thomson_tarih Öncesi ege

622

Upload: muammer66

Post on 02-May-2017

380 views

Category:

Documents


26 download

TRANSCRIPT

Page 1: Thomson_Tarih Öncesi Ege
Page 2: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Eski Yunan Toplumu Üstüne İncelemeler

Ta r İh ö n c e s İ E g e

George Thomson

Page 3: Thomson_Tarih Öncesi Ege

ISBN -10: 9944-483-13-3 ISBN-13: 978-9944-483-13-1

Eski Yunan T oplum u Ü stüne İncelem eler Tarihöncesi Ege G eorge Thom son

Özgün AdıStudies in A ncient G reek Society - T h e Prehistoric Aegean © G eorge T hom son varisi M argaret Alcxiou

Çeviren Celâl Üster

Editör Betııl Avtınç

Tasarım Sinan Turan

Ofset Hazırlık H om er Kitabevi

Baskı ve Cilt Altan Basım Ltd. Şti.

1. Basım 1983 3. Basım 1995H om er Kitabevi'nde 1. Basım 2007

© H om er Kitabevi ve Yayıncılık Ltd. Şti.

T üm m etnin yaynn hakkı saklıdır.TaniLim için yapılacak kısa alıntılar dışında yazarın ve yayımcının yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltıl am az.

H om er Kitabevi ve Yayıncılık Ltd. Şti.Yeni Çarşı Cad. No: 12/A Galatasaray 34433 İstanbul

T el: (0212) 249 59 02 • (0212) 292 42 79Faks: (0212) 251 39 62e-mail: hom er@ hoinerbooks.com

Page 4: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Eski Yunan Toplumu Üstüne İncelemeler

Ta r İh ö n c e s İ E g e

George Thomson

Çeviren: Celâl Üster

homer kitabeui

Page 5: Thomson_Tarih Öncesi Ege

George Thomson'ın, özgün adı Studies in Ancient Greek Society olan bu yapıtı, Lawrence and Wishart Yaymevi'nin 1961 tarihli üçüncü ba­surundan Türkçe'ye çevrilmiştir. Kitabın İngiltere'deki birinci basımı 1949'da, gözden geçirilmiş ikinci basımı da 1954'de gene aynı yayıne- vince yayımlanmıştır.

Notlar, Dizin ve Kaynakçaya İlişkin Bir Açıklama

George Thomson, Eski Yunan ve Latin yazarları ile onların yapıtla­rına değgin notlan sunarken, Liddel ve Scott'm Greek-English Lexicon'un­daki (Yunanca-İngilizce Sözlük) ve Lewis ve Short'un Latin-English Dic­tionary' sindeki (Latince-İngilizce Sözlük) kısaltmaları olduğu gibi ko­rumuştu. Biz de, Türkçe'de yayımlanan bazıları dışında, çoğunu bu kı­saltmalarla verdik.

Kişi ve yer adları dizinlerinin yanı sıra kapsamlı bir kaynakçayı ki­tabın sonunda bulabilirsiniz.

Page 6: Thomson_Tarih Öncesi Ege

George TH O M SO N 19 Ağustos 1903'te Londra'da doğdu. Cam­bridge'deki King's College'ı bitirdikten sonra İrlanda'ya giderek, bir süre dil üstüne incelemeler yaptı. Çalışmalarını Cambridge Üniversi­tesi ve King's College'da sürdürdükten sonra, 1937'den 1970'e kadar Birmingham Üniversitesi'nin Eski ve Çağdaş Yunan Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde dersler verdi. Eski Yunan şiiri ve dili üstüne incelemeler yayımladı, Eski Yunan klasiklerinden çeviriler yaptı. I960 'ta Çekoslo­vakya Bilim Akademisi üyeliğine seçildi. 1979'da Selanik Üniversitesi tarafından kendisine onursal doktora verildi. Aiskhylos, Zincire Vurul­muş Prometheus (1938) ve Aiskhylos ve Atina (1941) gibi ilk dönem yapıt­larında, Aiskhylos'un oyunlarından yola çıkarak Yunan tragedyasını inceledi. Antropolog Lewis Henry Morgan'ın Friedrich Engels tarafın­dan Marxçılığa mal edilen görüşleri temelinde, Yunan tragedyasını ana­erkil toplumdan erkek egemen bir topluma geçişin bir ifadesi olarak yorumladı. 1946'da yayımlanan M arxgihkve Şiir'de ise, şiirin doğuşu ve gelişimini, söz ve büyüyle olan ortak kökenini, emek süreciyle olan bağını ele aldı. Antik Çağ üstüne yapılmış en yetkin Marxçı araştırma­lardan biri olan Eski Yunan Toplumu Üstüne İncelemeler'in ilk cildi Tari­höncesi Ege'yi 1949'da, ikinci cildi İlk Eilozoflar’ı 1955'te yayımladı. 1970'lerde, daha çok sosyalizmin sorunlarını ele alan kuramsal yapıt­lar verdi. 3 Şubat 1987'da Birmingham'da öldü.

Celâl ÜSTER 8 Mayıs 1947'de İstanbul'da doğdu. İngiliz Erkek Li­sesi ve Robert Academy'yi bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Ede­biyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde öğrenim gördü. 1970'lerin sonlarında Aydınlık gazetesinin sanat servisini, 1980'li yıllar­da Cumhuriyet gazetesinin kültür servisini yönetti, Cumhuriyet Kitap'ın yayın yönetmenliğini üstlendi. George Thomson'm Tarihöncesi Ege ad­lı kitabının çevirisiyle, 1983'te Yazko Çeviri dergisinin Azra Erhat Çe­viri Ödiilü'ne değer görüldü. Marxçı klasiklerden yaptığı çeviriler dı­şında D. H. Lawrence, Yaroslav Haşek, Liam O'Flaherty, George Or­well, Juan Rulfo, Iris Murdoch, Mario Vargas Llosa, Jorge Luis Borges, John Berger gibi yazarların yapıtlarını dilimize kazandırdı. Can Yayın­ları ve P Dünya Sanatı Dergisi'nin genel yayın yönetmeni. "Yeryüzü Ki­taplığı" başlığı altında yazdığı yazılarını Radikal Kitap'ta sürdürüyor.

Page 7: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Hugh Fraser Stewart'm anısına

Page 8: Thomson_Tarih Öncesi Ege

İçindekiler

Çevirmenin Ö nsözü.................................................................................13G ir iş ............................................................................................................. 15

BİRİNCİ B ö l ü m

AKRA BA LIKI. TOTEMCİLİK

1. Etnoloji ve Arkeolojinin Karşılaştırmalı Bir İncelem esi 272. Totemciliğin Kökeni.................................................................................303. Dıştan Evlenmenin K ökeni................................................................... 344. Totemcilikte Doğum ve Ölüm Çevrimi..............................................395. Totemcilikten D ine...................................................................................426. Yontmataş Çağı Avrupasında T otem cilik ....................................... 44

II. AKRABALIK AD LIĞI

1. Kabile Y ap ısı..............................................................................................512. Sınıflandırma Sistemi: Tip I ................................................................. 533. Kuttörenlerdeki Rastgele Cinsel İlişki................................................594. Sınıflandırma Sistemi: Tip I I ................................................................. 605. Küme E v liliğ i............................................................................................626. Sınıflandırma Sisteminin Bozulm ası..................................................647. Betimleme S istem i................................................................................... 69

III. KABİLEDEN DEVLETE

1. İrokua Birliği.............................................................................................. 802. Romalılarda Kabile Sistem i................................................................... 853. Roma'da Krallığın Ana Soyundan Geçmesi.....................................904. Populus R om an u s...................................................................................93

Page 9: Thomson_Tarih Öncesi Ege

8 TA R İH Ö N CESİ Eg e

/V. YUNAN KABİLE KURUMLARI

1. Aiol'lar, Dor'lar ve İon'lar..................................................................... 952. Attika Kabile Sistem i.............................................................................. 973. Ev H alkı.....................................................................................................1024. Attika'da Hellenlerden Önceki K lan lar..........................................1045. Totemci Kalıntılar: Yılana Tapınma.................................................. 1066. Totemci Kalıntılar: Klan Belirtkeleri................................................1137. Klan Tapımları ve Devlet Tapım ları................................................ 1158. Eleusis MysteriaTarmın Klan T e m e li..................... 1199. Adam Öldürmeye Karşı Tutum .........................................................124

10. Kız Kalıtçı Y a sa s ı...................................................................................12911. Eski Yunan Etnolojisi............................................................................ 13112. Anayanlı Soyun Dilbilimsel Kanıtları..............................................136

İk İn c İ B ö lü m

ANAERKİ V. EGE’NİN ANAERKİL HALKLARI

1. Anaerki N edir?....................................................................................... 1412. LykiaTılar.................................................................................................. 1553. Karia'lılar ve Leleg 'ler.......................................................................... 1584. Pelasg 'lar.................................................................................................. 1625. M in os'lu lar >.......................... 1676. H ititler.......................................................................................................1697. Amazonlar Söylencesi . . . ................................................... 1708. M inyTer.................................................................................................. .1749. Bazı Anaerkil Kalıntılar........................................................................189

V7. BİR TANRIÇANIN YARATILMASI

1. Çocuk Doğurma ve Aybaşı................................................................. 1942. Aya Tapınma........................................................................................... 2003. Halk Arasındaki Yunan Dininde A y ................................................2054. Bitki B ü y ü sü ........................................................................................... 2085. Thesmophoria ve Arrhephoria...........................................................2116. Arınma K u ttören leri............................................................................ 2137. Proitos'un K ızları...................................................................................2168. Yunan Tanrıçaları ve A y ......................................................................218

Page 10: Thomson_Tarih Öncesi Ege

İÇİN D EKİLER 9

9. Persephone'nin K açırılm ası..............................................................22110. Küçük Kadın Yontuları...................................................................... 227

VII. EGE’DEKİ BAZI ANAERKİL TANRIÇALAR

1. D em eter.....................................................................................................2392. A th en a .......................................................................................................2473. Ephesos'lu A rtem is .............................................................................. 2584. Brauron'lu A rtem is ...............................................................................2645. H e ra ........................................................................................................... 2686. A p o llo n .....................................................................................................280

Ü ç ü n c ü B ö lü m

ORTAKLAŞMAC1L1K VIII. TOPRAK

1. Özel Mülkiyetin Başlangıcı................................................................. 2852. Yunanistan'ın İlk Dönemlerinde Mülkiyet Sorunu..................... 2873. İlkel Toprak K u llan ım ı........................................................................2914. İngiliz Köy Topluluğu.......................................................................... 2955. Eski Yunan'da Ç iftçilik ........................................................................2976. Günümüz Yunanistan'mda Toprak K ullanım ı............................ 3017. Eski Yunan'da Açık Tarla Sistem i.................................................... 3028. Toprağın Yeniden Bölüşülm esi.........................................................3089. Bölüşüm Yöntemi...................................................................................313

10. Ayrıcalığın Gelişmesi........................................................................... 317

IX. İNSANIN YAŞAMDAKİ PAYI

1. Meslek Klanları....................................................................................... 3232. İplik Büken M oira'lar............................................................................ 3253. Hora'lar ve Kharit'ler............................................................................ 3304. Erinys'ler.................................................................................................. 3325. Moira'ların Hint-Avrupa Kökeni...................................................... 3346. Moira'nm D önü şüm ü.......................................................................... 336

X. KENTLERİN OLUŞUMU

1. Thukydides Eski Yunanistan'ı A nlatıyor......................................339

Page 11: Thomson_Tarih Öncesi Ege

2. Tarihsel Dönemde Kentlerin Oluşumu........................................... 3413. Kabile Kampından Kent-Devletine.................................................. 3434. PhaiakTann Ülkesi ve Pylos............................................................... 3515. Atina'nın İlk D önem i............................................................................354

Dö r d ü n c ü B ö l ü m

KAHRAM ANLIK ÇAĞI X/. MYKENE HANEDANLARI

1. Geleneksel Süredizin............................................................................ 3612. Arkeolojik Çerçeve................................................................................ 3633. Geleneksel H anedanlar........................................................................366

XII.AKHA'LAR

1. AkhaTarın D ağılım ı.............................................................................. 3772. AiakidTer..................................................................................................3793. İon 'lar.........................................................................................................3824. Peloponnesos AkhaTarı........................................................................3845. Akha'lann K ö k en i................................................................................ 3876. PelopidTer................................................................................................ 392

XIII. KÜLTÜRLERİN ÇATIŞMASIN

1. Akha'lann Toplumsal Özelliği...........................................................4042. Anaerkil Toplumun Homeros'da Ele A lm ışı................................ 4093. Odysseus'un K rallığı............................................................................ 4164. Batı Yunanistan'daki Leleg'ler...........................................................4225. Akha'lann Ü stünlüğü..........................................................................427

Be ş İn c î Bö l ü m

H O M ER O SXIV. ŞİİR SAN ATI

1. Söz ve Büyü..............................................................................................4332. Ritim ve Çalışma.....................................................................................4433. Doğaçtan Söyleme ve Esinlenme...................................................... 453

lO TA R İH Ö N CESİ EGE

Page 12: Thomson_Tarih Öncesi Ege

XV. YUNAN EPİK ŞİİRİNİN KUTTÖRENSEL KÖKENLERİ

1. S o ru n .........................................................................................................4622. Strofi...........................................................................................................4633. Heksametron........................................................................................... 4684. K o ro ...........................................................................................................4725. Epik G iriş ..............................................................................................4836. Akşam Yemeğinden Sonra Söylenen Şarkılar.............................. 487

XVI. ARKEOLOJİ AÇISINDAN HOMEROS

1. Tarihlendirilebilir Ö ğ e le r ................................................................... 4952. Gömme B iç im i....................................................................................... 4973. H elen a .......................................................................................................5004. Epik Biçem ................................................................................................511

XVII. HOMEROSOĞULLARI

1. Aiolis ve İonia......................................................................................... 5272. Homeros'un Doğum Y e r i ................................................................... 5333. Saraydan Pazar Yerine..........................................................................5364. Homeros K ü lliyatı.................................................................................5395. Destanlar Ç em beri.................................................................................5476. İlyada ve Odysseia'mn Yayılm ası.................................................... 5527. Peisistratos'un Metin Sap tam ası...................................................... 5598. Epik Şiirin S o n u .....................................................................................5649. İlyada ve Odysseia'mn Y a p ıs ı...........................................................566

EK

YUNANİSTAN'DA TOPRAK KULLANIMI Ü STÜ N E 573

Kaynakça.................................................................................................. 585Süreli Y a y ın la r....................................................................................... 603Kişi Adlan D izin i...................................................................................605Söylence Kişileri D izin i........................................................................607Yer Adlan D iz in i...................................................................................611Resimler D izin i....................................................................................... 614Çizelgeler D izini.....................................................................................617Haritalar Dizini....................................................................................... 618

İÇİND EKİLER II

Page 13: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Nerede gerçek?Parlak sözler Çelmesin aklını.Arama kaynağı, bulamazsın Kendi içinde, ey İnsan! -Birleşmenin simgesi, ey Kurtarıcı- Gerçeği ancak aklın Ve yüreğin tüm yaşamla Uyumunda bulacaksın.

PALAMAS

Page 14: Thomson_Tarih Öncesi Ege

•3

ÇEVİRMENİN ÖNSÖZÜ

Elinizdeki kitap, Tarihöncesi Ege, dil, edebiyat ve felsefe alanlarında Eski Yunan toplumu üstüne birçok yapıt vermiş olan İngiliz Marxçı araştırmacı ve kuramcı George Thomson'ın Eski Yunan Toplumu Üstü­ne İncelemeler adlı başyapıtının ilk kitabı. Antik Çağ üstüne yapılmış en yetkin araştırmalardan biri olan Eski Yunan Toplumu Üstüne İnceleme­ler, 1949'da yayımlanan Tarihöncesi Ege ve 1955'te yayımlanan İlk Filo­zoflar adlı iki kitaptan oluşuyor.

Tarihöncesi Ege'de, özellikle Tunç Çağı'na denk düşen dönemde Ege'de anaerkillik, toprağı kullanma hakkı, kentlerin gelişimi ve des­tanın doğuşu inceleniyor; Ege'nin ilkçağ toplumları, uygarlıkları ve kültürlerinin oluşumu, yapısı, evrimi ekonomik gelişme temeli üstün­de derinliğine ve kapsamlı bir incelemeyle gözler önüne seriliyor.

20. yüzyılın ikinci yarısında bilim dünyasının çeşitli alanlarında ger­çekleşen gelişmeler göz önüne alındığında, 1940'lı yıllarda yazılmış bir kitabın eskimiş olabileceği düşünülebilir. Hiç kuşku yok ki, Tarihönce­si Ege'nin kaleme alınmış olduğu günlerden 2000'li yıllara uzanan dö­nemde, insanlığın tarihöncesi üstüne yeni bulgular elde edilmiş, yeni bilgilere varılmış, yeni kuramlar geliştirilmiştir. Ama öyle sanıyorum ki, George Thomson'ın şaşırtıcı bilgi donanımı ile hayranlık uyandırı­cı emeğinin ürünü sayılması gereken Tarihöncesi Ege, bugün de alanı ve konusunun en temel çalışmalarından biri olarak kabul edilmelidir. Thomson'ın, insanlığın tarihöncesinin karanlıkta kalan bir köşesini ay­dınlığa çıkarırken, antropoloji, etnoloji, arkeoloji, dilbilim, sosyoloji, felsefe ve edebiyat gibi birbirinden çok farklı alanların birikim ve ola­naklarını birbirini sonsuzca destekler biçimde seferber etmiş olması, bu çalışmayı günümüzde de onsuz edilemez kılmaktadır.

Eski Yunan Toplumu Üstüne İncelemeler'in Mehmet H. Doğan tarafın­dan dilimize çevrilen ikinci cildi İlk Filozoflar’da ise, Eski Yunan'daki doğa felsefesi, toplumda gerçekleşen köklü değişikliklerin düşünsel bir ürünü olarak ele almıyor, Yakındoğu ve Çin felsefeleriyle karşılaştır­ma içinde inceleniyor. Doğa felsefesinin gelişiminde meta üretimi ve para dolaşımının işlevi vurgulanırken, ilkel düşünceyle bilimsel bilgi

Page 15: Thomson_Tarih Öncesi Ege

i4 T a r İh ö n c e s İ E g e

arasındaki geçiş süreci, köleciliğin gelişmesi ve bilimin kökenleri teme­linde açıklanıyor.

Tarihöncesi Ege'yi 1980'lerin başlarında dilimize çevirmeye çalışır­ken, gerek Antik Çağ dünyasına ilişkin sözcük, ad ve terimleri, gerek Thomson'm kuramsal evrenini oluşturan birçok bilim dalının içerdiği terminolojiyi Türkçe'ye doğru bir biçimde aktarmakta zorluklarla kar­şılaştım. Çeviriyi gerçekleştirdiğim süreçte, masamın bir ucunda du­ran ve ikide bir el attığım sözlüklerin sayısı sürekli arttı. Çeviriyi bitir­diğimde, salt Tarihöncesi Ege'yi daha sağlam bir kavrayışla çevirebil­mek için yüzden fazla kitap okumuş bulunuyordum. Diyeceğim, Thom- son'ın yapıtını çevirmek, bir çeviri çalışmasının çok ötesine geçti, bir "okul" oldu benim için.

Bu zorlu çeviri sürecinde Hilmi Yavuz, Cevat Çapan ve artık ara­mızda olmayan sevgili arkadaşım Cem Taylan özendirmeleriyle hep yanımda oldular, yardımlarını esirgemediler. Onlara binlerce teşekkür borçluyum.

Celâl Üster Mart 2007

Page 16: Thomson_Tarih Öncesi Ege

«S

GİRİŞ

Cilalıtaş Çağı ekonomisinin gelişmesi, son Buzul Çağı'mn sona er­mesini izleyen bir dizi iklim değişikliği sonucunda gerçekleşti. Bu ge­lişme ilk önce Ortadoğu'da bir yerlerde başladı. Buzullar kuzeye doğ­ru çekildikçe, bu bölgenin başlarda ılıman olan iklimi giderek astropi­kal bir iklime dönüştü. Hemen hiç aralıksız Fas'dan İran'a kadar uza­nan uçsuz bucaksız otlaklar yarı çöllük alanlara bölündü. Bu yarı çöl­lük alanların ortasından, yeşil vahalar ve üstleri sık bitki örtüleriyle kaplı ırmak yatakları geçiyordu. Avcılık ve yiyecek toplayıcılığıyla ge­çinen gezginci topluluklar eskisi kadar rahat dolaşamaz oldular. Avla­dıkları hayvanlar ve topladıkları bitkilerle birlikte daha verimli yöre­lerde yığışmak zorunda kaldılar. Bunun sonucunda çeşitli olanaklar daralınca, av eti ve meyve elde etme olanaklarının da sınırlandığını gördüler. Eski avlanma ve yiyecek toplama uygulayımı artık yetersiz kalıyordu. Hayvanların ve bitkilerin çoğalmasını insanoğlunun dene­timi altına alarak, onları korumanın bir yolunu bulmak gerekiyordu. Bu yöreye özgü türler arasında hepsi de kolayca evcilleştirilebilen ko­yun, keçi, domuz gibi hayvanlar ve bizim arpa ve buğdayımızın yaba­nıl ataları bulunuyordu. Hayvanlar güdülüyor ve ağıllara konuluyor, bitkiler ekilip yetiştiriliyordu. Her iki iş de insan emeğiyle gerçekleşti­riliyordu elbette. Avcılık ve yiyecek toplayıcılığının yerini hayvan ye­tiştiriciliği ve çiftçilik aldı. Yeni ekonomi düzenli bir süt, et ve tahıl üre­timi sağlamasının yanı sıra dokumacılık ve çömlekçilik gibi, yaşama düzeyinin daha da yükselmesine neden olan bir dizi ikincil uygulayı­mın doğmasına yol açtı. İnsanlar çoğaldı. Yerleşik olmaktan uzak, dur­madan yer değiştiren kabile kampı, derlitoplu, kendi kendine yeterli, dirlik düzenlikli bir köye dönüştü. Ama nüfus fazlasını, sürekli olarak aynı örneğe göre kurulan yeni köylere yerleştirmek zorunda kalmıyor­du. Böylece Cilalıtaş Çağı ekonomisi bütün bölgeye, onun da ötesinde ekilebilir toprakların bulunduğu her yere yayıldı. Yayılmanın sınırla­rına yaklaşıldıkça, nüfusun artan baskısıyla daha yoğun tarım yöntem­leri ortaya çıktı ve bu arada değiş tokuşun gelişmesi köylerin kendi kendine yeterliliğini zayıflattı.

Page 17: Thomson_Tarih Öncesi Ege

ı6 T a r İh ö n c e s i Eg e

Nil, Fırat ve Dicle ırmaklarının her türden canlıyla dolup taşan ba­taklık bölümleri avcılar ve balıkçılar için her zaman çekici bir alan ol­muş, ne var ki ilk çiftçilerin karşısına çetin bir engel olarak dikilmişti. Toprağın tarıma elverişli kılınması, ancak belirli bir tasar uyarınca ça­lışan örgütlenmiş yığın emeğini gerektiren geniş çaplı bir sulamayla sağlanabilirdi. Cilalıtaş Çağı ekonomisi komşu bölgelerde de iyiden iyiye gelişmedikçe, bu koşulların gerçekleştirilmesi olanaksızdı. Öte yandan bu alüvyonlu topraklarda büyük bir gizil verimlilik yatıyordu. Nitekim, engeller aşılır aşılmaz, nüfusta gözle görülür bir artışın ve ya­şama düzeyinde eski Cilalıtaş Çağı ekonomisinin olanaklarının çok öte­sinde bir gelişmenin yolu açıldı. Köylerin yerini kentler aldı. Kentler köylerden yalnızca daha büyük değil, aynı zamanda daha kalabalık ve daha gönençliydi. Ekonomik temeli bakımından da değişiklik gösteri­yordu. Kentlerin tahıl ve hayvan fazlası o denli büyüktü ki, çevredeki dağlarda yaşayan kabilelerin (tribü'lerin) kereste, taş ve madenleriyle sürekli olarak ve geniş ölçüde değiş tokuş edilebiliyordu. Böylelikle, çevre dağlardaki kabilelerin köy ekonomisi de giderek değişikliğe uğ­radı ve kente bağımlı bir duruma geldi. Uzak yöreleri saymazsak, eko­nomik kendi kendine yeterlilik geçmişte kalmıştı artık. Gidilmedik ko­yak bırakmayan, aradaki koca çölleri aşan zanaatkarları, tüccarları ve türlü türlü aracılarıyla birlikte ticaret yaygınlaştıkça, dağınık köyler de­ğiş tokuşun burgacına çekildi ve köyle kent arasında ilkel de olsa bir işbölümü doğdu. Kentlere gelen hammaddeler arasında madenler de vardı. Bunların bazısı, sözgelimi gümüş ve altın, süs eşyalarında kul­lanılıyordu. Ama bazısı da, örneğin bakır ve özellikle de kalay karıştı­rılmış bakır, araç yapımında tahtayla taşın yerini aldı ve böylece el sa­natlarında devrime yol açtı. Yeni kent ekonomisi, tunç madeni temeli üzerinde yükseliyordu.

Mısır'da tek bir ırmak vardır. Bu ırmak da her yıl taşar ve tüm ko­yağı sular kaplar. Her yıl gerçekleşen bu taşkın, toprağın veriminin art­masında tek etkendir, işte bu yüzden, o zamanlar her rençberin taşkın­dan su yollarını dolduracak, ama taşırmayacak kadar su elde edebil­mesi canalıcı bir sorundu. Hiç kuşkusuz, her çiftçinin taşkından önce uyarılması gerekiyordu. Dolayısıyla, taşkının, koyağın başlangıcından denize kadar uzanan yatağı boyunca denetim altına alınması gereki­yordu; bu da, gökbilimcilerle tarımbilimcilerin ancak merkezi bir yö­netimle sağlanabilecek çok ustalıklı çabalarını gerektiren dev bir örgüt­lenmeyi zorunlu kılıyordu. İşte, Yukarı Mısır ve Aşağı Mısır krallıkla­rının hızla güçlenmelerinin ve İ.Ö. 3000 yılından kısa bir süre sonra tek

Page 18: Thomson_Tarih Öncesi Ege

bir kralın yönetiminde birleşmelerinin nedeni buydu. Açıkçası, Mısır firavunu yerini ekonomik bir gereksinmeye borçluydu. Rahiplerin de­netlediği merkezi bir devlet aygıtının başıydı firavun.

Mezopotamya'da Mısır'daki gibi bir birleşme görülmedi, çünkü ta­rımsal koşullar bir değildi. Mezopotamya'da çeşitli kollardan beslenen ve bu suyolları ağıyla birbirine bağlanan iki ırmak vardı. Onun için eki­li alanlar birbirlerine o kadar bağımlı değildi. İşte bu yüzden, burada­ki kentler gelişip güçlenerek, kendi rahipleri ve rahip-kralı bulunan ba­ğımsız kent-devletlerine dönüşebildiler. Bu kent-devletleri arasında amansız bir yarışma sürüyordu. En sonunda tüm ülke silah zoruyla Babil egemenliği altında birleşti.

Bu farklılıklar bir yana bırakılırsa, Mısır ve Mezopotamya toplum- larmın sınıf yapısı temelde aynıydı. Her iki ülkede de geniş çaplı tarım yapılıyordu. Bu tarımsa, yeni bir işbölümü temelinde, üreticiler ile üre­timi örgütleyenler arasındaki bölünme temelinde gelişmişti. Üretimi Örgütleyenler rahiplerdi. En azından kol emekçileri kadar vazgeçilmez olan kafa emekçileri, bir başka deyişle gökbilimciler, matematikçiler, mühendisler, mimarlar ve yazmanlar hep rahipler arasından çıkıyor­du. Üretim araçlarının denetimini ellerinde tutan bu kişiler zamanla üretim araçlarının sahipleri oldular. Görevlerinin niteliğinden doğan yetkeyi kullanarak üretim fazlasını kendi ellerinde topladılar. Gerçek­te, bu da. yeni uygulayımların gelişmesi açısından ekonomik bir gerek­lilikti. Özellikle tunç madeninin işlenmesi karmaşık ve pahalı bir işlem­di, anamalsız gerçekleşmesi olanaksızdı. Böylece, yeni ekonominin bü­yümesi, devletin saltık dinerki biçiminde pekişmesi sonucunu doğur­du. Mısır'da bütün ülke, kralın kişiliğinde somutlaşan tanrının malıy­dı ve toplumun üretimle ilgili bütün işlevleri, sözgelimi tarım, el sanat­ları ve değişim sıkı sıkıya denetleniyordu. Mezopotamya'daysa her kent bir tanrı-evi oluşturuyordu. Bu tanrı-evi kentin ortasında oturan bir koruyucu tanrının malıydı ve bu tanrı adına bir rahip-kral tarafın­dan yönetiliyordu. Kral ve rahiplerin ellerinde toplanan yetke, kabile toplumunun ileri aşamalarında kabile başkanlığının çevresinde geliş­miş olan büyü derneklerinden geliyordu. Gene bu ilk kent-devletinin güçlü ortaklaşacılığı da Cilalıtaş Çağı köy topluluğunun bir kalıtıydı. Ama egemen sınıf, kral ve rahiplerde toplanan yetkeyi, sistemli bir bi­çim de kendi ayrıcalıklarını korumanın bir aracı olarak kullanıyordu artık. Gerçekte, toplumdaki kah katmanlaşma, kentin yapısında da açık seçik görülüyordu. Kentin ortasında büyük, görkemli ve göz kamaştı­rıcı bir tapınak yükseliyordu. Tapınağın çevresindeyse görevlilerin, za-

GİRİŞ 17

Page 19: Thomson_Tarih Öncesi Ege

18 TA R İH Ö N CESİ EGE

naatkârların ve her türden kol emekçilerinin çalıştıkları yazı odaları, hazine odaları, tahıl ambarları, eşya depolan ve işlikler yer alıyordu. Burada çalışanlardan bazıları savaşta ele geçirilen tutsaklardı; bazıları da sözde özgür olmakla birlikte, ekonomik yönden rahiplere, yani ken­tin en büyük işvereni durumundaki efendilerine bağımlıydılar. Kent dışında ekilebilir topraklar uzanıyordu. Bu toprakların bir bölümü ya kiracı çiftçilere kiralanıyor ya da bir tür emek hizmeti biçiminde doğ­rudan doğruya tapmak adına işleniyordu. Geri kalan topraklar aile mülklerine bölünmüştü; bunlar kiraya ya da daha başka biçimsel yü­kümlülüklere bağlı değildiler, ama güçlü bir rahipler sınıfının halk yı­ğınlarının inancım her zaman sömürdüğü birtakım törel sorumluluk­lara bağımlıydılar. Ortak kalan, yalnızca otlaklardı.

Gene de, Gordon Childe'm da belirttiği gibi, Mezopotamya'da en düşük ücretle çalıştırılan emekçilerin bile bir Cilalıtaş Çağı köyünün özgür ve eşit üyelerinden daha iyi durumda olduklarını unutmamak gerekir. Kent devrimi insanların yaşama düzeyinde su götürmez bir yükselmeye yol açmıştı. Öte yandan, emek üretkenliğindeki büyük ar­tışı göz önüne aldığımızda, Mezopotamya'daki emekçilerin göreli ola­rak kötü durumda bulundukları açıktır. Kent devriminin sağladığı ka­zançlar eşitsiz bir biçimde bölüşüldü. Nitekim yeni ekonominin yay­gınlaşmasını duraklatan etken de bu oldu. Bir yanda egemen sınıf üre­tim fazlasının gitgide artan bir bölümünü lüks mallara ayırıyor, öte yanda satın alma gücü ister istemez sınırlanan halk yığınları artık ge­reksinme maddesi durumuna gelmiş bulunan birçok şeyi yeterince edi- nemiyordu. Bu arada kent-devletleri hammadde ve pazar uğruna bir- birleriyle yarışmaya giriyorlar, bunun sonucundaysa egemen smıf ken­di yaşam düzeyini ancak üreticiler üzerindeki sömürüsünü yeğinleş­tirerek koruyabilir bir duruma geliyordu. Kaçınılmaz bir çelişmeydi bu. Ticaret alanındaki yarışma ve düşmanlıklar gitgide tunçtan silah­larla ve büyük hırslarla yürütülen savaşlara yol açtı En sonunda, bü­tün ülke, daha da keskinleşen sımf çatışmasının yeni biçimlere bürün­düğü ve çok daha geniş boyutlara eriştiği bir dizi imparatorluğun bo­yunduruğuna girdi.

Mısır çöllerle kuşatılmış ve gemi yapımında kullanılan keresteden yoksun bir ülkeydi, dış ticareti daha geriydi, bu yüzden ilk üreticiler üzerindeki sömürü hem daha yoğun, hem de daha dolaysızdı. Köylü yığınları egemenler için görkemli gömütler yapmaya zorlandılar. Bu gömütler aynı zamanda bakımları için rahipleri gerektiren birer tapı­nak da olduklarından, ölüler için dikilmiş birer anıt oldukları kadar,

Page 20: Thomson_Tarih Öncesi Ege

yaşayanlar için de birer gelir kaynağıydılar. Angarya ve amansız ver­giler halk yığınlarını neredeyse kölelerden farksız bir duruma düşür­dü. Aynı zamanda krallık, daha güçlü soyluların karşı koyuşuyla yüz yüze geldi, çünkü bu soylular krallara ödenen vergilerden kurtulma­ya, kendi mülklerinin başına buyruk egemenleri olmaya çalışıyorlardı. I.Ö. 2200 dolaylarında Eski Krallık iç savaşlar sonucunda yıkıldı. Ne var ki, merkezi bir yönetime duyulan karşı konulmaz gereksinmenin bir kez daha dayatmasıyla krallık yeniden kuruldu. Orta Krallığın fira­vunları kuzeyde Suriye'ye kadar uzanan temkinli bir yayılma, ticaret ve yağmalama siyaseti izlediler ve böylece Onsekizinci Sülâlenin tam anlamıyla gelişmiş emperyalizminin yolunu açtılar. Böylelikle impara­torluklar arası bir çatışmanın temeli yaratılmış oldu. Babil İmparator­luğu yıkıldı, yerini Asur İmparatorluğu'na bıraktı; sonra Asur İmpara- torluğu'nun yerini Pers İmparatorluğu, Pers İmparatorluğu'nun yeri­ni de Makedonya İmparatorluğu aldı. Mısır sırasıyla Asurlular, Persler ve Makedonyalılarca alındı. Bunları daha sonraları Romalılar ve Arap- lar izledi. Ve Nil köylüleri, efendilerinin durmadan değiştiği bu beş bin yılı aşkın dönem boyunca, yeryüzünün bu en bereketli topraklarını yok­sulluk ve hastalıklarla boğuşarak ekip işlemeyi başardılar.

Kent devriminin bir özelliği de, madenlerin geniş ölçüde işlenmesi için gerekli üretim fazlasını tek başına sağlayabilecek uçsuz bucaksız alüvyonlu toprakların madensel zenginlik bakımından doğal olarak yetersiz olmalarıydı. Madenlerin dışardan alınması gerekiyordu. Ör­neğin, bakır İran'dan, Suriye'den ve Sina Yarımadası'ndan; kalay İran ve Suriye'den; altın Nubya'dan; kurşun ve gümüşse Kappadokia'dan geliyordu. Demek ki, yeni ekonominin can damarı ticaretti. Ticaret yay­gınlaştıkça, Cilalıtaş Çağı köyleri ve dağ kabilelerini kapsayan daha da geniş bir alanı uygarlığın yörüngesine çekti.

İ.Ö. 3000 dolaylarına gelindiğinde bakır kullanımı tüm Ortadoğu'ya yayılmış olmakla birlikte, henüz evrensel bir düzeye ulaşmaktan uzak­tı. Mezopotamya'da bile bakırın maliyeti henüz yüksekti ve Mısır'da bütün bir Tunç Çağı boyunca köylüler çalışmalarını tahta ve taş araç­larla sürdürdüler. Daha geri bölgelerdeyse bu yeni madeni kullanma­ya ancak kabile başkanlannın gücü yetiyor, onlar da bakırı saban de­miri yapımında değil de, daha çok kılıç yapımında kullanıyorlardı. Ba­kırın bol olduğu yerlerde bile insanların yerel bir sanayi geliştirmek- tense, bakırı işlenmemiş olarak dışa satmayı yeğledikleri, bu işi daha kârlı buldukları anlaşılıyor. Demek ki, Mezopotamya ve Mısır dışında ortaya çıkan ilk kent toplulukları başlangıçta ticaretle uğraşan yerle­

GİRİŞ 19

Page 21: Thomson_Tarih Öncesi Ege

20 T A R İH Ö N C ESİ Eg e

şim merkezleriydi. Sözgelimi, Kappadokia'daki Kaniş kentini, arala­rında Toros dağındaki madenleri elinde tutan Hititlerin de bulundu­ğu yerel kabilelerle alışverişe girişen Mezopotamyalı tüccarlar kurmuş­tu. Gene, topraklarında zengin bakır ve kalay yataklarının yanı sıra üs­tün nitelikli keresteyi de fazlasıyla barındıran Suriye'de, içlerinde Byblos ile Ugarit'in de bulunduğu birçok kent Mısır'la çok canlı bir ticarete gi­rişmiş ve sonraları gitgide büyüyerek Mısır, Mezopotamya ve Anado­lu arasındaki alışverişin büyük bir bölümünü ellerinde tutan varlıklı kent-devletlerine dönüşmüşlerdi.

Deniz ulaşımının sağladığı bütün üstünlükleriyle birlikte Akdeniz, kent devrimine açılmıştı artık. Ugarit'den denize açılan ilk tüccarlar sa­nırız rotalarını ya Nil Deltası'na çevirmişlerdi, ya da bakır adası Kıb­rıs'a. Kıbrıs'ın bakırca zengin olmasının bu adada kentlerin gelişmesi­ni geciktirdiği anlaşılıyor. Adalılar Suriye kıyılarındaki ileri topluluk­lara yakınlıkları dolayısıyla bütün çabalarını kendi sanayilerini geliş­tirmeye değil de, dışarıya külçe külçe bakır satmaya yöneltmişlerdi. Gene de, Anadolu'nun girintili çıkıntılı güney kıyılarının tam karşısın­da bulunan Kıbrıs adasının konumu ticaret açısından hiç de elverişli değildi.

Girit adasının durumuysa farklıydı. Suriye ve Mısır'a eşit uzaklık­ta bulunan Girit, karayla kuşatılmış küçük körfezlerden, dolambaçlı koyaklardan geçerek Balkan dağlarına, oradan da Tuna'ya ve Orta Av­rupa'ya kadar geçit veren Ege havzasının, adaları ve dağlarıyla basa­mak basamak yükselen o görkemli bölgenin girişini tutuyordu. Dör­düncü bin boyunca, Cilalıtaş Çağı göçmenleri ürkek ürkek Thessalia ve Peloponnesos içlerine sokulmuşlardı. Bilindiği kadarıyla, Girit ada­sına ilk yerleşenler de, kimi Anadolu'dan, kimi Nil Deltası'ridan gelen Cilalıtaş Çağı insanlarıydı. Bunlar adanın doğusuna ve güneyine yer­leştiler. Bu arada bakır kullanımı Anadolu'nun içlerinden geçerek Ege kıyılarına ulaşmıştı. Bakır kullanımıyla birlikte nüfus giderek arttı ve bunlardan bazıları İ.Ö. 3000 dolaylarında denize açılarak Kyklad'lara ve Girit adasına yerleştiler.

Mısır ya da Mezopotamya'yla karşılaştırıldığında Girit'in tarımsal kaynakları yetersizdi. Gerçi yemyeşil otlaklar ve ekin, üzüm bağları, hurma ağaçları ve zeytinlikler için elverişli yaylalar yok değildi, ama gene de adanın büyük bir bölümü dağlar, ormanlarla kaplıydı; sonra deniz de hiç kuşkusuz yayılmanın önüne dikilen bir engeldi. Buna kar­şılık, bol kereste ve çok sayıda elverişli limanın bulunması, adalıların daha ilk başlarda dört bir yanlarının deniz olmasından yararlanmak-

Page 22: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Hari

ta

I. Do

ğu

Akd

eni

z

Page 23: Thomson_Tarih Öncesi Ege

rım sağladı. Bunun sonucu olarak, Girit kentlerinin zenginliği büyük ölçüde ticaretten geliyordu ve ticaretin hızlı gelişmesi iktidarın büyük toprak sahiplerinin elinde toplanmasını engelleyici bir rol oynuyordu. Minos kentleri, genellikle, bir prensin sarayının bitişiğindeki bir açık­lığın çevresinde kuruluydu. Bu prens hem yüksek rahip, hem baş yö­netici, ama hepsinden önce bir tüccar-prensti. Öteki tüccarlar da sara­yın hemen yakınında bulunan ve prensin saraymdan yalnızca biraz da­ha az gösterişli olan konaklarda oturuyorlardı. Gerek prensi, gerek öte­ki tüccarları topluluğun geri kalan bölümünden ayıran hiçbir şey yok­tu. Bu kentlerin belirli bir düzene göre kurulmamış olmaları bile, top­lumsal ilişkilerin daha bir özgür ve esnek olduğunu gösteriyor. Demek ki, Mezopotamya ve Mısır'la karşılaştıracak olursak, Girit'de kent dev- riminin, kabile toplumu yapısında daha az çözülmeye yol açarak ger­çekleştiğini görürüz.

Madenlerin kullanılmaya başlandığı Erken Minos döneminde (İ.Ö. 2900-2200) ticaret büyük ölçüde Mısır ve Kyklad'lara yönelikti; kentler de daha çok adanın doğusunda ve güneyinde gelişmişti. Tunç kullanı­mının gelişmesiyle belirlenen Orta Minos döneminde (İ.Ö. 2200-1600) nüfusun durmadan arttığı, Mısır'la ticaretin yoğunlaştığı, Suriye'yle dolaysız bir ilişkinin kurulduğu göze çarpar. İ.Ö. 1700'den bir zaman sonra Kassitler, Babil'i ele geçirip de doğunun düzeni bozulunca, Su­riye'yle ilişkiler koptu ve Minos prensleri Ege'de yeni olanaklar ara­maya koyuldu. Kyklad takımadalarıyla ilişkilerini güçlendirdiler, Ar­gos yaylasında ve Orta Yunanistan'da yerleşim merkezleri kurdular. Bu gelişmeler, Girit adasmda Knossos kentinin önem kazanmasıyla so­nuçlandı. Geç Minos döneminde (İ.Ö. 1600-1200) Knossos prensleri ka­lelerin koruduğu bir yollar ağı kurarak adadaki egemenliklerini pekiş­tirdiler ve imparatorluklarını denizaşırı yörelere kadar, Kyklad'lara, Argolis ve Attika'ya, dahası belki de Sicilya'ya kadar genişlettiler. Bu prenslerin iktidarını, büyük bir olasılıkla İ.Ö. 1450 dolaylarında Yuna­nistan anakarasından gelen ve Girit adasını baştan başa ele geçirerek kentleri yerle bir eden Minoslulaşmış kabilelerin başkanları yıktı. Mer­kezi, Mısır ve doğu Akdeniz kıyılarıyla dolaysız ilişkilere giren Myke- ne'de bulunan imparatorluk, varlığını birkaç yüzyıl daha korudu. Da­ha sonraları, barbar sürülerinin Ege'ye doluşmaları ve tüm Doğu Ak­deniz'i karadan ve denizden ta Nil deltasına kadar ele geçirmeleri so­nucunda yıkıldı gitti.

Mykene tipik bir Minos kenti değildi. Kentin çekirdeğini son dere­ce güçlü bir kale oluşturuyordu. Kalenin içinde soyluların evleriyle çev­

ZZ TA R İH Ö N CESİ EGE

Page 24: Thomson_Tarih Öncesi Ege

relenen ve çok iyi korunan saray ve ambarlar yer alıyordu. Kalenin du­varları dibinde açıklık bir yerleşim merkezi bulunuyor, burada sarayın gereksinmelerini karşılayan zanaatkarlar ve tüccarlar oturuyordu. Baş­taki yönetim, egemenliğini, öncelikle savaşlarda kullandığı tunç ma­denini tekeline alarak kurmuştu. Tiryns, Thebai ve Troya gibi öteki mer­kezler de aynı tipe uyuyordu.

Bu Mykene prenslerinin egemenliği pek uzun sürmedi. Bunlar Mi­nos kültürünün uygulayımsal başarılarını savaşma sanatına uygulaya­rak başa geçmişlerdi. Özellikle atlı savaş arabasını, yeni kılıç türlerini, meç, tolga ve zırhı kullanmaya başlamışlardı. Ama üretim uygulayı­mını ilerletmek için pek az çaba harcadılar, işte bu yüzden de, demir­le donatılıp silahlandırılmış yeni bir istilacılar dalgası karşısında bo­yun eğmek zorunda kaldılar; tunçtan silahları ve zırhlarıyla Mykene savaşçıları bu yeni istilacılarla başa çıkamadılar. Dor'lar tunçtan ucuz olmasına karşın demir kullanıyorlardı, üstelik hâlâ kabile düzeni teme­linde örgütlendiklerinden demiri yalnızca önderler değil, herkes kul­lanıyordu, işte üstünlüklerini bu olguya borçluydu Dor'lar. Demir tek bir sınıfın tekelinde değildi. Dolayısıyla, Tunç Çağı'mn sona ermesi, Yunan toplum yapısmda ortaya çıkan önemli değişikliklerle aynı dö­neme rastgeldi.

GİRİŞ 23

Page 25: Thomson_Tarih Öncesi Ege
Page 26: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Birinci Bölüm

AKRABALIK

İlk Yunanlıların bugünkü barbarlara benzer bir biçimde yaşadıklarını ortaya koyan birçok kanıt gösterilebilir.

THUKYDİDES

Page 27: Thomson_Tarih Öncesi Ege
Page 28: Thomson_Tarih Öncesi Ege

27

TOTEMCİLİK

I

1. Etnoloji ve Arkeolojinin Karşılaştırmalı Bir İncelemesi

Günümüzde kabile düzeninde yaşayan topluluklar yiyecek elde et­me biçimlerine göre şu sınıflara ayrılıyorlar: Aşağı Avcılar (yiyecek top­lama ve avlanma); Yukarı Avcılar (avlanma ve balık tutma); Çobanlık (iki evre); Tarımcılık (üç evre).1 Yukarı Avcıların Aşağı Avcılardan baş­lıca farkı, kargı kullanmalarının, çömlekçilik ve dokumacılık sanatları­nın ve hayvanlan evcilleştirmelerinin yanı sıra bir de yay kullanmala­rıdır. İkinci Çobanlık evresinde sığırtmaçlık tarımla bütünleşir; Üçün­cü Tarımcılık evresindeyse çapayla yapılan bahçe tarımının yerini sa­banla yapılan tarla tarımı alır ve tarım sığırtmaçlıkla birleşir. Bu iki ev­rede el sanatlarının, kalıcı yerleşim merkezlerinin, kabileler arası değiş tokuşun ve madenlerin işlenmesinin daha da geliştiğini görürüz. Da­ha geri evrelerden kalma kabile toplumu yapısı bu aşamada artık çö­zülmeye yüz tutar.

Bu sınıflandırma bir soyutlamadır elbette. Organik bir süreci ele al­dığı için başka türlü olması da beklenemez. Sözünü ettiğimiz sınıfla­maların birbirini bütünüyle dışladığı düşünülmemelidir. Avcılık ve hatta yiyecek toplayıcılık bile daha ileri evrelerde de varlıklarını sür­dürürler, ama hiç kuşkusuz önemlerini yavaş yavaş yitirerek. Sonra,

1 L.T. Hobhouse, G.C. Wheeler ve M. Ginsberg, Material Culture and Social Instituions of the Simpler Peoples (ilkel Halklarda Maddesel Kültür ve Toplumsal Kurumlar), (Londra, 1930), s. 16-29. Yalınlık kaygısıyla Bağımlı Avcılık evresini almadım. Totemciliğe ilişkin günümüzdeki görüşler için bkz. A. Van Gennep, Litatactuei du problime tatimique (Totem Sorununun Şimdiki Durumu), (Paris, 1920). Benim görüşüm A.C. Haddon tarafından da sezinlenmiştir: Bkz. A.W. Howitt, Native Tribes of South- East Australia (Güneydoğu Avustralya'daki Yerli Kabileleri), (Londra, 1904), s. 154. R. V. Russel ve R.B.H. Lal, Tribes and Castes of the Central Provinces of India (Hindistan'ın Orta Eyaletlerindeki Kabileler ve Kastlar), (Londra, 1916), c. I, s. 96.

Page 29: Thomson_Tarih Öncesi Ege

28 TA R İH Ö N CESİ EGE

belirli bir zaman sırası da izlemez bu sınıflamalar. Her yerde ilk önce avcılık ve yiyecek toplayıcılığın ortaya çıktığı söylenebilir, ama daha ileri evrelerin gerçekleşmesi yerel hayvan ve bitki toplamına ve öteki çevresel etkenlere bağımlı olmuştur. Doğa koşullarının elverişli oldu­ğu birçok yörede çiftçilik ile sığırtmaçlık daha başından çoban çiftçilik ya da karma çiftçilik biçiminde birleşmiştir.2

Tarihöncesine ilişkin arkeolojiye dönersek, avcılık evrelerinin aşağı yukarı Yontmataş Çağı'na, öteki evrelerin de Ortataş Çağı ve Cilalıtaş Çağı'na denk düştüğünü görürüz. Bir Cilalıtaş Çağı ekonomisinin ar­dışık evrelerini somut bir örnekle ortaya koyabiliriz. Arkeologlar, Tu­na havzasının tarihöncesi kültürünü üç evreye ayırıyorlar.3 Birinci ev­rede avcılık çoktan ikincil duruma düşmüştür. Gerçi küçük domuz, ko­yun ve sığır sürülerine rastlanır, ama insanlar daha çok çapayla işle­nen bostanlarda arpa, fasulye, bezelye ve mercimek yetiştirerek sağlar­lar geçimlerini. Elyapımı çömleklere ilişkin kaba bir uygulayım ve bi­raz da dokumacılık bilgisi göze çarpar, ikinci ve üçüncü evrelerdeyse, el sanatlarının geliştiği, ekilebilir topraklar üzerindeki baskının artma­sından dolayı da sığırtmaçlığm yaygınlaştığı görülür.

İnsan toplumunun tarihöncesine değgin bütün bilgilerimizi bu iki araştırma alanından, etnoloji ile arkeolojiden elde etmemize karşın, bu iki bilim dalı henüz verimli bir eşgüdüm içine girmiş değildir. Etnoloji alanındaki bilgilerin bir arkeoloğa büyük yararlar sağlayacağını kimse yadsıyamaz. Bunu Tuna kültürüne ilişkin bir örnekle açıklayabiliriz. Ya­pılan kazılar, Tuna havzasındaki yerleşim merkezlerinin bütün bölge­de yoğun ve benzeşik bir dağılım gösterdiğini, ancak, bunların hiçbirin­de uzunca bir zaman oturulmadığını ortaya çıkarmıştır. Bu durumun açıklaması, Afrika'nın çeşitli yörelerinde bugün hâlâ varlığını koruyan koşullara bakılarak yapılabilir. Ekilebilir topraklar üzerinde bir yerle­şim yeri kurulur, sonra bu topraklar verimliliğini yitirinceye kadar iş­lenir, ekilir. Toprağın verimliliği tükenince de yerleşim merkezi terk edi­lir, ekiciler de kalkar başka bir yere giderler. Göçebe tarımıdır bu.

Arkeoloji, yok olmuş toplulukların maddi kalıntılarıyla uğraşır; top­lumsal örgütlenmeyle ilgili doğrudan doğruya hiçbir şey söylemez. Oy­sa bazıları, bu boşluğun günümüzde aynı maddi düzeyde varlıklarını sürdüren kabilelere ilişkin bilgilerimizle doldurulabileceğini yadsıyor­

2 V.C. Childe, Man Makes Him self (Kendini Yaratan insan), (Londra, 1936), s. 85. F. Heichelheim, Wirtschaftsgeschichte des Altertums (Eskiçağda Ekonomi). (Leiden, 1939), I, s. 48.

3 V.C. Childe. The Dawn of European Civilization (Avrupa Uygarlığının Doğuşu), (Üçüncü basım, Londra, 1939), s. 96-108.

Page 30: Thomson_Tarih Öncesi Ege

TO TE M C İLİK 2 9

lar. Gordon Childe soruyor, diyor ki: "Bu kabilelerin ekonomik ve mad­di kültürünün, AvrupalIların onbin yıl kadar önce geçtiği bir gelişme aşamasmda kaldığına bakarak, onların zihinsel gelişiminin o noktada donup kaldığını mı varsayacağız?"4 Sonra da bu soruya çok haklı ola­rak olumsuz bir yanıt veriyor. Ne var ki, sorun bu kadarla bitmiyor, iki bilgi kümesinin karşılaştırılabilir olduğu kabul edildiğine göre, uygun karşılaştırma yöntemini bulup ortaya çıkarma yükümlülüğüyle yüz yüzeyiz demektir. Bu, önemli olduğu kadar güç bir iştir. Burada ancak bazı yol gösterici ilkeler saptamakla yetinebiliriz.

Modern anamalcı uygarlık, olağanüstü bir hızla gelişen tarihöncesi Avrupa ve Yakındoğu kültürlerinin bağrından doğdu. Bu kültürlerin tersine, yeryüzünün öteki yörelerinde varlığını hâlâ koruyan ilkel kül­türlerse, geciktirilmiş ya da durdurulmuş bir gelişmenin ürünüdür. Hiç kuşkusuz bunlar iki uç örnektir ve bunların tartışmasına girmeden ön­ce bu karışıklığın çözümlemesini yapmanın bir yolunu bulmalıyız. Bu­rada bir eşitsiz gelişme sorunu söz konusudur.

Gordon Childe'ın belirttiği gibi, günümüzdeki bu kabilelerin top­lumsal kurumlan olduğu gibi kalmamıştır. Gelişmelerini sürdürmüş­ler, ama elbette bu gelişme egemen üretim biçiminin belirlediği yön­lerde olmuştur. Kaldı ki, sorunun anahtarı da buradadır. Sözgelimi, to­temcilik, dıştan evlenme ve erginleme törenlerinin Avustralya'da rast­lanan biçimlerini inceler ve başka yerlerde görülen aynı kurumlarla karşılaştırırsak, bunların uzun bir gelişme döneminden geçtiklerini ve olağanüstü bir yetkinliğe ulaştıklarım görürüz. Ama bunların hepsi de basit bir avcılık ekonomisine özgü kurumlardır. Başka bir deyişle, bu kabilelerin ekonomik gelişmesi nasıl durakladıysa, kültürü de öyle içe­dönük kalmıştır. Dolayısıyla, bu kurumlara Yontmataş Çağı Avrupa- sında aynı biçimde rastlanmasını bekleyemeyiz, ama şu ya da bu bi­çimde rastlamamız olasıdır.

Sonra, bu kabileler, salt geriliklerinden ötürü, ilişkiye girdikleri da­ha zengin ve ileri kültürlerin etkisine uzun bir dönem açık olmuşlar­dır. Kültürel yayılma hiç kuşkusuz bütün çağlarda görülen bir olaydır, ama etkileri belli bir birikim sonucunda kendini gösterir, günümüzde­ki bu kabilelerdeyse bu etkiler son derece uzun süreli ve güçlü olmuş­tur. Bu noktada da AvustralyalIlar uç bir örnektir. Çünkü Avustralya­lIlar, Yontmataş Çağı ekonomilerini korumakla birlikte, son zamanlar­da kendilerini hızla yutan Avrupa anamalcılığının etkisine girdiler. Bu­

4 Man Makes Himself, s. 51; bkz. n. 61.

Page 31: Thomson_Tarih Öncesi Ege

gün varlığını sürdüren ilkel topluluklara ilişkin bilgilerimizin, bunla­rın arasına giden tüccarlarımızın, misyonerlerimizin, devlet görevlile­rimizin ve etnologlarımızın bilgileriyle sınırlı olduğunu unutmamak gerektir. Bu ilkel topluluklar bazı durumlarda Güney Afrika'nın altın madenlerinde çalışan Bantular gibi açıktan açığa proleterleşmişlerdir. Bazı durumlardaysa bunların kendi kurumlan, İngiliz Sömürgeler Ba­kanlığı tarafından, dolaylı bir egemenliğin aracı olarak kullanılmak amacıyla, bile bile korunmuştur. Bu tür kültürler, ilişkilerinin sertliğin­den dolayı, ister istemez kendine özgü bazı özellikler gösterir. Bunlar ancak anamalcı sömürünün etkilerinin sistemli bir biçimde çözümlen­mesiyle açıklanabilecek özelliklerdir. Oysa hiçbir kentsoylu etnoloğun kendiliğinden üstlenmeye yanaşmayacağı bir iştir bu.

Bu durumda, konumuzu geliştirmek istiyorsak, karşılaştırmalı yön­tem, yararlanabileceğimiz ve yararlanmamız gereken bir araçtır. De Pradenne korkusuzca söylüyor "Tarihöncesi konusunda dar bir bakış açısıyla bir yere varılamayacağı kanıtlanmıştır, çünkü çıkmaza giril­mekte, yerinde sayılmakta ve bataklığa saplanılmaktadır. Bütün bir sü­reç boyunca karşımıza dikilen bütün sorunların üstüne üstüne gitmek, bir çözüme varmanın tek yoludur."5 Üstelik elimizdeki araçları yetkin- leştirinceye dek beklememiz de olanaksızdır. Çünkü araçları ancak kul­lanarak geliştirebiliriz. Gerçeği güruşığma çıkarabilmek için yanılma­yı göze alabilmek gerekir.

2, Totemciliğin Kökeni

Kabile toplumuna özgü büyüsel-dinsel bir sistemdir totemcilik. Ka­bileyi oluşturan her klanın doğadaki bir nesneyle bağıntısı vardır. To­tem adı verilen bu nesne, çoğu zaman ya bir bitkidir ya da bir hayvan. Klan üyeleri, totemi akraba bilirler ve onun soyundan geldiklerine ina­nırlar. Totem sayılan bitki ya da hayvanı yemek yasaktır,6 tam tersine totem türünü çoğaltmak amacıyla her yıl tören düzenlenir. Aynı tote­min üyeleri birbirleriyle evlenemezler.

