevhîd, şâirlerin “Allah’ın varlığına ve birliğine dâir yazdıkları manzûmeler”e verilen isimdir. Şâirler, yazdıkları “Tevhîd” ve “Münâcât”ları Divan’larının başına koymayı kendileri için bir şeref saymış ve bunu âdet hâline getirmişlerdir (Olgun, 1973).

Page 165: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

159

Tevhîdlerde, Allah’ın büyüklüğü, isimleri, sıfatları, kuvvet ve kudretinin sonsuzluğu, zâtının tasvîr ve hâyâl edilebilir şeylerden soyutlanması, hiçbir şeyin ona eş ve benzer olmayışı, kâinâtta ondan başka müessir bulunmaması, bütün kudret ve ilimlerin ona âit oluşu gibi konular, sanatlı bir uslupla işlenir. Allah’ın karşısında kulun âcizliği vurgulanır. Mutasavvıf şâirler tarafından yazılmış olan tevhîdlerde “vahdet-i vücûd” felsefesinden de söz edilir. Kasîde tarzında yazılan tevhîdlerde, diğer bölümlere yer verilmeden, doğrudan ko-nuya geçilir. Şâir Nâbî (ö. 1712)’nin yazdığı, 91 beyitten oluşan manzûme, tevhîdin en güzel örneğidir. Tevhîdler, manzûm olarak yazıldığı gibi, mensûr olarak da yazılmıştır. Mensûr olanlarına “Tazarru‘-nâme” denilir.

Münâcât, Arapça olup “Neciv” kökündendir. Kelime anlamı “fısıldamak, kulağa söylemek” demektir. Münâcât denilmesinin sebebi, bir kimsenin elle-rini kaldırıp dilediği şeyi Allah’tan gizlice istemiş olmasındandır. Münâcâtın ıstılah anlamı ise: “Allah’tan bir şey istemek için, ona yalvarmak ve yakar-mak için yazılmış olan manzûmeler”, “Allah’a duâ ve niyâz etme”, “Allah’a hitâbederek duâ ve niyâzı ihtiva eden şiir” demektir.

Arap ve İran edebiyatlarında yer alan münâcât türü, XII. yüzyıldan itiba-ren bizim edebiyatımızda da yer almaya ve şâirlerimiz tarafından yazılmaya başlanmıştır. Şairlerimiz tertip etmiş oldukları Divanlarda tevhîdlerden sonra en az bir tane münâcât koymayı da bir kural ve âdet hâline getirmişlerdir. Ay-rıca, mesnevîlerde de mesnevî tarzında yazdıkları münâcâtlara yer vermişler-dir.

Münâcâtlarda dînî konulara daha çok yer verilmiştir. Şâirler, en büyük güç, kudret ve azamet sâhibi olan Allah’ın yüceliği ve ululuğu karşısında çâ-resiz, zavallı kullar olarak Allah’a yakarışta bulunur, ona muhtâç oluşların-dan bahseder, düşüncelerini âyet ve hadislerden yaptıkları lafzî ve manevî alıntılarla ifâde ederek kuvvetlendirmeye çalışırlar. Münâcâtlar çoğunlukta manzûm olmasına rağmen, mensûr münâcâtlar da yazılmıştır. Mensûr olan bu münâcâtlara da “Tazarru‘-nâme” denilmektedir.

Türk İslâm Edebiyatı’nda Hz. Peygamber’in hayatını, vasıf ve güzellikle-rini, mucizelerini anlatan; hadislerinden kırk kadarını bir araya getirerek “Hadîs-i Erba‘în/Kırk Hadîs”i oluşturan eserler de oldukça yekün tutmakta-dır. Peygamber kıssaları, evliyâ menkıbeleri, önemli dînî savaşlar, bazı olay-lar, belirli gün ve aylar, dînin esasları, inanç, tasavvuf esasları, nasîhat ve ah-lâkî öğütler, dînî eserlerin konularını oluşturmuştur. Bu eserler, edebî bir üs-lûp ve kisve içerisinde verilmektedir. Bunların büyük bir kısmı manzûm ola-rak yazıldıklarından, Eski Türk Edebiyatı içerisinde, çok geniş ve çeşitli tür-leri içerisine alan Türk İslâm Edebiyatı meydana gelmiştir.

Dînî edebiyatımızın, bir başka deyişle Türk İslâm Edebiyatı’nın en sevi-len, en tanınmış ve yaygın hâle gelmiş eserleri, Ahmed Yesevî’nin hikmetleri yerine, Yûnus Emre’nin ilâhileri, Süleyman Çelebi (ö. 1422)’nin Mevlid’i, Yazıcıoğlu Mehmed (ö. 855/1451)’in Muhammediyye’si, Fuzûlî (ö. 1556)’nin Hadîkatü’s-su‘adâ’sı, Ahmed Cevdet Paşa (1822-1895)’nın Kısasu’l-Enbiyâ’sıdır.

İçeriğinin tamamen dinî olmasını göz önünde bulundurarak edebiyatımız-daki bir dinî-edebî nazım türlerinden bahsedebiliriz. Bu tasnifi kullandığı-mızda da üç ana başlık karşımıza çıkar: Allah’la ilgili nazım türleri, Hz. Pey-gamber’le ilgili nazım türleri ve dinî-ahlaki diğer nazım türleri.

Page 166: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

160

Bu ünitede Allah’la ilgili edebî türlerden bahsedeceğiz. Allah’la ilgili edebî türleri de üç ana başlık altında inceleyeceğiz: Allah’ın Güzel İsimleri olan Esmâ-i Hüsnâlar, Allah’ın zatî ve sübûtî sıfatlarından bahseden Tevhidler ve kulun acziyetini dile getiren Münâcâtlar.

1. ALLAH’IN GÜZEL İSİMLERİ: ESMÂ- I HÜS-NÂLAR

Allah’la ilgili edebî türlerden ilki Esmâ-ı hüsnâ ya da Arapça söyleyişle Esmâü’l-hüsnâlar’dır. En güzel isimler anlamına gelen bu isim tamlaması “Allah’ın Güzel İsimleri” anlamıyla edebiyatımızda bir tür olarak kabul edilmiştir.

Esmâü’l-hüsna ifadesi, Kur’ân-ı Kerîm’de dört ayrı surede yer alan birer ayette geçmektedir. Bunlardan ilki Araf suresinde yer almaktadır. Bu ayette Allah’ın güzel isimleriyle dua edilmesinin gereği belirtilmektedir.

“En güzel isimler Allah’ındır. O’na o isimlerle dua edin. O’nun isimleri konusunda eğriliğe sapanları bırakın. Onlar yaptıklarının cezasını görecekler-dir.” (Araf 7/180).

Diğer âyetlerde de en güzel isimlerin sadece Allah’a ait olduğu vurgu-lanmaktadır.

“De ki: Gerek Allah deyin, gerek Rahmân deyin, hangisini derseniz de-yin, en güzel isimler onundur.” (İsra 17/110)

“Allah’tan başka ilah yoktur, en güzel isimler onundur.” (Tâhâ 20/8)

“O, var eden, güzel yaratan, yarattıklarına şekil veren, en güzel adlar ken-disinin olan Allah’tır.” (Haşr 59/24)

Bu âyetlerde Allah’a ait güzel isimlerin sayısının kaç tane olduğuyla ilgili bir ibareye yer verilmemiştir. Bu isimlerin sayısı ve neler olduğuyla ilgili bil-giler hadislerde yer almaktadır. Kütüb-i Sitte olarak bilinen altı hadis kitabın-dan Buharî, Müslim, Tirmizî ve İbn-i Mâce’nin çeşitli bölümlerinde birbirine yakın ifadelerle yer alan bir hadiste “Allah’ın doksan dokuz, yüzden bir ek-sik, ismi vardır. Bu isimleri kim sayarsa (veya ezberlese) cennete girer” ifa-delerinden sonra Tirmizî ve İbn-i Mâce’de bu 99 isme yer verilmiştir.

Kitabınızın 1. Ünitesinden Din ve Edebiyat kısmını okuyunuz.

Edebiyatımızda Esmâ-ı hüsnâların oluşumunda hiç kuşkusuz bu hadisin büyük bir etkisi vardır. Edebiyatımızdaki dinî edebî türlerin birçoğunda da olduğu gibi bu hadisteki cennete girme müjdesinden dolayı Arap, Fars ve Türk birçok müellif ve şair bu türde eserler kaleme almışlardır.

Konuyla ilgili olarak Prof. Dr. H. İbrahim Şener (ö. 2006) tarafından bir doktora tezi hazırlanmıştır. Bu alandaki ilk ve tek olan araştırmada Arap, Fars ve Türk edebiyatlarında mensur ve manzum olarak hazırlanan Esmâ-ı hüsnâlar hakkında detaylı bilgiler verilmektedir (Şener: 1985).

Hadislerde sayılan Allah’ın güzel isimlerinden her birinin farklı anlamları vardır. Birer Esmâ-ı hüsna şerhleri olan ve bu türde verilen mensur eserlerde isimlerin anlamları detaylı olarak verilmektedir. Bu tür eserlerde, “Esmâ-ı

Page 167: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

161

Hüsnâ Havâssı” olarak da nitelenen, hangi ismin hangi bir faydaya yönelik olduğu belirtilen özelliklerinden bahsedilmektedir. Müslümanların herhangi bir isteklerini Allah’a arzedip dua ederlerken bu isteklerini karşılayan İsim ile dua etmeleri tavsiye olunmaktadır. Bu eserlerin bazılarında duadaki beklenti-nin karşılığı olan Allah’ın İsmi’nin günde kaç kez okunacağı belirtilirken ba-zılarında da hangi vakitte okunması gerektiğine işaret edilmektedir.

Örneğin; bol rızık isteğinde bulunan bir müslümanın günde 308 defa er-Rezzâk ismini, çocuğu olmayan birinin de yedi gün oruç tutup iftar vaktinde yirmi bir kez el-Musavvir ismini okuması tavsiye edilmektedir. Bu isimlerin hangi vakitte ve kaç kez okunacağı ile ilgili farklılıklar olsa da bu türdeki hemen her eserde ilgili ismin hangi maksat ve isteğe yönelik olduğu mutlaka ifade edilir.

Tasavvuf ve tarikatlarda Esmâ-ı hüsnâ zikrine çok önem verilmekte oldu-ğu gibi, hangi ismin hangi durumda okunacağı meselesi halk arasında da ol-dukça yaygındır. Dert ve sıkıntılardan kurtulmak, eşler arasında sevginin meydana gelmesi, çocuk, makam, rütbe, zenginlik sahibi olmak ve benzeri birçok konuda insanların birçoğu bu isimlerle Allah’a yakarmaktadırlar. As-lında bir sihir ve büyü kitabı olmakla birlikte içerisinde Esmâ-ı hüsnâ havâs-sının da yer aldığı Seyyid Süleyman Hüseynî’nin Kenzü’l-Havâss isimli eseri bundan dolayı halk arasında yaygın olarak okunan kitaplardan birisidir.

Esmâ-ı hüsnâ ile ilgili en çok eser verilen dil Arapçadır. Bunu sırasıyla Türkçe ve Farsça izler. Ayrıca İngilizce olarak da yazılan biri manzum diğeri mensur iki eser vardır (Şener: 1985).

Arapçada, bu konuda çoğunluğu mensur olmak üzere seksen küsur eser verilmiştir. Bunlardan manzum olanların sayısı sekizdir.

Türkçe kaleme alınan Esmâ-ı hüsna sayısı elliye yakındır ve bu eserlerden on dokuz tanesi manzumdur.

Farsça olarak da mensur ve manzum Esmâ-i hüsnâlar yazılmıştır. Ancak, Arapça ve Türkçe mensur ve manzum Esmâ-i hüsnâlar, oldukça hacimli ve muhtevalı olmalarına mukabil, Farsça yazılanlar kısa ve hacimsiz ve daha çok manzum olarak yazılmışlardır. Mensur ve manzum olmak üzere Farsça altı tane eser bulunmaktadır.

Her üç dilde manzum olarak yazılan Esmâ-ı hüsnâ otuza yakındır ve bun-ların üçte ikisi Türkçe yazılmıştır. Bu da Türk edebiyatında bu türe gösterilen ilgi açısından dikkate değer bir noktadır. Her ne kadar sayı belirtsek de yapı-lacak yeni araştırmalarla bu türdeki eser sayısının artacağında kuşku yoktur.

Arapça olan mensur eserlerden Gazâlî’nin (ö. 1111), Maksadu’l-Esnâ fî Şerhi Esmâillâhi’l-Hüsnâ’sı, Beyzâvî’nin (ö. 1286), Müntehe’l-Münâ fî Şerhi Esmâillâhi’l-Hüsnâ’sı, Fahreddîn Râzî’nin (ö. 1209), Levâmiu’l-Beyyinât Şerhu Esmâillâhi Teâlâ ve’s-Sıfât’ı ilk akla gelenlerdendir.

Farsça eserlerden Abdurrahman Câmî’nin (ö. 1492) Risâle-i Muammâ-yı Nefîse’si ile Lamiî Çelebi tarafından Türkçe’ye tercüme edilen Mîr Hüseyin eş-Şirâzî’nin (ö. 1499) Şerhu’l-Esmâi’l-Hüsnâ’sı en çok bilinenlerdendir.

Şeyhoğlu Mustafa (ö. 1401), Îsâ Saruhânî (ö. 1559), Ahmed Şâkir Paşa (ö. 1818), İbrahim Cûdî (ö. 1926), Bıçakcızâde İsmail Hakkı (ö.1933) Türkçe manzum Esmâ-ı hüsnâ kaleme alan şairlerden sadece bir kaçıdır.

Page 168: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

162

Örnekler

Âlimü’l-gaybi ve’ş-şehâdeh:

Her kim etse edâ namâzını

Cân u dilden kılıp niyâzını Akabince bu ismi yâd etse

Bu safâyı revâna zâd etse Anı keşf ehli eyleye Rahmân

Ere Hak’dan revânına ihsân Kılsa beş vakt namâzını âdem

Okusa yüz kerre bunu ol dem Ana mekşûf ola kamu esrâr

Dola gönlü safâ ile envâr es-Selâm :

Kim ki bir derd ile ola bîmâr

Bunun ile olur ana tîmâr Ger yüz on bir kez okısa anı

Bula sıhhat-i safâ-y-ıla cânı el-Cebbâr :

Kim okursa yigirmi bir nevbet

Ermeye her güzin ana nikbet Ger olursa dilinde bu virdi

Zulm-i zâlimden olmaya derdi el-Bârî :

Her ki yüz kerre okusa zâhir

Dahi yitmiş bir okusa âhir

Page 169: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

163

Kabre vardığı dem işit anı

Yalınuz olmaya anun cânı Hak musâhib vere ana anda

Kalmaya havf ile gidüp anda el-Musavvir :

Her kimin olmasaydı ferzendi

Bu hevâ olsa gönlünün bendi Yedi gün pâk olup ola sâim

Dilde bu ismi zikrede dâim Vakt-i iftâr olıcak her bâr

Okuya bîst ü yek anı ey yâr Ya‘ni su üzre okuya anı

İçe ol dem safâ bula cânı Yedi gün eylese bu hâl üzre

Hak murâdın vere kemâl üzre Hak ana bir oğul verse âşık

Ola ilmi ile izzete lâyık el-Gaffâr :

Her ki yüz nevbet okusa sâfî

Ola her derdine anun şâfî Cum‘adan sonra okusa her gâh

Açıla lûtf ile ana dergâh el-Hâfız :

Her ki havf eyleye adûsundan

Ya adû ins ola yâhûd cinden

Page 170: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

164

Ede bir halveti hemân hâlî

Okuya yetmiş ile bin hâli Ref‘ ola düşmanın o dem şerri

Ere Hakkın emân ile birri es-Semî‘ :

Her kim ister murâdını hâsıl

Ola maksûduna o dem vâsıl Okuya beş yüz ismi her demde

Kalmaya kalbi hasret ü gamda Hak du‘âsın kabûl ede anı

Ola şâd akl ile dil ü cânı el-Vedûd :

Er ü avret miyân-ı ceng olsa

Dilleri gussa ile teng olsa Okur ise bu ismi ol dâyim

Ola tevfîk-i sulh ile kâyim el-Latîf :

Her kimin kim ma‘aşı dar olsa

Gussa vü gam anunla yâr olsa Okusa yüz kerre bunu her rûz

Ere her kûşeden ana sad rûz et-Tevvâb :

Her ki nisyân ile ede isyân

Erişe fazl-ı Hak ile gufrân

Page 171: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

165

Okusa ger duhâ zamânında

Ola da‘im Hudâ emânında es-Sabûr :

Her ki bir derde mübtelâ olsa

Ya meşekkatle bâtını tolsa Ger otuz bin okursa bu ismi

Ola hâlis revân ile cismi Hak devâ ede derdine ol dem

Ola zevk ü safâ ile hurrem

Verdiğimiz bu örnekten sonra, Türkçe ilk manzum Esmâ-ı hüsnâlar ara-sında yer alan İbn Îsâ Saruhânî’nin Şerhu Esmâi’l-Hüsnâ isimli eserinden sâ-dece, Allah’ın Güzel İsimleri’nden olan Rahmân adının şerhi ile ilgili kısmı, ikinci örnek olarak, veriyoruz.

Türkçe ilk manzum Esmâ-ı Hüsnalar arasında yer alan İbn Îsâ Saruhânî’nin Şerhu Esmâi’l-Hüsnâ isimli eserinde Rahmân ismi şu şekilde anlatılmaktadır.

Yâ Rahmân: (aded 298, sâat : Güneş)

Gel ey tâlib edin vird ism-i Rahmân

Ki rahmetden erişe lûtf u ihsân Şumarınca sürersen her gün anı

Sa‘âdetle dutasın dû-cihânı Bunu terk etme dâim virdin olsun

Ki sürdükce gönül nûr ile dolsun Kesâfet yerine gelsin letâfet

Nühûset yerine dönsün sa‘âdet Kasâvet kalmasın bulsun safâ dil

Ziyâlar bağlar ol vakt hemçü kandîl Ola ger nûr-ı Rahmân mazhar-ı dil

Elest ahdine bulsun hem vefâ dil

Page 172: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

166

Eger vird edine bu ismi nâ-kes

Sahî olur ana bî-kes dimez hâs Olursan nâ-kesin birine meşgûl

Sahî olup atâ eyler sana bol Bunu kim vird edine mâlı artar

Kovan cismi içinde balı artar Hem artar mansıb u kadr u sehâsı

Anılır Hâtem-i Tây’ın atâsı Sehâvet her kime olduysa âdet

Ölünce gitmez andan ol sa‘âdet Şumarı iki yüz toksan sekiz hem

Güneşdir sâ‘ati va’llâhü a’lem

Kur’ân-ı Kerîm’de Allah ismi ilk olarak hangi surede yer almaktadır? Araştırı-nız.

2. TEVHÎDLER

Allah’ın birliği ve yüceliği konusunda yazılan manzûm ve mensûr eserlere tevhîd denir. Tevhîd konusu, daha önce kısmen işlenmişse de, Türk İslâm Edebiyatı konularının başında gelmesi nedeniyle, burada daha geniş olarak üzerinde durulacaktır.

Kök itibâriyle vahdet kelimesinden gelen ve tef‘il kalıbıyla ifâde edilen Tevhîd, kelime olarak birlemek anlamına gelmektedir. Istılah olarak da, “Al-lah’ın varlığına ve birliğine dâir yazılan manzum ve mensur eserler”e Tevhîd ismi verilmiştir. Şairlerimiz Divanlarına tevhîd ve münâcâtla başlamayı bir âdet hâline getirmiş ve böyle başlamayı kendileri için de bir şeref kabul et-mişlerdir.

Manzum tevhîdler, çoğunlukla kasîde, gazel, mesnevî nazım şekilleriyle yazılmıştır. Tevhîderde işlenen konular, âyet ve hadislerden alıntılar yapıla-rak veya bu iki ana kaynaktan faydalanılarak kaleme alınmışlardır.

Konuyla ilgili yayın yapan araştırmacıların edebiyatımızda biri tasavvufî, diğeri dînî olmak üzere iki tür tevhîdden bahsetmektedirler. Ancak, tasavvufî tevhîdlerle dînî tevhîdleri birbirinden ayırdetmek de oldukça güçtür. Nihaye-tinde tasavvuf da dinin içerisindedir.

Tevhîdlerde, öncelikle, Allah’ın zâtî (selbî) ve sübûtî sıfatları yer almak-tadır. Allah’ın zâtî sıfatları altı tanedir. Bunlar: Vücûd, kıdem, bekâ, vahdâ-niyet, muhâlefetün li’l-havâdis ve kıyâm bi-nefsih denilen sıfatlarıdır. Sübûtî

Page 173: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

167

sıfatlar ise sekiz tanedir. Bunlar da: Hayat, ilim, semî‘, basar, irâde, kudret, kelâm ve tekvîn, sıfatlarıdır.

Dînî tevhîdlerde, Âdem peygamberi topraktan yaratmış olan Allah’ın il-minde saklı ve gizli varlıkların kudret kalemiyle meydana gelişi, zuhûr edişi anlatılır. Tasavvufî tevhîdlerde ise “Kenz-i mahfî / Gizli hazîne” esasına da-yalı bir anlatım yer almaktadır.

“Kenz-i mahfî” terkibi bir kudsî hadiste geçmektedir ki bu hadis şöyle-dir: “Hz. Dâvûd (a.s), Allah’a: “Yâ Rabbi! Lime halakte’l-halka / Ey Allahım! Bu mevcûdâtı niçin yaratttın?” der. Cenâb-ı Allah Hz. Davud’un bu sorusuna: “Küntü kenzen mahfiyyen fe-ahbebtü en u‘rafe, fe-halaktü’l-halka li-u‘rafe” diye cevap verir. Ehl-i tasavvuf’a göre: “Ben, gizli bir hazî-ne idim, bilinmek ve tanınmak istedim. Bu yüzden de, bilinmem ve tanın-mam için bütün varlıkları yarattım.” anlamına gelen bu kudsî hadisin daya-nağı, “Ben, cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” (Zâriyât: 51/56) anlamındaki âyettir.

Bu kudsî hadîsten hareketle, özellikle İran ve Anadolu şâirlerinde, kâi-nâtın yaratılış nedeni olarak “Allah’ın kendi güzelliğini temâşâ ve yokluk aynasında tecellî etmesi” sonucu mevcudatın var oluşu inancı önem arzeder. Şâir, sanki şu beytinde, söz konusu kudsî hadîsi tercüme edercesi-ne, şöyle diyor:

Kendi hüsnüñ hûblar şeklinde peydâ eyledin

Çeşm-i âşıkdan dönüp soñra temâşâ eylediñ

Tevhîdlerde yer alan ve işlenen diğer esas ve konuları şu şekilde sırala-mak mümkündür:

Vahdet-i vücûd (varlıkta birlik) inancına göre, kâinâtta var olan her şey vehim, hayal, aynadaki akis ve gölgeler gibidir.

Kâinât, Allah’tan bir nişan ve alâmettir. Eserden müessire (cüz’den kül’e) intikâl edip, kesrette vahdeti (çoklukta birlik), mahlûkta Hâlık’ı idrâk etmeli, anlamalıdır.

Allah, akıl sahipleri tarafından bilinir fakat, gözlerden gizlenmişdir. Onu dünya gözüyle görmek mümkün değildir. Bunun delîli: “Gözler onu görmez, o gözleri görür; O latîf (gözle görülmez veya lûtuf sahibi), her şeyi haber alandır.” (En’am: 6/103) anlamındaki âyettir.

Allah’ın zâtı idrâk edilemez ve buna insan güç yetiremez. İnsan aklı onu anlamaktan âcizdir. Hz. Ebû Bekir’in, “el-aczü an-derki’l-idrâki idrâkü ” mıs-râında çok açık bir şekilde, beşer aklının Allah’ın zâtını idrâk etmekten âciz olduğu ifâde edilmektedir.

Allah mülkün sâhibi, şehâdet ve gayb âleminin Hâlık’ıdır. Bunun delîli, şu iki âyettir: “(O), her şeyin yaratıcısıdır.” (En’am, 6/102) ve “O, öyle Al-lah’tır ki ondan başka tanrı yoktur. Görülmeyeni ve görüleni bilir. O, çok esirgeyen, çok acıyandır.” (Haşr, 59/22)

Allah, nasıllık (kemmiyet) ve nicelikten (keyfiyet) münezzehtir. “O’na benzer hiçbir şey yoktur. O, işitendir, görendir.” (Şûrâ, 42/11) âyeti bunun delîlidir. “Allah’ın nimetleri hakkında istediğiniz kadar düşünün, kafa yorun;

Page 174: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

168

fakat, sakın Allah’ın zâtı hakkında kafa yormayın, düşünceye dalmayın.” ha-disi de, bunun sünnetteki delilidir. O’nun keyfiyyetini anlamak isteyen sapık-lıkta ve yanlış yoldadır.

O, kıyısı olmayan bir okyanustur. Bu, Hakk’ın sonsuz ve sınırsız, zaman ve mekân kayıtlarından uzak olduğunu ifâde eder.

Allah’ın eşi ve ortağı yoktur. Herkes O’na muhtaçtır ama o hiç kimseye muhtaç değildir. Bir adı da Tevhîd sûresi olan İhlâs sûresi, Allah’ın “eşi ve ortağı” olmadığının açık delîlidir. “De ki: O Allah birdir. Allah Samed’dir (her şey varlığını ve bekâsını ona borçludur. Her şey ona muhtaçtır, o, hiçbir şeye muhtaç değildir. Her şeyin başvuracağı, yardım dileyeceği tek varlık odur.). Kendisi doğurmamıştır ve (başkası tarafından) doğurulmamıştır. Hiç-bir şey onun dengi (ve eşi) olmamıştır.”

Evvel, âhir, zâhir ve bâtın odur. Bütün varlık ve eşyâda onun nûru zâhir olmuş, tecellî etmiştir. Eşya, vehimler ve hayallerden ibarettir. Halbuki, bi-zâtihî mevcut ve var olan sâdece Allah’tır. O, ezelî ve ebedîdir. Cemâl ve Ce-lâl sahibidir. “O, İlk’tir (kendisinden önce hiçbir varlık yoktur); Son’dur (kendisinden sonra hiç bir varlık yoktur, her şey yok olurken O, kalacaktır); Zâhir’dir (delilleriyle varlığı gün gibi açıktır); Bâtın’dır (Zâtı’nın hakîkatı gizlidir, akıllar O’nun zâtını idrâk edemez). O, her şeyi bilendir.” (Hadîd, 57/3) âyeti, bunu açıkça ifâde etmektedir.

O, merhametlilerin en merhametlisi (Erhamü’r-râhimîn) ve Ekremü’l-ekremîn’dir. Kur’an’da, bu ifade dört ayrı yerde geçmektedir: “Merhametlile-rin en merhametlisi sensin ! ”(Âraf, 7/151)

Gönül levhasından mâsivânın (Allah’tan gayri her şeyin) silinmesi şart-tır. Çünkü Allah’a yakın olmak ve onun rızâsını kazanmak için gerekli olan amel ve ibâdet, gönülden mâsivânın uzaklaştırılmasıyla gerçekleşebilir. Al-lah’a olan bağlılık ve muhabbet, dünyaya bağlılık nisbetinde zayıflar ve aza-lır.

Mutasavvıf şâirlerin tevhîdlerinde, göze çarpan hususlar ise, daha çok vahdet-i vücûd’la ilgilidir.

O, öyle bir “Vahdet denizi”dir ki, onun dalgaları (isim ve sıfatlarının te-cellîleri) hiçbir zaman kesilmez. Çokluk (kesret), işte bu tecellîlerden, zorun-lu olarak ortaya çıkmıştır. “Göklerde ve yerde bulunanlar (her şeyi) ondan is-terler (çünkü tüm varlıklarını ona borçludurlar). O, her gün (her an) yeni bir iştedir (kimilerini yaratırken, kimilerini öldürür, her ân hayatı tâzeler, bir hâli giderir, başka hâller getirir).” (Rahmân, 55/29) âyeti bunun açık delîlidir.

Tasavvufta gerekli ve önemli olan vahdet, kesret içinde olan vahdettir. Bunun anlamı, toplum ve halkla birlikte, işiyle-gücüyle meşgul iken bile her-kesin ve her şeyin Allah’ın kudreti ile meydana geldiğini idrâk etmekten iba-rettir. El yârda, gönül kârda olmalıdır. İşte bundan yola çıkarak Vahdet-i vücûd nazariyesi doğmuştur. Bütün varlıkların Vücûd-ı mutlak olan Allah’ın isim ve sıfatlarından tecellî ettiği nazariyesine dayanan Vahdet-i vücûd, bir çeşit tasavvuf yoludur. Buna göre Vücûd (varlık) birdir ve o da Allah’ın var-lığıdır. Bütün varlıklarda çeşitli şekillerde tecellî eden de odur. Her şey, onun varlığına ve birliğine delâlet eder. Kâinât, onun varlığının alâmetidir. Onsuz hiçbir şey olamaz. Vahdet-i vücûd nazariyesi XIII. yüzyldan itibâren, Muhyiddin İbnü’l-Arabî (1165-1240), Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (1207-

Page 175: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

169

1273), Sadreddin-i Konevî (1210-1274) gibi bilgin ve şâirlerle büyük ilerle-me kaydetmiştir.

Burada Vahdet-i vücûdla ilgili bir noktayı, önemli olması nedeniyle, açıklamakta fayda vardır. Vahdet-i vücûd, panteizm değildir ve onunla hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü Allah, hiçbir şeyle ittihâd hâlinde bulunmaz. Allah, Al-lah’tır, âlem de âlemdir. Âlem, Allah’ın gayrıdır. Vücûdu vâcib olan, varlığı mümkün ve sonradan olanla birleşemez. Allah, her şeyden münezzeh ve mut-lak kudret sahibidir. Allah, nasıllık ve nicelikten münezzeh, âlem ise bunlarla sınırlıdır. Münezzeh olana, sınırlı olanın aynı demek ve Allah’ı, sonradan olan şeyle bir ve aynı kabul etmek imkânsızdır. Ezelî olan Allah, asla sonra-dan olanın aynı değildir.

Mekândan münezzeh olan Allah, mekâna sığmaz. Mekândan münezzeh olanı, mukayyet olan eşya ve varlıktan ayrı düşünmek gerekir. Dış dünya ve iç âlemde görünmüş olanlar, Allah’ın varlığına delâlet eden şâhitlerdir; yoksa Allah demek değildirler. Eşyânın Allah’ın aynı olduğu inancı, Vahdet-i vücûd demek değildir. Çünkü bu makâmda ittihâd (birleşme), ayniyet (tıpkısı olma), tenezzül (inme) ve teşbih (benzetilme) yoktur. Allah, zâtı ile de, sıfâ-tıyla da değişmez, sonradan olanlara aslâ benzemez (Pekolcay: 1976). Çünkü O, “muhâlefetün li’l-havâdis” sıfatıyla muttasıftır. Anlamını vereceğimiz şu âyete dikkatle bakılırsa, Vahdet-i vücûda kâil olan ve inananların dediği gibi, Allah’ın eşyâda görünmesinden (cem‘) ziyâde farka delâlet ettiği, mahlûk ile Hâlık’ın birbirinden tamamıyla ayrı olduğu anlaşılır: “De ki: İşte benim yo-lum budur: ‘Allah’a basîretle davet ederim. Ben (böyle olduğum gibi) bana uyanlar da böyledir. Allah’ı şânına lâyık olmayan şeylerden tenzîh ederim ve ben Allah’a ortak koşanlardan değilim.” (Yûsuf: 12/108)

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (1207-1273)’nin şu beyti, Vahdet-i vücûd inancına kâil olanları, onu savunanları kökünden reddetmektedir: “Peygam-berler, halkı Hakk’a ulaştırmak, îsâl etmek için gönderilmişlerdir. Halk ile Hak, (Vahdet-i vücûd’a inanan ve onu savunanların dedikleri gibi) yek-vücûd (aynı) olsalardı neyi îsâl edecek, ulaştıracaklardı?” (Tahirü’l-Mevlevi: 1966)

Ehl-i tasavvufun, vahdet-i vücûd hakkındaki görüşü, birtakım şüphelerle dolu bir yol ve metotla değil, tarîk-ı bedâhet (apaçık) ile şâhid olmuşlardır ki, buna göre, mevcûd-ı hakîkî ancak, Allah’tır. Sonradan olan mümkinâta mevcûd demek ise tecellî alâkasıyla mecâzîdir. Çünkü bir kısmı Allah ile, di-ğer bir kısmı da yaratılmış olan şeylerle var olan çeşitli varlıklar yoktur. Var-lık, Bir’dir, o da Allah’ın zâtından başka bir şey değildir (Kam: 1994).

Bu kısa bilgiden sonra, Vahdet-i vücûd inancının temel düstûrunun, şu iki sözde, özetlenmiş olduğunu söyleyelim: “Lâ-mevcûde ille’llâh / Allah’tan başka varlık yoktur” veya “Leyse fi’l-vücûdi ille’llâh / Mevcudatta Allah’tan başkası yoktur”. Aşağıdaki, biri Arapça, diğeri Türkçe olan beyitlerde Vah-det-i vücûd inanç ve akîdesi “uslûb-ı şâ‘irâne” ile şu şekilde ifâde edilmiştir.

Leyse fi’l-kâinâti gayruke şey’ün

Ente şemsü’d-duhâ vü gayruke fey’ün

Küllü mâ-fi’l-kevni vehmün ev hayâl

Ev ‘ukûsün fi’l-merâyâ ev zılâl

Page 176: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

170

“Kâinâtta senden başka hiç bir şey yoktur; sen kuşluk güneşisin, senden başka varlıklar gölgeden ibârettir. Kâinâtta mevcut olan her şey, vehim ya da hayâlden ibârettir; veya aynadaki akisler, ya da gölgelerden ibârettir.”

Şair Nev‘î’nin şu kıtası Vahdet-i vücûdu çok güzel bir şekilde özetle-mektedir.

Ben bilmez idim gizli ayân hep Sen imişsiñ

Tenlerde vü cânlarda nihân hep Sen imişsiñ

Senden bu cihân içre nişân ister idim ben

Âhir bunı bildim ki cihân hep Sen imişsiñ

Nev‘î

Tevhîdlerde âyetlerden zaman zaman alıntılar ve âyetlere telmih ve işâ-retler yapılmaktadır. Bir fikir verebilmek için, bu alıntı, telmih ve işaretlerle ilgili bazı beyitleri, örnek olarak, veriyoruz.

Varır her zerreye bir râh Sen’den

Dü-âlem “semme vechü’llâh” Sen’den

Lâ-mekânî

Bu beytin ikinci mısraında Bakara sûresi 2/115’den sâdece “semme vechu’llâh” kısmı iktibâs edilmiştir. Âyetin tamâmı ise “Fe-eynemâ tüvellû fe-semme vechü’llâh..”tır.