30 TA R İH Ö N CESİ EGE

5 A.V. De Pradenne, La PrMstoire (Tarihöncesi Dönem), (Paris, 1938), s. 14.6 Burada yasak olan, totem türünün öldürülmesi değil, özellikle yenmesidir: B. Spencer ve F.J. Gillen,

Northern Tribes of Central Australia (Orta Avustralya'daki Kuzeyli Kabileler), (Londra, 1904), s. 149. Başka bir klanın totem türünün izinsiz yenmesi de yasaktır: Aynı yerde, s. 159, 296. B. Spencer ve F.J. Gillen, Native Tribes o f the Northern Territory of Australia (Avustralya'nın Kuzey Yöresindeki Yerli Kabileleri), (Londra, 1914), s. 324.

Page 32: Thomson_Tarih Öncesi Ege

TO TEM CİLİK 31

Bugün totemcilik en eksiksiz biçimiyle Avustralya'da aşağı avcılık evresindeki kabilelerde görülüyor. Totemciliğe az çok çözülmüş biçim­leriyle Amerika, Afrika, Hindistan ve Asya'nın öteki bazı yörelerinde de rastlanıyor.7 Avrupa, Sami ve Çin uygarlıkları ya totemciliğin so­mut uzantıları ya da bu ideolojinin kalıntıları sayılan birçok gelenek içeriyor. Totemci uygulamalardan doğan bu gelenekler derinlere kök saldıkları için dirençli oluyor.

Avustralya'daki totemcilik bizim için önemlidir, çünkü dolaysız bil­gi edinebildiğimiz en ilkel düzeyi gözler önüne sermektedir. Avustral­ya'daki totemciliğin şimdiki biçiminin bir çözümlemesini yaparak ilk baştaki biçimini ortaya çıkarabilir ve her iki biçimi tutarlı bir evrim sü­recine oturtabilirsek, genel olarak totemciliğin tarihi konusunda yak­laşık da olsa bir sonuca varmış sayılabiliriz.

Avustralya totemlerinin büyük çoğunluğu yenilebilir bitki ve hay­van türleridir.8 Geri kalanlar da çokluk ya taşlar ve yıldızlar gibi doğa­daki nesneler ya da yağmur ve rüzgâr gibi doğa olaylarıdır. Bu cansız totemler önceden varolan kalıba örnekseme yoluyla oluşturulmuştur ve ikincildir. Sistemin kökenini araştırırken daha çok bitkiler ve hay­vanlar üzerinde durmak gerekir; bunların çoğunun yenilebilir olması totemciliğin kökeninin yiyecek sağlamayla bağıntılı olduğunu düşün­düren önemli bir ipucudur.

Totem türünün çoğaltılması için düzenlenen törenler, çiftleşme mev­siminin başmda toteme bağlı olan klamn avlağında, totem merkezi de­nilen önceden belirlenmiş bir yerde gerçekleştirilir. Totem merkezi ge­nellikle söz konusu türün gerçek çiftleşme yeridir.9 Örneğin, tırtıl kla­nının atalarının, bugün tırtılların çoğalması için törenlerin düzenlendi­ği yere bir zamanlar hangi nedenle gelmiş olabileceklerini düşündü­ğümüzde, akla gelen tek yanıt tırtıl yemek için geldikleri olmaktadır.

Günümüzde klan üyelerinin totem türünü öldürmeleri değilse bile yemeleri yasaktır, ancak bu konuda kuraldışı örnekler de vardır. Orta

7 Hirıt-Avrupa totemciliği sorununa Frazer şöyle bir değinmiş [Totemism and Exogamy (Totemcilik ve Dışevlilik), Londra, 1910, 4, s. 12-14], Lowie ise bu sorunu gözardı etmiştir [Primitive Society (İlkel Toplum), New York, 1929, s. 131). Sami, Çin ve Hindistan totemciliği için bkz. W. Robertson Smith, Religion of the Semites (Samllerin Dini), (Üçüncü basım, Londra, 1927); M. Cranet, La Civilisation Chinoise (Çin Uygarlığı), (Paris, 1929), s. 180; O.R. Ehrenfels, Mother-right in India (Hindistan'da Ana Türesi), (Oxford, 1941).

8 Speneer ve Gillen’ın saydıkları iki yüz totem türünün yüz elliden fazlası yenilebilir türlerdir: Northern Tribes of Central Australia, s. 768-773.

9 Aynı yerde, s. 147, 288; J.C. Frazer, Totemica, (Londra, 1937), s. 59, 62, 69, 70, 99, 185, 189. Tören her yıl çiftleşme mevsiminin başında düzenlenir: Aynı yerde, s. 72, 78,195.

Page 33: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Avustralya'daki çoğaltma töreni sırasında klan başkanının totem tü­ründen bir parça yemesi zorunludur. Klan başkanı, bu durumu, büyü yapabilmek için "totemi içine alması" gerektiğini söyleyerek açıklıyor.10 Yasağın tören sırasında çiğnenmesi, ilk başlardaki genel bir uygulama­dan geliyor. Klan atalarının bir alışkanlık olarak, hatta salt kendi totem türlerini yiyerek besleniyormuş gibi gösterildikleri kabile gelenekleri bunu kanıtlıyor.11 Bu da, totemciliğin, avlanma uygulayımının son de­rece geri olduğu dönemlere kadar uzandığını, yiyecek aramaya kesin sınırlamaların konulduğu ve ancak belirli türlerin yenildiği dönemle­re kadar uzandığını gösteriyor.12 Totemci klan, beslendiği belli bir hay­van ya da bitki türünün ürediği yere gelen küçük bir göçebe topluluk ya da "sürü"den kaynaklandı. Şimdi geriye, bu durumun nasıl olup da karşıtına dönüştüğünü ortaya çıkarmak kalıyor.

Çoğaltma töreni sırasında, totemin, eğer bir bitkiyse büyümesi, bir hayvansa belirleyici davranışları, devinimleri ve çıkardığı sesler, kimi zaman da o hayvanın yakalanıp öldürülmesi oyunlaştırılarak sunulur. O hayvanın ya da bitkinin kılığına girmiş dansçılar genellikle o türü ku­sursuz bir biçimde yansılayarak dans ederler, kimi zaman da kayalara ya da toprağa onun resmini çizerler. Sanırız, bu gösterilerin ilk baştaki amacı, söz konusu türü daha kolay yakalayabilmek için onun davranış­larını olduğu gibi yansılamak, böylece onun alışkanlıklarını, devinim­lerini iyice öğrenmekti. Daha sonralarıysa, avlanma uygulayımının ge­lişmesiyle birlikte bu işlev yerini büyüsel bir denemeye bıraktı. Klan üyeleri başarıh bir avlanma eylemini önceden yansdayarak gerçek av­lanma sırasında gerek duyacakları güç ve yetiyi bedenlerinde toplamış oluyorlardı. Büyünün özü budur. Büyü, insanoğlunun gerçekliği denet­lediği yanılsamasının yaratılarak, gerçekliği gerçekten denetleyebilme­sinin sağlanması ilkesine dayanır. Gerçek uygulayımın yetersizlikleri­ni gideren aldatıcı bir uygulayımdır büyü. İnsan bilinci, üretim düzeyi­nin geriliğinden dolayı, henüz dış dünyanın nesnelliğinin tam anlamıy­la farkında değildir. Bu yüzden dış dünyayı dilediği gibi değiştirebile­ceğini sanır ve gerçek eylemde elde edilen başarıyı önceden düzenle­nen törene bağlar. Ama aynı zamanda, bir eylem kılavuzu olarak büyü

32 T A R İH Ö N C ESİ EGE

10 Northern Tribes o f Central Australia, s. 323; Native Tribes of the Northern Territory of Australia, s. 198; B. Spencer ve F.J. Gillen, The Arunta, (Londra, 1927), s. 82.

11 Northern Tribes o f Central Australia, s. 321, 324, 394, 405; The Arunta, s. 331, 332, 334, 339, 341, 342; bkz. G. Thomson, A/skhylos ve Atina.

12 Totem türünün tek besin durumuna geldiğini söylemek istemiyorum. Besin elde etme temelde yiyecek toplayıcılığa bağımlılığını sürdürüyordu. Ama avcıların üzerinde yoğunlaştıkları yiyecek totem türüydü.

Page 34: Thomson_Tarih Öncesi Ege

TO TEM CİLİK 33

ideolojisi önemli bir gerçeği de içerir: İnsanoğlunun dış dünya karşısın­daki öznel tutumu, dış dünyanın gerçekten değiştirilmesini sağlayabi­lir. Yansılama dansı sırasında güç ve yetilerini uyaran ve örgütleyen av­cılar artık hiç kuşkusuz eskisinden daha iyi birer avcı olmuşlardır.

Klan üyeleri totemleri olan türe büyük bir yakınlık duyar, dahası kendilerini onunla bir tutarlar.13 Beslenmelerini tırtıllardan sağlayan insanlar, tırtıllar semirdiğinde semirir, tırtıllar açlık çektiğinde açlık çe­ker, tırtılları denetimleri altına alabilmek için onların devinimlerini yan­sılar, böylece onlarla tam anlamıyla bütünleşirler. Kaldı ki, bu ilişkiyi kendilerinin tırtıl olduklarım söyleyerek dile getirirler. Dolayısıyla, klan yaşlılarınca kullanılan yetke atalara tapınmayı doğurduğunda14 insan biçiminde atalara değil de, totem hayvanı ya da bitkisi biçiminde ata­lara tapınılır.

Öyleyse, totemciliğin evrimindeki ilk aşamanın, ilkel sürünün fark­lı yiyecek kaynaklarının elde edilebilmesi amacıyla bölünmesiyle be­lirlenmesi gerekir. Ortaya çıkan bu topluluklar birbirleriyle bağlantıla­rını yitirdikleri sürece bu değişiklik niceliksel bir değişiklik olmaktan öteye gidemedi. Yani bir topluluk yerine iki topluluk çıkmıştı ortaya. Ama belli bir aşamaya gelindiğinde bu değişiklik niteliksel bir durum aldı. İki topluluk yiyeceklerini kendi başlarına elde etmekten vazgeçe­rek, birbirine bağımlı iki klan biçiminde bütünleşti. Her birinin üretti­ği yiyecek iki klan arasında bölüşüldü ve bu işbirliği düzeni totem tü­rünün dolaysızca edinilmesine konulan tabu aracılığıyla korundu. Baş­ka bir deyişle, totem türünün bulunduğu anda ve yerde yenilmesi ya­saktı, bölüşülmek üzere klana getirilmesi gerekiyordu. Her topluluk, ürünlerini öteki klanla paylaşan bir totem klanı durumuna geldi. Bu değiş tokuşun nasıl gerçekleştirildiğini daha ileride ele alacağız.

Üretim biçiminin gelişmesiyle birlikte bu sistem ekonomik temeli­ni yitirdi. Tırtıl arama artık özel bir uygulayım olmaktan çıktığından, tırtıl klanının işlevi totem türünün topluluk yararına artıp çoğalması­nı sağlamakla sınırlı salt biiyüsel bir niteliğe büründü,15 totem türü üze­rindeki tabu da artık ekonomik kökeninden koptuğu için saltıklaştı.

Bu arada törenler de değişikliğe uğradı. Artık totem türünün devi­nimlerini, davranışlarını yansılamak yerine, totem atalarının yaşamın­

13 Aruntalardan biri kendi fotoğrafını göstererek, "Bu tıpkı ben," demiş, “demek ki bir kanguru" (totemi kanguruydu); The Arunta, s. 80.

14 C. Landtman, Origin of the Inequality of the Social Classes (Toplumsal Sınıflardaki Eşitsizliğin Kökeni), (Londra, 1938), s. 125.

15 Northern Tribes of Central Australia, s. 327.

Page 35: Thomson_Tarih Öncesi Ege

daki olaylar kutlanıyordu. Bu değişikliği de Orta Avustralya'ya baka­rak inceleyebiliriz.16 Tören, totem türünün döllenmesi açısından hâlâ gerekli sayılmakta, ama bu iş artık dansın eyleme geçmeye çağırdığı atalar aracılığıyla yapılmaktadır. Bu biçimiyle tören, aynı zamanda klan geleneklerinin yeni yetişen kuşağa aktarılmasına da hizmet etmekte­dir.17 Böylelikle, üretim biçiminin ayrılmaz bir parçası olarak ortaya çıkmış bulunan bir yöntem, salt büyüsel-dinsel bir sisteme dönüştürül­müş olmaktadır. Kendi bağrından doğan bir toplum yapısının onay­lanmasını sağlayan bir sistemdir bu.

Avustralya'da totemcilik ideolojisi, doğa dünyasına ilişkin kapsam­lı bir kurama vardırıldı. Toplumsal organizma nasıl her birinin kendi totem türü bulunan birçok klandan ve klanlar topluluğundan oluşu­yorsa, doğa dünyası da (deniz, ırmaklar, dağlar, tanrısal varlıklar ve doğada varolan her şey) totemci örneğe uygun bir biçimde sınıflandı­rılmıştır. Çeşitli ağaç cinsleri o ağaçlarda yuva yapan kuş cinsleriyle aynı kümede toplanmış, su ise su kuşları ve balıklarla aynı kümeye so­kulmuştur.18 Doğanın topluma dayattığı örgütlenme yansıtılarak do­ğa dünyasına bir düzen verilmiştir. Dünyanın düzeni toplum düzeni­nin bir yansımasıdır; insanoğlunun doğa karşısındaki güçsüzlüğünden ötürü hâlâ basit ve dolaysız olan bir yansımadır bu.

Ekonomik gelişmenin bu ilk aşamada tıkanıp kalmadığı dünyanın daha başka yörelerinde sistem bütünüyle çöktü, geriye yalnızca ortak bir soydan esinlenen bir akrabalık duyarlığı, ayırt edici bir atalara tapınma, dıştan evlenme uygulaması, belli bir bitki ya da hayvanın salt biçimsel olarak tabu sayılması ve totem söylencelerinin çoğaltılması kaldı.

3. Dıştan Evlenmenin Kökeni

Klan üyeliğini belirleyen soydur. Geçen yüzyılda, Bachofen'in ar­dından etnologlar soyun ilk başta anadan geldiği konusunda birleşmiş­

3 4 TA R İH Ö N CESİ E g e

16 Aynı yerde, s. 297.17 Aynı yerde, s. 328-392; G. Landtman, Origin of the Inequality of the Social Classes, s. 21. 31; H. Webster,

Primitive Secret Societies (İlk İnsanlarda Gizli Dernekler), (İkinci basım, New York, 1932), s. 27. 32, 60, 140.

18 Native Tribes of South-East Australia, s. 454. 471; A. R. Radcliffe-Brown, "The Social Organisation of the Australian Tribes” (Avustralya Kabilelerinde Toplumsal Yapı). Oceania, (Melbourne/Londra, 1931); R.B. Smyth, The Aborigines of Victoria (Victoria Yerlileri), (Londra, 1878), c. I. s. 91; E. Durkheim ve M. Mauss, "De quelques formes primitives de classification”, Annie sociologique, (Paris. 1896); P. Radin, Indians o f South America (Güney Amerika Yerlileri), (New York, 1942), s. 141.

Page 36: Thomson_Tarih Öncesi Ege

T O TE M CİLİK 35

lerdi. Oysa bugün bu görüş Sovyetler Birliği dışında hemen herkesçe yadsınıyor, ancak üzerinde birleşilen başka bir görüş de getirilemiyor. Geçen yüzyılda kabul edilen görüş son zamanlarda Briffault tarafın­dan yeniden doğrulandı. Kanımca, karşıt görüştekilerden çok daha bü­yük bir çabayla derlediği çok sayıda belge ve bilgiyle Briffault eski gö­rüşün doğruluğunu kanıtlamış bulunuyor.

Günümüzdeki kabilelerde anayanlı soydan babayanlı soya geçildi­ğini gösteren birçok örnek saptanmasına karşın, bu sürecin tersini or­taya koyan hiçbir duruma rastlanmamıştır.19 Her ikisinin de hemen he­men eşit oranlarda ve genellikle birbirine karışmış olarak bulunduğu Avustralya'da, bazı bölgelerde yakın zamanlarda gelişmiş bir sistem olan dıştan evlenme sistemi yetkinleştikçe babayanlı soya da daha sık rastlanmaktadır. Ayrıca kadınların durumunda son zamanlarda mey­dana gelen değişikliklere ilişkin daha başka kanıtlar da vardır.20 Baş­ka yerlerdeyse anayanlı soydan babayanlı soya geçişin Avrupa kültü­rüyle kurulan bağlar sonucunda daha da geliştirildiği bilinmektedir. Bir zamanlar bir Chocta yerlisi karşılaştığı bir misyonere Amerika Bir­leşik Devletleri uyruğuna geçmek istediğini, çünkü o zaman kalıtının kız kardeşinin oğluna değil, kendi oğluna kalacağını söylemişti.21 Bu geçişin yeni gerçekleştiği Nijerya'da, yerliler bunu, baba-oğul ilişkisi konusundaki kendi kentsoylu değerlendirmelerinde direten İngiliz yar­gıçların etkisine bağlıyorlar.22

Eldeki kanıtlara bir bütün olarak göz attığımızda, avcılık evrelerin­de anayanlı soyun az çok ağır bastığını, ama sonraları çobanlık evrele­rinde hızla, tarım evrelerindeyse çok daha ağır bir biçimde gerilediği­ni görüyoruz.23 Bu da soy biçiminin üretim biçimiyle karşılıklı bir iliş­kisi olduğunu gösteriyor.

Avcılıktan önceki aşamada üretim diye bir şey yoktu, yalnızca to­humların, meyvelerin ve küçük hayvanların basit bir biçimde elde edil­mesi söz konusuydu ve dolayısıyla işbölümü diye bir şeyden söz et­

19 Bkz. E.W. Smith ve M. Dale, The lla-speaking Peoples of Northern Rhodesia (Kuzey Rodezya'da İla Dili Konuşan Halklar), (Londra, 1920), c. I, s. 292. Son zamanlarda toplum yaşamına paranın girmesiyle birlikte değişen anaerkil bir Hint topluluğu örneği için bkz. Mother-right in India, s. 62.

20 The Arunta, s. 150,167, 328, 340, 346.21 l . H. Morgan, Ancient Society (Eski Toplum), (Chicago, 1910), s. 166.22 C. K. Meek, A Sudanese Kingdom: an Ethnographical Study of the Jukun-speaking Peoples o f Nigeria (Bir

Sudan Krallığı: Jukun Dili Konuşan Nijerya Halkları Üzerine Etnografık Bir inceleme). (Londra, 1931), s. 49, 61.

23 Material Culture and Social Institutions o f the Simpler Peoples (İlkel Halklarda Maddesel Kültür ve Toplumsal Kurumlar), s. 150-154.

Page 37: Thomson_Tarih Öncesi Ege

36 TA R İH Ö N CESİ E g e

mek de olanaksızdı. Oysa kargının bulunmasıyla birlikte avcılık erkek­lerin işi oldu, kadınlarsa yiyecek toplama işini sürdürdüler. Kadınla­rın gebelik ve emzirme dönemlerinde eskisi kadar rahat devinememe- lerinden kaynaklandığı için24 bu cinsel işbölümü avcı kabilelerde ge­nel bir olgudur.25

Avcılık giderek hayvanların evcilleştirilmesine yol açtı. Av hayva­nı öldürülmüyor, canlı olarak eve getirilip bir yere kapatılıyordu. Do­layısıyla, sığırtmaçlık hemen her yerde erkek işidir.26 Öte yandan, yi­yecek toplayıcılığı da yerleşim merkezinin hemen yanındaki toprak parçalarına tohum ekimiyle sonuçlandı ve böylece bahçe tarımı da ka­dınların işi oldu.27 Daha sonraları, öküzle çekilen sabanın bulunmasıy­la birlikte çiftçilik de erkeklere geçti.28 Afrika'da sabanın yeni yeni kul­lanılmaya başlandığı yörelerde çiftçiliğin kadınlardan erkeklere geçi­şini bugün de gözlemlemek olasıdır.29

Kadınla erkeğin üretim biçimiyle olan ilişkilerinde görülen bu yer değiştirmeler babayanlı soyun ortaya çıkışını açıklıyor. Bu süreç avcı­lıkla başladı, sığır yetiştiriciliğiyle yoğunluk kazandı, ama tarımın ilk evresinde tersyüz oldu.

Bazıları, soy ilk başta anayanlı olduğuna göre nasıl oluyor da en ge­ri halkların bir bölümü soylarının baba yanından geldiğini varsayıyor, buna karşılık daha ileri kimi halklar eski biçimi koruyor diye bir soru sormuşlardır. Bu soru, avcılık ekonomisine özgü cinsel işbölümünün

24 S. Zuckermann, “The Biological Background of Human Social Behaviour", Proceeding of the Second Conference on the Social Sciences at the Institute of Sociology ("Sosyoloji Enstitüsü'nde Yapılan Toplum Bilimleri Konulu ikinci Konferansın Tutanakları" adlı kitapta “ insanın Toplumsal Davranışının Biyolojik Temelleri" bölümü), (Londra, 1936), s. 10.

25 B. Malinowski, The Family Among the Australian Aborigines (Avustralya Yerlilerinde Aile), (Londra, 1913), s. 275-283; H.H. Bancroft, Native Races of the Pacific States of North America (Kuzey Amerika'nın Pasifik Kıyısındaki Eyaletlerinde Yaşayan Yerli Irklar), (Londra, 1875-76), c. I, s. 66, 131, 186, 196, 218, 242, 261-65, 340; Wirtschaftgeschichte des Altertums (Eskiçağda Ekonomi), c. I, s. 14, Erkeklerin yalnızca silahlarıyla dolaşmalarının gerekliliği yükleri niçin kadınların taşıdığını açıklıyor: H. Basedow, The Australian Aboriginal (Avustralya Yerlileri), (Adelaide, 1929), s. 112; J. Roscoe, The Bağanda, (Londra, 1911), s. 23; Origin o f the Inequality of the Social Classes, s. 15.

26 Aynı yerde, s. 15; E. Westermarck, The Origin and Development of Moral Ideas (Ahlaksal Fikirlerin Doğuşu ve Gelişmesi), (Londra, 1906-8), c. I, s. 634, c. II, s. 227.

27 Material Culture and Social Institutions of the Simpler Peoples, s. 22: Wirtschafi-geschichte des Altertums, c. I, s. 14; bkz. Hold. Pont. RP. s. 23; Eus. PE. 6.10.18.

28 R.H. Lowie, Primitive Society (ilkel Toplum), (New York, 1929), s. 71,174,184; Mon Mokes Himself (Kendini Yaratan insan), s. 138.

29 E.J. Krige, Social System of the Zulus (Zulu'larda Toplumsal Dizge), (Londra, 1936), s. 190: "Bugünlerde bu kural [toprağın kadınlar tarafından işlenmesi) büyük ölçüde Avrupa uygarlığının etkisi yüzünden gevşemiş bulunuyor, öküzlerin koşulduğu sabanın kullanılmasıyla birlikte çift sürme işini tümden erkekler üstlendi, çünkü kadınlar öküzlerle başa çıkamamakta."

Page 38: Thomson_Tarih Öncesi Ege

TO TEM CİLİK 37

doğası gereği o ekonomiye babayanlı soya yönelik bir eğilim kazandır­dığı ileri sürülerek yanıtlanabilir. Günümüzdeki avcı kabilelerin bü- vük bir bölümünün babayanlı olmalarının nedeni ekonomik yaşamla­rının o düzeyde tıkanıp kalmış olmasıdır. Ne var ki, ileride de görece­ğimiz gibi, uygar halkların tarihöncesinde anayanlı soyun, etnolojik bilgilere bakarak umabileceğimizden çok daha ileri bir aşamaya kadar varlığını koruduğu göze çarpıyor. Bu olgu da bu halkların avcılıktan tarıma hızla geçmiş olmalarıyla açıklanabilir.

On dokuzuncu yüzyıl uzmanlarının yanılgısı, anayanlı soyun köke­nini hesaba katma çabalarında yatıyordu. Morgan, toplumun ilk aşa­malarına denk düştüğünü varsaydığı ortaklaşa evlilik koşullarında ço­cukların babaları bilinmediği için ister istemez analarının klanına bağ­lı sayıldıklarını ileri sürüyordu. Ama o koşullarda çocuğun anasının ya da babasının kim olduğu hiç önemli değildi.30 Ortaklaşa evliliği çöker­ten de, bireysel mülkiyet haklarının gelişmesi sonucunda ana ve baba- nııı ilerici bir biçimde tanımlanması oldu. Dolayısıyla Morgan'm kura­mının bu noktada düzeltilmesi gerekir.

Bol bol bilgi edinme olanağı bulduğumuz birbirine epey uzak iki Avustralya kabilesinde, evli erkeklerin yakaladıkları avın bütününü ya da en iyi parçasını karılarının ana-babasına vermelerini zorunlu kılan ayrıntılı kurallara rastlıyoruz.31 Benzer kurallar dünyanın başka yerle­rinde de karşımıza çıkıyor.32 Bu kurallar, erkeklerin gidip karılarının klanında, kadınları merkez alan anayanlı bir klanda yaşadıkları bir top­lum düzeninin göstergesidir.

Yukumbil adlı başka bir Avustralya kabilesinin eskilere uzanan bir geleneğine göre, erkekler ava giderken kanlarıyla çocuklarını da yan­larına alırlarmış, ama sonraları çocukları yaşlı bir kadının gözetimin­de geride bırakmayı uygun görmüşler.33 Avcılığın gelişmesiyle doğan işbölümü halkın belleğinde iyice yer etmiş. İlk kurulan kampı kadın­lar çekip çeviriyordu. Klan, kadınları merkez alıyor ve çocuklar hangi klanda doğmuşlarsa o klana bağlı sayılıyorlardı.

30 Yeni Britanya Adasında yaşayan bir yerli kendisinin iiç anası olduğunu ileri sürerek böbürleniyordu. Üstelik kadınlar da "Onu üçüm üz doğurduk," diyorlardı: J.G. Frazer, Totemism and Exogamy (Totemcilik ve Dışevlilik). (Londra, 1910), c. I, s. 305.

31 The Arunta, s. 494; Howitt, Native Tribes o f South-East Australia, s. 756-66.32 A.C. Haddon, Reports o f the Cambridge Anthropological Expedition to the Torres Straits (Cambridge

Tarafından İnsanbilimsel İncelemeler Amacıyla Torres Boğazına Yapılan Gezi Raporlan), (Cambridge, 1908), 5, s. 149-50; R. Briffault, The Mothers (Analar), (Londra, 1927), c. I. s. 268-430.

33 A. R. Raddiffe-Brown. 'Totemism in Eastern Australia", Journal o f the Anthropological Institute (Antropoloji Enstitüsü Gazetesi'nde "Doğu Avustralya'da Totemcilik” başlıklı yazı), (Londra, 1872), s. 403.

Page 39: Thomson_Tarih Öncesi Ege

38 T a r i h ö n c e s İ E g e

İlkel sürüde ister istemez içten evlenme kuralı egemendi. Avustral­ya geleneği bu olguyu anımsatan ipuçları da içeriyor. Kabile ataları kendi totemlerinin kadınlarıyla gelişigüzel cinsel ilişkide bulunuyor- larmış gibi gösteriliyorlar.34 İlkel sürüden kabileye (dıştan evlenme ku­ralına dayalı klanlar toplancasma) geçişin, basit yiyecek edinme aşa­masından üretim aşamasına geçiş tarafından zorunlu kılındığını; klan­ların ekonomik karşılıklı bağımlılığının totem türüne konulan bir tabu biçimini aldığını ve bunun da her klanı kendi avlağında edindiği yiye­cekleri öteki klanlarla paylaşmak zorunda bıraktığını söylemiştim. Pe­ki, bu klanlar neden soyundan geldikleri ilkel sürü gibi kendi içlerin­de çoğalmayı sürdürmüyorlardı? Başlangıçta her klanın yalnızca özel bir yiyecekle geçindiğini, erkeklerin evlendikleri kadının klanında ya­şadıklarını ve emeklerinin ürünlerini o klanın üyelerine verdiklerini nedenleriyle birlikte görmüştük.

Bu koşullarda, başka klanlardan koca alma uygulaması, her klanın kendi üretmediği yiyecekleri de elde etmesini ve böylece yiyecekleri­ni çoğaltmasını sağladı. Dıştan evlenmenin başlangıçtaki işlevi, yiye­cek dolaşımının gerçekleştirilmesiydi.

Kabile, düşük üretim düzeyince belirlenen, dıştan evlenmeyle ger­çekleştirilen, yansılama büyüsüyle bütünleştirilen ve ideolojik izdüşü­münü hayvansı atalara tapınma biçiminde bulan bir işbölümü teme­linde ilkel sürüden evrilip ortaya çıkan çok-gözeli bir organizmadır.

Aşağı Avcılık evresindeki kabileler arasında bu totem kurumlan, doğrudan doğruya başlangıçtaki ekonomik işlevlerinden doğup geliş­miş olmalarına karşın, hâlâ kabilelerin kendileri kadar kalıcı ve belir­lenmiş olan uyumlu bir sistem oluşturmaktadır. Ama kabile yapısı, ço­banlık ya da çiftçilik ekonomisi koşullarında çözüldüğünde, kutsal bit­ki ya da hayvanla ilgili yansılama dansları ve resimleriyle, tüm canlı­ların akrabalığına ilişkin örtük kuramıyla birlikte totem büyüsü ve onun dış dünyanın denetim altına alınmasını sağlayan somut işlevi de dağı­lır ve üretim güçlerinin daha da gelişmesi sonucunda boy atan yeni iş- bölümleriyle beslenen ve sanatlar, bilimler, söylenceler, dinler, felsefe­ler biçiminde ortaya çıkan birbiriyle bağıntılı bir yığın etkinliğe dönü­şür. Basit yiyecek edinmeden üretime geçiş, insanoğlunun hayvanlar­dan ayrıldığı andan başlayarak, insan kültürünün üzerinde gelişeceği temeldir artık.

34 B. Spencer ve F.J. Gillen, Native Tribes of Central Australia, (Londra, 1899), s. 419.

Page 40: Thomson_Tarih Öncesi Ege

4. Totemcilikte Doğum ve Ölüm Çevrimi

Totemcilik bireyin yaşam tarihi üzerinde de izini bıraktı.Başlangıçta bütün çalışma ortaklaşaydı. Birey ancak bir topluluğun

üyesi olarak sürdürebiliyordu varlığını, topluluk dışında varlığım sür­dürmesi olanaksızdı. Topluluğun çoğalması, geçim araçlarının üretil­mesinden ayrüamazdı.

Avcılıkla geçinen kabilelerde, daha önce sözünü ettiğimiz cinsel iş­bölümünün yanı sıra klan üyeleri çocuklar, yetişkinler ve yaşlılar diye sınıflara ayrılırlar. Çocuklar yiyecek toplama işinde kadınlara yardım eder, erkekler avlanır, yaşlılarsa yönetir ve denetler.35 Bu yaş sınıfları işlevsel bir temele dayanır. Gençlerle yaşlılar yiyecek bakımından ye­tişkinlere bağımlıdır. Dolayısıyla, bu yaş sınıflarının en basit biçimleri avcılıktan öncelere rastlar. İlk başlarda iş göremez olanlar ölmeye bı­rakılırdı, ama daha sonraları yaşlılar uzun deneyimleri sonucu bütün gelenek ve görenekleri doğal olarak çok iyi bildiklerinden ekonomik bir değer kazandılar ve böylece topluluğun ürün fazlası üzerinde hak sahibi oldular.

Öte yandan, çocuk edinme her zaman yiyecek edinme kadar dirim­sel bir işti. Gençlerin tüm eğitimi bu iki uygulayım üstünde yoğunlaş­mıştı ve kadının çoğalmadaki rolü erkeğinkinden çok daha belirgin ve zor olduğundan çoğalmaya yardımcı olmak üzere yaratılan büyü da­ha başından dişil bir damga taşıyordu.

Bir yaş sınıfından öbürüne geçiş, erginleme törenleriyle gerçekleş­tirilir. Bu törenlerin en önemlisi, ergenlik çağında düzenlenenidir; üre­tim ve çoğalma konularında eğitilen delikanlı topluluğun tam bir üye­si olur artık. Bu canalıcı değişikliğin (bedensel, zihinsel, toplumsal, eko­nomik) önemi, ilkel düşüncedeki anlatımını, bireyin tören sırasında ölüp yeniden doğduğu inancında bulur.36 Bu, bütün bir din tarihinin temelinde yatan ana kavramlardan biri olduğundan ne anlama geldi­ğini kavramak önemlidir.

Yeni doğan bir çocuk, klan atalarından birinin yaşama geri dönme­si, klan toteminin yeniden bir bedene kavuşması olarak karşılanır.37

TO TEM CİLİK 39

35 Bu konuda yapılmış en iyi İnceleme hâlâ H. Webster'in Primitive Secret Societies (ikinci basım, New York, 1932) adlı yapıtıdır. Başlı başına kadınların erginlenmesine ilişkin bir yapıt yoktur.

36 Bkz. A. L. Cureau, Sovage Man in Central Africa (Orta Afrika'da Yabanıl insan), (Londra, 1915), s. 167: “Yerliler fiziksel yaşamdaki bütün önemli olayları, ardından bir dirilişin geldiği ölümle özdeşlerler.”

37 R. Karsten, The Civilisation o f the South American Indians (Güney Amerika Yerlilerinin Uygarlığı), (Londra, 1926), S. 416: “Bir çocuk dünyaya geldiği zaman, varedilen yaşam yeni bir yaşam değildir.

Page 41: Thomson_Tarih Öncesi Ege

4 0 TA R İH Ö N CESİ E g e

Dünyanın hemen her yerinde çocuğa dedelerinden birinin adını verme göreneği buradan kaynaklanmaktadır;38 adı verilen kişinin ölmüş ol­masını gerektiren kuralla çoğu zaman ilintili bir görenektir bu.39 Ad, to­teme ilişkin bir simgedir, bu yüzden de büyüseldir. İlkellerin adlarım yabancılara söylemeye yanaşmadıkları çok iyi bilinir. Çünkü bu adlar toteme değgin gizlerdir.40 Bu düşünceler öylesine köklüdür ki, kendi dil ailemizde bile name (ad) ve mark (işaret), kin (akraba) ve know (bilme, tanıma) sözcüklerinin kökeninde (latincesi nomen, nota, gens, gnosco) or­tak bir temel görülür. Ad ile işaret aynı şeydir; ad sözlü olarak, işaret ise görsel olarak, o ad ya da işareti taşıyanda cisimleşen totemi dile ge­tirirler. Erkek akraba taşıdığı ad ya da işaretle, yani totemiyle bilinir.

Klanın atası bir çocuk olarak nasıl yeniden doğarsa, çocuk da ergen­lik çağma eriştiğinde bir çocuk olarak ölür ve bir erkek ya da kadın ola­rak yeniden doğar. Bu olay ona yeni bir ad verilerek belirlenir. Yetiş­kinin yaşlılığa geçmesi de aynı biçimde gerçekleştirilir. Gerçi bu ikin­ci aşama birincisi kadar kalıcı olmamıştır, ama gene de otacılığa ya da büyücülüğe alınma törenlerinde varlığını yaygın bir biçimde sürdür­mektedir. Bu törenlerde de çırağa yeni bir ad verilir.41 Yaşlı bir adam en sonunda öldüğü zaman en yüksek sınıfa, totem atalarının arasına girmiş sayılır, zamanı geldiğinde bu sınıfın içinden yeniden ortaya çı­karak aynı çevrimden bir kez daha geçecektir. Doğum ölümdür, ölüm de doğum. Doğum ve ölüm, sonsuz bir değişim sürecinin birbirini bü- tünleyen iki yönüdür.

Üyeliğe alman kişinin yeniden doğuşu oyunlaştırma yoluyla sunu­lur. Çoğu zaman son derece gerçekçidir tören. Ölme ve dölyatağından doğma eylemi olduğu gibi yansılanır, otacılığa ya da büyücülüğe alı­nacak olan çırak, bir tanrı ya da ruh tarafından yutulup kusuluyormuş gibi devinimlerde bulunur.42 Daha ileri kültürlerde tören daha ince bi­

Doğan çocuğun varlığında yeniden dünyaya gelen atalardan birinin yaşamıdır. Öte yandan, bir yerli ölünce yaşamı sona ermez. Ölüm, yaşamın sona ermesi demek değildir, bir yaşam biçiminden başka bir yaşam biçimine geçiştir yalnızca."

38 Totemism and Exogamy, 2, s. 302, 453, 3, s. 298; The Civilisation of the South American Indians, s. 417; Social System o f the Zulus, s. 74; A.C. Hollis, The Masai, their Language and Folklore (Masai Halkı, Dilleri veTöresel Yaşamları), (Oxford, 1905), s. 305.

39 Ancient Society (Eski Toplum), s. 78; J. H. Hutton, The Sema Nagas, (Londra, 1921), s. 237; A. Playfair, The Caros, (Londra, 1909), s. 100.

40 Totemism and Exogamy (Totemcilik ve Dışevlilik), c. I, s. 196-7, 489.41 Native Tribes o f South-East Australia (Güneydoğu Avustralya’daki Yerli Kabileleri), s. 738; A. Van

Gennep. Les rites de passage (Geçiş Törenleri), (Paris, 1909), s. 89; Webster. Primitive Secret Societies (İlkel insanlarda G izli Dernekler), s. 174-5.

42 Primitive Secret Societies, s. 38; J. Hastings, Encyclopaedia of Religion and Ethics (Din ve Ahlâk

Page 42: Thomson_Tarih Öncesi Ege

TO TEM CİLİK 41

çimler alır. Sözgelimi, büyü uykusu ya da büyü düşünde çırak bir ço­cuk olarak yatırıldığı uykudan bir yetişkin olarak uyanır43 ya da yeni kimliğine bürünmeden önce eski kimliğinden kurtulması gerektiği dü­şüncesiyle erkek çocuksa kız çocuk gibi, kız çocuksa erkek çocuk gibi giydirilir.44 Erginleme töreninden geçecek adaylar köyden alınıp götü­rüldüklerinde, anaları, sanki ölmüşler gibi arkalarından yas tutar. Aday­lar törenden döndükleri zaman konuşmasını ve yürümesini bilmeyen ya da akrabalarını tanımayan küçük çocuklar gibi davranırlar.

Bu törenlerin yaygın özelliklerinden biri de bedenin bir parçasının ameliyat edilmesi ya da kesilmesidir. Kızlık zarının delinmesi, sünnet derisinin kesilmesi ya da alttan yarılması, dişlerden birinin çekilmesi, saçların kesilmesi gibi işlemlerdir bunlar 45 Kızlık zarının delinmesi dı­şında, bunların hiçbiri yararcı bir değer taşımaz; sünnetin de başlan­gıçta kızlık zarım delme töreninden örnek alındığı ileri sürülmüştür.46 Bütün bu örneklerde, kesilen parçanın özenle saklanması zorunludur.47 Dolayısıyla, bu işlemler, ölülerin yeniden doğabilmeleri için bedenle­rinin tümü ya da bir parçasının alıkonulduğu gömme törenleriyle bel­li bir koşutluk gösterir. Yeryüzünün birçok yerinde, ölünün, kollarıy­la bacakları göğsünün üstünde toplanmış olarak iki büklüm durumda gömülmesinin temelinde de aynı ilke yatar; böylece çocuğun dölyata- ğındaki duruşu benzetlenmiş olur.48

Ayrıca bir de arındırma ve sınama törenleri vardır. Gençler su ya da kanla temizlenir, ırmak ya da denizde yıkanır ya da ateşten geçirilir­ler; kimi zaman da zorlu engelleri aşmak zorunda oldukları yarışlara girer ya da çokluk ölümle sonuçlanan düzmece dövüşlere sokulurlar; bayılıncaya dek kamçılanırlar, kulak memeleri ya da burunları delinir, bedenlerinde yaralar açılır ya da dövmeler yapılır. Bu sınama törenle­rinin çoğunda rastlanan bedensel acı çekme her yerde başarısızlığın ye­tersizlik ve aşağılanma anlamına geldiği bir güç sınaması olarak açık­

Ansiklopedisi). (Edinburgh, 1908-18). 7, s. 318: "Benediktin rahipliğine alınma töreninde rahip adayı dört mumun arasına yatırılır ve üzerine bir kefen örtülerek bir ölü için yapılan işlemler yapılır, orada bulunan topluluk da hep bir ağızdan Mezmurlar Kitabından 51. Mezmuru okur."

43 Totemisin and Exogamy, 3, s. 370-456; Primitive Secret Societies, s. 154.44 W.R. Halliday, “The Hybristika", Annual o f the British School at Athens (Atina Ingiliz Okulu Yıllığı),

(Londra, 1894), 16, s. 212 .45 Primitive Secret Societies, s. 32-8.46 The Mothers (Analar), s. 325-33.47 Primitive Secret Societies, s. 36.48 E.D. Earthy, Vaknge Women (Oxford, 1933) adlı yapıtında, "amacın, çocuğu dünyaya geldiği sıradaki

koşullarda ve durumda gömmek olduğunu" açıkça belirtir.

Page 43: Thomson_Tarih Öncesi Ege

4 1 TA R İH Ö N CESİ EGE

lanır.49 Çoğu zaman töreni yöneten yaşlılar sınamanın acımasızlığını bile bile artırırlar, böylece gençleri iyice sindirerek onlarda tartışmasız boyun eğme alışkanlığının yer etmesini sağlamaya çalışırlar.50 Ama bü­tün bunların ardında bedensel istekleri körletme ya da arındırma, döl­lendirme ya da yeniden doğuş dürtüsü yatar. Nasıl kirlenme hastalık, hastalık da ölüm anlamına gelirse, arındırma da yaşamın yenilenmesi anlamına gelir.

En sonunda gençlere cinsel ve toplumsal davranışla ilgili bilgiler ve­rilir. Bu iş vaızlar, sorgulamalar ve yansılama danslarıyla ve kutsal nes­nelerin, özellikle de cinsellik simgelerinin açıklanmasıyla gerçekleşti­rilir.51 Tören tümüyle gizlidir; yerleşim merkezinin uzağında, genellik­le önceden hazırlanmış bir tören alanında yapılır. Yaşlılar ve erginle­me töreninden geçmiş yardımcılar dışında herkes tören alanından uzak­laştırılır ve oraya yaklaşırlarsa ölüm cezasına çarptırılacakları yolunda uyarılır. Çoğu zaman gerçek erginleme töreninden önce adaylar de­nenmek amacıyla bir süre yalnız bırakılırlar, törenden sonra salıveri­lince de yaptıkları, gördükleri ya da duydukları konusunda törenden geçmemiş olanlara hiçbir şey söylememeleri yolunda sıkı sıkıya tem­bihlenirler.

5. Totemcilikten Dine

Totemcilik gelişmiş dinden, Tanrı yakarılarına başvurulmamasıyla, buyrukların bulunmasıyla ayrılır. Tapınıcılar kendi istemlerini toteme büyünün zorlayıcı gücüyle dayatırlar52 ve bu ortaklaşa zorlama ilkesi topluluğun her bir üyeden ve üyelerin tümünden üstün tutulduğu bir toplum düzeltine uygun düşer. Bütün topluluğun birleşik çabası top­luluğun varlığını korumayla sınırlı kaldığı sürece, bireysel yetilerle ka­zanılan saygınlık dışında hiçbir ekonomik ya da toplumsal eşitsizlik söz konusu olamaz.53 Avustralya'da durum hâlâ böyledir. Kabilenin

49 Primitive Secret Societies, s. 34-5.50 Aynı yerde, s. 59-66.51 Aynı yerde, s. 49-58. Avcı kabilelerin çoğunda delikanlılar erginleme törenlerinin hemen ardından

evlendirilir ve evlenme sırasında ayrı bir tören yapılmaz. Delikanlıların erginleme töreni sırasında verdikleri sınavlar evlilik için bir önkoşul sayılır ve bazan gelinin klanından erkekler tarafından uygulanır. Sonradan bütün dünyada yaygınlaşan evlenme öncesi yarışmalar buradan kaynaklanmıştır.

52 J.G. Frazer, Totemica, (Londra, 1937), s. 257.53 Aşağı Avcılık evresinin kabilelerinde yaşlıların durumu, C. Hose ve W. McDougall'ın Pagan Tribes of

Borneo (Londra, 1912), ve B. Spencer ve F.j. Gillen'in The Arunta (Londra, 1927) adlı yapıtlarında

Page 44: Thomson_Tarih Öncesi Ege

TO TE M CİLİK 43

başındaki adamın durumu herkesin onayına bağlıdır. Avustralya ka­bilelerinde ne şefler vardır, ne de tanrılar.

Din adını verdiğimiz şeye özgü daha ileri tapınma biçimleri, azınlı­ğın çoğunluğun sırtından geçinmesini olası kılan üretim fazlasını ge­rektirir. Başkanlık giderek seçime dayanma niteliğini yitirir, soydan geçme bir şeflik olur çıkar. Toteme yakanlar ve övgülerle yaklaşılır, to­tem insan biçimine bürünür ve Tanrı olur.34 Uyrukları için şef neyse, topluluk için de Tanrı odur. Tanrı, ideal şefe yakıştırılan tüm nitelik­lerle donatılır. Tanrı'ya, gerçek şefe sunulan hizmetlerin örnek alındı­ğı törenlerle tapınılır.55 Bir Yunan atasözünde belirtildiği gibi, arma­ğanlar tanrıları da yola getirir, yüce kralları da.56 Tanrı düşüncesi kral­lık gerçekliğinin bir izdüşümüdür. Ama insan bilincinde bu ilişki ters­yüz edilmiştir. Kralın gücünü Tanrı'dan aldığına inanılır ve kralın is­temi Tanrı'nın istemi olarak kabul edilir.

Kendi doğrulanışını tanrısal güçlerde bulan sınıf ayrıcalığının daha da artması, bu tanrısal güçlerin gitgide karmaşıklaşmasına yol açar. Egemen klan, yetkesini genişlettikçe, öteki klanların totem tanrılarını kendine bağlar ve kendi totem tanrısına katar. Egemen klanın totemi, kabilenin ya da kabileler birliğinin tanrısı durumuna gelir ve en sonun­da da devletin tanrısı olur. Kimi tanrılar öteki tanrılara üstün gelir; kral­lar ve ülkeler arasında patlak veren savaşlar bir kez de gökyüzünde ve­rilir. Mısır firavunlarının görkemli giysilerini süsleyen totem belirtke- leri gerçekte kabilelerin çözülerek bir krallık altında birleşmelerini sim­geler. Tigris (Dicle) ve Euphrates (Fırat) kentleri arasındaki bitmek tü­kenmek bilmeyen düşmanlıklar ve savaşların yansıması, Babil tanrıla­rının birleşik ve değişken niteliklerinde görülür.57

Ama gene de bu tanrılar kökenlerinin izini hiçbir zaman sırtların­dan atamamışlardır. Hâlâ hayvan kılığına bürünüp cisimleşebilmekte- dirler; hâlâ çevrelerinde uşakları ya da belirtkeleri olarak ortaya çıkan

çok güzel anlatılmıştır: "Başlı başına yaşlılık hiçbir ayrıcalık getirmez, yaşlılık ancak özel bir yetenekle birleştiği zaman belli bir ayrıcalık sağlar, kabilenin şefi diye bir şey kesinlikle yoktur."

5 4 Northern Tribes o f Central Australia (Orta Avustralya'daki Kuzeyli Kabileler), s. 490-1; Native Tribes of South-East Australia (Güneydoğu Avustralya'daki Yerli Kabileleri), s. 488-508.

55 A Sudanese Kingdom: an Ethnographical Study o f the Jukun-speaking Peoples o f Nigeria (Bir Sudan Krallığı: Jukun Dili Konuşan Nijerya Halkı Üzerine Etnolojik Bir inceleme), s. 217.

56 Platon (Eflatun), Devle t, (Üçüncü basım, Haziran 1975, Remzi Kitabevi, Çevirenler: S. Eyüboğlu - M. Ali Cim coz), 390.

57 Totemism and Exogamy (Totemcilik ve Dışevlilik), 1, s. 81. 2, s. 139,151,166; A. Moret ve G. Davy, From Tribe to Empire (Kabileden İmparatorluğa). (Londra. 1926), s. 143-5; W. Robertson Smith, Religion o f the Semites (Samilerin Dini), (Üçüncü basım, Londra, 1927), s. 73; F. Engels. Ludwig Feurbach, s. 65-9.

Page 45: Thomson_Tarih Öncesi Ege

kutsal hayvanlar dolaşmaktadır;58 hâlâ olağandışı bir biçimde hayvan­lar tarafından dünyaya getirilmektedirler. Dinsel simgecilik hâlâ Taıı- rı'nm kökeninde yatan hayvanların izlerini taşımaktadır.

Totemin tanrıya dönüşmesiyle birlikte totem töreninin yerini de kur­ban töreni aldı. Çoban toplulukların çoğunda sığırların etinden değil, sütünden yararlanılır ve dolayısıyla da özellikle ineklerin etinin yenil­mesi yasaktır.59 Böylece totem tabusu yeni bir işleve uyarlanmıştı. Bu arada çoğaltma töreni de ortak bir şölene dönüşmüştü; klan üyeleri za­man zaman şeflerinin yönetiminde bir araya geliyor ve tören gereği kutsal sürülerin etinden bir parça alıyorlardı. Şölen bir kurbanla başlı­yordu; yani ilk kesilen et klan üyeleriyle birlikte sofraya oturan klan tanrısına sunuluyordu. Çünkü klan tanrısı klan üyelerinin akrabasıy- dı ve şeflerin şefi sayıldığı için klan şefinden önde geliyordu. Tarım topluluklarında, ilk hasadın Tanrı'yı simgeleyen şef ya da rahibe su­nulması da, ekin böliişülürken ilk payın şefe ayrıldığı zamanlardan kal­ma bir görenektir.60 Daha sonraları bile, gizemsel derneklerin törenle­rinde de aynı örneğe rastlanabilir. Sınıf çatışmaları karşısında belleri bükülen ve ezilen insanlar, rahiplerinin yönetimi altında, tanrılarının etini yiyip kanını içiyor, böylece yitirilmiş bir eşitliğin yanılsamasıyla besleniyorlardı. Kullarının yaşayabilmesi için Tanrı'nın ölmesi gerek­tiği inancı, daha o zamanlar, örtük bir biçimde de olsa totem törenle­rinden birinde vardı; her yıl düzenlenen bu törende kutsal hayvan öl­dürülür, böylece çoğalacağına inanılırdı. Dinsel tören nasıl totem ya­sağının tören sırasında çiğnenmesinden kaynaklanmışsa, paylaşım tö­reni de klanın ortaklaşa emeğiyle yaratılan zenginliğin ortaklaşa ola­rak tüketilmesinin yüceltilmiş bir imgesidir.

6. Yontmataş Çağı Avrupasında Totemcilik

Çağdaş arkeologların çoğu karşılaştırmalı yöntemi yadsıyor.

4 4 T A R İH Ö N C ESİ Eg e

58 ilinti kurulan nesne ilk ağızda tanrısal gücün bir yığınağı olarak görülür; The Civilisation of the South American Indians (Güney Amerika Yerlilerinin Uygarlığı), s. 207.

59 Religion o f the Semites, s. 223;). Roscoe, The Bakitara or Banyoro, (Cambridge, 1923), s. 6; Social System o f the Zulus (Zulu'larda Toplumsal Dizge), s. 55. Bu kural evrensel değildir:). H. Hutton, The Sema Nagas, Londra, 1921; P. R. T. Gurdon, The Khasis, Londra, 1914. Daha sonraları saban öküzünün kesilmesi de yasaklanmıştır.

60 Religion o f the Semites (Samilerin Dini), s. 244-54.

Page 46: Thomson_Tarih Öncesi Ege

TO TEM CİLİK 4 5

Yalnızca arkeoloji tarafından bilinen bazı halkların bazı şeyleri nasıl ger­çekleştirmiş ya da nasıl açıklamış olabileceklerini gözler önüne serebil­mek için sık sık günümüzdeki ilkellerin düşünce ve uygulamalarına başvuracağız. Ne var ki, günümüzdeki bu tür uygulama ve inançların somut olarak gözlemlenen eski nesneler, yapılar ya da işlemlere ilişkin birer açıklama ya da yorumlama olarak kullanılmaları dışında hiçbir geçerlilikleri yoktur. Kalıcı sonuçlar bırakan ve arkeologun kazmasıy­la ortaya çıkarılabilen eylemlerde dile getirilmiş olanları saymazsak, ta­rihöncesi insanların düşünceleri ve inançları bir daha geri gelmemece- sine yok olup gitmiştir.61

Burada kimi noktalar abartılırken, kimi noktalar da küçümseniyor. Bir kere, etnolojik bilgilerin toplumsal bağlamlarını çözümleyip sınıf­landırmadıkça, onları bir açıklama ya da yorumlama olarak bile kulla­namayız. Örneğin, Bantuların yaşamsonrasına ilişkin düşüncelerinin Aurignacien gömme törenlerinin yorumlanmasıyla bir bağıntısı oldu­ğunu kabul edemeyiz, çünkü Bantu toplumu Aurignacien kültürün­den daha ileri bir aşamanın toplumudur. Buna karşılık, tarihöncesi in­sanların düşünce ve inançlarının, kazılarla ortaya çıkarılabilenler dı­şında, yok olup gittiğini ileri sürmenin hemen hiçbir anlamı yoktur. Bütün sorun, bunların ne ölçüde yok olup gittiğidir. Bunu yanıtlamanın tek yolu da, genel olarak ilkel düşüncenin niteliğini gözden geçirmek, yani karşılaştırmalı yöntemi uygulamaktır. Soruna bu açıdan yaklaşır­sak, sorunu uygun bir temelde ele alırsak, arkeoloğun kazmasının ge­nellikle sanıldığından çok daha derinlere indiğim görebiliriz.

Arkeoloğun günışığına çıkardığı Yontma taş Çağı kalıntıları arasın­da köpek kemiklerine rastlanır. Bu hayvanların çevrelerine karşı tıpkı Pavlov'un köpeği gibi tepki göstermiş olmaları gerekir, çünkü onunla aynı türdendirler. Hayvan davranışını belirleyen, dış uyarımlara tep­ki olarak gösterdiği bedensel güdülerdir. İnsandaysa bu güdüleri, hem de uygarlığın gelişmesiyle orantıü olarak artan bir ölçüde geliştiren, toplumsal gelenektir. Dahası, insanoğlunun toplumsal geleneğinin ge­lişmesini belirleyen de, araçları kullanmasıdır, üretimdir. Uygar dü­şüncenin zengin bireyselliği, toplumsal ilişkilerimizin karmaşıklığı, çok yönlü işbölümleri, modern sanayinin üstün uygulayımı hep üretim

61 Man Makes Him self (Kendini Yaratan insan), s. 53. Childe bu tutumunu değiştirm iştir, bkz. Southwestern Journal o f Anthropology dergisinde (2. s. 343) “Arkeoloji ve Antropoloji" başlıklı yazı: “Yaşam biliminde paleontoloji ile zooloji nasıl karşılıklı bir onsuz edilemezlik taşıyorsa... arkeoloji İle antropoloji de insan biliminde birbirini bütünleyen iki gelişmedir."

Page 47: Thomson_Tarih Öncesi Ege

4 6 TA R İH Ö N CESİ EGE

güçlerinin yüksek gelişmesinin farklı düzeylerdeki yansımalarıdır. Kal­dı ki, insan bilincinin çevresi üzerindeki denetimini durmadan geniş­letebilmesini sağlayan da bu üretim güçleridir. Daha alt düzeylere git­tikçe, üretim uygulayımının gerilediğini, işbölümlerinin bir bir orta­dan kalktığını, toplumsal örgütlenmenin yalınçlaştığım, insan bilinci­nin daha yalınkat bir niteliğe büründüğünü ve salt varolma savaşımı tarafından daha dolaysızca belirlendiğini ve en sonunda da hayvanla­rın düzeyine indiğimizi görürüz. De Pradenne'in deyişiyle, "insanın gelişme aşaması ne kadar ilkelse, yaşamı da o kadar daha fazla çevre­si tarafından koşullandırılır."62

Bu, günümüzdeki AvustralyalIlar için ne denli doğruysa, Yontma­taş Çağı insanı için de o ölçüde doğrudur. Ve bu iki durumda da, yi­yecek toplayıcılığı ve avcılığa bağımlı olan üretim biçimi aynıdır. Bu yüzden, ortak bir ekonomik temele dayanmaları bu iki kültürün kar- şılaştırılabilirliğini kanıtlamaktadır.

Hiç kuşku yok ki, tarihöncesi kültürü inceleyip öğrenme yolunda­ki bütün çabalar arkeoloğun kazmasının açığa çıkarabildikleriyle sınır­lıdır. Peki, nedir arkeoloğun açığa çıkardığı?

AvustralyalIlar kayaları ve mağaraları insan ve hayvan resimleriy­le bezemlerler.63 Bu "resimli mağaralar"a Batı Avustralya, Kuzey Böl­gesi ve Queensland gibi birbirinden epeyce uzak yörelerde rastlanmış­tır. Özellikle çokça rastlandıkları Kuzey Kimberley'de her yerel toplu­luğun avlağında mutlaka bir resimli mağara bulunduğu anlaşılmakta­dır. İnsan resimleri arasında hem erkek, hem de kadın resimleri bulun­makta ve kadın resimlerinde abartılmış cinslik işaretlerine rastlanmâk- tadır. Hayvanlar ve bitkilerse, anlaşılabildikleri kadarıyla, hep yenile­bilir türlerdir: Kangurular, kertenkeleler, nalgo meyvaları.64 Aynı za­manda, kanguru taşıyan bir erkeği ya da ceplerinde yavrularıyla bir dişi kanguru sürüsünü gösteren bileşik resimler de görülmektedir. Sık rastlanan çizimler arasmda bir de insan elinin izi ya da kalıbı göze çarp­maktadır; bunlar elin ayasına yaş boya sürülerek ya da el kayanın üs­tüne konulup elin tersine toz dökülerek yapılmışlardır.65

62 A. V. De Pradenne, Prehistory, (Londra, 1940), s. 12.63 C. Grey, Journals o f Two Expeditions of Discovery in North-Western and Western Australia (Kuzeybatı

ve Batı Avustralya’da yapılan iki Keşif Seferinin Tutanakları), (Londra, 1841), 1, s. 201-6; A. P. Elkin, ’’Rock Paintings of North-West Australia" (Oceania, (Melburn/Londra, 1931), s. 257-79.

64 Aynı yerde, s. 277.65 Journals o f Two Expeditions of Discovery in North-Western and Western Australia, s. 204; “Rock Paintings

of North-West Australia” (Kuzeybatı Avustralya’daki Kaya Resimleri), s. 261.66 Aynı yerde, s. 261-3.

Page 48: Thomson_Tarih Öncesi Ege

TO TEM CİLİK 47

Bu resim ve çizimleri yorumlayabilmek için, bunları bugün de tören­sel amaçlarla kullanmakta olan yerlilerin kendilerine danışabiliriz. Çift­leşme mevsiminin başında, yağmur yağmasını ya da betimlenen türle­rin çoğalmasını sağlamak amacıyla resimler yeniden boyanır ya da dü­zeltilir. Böylelikle kanguruların ya da nalgo meyvalarınm bollaşması sağlanır ve kadınlar doğurgan kılınır.66 Çoğaltma töreninin değişik bir biçiminden başka bir şey değildir bu. Resim sanatı adım adım bağım­sızlığına yürümektedir, ama gene de henüz büyüden kopmuş değildir.

Bu resimlerde kullanılan uygulayım, kaba ve ilkeldir. Çoğu zaman resimlere ulaşmak oldukça güçtür. Kuzey Kimberley'de tavanında be- zemler bulunan bir mağara vardır; bu bezemleri görebilmek için emek­leyerek epeyce gitmek, sonra da sırtüstü dönmek gerekir.67 Bu da, kut- törenin yerli kültürün çözülmesinden önceki dönemlerde daha karma­şık olduğunu göstermektedir.

Mağara resimlerine Avustralya dışında da rastlanıyor. Avcılıkla ge­çinen başka bir totemci topluluk, Afrikalı Buşmanlar azala azala en so­nunda Güney Afrika'da yaşayan birkaç bin kişiye inmişlerdir, ama bir zamanlar tüm Afrika'yı dolaştıkları anlaşılmaktadır, çünkü bunların yaptığı resimler Büyük Sahra'da ve Tanganika Gölü yöresinde de gö­rülmüştür.68 Gerçi bu sanat bugün artık ölmüştür, ama bundan elli yıl öncesine kadar Transval'da hâlâ yaşıyordu ve günümüzde de yerliler tarafından hâlâ açıklanabiliyor. Buşmanların bu mağara resimleri Avus- tralya'dakilerle karşılaştırıldığında, uygulayımsal bakımdan daha ile­ri ve anlayış bakımından daha sağlamdır. En güzel örneklerden birin­de, bir devekuşu sürüsü betimlenmiştir; devekuşlarından biri ok ve yay taşımaktadır ve ayakları insan ayağıdır.69 Hayvanlara ok atabilecek ka­dar yaklaşmak amacıyla devekuşu kılığına girmiş bir avcı olmalıdır bu. Belki de bu avcı bir devekuşu klanının üyesiydi. Bir başka resimdeyse, dans eden altı erkek vardır. Kafalarına antilop başı geçirilmiş dansçı­ların çevresinde kadınlı erkekli toplanmış el çırpan izleyiciler görül­mektedir.70 Bu da olsa olsa bir antilop klanının yansılama dansıdır.

Yukarı Yontmataş Çağı Fransasmdaki ve özellikle de doğu Ispan­ya'daki mağara resimlerini Buşmanların bu sanatıyla karşılaştırabili­riz.71 Aralarında o denli büyük bir benzerlik vardır ki, kimi uzmanlar

67 Aynı yerde, s. 258.68 L. S. B. Leakey. Stone Age Africa (Taş Çağı Afrikası), (Oxford, 1936), s. 137-60.69 L. Adam, Primitive Art (İlkel Sanat). (Londra, 1940), s. 88.70 Aynı yerde, s. 4.71 M. C. Burkitt, Prehistory, (İkinci basım, Cambridge. 1925). s. 192-221.

Page 49: Thomson_Tarih Öncesi Ege

48 TA R İH Ö N CESİ Eg e

bunların hepsini aynı halkın elinden çıkma yapıtlar olarak görmekte­dir. Yontmataş Çağı'nda basit oyma ve kabartmalara, sarmallara ve ka­ba hayvan resimlerine rastlanmaktadır. Zamanla bunların yerini insa­nı şaşırtacak kadar canlı erkek geyikler, yaban sığırları ve daha başka hayvanlar, av ve savaş sahneleri ve geyik başı takmış erkekler almış­tır. Sık görülen çizimlerden biri de insan eli kalıbıdır.72 Mağaralarda sürekli oturulduğunu gösterir hiçbir belirti yoktur, üstelik resimlerden bazıları Kuzey Kimberley'dekilerden bile daha zor erişilebilir yerler­dedir. Örneğin, Niaux'daki bir mağara bir buçuk kilometre derinliğin- dedir. Mağara ağzında resim yapmaya elverişli birçok yüzey bulun­masına karşm, ilk resimlere ancak altı yüz metre kadar içerilerde rast- lanmaktadır. Bugün bütün arkeologlar bu resimlerin büyüsel amaçlar­la yapıldığı konusunda birleşmektedirler.

süslendiği görülmektedir.74 Bu da başka bir totem dansıdır.Bu Yontmataş Çağı toplulukları totemci topluluklardı. Totemci ol­

duklarına göre, totemcilikteki doğum ve ölüm çevrimiyle bağıntılı ol­

72 R. A. S. Macalister, Textbook o f European Archaelogf (Avrupa Arkeolojisinin Ders Kitabı), (Cambridge. 1921), 1, s. 456. El izine Libya mağaralarında da rastlanmaktadır: R. F. Peel, 'Rock Paintings from the Libyan Desert', ('Libya Çölünde Kaya Resimleri') An. 13. 389.

73 Prehistory, s. 311.74 Aynı yerde, s. 308: Res. I. Macalister'in, bu resimlerin totemciliği ele verdiği yolundaki yorumlara

karşı çıkması, totemciliği yanlış anlamasından kaynaklanmaktadır.

Resim 1. Dağkeçisi dansı: Yontmataş Çağı geyik boynuzu.

Hiç kuşkusuz, hayvan kılı­ğına girmiş bir erkekle hayva­nın kendisini birbirinden ayırt etmek kolay değildir, ama ki­mi örneklerde bu ayırım yanıl­gıya yer bırakmayacak kadar açıktır. Pirene D ağlarındaki mağaralardan birinde kafasına geyik boynuzları geçirmiş, ar­kasına da kısa bir kuyruk tak­mış bir erkek resmi vardır.73 Mege'deki bir kaya sığınağın­da bir geyik boynuzu bulun­muştur. Boynuzun, dağkeçisi

postlarına bürünmüş, kafaları­na dağkeçisi başlan geçirmiş dans eden üç insan resmiyle

Page 50: Thomson_Tarih Öncesi Ege

TO TEM CİLİK 4 9

duklarını varsaymamız gerekiyor. Burada da arkeolog bir kere daha elini uzatıyor bize. Ölülerin iki büklüm olarak, başka bir deyişle çocu­ğun anasının dölyatağmdaki durumunda gömülmelerine Avustral­ya'da olmasa bile öteki bütün anakaralarda ileri kabileler arasında yay­gın bir biçimde rastlanmaktadır. Ölülerin bu durumda gömülmesi Yont- mataş Çağı'ndaki ölü gömmelerde büyük bir yaygınlık göstermekte, Cilalıtaş Çağı'ndaysa nerdeyse her yerde görülmektedir.75

Erginleme törenlerinde gövde sakatlamanın Avustralya'ya özgü bi­çimleri gövdede yaralar açma ve diş sökmedir. Gövdede yaralar açma­nın Yontmataş Çağı Avrupasında uygulanıp uygulanmadığı sorusunu arkeolojinin yanıtlaması hiçbir zaman olası değildir. Ama Kuzey Afri­ka'daki Kapsiyen kültürün kalıntıları arasında üst öndişleri sökülmüş birçok kafatası bulunmuştur. Bu dişlerin kendiliğinden sökülmediği açıktır.76 Burada söz konusu olan, Yontmataş Çağı'na özgü bir ergin­leme törenidir.

Açılmış el izi, Akdeniz ve Yakındoğu'da kötülüklere karşı koruyu­cu bir simge olarak hâlâ yaygındır. Bu yörelerde kapılara ve duvarla­ra çıkarılmış ya da kadınların yüzlerine dövme olarak yapılmış el izle­rine rastlanabilmektedir.77 Yontmataş Çağı'na değgin çeşitli örnekler­de bir ya da birkaç parmağın bir bölümünün ya da tamamının kopuk olduğu görülmektedir.78 Bu da, erginleme törenlerindeki gövde sakat­lamanın başka bir örneğidir ve bunu uygulayanlar arasında Avustral­yalIlar ve Buşmanlar da vardır.79 Böylesine garip bir göreneğin doğ­masının birden çok nedeni olamaz.

Son olarak, bu tarihöncesi kültürler totemciyseler, aynı zamanda dıştan evlenme kuralına bağlı olmaları gerekir. Çünkü dıştan evlenme, totem klanının yapısının özünde varolan bir kuraldır. Böylece koşut­luk tamamlanıyor. Morgan'ın yetmiş yıl önce ortaya attığı savın, yani evrensel olarak insanın toplumsal evrimüıdeki ilk aşamanın kabile dü­zeni olduğunu ileri süren savın doğrulanmasında arkeoloji ile etnolo­ji birleşiyor. Morgan'ın o zamanlar bilmediği arkeolojik veriler tartışıl­mıyor; Morgan'ın yol göstermiş olmasına karşın bu veriler yorumlan­madan öylece bırakılmıştır. Oysa kazı çalışmaları yapılmıştır, hem de büyük bir ustalıkla. Öyleyse Morgan'dan sonrakiler ellerinde bunca

75 Aynı yerde, s. 163.76 A. V. De Pradenne. Prehistory, s. 161.77 Textbook o f European Archaelogy, 1, s. 509.78 Aynı yerde. 1. s. 458.511.79 Native Tribes o f South-East Australia (Güneydoğu Avustralya'daki Yerli Kabileleri), s. 746-7.

Page 51: Thomson_Tarih Öncesi Ege

gereç de bulunmasına karşın gerekli sonuçları çıkarma konusunda ne­den bu kadar isteksizlik göstermişlerdir? Çünkü onlar, Morgan'm, in­san ilerlemesinin birlik ve sürekliliğine ilişkin kavrayışını yitirmişler­dir. Birbirlerinin bahçesine girmemek, toplumsal bilimler alanındaki kentsoylu uzmanlar için bir onur sorunu olup çıkmıştır. Gelişigüzel ve bölük pörçük çabalar dışında arkeologların etnoloji alanındaki bilgiler­den yararlanmaları nerdeyse "yasadışı" sayılmaktadır. Gene, etnoloji ve toplumsal antropoloji uzmanlarının arkeoloji konusunda vardıkla­rı sonuçlan açıklamaları da aynı ölçüde yasadışıdır; bu tür açıklamala­rı ancak rastlantısal bir "merak" sonucu yapabilirler. Bakın, böyle dü­şünenlerden biri ne diyor:

Arkeolog geçmişle değil, şimdiyle ilgilenir... Uzak geçmişe gömülmüş bulunan ilk insanların ve belki de kendi unutulmuş atalarımızın bazı inanç ve göreneklerinin merak sonucu açığa çıkarılmış ve tanımlanmış olması ise bir başka konudur.80

Demek ki, etnologlar, tarihöncesi totemciliği, arkeologların genel olarak totemciliği ele aldıkları gibi ele alıyorlar. Her iki durumda da, geriye anlatacak kimsenin kalmadığı "bir başka konu"dur bu. Tüm konunun baştan sona anlatılması, yalnızca geçmişin bir uzantısı ola­rak şimdiyi günışığına çıkarmakla kalmayacak, aynı zamanda gelece­ğin üzerindeki örtüyü de kaldıracaktır. Gerçekte, bütün sorun da bu­radadır.

50 TA RİH Ö N CESİ EGE

80 A. Goldenweiser, Anthropology (Antropoloji), (Londra, 1937), s. 47.

Page 52: Thomson_Tarih Öncesi Ege

51

AKRABALIK ADLIĞI

II

1. Kabile Yapısı

İlkel sürü kendi içinde bölünerek evrildi. Önce ikiye bölündü, son­ra her yarım yeniden iki ya da daha fazla birime ayrıldı. Böylece, her biri birçok klanı içeren iki yarım'dan oluşan kabile doğmuş oldu. Da­ha sonraları bu klanlar da bölündüler ve ortaya, her biri birçok fratri ya da klan kümesi içeren iki yarım'dan oluşan bir kabile çıktı. Temel birim, klandır. Fratri, tek bir klandan evrilen bir klanlar kümesidir. Ya­rım ise, başlangıçtaki bölünmeden doğan bir fratriler kümesidir.1 Ka­bile, baştaki çekirdeğin birliğini koruyan tüm toplancadır.

Kabile sistemi, hiç kuşku yok ki, gerçek yaşamda bu denli yetkin bir bütünlük içinde gelişmedi. Karmaşıklıklar ve sapmalar oldu. Bu da, el­bette, değişik çevrelerde gerçekleşen organik bir süreçte kaçınılmazdı. Kabile sisteminin, kabaca ve tek başına ekonomik güçlerce sürdürül­düğünü söylemek de güçtür. Böylesine özenli bir yapı, savaşlar ve kıt­lıklarla sık sık bozulmuş olsa gerek. Kaldı ki, kimi özel durumlarda, dı­şarıdan yeni klanların sisteme katılmasıyla ya da eski klanların bir frat- riden öbürüne aktarılmasıyla kabile sisteminin yapay bir biçimde ye­niden oluşturulduğunu biliyoruz. Ama böyle istediğince yeniden dü­zenlemeler, kabile sisteminin ne denli canlı olduğunu ve insan zihnin­de ne denli güçlü bir biçimde yer etmiş olduğunu gösterir.

1 Yarım, işlevsel bir birim olarak daha çok Avustralya’da varlığını sürdürmektedir, ancak yarım’a dünyanın her yanında rastlamak da olasıdır: TheArunta, s. 41-3; W. H.R. Rivers. History o f Melanesian Society (MelanezyaToplumunun Tarihi), (Cambridge, 1914), 2. s. 500-6; W. H.R. Rivers. Kinship and Social Organisation (Akrabalık ve Toplumsal Yapı), (Londra, 1942), s. 205-6; J. Layard, Stone Men of Malekula, (Londra, 1942), s. 53-73); Ancient Society (EskiToplum ), s. 90-3.

2 A.C. Hollis, The Nandi, their Language and Folklore (Nandi Yerlileri, Dilleri ve Töresel Yaşamları),

Page 53: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Şimdi, dıştan evlenme kuralım daha açık seçik formüle edebilecek durumdayız. Bu kural, yalnızca evlilik ilişkisi için değil, her türlü cin­sel ilişki için geçerlidir.2 Yasaklama Afrika ve Amerika'da genellikle klan içi evlenmeyle sınırlıdır, ama dıştan evlenme kuralının uygulan­dığı birimin bir zamanlar fratri olduğu yolunda Kuzey Amerika'da ka­nıtlar elde edilmiştir;3 daha geri Avustralya kabilelerindeyse yasakla­manın uygulandığı birim hâlâ yarım'dır.4 Fratrinin dıştan evlenme ku­ralı bu birimin tek başına bir klan olduğu zamana kadar uzanmakta, yarım'da gördüğümüz dıştan evlenme kuralıysa sürünün ilk baştaki bölünmesinde yatan kuralın kökenine kadar gitmektedir.

Yarım'lar, kabile sisteminin oluşmasındaki belirleyici adımdır. Be­lirleyicidir, çünkü ilk adımdır. Dıştan evlenmeye dayalı yarım'lara bö­lünmüş kabileye özgü akrabalar arası sürekli evlenme, kendiliğinden, her bireyin öteki bütün bireylere çifte bir bağla, kan ve evlilik bağlarıy­la bağlı olduğu çapraşık bir ilişkiler ağı yaratır. Bu karşılıklı ilişkiler, bunları dile getirmek amacıyla düzenlenen akrabalık adlığmda (no- manklatura) yansır. Akrabalık adlığı, gerçekte, temel aldığı edimsel iliş­kiler değiştikten sonra da varlığını sürdürme eğilimindedir. Dolayısıy­la, ilkel akrabalık adlıklarının incelenmesi, evliliğin tarihöncesine iliş­kin ipuçları sağlar.

Sözcüklerin kendilerine yakıştırılan anlamlardan daha yavaş değiş­meleri, bu incelemenin bağlı olduğu tarihsel dilbilimin temel önerme­lerinden biridir. Bu terimler sistemlerini incelediğimizde, gerçekte va­rolan ilişkiler ile akrabalık adlığmm yansıttığı ilişkiler arasında hemen her durumda ayrılıklar bulunduğu görülür. Bu tür ayrılıklar, o akra­balık adlığının gerçekliğe uygun düştüğü daha eski bir aşamadan dev- ralındığmı kanıtlar. Bu ilke, her iki bilimin de, yani dilbilimin ve etno­lojinin de çocukluk çağında oldukları bir dönemde Morgan tarafından açıklanmış ve doğanın ve toplumun evriminin incelenmesiyle de doğ­rulanmıştır.

Varlığını koruyan canlı organizmaların yapısının incelenmesi olan biyoloji, nasıl taşılların incelenmesi olan paleontolojiden destek aldıy­sa, biz de tarihlerini başka türlü öğrenemeyeceğimiz ilkel toplulukla­ra dilbilimsel yöntemi uygulayarak onların geçmişlerinin derinlikleri­ne uzanabiliriz.

52 TA R İH Ö N CESİ EGE

(Oxford, 1905), s. 6;). Roscoe, The Bagesu and other Tribes o f the Uganda Protectorate (Uganda’daki Bagesu Kabilesi ve Diğer Kabileler), (Cambridge, 1924), s. 33.

3 Eski Toplum, s. 90.4 Totemism and Exogamy (Totemcilik ve Dışevlllik), c. 1, s. 339-95.

Page 54: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Şimdi, bu saptamadan yola çıkarak, Morgan'ın belirlediği başlıca üç akrabalık terimleri sistemini gözden geçirelim. M organ'ın vardığı sonuçlar, Avustralya dışında bütün anakaralardan toplanmış yüz el­li dile ilişkin bir çözüm lem eye dayanmaktaydı. Ben, günüm üzde Avustralya'da bulabildiklerimiz de içinde olmak üzere, yüz otuz ka­dar dil daha topladım ve bunları çözümledim.5 Bu konudaki çalışma­larım sonucunda, Morgan'ın vardığı genel sonuçların sağlam olduğu kanısına ulaştım, ancak bu sonuçları bazı bakımlardan, özellikle Mor- gan'm bilmediği ya da açıklamadığı türden belli sapmalar açısından geliştirdim.

2. Sınıflandırma Sistemi: Tip I

Tip I'e birçok Polinezya dilinde ve bir Avustralya dilinde, Tip H'ye ise Avustralya, Polinezya, Hindistan, Kuzey Amerika ve Afrika'nın ki­mi yörelerinde rastlıyoruz. Bunlar, Morgan'ın, sınıflandırma sistemi olarak tanımladığı sistemin iki ayrı biçimidir. Betimleme sistemi ola­rak tanımlanan Tip III ise seyrek olarak Asya ve Amerika'da, özellikle de Eskimolar arasında görülmektedir, ama bu ayrıksı durumlar dışın­da Hint-Avrupa ve Sami dilleriyle sınırlıdır.

Tip I çok basittir. Her kuşak için yalnızca bir ya da iki terim kulla­nılır. Sözgelimi, benim kuşağımdaki herkes benim "erkek kardeşim" ya da "kız kardeşim"dir; başka bir deyişle, gerçek erkek kardeş ya da kız kardeş için kullanılan terimler, aynı zamanda en uzak dereceden de olsa bütün kuzen ve kuzinler için de kullanılmaktadır. Buna uygun olarak, bir önceki kuşaktan herkes de ya "baba" ya da "ana"dır, bir son­raki kuşaktan olanlar ise "oğullar" ya da "kızlar" ya da bazı dillerde cins aynını yapılmaksızın yalnızca "çocuklar"dır. İki önceki ve iki son­raki kuşaklar içinse, bütün yarı öğeleriyle birlikte hem büyükbaba ile

A K R A B A L IK A D LIĞ I 53

5 Morgan dışında başlıca kaynaklarım şunlardır: Avustralya: Native Tribes of Central Australia (Orta Avustralya'daki Yerli Kabileleri), s. 66, 77, 79; Northern Tribes of Central Australia (Orta Avustralya'daki Kuzeyli Kabileleri), s. 77-8, 80-8. Okyanusya: C. Hose ve W. McDougall. Pagan Tribes o f Borneo, (Londra, 1912), s. 80; C. G. Seligman, The Melanesians o f British New Guinea (İngiliz Yeni Ginesindeki Melanezyalılar), (Cambridge, 1910), s. 66,481,707. Afrika: C. G. Seligman, Pagan Tribes of the Nilotic Sudan, (Londra, 1932). s. 52. 117, 152, 218. 258, 315, 379, 434, 507. Amerika: F. Eggan, Social Anthropology of the North American Tribes (Kuzey Amerika Kabilelerinin Toplumsal Antropolojisi), (Chicago. 1937); A. V. Rojas, ''Kinship and Nagualism in a Tzeltal Com m unity", American Anthropologist (Washington/New York, 1888-). Avrupa: P. Kretschmer, “Die griechische Benennung des Bruders” (Yunanca'da Erkek Kardeş Adlari), Glotta, (Gottingen, 1907-), c. 2, s. 201.

Page 55: Thomson_Tarih Öncesi Ege

5 4 T A R İH Ö N C ESİ E g e

büyükanneyi, hem de torunları içeren ve iki cins için de ortak olan tek bir terim söz konusudur.

Morgan, bu tipin, her kuşakta cinsel ilişkiye hiçbir sınırlamanın ko­nulmadığı bir döneme ilişkin olduğunu ileri sürmüştür. Örnekse, ba­bam annemin erkek kardeşi olabilir, annem de babamın kız kardeşi. Erkek kardeşlerimle kayınlarım, kız kardeşlerimle baldızlarım birdir, onların çocukları ile benim çocuklarım arasında da bir ayrım yoktur, işte ilkel sürüde görülen içten evlenme kuralı budur.

İki ayrı kuşak için tek bir ortak terimin kullanılması, topluluğun gençler, yetişkinler ve yaşlılar diye üç yaş kümesine bölünmesinin bir yansımasıdır. Her çocuk, konuşmayı öğrenirken, "büyükbabalar" ya da "büyükanneler"e, "babalar" ya da "anneler"e ve "erkek kardeşler" ya da "kız kardeşler"e bölünmüş bir topluluğun en alt kümesinde bu­lur kendini. Çocuk, ergenlik çağma geldiğinde, ikinci yaş kümesine gi­rer ve böylece "oğullar" ya da "kızlar"dan oluşan yeni bir yaş küme­si doğar, ama bu arada "büyükbabalar" ve "büyükanneler" yitip git­miştir.6

"Erkek kardeş" ve "kız kardeş" için kullanılan iki terim vardır. Bun­lardan birini erkek kendi erkek kardeşleri için, kadın kendi kız kardeş­leri için kullanır. Ötekiniyse, erkek kendi kız kardeşleri için, kadın ken­di erkek kardeşleri için kullanır. Dolayısıyla, örneğin Tikopia dilinde, taina, konuşan erkekse "erkek kardeş", konuşan kadınsa "kız kardeş", anlamına gelir. Kav e, konuşan kadınsa "erkek kardeş", konuşan erkek­se "kız kardeş" anlamına gelir. Bunlar, "karşılıklı olarak birbirinin ye­rini alan" terimlerdir. Eğer A, B'ye göre taina ise, B de A'ya göre tai- na'dır. "Büyükbabalar" ya da "büyükanneler" ve "torunlar" için kul­lanılan terim de bu türden terimlerdendir. Bu nedenle, Dobu dilinde benim büyükbabam ve büyükannem benim tubuna'm olurlar, ama ben de onların tu bu m ’sı olurum. Bu ilke, sınıflandırma sisteminin temel özelliklerinden biridir. Bu ilkeye, kimi Polinezya dillerinde ana-baba ve çocuklar için kullanılan terimlerde bile rastlamak olasıdır. Örneğin, özgün Polinezya dilinde "baba" anlamına gelen tama, kimi dillerde "oğul" ya da "kız" anlamına gelir. Tikopia dilindeyse, "baba" anlamı­na gelen tam am "ran yanı sıra, "oğul" ya da "kız" anlamına gelen tama görülür.

6 Ağabey ve ablanın küçük kardeşlerden ayrı terimlerle belirtilmeleri genel bir kuraldır, hele Avustralya'da nerdeyse bütünüyle böyledir. Sistemde görülen tek yaş ayrımı da budur ve bunun özgün olmadığı, büyük olasılıkla erginlemeden doğan kıdemliliğe dayandığı konusunda Krichevsky ile aynı kanıdayım (W.H.R. Rivers, Kinship and Social Organisation, s. 187-9).

Page 56: Thomson_Tarih Öncesi Ege

A K R A B A L IK AD LIĞ I 55

Öyle anlaşılıyor ki, bütün bir sistem daha başından karşılıklı olarak birbirinin yerini alan terimlerden oluşmaktadır. Böylece, başlangıçta karşımıza, üç terim dizisi çıkmaktadır. Bunlardan birincisi birbirini iz­leyen kuşaklar arasında, İkincisi yakın kuşaklar arasında, üçiincüsüy- se aynı kuşak arasında kullanılmaktadır. Ve bu üç terim, üç ayrı yaş kümesine özgü değişik davranış biçimlerine uymaktadır.

Rivers, sınıflandırma sisteminin en ilkel tipinin, daha geri halkları saymazsak Polinezyalılar tarafından pek korunmadığını ileri sürerek, Morgan'ın Tip Ti yorumlamasına karşı çıkmıştır. Rivers, Polinezyalı- ların bu tipe ilişkin terimcelerinin soysuzlaştığı kanısındaydı. Tip IJ'yle karşılaştırıldığında, bu dillerde bulunmayan ayırımlar yitirilmiştir. Bu, karşılaştırıldığı kadarıyla, iç kanıtlarla doğrulanmış değildir. "Anne­nin erkek kardeşi" ya da "babanın kız kardeşi" için kullanılan Polinez­ya sözcükleri, varoldukları yerlerde, ya tek bir dil ya da yöreyle sınır­lı yalıtılmış biçimlerdir, dolayısıyla da özgün Polinezya sistemine bağ­lanmaları olası değildir; ya da bunlar, bütün yöreye kusursuz bir ben­zerlik içinde dağılmış bulunan, "baba", "anne", "erkek kardeş" ve "kız kardeş" için kullanılan ilk baştaki sözcüklere dayalı bileşik sözcükler­dir.7 Fotuna dilinde "annenin erkek kardeşi" anlamına gelen tua-tina; "erkek kardeş" demek olan tua ve "anne" demek olan tim sözcükleri­ne dayanmaktadır. Noka-noka dilinde "babanın erkek kardeşi" anla­mına gelen nganei-tama bileşik sözcüğü; "kız kardeş" anlamına gelen ngane ve "baba" anlamına gelen tavıa sözcüklerine dayanmaktadır.8 Tonga dilinde, annenin erkek kardeşinin oğlu ya da kızı için kullanı­lan sözcük de aynı biçimde bu üç ilişki için kullanılan ilk baştaki terim-

7 İlk baştaki Polinezya terimlerinin ne denli geniş bir alanı kapsadığı şu örneklerden anlaşılabilir: "baba” anlamına gelen tama aynı biçimiyle Motu, Trobriand, Tube-tube, New Ireland, Bugotu, Florida, Eddystone, Cuadalcanar, Pentecost. Fiji ve Sam oa’da görülür ve bu terimin benzerleri de şöyle sıralanabilir, tantana (Tikopia. Aniwa, Fotuna, Dobu), taman (Kayan), tamau (Kingsm ill), tamai (Mota, Tonga), sama (DulT, sına ’’anne"), etma (Anaiteum, etpo "büyükbaba" ve "büyükanne”), timin (Weasisi), rimini (Kwamera. rini “anne"), to (Tavua, Navatusila, ngwani-ta “babanın kız kardeşi”), ama (Noka-noko. ina "anne”), amai “babanın erkek kardeşi" (Kayan), ma (Nggao. Loh, Narambula), maa (Lau, Fiu), mou (Savo. Arosi matı "annenin erkek kardeşi"), 1vama (Rafurafu, waforo), mama (Koita, Vella Lavella, Hiw. Rafurafu mamou "annenin erkek kardeşi”), imam (Vanua Lava, Rowa), makua (Hawaii) vb.: “anne" anlamına gelen tina aynı biçimiyle Solomon ve Fiji adalarında görülür ve benzerleri de şöyle sıralanabilir: tinana (Tikopia, Fotuna), tinan (Kayan), sina (Motu, Tube-tube, Duff), sınano (Dobu), tinau (Kinsgm ill), rini (Kwamera). etna (New Ireland, Anaiteum) etma “baba”

ina (Noka-noka), vb.8 Ngane biçiminin, ya akrabanın ya da konuşanın cinsini belirten ikinci öğe olan tua-kane'den (Samoa

tua-ngane. Duff to-kant, vb.) türetildiği anlaşılıyor: Demek ki, Tavua’da ngtvandi (ngıvone-tina) "annenin erkek kardeşi". Ayrıca, Mota’da, ululama öneki ra ile birlikte, "anne” demek olan veve’den “babanın kız kardeşi” anlamına gelen ra-veve.

Page 57: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Çiz

elge

! A

KRA

BA

LIK

TER

İMCE

LER

İ

Cer

çek

ilişk

i/

IIII

ID

ob

uT

ikop

iaU

rab

unna

Telu

guTü

rkçe

si

Bab

anın

bab

ası

kad

nini

tata

büyü

kbab

aA

nn

en

in b

abas

ıtu

pun

atu

pu

na

thun

thi

Bab

anın

an

ne

sino

will

ieav

vab

üyük

anne

An

ne

nin

ann

esi

kad

nini

Baba

nia

tand

riba

ba

Bab

anın

erk

ek k

arde

şiam

ca

An

ne

nin

kız

kar

deş

inin

koc

ası

tam

ana

tam

ana

mam

a

men

a-m

ama

mam

a

eniş

teB

aban

ın k

ız k

ard

eşin

in k

ocas

ı

An

ne

nin

erk

ek k

arde

şitu

atın

aka

wku

kada

Kayn

ata

.b

wos

iana

tam

ana

fon

gova

ika

ynat

a

An

ne

luka

talli

anne

An

ne

nin

kız

kar

deşi

hala

Bab

anın

erk

ek k

ard

eşin

in k

arıs

ısi

nan

ati

nana

teyz

eA

nn

en

in e

rkek

kar

deş

inin

kar

ısı

now

illi

eat

ta

Bab

anın

kız

kar

deşi

mas

ikit

anga

men

- a

tta

yeng

e

Kay

nana

law

ana

tina

na f

ongo

vai

atta

kayn

ana

Erke

k ka

rdeş

erke

k ka

rdeş

Bab

anın

erk

ek k

ard

eşi

nin

oğl

uta

ina

1

kave

1

/ nu

thie

1

/ an

na

An

ne

nin

kız

kar

de

şin

in o

ğlu

*ta

sina

1 ku

pu

ka

1i

tam

mu

du

kuze

nA

nn

en

in e

rkek

kar

de

şin

in o

ğlu

nu

un

a\

/V

Bab

anın

kız

kar

de

şin

in o

ğlu

wit

tew

aba

vaK

ayın

ma.

tai

naka

yın

Page 58: Thomson_Tarih Öncesi Ege
Page 59: Thomson_Tarih Öncesi Ege

58 T a r i h ö n c e s i Eg e

Çizelge I'e İlişkin Açıklama

İlk sütunda akrabalık ilişkileri geniş bir biçimde sıralanmaktadır. Kısaltmalar: e.k erkek

konuşurken, k.k. kadın konuşurken.

I, II, III. sütunlardaysa, bu ilişkilerin, sınıflandırma sisteminin Tip I ve Tip ll’si ve betimleme

sistemi (111) içinde nasıl sınıflandığı gösterilmektedir. Sınıflamalar yatay çizgilerle belirlenmiştir.

Öteki sütunlarda da, beş dilde kullanılan terimler verilmektedir. Ancak bazı ayrıntılar

dışarıda bırakılmıştır. Dobu (Polinezya) dili, hepsi de Tip II doğrultusunda birer gelişme olan

kaynata ve kaynana, erkek kardeşin çocukları (k.k.) ve kız kardeşin çocukları (e.k.) için ayrı

terimlere sahip olması dışında, Tip Te uygun düşmektedir. Tikopia (Polinezya) dili ise, Tip I

ile Tip II arasında bir yerdedir. Bu iki dilde, erkek kardeş ve kız kardeşi karşılayan eş terimler,

konuşanın cinsine göre kullanılmaktadır. Urabunna (Güney Avustralya) ve Telugu (Güney

Hindistan) dilleri, Tip ITye girmektedir. Bu iki dilde, erkek kardeş ile kız kardeşi karşılayan eş

terimler, konuşanla ilişkisine göre daha yaşlı ve daha genç olanı ayırt etmek için

kullanılmaktadır.

lerden türetilmiştir (tama-a-tuasim); buna karşılık, Fiji dilinde buna denk düşen terim (tavale), sözcüğü sözcüğüne concumbens anlamına gelmek­tedir,9 dolayısıyla da erkek kardeş ve kız kardeş için ilk başlarda kul­lanılan terimlerin bir sıfatıdır. Eğer bu bileşik sözcükler ikincilseler, ki açıkça öyle olmaları gerekmektedir, o zaman belirtmekte kullanıldık­ları ayrımlar da ikincildir.

Polinezya toplumunun birçok bakımdan ileri olduğu doğrudur,, ama bu toplumda madenlerin işlenmesi diye bir şey söz konusu değildir. Bu olgu, başka bir durumla ilintili olarak göz önüne alınmalıdır. Poli- nezyalılarm yaşadığı yöre, Büyük Okyanus'da geniş bir alana dağılmış bir yığın adacıktan oluşmaktadır ve yeryüzünün dil açısından en ben- zeşik bölgesidir. Polinezyalılar bu yöreye, o zamanki kültürlerinin şim­dikinden ileri olduğunu ortaya koyan bir denizcilik başarısı sonucun­da, İ.Ö. onuncu yüzyılla on dördüncü yüzyıl arasında yerleşmişlerdir. Bir başka deyişle, Polinezyalılarm kültürü, göçler dönemiyle belirle­nen en yüksek noktasına ulaştıktan sonra durağanlaşmıştır. Bu da, Po- linezyalıların dillerinin ayrı ayrı varoldukları dönem boyunca niçin bu denli küçük değişikliklere uğradıklarını açıklamaktadır. Göçlerden ön­

9 B.H. Thom son, "Concubitancy in the Classlficatory System of Relationship", Journal o f the Anthropological Institute (Antropoloji Enstitüsü Dergisinde "Sınıflayıcı Akrabalık Dizgesinde Kadın- Erkek Birlikteliği" başlıklı yazı), (Londra, 1872), 24, s. 371.

Page 60: Thomson_Tarih Öncesi Ege

A K R A B A L IK A D LIĞ I 59

ce, başlangıçtaki ilkel koşullarda çok hızlı bir gelişme gerçekleşseydi, ilkel tipte bir akrabalık sisteminin kuraldışı bir biçimde varlığını sür­dürmesi, son derece keskin diyalektik çelişmeler tarafından belirlenen bir sürecin parçası olarak yerli yerine oturacaktı.

3. Kuttörenlerdeki Rastgele Cinsel İlişki

İlkel sürü bugün artık yeryüzünde kalmamıştır, dolayısıyla Mor- gan'ın ahlâk anlayışları incinen hasımları rastgele cinsel ilişkinin do­laysız kanıtlarının artık nasıl olsa bulunamayacağı düşüncesiyle gönül rahatlığına kavuşabilirler. Ne var ki, totemcilikten öğrendiğimiz gibi, ekonomik ilerlemenin ıskartaya çıkarttığı toplumsal kurumlar, tarihçi­nin salt terk edilmiş uygulamaların ve gözden düşmüş inançların üst üste dizildiği bir yığmak olduğu için ilgi duyduğu dine sığınırlar. İn­sanlar, gündelik yaşamlarında ataları gibi davranmayı bıraktıktan çok sonraları da, dirlik düzenliklerinin her nasılsa atalarının iyi niyetine bağlı olduğu inancına sarıldılar, bunun sonucunda, bireyin yaşamının canalıcı anlarında ya da toplumun bir yıkımla yüz yüze geldiği zaman­larda ataların görenekleri yeniden canlanma eğilimi gösterir oldu.

Orta Avustralya'daki Arunta kabilesinde, her kadının evlenmeden önce belirli akrabalık ilişkileri içinde bulunduğu çeşitli erkeklerle bel­li bir sıraya göre cinsel ilişkide bulunması gerekir; üstelik bunlardan sonuncusu dışında hepsi cinsel ilişkinin yasak olduğu akrabalık dere- cesindendir.10 Evlenme ediminden önce, daha geniş olan eski hakların biçimsel olarak tanınması gelir.

Gene Aruntalarda ve daha birçok kabilede, her evli kadının yaşa­mında bir kez bir törene katılması gerekir. Bu tören süresince evli ka­dına, babası, erkek kardeşleri ve oğulları dışında, dıştan evlenme ku­rallarına bakılmaksızın orada bulunan bütün erkeklerin ortak malıy­mış gibi davranılır. Yerliler, kuralların çiğnendiği bu törenlerin, atala­rının uygulamasına uygun düştüğünü söylemektedirler.11

Fiji Adalan'nda, bir kabile şefi hastalandığında, oğlu babasının iyi­leşebilmesi için erginlenme isteğiyle bir rahibe başvurur. Hastanın ya­şayabilmesi için erginleme törenine katılan aday ölür. Erginleme töre­ninden sonra, dıştan evlenme kurallarının ve mülkiyet haklarının tüm­

10 The Arunta, s. 412-6.11 Aynı yerde, S. 472-6: Northern Tribes o f Central Australia, s. 73.

Page 61: Thomson_Tarih Öncesi Ege

60 TA RİH Ö N CESİ EGE

den bir yana bırakıldığı bir şenlik düzenlenir. "Şenliğin sonlarında do­muzlardan bir farkımız kalmamıştır artık," diye açıkça belirtmektedir bir yerli. Olağan yaşamda birbirlerine dokunmaları bile yasak olan er­kek ve kız kardeşler karı-koca gibi davranırlar. Bu şenliklerde ortak- laşmacılığa hem cinsel, hem de ekonomik yönlerden törensel olarak ge­ri dönüşün çifte önemi, yerlilerin bu durumlarda "domuzların da, ka­dınların da sahibinin bulunmadığını" söylemelerinde açıkça dile geti­rilir. Bu olayın ayrıntılarını belgelemiş olan dini bütün, ama dürüst bir Hıristiyan misyoneri, Fison şöyle demiştir:

Bunun, herhangi bir anlam ve amaç taşımayan, salt kuraldışı bir patla­ma olduğuna inanmamız hiçbir zaman söz konusu olamaz. Bu, dinsel bir törenin parçasıdır ve ataların hoşuna gittiği varsayılmaktadır. Ama, ataların çok eski zamanlardaki davranışlarına uygun düşmese, neden hoşlarına gitsin?12

4. Sınıflandırma Sistemi: Tip II

Sınıflandırma sisteminin Tip H'sinde, Tip I'in her sınıflaması ikiye bölünür. Baba ve babanın erkek kardeşinden farklı olarak, annenin er­kek kardeşi için ayrı bir terim kullanılır ve bu terim kaynatayı da kap­sar. Anne ve annenin kız kardeşinden farklı olarak, babanın kız karde­şi için ayrı bir terim kullanılır ve bu terim kaynanayı da kapsar. Baba­nın erkek kardeşinin ve annenin kız kardeşinin çocuklarıyla hâlâ bir tutulan erkek kardeş ve kız kardeşten farklı olarak, annenin erkek kar­deşinin ve babanın kız kardeşinin çocukları için ayrı terimler vardır ve bu terimler kayın ile baldızı da içerir. Oğul ve kız için kullanılan terim­ler, erkek tarafından kendi çocukları ve erkek kardeşinin çocukları için, kadın tarafından da kendi çocukları ve kız kardeşinin çocukları için kullanılır. Ama bir erkeğin kız kardeşinin çocukları ve bir kadının er­kek kardeşinin çocukları için ayrı terimler kullanılır ve bunlar damat ile gelini de kapsar. Babanın anne ve babası annenin anne ve babasın­dan, oğulun çocukları da kızın çocuklarından ayrı tutulur.

Tip I'de olduğu gibi, her terim sınıflandırma amacıyla kullanılır, ya­ni her terim sonsuz bir soydaşlar zincirini kapsar. Örneğin, baba için kullanılan terim, babanın erkek kardeşini, babanın babasının erkek kar­

12 L. Fison, "The Nanga "Journal o f the Anthropological Institute, (Londra, 1872), 14, s. 30.

Page 62: Thomson_Tarih Öncesi Ege

A K R A B A LIK AD LIĞ I 6 l

deşinin oğlunu, babanın babasının babasının erkek kardeşinin oğlunun oğlunu, vb. içerir. Anne için kullanılan terimse, annenin kız kardeşini, annenin annesinin kız kardeşinin kızını, annenin annesinin annesinin kız kardeşinin kızının kızını, vb. içerir. Babanın kız kardeşi için kulla­nılan terim, babanın babasının erkek kardeşinin kızını; annenin erkek kardeşi için kullanılan terim de, annenin annesinin kız kardeşinin oğ­lunu içerir. Aynı biçimde, erkek kardeş ve kız kardeş için kullanılan te­rimler, "baba" ya da "anne" denilen herkesin çocuklarını da kapsar. Oğul ve kız için kullanılan terimlerse, bir erkek tarafından "erkek kar­deş" dediği herkesin çocuklarını kapsayacak biçimde; bir kadın tara­fından da "kız kardeş" dediği herkesin çocuklarını kapsayacak biçim­de kullanılır.

Konuşan kişinin kuşağının iki sınıflamaya ayrıldığı görülür. Birin­cisi, erkek kardeşle kız kardeşi, babanın erkek kardeşinin çocuklarını ve annenin kız kardeşinin çocuklarını içerir. Bunlar, "koşut kuzen ya da kuzinlerdir. İkincisiyse, annenin erkek kardeşinin çocuklarım ve ba­banın kız kardeşinin çocuklarını kapsar. Bunlar da, "çapraz kuzen ya da kuzinler"dir. Bu ayrımın kavranması önemlidir.

Çapraz kuzen ya da kuzinler, konuşan erkekse kaynı, konuşan ka­dınsa baldızı da içerir. Dolayısıyla, bir erkeğin çapraz kuzeni kaynı olu­yorsa o zaman çapraz kuzinin de karısı olması gerekir; gene, bir kadı­nın çapraz kuzini görümcesi oluyorsa çapraz kuzeninin de kocası ol­ması gerekir.

Birçok dilde kan ve koca birazdan inceleyeceğimiz özel terimlerle belirtilir. Ama Avustralya'da, çapraz kuzen ya da kuzin için kullanı­lan terim, konuşan erkekse karıyı, konuşan kadınsa kocayı da içerir. Başka bir deyişle, annenin erkek kardeşinin ve babanın kız kardeşinin çocuklarının bir erkekle ilişkisi kayın ile karı arasındaki ilişki; bir ka­dınla ilişkisi de koca ile baldız arasındaki ilişkidir. Aynı biçimde, bir Önceki kuşakta kaynata annenin erkek kardeşidir, kaynana da babanın kız kardeşi. Bir sonraki kuşaktaysa, bir erkeğin damadı onun kız kar­deşinin oğludur, bir kadının damadı da onun erkek kardeşinin oğlu. Bütün sistem, çapraz kuzen ya da kuzinlerin sürekli olarak kendi ara­larında evlenmeleri üzerine döner.

Çapraz kuzen ve kuzin evliliği, evlilik ilişkilerinin, dıştan evlenme kuralına bağlı iki kümenin her kuşağındaki karşılıklı evlenmeden do­ğan bir biçimidir. Bütün akrabalar, konuşan kişinin kendi kümesine ya da öteki kümeye bağlı olmalarına bakılarak sınıflandırılır. Demek ki. Tip I'in içten evlenmeye dayalı sürüye özgü ilişkileri yansıtmasına

Page 63: Thomson_Tarih Öncesi Ege

karşılık, Tip II dıştan evlenmeye dayalı iki yarım'dan oluşan bir top­luluğa uygun düşer. Bunlar arasındaki farklılık, yani Tip IPnin Tip Pin her sınıflamasını ikiye bölmesi, sürünün ikiye bölünmesinin bir sonu­cudur.

62 TA R İH Ö N CESİ EGE

5. Küme Evliliği

Sistemin mantığını anlaşılır kılan biricik yorum budur. Dilbilimsel kanıtlar öylesine kesindir ki, dayanaksız bile olsalar kabul edilmek zo­rundadırlar. Ne var ki, gerçekte, çapraz kuzen ve kuzin evliliği, bütün Avustralya'da, Polinezya ve Melanezya'mn bazı yörelerinde, Hindis­tan'da kimi kabileler arasında, Kuzey, Orta ve Güney Amerika'nın ve Afrika'nın çeşitli yörelerinde hâlâ kural durumundadır.13

Çapraz kuzen ve kuzin evliliği, bireysel ya da ortaklaşa olabilir. Gü­nümüzde, Avustralya dışında her yerde bireyseldir, ancak kız kardeş­lerin en büyüğüyle evlenen bir erkek, erginlik çağına geldikleri zaman küçük kız kardeşler üstünde de hak ileri sürebilir. Bu koşullarda, or­taklaşa ilişkiler ilkesine dayanan terimce, gerçekteki uygulamayla çe­lişir. Ama Avustralya'nın kimi bölgelerinde çapraz kuzen ve kuzin ev­liliği ortaklaşadır, en azından son zamanlara değin ortaklaşaydı. Bir er­kek kardeş kümesi bir kız kardeş kümesiyle evlendirilir.14 Burada ad- lık sistemi gerçekliğe uygun düşmektedir. Bir zamanlar Tip II'nin du­rumunun her yerde böyle olduğu su götürmez bir gerçekliktir. Tıpkı Tip I'in her sınıflamasının ikiye bölünmesinin sürünün içten evlenme kuralını dıştan evlenme kuralıyla sınırlaması gibi, yeni sınıflamalar içer­sinde daha ileri ayrımların bulunmaması da cinsel ilişkilerin daha sıkı bir kısıtlamaya bağımlı olmadığını göstermektedir. Evlilik ortaklaşay- dı. Aslına bakılacak olursa, bu aşamada evlilik sözcüğünü kullanmak bile pek doğru değildir. Çünkü, ilerde de görüleceği üzere, biçimsel ev­lilik, en sonunda ortaklaşa ilişkilerin yerini alan bireysel ilişkilerin ta­nımını belirler.15 Her kuşakta, bir yarım'ın erkekleri öteki yarım'ın ka­dınlarının edimsel ya da gizil eşleriydiler.

Morgan'ın küme evliliği kuramına büyük bir çaba ve inatla karşı çı­kıldı. Yetmiş yıl önce ortaya atılmış olmasına karşın, bu kuram bugün

13 The Mothers (Analar), c. 1, s. 563-84.14 Northern Tribes of Central Australia, s. 73. 95; Native Tribes o f South-East Australia, s. 173-87.15 The Mothers (Analar), c. II, s. 1-96.

Page 64: Thomson_Tarih Öncesi Ege

de eskisi kadar tantanalı bir dille suçlanıyor. Gerçekte, Morgan'ın sa­vının bu denli dayanıklı ve dirençli olması şaşırtıcıdır. Onun vardığı sonuçların yeni kanıtlarca eskitildiği birçok kez söylendi. Doğrusu, bu tutum, elde edilen bilgiler biraraya getirilerek desteklenseydi, hiç kuş­kusuz daha etkili olurdu; ama anlaşılan, Morgan'ın kuramını çürüten kanıtlar o kadar çok ki bir türlü toparlanıp biraraya getirilemiyor. Söz­gelimi, Morgan'ın derlediği yüz elli kadar dil bugün iki katına, dahası üç katma çıkarılabilirdi, ama bu yapılmamıştır. Bir yığın tamamlayıcı bilginin ve gerecin yüzlerce monografi ve dergide dağınık bir biçimde yatmasına karşın, bugün bu konudaki ana derleme hâlâ Morgan'ın Kan­daşlık ve Akrabalık Sistemleri (1871) adlı yapıtıdır. Edimsel evlilik alışkı­ları açısından, terimcelerden ayrı olarak, Morgan'ın yapıtını günümü­ze ulaştırma konusunda yalnızca tek bir yöntemsel çaba gösterilmiştir, o da Briffault tarafından.16 Briffault, Morgan'ın en güçlü savunucula­rından biridir; Morgan'a karşı çıkanların bilimsel olmayan uslamlama­larını tümden gözler önüne sermekte ve Morgan'a karşı ortaya atılmış olanlardan çok daha geniş ve eksiksiz bir somut bilgi yığınını Morgan'ı destekler nitelikte sıralamaktadır. Bunu söylerken, VVestermarck'm İn­san Evliliğinin Tarihi adlı yapıtını unutuyor değilim. Bu yapıta güven duyan her okur Briffault'ya başvurmalıdır.17

Morgan'ın günümüzdeki karşıtlarından Lowie, onun toplumsal iler­lemeye olan inancının "özellikle 1870'lerin evrimci iyimserliğiyle bir­leştiği zaman, doğallıkla, tarihsel yasalara duyulan inanca yol açtığı­nı" gözlemlemektedir.18 Demek ki, Lowie tarihsel yasalara inanma­maktadır. Kendi tarih anlayışının bilimsel olmadığını kabul etmekte­dir. Öyleyse bizim inanmamızı nasıl bekleyebilir. Burada söyledikle­ri, hiç kuşkusuz, Morgan'ın haklı olarak Darwin'inkiyle kıyaslanan ya­pıtının,19 olgunluk çağındaki anamalcılığın düşünsel bir başyapıtı ol­ması bakımından oldukça doğrudur. Aynı zamanda, Lowie'nin, "uy­garlık denilen o karmaşa, o yamalı bohça"20 konusundaki iğneleyici özdeyişlerinde dile getirdiği toplumsal ilerlemeye olan inançsızlığının, aynı ölçüde, çürüyen anamalcılığın kendine özgü bir ürünü olduğu da doğrudur.

A K R A B A L IK AD LIĞI 63

16 A g.y„c, I, s. 614-781.12 Ag.y., c. I, s. 764-5, c. II, s. 16-64.18 R.H. Lowie, Primitive Society (İlkel Toplum), (New York, 1929), s. 427.19 F. Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, s. 31.20 Primitive Society, s. 428.

Page 65: Thomson_Tarih Öncesi Ege

6 4 T a r İh ö n c e s İ E g e

6. Sınıflandırma Sisteminin Bozulması

Küme evliliğinin başlangıç noktası sürünün ikiye bölünmesi oldu­ğuna göre, ilişkinin ortaklaşa niteliği ilk başta tamdı anlaşılan; başka bir deyişle, bir klanın bütün erkekleri öteki klandaki bütün kadın ya­şıtlarıyla evleniyorlardı. Ama başlangıçtaki iki klan, klan kümelerine ya da yarım'lara ayrılınca, cinsel ilişkiler alanı sözde hâlâ yarım içinde başlayıp bitmekle birlikte, uygulamada yarım'ı oluşturan klanlardan biri ya da ötekiyle sınırlandı. Tek bir ortaklaşa birliğin yerini çeşitli or­taklaşa birlikler aldı. Aynı süreç, klan fratriye dönüştüğünde de yine­lendi; ta ki, en sonunda, dıştan evlenme kuralı tek başına klanda yo­ğunlaşıncaya kadar. Bu, farklılaşmamış sürüden yola çıkarak, bir ya- rım'lar, fratriler ve klanlar toplancası durumuna gelmiş bulunan kabi­le düzeninin evriminin en yüksek noktasıdır.

Bu nokta geride bırakıldıktan sonra, sistemin gelişmesini belirleyen ekonomik ve toplumsal farklılaşmanın çoğalan güçleri yıkıcı bir nitelik aldı. Üretim biçimi, bireyselleştikçe, üreticilerin ortaklaşa örgütlenmesi ile çatışır duruma gelir. Her üreticinin kendi kendine yeterliliği arttık­ça, sahip olduğu mallar da artar. Ve böylece ortaklaşa evlilik çöker. Bir erkek kardeşler kümesinin bir kız kardeşler kümesiyle eşit koşullarda birleşmesinin yerini, her erkek kardeşin bir ya da daha fazla kız kardeş­le evlenmesi alır; ancak burada, evli olan erkek kardeş evinden uzakla­ra gittiğinde karısının ya da karılarının öteki erkek kardeşlerce kullanıl­ması söz konusudur. Daha da sonraları, klanın yaşça daha büyük üye­si olarak kalıt üzerinde öncelik hakkı kazanan en büyük erkek kardeş, bu hakka uygun olarak, kız kardeşler kümesinin bütünü üzerinde hak elde eder, ancak kendisi ölünce kız kardeşler küçük kardeşlerine kalır.

Bir kız kardeşler kümesinin aynı erkekle evlenmesine baldızla ev­lenme; ağabeyin dul kalan karısı ya da karıları üzerinde hak sahibi ol­maya da kayınla evlenme denir.21 Bu yaygın alışkılar, bireysel evlili­ğin, artık üretimde egemen rolü oynamakta olan cinsin yararına, tek- yanlı gelişiminin bir göstergesidir. Baldızla evlenmenin tersi olan kar­deş çok-kocalılığına -bir erkek kardeşler kümesinin aynı kadınla evlen­mesi- çok daha az rastlanır, çünkü kadının toplumdaki üstünlüğü or­tak mülkiyetin, dolayısıyla da bozulmamış biçimiyle küme evliliğinin varlığını korumasıyla birarada varolma eğilimindedir.22

21 Kayınla evlenme ve baldızla evlenme için bkz. The Mothers, c. I, s. 614-29, 766-81.22 Ag.y., c. I, s. 628.

Page 66: Thomson_Tarih Öncesi Ege

A K R A B A L IK A D LtĞ I 65

Tip Il'ye döndüğümüzde, yarım, dıştan evlenmeye dayalı temel bi­rim olmaktan çıkar çıkmaz sistemin bir çelişme içerdiğini gözlemleriz. Her sınıflama içinde, adlık sisteminde görülmeyen bir ayrım doğmuş­tur uygulamada: Bir erkeğin aym ortaklaşa birleşmeden doğmuş ger­çek erkek kardeşleri ve kız kardeşleri ile öteki ortaklaşa birleşmelerden doğmuş sınıflandırıcı "erkek kardeşleri" ve "kız kardeşleri" arasında­ki bir ayrımdır bu. Bu ayrışma, "yakın erkek kardeşler" ve "uzak er­kek kardeşler", "öz erkek kardeşler", vb. gibi betimleyici sıfatların kul­lanılmasıyla karşılanmıştır. Birincil terimleri sınırlamak üzere düzen­lenen bu türden sıfatlar, sistemin yaygın bir özelliğidir.23 Bunlar yeni bir ilke getirirler, çünkü "yakın erkek kardeşler" ve "yakın babalar" bi­çimindeki bu yeni sınıflamalar belli sayıda bireyle sınırlanmıştır. Ve bu durumda bile, yalnızca geçici bir önlem niteliğindedirler.

Bireysel evlilik haklarının benimsenmesiyle birlikte, gerçek karı-ko­cayı öteki çapraz kuzen ve kuzinlerden, gerçek ana babayı öteki "ba- balar"dan ve "analar"dan, gerçek kaynatayla kaynanayı "annenin er­kek kardeşleri" ve "babanın kız kardeşleri"nden ayırt etmek çok ko­laylaştı. Bu yeniliğin oluşturduğu gerilim, doğallıkla, dolaysızca etki­lendiği noktada son derece yeğindi ve bundan dolayı da Avustralya ve Melanezya'nm bazı bölgeleri dışında kalan dillerin çoğunda karı ile ko­ca için ayrı terimler gelişti. Bu terimlerin ikincil kökenleri, birçok du­rumda anlamları hâlâ anlaşılabilen sözcükler tarafından ele verilmek­tedir: "erkek", "kadın", "ortak", "çift", "ikisi birarada", vb 24 Ne var ki, bir kez benimsendikten sonra bu betimleme ilkesi, yeni birimin, yani bireysel ailenin sınırları son biçimini alıncaya kadar kendini bütün di­rimsel noktalarda ortaya koydu. Böylece, akrabalığa ilişkin sınıflandır­ma sistemi, kabile toplumu sisteminin yıkılışıyla birlikte ortadan kalk­mış oldu.

Bu sürecin ayrıntılarını gözler önüne sermeden önce, gelişmeleri ka­bile toplumu aşamasında duraklayan halkların akrabalık terimceleri- nin ne olduğunu görelim.

Tip Il'den başlıca iki sapma olmuştur. Birinci sapma, kabile düzeni­nin olduğu gibi kaldığı Avustralya'ya özgüdür. Avustralya anakara­sındaki birçok dilde, karmaşıklığıyla insanı şaşırtan bir terimce tipine rastlarız; oysa Tip II nasıl Tip I'den oluştuysa, bu terimce tipi de Tip

23 L.H. Morgan, Systems of Consanguinity and Affinity of the Human Family (insan Ailesinde Kandaşlık ve Evlilik Yoluyla Akrabalık Sistemleri), (New York, 1871), s. 523.