Çıhâr rükn-i anâsır olunca mazhar-ı “Kün”

Mürekkeb oldı ‘ademden cevâhir-i eczâ

Râmî Debistân-ı kıdemde ol Debîr-i Lem-yezel’sin kim

İki harf ile kıldıñ on sekiz biñ ‘âlemi imlâ

Âlî

Bu iki beyitte, sâdece “Kün” emrini almak sûretiyle, Kur’an’da sekiz yerde geçen âyetlere telmih ve işârette bulunulmuştur. “Kün” emrinin geçtiği sekiz âyetten ilki olan Bakara Sûresi 2/117’de yer alan âyetin metni: “Ve izâ kazâ emran fe-innemâ yakûlü lehû kün fe-yekûn” : “Bir şeyi yaratmak istedi mi, ona sâdece “ol” der, o da hemen oluverir.”

Eyledi Âdem’i hem ol Mevlâ

Vâkıf-ı ilm-i “alleme’l-esmâ”

Subhî

Bu âyette de, Bakara Sûresi 2/31’den “alleme’l-esmâ” kısmı, aslı biraz değiştirilerek, alıntı yapılmıştır. Âyetin bu kısmı, tam olarak, “Ve ‘alleme

Page 177: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

171

Âdeme’l-esmâe..” şeklindedir. “Âdem’e isimlerin tamâmını öğretti..” anla-mına gelmektedir. Bu örnekler daha da çoğaltılabilir.

Tevhîdler, genel olarak, kasîde şeklinde yazılır ve kasîdenin türlerinden biri olarak kabul edilir. Edebiyatımızda terkîb-i bend, tercî-i bend ve musammat şekilleriyle yazılmış tevhîdler de vardır. Özellikle tercî-i bendler, konu yönünden, tevhîde daha elverişli şiirlerdir. Kasîde tarzında yazılan tevhîdlerde, kasîdenin bölümlerinden olan nesîb, tegazzül, fahriye gibi bö-lümler bulunmayıp, doğrudan doğruya konuya geçilir (İsen: 1992).

Edebiyatımızdaki en güzel tevhîdlerden biri Niyazii Mısrî (ö. 1694)’ye aittir. Tasavvufî bir tevhîdin tüm özelliklerini taşıyan bu şiir şöyledir:

Zihî kenz-i hafî k’andan gelir her var olur peydâ

Gehî zulmet zuhûr eder gehî envâr olur peydâ Zihî deryâ-yı vahdet kim kesilmez hergiz emvâcı

Bu kesret âlemi andan doğup nâçâr olur peydâ Ne sihr-i bü’l-acebdir kim bu yüzden görünür ağyâr

O yüzden gayri yok tenhâ gelir dildâr olur peydâ O yüzden görülen ağyâr döner şem’-i cemâlinden

Felekler de görüp anı döner edvâr olur peydâ Taşınır günde yüz bin cân adem iklîmine her dem

Gelir yüz bin dahi andan bulur a‘mâr olur peydâ Dışın içe hayâlâtı için dışa zuhûrâtı

Birinden ol birine tuhfeler her bâr olur peydâ O devr ile gelipdir enbiyâ mürsel merâtibce

Gehî mü’min zuhûr eder gehî küffâr olur peydâ Tecellî eyledikçe ol sarây-ı sırr-ı ahfâda

Bu sûret âlemi içre satû bâzâr olur peydâ Anın zâtına gâyet sun‘una hergiz nihâyet yok

Anınçün her bir isminden gelir bir kâr olur peydâ Tecellî eyler ol dâim celâl ü geh cemâlinden

Birinin hâsılı cennet birinden nâr olur peydâ

Page 178: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

172

Cemâli zâhir olsa tez celâli yakalar anı

Görürsün bir gül açılsa yanında hâr olur peydâ Bu sırdandır ki bir kâmil zuhûr etse bu âlemde

Kimi ikrâr eder anı kime inkâr olur peydâ Velî ârif celâl içre cemâlini görür dâim

Bu hâristânın içinde ana gülzâr olur peydâ Ne sırdır ki iki kimse nazar eyler bu ekvâna

Biri ancak görür dârı bire deyyâr olur peydâ İçi ummân-ı vahdetdir yüzü sahrâ-yı kesretdir

Yüzün gören görür ağyâr içinde yâr olur peydâ Alan lezzâtı birlikden halâs olur ikilikden

Niyazî kanda baksa ol hemân dîdâr olur peydâ

Osmanlı padişahlarından Muhibbî mahlasıyla şiirler yazan Kanuni Sultan Süleyman (ö. 1566)’ın bir tevhîdini de yine örnek olarak verelim

Osmanlı padişahlarından bir çoğu şairdir. Şair padişahlar da geleneğe uygun olarak tevhidler kaleme almışlardır. Muhibbî mahlasıyla şiirler yazan Kanuni Sultan Süleyman (ö. 1566)’ın bir tevhîdi şöyledir:

Dest-i kudretle yoğ iken âlemi var eyledin

Kimini müslim kılıp kimini küffâr eyledin

Hârdan güller bitirdin nahlden hurma-yı ter

İbret için kullarına hikmet izhâr eyledin

Kimine verdin behişt ü hil‘at u tâc u kemer

Kiminin yerin cehennem menzilin nâr eyledin

Kiminin kaddini kıldın serv ü ‘ar‘ardan yüce

Gözleri yaşın kiminin cû-yı enhâr eyledin

Rûzı rûşen eyledin emrinle gün etdi tulû‘

Geceyi encümler ile zeyn edip târ eyledin

Page 179: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

173

Güller ile gülşen içre hârı kıldın hem-nişîn

Geceler tâ subha dek bülbülleri zâr eyledin

Zâhide erzâni kıldın kevser ü hûr u behişt

Bu Muhibbî bendeni müştâk-ı dîdâr eyledin

3. MÜNÂCÂTLAR

Münâcât, kelime olarak “fısıldamak, kulağa söylemek, iki kişi arasında geçen gizli konuşma” anlamları taşımaktadır. Bir kimsenin ellerini semaya kaldıra-rak dilediği şeyi Allah’tan gizlice istemesine münâcât denilmekle birlikte, edebiyâtımızda, bağışlayıcı olan Yüce Allah’tan bir dilekte bulunmak için yazılan manzûmelere verilen isimdir.

Kelime anlamı olan “kulağa fısıldamak ve iki kişi arasındaki gizli konuş-ma” münacatı tam olarak karşılamamaktadır. Kulağa fısıldamak normal ko-nuşmalarda hoş karşılanmayan bir iletişim şeklidir. Münâcât aslında kulun acziyetini ifade halidir. Kişinin yüce Allah karşısında kulluğunun farkında olarak, edeple kendi eksiklik ve noksanlığını itiraf edip Allah’tan kısık bir sesle yardım istemesidir.

Eski edebiyatımızın vazgeçilmez şiir türlerinden biri olan münâcât, he-men her şairin divan ve mesnevisinde ya ilk ya da ikinci şiir olarak yerini alır. Bu yönüyle de mensur eserlerdeki “hamdele”nin şiirdeki karşılığıdır. Bununla birlikte mensur olarak yazılan münâcâtlar da vardır ki bunlara da “Tazarrû-nâme” adı verilir.

Divan edebiyatı şairlerince kaside, gazel, kıta, mesnevi, rubai gibi hemen her nazım şekliyle yazılmasına rağmen Halk ve Yeni Türk edebiyatı şairleri tarafından da hece ve serbest vezinle verilen yüzlerce güzel örnekleri de var-dır.

Dinî ve edebî bir nazım türü olan münâcâtlar ayet ve hadislerden alıntılar-la İslâm’ın iki ana kaynağından faydalanılarak kaleme alınmışlardır.

Allah’la ilgili edebî bir nazım türü olan münâcâtlar, tevhîdlerle benzerlik göstermesine rağmen aralarında bazı farklılıklar da bulunmaktadır. Tevhîdlerde Allah’ın zât ve sıfatlarından, yüceliğinden ve kudretinden bah-sedilirken münâcâtlarda kulun hatalı, kusurlu ve aciz olduğu vurgulanarak Allah’tan yardım isteği ön plana çıkar.

Kul, kusurludur. Yapmış olduğu ibadetler ve amelleri Allah’a layık değil-dir. Buna rağmen Allah kulun ameline göre ceza vermez. Fuzulî bir münâcâ-tında bu durumu

Yok bende bir amel sana şâyeste âh eğer

A’mâlime göre vere adlin cezâ bana

mısralarıyla ifade eder.

Page 180: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

174

Cumhuriyet döneminde münâcât yazan şairler var mıdır? Araştırınız.

Yegâne Ganiyy-i Mutlak olan sadece Allah’tır. Kul, daima zayıf, aciz ve ihtiyaç sahibidir. Yüce Allah karşısında insan aczini itiraf etmeli, geçmiş gü-nahlarına pişmanlık duymalı ve bir daha yapmamaya karar vererek, tövbe ve istiğfar etmelidir. Çünkü veren odur ve o dilemedikçe hiçbir şey meydana gelmez.

Arif Nihat Asya da bir münâcâtında bu durumu şöyle ifade eder

Zaîfiz, güçsüzüz biz, el

Elindir, kol kolun, Tanrı’m!

Ne oldurmak murâd etsen

Yeter bir tek “ol!”un Tanrı’m

Allah, sonsuz lütuf, rahmet ve mağfiret sahibidir. Tevvâb ismiyle, güna-hından pişman olan ve tövbe eden kulunun tövbesini kabul eder.

Bir kul olarak insan, ibadetlerine güvenmemeli, daima korku ve ümit ara-sında olmalıdır. Çünkü “Allah’ın rahmetinden ümit kesmemek” bir mü’minin uyması gereken kurallardandır. Eğer Allah’ın rahmet ve mağfireti olmazsa kulun durumu perişandır. Yunus Emre bu hususu iki farklı şiirinde şöyle an-latır.

Ne ilmim var ne tâatim ne gücüm var ne tâkatim

Meğer kıla inayetin yüzümüzü ak Çalab’ım

Rahîm dürür senin adın Rahîmliği bize dedin

Mürşidlerin müjdeledi “Lâ taknetû” hitap nedir

Münâcâtlarda Allah’ın bazı sıfatlarından da söz edilir. Celal ve Cemal, kerem, lütuf ve yardım sahibi olduğu, ilim ve kudretinin sonsuzluğu, Kıdem ve Bekâ sıfatları ön plana çıkarılır. XVII. Asır mutasavvıf şairlerinde Fenayî Cennet Efendi’nin bir münacatının ilk dörtlüğü şöyledir.

Celâlin nârına yakma ibâdı

Kerem lutf u inâyet senden olur

Cemâlinle münevver et fuâdı

Kerem lutf u inâyet senden olur

Allah, kâinatın yegâne hâkimi, ezel ve ebedin padişahıdır. Mevcut olan her şey onun kudretinin eseridir ve var olan her varlık bizlere onun kudretini göstermektedir. Şahlığa lâyık olan odur. Bütün padişahlar onun kuludur.

Page 181: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

175

Çok sayıda örneği bulunan münacatlarla ilgili Prof. Dr. Cemal Kurnaz ta-rafından hazırlanan Münâcât Antolojisi (Ankara 1992)’nde türün güzel ör-nekleri bir araya getirilmiştir.

Cahit Zarifoğlu’nun “Sultan” isimli şiiri de son dönemlerde yazılan en güzel münâcâtlardan biridir:

Seçkin

Bir kimse değilim

İsmimin baş harfleri acz tutuyor

Bağışlamanı dilerim

Sana zorsa bırak yanayım

Kolaysa esirgeme

Hayat bir boş rüyaymış

Geçen ibadetler özürlü

Eski günahlar dipdiri

Seçkin bir kimse değilim

İsmimin baş harflerinde kimliğim

Bağışlanmamı dilerim

Sana zorsa yanmaya razıyım

Kolaysa affı esirgeme

Eski şâirlerimiz, tertip ettikleri Divanlarına ve kaleme aldıkları mesnevî-lere tevhîd ve münâcâtla başlamayı bir kural olarak kabul etmişlerdir.

İslâm’ın etkisiyle Arap edebiyatında ortaya çıkmış olan münâcât türünün, X-XI. yüzyıllarda İran edebiyatında; XII. yüzyıldan itibaren de Türk şiirinde kullanılır olduğu görülür.

Geçmişten günümüze güzel münâcât örnekleri için Cemal Kurnaz tarafından hazırlanan Müünâcât Antolojisi adlı kitabı okuyunuz.

Page 182: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

176

Örnekler

Sun‘ullah Gaybî (ö. 1677)’den

Cehâlet perdesin kaldır

İnâyet eyle yâ Mevlâ

Ma‘ârifle dili doldur

İnâyet eyle yâ Mevlâ

Şarâb-ı aşkını içtim

Hicâblardan kamû geçtim

Bilip nefsim seni seçtim

İnâyet eyle yâ Mevlâ

Vücûdum aşk ile kül et

Dehir bağında bir gül et

Geçir cüzden beni küll et

İnâyet eyle yâ Mevlâ

Fenâ eden kamû vârın

Bugün oldu aña yârın

Temâşâ etmede yârin

İnâyet eyle yâ Mevlâ

Dile ilhâm-ı Gaybî ver

Kemâlâtı gönülde der

Kamû halde bana irgör

İnâyet eyle yâ Mevlâ (Kemikli: 2000)

Ümmî Sinan (ö. 1657)’dan

Ey cümle halkın maksûdu

Al gönlümü senden yana

Ey küllî şey’in mevcûdu

Al gönlümü senden yana

Page 183: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

177

Budur yüreğim yâresi

Gitmedi yüzüm karası

Ey bîçâreler çâresi

Al gönlümü senden yana

Nefs elinden âvâreyim

Hırs elinden bîçâreyim

Gayri kime yalvarayım

Al gönlümü senden yana

Kurtar nefsin belâsından

Can bu lütfu bula senden

N’ola ihsân ola senden

Al gönlümü senden yana

Elim sana ermekliğe

Gözüm seni görmekliğe

Tapuna yüz sürmekliğe

Al gönlümü senden yana

Nefsin meyine kanmasın

Firkat oduna yanmasın

Mâsivâya aldanmasın

Al gönlümü senden yana

Dâim sen ol dilde sözüm

Seni fikreylesin özüm

Gayrıya bakmasın gözüm

Al gönlümü senden yana

Mustafâ’nın minnetine

Murtazâ’nın himmetine

Page 184: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

178

Şol birliğin hürmetine

Al gönlümü senden yana Gözlerimi giryân eyle

Hem ciğerim biryân eyle

Esrârına hayrân eyle

Al gönlümü senden yana Evliyâlar hürmetine

Enbiyâlar izzetine

Mukarrebler kurbetine

Al gönlümü senden yana Aşkına yoldaş olmağa

Derdine dildaş olmağa

Sırrına haldaş olmağa

Al gönlümü senden yana Ey keremler kânı hâce

Sensin yücelerden yüce

Ayrılmasın bir zerrece

Al gönlümü senden yana Ümmî Sinan der Yaradan

Götür perdeyi aradan

Kurtar beni bu yaradan

Al gönlümü senden yana (Bilgin: 2000)

Özet

Türk İslâm Edebiyatı’nda Allah ile ilgili edebî türlerin neler olduğunu sırala-yabilmek.

İçeriğinin tamamen dinî olmasını göz önünde bulundurarak edebiyatımızdaki bir dinî-edebî nazım türlerinden bahsedebiliriz. Bu tasnifi kullandığımızda da üç ana başlık karşımıza çıkar: Allah’la ilgili nazım türleri, Hz. Peygamber’le ilgili nazım türleri ve dinî-ahlaki diğer nazım türleri.

Page 185: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

179

Allah’la ilgili edebî türleri şunlardır: Allah’ın Güzel İsimleri olan Esmâ-i Hüsnâlar, Allah’ın zatî ve sübûtî sıfatlarından bahseden Tevhidler ve kulun acziyetini dile getiren Münâcâtlar.

Allah’ın güzel isimlerinin edebiyatımızda nasıl yer bulduğunu ifade edebil-mek.

Esmâ-ı hüsnâ “Allah’ın Güzel İsimleri” anlamıyla edebiyatımızda bir tür ola-rak kabul edilmiştir. Esmâü’l-hüsna ifadesi, Kur’ân-ı Kerîm’de dört ayrı su-rede yer alan birer ayette geçmektedir. Edebiyatımızda Esmâ-ı hüsnâların oluşumunda hiç kuşkusuz “Allah’ın doksan dokuz, yüzden bir eksik, ismi vardır. Bu isimleri kim sayarsa (veya ezberlese) cennete girer” hadisinin bü-yük bir etkisi vardır. Edebiyatımızdaki dinî edebî türlerin birçoğunda da ol-duğu gibi bu hadisteki cennete girme müjdesinden dolayı Arap, Fars ve Türk birçok müellif ve şair bu türde eserler kaleme almışlardır.

Şairlerimizin eserlerine başlarken nasıl bir gelenek takip ettiklerini belirle-yebilmek.

Türklerin İslâm’ı kabul etmelerinden sonra yazılan eserlerin hemen hepsinde önce Allah’ın birliği ve ululuğunu anlatan, O’na yalvarma ve duâyı ifâde eden, Hz. Peygamber’i medh edip öven parçalar ve manzûmeler bulunmakta-dır. Eserlere bu şekilde başlamak İslâm sonrası edebiyatımızın ilk eserlerin-den itibaren herkesce uyulan bir âdet ve gelenek olagelmiştir. Müslüman bir müellif ve şâirin eserine “Besmele” ile başlayarak “Hamdele” ve “Salvele” ile devam etmesi ve “ammâ ba‘dü” sözü ile de asıl konuya geçmesi “âdet ve gelenek” idi. Mensur eserlerde müellifin âdet ve geleneğe göre, takip ettiği sı-ra: “Besmele, hamdele, salvele, ammâ ba‘dü” sözleridir. Manzum eserlerde ise bu sıra: “Besmele, Tevhîd-Münâcât, Na‘t, Sebeb-i Te’lîf-i Kitâb” şeklin-dedir. Divanlarda bu sıraya uyulduğu gibi, mesnevîlerde de, genel olarak, böyledir

Tevhid ve münâcâtlarda hangi konuların üzerinde durulduğunu açıklayabil-mek.

Allah’la ilgili edebî bir nazım türü olan tevhîdler ve münâcâtlar arasında ben-zerlikler olmasına rağmen ikisi arasında bazı farklılıklar da bulunmaktadır. Tevhîdlerde Allah’ın zât ve sıfatlarından, yüceliğinden ve kudretinden bah-sedilirken münâcâtlarda kulun hatalı, kusurlu ve aciz olduğu vurgulanarak Allah’tan yardım isteği ön plana çıkar.

Kendimizi Sınayalım

1. Aşağıdakilerden hangisi Allah’la ilgili edebî türlerden biridir?

a. Kırk Hadis

b. Na’t

c. Tevhîd

d. Besmele

e. Âdet ve gelenek

Page 186: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

180

2. Aşağıdakilerin hangisinde tevhid türleri tam ve doğru olarak verilmiştir?

a. Dinî-edebî

b. Ahlâkî-dinî

c. Dinî-tasavvufî

d. Tasavvufî-ahlakî

e. Edebî-tasavvufî

3. Tevhîdlerde işlenen “varlığın birliği” esası aşağıdakilerden hangisidir?

a. Kenz-i mahfî

b. Esmâ-ı hüsnâ

c. Muhâlefetün li’l-havâdis

d. Vahdet-i vücûd

e. Alleme’l-esmâ

4. Aşağıdaki isimlerden hangisi Esmâ-ı hüsna kaleme alan Türk şairlerden bi-ri değildir?

a. Şeyhoğlu Mustafa

b. Îsâ Saruhânî

c. Ahmed Şâkir Paşa

d. İbrahim Cudî

e. Abdurrahman Câmî

5. Mensur olarak yazılan Münâcâtlara ne ad verilir?

a. Tegazzül

b. Tercî-i bend

c. Terkîb-i bend

d. Tazarru‘-nâme

e. Kasîde

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı

1. c Yanıtınız doğru değilse, “Giriş” kısmını yeniden okuyunuz.

2. c Yanıtınız doğru değilse, “Tevhîdler” konusunu yeniden okuyunuz.

3. d Yanıtınız doğru değilse, “Tevhîdler” konusunu yeniden okuyunuz.

Page 187: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

181

4. e Yanıtınız doğru değilse, “Esmâ-ı Hüsnâlar” konusunu yeniden okuyunuz

5. d Yanıtınız doğru değilse, “Münâcâtlar” konusunu yeniden okuyu-nuz

Sıra Sizde Yanıt Anahtarı

Sıra Sizde 1 Kelime-i tevhid Allah’ı birleme, bir kabul etme anlamında olup Lâ ilâhe il-la’llâh Arapça lafzının “Allah’tan başka ilah yoktur” şeklinde Türkçe’ye ter-cüme edilmiş şeklidir. Sıra Sizde 2 Besmele’nin âyet olup olmadığı İslam alimleri tarafından tartışılmıştır. Allah ismi Besmele’de yer almaktadır. Besmele ayet olarak görülmese bile Allah adı ilk olarak Kur’ân-ı Kerîm’in ilk sûresi olan Fatiha’da yer almaktadır. Sıra Sizde 3

Cumhuriyet Dönemi’nde münâcât yazan oldukça çok şair bulunmaktadır. Ünite içerisinde bunlardan A. Nihat Asya ve Cahit Zarifoğlu’nun şiirleri ör-nek olarak verilmiştir. Ayrıca Türkiye Diyanet Vakfı tarafından yapılan ve Bahattin Karakoç’un Beyaz Dilekçe isimli şiirinin 1. olduğu yarışmada dere-ceye giren şiirler de bir kitap halinde yayımlanmıştır.

Yararlanılan Kaynaklar

Bilgin, A. (2000), Ümmî Sinan Divanı, (İnceleme – Metin), İstanbul.

İsen, M. (1992), Türk Edebiyatında Tevhidler, Ankara.

Kam, F. (1994), Vahdet-i Vücûd (sâdeleştiren Ethem Cebecioğlu), Ankara.

Kemikli, B. (2000), Sun‘ullâh-ı Gaybî Divanı İnceleme – Metin, İstanbul.

Kurnaz, C. (1992), Münâcât Antolojisi, Ankara.

Levend, A. S. (1989), “Dînî Edebiyatımızın Başlıca Ürünleri”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten, Ankara, s. 45-50;

Şener, H. İ. (1985), Türk Edebiyatında Manzum Esmâü’l-Hüsnâlar, İzmir (Basılmamış Doktora tezi.).

Olgun, T. M. (1973), Edebiyat Lügatı (haz. K. Edib Kürkçüoğlu), İstanbul.

Olgun, T. M. (1966), Şerh-i Mesnevî, İstanbul.

Uludağ, S. (1991), Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul.

Yıldız, A. (2008), “Allah'ın Güzel İsimleri: Esmâ- ı Hüsnâ”, Ay Vakti, Sa-yı 90.

Yılmaz, A. (1998), “Türk Edebiyatında Esmâ-i Hüsnâ Şerhleri ve İbn-i İsâ-yı Saruhânî’nin Şerh-i Esmâ-i Hüsnâsı”, C.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sivas, II, 1-34.

Page 188: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

182

Amaçlarımız

Bu üniteyi tamamladıktan sonra;

• Türk-İslâm Edebiyatında Hz. Peygamber’le ilgili türleri sıralayabilecek,

• Bu türlerin birbirleriyle olan irtibatını açıklayabilecek,

• Bu türde yazılmış eserleri tanıyabilecek,

• Örnek metinleri okuyarak bu türler hakkında tartışabileceksiniz.

Anahtar Kavramlar

• Na’t, mevlid, siyer, hicret-i nebî

• Hilye, mucizât-ı nebî, şemâil

• Mi’raciyye, regaibiyye, hadis-i erbaîn

Öneriler

Bu üniteyi daha iyi kavrayabilmek için okumaya başlamadan önce;

• Metin içerisinde tanımı verilmeyen kelimeler için Misalli Türkçe Sözlük’e başvurunuz.

• Metin içerisinde geçen terimler hakkında daha fazla bilgi için Türkiye Di-yanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’nin ilgili maddelerine ve Necla Pekolcay’ın İslâmî Türk Edebiyatında Şekil ve Nevilere Giriş adlı eserin-de ilgili yerlere bakınız.

Page 189: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

183

NA‘T

Sözlükte bir şeyi vasıflandırma, medhederek anlatma mânâlarına gelen na’t Hz. Peygamber için yazılan medih şiirleridir. Türk edebiyatında diğer türler içinde örnekleri en bol ve yaygın olan na‘t XI. yüzyıldan itibaren Türkler’in yaşadığı hemen bütün bölgelerde yazılmış, günümüze kadar da kuvvetli bir gelenek halinde devam etmiştir. Sayıları binlerle ifade edilebilecek olan na‘tlar ayrıca bestelenerek cami ve tekkelerde okunmuş, birçok beyti hattatlar eliyle levhalara nakşedilip mescid, dergâh, ev ve dükkân gibi mekânları süs-leyen birer sanat eseri olarak itibar görmüştür.

Şairleri na‘t yazmaya yönelten çeşitli sebeplerin başında Hz. Peygamber’e duyulan sevgi gelir. Kur’ân-ı Kerîm’in birçok âyetinde ahlâkı ve üstün şahsi-yeti methedildiğinden Cenâb-ı Hakk’ın da habibi olan Resûl-i Ekrem’e duyu-lan bu sevgi aynı zamanda Allah’ın arzusuna uymayı ifade etmektedir. Na‘t yazma geleneğinde bir diğer amaç da Resûlullah’ın şefaatine nâil olma iste-ğidir. Kâ‘b b. Züheyr’in Kasîde-i Bürde’yi yazmak suretiyle Hz. Peygam-ber’in affına mazhar olması gibi şairler de na‘tları ile Resûl-i Ekrem’in mah-şerde tecelli edecek olan şefaatini ümit etmişlerdir.

Na’tlar divan ve mesnevilerde genellikle tevhid ve münâcâtlardan sonra yer almaktadır. Bazı mürettep divanların doğrudan doğruya na‘t ile başladığı, bunun yanında bazı şairlerin divanlarının mukaddimesinden itibaren hemen her bölümünde na‘ta yer verdikleri görülmektedir. Daha çok kaside nazım şeklinde yazılmakla birlikte, gazel, mesnevi, kıta, müstezad, terci-bend ve terkib-bend, musammat, rubâî, tuyuğ, müfred ve mısra şeklinde pek çok na‘t örneği bulunmaktadır. Na’tlarda şairler Hz. Peygamber’i överken onun üstün-lüğü, bütün âlemin onunla ilgili olarak yaratıldığı hakkındaki ayet ve hadisle-re telmihte bulunmuş veya onlardan alıntılar yapmışlardır.

Na‘tlarda şairler Hz. Peygamber’i tavsif için divan şiirinin bütün söz sa-natlarını, belâgat kurallarını ve geleneğin kültür birikimini kullanarak hüner-lerini gösterme imkânını bulmuşlardır. Bununla beraber şairler Kur’ân-ı Ke-

Hz. Peygamber ile

İlgili Edebî Türler

Page 190: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

184

rîm’i Resûlullah’ın şanını âleme ilân eden bir methiye kabul ederek Allah’ın övdüğü o yüce zâtı övmekteki âcizliklerini de itiraf etmişlerdir.

Muhteva itibariyle na‘tlarda Hz. Peygamber’in isim ve sıfatları, kâinatın efendisi, yaratılışın gayesi ve Allah’ın sevdiği oluşu, örnek ahlâkı, üstün va-sıfları, fizikî özellikleri, mûcizeleri, diğer peygamberlerden üstünlüğü âyet ve hadislere dayanılarak dile getirilir; son bölümlerde şair günahkârlığını itiraf edip şefaat talebinde bulunur. Ardından kıyamet gününün tasviri, o çetin günde şefaat yetkisinin yalnız Peygamber’e ait olduğu belirtilerek onun âlem-lere rahmet olarak gönderildiği vurgulanır.

Türk edebiyatında ilk na‘t örneğine Kutadgu Bilig’de rastlanmaktadır. Yûsuf Has Hâcib ile başlayan bu gelenek Edib Ahmed Yüknekî’nin Atebetü'l-hakåyık ve Ahmed Yesevî’nin Dîvânı Hikmet’inden sonra Anadolu sahası dışında pek çok şair tarafından devam ettirilmiştir. Çağatay edebiya-tında Ali Şîr Nevâî, divan ve mesnevilerinin tamamında ve mensur eserlerin-de çok sayıda na’t yazmış, bu yüzden de na‘t şairi unvanına lâyık görülmüş-tür.

Anadolu sahasında Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Farsça, Yûnus Em-re’nin Türkçe na‘tlarıyla bu tür XIII. yüzyıldan itibaren edebiyatın vazgeçil-mez bir türü halini almıştır. XVII. yüzyıldan başlayarak yalnızca nat‘lardan oluşan divanlar tertip edildiği görülmektedir.

Bazı şiir mecmuaları tamamıyla na‘tlara hasredilmiş olup bunlar ''mec-mûa-i nuût'' olarak anılmıştır.

Divan edebiyatındaki binlerce na‘t içinde en çok tanınanlar arasında ilk sırayı Fuzûlî’nin ''Su Kasidesi''adıyla da meşhur olan na‘tı alır. Daha sonra Şeyh Galib’in, ''Sen Ahmed ü Mahmûd ü Muhammed’sin efendim / Hak’tan bize sultân-ı müeyyedsin efendim'' beytiyle mütekerrir müseddes şeklindeki na‘tı, Fehîm-i Kadîm’in daha çok edebî muhitlerde şöhret kazanan ve Nazîm, Neşâtî, Şeyh Galib gibi şairler tarafından nazîre yazılan ''rûz ü şeb'' redifli na‘tları zikredilebilir. Nâbî’nin, hac yolculuğu esnasında Medine yolunda söylediği bildirilen ''Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-ı Hudâ’dır bu / Nazargâh-ı ilâhîdir makam-ı Mustafâ’dır bu'' matla‘ beyitli na‘tı meşhurdur.

Divan edebiyatında Peygamberimiz için yazılan na’tlar ekseriyet teşkil etmekle beraber peygamberler, veliler, din büyükleri, halifeler hakkında da na’tlar kaleme alınmıştır. Dört halife için yazılanlara na’t-ı çehâr-yâr-ı güzin, veliler için yazılanlara nuût-ı evliyâ denir.

Na‘tlar, Tanzimat’tan sonra gelişen yeni Türk edebiyatındaki örneklerle günümüze kadar devam etmiştir.

Na’t Örneği

Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su

Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su

Page 191: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

185

Âb-gûndur künbed-i devvâr rengi bilmezem

Yâ muhît olmış gözümden künbed-i devvâra su Zevk-ı tîğından aceb yoh olsa gönlüm çâk çâk

Kim mürûr ilen bırağur rahneler dîvâra su Vehm ilen söyler dil-i mecrûh peykânun sözin

İhtiyât ilen içer her kimde olsa yara su Suya virsün bâğ-bân gül-zârı zahmet çekmesün

Bir gül açılmaz yüzün tek virse min gül-zâra su Ohşadabilmez gubârını muharrir hatuna

Hâme tek bakmakdan inse gözlerine kara su Ârızun yâdıyla nem-nâk olsa müjgânum n’ola

Zayi olmaz gül temennâsıyla virmek hâra su Gam güni itme dil-i bîmârdan tîgun dirîğ

Hayrdur virmek karanu gicede bîmâra su İste peykânın gönül hicrinde şevkum sâkin it

Susuzam bir kez bu sahrâda menüm-çün ara su Men lebün müştâkıyam zühhâd kevser tâlibi

Nitekim meste mey içmek hoş gelür hüş-yâra su Ravza-i kûyuna her dem durmayup eyler güzâr

Âşık olmış galibâ ol serv-i hoş-reftâra su Su yolın ol kûydan toprağ olup dutsam gerek

Çün rakîbümdür dahı ol kûya koyman vara su Dest-bûsı ârzûsıyla ölürsem dostlar

Kûze eylen toprağum sunun anınla yâra su Servi ser-keşlük kılur kumrî niyâzından meger

Dâmenin duta ayağına düşe yalvara su

Page 192: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

186

İçmek ister bülbülün kanın meger bir reng ile

Gül budağınun mizâcına gire kurtara su Tıynet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âleme

İktidâ kılmış târîk-i Ahmed-i Muhtâr’a su Seyyid-i nev-i beşer deryâ-ı dürr-i ıstıfâ

Kim sepüpdür mucizâtı âteş-i eşrâra su Kılmağ içün tâze gül-zârı nübüvvet revnakın

Mu’cizinden eylemiş izhâr seng-i hâra su Mu’cizi bir bahr-ı bî-pâyân imiş âlemde kim

Yetmiş andan min min âteş-hâne-i küffara su Hayret ilen barmağın dişler kim itse istimâ

Barmağından virdügin şiddet günü Ensâr’a su Dostı ger zehr-i mâr içse olur âb-ı hayât

Hasmı su içse döner elbette zehr-i mâra su Eylemiş her katreden min bahr-ı rahmet mevc-hîz

El sunup urgaç vuzû içün gül-i ruhsâra su Hâk-i pâyine yetem dir ömrlerdür muttasıl

Başını daşdan daşa urup gezer âvâre su Zerre zerre hâk-i dergâhına ister sala nûr

Dönmez ol dergâhdan ger olsa pâre pâre su Zikr-i na’tün virdini dermân bilür ehl-i hatâ

Eyle kim def-i humâr içün içer mey-hâra su Yâ Habîballah yâ Hayre’l beşer müştakunam

Eyle kim leb-teşneler yanup diler hemvâra su Sensen ol bahr-ı kerâmet kim şeb-i Mi'râc’da

Şebnem-i feyzün yetürmiş sâbit ü seyyâra su

Page 193: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

187

Çeşme-i hurşîdden her dem zülâl-i feyz iner

Hâcet olsa merkadün tecdîd iden mimâra su Bîm-i dûzah nâr-ı gam salmış dil-i sûzânuma

Var ümîdüm ebr-i ihsânun sepe ol nâra su Yümn-i na’tünden güher olmış Fuzûlî sözleri

Ebr-i nîsândan dönen tek lü’lü şeh-vâra su Hâb-ı gafletden olan bîdâr olanda rûz-ı haşr

Eşk-i hasretden tökende dîde-i bîdâra su Umduğum oldur ki rûz-ı haşr mahrûm olmayam

Çeşm-i vaslun vire men teşne-i dîdâra su

(Fuzuli’nin Su Kasidesi)

Açıklaması için bk. Necmettin Halil Onan, İzahlı Divan Şiiri Antolojisi, İstanbul 1940)

SİYER

Kelime anlamı bir kimsenin hâli, tavrı, gidişi, ahlâkı, hâl tercümesi demek olan siyer, Arapça sîret kelimesinin cem’i olup edebiyatımızda Peygamberi-miz’in hayatını anlatan eserler için kullanılır bir terim olmuştur. Zaman için-de soyu, doğumu, çocukluğu, gençlik yılları, peygamberliği, Mekke ve Me-dine’de meydana gelen olaylar ve gerçekleşen savaşları da içine alacak şekil-de, doğumundan vefâtına kadar Hz. Peygamber’in hayatından söz eden kitap-lara da siyer / siyer-i nebî denmiştir.

Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamber’in söz ve davranışlarından bahseden hadis ilmi siyerin en önemli kaynaklarındandır. Sahabeden gelen rivayetler ve Hz. Peygamber’in savaşlarının anlatıldığı Megazi kitapları da siyerin kay-nakları arasında sayılır.

Siyer/sîre türü, Türkçe’de özellikle Osmanlı’dan Cumhuriyet öncesine kadar, tarih ilminin konusu olmaktan daha çok edebiyat alanında şekillenmiş görünmektedir. Kısas-ı Enbiyânın genel olarak Eski Türk Edebiyatı’na, özel olarak da Türk-İslâm Edebiyatı’na en zengin malzemeyi sağlayan dinî kay-nakların önemlileri arasında yer alması bunda etkili olmuştur. Bu verimli kaynağın en geniş ve bazen israiliyyata varan derinlemesine bilgilerle do-nanmış, çeşitli mucizelerle heyecan verici hale gelmiş kısmı ise daha çok Hz. Peygamber’in şahsı, hayatı ve çevresiyle ilgili olan bölümdür. Bu sebeple sa-dece dinî ve tasavvufî edebiyatta değil, halk edebiyatından divan edebiyatına varıncaya kadar Türk edebiyatının hemen bütün devre, tür ve şekillerinde bu zengin malzemeden en geniş biçimde faydalanıldığını ve dolayısıyla da ana kaynak durumuna yükseldiğini söylemek yerinde olacaktır.

Page 194: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

188

Bunda ilk eserlerin tercüme de olsa Hz. Peygamber’e duyulan derin sevgi ve saygının etkisiyle samimi ve hisli bir şekilde, bir başka deyişle lirik edebî unsurlar bakımından zengin olarak kaleme alınmasının tesiri de vardır. Ayrı-ca bütün müslüman milletlerin, özellikle de Türklerin kültür hayatında önem-li bir yeri olan sohbet meclislerinin en mühim ve devamlı konularının başında siyerleri geldiği bilinmektedir. Padişah saraylarından köy odalarına, tekkeler-den kışlalara kadar yayılmış bu meclislerde anlatılan-dinlenilen olaylar he-men bütünüyle Hz. Peygamber’in hayatı, ahlakı, mûcizeleri, savaşları ve Hz. Ali başta olmak üzere halifeleri ve yakın arkadaşlarının (sahabelerin) yer al-dığı hadiseler etrafında geliştiğinden bunlar zamanla kitaplaştırılmış, ardın-dan da meclislerde okunup dinlenmiştir. Nitekim bilinen en eski Türkçe siyer kitabı olan Darîr’in XIV. yüzyıla ait eseri de, Memlük Sultanlarının sohbet meclislerinde âmâ olan müellifin, kendisine okunan Arapça bir siyer kitabını mecliste bulunanlara Türkçe anlatması suretiyle ortaya çıkmıştır.

Türk toplumu üzerinde yaygın din eğitimi yoluyla etkili olmuş en önemli ilk eserlerden olan ve siyer-mevlid türünün en dikkate değer manzum örneği sayılan Yazıcıoğlu Mehmed’in XV. yüzyıla ait Muhammediye’si de Arapça Megâribü’z-zamân’ın Hz. Peygamberle ilgili kısmının Türkçe’ye manzum olarak çevrilmesinden doğmuştur. Hatta çok beğenildiği için eserin ilk kale-me alınmasından itibaren ezberlenerek dini törenlerde ve sohbet meclislerin-de okunduğu bilinmekte ve Türk edebiyatında siyer-mevlid türünün de ilk örneği olarak kabul edilmektedir.

İslâmî Türk edebiyatında siyer türündeki ilk eserlerin Arapça ve Fars-ça’dan yapılmış tercümeler oluşu, konunun hassasiyetinden kaynaklanmıştır. Çünkü Hz. Peygamber hakkında doğru bilgiye ulaşmak dinin bir gereği oldu-ğu gibi, ondan yanlış ifadeler aktarmak da dinî sorumluluğu gerektiren bir husustur. Bu arada Türk müelliflerin Arapça yazdıkları kitaplarla siyer türüne erken devirlerden itibaren önemli katkıları olmasına rağmen, Türk edebiya-tında türün gelişmesi ve Türkçe kaleme alınmış metinlerin ortaya çıkması di-ğer müslüman milletlerin edebiyatlarına nazaran daha gecikmiş ve dolayısıy-la da teliften ziyade Arapça ve Farsça’dan tercüme veya telif-tercüme eserler-le başlamıştır.

Türk edebiyatında en eski Türkçe siyer, Darîr’in 790’da (1388) Kahire’de tamamladığı ve muhtemelen Mısır Memlük Sultanı Berkuk’a takdim ettiği Tercüme-i Siyer-i Nebî adlı beş cildlik manzum-mensur eserdir. Lamiî Çelebi (ö. 938/1532)’nin Terceme-i Şevâhidi’n-Nübüvve li-takviyeti yakîni ehli’l- fütüvve’si, Altıparmak lakabıyla tanınmış Üsküplü Çıkrıkçızâde Muhammed b. Muhammed’in (ö. 1033/1624-25) Delâil-i Nübüvve’si önemli tercüme si-yerlerdir. Bunların yanında mensur ve manzum olarak kaleme alınmış bir çok telif siyer mevcuttur. Veysi’nin Dürretü’t-tâc fî siret-i sahibi’l-mi’rac’ı, Na-bî’nin (ö. 1124/1712) Zeyl-i siyer-i Veysî’ ismiyle basılan ve edebi değeri çok yüksek olan zeyli, Nazmizâde Murtaza Efendi'nin Siyer-i Veysî’ye yazdığı zeyl, Şeyhülislâm Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi (ö. 1068/1657) tarafın-dan yazılan el-Fevâyihu’n-Nebeviyye fi’s-sireti’l-Mustafaviyye adlı eser, Eyüp Sabri Paşa’nın Mahmûdü’s-siyer’i önemli örneklerdendir.

Siyer Örneği

Andan Âmine hâtun katı ağladı, çok zârılıh eyledi. Abdulmuttalib Resûl anasınun gönlüni ala getürdi, and içdi, eyitdi: Yâ Âmine hâtun sana kulluh, hızmat ben eyleyem, senün tapuna ben turayım, oğlunı ben bisleyem, dahi gişiye inanmayam, didi. Şeybe anun bigi eyledi ki söyledi, Âmine hâtunun

Page 195: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

189

hızmatına turdı, işine yumuşına yügürdi. Kaçan kim sekiz ay oldı, Âmine hâ-tunun gözine firişteler kuş sûratında görinürler, yaşıl kanatlar ile gökyüzinde uçarlar idi. Hâtiften ün işidür idi kim “Behhun leki yâ Âmine” yani bahtlısın yâ Âmine hâtun kim âhiri’z-zamân peygamberinun anası olısarsın diyü, beşâ-ret işidür idi. Kaçan kim ay tokuz ay oldı, Rebîü’l-evvel ayınun on iki gicesi isneyn gicesine geldi, eyyâme’l-beyz gicelerinün evveli oldı; Abdulmuttalibün âdeti ol idi kim eyyâm-ı beyz giceleri, yani ayun on iki gicesinden on beşine değin üç gün gice ve gündüz aydınlıh olur; ol üç günün gicelerinde Abdulmuttalib Kabe’den evine varmaz idi, irteye değin Kabe’yi tavâf eyler idi. Çün ol isneyn gicesi kim Resûlün mevlûdi gicesiydi. Şeybe Âmine hâtun katına geldi, eksügin, geregin gördi, dahi kapusını üsdine kilidledi, kilid dilini bile aldı; zîrâ korkar idi, eydür idi olmasun kim düşman-lar kulların, kırnakların yoldan çıkaralar, eve yol bulalar, Âmine hâtuna kasd ideler dirdi, ihtiyât ider idi. Ol gice Şeybe oğlanları birle yine tavâfa meşgûl oldılar. Âmne hâtun hücresinde yalunuz oturupdur. Ol gice Resûlün mevlûdi gicesiydi. Acâyiblerden ne göründi, Resûl nice vücûda geldi, uçmak hûrile-rinden, ulu firiştelerden ne söylendi, nice göründiler, ne iş işlediler, ol gice olan ahvâlun râvisi, habar viricisi Âmine hâtundur. Cemî-i nakl idenler, an-dan nakl eylediler, anun dilinden söylediler.

Kulağun aç kim işidesin ol habîb sözin

Nicesi oldı cihânda hikâyet-i mevlûd Vücûda gelmek içün ol Muhammed-i Muhtâr

Vücûda geldi ademden bu cümle-i mevcûd Zihî kabûl ü zihî sevgü vü zihî hürmet

Kim ol şerîf vücûda virip durur ma’bûd Muhammed oldur u Ahmed Hamîd ü Hâmid ol

Acab mı ümmetine olsa âkıbet Mahmûd Sev anı sünnetini dut muhabbeti birle

İbâdetünden anun sevgüsi durur maksûd

Kaynak: Darîr, Tercüme-i Siyer-i Nebî, Topkapı Müzesi Kütüphanesi, Koğuş-lar Bölümü, nr 1001, vr. 91a

MEVLİD

Arapça “velede” fiilinden türeyip sözlükte doğum, doğum yeri ve zamanı mânâlarına gelen mevlid terim olarak Hz. Peygamber’in doğumunu anlatan manzum eserlere denir. Mevlid İslâm edebiyatı ve sanatında Hz. Peygam-ber’in doğum yıl dönümünde yapılan törenlere verilen isim; ayrıca bu tören-lerde okunmak üzere yazılmış eserlerin ortak adıdır.

Page 196: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

190

Diğer İslâm edebiyatlarına nisbetle mevlidlerin Türk edebiyatında ayrı bir yeri vardır. Çoğunlukla manzum kaleme alınan bu eserler, Türk halkının peygamber sevgisinin bir göstergesi olarak sayı itibariyle de hemen hemen dinî türlerin hiç birinde görülmeyecek zenginliktedir. Süleyman Çelebi’nin nazmettiği mevlidin herkes tarafından beğenilip okunmasından dolayı bu ko-nu sonraki yıllarda da çokça işlenmiştir.

İlk Türkçe mevlid metni hakkında kaynaklarda kesin bilgi yer almamakla birlikte Süleyman Çelebi’nin 812’de (1409) kaleme aldığı Vesîletü'n-necât adlı mesnevinin ilk mevlid olduğu görüşü yaygın bir şekilde kabul görmekte-dir. Ancak bundan önce Türkçe yazılmış mevlid benzeri eserlerin varlığı da bilinmektedir. Bunlardan biri Ahmed Fakih’e (ö. 650/1252) ait Çarhnâme olup Vesîletü't-necât’ın hâtime kısmında Çarhnâme’dekine benzer ifadeler yer alır. Süleyman Çelebi’den kısa bir süre önce Erzurumlu Mustafa Darîr’in yazdığı manzum-mensur eseri Tercüme-i Siyer-i Nebî de yer yer mevlidi ha-tırlatmaktadır. Şiirlerin yanı sıra mensur kısımdaki bazı ilâvelerle Darîr’in yaptığı bu tercüme bir telif mahiyetindedir.

Türkçe’de kaleme alınan mevlidlerin sayısı 200 civarındadır. Bunlar üze-rinde yapılan çalışmalar bir kısmının Süleyman Çelebi’nin eserine aynen benzediğini, bir kısmının bazı motifler yönünden ayrılık gösterdiğini, geri ka-lanların ise tamamen farklı olduğunu ortaya koymuştur.

Türkçe mevlid metinlerinin çoğu aruzun ''fâilâtün/fâilâtün/fâilün'' kalıbıy-la ve mesnevi tarzında yazılmıştır. Ortalama 600-1400 beyitten oluşan mevlidlerde genellikle Hz. Peygamber’in doğumu üzerinde durulmakta, ar-dından mi‘racı ele alınmakta, çeşitli mûcizeleri anlatılmakta, daha sonra vefa-tından bahsedilmektedir. Bu eserlerin hemen hepsi Ehl-i sünnet inancı doğ-rultusunda kaleme alınmış, yer yer âyet ve hadislerden iktibaslarla veya bun-lara telmihlerle desteklenmiş, birtakım iddiaların aksine çoğunda bid‘at de-nebilecek fikirlere yer verilmemiştir. Vesîletü'n-necât’ın ve diğer bazı mevlidlerin sonundaki ''Hikâye-i Deve, Hikâye-i Geyik, Hikâye-i Güvercin'' gibi Hz. Peygamber’e nisbet edilen bazı mûcizevî olaylara dair hikâyeler eserlere sonradan ilâve edilen destanî manzumelerdir ve bunların asıl mevlid metinleriyle hiçbir ilgisi bulunmamaktadır.

Mevlidler umumiyetle tevhid, münâcât ve na‘t ile (bazılarında ashâb-ı ki-râma, çehâryâr-ı güzîne methiye ile) başlamakta, kâinatın zuhur kaynağı olan nûr-ı Muhammedî’den bahsedilerek Hz. Peygamber’in doğumuna geçilmek-te, onun mi‘racı ve diğer mûcizelerinin anlatılmasının ardından vefatı konu-suna yer verilmekte, en sonunda Resûl-i Ekrem ve ashabı başta olmak üzere eseri yazan, okuyan ve dinleyenler için bir dua ile sona ermektedir. Hemen her faslın bitiminde içinde Hz. Peygamber’e salâtın da bulunduğu tekrar be-yitleri yer almaktadır. Bu beyitler Vesîletü'n-necât’ta, ''Haşre dek ger denilir-se bu kelâm / Niçe haşrola bu olmaya tamâm / Ger dilersiz bulasız oddan ne-cât / Aşk ile derd ile eydin es-salât''; Şemseddin Sivâsî’nin mevlidinde, ''Ol-mak istersen habîbe âşinâ / Ver salâtı bul onunla rûşenâ'' şeklindedir.

Mevlid Örneği

Âmine Hâtun Muhammed anesi

Ol sadeften doğdu ol dürdânesi

Page 197: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

191

Çünki Abdullah’dan oldu hâmile

Vakt irişti hefte vü eyyâm ile Hem Muhammed gelmesi oldu yakîn

Çok alâmetler belirdi gelmedin Ol Rabîu’l-evvel ayın nicesi

On ikinci gice isneyn gicesi Ol gece kim doğdu ol hayrü’l-beşer

Anesi anda neler gördü neler Dedi gördüm ol habîbin anesi

Bir acep nûr kim güneş pervânesi Berk urup çıktı evimden nâgehân

Göklere dek nur ile doldu cihân Gökler açıldı ve feth oldu zulem

Üç melek gördüm elinde üç alem Biri meşrik biri mağribde anın

Biri damında dikildi Kâbe’nin İndiler gökten melekler saf saf

Kâbe gibi kıldılar beytim tavaf

(Süleyman Çelebi’nin Vesiletü’n-necât’ından.)

Metnin açıklamasi için bk. Necla Pekolcay, Mevlid, İstanbul 1992

Türkiye’de mevlidler ve özellikle Süleyman Çelebi’nin mevlidi hakkında hangi bilim adamları çalışmalar yapmıştır, araştırınız.

HİLYE Sözlük anlamı süs, zinet, cevher, güzel sıfatlar, güzel yüz demek olan hilye, Türk İslâm edebiyatında bilhassa Hz. Peygamber’in fizikî özelliklerini, vasıf-larını ve güzelliklerini anlatan edebî eserlerle aynı konuda hüsn-i hatla yazıl-mış levhalar için kullanılan terimdir.

Page 198: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

192

Sahâbîler, Resûl-i Ekrem’in vasıflarını kendi ilim ve idrakleri nisbetinde tesbit etmeye çalışmış, bu durum hilye konusunda değişik rivayetlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Söz konusu rivayetlerde Resûl-i Ekrem’i lâyıkıyla tavsif edebilmek için devrin Arapça’sında pek sık rastlanmayan kelimelerin kullanıldığı dikkati çekmektedir. Bu sebeple ilgili rivayetlerin anlaşılmasını sağlamak amacıyla bunların şerhedilmesi yoluna gidilmiş ve bu ihtiyaç aynı zamanda tercümeyi de gerekli kılmıştır. Tirmizî’nin şemâil ve hilye türü eser-lere kaynaklık eden eş-Şemâ’ilü’n-nebeviyye’sinin pek çok şerhi bulunmak-tadır. Diğer bazı Türkçe eserler de “şemâil” adını taşımakla birlikte sadece hilye hadislerinin tercüme ve şerhinden ibarettir. Bu husus şemâil kelimesinin hilye anlamında da kullanıldığını gösterir.

Hâkanî Mehmed Bey’in 1015’de (1606) Hilye adlı manzum eserini kaleme almasından sonra hilye türü eserlerin yaygınlaştığı görülür. Hâfız Osman da (ö. 1110/1698) hilyeye dair rivayetlerin metinlerini hat ve tezhip sanatının es-tetik ölçüleri içinde levha olarak düzenlemiştir. Böylece Hz. Peygamber’in fizikî özelliklerini anlatan eserlerle hattat ve müzehhiplerin ortaya koyduğu levhalar “hilye-i şerif, hilye-i saâdet, hilye-i Resûlullah, hilyetü’n-nebî” gibi adlarla anılmıştır.

Hilyenin müstakil bir tür olarak gelişmesinin en önemli sebepleri, Hz. Peygamber’i rüyada gören bir müslümanın onu gerçekten görmüş sayılacağı-na dair hadisle, peygamber sevgisini her şeyin üstünde tutan Türkler’in bu sevgiyi diğer milletlerde görülmeyen bir şevkle edebiyata aktarmaları konu-sundaki gayretleridir denebilir. Hz. Ali’den rivayet edilen, “Hilyemi gören beni görmüş gibidir. Beni gören insan bana muhabbetle bağlanırsa Allah ona cehennemi haram kılar; o kişi kabir azabından emin olur, mahşer günü çıplak olarak haşredilmez” meâlindeki hadis de bu rağbetin sebeplerinden birini teş-kil etmiştir. Herhangi bir dinî dayanağı tesbit edilememekle birlikte içinde hilye bulunan evin felâkete uğramayacağı ve üzerinde hilye taşıyan kişinin her türlü musibetten korunacağına inanılması da bu hususta teşvik edici bir rol oynamıştır.

Hilyelerde genellikle Resûli Ekrem’in her vasfı ayrı ayrı ele alınarak önce bunu ifade eden ibarenin Arapça aslı verilmiş, ardından on beş-yirmi beyit halinde tercüme ve şerhi yapılmıştır. Bazı müellifler ise hilye hadislerindeki kelimelerin gramer özelliklerine dair çalışmalar yapmışlardır.

Hilyelerde esas olarak Hz. Peygamber’in fizikî özellikleri anlatılmakla birlik-te bazı eserlerde ruhî portresiyle ilgili hususlara da yer verilmiştir. Bu tarzın en tanınmış örneği Nahîfî’nin Hilyetü’l-envâr’ıdır. Zamanla diğer peygam-berler, Hulefâ-yı Râşidîn ve aşere-i mübeşşere ile din ve tarikat büyükleri için de bu tür eserler kaleme alınmıştır.

Hilye Örneği

Dedi ol mazhar-ı envâr-ı celî

Esedullâh-ı velî yani Ali Rûy-ı rahşânı değirmiydi anın

Nitekim cirmi meh-i tâbânın

Page 199: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

193

Yüzü benzerdi müdevver aya

Zâtı âyîne idi Mevlâ’ya Sâğar-ı ârız-ı meh-sîmâsı

Bâde-i aşkın idi meclâsı Arz-ı hüsn etse o mahdûm-ı Halîl

Yûsuf’un anmaz idi İsraîl Şöyle pür-nûr idi ol vech-i hasen

Ana bakılmaz idi şevkinden Âlemi devlet-i nâgâh gibi

Tâbnâk eyler idi mâh gibi Vâzı’ etmişti o yüzden Fettâh

Neydiğin âyet-i “Fîhâ misbâh” Ka’be-i vechine ettikçe nazar

Secde eylerler idi şems ü kamer Deyr-i âlemde o rûy-ı pür-tâb

Etti âteşgede-i dehri harâb

(Hakani Mehmed Bey’in Hilye’sinden.)

Açıklama için bkz. İskender Pala, Hilye-i Saadet, İstanbul 2002, s. 114-117.

Türk edebiyatında şöhret bulmuş en önemli hilyeyi kim kaleme almıştır?

Mİ’RÂCİYYE

Kelime anlamı merdiven, göğe çıkma demek olan mirac, Hz. Peygamber’in göğe çıkmasıyla meydana gelen mucizesidir. Mi’râciyye ise İslâm edebiyat ve sanatlarında Hz. Peygamber’in hicrî aylardan recep ayının 27. gecesinde yaptığı mi’racı konu alan eserlerin genel adıdır. Bu gecede Hz. Peygamber Allah tarafından Mekke’den Kudus’e götürülmüş, oradan da semaya yüksel-tilmiştir. Bu konu Kur’ân-ı Kerîm’de İsra suresinin ilk ayeti ile Necm suresi-nin ilk yirmi ayetinde ele alınmaktadır.

Mi’rac mûcizesi hemen bütün müslüman milletlerin medeniyetlerine ede-biyat, mûsiki, minyatür, hat ve kitap sanatları bakımından kuvvetle yansımış-tır. Ancak bu konudaki eserlerin mi’râciyye veya mi’râcnâme adıyla daha

Page 200: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

194

çok İranlılar’la Türkler tarafından ortaya konulduğu, en çok eserin verildiği edebiyat alanını minyatür, hat ve kitap sanatlarının takip ettiği, mûsikinin ise sadece Osmanlılar’da mevlid gibi bir form oluşturduğu görülmektedir.

Mi’rac Türkçe eserlerde çokça işlenmiştir. Müstakil olanların dışında si-yer ve mevlidlerle mu’cizât-ı nebî gibi eserlerin, Muhammediyye ve Garibnâme gibi kitapların birer bölümü de mi’raca ayrılmıştır. Ayrıca divan-larla din dışı mesnevilerde bu konuda şiirlere yer verilmesi bir gelenek halini almış, zamanla kasidelerin mi’râciyye, mesnevilerin ise mi’racnâme adıyla anıldığı zengin bir edebî tür oluşmuştur. Konunun genellikle dinî kaynaklara dayanarak didaktik bir şekilde ele alındığı eserlerde müellifin sanatkâr yönü-nün ikinci planda kaldığı, tasavvufî açıdan işlenen mesnevi ve kasidelerde ise daha lirik ve sanatkârane bir üslûbun ön plana çıktığı, şairlerin hayal dünyala-rının zenginliğine göre olaya şahsî yorumlar getirdiği görülmektedir.

Aruzun en çok “fâilâtün fâilâtün fâilün” ve “mefâilün mefâilün feûlün” kalıplarının kullanıldığı mi’râciyyelerin kaside formuyla yazılanlarında konu ortalama elli-altmış beyit içinde özetlenirken mesneviler-de 2000’e yaklaşan beyit hacminin sağladığı imkânla daha geniş bir şekilde işlenmektedir. Kasi-delerin nesîb kısmı, mi’rac gece meydana geldiğinden bu mânaya gelen Arapça ve Farsça kelimeler üzerinde kurulmuş söz sanatlarıyla başlar; hadise, küfür karanlıklarını ortadan kaldıran nûrânî ve ilâhî bir mûcize şeklinde tak-dim edilerek gecenin önemi vurgulanır. Ardından gecenin ve gökyüzünün tasvirine geçilir. Bazan da mi’rac öncesi yine gece gerçekleşmiş olan şakk-ı sadr mûcizesine temas edilir ve mi’racın safha safha tasvirine girişilir. Ümmü Hânî’nin evinden başlayan bu yolculukta Cebrâil’in burağı cennetten getirişi anlatılır. Burağın uzun uzadıya tasviri mi’râciyyelerin en önemli konuların-dandır. Daha sonra Hz. Peygamber’in Mescid-i Aksâ’ya gidişi, orada diğer peygamberlere namaz kıldırması ve onlardan üstünlüğü vurgulanır. Ku-düs’ten tekrar semaya yükselişi (urûc) sırasında sahrenin Resûl-i Ekrem’in ardından harekete geçmesi ve “dur” ihtarıyla havada asılı kalması (hacer-i muallak) mûcizesi telmihler, tecâhül-i ârifler, hüsn-i ta’lîllerle süslenerek nakledilir. Bunu gökyüzünde dolaşma, sema katlarında diğer peygamberlerle tanışma, cennet, tûbâ, hûriler, köşkler, ırmaklar ve cehennem hayatı tasvirleri takip eder. Resûlullah’ın “kabe kavseyn” makamına ulaşması, Allah ile mü-lâkatı ve rabbi katındaki değeri anlatılarak sanatkârın bakış açısına göre farklı yorumlarla şekillendirilir. Namazın mi’racda farz kılınması, Hz. Peygam-ber’in dönüşte hadiseyi ashabına müjdelemesi, müminlerin kabulü ve müşrik-lerin inkârı gibi hususlar işlenir. Bu muhteva Ganîzâde Mehmed Nâdirî’nin mi’râciyyesinde en güzel ifadesini bulmuştur. Mesnevilerde ise tevhid, na’t ve münâcâtın ardından yukarıdaki konuların her biri bir kaside hacmine ula-şan bölümler halinde bazan İsrâiliyat’a dayanan rivayetlerle anlatılır. Bu ara-da na’t ve münâcâtlara, kaside ve gazellere de yer verildiği, namaz ve diğer ibadetler hakkında bilgiler aktarıldığı dikkat çeker.

Anadolu sahasında ilk müstakil mi’râciyye XV. yüzyılın başında (808/1405) Ahmedî tarafından yazılmıştır. Tahkik-i Mi’râc-ı Resûl başlıklı 497 beyitlik eser, şairin divanındaki kısa mi’râciyyelerden farklı olduğu gibi İskendernâme’sindeki mevlid bölümünden de ayrıdır. Zaman içinde belirgin özellikler kazanan mi’racnâmeler XV. yüzyıldan itibaren daha fazla rağbet bulmuş, manzum, mensur yahut çoğu manzum karma metinler halinde geli-şimini sürdürmüştür. Dinî-tasavvufî manzum eserlerin içinde mi’rac hadise-sine bir bölüm ayrılması da yine XV. yüzyılda yaygınlık kazanmıştır. XIV. yüzyıla ait Âşık Paşa’nın Garibnâme’sinde, XV. yüzyılda Yazıcıoğlu’nun

Page 201: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

195

Muhammediyye’sinde, Süleyman Çelebi’nin Vesîletü’n-necât’ında, Hâkanî Mehmed Bey’in Hilye’sinde mi’rac hadisesine temas edilmiştir.

XVI. yüzyıldan itibaren divanların içinde mi’râciyyelerin artmaya başla-dığı, XVII ve XVIII. yüzyıllarda ise hemen her şairin divanında bir veya bir-kaç mi’râciyyenin yer aldığı görülmektedir. Bunların en eski örneği Lâmiî Çelebi’ye aittir. Ganîzâde Mehmed Nâdirî ise türün meşhur mi’râciyyesinin şairidir.

XVIII. yüzyılda Nâyî Osman Dede’nin mi’rac kandillerinde okunmak üzere yazıp bestelediği Mi’râcü’n-nebî aleyhisselâm adlı 102 beyitlik eseri türün en tanınmış örneğidir. Nahîfî’nin Mi’râcü’n-nebî isimli 1157 beyitlik eserinde ilgili âyetler ve sahih hadisler başta olmak üzere diğer rivayetler ve ulemânın mi’raca dair görüşleri değerlendirilmiştir.

Mi’râciye Örneği

1. Seyyid-i kevneyn ü Habîb-i Hudâ

Nûr-i ferîkayn ü Nebiyyü’l-hüdâ

2. Hatm-i nebiyyîn ü şeh-i mürselîn32

Mefhar-i âhir şeref-i evvelîn

3. Sâhib-i mi’râc şeh-i enbiyâ

Dâver-i zî-tâc u meh-i pür-ziyâ

4. Dest-res-i mu’ciz-i Şakku’l-kamer

Eşref-i mahlûk-ı ma’âlî-siyer

5. Mazhar-ı sıdk-ı haber-i mâ-raâ

Server-i sâhib-i nazar-ı mâ-tağâ

6. Muhterem-i sümme denâ iştihâr

Mahrem-i sırr-ı fe-tedellâ şi’âr

7. Seyyid-i mev’ûd-i fe-terdâ meâl

Ayn-ı atâyâ-yı şefâ’at-nevâl

8. Zâtın idüp iki cihân seyyidi

Hak ve refa’nâ leke zikrek didi

Page 202: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

196

9. Âyet-i ferhunde-i feth-i mübîn

Oldı aña zîver-i levh-i cebîn

10. Mazhar-ı levlâk ü le-amrük hitâb

Rehber-i hakk hâdî-i râh-ı savâb

1. İki cihanın efendisi ve Allah’ın sevgilisi, iki cihanın nuru ve hidayet yo-lunun peygamberi.

2. Peygamberlerin sonuncusu ve padişahı, sonradan gelenlerin iftihar kay-nağı öncekilerin şereflisi, büyügü.

3. Mirac sahibi; peygamberler şâhı, taç sahibi hükümdar ve ışık dolu ay.

4. Şakku’l-kamer (ayın yarılması) mucizesinin sahibi, yüce vasıflarıyla yara-tılmışların en şereflisi.

5. “Mâ kezebe’l-fuâdü mâ reâ” (Gözleriyle gördüğünü kalbi yalanlamadı.) âyetindeki (Necm 11) doğru haberin mazharı; “Mâ zâga’l-basaru ve mâ tegâ” (Bakış kaymadı ve haddi aşmadı.) âyetindeki (Necm 17) nazarın sahibi ve seyyidi…

6. “Sümme denâ” hürmetiyle şöhret bulan, “fe-tedellâ” sırrının alâmeti. (sümme denâ fe tedellâ: Sonra yaklaştı, derken daha da yaklaştı. (Necm 8)

7. “fe-terdâ” (razı olacaksın) (Duhâ 5) âyetindeki va’din muhatabı, şefaat hediyesinin ve ihsanının kaynağı…

8. Zâtını iki dünya efendisi eyleyen Allah onun için “ve refa’nâ leke zikrek” (Biz senin şanını ve ününü yücelttik) (İnşirah 4) dedi.

9. O öyle yüce bir peygamberdir ki, feth-i mübîn (Mekke’nin fethi) ile ilgili âyetler onun alnının süsü oldu.

10. O “levlâk” ve “le-amrük” hitabıyla şereflenen, hak ve hidayet yolunun rehberidir. (“levlâk” kelimesi “Levlâke levlâke lemâ halaktü’l eflâke” [Sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım.] hadisinden iktibastır. “le amrük” ise Hicr Sûresi’nin 7. ayetinin “Habibim, senin ömrüne yemin ederim ki” mealindeki başlangıç kısmından alınmıştır.)

Kaynak: Süleyman Nahîfî, Mi’râcü’n-nebî, Süleymaniye Ktp. Aşir Efendi Bö-lümü, nr. 323, 2b

Metin Akar, Türk Edebiyatında Manzum Miracnâmeler, Ankara 1987.

Türk-İslâm edebiyatında en tanınmış miraciye kim tarafından kaleme alınmış-tır?

Page 203: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

197

KIRK HADİS

II. (VIII.) asrın sonlarında derlemeler halinde ilk basit örneklerini veren, “kırk hadis”, “hadîs-i erbaîn”, “tercüme-i hadîs-i erbaîn”, “şerh-i hadîs-i erba-în”, “çihl hadis”, “hadîsü’l-erbaîn”, “erbaîn” gibi adlarla anılan kırk hadis tü-rü dinî, ahlaki, toplumsal ve edebî özellikleri ile hem Arap ve Fars hem de Türk edebiyatında önemli bir tür halini almıştır.

İslâmî edebiyat türleri içerisinde en az mevlid, hilye, mirâciye, siyer, maktel, megâzi türleri kadar başarılı örnekleri verilmiştir. Kırk hadis türü Arap, Fars ve Türk ediplerinden büyük alaka görmüş ve “hadis” ile “edebi-yat” kavramlarının yan yana gelmesiyle kıymetli eserler hazırlanmıştır.

Peygamberimize ait hadislerden genellikle kırk adedinin bir araya gelme-siyle oluşan kırk hadis tertib, şerh ve tercümelerini şekil bakımından mensur, manzum ve hem manzum hem mensur olarak üçe ayırmak mümkündür. Mensur olanların bir kısmı hem tercüme hem şerh iken, manzum tercümeler-de genellikle tercüme bir kıta ile yapılır hadis metni bu kıtadan önce veya sonra verilir. Bunun dışında az da olsa metin ve tercümenin aynı kıtada veril-diği de görülmüştür. Böyle bir durumda hadis metnini vezne uydurmak kolay olmadığından mevzu bütünlüğü her zaman sağlanamamaktadır. Mustafa Âlî’nin Manzum Kırk Hadis Tercümeleri buna örnek gösterilmektedir.

Farsça ve Arapça kırk hadis tercümeleri daha çok kıt’a ve mesnevi nazım şekliyle kaleme alınırken aruzun en çok “fe’ilâtün mefâ’ilün fe’ilün”, “fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün” ve “müfte’ilün müfte’ilün fâ’ilün” vezinleri kul-lanılmıştır. Kıt’alar halinde yazılan çihl hadis tercümelerinin en ünlüsü Abdurrahman Câmî (ö.898/1492)’nin eseridir. Mesnevi şeklinde yazılanların en meşhurları ise Hakânî Mehmed Bey’in (öl. 1015/ 1606) ve Hazînî’nin eserleridir.

Kırk hadis türü çalışmalar müstakildir. Az sayıda da olsa divanların veya başka eserlerin belli bölümlerinde yer alan kırk hadis tercüme ve şerhleri de mevcuttur. Bu türün örnekleri arasında içindeki hadis sayısı kırkın üzerinde olanlar olduğu gibi sadece hadis metinlerinin derlenmesiyle oluşan ve din eğitim ve öğretimine dayalı örnekler de mevcuttur.

Kırk hadis türündeki eserleri muhteva bakımından aşağıdaki gibi tasnif etmek inceleme açısından kolaylıklar sağlamaktadır.

a. Kutsi hadislerden seçilenler

b. Peygamberin hutbelerinden seçilenler

c. Senetleri sahih hadislerden seçilenler

ç. Zıt isnatlı, 7 ve 10 ile alakalı veya isnatsız hadislerden seçilenler

d. 40 rakamına dayanılarak tertip edilenler

e. Ezberlenmesi kolay ve kısa hadislerden seçilenler

f. Veciz, camialı hadislerden seçilenler

g. Fasih ve sahih hadislerden seçilenler

h. Noktasız harflerden seçilenler

Page 204: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

198

Kırk hadisler dinî her konuyu ihtiva edebilirler.Eser Kur’ân’ın faziletleri, İslamın şartları, Hz. Muhammed, âl ve ashabı, ilim, âlim, siyaset ve hukuk, toplumsal ve ahlaki hayat gibi konularla ilgili söylenen kırk hadis bir araya getirilerek oluşturulur.