24 Aynı yerde, s, 369.

Page 67: Thomson_Tarih Öncesi Ege

66 TA RİH Ö NCESİ Eg e

Il'den oluşmuştur. Tip II Tip I'in her sınıflamasını nasıl ikiye böldiiy- se, bir anlamda Tip Ha da Tip Il'nin her sınıflamasını öyle ikiye böler. Tip II rastgele cinsel ilişkiyi çapraz kuzen ve kuzin evliliği kuralıyla na­sıl sınırlamışsa, Tip Ha da bazı çapraz kuzen ve kuzinleri evlenilemez diye ayırarak çapraz evliliği sınırlar.25

Bütün bu kabilelerde birinci dereceden çapraz kuzen ve kuzinler arasında evlenme yasaklanmış ve bütün terimce buna uygun olarak yeniden kurulmuştur. Tek bir çapraz kuzen ve kuzinler sınıflamasının yerini, evlenilemez ve evlenilebilir diye iki sınıflama almıştır. Birinci sınıflama, annenin erkek kardeşinin ve babanın kız kardeşinin çocuk­larıyla birlikte bunların "erkek kardeş" ya da "kız kardeş" dedikleri herkesi, yani annenin annesinin kız kardeşinin oğlunun ve babanın ba­basının kız kardeşinin kızının çocuklarını, vb. içerir. İkinci sınıflamay­sa, karı ve kocayı, kayınları ve baldızları, annenin annesinin erkek kar­deşinin kızının ve babanın babasının kız kardeşinin oğlunun çocukla­rını, vb. içerir. Annenin erkek kardeşi, kaynata ve bunların "erkek kar­deş" dedikleri herkes için kullanılan tek bir terimin yerini, biri anne­nin erkek kardeşi ve onun sınıflayıcı "erkek kardeşleri", öbürü de kay­nata ve onun sınıflayıcı "erkek kardeşleri" için olmak üzere iki terim alır. Aynı alt bölünme, kabile örgütlenmesinin kendinde de ortaya çı­kar. Yarım'lar ve fratrilerden oluşan olağan yapı yerine; her yarım'ın iki fratri, her fratrinin de iki alt-fratri içerdiğini görürüz.26 Bu, akraba­lık sisteminde somutlaşan evlilik kuralının başka bir anlatımından baş­ka bir şey değildir. Bağlı olduğum yarım'a karşıt yarım'daki bir alt-frat- riden bir kadınla evlenmem gerekir. Bu alt-fratrinin benim kuşağım­dan olan üyeleri, yukarıda tanımladığımız gibi, evlenilebilir çapraz ku­zen ya da kuzinlerdir.

Aruntalar bir zorluk daha çıkarmışlardır. Evlenilemez çapraz kuzen ve kuzinler sınıflamasından bir kadınla evlenmem yasak olduğu gibi, eğer benimle aynı yerel kümedense evlenilebilir sınıflamadan bir ka­dınla evlenmem de olanaksızdır. Bu kısıtlama da akrabalık terimleri­ne yansır.

Pek haklı olarak, bu koşullarda bir Arunta erkeğinin kendisine bir eş bulmasının çok güç olduğunu düşünebilirsiniz. Gerçekten de öyle­dir. Hem de eş bulmak o denli güçtür ki, kabilenin soyunun tiikenme-

25 G. Thomson, Aeschylus and Athens (Aiskhylos ve Atina), (ikinci basım, Londra, 1946), s. 395.26 8u, "sekiz-sınıf sistemi diye bilinen şeydir Native Tribes o f Central Australia, s. 77-9; Northern Tribes

of Central Australia, s. 78-85; Native Tribes of the Northern Territory of Australia, s. 73-5; The Arunta, s. 41-6.

Page 68: Thomson_Tarih Öncesi Ege

A K R A B A L IK ADLIĞ1 67

si doğrudan doğruya evlilik kuralları tarafından çabuklaştırılmadadır. Avustralya toplumunun bu özelliği sayrılıklı bir özelliktir.

Burada gene, bu ilkel yerlilerin nasıl olup da, bir çizge üzerinde in­celenmesi bile adamın aklını karıştıracak ölçüde ayrıntılı bir adlık sis­temini algılayabildikleri sorulabilir. Gerçekte, bu konuda en küçük bir zorluk çekmezler. Tartacak ekinleri, yetiştirecek sığırları olmayan bu ilkel insanlar beşe kadar saymayı zor becerirler,27 ama akrabalıkla ilgi­li olguları akıllarında öyle bir beceriyle tutarlar ki, şaşar kalırsınız. Öte yandan, onların terimcesi bizim için ne denli şaşırtıcıysa, bizim terim­lerimiz de onlar için o ölçüde şaşırtıcıdır. Aslına bakılırsa, kullandıkla­rı sınıflandırma sistemini böylesine karmaşıklaştırmış olmalarının ne­deni, sistemi bireysel ilişkiler açısından yeniden düşünmelerini sağla­yacak bir düşünsel devrimi gerçekleştirememeleridir.

Tip ila her yerde babayanlı soyla bağıntılıdır ve günümüzde hâlâ yayılmakta olduğu belirtilmektedir 28 Gerçekte, son zamanlarda gös­terdiği bu gelişme, onu açıklayabilmemiz için bazı ipuçları sağlamak­tadır.

Bu kabileler, geri olmalarına karşın, bir yüzyılı aşkın bir süredir Av­rupalI altın arayıcılar, koyun yetiştiriciler, misyonerler, polisler ve bi­zim kültürümüzün daha başka savunucularıyla sürekli bir ilişki için­de olmuşlardır. Tanrıya inanmanın yanı sıra, özel mülkiyete saygı duy­mayı öğrenmişlerdir. Birinci dereceden çapraz kuzen ve kuzinler ara­sında evlenmeyi yasaklayarak, karı-koca arasındaki kanbağım en aza indirgemişler ve böylelikle kocanın yetkesini güçlendirmişlerdir. Spen­cer ve Gillen'ın saptadıkları gibi, bunların akrabalık sistemlerinin ken­dine özgü nitelikleri, "bireylerin, terimin bizim kullandığımız anlamıy­la belirli aileler oluşturmak üzere ayrılmasının ilk aşamasını" göster­mektedir.29 Bütün bunlar, ölüp gitmek üzere olduğu için köklü bir bi­çimde yeniden kurulamayacak kadar katılaşmış bir sistem içinde bir bireysel evlilik kuralı formüle etme çabasıdır.

Benzer etkenler, ikinci sapma olan Tip Ilb'nin en özyapısal örnekle­rini sunan Kuzey Amerika yerlileri arasında görülmüştür. Kuzey Ame­rika'nın batı ve orta bölgelerinde, erkeğin yalnızca kendi klanı dışın­dan değil, aynı zamanda ilk üç dereceden akrabalarının da dışından bir kadınla, başka bir deyişle aralarında hiçbir gerçek kanbağı bulun­

27 Spencer, The Arunta, s. 21.28 Totemita, s. 5. 52. 256.29 The Arunta, s. 49.

Page 69: Thomson_Tarih Öncesi Ege

68 T A RİH Ö N C ESİ Eg e

mayan bir kadınla evlenmek zorunda olması, genel bir kuraldır.30 Sa­nırız, bu da son zamanlarda meydana gelen bir gelişmedir, çünkü ba­zı kabileler çapraz kuzen ve kuzin evliliğinin yalın biçimini hâlâ koru­maktadır.31

Bu Amerika yerlilerinin büyük bir bölümü Yukarı Avcılık evresine ya da Birinci Tarım evresine bağlıdır. Bunların kabile kurumlan Avus­tralyalIlara oranla daha ileri, dolayısıyla daha değişkendir. Demek ki, bireysel evlilik bunlarda sınıflandırma sisteminin genişlemesine değil, bozulmasına yol açmıştır.

Çapraz kuzen ve kuzin evliliğinin bırakılmasından sonra, sistemin en zayıf noktası doğallıkla çapraz kuzen ve kuzin ilişkisidir. Karı ile kocayı, kayın ile baldızı çapraz kuzen ve kuzinlerden ayırt etmenin bir yolu bulunmak zorundadır. Bu dillerin büyük bir bölümünde karı ve koca için ayrı terimler vardır, ama gene de birçoğunda hâlâ koca kar­şılığı kullanılan terim kaynı da (kadın konuşurken), karı karşılığı kul­lanılan terim baldızı da (erkek konuşurken) kapsamaktadır.32 Tinneh- ler ve Kayalık Dağları kabileleri arasında, annenin erkek kardeşinin ve babanın kız kardeşinin çocukları, artık evlenilebilir olmaktan çıktıkla­rı için, erkek kardeş ve kız kardeş sınıflamasına aktarılmışlardır.33 Da- kota'da bunlar, kayın (takarı, shechay) ve baldız Umnka, eclıapan) için kul­lanılan terimlere bir sonek konularak (tahanshe, shechayshe, hankashe, ec- lıa-panshe) belirtilirler.34 Bu önlemlerden birisinin benimsendiği yerler­de terimce olduğu gibi kalmıştır. Ne var ki, pek çok dilde, çapraz ku­zen ve kuzinler kendi kuşakları dışındaki sınıflamalara aktarılmıştır. Böylelikle de, kimi durumlarda olağanüstü bir karışıklık yaratan yeni bir çelişme getirilmiştir sisteme. Dolayısıyla, MinnitareeTerde annenin erkek kardeşinin çocukları oğul ve kızla bir tutulmaktadır. Buna uy­gun olarak, bunların karşıtları, babanın kız kardeşinin çocukları anne ve babayla, babanın kız kardeşi büyükanneyle, vb. bir sayılmaktadır. Osagelerdeyse tam tersi bir yöntem benimsenmiştir. Babanın kız kar­deşinin çocukları oğul ve kızla, annenin erkek kardeşinin çocukları da annenin erkek kardeşi ve anneyle özdeşlenir. Daha ileri yansımaları Çi­

30 Systems o f Consanguinity and Affinity of the Human Family, s. 164; Ancient Society, s. 467.31 F. Eggan, Social Anthropology o f North American Tribes, (Chicago, 1937), s. 95; The Mothers, c. I, s.

572.32 Systems o f Consanguinity and Affinity of the Human Family, s. 291; Social Anthropology of North American

Tribes, s. 105.33 Systems of Consanguinity and Affinity of the Human Family, s. 291. Bu sistemlerden bazıları, büyük

bir olasılıkla, doğrudan doğruya birinci tipe uzanmaktadır.34 Aynı yerde, s. 291.

Page 70: Thomson_Tarih Öncesi Ege

A K R A B A L IK A D LIĞ I 69

zelge Il'de görebilirsiniz.35 Amerika yerlilerinin bütün bozulmuş sis­temleri bu iki tipten birine yakınlık gösterir.

Sanırız, oğul ve kız için kullanılan terimlerin kimi dillerde annenin erkek kardeşinin çocuklarını, kimi dillerde de babanın kız kardeşinin çocuklarını kapsayacak biçimde genişletilmesinin nedeni, zaman za­man annenin erkek kardeşinin karısıyla ya da babanın kız kardeşinin kocasıyla evlenmeyle ilintilidir.36 Birinci durumda annenin erkek kar­deşinin çocukları, ikinci durumdaysa babanın kız kardeşinin çocukla­rı üvey çocuk olacaklardır, ancak bu dillerde üvey çocuklar genellikle öz çocuklarla bir tutulurlar. Bu türden evlenmeler, doğaları gereği, ay­rıksı ya da seyrek oldukları için bozulmaya yol açmış olamazlar, olsa olsa bozulmanın yönünü belirlemiş olabilirler.

Art arda bozulma ilkesi salt Amerika'yla sınırlı değildir. Melanez- ya ve Afrika'da da görülür.37 Özellikle anababa ile çocuklar arasında­ki ilişkilerde yarattığı karışıklık, sınıflandırma sisteminin gerçeklikle bağıntısını yitirdiğini gösterir. Yeni çoğalma birimi, bir erkek, bir ya da daha fazla kız kardeş ve onların çocuklarından oluşan bireysel ailedir. Oysa bambaşka bir birime göre düzenlenmiş olan sınıflandırma siste­mi artık paramparça olmaktadır. Bu kabilelerin durakladıkları bundan sonraki adım, smıflandırma sisteminin yerine, yeni gerçekliğe uygun düşen yeni bir sistem koymaktır.

7. Betimleme Sistemi

Hint-Avrupa dilleri ailesi, Ukrayna'dan doğuya uzanan geniş düz­lüğün bir bölümünde yaşayan halkın konuşmasından kaynaklanmış­tır. I.Ö. üçüncü binde, bu halk dağıldı, çeşitli yönlerde göçe başladı ve bu halkın konuştuğu dil birçok türevine bölündü; bu türevlerden de günümüzde hâlâ varlığını koruyan ya da yazılı belgelerde saklı duran Hint-Avrupa dilleri doğdu.

35 Minnltaree tipi: Aynı yerde, s. 291; Social Anthropology o f North American Tribes, s. 289. Osagetipi: Systems of Consanguinity and Affinity o f the Human Family, s. 191; Social Anthropology of North American Tribes, s. 252

36 Aynı yerde, s. 274.37 Minnitaree tipi: History of Melanesian Society, c. I, s. 28, 30-31, 192 (hepsi anayanli). Osage tipi:).

Roscoe, TheBakitara or Banyom, (Cambridge, 1923), s. 18; J. Roscoe, The Northern Bantu, (Cambridge, 1915), s. 292; Pagan Tribesofthe Nilotic Sudan, s. 117, 258; C. Bateson, Nüven, (Cambridge, 1936), s. 280 (hepsi babayani»).

Page 71: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Çizelge II

AM ER İK A YERL İLER İN İN AKRABALIK S İST EM LER İN D EK İ BO ZU LM ALAR

M İN N İT A R EE

Gerçek İlişk i

Annenin erkek kardeşinin oğlu

kızı

oğlunun karısı

kızının kocası

7 0 T A R İH Ö N C E S İ EGE

B ir Tu tu lduğu İlişk i

Oğul

Kız

Celin

Damat

Babanın kız kardeşinin

Babanın kız kardeşi

Babanın kız kardeşinin

Annenin erkek kardeşinin

oğlu

kızı

oğlunun karısı

kızının kocası

kocası

oğlunun oğlu

oğlunun kızı

kızının oğlu

kızının kızı

Baba

Anne

Anne

Baba

Büyükanne

Büyükbaba

Erkek torun

Kız torun

Erkek torun

Kız torun

O SA CE

G erçek İlişk i

Babanın kız kardeşinin oğlu

kızı

oğlunun karısı

kızının kocası

B ir T u tu ld u ğ u İlişk i

Oğul

Kız

Gelin

Damat

Annenin erkek kardeşinin oğlu Annenin erkek kardeşi

kızı Anne

oğlunun karısı Annenin erkek kardeşinin karısı

kızının kocası Baba

Babanın kız kardeşinin oğlunun oğlu

oğlunun kızı

kızının oğlu

kızının kızı

Erkek torun

Kız torun

Erkek torun

Kız torun

Page 72: Thomson_Tarih Öncesi Ege

A K R A B A L IK ADLIĞJ 7t

Bazı arkeologlar, dağılıp bölünmemiş Hint-Avrupalıları, Güney Rus­ya'daki Cilalıtaş Çağı Kurgan Kültürüyle özdeşlerler. Bu kültüre adı­nı veren "kurgan'Tar ya da höyüklerde çanak çömlek, at gemleri ve te­kerlekli araba parçaları bulunmuştur. Bütün bunlar, ormanların bol ol­duğu bir yöredeki göçebe çoban ekonomisinin göstergeleridir.38 Dilbi­limsel kanıtlar, Hint-Avrupalıların dağıldıkları dönemde çiftçilik ve madenlerin işlenmesi konularında az çok bilgi sahibi olmakla birlikte, çobanlık yanlarının ağır bastığını; bir tür kabile şefliği ya da krallık yö­netiminde klan yerleşim alanlarında örgütlendiklerini; soyun erkek ya­nından geldiğini varsaydıklarını ve kadınların evlendiklerinde erkeğin klanına ya da evine gelin gittiklerini ortaya koymaktadır.39 Bu yüzden, ikinci Çobanlık evresine bağlı oldukları söylenilebilir.

Bunların ilkel akrabalık adlıkları, smıflandırma sisteminden haber­siz dilbilimciler tarafından, varlığını sürdüren dillerin karşılaştırmalı çözümlemesine dayanılarak yeniden kurulmuştur. Aslında, bu adlık sistemi, hemen göze çarpan ve dilbilimcilerin de açıklayamadığı birta­kım aykırılıklar taşımaktadır.40 Bu sistemin, evlilikle ilgili olarak en azından beş ayrı ilişki kabul ettiği anlaşılmaktadır; ayrıca, annenin er­kek kardeşi, kuzen ve kuzinler, erkek yeğenler ve kız yeğenler, amca, dayı ve enişteler, teyze, hala ve yengeler için hiçbir ilkel terime rastlan­mamıştır. Bu adlık sistemi, bütün bu noktalarda, daha sonraki Hint- Avrupa terimceleri ve dünyanın her yöresinde görülen az önce incele­diğimiz sınıflandırma sisteminin çeşitli biçimleriyle çarpıcı bir karşıt­lık içindedir.

Varlığım koruyan Hint-Avrupa terimceleri içinde en eskisi, Latin te- rimcesidir. Şimdi buna bir göz atalım.

Klasik Latince'de babanın kız kardeşinin ya da annenin erkek kar­deşinin çocukları için özgül terimler yoktur, ama babamın erkek kar­deşinin çocukları benim patrueles'im, annemin kız kardeşinin çocukla­rı da benim cotısobrini'm olurlar.41 Bunlar, sınıflandırma sistemindeki ikinci tipin erkek kardeş ve kız kardeşle bir tuttuğu düz kuzen ve ku­

38 ).L. Myres, Cambridge Ancient History'de, (Cambridge. 1925-39), c. I, s. 83-5.39 V.G. Childe, The Aryans, (Londra, 1926), s. 78-93.40 A. Meillet, Introduction d l'tlude comparative des langues indoeuropinnis (Hint-Avrupa Dillerinin

Karşılaştırmalı incelemesi), (ikinci basım, Paris, 1937), s. 389-92.41 Consobrinus terimi kimi zaman genel olarak kardeş çocukları için kullanılıyordu, ama ilk baştaki

kullanımı kökenine (consuesrinus) bakılarak belirlenmiştir. Annenin erkek kardeşinin oğlu karşılığı matruelis ve babanın kız kardeşinin oğlu karşılığı amitinus daha sonraları, Roma imparatorluk hukuku hazırlanırken ömekseme yoluyla oluşturulmuşlardır.

Page 73: Thomson_Tarih Öncesi Ege

72 T A RİH Ö N C ESİ Eg e

zinlerdir. Demek ki, Latince'de, bu sözcükler, /rater ve sorar'un sıfat­landır; gerçekten de, "öz erkek kardeş" anlamına gelen frater germa- mıs'un karşıtı olarak frater patruelis ve frater consobrinus biçiminde sık sık kullanılırlar.42 Dahası, bu sıfatlardan vazgeçilebilir de. Frater ve so­rar, babanın erkek kardeşinin ya da annenin kız kardeşinin çocukları için çoğu zaman tek başlarına kullanılırlar; başka bir deyişle, sınıflayı- cı anlamda kullanılırlar 43

Sınıflandırma sisteminin Tip H'sinde, babamın erkek kardeşi benim "babam"dır, annemin kız kardeşi de benim "annem"; ama babamın kız kardeşi ve annemin erkek kardeşi ayrı terimlerle belirtilirler. Demek ki, Latince'de, babamın erkek kardeşi, pater’in bir uzantısından başka bir şey olmayan pat runs'um dur, annemin kız kardeşi de ma ter'in bir uzantısı olan matertera'mdır; öte yandan, babamın kız kardeşi benim amita'm, annemin erkek kardeşi de benim auonculus'umdur.

Auonculus, Latince'de büyükbaba anlamına gelen fl/ıos'dan türetilmiş bir küçültmeli addır. Sınıflandırma sisteminde, babanın babası, annenin annesinin erkek kardeşiyle aynı terimin kapsamına girer. Çünkü çapraz kuzen ve kuzin evliliğinde, babanın babası, annenin annesinin erkek kar­deşidir. Eğer benim annemin annesinin erkek kardeşi benim ouos'um idiyse, annemin erkek kardeşi de doğallıkla auonculus'um olabilir.

Latince'de, oğul ve kız çocuk için kullanılan ilkel Hint-Avrupa te­rimleri yitmiştir. Keltçede de öyle. Vendryes'in gözlemlediği gibi, İtal- yanca-Keltçe dil kümesinin bu özelliği, Keltçe'nin İtalyanca'dan ayrıl­masından önce meydana gelen toplumsal bir değişiklikten kaynaklan­mış olsa gerektir.44 Latince'de, filius ve filia, "ana sütü" anlamına gelen felo'dan türetildiği varsayılan sıfatlardır.45 Dolayısıyla bunlar, az önce sınırlayıcı terimlerin betimleyici sıfatları olarak kabul ettiğimiz patrue­lis ve conşobriııus'la benzeşirler.

Hint-Avrupa terimcesinin sınırlayıcı kökeni belirlenir belirlenmez, kuraldışı özelİikleri de kendi kendini ele verir.

Hint-Avrupa terimcesinde sınıflayıcı bir terim olarak yer alan au- os, babanın babasını ve annenin annesinin erkek kardeşini kapsıyor-

42 Cicero, Oratiopro Plancio, 11. 27; Cicero, De Finibus, 5.1.1.; Plautus, Aulularia, 2.1.3.43 Cicero, Oratiopropre Cluentio. 24. 60; Cicero, Epistuloc ad attieum, 1. 5.1; Catullus, 66. 22; Ovidius,

Metamorphoses (Dönüşümler), 1. 351.44 J. Vendryes, "La Position linguistique du celtique”, Proceedings o f the British Academy (İngiliz Akademisi

Ders Metinleri), (Londra), 33, s. 26.45 A. Walde ve ). Pokomy, Vergleichendes Woterbuch der indogermenischen Sprachen, (İkinci basım.

Leipzig, 1928-33), c. I, s. 830.

Page 74: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Çizelge IIIHİNT-AVRUPA AKRABALIK ADLIĞI

9\ I H int-A vrupa La tin ce

Babanın babası *auos auos

pahanın annesi *auia

T n nenin annesi *ana

Baba pater

Tabanın erkek kardeşi *patğr patruus

"annenin kız kardeşinin kocası

Babanın kız kardeşinin kocası

Annenin erkek kardeşi *suğkuros aunculos

Kaynata socer

Anne mater

Annenin kız kardeşi -m itSr matertera

"Babanın erkek kardeşinin karısı

Annenin erkek kardeşinin karısı

Babanın kız kardeşi *suekrus amita

Kaynana socrus

Erkek kardeş

Babanın erkek kardeşinin oğlu *bhrât#r frater

Annenin kız kardeşinin oğlu

Annenin erkek kardeşinin oğlu

Babanın kız kardeşinin oğlu *daiuer

Kayın leuir

Kız kardeş

Babanın erkek kardeşinin kızı suğsâr soror

Anhenin kız kardeşinin kızı

Annenin erkek kardeşinin kızı

Babanın kız kardeşinin kızı *g(e)l6uBaldız glosOğul FiliusErkek kardeşin oğlu (e.k.) *sunusKız kardeşin oğlu (k.k.)

neposErkek kardeşin oğlu (k.k.)

Ktz kardeşin oğlu (e.k.) *gemeDamat generKız filia

Erkek kardeşin kızı (e.k.) *dhught6rKız kardeşin kızı (k.k.)

neposErkek kardeşin kızı (k.k.)

_ü'z kardeşin kızı (e.k.) *snusösCelin nurus

^ğulun oğlu*anğp6tiosKızın oğlu

nepos_°gulun kızı

*anepûtiaKızın kızı

Page 75: Thomson_Tarih Öncesi Ege

74 TA RİH Ö NCESİ Eg e

du. Daha sonra Latince, Ermenice ve Eski Norveççe'de salt "büyük­baba" anlamını aldı; Latince'deki auonculus'da, Eski İrlanda dilinde­ki amnair'de, eski Standart Almanca'daki oheinı’d a ve Litvanyaca'da- ki avynas’da. gövdeye bir -en öğesi eklenerek geliştirildi ve annenin erkek kardeşi anlamını aldı.46 Fransızca'da, Modern Almanca'da ve Gal dilinde bu gelişmiş biçim "uncle" (dayı, amca) olarak genelleşti­rilmiştir.

Aııos'un annenin erkek kardeşi anlamını alması, bu ilişki için kulla­nılan daha eski bir terimin ortadan kalkmış olduğunu gösterir. Yitiri­len terim, Hint-Avrupa terimcesindeki seukuros idi ve bu terim anne­nin erkek kardeşini, kaynatayı ve babanın kız kardeşinin kocasını kap­sıyordu. Bu terim, kaynata (Latince'de socer) tarafından sahiplenilmiş- ti. Hint-Avrupa terimcesinde, babanın kız kardeşini, kaynanayı ve an­nenin erkek kardeşinin karısını karşılayan sııekrııs da aynı biçimde kay­nana (Latince'de socnıs) tarafından sahiplenilmişti. Böylece, babanın kız kardeşi için kullanılan terim de ortadan kalktı. Babanın kız karde­şi Latince'de cımita sözcüğüyle karşılanır oldu ve bu sözcük her ikisi de "büyükanne" anlamına gelen Eski Standart Almanca'daki ana ve Eski Prusyaca'daki ane ile ilintiliydi.

Bundan da anlaşılıyor ki, Latince'de "annenin erkek kardeşi" anla­mına gelen auonculus nasıl babanın babası ve annenin annesinin erkek kardeşi için kullanılan Hint-Avrupa teriminden oluşturulmuşsa. La­tince'de "babanın kız kardeşi" anlamına gelen amita da Hint-Avrupa terimler sisteminde annenin annesini ve babanın babasının kız karde­şini belirten ana teriminin gövdesi uzatılarak oluşturulmuştu.

Babanın erkek kardeşi ve annenin kız kardeşi, gövde uzatılarak ba­ba ve anneden ayrıldı. Latince'deki patruus ve matertera ile benzeşen bi­çimler Yunanca'da, Sanskritçe'de, Eski Standart Almanca'da, Anglo- Saksonca'da ve Galce'de vardır 47

Hint-Avrupa terimcesindeki bhrater ve suesor, Latince'de düz kuzen ve kuzinleri kapsayarak varlığını sürdürdü. Slav dillerinde bunlar çap­raz kuzen ve kuzinleri de kapsayacak biçimde genişletildi. Ayrıca ele alacağımız Yunanca'yı saymazsak, öteki dillerde bu terimler öz erkek kardeş ve öz kız kardeşle sınırlandırıldı. Böylece düz kuzen ve kuzin­ler için kullanılan terimler yitip gitti.

46 A. Emout ve A. Meillet, Dictionnaire 6tymologiquc de la langue latine (Kökbilgisel Latince Sözlüğü), (Paris, 1932), bkz. Avonculus.

47 Öteki dillerde benzeri olmayan Yunanca'daki metroos, polroos'dan örnekseme yoluyla kurulmuştur.

Page 76: Thomson_Tarih Öncesi Ege

A K R A B A LIK ADLIĞI 75

Hint-Avrupa terimcesinde kaynı ve çapraz kuzeni kapsayan daiııer, kayın (Latince'de leııir) tarafından sahiplenildi. Bu terimin dişili olan g(e)loıt- da aynı biçimde baldız (Latince'de glos) tarafından sahiplenil­di. Sonuç olarak da, çapraz kuzen ve kuzinler için kullanılan terimler ortadan kalktı.

Hint-Avrupa terimcesinde sunus ve dlmghter öz oğul ve öz kızla sı­nırlandırılmıştı, yalnızca İtalyanca-Keltçe'de bunlar ortadan kalkmış­tı. Bu durum, bir erkeğin erkek kardeşinin çocukları ve bir kadının kız kardeşinin çocukları için kullanılan sözcüklerin kalkmasına yol açtı. Hint-Avrupa terimcesinde kız çocuğun kocasını, bir erkeğin kız karde­şinin oğlunu ve bir kadının erkek kardeşinin oğlunu kapsamış olan ge­me-- ve onun dişili smısos sırasıyla kız çocuğun kocası ve oğulun karı­sıyla (Latince'de gener ve nımıs) sınırlandırıldı. Böylece, erkek yeğen­lerle kız yeğenler için kullanılan terimler kaldırılmış oldu.

Çapraz kuzen ve kuzin evliliğinde, babamın babasının, annemin an­nesinin erkek kardeşi olduğunu görmüştük. Demek ki, erkek konuşur­ken, oğlumun oğlu kız kardeşimin kızının oğludur. Bunlar, birbirinin yerini alan ilişkilerdir. Buna uygun olarak, Hint-Avrupa terimcesinde aııos nasıl büyükbaba ile annenin erkek kardeşi arasında bölündüyse ve annenin erkek kardeşi en sonunda "dayı" olarak genelleştirildiyse, onun karşıtı olan nnepotios da erkek torun ile kız kardeşin oğlu arasın­da bölündü ve kız kardeşin oğlu "erkek yeğen" olarak genelleştirildi. Ancak, fliıes'un ikinci kullanımının gövdeyi geliştirerek belirlenmiş ol­masına karşılık, aııepotios'un ikinci kullanımı böyle değildi, dolayısıy­la da bölünme daha belirsizdi. Terim, Sanskritçe'de erkek torunla. Es­ki Irlandaca'da kız kardeşin oğluyla sınırlandırılmıştı; Yunanca, Eski Norveççe, Eski Standart Almanca ve Eski Slav dillerinde "erkek yeğen" olarak genelleştirilmişti; Latince, Eski Litvanyaca ve Anglo-Sakson di­linde erkek yeğen ile erkek torun arasında değişiyordu.

Geriye, Hint-Avrupa terimcesinde kocanın erkek kardeşinin karısı­nı belirten icnaier kalıyor.48 Bu terim, kocanın erkek kardeşinin karısı­nın kız kardeşle özdeşlendiği sınıflandırma sistemine yabancıdır.49 Do­layısıyla, kaynak dilin, daha önce gördüğümüz gibi toplumsal birimi öteki kümelerden gelen karılarıyla birlikte yaşayan erkek kardeşler kü­mesinin oluşturduğu son evresine değgin bir terimdir.

48 Lâtince'de ianitrices, Yunanca'da einateres, Sanskritçe'de yatar. Eski Slavca'da jentry. Bu akrabalık İlişkisi için kullanılan betirrileyici terimlere sınıflandırma sistemlerinde de rastlanır.

49 Systems of Consanguinity and Affinity of the Human Family, s. 291; Social Anthropology of North American Tribes, s. 105.

Page 77: Thomson_Tarih Öncesi Ege

76 T a r İh ö N c e s İ Eg e

Böylece, Hint-Avrupa adiığı, sınıflandırma sisteminin olağan bir ör­neği olarak, yani Tip II olarak yerli yerine oturmaktadır. Bu adlık siste­mi, her terim yüklendiği çeşitli akrabalıklardan yalnız biriyle sınırlan­dırılarak, bu yapılırken de daha yakın akrabalık ilişkileri daha uzak ak­rabalık ilişkilerine ve koca tarafından akrabalıklar karı tarafmdan akra­balıklara yeğ tutularak yeniden kuruldu. Ortadan kalkmış sınıflamalar için, gövdede değişiklikler yapılarak, betimleyici sıfatlar getirilerek ve bazı durumlarda da başka kuşaklara aktarmalar yapılarak yeni terim­ler bulundu. Bunlar, dünyanın her yanmdaki ilkel dillerde uygulandı­ğını gördüğümüz aynı önlemlerdir. Öteki sistemlerin bıraktığı yerden Hint-Avrupa sistemi devralır. Eğer bütün bulgu ve kanıtları biraraya getirecek olursak, bunun tek bir kesintisiz tarihsel süreç olduğunu apa­çık görebiliriz. Özellikle, Hint-Avrupa sisteminde saptadığımız terim­leri kendi kuşaklarmın dışına taşırarak onlara başka anlamlar yükleme eğilimi, Kuzey Amerika dillerine özgü daha yaygın bozulmalara ilişkin çözümlememizi doğrulamaktadır. Ayrıca, bu eğilimin, Kuzey Amerika dillerinde Hint-Avrupa dillerine oranla daha ileriye götürülmesinin ne­deni, Amerika yerlilerinin kabile düzeninin ötesine geçmeyi başarama- malarma karşılık, Hint-Avrupa dilleri konuşan halkların kısa bir durak­sama döneminden sonra sistemlerini tümden yeni bir temel üzerinde yeniden düzenleyebilecek kadar büyük bir hızla gelişmeleridir.

Bu yeni temel, bireysel aileydi. Betimleme sisteminde, baba erkek kardeşlerinden, anne kız kardeşlerinden, erkek kardeşler ve kız kar­deşler düz kuzen ve kuzinlerden, oğullar ve kızlar erkek yeğenlerden ve kız yeğenlerden ayrılır; kaynata ile kaynana, kayın ile baldız, damat ile gelin de ayrı terimlerle belirtilir. Aile tanımlanır. Öte yandan, sınıf­landırma sisteminin ikinci tipinin tersine, babanın erkek kardeşi ve kız kardeşi annenin erkek kardeşi ve kız kardeşiyle, düz kuzen ve kuzin­ler çapraz kuzen ve kuzinlerle, erkek kardeşin çocukları kız kardeşin çocuklarıyla, baba tarafmdan büyükbaba ve büyükanne ana tarafından büyükbaba ve büyükanneyle, oğulun çocukları kızın çocuklarıyla iç içe geçerler. Çapraz kuzen ve kuzin evliliğinin zorunlu kıldığı bu ayrım­lar gerekliliğini yitirmiştir artık.

Morgan bu sorunlar üstünde çalışırken, Hint-Avrupa adlığını yeni­den kurmak için gerekli olan gereçler daha elde edilmemişti; ama gene de, Hint-Avrupa dilbilimi açısından sınıflandırma sisteminin önemine ilk dikkat çeken Morgan oldu.50 Morgan, bizim dillerimize özgü betim-

50 Ancient Society (Eski Toplum), s. 491.

Page 78: Thomson_Tarih Öncesi Ege

A K R A B A L IK A d LIĞI 77

[eme sisteminin başlangıçtaki sistem olamayacağını gördü. Morgan'dan sonra bu sorun üstünde çalışmalar yapanlar da onun izinden yiirüse- lerdi, Hint-Avrupa adlığı çok önceleri açıklığa kavuşturulabilirdi.

Morgan'm sınıflandırma sistemi kuramı, Fison, Howitt, Spencer ve Gillen gibi AvustralyalI klasik alan-antropologları tarafından kabul edildi. Bunlar Morgan'm ölümünden sonra, onun vardığı sonuçları doğrulayan yeni bilgileri günışığına çıkardılar. Fison'un duraksadığı tek nokta, Morgan'a yazdığı bir mektupta da içtenlikle kabul ettiği gi­bi, dinsel meslektaştan arasında doğan utancadan kaynaklanıyordu.51 Morgan'm da kendi bölgesinin papazı J. H. Mcllvaine'le başı beladay­dı; Eski Toplum adlı yapıtı üstünde çalışırken, Tevrat'a ters düşmekle suçlanabileceği korkusuyla Mcllvaine'le birçok ciddi tartışmaya giriş­mişti. Kitap yayımlandığı zaman, Morgan'm manevi danışmam, belki biraz da dostuna olan sevgisinden dolayı kavrama yetisini yitirerek şöyle yazıyordu ona: "Bence büyük bir yapıt bu. Bugüne kadar Dar- vvincilere karşı ve türlerin değişmezliğinden yana ortaya atılmış en güç­lü sav."52

Ne var ki, bu kadar kolay aklanmayanlar da yok değildi. Marx ki­tabı hemen alkışladı; tıpkı bir zamanlar, bilim adamlarınca öfkeyle suç­landığı sıralarda Türlerin Kökeni'ni alkışladığı gibi. Engels, "Darwin'in evrim kuramı biyoloji açısından, Marx'm artı-değer kuramı ekonomi politika açısından ne denli önemliyse, bu yapıtın da antropoloji açısın­dan o ölçüde önemli olduğunu" açıkladı.52 Gerçekte, hiç kuşkusuz, öte­kiler gibi bu yapıtın da suçlamalara uğramasının nedeni buydu. Dar- vvin'e karşıçıkış en sonunda yıkılıp gitti, çünkü Darwin'in getirdiği ku­ram sanayinin gelişmesi açısından vazgeçilmez nitelikteydi. Ama Mor­gan ile Marx, dünyanın pek çok yerinde hâlâ birer tabudur.

Bu işin içinde dinsel önyargıdan öte bir şey vardır. Tanrı gibi aile de özel mülkiyetle el ele yürür. Özel mülkiyeti "baştan beri varolan" bir

51 Fison şöyle yazdı: "Aslında onun (bölünmemiş komün yani içten evlenmeli sürünün) varlığınınyeterince kanıtlandığını kabul ediyorum, ama şu iki nedenle bunu açıkça belirtmiyorum: 1) Böyle biraçıklama karşısında şiddetli bir karşıtlık oluşacağını sanıyor ve tartışma ortamını elimden geldiğincedar tutmaya çalışıyorum; 2) Bölünmemiş komün, 'cinsel ilişkilerin rastgele gerçekleştiği' bir düzendenbaşka bir anlam taşımamaktadır, bu durumsa rahiplerimizden pek çok yakın dostum için korkunç bir olgu olarak algılanacaktır..,. Kısacası, Bölünmemiş Komün'ün daha önce yaşandığı konusundakuşkum yok ama kendi amaçlarım doğrultusunda bunu açıklamayı gerekli görmüyorum; dahası, (çevremden dolayı) bir açıklama gereksiz olduğu sürece bunu belirtmemeyi yeğliyorum” [B. J. Stern, Lewis Henry Morgan, (Chicago, 1931), s. 162). Yaşam yolu dikenlidir ve fısıltılı diller hakikatizehirleyebilir.B. J. Stern, Lewis Henry Morgan, (Chicago, 1931), s. 27.

59 F. Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, s. 31.

Page 79: Thomson_Tarih Öncesi Ege

78 T a r İh ö n c e s İ Eg e

şey sayan kentsoylu düşünürler, Morgan'a baştan sona karşıçıkılması gerektiğini içgüdüsel bir biçimde ayrımsamışlardır. Gel gör ki, ona el- birliğiyle karşı çıkmalarına karşın, ortak bir cephe kuramamışlardır, bunun nedeni de başka bir seçenek üzerinde anlaşmayı bir türlü bece- rememiş olmalarıdır.

Radcliffe-Brown şunu ileri sürmüştü:"... Morgan'a ve onun izinden gidenlere karşı, herhangi bir kabilenin akrabalık terimcesi ile bu kabi­lenin bugün varolduğu biçimiyle toplumsal örgütlenmesi arasında çok kapsamlı bir işlevsel bağ olduğu ortaya konulabilir," dolayısıyla, "ak­rabalık terimcesinin, salt varsayımsal bir geçmişteki bambaşka bir top­lumsal örgütlenme biçiminin günümüzdeki bir uzantısı olduğunu dü­şünmek için en küçük bir neden yoktur."54 Başka bir yerde de ayrıntı­lı olarak ele aldığım gibi, Radcliffe-Brown'm sınıflandırma sistemini bu temele dayanarak açıklaması, savunulması olanaksız bir açıklamadır.55

Bu arada, bir başka seçkin antropolog, Kroeber bunun tersini kanıt­lamaya çalışmıştır. Kroeber, akrabalık terimcelerinin toplumsal örgüt­lenmenin ışığında açıklanabileceğini tümden yadsımaktadır:

E ğer akrabalık terim lerinin öncelikle dilbilimsel etkenlerce belirlendiği ve toplum sal koşullara ancak arasıra , o da dolaylı bir biçim de bağlı ol­dukları d aha açık seçik kavransaydı, sanırız betim lem e sistem i ile sınıf­landırm a sistem i arasındaki ayrım ların öznel ve yap ay olduğu herkes­çe çok önceleri anlaşılırdı.56

Arunta sistemini iyice anlayabilmek için kafa patlatan okur, bû sis­temin nesnel olarak kendisininkinin aynısı olduğunu öğrenince rahat­layacaktır.

Ve elbette, bundan sonra tüm sorunu gerçeklik dünyasının dışına çıkarmak için atılması gereken bir adım kalıyordu. Bu adımı da Mali­nowski attı. Malinowski, "sınıflandırma sistemlerinin günümüzde va­rolmadıkları gibi, daha önce de hiçbir zaman varolmadıklarının açık bir gerçek olduğunu" keşfetti.57 Lowie, aynı şeyi totemcilik konusun­da yaptı. Lowie, "bu konuda ortaya serilen bütün uğraş ve bilgilerin,

54 A. R. Radcliffe-Brown, The Social Organisation of the Australian Tribes", Oceania, (Melburn/Londra, 1931-.), c. I, s. 427.

55 Bkz. Aeschylus and Athens (Aiskhylos ve Atina), s. 396-401.56 A. L. Kroeber. “The Classiflcatory System of Relationship”, Journal o f the Anthropological Institute,

(Londra, 1872-.), 39, s. 82.57 B. Malinowski, "Kinship", Man (insan adlı yapıtta "Akrabalık" bölümü), (Londra, 1901-,), 30, s. 22.

Page 80: Thomson_Tarih Öncesi Ege

A K R A B A L IK A D LIĞI 79

totem olgusunun gerçekliğini kanıtlayamadığı" kanısındadır.58 Açık­çası, sorun, sorunun varlığı yadsınarak çözülmekledir. Her zaman ol­duğu gibi, sonunda bilir bilmez söz söylemeye varan kentsoylu kuş­kuculuğunun son sözü budur işte.

Ama hiç kuşku yok ki, Malinowski'nin keşfinden teselli bulanlar, onun çağdaş Anglo-Amerikan toplumsal antropoloji okulunun temel görevini yerine getirmede tam bir başarısızlığa uğradığını itiraf ettiği­ni gördüklerinde biraz düşkırıklığma uğrayacaklardır:

İşin içinde olan biri olarak diyebilirim ki. Bayan Seligmaıı ya da Dr. Lo- wie ile ne zaman biraraya gelsem, Radcliffe-Brown ya da Kroeber'le ne zaman bazı konuları tartışsam, o anda karşımdakinin konudan haberi bile olmadığını fark ediyor ve sonunda çoğu zaman bunun benim için de geçerli olduğu duygusuna kapılıyorum. Akrabalık konusunda yaz­dıklarımızın hepsini de buna katabiliriz ve bu hepimiz için geçerlidir.59

Görüldüğü gibi, bir türlü kafa kafaya verip anlaşamıyorlar! Mor- gan'ı çürüteceğiz diye yıllar yılı çabaladıktan sonra yalnızca birbirleri­ni çürütmeyi başarabiliyorlar. Bu arada, Engels tarafından geliştirildi­ği biçimiyle Morgan'm yapıtındaki savlar, Sovyetler Birliği'ndeki et­nologlar ve arkeologlar tarafından geniş bir cephede sürdürülüyor.

58 Primitive Society, s. 137.59 Kinship, s. 21.

Page 81: Thomson_Tarih Öncesi Ege

80 TARİHÖ NCESİ EGE

KABİLEDEN DEVLETE

III

1. İrokua Birliği

Morgan'ın İrokua'lara ilişkin incelemesi, antropoloji alanında öncü bir çalışma ve kendi türünün bir başyapıtıdır. Morgan, eski Yunan ve Roma'daki kabile örgütlenmesiyle ilgili ipucunu, bu yerlilerin arasına gittiği sıralarda bulmuştu.

Morgan, Amerika yerli toplumuna ilişkin genel görüşlerini şöyle be­lirtir:

Amerika yerlilerinin yönetim tasarı, gens (klan) ile başlıyor, yönetsel kurumlarının eriştiği en yüksek nokta olan genbirlikte (konfederasyon, ç.n.) sona eriyordu. Bu yönetim tasarı organik olarak şöyle sıralanıyor­du: Birincisi, bir kandaşlar topluluğu olan gens; gens üyesi kandaşlar gens'i ıralayan ortak bir ad taşıyorlardı, İkincisi, birtakım ortak amaç­larla daha yüksek bir birlikte biraraya gelmiş bulunan bir akraba gen- tes (gens'in çoğulu, ç.n.) topluluğu olan fratri. Üçüncüsü, genellikle frat- rilerde örgütlenmiş, bütün üyeleri aynı lehçeyi konuşan bir gentes'ler topluluğu olan kabile (tribü, ç.n.). Ve dördüncü olarak da, her biri ay­nı dil ailesinin ayrı lehçelerini konuşan kabilelerden meydana gelen gen- birlik. Bu, bir siyasal toplum ya da devletten (civitas) farklı olarak, bir gentilice toplum (societas) ortaya çıkarıyordu, ikisi arasında büyük ve köklü bir ayrım vardır. Amerika bulunduğu zaman orada ne bir siya­sal toplum vardı, ne bir yurttaş, ne bir devlet, ne de herhangi bir uygar­lık. Amerika'daki en ileri yerli kabileleriyle genellikle bilindiği anlamıy­la uygarlığın başlangıcı arasında koskoca bir budunsal dönem vardı.1

1 Ancient Society (Eski Toplum), s. 65. irokua’ları yeniden inceleyen Quain, onların son derece ilen

Page 82: Thomson_Tarih Öncesi Ege

K a b i l e d e n D e v l e t e 8 i

Altı ayrı lehçe konuşan altı İrokua kabilesi vardı. Bunların dördün­den her biri iki fratri ve sekiz klana bölünmüştü. Öteki ikisindeyse, frat- j-j yoktu, yalnızca üç klan vardı.2 Bunların ortak kökeni klan adlarıyla gösterilmiştir; klan adlarından üçü altı kabilede de geçmekte, buna kar­şılık yalnızca ikisi tek bir kabileyle sınırlı kalmaktadır.

Biri dışında bütün klanlar hayvan adları taşımaktadır. Bunlar, klan totemleridir. Sözgelimi, bir söylenceye göre, çok sıcak bir yaz günü gü­neş bir kaplumbağanın yaşadığı küçük gölü kurutuvermiş, kaplumba­ğa da kabuğunu sırtından attığı gibi insana döniişüvermiş. İşte bu in­san, kaplumbağanın adını ve belirtkesini taşıyan klanın atasıymış.3

Çizelge IV

İR O KU A BİRLİĞİ

Kabile Fratri Klanlar

Seneca1II

Ayr

Geyik

Kurt

Çulluk

Kunduz

BalıkçılKaplumbağa

Şahin

Cayuga1II

Ayı

Geyik

Kurt

Şahin

Kaplumbağa

Kunduz

Çulluk Yılan Balığı

Onondaga1

IIKurt

Geyik

KunduzAyı

Kaplumbağa

Yılan Balığı

Çulluk Top

Tuscarora1II

Ayı

Bozkurt

Kunduz

Sarı Kurt

Büyük Kaplumbağa

Küçük Kaplumbağa

Yılan Balığı

Çulluk

Mohawk Ayı Kurt Kaplumbağa

Oneida Ayı Kurt Kaplumbağa

Morgan'ın zamanında dıştan evlenmeye dayalı birim klandı, ama geleneklere bakıldığında bu birimin bir zamanlar fratri olduğu anlaşı­lıyordu. İrokua'ların "fratri" için "kardeşlik" anlamına gelen bir söz­cük kullanmaları da bunu doğrulamaktadır. Aynı fratriye bağlı klan­lar, "kardeş" klanlardı; ayrı fratrilere bağlı klanlarsa "kuzen" klanlar­dı.4 Senecalar, başlangıçta kabilelerinin Ayı ve Geyik adlarını taşıyan

askeri örgütlenmelerinin, Avrupalı sömürgecilerle ilişkiler sonucunda geliştiğini ileri sürmektedir. B.H. Quain, "The Iroquois", Meade, s. 240.

2 Ancient Society (Eski Toplum), s. 69.2 E. A. Smith, “Myths of the Iroquois", Annual Reports of the Bureau of Ethnology (Etnoloji Kurumu

Yıllık Raporları, "irokua Yerlilerinin Söylenceleri"), (Washington, 1887-.) II, s. 77.4 Ancient Society, s. 90.

Page 83: Thomson_Tarih Öncesi Ege

82 TA RİH Ö NCESİ EGE

yalnızca iki klanı bulunduğunu, daha sonraları bunların bölündüğü­nü, ilk baştaki birimlerin her birinin kendi fratrisi içinde eski ve saygın klanlar olarak varlıklarım koruduklarını ileri sürüyorlardı.

Klan üyeleri "uzun ev" denilen ortak bir konutta yaşıyorlardı; bah­çelerle çevrili olan "uzun ev"in kapısının üzerine klan totemini belir­ten bir simge işlenmişti.5 Ev ve bahçelerin bakımı kadınlar tarafından yapılıyor, erkeklerse avcılık ve savaşçılıkla uğraşıyorlardı. Toprağın iş­lenmesinde çapa kullanılıyordu. Başlıca ekin mısırdı. Toprak on ile yir­mi yıl arasında değişen bir sürede ürün vermez duruma geliyor, o za­man kabile yeni bir yerleşme yerine taşmıyordu.6

Soy ve kalıtım anayanlıydı. Her klanın kendi özel adlar kümesi var­dı. Bu adlardan herhangi biri, klanın yaşayan üyelerinden birinin adı olmaması koşuluyla çocuğa verilebiliyordu.7 Bir erkeğin kişisel eşya­ları dayıları, erkek kardeşleri ve kız kardeşlerinin oğulları arasında pay­laşılıyordu. Kendi çocuklarına kalmıyordu. Bir kadının kalıtçılarıysa, kendi çocukları, kız kardeşleri ve kız kardeşlerinin çocuklarıydı. Böy- lece, klanın malları gene klan içinde kalmış oluyordu. Ölünün ardın­dan kendi klanının üyeleri yas tutuyor, ama gömü tün hazırlanması ve gömme işlemi öbür klanlarca yerine getiriliyordu. Ölen önemli bir ki­şiyse, ardından bütün fratrisi yas tutuyor, gömme töreniyse öteki frat- ri tarafından gerçekleştiriliyordu. Morgan'ın zamanında ölüler gelişi­güzel gömülmekteydi, ama Morgan çeşitli belirtilere bakarak eskiden her klanın kendi gömütlüğünün bulunduğu sonucuna varmıştı.8

İrokua'lar her yıl altı şenlik düzenliyorlardı. Bu şenlikler, önceden her klandan seçilmiş belirli sayıda kadın ve erkek görevli tarafından yönetilmekteydi, İrokua'larda özel bir klan tapımı yoktu, bunun yeri­ni klan örneğine göre kurulmuş gizli derneklerin tapınma törenleri alı­yordu. Gerçekte bu, Amerikan yerli kabilelerinin genel bir özelliğidir, ancak kimi kabilelerde totem çoğaltma töreninin değişik bir biçimine rastlanılabilir. Sözgelimi, Mandan'ların her mevsim yaban sığırının ço­ğalması için yaptıkları yaban sığırı dansının bilinen tipten tek farkı, bel­li bir klana özgü olmamasıdır.9

5 L. H. Morgan, The League o f the Iroquois (irokua Birlikleri), (Kochester, 1851), s. 318. Gem’i bulgulamadan önce kaleme aldığı bu yapıtında, Morgan, bunu bir “kabile aygıtı” olarak tanımlıyor.

6 H. Hale, The Iroquois Book o f Rites (İrokua'larda Kuttörenler), (Philadelphia. 1883), s. 50; Totemism and Exogamy, III, s. 3-4.

7 Ancient Society (Eski Toplum), s. 77-80.8 Aynı yerde, s. 74-5, 83-4, 96.9 Totemism and Exogamy (Totemcilik ve Dışevlilik), III. s. 137, 472.

Page 84: Thomson_Tarih Öncesi Ege

KABİLEDEN DEV LE TE 83

Klan, yabancıları evlat edinme hakkına sahipti. Bu yabancılar, ken­dilerini evlat edinen kişilerin "erkek kardeşi" ya da "kız kardeşi" ola­rak klanın gerçek üyeliğine kabul ediliyor ve bir klan adı alıyorlardı. Tutsaklar ise ya evlat ediniliyor ya da öldürülüyordu. Kölecilik diye bir şey yoktu.10

Klan, üyelerinin davranışlarından ve onların çıkarlarının korunma­sından sorumluydu. Bir klanın üyesi başka bir klanın üyesince öldü­rüldüğünde, öldüren adamın klanına yakınmada bulunuluyor ve za­rarın ödenmesi için bir istem sunuluyordu. İstenilen ödence verilirse - genellikle mal olarak ödeniyordu- sorun kalmıyordu. Yok verilmezse, o zaman ölenin klanının üyeleri arasından bir öç alma bölüğü kurulu­yor, bunlar öldüreni yakalayıp öldürmekle görevlendiriliyordu. Eğer ölenle öldüren ayrı fratrilerdense, dava ilgili klan adına fratri tarafın­dan ele alınıyordu.11

Klan içinde adam öldürme konusunda belirlenmiş bir işlem yoktu. Kaldı ki, bu türden suçlar çok ender işleniyordu. Özel mülkiyetin bu­lunmadığı bu koşullarda bu türden suçlarm işlenmesine yol açan baş­lıca dürtü bazı eksikliklerdi, ama klana can veren güçlü dayanışma ru­hu bu konuda olumlu bir caydırıcı rol oynamaktaydı.

Klanın, her iki cinsten yetişkinlerin özgür oylarıyla seçilen bir şefi (1scıchenı) vardı. Gerçi klan şefi yaşam boyu görevde kalmak üzere seçi­lirdi ama, seçmenleri hoşnut edemezse her zaman görevden alınabilir­di.12 Şeflik kalıtımsal bir eğilim gösteriyor, şef ölünce şeflik onun erkek kardeşlerinden birine ya da kız kardeşlerinin birinin oğluna geçiyor­du, İrokuaTarda şefliğe yalnızca erkekler seçilebiliyordu, ama bunun çok eskilere dayanıp dayanmadığı belli değildir. Wisconsin'deki Win- nebago'lar, ölen şefin erkek kardeşi ya da kız kardeşlerinden birinin oğlu yoksa, şefliğin ana tarafından en yakın kadın akrabaya geçmesi kuralını uyguluyorlardı.13

Her kabilenin kendi bölgesi ve kendi kabile konseyi vardı. Kabile konseyi, savaş ve barışla ilgili sorunları karara bağlamak ve seçilen klan şeflerini onaylamak üzere kabile halkı önünde toplanırdı ve seçilen klan şefini veto etme hakkına sahipti. Kararlarını oybirliğiyle almak zorun­daydı. Kabile konseyi, klan şeflerinden ve ayrıca kişisel kahramanlık­larından dolayı seçilmiş bazı askeri şeflerden ve belli klanlarda kalıt­

10 Ancient Society, s. 80-1.U Aynı yerde.s.77,9S.12 Aynı yerde, s. 70-3.13 Aynı yerde, s. 161-2.

Page 85: Thomson_Tarih Öncesi Ege

sal olarak geçen ve kabileyi genbirlik konseyinde temsil etmekle gö­revli özel bir şefler sınıflamasından oluşmaktaydı.14

İrokua'ların en yüksek organı olan genbirlik konseyi, az önce sözü­nü ettiğimiz özel şeflerden oluşuyordu. Bu konsey de halk önünde top­lanırdı ve kararlarını oybirliğiyle almak zorundaydı. Genbirlik konse­yinin görevini yürütebilmesi için altı kabilenin de onayı gerekliydi.15 Askeri eylemlerin yürütülmesi görevi, Seneca'larm Kurt ve Kaplum­bağa klanlarından seçilen iki yüksek askeri şefe verilmişti.16

Morgan, bu kabilelerin, ata soyundan nasıl ayrıldıkları ve sonun­da nasıl yeniden birleştikleri konusunda bazı uyarıcı görüşler öne sü­rüyor:

Doğal büyüme sonucunda durmadan yeni kabileler ve yeni gentes'ler oluşmaktaydı. Amerika anakarasının uçsuz bucaksız alanları bu süre­ci gözle görülür bir biçimde hızlandırmaktaydı. Yöntem basitti. En baş­ta, yaşama olanakları bakımından çok elverişli olan, dolayısıyla da aşı­rı bir yığılmaya uğrayan bir coğrafi merkezde giderek bir taşma mey­dana geliyordu. Yıldan yıla sürüp giden bu taşma sonucunda, kabile­nin başlangıçta yerleşmiş olduğu merkezden uzakta bir yerde bir nü­fus birikimi gerçekleşiyordu... Böylece yeni bir kabile doğuyordu.

Artan insan sayısı yaşama olanaklarını zorladığında, insan fazlası ye­ni bir yere taşınıyor ve oraya büyük bir beceriyle yerleşiyordu, çünkü her gens'de ve bir bölükte bir araya gelen gentes'ler de yetkin bir yöne­tim vardı...

Genbirliklerin oluştuğu koşullar ve dayandığı ilkeler son derece ba­sittir. Bu genbirlikler, doğallıkla, belli bir zaman süreci içinde önceden varolan öğelerin bağrından doğup gelişmişlerdir. Bir kabile çeşitli ka­bilelere bölünmüş, bu altbölümler birbirinden bağımsız, ama sınırdaş bölgelere yerleşmişler, genbirlik de bunları içerdikleri ortak gens'ler ve konuştukları yakın lehçeler temelinde daha yüksek bir örgütlenme için­de yeniden bütünleştirmiştir. Gens'de somutlaşan akrabalık kavramı, gens'lerin ortak bir soydan gelmeleri ve birbirlerinin konuştukları leh­çeleri hâlâ anlayabilir durumda olmaları, bir genbirlik için gerekli mad­di öğeleri sağlamaktaydı. Demek ki, genbirliğin temelinde ve merke­zinde gentes'ler, daire çevresindeyse dil ailesi yer almaktaydı.17

84 T A RİH Ö N C ESİ Eg e

14 Aynı yerde, s. 113-20.15 Aynı yerde, s. 35.16 Aynı yerde, s. 150-1.17 Aynı yerde, s. 105,125.

Page 86: Thomson_Tarih Öncesi Ege

K ABİLEDEN DEV LE TE 85

Görüldüğü gibi, kabile sistemi, durmadan yer değiştiren bir toplu­ma son derece yetkin bir biçimde uyarlanmıştı. Kabilelerin çoğalması, kabilenin kendisini yaratmış olan bölünme sürecinm bir devamından başka bir şey değildi. Ne var ki, genbirlikte bu gelişme tersine dönmüş­tür ve işte tam bu noktada, yüksek askeri şeflerin görevinde eşitlik ilke­sinden ilk uzaklaşmayı gözlemleriz. İrokua Birliği'nde, kabileler, daha ileri, ama sınıflara bölünmüş devlet biriminde birleşmek üzeredirler.