Bazı kırk hadis kitapları tek bir konuyu ele alsa da çoğunluğu farklı konu-ları içeren hadislerden oluşur.

Yazılma Sebepleri

Kırk hadis türündeki eserlerin yazılış sebepleri eserin içeriğinden ve özellikle müellifin önsözde veya ilk tercümesindeki ifadelerinden anlaşılmaktadır. Bu sebepleri şöylece tasnif etmek mümkündür:

a. Hz. Peygamber’in “Ümmetim içinde din emirlerine dair kırk hadis ez-berleyeni Allahü Teâlâ fakihler ve âlimler zümresi arasında haşreder.” hadisindeki müjdeye nail olmak,

b. Hz. Peygamber’in şefaatine ulaşma umudu,

c. Daha evvel kırk hadis yazanların geleneğini sürdürüp onların kervanı-na dahil olmak,

d. Okuyanların hayır duasını almak,

e. Hocasının veya dostlarının arzusu üzerine,

f. Devlet başkanı vb. tarafından görevlendirilmiş olmak,

g. İlgi duyulan bir konuda hadis derleme arzusuyla,

h. Hastalıklardan kurtulmak ve şifa bulmak beklentisiyle.

Kırk hadis tercüme ve şerhlerine edebî bakımdan en fazla kıymet gösteren ve en çok manzum örneğini veren Türkler’dir. Osmanlı müellifleri çoğunluk-la Arapça ve Farsça kırk hadisler kaleme almışlarsa da bunların hiçbiri Türk-çe yazılanlar kadar edebî-didaktik bir kıymete ulaşamamıştır.

XIV. asırda Mahmud b. Ali’nin (öl.761/1360) Nehcü’l- Ferâdis adlı ese-riyle ilk örneğini veren Türkçe kırk hadis geleneği XV, XVI ve XVII asırlar-da gelişip genişlemiş, XVIII. asrın ikinci yarısından sonra –ara sıra Köstendilli Şeyhî gibi dikkate değer manzum kırk hadis mütercimleri ortaya çıkmış olsa da- sanat yönünden zayıf örnekler görülmeye başlanmıştır. Buna rağmen didaktik mahiyetteki bu tür yayılmaya devam etmiştir.

XV. asırda Ali Şîr Nevâî, XVI. asırda Hazînî (trc. 930/1524), Usûlî (öl. 945/1538), Fuzûlî (öl. 963/1556), Nev’î (trc. 977/1569), Âşık Çelebi (trc. 979/1571), XVII. asırda Hâkânî (trc. 1012/1603), Ankaralı İsmâîl Rüsûhî (öl. 1041/1631), XVIII. asırda Osmanzâde Tâ’ib (trc. 1120/1708), Bursalı İsmail Hakkı (trc. 1137/1724), Müstakimzâde Sâdeddin (trc. 1200/1786), XIX. asır-da Köstendilli Şeyhî (öl. 1232/1827), Hüseyin Remzî (trc. 1309/1892) önemli isimler arasında sayılabilir.

Page 205: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

199

Kırk Hadis Örneği

Edeb ile hayâda itme gümân

Anı bil fer-i zübde-i edyân

Ki buyurdı habîb-i kevn ü mekân

“el-Hayâu şu’betün mine’l-îmân”

İlm-i hıfz u tilâvet-i Furkan

Hayr-ıla eylesün sizi zi-şân

Ki olupdur hadîs-i fahr-i cihân

“Hayrüküm men tealleme’l-Kur’ân”

Az yimek çünki sıhhattendür

Çok yimek tûl-i ömre rehzendür

Az ye çok yaşa didi Resûl

“Kül kalîlen ta’iş tavîlen”dür

(Mustafa Âli’nin Hadis-i Erbain’ininden.)

Daha geniş bilgi için bkz. Hasan Aksoy, Mustafa Âlî’nin Kırk Hadis Tercümele-ri, İstanbul 1991, s. 47-49.

Türk-İslâm edebiyatında kırk hadis kitaplarının özelliklerini araştırınız.

REGAİBİYYE

Regaib kandilinde okunmak üzere yazılıp bestelenmiş manzumelere verilen isimdir.

Hz. Peygamber’in ana rahmine düştüğü kabul edilen receb ayının ilk cu-ma gecesi, bilhassa Türk-İslâm kültüründe cami ve tekkelerde özel program-larla Regaib kandili olarak kutlanmaktadır. Bu vesileyle mevlid türüne ben-zeyen manzumeler yazılmış, bunların bir kısmı kandil gecesi okunmak üzere bestelenmiştir. Bu manzumelerde Resûl-i Ekrem’in anne ve babasının birbi-rine lâyık temiz gençler oluşu, ahlâkî özellikleri, evlenmeleri ve Hz. Pey-gamber’in ana rahmine düşmesinin kâinat için büyük bir rahmet olduğu anla-tılmaktadır.

Regaibiyyelerde daha çok mesnevi nazım şeklinin kullanıldığı, bazıların-da ise kıta, ilâhi, gazel ve kaside gibi şekillerin tercih edildiği görülmektedir. Selâhaddin Uşşâkı’ye (ö. 1197/1783) atfedilen Matlau’l-fecr adlı mesnevi ile Edirne Müftüsü Fevzi Efendi’ye ait Envârü’l-kevâkib fî leyleti’r-Regâib adlı manzume türün önemli örneklerindendir.

Page 206: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

200

Regaibiyye Örneği

1. Girdi çün mâh-ı Receb şehr-i Hudâ

Leyle-i Cum’a olunca ibtidâ

2. Mâder-i pâki Emine hazreti

Kıldı Abdullah ile çün halveti

3. Burc-ı ismette bi-izni Müsteân

Kevkeb-i sa’deyn itdi iktirân

4. Oldılar çün dâhil-i beyt-i şeref

Eyledi ol dürri ilka-yı sadef

5. Ya’ni ol şems-i Hudâ-yı pür ziyâ

Ol şeb-i rahmet-fezâda gâlibâ

6. Burc-ı rahm-ı ismete itdi nüzûl

Ol gice ıyd itdi ervâh u ukûl

7. Kudsiyân ol giceye rağbet tamâm

İtdiler andan Regâib oldu nâm

Kaynak: Salâhî, Daha geniş bilgi için bk. Mehmet Akkuş, “Edebiyatımızda Regaibiyye ve Salahî’nin Matlau’l-fecr’i”, A.Ü. İlâhiyat Fakültesi Dergisi, c. XXXII (Ankara 1992), s. 129-153.

MU’CİZÂT-I NEBÎ

Na’tlarda, siyerlerde ve bazı mesnevilerde kimi zaman Hz. Peygamber’in mûcizelerine yer verildiği gibi bazen de başlı başına eserler halinde de muci-zelerin anlatıldığı görülmektedir. Bunlara örnek olarak, Güvercin Hikâyesi, Kesikbaş Destanı, Deve Hikâyesi, İzzetoğlu’nun Tavus Destanı, Sadreddin’in Geyik Hikâyesi gibi halk tipi mesneviler gösterilebilir.

Hikâye-i Geyik’ten Örnek:

1. Yine başlarım söze Allah deyu

Evvelinde fazl-ı bismillah deyu

Page 207: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

201

2. Başladım bir mucize uş gül gibi

Şerh edeyüm tapuna bülbül gibi

3. Mustafâ’nın mucizâtın söyleyim

Dinler isen ben şerh eyleyim

4. Dinle imdi bir acâib hoş haber

Mustafâ’dan ideyüm sahib hüner

5. Gör ne kıldı Tanrı’nın Peygamberi

Yaratılmışta oldurur serveri

6. İşit imdi bir acâib mucizât

O Resuldendir ki oldurur pâk zât

7. Ol Habibullah Muhammed Mustafâ

Din adın pak kendüsi o safâ

8. Oturur idi söykenüb mihrabına

Vaaz eder idi cümle ashabına

9. Cümle ashabı dahi anda bile

Sohbet eder bular Resul ile

10. Gördüler karşudan kırk atlı gelür

Kırkı dahi heybetlü gelür

11. Sürüben mescide değin geldiler

Çünki mescid kapusuna yettiler

12. Mustafâ’nın anda olduğun bildiler

Cümlesi anda aşağı indiler

Kaynak: Devamı için bk. Mevlid-i Süleyman Çelebi, İstanbul 1311

Page 208: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

202

ESMÂ-İ NEBÎ

Esmâ kelimesi Arapça isim kelimesinin çoğuludur. Terim olarak esmâ-i nebî Hz. Peygamber’in isimleri hakkında yazılan eserlere denmektedir.

Eski Türk edebiyatında Cenâb-ı Hakk’ın isimlerini anlatan Esmâ-i Hüsnâ türü gibi Hz. Muhammed’in mübarek isimlerini konu alan Esmâ-i Nebî’ler de kaleme alınmıştır. Hz. Peygamber’in dinî kültürümüzde yer alan isimlerinin manzum veya mensur müstakil eserler hâlinde toplanılması bir gelenektir. Bu eserlerde; Hz. Peygamber’in isimleri ile dinî kültürde ona verilen adlar ve künyeler bir araya getirilir. Bu isimlerde Hz. Peygamber’in üstünlükleri, hi-dayeti, rahmeti, şefaati, Cenab-ı Hakk’ın huzurundaki konumu, seçkin oluşu, ümmetinin gözündeki değeri ile ona duyulan sevgi ve hürmet anlatılır. Hz. Peygamber’in medhine mahsus bir tür olan na’tlarda da bu isimlere yer veri-lirken, şairler bu adları şairane benzetmeler veya hüsn-i ta’lillerle ele alırlar ve bazı adlarındaki harflerden yola çıkarak ilginç tespitlerde bulunurlar. Di-ğer yandan dinî ve tasavvufî eserlerde de Esmâ-i Nebî’deki harflere dair yo-rumlar mevcuttur.

Genellikle mensur olan bu türdeki eserlerden Hasib Efendi’nin Esmâ-ı Nebi’si 1000 beyit olup Delail-i Hayrât’tan istifade ile yazılmıştır.

Esmâ-i Nebî Örneği

1. Muhammedün Ahmedün Hâmidün Mahmûdün

Ahîdün Vahîdün Mâhün Hâşirün

2. Âkıbün Tâhâ Yâsin Tâhirün

Muahherün Tayyibün Seyyidün Rasûlün

3. Nebiyyün Rasûlü’l-melâhımi Kayyimün Câmiun

Muktefin Mukaffî Rasûlü’l-melâhimi Rasûlü’r-râheti

4. Sen murâdım vir İlâhî kim penâh itdüm bunı

Ol Habîbün Mustafâ’dur yâ Ra’ûf

5. Kâmilün İklîlün Müddessirün Müzzemmilün

Abdullâh Habîbullâh Safiyyullâh

6. Neciyyullâh Kelîmullâh Hâtemü’l-enbiyâ

Hâtemü’r-rusüli Muhyî Müncî Müzekkirun

Page 209: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

203

7. Nâsırun Mensûrun Nebiyyu’r-rahme

Nebiyyü’t-tövbeti Harîsun ‘aleyküm Ma’lûmun

8. Sen murâdım vir İlâhî kim penâh itdüm bunı

Ol Muhammed Mustafâ’dur yâ Rahîmü yâ Ra’ûf

9. Şehîrun Şâhidün Şehîdün Meşhûdun

Beşîrun Mübeşşirün Nezîrün Münzirün

10. Nûrun Sirâcun Misbâhun Hüden

Mehdiyyün Münîrun Dâin Med’uvvün

11. Mücíbün Mücâbün Hafiyyün Afüvvün

Veliyyün Hakkun Kaviyyün Emînün

Kaynak: Daha geniş bilgi için bk. İbrahim Sarıtaş, Külliyât-ı İsmail Gürünî, (yüksek lisans tezi 2008), C.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 279.

HİCRET-NÂME

Sözlük anlamı ayrılmak, göç etmek, ayrılış olan hicret, Farsça mektup, kitap vb. mânâlara gelen nâme ile birleşik isim olarak Hz. Peygamber’in hicretini konu alan eserlere isim olmuştur. Siyerlerin bir bölümü olduğu gibi bağımsız eserler olarak da kaleme alınan Hicret-nâme, Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye hicretini ele alır. Mevlid, mi’raciye ve hilyeler kadar olmasa da bu türde eserler yazılmıştır. Bu konuda Süleyman Nahifî’nin (öl. 1551/1738-39), takriben 88 beyitlik Hicreti’n-Nebî’si bilinmektedir. Bu eserde, Hz. Peygam-ber’in doğumundan başlayarak çocukluğu, Hz. Hatice ile evlenmesi, miracı ve peygamberliğe gelişi anlatılarak 162. beyitten itibaren hicret konusuna yer verilir.

Özet

Türk-İslâm Edebiyatı’nda Hz. Peygamber ile ilgili türleri sıralayabilmek.

Türk-İslâm Edebiyatında Hz. Peygamber ile ilgili türler denince akla na’t, si-yer, hilye, mevlid, miraciye, kırk hadis, esmâ-i Nebî, mu’cizât-ı nebî, hicret-nâme gelir.

Hz.Peygamberi öven, üstünlüklerini anlatan türler na’tlardır.

Page 210: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

204

Doğumundan vefatına kadar Hz. Peygamber’in hayatını anlatan türleri açık-layabilmek.

Soyu, doğumu, çocukluğu, gençlik yılları, peygamberliği, Mekke ve Medi-ne’de meydana gelen olaylar ve gerçekleşen savaşları da içine alacak şekilde, doğumundan vefâtına kadar Hz. Peygamber’in hayatını ele alan türe ve bu türde yazılan kitaplara siyer / siyer-i nebî denmiştir.

Daha çok tercüme ile edebiyatımızda ağırlık kazanan türleri sıralayabilmek.

II. (VIII.) asrın sonlarında derlemeler halinde ilk basit örneklerini veren, “kırk hadis”, “hadîs-i erbaîn”, “tercüme-i hadîs-i erbaîn”, “şerh-i hadîs-i erba-în”, “çihl hadis”, “hadîsü’l-erbaîn”, “erbaîn” gibi adlarla anılan kırk hadis tü-rü dinî, ahlaki, toplumsal ve edebî özellikleri ile hem Arap ve Fars edebiya-tında önem kazanmıştır. Te’lifleri de olmakla beraber özellikle tercümeler ile ön plana çıkan bu tür Türk edebiyatında en az na’t, mevlid ve miraciye kadar önem arz etmektedir.

Hz. Peygamber’in doğumundan bahseden türleri sıralayabilmek.

Hz. Peygamber’in doğumunu anlatan manzum eserlere mevlid denir. Çoğu mevlide Peygamberimiz’in doğumunun yanı sıra mucizeleri de yer alır. Türk-İslâm edebiyatında yazılmış en öenmli mevlidlerin başında Süleyman Çele-bi’nin Vesîletü’n-necât’ı gelir.

Kendimizi Sınayalım

1. Hz. Peygamber medhetmek için yazılan şiirlere ne ad verilir?

a. Mi’raciyye

b. Medhiyye

c. Na’t

d. Hilye

e. Şemail

2. Aşağıdakilerden hangisi Hz. Peygamber’le ilgili türlerden biri değildir?

a. Hicretnâme

b. Na’t-ı çehâr-yâr

c. Regaibiyye

d. Mevlid

e. Hilye

3. Kısaca “erbaîn” adıyla da anılan Peygamberimiz’le ilgili tür aşağıdakiler-den hangisidir?

a. Mevlid

b. Mu’cizât-ı nebî

Page 211: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

205

c. Kırk hadis

d. Esmâ-i hüsnâ

e. Münâcât

4. Aşağıdakilerden hangisi Hz. Peygamber’in fizikî özelliklerini, vasıflarını anlatan edebî eserlere verilen addır?

a. Siyer

b. Mevlid

c. Mucizât-ı nebî

d. Evsâf-ı nebî

e. Hilye

5. En önemli örneklerini Darîr, Yazıcıoğlu Mehmed, Altıparmak ve Veysi’nin verdiği Peygamberimiz’le ilgili tür aşağıdakilerden hangisidir?

a. Na’t

b. Mi’raciyye

c. Muhammediyye

d. Siyer

e. Mevlid

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı

1. c Cevabınız doğru değilse, “Na’t” kısmını yeniden okuyunuz

2. b Cevabınız doğru değilse, “Na’t” kısmını yeniden okuyunuz

3. c Cevabınız doğru değilse, “Kırk Hadis” kısmını yeniden okuyunuz

4. e Cevabınız doğru değilse, “Hilye” kısmını yeniden okuyunuz

5. d Cevabınız doğru değilse, “Siyer” kısmını yeniden okuyunuz

Sıra Sizde Yanıt Anahtarı

Sıra Sizde 1

Türkiye’de mevlidlerle ilgili en önemli çalışmalara Neclâ Pekolcay, Faruk Kadri Timurtaş, Ahmed Ateş, Hasan Aksoy imza atmışlardır.

Sıra Sizde 2

Türk edebiyatındaki en önemli hilye Hakani Mehmed Bey tarafından yazıl-mıştır.

Page 212: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

206

Sıra Sizde 3

Türk-İslâm edebiyatında en tanınmış miraciye Ganizâde Nadirî tarafından ka-leme alınmıştır.

Sıra Sizde 4

Kırk hadislerle ilgili eserler Kur’ân’ın faziletleri, İslâm’ın şartları, Hz. Mu-hammed, âl ve ashabı, ilim, âlim, siyaset ve hukuk, toplumsal ve ahlaki hayat gibi konularla ilgili söylenen kırk hadis bir araya getirilerek eser oluşturulur.

Yararlanılan Kaynaklar

Akar, Metin, Türk Edebiyatında Manzum Miracnâmeler, Ankara 1987.

Aksoy, Hasan, "Eski Türk Edebiyatında Mevlidler", TALİD, Eski Türk Ede-biyatı Tarihi I, sy. 9 (İstanbul 2007), s. 323-332.

Aksoy, Hasan, “Mevlid”, DİA.

Aksoy, Hasan, Mustafa Âlî’nin Kırk Hadis Tercümeleri, İstanbul 1991.

Karahan, Abdülkadir, “Kırk Hadis”, DİA.

Onan, Necmettin Halil, İzahlı Divan Şiiri Antolojisi, İstanbul 1940.

Pala, İskender, Hilye-i Saadet, İstanbul 2002.

Pekolcay, Necla, İslâmî Türk Edebiyatında Şekil ve Nevilere Giriş, İstanbul 1997.

Pekolcay, Necla, Mevlid, İstanbul 1992.

Uzun, Mustafa, “Hilye”, DİA.

Uzun, Mustafa, “Miraciyye”, DİA.

Uzun, Mustafa, “Regaibiyye”, DİA.

Uzun, Mustafa, “Siyer”, DİA.

Yeniterzi, Emine, “Na’t”, DİA.

Page 213: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

207

Page 214: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

208

Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra;

• Dinî-edebî türleri ile genel edebiyat türlerini karşılaştırabilecek,

• Edebiyatımızda gelişen dinî- edebî türleri tanımlayabilecek,

• İslâmiyet’in Türk edebiyatına katkısını açıklayabilecek,

• Türkçe dinî eserleri edebî bakımdan değerlendirebilecek,

• Dinî konulu destânî mahiyetteki eserleri ayırt edebileceksiniz.

Anahtar Kavramlar

• Dinî-edebî tür

• Mersiye-maktel

• Ramazâniye-Bayramiye

• Gazavâtnâme- Fetihnâme

• Nasîhatnâme-Pendnâme

• Menkabe-menâkıb

Öneriler

Bu üniteyi daha iyi kavrayabilmek için okumaya başlamadan önce;

• Agâh Sırrı Levend’in “Dinî Edebiyatımızın Başlıca Ürünleri” başlıklı makalesi ile Âmil Çelebioğlu’nun “Türk Edebiyatında Manzum Dinî Eserler” başlıklı makalesini okuyunuz.

• Diyanet İslâm Ansiklopedisi ve Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklo-pedisi’ndeki “Fetihnâme”, “Gazavatnâme”, “Iydiye”, “Maktel”, “Mer-siye”, “Pendnâmeler” ve “Ramazan” maddelerini inceleyiniz.

 

Page 215: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

209

GİRİŞ

Edebiyatımızda tür ve şekil konusu üzerinde tam bir uzlaşma sağlanabilmiş değildir. Bununla birlikte bir edebî ürünün dış yapısı ile ilgili unsurların şekil; muhtevası ile ilgili unsurların da tür kapsamında değerlendirilmesi yay-gınlaşmıştır. Dinî türler denildiğinde dinî içeriğe sahip ve türe adını veren aynı konudaki edebî ürünler kastedilmiş olur.

Tarih boyunca din, kimi zaman amaç olarak, kimi zaman da araç olarak edebiyata konu olmuştur. Sanat gayesiyle dini araç olarak kullananlar bir ta-rafa; dini amaç olarak görenlerin vasıtasıyla zengin bir dinî edebiyat meydana getirilmiştir. Dinî duyguların etkisiyle doğup gelişen bu edebiyatta, çok defa dini tebliğ etme, öğretme gibi pratik hedeflere yönelik olarak sanat değeri za-yıf eserlerin yanı sıra fevkalâde sanatkârane bir üslûpla dinî lirizmin zirvesine yükselen eserler de meydana getirilmiştir.

Türk-İslâm edebiyatında dinî türlere baktığımızda en çok türün Hz. Pey-gamber ile ilgili olarak geliştiği görülür. Allah ile ilgili daha az tür gelişmiş-tir. Hz. Peygamber’in bir beşer olması sebebiyle kendisini hiç görmeyenler tarafından dahi kolayca anlatılabilmesine karşılık Allah’ın yüceliği ve varlı-ğının insan idrakini aşması, ne kadar çaba gösterilirse gösterilsin O’nun hak-kıyla anlatılmasını imkânsız kılmıştır. Dolayısıyla bu alanda gelişen edebî türler, O’nun vahdâniyeti, esma ve sıfatları ile O’na karşı sığınmayı, af dile-meyi içeren edebî ürünlerle sınırlı kalmıştır.

Konusu Allah ve peygamber olan edebî eserler dışında dinî hayatın pek çok veçhesi ile ilgili hayli eser yazılmıştır. Klasik edebiyatın ürünlerini ver-diği tarihî ve kültürel ortam, yüzyıllar boyu dinî karakteriyle temayüz ettiğin-den, din, edebiyatın hem ilham hem de bilgi kaynağı olagelmiştir. Şairler, ya-şadıkları dönemlerde üzüldükleri sevindikleri ve heyecan duydukları her ha-diseyi edebî bir form içerisinde kültür dünyamıza kazandırma gayreti içeri-sinde olmuşlardır. Ramazan ayının coşkusundan, ölen kimsenin ardından du-yulan üzüntüye kadar insanı ilgilendiren her hadise, dinî edebiyatımız içeri-sinde yerini almıştır. Klasik şiir ustalarının birçoğu, asırlarca toplum hayatın-da yer etmiş ve özellikle törensel içeriğe sahip dinî hadiselerin heyecanını hissedip duygularını nazma dökmüşlerdir. Günümüzde de bu vadide eserler yazılmaya devam etmektedir.

Allah ve Hz. Peygamber ile ilgili türler müstakil üniteler halinde işlendiği için bu ünitede diğer dinî tür ve konular ele alınacaktır. Bu tür ve konuları üç

Dinî Tür ve Konular

Page 216: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

210

başlık halinde tasnif etmek mümkündür. Birincisi, Mersiye, Maktel, Ramazâniye gibi ortak bir ad altında anılan türler; ikincisi, Kısas-ı enbiyâ, Tezkiretü’l-evliyâ ve Menâkıbnâme gibi biyografik bilgi ihtiva eden yaşam öyküleri etrafında gelişen türler ile Kur’ân-ı Kerîm’in tercüme ve tefsiri, iti-kat, ibadet, ahlâk vb. konularında yazılan eserler; üçüncüsü de destânî anla-tım tarzının benimsendiği dinî konulu eserlerdir.

 

Resim 9.1: Satır arası Kur’an Tercümesi (Kaynak: Prof. Dr. Hüseyin Elmalı’nın özel ki-taplığı, İzmir).

DİNÎ TÜRLER

Mersiyeler ve Makteller

“Mersiye”, dinî edebiyatımızda bir kimsenin vefatı üzerine duyulan üzüntüyü ifade etmek üzere, ölenin meziyetlerini anlatmak suretiyle yazılan duygu yo-ğunluğu yüksek manzumelere denir. Ölenin arkasından söz söyleme geleneği İslâmiyet öncesi Türk şiirinde “sagu”, Türk halk şiirinde ise “ağıt” olarak isimlendirilmiştir.

Mersiye daha çok bir yakının, sevilen bir şahsın, şair ile maddi manevi bir bağı bulunan kişinin ölümü üzerine yazılır. Klasik edebiyatımızda mersiyeler genellikle, padişahlar, şehzadeler, vezirler, devlet büyükleri, şeyhler, aile fert-leri, dost ve arkadaşların kaybı üzerine yazılmıştır. Mersiyenin muhtevası şöyledir: Şair şiirin giriş kısmına dünyanın geçici olduğunu, bu güzelliklere aldanmamak gerektiğini ve dünyanın ne kadar acımasız olduğunu vurgulaya-rak başlar. Daha sonra vefat eden kişinin övgüsünü ve böyle bir kişiyi kay-betmekten dolayı duyduğu üzüntüyü dile getirir. Bu bölüm şairin yasına tabi-atın da katılmasıyla farklı bir hal alır. Kahramanın ölümüne âdeta bütün âlem

Page 217: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

211

ağlamaktadır. Ardından böylesine değerli ve genç bir kişiye kıymış olmasın-dan dolayı feleğe sitem edilir. Mersiyelerin son bölümü genellikle dua ve te-mennilerden meydana gelir (İsen, 1994). Klasik edebiyatımızın Şeyhî, Ahmed Paşa, Necâtî, Zâtî Bakî, Fuzûlî, Hayâlî, Taşlıcalı Yahyâ, Nev’î, Nâilî, Şeyh Gâlib gibi önde gelen şairleri mersiyeler yazmışlardır.

Mersiye genel olarak vefat hadisesini ele alırken, maktel sadece Hz. Hü-seyin’in Kerbelâ’da şehid edilmesini konu edinir. Dinî edebiyatımızda “mak-tel” ya da “maktel-i Hüseyin” denildiğinde Hz. Hüseyin ve arkadaşlarının Kerbelâ’da hunharca şehid edilmesini acıklı bir biçimde anlatan şiirler anla-şılmalıdır. Hz. Hüseyin’in şehadetiyle ilgili şiirlere Kerbelâ mersiyeleri de denilmiştir. Mersiye genel anlamda kullanıldığı için aslında her maktel bir mersiye sayılır. Ancak maktel hususi bir anlamda kullanıldığından her mersi-ye maktel sayılamaz. Maktel türünün en güzel örneğini Hadîkatü’s-süedâ isimli eseriyle Fuzûlî vermiştir. Lâmii Çelebi’nin Maktel-i Hüseyin’i de önemli örneklerdendir.

Kanunî Sultan Süleyman Mersiyesi’nden

Ey pây-bend-i dâmgeh-i kayd-ı nâm ü neng

Tâ key hevâ-yı meşgale-i dehr-i bî-direng An ol güni ki âhır olup nev-bahâr-ı ömr

Berg-i hazâne dönse gerek rûy-ı lâle-reng Âhır mekânun olsa gerek cür’a gibi hâk

Devrân elinden irse gerek câm-ı ayşa seng İnsân odur ki âyineveş kalbi sâf ola

Sînende n’yler âdem isen kîne-i peleng İbret gözinde niceye dek gaflet uyhusu

Yetmez mi sana vâkı’a-i Şâh-ı şîr-ceng Ol şeh-süvâr-ı mülk-i sa’adet ki rahşına

Cevlân deminde arsa-i âlem gelürdi teng Baş eğdi âb-ı tîgına küffâr-ı Üngürûs

Şemşîri gevherini pesend eyledi Freng Yüz yire kodı lutf ile gül-berg-i ter gibi

Sandûka saldı hazîn-i devrân güher gibi

(…)

(Küçük, 1988;130)

Page 218: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

212

Fuzûlî, Âl-i abâ Mersiyesi’nden

(…)

Ey derd-perver-i elem-i Kerbelâ Hüseyn

V’ey Kerbelâ belâlarına mübtelâ Hüseyn Gam pâre pâre bağrını yandurdı dâğ ile

Ey lâle-i Hadîka-i Âl-i abâ Hüseyn Tîg-ı cefâ ile bedenün oldı çâk çâk

Ey bûstân-ı sebze-i tîg-ı cefâ Hüseyn Yakdı vücûdını gam-ı zulmet-serây-ı dehr

Ey şem’-i bezm-i bârgeh-i Kibriyâ Hüseyn Devr-i felek içürdi sana kâse kâse kan

Ey teşne-i harâret-i berk-ı belâ Hüseyn Yâd it Fuzûlî Âl-i abâ hâlin eyle âh

Kim berk-ı âh ile yakılur hirmen-i günâh

(Pekolcay, 1994; 234)

Ramazâniyeler

Ramazan ayı, genel olarak fıkıh ve ilmihal kitaplarında dinî bir konu olarak yer almakla birlikte, sosyal hayata kattığı canlılık ve renklilik sebebiyle ede-biyatın da ilgi alanına girmiştir. Bu ayda, gerek dinî duyarlılıklar bakımından ortaya çıkan manevi atmosfer, gerekse dindar olan ve olmayan bütün toplum kesimlerinde oluşan Ramazan’a özgü hava, eski ve yeni şairlerimiz tarafın-dan gayet güzel değerlendirilmiş ve pek zengin bir Ramazan edebiyatı mey-dana getirilmiştir. Edebiyatımızda Ramazan’a dair şiirler, XVI. yüzyıldan iti-baren yazılmaya başlanmıştır. XVIII. yüzyıla gelindiğinde sayıca artarak müstakil bir tür oluşturacak boyutlara ulaşmıştır. İşte klasik dinî edebiyatı-mızda konusunu Ramazan ayından alan bu şiirlere “Ramazâniye” denir. Ramazâniyeler, Ramazan ayı dolayısıyla, şairlerin, padişaha veya devlet bü-yüklerine yahut dostlarına sunmak amacıyla yazdıkları kaside nazım biçi-minde şiirlerdir. Bu şiirlerde, Ramazan ayının girmesi dolayısıyla sunulan ki-şinin Ramazanı tebrik edilir, o kişi padişah veya devlet büyüğü ise pek tabii olarak övgüsü yapılır. Klasik edebiyatımızda bu türün en güzel örneklerini, Sâbit (öl.1712), Nazîm (öl.1726), Nedim (öl.1730), Enderunlu Fâzıl (ö.1810) ve Enderunlu Vâsıf (ö.1824) vermişlerdir. Ramazan ile ilgili dinî ve tasavvufî amaçla yazılan eserler dışında, edebî alanda yazılan eserler şöyle tasnif edile-bilir. 1. Ramazâniyeler, 2. Ramazan ilâhîleri, 3. Ramazan mânileri, 4. Rama-zan ile ilgili gazel, rubâî, koşma vs.

Page 219: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

213

Klasik edebiyatımızda, dört mevsimin, belli ayların, bayramların, özel günlerin konu edildiği şiirler vardır. Bu şiirler, özellikle kasidelerin nesîb de-nilen giriş bölümlerinde bir mevsimin veya hususi ay ve günlerin gelmesiyle yazılır. Bahar mevsiminin gelmesiyle “bahâriye”ler, kışın gelmesiyle “şitâi-yeler”, nevruz için “nevrûziye”ler, bayramları karşılamak için “ıydiye”ler ya-zıla gelmiştir. Toplum hayatında fevkalade önemi hâiz olan Ramazan ayının gelmesiyle de eski şairler, oruç ayının maddi ve manevi güzelliklerini, feyiz ve bereketini, günahlardan arınma ayı oluşunu vesile ederek insanlara öğüt ve irşad mahiyetinde şiirler yazmışlardır.

Ramazâniyelerin konusu, ilk başta Ramazan ayının rahmet ve bereket ayı oluşudur. Allah’ın nimet ve rahmeti bu ayda dünyayı doldurmuştur. Mağfiret kapıları sonuna kadar açılmış, bu aya mahsus olmak üzere şeytan zincire vu-rulmuştur. Bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesi bu aydadır. Ramazâniyelerde ayrıca bu ay dolayısıyla girilen manevî ortam ve buna para-lel olarak sosyal hayatta meydana gelen değişiklikler de yer almıştır. Hilâli-nin görülmesi dolayısıyla yaşanan tatlı telaştan tutun, Ramazan mukabeleleri, teravih namazları ve Ramazan eğlencelerine kadar bu aya mahsus çeşitli faa-liyetler Ramazâniyelerde dile getirilmiştir. Osmanlı toplumunda Ramazan ayı ve müteakiben kutlanan bayram vesilesiyle tertip edilen eğlenceler, sohbetler, kandillerle ve mahyalarla süslenen camiler, iftar için hazırlanan türlü yemek-ler, bir sevinç ifadesi olarak Ramazan şiirlerine yansımıştır. Diğer taraftan, Ramazan münasebetiyle toplumun dindar kesimlerindeki hareketlilik ve buna ilaveten Ramazan öncesi ve sonrasında dinî hayata mesafeli kişilerin, Rama-zanın girmesiyle birlikte Ramazana özgü dindarlıkları şairlerin gözünden kaçmamıştır. Bu tip kimseler ‘Ramazan sofusu’ olarak nitelendirilmiş ve din-dar kimseleri kıskandıracak derecede alışılmadık davranışları iğneleyici bir üslûpla dile getirilmiştir (Uzun, 1994).

Ramazâniyelerden bu mübarek ay dolayısıyla tasavvufî mekânlarda ve camilerde okunan Ramazan ilâhîleri vardır. Bu ilâhîlerin bir kısmı Ramaza-nın gelişini konu edinen şiirleridir ve Ramazanın başladığı günlerde okunur. Bir kısmı da Ramazan ayını uğurlamak maksadıyla yazılan ve bu kutlu ayın sona ermesinden dolayı duyulan üzüntüyü dile getiren ilâhîlerdir. Bunlardan bazıları bestelenmiş olup günümüzde okunmaya devam etmektedir. Aziz Mahmud Hüdâyî (ö.1628)’nin hocası Üftâde’nin bir Ramazan karşılaması mahiyetinde olan ilâhîsi şöyledir:

Âşıklara eydin salâ

Oruç ayı geldi yine

Rahmet denizi cûş edip

Âlemlere doldu yine

Kur’an’da Allah öğüdü

Cümle nebîler sevdiği

Ümmete Allah verdiği

Oruç ayı geldi yine

Page 220: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

214

Cümle aya sultan olan

Dertlilere sultan olan

Hak’dan bize ihsan olan

Oruç ayı geldi yine

XVII. yüzyılın meşhur mutasavvıf şairi Niyazî-i Mısrî (ö. 1694)’ye ait ilâhînin ilk iki dörtlüğü veda mahiyetindeki ilâhîlere örnek teşkil eder:

Yine firkat nârına yandı cihân

Hasretâ gitdi mübarek Ramazan

Nûriyle bulmuştu âlem yine cân

Firkatâ gitti mübârek ramazân

İndi Kur’an sende ey nûru güzel

Leyle-i kadrinde ey kadri güzel

Gitti ey tehlil ü tekbîri güzel

Elvedâ gitti mübârek ramazân

Ramazâniyelerden, Ramazan ilâhîlerinden başka bir de Ramazan manileri vardır. Geniş toplum kesimleri arasında yaygın olan Ramazan manileri, özel-likle de Ramazan bekçilerinin halka mahsus bir ifade ve eda ile söyledikleri maniler, dini hoşgörünün sınırları çerçevesinde zengin bir birikimi ve halk kültürünü yansıtmaktadır. Bir Ramazan bekçisi manisi şöyledir:

Âlem bu gece nûr oldu

Kalbimize sürûr oldu

Ey benim ağam efendim

Kalkın vakt-i sahûr oldu

Ramazâniyelerden veya Ramazan konulu diğer şiirlerden, yazıldıkları dö-neme ait Ramazan kültürünü yansıtan pek çok uygulamayı tespit etmek mümkündür. Ramazana dair şiirler, sadece klasik edebiyatımızla sınırlı kal-mış değildir. Çağdaş edebiyatımızda da bir takım üslup ve muhteva farklılık-larıyla Ramazanı konu alan şiirler yazılmaya devam etmektedir.

Ramazan ayına dair şiirler için Filiz Kılıç ve Muhsin Mâcit’in hazırladığı Türk Edebiyatında Ramazan Şiirleri (Güldeste) adlı kitabı okuyunuz.

Gazavâtnâmeler

Gazavât, cenk, savaş anlamına gelen gazâ/gazve kelimesinin çoğuludur. Ga-zâ kelimesi din uğruna savaş anlamına gelen cihad kelimesi ile aynı anlamda kullanılmıştır. İslâm tarihinde Hz. Peygamber’in fiilen iştirak ettiği savaşlara da gazve denilmektedir. Bir dinî edebiyat terimi olarak gazavâtnâme, düş-manlara karşı mukaddes değerler uğruna yapılan savaşların anlatıldığı eser-lerdir. Manzum ya da mensur olarak yazılmışlardır. Tek bir savaş anlatılmış-

Page 221: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

215

sa gazânâme, birden fazla savaş anlatılmışsa gazavâtname şeklinde isimlendi-rilmiştir. İlk örnekleri Arap edebiyatında görülür. Arap edebiyatında savaşları ve bu savaşlarda gösterilen kahramanlıkları anlatan eserlere megâzî denilmiş-tir.

Gazavâtnâmeler, genel olarak savaşları anlatan eserlerdir. Gazavat-nâmelere benzeyen zafernâme ve fetihnâmeler, küçük farklarla gazavâtnâm-lerden ayrılır. Eğer savaş zaferle neticelenmişse galibiyeti anlatan eserlere zafernâme; savaş sonunda bir kale ya da şehir zaptedilmişse bu hadiseyi hi-kâye eden eserlere de fetihnâme denilmiştir. Gazavâtnâmelerde savaşın bütün ayrıntıları anlatılmış olduğu için tarih bilimi bakımından önemli bir bilgi kaynağı durumundadır.

Gazavâtnâmeler başlıca şu konularda yazılmıştır:

1. Padişahlardan birinin hayatını esas alarak onun zamanında meydana gelen olayları mensur ya da manzum olarak anlatan Selimnâme, Süleymannâme gibi eserler.

2. Vezirlerin veya ünlü komutanların gazalarını tasvir eden gaza-vâtnâmeler. Bu eserlerde çoğunlukla Barboros Hayrettin, Köprülü Fâ-zıl Ahmed, Özdemiroğlu Osman gibi bazı paşaların şahsiyetleri ele alınmıştır.

3. Bir seferi ya da bir kalenin fethedilmesini konu edinen gazavâtnâme, fetihnâme ve zafernâmeler (Levend, 1956).

Sûzî Çelebi Gazavâtnâmesi’nden

Çü togdı matla’-ı rahmetden âftâb-ı gazâ

Götürdi zulmeti ref’ eyledi hicâb-ı gazâ Bu bezme cân sakınan gelmesün yasag eylen

Ki ser piyâle ciğer kanıdur şerâb-ı gazâ Ne gam kalursa bu yazıda teşne-dil gâzî

Şerâb-ı kevser olur âkıbet şerâb-ı gazâ Fezâ-yı rıf’atına Cebrâ’il akıl irmez

Bülendimiş felek ü sidreden cenâb-ı gazâ Bu yolda toprak ol iy Sûzî kim kıyâmete dek

Saça gubâruna rahmet suyın sehâb-ı gazâ

(Levend, 1956;266)

Yukarıda anlatılan türlerin dinî edebiyat içerisinde değerlendirilmesinin en önemli sebebi ne olabilir?

Page 222: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

216

Fetihnâmeler

İslâm ve Türk-İslâm devletlerinde fethedilen beldeleri, kazanılan zaferleri haber veren mektup ve fermanlarla bu fetihleri anlatan tarihî eserlerin genel adıdır. Ortaçağ İslâm dünyasında hükümdarlar, ülke içinde ve dışında otorite-lerini ve güçlerini göstermek için süslü ifadelerle yazılmış mektup ve ferman-lar göndererek kazandıkları zaferleri bildirme ihtiyacı duyarlardı. Genellikle sefaret heyetleri vasıtasıyla ve ganimet olarak alınmış hediyelerle, bazan da savaşta öldürülenlerin başları ve alınan esirlerle birlikte gönderilen bu mek-tuplar dost devletler için bir müjde, düşman devletlere karşı ise bir tehdit ma-hiyetinde idi. Bundan dolayı fetihnâmeler bazan “zafernâme”, “be-şâretnâme”, bazan da “tehditnâme” diye anılmıştır.

Osmanlı Devleti’nde fetihler, büyük zaferler, özellikle hıristiyan dünyası-na karşı kazanılan başarılar “nâme-i hümâyun” kategorisinde değerlendirile-bilecek fetihnâmelerle İslâm devletlerinin hükümdarlarına bildirilmekteydi. Osmanlılar’da yabancı devlet hükümdarlarına gidecek fetihnâmeler o ülkenin diliyle ve genellikle Türkçe, Arapça, Farsça olarak yazılırdı. Mukaddime sa-yılabilecek baş kısmı gönderildiği yerin durumuna uygun âyet, hadis ve ke-lâm-ı kibarlarla süslenen ve Osmanlı diplomatiğinin mühim belgelerinden olan nâme-i hümâyun grubu belgeleri içinde yer alan fetihnâmelerin özel ya-zılış şekilleri vardı. Osmanlı padişahlarına ait fetihnâmeler genellikle Allah'a hamd, Hz. Peygamber'e salât, padişah için tebaanın işlerinin düzenlenmesi ve zulmün önlenmesinin gereği, düşmanın ne sebeple cezalandırıldığı, padişahın hareketi, askerin çokluğu, düşmanın durumu ve cesaretinin anlatılması, Al-lah'ın padişaha yardımı, düşmanın yenilmesi. Allah'a şükür, düşman ülkesinin zaptının anlatılması, hükümdarlara zafer haberinin gönderilmesi, fetihnâme-nin kiminle gönderildiği ve padişahın Allah'a duası gibi on beş esasa dikkat edilerek yazılmaktaydı. Fetihnâmelerde mutantan bir ifade kullanılır, ülke zaptında padişahın kudretini göstermek için düşman askerinin fazlalığından bahsedilir ve olaylar genellikle uzun uzadıya anlatılırdı. Düşmanlara gönderi-len tehditnâmelerde ise ağır ve küçültücü ifadeler yer alırdı.

Fetihnâmeler, ilgili oldukları savaşın bir tarihçesini ihtiva ettiklerinden ve zaferin hemen ardından kaleme alındıklarından aynı zamanda değerli birer ta-rihî kaynak niteliği taşırlar. Edebiyat tarihiyle ilgili kitaplarda ise fetihnâme ayrı bir edebî tür olarak bir seferin başlangıcından sonuna kadar geçen olay-ları, bir şehrin, kalenin alınışı veya bir savaşın kazanılmasını konu edinen eserler şeklinde ele alınmaktadır. Ancak bu tür eserler doğrudan doğruya ta-rihin bir parçasıdır ve bunları gazavatnâme, zafernâme, sefernâme, hatta Selimnâme ve Süleymannâme adlarıyla anılan eserlerden hem konu hem de üslûp bakımından ayırt etmek mümkün değildir. Umumi tarihlerin dışında pek çok türü görülen bu tarz eserlerin başlıkları da böyle bir tasnif yapmayı zorlaştırmaktadır. Dolayısıyla bunları adlarından hareketle ayrı birer tür ola-rak gösterilmesi karışıklıklara yol açmaktadır. Aslında fetihnâme, doğrudan doğruya resmî bir hüviyeti olan, nâme-i hümâyunlarla fermanların edebî bir türü gibi ele alınmalıdır.

Türk edebiyatında XV. yüzyıldan itibaren doğrudan doğruya müelliflerin-ce “fetihnâme” olarak adlandırılan manzum ve mensur eserler arasında Kıvâmî’nin Fetihnâme-i Sultan Mehmed’i, Sa’yi’nin Fetihnâme-i Bağdad’ı, Murâdî’nin Fetihnâme-i Hayreddin Paşa’sı, Nâbi’nin Fetihnâme-i Kamaniçe’si sayılabilir.

Page 223: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

217

Fetihnâmeler hakkında daha geniş bilgi için Hasan Aksoy’un "Tarihî Bir Belge ve Türk-İslam Edebiyatında Bir Tür Olarak Fetihnâmeler" başlıklı makalesi (İlam Araştırma Dergisi, II/2 (İstanbul 1997), s. 7-19) ve aynı müellifin DİA’daki “Fetihnâme” maddesine bakınız.

Kısas-ı Enbiyâlar

Kısas-ı Enbiyâ, Hz. Adem’den Hz. Muhammed’e kadar gelip geçen pey-gamberlerin hayat hikâyelerinin anlatıldığı eserlere verilen isimdir. Kur’ân-ı Kerîm’de yirmi sekiz peygamberin adı geçmekte ve bunların kıssalarına yer verilmektedir. İslâmiyet’in ilk asrından itibaren yahudi ve hıristiyanlarla te-mas kuran müslümanlar, bu din mensuplarının yazılı ve sözlü kültürlerinde var olan geçmiş peygamberlerle ilgili bilgilere vâkıf oldular. Efsanevî ve des-tanî unsurları ihtiva eden bu tarz bilgilere dayanarak ciltler dolusu peygamber kıssaları meydana getirdiler.

Arap edebiyatında yazılan ilk kısas-ı enbiyâlar, Kisâî (ö. ?)’nin Kitâbu Kı-sası’l-enbiyâ’sı ile ondan sonra yazılan Sa’lebî (ö. 1035)’nin Kısasu’l-enbiyâ (Arâisü’l-mecâlis) isimli eseridir. Sa’lebî’nin eseri kimliği bilinmeyen bir mütercim tarafından Türkçe’ye tercüme edilerek Aydınoğlu Mehmet Bey (ö. 1334)’e sunulmuştur. Türk edebiyatındaki kısas-ı enbiyaların çoğu adı geçen eserlerin doğrudan çevirileri ya da bazı ilavelerle hazırlanan genişletilmiş çe-viri mahiyetindeki eserlerdir. Son dönemlerde de Peygamber kıssalarıyla ilgi-li kitaplar yazılmıştır. Bunların en meşhuru Ahmed Cevdet Paşa (ö. 1895)’nın yazmış olduğu Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârîh-i Hulefâ isimli eser olup günümüz harfleriyle de yayımlanmıştır.

Bütün peygamberlerin hikâyelerini ihtiva eden kısas-ı enbiyâlardan başka tek bir peygamberin hayatını anlatan eserler de yazılmıştır. Hz. Yusuf ile ilgi-li kaleme alınan Kıssa-i Yûsuf’lar ve Hz. Süleyman ile ilgili yazılan Süleymâniyye’ler bu tür eserlerdir.

Sa’lebî’nin Arâisü’l-mecâlis Tercümesinden

Kaabil eyitti: “Ey ata! Kardaşum Hâbil’den ulu değül miven? Ol işe ben hakluven değül miven?” Âdem eyitti: “Ey oğul! Fazıl Tangrı elindedür.” Kaabil eyitti: “Böyle değüldür, belkim sen anı kendü re’yünden benüm üstü-me yegledün.” Âdem eyitti: “Eğer haklu kimdügin bilmek dilersen, varun ikinüz kurbân eylen. Kangunız kurbanı kabul olursa ululuğa ol yegrekdür. Ve haklu oldur.” Ve ol vaktin kaçan kurbanlar kabûl olsa gökden od ineridi, kurbanı yiridi. Kaçan kabûl olmasa od inmezidi, kuşlar ve geyikler yiridi. Bes ol iki çıkdılar kim kurban eyleyeler. Kaabil ekinciyidi. Biraz yetilü buğday kurban iletdi. Gönlünden geçeridi gerek kabul olsa gerek olmasa kız kardaşumı ana virmeyem. Ve Hâbil davarlu ve koyunluyidi. Bes bir semiz kuzı, biraz sâfi süt, biraz kereyağı kurban iletdi. Gönlünden Tanrı işin râzılık ve anun buyruğına boyun virmek geçeridi. İsmail bin Dafi’ eyitti: “Haber degdi bana kim Hâbil koyunından bir kuzı doğdı. Hâbil anı yavlak sevdi. Şöy-le kim cümle mâlinden ana sevgülürek idi. Anı arkasına götürdi. Kaçan ana kurban buyruldı. Ol kuzuyı kurban iletdi. Andan ol iki kurbanı bir tağ üstinde kodılar. Bes gökden od indi. Ol kuzuyı ve südi ve kereyağın yidi. Bir dene Kaabil kurbanından yimedi. Anuniçün kim gönül arılığıla degülidi. Ve Hâbil kurbanı kabûl oldı. Anuniçün kim gönül arılığı varıdı. Bes ol kuzı uçmaka vardı otladı. Tâ kim İbrahim oğlın kurban eylemeğe fermanladı. Tanrı ol koçı

Page 224: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

218

fidi viribidi… Pes ol tağdan indiler ve dağıldılar. Kaabil kurbanı kabul olmaduğıçün kakıdı. Gönlünde hased bitti. Ve düşmanlıkın gizledi. Ta ol vaktedegin kim Âdem peygamber Mekke’ye vardı, Kâbe ziyâret kılmağa … Bes kaçan Âdem Mekke’ye gitdi, Kaabil Hâbil’e geldi ve ol koyun katındayıdı, eyitti: “Seni depelerven” Hâbil eyitti: “Neden ötrü?” Eyitti: Anuniçünkim Tanrı senün kurbanunı kabûl eyledi ve benüm kurbanumı red eyledi ve sen benüm görklü kız kardaşumı evlendün ve ben senün çirkin kız karındaşunı evlendüm. Bes âdemiler seni benden ulu ve yiğrek söyleşe.” Bes Hâbil eyitti: “Eğer sen beni depelemeğe el uzadurısan ben seni depelemeğe el uzatmasven. Ben âlemler Tanrısından korkarven.” … Bes kaçan anı depeledi, yirinde kodı, nidesin bilimezidi. Anuniçünkim âdem oğlanından ev-vel yir yüzinde ölen olidi. Bes canavarlar anı yimeğe kasd eyledi. Kaabil anı tağarcukına koydı. Bir yıl tamam arkasına götürdi. Hattâ kim yiyidi. Kuşlar ve canavarlar üşdi anı yiyevüz diyü. Bes Tanrı ana iki karga viribidi. Birbirile savaşdılar, birisi birin depeledi. Andan burnile ve ayağıla çukur kazdı, ol çukura bırakdı ve üstüne doprağın girü örtdi. Kaabil ana bakarıdı kaçan böyle gördi…”

(İz, 1996;196)

Tezkiretü’l-Evliyâlar

Tezkire, bazı meslek sahipleri için yazılan biyografik eserlere verilen isimdir. Veliler tezkiresi anlamına gelen Tezkiretü’l-evliya da İslâm velilerinin hayat hikâyelerinin yazıldığı eserlerdir. Tasavvufun yayılmasıyla birlikte isimleri öne çıkan tasavvuf büyüklerinin tanıtılması amacıyla telif edilmişlerdir. Feridüddîn-i Attâr’ın Tezkiretü’l-evliyâ adını taşıyan eseri bu türdeki ilk örkektir. Türk edebiyatında tezkiretü’l-evliyâlar, Feridüddin Attâr’ın eserinin tercümesiyle başlamıştır. Bu tercümeler ya doğrudan çeviri ya da Attâr’ın eserini esas alarak bazı ilavelerle yeniden telif şeklindedir. Tespit edilebilen ilk tezkiretü’l-evliyâ çevirisi XIV. yüzyılda Aydınoğlu Mehmet Bey’e su-nulmuştur. Klasik Türk nesrinin büyük temsilcisi Sinan Paşa’nın Tezkiretü’l-evliyâ’sı yazarın güçlü üslubu sayesinde telif hususiyeti göstermektedir (İz, 1996).

Türk edebiyatında meşhur olmuş bir evliyâ tezkiresi de Lâmiî Çelebi (ö. 1531)’nin Nefhâtü’l-üns çevirisidir. Lamîî Çelebi, Molla Câmî (ö. 1492)’nin eserini çevirmekle yetinmemiş, kendi zamanına kadar yaşamış olan tasavvuf büyüklerini de ekleyerek ilaveli bir çeviri meydana getirmiştir.

Anonim Tezkiretü’l-Evliyâ Tercümesi’nden

İbrâhim Edhem

İbrâhim Edhem eydür: “Bir gün bir yerde giderdim. Akşam erişdi. Karanuluk oldu. Yolı yavı kıldım. Mütehayyir oldum. Nâgâh bir it ünin işitdim… Ol yana gitdim. Ta bir köye erdim. Nâgâh yüzüme bir kişi bir şapla vurdı ki iki gö-zümden od çıkdı. Darb yedim, oturu vardım. Ellerim yüzüme tutdum. İnen ka-tı zahmet çekdim. Gözlerimden yaş geldi. Başım kaldırdım. Ben eyitdim: “Ey Bâr-ı Hudâyâ! Her kimse kim sana gide şöyle mi ederler?” dedim. Henüz dahi yerimden turımadım. Bir kimesne gördüm. Geldi, ol bana şapla vuran kişinün başın önümde kodı. Eydür: “Yâ İbrâhîm! Bizden gile etme. Her ki bi-zim emrümüzde ola azîz ü mükerrem olur, sen bizim emrümüzden çıkdın. İt

Page 225: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

219

ününe uydun gitdin.” der. Korkdum, secdeye vardım, tevbe eyledim kim “ayruk küstahlık etmem ey Çalabım” dedim.

(İz, 1996;206)

Tezkire adıyla yazılan başka biyografik eserler var mıdır? Varsa kimlerle ilgili yazılmıştır?

Menâkıbnâmeler

Menâkıbnâmeler, tasavvufun yaygınlaşmasıyla birlikte tarikat pîrlerinin hayat hikâyelerini ve kerametlerini müridlere anlatma ihtiyacından doğmuştur. Menâkıbnâmeler genellikle mensur olarak yazılmış olmakla birlikte ba-zılarında manzum parçalar da bulunmaktadır. Bu türdeki eserler, tarikat mün-tesibi kimselerin kolayca anlayabilmeleri için sade bir dille yazılmışlardır.

Menâkıpnâmeler, XIV. yüzyılın başlarından itibaren Anadolu sahasında yazılmaya başlanmıştır. Halvetiyye, Bayramiyye gibi bir tarikat zümresi hak-kında Menâkıbnâmeler yazılmakla beraber bir mürşdin hayatını anlatan türle-ri çoğunluktadır. Hacı Bektaş-ı Velî, Emir Sultan, Hacı Bayram-ı Velî, Eşrefoğlu Rûmî, İbrahim Gülşenî, Şemseddin-i Sivâsî, Niyazî-i Mısrî gibi pek çok tarikat önderine ait Menâkıbnâmeler bulunmaktadır. Ayrıca Fatih’in hocası Akşemseddin ve veziri Mahmud Paşa gibi bilge kişilikleriyle meşhur olmuş bazı devlet görevlileri hakkında da Menâkıbnâmeler yazılmıştır.

Kısasü’l-enbiyâ ve Tezkiretü’l-evliyâlar çeviriye dayanan eserler olmasına karşılık Menâkıbnâmeler Türkçe olarak kaleme alınmışlardır. Bir tarikat silsilesindeki mürşidlerin ya da tek bir kişinin menkabevi hayatı anlatılmıştır. Menâkıbnâmelerde sade bir dil kullanılmıştır. Tezkiretü’l-evliyâlar ile kıyaslan-dığında daha abartılı bir üslup hâkimdir.

Menâkıb-ı Halvetiyye’den

“Zikrü menâkıb-ı Hazret-i Sünbül Sinân

Çelebi Efendi’nin halîfesi ve kâim-makâmı ve dâmâdı Şeyh Sünbül Sinan Efendidür ki mevlidi Merzifon ve neşv ü nemâsı Hamîd ilinin Borlu olup ilm-i zâhirde Hidâye ve Şerhu Mevâkıf hıfzında idi. Mevâlîden Efdalzâde hizme-tinde olup gâhî meşâyih meclisine varırdı. Bir gün bir vâkı’a görür ki halk bir kuyudan su alur. Bu dahi almak murâd idinür. Su kuyunun ağzına çıkup bilâ-ta’ab alur. Çelebi Efendi’ye ta’bîr etdürmeğe geldikde hemân “Mevlâ-nâ! Vücûdunda mevcûd olan füyûzât-ı ilâhiyyenün galeyânı var, ancak eller ta’ab ve nasb sebebi ile tahsîl etdikleri feyzler sana karşu gelür. Niçün kuvvetüni fi’le getürmezsin?” deyü işrâk-ı mâ fi’z-zamîr ider ve Sünbül Efen-di’yi alup sînesine basup “sende râiha-i mahabbetu’llâh var” deyü Sünbül ile koklaşırlar. Hemân Şeyh Sünbül örf ü izâfeti ve câh ü riyâseti terk idüp mücâhede kemerin beline berk ider. Ol kadar şugl üzre olur ki Çelebi Efendi hazretleri Sum’asında huzûr idemeyüp muttasıl Sünbül’ün hücresin devr idermiş. Üç yıldan sonra hilâfet virüp diyâr-ı Mısr’a göndermiş. Çerâkise zamânında diyâr-ı Mısr’da küllî i’tibâr bulup fazl ve irfânına cemî’-i ulemâ-i Mısr ikrâr itmişlerdir…”

(Yusuf b. Yakub, 1290[1873]; 32)

Page 226: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

220

DİNÎ EDEBÎ ESERLER

İslâmî Türk Edebiyatı’nın ürünleri sadece bir tür adı altında yazılan eserlerle sınırlı değildir. Bunların dışında herhangi bir türe sığdırılamayan, dinî konu-larda yazılan ve edebî değeri olan pek çok eser mevcuttur. İslâmiyet’in Türk-ler arasında yayılmaya başlamasının hemen ardından yazılmaya başlanan Kur’an-ı Kerîm’in Türkçe’ye tercüme ve tefsirleri bu eserlerin başında gel-mektedir. İslâm dinine ait bazı temel bilgilerin yer aldığı akâid ve fıkıh kitap-ları, ahlâka dair kitaplar, dua kitapları müslümanların günlük ihtiyaçlarını karşılamak üzere kaleme alınan dinî eserlerdir ve bunların bir kısmı manzûm olarak kaleme alınmışlardır.

Türkler Müslüman olmadan önce başka hangi dinlerin kutsal metinleriyle ilişki-leri olmuştur? Araştırınız.

Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe’ye Tercüme ve Tefsirleri

Türkler, İslâmiyeti kabul etmeleri ile birlikte dinin birinci kaynağı Kur’ân-ı Kerîm’i Türkçe’ye çevirmekte gecikmemişlerdir. İslâmiyetin kabulünden gü-nümüze kadar çok sayıda tercüme ve tefsir yapılmıştır (Cunbur, 1959). Kur’ân-ı Kerîm önce Samanoğulları döneminde Emîr Mansur b. Nuh (961-977)’un oluşturduğu bir kurul tarafından Taberî Tefsiri esas alınarak Fars-ça’ya çevrilmiştir (Topaloğlu, 1976). Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe’ye ilk tercü-mesi yine Farsça’ya yapılan tercüme ile aynı dönemde muhtemelen aynı he-yetin Türk üyesi tarafından meydana getirilmiştir. Bu tercüme satır arası bir tercüme olup, Taberî Tefsiri’nden yapılan kelime kelime Farsça tercümeye dayanmaktadır (Togan, 1964). Söz konusu tercümenin bir nüshası bugün İs-tanbul Türk-İslâm Eserleri Müzesi’nde sergilenmektedir.

Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe’ye ilk çevirileri satır arası çevirilerdir. Bu yön-temde satırların araları açılarak her bir Arapça kelimenin altına Türkçe karşı-lıkları yazılmaktadır. Bunu, Fatiha, Yasin, Tebareke, İhlâs gibi kısa surelerin tefsirleri takip etmiştir. Kısa sûre tefsirleri sonraki dönemlerde Kur’ân-ı Ke-rîm’in birçok sûresinin müstakil tefsirinin yapılmasına örnek teşkil etmiştir.

Anadolu’da Türkçe büyük tefsir ve tercüme faaliyetleri ise mevcut en eski nüshalara göre Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan bir asır sonra yani on dör-düncü yüzyılda başlamıştır. Bu faaliyet satır arası tercüme ve uzun tefsirlerle tercüme şeklinde iki koldan ilerlemiştir. Mevcut tefsirlerin çoğu Ebu’l-Leys Semerkandî’nin tefsiri esas alınarak yapılmış veya onun aynen tercümesidir. Tefsirli tercümelerde bir Arapça kelimenin bir Türkçe kelimeyle karşılanma-sından ziyade bütün bir ayetin uzun cümlelerle açıklanması esas alınmıştır (Topaloğlu, 1976).

Türkçe’ye tercüme ve tefsirlerin, Türkler’in arasında İslâmiyet’in yayıl-ması, dinin asıl kaynağının anlaşılması yanında Türk dilinin olgunlaşma ve gelişme süresini takip etme ve inceleme bakımından önemi büyüktür. Ahmet Caferoğlu, Kur’an’ın Türkçe tercüme ve tefsirlerinin dil tetkiki bakımından önemini şöyle anlatır:

“...mümkün olduğu kadar mukaddes ve dini bir eserin, aslına sadık kalabil-mek gayesi ile izahına ve tercümesine azami derecede dikkat edilmiş ve bu yüzden bu Türkçe metinlerin şive ehemmiyetleri yükselmiştir. Bahusus, bu gi-bi eserler, umumiyetle, kelime kelime ve alt alta tercüme edildikleri için ter-cümedeki her bir sözün karşılığı kolaylıkla tespit edilebilmektedir. Bu yüzden

Page 227: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

221

bu eserler bir nevi lügat mahiyetini almış olup muhtelif şekil ve mefhumların inkişaf merhalelerinin tespitinde ayrıca bir kaynak rolü de oynamaktadır.” (Caferoğlu, 1943;89).

Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe’ye ilk tercümelerinde Arapça ve Farsça kelime-ler yok denecek kadar azdır. Kur’an’da geçen terimlerin karşılarına bundan altı yüzyıl önce bile kullanılmayan Türkçe karşılıkları konulmuştur. Türk-İslâm eserleri müzesi 73 numarada kayıtlı, mevcut en eski tercüme kabul edi-len nüsha üzerinde yapılan incelemede, mükerrerler hariç 2.500’e yakın ke-limeden sadece on kadar Arapça ve Farsça kelimeye rastlanmıştır. Mesela şeytan kelimesi “yak” ile tercüme edildiği halde, melek kelimesinin karşılığı bulunamamış ve Farsça “ferişteh” kelimesi ile karşılanmıştır (Erdoğan, 1969).

Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe’ye ilk tercümeleri dil bakımından ne gibi bir katkı sağlamıştır?

Satır Arası Kur’an Tercümesi’nden

Sûretü’l-Fâtiha

[Bismillâhirrahmânirrahîm]

Tanrı adı-y-ıla ya’nî başların yâ okırın gey rahmat kılıcı, rahmat kılıcı

1. Ögmek Tanrı’nundur; âlemlere issi – yâ bisleyicisi-

2. Gey rahmat kılıcı, rahmat kılıcı

3. Yanut güni issi ya’nî kıyamat güninde hükm eylemege mâlik olan

4. Sana taparuz; dakı senden arka virmek isterüz.

5. Yol göster bize toğru yol

6-7. Yol anlarun kim eylük eyledün anlarun üzerine; kakınılmışlar degüller ya’nî cuhûd degüller; dakı azmışlar degüller ya’nî Nasrânî degüller.

(Muhammed bin Hamza,1976)

Türkler ilk dönemlerden beri Kur’an’ı Türkçe’ye tercüme etmişlerdir. Kelimele-rin anlamları satır arasına yazıldığından dolayı bu tercümeler, satır arası Kur’an tercümeleri olarak nitelendirilmiştir. Satır arası Kur’an çevirileri ve son-ra yazılan Türkçe tefsirler özellikle dil tarihi bakımından çok kıymetlidir. Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe tercüme ve tefsirleri Türkçe’nin edebî bir lisan haline gelmesine katkı sağlamıştır. Eski Kur’an çevirilerinde dil Türkçe olmasına rağmen cümleler Arapça’nın söz dizimine (sentaks) uygundur. Bu şekil cüm-leler Türkçe’nin söz dizimine aykırı olup anlaşılmayı zor hale getirmektedir.

Akâid ve Fıkıh Kitapları

İnanç ve ibadet hayatıyla ilgili eserler, bazı dinî kuralları halka öğretme ihti-yacından kaynaklanan, dinî edebiyatımızın öğretici vasfının öne çıktığı di-daktik eserlerdir. İnanç alanında manzum akâidler, Âmentü şerhleri, kazâ ve kader ile ilgili eserler yazılmıştır. Bu alanda yazılan eserlerin en meşhuru, Mehmed İlmî Efendi (ö. 1636)’nin Manzum Akâid’idir. Birgili Mehmed b.

Page 228: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

222

Pîr Ali(ö. 1573)’nin kaleme aldığı Vasiyetnâme isimli risâlesi, ezberlene-bilmesi amacıyla, Bahtî tarafından 1642 yılında nazma çekilmiştir (Çelebioğlu, 1983).

Fıkıh alanında da aynı öğretici gayelerle pek çok eser yazılmıştır. Bu alanda bilinen ilk manzum eser, Gülşehrî’nin Manzum Kudûrî Tercümesi’dir. Ancak bu eser ele geçmemiştir. Diğer bir eser Balıkesirli Devletoğlu Yu-suf’un 1425’te tamamladığı Vikâye Tercümesi olarak tanınan ilmihal konula-rını içeren mesnevîsidir. Eser Sultan İkinci Murad (1451-1455)’a sunulmuş-tur (Çelebioğlu, 1988). İmam A’zam Ebû Hanîfe’nin Fıkh-ı Ekber’inin ter-cüme ve şerhleri de önem arz etmektedir.

Fıkhın bazı konularında müstakil manzumeler yazıldığı da olmuştur. Na-mazın ibadetinden bahseden Şurûtü’s-salât, orucun çeşitleri ve faziletini anla-tan Fezâilü’s-sıyam, hacca dair bilgilerin yer aldığı Menâsikü’l-Hac, miras konularının ayrıntılı bir şekilde anlatıldığı Manzûme-i ferâiz türünden eser-lerdir. Ayrıca günlük dinî meselelere verilen cevapları ihtiva eden manzum ve mensur olan fetvâ kitapları yazılmıştır.

Akâid ve fıkha dair eserler, öğretici amaçlarla yazılmış dinî eserlerdir. Bu eser-lerin bazılarında, inanç ve amele dair bazı mevzuları öğrencilere daha kolay öğretmek, okuyanların aklında kalmasını sağlamak amacıyla manzum anlatım tekniğinden yararlanılmıştır. Böylelikle manzum akâidler, manzum ilmihaller, manzum menâsik-i haclar, manzum feraizler vb. ile din, dil ve edebiyat tarihi bakımından önemli bir külliyat meydana getirilmiştir.

Ravzatü’l-îmân’dan

(Halîlî, ö. 1578’den sonra)

Bâb-ı Sünenü’l-vuzû’

Gel beru gel ey Muhammed ümmeti

On durur bil âbdestin sünneti Besmeleyle başlamakdır evvelâ

Besmeleyle cümle uzvun pâk ola Ellerin üç kez yumakdır ey âzîz

Dâhil olmadan inâya kıl temiz Su bulunan yerde istincâ ile

Pâk olanları sever Hak ey dede Su bulunmazsa kesekle taş ile

Pâk olacak mevzi’i muhkem sile

Page 229: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

223

Eyle misvâk ağzına hem sağ u sol

Anı isti’mâl ediptir bil Rasûl Hem birisi eylemekdir mazmaza

Ya’nî su vermek dürür bil ağıza Eyle istinşâk burnun pâk ola

Cennet içre hoş kokularla dola İki kulaklarına mesh et velî

Başa mesh olan sudandır bil yolu Ol mübârek lihyene eyle hilâl

Öyle buyurmuş Rasûl-i Zü’l-Celâl Hem hilâlle iki ellerin dahi

Hem ayakların hilâlle ey ahi Ağzın u burnun yüzün yu ey hümâm

Hem kolun hem ayağın üç kez tamâm

(Şener-Yıldız, 2008;235)

Ahlâk ve Nasîhate Dair Eserler

Dinî edebiyatın öğretici karakteri dikkate alındığında yazılan eserlerin büyük çoğunluğunun dinî ve ahlâkî nasihatleri içerdiği görülecektir. Kutadgu Bilig ve Atabetü’l-hakâyık’tan başlayarak hemen her devrin özelliklerine uygun olarak ahlâkî konuları işleyen telif ve tercüme pek çok eser meydana getiril-miştir. Dinî, ahlâkî, tasavvufî konular çoğu zaman iç içe geçtiği için bu tür-deki eserleri birbirinden ayırmak zordur. Bununla birlikte insanların sahip olmaları gereken iyi huylar ile uzaklaşmaları gereken kötü huyları müstakil olarak anlatan kitaplar da yazılmıştır. Kınalızâde Ali Çelebi (ö. 1571)’nin Ah-lâk-ı Alâî’si, Şemseddin Ahmed Sivâsî (ö. 1597)’nin Mir’âtü’l-ahlâk’ı, Muhyî-i Gülşenî (ö. 1605)’nin Ahlâku’l-kirâm’ı, bu tür eserlerdir.