İrokua Birliği, savaşa göre düzenlenmiştir. Birlik, Algonkin'lerin ko­vulmasından sonra, bugün New York eyaletinin bulunduğu bölgede kurulmuştu.18 O sırada Irokua'lar, varolan üretim düzeyinde özgürce yayılmanın sınırına varmış bulunuyorlardı. Ama, hâlâ göçebe tarımı aşamasında oldukları için, yalnızca toprak uğrunda savaşını veriyor­lardı. Eğer Birliğin oluşumundan önce tarımları daha ileri bir düzeye erişmiş olsaydı, onlar da Orta Amerika'daki Köy Yerlileri gibi yerleşik düzene geçerlerdi; ya da, Birlik yönetimi altında tarımlarını geliştire- bilselerdi, M eksika'da daha sınırlı bir bölgede Aztek Birliği'nin yaptı­ğı gibi, bu aygıtı hiç kuşkusuz öteki kabileleri şu ya da bu biçimde sö­mürmekte kullanırlardı. Ne var ki, İrokua'ların gelişmesi, Kristof Ko- iomb'un izleyicileri tarafından bu noktada kesiliverdi.

2. Romalılarda Kabile Sistemi

Her Romalının ya da hiç değilse her soylu Romalının üç adı vardı. Nomen ya da "ad ", proenomen ya da "ilk ad" ve cognomen ya da "soya­dı". Proenomeıı kişisel addı. Nomen o kişinin geus'ini ya da klanını be­lirtiyordu. Cognomen ise fam ilia’sini ya da ailesini belirtiyordu. Örne­ğin, Gaius lulius Caesar, lulia gens'inin Caesar ailesindendi.

Familia, gens' in bir altbölümüydü. Paterfamilias'ı (erkek aile reisi, ç.«.), onun karısını, oğullarını ve evlenmemiş kızlarını, oğullarının oğulları­nı ve evlenmemiş kızlarını, kölelerini ve öteki mal mülkü kapsıyordu.19 Gens, ortak bir ataya bağlı erkek soyundan gelen bir fa m il iae’ ler küme­siydi. Familia sözcüğü başlangıçta mülk edinilmiş köleler (famuli), ya­ni gens'm ortak mülkiyetinden ayrı olarak edinilmiş mallar anlamına gelmekteydi.

18 Aynı yerde, s. 169: Systems o f Consanguinity and Affinity of the Human Family (İnsan Ailesinde Kandaşlık ve Evlilik Yoluyla Akrabalık Sistemleri), s. 150-1.

19 Ancient Society, s. 293-5; H. F. Jolowitz, Historical Introduction to the Study o f Roman Law, (Cambridge,

1939). s. 122.

Page 87: Thomson_Tarih Öncesi Ege

8 6 T a r i h ö n c e s İ E g e

Vasiyetname bırakmadan göçüp giden birinin malı mülkü ilk ağız­da karısına ve çocuklarına kalırdı. Çocukları yoksa, erkek tarafından gelen dolaylı torunlarına, daha sonra baba soyundan gelen akrabaları­na, yani erkek kardeşlerine ve evlenmemiş kız kardeşlerine, babasının erkek kardeşlerine ve evlenmemiş kız kardeşlerine ve son olarak da bunların hiçbiri yoksa gens'ine kalırdı. Bu öncelik kurallarını tersine çe­virirsek, onları, gens'in ortak mülkiyetinin ardışık çiğnenişlerini göste­ren tarihsel sıraları içinde görürüz. Evlenmiş kız kardeşlerin ve kız ço­cukların dışlanmasının nedeni, kadının evlendiği zaman kocasının geııs'inin bir üyesi durumuna gelmesiydi.

Romalılarda evliliğin tarihinin başlangıç dönemi belirsizdir ve ancak el yordamıyla açıklanabilir. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde üç evlilik biçimi vardı: Usıts, confarreatio ve coemptio.20 Birincisi, birlikte yaşama­dan öte bir şey değildi. Hiçbir tören gerektirmiyor, istenildiği anda bo­zulabiliyor ve mal mülkün aktarılmasına ilişkin hiçbir koşul getirmiyor­du. İlk Etrıisklerin az sonra anlatacağımız gevşek anaerkil birliklerini andırıyordu ve büyük bir olasılıkla, pleblerin evlenmelerinin ve mülki­yet haklarının patriciler tarafından tanınmadığı döneme uygun düşü­yordu.21 Patricilerin evlenme biçimi, confarreatio idi; gelini kocasının yet­kesi altına sokan bir aktarma olayıydı. Coemptio da pleblere uygun dü­şen biçimdi; bu, kocaya, karısının sahibi olduğu konusunda sözleşme­ye dayalı bir hak tanıyan bir satın almaydı. Sonradan, patricilerle pleb- ler arasındaki ayrım ortadan kalktığında, bu evlilik biçimlerinin yerini, eski ıısus kadar gevşek bir birleşme aldı, ama bu kez özel mülkiyet çı­karları vasiyetname düzenleme hakkıyla güvence altına almıyordu.

Bu ataerkil patrici birleşmelerinin ardında yatan amaç oldukça açıktır:

Eğer, der Cato, karını seni aldatırken yakalarsan, onu yargılamadan öl­dürebilirsin ve en küçük bir ceza yemezsin; ama eğer sen karını alda­tırsan, karın senin kılına bile dokunamaz.22

Confarreatio, kalıtımın babadan oğula geçmesini sağlama almak ama­cıyla kadının özgürlüğünü sınırlıyor; coemptio da, aynı ilkeyi daha alt

20 C. W. Westrup, "Recherches sur les formes antiques de mariage dans l’ancien droit romain” ("Eski Roma Yasalarındaki Evlilik Biçimleri") Oversigt over det kongelige Danske Videnskabernes Selskobs Forhondlinger, (Kopenhag, 1816-.), 30,1. Historical Introduction to the Study of Roman Law, s. 113-6, 243-4.

21 Usus'un eskiliğine ilişkin bilgi için bkz. C. W. Westrup.22 Cellius, 10. 23.

Page 88: Thomson_Tarih Öncesi Ege

KABİLEDEN D EW LE TE 87

katmanlara yaygınlaştırıyordu. Bunlar, eski kabile haklarınım tüzel bir kısıtlaması olarak mülkiyetin gelişmesi sonucunda resmi ev/liliğin na­sıl ortaya çıktığını göstermektedir:

Tarihte ortaya çıkan ilk sınıf ayrılığı, tekeşli evlilikte erkek ile kaıdın ara­sındaki karşıtlığın gelişmesiyle, ilk sınıf baskısı da erkeğin kaodın üze­rindeki baskısıyla aynı zamana rastlar.23

Familicı, geııs'in bir altbölümü olduğundan, aile adına cognıonıen, "so­yadı" ya da ek ad deniliyordu. Nomen, kesin olarak gens'i bellirtiyordu. Gene, edinilmiş mülkiyeti belirten fannlia'nuı daha geç ortaya çıkmış bir sözcük olmasına karşılık, gens ve nomen, yani "akraba" vce "ad", da­ha önce de gördüğümüz gibi, erkek akrabanın kendi klanı adı ya da klan belirtkesiyle tanındığı ilkel klandan gelmektedir. Ve bu nomina’la- ra baktığımızda, kökenleri apaçık görülür. Aquilia Gensi Kartal klanı, Asinia Gensi Eşek klanı, Aurelia Gensi Altın klanı, Caecilia <Gensi Ker­tenkele klanı, Caninia Gensi Köpek klanı, Capraria Gensi İKeçi klanı, Cornelia Gensi Kızılcık Ağacı klanı, Fabia Gensi Fasulye klanı, Divıdi- a Gensi Koyun klanı, Porcia Gensi Domuz klanı, Vlaeria G ensi Kara Kartal klanı, Vitellia Gensi Buzağı klanıdır, vb. Romulus ihe Remus'u bir ağaçkakanın beslemesi ve bir kurdun emzirmesi, m asallara özgü düşgücünden çok öte bir olaydır. Çünkü kabile ve bölge adlıarı bu hay­vanların kutsal olduğunu göstermektedir.

Totem kalıntılarına yer yer daha somut bir biçimde rastlıyoruz. Söz­gelimi, Quintia Gensinde altın takılar takmak tabuydu, Acilia Gensi- nin Serrani ailesi kadınlarının keten giysi giymelerini yasaklam ıştı.24 Manlia Gensinden Torquati ailesi özel bir gerdanlık takar, Quintilia Gensinden Cincinnati ailesiyse kendine özgü bir başlık takardı.25 Bun­lara benzer gelenekler ilkel halklar arasında o denli çoktur ki, bunların totemci bir kökenden geldikleri son derece açıktır.

Her ge/ıs'in kendi şefi (princeps),26 kendi sunağı (sacellum), kendi gö­mütlüğü27 ve ilk zamanlarda kendi topraklan vardı.28 Claudia Gensi,

23 Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, s. 94.24 Historia Naturalis, 33. 21. 19. 8.25 Suetonius, Caius Caligula, 35.26 Cicero, Epistulac ad Familiares, 9. 21. 2; Festus, 61; D. H. AR. 6, 69. 1.27 Cicero, De Lagibus, 2. 22. 55; Cicero, De Ojjîciis, 1.17. 55; Cicero, Tusculanae Dişputationes, 1. 7;

Cicero, Oratio pro A. Ucinio Archia, s. 22; Valerius Maximus, 9. 2.1; Suetonius, Nero1, 50; Plutarkhos, Pop/. 23; D. C. 44.51; P. Velleius Paterculus, 2.119. 5; CIL. 1.65-72.375.

28 T. Mommsen, History of Rome, (Londra, 1868), I, s. 39,74.

Page 89: Thomson_Tarih Öncesi Ege

8 8 T a r i h ö n g e s İ E g e

Sabin ülkesinden Roma'ya göç ettiğinde, kendilerine Roma'daki İupi- ter Tapınağı'nın yanında bir gömütlük ve Anio Irmağı kıyısında bir toprak parçası verildi.29 Gens'in tapımı, adını ata ruhu demek olan Re­mus'dan ya da geııs'in adıyla belirlenen halk tanrılarının birinden alı­yordu: Naevii'lerin Silvanus Naevianus'u, Calpurnii'lerin Diana'sı, İu- lii'lerin Veiovis'i gibi.30 Ata ruhunun gens adını taşıyan tanrıya dönüş­mesi, totemin tanrıya dönüşmesidir.

Gerçi salt belli bir gens’le ilintili bir kişi adına rastlanmamaktadır, ama Marcus Manlius'un öyküsü gens'ın kendi üyelerine ad verümesin- de söz hakkı bulunduğunu göstermektedir: Marcus Manlius, Manlii- ler için öyle bir yüzkarası olmuştu ki, Manlii'ler Marcus adının herhan­gi bir gens üyesine verilmesini yasaklamışlardı.31 Evlat edinme konu­sunda da gens’in onayının alınması gerekiyordu; evlat edinilen oğul, kendisini evlat edinen babanın nomen'ini ve cognomen'ini alıyordu. Ev­lat edinme töreni, çocuğun dünyaya gelişinin bir benzetlemesi olarak anlatılmaktadır.32 Bu anlayışa hemen her yerde rastlanır. Evlat edin­me, özel bir erginleme töreninden başka bir şey değildir.33 Burada, ev­lat edinilen yabancı, bir yabancı olarak ölür ve bir klan üyesi olarak ye­niden doğar.

Geııs'deki dayanışma, üç yüz kişi kadar olan Fabii'lerin Veii'lere kar­şı kendi başlarına nasıl savaştıklarını anlatan öyküde bütün açıklığıy­la görülür.34 Appius Claudius hapse atıldığında, onun kişisel düşma­nıyla birlikte bütün Claudii'ler yas tutmuşlardı.35 Gens aynı zamanda yoksulluk ya da sıkıntı çeken bir üyesine yardımcı olmakla yükümlüy­dü.36 Gentilis ile generosus, yani "akrabalık" ile "iyilik" (İngilizce'de "kinship" ile "kindness", ç.n.) arasındaki bağıntı birçok dilde ortaktır ve bütün klan bağları arasında en sürekli olanıdır. Tıpkı Hardy'nin Tess'inin "akrabaları olduğunu ileri sürmek" üzere D'Urberville'lere gidişi gibi, yurt dışında parasız kalan bazı İrlandalIların ortak bir so-

29 Suetonius, Tiberius, 1.30 CIL. 6.645; Cicero, Oratio de Horispicum Responsis, 32; CIL. 1. 807.31 Titus Livius, 6. 20. 14; C. Daremberg ve E. Saglio, Dictionrıaire des antiquitts grecques et romaines

(Eski Yunan ve Roma Söylenceleri Sözlüğü), (Paris, 1877-1919), 2. 2. s. 1510.32 Corp. Gloss. Lat. 4. 304. 44; C. Plinius Caecilius Secundus, Ponegyricus. 8.1.33 Hıristiyanlıktaki vaftiz töreni hem bir yeniden bedenleşme, hem de bir evlât edinmedir; “Bu bebeği

yeniden dünyaya getirmek ve evlât edinerek kendi çocuğun kılmak seni mutlu etti." Ayrıca bkz. REisler, Opheus the Fisher, (Londra, 1921), s. 63-5; J.G. Frazer, Folklore in the Old Testament (EskiAhitte Töresel Yaşam), (Londra, 1919), 2. s. 27-38.

34 Titus Livius, 2. 48-50.35 Titus Livius, 6. 20. 2-3.36 Titus Livius, 5. 32. 8-9; D. H. AR. 2. 10. 2.

Page 90: Thomson_Tarih Öncesi Ege

K a b İl e d e n D e v l e t e 89

yadı taşımalarına güvenerek tümden yabancı kişilere başvurup para istediklerini duymuştum.

Gerçi gens’m dıştan evlenmeye dayalı olduğu hiçbir yerde açıkça be­lirtilmiş değildir, ama gene de Romalıların yakın akrabalar arasında evlenmeyi doğru bulmadıklarını biliyoruz.37 GÖreneksel bir yasa ola­rak hiçbir zaman yazılı belgelere geçirilmemiş olmasının nedeni, bu kuralın çok eski zamanlardan bu yana uygulanıyor olmasıdır belki de.

İlk başlarda eşit bir biçimde otuz cunae'ye bölünmüş 300 gentes bu­lunduğunu öğreniyoruz.38 Yunan yazarlarının her zaman phratria di­ye söz ettikleri curia,39 ya bir akraba gentes’[er kümesidir ya da fratri. Her cııria’mn curio adı verilen bir rahip tarafından yönetilen bir tapma­ğı vardı. Otuz curiones, comitia curiata tarafından seçilen curio maximus’a bağlı kutsal kurulu oluşturuyordu.40 Bu, eli silah tutan bütün erkekler­den meydana gelen bir meclisti, gerçek bir "klanlar kurultayı" idi. Co­mitia curiata denilmesinin nedeni, oylamanın curiae'ler tarafından ya­pılmasıydı. Her cîino'nın, kendi gentesTerinin çoğunluğunca belirlenen bir oyu vardı.41 Yabancıların yurttaşlığa alınmasına ve yurttaşların ev­lat edinme yoluyla bir aileden öbürüne aktarılmasına ilişkin bütün so­runları bu kurul karara bağlıyordu.42

Nasıl on gentes bir cııria oluşturuyorsa, on cııriae de bir tribus oluş­turuyordu. Uç kabile vardı: daha çok Latin soyundan gelen Ramn'lar, daha çok Şahinlerden gelen TatiTer; Etrüsk öğesini de içeren Lucer'ler 43 Bunların her birinin kendi kabile şefi vardı ve hep birlikte Populus Ro- manus diye bilinen kabile birliğini oluşturuyorlardı.44

Birliğin en yüksek organı, senatus ya da yaşlılar konseyiydi. Sena­törlerin sayısı daha ilk başlarda artırılmıştı. Niebuhr, bunların başlan­gıçta klan şefleri (principes gentium) olduklarmı ileri sürmektedir.45 Yü­rütme erki, senato ve comitia curiata tarafından ortaklaşa atanan bir rex ya da kralın elindeydi.46 Rex hem başkomutan, hem başrahip, hem de baş yargıçtı. Krallığın yıkılmasından sonra Rex' in siyasal görevleri ye-

37 Plutarkhos. M. 265d. 289d.38 Titus Livius, 1.13. 6; Plutarkhos, Rom. 20.39 D. H. AR. 2. 7. 3, 6. 89.1; Plutarkhos. Rom. 20, Publ. 7; D. C. 5. 8-9.40 Titus Livius. 27.8.1.41 D. H. AR. 2.14. 3. 4. 20. 2.42 Caius. 1.99; Historical Introduction to the Study o f Roman Law, s. 86.119.12S.43 Titus Livius. 1.13.8.44 D.H.AR. 2.47.45 B. G. Niebuhr, History o f Rome, (Londra. 1885), 1. s. 338-9.46 Titus Livius. 1.17, 32.1, 35. 6; Cicero. De Republico, 2 .12. 3.

Page 91: Thomson_Tarih Öncesi Ege

9 0 TA RİH Ö NCESİ EGE

ııi oluşturulan konsüllere aktarıldı, ama krallık rahipliği rex sacrorum görevinde varlığını korudu.47

Nedendir bilinmez, çağdaş tarihçiler, bütün bu bilgilere karşı kuş­kucu bir tutum takmıyorlar. Sözgelimi, Jolowitz'e bakılırsa, comitia cıt- riatcı'nm kral tarafından getirilen önerileri yürürlüğe koyup koymadı­ğı "son derece kuşkuludur"; ayrıca "çağdaş tarihçiler, Roma tarihçile­rinin kralın comitia tarafından seçildiğini düşünmekte haklı oldukları­nı sanmaktadırlar", çünkü "bildiğimiz kadarıyla temsil düşüncesi da­ha yakın dönemlerdeki senatonun bileşimine o denli yabancıdır ki, bu düşüncenin en eski dönemlerde bile uygulandığına inanmamız olanak­sızdır."48 Roma tarihçileri bu çelişmenin hiç değilse aynı ölçüde farkın­daydılar sanırız, ama gene de anlaşılan o sıralar yadsınamayacak ka­dar güçlü olduğu için geleneği kabul etmişlerdi. Rex sözcüğü Kelt dil­lerinde benzer bir biçimde vardır ve aynı anlama gelmektedir, üstelik Keltlerde krallar seçimle başa gelmekteydi.49 Dolayısıyla, Romalıların kendi senatolarına benzettikleri Galyalıların meclislerinde de büyük olasılıkla durum aynıydı; öte yandan, meclisten başka bir de askeri şe­fi bulunan bazı Galya kabileleri İrokua'larla benzerlik göstermektedir.50 Sözünü ettiğimiz tarihçilerin işin içinden çıkamamalarının nedeni, Ro- ma'nın ilk dönemindeki kabile kurumlarım, kabile toplumunun ne ol­duğu sorusunu ortaya getirmeden açıklamaya çalışmalarıdır.

3. R om a'd a K ra llığ ın A na Soyu nd an G eçm esi

Populus Romanus'un ilk kralı, Roma kentinin kurucusu Romulus'du. O sıralar Şahinlerin büyük çoğunluğu kendi kralları Titus Tatitus'un yönetiminde bağımsız yaşıyordu. Romulus'un yerini, bir Sabin aldı: Titus Tatius'un damadı Numa Pompilius. Daha sonraki kral, Latin so­yundan gelen Tullus Hostilius'du. Onun yerine de başka bir Sabin, Nu- ma'nın kızının oğullarından biri olan Ancus Martius geçti. Ardından Etrüsklerin fethi başgösterdi. Bir sonraki kral, Tarquinius Priscus bir Etriisktü. Onun ardılıysa, ne Etrüsklerdendi, ne de Latin soyundan: Tarquinius Priscus'un kızıyla evlenen Servius Tullius bir köleydi. Kral­

47 Titus Livius, 2. 2. 1, 6. 4. 1, 9.48 Historical Introduction to the Study of Roman Law, s. 16-7.49 H. Hubert, Greatness and Decline o f the Celts (Keltlerin Büyüklüğü ve Düşüşü), (Londra, 1934), s.

220 .

50 Aynı yerde, s. 221-2.

Page 92: Thomson_Tarih Öncesi Ege

KABİLEDEN DEVLETE 9!

lığın Servius Tullius'un damadına, Priscus'uıı oğullarından birine geç­mesiyle birlikte tekerki de sona erdi.

Bu gelenekte krallık düzenli olarak kadın soyundan geçer.51 Ancus Martius, öncelinin kızı Pompilia'nm oğludur ve bu da ana yanından ba­şa geçtiğini göstermektedir. Pompilia'nm babası Numa da öncelinin kı­zıyla evlenmişti. Servius Tullius, Priscus'un kızıyla; Lucius da Servius Tullius'un kızıyla evlenmişlerdi. Daha sonraki bir çağın Romalıları, ön­yargılarına çok ters düşen bir gelenek yaratmışa benzememektedirler.

Krallığın kaynatadan damada geçmesi, çok bilinen bir anayanlı kalı­tım biçimidir. Taht erkeklerdedir, ama kadınlardan geçmektedir. İroku­a'larda görülen annenin erkek kardeşinden kız kardeşin oğluna biçimin­deki kural da aynı ilkeye dayanmaktadır; aradaki tek ayrım, Romalılar­daki kuralın evlenmenin daha ileri bir gelişme aşamasını gerektirmesi­dir. Bu durumda, eğer krallık kaynatadan damada geçerse, kraliçelik de anadan kıza geçer. Acaba bu, kralın bir anlamda karısı adına yönettiği­ni mi gösterir? Bir sonraki bölümde, bunun böyle olduğunu göreceğiz.

Etrüskler anaerkil olarak bilinirler. Etrüsklerin bazı gömüt yazıla­rında, ölenin adından sonra babasının adı yazılıdır. Bu, babayanlı bir tutumdur. Bazılarında da hem annenin, hem babanın adı yazılıdır. Bu­rada durum belirsizdir. Kimi gömüt yazılarındaysa, ölenin adının ar­dına yalnızca annesinin adının eklenmiş olduğu görülür.52 Genus hııic ma tema superbum nobilitas dabnt, incertum de patre ferebatP Bu mezarya- zıtları, analık hukukunda bir gerileme olduğunu göstermektedir.

Yunan tarihçileri, Etrüsklerin "ortak karıları bulunduğunu" ve "ço­cukların babalarını tanımadığını" söylüyorlar.54 Aynı şeyi tarihöncesi Atinalılar için de belirtiyorlar.55 Kadının kendi seçtiği dilediği sayıda­ki erkekle evlenmekte özgür olduğu anaerkilliğin alışılagelmiş bir ta­nımlanışından başka bir şey değildir bu. Eş aldatma diye bir şey söz konusu değildir -bu, erkeğin icadıydı- ve kadın çocuklarının denetimi­ni çocukların baba soyuna bakılmaksızın elinde tutar. Dolayısıyla, Ana­dolu'da yaşamış anaerkil bir halk olan Lykia'Ularda, özgür bir erkeğin

51 J.G. Frazer, The Golden Bough'da (Altın Dal), (Londra, 1923-7), “The Magic Art and the Evolution of Kings”, ("Büyü Sanatı ve Kralların Evrimi”), 2. s. 270-2.

52 Bkz. Cambridge Ancient History'de (Cambridge, 1925-39) R. S. Conway, 4. s. 405. Lykia yazıtlarında da aynı d urum söz konusudur: C IC . 4266b, 4316a, 4278, 4215, 4300. Latince’de "anababa” anlamına gelen parens başlangıçta “anne" anlamına geliyordu; M.M. Odgers, The Latin Parens. (Philadelphia, 1928).

53 Vergilius. Aeneis, 11. 340-1.54 p. 222; Karş. Titus Livius, 4. 2. 6.55 Bkz. Bu kitapta Yunan Kabile Kurumlan bölümünün “Eski Yunan Etnolojisi” başlıklı altbölümü.

Page 93: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Çizelge V

ROMA’NIN SABİN VE ETRÜSK KRALLARI

Titus Tatius

ITatia = Num a Pompilius

IPompilia = Martius

Ancus Martius

Tanaquil = Tarquiniııs Priscus

92 T a r İh ö n c e s İ Eg e

Kızı = Servius Tullius

ILucius Tarquinius = Tullia

bir kadın köleden olan çocuğu köle sayılır, buna karşılık bir erkek kö­lenin özgür bir kadından olan çocuğu özgür olurdu.56 Bu da, bir köle­nin bir Etrüsk prensesiyle evlenerek nasıl Kutsal Kent'in kralı olabildi­ğini ve prensesin erkek kardeşinin prensesin kızıyla evlenip durumu­nu sağlamlaştırarak nasıl onun yerine geçebildiğim açıklamaktadır.

Şahinlerin analık hukukuna ilişkin anıları, annesi yoluyla Rutulle- rin şefi olan Drances'in ve Volsklarm savaşçı kraliçesi Camilla'nın öy­külerinde varlığını sürdürüyordu.57 Şahinler, Rutuller ve Volsklar ay­nı soydan geliyorlardı. Sabin kadınlarının ırzına geçilmesi, genellikle zorla elde etme yoluyla evlenme durumu olarak açıklanır; gerçekten de böyleydi, gene de bu yoldan karı edinmenin bir zamanlar sanıldı­ğından daha az rastlanılan bir durum olduğu anlaşılmış bulunmakta­dır. Ancak, Sabinler anaerkil idiyseler, Romalıların gerçekte bu hanım­ların kendilerinden çok, mülklerini elde etmeyi amaçlamış oldukları pekâlâ düşünülebilir.

Latin krallarında anayanlılık kuralı görülmemektedir. Peki bu, La- tinlerin ataerkil oldukları anlamına mı gelir? Eğer böyleyse, Latmler öteki İtalyan kabilelerinden bir adım öndeydiler; dünyanın ele geçiril­mesi yolunda başta gidiyorlardı.

56 Herodotos, Herodot Tarihi, (Remzi Kitabevi, 1973, Türkçesi: Müntekim Ökmen), 1. 173. Aynı kural eski Çin'de de geçerliydi: K. A. Wittfogel. Wirtschaft und Cesellschaft Chineas (Çin Ekonomisi ve Toplumu) (Leipzig, 1931), s. 400.

57 Verg.A. 11.

Page 94: Thomson_Tarih Öncesi Ege

K a b i l e d e n D e v l e t e 93

Bir soru daha: Şahinlerin anaerkilliği, Hint-Avrupa soyunun dağıl­ma döneminde ataerkil olduğunu gösteren kanıtlarla nasıl bağdaştırı­lacaktır? Bu sorunun yanıtı, İtalya'nın arkeologlar tarafından henüz ay­dınlığa çıkarılmamış tarihöncesinde yatmaktadır. Unutmamak gerekir ki, kalıt yasaları ekonomik güçler tarafından belirlendikleri için, değiş­meye yatkındırlar. Bazıları, Italyan halklarım, tarıma dayalı olduğu için büyük olasılıkla anaerkil olduğu sanılan lerramara kültürüne58 bağlı­yorlar. Ama ne olursa olsun, bu halklar Etrüsk etkisi altında gelişmiş­ler ve bu da ister istemez onlarm kendi özgün kurumlanın etkilemiş­tir. Bu, Yunan tarihöncesinde yeniden karşılaşacağımız bir süreçtir.

4. Populus Romanus

Gens, cııria, tribus ve populus, İrokua'lardaki klan, fratri, kabile ve bir­liğe uygun düşer. Populus Romanus ile İrokua Birliği aynı tipte yapı­lardır. Ancak aralarında önemli bir ayrım vardır.

İrokua kabileleri, doğal genişleme yoluyla evrimleşmişler ve iç ya­pılarını bozmaksızın birleşmişlerdir. Romalıların genbirliğiyse, kendin­ce bir edimle ayrı türden öğelerden yapay bir biçimde kurulmuştur. Roma genbirliğinin yapay kökeni, gentes'in ve curiae'nin bakışımlı kü­melenmesiyle kanıtlanamaz, çünkü bu sözlü geleneğin yuvarlak sayı­lara yatkınlığından ileri geliyor olabilir; ama bu yapay köken, tribus sözcüğüyle kanıtlanmaktadır, çünkü tribus "üçte bir" anlamına geldi­ğinden üç kabilenin birliğini gerektirmektedir. Açıktır ki, genbirlik, Ro- ma'da kurulan yeni yerleşim merkezini örgütlendirmek amacıyla oluş­turulmuştur. Nitekim, İrokua'lar yerleşik bir yaşama geçecek kadar varlıklarını koruyabilselerdi, onların tarihindeki bir sonraki adım da bu olacaktı. Gerçekten de, Morgan'ın ortaya koyduğu gibi, Roma gen- birliği, Mexico kenti kurulduğu sırada Aztek Birliği'nce benimsenen yapıya çok benzemektedir.59 Populus Romanus, klan üyesinin bir yurt­taş olmak üzere bulunduğu ve kabile sisteminin de bir devlete dönüş­menin eşiğinde olduğu noktayı belirlemektedir.

Tersinden bakılacak olursa, İrokua kabileleri, Romalıların sona eren bir aşamasını örneklemektedir. Daha da eski zamanlarda eski İtalyan soyunun çeşitli kollan İtalya yarımadasında, tıpkı Amerikan yerlileri­

38 Bkz. Cambridge Ancient History'de T.E. Peet, 2. s. 568-74.59 Ancient Society (Eski Toplum), s. 191-220.

Page 95: Thomson_Tarih Öncesi Ege

nin Kuzey Amerika'da yayıldıkları biçimde yayılmışlardı. Eski İtalyan kabileleri, gelenek uyarınca, her yıl erginleme töreninden yeni geçmiş genç kızlar ve delikanlılardan oluşan bir topluluğu yeni bir yurt ara­maya gönderirlerdi.

Bu göçmenlerin Tanrıları Mars'ın öküzünü simge olarak benimseyen bir bölüğü güneye, "öküz-kent" Bovianum dolaylarındaki koyaklara uzandı ve sonradan orada Samnitler adını aldı; kurda (hirpus) bağla­nan ikinci bir bölüğüyse aynı yönde daha ilerilere gitti ve Hirpinler ola­rak ortaya çıktı; ağaçkakanı (picus) önder sayan üçüncü bir bölük Um- bria'ııın güneyine, Adriyatik kıyılarına doğru kuzeydoğuya yöneldi ve bu bölgeye onların adından esinlenerek Picenum adı verildi; kendi Tan­rıları Mars'a daha açıktan açığa bağlı olan dördüncü bir bölük de dağ­lık bir bölgenin ortasındaki Fucine Gölü yakınlarında, savaşçı Marslar kabilesini oluşturdu.60

Populus Romanus'un kurulmasının gerçek amacı, Tiber Irmağı üze­rindeki yeni yerleşim merkezini örgütlendirmekti. İleride umulmadık sonuçlar doğuracak böylesine bir girişimi tek bir kişiye maledenler, tümden yanılmamış olabilirler. Romulus'un Capitolium tepesinde kur­duğu sığınakta kendisine katılmaları için herkese yaptığı çağrının Yu­nan tarihinde de bir benzeri vardır. İ.Ö. altıncı yüzyılda Kyrene'deki Yunanlılar, anayurttakilere başvurarak, toprağı yeniden bölüşmek üze­re kendilerine katılmaya çağırmışlardı. Toprağın yeniden bölüşümü kabile sistemi yeniden kurularak gerçekleştirilmiş, yeni gelen eski yer­leşmecilerle üç kabileden oluşan bir genbirlik içinde bütünleştirilmiş, kabilelerden her birine ortak topraklar ayrılmış ve bütün bu işlem özel olarak atanan bir denetmenin denetiminde yürütülmüştü.61 Bundan da anlıyoruz ki, söz konusu dönemde, hem Yunanistan'da, hem de Ro- ma'da kabile yapısı salt biçimsel bir kuruluş -içi boş bir kabuk- olma yolundaydı ve gerçek kanbağı ise yalnızca adda kalmıştı. Yunan kent- devletleri bu kabuğu hiçbir zaman çıkarıp atmadılar. Şimdinin geçmi­şe bağımlılığının bilinçsizce bir kanıtını sunarcasına, ortadan kalkınca­ya dek yurttaşlarını kabilelerde örgütlendirmeye devam ettiler.

94 T a r I h ö n c e s İ E g e

60 J.L. Myres, History of Rome (Roma Tarihi), (Londra, 1914), s. 19.61 Herodol Tarihi, 4,159,161.

Page 96: Thomson_Tarih Öncesi Ege

9 5

YUNAN KABİLE KURUMLARI

IV

1. A io l'Ia r , D o r'lar ve İo n 'la r

Yunanlılar, üç ana lehçeleriyle bağıntılı olarak, soylarının üç kolu­nu tanıyorlardı. Aiol'Iar Thessalia'ya, Boiotia'ya ve Anadolu kıyısın­daki Aiolis'e yerleştiler. Dor'lar Peloponnesos'un doğusuna ve güne­yine yerleşerek buralardan denizlere açıldılar ve güneydeki Kyklad Ta­kımadalarına, Girit ve Rodos Adaları'na ve Karia kıyılarına kadar uzan­dılar, İon'lar ise Attika'yı, orta ve kuzey Ege'yi ve Anadolu'nun İon'lar- dan dolayı İonia adını alan kıyı bölgesini ele geçirdiler.

En son gelenler Dor'lardı, dolayısıyla Dor'ların kabile gelenekleri en gelişmiş olanıdır. Dor'lar İ.Ö. ikinci binin sonlarında güney Yunanis­tan'a girdiler. O sıralar üç kabileden kurulu bir birlik oluşturmaktaydı­lar: Herakles'in oğullarından biri olan Hyllos'un soyundan gelen Hylle'ler; tanrı Apollon'a tapman Dyman'lar, Demeter'e tapman ve ad­ları "tüm kabilelerin erkekleri" anlamına gelen PamphyTler.1 Bunlar, orta Yunanistan'daki dağlık Doris bölgesinden geliyorlardı.2 Doris böl­gesi, verimli Boiotia yaylasını sulayan Kephisos Irmağı'nm kaynaklan­dığı yerdeki Parnassos ve Oita dağlarının arasındaydı. Pamassos'un gü­neyinde, Apollon'un yüce kenti Delphoi vardı; Apollon tapımı buraya tarihöncesi dönemde Girit'ten ve güneybatı Anadolu'dan getirilmişti.3 Oita dağıysa, Boiotia bölgesindeki Thebai kenti kahramanı Herakles'in öldüğü yerdi.4 Kephisos koyağındaki Lebadeia'da ve güney Tesalya'da

1 W.R. Paton ve E .l. Hicks, Inscriptions o f Cos (Istanköy Yazıtları), (Oxford, 1891), s. 341.2 Strabon, 475-6; Herodol Tarihi, 1,56; Pausanias, 5, 1.2.

Bu kitabın "Anaerki" başlıklı ikinci bölümünün “Ege Bölgesindeki Bazı Anaerkil Tanrılar” başlığını taşıyan altbölümündeki “Apollon”a bakınız.

4 Apollodoros, 2. 7. 7.

Page 97: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Çizelge VI

TARİHÖNCESİ YUNAN SÜREDİZİNİ

96 T a r İh ö n c e s İ E g e

Tarih Anakara Kyklad’lar Girit Mısır

3300

3200Cilalıtaş Çağı Sülaleler

1 III3100

3000

2900 Cilalıtaş Çağı Alt Cilalıtaş Çağı

2800 Erken Minos 1 IV

2700

2600Erken Kyklad

Erken Minos II V-VI

2500

2400 Erken Hellas

2300 Erken Minos III VII-X

2200

2100Orta Minos 1 XI

2000

1900Orta Kyklad Orta Minos II XII

1800 Orta Hellas

1700Orta Minos III XIII -XVII

1600

1500 Geç Hellas 1 Geç Minos 1

1400 Geç Hellas IIGeç Kyklad

Geç Minos II XVIII

1300Geç Hellas III Geç Minos III XIX

1200

1100 Alt Mykene XX

Bkz. J.D.S. Pendlebury, Archaelogy a f Crete (Londra, 1039), s. 301.

Geç Hellas dönemleri aynı zamanda Mykene dönemleri diye de bilinir.

Pyrasos'da, Dor'ların güneye gitmeden önce ele geçirdikleri söylenen tarihöncesi Demeter tapımı merkezleri vardı.5 Üçüncü kabilenin adına ve üç kabilenin tapmalarına bakılırsa, Dor Birliği, tarihöncesi Delphoi ve Boiotia kültürlerinin etkisi altında Orta Yunanistan'da kurulmuştu

5 Pausanias, 9.39.1-5; Homeros, ilyada, (Sander Kitabevi, 1967, Türkçesi: Azra Erhat - A. Kadir), 2.695- 6; Herodot Tarihi, 1. 56.

Page 98: Thomson_Tarih Öncesi Ege

ve populus Romanus gibi yapay bir kuruluştu. Önce Peloponnesos'a, ardından da denizi aşıp güney Ege'ye yerleştiklerinde, kabile örgütlen­melerini de birlikte getirdiler.6 Elbette bu, üç kabilenin de her devinime edimsel olarak katıldıkları anlamına gelmez. Kabile sisteminin göçler sonucunda karışıldığa uğramış ve Dor'ların yeni yurtlarında gelenek­sel kalıba göre yeniden kurulmuş olması daha akla yakındır.

İon'larda dört kabile vardı. Bu kabilelerin adları -Aigikorlar, Hop- lesler, Argadlar, Geleonlar- açıklığa kavuşmamıştır. Buna da hiç şaş­mamak gerekir, çünkü çağdaş etnolojide, bütünüyle rastlantısal olarak alınmış kabile adlarına değgin pek çok örnek görülür.7 Bu kabilelerin tapmalarına ilişkin bütün bildiğimiz, Geleonların Zeus Geleon'a tapın­dıkları ve İon Birliği'nin koruyucusunun batı Boiotia'daki Helikon Da­ğı tanrısı Poseidon Helikonios olduğudur.8 Birlik, hiç kuşkusuz, İonia'ya topluca yerleşilen dönemden daha eskilere dayanıyordu, çünkü aynı dört kabileye Attika'da da rastlanmaktadır. Ne zaman ve nasıl oluştu­ğuna gelince, bu sorunu ileride yeniden ele alacağız.9

2. Attika Kabile Sistemi

Kabile, fratri ve klanın Yunanca karşılıkları Attika lehçesinde pln/le, phmtria ve geuos'dur. Phyle, bir "ürün" ya da "soy" anlamına gelir. Phrat- ria, aynı birim için İrokuaTarda kullanılan terim gibi, kendisini oluştu­ran klanlar arasındaki karşılıklı ilişkiyi belirten bir "kardeşlik"tir. La­tince'deki gens'e uygun düşen genos ise, Hint-Avrupa dillerinin derin­lerinde yatan bir köke kadar uzanır.

Aiol ve Dor lehçelerinde, genos' un yerini, soyun erkek yanından gel­diğini belirten patra, yani "babalık" alır.10 Attika lehçesinde, "klan üye­si" anlamına gelen gennetes sözcüğünün yanı sıra, soyun kadın yanın­dan geldiğini belirten ve "aynı sütü emmiş" anlamına gelen homogalak- tes sözcüğüne rastlarız.11 Eğer ardıllık biçiminde değişiklikler olduysa, bu tür çeşitlemelerin de beklenmesi gerekir.

Y u n a n K a b İl e K u r u m l a r i 97

® Bu üç kabileye birçok Dor yerleşim merkezinde rastlanmaktadır, ama Telos’a yerleşmedikleri anlaşılıyor.

7 Ancient Society (Eski Toplum), s. 114.8 Herodot Tarihi, 1.148.S Bu kitabın "Kahramanlık Çağı" başlıklı dördüncü bölümünün "Akha’lar” başlığını taşıyan

altbölümündeki “ ionTar"a bakınız.10 Herodot Tarihi, 2.143.11 Aristoteles, Politika, (Remzi Kitabevi, Nisan 1975, Türkçesi: Mete Tuncay), s. 8.

Page 99: Thomson_Tarih Öncesi Ege

98 T a r i h ö n c e s i Eg e

Kabile sistemi çözüldükçe, bu sözcükler de daha geniş uygulama, larla gevşek bir biçimde kullanılır oldular. Pliyle (plıylon) genel olarak kanbağına dayalı her türlü soy için, dahası kimi zaman bir klan için bi­le kullanılabilmektedir.12 Genos daha da değişkendi. Kabile kökeni be­lirtilmeksizin "akrabalık", "cins", "soy", "ırk" anlamlarına gelebiliyor­du.13 Aynı olay hiç kuşkusuz modern dillerde de olmuştur. Bu birim­ler için kullanılan eski sözcükler yitip gitmiştir ve etnologların benim­sediği "kabile" ve "klan" gibi sözcükler genellikle çok belirsiz bir bi­çimde kullanılmaktadır.14 Ama eski Yunanlılar kabile toplumuııa biz­den çok daha yakın olduklarından, bu sözcükleri kimi zaman gevşek bir biçimde kullansalar da kavramları hiçbir zaman karıştırmıyorlardı.

Aristoteles, ilk AtinalIların dört kabilede örgütlendiklerini, her kabi­lenin iiç fratriden, her fratrinin otuz klandan, her klanın da otuz kişiden oluştuğunu söylüyor. Sonra da, dört kabilenin mevsimlere, on iki frat­rinin aylara ve her fratrideki otuz klanın da bir ayın günlerine uygun düştüğünü ekliyor.15 Her kabilede üç fratri bulunması son derece akla uygundur, klanların dağılımı da Romalılardakinden daha çizemsel (şe­matik) değildir, peki takvimle kurulan koşutluğun anlamı nedir?

Demokraside, kabilelerin sayısı ona çıkarılmış, takvim yılı da on dö­neme bölünmüştü. Her dönemde kabilelerin birinden seçilen bir yü­rütme kurulu görev başına geliyordu. Eğer bu kabilelerin her dönem sırayla görev başına gelmeleri ilkesi yeni bir ilke idiyse, o zaman Aris­toteles'in belirttiği gelenekte geçmişe yönelik bir izdüşümü yapıldığı­nı düşünebiliriz. Ama bu ilkenin yeni olduğu su götürür. Demokratik kuruluş yerini aldığı eski sistemin dış özelliklerini yeniden üretecek bir biçimde düzenlenmişti.16 Eğer bu dört eski kabile yılın her çeyreğinde belli amaçlarla ayrı ayrı görev başına geliyorduysa, böyle bir düzenle­menin her yerdeki kabile toplumlarının özelliği olan kuttörenlerdeki elbirliğiyle uygunluk içinde olması gerekirdi. Bu durumda, tarihsel ba­kımdan aykırılık taşıyan tek öğe, koşutluğun fratrilerden klanlara yay- gınlaştırılmasıdır, nitekim, bu da, sözlü geleneklerin her zaman yatkın­lık gösterdiği biçimsel bir yalınlaştırmadın

12 Homeros, Odysseia, (Sander Kitabevi, Eylül 1978, Tütkçesi: Azra Erhat - A. Kadir), 14. 68; Herodot Tarihi, 4. 149.

13 Dolayısıyla, Platon, Philebos, 30d; “gennctoi"lar kanbağıyla ya da doğuştan akraba olan bireyler değil, fratriierde kümelenmiş; genos'ların üyeleridirler.

14 Bkz. Eski Toptum, s. 64.15 Aristoteles, fr. 385.16 Aeschylus and Athens (Aiskhylos ve Atina), s. 207-8.

Page 100: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Y u n a n K a b i l e K u r u m l a r i 99

Geriye, takvimle açıklanamayan bir nokta, her klana otuz kişinin düşmesi kalıyor. Bu sayı, belki de, zorunlu askerlik ya da vergilendir­me açısından hesaplanmış beylik bir oranlamadan kaynaklanıyordu; tıpkı Anglo-Saksonlarda evlerden toplanan yüz kişiyi temsil eden "yüz" sayısı gibi. Bu benzeşme Grote tarafından saptanmıştı. Bugün rastlan­mayan başka bir benzeşme de, Samos'da bulunan yazıtlarda görülmek­tedir. Bu yazıtlara bakılırsa, her kabile "binler"e, her "b in" de "yüz- ler"e bölünmektedir.17

Bu sistemin bakışımı ve takvimle olan koşutluk nasıl yorumlanırsa yorumlansın, geleneğin üç birim arasındaki organik bağa ilişkin özü değişmez. Bu noktada, Aristoteles, hepsi de pliyle, phratria ve genos'u Latince'deki tribus, curia vegens'in eşdeğeri sayan Polybios, Dionysi- os, Plutarkhos ve Dio Cassius ile aynı görüştedir.18 Kabile bir fratriler kümesiydi, fratri de bir klanlar kümesi. Eskiler bu konuda görüş birli­ği içindedirler ve günümüzde dünyanın her yanında kabile sistemiyle ilgili olarak yapılan araştırmalarda da aynı sonuca varıldığı için tari­höncesi Yunanistan'ın toplumsal örgütlenmesine ilişkin bütün olgular arasında daha sağlam bir temele dayananı yoktur.

Dışsal kanıtları görmezden gelerek Aristoteles'in tanıklığını vargüç- leriyle çürütmeye çabalayan son zamanların tarihçilerinin görüşünü iş­te bu somut artalan temelinde değerlendirmemiz gerekir. Gardner ve Cary'nin Cambridge Ancient History'de yazdıklarına bakılırsa, ilk Atina kabileleri "bir yığın bağımsız savaş topluluğundan" oluşuyordu; kö­kenleri bakımından "her şeyden önce silah arkadaşlarından oluşan gö­nüllü birlikler oldukları anlaşılan" fratrilerin, kabilelerin altböliimleri olduğunu kabul etmek gerekirdi; ama "kendi içinde bağıntılı tek bir kümeden çok, yapay aile topluluklarını" oluşturan "bölgesel birlikler" diye tanımlanan klanlar, fratrilerin altböliimleri değildi.19 Bu açıklama­lar desteklemek için başvurulan savların niteliği dikkate değerdir.

Daha birçok Yunan devletinde, belki de bütün Yunan devletlerinde olduğu gibi, Atina'da da, kabileler ordunun birimleri olarak işlev gö­rüyordu.20 İlyada'da Akha'lar "kabile kabile ve fratri fratri" savaş dü­zeni alırlar.21 Hiç kuşku yok ki, kabile sisteminin askeri işlevleri sava­

'7 C. Crote, History o/Creece (Yunanistan'ın Tarihi), (ikinci basım, Londra, 1869), 3. s. 54.18 Bkz. "Kabileden Devlete" başlıklı bölümün 39. notu.19 Cambridge Ancient History'de M. Cary, 3. s. 583-5.20 Is. 2. 42; Herodot Tarihi. 6. 111: Thukydides, Peloponnesos Savaşı, (Hürriyet Yayınları. Mart 1976,

Türkçesi: Tanju Cökçöl), 6.98. 4.21 İlyada, 2. 362-3.

Page 101: Thomson_Tarih Öncesi Ege

t o o T a r i h ö n c e s i E g e

şın kendisi kadar eskidir, ama sistem daha da eskidir. Kabile sistemi­nin kökeninin savaşta yattığı görüşü, gelişigüzel bir uydurmadır.

Cary, fratri ile klan arasındaki ilişki konusunda, "Fratrilerin yalnız­ca klan üyelerini değil, öteki yurttaş sınıflarını da üye olarak kabul et­meleri gerektiğini öngören eski bir Attika yasasının günümüze ulaşmış bir parçası, Aristoteles'e karşı kesm bir sav oluşturmaktadır," diyordu.22 Aslında bu, eski Attika sisteminin çözülmekte olduğu altıncı yüzyıla değgin bir yasadır. Bu yasa, fratriyi bir klanlar kümesi olarak tanımla­yan Aristoteles'i haksız çıkarmak şöyle dursun, haklı olduğunu kanıt­lamaktadır. Çünkü klan üyesi olmayanlar daha önce dışlanmış olmasa­lardı, onların klan üyeliğine alınmalarını zorunlu kılan bir yasanın çıka­rılmasına da gerek kalmazdı. Yasalar, insanları zaten her zaman kendi istemleriyle yapmış oldukları şeyleri yapmaya zorlamak için çıkarılmaz. Öyle olsaydı tarihçinin işi de bayağı kolaylaşırdı, ama öyle değildir.

"Gene," diye sürüyor sav, "klanların fratrilerin altbölümleri olma­dığı kesindir. Genel bir kural olarak, klan üyeleri tümden aynı fratriye bağlı değildi, bu kümeler arasında rastgele dağılmışlardı; Eteobutad'la- rın durumunda olduğu gibi, üyeleri tümden aynı fratriye bağlı bir klan ayrıksı bir örnek sayılmalıdır.23 Bundan anlaşılıyor ki, klanların fratri- lerle en küçük bir kesin bağı yoktur." Bu açıklama bu kadarıyla son de­rece doğrudur, ne var ki eski sistemin varlığını hâlâ koruduğu duru­mu, yani demokratik devrimden önceki durumu açıklamayı amaçladı­ğından, iyi niyetli okuru bir noktada uyarmamız gerekir: Açıklamanın dayandığı kanıtlar eski sistemin ortadan kalktığı, devrimden sonraki dönemden alınmıştır. Bu küçük, ama zorunlu düzeltme yapılınca gö­rülecektir ki, doğru sonuç, burada kesin diye açıklanan şeyin tam kar­şıtıdır. Az önce, yurttaşlık haklarmı taşıyan fratri üyeliğinin altıncı yüz­yılda klan üyesi olmayanlara kadar açıldığını görmüştük. Bu, fratriye indirilen ilk darbeydi. İkinci darbe, yüzyılın sonlarında geldi. O zaman, yeni demokratik yapı koşullarında, yurttaşlık hakları fratriye dayan­maktan bütünüyle çıktı. Sonuç olarak, siyasal yaşamdan kopan fratri de, klan da çözülmeye yüz tuttular. Ve bu koşullarda asıl üstünde du­rulması gereken durum "genel kural" -bu birimler arasındaki organik bağın kopması- değil, burada rastgele olduğu gerekçesiyle bir yana bı­rakılan ayrıksılıktır. Bütün Atina klanları arasında Eteobutad'lar ya da Butad'lar en eskimiş yapıyı taşıyanı ve dışa en kapalı olanıydı. Bunlar,

22 Bkz. bu bölümün "Attika'da Hellenlerden Önceki Klanlar” başlıklı altbölümü (s. 139).23 Aeschin., 2.147.

Page 102: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Y u n a n K a b İl e K u r u m l a r i i o i

damarlarında topraktan doğma Erikhthoniosün kanını taşımakla övü­nüyorlardı.24 Kalıtımsal ayrıcalıkları arasında, öteki eski rahipliklerin yanı sıra, devletin koruyucu tanrıçası Polias Athena tapımı da vardı.25 Altına yüzyılda, tüccar sınıfının istediği reformlara karşı, öteki büyük toprak sahiplerini tutuculuk bayrağı altında birleştirmişlerdi.26 Demok­ratik devrim döneminde ata mallarının hiç değilse bir bölümünü hâlâ ellerinde tuttukları anlaşılmaktadır; çünkü o sıralar bir kolları hâlâ Bu- tadai'da yaşıyordu27 ve adından da anlaşılacağı gibi burası onların en başta yerleştikleri yerdi. Demek ki, bir yüzyıl sonra, bu eskiye bağlı ve inatçı klanın tümden aynı fratriye katıldığını gördüğümüzde, bundan ancak, bir zamanlar genel kural olan şeye gurur duyarak uyduğu so­nucunu çıkarabiliriz.

Son olarak, "klanların yapay niteliğinin eski çağların yazarlarınca açık seçik gözler önüne serildiği; klanların adlarım aldıkları atalarının açıktan açığa birer söylence ürünü olmalarının ve varlıklarım Roma im­paratorluğu zamanına kadar aralıksız sürdürmüş çeşitli klanların uzun ömürlülüğünün de bu gerçeği ortaya koyduğu" ileri sürülmektedir. Eski yazarların klanların yapaylığına tanıklık etmelerinin akla uygun tek yanı, klana alınmanın tek yolunun evlat edinme olmasıdır. Ama bu da, ilkel düşüncede doğuş ile yeniden doğuş arasında hiçbir ayrım ya­pılmadığından, dünyanın her yerindeki klanlar için geçerlidir. Aynı bi­çimde, Yunan klanının ortak soydan gelmesi, klana adını veren atanın genellikle bir söylence ürünü olmasına dayanılarak çiirütülüyorsa, o zaman günümüzdeki totemci klanların sahip çıktığı ve günümüze dek uzanan soyağaçlarımn da birçok durumda doğruladığı ortak soyun da bir söylence olması gerekir, çünkü bu soyağaçlarındaki ata genellikle ya bir hayvan ya da bir bitkidir. Cary'nin, klanların yapaylığının uzun ömürlü olmalarıyla da ortaya konulduğu yolundaki giderayak edilmiş keskin sözlerine gelince, umutların tümden yitirildiği durumlarda ka­zananın yanma geçiveren beyler her zaman bulunur demekten başka bir şey yapamayız.

Soruna böyle bir yaklaşım Grote'da bağışlanabilirdi; çünkü Grote, Morgan'dan önce yazdığı için, "gens ve fratriyle ilgili birlikler ilk dö­nemlerini pek iyi bildiğimizi ileri süremeyeceğimiz sorunlardır,"28 di­

24 Apollodoros, 3.14.8; Plutarkhos, M. 843e.25 Apollodoros. 3.15.1; Pausanias, 1. 26. 5; Aeschin., 2.147.26 Herodot Tarihi, c. I, 59-60.27 Plutarkhos, M. 841b.28 History o f Creece, 3. s. 58.

Page 103: Thomson_Tarih Öncesi Ege

1 0 2 TA RİH Ö NCESİ EGE

ye bir sonuca varırken bir bakıma haklıydı. Ama toplumsal antropolo­ji alanında elde edilen öteki başarıları bir yana bıraksak bile, Morgan'm bulguları yarım yüzyıldır elimizin altındadır. Dolayısıyla, Aristoteles'in Attika kabile sistemine ilişkin açık seçik tanımlamasını, Cambridge An­cient History'ran bağımsız savaş toplulukları, gönüllü birlikleri ve ya­pay kümeleri arasında gürültüye getirmenin, günışığma çıkarılmış ola­nı karartmaktan başka bir işe yaramadığını gördüğümüzde, Grote'un ardıllarının karanlığı aydınlığa neden böylesine kararlılıkla yeğ tuttuk­larına şaşırmamak elde değildir. Sakın, Grote'un pek kavrayamadığı ve ardıllarının da kavramaya niyetli olmadıkları bu sorunun içinde onurlarına leke düşürecek bir giz, ailenin, özel mülkiyetin ve devletin kökeni saklı olmasın?

3. Ev Halkı

Atinalı bir yurttaş, resmi olarak, kişisel adı, baba adı ve bucak adıy­la tanınırdı. Bucak, doğumunun kayıtlı olduğu kent ya da köy yöresiy- di. Öteki devletlerdeyse, baba adı yerine klan adına rastlanır.29 Aileyi belirten bir cognomen yoktu. Fanıilia'nın Yunanca'daki karşılığı "ev hal­kı" anlamına gelen oikos ya da genos'un daha geniş çemberi içinde "en yakm akraba"yı belirten anchisteia idi.30 Oikos, bu birimin kurucusun­dan, onun çocuklarından, oğullarının çocuklarından ve oğullarının oğullarının çocuklarından oluşuyordu. Kurucu öldüğü zaman varı yo­ğu oğullarına kalıyordu; oğulları bu kalıta ya ortaklaşa sahip oluyor ya da aralarında bölüşüyorlardı. Ama her iki durumda da ortak kalıtçılar olarak kalıta ortaklaşa sahip oluyorlardı. Oğullardan biri kurucudan önce ölmüşse, onun payı kendi oğullarına, eğer oğulları da ölmüşse er­kek torunlarına veriliyordu. Ama dördüncü kuşakta, mallar son ola­rak kurucunun her biri yeni bir ev halkı oluşturmuş bulunan torunla­rının oğulları arasında bölüştürülüyordu.31 Bu sınırlama kurumun bü­tün yönleri için geçerliydi. Yaşlılığında kurucunun geçimini sağlama ve öldü kten sonra gömü tüne bakma ödevi de oğullara, erkek torunla­ra ve torunların oğullarına aktarılıyordu.32 Biri öldürüldüğü zaman da­

29 C/C. 3064.30 H. E. Seebohm, The Structure o f Creek Tribal Society (Yunan Kabile Toplumlarının Yapısı). (Londra.

1895), s. 54-64, 88-97.31 Aynı yerde, s. 56-64.32 IS., s. 4. 19. 8. 32; Aeschin. c. 1,13.

Page 104: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Y u n a n K a b i l e K u r u m l a r i 103

vacı olma yükümlülüğü öldürülenin kardeş çocuklarının çocuklarına kadar uzanıyordu ve bunlar aynı büyük dedenin torunları olarak ev halkı içinde yer alan en uzak akrabalardı.33 Bir erkek, çocuğu olmadan Ölürse, onun kalıtçıları sırasıyla babası, erkek kardeşleri ve onların ço­cukları, babasının erkek kardeşlerinin çocukları, babasının erkek kar­deşlerinin oğullarının çocukları oluyordu. Bunların hiçbiri yaşamıyor­sa, mallar daha uzak torunlara değil, annesinin ev halkına kalıyordu.34

Oikos ile familia arasındaki ayrılıklar, Attika'daki mülkiyet yasasının Roma'daki kadar olgunlaşmamış olmasından kaynaklanır. Dördüncü kuşakla sınırlandırma, büyük bir olasılıkla, familia'nın mülkün başka­sına bırakılabilir olmasından sonra yitirdiği çok eski bir özelliktir. At­tika yasalarında, özgürce vasiyetname düzenleme hakkı tanınmamış­tı, bu yüzden mülk de hiç değilse yasal olarak başkasına bırakılamıyor- du.35 Ayrıca, Roma'da kadın, kocasının familia'sının bir üyesi, dolayı­sıyla da mallarının ortak kalıtçılarından biriydi. Buna karşılık, Atinalı kadın, kendi oikos'uvuın vasiliğinde kalıyordu. Onun için kocasının ka­lıtında en küçük bir haktan yoksundu; bu konuda tek bir kuraldışı du­rum vardı, o da kadının kocasının o/7cos'unun soyu tükenmişse malla­rın kadının oikos'una kalmasıydı.36

Oikos’a ilişkin bilgilerimizin büyük çoğunluğu Atina'dan kaynaklan­maktadır, ama aynı sınırlamanın bulunduğu benzer kalıt kurallarına günümüze ulaşmış başka bir yasa olan Gortyn (Girit) yasasında da rast- lanmaktadır.37 Nitekim, dünyanın Kronosoğulları arasında paylaşıldı­ğı Homeros söylencelerinin temelinde ortak ardıllık ilkesi yatmaktadır. Zeus göğü alır, Poseidon denizi, Hades de yeraltmı; yeryüzü ve Oly- mpos ise ortaktır.38 Bölüşülen ilk üç öğe, özel mülkü temsil etmektedir, taşmmaz mala, yani toprağa ve eve ise ortaklaşa sahip olunmuştur.

Oikos'un kökeni H. E. Seebohm tarafından şöyle açıklanmıştır:

Bir erkeğin ölmeden önce torununun çocuklarından sonrasını görebil­mesi son derece uzak bir olasılıktı. Ayrıca, savaş ya da istila dönemle­rinde oğullan ya da erkek torunlan orduyla birlikte uzaklara gidebilir,

33 D. 43. 57; Platon, Leg. 871b. Aynı sınırlama kadın akrabaların ölenin evine alınması konusunda da geçerliydi; D. 43. 62. 57. 66, S/C. 1218. Her iki durumda da amaç, bir klan kan davasını önlemekti.

34 IS. 7. 22. II. 1-2.35 Bu hak ilkel yasalarda yoktur: A. S. Diamond, Primitive Low (İlkel İnsan Yasası), (Londra, 1935), s.

248-50.36 The Structure o f Creek Tribal Society, s. 27-8.37 Lex. Cort. 5.10-21.38 ilyada, 15.187-93.

Page 105: Thomson_Tarih Öncesi Ege

1 0 4 TARİH Ö NCESİ EGE

geride yaşlı adamla torunlarının çocuklarını bırakabilirdi... Dolayısıy­la, özellikle babanın ölümünden sonra mal mülke bölünmeden sahip olunduğu durumlarda, kardeş torunlarının (yani ortak büyük dedeye kadar götürü lebilen herkesin) belli bir oikos'un dolaysız soyunun do­ğal bir sınırını oluşturduğunu ve bunların ataların kalıtı üstünde hak ileri sürebilecek en uzak akrabalar olduklarını kolayca görebiliriz. Evin reisi olan büyük dedenin ölümünden sonra, onun torunları büyük bir olasılıkla mallan bölüşmek ve kendi başlarına yeni evler kurmak iste­yeceklerdir. Genellikle en büyük oğul babasının babasının adını alır, en yaşlı kolun adını sürdürür ve büyük dedenin gömütü başında düzen­lenen dinsel törenlerin yerine getirilmesinden sorumlu tutulurdu... Böy- lece, doğal olarak, genos'un öteki ve dıştaki üyelerine ancak dolaylı bir biçimde ulaşan bağların sımsıkı birleştirdiği kan ilişkilerine dayalı bir iç kümenin doğduğu anlaşılmaktadır?39

Kimi durumlarda aym sınırlamayı içeren benzer ev halkı tiplerine Keltler, Cermenler, İslavlar ve Hindular arasında da rastlanmıştır40 ve bunun kökeninin ortak olduğuna ilişkin bir belirti vardır. Hint-Avrupa akrabalık terimleri arasında kocanın erkek kardeşinin karısı için kulla­nılan terimin sınıflandırma sistemine girmediğini görmüştük. Şimdi bu durum, ataerkil ev halkının bir yeniliği olarak açıklanabilir; ataerkil ev halkı, kurucudan sonraki her kuşakta, birbirleriyle salt bir erkek kardeş­ler kümesiyle evlendikleri için akraba olan bir kadınlar kümesini aynı çatı altında toplamaktaydı. Demek ki, Hint-Avrupa klanı daha bu ilk dö­neminde bile modern ailenin tohumunu taşıyordu; bu da, sınıflandırma sistemlerinin çökmesi kadar bu halkların dağılmasmın nedeninin de bi­reysel mülkiyet haklarının baskısı olduğunu gösteren bir belirtidir.

4. Attika'da Hellenlerden Önceki Klanlar

Cary'nin Aristoteles'e karşı ileri sürdüğü savlardan biri de, klan üye­si olmayanların fratrilere alınmasını öngören eski Attika yasasıydı. Ya­sada sözcüğü sözcüğüne şöyle deniliyor: "Fratrinin orgeorıes'len ve ho- mogalaktes'leri kabul etmesi zorunludur."41 Ancak Cary bu sınıflama-

39 The Structure of Creek Tribal Society, s. 54-5.40 Aynı yerde, s. 49-54.41 Philoch, 94.

Page 106: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Y u n a n K a b î l e K u r u m l a r i 105

lan tanımlamaya çalışmadı. Bunların klan üyesi olmadıklarını hiç dü­şünmeden kabul etti. Oysa bu varsayımın tartışmasız benimsenmesi olanaksızdır, çünkü söz konusu yasadan alıntı yapan Philokhoros, ho- mogalaktes'lerin, "bizim klan üyeleri (gennetai) dediğimiz şey olduğu­nu" eklemektedir.

Orgeones'ler, her ay yerel Tanrıya ya da kahramana kurbanlar sun­mak üzere bucakta toplanan bir dinsel derneğin üyeleriydiler.42 Bu At- tika'ya özgü derneklerin toplumda resmi bir yeri vardı. Bir yurttaş bir erkek çocuğu evlat edindiği zaman, onu kendi fratrisinin üyelerine (phrateres), kendi bucağının üyelerine (demotai) ve kendi orgeones'leri- ne tanıtırdı.43 Fratri bölgesel bir birim değildi, ama gerek demotai'lar, gerek orgeones'ler aym yöredendiler. Denilebilir ki, orgeones'ler dinsel bir sıfat taşıyan demotai'lardı.

Bu kanıtlar, bucakların yerel yönetim birimleri olarak yeniden dü­zenlendikleri demokratik devrim sonrasıyla ilintilidir. Hiç kuşkusuz, bucaklar demokratik devrimden önce de vardılar, ama tıpkı köyler gi­bi resmi bir nitelikten yoksundular. Sonuç olarak, orgeones'lerin, köy tapımını yönetmek üzere demotai'lardan ve denıotai'larca atanan kişi­lerden oluşan bir kurul olduğunu söyleyebiliriz.

Adlarını bildiğimiz yaklaşık iki yüz kadar Attika bucağının en azın­dan otuzu klan adıdır.44 Örneğin, Philaidai bucağı, Philaidai klanına adını veren Philaios'un Attika'ya ayak bastığı yer olan Brauron yakın­larında kurulmuştu 45 Hiç değilse bu tür örneklerde bucak kesinlikle bir klanın yerleştiği yerdi. Ayrıca, yirmi beş kadar da adını ağaç ya da bitki türlerinden almış bucağa rastlıyoruz; örnekse, Aigilia (yaban yu­lafı), Hagnus (söğüt), Marathon (rezene), Myrrhine (mersin), Rhamnus (cehri). Bunlar elbette tarihöncesi Yunanistan'da çok yaygın oldukları bilinen bitki büyüsü ve ağaca tapınmayla ilgili yerel tapınılan akla ge­tirmektedir. Orgeon sözcüğü, büyük bir olasılıkla, gizli dinsel törenler, "cinsel şenlikler" anlamına gelen orgia ile ve İthaka kentinin hemen dı­şındaki kutsal kavak korusu46 gibi işlenmiş ya da işlenmemiş kutsal toprak parçası demek olan orgas ile bağıntılıdır.47 Bu tür korular İonia

42 Phot, orgeones; Poll. 8. 107.43 IS. 2. 14. Belki de Attika'nın tüm yörelerinde bulunmadıkları için bu formülde orgeones'terden her

zaman söz edilmemektedir.44 A. Pauly ve G. Wissowa, Realencycbpadie der klassisehen Alurtumswissenschaft, (Stuttgart, 1894-1937).45 Plutarkhos, Sol. 10.46 Harp, orgeones.47 Odysseio, 17. 204-11,

Page 107: Thomson_Tarih Öncesi Ege

ro6 TA RİH Ö NCESİ Eg e

Adaları'nda hâlâ vardır.48 Avrupa ve Asya'nın birçok yöresinde köy­lerin değişmez birer Özelliğidirler ve Hindistan'da bugün bile yerel yer­yüzü tanrıçasına buralarda tapınılmaktadır.49

Attika'mn bilinen en eski halkı, Hellenlerden olmayan Pelasg'lardı; bu halktan daha ileride söz edeceğiz. Bana öyle geliyor ki, orgeones'ler ilk başta PelasgTarm klan üyeleriydiler. Bu klanlar anayanhydı; dola­yısıyla "aynı sütü emmiş" demek olan homogalaktes adı da buradan ge­liyordu. Bu klanlar köy yerlerinde yaşıyorlardı ve her birinin klan ta- pımının (orgia) sürdürüldüğü kendi kutsal korusu (orgas) vardı. Yunan­ca konuşan istilacılar kendi kabile sistemlerini de getirdiler ve bu yer­lileri kendi sistemlerinin dışında tuttular. Böylece, yeni klanlarca özüm- lenenleri bir yana bırakırsak, eski Pelasg köy tapınılan belirsizliğe düş­tüler. Ama yok olup gitmediler. Bu köy tapmaları, altıncı yüzyılda top­raklara el konulması sonucunda yerinden yurdundan olan gezginciler, yurtsuzlar, evsiz barksızlar ve kabiledışı kalmış öteki öğeler için doğal bir toplanma yeri oluşturdular ve demokratik devrimden sonra eski soylu klanların yerine geçen yeni bucaklar sisteminde yerlerini alarak yeniden eski durumlarına kavuştular.

5. Totemci Kalıntılar: Yılana Tapınma

Atina genos’u, özel bir tapmakta bir archon ya da şef50 tarafından yö­netilen bir ata tapımını sürdürüyordu ve ölülere kahramanlar olarak tapınılan kendi gömütlüğü vardı.31 Ölülere tapınma ve belki de tüm klan tapımı, köy orgia'lan gibi her ay düzenlenen törenlere dayanıyor­du.52 Peki, bu tapmalar totemci miydi acaba?

Totemciliğin karşılaştırmalı bir incelemesi, bu soruyu olumlu ya­nıtlamamız için öylesine güçlü ipuçları getirmektedir ki, kanıtlama zorunluluğu ister istemez soruyu olumsuz yanıtlayanların sırtına yı­kılmaktadır. Yunan dininde totemci öğelerin bulunduğunu yadsıyan- lar, görüşlerini, ancak konuyu dinin genel tarihi içindeki bağlamın­dan yalıtarak savunabilmişlerdir. Bunun sonucunda da, Yunan kül­türünün en çarpıcı özelliklerinden biri, yani bitkilerin ve hayvanların

48 D. T. Ansted, The Ionian Island (Yunan Adaları), (Londra, 1863), s. 191-5.49 B.H. Baden-Powell, The Indian Village Community (Kızılderili Köy Topluluğu), (Londra, 1896), s. 23.50 1C. 2. 605; 3. 97. 680, 702.51 Plutarkhos, Them. 1; Herodot Tarihi, 5. 61. 2.52 S. £1.281.

Page 108: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Y u n a n K a b İl e K u r u m l a r i 107

söylencelerde ve dinsel törenlerde oynadığı rol açıklığa kavuşturula­mamıştır.

Cambridge Ancient History'de klanın "yapay bir aileler topluluğu" diye ele alınarak ailenin kökeninin nasıl erişilmez bir geçmişin belir­sizliğine gömüldüğünü görmüştük. Bu yüzden, klan tapımıyla ilgili olarak, bu yetkililer, çirkin bir sözmüş gibi totemcilik sözcüğünü kul­lanmaktan kaçınarak "Yunan dininin bu varsayılan tanrı-öncesi kültür aşamasıyla olan bağıntısının suya düştüğünü" ileri sürüyorlar.53 Lykei- os Apollon'un bir kurt-tanrı olduğunu herkes kabul ediyor;54 gelin gö­rün ki, bu kurt-tanrı belki bir zamanlar gerçekten bir kurttu, ama bu o kadar eskide kalmıştır ki şimdi ortaya çıkıp işimize burnunu sokması bir çuval inciri berbat edecektir. Yunan arkeolojisine büyük katkılarda bulunan Nilsson bile, "Yunan dininde ille de totemci bir açıklama ge­rektiren hiçbir şey bulunmadığı" ve "Yunanlıların ataları arasında to­temciliğin olup olmadığının bile kanıtlanmadığı ve bunun su götürür olduğu" konusunda diretmektedir.55 Nilsson'un genellikle son derece açık seçik ve inandırıcı olan uslamlamasının, bu sorunla yüz yüze gel­diğinde yıkılıp gittiğini ayrıntılı bir biçimde gösterebiliriz.

Yunan dininin, Mykene uygarlığı zamanından Hıristiyanlık çağma kadar durmadan kanıtlanan başlıca özelliklerinden biri, yılana tapın­madır. Yunan totemciliği konusuna bu tapmaların kısa bir incelemesiy­le girilebilir. Üstelik bu, genel olarak totemciliğe de biraz daha ışık tu­tacaktır.

Ülkenin her zaman en geri yörelerinden biri olan Epeiros bölgesin­de ta Hıristiyanlık çağına kadar kutsal bir Apollon ormanı vardı. Bu ormana yalnızca bir rahibenin girmesine izin veriliyor, rahibe de ora­da Delphoi ejderinden doğduklarına inanılan yılanlara bakıyor, onla­rı ballı çöreklerle besliyordu. Yılanlar çörekleri bir lokmada yutarlar­sa, o yılın iyi geçeceğine inanılıyordu.56 Burada karşımıza çıkan, Delphoi tanrısı Apollon'un yörüngesine girmiş bulunan tanrı-öncesi bir yılan tapımıdır.

Kronos dağında ebe tanrıça Eileithyia'nın Olympia'daki kutsal ko­ruluğa bakan bir tapınağı vardı. Bu tapınakta Sosipolis, yani "devletin kurtarıcısı" adı verilen bir yılan yaşıyordu. Bu yılan da bir rahibe tara­fından ballı çöreklerle besleniyordu. Oraya yalnızca bu rahibe, o da an­

53 Cambridge Ancient History'de, W.R. Halliday, 2.613.54 Aynı yerde. 2.632.55 M.P. Nilsson, History ofCreek Religion (Yunan Dini Tarihi). (Oxford, 1925), s. 77-8.56 Ael, NA. 11,2. Lavinium'da da benzer bir tapun vardı: Aynı yerde, 11.16.

Page 109: Thomson_Tarih Öncesi Ege

ı o 8 T a r İh ö n c e s İ Eg e

cak başı örtülü olarak girebiliyordu.57 Söylenceye göre, Elis'li erkekler Arkadia'lılarla savaşa tutuşmak üzereyken Elis'li kadınlardan biri ye­ni doğmuş bebeğini getirip iki ordunun arasına bırakmış. Bebek anın­da yılana dönüşünce Arkadia'lılar o kadar korkmuşlar ki tabanları yağ- layıvermişler. Daha sonra yılan toprağa girip kaybolmuş ve sonradan tam oraya bir tapmak yapılmış.58

E. N. Gardiner, klasik Yunan atletini karşılaştırmalı antropolojinin saygısızlıklarından korumaya özen gösterdiği Olympia kentine ilişkin

yapıtında, bu tapımı ve onunla ilgili söy­lenceyi "dördüncü yüzyılın boş inançla­ra dayalı safdilliğinin tipik bir örneği" di­ye nitelendirerek bir yana atıyordu.59 Oy­sa bütün bir klasik dönem boyunca Yu­nanistan'ın olanca görkeminin ortasında, Atina'daki akropoliste nerdeyse özdeş bir tapımın boy attığını unutuyordu. Hero- dotos'un yapıtının ünlü bölümlerinden birinden, Persler Atina'ya yaklaştıkları sı­rada Erekhteus tapmağında yaşayan ko­caman bir yılanın kendisine aydan aya ve­rilen ballı çöreği yemeyerek kent halkını uyardığım, böylece Atmalıların kenti bo­şaltmalarını sağladığını öğreniriz.60 Bu ör­nekte de, sürüngene her ay ballı çörek su­nulmakta ve devletin güvenliğini sağla­dığına inanıldığından ona Koruyucu Yı­lan denilmektedir.61 Bununla toprak tan­rıçasının ya da başka bir yoruma göre At- hena'nm oğlu Erikhthonios söylencesi arasında bağıntı kurulmaktadır.62 Erikh- thonios'un bir yılan olarak doğduğu ya

Resim 2. Athena ve yılan: Melos ^ doğduktan sonra bir çift yılan tarafın- Adasından bir kabartma ° '

57 Pausanias, 6. 20. 2.58 Pausanias, 6. 20. 4-5.59 E. N. Gardiner, Olympia, its History and Remains (Olympia, Tarihi ve Kalıntıları), (Oxford, 1925), s.

125.60 Herodot Tarihi, 8. 41.61 Hsch. oikuron ophin,62 Apollodoros, 3.14. 6.

Page 110: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Y u n a n K a b İl e K u r u m l a r i 109

dan büyütüldüğü söylenmektedir.63 Erikhthonios'un ruhu tapınakta beslenen hayvanın bedenine girmiş, Atina kralı Erekhtheus da onun soyundanmış; Erekhtheus'un kızı Kreusa terk ettiği bebeğinin boynu­na babasının anısına yılandan bir gerdanlık takmış.64

Nilsson bu tapımla ilgili olarak şöyle diyor "Eğer My kene dönemin­de ortaya çıktıysa, Athena'nm niçin tapınağın koruyucu yılanıyla bir­leştirildiği anlaşılabilir. Minos'daki ev tapmaklarında tapınılan tanrı­ça bir yılan-tanrıçaydı." Peki, yılan-tanrıça nereden geliyordu öyleyse? "Yılanın, ölenin ruhunu temsil ettiği sanılmıştır," diyor Nilsson. "Ne ki, yılan her zaman ölülerin temsilcisi değildir. Gerek eski halkbilim­de, gerek modern halkbilimde yılan evin koruyucusu olarak bilinir ve bugün Yunanistan'da hâlâ yılana Evin Efendisi diyenler ve sunular su­nanlar vardır. Minos'un evcil yılan-tanrıçasmı açıklamak için daha uza­ğa gitmek gereksizdir."65 Nilsson, Athena ile yılan arasında daha son­raki dönemde bağ kurulmasının nedeninin aynı bağın tarihöncesi dö­nemde de kurulması olduğunu ve aynı nedenle bugünkü Yunan köy­lülerinin yılana Evin Efendisi dediklerini ve çeşitli sunular sunarak onu beslediklerini ileri sürüyor. Tamam da, niçin? Daha uzağına gitmemi­ze izin verilmeyen bu açıklama gerçekte hiçbir şeyi açıklamamaktadır.

Resim 3. Gömüt tepesi ve yılan: Attika vazosu

63 Pausanias. 1. 24. 7; Hyg. Ast. 2 .13.64 Euipides, ton 18-26.65 History of Creek Religion, s. 26-7.

Page 111: Thomson_Tarih Öncesi Ege

n o T a r İh ö n c e s i Eg e

Resim 4. Ölüler Şöleni: Lakonia kabartması

Eski Yunanistan'ın incelenmesi açısından modern Yunan halkbili­minin taşıdığı değer yadsınamaz. Ama hiç kuşku yok ki, iki bin yıllık bir dönemi bir sıçrayışta geçmeden önce, Jane Harrison'm sözünü et­tiği o eski gömiit kabartmalarına bir göz atmamıza izin verilebilirdi. Çünkü bu kabartmalardan birinde, ölü yemek yerken ardından bir yı­lan yükseliyor ya da ölünün elindeki iki kulplu tastan içiyor. Yılan ölü­nün kendisidir. Sonra gene, Jane Harrison'm sözünü ettiği o siyah re­simli vazo var, bu vazodaki resimde, bir gömütten yükselen bir yılan geriye çekilen bir adamı kovalıyor.66 Orestes'e annesinin yılan ya da yılansı kadın kılığındaki öç perileri tarafından nasıl işkence edildiyse, burada da kaçmakta olan adamın gerçekte kurbanının ruhu tarafından kovalanan bir katil olduğu açıktır. Bu yılansı Erinys'ler, ölülerin ruh­

66 J.E. Harrison, Prolegomena to the Study o f Creek Religion (Yunan Dinine G iriş) (Üçüncü basım, Cambridge, 1922), s. 237, 325-31. Bkz. Resim 3 ve 4.

Page 112: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Y u n a n K a b İl e K u r u m l a r ! I l l

larıydılar. Gene, Nilsson'un kendi açıklamaları sonucunda, Yunanlı­lardaki kahraman tapımlarının ölülere tapınmadan kaynaklandığı ko­nusunda görüş birliğine varılmıştır.67 Kahramanlar hep yılan kılığın­da ortaya çıkıyorlardı. Plutarkhos, ölüsünün gövdesine dolanan bir yı­lan tarafından akbabalardan kurtarılan Kleomenes'in ölümünü anlat­tıktan sonra, "eskiler yılanın kahramanlarla bütün öteki hayvanlardan daha yakın bir bağıntısı olduğuna inanırlardı," diye ekliyor.68

Başka bir yılan-kahraman olan Kykhreus da Salamis Savaşı'na ka­tılan bazı Yunan kadırgalarında belirmişti... Anlatıldığına göre, Sala- mis'den kovulan Kykhreus, Demeter tarafından Eleusis'de karşılanmış ve hayvan kılığında kalarak Demeter'in buyruğuna girmiş ve orada kalmış.69 Demeter de Minos'un yılan-tanrıçasıydı. Saygıdeğer Hesio- dos, bu tanıklığıyla, Nilsson'un modern halkbilime sığınarak geçiştir­diği noktayı açıklığa kavuşturuyor.

Günümüz Avrupasındaki köylü görenek ve gelenekleri, eskiyip git­miş bir dinsel törenin kalıntılarından başka bir şey değildir, bu yüzden de açıklanabilmeleri için o dinsel törene gereksinme duyulur. Eğer yı­lan modern Yunan halkbiliminde ilk baştaki önemini bütünüyle yitir­miş olsaydı, eski kanıtlar pek az bir değer taşıyacaktı. Ama yitirmemiş- tir. Vaftiz edilmemiş bebekler halk arasında dmkoilcıs, yani "yılanlar" diye anılır, çünkü yılana dönüşüp ortadan kaybolabileceklerine inanı­lır.70 Olympialı bebeğin başına gelen de budur.

Gerçi dolaysız kanıtlar belirleyicidir, ama karşılaştırmalar da yarar­lı olabilir, çünkü bu sorunlara olabilecek en geniş açıdan bakmak her zaman bir üstünlük sağlar. Kaldı ki, eski Yunanistan'ın da ötelerine uzanmayı düşünüyorsak, neden günümüz Yunanistan'ında durup ka­lalım? Gerçekte, Yunanlılar yılana tapınma konusunda eski Mısırlılar­la, Samilerle ve yeryüzünün dört yanındaki ve her çağdaki ilkel halk­larla aynı tutumu paylaşıyorlardı. Ölülerin yılanlarda cisimlenmesi, in­sanlığın ortak kalıtı olan bir inançtır.71 Yılan, deri değiştirerek yeniden canlılık kazanır ve böylece ölümsüzlüğün ve yeniden doğma gücünün bir simgesi olup çıkar. Bu da, ölümün ve bütün acılarımızın nasıl orta­ya çıktığını açıklamayı amaçlayan sayısız masalda yılanın ne aradığı­nı açıklığa kavuşturuyor. Günümüzde Melanezya dillerinde "sonsuz

67 History o f Greek Religion, s. 103-4.68 Plutarkhos, Cleom. 39.69 Pausanias. 1. 36.1; Apollodoros, 3.12. 7.70 Prolegomena to the Study o f Greek Religion, s. 331.71 The Mothers (Analar), 2. s. 641-51, 660-73.

Page 113: Thomson_Tarih Öncesi Ege

112 T A RİH Ö N C ESİ EGE

yaşam" anlamında kullanılan deyim, tamı tamına "deri değiştirmek" anlamına gelmektedir.72 Mısırlıların Ölüler Kitabı'nda ölü, yılan olmak için yakarıda bulunur: "Ben, yılan Sata'yım... Ölürüm ve yeniden do­ğarım."73 Fenike'liler ise, yılanın, yalnızca yaşlılığı kovup yeniden genç­leşme yetisine değil, gücünü artırma ve boyunu uzatma yetisine de sa­hip olduğuna inanırlardı.74 Yılan, derisini değiştirmekle yaşlılığı attı­ğına göre, "deri" karşılığı kullanılan Yunanca sözcüğün açıklamasını daha fazla aramamıza gerek yoktur; bu sözcük "yaşlılık" anlamına ge­len gems'd ur (Latince'de senectııs).

Zulu'lar ölülerini kutsal ormanlara gömerler. Her ormanda, o yöre­de ne kadar köy varsa o kadar da gömütlük vardır. Ormanlara herke­sin girmesi yasaktır, yalnızca rahip girebilir. Ölüler, rahibe, kimileyin memeli hayvan, genellikle de yılan biçiminde olmak üzere sık sık gö­rünürler/5 Bir keresinde, köy halkı uzaklarda bir yerde bir düğün şö­leninde eğlenirken, köydeki kulübelerden birinde kalmış olan yaşlı ka­dınlar duvarda iki yılanın dolaştığını görünce korkuya kapılmışlar. He­men köy başkanına haber salmışlar. Köy başkanı gelip durumu anla­yınca onları şu sözlerle yatıştırmış: "Korkacak bir şey yok, bunlar bi­zim ata tanrılarımız, şölene katılmaya gelmişler!"76 Masai'lerde tanın­mış biri öldüğü zaman adamın ruhu bir yılana geçer ve çocuklarına bakmak için köyüne gelir.77 Bunu bir Yunanlıya anlatsanız, adamın bir kahramana ya da evin koruyucusuna dönüştüğünü söylerdi sanırım. Masai'lerde bütün aile ve klanların kendi yılan türleri vardır ve bir kla­nın atalarının bu yılanda cisimlendiğine inanılır. Savaşta yenik düşen bir erkek, aile yılanlarını çağırırken şöyle bağırın "Anamın evinin öç alıcıları, çıkın ortaya!"78 Klytaimnestra ve Sosipolis'in öykülerini din-

72 Aynı yerde, 2. s. 643.73 E.A.W. Budge, The Cods of the Egyptians (Mısır Tanrıları), (Londra, 1904), 2. s. 377. Minos’un oğlu

Glaukos’la ilgili Yunan söylencesinin temelinde de aynı düşünceler yatar (Apld. 3. 3.1-2).74 Eusebios, PE. 1.10. 46-9.75 H. A. Junod, Life o f a South African Tribe (Bir Güney Afrika Kabilesinin Yaşantısı), (ikinci basım.

Londra, 1927), 2. s. 367-7,384-5.76. Aynı yerde, 2. s. 384. Bathongaların yaşlı bir rahibi, Junod'a, sunuda bulunmak için kutsal bir ormana

girmek üzereyken karşısına birden bir yılanın, yani Makundju'nun babasının çıktığını, kendisini ve yanındakileri çevreleyerek onlara, "Sağolun! Demek hâlâ buradasınız, çocuklarım! Bana armağanlar getirmişsiniz,” dediğini anlatmıştı. )unod, rahibe, bu anlattıklarının gerçek mi yoksa uydurma mı olduğunu sorduğunda yaşlı adam şöyle yanıt vermişti: "Elbette gerçek... Bunlar büyük hakikatlerdir!” (Life of a South African Tribe, 2. s. 384-5). Yunan ve Bantu yılan tapımları arasındaki tek önemli ayrım, Yunan tapırtılarının kadınlar tarafından yönetilmesidir.

77 A.C. Hollis, The Masai, their Language and Folklore (Masai Yerlileri, Dilleri ve Töresel Yaşamları) (Oxford, 1905), s. 307-8.

78 Aynı yerde, s. 308.

Page 114: Thomson_Tarih Öncesi Ege

jeyerek büyüyenler, bu çağrıyı duyduklarında sanırız hiçbir yoruma gerek duymazlardı. Bu Bantular özgürlüklerine kavuştuklarında, hiç kuşkum yok, aralarından çok iyi arkeologlar çıkacaktır.

Yılana tapınmada, klan toteminin yerini genelleştirilmiş bir yeniden cisimlenme simgesi almıştır. Bu da, totemciliğin değiştirilmiş bir biçi­midir.

6. Totemci Kalıntılar: Klan Belirtkeleri

Atina akropolüne dönersek, Erekhteus'un ailesinde yılanın hem ata olarak, hem de belirtke olarak ortaya çıktığını görmüştük. Bu da, Erekh- teid'lerin nerdeyse bir yılan klanı olduklarını gösterir. Ama Erekhte- id'lerin bir klan oldukları bilinmemektedir. Bu ad Atmalılar için şiirsel bir san olarak kullanılmıştı ve tarih döneminde tapımın kendisi de Bu- tad'lar tarafından yönetilmişti.79 Bu örnekteki kanıt yeterli değildir, do­layısıyla tek söylenebilecek şey, bunun totemci bir ideolojiyi öngördü-

Y u n a n K a b i l e K u r u m l a r ! 113

Thebai'lı Spartoi'lara bu adın verilmesinin nedeni, Kadmos'un Thebai kentinin temeline ektiği ejder dişlerinden çıkmış olm alarıdır.80 İ.Ö. 362'de Leuktra'da ölen Thebai'lı önder Epameinondas, bu klanın üye­si olduğu için bir ejderle bezenmiş bir kalkan resmi taşıyan bir gömü- te gömülmüştü.81 Klanın atası da, belirtkesi de ejder olduğuna göre, klan toteminin de ejder olması gerekir.

Phrygia'da, Ophiogeneis, yani "yılandan doğma" adım taşıyan bir klan vardı. Yılan ısırmasına karşı kalıtımsal bir bağışıklığı bulunan bu klanın soyu, Artemis'in kutsal korusunda bir yılanın döllediği bir ka­dından doğan çocuğa dayanıyordu.82 Burada, bilinen türden bir söy­lence, Epeiros'da gördüğümüze benzeyen bir tapımla birleştirilmek- tedir.

Bütün büyük Attika klanları, tıpkı Spartoi'lar gibi, kalkanlarının üs­tüne ata belirtkelerini işlerlerdi. Örneğin Alkmaionid'lerin triskeles'i, Pei- sistratid'lerin atı, Philaid'lerin at sağrısı, Butad'ların öküz başı ve han­gi klanların olduğu anlaşılamayan daha birçokları.83 Triskeles, kökeni

79 Harp. Eleobutadai; Paıısanias, 1. 26. 5; Apollodoros, 3.15.1.80 Pi. P. 5.101.81 Pausanias, 8.11. 8.82 Strabon, 588; Ael. NA. 12. 39.83 C. T. Seltmarı, Athens, its History and Coinage, (Cambridge, 1924), s. 24,30,49.

Page 115: Thomson_Tarih Öncesi Ege

114 TA RİH Ö NCESİ EGE

belirsiz bir simge olan gamalı haçtır.84 Pei- sistratid'lerin soyağacı Nestor'un oğlu Pei- sistratos'tan geçerek, hayvanlan arasında bir de at bulunan Poseidon'a kadar uzan­maktadır.83 Philaid'lerdeki at sağrısı ger­çekte bir klanın bölünmesi sonucunda or­taya çıkan bir "yarım totem "di.86 Bu kla­nın öteki yarısı büyük bir olasılıkla Eury- sakid'lerdi. Aias'ın iki oğlu Philaios ve Eurysakes Salamis'deıı Attika'ya göç et­mişler, Philaios Brauron'a, Eurysakes de Atina'ya yerleşmişti.87 Öküz başı ise, Bu- tadiarın siyasal etkisinin doruğunda ol­duğu dönemde sikkelerin üstünde görün­mesiyle saptanmıştır. Pek kesin olmasa da, "sığırtmacın oğulları"nm {boutes), komii- nal bir klan şöleninden alındığını göste­ren açık belirtiler taşıyan bir şenlik olan Athena Bayram ları'nda88 kalıtımsal bir yerlerinin bulunması olasıdır.89 Bu şenlik­te önce bir öküz kurban ediliyor, sonra da totem yasağının çiğnendiği durumlarda

genellikle yapıldığı gibi bir bağışlatma töreni düzenleniyordu.90Başka bir Attika klanı, Dionysos Melpomenos rahipliğini ellerinde

tutan Euneid'ler, şarap tanrısı Dionysos'un torunu Lemnos'lu Hypsipy- le'nin soyundan geliyorlardı.91 Bir keresinde, Hypsipyle tam öldürül­mek üzereyken birden oğulları ortaya çıkmışlar, klan belirtkesi olan al­tın rengi asmayı göstererek kimliklerini kanıtlamışlar ve Hypsipyle'yi kurtarmışlardı.92 Bir de, Theseus'un soyundan gelen Lykia'h İoksid'le- rin kuşkonmaz yakmaları yasaktı, çünkü kadın ataları Perigune'nin

84 A.C. Haddon, Evolution in Ari (Sanatın Evrimi), (Londra, 1895), s. 282.85 Herodot Tarihi, 5. 65. 4.86 Totemism and Exogamy (Totemcilik ve Dışevlilik), 1. s. 10, 58, 77, 2. 397, 520, 3.100, 4.175.87 Plutarkhos, Sol. 10.88 W. Robertson Smith, Religion of the Semites (Samilerin Dini), (Üçüncü basım, Londra, 1927), s. 304-

6.89 ). ToepfFer, Attische Cenealogie, (Berlin, 1889), s. 136.90 Totemism and Exogamy, 1. s. 18-20, 2.156-8, 160, 3. 67, 81.91 1C. 3. 274. 278.92 A P. 3.10.

Page 116: Thomson_Tarih Öncesi Ege

anısına kuşkonmaza tapmıyorlardı; Perigune, Theseus tarafından ko­valandığında kuşkonmazların arasına saklanmıştı.93

Bu geleneklerin "ille de totemci bir açıklamayı" gerektirip gerektir­mediğine okur kendisi karar vermeli, ama bu açıklamaya karşı çıkan­ların başka bir açıklama getirmediğini de unutmamalıdır. Özellikle, to­tem tabusunun sürdüğüne ve bitkiye hâlâ totemci biçimiyle tapmıldı- ğma tanık olduğumuz son örneğe karşı çıkmak biraz güç görünmek­tedir. Totemciliği hiç değilse incelemiş olan Frazer, "bir aile ya da kla­nın bütün üyelerinin belli bir hayvan ya da bitki türüne karşı kuşaktan kuşağa gösterdikleri saygının totemciliği anımsattığım" kabul etmiş, ama temkinliliği elden bırakmayarak, "bunun ille de totemciliğin bir kanıtı olmadığını" eklemişti.94 Doğrusu, böylesine kılı kırk yaran bir ayrım, totemcilik söz konusu olduğunda kanıtlar çoğaldıkça kanıtla­ma ölçütünün de yükseltildiği kanısını uyandırıyor insanda. Gene de, Frazer'a haksızlık etmemek için, az önce aktardığımız açıklamasını yap­madan yirmi beş yıl önce "totemciliğin Mısırlılarda kesinlikle, Samiler, Yunanlılar ve Latinlerde de büyük bir olasılıkla varolduğunun kabul edilebileceği" kanısında olduğunu dile getirdiğini belirtmeliyiz.95 O günlerde kentsoylu düşünürler genel sonuçlar çıkarma konusunda şim­dikinden daha cömerttiler.

Y u n a n K a b i l e K u r u m l a r i 115

7. Klan Tapınılan ve Devlet Tapınılan

Olympos tanrılarının hepsiyle çeşitli hayvan ve bitkiler arasında şu ya da bu biçimde bir bağ kurulduğuna göre, Yunan dininin genellikle to­temci bir temele dayandığı sonucunu çıkarmak sanırız yanlış olmaz. Bu doğrultuda girişilecek kapsamlı bir incelemeden değerli sonuçlara varı­labilir. Ben burada yalnızca, birkaç somut örnek vererek kabile düzeni­nin dağılması ve kent-devletinin doğması sonucunda klan tapımlarmın devlet tapmalarına dönüşmesini ortaya koymaya çalışacağım; çünkü bu­nun, Yunan dininin evrimindeki temel süreç olduğuna inanıyorum.

İ.Ö. 514 yılında Atinalı tiran Hipparkhos öldürüldü. Hipparkhos'u öldürenler, Gephyra'lılardan Harmodios ve Aristogeiton adlı soylu iki gençti. Bu klan, Kadmos soyundan gelen bir başka koldu. Klanın Yu­

93 Plutarkhos. Thes. 8.94 j.G. Frazer, Apollodoros, (Londra, 1921), 2. s. 125.95 Tolemism and Exogamy, 1. s. 86.

Page 117: Thomson_Tarih Öncesi Ege

I l6 T A RİH Ö N C ESİ Eg e

nanistan topraklarındaki ilk yurdu, Eretria (Euboia) idi, Daha sonra bo­ğazlardan geçerek Tanagra'ya (Boiotia) göç etmişlerdi. Troya Sava- şı'ndan sonra Tanagra'dan kovulunca Atina'ya yerleşmişler ve orada Akhaia Demeterinin gizli bir ta pimim kurmuşlardı. Bunu Herodo- tos'dan öğreniyoruz.96 Bu, açıkça, varlığını beşinci yüzyıla kadar sür­düren bir klan tapımıdır.

Yunanlıların Fenike'li olduğunu söyledikleri Kadmos, Zeus'un Su­riye kıyılarında ele geçirip Girit'e kaçırdığı kız kardeşi Europa'yı arar­ken yaptığı yolculuk sırasında Thebai kentine varmış.97 Europa, Knos- sos'un söylencelik kralı Minos'un anasıydı. Europa'nın Demeter'e ko­şut bir kişiliği vardır, çünkü her ikisi de Minos Ana Tanrıçasından doğ­madırlar.98 Lebadeia'da, Thebai yakınlarında, sanırız Kadmos'lular ta­rafından kurulmuş olan bir Demeter Europa tapımı yer alıyordu.99 Thebai kentindeki Demeter Thesmophoros tapınağının da bir zaman­lar Kadmos'un sarayı olduğu söylenir.100 Bütün bunlardan, Kadmos'lu- ların Girit'ten göç etmiş ve Minos Ana Tanrıçasına bağlı bir tapımı da birlikte getirmiş oldukları sonucunu çıkarmak olasıdır. Bunların Feni- ke'li ataları önümüzdeki bölümlerden birinde incelenecektir.

Kadmos öldüğü zaman bir yılana dönüşmüş. Nitekim, Troya'ya doğ­ru yelken açan Boiotia gemileri, Kadmos'u elinde yılanla gösteren oy­malarla süslüydü.101 Demek ki, KadmosTularm Demeteri, tıpkı Erekh- theidlerin Athenası gibi, bir yılan-tanrıçaydı ve Gephyra'lılann Akhai- a Demeteri tapımında varlığını sürdürüyordu.

Akhaia Demeterine Tanagra'da, Thespiai'da ve Marathon'da da ta­pınılıyordu.102 Tanagra ile Marathon arasında, Harmodios ve Aristo- geiton'un doğum yeri Aphidnai yer alıyordu.108 Gerçekte bu, Atina'ya yerleşen klanın kollarından yalnızca biriydi.

Herodotos'a göre, bu Lapım Atina'da salt klanla sınırlıydı. Ama ya­zıtlardan, beşinci yüzyılda Dionysos Tiyatrosu'nun en ön sırasında öte­

96 Herodot Tarihi, 5. 57.61.97 Apollodoros, 3.1.1.98 M.P. Nilsson, Mycenaean Origin o f Creek Mythology (Yunan Söylenceleri ve Mikene Çağındaki

Kökenleri), (Londra, 1932), s. 33.99 Pausanias, 9.39.5.100 Pausanias, 9.16. 5. Thebai Thesmophoriaları Kadmeia’da kutlanıyordu: X. He/l. 5. 2. 29.101 Apollodoros, 3. 5.4; Euripides, İphigenia Aulis'de, 253-8.102 L.R. Famell, Cults o f the Creek States (Yunan Devletleri Tapırtıları), (Oxford, 1896-1909), 3. s. 323-4.

Tanagra yakınlarındaki Oropos, ortak bir Eretreus tapımı ve ortak bir lehçe aracılığıyla Eretria'yla bağıntılıydı.

103 Plutarkhos, M. 628d.

Page 118: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Y u n a n K a b i l e K u r u m l a r i 117

ki din ve devlet görevlilerinin yanı sıra Akhaia Demeteri rahibesine de yer ayrıldığını öğreniyoruz.104 Bu, tiranlığın yıkılmasında oynadıkları rolden dolayı Gephyra'lılara tanınmış bir ayrıcalık da olabilir. Böyle- ce, Gephyra'lılann klan tapımını, devlet tarafından devralmdığı nok­taya kadar izlemiş oluyoruz.

Öteki örneklerdeyse klan tapımmdan devlet tapımına geçiş somut olarak görülmektedir. Messenia'lılar dördüncü yüzyılda Sparta boyun­duruğunu kırdıklarında Demeter MysteriaTarım (İnananlara günahla­rından arınma, öbür dünyada mutluluk içinde yaşama sağlayan gizli kuttörenler, ç.n.) eski başkentleri Andania'da yeniden başlattılar. Tapı­nım bağlı olduğu klan varlığını hâlâ koruyordu. Bugün elimizde, klan şefi Mnasistratos'un yeni yönetimin baş biliciliğine atandığını belirten ve MysteriaTarın yönetilmesini de devlete bırakan bir buyruğun met­ni bulunmaktadır.105

Bir başka örneğeyse, bir Zeus Patroios tapımımn ve bir de Klytidler adlı altı klanlık fratrinin bulunduğu Keos adasındaki bir yazıtta rastlı­yoruz. Söz konusu dönemde, fratriyi oluşturan klanlardan hiçbirinin üyesi olmayan birçok yurttaş fratri üyeliğine kabul edilmişti. Attika'da olduğu gibi Keos'da da fratri dışa kapalı olmaktan çıkıyordu. Artık bu yurttaşlar tapıma katılmaya hak kazanmışlardı. Tann için bir tapmak yapılması ve klan üyelerinin evlerindeki sacra'ları (kutsal sayılan şey­leri, ç.n.) bayram günlerinde tapmağa getirmeleri için buyruk çıkarıl­mıştı. Bu buyruk hemen yürürlüğe konulacak ve belirli bir süre sonra da sacra'lar sürekli olarak tapmakta kalacaktı.106 Giderleri hiç kuşku­suz devlet tarafından karşılanan tapmağın yapılması, tapımın klandan devlete aktarılmasını belirlemektedir.

Yunanistan'ın her yöresinde, doğuştan kazanılmış bir hak olarak gö­rev yapan rahiplere rastlarız.107 Tapım devlete aktarıldığında da klan genellikle bu eski hakkı korumuştur. İthome'de ve gene Aigion'da ra­hibin tanrı görüntüsünü kendi evinde tutmaya hakkı olduğunu ve bu­nu yalnızca yıllık şenlik sırasında evinden çıkardığını öğreniyoruz.108 Bundan da, o tanrı görüntüsünün bir zamanlar o rahibin klanının ol­duğu sonucunu çıkarıyoruz. Halikarnassos'da da, her yıl herkese açık

104 IG. 3. 373.105 S/G. 736. Messenia kralları Andania'da otururlardı (Pausanias, 4.3.7.); bu yüzden Thebai'daki gibi

bu da bir saray tapımı olarak başlamış olabilir.106 S/C. 987.107 IG. 12.3. S İ4-9, 522. 865. 869.108 Pausanias, 4. 33. 2, 7. 24. 4.

Page 119: Thomson_Tarih Öncesi Ege

ı ı 8 T a r i h ö n c e s i Eg e

olarak düzenlenen bir şenliğin yanı sıra, her ay yeniay sırasında gİ2 İj olarak düzenlenen bir töreni içeren bir tapım bulunduğunu görüyo­ruz.109 Bu, klan tapımı ile devlet tapımımn birleştiği bir geçiş aşaması­dır. Buna benzer başka örnekler de verebiliriz. Aslında, bütün bu ör­nekler, demokrasinin bir özelliğinin de tapımların sayısını azaltmak ve onları halka ardına kadar açmak olduğunu söylerken Aristoteles'in ıie demek istediğini göstermektedir.110 Eski aileler mülksüzleştirilmemiş, ama devlet denetimini kabullenmek zorunda bırakılmışlardı.

Hiç kuşkusuz, bütün bu klan tapanlarının kabile düzeni dönemin­den başlayarak varlıklarını kesintisiz olarak sürdürdüklerini sanma­malıyız. Dinsel yönetimle el ele yürüyen siyasal iktidarı ele geçirmek için düşman klanlar arasında sürekli savaşımlar oluyordu. Bir klan ken­disinin olmayan tapımları ele geçirebildiği gibi, kendi tapımımn bir bö­lümünü başka bir klana bırakmak zorunda da kalabiliyordu. Daha ön­ce de sözünü ettiğimiz Butad'lar bu savaşımlarda etkin bir rol oyna­mışlardı. Atina akropolündeki en eski tapmalar, Athena Polias ve Po­seidon Erekhtheus tapmalarıydı ve her ikisi de Butad'lar tarafından yö­netiliyordu.111 Ama başlangıçta bağımsız olmuş olmaları gerekir. At­hena ile Poseidon akropol için yarışa girmişlerdi.112 Erekhtheus tapı­nağındaki yılan Athena'mndı113 ve bu yılanda cisimlenen kahraman, Erekhtheus'un dedesi Erikhthonios olduğuna göre, Erekhtheidlerin sa­ray tapımında hem Athena'ya, hem Poseidon'a tapınılmış olması ge­rekir. Butad'lann, adını aldıkları ataları Butes'in Erekhtheus'un erkek kardeşlerinden biri olduğunu ve dolayısıyla onun da Erikhthonios'un soyundan geldiğini ileri sürdükleri doğrudur;114 ama burada Butad'lar taraftırlar ve Hesiodos'a göre Butes Poseidon'un oğullarından biridir.115 İşte ipucu da buradadır. Butad'lar, krallık tapımını ele geçirip kendi Poseidon tapmalarıyla birleştirdikten sonra, kendi ataları ile yerine geç­tikleri sühâle arasında yakın bir bağ kurarak işi sağlama bağlamışlardı.

Aynı duruma başka yerlerde de rastlanır. Syrakusa'da, Demeter Mysteria'ları, Gela'lı bir göçmen olan tiran Hieron'un klanında soydan geçmeydi. Demeter Mysteria'larmı Gela'ya klan atası Telinos getirmiş-

109 S/C. 1015. 24.110 Politika, s. 42.111 Apollodoros. 3. 14. 8; Plutarkhos, M. 843b.112 Bu kitabın “Anaerki" başlıklı ikinci bölümünün “Ege Bölgesindeki Bazı Anaerkil Tanrılar" başlığını

taşıyan altbölümündeki “Athena"ya bakınız.113 Hsch. oikuron ophin.114 Apollodoros.3.14. 8.115 Butes’i İon’un torunu kabul eden bir başka yorum daha vardır (Apollodoros, 1.9. 16; Hyg. F. 14.)

Page 120: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Y u n a n K a b i l e K u r u m l a r i i 19

fi; Telinos ise, tanrıça Demeter'in başka bir tapımının bulunduğu Kni- dos Burnu açıklarındaki Telos adasmdan gelmişti.116 Ama Syrakusa'da- ki Demeter aynı zamanda "ekin" anlamına gelen Sito ve kesinlikle Yu­nanca bir sözcük olmayan Simalis diye de bilinir.117 Bu da, Syrakusa kentinin Yunanlılardan önceki halkının Sicilyalı bir ekin-tanrıçasma ta­pındığını ve sonradan Syrakusa devletinin başına geçen Hieron'un bu tanrıçayı kendi tanrıçası Demeter'e kattığını akla getirmektedir.

8. Eleusis MysteriaTarımn Klan Temeli

Büyük panhellenik şenliklerin köklerinin uzandığı klan tapımlarının altında yatan karmaşık örgüyü aydınlığa kavuşturmak istiyorsak, Eleu­sis Mysterialarının başlangıcını incelemekten daha iyi bir şey yapamayız.

Yönetimde biri Eumolpid'ler, öbürü de KerykTer olmak üzere iki klan vardı; KrokonidTere de yönetimde ikincil rol tanınmıştı.118 Kuru­cu Eumolpos, EumolpidTerle Keryk'lerin ortak ataşıydı. Yönetimde en önde gelen klanın gelenekte de en önemli yeri tutması doğaldı, ama bu gelenekte belirgin bazı sakatlıklar vardır,

EumolpidTerin tanrısı, Mysteria'larm adandığı Demeter değil, Po- seidon'du. Üstelik Eumolpos Trakya'dan gelmiş bir yabancıydı.119 Ger­çekten de, Eumolpos, kuzeyle olan birçok bağlarını bildiğimiz Posei- don'un bir tapımını Trakya'dan getirmiş olabilir. Ama Demeter'le ilgi­li bir tapımı getirmiş olması uzak bir olasılıktır, çünkü eski çağda De­meter güney Thessalia'dan daha yukarılara ulaşmamıştı.120 Aslında Eumolpos'un barbar ataları, onun torunları için bir utanç kaynağıydı, çünkü yetkili bir ağızdan Mysteria'larm kurucusunun Trakyalı Eumol­pos değil, aynı adı taşıyan başka biri olduğunu öğreniyoruz.121 Bu fark­lı yorumun benimsenmemiş olmasının nedeni, belki de, Mysteria'lar- da gözle görülür Trakya öğelerine, özellikle de Demeter ya da Persep­hone içm kullanılan Brimo adına rastlanmasıdır.122 Dinsel törenler söy­lenceler kadar esnek değildirler.

116 Herodot Tarihi, 1.153-4.117 Ath. 109a, 416b.118 Krokonidler bir safran klanıydı ve mistiklerin sağ el ve sağ ayaklarına bağladıkları safran lifleriyle

(krokos) ilintiliydiler.119 Apollodoros, 3. 15. 4.120 İlyada, 2. 695-6.121 İst. 21.122 Clem. Pr. 2.13.

Page 121: Thomson_Tarih Öncesi Ege

120 TARİHÖ NCESİ EGE

Keryk'lerin Eumolpos'la akrabalığını Keryk'lerin kendileri kabul et­miyorlardı. Keryks'in Hermes'in oğlu olduğunu ve Atina'nın ilk kralı Kekrops'un kızlarından birinden doğduğunu söylüyorlardı.123 Kek- rops ise bizi Eumolpos'un da, Demeter'ın de ortaya çıkışından dört ku­şak önceye götürmektedir. Mysteria'larda Hermes'in de izlerine rast­lanır. Eski bir kutsal evlilik biçimine göre, Hermes, Aiskhylos'un Per- sephone'yle özdeşlediği Daeira'nın kocasıydı.124 Anlaşılan, Eleusis'de- ki gizemsel tanrı evlenmeleri Demeter'in gelişinden daha eskiydi. Pe­ki, Demeter'i kim getirmişti oraya?

Demeter'e Atina'da ilk başlardan beri Demeter Thesmophoros (Ya­sa Getiren Demeter, ç.n.) olarak tapımlmaktaydı.125 Herodotos, Thes- mophoria bayramının Argolis'e yerleşen ve bu bayramı da orada otu­ran Pelasg kadınlarına da öğreten Danaos'un kızları tarafından Mı­sır'dan getirildiğini söylüyor.126 Eğer tarihçinin Mısır kaynaklarına olan o pek iyi bilinen eğilimini, Girit'in Mısır'la Yunanistan arasında yer al­dığını düşünerek değerlendirirsek, bu yorumunu kabul edebiliriz.

Demeter'in Argolis'de çeşitli yerlere, örneğin Argos'a, Hermione'ye, Troizen'e gelişiyle ilgili gelenekler vardı. Argos'lular, Demeter'den top­rağı işlemesini öğrenen ve bunu halkına da öğreten Eleusis krah Trip- tolemos'un aslında Demeter'in Eleusis'e yerleşmiş Argos'lu rahiplerin­den birinin oğlu olduğunu savunuyorlardı.127 Açıkçası, Eleusis Deme- terini kendi Demeterlerinin bir uzantısı olarak görmekteydiler. Ama Atmalılar aynı kanıda değildiler. Bu işte Argos'a en küçük bir yer ayır­mıyorlardı. Ama Arkadia'hlar ayırıyordu. Arkadia'lılar, Mysia Deme- terine bu adın verilmesinin nedeninin, Mysos ("m istik"?) adlı birinin Demeter'i Argos'da ağırlamış olmasından kaynaklandığını söylüyor­lardı.128 Bu nokta önemlidir, çünkü Eleusis Demeterinin Arkadia'yla bağları vardı.

Demeter, Eleusis'de Metaneira ve kızları tarafından Çiçekler Kuyu- su'nda karşılanmıştı.129 Kraliçe Metaneira, Eleusis kralı Keleos'un ka­rısıydı. Metaneira'nın kızlarından biri, Krokonidlerin atası olan ve yı­kık sarayı Pausanias tarafından eski Attika sınırının Eleusis yanında

123 Pausanias, 1. 38. 3.124 C. A. Lobeck, Aglaophamus, (Königsberg, 1825), s. 1212-5.125 Bu kitabın "Anaerki” başlıklı ikinci bölümünün "Bir Tanrıçanın Yaratılm ası” adlı altbölümündeki

"Thesmophorialar ve Arrhephorialar"a bakınız.126 Herodot Tarihi, 2 . 171.127 Pausanias, 2. 18, 3, 2. 35. 4-8, 1. 14. 2.128 Pausanias, 7. 27. 9. 2.18. 3.129 Homeros, Hymnos (Homerik Övgüler), 2.105-10,161,184-7, 206-7; Pausanias, 1. 39.1.

Page 122: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Y u n a n K a b i l e K u r u m l a r i 121

Harita II. Demeter tapımları

Page 123: Thomson_Tarih Öncesi Ege

122 TA RİH Ö NCESİ EGE

görülen Krokon'la evlenmişti.130 Çiçekler Kuyusu kentin öteki yanın­da, Megara yolundaydı.131 Tanrıça Eleusis'e Peloponnesos'daıı gelmiş­se bu yoldan gelmiş olması gerekir.

Peloponnesos'a Megara yönünden girdiğimiz zaman Phlius kenti­ne geliriz. Burada, Keleai denilen bir köyde Keleos'un kardeşlerinden Dysaules'in kurduğu yerel Demeter Mysteria'ları vardı.132 Keleos ile Keleai arasında şaşmaz bir bağmtı olduğu açıktır. Nasıl Thespios Thes- piai'm, Alalkomeneus AlalkomenaiYn, Eleuther de Eleutherai'm ata adıysa, Keleos da Keleai'ın ata adıdır.133 Keleos, Eleusis kralı olmakla birlikte, bir Peloponnesos adı taşımaktadır. Bundan da, Keleos'un tem­sil ettiği tapımın Peloponnesos kökenli olduğu anlaşılır. Gelenekteyse, Eleusis'in saygınlığını korumak amacıyla gerçek tersyüz edilmiştir. Ke­leos bir Eleusisliymiş gibi gösterilmiş ve onun Peloponnesos'la olan ba­ğıntısı Keleai'daki tapımın Eleusis'deki tapınım bir kolu olduğu ileri sürülerek açıklanmıştır.

Keleai, çok rastlanan türden bir yer adıdır. Tıpkı Thespiai, Alalko- menai, Eleutheria Potnia ve Alesiai gibi Keleai da kadınların yerel bir tapımıdır ve "bağıran kadınlar" (kaleo, kcloma'ı) anlamına gelir.134 Köy­lü kadınlar her ay yol kavşağına gider, aya bağırırlar. Bu göreneğe dünyanın her yerinde rastlarız.135 Bu görenek Yunanistan ve İtalya'da Artemis'e, daha sonraları İsis'e, ama en başta Demeter'e bağlanıyor­du. Servius, İtalyan köylü kadınlarının, Demeter'in yitirdiği kızı Per- sephone'yi arayışını yansılayarak yol kavşaklarında haykırdıklarını anlatır.136 Gene bu bölgeden başka örnekler de vardır. Megara'da, Anaklethra, yani "yakarı" (anakaleo) kayası denilen bir kaya vardı. Bu­rada Demeter yitirdiği kızı için ağlayıp yakarmış, Megaralı kadınlar da bu olayın anısına gizli bir dinsel tören düzenlem işlerdi.137 Eleu- sis'de de tanrıça Demeter'in oturup ağladığı bir Gülmez Kaya var­d ı.138 Bu olayla ilgili dinsel tören yazılı belgelere geçmemiştir, ama Megara'dakinden farklı olmasa gerek.139 Demeter Akhaia, yani Yas-

130 Pausanias, 1. 38. 1-3.131 Pausanias, 1. 39. 1.132 Pausanias, 2. 14. 1-4.133 D. S. 4. 29; Pausanias, 9. 33. 5; St. B. Eleutherai.134 Klazomenai, "haykıran kadınlar", Phlius’dan çıkmıştı; Pausanias, 7. 3. 9.135 J. Hastings, Encyclopaedia of Religion and Ethics, (Edinburg, 1908-18), "Cross-roads" maddesi.136 Apuleius, Dönüşümler 11.2.137 Pausanias, 1. 43. 2.138 Apollodoros, 1. 5. 2.139 F. M. Cornford, bkz. e. C. Quiggin, Essays and Studies Presented to William Ridgeway (W. R.’e sunulan

Deneme ve İncelemeleri), (Cambridge, 1913), s. 161.

Page 124: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Y u n a n K a b i l e K u r u m l a r i 123

h Demeter (achos, "acı") adına ilişkin ipucunu da bu törende bulabi­liriz.140

Phlius'un batısındaki tepelerde Pheneos kenti vardı. Bu kentte iki Demeter tapımı bulunuyordu. Söylendiğine göre, bunlardan biri Eu- molpos'un torunlarından biri tarafından kurulmuştu. Daha eski oldu­ğu söylenen öbüründeyse, tanrıça, Demeter Thesmophoros'un141 de­ğişik bir lehçeyle söylenişi olan Demeter Thermia adıyla anılmaktay­dı.142 Bu tapımın kurucusu, adı Keleos'un kardeşi Dysaules'i çağrıştı­ran Trisaules'di. Attika gibi Arkadia da Pelasg'ların eski bir yurduy­du, ilk kral Arkas'm, tıpkı Triptolemos gibi, Demeter'den öğrendiği çiftçiliği orada başlattığı söylenir.143 Arkas'ın oğullarından Azan, top­rakları Pheneos'u da içine alan144 Azanlardan almıştı adını.145 Bir baş­ka oğlunun adı olan Apheidas ise, Tegeia dolaylarındaki Apheidantes köyünün ata adıydı.146 Bunların her ikisi de Attika'da yeniden karşı­mıza çıkmaktadır: Azan, Azania bucağında;147 Apheidas da Apheidan- tidai klanında.148 Dahası, analarının, yani Arkas'm karısının, Krokon'un kızı Metaneira olduğu söylenmektedir.149

Herodotos haklıydı. Eleusis'deki Demeter tapımının kökeninde, bu tapımı Argolis Pelasg'larından alan Pelasg Krokonidleri tarafından Ar- kadia'dan getirilen Thesmophoria'nm 150 yerel bir biçimi yatıyordu. Eleusis'de Demeter'e tapman üç klan arasında tanrıçayla en yakın ba­ğı olanı, tarih döneminde en az göze çarpanıydı.