Ahlâk kitaplarının önemli bir bölümünü nasihat/öğüt tarzındaki kitaplar oluşturur. Feridüddîn-i Attar’ın Pendnâme isimli eserinin tesiriyle çok sayıda eser yazılmıştır. Edebiyatımızda, insanları iyiye ve güzele yönlendirmek, İslâmiyetin erdemlerini şahsında yaşayan, iyi ahlâklı, topluma ve devlete fay-dalı fertler yetiştirmek, amacıyla yazılan bu eserlere hepsi de aynı anlama ge-len “nasîhatnâme”, “pendnâme” ve “öğütnâme” adları verilmiştir. Çeşitli meslek mensuplarını uyarmak maksadıyla da nasîhatnâmeler yazılmıştır. Na-sîhatnâmelerin amacı, İslâmiyet’in iyiliği emir ve kötülükten sakındırma esa-sına dayanmaktadır. Âyet ve hadislerdeki “öğüt” içerikli ifadeler, medrese

Page 230: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

224

eğitiminden geçmiş divan şairlerinin nasîhatnâme türünde eserler yazmasına zemin hazırlamıştır (Kaplan, 1).

Nasîhatnâme türünde yazılan eserlerden bazıları şunlardır: Yunus Emre (ö. 1320), Risâletü’n-nushiyye, İbrahim Gülşenî (ö. 1534) Pendnâme, Sinan Paşa (ö. 1486) Nasîhâtnâme (Ahlâknâme), Zaifî (ö. 1553?) Bûsitân-ı Nasâyıh, Güvâhî (ö. 1519) Pendnâme, Azmî (ö. 1582) Pendnâme, Nâbî (ö. 1712) Hayriyye, Zarifî Ömer Baba (ö. 1795) Pendnâme, Sünbülzâde Vehbî (ö. 1799) Lutfiyye.

Nasîhatnâmelerin belli bir hedef kitlesi var mıdır? Araştırınız.

Hayriyye-i Nâbî’den

İy sehî-serv-i hıyâbân-ı şuhûd

Nev-hırâmende-i bustân-ı vücûd Âlemün meşgalesinden akdem

Budur insâna ehemmü elzem İdüp encâm-ı umûrın tedbîr

Eyleye hâne-i dînin ta’mîr İtdi endâze-i hikmetle kıyâm

Penc erkân-ı binâ-yı İslâm Bu binâ içre olan râhatdur

Taşrası pâ-zede-i âfetdür Bu binâ dâhilidür bâğ-ı na’îm

Hârici nâhiye-i nâr-ı cahîm Dâhili ehl-i hidâyetdür hep

Hârici ehl-i gavâyetdür hep Farzdur itme sakın fevt-i salât

İktidârun var ise hacc ü zekât Kıl edâsında derûnî tek ü tâz

Birinün fevtine gösterme cevâz

Page 231: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

225

Olma gerden-keş-i fermân-ı ganî

Her ne emr itdi ise eyle anı Mü’mine hil’at-ı dîndür kat kât

Vâcibât ü sünen ü mendûbât Sırrı var her birinün hikmeti var

Hasra gelmez nice hâsıyeti var Eylemiş Hazret-i Vahhâb-ı kerîm

Her birin vâsıta-i lutf-ı azîm Hak ganîdür senün a’mâlünden

Yine sensin yiyecek mâlundan Sana râcî olur iy bahr-ı kemâl

Nîk ü bed her ne idersen a’mâl Sâhib-i hamse ol iy pâk-meniş

Bilesin hams-i mübârek ne imiş

(Kaplan, 2008;182)

DİNÎ DESTANÎ METİNLER

Dinî-Destânî Eserler

Savaş kabiliyetine sahip Türkler’in yerleşecek yurt arama teşebbüsleri, Müs-lümanlıktaki cihad ve gaza ruhu ile birleşince fetihler kaçınılmaz hâle gelmiş-tir. Anadolu’nun Türk hâkimiyetine girerek müslümanlaşması sürecinde, bazı gazi-mücahid komutanların savaşlarda gösterdikleri fedakârlık, yiğitlik ve ke-rametler destanlara konu olmuştur. Bu destanların en eskisi Hâricîlerin ünlü kahramanı Hamza’nın adı etrafında gelişen Hamzanâmeler ile Horasanlı Ebû Müslim’in destanî hayatını anlatan Ebu Müslim Kitabı’dır. Bunlardan başka, Bizanslılara karşı giriştiği savaşlarda ismi öne çıkan Seyyid Battal Gâzi’nin menkabelerini anlatan Battalnâme, Anadolu içlerine kadar birçok şehri fethe-den Dânişmend Gâzi’nin fetihlerini anlatan Dânişmendnâme, Anadolu ve Rumeli’deki fetihlerde gösterdiği kahramanlıklarla Sarı Saltuk’un macerala-rını anlatan Saltuknâmeler meydana getirilmiştir. Söz konusu destanların ta-mamı başlangıçta sözlü olarak dilden dile aktarılmış, sonradan yazıya geçi-rilmiştir (İz, 1996).

Anadolu’nun Türklerin hâkimiyetine geçmesi bir dizi fetihlerin sonunda olmuş-tur. Bu fetihleri gerçekleştiren bazı komutanların, savaşlarda gösterdikleri başarılar, destanlaştırılarak milli hafızaya kaydedilmiştir. Bu destanlarda, Müs-lüman Türk komutanların keramet motifleriyle zenginleştirilmiş kahramanlık anıları anlatılmaktadır.

Page 232: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

226

Battalnâme’den

…Seyyid çağırdı er diledi meydana kimsenün zehresi olmadı kim meydana gire ayruk kimse meydana girmedüğin Seyyid Hazreti bildi atından aşağa in-di kolanın muhkem berkitdi girü bindi sağ kola hamle eyledi yitmiş seksen ki-şi öldürdi birisi Seyyid’ün önüne turmadı yine meydan yirine geldi çağırdı kim iy âsîler din düşmanları meydana gelsenüze didi bu yana Kayser kakıdı çağırdı kim ne oldunuz ortanuzda bir er yokdurur kim işbu nâbkâre cevap viremeyicek yüzi suyun yirine getüre diyü yürürken ezin cânib karşudan toz uyandı gün yüzi tutuldı toz içinden yüz bir alay yüz bir alem çıka geldi İsmâil Semerkandî irdi sünnîler karşu vardılar muâneka kıldılar Halîfe’i sordılar İsmâil ayıtdı uş irişdi didi anun ardınca elli bin kişiyle Husrev Şah Şirvan geldi saf bağladı durdılar anun ardınca Minuçihr-i Gîlânî çıka geldi otuz bin er ile saf bağladılar turdı anun ardınca altı bin kişiyle Baturânî Hindî çıka geldi ne kıssai draz idelüm tolup tolup müsülmanlar geldiler alaylar bağladı-lar durdular himmetleri budur kim Kayser’e kendüler uralar ezin cânib bu tarafdan Kayser teferrüc iderdi nâgâh bir acâyib toz belürdi toz içinden Ha-lîfe’nün alemi peydâ oldı ve Rasûlullâh’un alemi Ahmedî ve Muhammedî peydâ oldı bir ak fil üzerine taht bağlamışlardı üstünde çetr-i hümâyun yeşil atlastan dutulmuş kubbe içinde Halîfe-i rûy-ı zemîn oturmuşdı bin beşyüz müftî ve müderris sağında ve solunda yidi yüz cârî hâfız-ı kelâmullah hoş-âvâzla okırdı dört yüz hoş mugarri ve münevverin önünce âşıkâne ez-derûn-i dil ü cân birle aydurlardı lâ ilâhe illallâh Muhammedü’r-rasûlullah dirlerdi dört bin fülân bin fülân gömgök demür geyüp Halîfe’nün önünde yalın kılıç-lar durup yürürlerdi dört bin has er sağ yanınca yayalar kabzasın durup ok-lar gizleyüp yürürlerdi dört bin er solunda gürzler getürürlerdi dört bin kişi akabince ağır bozdoğanlar getürürlerdi bu azametle Halîfe nikaabı yüzinde oturmışdı üç yüz altmış fil çünkü ardınca yürürlerdi bin yidi yüz altun eyerlü bedevî ve arabî atlar önünce yidürleri bu vech ile çıkageldiler Emir Ömer ve gaazîler karşu vardular piyâde olup görüşdiler yüz yire urdılar Halîfe dükelin nevâhat kıldı çünkim Kayser bunı gördi kanı kudurdı gövdesine ditreme düşdi dahi sıtma dutdı ezin cânib bu yana Seyyid dahi meydan içinde at başın çeküp teferrüc iderdi Halîfe dahi tahtından ol kenâr-ı leşkerin teferrüc iderken gözi Seyyid’e tokandı aydur şol meydan ortasında turan kimdür didi ayıtdılar yâ Emîre’l-mü’minîn bir cins yiğitdür ne erlükler idüpdür hiç kimse mukaabil olamaz bizüm leşkerümüzi ol turdurdı yohsa Kayser bizüm günümüz keserdi ve külümüz göğe savururdı ammâ Hüdâvend kad u kâmeti yâl ü bâli söz kelecisi yüzi gözi kaşları ve dişleri ve duruşı oturuşı vurması dutması dükelisi ana benzer ammâ Battal ağ idi bu siyahdur didiler şol karşu dağdan iner erlikler gösterür kim hezârân Rüstem destanlar gerekdür kim bunun erlüğin kıla gice olıcak yine ol tağa gider didiler çünkim Halîfe bu sözleri işitdi el getürdi Seyyid’e duâ kıldı sünnîlerden birisi segirdüp Seyyid’e geldi aydur iy gâziler serveri Halîfe senünçün duâ kıldı didi Seyyid bunu işidicek atınan sıçradı aşağa indi Halîfe’ye karşu yüz yire urdı yine atına bindi bir müddet silâhşörlük gösterdi yitmiş iki lu’bile tara-feynden mütehayyir kıldı hayran oldılar Seyyid’ün yârenleri Halîfe’ye ayıtdılar Şâh-ı âlem işbu hünerler kim gösterür hamusu Battal’dur illâ kim bu siyahdur Halîfe ayıtdı Hakk Taâlâ kaadirdür her kimi kim dilerse Battâl sûretinde viribir kim İslâma meded yitişe…

(Pekolcay, 1994; 282)

Page 233: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

227

Cenknâmeler ve Muhtelif Dinî Hikâyeler

Savaşma, vuruşma anlamına gelen cenk kelimesinden türetilen cenknâme, Hz. Ali ve oğlu Muhammed Hanefiyye’nin katıldığı çeşitli savaşları anlatan dinî destanî mesnevîlere verilen genel isimdir. Mensur çeşitleri de bulunmak-tadır. Türk edebiyatında XIV. yüzyıldan itibaren görülmeye başlanan Cenknâmelerin önemli temsilcileri bu yüzyılda yüzyılda yaşamış olan Yusuf-ı Meddah, Tursun Fakih, Kirdeci Ali ve Begpazarlı Maazoğlu Hasan isimli müelliflerdir.

Türk-İslâm edebiyatında varlığından haberdar olunan, ancak üzerinde fazla durulmayan edebî türlerden biri de halk diliyle yazılmış olan dinî hikâ-yelerdir. Hz. Muhammed başta olmak üzere hikâyelerdeki şahıslar kad-rosunda gerçek kişiler olmasına rağmen anlatılan olaylar hayal gücünü zorla-yıcı mahiyettedir. Daha çok Arap edebiyatından tercüme yoluyla geçen dinî hikâyeler, ilave ve değişikliklerle geliştirilmiştir. Kütüphanelerde destan mecmualarında kayıtlı bazen de mevlid metinlerinin arkasına ilave edilmiş halde bulunan hikâyeler şunlardır:

Kesikbaş Destanı, Güvercin Hikâyesi, Geyik Hikâyesi, Ejderha Destanı, İbrahim Destanı, İsmail Destanı, Fatıma Destanı, Ukkâşe Hikâyesi vb.

Bu hikâyeler çoğunlukla manzum olup bazılarının mensur sürümleri de bulunmaktadır. Yazarları ise belli değildir. Anadolu’da, uzun kış gecelerinde evlerde köy odalarında okunarak edebî zevkin gelişmesine hizmet etmiştir. Mevlidlerin arkasına ilave edilmiş olması da çok okunduğunu göstermek-tedir.

Dinî hikâyeler, gerçek tarihî kişiliklere atfedilen gerçek ya da gerçek dışı bazı olayların anlatıcının edebî kabiliyeti ölçüsünde yeniden üretildiği eserlerdir. Kurguya dayalı metinler olduğu için tarihi gerçeklikle örtüşmesi beklenmez. İslâm dinini ve kahraman öncülerini geniş halk kitlelerine tanıtmak ve sevdir-mek amacıyla yazılmışlardır.

Muhammed Hanefî Cenknâmesi’nden

Çün Ali’nün işidür ceng ü gazâ

Başladı gâzîlerin adın yaza

Virdi Hasan eline bir ak alem

Kim çıka taşra dike evvel kadem

Gâzîler anda derilüp cem΄ ola

Kâfirin cem΄i tagılup gam ola

Ol Alî ma´deni cûd-ı vakâr

Düldüle bindi dakındı Zü’l-fekâr

Çün Muhammed Hanefî gördi anı

Aglar eydür bilece al git beni

Page 234: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

228

Ben dahi kâfir kırup gâzî olam

Sag esen Allah getürürse gelem

Alî eydür ey ogul sen dön eve

Tarlıgansan hâtırun bingil ava

Medîne’nün tagların eyle şikâr

Allâh’ın avni olsun sana nigâr

Sen tıfılsın sana [farz] olmaz cihâd

Biz kılalum din yolunda ictihâd

Alî istemez gazâya ilete

Ol heves kılur bilesince gide

Çün Muhammed Hanefî turmagıla

Tarlıgandı evde oturmagıla

Av diledi evde nice bir yata

Aldı eline sünü bindi ata

Baglandı Alî kemendin beline

Karşu çıkdı çâk-seher tag yolına

Medînenün gün dogrısından yana

Azim kıldı Hâk Çalap yoldaş ana

Her canavar kim gözine dûş ola

Çâre yok kim kurtıla ger kuş ola

Seyr iderken bir gazâla ugradı

Bilmedi kim fi´l-i âle ugradı

Na´ra urdı girdi kâfir içine

Hamle kıldı önüne vü kıçına

Şöyle çâpuk süvâr idi harp ede

On kâfiri yıkardı bir darbede

Ol iki yüz ere baş bir pehlüvân

Cenk içinde ugradı ol nevcivân

Darb ile kıldı sünü zahmın ana

Page 235: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

229

Pehlüvân oldı baş virdi ana

Sünü zahmın çıkdı gögsinden yere

Ol sâ’at can virüben düşdi yere

Anı gördi bir yavaş oglandur özi

İllâ od gibi yanar iki gözü

Hay deyince ol iki yüz kâfiri

Kırdı komadı hiç kimse[yi] diri

İndi kesdi pehlüvânun başını

At yanına götürüp asdı anı

Kaynak: Dursun Fakih, Milli Ktp. 06 Mil Yz A 3538/6

Özet

Dinî-edebî türleri ile genel edebiyat türlerini karşılaştırabilmek.

Bir edebî eser, doğrudan doğruya dinî bir konu üzerine yazılmış ya da dinî konuları içermiş olabilir. Hatta dinî kavram, motif ve mazmunları ihtiva edi-yor da olabilir. Bir eserin dinî edebiyat kapsamında değerlendirilebilmesi için tek başına bunlar yeterli değildir; dinî bir gaye ve heyecanla yazılmış olması da gerekir. Zira dinî amaç gözetilmeksizin sadece sanat kaygısıyla dinî kav-ram ve motifler kullanılmış olabilir. Bu tür edebî ürünleri dinî türler arasında değerlendirmek mümkün değildir.

Edebiyatımızda gelişen dinî- edebî türleri tanımlayabilmek.

Dinî duygu ve heyecan uyandıran bazı olayların edebiyata yansıması tabii bir durumdur. Birbirinin aynı veya benzeri hadiseler üzerine yazılan eserlerin zaman içerisinde sayıca artmasıyla o konu etrafında edebî türler meydana gelmiştir. Söz gelimi vefat hadisesi üzerine yazılan şiirler ağıt ve mersiyeleri, savaşları konu edinen şiirler gazânâmeleri, ramazan ayı münasebetiyle ortaya çıkan manevî havayı anlatan şiirler Ramazaniyeleri meydana getirmiştir.

İslâmiyetin Türk edebiyatına katkısını açıklayabilmek.

İslâmiyet’in tebliği, eğitim ve öğretiminde en önemli iletişim aracı olarak “söz”e başvurulmuştur. Söz, lafzî, mecazî ve estetik unsurları içermektedir. Dolayısıyla dinin öğretilmesini ya da dinî bir heyecanın ifade edilmesini amaçlayan her anlatım, edebî alanın imkânlarını kullanmaktadır. Türk-İslâm edebiyatının tarih içerisinde meydana getirdiği ürünlere bakıldığında dinin, edebiyatı besleyen ana unsurlardan biri olduğu görülecektir.

Türkçe dinî eserleri edebî bakımdan değerlendirebilmek.

Klasik Türkçe dinî eserler, halkı dinî konularda aydınlatmak amacı ta-şıdığından sade bir dil ve üslupla kaleme alınmışlardır. Yine bu amaca hizmet etmek amacıyla bazı dinî eserler manzum olarak yazılmıştır. Böylelikle dinî

Page 236: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

230

konuların kolay öğrenilebilmesi hatta bazı kuralların ezberlenebilmesi im-kânını doğurmuştur. Halkın dilinin kullanılmış olması sebebiyle söz konusu eserler, dönemin dili ve edebiyatı hakkında çok değerli bilgiler ihtiva etmek-tedir.

Destânî mahiyetteki dinî konulu eserleri ayırt edebilmek.

Destânî konulardaki eserler genel olarak destansı anlatıma dayanan eserlerdir. Anadolu’da gelişen savaş ve fetih konulu destanlar, kahramanlığı veya kera-metleri sebebiyle halk üzerinde tesir bırakmış şahıslar etrafında gelişmiştir. Bir de okuyan ya da dinleyeni heyecana getirmek için çeşitli dinî konularda çoğunlukla manzum olarak yazılan hikâyeler vardır. Bu hikâyelerin birçoğu-nun başkahramanı Hz. Muhammed’dir. Yine dinî hikâye türünde olmakla be-raber cenknâmelerde sadece Hz. Ali ve oğlu Muhammed Hanefiyye’nin sa-vaşları anlatılmıştır.

Kendimizi Sınayalım

1. Aşağıdakilerden hangisi dinî-edebî türde yazılan eserlerin konusu olamaz?

a. Hac ziyareti

b. Kandil geceleri

c. Babanın oğluna tavsiyeleri

d. Düğün törenleri

e. Cenaze törenleri

2. Aşağıdaki türlerden hangisi toplum hayatıyla diğerlerine göre daha çok il-gilidir?

a. Zafernâme

b. Mersiye

c. Maktel

d. Gazavâtnâme

e. Ramazâniye

3. Yaşam öyküsüne bağlı gelişen edebî türlerle ilgi aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?

a. Kısasü’l-enbiyâlarda gerçek ile gerçek dışılık çoğu kez iç içedir.

b. Menâkıbnâmelerde ağır ve ağdalı bir dil kullanılmıştır.

c. Evliya tezkirelerine ait bazı çeviriler, yapılan ilavelerle telif özelliği ka-zanmıştır.

Page 237: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

231

d. Tek bir tarikat pîrin anlatıldığı Menâkıbnâmeler olduğu gibi bir tarika-tın bütün pîrlerinin anlatıldığı Menâkıbnâmeler de vardır.

e. Bu türdeki eserler genellikle mensur olarak yazılmışlardır.

4. Aşağıdaki eserlerden hangisi Türkçe dinî kelimeler bakımından diğer-lerinden daha zengindir?

a. Satır arası Kur’an Tercümeleri

b. Kısas-ı Enbiyâlar

c. Ahlâk kitapları

d. Menâkıbnâmeler

e. Dinî destanlar

5. Dinî-destânî metinlerle ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?

a. Manzum metinlerin yanı sıra mensur olanları da vardır.

b. Tarih bilimi açısından doğrudan kaynak olarak kullanılabilir.

c. Çoğunlukla halkın anlayabileceği bir dille yazılmışlardır.

d. Kahramanları genellikle gerçek kişilerden oluşur.

e. Başlangıçta sözlü anlatıma dayanmakla beraber sonradan yazılı hâle ge-tirilmiştir.

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı

1. d Yanıtınız doğru değilse, “Giriş” kısmını yeniden okuyunuz.

2. e Yanıtınız doğru değilse, “Dinî Türler” konusunu yeniden okuyu-nuz.

3. b Yanıtınız doğru değilse, “Dinî Türler” konusunu yeniden okuyu-nuz.

4. a Yanıtınız farklıysa “Dinî Edebî Eserler” konusunu yeniden oku-yunuz.

5. b Yanıtınız doğru değilse, “Dinî- Destânî Metinler” konusunu yeni-den okuyunuz.

Sıra Sizde Yanıt Anahtarı

Sıra Sizde 1

Bahsi geçen edebî türlerin konuları doğrudan ya da dolaylı olarak dinî hayatla ilgilidir. Bu yüzden bu konularda meydana getirilen her bir eser, dinî duygu, dinî heyecan ve dinî düşüncenin bir ürünüdür.

Page 238: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

232

Sıra Sizde 2

Çeşitli meslek gruplarına ait kişiler için Tezkire adı altında biyografik eserler yazılmıştır. Mesela şairler için Tezkiretü’ş-şuarâlar (şairler tezkiresi), tarikat önderleri için Tezkiretü’l-meşâyihler (şeyhler tezkiresi), hattatlar için Tez-kiretü’l-hattâtînler (hattatlar tezkiresi) yazılmıştır.

Sıra Sizde 3

Türkler müslüman olmadan önce Uygurlar döneminde Maniheizm ve Bu-dizm dinleri ile münasebette bulunmuşlar ve bu dinlerin kutsal metinlerini ta-nımışlardır. Kur’ân-ı Kerîm çevirilerinde kullandıkları pek çok arkaik Türkçe dinî kavramı bu dinlerden almışlardır.

Sıra Sizde 4

Eski Kur’an çevirilerinde Arapça kavramların yerine Türkçe karşılıklar bu-lunmuştur. Bu da Türkçe dinî terminolojinin oluşmasına katkı sağlamıştır. Bu gün dahi kullandığımız kimi Türkçe dinî kavramlar o dönemin ürünüdür. Es-ki Kur’an çevirilerinde yer alan bazı Türkçe kelimeler şunlardır: “Allah” ye-rine “Tanrı”/”Çalap”, “Rab” yerine “İzi”, “cennet” yerine “uçmak”, “cehen-nem” yerine “tamu”, “mezar” yerine “sin”/”kör”, “günah” yerine “yazuk”, “amel defteri” yerine “amel biti”, “can” yerine “tin”, “haşrolmak” yerine “kopmak” vb.

Sıra Sizde 5

Nasihatnâmelerin hedef kitlesi genel olarak toplum olmakla birlikte bazen babanın oğluna yönelik öğütleri, diğer yetişme çağındaki çocukları hedef al-maktadır. Bir hükümdara yönelik tavsiyeler, o hükümdardan da öte bundan sonra devleti yönetecek olanları hedef almaktadır. Tasavvufî bir nasihatnâ-menin hedef kitlesi ise müritler olmaktadır.

Yararlanılan Kaynaklar

Asoy, H. (1997). "Tarihî Bir Belge ve Türk-İslam Edebiyatında Bir Tür Ola-rak Fetihnâmeler" İlam Araştırma Dergisi, II/2, İstanbul.

Caferoğlu, A. (1943). Türk Dili Tarihi Notları, İstanbul.

Cumbur, M. (1959). Türkçe Kur’an Tefsir ve Çevirileri Bibliyografyası, Ankara.

Çelebioğlu, A. (1983). “Türk Edebiyatında Manzum Dînî Eserler”, Hacette-pe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, (Şükrü Elçin Armağanı), Ankara.

Çelebioğlu, A. (1988). “Balıkesirli Devletoğlu Yusuf’un Fıkhî Bir Mesnevî-si”, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, (Mehmet Kaplan İçin), An-kara.

Page 239: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

233

Dursun Fakih, Muhammed Hanefî Cenknâmesi, Milli Ktp. No: 06 Mil. Yz. A 3538/6.

Erdoğan, A. (1969). “Kur’an Tercümelerinin Dil Bakımından Değerleri”, Vakıflar Dergisi, Sayı: 1, Ankara.

İsen, M. (1994). Acıyı Bal Eylemek Türk Edebiyatında Mersiye, (2. bas-kı), Ankara.

İz, F. (1996). Eski Türk Edebiyatında Nesir, (2. Baskı), Ankara.

Kaplan, M. (2008). Hayriyye-i Nâbî, (Genişletilmiş 2. Baskı), Ankara.

Kılıç, F; Macit, M. (1995). Türk Edebiyatında Ramazan Şiirleri (Güldes-te), Ankara.

Küçük, S. (1988). Baki ve Dîvânından Seçmeler, Ankara.

Levend, A.S. (1956). Gazavât-nâmeler ve Mihaloğlu Ali Bey’in Gazavât-nâmesi, Ankara.

Pekolcay, N.; Eraydın, S.; Tahralı, M.; Uzun, M.; Subaşı, M.H.(1994). İslâmî Türk Edebiyatında Şekil ve Nev’îlere Giriş, (3. Baskı), İstanbul.

Şener, H.İ.; Yıldız, A. (2008). Türk-İslâm Edebiyatı, (2. Baskı), İstanbul.

Togan, Z.V. (1964). “The Earliest Translation of the Qur’an in to Turkish” İslâm Tetkikleri Dergisi, cilt IV, İstanbul.

Topaloğlu, A. (1976). Satır Arası Kur’an Tercümesi, Ankara.

Page 240: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

234

Amaçlarımız

Bu üniteyi tamamladıktan sonra;

• Tasavvuf ve edebiyatı ilişkilendirebilecek,

• Kültür tarihimizde bir edebiyat ve sanat ortamı olarak tekke hayatı hak-kında değerlendirme yapabilecek,

• Tasavvuf edebiyatının temel kavramlarını tanımlayabilecek,

• Tasavvuf edebiyatının türlerini açıklayabileceksiniz.

Anahtar Kavramlar

• Tasavvuf

• Edebiyat

• Tekke

• Tarikat

Öneriler

Bu üniteyi daha iyi kavrayabilmek için, okumaya başlamadan önce;

• M. Fuat Köprülü’nün Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar adlı kitabına başvurunuz.

• Mustafa Kara’nın Din Hayat Sanat Açısından Tekkeler ve Zaviyeler adlı eserini inceleyiniz.

• Bilal Kemikli’nin Dost İlinden Gelen Ses adlı kitabından “Temel Nitelik-ler Üzerine” başlıklı bölümü okuyunuz.

• Mahmut Erol Kılıç’ın Sûfî ve Şiir Osmanlı Tasavvuf Şiirinin Poetikası ad-lı kitabından “Tasavvufî Dünya Görüşü ve Osmanlı Şiiri” başlıklı kısmı okuyunuz.

Page 241: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

235

GİRİŞ

Türk-İslâm Edebiyatı’nda dinî konularla birlikte tasavvufî konular da ele alınmıştır. Bilindiği gibi tasavvuf, Müslüman toplumlarda derin tesirler ya-ratmış bir düşünme ve yaşama biçimidir. Kelime olarak sof giymek, saf ol-mak, ilk safta bulunmak ve suffa ashabı gibi yaşamak anlamlarına gelen ta-savvufun pek çok tanımı yapılmıştır. Genel olarak, bir mânâda tecrûbî bir ilim ve insanın kendini tanıması yöntemidir. Bu yüzden o, bir öğretiyi (tarîk), bu öğretinin öğretimini (sülûk) ve metodunu (usûl-erkân) bünyesinde bulun-durur.

Tasavvuf, tefsir, hadis ve kelâm gibi dinî bir ilim olarak kabul edilir. Do-layısıyla onun bir ilim olarak kendine has kavramları, özel bir dili, konuları, değerleri, anlayışı ve yöntemi vardır. Bu ilmin yegâne gayesi, sâlik, derviş, tâlib, mürid ve cân gibi isimlerle anılan sûfiyi ma‘rifet kavramıyla ifade edi-len bir bilgiye ulaştırmaktır. Bu bilgi, tecrübeyle elde edilen, irfân olarak ni-telendirilen bilgidir.

Süleyman Uludağ Tasavvuf Terimleri Sözlüğü’nde marifet kavramını şöyle açıklamaktadır:

“Marifet. Bilgi, tecrübî ve amelî bilgi, tanımak, âşinâlık. (Tas.) Sûfîlerin rûhanî halleri yaşayarak, mânevi ve ilâhî hakikatleri tadarak (iç tecrübe ile ve vasıtasız olarak) elde ettikleri bilgi, irfân. Bu yoldan Hakk'a dair elde edilen bilgiye marifetullah, buna sahib olan kişiye ârif-i billâh (ârif, urefa) denir. Sûfîler marifetin kendisinden çok onun sebep, sonuç ve belirtileri hakkında açıklamalar yapmışlardır. Kuşeyrî'ye göre sâlik önce Hakk'ı, onun sıfat, isim ve fiillerini tanır, sonra ibâdet ederek ve çile çekerek nefsini arındırır, ona yaklaşır. O zaman Hak kendisini ona tarif eder. İşte marifet budur. Hakk'ın kendi hakkında sâlike verdiği bilgidir. Bu bilgiyi alan sâlik artık ârif veya ârif-i billâhtır. Sâlik kendine ve çevresine yabancılaştığı ölçüde Hak ile tanı-şır. Sûfîlere göre ulu ve yüce Allah hakkında tam anlamıyla marifet sahibi olmak imkânsızdır. Bir insan onu tanımak için olanca gücünü harcadıktan sonra onu tanımasının imkânsız olduğunu anladı mı, hakîkî ve en mükemmel marifete ermiş olur.

İrfâna, seyr ve sülûk (seyr ü sülûk) kavramlarıyla işaret edilen bir süreç içerisinde ulaşılır. Bu süreç, tarîkat adı verilen farklı irfan okullarının doğ-masını sağlamıştır. Tarîkat, ma’rifete ulaşmak için tutulan, bir takım kural-ları ve esasları (usûl-erkân) bulunan yol demektir. Tarihî süreç içerisinde

Tasavvuf ve Edebiyat

Page 242: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

236

Bektâşîlik, Kadirilik, Yesevîlik, Nakşîlik, Mevlevîlik, Halvetîlik, Şazelîlik, Bayramîlik ve Rifâilik gibi adlarla anılan tarikatlar olmuştur. Bütün bu yollar, zamanla tekke adı verilen kurumların doğmasını sağlamıştır. Tekke, tarikatın usûl ve erkânının öğretildiği, dervişlerin ruhen ve ahlâken eğitilip olgun ve yetkin kişiler hâline geldikleri yerdir.

Tasavvuf, kendine özgü eğitim yöntemleri, kurumları, ilkeleri, bilgi ve varlık anlayışı ve bu anlayışa bağlı olarak oluşan diliyle mûsikîşinasları, mî-marları, geleneksel güzel sanatlarla uğraşan hattatları, müzehhibleri, nakkaş-ları ve diğer sanatçıları etkilemiştir. Tasavvufun sanatkâr üzerindeki tesiri, belki de en çok şairler ve yazarlarda görülür. Nitekim bu tesir, Türk-İslâm Edebiyatı içerisinde, Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı, Türk Tasavvuf Edebiya-tı, Tasavvufî Halk Edebiyatı ve Tekke Edebiyatı gibi adlarla anılan bir edebi-yatın oluşmasını sağlamıştır.

TASAVVUF VE EDEBİYAT

Çeşitli tarifleri bulunmakla birlikte tasavvuf, daha çok bir hâl ilmi olarak ka-bul edilir. Sûfî, hâl sahibidir. Hâl sahibi, gönlü zengin, ruhu temiz, ahlâkı düzgün, manevi yaşayışı güzel, Hakk’ın rızasını ve sevgisini kazanan kişidir. Bu ise, zâhidâne yaşantıyla sağlanacaktır. Hz. Peygamber’in yaşadığı dö-nemde zâhidâne yaşayan pek çok sahabe vardı. Bu hayat biçimi daha sonraki dönemlerde sistematik olarak gelişecek olan tasavvuf düşüncesinin habercisi olarak değerlendirilmektedir. İlk sûfî adıyla anılan Kûfeli Ebû Hâşim (ö. 150/768)dir. Daha sonra Süfyânü’s-Sevrî (ö. 168/785), Zü’n-Nûn el-Mısrî (ö. 245/860), Horasanlı Bâyezid-i Bistâmî (ö. 261), düşüncelerinden ötürü idam edilen Hallâc-ı Mansûr (ö. 309/922) ve Cüneyd-i Bağdâdî gibi sûfiler yetiş-miştir. Ebü’l-Kâsım Abdü’l-Kerim el-Kuşeyrî (ö. 465/1073) ve İmâm-ı Gazzâlî (505/1112) gibi büyük âlimlerin tasavvufu sistemleştiren eserler yaz-malarıyla, bu cereyan kısa zamanda halk arasında yayılmıştır.

Başlangıçta herhangi bir kurumsallaşma içerisinde teşekkül etmeyen ta-savvuf, IV. yüzyıldan başlayarak VI. asra kadar İslâm dünyasının her bölge-sinde çeşitli isimlerle tarîkatler olarak kurumsallaşmıştır. İlk Abbâsî asrında görülen sosyo-ekonomik refah, halk içerisinde zühdî hayatın gerekliliğine ilişkin bir anlayışı da beraberinde getirmiştir. Farklı mezheplerin ilk dönem-lerden itibaren yaydıkları itikatlar, eski Yunan filozoflarından yapılan tercü-melerle gelişmeye başlayan felsefî hareketler, Hind ve İran’ın kültür ve dinî geçmişinden alınan bazı nazariyeler, bilhassa Yeni Eflâtuncu varlık anlayışın-dan da ilham alınarak zenginleştirilen bu zühdî hayat, İslâm tasavvufunun oluşumuna kaynak teşkil etmiştir. Bu hareket, yaratılışın sırlarını anlamak is-temeye yöneliktir. İlk sûfî yazar Basralı Haris b. Esed el-Muhâsibî (ö. 223/838)’den başlayarak, ünlü düşünür İbnü’l-Arâbî’ye kadar bütün büyük sûfîlerin eserleri, tasavvuf dilini oluşturmuş ve sûfi düşüncesinin varlık, bilgi ve ahlâk anlayışını ortaya çıkarmıştır. Edebiyatımızda bilhassa Horasan Me-lâmiliği ile İbnü’l-Arâbî ve Mevlânâ’nın tesiri çok açıktır. Bunların fikirleri-nin temelinde vücûdiye mesleği (vahdet-i vücûd) olarak da ifade edilen varlık düşüncesi egemen fikir olarak kabul edilebilir.