Eleusis Mysteria'larınm klan kökeni konusunda yaptığımız incele­me böylece Yunan dinindeki en önemli tapımlardan birinin tarihönce- sini ortaya koymamızı sağlamış bulunuyor. Demeter, Minos ana-tan- rıçasının bir biçimi olarak, Minos kültürünün birçok bağının bulundu­

140 Plutarkhos, M. 378e.141 Troizen’deki Demeter Thermesia için bkz. Pasusanias, 2. 34. 6.142 Pausanias, 8.15.1-4.143 Pausanias, 8. 4.1.144 Pausanias, 8.4.2. Demeter'e Azanion Dağı'nda ve Arkadia'dan gelen Azanların Phrygia'da kurdukları

bir yerleşim merkezinde de tapınılıyordu.145 St. B. Azania.146 Pausanias, 8.45.1.147 Polem. 65; Strabon, 398.1481C. 2. 785.149 Apollodoros, 3. 9.1.150 Eleusis'deki Thesmophoria bayramının, Eleusis kralı olduğu zaman Triptolemos tarafından getirildiği

söylenir. Öte yandan. Thesmophoria'nm Boiotia'dakl biçimine çok benzeyen Atina’daki biçiminin Demeter Akhaia tapırtımdan etkilenmiş olması gerekir, çünkü bu bayram dolayısıyla pişirilen ekmeklere akhainai deniliyordu (Ath. 109e).

Page 125: Thomson_Tarih Öncesi Ege

124 TARİHÖ NCESİ E g e

ğu Mısır'dan gelmiş olabilir.151 Demeter Yunanistan'a Kadmos ve Da- naos tarafından temsil edilen iki ana yoldan gelmişti. Birinci yol, Eu- boia'dan geçerek Boiotia'ya; ikinci yol da, Argos'dan geçerek Pelopon- nesos'a varıyordu. Her iki yol da, Attika'da birleşiyordu. Demeter Ak- haia, Boiotia'dan; Eleusis Demeter'i ise Peloponnesos'dan geliyordu.

9. Adam Öldürmeye Karşı Tutum

Kabile toplumunda ölümle cezalandırılan iki suç vardır. Bunlardan biri kandaşla cinsel ilişki, biri de büyücülüktür. Kandaşla cinsel ilişki, gerçekte dıştan evlenme kuralının çiğnenmesinden başka bir şey de­ğildir. Büyücülükse, bütün topluluğun yararına sunulan büyünün bi­reylerce gereksiz yerlerde kullanılmasıdır.152 Her iki suç da topluluk tarafından anında topluca cezalandırılır. Adam öldürme de içinde ol­mak üzere öteki suçlarsa haksız edimler diyebileceğimiz suçlardır. Hak arama yükümlülüğü kurbanın akrabalarına düşer. İlkel anlamda ken­di işini kendi görme olarak bilinen işlemdir bu.153

Attika hukukunda, adam öldürmeden açılan davalar, kamu dava­ları (grnphai) değil, özel davalardı (tüTcı?/).154 Öldürülen kişinin ev halkı ya da fratrisi tarafından girişimde bulunulurdu.155 Kovuşturma ve sa­vunma için kullanılan terimler sözcüğü sözcüğüne "kovalamak" (dio- ko) ve "kaçmak" (pheugo) anlamına gelmekteydi. [G. Thomson, bura­da, İngilizce'deki "hue and cry" örneğini veriyor. Bu deyim, halkın "Tu­tun! Yakalayın!" diye sokaklarda bağrışması anlamına geliyor. ç.n.]156

Eski çağda adam öldürme hiçbir aktöresel damga taşımadığından, bilerek adam öldürme ile istemeden adam öldürme arasında hiçbir ay­rım yapılmıyordu. Eğer öldüren adam uygun bir ödence vermiyor ya da veremiyorsa ülkeden ayrılmak zorunda bırakılıyordu. Doğrusu bu da büyük bir güçlük doğurmuyordu, çünkü nereye giderse gitsin başı derde girmiş biri olarak, başvurduğu her yabancı tarafından ister iste­mez konukseverlikle karşılanıyordu. Odı/sserâ'da, Telemakhos tam İt-

1 Sİ Danaos'un Mısır'la olan ilişkileri için bkz. bu kitabın “Kahramanlık Çağı" başlıklı dördüncü bölümünün "Mykene Hanedanları" adlı altbölümündeki "Geleneksel Suredizin".

152 A. S. Diamond, Primitive Law (İlkel insan Yasası), (Londra, 1935), s. 280.153 G. M. Calhoun, Growth of Criminal Law in Ancient Greece (Eski Yunan'da Ceza Yasasının Gelişmesi),

(Beikeley, 1927), s. 62-7.154 Aynı yerde, s. 9.155 D. 43.57.156 Growth of Criminal Lour in Ancient Greece s. 64.

Page 126: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Y u n a n K a b İl e K u r u m l a r i 125

haka'ya gitmek üzere gemiye bineceği sırada yanma bir kaçak yakla­şır, birini öldürdüğünü, ölen adamın erkek akrabalarının ardında ol­duklarını anlatır. Telemakhos bir an bile duraksamadan adamı gemi­ye alır, kendi evine götürür, kalmak istediği sürece evinde ağırlar.157 Kaçağın yalnız ağırlanmakla kalmadığı durumlar da vardır. Ev sahibi­nin konuğuna bir tarla, dahası bazan kızını bile verdiği olur.158 Bu gö­renekler aslında bir toprak fazlası bulunduğunun belirtisidir. İşleyebi­leceğinden daha fazla toprağı olan her şef, karşısına çıkan her yaban­cıyı, işgücüne sevindirici bir katkı olarak bağrına basmaya hazırdır.

Ödence ile öç alma arasındaki seçim ve öç almanın uygulanış biçi­miyle ilgili olarak İrokua'ların ne yaptıklarını biliyoruz. Ama Home- ros'da bir ayrıntı eksiktir, öldürülenin akrabalarının öç almakla yüküm­lü oldukları açıktır, ama öldürenin akrabalarının onun sorumluluğu­nu paylaştıklarına ilişkin bir ipucu yoktur. Homeros ozanlarının bu noktayı neden açıklamadıklarını burada tartışmak gereksiz. Bu konu­da daha başka kaynaklardan bilgi edinilebilir. Klanm, üyelerinin dav­ranışından sorumlu olduğuna ya da bir zamanlar sorumlu olduğuna ilişkin Homeros-sonrası kanıtlar vardır. İ.Ö. 621'de Kylon, yönetimi de­virmeye kalkışıp da başarısızlığa uğrayınca, yandaşlarıyla birlikte ta­pmağa sığınmıştı. Orada Alkmaionidlerden bazı erkekler tarafından yakalanıp öldürülmüşlerdi. Ama Alkmaionidler böyle davranmakla bedenlerini o denli kirletmişlerdi ki, aradan iki yüzyıl geçtikten sonra bile ilençli sayılmışlardı.139 Mantineia'da bulunan bir yazıtta, bazı ki­şilerin Alea Athena tapmağında adam öldürdükleri için para cezasına çarptırıldıkları açıklanmakta ve para cezası ödenmezse suçluların klan­larının bir daha tapınağa alınmayacağı belirtilmektedir.160 Klanın artık parçalanmış olduğu daha sonraki dönemlerde bile, ortaklaşa sorumlu­luk ilkesi, herkesin önünde ant içme biçimindeki törede varlığını sür­dürmekteydi: "Eğer bu andı bozarsam, ben de yok olayım, klanım da yok olsun! " 161 ya da kimi zaman "ben de, ev halkım da, klanım da yok olsun!"162 Aynı sözler günümüzdeki ilkel halklar arasında da kullanıl­maktadır.163

157 Odysseia. 15. 272-81, 508-46.lS8İ/yodo.6. 155,14.120.159 Peloponnesos Savaşı, 1.126; Herodot Tarihi, 5. 71.160 1C. 5.2.262; SİC. 9.161 1C. 37.1. 360. 50, 526.40; Herodot Tarihi, 6. 86.162 D. 23. 67.163 J. H. Hutton. The Sema Nagas. (Londra, 1921), s. 166.

Page 127: Thomson_Tarih Öncesi Ege

126 T a r İh ö n c e s İ Eg e

Bu görenekler, Yunan düşüncesindeki temel öğelerden birini çözüm­lememizi olanaklı kılmaktadır.

Yunanca'da zarar vermekten, özellikle de adam öldürmekten dola­yı ödence alınmasının karşılığı, İonia lehçesinde tisin lambano, Attika lehçesinde ise diken dioko idi. İonia lehçesindeki deyim, yukarıda anlat­tığımız ödence verme kuralına uygun olarak, "bedel almak" anlamına gelir. Attika lehçesindeki deyimse, dioko'nun kovuşturma anlamında kullanılışına dayanır. Dike, Homeros'da "yol yordam", "görenek" ya da "yargı" anlamında kullanılır. Hesiodos bu sözcüğü "yargı" ve kişi- leştirilmiş Adalet'e uygular. Bu sözcük, Attika lehçesinde, graphe'nin karşıtı olarak öncelikle özel dava anlamına; dikaios, "adil" sözcüğün­den oluşturulmuş dikaiosyııe ile dile getirilen soyut adalet düşüncesi an­lamına gelmekteydi. Sözcüğün öteki sıfat biçimleriyse, endikos, "ada­letli" ve ekdikos, "adaletsiz" idi.

Dike'mn kök anlamı "yol"dur. "Belirtmek" ya da "göstermek", "yol göstermek" anlamına gelen deikmjmi (Latincesi dico) ile aynı kökten ge­lir. Dolayısıyla, diken dioko tim tam olarak "bir adamı yol boyunca iz­lemek", "bir adamı kovalamak" demektir. Yol bulmak ilkellerin yaşa­mında önemli bir yer tutar164 ve Hint-Avrupa dillerinde "yol" anlamın­da kullanılan sözcükler epeyce gerilere uzanır.165 işlek yoldan ayrılmak tehlikeliydi; Attika'nm ilk dönemlerinde yabancılara yol göstermeyen­ler ilençlenirdi.166 Yollar aynı zamanda toprak mülklerinin ve bölgele­rin sınırlarını oluştururlar. Yollara ve kavşaklara işaret koyma biçimin­deki yaygın görenek ve bunun yol açtığı kötülük kovma törenleri de buradan kaynaklanır.167

Üstünde yürünen yol anlamında "yol"dan gelenek-görenek anlamın­da "yol"a geçiş, düpedüz somuttan soyuta geçiştir. Aynı biçimde> adam öldürme yasasına baktığımızda, "yol"dan başlayıp "öç alma"dan geçe­rek genel olarak cezalandırma düşüncesine varan gelişmeyi izlemekte hiç de güçlük çekmeyiz." Yol"dan başlayan "yön"den geçerek "yargı"ya erişen adım adım gelişmeyi görmek de aynı ölçüde kolaydır. Bu da, yar­gılardan niçin "doğru" ya da "eğri" diye söz edildiğini açıklamaktadır.168

164 Life o f a South African Tribe, 2. s. 54-5.165 A.C. Moorhoııse, “The Name of the Emine Pontus”, Classical Quarterly, (Londra, 1906-.), s. 123-8.166 Diph. 62; Bkz. Social System o f the Zulus (Zulu'larda Toplumsal Dizge), s. 214; “Sorulduğunda yol

göstermek bütün Zulu'ların göreviydi, yol göstermeyi reddedecek olurlarsa cezalandırılabiliyorlardı.”167 Encyclopaedia o f Religion and Ethics (Din ve Ahlâk Ansiklopedisi), “Crossroads" maddesi.168 İlyado, 18. 508.23. 579-80; Hesiodos, İşler ve Cünler, 216-19,250, (Hesiodos, Eseri ve Kaynaklan, Türk

Tarih Kurumu Yayınları, 1977, Çevirenler: A. Erhat-S. Eyuboğlu).

Page 128: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Y u n a n K a b i l e K u r u m l a r i 127

Doğru bir yargı, "yolda" anlamına gelen endikos'dur. Eğri bir yargı ise, "yoldan çıkmış" anlamına gelen ekdikos'dur. Buradaki eğretileme, söz­cüğün özgün anlamım ortaya koymaktadır. Ve son olarak da, Dike'nin cezalandırma ya da yargılama tanrıçasında kişileştirilmesi, soyut adalet düşüncesinin formüllendirilmesine yol açmaktadır.

Buraya kadar, tarafların ayrı klanlara bağlı olduğu adam öldürme durumlarım inceledik. Peki, birisi kendi klanının bir üyesini öldürdü­ğü zaman ne oluyordu? Buradaki ayrım çok önemlidir. Klan dayanış­ması ortaklaşa üretime dayalıydı, bu da bireyin varlığını ancak toplu­luğun bir üyesi olarak koruyabileceği anlamına geliyordu. Daha son­raları bile, mülkiyet klanda toplandığı sürece, klan akrabalığı bütün bağların en bağlayıcısı oldu.169 Dolayısıyla aynı klandan birini öldür­menin cezası, bu suçun seyrekliği ölçüsünde ağırdı.

Eski Cermen toplumunda da benzer görenekler yürürlükteydi. Grön- bech, klanlar arasında adam öldürme durumlarında uygulanan işlemi şöyle anlatıyor:

Öldürülenin akrabaları topluca davacı olurlar. Ödence vermeyi üstle­nen de, ödenceyi veren de öldürenin klanıdır. Ödenceyi alansa öldürü­lenin klanıdır ve alınan ödence topluluğun tek tek bütün üyeleri ara­sında paylaştırılır.170

Grönbech ayrıca, klanlar arasında adam öldürmenin "yaşamın kendi­sine karşı işlenmiş bir suç olmadığını, dahası doğaya aykırı bir davra­nış olarak bile görülmediğini" açıklıyor. Ama klan içinde adam öldür­me bambaşka bir sorundur.

Klanın içine girdiğimiz andan başlayarak yaşamın kutsallığı tartışılmaz bir dokunulmazlık içinde boygösterir; kan dökme kutsal olana saygısız­lık, körlük, canına kıyma olarak değerlendirilir. Tıpkı bir sinir ucuna iğ­ne batırılmışcasına, apansız ve şaşmaz bir tepki gelir... Ilençleme bir kez ağızdan çıktı mıydı, klan törelerin "kan dökeni suçlu bulduğu"nu belir­ten andı içerek mahkûm edilen adamı bir kez reddetti miydi... yasayı çiğneyen ölmüştür. İnsanların yaşamının dışına fırlatılmıştır.171

169 E.W. Smith ve M. Dale, The lla-speoking Peoples of Northern Rhodesia (Kuzey Rodezya'da İla Dili konuşan Halklar), (Londra, 1920), 1. s. 296.

170 V. Grönbech. Culture o f the Teutons, (Cermenlerin Kültürü), (Oxford, 1931), c. I, s. 55.171 Aynı yerde, c. I. s. 343. Galler'de de, erkek akrabasını öldüren birisi “öldürülmez... para cezası |go/omıs|

almaz, yalnızca ilençlenir ve aşağılanarak sürülür." The Structure o f Creek Tribal Society (Yunan Kabile

Page 129: Thomson_Tarih Öncesi Ege

128 TARİH Ö NCESİ EGE

Yunanistan'da da böyleydi. Erkek akrabasını öldüren bir kimse top­luluğun dışına sürülür, akrabalarının ilençleri ya da kendi deyişleriy­le ölen adamın öcünü arayan ruhu tarafından kovalanır, yakalanır ve yutulurdu; ta ki, geriye bir kemik yığını kalıncaya kadar.172 İlenç ile öç arayan ruh aynı şeylerdir. Öç alma tanrıçaları Erinys'ler, yasaları çiğ­neyeni ayağa kalkıp yok etmeleri için ataların ruhlarını çağıran klanın ortak ilencini simgelerler.173 Bütün bunların sonucunda adam çıldırır ya da belki de öldürme ediminde bulunduğu sırada çıldırmıştır bile. Yaptığı öylesine korkunç, öylesine görülmemiş bir şeydir ki, böyle dav­ranmakla toplumun olağan bir üyesi gibi yaşama yeteneğinden yok­sun olduğunu kanıtlamıştır zaten. İlkellerin, mutlak bir tabuyu bilme­den çiğnediklerini anladıkları zaman korkudan gerçekten öldüklerini ortaya koyan birçok örnek saptanmıştır.174 İlkel bilinç, uygar insanın bilinci kadar karmaşık olmadığından, bozulması da daha kolaydır. Do­layısıyla, işlediği suç aynı zamanda kendi cezasıdır. Böyle bir şey ya­pabilmesi için ancak çıldırmış olması gerekir, aklını başına topladığın­da, yaptığı işin korkunçluğunu fark ederek geçireceği sarsıntı onu ye­niden çıldırtacaktır.

Yunanca'daki ate kavramının doğmasına yol açan ruhsal durum bu- dur; Erinys'lerin, yani öç alma tanrıçalarmın kışkırttığı ölümcül gafle­ti yansıtır ate kavramı. Sözcük, Homeros şiirlerinin uygar ortamında il­kel içeriğinden büyük ölçüde arınmış, anlam bakımından genellikle in­sanoğlunun kendisini yıkıma sürükleyen bir yanılgıya düşmesine ne­den olan bir tür yarı çılgınlık durumuna dönüşmüştür. Öte yandan, Gi­rit adasındaki Dor lehçesinde, ceza ya da ödence anlamında kullanılan bir hukuk terimi olarak varlığım sürdürmüştür.175 Birinci durumda öz­nel yöndür; ikinci durumdaysa karşıtını dışlayarak başat bir nitelik ka­zanan nesnel yöndür. Ama sözcüğü hem suç işlemeye yol açan ani bir çılgınlık, hem de bu çılgınlığın sonucu olan kendi kendini yıkıma sii-

Toplumunun Yapısı), s. 42. Kelt ve Cermen hukukunda kapsamlı olarak görülen bu ayrım, ortaçağ başlarındaki İngiltere'de neden “erkek akraba öldürmenin genellikle hâlâ tüzel bir işlem görmediğini ve cezalandırılmadığını; öldüren adamın yalnızca Kiliseye teslim edildiğini ve manevi bir ceza çektiğini" açıklamaktadır. (Aynı yerde, s. 336).

172 Aiskhylos. Eumenides, 244-66.173 Aiskhylos, Eumenides, 240.174 Bir Melanezya yerlisine eğer kandaşıyla sevişecek olursa neler hissedeceği sorulduğunda şu yanıtı

vermişti: "Biz böyle bir şey yapmayız. Birisinin böyle bir şey yapabilmesi için aklını kaçırmış olması gerekir. Aklı başına geldiğinde de mutlaka canına kıyar” (F. Wertham, Dork Legend: a Study in Murder- New York, 1941. s. 179).

175 Lex.Gort. 11, 34.

Page 130: Thomson_Tarih Öncesi Ege

rükleme anlamında kullanan Aiskhylos, sözcüğün başlangıçtaki birli­ğini korumuştur.176

10. Kız Kalıtçı Yasası

Aristoteles'in öğrencilerinden Dikaiarkhos'un Yunan kabile siste­minin evrimine ilişkin bazı görüşleri, bir Bizans yorumunda korun­muştur. Dikaiarkhos'un bu görüşleri, söz konusu sürecin sınıflı toplu­mun önyargılarıyla ele alındığında kaçınılmaz olarak nasıl yanlış yo­rumlandığını gözler önüne sermektedir.

Klan (patra), Yunanlıların klan, fratri ve kabile adı verilen üç toplum biriminden biridir, ilk basta evli çiftle sınırlı olan akraba kümesi, ikinci dereceden akrabalara yaygınlaştırıldığında, en yaşlı ya da en saygın üyesinin adını alan (Aiakid'ler, yani Aiasoğulları; Pelopid'ler, yani Pe- lopsoğulları gibi) ve klan denilen birim doğdu. Kız çocuklarının evlen­dirilerek başka bir klana verilmesi sonucunda fratri oluştu. Gelin artık kocasının klanına girdiğinden babasının klanının dinsel yaşamında yer almıyordu. Dolayısıyla, erkek kardeşle kız kardeş arasında kopan bir­liğin yerini doldurmak amacıyla başka bir dinsel birlik, fratri oluşturul­muştu. Demek ki, klan nasıl anababa ile çocuklar arasındaki ilişkiden doğduysa, fratri de erkek kardeşler arasındaki ilişkiden doğmuştur. Ka­bile ise, bütün bunların kentler ve budunlar içinde eriyip birleşmeleri sürecinde evrilmiştir; kent ve budunları oluşturan öğelere kabileler de- nümiştir.177

Öğretmeni Aristoteles gibi Dikaiarkhos da, toplumun ilksel birimi­nin evli çift olduğu önermesinden yola çıkıyor. Aristoteles, kendi gö­rüşüne göre, bu birimin nasıl genişlediğini ve giderek aile, köy ve ken­te dönüştüğünü açıklamıştı.178 Burada Dikaiarkhos aynı uslamlamayı kabileye uyguluyor. Aslında yola çıktığı önerme hiç kuşkusuz yanlış, bu yüzden de önermesini olgulara uydurmakta epey güçlük çekiyor. Ne var ki, olguların kendileri doğru olarak ortaya konulmuş. Klan, ara­larında evlenen klanların bir kümesi olan fratri içinde organik bir bi­

Y u n a n K a b i l e K u r u m l a r i 129

176 Aiskhylos, Agamemnon, 396-7.177 Die. 9.178 Politika, s. 8-9.

Page 131: Thomson_Tarih Öncesi Ege

rimdir. Önermeye uygun düşen olguları çürütmek ise günümüz tarih­çilerine düşüyor.

Aslında, Dikaiarkhos'un kafasmdaki öncelikle Attika sistemi değil. Bunu, Attika lehçesindeki genos teriminin yerine patra terimini kullan­masından ve gelinin kocasının klanının bir üyesi durumuna geldiğini açıklamasından çıkarıyoruz. Ayrıca, "kız çocukların evlendirilerek baş­ka bir klana verildiğini" söylüyor. Dikaiarkhos'un bu tanıklığı özellik­le değerlidir, çünkü tarih dönemi Atinasında dıştan evlenme kuralı tümden kalkmıştı. Ancak, bu kuralın bozulabileceği durumları tanım­layan kalıtım yasalarından, dıştan evlenmenin daha önceleri varoldu­ğunu çıkarsamak olasıdır. Ama ilkin bir benzeşme üzerinde duralım.

Sami halkları başlangıçta anayanlıydılar,179 ama İsrailliler Kenan Ül- kesi'ne yerleştikten sonra tarıma geçtiklerinde ataerkil olmuşlardı bi­le. Taşınmaz ve taşınır bütün mallar oğullara kalıyordu. Peki, ya ada­mın hiç oğlu olmamışsa? Tevrat'ın Sayılar Kitabında şöyle deniliyor (xxvii. 8):

Bir erkek ö ld ü ğü n d e hiç oğlu yoksa, kalıtının kızına kalm asını sağlaya­caksınız.

Bu da, kalıttan yararlanma hakkının, kız çocuğun dıştan evlenme kuralı uyarınca başka bir klandan olması gereken kocasına geçtiğini gösteriyordu. Dolayısıyla, şöyle bir yasa getirilmişti (xxxvi. 8):

Ve İsrailoğullarının herhangi bir kabilesinde kendisine kalıt kalan her kız ço cu ğ u , babasının kabilesinin ailelerinden birine karı gidecektir, ki İsrailoğullarının her erkeği babasının kalıtından yararlanabilsin!

"Kabilenin ailesi" denilen şey klandır.180 Mülkün erkek tarafında kalabilmesi için kadın kalıtçı kendi klanından biriyle evlenmek zorun­da bırakılıyordu.

Altıncı yüzyılda düzenlenen Attika hukukuna göre, babanın varı yoğu erkek çocuklara kalıyordu, ama evlenirlerken kız kardeşlerine çe­yiz düzmeleri koşuluyla. Kız çocuğun kalıttaki payıydı çeyiz. Eğer hiç erkek çocuk yoksa her şey kız çocuklara kalıyordu, ama o zaman da

i3 o T a r İh ö n c e s İ Eg e

179 W. Robertson Smith, Kinship and Marriage in Early Arabia (Erken Arabistan’da Akrabalık ve Evlilik), (ikinci basım, Londra, 1903), s. 27-34.

180 W.R. Smith, Religion of the Semites (Samilerin Dini), (Londra, 1927), s. 276.

Page 132: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Y u n a n K a b î l e K u r u m l a r i 131

kızlar evlendiklerinde babalarının en yakın akrabası kalıtta hak sahibi olabiliyordu.181 Gortyn'de de aynı kural geçerliydi, yalnız kız çocuk er­kek çocuğunkinden az olmakla birlikte kendi hakkı olan payı alabili­yor ve kadın kalıtçı kalıtın bir bölümünü kendisine bırakmak koşuluy­la en yakın akrabayla evlenmeyi reddedebiliyordu.182 Tarih bakımın­dan daha sonralara rastlamakla birlikte Gortyn'deki yöntem Attika'da- kinden daha eskicildir (arkaik) ve her ikisi de Yahudilerdeki yöntem­le aynı ilkeye dayanmaktadır. Erkeğin özel mülkiyetteki çıkarı uğruna dıştan evlenme kuralı ve onunla birlikte kadının özgürlüğü gözden çı­karılmıştı.183

Özetlersek: Yunan kabile sistemi Romalıların ve İrokuaTarın kabile sistemine benzemektedir. Yapısı, kökeni ve gelişimi bakımından aynı­dır. Klanın içinde giderek en sonunda bağımsız duruma gelen daha kü­çük birimlerin gelişmesi sonucunda, tıpkı geııs'in içinde familia’nır\ ev- rilmesi gibi genos 'un içinde de oikos evrilmişti. Yunan dininin temelin­de totemci klan tapımları yatar. Yunanlılar, Cermenler ve Amerikan yerlileri arasındaki koşut göreneklerde gözlemlediğimiz klan dayanış­ması ilkesi, Yunan ceza hukukunun terimce ve yönteminin temelini oluşturur. Dıştan evlenmeyle ilgili kanıtlar dolaylı olmakla birlikte ke­sindir, çünkü dıştan evlenme klan yapısının özünde vardır.

Geriye, yerine geçme ve kalıt biçimi kalıyor. Bu konu ilerideki bö­lümlerde durmadan karşımıza çıkacak. Çünkü bu konu yalnızca Ege'de­ki Hellenler-öncesi kültürler sorunuyla değil, aynı zamanda Helleniz- min belirleyici özelliğiyle de sıkı sıkıya ilintilidir. Şimdi bu bölümü, önümüzdeki daha kapsamlı sorunlara doğru bir bakış açısıyla yaklaş­mamızı sağlayacak genel bazı düşüncelerle bitirebiliriz.

11. Eski Yunan Etnolojisi

Bir yandan yabanıllık ve barbarlığın çeşitli aşamalarındaki daha ge­ri halklarla, bir yandan da Yakındoğu'nun ileri, ama eskidi imparator­luklarıyla çevrili bulunan uygar Yunanlılar, kadınların bu çevre ülke­lerdeki durumunun kendi ülkelerindekinden çok farklı olduğunu göz­

181 Kız kalıtçı erginlik çağına erişir erişmez en yakın erkek akrabayla evlenmekle yükümlüydü (Is. 6.14), en yakın erkek akraba ise, o sırada evliyse kız kalıtçıyla evlenebilmek için karısından ayrılmak zorundaydı (Is. 3.64). Hiç kuşku yok ki, bu durumda kız çocuk bir kalıtçı değil, malvarlığına bir katkıydı (epikleros).

'82 Lex. Çort. 4. 31-44, 7. 54-8. 6.1-83 Plutarkhos, Sol. 21; "Mallar ölenin genos'unda kalmalıdır."

Page 133: Thomson_Tarih Öncesi Ege

132 TA RİH Ö NCESİ EGE

lemlemekte gecikmediler. Bu konuya ilişkin yazanak ve yorumları çok ilginçtir. Hiç kuşkusuz, başka kaynaklardan doğrulanabildikleri nok­talar dışında tartışmaya açıktırlar ve klasik bilim adamlarının çoğu bun­ları her duyduğuna inanan gezginlerin anlattığı masallar olarak kabul etmiş ve pek önemsememiştir. Modern etnologlar ise bu konuda daha saygılıdır. Ne var ki, bunlar, tam olarak doğru olup olmadıkları bir ya­na, önemli belgelerdir; çünkü etnoloji diye bir şeyin bulunmadığı bir dönemde, ilkel kurumlan tanımlamak için geleneksel olarak kullanı­lan sözcükleri açıklığa kavuşturmaktadırlar.

En eski bilgi kaynaklarımızdan biri Herodotos'dur. Anadolulu He- rodotos yalnızca Yunanistan'daki ülkelerde değil, Afrika, Mısır, Suri­ye, Mezopotamya ve Karadeniz kıyılarındaki ülkelerde de uzun bir za­man gezip dolaşmıştı. Herodotos'dan edindiğimiz bilgiler her zaman güvenilir olmayabilir, ama bazı anlattıkları daha başka eski ve yeni ya­zarlardan öğrendiklerimizle sıkı bir uygunluk içindedir.

İskityalı Agathyrslerde, diyor Herodotos, "kadın herkesindir, böy- lece herkes birbiriyle kardeş olur ve bu genel akrabalık karşılıklı kıs­kançlık ve kin duygularını kaldırır".184 Kadınların ortaklaşalığınm mül­kiyetin ortaklaşa lığıyla el ele yürüdüğü düşüncesi hiç de yabancı de­ğildi. Bu düşünceye Aristophanes ve Platon'da yeniden rastlarız.183

Şamlı Nikolaos, bir başka İskityalı kabile olan Galaktophaglarda "mülkiyetin de, kadınların da ortaklaşa olduğunu; kendilerinden bü­yüklere baba, kendilerinden küçüklere oğul, yaşıtlarına da erkek kar­deş dediklerini" anlatır.186 Bu örnek,.sınıflandırma sisteminin birinci ti­pini andırmaktadır. Eusebios'un anlattıklarına bakılırsa, gene İskityalı olan Gelonlar arasında, kadınlar "toprağı işliyor, evleri yapıyor, bütün işleri çekip çeviriyor ve eş-aldatma suçlamasıyla karşılaşmaksızm can­larının çektiği erkekle yatıyorlardı".187 Kadınların üretim çalışmasın­daki etkinliği cinsel özgürlükleriyle bütünleniyordu. Aristoteles, Yuka­rı Libya'nın bazı halklarında "kadınların ortaklaşa olduğunu" söylü­yor.188 Ayrıntılarıysa Herodotos'da buluyoruz. Libyalı Makhlyeslerde, diyor Herodotos, "kadın herkesindir; birarada yaşamazlar ve hayvan gibi çiftleşirler". Kim bilir kaç misyoner bu korkunç durum karşısında

184 Herodot Tarihi, 4.104.185 Aristophanes, Plutos. 510-626; Platon, Devlet, (Remzi Kitabevi, Üçüncü basım. Haziran 1975, Türkçesc

Sabahattin Eyuboğlu, M. Ali Cimcoz), 416d.186NİC. Dam. 123.187 Eusebios. PE. 6 .10.18.188 Politika, s. 34.

Page 134: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Y u n a n K a b İl e K u r u m l a r i 133

şaşkınlıktan küçük dilini yutmuştur! "Doğumdan sonra iki ay beklenir, sonra erkekler biraraya toplanırlar, çocuk hangisine benziyorsa o adam, çocuğun babası sayılır."189 Burası biraz düş ürünü olabilir ama, gene de bu koşullarda bireysel babalık diye bir kavram olamayacağı açıktır. Libyalı Nasamon'lar kadınları "MassagetTerde olduğu gibi, ortak kul­lanırlar; önlerine bir değnek diker, sonra çiftleşirler".190 Bu konuda da günümüzde benzerlik gösteren sayısız örnek sunulabilir. "Bir Nasamon ilk karısını aldığı zaman, genç kadın ilk geceyi davetlilerle geçirir."191 Daha önce günümüz Avustralyasında da rastladığımız gibi bu uygu­lama o denli yaygındır ki, Herodotos'dan esinlenilerek Nasamonculuk adı verilmiştir. Herodotos LydiaTılardan, KyprosTulardan (Kıbrıslılar) ve Babillilerden, Plautus da Etrüsklerden söz ederlerken, gene evlen- me-öncesi rastgele cinsel ilişkinin başka bir biçimine değinmektedir­ler.192 Orta Asyalı Massaget'lerle ilgili olarak şöyle diyor Herodotos: "Kadınlardan ortak yararlanırlar... Bir kadını arzulayan bir Massaget ok torbasını kadının arabasının önüne asar ve hiç çekinmeden onunla kalır".193 Çin kaynakları, Massaget'ler ya da Büyük Getai'ların anaer­kil olduklarını göstermekte ve bazı yetkililer onları Hindistan'daki Jat'Iarla bir tutmaktadırlar.194 Eğer bu doğruysa, o zaman onların gö­renekleri bizim kültürümüzün tarihöncesine bağlanmalıdır.

Anadolu'yu, Mısır'ı, İtalya'yı ve batı Akdeniz'i çok iyi bilen Strabo, İspanya'daki Can trabilerde "bir tür anaerki (gynaikokratia) olduğunu; kız çocukların erkek kardeşlerinin sorumluluğunu üstlenip onları ev­lendirdiklerini" söylüyor.195 Aynı kalıt kuralı eski Mısır'da da geçer­liydi.196 Nikolaos'a göre, EtiyopyalIlar "kız kardeşlerini el üstünde tu­tarlardı; kralın yerine de kralın kendi oğlu değil, kız kardeşinin oğlu geçerdi".197 Mısır'daki Ammon sülâlesine ilişkin tutanaklar da bunu doğrulamaktadır.198 Lykia'da, diyor Herodotos, "bir Lykia'h öbürüne, kimlerdensin, diye sorsa, kendi adından sonra anasının adım ve onun

189 Herodot Tarihi, 4.180.190 Aynı yerde, 4.172.191 Aynı yerde, 4.172.192 Aynı yerde, 1.93, 1. 199.193 Aynı yerde, c. I. 216.194 The Mothers (Analar), c. 1. s. 354-9.195 Strabon, 165.196 Bu kitabın "Anaerki" başlıklı ikinci bölümünün “Ege'nin Anaerkil Halkları" adlı altbölümündeki

“Anaerki Nedir?"e bakınız.197 Nic. Dam. 142.198 E. Revillout, L'ancienne Egypte (Eski Mısır), (Paris, 1909), 2. s. 147.199 Herodot Tarihi, 1.173.

Page 135: Thomson_Tarih Öncesi Ege

134 TARİHÖ NCESİ EGE

soyadını söyler".199 Theopompos'a göre, Etrüskler'de de erkekler "ka­dınları ortaklaşa kullanıyorlardı" ve "çocuklar babalarını tanımıyorlar­dı".200 Arkeoloji, gerek Lykia'lıların, gerek Etrüsklerin anaerkil olduk­larını kanıtlamış bulunmaktadır.

Bu alıntılar, "kadınları ortaklaşa kullanıyorlardı" denilirken, ortak mülkiyetle iç içe geçmiş bir tür küme evliliğinden söz edildiğini; "ço­cukların babalarını tanımadıkları" söylenirken de soyun ana yanından geldiğinin belirtildiğini gösteriyor. Yunanlılar, ilkel toplumun gerçek­liklerini yakından tanıyorlardı.

Evliliğin kurucusu olduğu söylenen ilk Atina kralı KekropsTa ilgi­li bir geleneği işte bu bilgilerin ışığında yorumlamamız gerekir. Kek- rops'dan önce "evlilik diye bir şey yoktu; cinsel ilişki rastgele olduğun­dan ne çocuklar babalarını tanıyordu, ne de babalar çocuklarını. Ço­cuklar analarının adını alıyorlardı".201 Demek ki, bir zamanlar Atina'da anayanlı küme evliliği egemen olmuştu.

Bu geleneğin varlığına inanmamamız için bir neden yoktur. Sanırız, Atmalılar atalarını yabanıllar olarak tanıtan bir masal uydurmazlardı. "Yunanlılar da bir zamanlar bugünkü barbarlar gibi yaşıyorlardı." Thukydides'in bu unutulmaz sözleri, benzersiz bir kavrayışla, toplum­sal antropolojinin karşılaştırmalı yöntemini muştulamaktaydı.202 Ay­nı gerçeği Aiskhylos ve Hippokrates'in yazılarından da çıkarmak ola­sıdır.203 Bu, materyalist gelenekti. Ne var ki, daha Thukydides'in za­manında gericilik işin içine girmişti. Materyalist toplumsal evrim gö­rüşü, köleciliğin gelişmesiyle körüklenen ve Yunanlılar ile barbarların doğuştan farklı olduklarını savunan öğretiyle uzlaşmazlık içindeydi, ilkel ortaklaşmacılık, küme evliliği ve anaerkillik gibi şeylerin Yunan uygarlığının başlangıcında varolduğu kabul edildiğine göre, kent-dev- letinin çökmeye yüztutmasıyla birlikte egemen sınıfın gittikçe daha faz­la sırtını dayadığı dogmayı, hani şu özel mülkiyet, köle emeği ve ka­dınların baskı altına alınmasına dayalı ekonomik temelinin doğal ada­lete dayandığını savunan dogmayı ne yapacağız acaba? Demokritos ve Epikuros gibi daha sonraki materyalistlerin yazıları yok olmasaydı, bu­gün elimizde eski Yunan toplumu konusunda çok daha derinlikli bir çözümleme bulunması işten değildi. Ama bu yazılar biraz da bu yüz­

199 Herodot Tarihi, 1.173.200 Theop. 222.201 Clearch. 49; Charax. 10; 10. Ant. 13.202 Peloponnesos Savaşı, 1. 6. 6.203 Aeschylus and Athens (Aiskhylos ve Atina), s. 218-9.

Page 136: Thomson_Tarih Öncesi Ege

den yok olmuşlardır belki de. Platon, Demokritos'un yapıtlarının ya­kılmasını istemiş204 ve bu isteği de yerine getirilmişti.

Hiç kimse Aristoteles'in Politika'smı okuyup da yazarın engin bilgi­si ve derin kavrayışı karşısında hayranlığa kapılmadan edemez. Eğer bu kitap da ortadan kalksaydı, sanırız dünya çok şey yitirmiş olurdu. Ne var ki, bu bizi Aristoteles'in yapıtının bazı sınırlılıklarını görmek­ten alıkoymamalıdır. Aristoteles, Yunanlıların bir zamanlar kabile dü­zeninde yaşadıklarını biliyordu; eskiden Yunanlılarda köle diye bir şey bulunmadığını da iyi biliyor olması gerekir.205 Evliliğin tarihinde Kek- rops'a ayrılan yerin de büyük bir olasılıkla farkındaydı, üstelik önün­de kendi döneminin Sparta örneği duruyordu. O dönemin Spartasın- da tekeşlilik kuralı o kadar az bağlayıcıydı ki, altı kardeş bir kadını pay­laşabiliyor ve eş-aldatma cezalandırılmak şöyle dursun ayıplanmıyor­du bile.206 Gene de, kent-devletini uygar yaşamın biricik olası temeli sayan Aristoteles, toplumun ilk çekirdeğini, erkeğin egemen olduğu ve köle emeği kullanan evli çift olarak tanımladığı bir kuram yaratıyor 207 Thukydides'in ortaya koyduğu ilke daha başından dışlanmıştı.

Aristoteles'in başaramadığını Herodotos'dan bekleyemeyiz. Thuky­dides'in benzersiz bir durulukla dile getirdiği gerçeği Herodotos bü­tün o yolculukları boyunca hiçbir zaman sezinleyemedi. Mısır'daki ana­erkil toplum konusunda, kalıtım kuralını anıştırarak bütün söyleyece­ği şudur: "Ana babalarına bakmak istemeyen erkek çocuklar buna zor- lanamazlar, ama kızlar, istemeseler de ana babalarına bakmak zorun­dadırlar."208 Üstelik Herodotos'un bu açıklaması, gerçekleri yorumla­maktan çok, okurlarını eğlendirmeyi amaçladığı bir bölümde yer al­maktadır. Dolayısıyla, Lykia'lıların anaerkil toplumundan söz ederken, onların bu özelliğini "başka hiçbir ulusta rastlanmayan" bir şey olarak yorumlamasına şaşm am ak gerekir.209 İstek düşünceye ağır basmıştı. Bu yanlış açıklamanın önemi, yeri gelince anlayacağımız nedenlerden dolayı, Herodotos'un zamanındaki Yunanlıların inanma eğiliminde ol­dukları şeyi yansıtmasmdadır.

Y u n a n Ka b i l e K u r u m l a r i 135

204 Aristox. 83.205 Herodot Tarihi, 6.137.206 Evlenme alışkısı, bir "kardeş çokkocalığı" durumundadır. Çocuklar ortak kabul ediliyordu: Plb. 12.

6. 8. Öte yandan, kocalar karılarını geçici olarak değiş tokuş edebiliyorlardı: Herodot Tarihi, 6.62. Erkeklerin karılarını ödünç vermeleri Roma’da da eski bir alışkıydı: Strabon, 515.

207 Politika, s. 8.208 Herodot Tarihi, 2. 35.209 Aynı yerde, 1. 173.

Page 137: Thomson_Tarih Öncesi Ege

12. Anayanlı Soyun Dilbilimsel Kanıtları

Anamalcı sınıfın geçmişi de, geleceği de tam bir kendine güvenle in­celediği on sekizinci yüzyılın sonları ve on dokuzuncu yüzyılda Adam Smith, Ferguson, Millar, Bachofen, Morgan, McLennan ve Tylor gibi ilerici düşünürler, eski toplumun kendi eliyle yaptığı ve son fırça dar­belerini de Platon ile Aristoteles'in vurduğu geleneksel portresini dü­zeltmek için ellerinden geleni yaptılar. Ama anamalcılık gerilemeye yüztuttukça, özel mülkiyet ve kadınların durumu gibi sorunları mo­dern kentsoyluluğun Aristoteles'de de tanık olduğumuz aynı önyargı­larla ele aldığı anlaşıldı. Çağımızdaysa bu önyargılar daha da bir du­yarlılık kazanmışlardır, çünkü yeni kurulan toplumlardaki bazı geliş­meler bu önyargıların saçmalığım daha da açık bir biçimde gözler önü­ne sermiştir.

Böylece eski uygarlığın bu yönleri tarihte ikinci kez bir yana bırakıl­mıştır. Hiç kuşkusuz, bu kuralın dışında kalan örnekler vardır. Evans, Ridgeway, Harrison, Glotz, Briffault ve öbürleri, tarihöncesi Yunanis­tan'ın anaerkil olduğunda diretmişlerdir. Ne var ki, sonunda Marxçı- lığa başvuran Briffault dışında bunların hepsi de her şeyden önce ko­nularının özü gereği materyalist bir tutum takınmak zorunda kalan ar­keologlardı. Böyleyken bile, gerçeği görmüş olmalarına karşın, önemi­ni kavramış oldukları söylenemez. Tarihçilerin çoğunluğu arasında ve elbette "katıksız bilim"in gözkamaştırıcı dünyasında bu sorun tartış­ma konusu bile edilmemektedir. "Demokrasi," diyor Rostovtzeff, Eski Dünyanın Tarihi adlı yapıtında, "kadını sokaktan eve sürdü".210 Ros­tovtzeff gerçeği belirtiyor ama, demokrasinin neden böyle kabalık et­tiğini açıklamıyor; daha doğrusu, demokrasinin kadını o zamana ka­dar hep bulunması gereken yere oturttuğunu kabul ediyor. Cambridge Ancient History ise böyle bir gerçeğe değinmiyor bile.

Sözcüklerin bağrında ne öyküler saklıdır! Yitip giden geçmişin ya­şayan tanıklarıdır sözcükler.

Yunanlıların tipik klan adlarında, Yunanca'da dişil olan -id- öğesi­ne dayanan ve ata adını belirten -idas Udes) biçiminde bir sonek var­dır.211 Bundan da anlaşılıyor ki, ilk dönemlerde klanları erkeklerin de­ğil, kadınların temsil ettiği düşünülüyordu.

136 T A RİH Ö N C ESİ E g e

210 History o f the Ancient World (Eski Dünya Tarihi), c. I, s. 287.211 A. Meillet ve J. Vendryes, Crammaire comparte des langues classiques (Klasik Diller Karşılaştırmalı

Dilbilgisi), (İkinci basım, Paris, 1927), s. 390-1.

Page 138: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Y u n a n K a b i l e K u r u m l a r i 137

Yunanca'da "erkek kardeş" anlamına gelen adelphos ile "kız kardeş" anlamına gelen adelphe'nm, öteki Hint-Avrupa dillerinde benzeri yok­tur.212 Hint-Avrupa dilindeki blırater ve suesor, Yunanca'da phrater ve eor olarak varlığını sürdürmüş, ama akrabalık terimi olarak kullanıl­mamıştır. Bu terimlerdeki anlam değişikliği, Yunan terimcesinin en ayırt edici özelliğidir ve açıklanması gerekir.

Plırater, fratrinin bir üyesini belirtmek amacıyla kullanüıyordu. Söz­gelimi, Atina'da bir erkek çocuk erginlik çağma geldiğinde, "aynı ba­baların oğulları"nın bayramı olan Apaturia'larda babasının fratrisine kabul edilirdi.213 Peki, phrateres'ler hangi anlamda "erkek kardeşler" ve "aynı babaların oğullan" oluyorlardı?

Erkek çocukların agelai adı verilen arkadaşlık derneklerine yazıldı­ğı Sparta'da214 "erkek kardeş" anlamına gelen kasios terimi, aynı agela içindeki bütün erkek kardeşler ve kuzenler için kullanılıyordu.215 Ge­ne aynı sözcük, kasis ya da kases biçimini alarak konuşan kişiyle aynı kuşaktan erkekleri belirtmekte kullanılıyordu.216 Sonuç açıktır. Atti- ka-İonia lehçesindeki phrateres'ler ve Dor lehçesindeki kasioi'ler, baş­langıçta her kuşakta, aynı babanın oğulları, babanın erkek kardeşleri­nin oğulları, babanın babasının erkek kardeşinin oğullarının oğulları, vb. anlamında kullanılıyordu. Yani sınıflandırıcı anlamda "erkek kar­deşler" diler.

Eor ise yalnızca daha sonraki dönemlere ilişkin bir Yunanca sözlük­te geçmektedir ve bu sözlüğün bir yerinde "kız çocuk ya da kuzin" ola­rak, başka bir yerinde de "akraba" olarak açıklanmaktadır.217 Bu açık­lamalar elbette eksik ve karışıktır, ama gene de sözcüğün başlangıçta­ki anlamı açıktır. Çünkü bu sözcük, Hint-Avrupa dilindeki suesor'un Yunan dilindeki karşılığıdır.

Adelphos ve adelplıe terimleri sıfat niteliğindedir. Yani bunlar, phra­ter adelphos ve eor adelphe biçimlerinde kullanılan betimleyici sıfatlar­dır. Adelphos'un anlamı, "aynı dölyatağmdan doğmuş"tur.218 Demek ki, "aynı babadan erkek kardeş" anlamına gelen phrater opatros'dan farklı olarak phrater adelphos ana bir baba ayrı erkek kardeş olmaktadır.

212 Adelphos'l» ilgili bu açıklama için bkz. P. Kretschmer, “ Die griechische Bennennung des Bruders", Glotta, (Cöttingen, 1907-.), 2. s. 201.

213 A. Mommsen, Feste der Stadt Athen. (Leipzig. 1898), s . 323-49.214 Plutarkhos, Lyc. 16-21.215 Hsch. kasioi.216 Hsch.217 Hsch. eor, eores.218 F. Kuiper, “Beitrage zur griechischen Etymologie”. Clotta, (Cöttingen, 1907-.), 21. s. 287.-

Page 139: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Bu sözcükler kendi öykülerini kendileri anlatıyorlar. Eski Girit ve Anadolu kültürlerinin yörüngesine giren Ege'nin Yunanca konuşan is­tilacıları anayanlı kalıtı benimsediler ve erkek kardeş ile kız kardeş için kullanılan terimlerin yeni uygulaması en sonunda onların yerini alan betimleyici sıfatlarla belirlendi. Ne var ki, erkekler babayanlı fratrivi korudular ve buna bağlı olarak phrater de varlığını korudu. Kadınların buna denk düşen bir örgütü bulunmadığından, eor sözcüğü yaşamadı. Görüldüğü gibi, dilbilimsel bilgiler ancak bu varsayım temelinde bü­tünüyle açıklanabilmekte, başka hiçbir varsayımdan yola çıkılarak açık­lığa kavuşturulamamaktadır.

Yunanca'daki adelphos sözcüğünün ne demek olduğunu okula gi­den her çocuk bilir. Ama bunlann kaçı, erkek kardeşin neden "aynı döl- yatağmdan doğmuş" biri olarak tanımlandığını araştırmaya özendiril- miştir acaba? Bunu bir kez olsun düşünmemiş dilbilimciler bile vardır. Bilgeliğe ancak araştırıcı bir ruhla varılabilir. Bize sürekli olarak anım­sattıkları gibi, Yunanlıların erdemlerinden biri de düşünsel meraktı. Gel gör ki, klasik eğitimin metafizik "düşünce"si altında düşünsel me­rakın serpilip boy atması beklenemez.

138 T a r i h ö n c e s i E g e

212 Adelphos'li ilgili bu açıklama için bkz. P. Kretschmer, “Die griechische Bennennung des Bruders". G/otta. (Göttingen, 1907-.), 2. s. 201.

213 A. Mommsen. Feste der Stadt Athen, (Leipzig, 1898), s. 323-49.214 Plutarkhos, Lyc. 16-21.215 Hsch. kasiol.216 Hsch.217 Hsch. eor, eores.218 F. Kuiper, “Beitrage zur griechischen Etymologic”, Giotto, (Göttingen. 1907-.), 21. s. 287.

Page 140: Thomson_Tarih Öncesi Ege

İkinci Bölüm

ANAERKİ

Sizin adınıza, anneler, bir taht gibi sınırsızlıkta, sonrasız yalnızlıklarda, ama hep paylaştığınız. Yaşamın görüntüleridir başınızı çevreleyen, kıpırtılı, ama cansız.Ne vardıysa bir zamanlar, tüm görkemiyle oradadır, kıpırdanır; sonrasızlık için.

GOETHE

Page 141: Thomson_Tarih Öncesi Ege
Page 142: Thomson_Tarih Öncesi Ege

EGE'NİN ANAERKİL HALKLARI

1. Anaerki Nedir?

İnsanoğlunun hayvanlardan farklılaşmasındaki başlıca etkenlerden biri, kendisini biçimlendiren eğitime açık olduğu büyüme döneminin uzunluğuydu. Bu eğitimi, ekonomik üretimin bulunmadığı koşullarda, analık işlevleri dolayısıyla topluluğun denetimini ister istemez ellerin­de tutan kadınlar yerine getirmekteydi. Bu aşamada erkeklerin yerine getirdiği biricik içgüdüsel işlev döllenmeydi. Topluluğun, hep birlikte insan kültürünün çekirdeğini oluşturan alışkıları, davranış kuralları ve kalıt aldığı gelenekleri kadınlarca biçimlendiriliyor ve aktarılıyordu.1

Birinci Bölüm'de de gördüğümüz gibi, kadınla erkek arasında son­radan boygösteren çatışma, üretimin gelişmesinin bir sonucuydu. Av­cılık ekonomisi koşullarında, erkeklerin ekonomideki rolü ile toplum­daki konumları arasında bir çelişki doğdu; her ikisi de avcılığın birer uzantısı olan hayvancılık ve savaşın da pekiştirdiği bu eğilim, özgür­ce işlediği yerlerde, kadın ile erkeğin toplumdaki konumlarını en so­nunda tersyüz etti. İşte, tarımla uğraşmayan günümüz kabilelerinde anayanlılık kuralının avcı toplulukların yaklaşık yüzde ellisinde, ço­ban toplulukların da hepsinde yıkılmış olmasının nedeni budur.2

Morgan'm savma karşı, anayanlı soyun ille de toplumun kadınlar­ca denetlendiği anlamına gelmeyeceği ileri sürülmüştür. Çok doğru­

' R. Briffault, TheMothers (Analar), (Londra, 1927), c. I, s. 96-110.195-267,2 L.T. Hobhouse, G.C. Wheeler ve M. Ginsberg, Material Culture and Social Institutions o f the Simpler

Peoples (ilkel Halkların Maddesel Kültürü ve Toplumsal Kurumlan), (Londra, 1930), s. 152. Bu kitapta, Arizona'daki Navahoların çobanıl ve anayanlı oldukları belirtiliyor. Oysa Frazer'a bakılacak olursa, Navahoların çobanıl olarak sınıflandırılıp sınıflandırılamayacakları tartışmalıdır. Totemism and Exogamy (Totemcilik ve Dışevlilik), (Londra. 1910) 3. s. 242.

Page 143: Thomson_Tarih Öncesi Ege

142 TARİHÖ NCESİ E g e

dur. Bildiğimiz anayanlı kabilelerin birçoğunda, belki de büyük bir ço­ğunluğunda gerçek denetim erkeklerin elindedir. Ardıllık kuralı da açık uygulamalarla denetlenir; sözgelimi, bir erkek oğullarına kendi klanının adını verir ya da ölmeden önce varım yoğunu oğullarına ar­mağan olarak aktarır.3 İlkel insan, birtakım açıklar bulma konusunda günümüz hukukçusundan hiç aşağı kalmaz. Değişiklik, değişen bir şey yokmuş gibi davranılarak doğrulanır.

Erkeğin üstünlüğüne yol açan etkenler tarımın ortaya çıkışıyla den­gelendi. Her ikisi de göçebe uğraşı olan avcılığın ve hayvancılığın ter­sine, insanlığın bütün bir gelişimindeki en büyük adımlardan birinin, yerleşik yaşamın benimsenişinin yolunu açar tarım. İnsan, ancak top­rağı işlemeyi öğrendikten sonra, sözcüğün gerçek anlamıyla bir "siya­sal hayvan", kentlerde yaşayan bir hayvan olabilmiştir.4 İrokuaTar, Av­rupalIların fetihleri tarafından engellendiklerinde işte tam bu adımı at­mak üzereydiler, dolayısıyla, göçebe yaşamından yerleşik tarıma geç­tikleri için kendi çanak çömleklerini, madeni eşyalarım, mimarilerini, kendi görüntüsel yazılarım ve ay-gün takvimlerini yaratabilmiş olan Azteklere erişemediler. Eski Dünya'da bu çatışkı daha da çarpıcıdır. Avrasya bozkırlarının bazı yöreleri ancak günümüzde uygarlaşabil­miş, buna karşılık güney Asya'nın alüvyonlu zengin koyaklarında çok eski zamanlardan bu yana birçok imparatorluk kurulmuş ve yıkılmış­tır. Nil, Fırat ve İndüs'ün, zenginliklerini topraktan alan kent uygarlık­larının başlangıcı ta İ.Ö. dördüncü bine kadar uzanır, oysa bu kent uy­garlıklarının aralarında yer alan çöller bugüne kadar "çadırlarda yaşa­yıp sığır yetiştirenler"in3 yurdu olagelmiştir. Tarımın ne kadar önem­li olduğunu daha fazla vurgulamak gereksiz. Asıl belirtilmesi gereken, bu üretim biçiminin kadınlar tarafından başlatılmış olması ve dolayı­sıyla da kadınların uygarlığın doğuşunda belirleyici bir rol oynamış ol­malarıdır.

Peki, anaerki nedir öyleyse? Bu soruyu yanıtlayabilmek için, yönte­mimize uygun olarak, ilk önce etnoloji alanında canlı bir anaerkil top­luluk örneği aramamız gerekiyor. Ne ki, arayışımızın kendinde varo­lan bir güçlükle yüz yüzeyiz burada. Anaerkinin varolabilmesinin en elverişli koşulları yiyecek toplayıcılıktan hızla tarıma geçiştedir. Ama bunlar uygarlığın gelişmesinin en uygun koşullarıdır. Ereğimize ula­

3 Totemisin and Exogamy, 1. s. 71; 3. s. 42, 72, 308; 2. s. 195; 3. s. 245; 4. s. 290.4 Aristoteles, Politika, 1253a. 9.5 Gen. 4, 20.

Page 144: Thomson_Tarih Öncesi Ege

EGE’NİN A N A E R K İL H ALKLARI 143

şabilmemiz için gerekli olan koşullar ereğimize ulaşmamızı engelle­mektedir. Anaerkil toplumun günümüzde pek az örneği bulunması­nın nedeni de budur. Üzerinde yükselen uygarlıkların altında gömü­lü yatmaktadır anaerkil toplum.

Aradığımızı, büyük bir olasılıkla, barbarlığın üst aşamalarına hızla geçişi bir durulmanın izlediği yörelerde bulabileceğiz. Böyle yörelere güney ve güneydoğu Asya'da rastlanır. Marx'tan aktarıyorum:

Bazıları günümüze kadar varlığını korumuş olan bu küçük ve son de­rece eski Hint toplulukları, ortak toprak sahipliğine, tarımla el sanatla­rının karışımına ve her yeni topluluğun kuruluşunda hazır ve kalıplaş­mış bir plan ve taslak yerine geçen değiştirilemez bir işbölümüne da­yanır... Asyatik devletlerin sürekli olarak dağılıp yeniden kurulmala­rıyla ve ardı arkası kesilmeyen hanedan değişiklikleriyle çok çarpıcı bir karşıtlık içinde olan Asyatik toplumların değişmezliğinin gizi, kendile­rini aynı biçim içinde durmadan yeniden oluşturan ve bir rastlantı so­nucu yıkıldıkları zaman da aynı yerde ve aynı adla boy atan bu kendi kendine yeterli toplulukların üretim için örgütlenmesinin basitliğinde- dir. Toplumun ekonomik öğelerinin yapısı, siyasal alandaki fırtına bu­lutlarından zerre kadar etkilenmez.6

Khasi'ler, Dakka'nın kuzeydoğusunda, Bengal ile Assam arasında­ki dağlarda yaşayan iki yüz bin kişilik bir topluluktur. Kültürel bakım­dan yalıtılmış durumdadırlar. Konuştukları dil, orta eyaletlerdeki Çu- tia Nagpur'da ve Satpura Dağları'nda yaşayan Santhallar ve Munda- ların temsil ettiği Kolarien ailesindendir. Khasi'lerin başlıca uğraşı ta­rımdır; tarımın yanı sıra avcılık, balıkçılık ve hayvancılık da yaparlar. En çok pirinç yetiştirirler. Gübrelemenin iyi kavranmış olmasına kar­şın, ülkenin birçok yöresinde insanlar sabandan habersizdir.