Başlangıçta Bağdatlı Cüneyd, Bâyezid-i Bistâmî ve Ebû Said Ebu’l-Hayr gibi sûfilerin söz ve menkıbelerinde görülen vücûdiyye mesleği, İbn Sinâ, Sühreverdi-i Maktûl gibi İşrâkî felsefeyi ve Yeni Eflâtuncu düşünceleri yayan filozofların da katkısıyla gelişmiştir. Horasan Melamiliği ile İbnü’l-Arâbî’nin eserlerinde sistematik bir mahiyet kazanan bu düşünce, sadece tasavvuf şii-

Page 243: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

237

rimiz için değil, bütünüyle Türk şiiri için önemli bir tesir icra etmiştir. Kısaca bu düşüncede vücûdun tek olduğu fikri işlenmektedir. Vücûd tektir; yegâne sâhib-i vücûd, Vücûd-ı Mutlak olan Allah’tır. Vücûd-ı Mutlak, aynı zaman-da mutlak hayır (hayr-ı mutlak) ve mutlak güzellik (hüsn-i mutlak)tir. Hâdise-ler âlemi olan dünya hayatının kaynağı, O’dur. Sufilere göre, zaman yaratıl-mazdan önce, mutlak güzellik vardı; ancak o güzelliği temaşa edecek başkaca bir göz yoktu. Hâlbuki güzellik (hüsn) doğası gereği görülmek, takdir edil-mek ister. İşte varoluşun sebebi, güzelliğin kendini gösterme arzusudur.

Resim 10.1: Türkmen sûfi şairi Ebû Sâid Ebu’l-Hayr’ın Sultan Sencer tarafından yaptırı-lan türbesinin kapısı, Mehne-Türkmenistan (Kaynak: Bilal Kemikli fotograf arşivi)

Her şey zıddıyla bilinir. Bu itibarla Hüsn-i Mutlak ve Hayr-ı Mahz olan Vücûd-ı Mutlak’ın bilinmesi, adem ile gerçekleşir. Adem, yokluk, hiçlik de-mektir. Adem, müstakil olarak mevcut değildir; zarûrî olarak Vücûd-ı Mut-lak’ta dahildir. Adem bir hayalden ibarettir; tecellî dolayısıyla geçici bir süre için varlık evreninde bulunur. Adem, Vücûd ile karşılaşınca, vücut bir aynada aksetmiş gibi akseder. Bu akis gerçekte hayalden öte bir şey değildir. Durgun bir göle akseden güneş gibi, göz makamında olan insanda da mutlak güzellik akseder. Bu nedenledir ki, insan adem unsurunu mümkün olduğu kadarıyla yok etmeli (mâsivâ), Hakk’ın visâline ulaşmak için Hak ile Hak olmalıdır. Bu, fenâ kelimesiyle anlam kazanır. Fenâ, ancak nefsi adem, kubh ve şirkten arındırmakla mümkün olacaktır. Bunun yolu ise aşktır. Hüsn-i Mutlak ancak aşkla görülür; böylece tabii aşktan hakîkî aşka geçiş gerçekleşir. Tabii aşk, ademe duyulan aşktır; karanlıklarla doludur. Oysa aşk-ı hakîkî, hakîkat dün-yasıdır. Bu uzunca bir yolculuğu gerektirir (seyr). Aşkı, kitabi bilgileri oku-yup öğrenmekle (ta’allüm) değil, bizzat yaşayarak, tecrübe ederek (tahalluk) tatmak gerekir. Diğer bir ifadeyle aşk yolu olan tasavvuf, aklî bilgiye dayalı sözle (kâl) değil, yaşananın dili olan hâlle öğrenilir.

Tasavvuftaki varlık ve aşk anlayışının şiir diline katkısına dair geniş bilgi için Beşir Ayvazoğlu’nun Aşk Estetiği (İstanbul 1993) kitabını inceleyiniz.

Kısaca tarihsel sürecine ve felsefesine işaret edilen tasavvuf, insanı mut-lak hakikatlerle yüzleştirerek kâinattaki umumi ahengin derin sırlarını ruhlara duyurur. Bu düşünce biçiminin şairane hayaller için önemli bir kaynak teşkil

Page 244: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

238

edeceği açıktır. Tasavvuf şiiri, başlangıçta Halac-ı Mansûr’dan başlayarak Mısırlı şâir Ömer b. Fâriz’e kadar Arap edebiyatı içerisinde sınırlı bir daire dâhilinde gelişti. Ömer b. Fâriz’in Kasîde-i Tâiyye isimli eseri tercüme, tah-mis ve şerh olunarak tasavvuf edebiyatı içerisinde bir çığır açmıştır. İran’da İbn Sinâ’nın sûfiliğe ilham teşkil edecek düşünceler serdetmesinin yanında, Şeyh Ebû Sâid Ebu’l-Hayr da şiirleriyle bu çığıra katkıda bulundular. Bilhas-sa rubaileri ile tanınan Ebû Sâid, Rudegi, Firdevsî, Hâkim Senâî ve Feridüddin-i Attâr’ın müjdecisi olmuştur. Daha sonraki dönemlerde eserlerini Farsça yazan Mevlanâ, Abdurrahman Câmî ve Kâsimü’l-Envâr gibi büyük şairler yetişmiştir.

Burada bir hususa işaret etmek gerekir; mutasavvıf düşünürler, tasavvuf dü-şüncesini felsefî anlamda sadece bir metafizik / ezoterik zeminden öte, başlı başına bir ontolojik, epistemik ve etik anlayış olarak ortaya koymaya çalışmış-lardır. Böylece tasavvuf, fikir ve sanat hayatına ışık tutmuş, ince sezgi, derin ilâhî hayat ile İslâm düşüncesinin sanat formu almasını sağlamıştır. Dolayısıy-la tasavvufun, sadece bu disiplinin öngördüğü içsel tecrübeye sahip olan mu-tasavvıf şâirleri değil, bir doktrin olarak tasavvufun geliştirdiği ritüelden haber-dar olan şâirleri de etkilemiş olması kuvvetle muhtemeldir. Bu etkilenmeyi, yu-karıda işaret edildiği gibi İran tesirinde gelişen edebî atmosfer ve tasavvufun sosyal hayatta sahip olduğu seçkin mevki bağlamında değerlendirmek, izahı zor olmayan bir durumdur. Ancak sadece İslâm’da değil, bütün uygarlıklarda metafizik düzlemin sanata olan etkisinin bir takım haricî âmillerin ışığında de-ğerlendirilmemesi gerekmektedir. Nitekim hem Doğu ve hem de Batı’nın bâtinî yönelişleri hakkında karşılıklı mukayese yapabilecek yetkinlikte olan F. Schoun’un da açıkça işaret ettiği gibi, bâtinî temâyülün geliştirdiği sembolik dil zâhirî düzleme entellektüel bir nitelik ve derinlik kazandırmakta, bu yolla da onun yitip gitmesini engellemektedir. Bu itibarla lâ-dini (din dışı) şiirde de este-tik ve aşkın boyutta varlığını gösteren tasavvuf etkisinin felsefî ve metafizik bir temele sahip olduğu açıktır. (Kemikli: 2004, 71)

Türk-İslâm Edebiyatı ve Tasavvuf

Türk boylarının İslâm’ı kabul etmesinde gönüllü dervişlerin önemli fonk-siyonlar icra ettiği bilinmektedir. Tasavvuf, eski Türk inanç ve gelenekleriyle paralellik arz eden metafizik tasavvurlarıyla kısa zamanda benimsenmiştir. Dervişler bölgeyi bir ağ gibi sarmış; Herat, Nişabur, Merv, Buhara, Fergana ve daha birçok yerde bu faaliyetlerini sürdürmüşlerdir (Köprülü: 1993; 14-19).

XII. asra gelindiğinde, Türk illeri tasavvuf ve tarikatların en yoğun olduğu bölgelerden biri hâline gelmiştir. İslâm’ı din olarak kabul eden halk kitleleri-nin büyük bir çoğunluğu, Baba ve Ata olarak anılan dervişleri benimsemiş-lerdir. Bazı göçebe boyların içerisine de giren bu dervişler, hem bu boyların İslâm dinini tanımalarına öncülük etmişler, hem de halkın anlayacağı bir dille tasavvuf anlayışını onlara sunmuşlardır. Bu kesimlerde şair-şamanların yerini dolduran Baba ve Ataların ilk temsilcileri, Korkut Ata ve Çoban Ata isimle-riyle tanınan sûfîlerdir. Bu bölgelerde Muhammed Ma’şuk Tûsî ve Emir Ali Ebû Hâlis gibi sûfîler de yetişmiştir. Bununla birlikte Türk sûfîliğinin en önemli temsilcisi Hoca Ahmed Yesevî (ö. 1167)’dir. Ahmed Yesevî’nin ta-savvufî anlayışıyla kurumsallaşarak bir tarikat hüviyetini kazanan Yesevîlik, her bakımdan bir Türk tarikatıdır. Bundan başka, Kübrevîlik ve Nakşîlik de Türk illerinde gelişen tarikatlardandır.

Hoca Ahmed Yesevî, Mansur Ata, Sa’id Ata, Süleyman Hakim Ata ve Lokman Parende gibi hâlifelerini ve yüzlerce öğrencisini muhtelif bölgelere

Page 245: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

239

göndermiş, hikmet adıyla anılan tasavvufî şiirleriyle Türk illerini aydınlatmış-tır. Moğol istilasıyla birlikte Yesevî dervişleri olan Alperenler, Harezm, Ho-rasan ve Azerbeycan yoluyla Türklerin yeni yurdu olan Anadolu’ya gelmiş-lerdir. Bu dervişlerin beraberinde getirdikleri Yesevîlik, bir yandan Anado-lu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşmasına katkı sağladığı gibi, hikmetlerle oluş-turulan edebî zevk de tasavvufî edebiyatın şekillenmesine imkân vermiştir. Böylece tasavvuf, kısa zamanda Türk toplumunda yaygınlık kazanmıştır. Özelikle Selçuklular ve Osmanlılar döneminde mülkî ve askerî bürokratların, saray mensuplarının ve sosyal statüsü yüksek işçi, esnaf ve ahâlinin tekkeler-de icra edilen ayin ve sohbetlere katılması yadırganmamıştır. Dolayısıyla sûfi düşünce, geniş kitlelerin teveccüh ettiği bu mekânların ve şahsiyetlerin etra-fında zümreleşmiştir. Zamanla bu zümrelerin düşüncelerini, duygularını ve pir olarak kabul edilen tarikat büyüklerinin keramet ve hatıralarını, yazılı ve sözlü ifade etmeleriyle, doğrudan doğruya tasavvuf disiplininden mülhem bir edebî hayat neşet etmiştir.

Kitabınızın 1. ünitesinden Türk-İslâm Edebiyatı ve İslâmlaşma başlıklı kısmı yeniden okuyunuz.

Tasavvufun Türk edebiyatına iki şekilde etkisinden söz edilmektedir:

1. Divan şiirine etkisi: Tasavvuf, vezin, şekil ve muhteva itibariyle İslâm kültür coğrafyasının bir eseri olan, özellikle XVI. ve XVII. yüzyıllar-da gerçek anlamda hüviyetini kazanan divan şiirine etki etmiştir. Ta-savvufun divan şiirine etkisi, tasavvufî mesnevîler, menâkıbnâme ve tezkiretü’l-evliyâ gibi türlerin doğmasına sebep olmuştur.

2. Halk şiirine etkisi: Bu etki, Ahmet Yesevî’nin başlattığı ve Yesevî dervişlerinin geliştirip yaydığı hikmet geleneğinde ortaya çıkmaktadır. Hikmet geleneği, halk dili, hece vezni ve milli formlara bağlı tasavvuf edebiyatı yahut tekke edebiyatı adıyla bilinen yeni bir şiir anlayışının doğmasına imkân vermiştir. Bu şiirde ele alınan konular, Acem kültü-rünün tesiri ile yazılan şiirlerden ayrı değildir; fakat gerek dil ve ifa-dede, gerekse üslup ve vezinde tamamıyla farklı ve orijinaldir. Başka bir ifade ile Farsça ve Acem etkisiyle tasavvufî düşüncelerini yazan büyük şair Mevlana (1207-1273) ile Türkçe ve hikmet geleneği etkisi-ne bağlı olan Yunus Emre‘nin (1250-1320) şiirlerindeki ahlâkî öğreti ve felsefe aynıdır; dil, eda, vezin ve şekil farklıdır.

Burada kısaca tasavvuf edebiyatının tarihsel sürecine işaret etmekte yarar vardır. Bu bakımdan edebiyat tarihine bakıldığında, tasavvuf edebiyatı için XIII. asrın büyük önemi olduğu görülür. Bu dönem, tasavvuf edebiyatı açı-sından hem kuruluş, hem ihtişam çağı olarak değerlendirilebilir. Zira bu asır-da, Türk edebiyatına hayat veren büyük şairler yetişmiştir. Padişahtan tebaa-ya; sanatkârdan rençbere her sınıftan insanın aynı his ve fikir çevresinde top-lanmasını sağlayan tasavvufun, Yesevîlik, Haydarîlik, Kalanderîlik, Mevlevî-lik ve Bektâşîlik gibi tarikatlarla birçok koldan tesir alanını genişleterek yeni yurdu sarmağa başladığı bu dönemde tasavvuf edebiyatı geniş bir sahada, büyük insan yığınları arasında itibar görmüştür. Moğol istilasıyla birlikte al-peren, abdal yahut Horasan erenleri gibi adlarla tarihe geçen Yesevî ve Hay-darî dervişleri, göçebe halk topluluklarına katılıp Anadolu’ya göç ederek bu-ralarda yerleşmişlerdir. Bu dervişlerin getirdiği hikmet geleneği, Anadolu’da Yunus Emre ile yeni bir sese kavuşmuş ve yeni bir tarza bürünmüştür. Bu yeni tarz, bilahare Yunus muâkkibleri (takipçileri) olarak tavsif edilen sûfî şa-irler tarafından sürdürülmüştür.

Page 246: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

240

Yunus Emre’nin eserlerini araştırınız.

Öte yandan aslen Belh’li bir aileye mensup olan Mevlânâ’nın, İslâmî İran edebiyatının tesirinde Farsça olarak kaleme aldığı tasavvufî manzûmeler de farklı bir geleneği inşa etmiştir. Mevlevilik yolunu kurumsallaştıran Sultan Veled (1226-1312) de Türk halkına hitap etmek amacıyla Türkçe şiirler yaz-mıştır. Buna mukabil daha çok halk kitleleri arasında etkili olan Hacı Bektaş-ı Velî ( ö.1210)’nin Arapça olan Makâlât isimli eseri, manzum ve mensur olarak Türkçeye çevrilmiş; Ahmet Fakih ve Şeyyad Hamza gibi şairler, Türk-çe yazdıkları şiirlerle Anadolu’da filizlenen edebî hayatı beslemişlerdir. Bü-tün bu şairler, Anadolu’da yoğrulan yeni bir medeniyetin de öncüleridir. Bu yüzden dönemi, Anadolu’daki Türk kültür hayatının tedvin asrı olarak nite-lendirmek mümkündür.

Mevlana’nın Türk-İslâm Edebiyatına etkisi için bakınız: http://akademik.semazen.net/author_article_detail.php?id=891

XIV. yüzyıl, daha çok Yunus takipçilerinin asrı olarak kabul edilir. Bu dönemde bir yandan Yunus’un izinde giden şairler tekkelerde şiirler söyler-ken, öte yandan kurumsallaşarak Mevlevîlik adıyla bir tarikat hüviyetini ka-zanan Mevlana’nın açtığı çığır, ortak İslâm kültürünün ve bilhassa İran şiiri-nin etkisi altında, kendi elit zümresini oluşturma sürecinde önemli başarılar sağlamıştır. Türk halkına tasavvufî ilkeleri öğretmek amacıyla Garibnâme’yi kaleme alan Âşık Paşa (1272-1333), doğrudan doğruya tasavvufu konu edi-nen Fakrnâme ve Vasf-ı Hâl isimli mesnevîleri de telif etmiştir. Menâkıbnâme tarzının ilk örneği olan Menâkıbü’l-Ârifîn’in yazarı Eflâkî (ö.1360), Hacı Bektâşî Velî’nin müridi olup Yunus tarzını bu muhit içerisin-de en güzel temsil eden Said Emre ve Attar’ın Mantıku’t-Tayr isimli ünlü mesnevîsini Türkçe’ye kazandıran Gülşehrî’yi de bu dönemde anmak müm-kündür.

Bu yüzyılın sonlarında, şiirlerinde ele aldığı konular şeriata aykırı bulu-nan ve bu yüzden idam edilen Nesîmî (ö. 1404) ile birlikte, tasavvuf düşün-cesi içerisinde bâtinî tevil ve tefsirleriyle başlı başına bir ekol olan Hurûfîlik de Türk edebî hayatına dâhil olmuştur. Bilhassa İslâmî edebiyatlarda aşk şe-hidi olarak kabul gören Hallac-ı Mansur’a benzetilen Nesîmî, yaşamı, düşün-celeri ve şiirleriyle mutasavvıf şairleri etkilemiştir.

XV. asır, Timur’a karşı kaybedilen Ankara Savaşı’yla Anadolu’da Türk birliğinin dağılmasıyla başlar. Bu dağınıklık Timur’dan da sonra devam et-miş, şehzâde ve beyler arasındaki iktidar mücadeleleri halkta siyasi ve iktisa-di buhranların oluşmasına sebebiyet vermiştir. Bununla birlikte Çelebi Mehmed’in etrafında yeniden bir toparlanma gerçekleşmiş, kısa zamanda to-parlanan yönetim, daha güçlü bir devlet ve toplum oluşturmayı başarmıştır. Bu yüzyılda İstanbul fethedilerek Türk-İslâm kültürünün merkezi hâline dö-nüştürülmüştür. Bazı tarihçilerin Fatih Rönesansı olarak nitelendirdikleri bir süreci de içine alan bu dönem, fikrî, dinî, mimârî ve sanatsal açıdan tasavvu-fun geliştiği, merkezden muhite yayıldığı bir dönemdir. Bu gelişmelere para-lel olarak tasavvuf edebiyatı da çığ gibi büyümüştür; bu bakımdan dönem, gerek şâir, gerekse eser yönünden oldukça zengindir. Nitekim dönem içeri-sinde, Mevlid türünün oluşmasını sağlayan Vesîletü’n-Necât’ın şâiri Süley-man Çelebi (ö. 1422), Somuncu Baba ismiyle bilinen Hamîd-i Velî (1325-1413), Emir Sultan (1368-1429), Hâlilnâme’yi kaleme alan Abdülvâsî Çele-bi, Ankara’yı merkez edinerek çiftçi ve esnaf üzerinde derin tesirler icra eden Bayramiye Tarîkatı’nın kurucusu Hacı Bayram-ı Velî (1332-1429), Fatih’in

Page 247: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

241

hocası Akşemseddin (1389-1458), Muhammediye’nin yazarı Yazıcıoğlu Mehmed (ö. 1451), Yazıcıoğlu’nun kardeşi ve Envâru’l-Âşıkîn’in müellifi Ahmed Bîcan (ö. 1466), Kaygusuz Abdal olarak da tanınan Alaiyeli Alaaddin Gaybî (ö. 1444), Eşrefoğlu Rûmî (ö. 1469), Dede Ömer Rûşenî (ö. 1487), Kemal Ümmî (ö. 1475), Cemâl-i Halvetî (ö. 1469) ve İbrahim Tennûrî (ö. 1482) gibi sûfi şairler yetişmiştir.

XVI. asır siyasi alanda yükseliş dönemini temsil eder. Anadolu merkez edinilerek kurulan Osmanlı Devleti’nin coğrafî planda sınırlarının en geniş olduğu bir dönemdir. Buna paralel olarak iktisadi ve sosyal gelişmeler de ba-riz bir şekilde kendini gösterir. İstanbul, sadece Türkler için değil, bütün bir dünya için önemli bir kültürel ve siyasi merkez olmuştur. Bununla birlikte bu dönemde tasavvuf edebiyatında güçlü temsilcilerin yetiştiğini söylemek güç-tür. Yunus’u takip eden birkaç güçsüz soluk dışında mutasavvıf şair görül-memektedir. Bununla birlikte, Bayramiyye tarikatı içerisinden çıkan ve İkinci Devre Melâmîliği olarak kabul edilen vahdet-i vücutçu tasavvufî yorumun, Ahmed-i Sarban ve İdris-i Muhtefî ile edebî sahada yer edinmeye başladığı görülmektedir.

Bu dönemde, Molla Câmi’nin ünlü eseri Nefehatü’l-Üns’ü tercüme eden Nakşî şeyhlerinden Lamiî Çelebi (1473-1532), İbnü’l Arâbi’nin ünlü eseri Fusûsu’l-Hikem’i tercüme eden Nev’î Yahyâ (ö. 1599), Gencine-i Râz ve Şâh u Gedâ isimli ahlâkî ilkeleri telkin edici mesnevîlerin yazarı Dükâkinzâde Taşlıcalı Yahya (ö. 1582), Kerbela faciasının destanı olarak nitelendirilmesi mümkün olan Hadîkatü’s-Süedâ isimli makteli ve mecazî aşktan hakîkî aşka geçişi anlatan Leylâ vü Mecnûn ile dinî edebiyata dair Hadîs-i Erbaîn Tercü-mesi’ni yazan Fuzûlî (1480-1556) ve sultânü’ş-şu’arâ olarak kabul edilen Bakî (1526-1610) yetişmiştir. Bunlardan başka Kara Fazlî, Hilye-i Hakânî ve Hadîs-i Erbâin Tercümesi ile haklı bir şöhrete ulaşan Hakânî Mehmed Bey (ö. 1606), Dükâkinzâde Ahmed (ö. 1557), Halvetîlik içinde Gülşeniyye kolu-nun kurucusu olan İbrahim Gülşenî (ö. 1533), Ahmet Sarban (ö. 1545), Vahib Ümmî, Üftâde (1477), Şemseddin Sivâsî (ö.1597), Seyyid Seyfullah (ö. 1601), Hurûfî şâir Arşî ve şathiyyesi ile tanınan Azmî Baba dönemin sûfi şairleri olarak kabul edilmektedir.

XVII. asır siyâsî alanda duraklama asrı olarak bilinir. Devlet, bozgun, ye-nilgi ve iç karışıklıklarla siyasi ve iktisadi alanda gücünü giderek kaybeder-ken, içeride de iç ayaklanma ve fikrî tartışmalarla sosyal buhranlar artmıştır. Siyasi alanda gelişen Celâlî isyanlarının yanında, dinî kültürel alanda da Sivâsîler-Kadızâdeliler mücadelesi adıyla tarihe geçen tekke-medrese tartış-malarının ayyuka çıkmıştır. Bununla birlikte bu münakaşaların edebî hayatı canlandırdığı ileri sürülebilir. Geçen asırda adeta sindirilen sûfî çevreler, en-telektüel anlamda çıkışlarını yaparak medreseliler tarafından ileri sürülen eleştirilere, ilmî ve edebî üslup içerisinde cevap vermişlerdir. Böylece dinî-tasavvufî edebiyat alanında canlanma görülmüştür.

Kâtip Çelebi’nin dönemin tartışmalarını ele alarak yorumladığı ünlü eseri han-gisidir? Araştırınız.

Bu dönem, sayıları gittikçe artan tekkelerde şiir ve mûsikînin ön plana çıktığı ve hece-aruz ayrımı yapılmaksızın bol miktarda tasavvufî şiir örnekle-rinin verildiği bir çağdır. Dönemin sûfî şairleri içinde, Muhyî (ö. 1611), İdris-i Muhtefî (ö. 1615), Zâkirî (ö. 1622), Hüseyin Lâmekânî (ö. 1624), Derviş Osman (ö. 1627), Aziz Mahmûd Hüdâyî (ö. 1628), Şeyhî (ö. 1639), Abdulehad Nûrî (ö.1650), Akkirmanlı Nakşî (ö. 1651), Zâkirzâde Abdullah Biçâre (ö. 1657), Cahîdî (1659), Sarı Abdullah Abdî (1584-1660), Sinan-ı

Page 248: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

242

Ümmî (ö. 1664), Sunu’llâh-i Gaybî (ö. 1676), Divitçizâde Mehmed Talib (ö. 1679), Derviş Himmet (ö. 1683), Niyâzi-i Mısrî (ö. 1693) ve Mehmed Nazmî (ö. 1700)’yi zikredebiliriz.

XVIII. asır, geçen asırdan miras kalan siyasi, iktisadi ve sosyal sıkıntılarla geçmiştir. Lâle devrini kapatan Patrona Hâlil İsyanı ve ıslahat hareketlerinin öncülerinden olan III. Selim’in ölümüne sebebiyet veren Kabakçı Mustafa İsyanı gibi iki önemli sosyal hareket yaşanmıştır. Aynı şekilde bu dönem, özellikle tasavvuf edebiyatda umumi bir duraklama ve gerilemenin ortaya çıktığı çağ olarak da gösterilebilir. Çünkü sûfi şairlerde eski coşkunluk kal-mamıştır. Bununla birlikte, Mesnevî Tercümesi ile tanınan Süleyman Nahifî (1648-1738), tasavvufî yaşantıyı kendine şiar edinen Şeyh Galib (1757-1799), onun ünlü müridi Esrar Dede (ö. 1796), Mirâciye ve Rûh-ı Mesnevî gibi pek çok eser bırakan Bursalı İsmail Hakkı (ö. 1724), Edirne’de Sezâî-i Gülşenî (ö. 1738), Nakşî mürşidlerinden Neccarzâde Rıza (1679-1746) ve Mârifet-nâme adlı ansiklopedik eseriyle tanınan Erzurumlu İbrahim Hakkı (1703-1772) gibi şairler de yetişmiştir. Bunlardan başka, Mahvî, Mehmed Nasûhî, Mehdî, Hasan Senâyî, Mustafa Azbî, Süleyman Zâtî, Cemâleddîn-i Uşşâkî, Üsküdarlı Hâşim, Fahreddin Fahrî ve Mustafa Zekâî de tasavvufî şiir vadisinde eserler ortaya koymuş şairlerdir.

XIX. asır, ıslahat hareketlerinin devletin temel politikalarını belirlediği dönemdir. Yeniçeri Ocağı’na karşı Nizâmî-ı Cedîd Ocağı’nın kuruluşuyla başlayan bu asırda, Tanzîmat Fermânı ve Islahat Fermânı gibi batılılaşma yönünde güçlü adımlar atılmıştır. Sosyal değişmelerin hızla geliştiği, siyasî-ideolojik kutuplaşmaların olduğu bu çağda tasavvufî edebiyat zayıflamıştır. Bununla birlikte, Târifü’s-Sülûk isimli eserin müellifi Nazif Dede (1794-1861), Kuddusî (1760-1848), Sivaslı Sûzî (1765-1830), Bektâşî mürşitlerin-den Mehmed Ali Hilmi Dede (1842-1907), Edib Harâbî Baba (ö. 1918), Hanya Mevlevîhânesi dedelerinden Kara Şemsî (1828-1884), Terzi Baba adıyla anılan Hayyat Vehbî (ö. 1847), âşık tarzındaki deyişleriyle tasavvufî duygularını ifade eden Dertli, Seyrânî ve Türâbî gibi şahsiyetler bu asırda ye-tişmiştir.

Tasavvuf Edebiyatında Zümreler

Tasavvufun temel konularından birisi, diğer ilmî disiplinler ve felsefî ekol-lerde olduğu gibi, varlık konusudur. Sûfi şair, varlık, varlığın mahiyeti, koz-mogoni, insan, zaman ve mekân, insanın âlemle ve Tanrıyla ilişkileri, bilgi, ilâhî bilgi, vahiy, peygamberlik ve velayet gibi konuları şiirlerinde ele alır. Ancak bu konuları ele alırken, o, sadece bir şair yahut hayata ilişkin temel konuları tartışan bir entelektüel değildir; o konuları birebir tecrübe etmiş, ya-şamış ve yaşayarak ulaştığı irfanî bilgiyi şiirsel formla söylemiştir. Tasavvufî tecrübe, sûfi şairi diğer herhangi bir şairden ayıran özelliktir. Bu tecrübe, içinde bulunulan tasavvufî ekollerin (tarikat) metotlarındaki (usûl ve erkân) çeşitlilik sebebiyle farklılık arzeder. Bu yüzden de manevi yolculuğun (seyr ü sülûk) gerçekleştiği tekkelerin her biri birer edebi muhit olarak nitelendirilir. Edebi muhit, edebiyatçının içinde yetiştiği, izini süreceği ustaların şiirlerini ve sohbetlerini dinlediği, kendi şiirlerini okuduğu ve icabında eleştiriler ala-rak yetiştiği ortamlardır. Şairin içinden geldiği edebi muhit, ona ortak dil, tec-rübe ve üslup kazandıran bir okuldur. Bu bakımdan sanatkâr, yetiştiği muhi-tin sesidir.

Page 249: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

243

Sûfi şairin muhiti, içinde yetiştiği tekkedir. Tekkenin tarihi, yolun rehber-lerinin tecrübelerini aktaran yazılı ve sözlü menkabeler, burada okunan kitap-lar ve şiirler, dervişlerin (sâlik, tâlib, cân) bir birleriyle olan ilişkileri, hayat ve dünya görüşleri, algıları, tasavvurları, konuları ele alış biçimleri, problem-lere getirdikleri çözümler ve çözüm yolları gibi hususlar bir gelenek oluştu-rur. Bu gelenek, o muhit içinde yetişen şairi etkiler. Bu etki, muhit farklılığı-nın yanında edebi zümreleri de oluşturur. Zümre, cemaat, topluluk; bölük, grup, sınıf, takım, bölüm; cins, nevi gibi anlamlara gelir. Edebiyat biliminde ise, edebi eserleri tasnif etmek için kullanılan bir tabirdir. Edebi eserler, dil, üslup, konu gibi özellikleriyle tasnif edilir. Dolayısıyla, sûfi şairler de içinden geldikleri muhite ve eserlerine göre zümrelere ayrılırlar.

Genel olarak her tekkenin kendisine has bir geleneğinden sözetmek mümkündür. Bu itibarla her tekkenin bir zümre teşkil ettiği düşünülebilir. Ancak bu türden bir tasnif, işimizi kolaylaştırmaz. Diğer bir ifadeyle, Yesevî zümresi, Mevlevî zümresi, Bektâşî zümresi, Nakşî zümresi gibi bir tasnif, her tarikatı bir edebi okul olarak ele almak anlamına gelir. Bu ise, tasnif yaparak çözümleme yapmak isteyenlerin işini zorlaştırır. Bu bakımdan muhitten yola çıkmakla birlikte edebi eserin mahiyetini dikkate alarak bir tasnif yapmak ye-rinde olur. Buna göre tasavvuf edebiyatı iki ana koldan gelişmiştir:

1. Tasavvufî halk edebiyatı

2. Klasik tasavvuf edebiyatı

Tasavvufî halk edebiyatı, Yesevî’nin hikmet geleneğiyle gelişen edebi-yattır. Bu edebiyat, hece vezniyle, mâni ve koşma gibi nazım şekilleriyle olu-şur ve hikmetten başka, ilâhî, nefes, nutuk, devriye, şathiye, destûr, medednâme ve düvaz imam gibi türleri içerir.

Klasik tasavvuf edebiyatı, Mevlana çizgisinde gelişen bir edebiyattır. Bu edebiyat, aruz vezniyle, gazel, kasîde, kıt’a, musammat, terkîb- bend, tercî- bend, rubâî, tuyuğ ve mesnevi gibi nazım şekilleriyle oluşur ve tevhid, müna-cat, na’t, mevlid, hilye gibi dinî edebi türleri içerir.

Sûfî şairlerin eserlerini inceleyiniz ve bunlardan tasavvufî halk edebiyatı ala-nında eser veren iki şairi tespit ediniz.

Bu iki temel koldan başka konuları ele alış biçimlerine göre de üç temel zümreden bahsetmek mümkündür. Bunlar;

1. Zühdî edebî zümre

2. Vahdetçi aşkın zümre edebiyatı

3. Bektâşî zümre edebiyatı

Zühdî edebi zümre, daha çok dinî ve tasavvufî düşünceyi telkin eden eserleri içerir. Bu zümrede, ne Melâmî-Hamzavî edebiyatındaki irfan, vahdet inancı, aşk ve cezbe; ne de Alevî-Bektaşî edebiyatının karakteri vardır. Bu edebiyat içinde daha çok, ibadetlerden, peygamberlerin ve Hz. Muhammed'in hayatından, hac yollarından, dünyanın geçiciliğinden, ölümden, cennet ve cehennemden bahseden, bu arada bazı sahabenin ve velilerin menkabe-lerinden söz eden eserler yazılmıştır.

Vahdetçi aşkın zümre edebiyatı, vücûdun birliği ilkesini (vahdet-i vücûd) benimseyen, aşk ve cezbeyi esas alan tasavvufî çevrelerin eserlerini

Page 250: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

244

içermektedir. Bu zümre içinde daha çok lirik ve coşkun bir üslupla eserler yazılmıştır. Bu eserleri, tecelli, vâridât ve sunuhât gibi tasavvufî kav-ramlarla, doğrudan doğruya ilâhî aşkın, mânevî sarhoşluğun ve cezbenin eserleri olarak nitelendirilir. Bu zümre içerisinde vahdet neşesini tatmış, ka-lender-meşrep ve âşık şairler eser vermiştir. Bu türden şairlere hemen her sûfi ekol içinde rastlamak mümkünse de, daha çok Bayramî-Melâmî muhitten geldiklerini söylemek mümkündür.

Bilindiği gibi, Melâmiler, kendilerini zahitlikle, irfanla, iyilikle gösterme-yi, kendini beğenme (kibir) kabul ederler. Onlara göre, kendilerini herkesten aşağı görmek ve göstermek, her yaratıktan aşağı saymak, bir özellik olmuş-tur. Hatta şeriata aykırı olmayacak şekilde, toplumun hoşuna gitmeyen dav-ranışlarda bulunarak, toplumun kınamasını sağlamayı tercih etmişlerdir. Bu sebeple onların daha çok şatahata varan sözler söyledikleri görülür.

Şatahat ve şathiye konusunda ayrıntılı bilgi edinmek için Cemâl Kurnaz ve Mustafa Tatcı’nın Türk Edebiyatında Şathiyye (Ankara 2001) adlı eserini inceleyiniz.

Bu zümre içerisinde eser veren bazı şairleri zikredebiliriz: Yunus Emre yolunda giderek şiir söyleyen Hacı Bayram-ı Velî, Sarban Ahmed, Kaygusuz Vizeli Alaaddin, Emir Osman-ı Haşimî, Muhyî, İdris-i Muhtefî, Oğlanlar Şeyhi İbrahim, Sunullah Gaybî, Sarı Abdullah Efendi, Dukâkinzâde Ahmed Bey, Hüseyin Lâmekânî, Osman Kemâlî, Ahmed Rindî...

Oğlanlar Şeyhi İbrahim Efendi, bu zümrenin şiire yüklediği anlamı şu şiirinde açıkça ortaya kor:

Derviş dilinden söyleyen kim idügin bilir misin

Yâ kulağunda dinleyen kim idügin bilir misin

Od u su toprak u yeli hep bir yere cem eyleyüp

Bunlara özüni gizleyen kim idügin bilir misin

Sıfâtında zâtunı gören mülkünde hem hükmün süren

Ârif gözünde gözleyen kim idügin bilir misin

Kendiligünden saf olan 'âriflerün kalbin alan

Zât-ı nûrun bağışlayan kim idügin bilir misin

Yerde yüzün yol eyleyen yokluğı kabul eyleyen

İbrâhimi kul eyleyen kim idügin bilir misin

(Kemikli: 2003, 86-87)

Bektaşî zümre edebiyatı, bir yönüyle vahdetçi aşkın zümre edebiyatını andırmakla birlikte, kendisine has karakteri olan bir edebiyattır. Bu özel ka-rakter, bir yönüyle Bektâşiliği öne çıkartmanın yanında, esas itibariyle ata ve baba adlarıyla anılan Yesevî dervişlerinin edasına dayanan köklü bir geleneği ifade eder. Bu eda, rindâne söyleyişi mûsikî ile buluşturur.

Page 251: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

245

Zamanla Babâî, Kalanderî, Hurûfi, Kalenderi, Kızılbaş, ve Tahtacı gibi isimlerle anılan muhitleri de içine alarak genişleyen bu zümre içerisinde, Ha-cı Bektâş-ı Velî’den başlamak üzere, Abdal Musa, Kaygusuz Abdal Viranî, Teslim Abdal, Yemini, Muhyiddin Abdal, Şah İsmail Hataî, Pir Sultan Ab-dal, Kul Himmet, Seyrani ve Kalender Abdal gibi büyük şairler yetişmiştir. TASAVVUFÎ TÜRLER

Sufi şairler, manzum (şiirsel) ve mensur (düzyazı) pek çok eser yazmışlardır. Bazı sufi müellifler, aynı eser içinde şiiri ve düzyazıyı birleştirmişlerdir. On-ların asıl maksadı bir düşünceyi, bir bilgiyi yahut bir manayı kaydetmek veya okuyucuya ulaştırmaktır. Dolayısıyla heceyle aruzu bir arada kullandıkları gibi, şiirle de düz yazıyı birleştirmişlerdir. Bununla birlikte sanatı öne çıkar-tan sûfi şairler de vardır. Bu şairlerin eserleri, klasik tasavvuf edebiyatına ha-yat vermiştir. Bu eserler, divan edebiyatında olduğu gibi, tevhid, münâcaat, na’t, mirâciye, hilye, ramazaniye, maktel ve hicretnâme gibi dinî-edebi tür-lerde yazılmıştır. Bunlardan başka, özellikle tasavvufî halk edebiyatı yahut tekke edebiyatı olarak kabul edilen saha içerisinde ortaya konan, ilâhî, nefes, nutuk, devriye, tarîkatnâme, şefaatnâme, destur ve düvazdeh gibi türler de vardır.

Tasavvufî eserleri genel olarak iki gurupta tasnif etmek mümkündür:

1- Tasavvufî düşünceyi öğretmeyi amaçlayan eserler.

2- Hâl dilinin dışa yansıdığı eserler.

Tasavvufî düşünceyi öğretmeyi amaçlayan eserler, uyarıcı, telkin edici, yolun usul ve erkânını öğretici eserlerdir. Bunlar başta tasavvufî mesneviler olmak üzere, tezkiretü’l-evliya, menakıbnâme, evliyânâme velâyetnâme ve mansûrnâme gibi tekke geleneğini ve tarihini aktaran manzum ve mensur eserler; nasihatnâme, sohbetnâme, ibretnâme, faziletnâme, tenbihnâme, min-bernâme ve vasiyetnâme gibi yolun esaslarını telkin eden eserler; telkinnâme, erkannâme, tâcnâme ve tarikatnâme gibi edeb ve erkânını gösteren eserlerdir. Bunlardan başka, vahdetnâme, vücûdnâme, şathiye ve devriye gibi tasavvuf düşüncesinin temel konularını açıklayan eserleri; şefaatnâme, desturnâme ve istimdadnâme gibi ululardan yardım dilemeyi salık veren eserleri; besmelenâme, ihlâsnâme ve ayetnâme gibi sûfiyi Kur’anın anlamıyla buluş-turan eserleri ve salatnâme, oruçnâme, ramazannâme, hacnâme, kıyametnâme, mahşernâme ve fetvanâme gibi dinî görevleri ve temel hukuki meseleleri öğreten eserleri de zikretmek gerekir. Ayrıca istihracnâme gibi ge-leceğe ilişkin çıkarımlar yapan manzumeleri, tahassürnâme gibi gafletle ge-çen zamanın muhasebesini yapan eserleri de bu grupta değerlendirebiliriz.

Sûfi şair, edebi eseri çoğunlukla bir amacı yerine getirmek için yazar. Onun öncelikli konusu sanat yapmak değildir. Dolayısıyla onun eserlerinde, faydacılık esastır. Bu bakımdan hikmet ve ilâhî gibi musiki yönü öne çıkan türlerde de öğretici ve telkin edici amaçlar güdülür. Ancak yine de tevhid, münacat, na’t, miracnâme, ilâhî, nefes ve bazı hikmet, nutuk, devriye ve şat-hiyelerin, vecdin ve cezbenin tesiriyle söylendiği görülür. Bu eserler, hâl di-linin dışa yansıdığı eserlerdir.

Page 252: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

246

Burada zikredilen türlerden bazıları kitabınızın önceki ünitelerinde ayrıntılı bir şekilde açıklanmıştır. Bunun için özellikle 7., 8. ve 9. Üniteleri yeniden incele-yiniz.

Tasavvuf edebiyatının temel özelliklerini gösteren, hikmet, ilâhî, nefes, devriye, gülbank ve menakıbnâme türlerini ayrıntılı olarak ele almakta fayda vardır. Hikmet

Hikmet, etimolojik olarak, herhangi bir konuda hüküm vermek ve yargılamak anlamına gelir. Türkçede, mefhumları en iyi ve en doğru bilgiyle bilmek an-lamına gelir. Bu bilgi, tecrübe ve test edilen bir bilgidir. Daha doğrusu, varlı-ğı, eşyayı olduğu gibi bilmektir. Diğer bir anlamı ise, düşünme melekesinin itidal hâlinde olmasıdır. Bu anlamda hikmet, daha önceleri felsefe kelimesi-nin yerinde kullanılmıştır. Filozofa ise, hakîm denmiştir.

Türk-İslâm edebiyatının bir türü olarak hikmet, ahlâk ve değerleri telkin eden manzûmeleri ifade eder. Doğu edebiyatlarının temeli hikmetli (hikemî) anlatıma dayanır. Kainata, dünya hayatına ve hadiselere ibret gözüyle bakan sufi şair, görünenin arkasındakinin farkına varır. Bu farkedişi hikmet adı veri-len şiire dönüştürür. Böylece o, insanların fark edemikleri yanlışlıkları, eksik-likleri ve aksamaları şiir diliyle göstererek doğru düşünmenin, bakmanın ve anlamanın yolunu gösterir. Dolayısıyla hikmetlerde kötü huylar kınanır, gü-zel huylar övülür.

Hikmet daha çok pendnâme, hikemiyyat ve rubai tarzı söylenen şiirlerde görülür. Ancak diğer türlerde de hikmetli söyleyiş bulunabilir. Hikmetli anla-tım taşıyan şiirlerde didaktik (öğretici) bir üslup, bazen rindâne bir eda, der-vişâne bir kanaat ve tevekkülü amaçlayan telkinler görülebilir. Hikmetler, felsefe, tasavvuf, zühd, şeriat, ahlâk, adab, gelenek, adetler gibi konular üze-rine söylenir.

Hikmet, öncelikle Ahmed Yesevî'nin manzumelerine verilen isimdir. Za-ten onun eseri, Divan-ı Hikmet adıyla bilinmektedir. Ahmed Yesevî, hikmet-leri İslâm’ın ve tasavvufun ilkelerini öğretmek için yazmıştır. Yesevî'nin he-ceyle yazdığı hikmetlerin ölçüsü 14'lü (7+7)'dür. Bu hikmetler zamanla dil-den dile dolaşmış, sözlü kültür içinde bazı değişikliklere uğrayarak günümü-ze değin gelmiştir.

Ahmed Yesevî ve Divân-ı Hikmet üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Prof. Dr. Kemal Eraslan, hikmet kavramını ve Yesevî’nin hikmetlerini şöyle değer-lendirmektedir:

“Değişik telaffuzlarıyla îbranice (hakhmâ) ve Süryanlce'de (halkhmethâ) de yer alan "hikmet" kelimesi, Kur'ân-ı Kerîm'in ilk nazil olan âyetlerinde "Hz. Peygamber'in vaaz ve irşadları" mânasında kullanılmıştır. Ulema arasında hikmet'e "Nazarî İlimler iktisap etmek ve yapılabildiği kadar iyi, müstahsen ameller işlemek itiyadını kazanmak sâyesinde, insan ruhunun kemalini ifade eder” veya “En iyi ilim vasıtası ile, en iyi şeyin bilinmesi” gibi mânalar verilip ta-rifler yapılmıştır. Sözlüklerde ise hikmet'e çok değişik mânalar verilmiştir: İlim ve adaletin birleşmesinden meydana gelen sıfat-ı şerife, mârifet-i hakayık-ı mevcûdât; âdet ve ahlâkla ilgili özlü söz; gizli sebep; insanın mevcudâtın ha-kîkatini bilip hayırlı işler yapmak sıfatı; eşyanın iç ve dış keyfiyetlerinden bah-seden ilim; kâinat ve yaradılıştaki ilahî gâye; ahlâka faydalı özlü söz; Hakk'ı hak bilip bağlanma, batılı batıl bilip kaçınma; Allah'a itaat ile salih amel sahibi olma; akıl ve hareketlerdeki uygun Hak emrine mutlak şekilde uymak; Tanrı

Page 253: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

247

hakikatini ifade eden dinî, tasavvufî, ahlâkî ve öğretici özlü söz ve benzerleri gibi. Bu çeşitli tariflerde ağırlığı teşkil eden husus hikmet'in dinî, tasavvufî ve ahlâkî hususiyet taşımasıdır. Bir başka deyişle hikmet, İslâmî esaslar içinde kalmak şartıyla, metafizik mes'eleler üzerinde tefekkürdür, İnsanın Rabb'ini bilmesi ve kendisinin âlemdeki yerini ve değerini idrâk edip özlü şekilde ifade etmesidir. Allah ve insan sevgisini gönüllerde yerleştirmeği gâye edinen, Hz. Peygamber'in şeriatına ve sünnetine uymağı telkin eden, insanı kötü amelle-rinden kurtarmağa çalışan ahlâkî prensiplerdir. Denilebilir ki hikmet, İslâmiyet-'in manzum olarak ifadesidir.” (Eraslan: 1983, 154)

İlâhî

İlâhî, kelime olarak, ilâha ait, tanrısal demektir. Türk-İslâm edebiyatının bir kavramı olarak ilâhî, Allah aşkıyla dile getirilmiş her türlü şiire denir. Diğer bir ifadeyle, ilâhî; sûfi şairlerin Allah aşkıyla söylediği dinî ve ahlâkî man-zumelerdir. Daha çok Allah'ın varlığını, birliğini, azamet ve kudretini, ilâhî aşkı ve muhabbeti anlatan veya telkin eden eserlerdir.

Çeşitli usullerle bestelenip okunan ilahîlerde tasavvuf neşvesi hakimdir. Mutlak varlık, yaratılış, rahmet kapısı, kerem denizi, çokluk âlemi, gönül mülkü, cemal şevki ve celal ateşi, aşk, tevbe, gözyaşı, dünya hayatı, terk, fe-na, mürşide bağlanmak ve manevi zevklere ermek gibi konular işlenir. Bu bakımdan hemen her tekkede, aruz yahut hece vezni kullanılarak ilâhîler ya-zılmış ve besteli olarak okunmuştur. Bazı tekkelerde farklı isimlerle anılsa da özü itibariyle ilâhî olan türler şunlardır:

a. Âyin: Genel olarak dinî tören anlamına gelen âyin, Mevlevi tekkele-rinde zikir ve semâ sırasında okunmak üzere çeşitli makamlarda beste-lenen şiirlerdir. Âyinleri okuyan kişilere âyinhan adı verilir.

b. Tapuğ: Gülşenî tekkelerinde zikir esnasında mûsikî eşliğinde okunan ilâhîlerdir.

c. Nefes: Alevî-Bektaşî ve Melâmî şairlerin vahdet telkin eden ilâhîleri-ne verilen addır. Bunlar vücûdun birliği ilkesini (vahdet-i vücûd) ne-feslerle telkin ederler. Bektâşiler, na’t ve Hz. Ali medhiyesini de nefes olarak isimlendirirler. Nefesler, gazel ve koşma tarzında heceyle ya-zıldığı gibi, aruzla yazılanları da vardır. Bektaşi tekkelerinde daha çok âyin-i cemlerde saz eşliğinde okunur.

d. Duraklar: Ekseriyetle Halvetî tekkelerinde ve zikrin iki faslı arasında bir veya iki zâkir tarafından okunan ilahîlerdir.

e. Cumhûr: Tekkelerde cemaat hâlinde okunan ilâhîlere verilen addır.

Edebiyatımızda ilahî denildiğinde akla gelen isim Yunus Emre’dir. Onun bir ilâhîsini burada zikretmek mümkündür:

İlim ilim bilmekdür ilim kendin bilmekdür

Sen kendüni bilmezsin yâ niçe okumakdur

Okumakdan ma'nî ne kişi Hakk'ı bilmekdür

Çün okudun bilmezsin ha bir kurı emekdür

Page 254: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

248

Okıdum bildüm dime çok tâ'at kıldum dime

Eri Hak bilmezisen abes yire yilmekdür

Dört kitâbun ma'nîsi bellüdür bir elifde

Sen elif dirsün hoca ma'nîsi ne dimekdür

Yûnus Emre dir hoca gerekse var bin hacca

Hepisinden eyüce bir gönüle girmekdür

(Tatcı: 1997, 148)

Devriyye

Devir kelimesi; dönme, bir şeyin kendi mihveri üzerine hareketi, bir şeyin et-rafında dolaşma, bir memleketin her tarafını gezip dolaşma, bir şeyin diğerine teslimi, askerî bölük veya takımın teftiş ve güvenlik için dolaşması, zaman ve asır gibi anlamlara gelir.

Kelime tasavvufta iki farklı anlamda kullanılmaktadır: Bunlardan ilki, ba-zı tarîkatlarda dervişlerin dönerek icrâ ettikleri zikir ve semâ’ı ifade etmekte-dir. İkincisi ise, varlıkların Hak’tan gelişini ve tekrar ona dönüşünü açıklayan tasavvufî bir nazariyedir. Esâsen semâ ve devrân da Hak’tan gelip ve yine O’na gidişi sembolize eder. Tasavvuf şiirinde meleklerin arş, hacıların Kâbe ve gezegenlerin güneş etrafında dönmeleri de devran mefhûmuyla ifade edilmektedir.

Devir düşüncesinin bir izahı şöyledir: “Başlangıçta mutlak varlıktan ayrılan ilâhî nur, sırasıyla “akl-ı küll” (taayyün-i evvel), “ukûl-ı tis’a”, “nüfûs-ı tis’a”, “tabâyi-i erbaa” (dört mizac), “anâsır-ı erbaa” (toprak, hava, su ve ateş) ve oradan da toprağa kadar inmiştir. İşte bu merâtib, “mebde” (başlangıç) veya “kavs-i nüzûl”dür. Akl-ı kül, yaratıcı kudretin aktif kâbiliyeti olup “nefs-i kül” de-nilen pasif kâbiliyeti meydana getirmiştir. Akl-ı kül ve nefs-i külden “eflâk-ı tis’a” (dokuz gök), “tabâyi-i erbaa” (dört mizac) ve “anâsır-ı erbaa” meydana gelmiştir. Eflâk-ı tis’a ve anâsır-ı erbaanın birleşmesinden cansızlar, bitkiler ve hayvanlar meydana gelmiştir. Bu oluş içerisinde insân en son ve en mükem-mel varlık olduğundan, en yüce mertebede yer almaktadır. Bu nedenle insân, en son durak kabul edilmiştir. Bütün bu mertebelerden sonra toprağa inmiş olan ilâhî nur, aynı sırayı takip ederek topraktan madene, madenden bitkiye, bitkiden hayvana, hayvandan insâna ve insândan da insân-ı kâmile geçmek sûretiyle, ilk geldiği yere, yani mutlak varlığa ulaşır. Bu ikinci devreye “maâd”, “suûd” (son) veya “kavs-i urûc” denilmektedir.” (Kemikli: 2004, 47)

Devriyeler işledikleri konulara göre ikiye ayrılmaktadır: Bunlardan dün-yaya gelişi (kavs-i nüzûl) anlatanlara ferşiyye, insanın ahlâken olgunlaşarak hakîkate ermesini (kavs-i urûc) anlatanlara ise arşiyye adı verilmektedir. Ferşiyyelerde mutlaktan ayrılarak âlem-i süflîye geliş; arşiyyelerde ise dün-yadan tekrar yüce âleme doğru yapılan seyâhat anlatılmaktadır. Üsküdarlı Hâşim Baba (ö. 783/1371)’nın Devriye-i Ferşiyye’si ferşiyyelerin; ünlü mu-tasavvıf ve şâir Niyâzî-i Mısrî (ö.1694)’nin Devriye-i Arşiyye’si de arşiyyelerin en tanınmış örnekleridir.

Page 255: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

249

Yunus Emre'den Bir Devriye Örneği

Ey kardeşler ey yâranlar sorun bana kanda idim

Divanlar dinler isen diyivirem ezelî vatanda idim Evvel dilimdeki budur Tanrı bir rasûl Hak'dürür

Anı böyle bilmez iken bir aceb gümânda idim Kalû belâ dinilmeden tertip düzen eylenmeden

Hak'tan ayru değil idim ol ulu dîvanda idim Eyyub ile derde esir inledim ben çektim ceza

Belkıs ile hem taht üzre mühr-i Süleyman'da idim Yunus ile balık beni çekti demeye yuttu beni

Zekerriyya ile kaçtım Nuh ile tufanda idim İsmail'e çaldım bıçak bıçak bana kâr etmedi

Hak beni âzâd eyledi koç ile kurbanda idim Yusuf ile bir kuyuda yatdım bile çektim ceza

Yakub ile çok ağladım bulunca efganda idim İsa ile Musa ile sürdüm çıktım Tür dağına

İbrahim ile Mekke'ye bünyad bırakanda idim Mi'rac gicesi Ahmed'in döndürdüm arşda na'linin

Üveys ile öründüm taç Mansur'la urganda idim Ali ile saldım kılıç Ömer ile adi eyledim

On sekiz yıl Kaf dağında Hamza'yla meydanda idim Yunus senin âşık canın ezelî âşıklar ile

Allah'ın dergâhında cevlân-ü seyranda idim Gülbank

Gülbank kelimesi; Farsça kökenlidir, gül sesi anlamına gelir. Terim olarak, tekkelerde ayinlerde, bazı dinî ve resmî törenlerde belli bir makamla okunan dualara denir.

Gülbanklar, yapılacak işin hayırlı, uğurlu olması veya sağlık, esenlik di-leğiyle ve kalıplaşmış bir ifade tarzıyla Allah'a yalvarıp yakarmayı dile geti-ren dua metinleridir. Osmanlı cemiyet hayatında çeşitli toplantılar yanında dinî törenlerde, özellikle tarikat âyinlerinde okunan birbirinden farklı gülbank metinlerinin en belirgin vasfı, dualar gibi seci ve iç kafiyelerin de yardımıyla

Page 256: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

250

ve belli bir eda ile yüksek sesle okunmaya elverişli melodik bir yapıya sahip bulunmalarıdır. Gülbankler, genellikle bitirilen işin ardından gülbank çek-mekle görevli kişi tarafından okunur.

Tekkelerde doğum, ad koyma, sünnet olma, mektebe başlama, tarikata gi-ren yeni dervişe arakıyye giydirme, evlenme gibi törenlerde ve cenazelerde bir şeyh veya hoca efendi tarafından gülbank okunurdu.

Mevleviyye, Bektâşiyye ve Halvetiyye'nin bazı kollarının yanı sıra Yeni-çeri Ocağı'nda da gülbank okunması yaygın bir âdetti. Fütüvvet ehli esnaf arasında yapılan yâran toplantılarıyla çıraklık, kalfalık, ustalık gibi esnaf teş-kilâtı merasimlerinde de gülbangin önemli bir yeri vardı.

Abdulbâki Gölpınarlı Mevlevi Âdab ve Erkanı isimli kitabında Mevlevi gülbanglerine de yer verir. Onlardan bir tanesi şöyledir:

"Vakt-i şerîf hayrola, hayırlar fethola, şerler defola. Allâhu azîmüşşân ism-i zâ-tının nûru ile kalbimizi pür-nûr eyleye. Demler safâlar ziyâde ola. Dem-i Haz-ret-i Mevlânâ, sırr-ı Şems-i Tebrîzî, kerem-i İmâm-ı Alî; hû diyelim, hû!"

Menâkıbnâme

Menâkıb, kelime olarak öğülecek iş, hareket ve meziyet anlamına gelir. Te-rim olarak, din büyüklerinin manevî hallerini ve durumlarını anlatan rivayet-leri ifade eder.

Menâkıbnâme ise, bir velinin hayatının çevresinde oluşmuş menkabe veya kerametleri anlatan eserlerdir. Edebiyatımızda iki çeşit menâkıbnâme yazıl-mıştır. Bunlar;

1. Din uğruna savaşanların hayatlarını, maceralarını ve manevî kuvvet-lerini konu edinen destansı eserler.

2. Zühd ve takvasıyla ünlenen velilerden söz eden eserler.

Cenknâmeleri, Hamzanâmeleri, Battalnâmeleri ve bazı gazavatnâmeleri birinci grubun içerisinde değerlendirmek mümkündür. İkinci grup eserler ise, iki çeşittir:

1. Biyografik menâkıbnâmeler

2. Derleme menâkıbnâmeler

Biyografik menâkıbnâmeler, konu edilen velîlerin devrinde yahut çok kısa bir zaman sonra kendisiyle aynı çevrede yaşayan kişiler tarafından kaleme alınmıştır. Bu türden eserlerde, velînin doğumu, yetişmesi, şeyhliğe geçmesi, çeşitli faaliyetleri ve vefatı bir irtibat dahilinde anlatılır.

Derleme Menâkıbnâmeler ise, velînin ölümünden uzun bir zaman sonra yazılmış olan eserlerdir. Bu eserler, ayrı ayrı kişiler veya velînin takipçileri tarafından yazılır.

Page 257: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

251

Resim 10.2: Yahya b. Bahşı’nın Emir Sultan’ı konu edinen Menâkibü’l-cevâhir adlı ese-rinin başlangıcı.

Kaynak: Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mehmet Efendi Bölümü, No: 4559.

Mevlânâ’nın menkabevî hayatını anlatan eserlerden birini inceleyiniz.

Hacı Bektaş Velî Menâkıbnâmesi’nden:

“Andan Horasan erleri Bektaş’ın ününü işidüp huzuruna vardılar. Velâyetinüz nerden gelür didiler. Hünkar eyitti velâyetimüz iki cihan serveri Hazret-i Muhammed yolağındayım. Şîr-i Rabbü’l-âlemin İmâm Ali’nin sır-rındayım. Kerâmet, velâyet, kudret Hak Telâlâ’dan bize mirasdur. Velâyete düçar olan ol Şîr’in borçlu iken devesinü satın alıp girüsün girü viren benim. Erenler hep birlikte eyittiler. Siz Şahın sırrınu işler isenüz onun nişanlarundan bir nişan kim gösteresüz, görelim. Pes Hünkar Veli ol mübarek sağ ilen açup ayasında yeşil beni nişan gösterdi. Onlar eyittiler. Ol Şah-ı Ali’nin kutlu alnında da bir ben nişaneydi. Pes Hünkar mubarek alnını açup gösterdi. Anlar dahi birlikte Bektaş'a teslim oldular.

Horasan pirleri toplanup sual ettiler. Bu zamanda mürşidimiz kimdür? Bektaş eyitti, eğer sizden biri susam üzerinde seccade salar ise piriniz ol kişidür. Onlar dahi bunu göze alamadılar. Pes ol kutb-ı cihân Hazret-i Hünkâr kaddesallahü sırrahü’l-azîz dest edüp ol seccadeyi eline heman alup Bismil-lah, bi-emrillah, kudretullah deyüp susam üzerine saldu. Kudretullah emri üzerine seccade öyle kim boşlukta durdu. Hünkar seccade üzerinde Hak Teâ-lâ’ya namazın eda eyledi. Kerametin gören Horasan erleri toplaşup gelüp Hünkâr’ın pirliğin tasdik ettüler.

Hünkar Hacı Bektaş Veli kaddesallahü sırrehü’l-azîz, ömri müddetinde bir gün nefsine uymadı. Kimsecikler bir ayıbın görmedi, duymadı. Taharet-siz, abdestsiz bir gez yere ayak basmadı. Hünkâr’a babası yerini virdiler. Ol pir kabul itmedi. Sultanlığı emmisi Hasan’a virdiler. Ol dahi Muhammed Sani oğludur…”

Kaynak: Daha geniş bilgi için bk. Baki Yaşa Altınok, “Hacı Bektaş Veli Hak-kında Yazılmış Bir Menâkıbnâme…”, Hacı Bektaş Veli Dergisi, sy. 27 (Ankara 2003), s. 177-194

Page 258: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

252

Özet

Tasavvuf ve edebiyatı ilişkilendirebilmek.

İslâm toplumu içinde ortaya çıkan tasavvuf, insanın nefsini arındırması ve ol-gun ahlâka sahip olmasını sağlayan bir disiplindir. Bu ise, öncelikle insanın kendini tanıması, çevresinin ve diğer varlıkların farkına varmasıyla mümkün olacaktır. İnsanın kendi iç alemini tanıması, evreni tanıması ve bütün bu var-lıklara hayat veren Allah’ı isim ve sıfatlarıyla idrak etmesi, sanatçı kişiliği besleyen hususlardandır. Her şeyden önce sanat, yalnızlık ve derin düşüncey-le beslenir. Tasavvuf bu anlamda sanatı besleyen en önemli kaynaklardan bi-risidir.

Tasavvuf düşüncesinde murâkabe ve müşâhâde gibi bilgi edinme yolları vardır. Bu yollarla edinilen bilgiler, keşif, vâridât, tecelli, sünûhât ve ilham gibi kavramlarla ifade edilen çok özel bilgilere dönüşür. Bu bilgiler, tecrü-beyle elde edilen öznel bilgilerdir. Bu ise, sanatta aranan bir durumdur. Sa-natkar, sezgisi, hayali ve ilhamıyla eserini anlamlı hâle getirecektir. Ancak bunu yaparken tasvirlerinde ve konuyu aktarırken kullandığı dilde çok öznel-dir. Dolayısıyla tasavvuf, zikredilen bilgi kaynaklarına ilişkin görüşünün ya-nında, kendine has diliyle de şairleri etkilemiş ve edebiyata yön vermiştir.

Kültür tarihimizde bir edebiyat ve sanat ortamı olarak tekke hayatı hakkında bir değerlendirme yapabilmek.

Tasavvufun düşüncesi zaman içinde gelişmiştir. Fetihlerle genişleyen İslâm coğrafyası içerisinde değişik kültürlerle karşılaşyan sufiler, bu yeni kül-türlerden de yararlanarak zamanla farklı tasavvufî görüşlere sahip ol-muşlardır. Böylece tarikat adı verilen tasavvuf ekolleri ve yolları ortaya çık-mıştır. Tekkeler, bu yolların ve ekollerin kurumlaşmış hâlidir.

Tekkeler temsil ettikleri yolun ve ekolun usul ve erkanını öğreten kurum-lardır. Bu kurumlarda, mürid, sâlik ve tâlib gibi isimlerle anılan öğrencinin, yolun usul ve erkanını öğrenip manevi yolları katedebilmesi için bazı sanat-larla uğraşması telkin edilir. Geleneksel sanatların yanında mûsıkî ve şiir bu-rada öğretilen başlıca sanat dallarıdır. Bu bakımdan hemen her tekke bir yö-nüyle edebiyat eğitimi veren bir okul gibi değerlendirilebilir.

Tekkelerde, yolun kurucu şahsiyetlerinin (pir) veya temâyüz eden rehber-lerinin edebi eserleri, haklarında yazılan menkıbeler, tasavvuf düşüncesini öğreten temel kitaplar ve divanlar grup hâlinde okunur. Bu türden uygulama-lar da müridin dinleme, anlama, ezberleme ve benzeri metinleri yazma mele-kesini geliştirir. Böylece her tekkenin kendine has özel bir dili ortaya çıkar. Bütün bu özellikler, tekkeleri tarihi süreç içerisinde edebi hayatın merkezi hâ-line getirmiştir. Çoğu tekke aynı zamanda bir edebi muhit (çevre) olarak da kültür tarihimizde işlev görmüştür.

Tasavvuf edebiyatının temel kavramlarını tanımlayabilmek.

Tasavvuf edebiyatının temel kavramları, tasavvuf, sûfî, mürid, mürşid, vah-det-i vücûd, devir ve marifet gibi tasavvufî düşünce içerisinde kullanılan ta-birlerdir. Bunun yanında, tasavvufî edebi zümrelerin isimleri, tekkeler, bura-larda yazılan eserler ve tasavvuf edebiyatında kullanılan türleri de içerir. Bu kavramlar ünite içinde yeri geldiğinde açıklanmış, bazı durumlarda ilgili kaynaklar gösterilmiştir.

Page 259: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

253

Tasavvuf edebiyatının türlerini açıklayabilmek.

Tasavvuf edebiyatında, divan edebiyatı ve halk edebiyatıyla birlikte kul-lanılan türler olmakla birlikte, özel türler de vardır. Bu türlerdeki ürünler, ba-zen divan edebiyatının, bazen de halk edebiyatının nazım şekilleri (formlar) kullanılarak yazılmıştır. Bunlar içerisinde en çok kullanılan, hikmet, ilâhî, ne-fes, devriye, gülbank ve menâkıbnâme türleri ayrıntılı bir şekilde açıklanmış-tır. Diğer türler ise, ilgili konu içerisinde açıklanmıştır.

Kendimizi Sınayalım

1. Aşağıdakilerden hangisi tasavvufî-edebî türlerden değildir?

a. Âyin

b. Nefes

c. Semâî

d. Tapuğ

e. Durak 2. Tekkede cemaat hâlinde okunan ilâhîlere ne ad verilir?

a. Ferşiyye

b. Medednâme

c. Desturnâme

d. Hikmet

e. Cumhur 3. Aşağıdaki eserlerden hangisi destansı menâkıbnâmelerden değildir?

a. Hamzanâme

b. Velayetnâme

c. Cenknâme

d. Gazavatnâme

e. Battalnâme 4. Aşağıdakilerden hangisi tasavvufî-edebî zümreler içerisinde değerlen-

dirilmez?

a. Bektâşîlik

b. Mevlevîlik

Page 260: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

254

c. Tâhirîlik

d. Melâmîlik

e. Halvetîlik 5. Aşağıdakilerden hangisi 15. yüzyılda yazılan tasavvufî-edebî eserlerden

değildir?

a. Vesîletü’n-Necât

b. Hâlilnâme

c. Muhammediyye

d. Fakrnâme

e. Envâru’l-Âşıkîn

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı

1. c Yanıtınız doğru değilse, “Tasavvufî Türler” konusunu yeniden okuyunuz.

2. e Yanıtınız doğru değilse, “Tasavvufî Türler” konusunu yeniden okuyunuz.

3. b Yanıtınız doğru değilse, “Menâkıbnâmeler” konusunu yeniden okuyunuz.

4. c Yanıtınız doğru değilse, “Tasavvuf Edebiyatında Zümreler” konu-sunu yeniden okuyunuz.

5. d Yanıtınız doğru değilse, “Türk-İslâm Edebiyatı ve Tasavvuf” ko-nusunu yeniden okuyunuz.

Sıra Sizde Yanıt Anahtarı

Sıra Sizde 1

Yunus Emre’nin, Divân ve Risâletü’ün-Nushiyye olmak üzere iki adet eseri vardır. Yunus Emre’nin şiirlerinin biraraya getirildiği Divan’ı, Mustafa Tatcı tarafından yeniden yayınlanmıştır. Risâletü’n-Nushiyye ise tasavvuf dü-şüncesinin ele alındığı bir mesnevi olup, bu da Mustafa Tatcı tarafından ya-yınlanmıştır. Sıra Sizde 2

Kâtip Çelebi’nin dönemin tartışmalarını ele alarak yorumladığı eseri, Mizânü’l-Hak’tır. Bu eser İslâm’da Tenkit ve Tartışma Usûlü adıyla, Mustafa Kara ve Süleyman Uludağ tarafından yeniden yayınlanmıştır.

Page 261: TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI - turkislamedebiyati.orgturkislamedebiyati.org/FileUpload/bs646350/File/turk_islam_edebiyati... · dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve

 

 

255

Sıra Sizde 3

Birçok sûfi şair, halk edebiyatının nazım şekillerini kullanmıştır. Bu bakım-dan onların çoğunu halk şâiri yahut halk âşığı olarak da zikretmek mümkün-dür. Ancak özellikle Bektâşî şairlerde bu durum daha açık bir şekilde görülür. Bu şairlerden özellikle Kaygusuz Abdal ve Pir Sultan Abdal’ın halk şiiri açı-sından öne çıktığını görüyoruz. Sıra Sizde 4

Mevlânâ’nın menkabevî hayatını anlatan en önemli eser, Ahmed Eflâkî’nin yazdığı Menâkıbü’l-Ârifîn’dir.

Yararlanılan Kaynaklar

Artun, E. (2008), Dini Tasavvufî Halk Edebiyatı, İstanbul.

Eraslan, K. (1983), Hikmet Geleneği, II. Milletlerarası Türk Folklor Kongre-si Bildirileri, II, Ankara, 153-166.

Güzel, A. (2006), Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı, Ankara.

Kemikli, B (2004), Dost İlinden Gelen Ses: Tasavvuf Edebiyatı Üzerine Araştırmalar, İstanbul.

Kemikli, B. (2003), Oğlanlar Şeyhi İbrahim Müfid ü Muhtasar, İstanbul.

Köprülü, M. F. (1993), Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara.

Tatcı, M. (1997), Yunus Emre Divanı II, İstanbul.