Khasi ülkesinin aşağı yukarı yarısı çok küçük yerel devletlere bö­lünmüştür, geri kalan bölümüyse İngiliz Hindistantna bağlıdır. İngiliz yönetimi, doİaylı ya da dolaysız, 1835'ten bu yana sürmektedir; 1842'den bu yanaysa bir Gal misyoner okulu halka hizmet sunmaktadır. Neyse ki, bu hizmetin mutlu sonuçlarını, kaleme aldığı değerli monografiden dolayı kendisine çok şey borçlu olduğumuz yarbay Gurdon'dan öğre­nebiliyoruz. "Hıristiyanlığı benimseyen Khasi'ler," diyor yarbay Gur- don (bunların sayısı yirmi binden fazladır), "genellikle dine büyük bir

® K. Marx, Dos Kapital, s. 350-2.

Page 145: Thomson_Tarih Öncesi Ege

içtenlikle sarılıyorlar... pazar ayinlerini hiç kaçırmıyorlar. Pazar sabah­ları, en temiz giysilerini giyip, yüzlerinde ancak İngiltere'de rastlaya­bileceğiniz pazar gününe özgü bir anlatımla kilisenin yolunu tutan er­keklerin, kadınların ve çocukların seyrine doyum olmuyor".7 Khasi'ler, kendilerine sunulan bu yararlara karşın -ne kadar önemli olduğu Lyall'm aşağıdaki açıklamasından da anlaşılabilecek olan- alışkılarını korumayı başarmışlardır:

Khasi'lerin toplumsal örgütlenmesi, babanın konum ve yetkesini top­lumun temeli olarak görmeye alışmış olanları şaşırtacak bir mantık ve kusursuzlukta sürdürülen anaerkil kuruluşlarını hâlâ koruyan en yet­kin örneklerinden birini oluşturmaktadır. Anne yalnızca ailenin başka­nı, kaynağı ve tek birleştirici halkası olmakla kalmaz, aynı zamanda en ilkel dağlık yöre olan Syneteng ülkesinde mülkün biricik sahibidir, ka­lıt ancak annenin aracılığıyla aktarılır. Babayla çocuklar arasında hiçbir akrabalık yoktur, çocuklar annelerinin klanına bağlıdır. Erkeğin kazan­cı kendi anaerkil soyuna gider, öldüğünde de kemikleri annesinin ak­rabalarının gömütlüğüne konulur. Jowai'da erkek karısının evinde ne oturur, ne de yemek yer, yalnızca karanlık çöktükten sonra uğrar ora­ya. Kabile dininin temeli olan ataların ululanmasında, yalnızca baş di­şi ataya ve onun erkek kardeşine saygı gösterisinde bulunulur. Ölüle­rin anısını sürdürmek amacıyla, klanı temsil eden kadın adına yassı anıt taşları konulur, bunların ardınaysa ana yanından erkek akrabalar adı­na dik taşlar dizilir. Atalara tapınmanın bu biçimine uygun olarak, ulu­lanan öteki ruhlar arasında erkeklere de rastlanmakla birlikte bunların da çoğunluğu kadındır. En sık tapınılan hastalık ve ölüm güçleri de di­şidir. Ev halkının iki koruyucusu da tanrıçadır, ama bunların yânı sıra klanın ilk babasına da saygı gösterilir. Bütün kurban törenlerini kadın­lar yönetir, erkek görevlilereyse onların yardımcılığını yapmak düşer. Önemli bir devlet olan Kirim'de en yüksek din görevlisi ve devletin ba­şı bir kadındır, din ve yönetim işleri bu kadının kişiliğinde toplanır.8

Khasi'lerin yaşamının merkezi köydür. Genellikle, ülkenin bulun­duğu tepelerden birinin hemen dibinde yer alır köy. Bir kez kurulduk­tan sonra, baskı ya da zor altında kalınmadıkça, başka bir yere taşın­maz. Köy bir kasırga ya da yağmacıların saldırısı sonucunda yıkılıp

1 4 4 TA RİH Ö NCESİ F.GE

7 P. R. T. Gurdon, The Khasis, (Londra, 1914), s. 6.8 Bkz. aynı yerde, xix-xx, C .). Lyall.

Page 146: Thomson_Tarih Öncesi Ege

EGE’ NİN A N A E R K İL H ALKLARI 145

yerle bir olabilir, ama tehlike geçtikten sonra orada oturanlar geri dö­nüp köyü aynı yerde yeniden kurarlar. Evler birbirine çok yakındır; şe­fin ailesinin evi ile ötekilerin evleri arasında hiçbir ayrım yoktur. Kö­yün çevresi anıtlar ve klan gömütleriyle doludur. Bir de, köy tanrısına adanmış olan kutsal korular vardır. Ağaçlar ölüler tapımına ayrılmış olduğundan bunlara dokunmak yasaktır.9

Köyün malı olan boş topraklarda herkes damlarını örtmek için ot ve ateş yakmak için çalı çırpı toplayabilir. Ekilebilir topraklar klanın or­taklaşa mülkiyetindedir; rahiplik arazisi rahiplerin geçimi için, krallık arazisiyse şefin ve ailesinin geçimi için ayrılmıştır. Bir de, satın alına­rak elde edilmiş olan belli ölçüde özel arazi vardır. Bu, toprakların ka­dınların malı olması kuralının tek ve aynı zamanda sınırlı kuraldışı ya­nıdır. Doğu yörelerinde bir toprak parçası satın alan erkek onu kullan­ma hakkına sahiptir, ama öldüğü zaman toprak annesine ya da anne­sinin kız kalıtçısına geçer. Erkek, evli olması koşuluyla, batıda da aynı hakka sahiptir; dahası toprağın bir bölümünü kendi çocuklarına bile bı­rakabilir, ama evli değilse toprağı kendi klanı adına kazanmış sayılır.10

Khasi'ler arasında, "Klan kadından doğdu" diye bir deyim vardır. Klanların dıştan evlenme kuralma sıkı sıkıya bağlı olduğu görülür. Klan içinden biriyle evlenmek bir Khasi'nin işleyebileceği en büyük günah­tır. Klanın öteki üyeleri böyle birisiyle bütün ilişkilerini anında keser­ler. Bu suçu işleyen Khasi aynı zamanda klan gömütlüğüne gömülme hakkım da yitirir. Her klan ev halklarına bölünmüştür. Şi kpoh, yani "bir dölyatağı" diye bilinen bu birim, aynı dişi atadan dördüncü kuşa­ğa kadar ana yanından gelen herkesi kapsar. Anaerkil bir oikos'dm bu. Materfamilias, hem aile tanrıçasının tapımını, hem de eğer ailesi klanın en kıdemli ailesiyse klanın dişi atasının tapımını yönetir. Klanın bütün üyelerinin geçimini güvence altına alan klan toprakları, en kıdemli ma­terfamilias adına onun annesinin erkek kardeşi tarafından yönetilir. Ma­terfamilias' m yerine en ufağından başlayarak ablaları geçer, kız kardeş­leri yoksa yerini kızları alır. Bu durumda ev en küçük kıza kalır, bü­yük kız ise taşınabilir mallarda pay sahibi olur yalnızca. Materfamili- «s'ın kızları da yoksa, o zaman mülk kız kardeşlerinin kızlarına, daha sonra annesinin kız kardeşlerine ve onların ana tarafından kız torun­larına kalır.11

9 Aynı yerde, s. 33.10 Aynı yerde, s. 82-7.11 Aynı yerde, s. 77,82-3,88.

Page 147: Thomson_Tarih Öncesi Ege

146 TARİHÖ NCESİ EGE

Bu durum erkeğin alanını bir hayli daraltır kuşkusuz. Bir koca ola­rak erkek, kendisini yalnızca bir "dölleyen" olarak gören karısının hj. sımlarının gözünde bir yabancıdır. Bir ölçüde tekeşli evlilik söz konu­sudur, kadının aynı anda birden çok kocası olamaz. Ama boşanma öy­lesine kolaydır ki, Gurdon'ın dediği gibi, "Çocuklar çoğu zaman baba­larının adını bile bilmezler". Babalarının adını bilmemek çocuklarda bir kaygı yaratmaz. Annelerinin evinde yetişmişlerdir ve babalarını bil­sinler bilmesinler orada kalırlar.12

Klan tapımlarından ayrı olan halk dini genellikle rahipler tarafın­dan yönetilir, ama bu rahipler üzerinde tuhaf bir sınırlama vardır. Ger­çi tanrılar adına hayvan kesme, onlara yiyecek, içecek sunma gibi gö­revleri yerine getiren rahiptir, ama bu tür görevler yerine getirilirken orada mutlaka bir de rahibe hazır bulunur. Rahip, bu rahibenin yar­dımcısıdır aslında. Gurdon'ın belirttiği gibi, rahibenin töreni tek başı­na yönettiği dönemlerin bir kalıntısıdır bu.13

Şefin erkek olduğu yerlerde, onun yerini, en büyüğünden başlaya­rak erkek kardeşleri, kız kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin kız­larının oğullan ve annesinin kız kardeşlerinin oğullan alır. Erkek ka­lıtçıları yoksa, kalıt hakkı kadınlara, yani şefin kız kardeşlerine, onla­rın kızlarına vb. geçer. Gurdon bu incelemesini yaptığı sıralar Kirim şefi bir kadındı. Gurdon önemli bir ayrıntıya değinerek, bu kadın şe­fin dindışı görevlerini oğluna ya da kız kardeşinin oğluna bıraktığını belirtiyor.14 Dolayısıyla rahipler gibi şeflerin de daha sonraki konum­larına önceleri kadınların yardımcılığını yaparak eriştikleri ortaya çık­maktadır.

Artık, ardıllığın bütün geçmişine yeni bir ışık altında bakabiliriz. Anayanlılılığın varlığını koruduğu yerlerde ardıllık genellikle annenin erkek kardeşinden kız kardeşin oğluna biçimini alır; bu durum gide­rek bir kural olarak benimsenmiştir. Gerçekte bu bir geçiş biçimidir. Khasi klamnda erkeklerin dışlandığı, ardıllığın anneden kız çocuğa geç­tiği ilk biçim korunmuştur. Bu biçim, kadının görevlerinin yetki olarak erkeğe (ya Khasi'lerde ve İrokua'larda olduğu gibi erkek kardeşe ya da Roma krallığında olduğu gibi kocaya) aktarılmasıyla değişikliğe uğra­mıştır. Bu durumda ardıllık, kadın tarafından kalmak koşuluyla, er­kekten erkeğe, yani annenin erkek kardeşinden kız kardeşin oğluna ya

12 Aynı yerde, s. 81-2; Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, s. 62.13 The Khasis, s. 120-1.14 Aynı yerde, s. 70-1.

Page 148: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Eg e ’n i n A n a e r k i l H a l k l a r i 147

da kaynatadan damada geçer. Böylelikle, anaerkil kuralın tam karşıtı olan ve ardıllığın erkek yanı tarafından belirlenerek erkekten erkeğe geçtiği, kadınların bu işin bütünüyle dışında bırakıldığı ataerkil kura­la varıyoruz.

Khasi'lerin anaerkil düzeni, kadının başka yerlerde bölük pörçük ya da geçmişten gelen gelenekler biçiminde rastlanan bütün haklarını iş­levsel bir birlik biçiminde koruması bakımından benzersizdir. Ancak Asya'nın özellikle bu bölgesinde bu tip kurumların bir zamanlar yay­gın olduğuna ilişkin bol kanıt bulunmaktadır. Assamlı Garolarda ay­nı mülkiyet ve kalıtım kurallarına rastlanır, ama iki önemli değişiklik­le. Koca karısının mülkünden bütünüyle yararlanabilir ve dul kalan ka­dın en küçük kızının kocasıyla evlenmek zorundadır, böylelikle en kü­çük kızın kocası anayanlılık ilkesi çiğnenmeksizin kalıt alabilir.15 Çin'in güneyinde bugün bile kadın şeflerin yönettiği kabileler vardır;16 eski Çin ise bütün bütüne anaerkildi. Granet, "kadınların çocuklarına adla­rını verdiklerini, kocalarınsa bir karılar kümesine katılmış eşlerden baş­ka bir şey olmadıklarını" belirtiyor.17 Çin tarihçilerinden öğrendiğimiz kadarıyla, İ.S. onuncu yüzyılda kuzey Tibet'te Nu-kuo, yani Kadınlar Krallığı adı verilen son derece örgütlü bir anaerkil düzen vardı. Krali­çenin kocası yönetim de en küçük bir yeri olmayan önemsiz biriydi. Kraliçe tarafından toplanan ve saraylı kadınlardan oluşan bir devlet konseyinin elindeydi yönetim. Bu kadınların buyrukları "kadınların vekilleri" denilen erkek görevlilerce yerine getirilmekteydi.18 Burada gene kraliçenin kocasının giderek en sonunda nasıl kral olduğunu gö­rüyoruz. Bu nokta o denli önemli ki, daha başka örnekler de vermemiz gerekiyor. Bu örnekleri verebilmemiz için de Afrika'ya döneceğiz.19

Bugün Bagandalarda totem babadan devralınır, eskidense anayan- lıydı. Dine ilişkin olduğundan doğallıkla tutucu bir nitelik taşıyan es­ki kural kral ailesinde bugün de korunmaktadır. Kral mutlak bir des­pot olmakla birlikte, ne gariptir ki iki kadına bağımlıdır. Kraliçe ile ana- kraliçe krallık sanını paylaşırlar. Her birinin kendi maiyeti ve kendi gö­revlilerince yönetilen malikânesi vardır. Ana-kraliçenin bir görevi de, krala her gün yiyecek armağanlar sunmaktır. Ana-kraliçenin ölümü özellikle kral için büyük bir yıkım sayılır; kral onsuz edemezmişçesi-

15 Totemizm and Exogamy, 2. s. 323.16 TheMothers, 3. s. 23.4.17 M. Cranet, La civilisation chinoise (Çin Uygarlığı), (Paris, 1929). s. 343-4.

TheMothers, 3. s. 23-4.^ Aynı yerde, 3. s. 28-36.

Page 149: Thomson_Tarih Öncesi Ege

148 TA RİH Ö NCESİ EGE

ne ana-kraliçenin yerine hiç vakit yitirmeden gene onun klanından bir ardıl belirlenir. Kraliçe kralla aynı tahtta oturur ve taç giyme törenin, de kralla aynı andı içer. Ana-kraliçe tarafından seçilen kraliçe kralın kır kardeşlerinden biridir.

Çizelge VII

BABAYAN Ll AR D ILL IĞ IN EVR İM İ

E, erkek. K, kadın. Kalıtçılar siyah yazıyla gösterilmiştir.

rhE K » E Dolaysız anayanlı ardıllık (anneden kız çocuğa)

K = E

K = E Dolaylı anayanlı ardıllık (annenin erkek kardeşinden kız

| kardeşin oğluna). Kadının hakları erkek kardeşine aktarılır.

K = E

K = E Dolaylı anayanlı ardıllık (kaynatadan damada) Kadının

hakları kocasına aktarılır.

K = E

E K = E Babayanlı ardıllık (babadan oğula).

Page 150: Thomson_Tarih Öncesi Ege

E g e ’n İ n A n a e r k i l H a l k l a r i 149

Bagandalarda ana-kraliçenin görevi daha çok dinseldir, buna karşı­lık güney Nijerya'daki Benin krallığında ana-kraüçenin kendi maiye­tinin bulunmasının yam sıra kral bütün devlet işlerini ona danışır. Ana- kraliçeyle kızları birlikte otururlar. Bu kızlar hiç evlenmezler, ama top­lumun her katından istedikleri kadar sevgiliyle gönül eğlendirebilir- ler. Lunda'da ana-kraliçe ülkeyi kralla birlikte yönetir. Kral bütün ka­rarlarında ana-kraliçenin onayım almak zorundadır; halkın önüne mut­laka ana-kraliçeyle birlikte çıkar. Kralın yokluğunda bütün yetke ana- kraliçededir.

Afrika'daki daha ileri krallıkların hepsi de kralın yalnızca kraliçe­nin kocalarından biri olduğu daha önceki bir aşamanın uzantısı olan bu yarı anaerkil tipe uyar. Loango ve Daura gibi daha geri krallıklar­da ve Fildişi Kıyısı'ndaki Abronlarda, bir kölenin oğlu olan kralın he­men hiçbir yetkisi yoktur. Agonna'da, Latuka'da, Ubemba'da ve daha başka yerlerde kral diye bir şey yoktur. Ülkeyi bir kraliçe yönetir; bu kraliçe hiç evlenmez, ama köle gibi kullandığı sevgilileri vardır.

Bu Afrika krallıklarındaki ataerkil gelişmeler, başlangıçta kabilenin genişleme sürecinden doğan, ama giderek köle ticaretinin uyandırdı­ğı yankılar ve AvrupalIlarla Müslümanların Afrika'ya girmeleriyle iyi­den iyiye yeğinleşen fetih savaşları tarafından hızlandırılmıştır. Böyle- ce, tarım büyüsü üzerine kurulmuş bulunan anaerkil düzen birdenbi­re değişikliğe uğramıştır. Gerçi bu güçlü ve sağlam zenci kadınlar or­dularını AvrupalIların süngüleri üstüne amansızca ve umutsuzca sür­müşler, ancak uzun süren savaşlar bunların yetkesinin zayıflatmasına yol açmıştır. Oğullarını ve kocalarını böylesine güçlü bir biçimde de­netimleri altında tutabilmelerinin gizi, tarıma ilişkin olduğu için ken­di cinslerinin elinde bulunan dinsel işlevleridir.

Hiç kuşkusuz, Afrika'da kralların yetkilerinin salt dindışı yetkiler olduğu samlmamalıdır. Tam tersine, kral her yerde başrahip, özellikle de yüce yağmurcudur. Ama, Briffault'nun gösterdiği gibi, kralın bu din­sel işlevleri de bizi aynı sonuca vardırmaktadır. Sözgelimi, kralın sa­raylı kadınlar üzerinde kesin bir denetiminin bulunduğu Dahomey'de, kendisiyle birlikte sarayda oturduğuna inanılan yağmurtanrmın torun­larından biri olarak ululanır kral; ama gene de, tören suyunu kuyular­dan çeken ve yağmur yağdırma büyüsünü gerçekleştiren, kralm Ana­lar adı verilen karılarıdır. Onun için, Dahomey'den daha geri topluluk­larda yağmurcuların genellikle kadm olmasında hiç de şaşılacak bir yan yoktur. Orta Afrika'daki Çigunda'da yağmur yağdırmak amacıyla bü­tün kabile bir araya gelir, ama asıl töreni bütünüyle kadınlar yönetir.

Page 151: Thomson_Tarih Öncesi Ege

150 TARİHÖ NCESİ E g e

Damaralarda, yağmur duaları, bu amaçla hiç söndürülmeyen kutsal ateşi bekleyen şefin kızı tarafından okunur. Hererolarda da, yağmur duasını okuyan ve şefin baş karısının kulübesindeki kutsal ateşin ba- şmda bekleyen, şefin kızıdır. Burada, Frazer'm belirtmiş olduğu gibi başlangıçta Roma krallarının karıları olan Romalı Vesta rahibelerinin durmadan yanan ocak ateşini anımsayacaksınız sanırım.20

Krallığın başlangıçta tarım büyüsünden doğduğu, askeri ve siyasa] işlevlerininse ikincil olduğu bugün artık Frazer'm olağanüstü araştır­maları sonucunda anlaşılmış bulunuyor. Kral, insanın ve doğanın be­reketinin artırılmasına yöneltilen tüm toplumsal gücü kendi kişiliğin­de ya da kendi denetimi altmda toplayarak konumunu sağlamlaştırır. Böylece halkının esenliği konusunda her türlü yetkiyle donatılan kral bir tanrı gibi ululanır ve özel bir törenle (kralın yeniden doğduğunu ve artık bir insan değil, bir tanrı olduğunu gösteren taç giyme töreni) gö­reve getirilir 21 Nijeryalı Jukun'ların yeni bir kralı esenlerken söyledik­leri sözler kralın nasıl yüceltilip ululandığını çok canlı bir biçimde di­le getirmektedir; kralın önünde yerlere kadar eğilip şöyle haykırır Ju- kun'lar: "Yağmurumuz, ekinimiz, sağlığımız, zenginliğimiz!"22

Kral ilk başlarda topluluğu yöneten kadınların yalnızca eşi olduğu­na göre, günümüz insanının gözünde kralın ilk özelliklerinden en şaşır­tıcısının hangisi olduğunu anlamak olasıdır. Kralın görev süresinin ilk zamanlar önceden belirlenmiş olduğunu, bu sürenin bitiminde kralın öldürüldüğünü gene Frazer'dan öğreniyoruz. Eşlerine, köle oldukları için köle gibi davranan bu Afrikalı kraliçelerin evlilik törelerine baktığımız­da, o koşullarda kralın ölümünün kadınların kuttören çevriminde sıra­dan bir olay olduğunu görebiliriz. Daha yakın zamanlara kadar, kralla­rını öldüren Sudanlı Şilluklarda prensesler aym özgürce sevişme hakkı­na sahiptiler ve eskiden kralı kendi elleriyle boğarak öldürürlerdi.23

Toprağın ürün verebilmesi için bu "kraliçeler"in gebe kalmaları zo­runluydu. Cinsel yaşamları, bir öykünme büyüsü döngüsüydü. Dola­yısıyla, dölleyen, bir tanrı olarak (ilk başta, hiç kuşkusuz, ilkel düşün­ceye göre kadınlarda gebeliğin, toprakta bereketin nedeni olan ay tan­rısı olarak) diişleniyordu. Bu tanrının kendilerinde cisimleştiği erkek­

20 J.G. Frazer, The Golden Bough (Altın Dal), (Londra, 1919), “The Magic Art and the Evolution of Kings” (Büyü Sanatı ve Kralların Evrimi), 2. 5. 228.

21 A. M. Hocart, Kingship (Kral Olmak), (Oxford, 1927), s. 70-98.22 C. K. Meek, A Sudanese Kingdom; an Ethnographical Study of the Jukun-speaking peoples of Nigcf'0'

(Londra, 1931), s. 137.23 The Mothers, 3. s. 36-7; The Golden Bough, “The Dying God" (Altın Dal "Ölen Tanrı"), s. 17-8.

Page 152: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Eg e 'n İ n A n a e r k i l H a l k l a r i 151

ler görevlerini yerine getirdikten sonra öldürülüyorlardı. Ekinlerin ya­şaması için onların ölmesi gerekiyordu. İştar ile Temmuz, İsis ile Osi­ris, Aphrodite ile Adonis mitoslarının esin kaynağı olan bu kuttören, tekeşlilik koşullarına uyarlandığı Yunan kutsal evliliğinin muştucu­sudur.

Bu Bantu krallıklarını incelerken Firavunların krallığını anımsama­mak olanaksız. Eski Mısır'da krallık kadın yanından aktarılıyordu.24 Hükümdar ailesinden bir annenin çocukları da hükümdar ailesinden sayılıyordu; ama kralın çocuklarının hükümdar ailesinden sayılabil- mesi için kralın, kız kardeşlerinden biriyle ya da annesinin kız kardeş­lerinden birinin kızıyla evlenmesi gerekiyordu.25 Bu, günümüzde Ba- gandalarda olduğu gibi eski Mısır'da da gözlemlenen anaerkil içten ev­lenme kuralıdır.

Eğer kralın annesi hükümdar ailesindense, kral ülkeyi kendi adına yönetiyor, annesi de tıpkı Bantu ana-kraliçesi gibi aynı yüce yeri pay­laşıyordu. Nitekim kimi anıtlarda kralla ana-kraliçenin yan yana otur­dukları görülür.26 Eğer kral doğuştan hükümdar ailesinden değilse, o zaman ülkeyi evlilikten doğan hakla yönetiyordu.27 Kral nasıl cisim- leşmiş tanrıysa, kraliçe de "tanrının karısı"ydı ve kraldan hiç de aşağı olmayan bir konumdaydı. XVIII. Sülalenin iinlü kraliçesi Hatşepsut ül­keyi otuz yılı aşkın bir süre, önce babasıyla, sonra da yeğeni III. Tut- mozis'le birlikte yönetmişti.28

Eğer kral hükümdar ailesi dışından biriyle evlenirse, ardıllık kadın yanma geçiyor, bundan dolayı da yeni bir sülalenin kurucusu genel­likle eski sülaleden biriyle evlenmek gibi bir önlem alıyordu.29 Roma'da- ki Sabin ve Etrüsk sülalelerinde gördüğümüz ilkenin aynısıdır bu.

Eski Mısır ile günümüzdeki Bantu krallıkları arasındaki ayrım, Mı­sır'da toplumun bütününün az çok anaerkil olmasıdır. Gerçi bir erkek belirli mallarını oğullarına bırakabiliyordu, ama genel kalıt kuralı uya­rınca bir erkeğin mülkü en büyük kızma kalıyordu.30 ikinci kuşakta nıülk kadının olduğuna göre, birinci kuşakta nasıl erkeğin olduğu so­rulabilir. Oysa erkek mülkün sahibi değildir. Evlenme yoluyla mülkün

24 W.M.F. Petrie, History o f Egypt (Mısır'ın Tarihi), (Londra, 1894-1901), 2. s. 183.25 Aynı yerde, 2 s. 95-6.26 Aynı yerde, 1. s. 114.22 Aynı yerde, 2. s. 240.28 Aynı yerde, 2. s. 183.29 E. Revillout, L'oncienne Egypte (Eski Mısır), (Paris. 1909), 2. s. 57.30 H. Breasted, History o f Egypt, (2. basım, New York, 1910), s. 86.

Page 153: Thomson_Tarih Öncesi Ege

152 T a r İh ö n c e s İ Eg e

kullanım hakkmı elde etmiştir, o kadar. Bu da bizi, KhasiTerdeki, bü­tün mülkiyet haklarım kadınlarda toplayan kuralın Garolarca değişti­rilmiş biçimine geri götürmektedir. Dolayısıyla, firavun örneğine uy­gun olarak, erkek çocuk kendi kız kardeşiyle evleniyordu. Mısırlılar­daki bacı kardeş evliliği, anaerkil toplum düzeni içersinde erkeklerin mülkiyet haklarının ortaya atılmasının zorunlu kıldığı bir olguydu. Pet­rie'nin belirttiği gibi, "bacı kardeş evliliği, anaerkil mülkiyeti baba ta­rafından kalıt almayla uzlaştırıyordu".31

Eski Krallık'da kadınların toplumda saygın bir konumu vardı, ka­dının aile içindeki yeri en azından kocasmınkine eşitti. Ne var ki, V. Sü­laleden başlayarak değişiklik belirtilerine rastlıyoruz. Bugün, o döne­min soylu erkeklerinin nept pa ya da evin hanımı adı verilen baş karı­larının yanı sıra "ikinci bir karı"yla daha evlenebildiklerini öğreniyo­ruz.32 Rahiplik de giderek artan ölçüde erkeklerin denetimine girmiş, kadınlar kamu yaşammdan çekilmişlerdir. Kadınların kamu yaşamın­dan çekilmesi ilginç özellikler taşımaktadır. Revillout'ya göre, "Beni Hasan'm yazıtları, yönetim işlevlerinin kalıtsal ve egemenin onayına ya da vetosuna bağımlı olduğu o dönemde, kadının yönetimindeki hak­larını oğluna ya da kocasına aktardığını kanıtlamaktadır".33 Başka bir deyişle, "kadının vekili" kadının yerine geçmiştir.

Hall'a göre, "M ısır'da Mutterrecht'in her zaman güçlü izleri vardı, oysa Babil'de böyle bir ize hiç rastlanmıyordu".34 Burada Hail'un söy­lediklerine herhangi bir şey eklemeyi gereksiz buluyorum. Robertson Smith, bütün Sami halklarının başlangıçta anaerkil olduğuna inanıyor­du;35 Hall'un sözünü ettiği ilk Sümer kent-devletlerinde anaerkil top­lum düzeninin izden de öte şeyler bıraktığı anlaşılmaktadır:.

H er kent, aynı zam an d a yerel tanrının başrahibi olan ve tanrıların yer- yüzündeki vekili o ld u ğu kabul edilen pat esi sanını taşıyan soyd an gel­m e bir vali tarafından yönetiliyordu. Süm er dilinde, daha yüksek bir si­yasal örgü tlenm enin başını belirten bir sözcük vard ı: Lııgal, yani "k ral" (sözcük an lam ı, "b ü yü k ad am "). Bu sözcük hiçbir dinerkici yan anlam

31 W.M.F. Petrie, Social Life in Ancient Egypt (Eski Mısır'da Toplumsal Yaşam), (Londra, 1923), s. 110.32 Vancienne Egypte, 2. s. 31, 39, 57-8. Erkeğin ikinci bir eş alması kurumuna Babil ve Hitit yasalarında

ve eski İrlandalIlar arasında da rastlanmaktadır.33 Aynı yerde, 2. s. 57, 91.34 H.R. Hill, Ancient History o f the Near East (Yakındoğu'nun Eskiçağ Tarihi), (10. basım, Londra, 1947),

s. 205.35 W. Robertson Smith, Kinship and Marriage in Early Arabia (Eski Arabistan'da Akrabalık ve Evlilik), (2-

basım, Londra, 1903).

Page 154: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Eg e ’n i n A N A E R K İL H ALKLARI 153

taşımıyordu. (...) anlaşılan, zor kullanıp ya da düzen kurup çeşidi kent­leri kendi yönetimi altında birleştirerek başa geçen her patesi için kulla­nılıyordu.36

Patesi'lik dinerkine dayanıyordu, lugal' likse askeri güce. Bu ayrım, krallığın anaerkil düzenin gerileme sürecindeki olağan gelişmesine uy­gundur. Sümer tarihinin başlarında, Lagaş patesi'si Lugalanda'nm ka­rısı Baranamtarra'nın kenti kocasıyla ortaklaşa yönettiğini görüyoruz. Saygın "Kadın" samnı taşıyan Baranamtarra'nın, patesi'nin "Erkek Oca­ğından ayrı olarak kendi maiyeti, "Kadın Ocağı" var. Bir sonraki pa­tesi Urukagina'nm karısı da aynı konumdaydı. Adı Şagşag, sanıysa 'Tanrıça Bau" idi. Devletin baş yöneticisine Lugalanda yönetiminde "Kadın Ocağının yazm am", Urukagina yönetiminde de "Tanrıça Ba- u'nun yazmanı" deniliyordu. Demek ki, her iki yönetimde de patesi’nin karısının maiyetindeydi baş yönetici. Dahası, her iki yönetimde de res­mi belgelere patesi'nin karısı adma tarih düşülmekteydi. Bütün bunlar, Langdon'm da belirttiği gibi, patesi'nin yalnızca bir eş olduğunu, ger­çek yetkeninse karısının elinde bulunduğunu gösteriyor.37 Bu anaerki değilse, en azından anaerkine çok benzer bir şeydir. Üstelik bu koşul­lar yalnızca Lagaş kentine de özgü değildi. Zabşali'de ve Anzan'da bir patesi’nin lugal'in kızıyla evlendiğini; sonra tek bir örnek de olsa, Mar- kasi'de bir lugal'in kızının gerçek bir patesi gibi görev yaptığını biliyo­ruz.38

Anaerkil kurumlar eski Elam'da da boygöstermiş39 ve oradan Pers imparatorlarına aktarılmıştır. Aiskhylos okurları, oğlunun yokluğun­da krallığı yöneten ana-kraliçe Atossa'nm görkemli kişiliğini anımsa­yacaklardır.40 Kserkses'iıı babası Dareios, Atossa'nm ikinci kocasıydı. Atossa'nm ilk kocasıysa, erkek kardeşi Kambyses'di. Herodotos'a gö­re, Kambyses'in ölümünden sonra da "bütün yetkileri elinde tutmayı" sürdürdü Atossa.41 Hiç kuşkusuz, Dareios'un onunla evlenmesinin ne­deni buydu. Büyük İskender'le aynı dönemde yaşayan bir başka Da­reios ise, hepsi de "hükümdar soyundan prensesler" olan kız kardeş-

36 Ancient History of the Near East, s. 178-9.32 S.H. Langdon, Cambridge Ancient History’de (Cambridge Eskiçağ Tarihi), c. I, s. 385-6.3? R.C. Thompson, Cambridge Ancient History'de, c. I, s. 509-10.39 F.W. König, “Mutterecht und Thronfolge im altem Elam”, Festschrift der National-bibliothek in Wien,

(Viyana, 1926).40 Aiskhylos, Persler, s. 153-60. Aiskhylos'un, Perslerin yaşamını iyi bildiği anlaşılıyor: F.W. König, Relief

und Insehrift des Königs Dareios von Bagistan, (Leiden, 1938), s. 88-90.41 Herodot Tarihi, 7. 3. 4.

Page 155: Thomson_Tarih Öncesi Ege

i 5 4 T a r İ h ö n c e s İ E g e

lerinderı biriyle evlenerek tahta geçmişti.42 Makedonya krallığındaki hanedan savaşımlarında kadınların önemli bir rol oynamış olmaları da, bu krallığın da anaerkil öğeler içerdiğini düşündürmektedir 43 Kaldı ki, bacı kardeş evliliği, Büyük İskender'in ardılları olan Ptolemaios'lar, Arsakid'ler ve SeleukosTar için kesinkes ileri sürülmektedir. Ptolemai- os'lar firavunlardan, Arsakid'lerle Seleukos'larsa Perslerden almışlar­dır bacı kardeş evliliğini. Örneğin, III. Antiokhos'un kızı Laodike sıray­la üç erkek kardeşi Antiokhos, IV. Seleukos ve IV. Antiokhos ile evlen­miştir. Laodike'nin Seleukos'dan gelen Antiokhos adı verilen bir oğlu dünyaya gelmiş; bu çocuk, daha küçükken, anasının sonradan evlen­diği üçüncü erkek kardeşi IV. Antiokhos'un kral naipliğinde kral ilan edilmiştir. Tarn'm söylediğine bakılırsa, kral naibinin Laodike'yle ev­lenmesinin amacı, vasiliği altındaki çocuğun tahta çıkmasını güvence altına almaktı.44 Ama anası ve babası dolayısıyla, tahta çıkması zaten güvence altındaydı çocuğun. Onun için, IV. Antiokhos'un kendisinin kral olmak istemiş olması daha akla yakındır. Nitekim öyle de olmuş­tur. Çok geçmeden çocuk öldürülmüş, IV. Antiokhos kral olmuştur. Çocuğu kim öldürmüştü dersiniz?

Arrianus, Semiramis'in destansı zamanından bu yana Anadolu'nun sürekli olarak "kadınlarca yönetildiğini" söyler.45 Arrianus Anadolu­ludur, dolayısıyla bu durumu iyi bilmesi gerekir, ama gene de bir abart­ma payı bırakmakta yarar var. Çağımızda kaleme alınan Yakındoğu tarihlerinde, kadınların konumunun gözardı edilmesinin iki nedenin­den biri anaerkiniıı ne olduğu konusundaki genel kavrayışsızlık, fark­lılığı kesinkes kanıtlanmadıkça eşki toplumun bugünkü topluma ben­zemesi gerektiği yolundaki üşengeç varsayım; ötekiyse genellikle si­yasal bir nitelik taşıdıkları için tek yanlı bir görünüm çizen eski belge­lerdir. Anaerkil toplum düzeninin gerilemesinden sonra, kadınların toplum yaşamında da benimsenmiş olan ayrıcalıkları dinle sınırlı bir niteliğe bürünmüş, ama bu durum kadınların dindışı işlere karışma­larını önleyememiştir. Biçimi terk ettikten çok sonraları gerçekliği ko­rumuşlar, böylece cinslerinin belirleyici özelliklerinden birini geliştir­mişlerdir.

42 Arr. An. 2.11-2.43 Plutarkhos, Alex. 9.44 W. W. Tam. The Greeks in Bactria and Indio (Baktria ve Hindistan'da Yunanlılar), (Cambridge, 1938).

s. 185.45 Arr. (nd. 1.23. 7.

Page 156: Thomson_Tarih Öncesi Ege

EGE’NİN A N A E R K İL H A LKLA RI 155

2. Lykia'lılar

Şimdi ağı biraz daha daraltalım. Dilbilimsel kanıtlar, bizi, Ege'ye ge­len Yunanca konuşan göçmenlerin anaerkil etkiler altına girdikleri so­n u c u n a vardırmıştı. Peki, onların kendi geleneklerinde, bu sonucu des­tekleyen neler vardı acaba?

Ege havzası hiçbir zaman bütünüyle Hellenleştirilmemişti. Ege'nin kuzeyi durmadan yeni saldırılarla karşı karşıya kaldı: Trakialılar, phyrgialılar, daha sonraları da Makedonialılar, Galyalılar ve Slavlar. Yunan dili, ancak İskender'in fetihlerinden sonra Anadolu'nun iç böl­gelerine sokulabildi. Aiolis'in ardında Phrygia'lılar, İonia'nm ardında Lydia'lılar, en güneydeki Dor yerleşim merkezlerinin ardında da Ka- ria'hlarla Lykia'lılar yaşıyorlardı. İ.Ö. dördüncü yüzyıla gelininceye değin, Girit'in kimi yörelerinde hâlâ Yunanca olmayan bir dil konuşul­maktaydı.46

Lykia'lıların bu adı almalarının nedeni, tanrıları Apollon Lykeios'a bir kurt (/ı/tos) olarak tapımlmasıydı.47 Apollon tanrı doğmadan önce anası Leto'nun bir kurta dönüştüğü ya da kurtların onu Apollon'ım d o ğacağı yere götürdüğü söylenir 48 Gerçekte Lykia'lılar kendilerine Trmmli diyorlardı; bu ad Yunanca'da ünlüleşerek Termiller biçimini almıştır. Lykia'lıların, Yunanca adlarıyla (Luka) geçtikleri Mısır vaka­yinamelerine baktığımızda, İ.Ö. on üçün­cü yüzyılda öteki Ege halklarıyla birlikte Nil Deltası'na akınlar düzenlediklerini öğ­reniyoruz. Bir yüzyıl sonra Lykia'lıların bir bölümüyle KariaTılar, Pamphylia'dan ve Kilikia'dan geçerek Filistin'e göç etmiş­ler ve orada Filistinliler adıru almışlardır 49

Bunların anaerkil kuramlarına daha önce değinmiştik. Soy zincirleri anayan- lıydı. Plutharkhos, Lykia klanı İoksid'ler- den söz ederken, doğrusunun dişil biçim olduğunu belirtircesine "Ioksidai ya da loksides" adını kullanır.50 Lykia'lılarda

46 M.P. Nilsson, Homer and Mycenae (Londra, 1933), s. 65-6.42 Ser. Myth. Cr. 77.48 Ael. NA. 10. 26.49 H.R. Call, Cambridge Ancient History'de, 2. s. 282-4.30 Plutarkhos, Thes. 8.

Resim 6. Bir Filistinli: M ısır resmi

Page 157: Thomson_Tarih Öncesi Ege

156 T a r İh ö n c e s İ E g e

kalıt da anayanlıydı. Kalıt bırakılırken, kız çocuklar erkek çocuklara yeğ tutuluyordu.51 Gömüt yazıtlarının da doğruladığı gibi, toplumun temel birimi, anaerkil ev halkıydı. Bu yazıtlardan kimilerinde, bildik anaerkil türden bir formüle rastlarız: "Parthena oğlu Neiketes... Lalla oğlu Neiketes... Euthykes, babası bilinmiyor... Aleksandros, babası bi­linmiyor."52 Bu bölgede yapılacak sistemli kazılar, Anadolu'daki ana­erkil toplum düzenine ilişkin bilgünize hiç kuşkusuz büyük katkılar­da bulunacaktır.

Yunan geleneğinde, kral Proitos'un, Argos ovasındaki en önemli Mykene kentlerinden biri olan, koca taşlardan surlarla çevrili Tiryns'i, Lykia'lıların yardımıyla ele geçirdiği belirtilir.53 Aynı kuşaktan Glau- kos'un oğlu ve Sisyphos'un torunu Bellerophontes, Proitos'un sarayı­na konuk olduktan sonra Lykia'ya göç etmiş, orada kralın kızıyla ev­lenip krallıktan pay almıştır. Bellerophontes'in Laodameia adlı bir kı­zı, Hippolokhos adlı bir oğlu olmuştur. Laodameia, Zeus'dan, Troya Savaşı'nda Lykia'lılara komutanlık eden Sarpedon'u dünyaya getir­miştir. Hippolokhos ise, Troya'da Sarpedon'la omuz omuza dövüşen başka bir Glaukos'un babasıydı.54 Yunanlılar İonia'yı kolonileştirdik-

Çizelge VIII

S ISY PH O S SOYU

Sisyphos

Glaukos Amisodaros

1 rBellerophontes = Philonoe

Hippolokhos Laodameia = Zeus

Glaukos Sarpedon

51 Nic. Dam. 129.52 TAM. 2.176. a. 48, b. 20,46. Her iki durumda da, anne, Babillilerin Nin-An’ı (Tanrının gelini) türünden

bir rahibe olabilir. Annesinin bir Nin-An olduğu sanılan Sargon “babasını tanımıyordu": R.C- Thompson, Cambridge Ancient History'de, 1. s. 536-7.

53 Apollodoros, 2 .2 .1 . Burada Bellerophontes'in kaynatası, Amphianaks ya da iobates diye verilmiştir, İobates bir Lykia adıydı: TAM. 2. 283.

54 ilyada, 6.152-206. Bellerophontes'in öyküsüne çok benzeyen bir İrlanda geleneği vardır: M. Dillon, The Cycles o f the Kings, (Oxford, 1946), s. 35. İskandinavya mitologyasında, ardıllığın kaynatadan

Page 158: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Eg e ’ n i n A n a e r k i l H a l k l a r i 157

lerinde, bu ailenin üyeleri Miletos'da ve başka yerlerde kral seçildiler.55 Ailenin bir başka koluysa, Lykia'da, Glaukou Demos denilen bir ken­tin bulunduğu Ksanthos'da kaldı.56

Lykia'lıların Troya'daki komutanının Glaukos değil de, Sarpedon olması, eski Homeros yorumcularının ilgisini çekmiş ve bunlar Sarpe- don'un komutanlığını, haklı olarak, anası adına bir onur belirtisi biçi­minde açıklamışlardır.57 Bellerophontes, kralın kızıyla evlenerek hü­kümdar ailesine girdiğinden, ardıllık karısının kızı aracılığıyla geçmek­teydi. Bu da, daha önce gördüğümüz gibi, dolaylı anayanlı ardıllığın bir biçimidir.

Glaukid'ler, sanırız, Yunanca konuşuyorlardı; yoksa İonia'lılar on­ları kendilerine kral seçmezlerdi. Yunanca'yı Lykia'da öğrenmiş ola­mazlar, çünkü Lykia'nm yerel dili Hıristiyanlık dönemine değin varlı­ğını korumuştur. Dolayısıyla da, Sisyphos soyunun, Peloponnesos'dan ayrıldığında Yunanca konuşuyor olması gerekir. Dilbilimsel çözümle­memiz bizi böyle düşünmeye yöneltiyor. Yabancı bir anaerkil halkın arasına yerleşen bir Yunan klanı, o halkın kendi ardıllık kuralına uya­rak başa geçmektedir.

Kendi türünde tek örnek değildir bu. Argolis Dor'lan üç ata kabile­si içinde Örgütlenmişlerdi, ama bunların yanı sıra fethedilen yörenin halkıyla kaynaşma sonucunda ortaya çıkan dördüncü bir kabileleri, Hyrnathlar vardı.58 Bu kabilenin ata adı Hyrnetho'nun (Dor dilinde, Hyrnatho) öyküsü şöyleydi: Argolis'in yönetimi kendisine verilen Dor şefi Temenos, oğullarını, kızı Hyrnetho'yla evlenen Deiphontes'i ka­yırmakla suçlamış. Bunun üzerine, ardıllığı yitirmekten korkan oğul­ları, birkaç haydudu kışkırtmışlar, haydutlar da Temenos'u pusuya dü­şürüp öldürmüşler. Ne var ki, Temenos ölmeden az önce krallığı kızı­na ve damadına bıraktığını açıklamış; kızıyla damadı da halkça onan­dıktan sonra Argolis'i birlikte yönetmişler.59 Bu öykü belki de tarihte gerçekten olmamıştır, ama bu gene de onun eski bir göreneği doğrula­masını engellemez. Bu öykü, analık hukukundan babalık hukukuna geçiş sırasmda doğan çatışmaları yansıtmasının yanı sıra, belirli bir il­

damada geçtiğine ilişkin izlere rastlanır: H.M. Chadwick, The Origin o f the English Nation (İngiliz Ulusunun Kökeni), (Cambridge, 1906), s. 312.

55 Herodot Tarihi, 1.147.56 Alex. Polyh. 82-3.57 ilyada, 12.101.58 /C. 4.517.59 Nic. Dam. 38; Apollodoros, 2. 8. 5.

Page 159: Thomson_Tarih Öncesi Ege

kenin Yunanistan'daki örneğini de sunmaktadır bize: Bir erkek, kay­natasının yerine geçerek kral olduğunda, kendi hakkıyla hükümdarlık eden kraliçesinin eşi olarak yapar bunu.60

3. Karia'lılar ve Leleg'ler

Gerek Karia'lılar, gerek Leleg'ler Anadolu kıyılarında yaşıyorlardı. Aralarında pek belirgin bir ayrım yoktur. Herodotos, Leleg'leri, eski budunsal adı koruyan Karia'hların bir kolu olarak görmektedir. Leleg- lerin, Karia'hlarca köleleştirilen ayrı bir halk olduğu ve ilk başlarda Sa­mos ve Khios adalarında yaşadığı yolunda görüşler de vardı.61 Tarih­sel dönemde, Leleg'ler artık bir anı olmaktan öteye geçemezken, Karia'lı- lar kendi adlarını taşıyan ülkenin Yunanlı olmayan sakinleri olarak her­kesçe bilinmekteydiler.

Karia'daki başlıca Yunan yerleşim merkezi, Herodotos'un doğum yeri olan Halikamassos'du. Tarihçi Herodotos'un kendisinin de Karia'lı- ların soyundan gelmesi olasıydı, çünkü babasının adı Lykses, amcası­nın adıysa Panyasis'di; bunlar, Yunan adları değildir.62 Gerçi Yunan etkisine Lykia'hlardan daha açıktılar ama, Karia'lılar da kendi dilleri­ni ve kültürlerini korudular. Samnz, Herodotos onları iyi tanıyordu; Lykia'lıların anaerkil toplumunun başka hiçbir budunda görülmediği­ni söylediğine bakılırsa, onun zamanında Karia'lılarda babayanlılık egemendi. Ancak, burada bile, yanılma payı bırakmakta yarar var.

Karia'hların en ünlü kralı, dördüncü yüzyılda hüküm sürmüş olan Mausolos'du. Mausolos'un karısıysa, kız kardeşi Artemisia'ydı. İdrie- us ve Piksodaros adlı iki de erkek kardeşi vardı Mausolos'un. İdrieus da başka bir kız kardeşiyle, Ada'yla evliydi. Mausolos çocuğu olma­dan ölünce, anısına ünlü Mausoleum'u yaptıran Artemisia geçti yeri­ne. Daha sonra, Artemisia'mn yerini İdrieus, İdrieus'un yerini de Ada aldı. Ada ise, Perslere boyun eğen, krallığı kızıyla evlenen Pers satra- bına bırakan Piksodaros tarafından tahttan indirildi, en sonunda Sat-

158 TA RİH Ö NCESİ Eg e

60 Megara kentinde de öyleydi: Sikyon, Pandion'un kızlarından biriyle evlenerek, bacanağı Nisos'a karşı krallıkta Hak ileri sürmüş, sonunda krallık ikisi arasında paylaştırılmıştı. N isos'un yerine damadı Alkathoos, Alkathoos'un yerine de onun damadı Telamon geçti: Pausanias, 1. 39. 6, 41. 6, 42 4 Korinthos kentinde iason Medea'yia evlenerek tahta çıktı (Pausanias, 2. 3. 10); Troizen’li Oros’un yerine kızının oğlu geçti (Pausanias, 2. 30. 5).

61 Herodot Tarihi, 1.171. 2; Strabon, 321, 661.62 Ouassos ve O nzossyasos gibi yer adlarının varlığını sürdürmesi (S/C. 46) Karia dilinin

Halikarnassos’da da konuşuladurduğunu düşündürüyor.

Page 160: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Eg e ’n i n A n a e r k i l H a l k l a r i 159

rap da, Ada'nın isteği üzerine Büyük İskender tarafından tahttan indi­rildi, böylelikle Ada bir kez daha kendi hakkıyla başa geçti.63 Herodo- tos'dan yüz yıl sonra, Karia hanedanının, firavunlarla aynı anaerkil iç­ten evlenme kuralına uyduğunu görüyoruz.

Herodotos'dan, doğum yeri Halikarnassos'un, Pers Savaşı sırasın­da adının Artemisia olduğuna bakılırsa aynı hanedandan gelen Karia- h bir kraliçenin yönetiminde olduğunu öğreniyoruz. Bu kraliçenin an­nesi Giritliydi; babasının adıysa Lygdamis'di. Kocası ölmüştü, ama ye­tişkin bir oğlu olmasına karşın, "girişken ruhu, erkekçe korkusuzlu­ğuyla" tiranlığı kendisi yönetmekteydi.64 Kseıkses Yunanistan'ı istilâ ettiğinde, Artemisia kendi komutasında beş savaş gemisiyle ona katıl­dı. Salamis Savaşı'nda, Pers bozgunu başladığında, Artemisia'nm ge­misinin ardına bir Atina gemisi takıldı, ama Artemisia ustaca bir dö­nüşle Pers gemilerinden birine bindirerek kendini kurtardı. Atmalılar Artemisia'nm kendi saflarına geçtiğini sanarak onu kovalamaktan vaz­geçtiler. Perslere gelince, onlar da Artemisia'nm gemisinin bindirdiği geminin bir düşman gemisi olduğunu sandılar; savaşı kıyıdan izleyen ve kendi amirallerinin başarısızlığına öfkelenen Kserkses şöyle dedi: "Erkekler bugün kadın gibi, kadınlar da erkek gibi davrandılar."65 Bu olayın belki de asıl ilginç yanı, olup bitenlere Atina gemilerinden bi­rinde tanık olan bir oyun yazarının, erkekçe korkusuzluğuyla Artemi- sia'yı bile geride bırakacak büyük bir oyun kişisi yaratacak olmasıydı.

Miletos'u ele geçiren İon'lar, ana-babalarını öldürdükleri Karia'lı ka­dınları aldılar. Gel gör ki, bu kıyımdan dolayı Karia'lı kadınlar, yeni ko­calarıyla birlikte yemeğe oturmamaya, kocalarının adını anmamaya ant içtiler.66 Bu da, koloninin ilk dönemlerinde, kadınların kendi yerli dü­zenlerini bir ölçüde koruduğunu gösteriyor. Bir başka İon yerleşim mer­kezi olan Teos'da bir yıllık bir mahkeme listesi bulunmuştur.67 Her da­vada, erkeğin adından sonra klanının ve pt/rgos'unun adı belirtilmekte­dir. Pyrgos, erkeğin köyüydü ve Attika'daki bucakla eşanlamlıydı. Bu lis­tede, yirmi beş davadan on birinde klan adıyla köy adı aynıdır; örneğin, "Boioslu Euthyrrhemon Boides". Bu da gösteriyor ki, bu iki birimin öz­deşliği o sıralar hâlâ bozulmamıştı. Klan adları kendi anlamlanın kendi

63 Strabon, 656-7.64 Herodot Tarihi, 7.99.

Aym yerde, 8. 87-8.5® Aym yerde, 1.146.3. Herodotos. ionia’lı kadınların giyim kuşamının Karia kökenli olduğunu söyler

(5.887).67 C/C. 3064.

Page 161: Thomson_Tarih Öncesi Ege

.o

'Har

i.ta

III..

Ege

'nin

ta

rih

ön

cesi

h

alk

lar

ı

Page 162: Thomson_Tarih Öncesi Ege

EGE'NİN A N A E R K İL H ALKLARI l6 l

içlerinde taşımaktadır. Bunlardan biri, Philaides, Attika'dandır, bir baş­kası, Kothides, Euboia'dandır;68 bir üçüncüsü, Maliades, Thessalia'dan- dır.69 Bryskides ve Daddeios gibi birçokları Karia'lıdır.70 Bu Karia klan­ları yerli adlarıyla kendi yerleşim merkezlerinde kaldıklarına göre, ken­di yerli kurumlarım da korumuş olsalar gerektir; hem sonra, Teos'da böyle olduysa, öteki İon kolonilerinde de böyle olmuş olması gerekir.

Karia'lılar ile Leleg'ler tarihöncesi dönemde Karia'nın çok ötelerine uzanmışlardı. Sözgelimi, Troya Savaşı'ndan sonra Troas'dan sürülüp atıldıkları söylenir.71 Kos'un eski adı Karis'di, Khios'da da Karides ad­lı bir kent bulunuyordu.72 Karia'lılardan Naksos'da ilk oturanlar ola­rak söz edilmektedir,73 sonra, Naksos'da Lygdamis diye bir özel ada rastlıyoruz74 ve Naksos kendisi de Naksia adlı Karia kentiyle ilintili gö­rünüyor.75 Naksos'daki Karia'lıların Thessalia'nın en güneyindeki La- mia'dan gelmiş olduktan söylenir.76 Argos kıyılarındaki Epidauros ve Troizen, Karia'lıların yerleşim merkezleriydi.77 Megara'daki akropoli- se, "Karia'lı" anlamına gelen kral Kar'dan dolayı Karia denilmektey­di.78 Ayrıca, merkezi Karia başkenti Mylasa'da bulunan Zeus Karios tapımına Boiotia'da79 ve gene Attika'da80 da rastlanmıştır.

Megara kentinin ilk krallarından bir başkasının adı da Leleks'di; Me- gara'dan gelen Leleg'ler, Messenia'daki Pylos kentinin ilk kurucularıy­dılar.81 Leleks, en eski sakinlerinin Leleg'ler olduğu söylenen Sparta'nın da ilk kralıydı.82 Ayrıca, Leleg'lerin adına Leukas'da, Akarnaia'da, Lok- ris'de ve Boiotia'da rastlanıyor.83 Son olarak, Thukydides, Minos de­niz egemenliği döneminde Karia'lıların Kyklad'lardan kovulduğunu

68 Strabon, 447.69 Strabon. 433.70 Pausanias, 7. 3. 6.71 Strabon, 321; i iyoda, 21. 85-8. Antandros. Skepsis, Pedasos, Gargara, Assos kentleri hep Leleg’lerindl:

Strabon, 605-10.72 Hellanikos. 112. Samos ve Khios’da ilk oturanlar Karia’lılar olarak tanımlanır: Pausanias. 7. 4. 8-9.;

Slrabon, 637.73 D.S.5. 51.74 Herodot Tarihi, 1. 61. 4.75 Alex. Polyh. 54-5.76 D. S. 5. 51.77 Aristoteles, fr. 491 - Strabon, 374.78 Pausanias, 1. 40. 6.79 Herodot Tarihi, 1.171. 6; Strabon, 6591.60 Herodot Tarihi, 5. 66.61 Pausanias, 1. 39. 6, 4, 36. 1.62 Pausanias, 3 .1 .1 .63 Aristoteles, fr. 560 = Strabon, 321-2.

Page 163: Thomson_Tarih Öncesi Ege

ı 6 z T a r İh ö n c e s İ E g e

söylüyor ve Delos'da bazı eski gömütler açıldığında bulunan savaş giy. silerinden ölülerin yarısından fazlasının Karia'lı olduğunun anlaşıldı- ğını ekliyor.84

Ama gene de, Karia'hların yaşadığı alanın belirli sınırları vardır. Bu alan, Leukas'dan Lamia'ya kadar çekilen, sonra da Khios'a kadar uzanan bir çizgiyle belirlenir. Bu çizginin kuzeyinde kalan bölgede tarihöncesi dönemde yaşayanlarsa, Yunanlıların anımsadığı kadarıyla Pelasg'lardı.

4. Pelasg'lar

Pelasg'lar, kuzey Ege'nin çeşitli yörelerinde, kendi dillerini koruya­rak yaşamışlardır: Örnekse, Makedonia kıyılarındaki Akte'de, aynı yö­rede bir yerlerde bulunan Krestoıı'da, Lemnos ve İmbros adalarında,85 Propontis kıyılarında Kyzikos bölgesinde Plakia ve Skylake'de.86 Ay­rıca Samothrake'de, Troas'da, Lydia'da, Lesbos'da ve Khios'da yaşa­dıklarından da söz edilmiştir.87

Pelasg'lar, Yunanistan'da, Zeus Pelasgios'un Dodona'daki eski ta­pmağında88 ve Pelasgikon Argos ya da Pelasgiotis diye bilinen Thes- salia ovasında89 adlarını bırakmışlardır. Pelasg'lardan, Boiotia'nın ve Peloponnesos'daki Akhaia bölgesinin ilk sakinleri90 ve özellikle de At­tika, Argolis ve Arkadia'nın yerli halkı91 olarak söz edenler de olmuş­tur. Olympia yakınlarında, bir zamanlar bütün bir Elis bölgesinde gö­rülen Kaukon'lar adlı bir kabilenin kalıntıları vardı. Bunlar da büyük bir olasılıkla Pelasg'lardaııdılar.92 İh/ada'da, Pelasg'larm yanı sıra Kau- kon'lar adını taşıyan bir kabileden Troyalılarm bağlaşıkları olarak söz edilmektedir; aynı ada, daha kuzeyde Karadeniz kıyısındaki Paphla- gonia'da yaşayan Kaukon'larda bir kez daha rastlanmaktadır.93 Güney

84 Thukydides, Peloponnesos Savaşı, (Hürriyet Yayınları, Mart 1976, Türkçesi: Tanju Cökçöi), s. 19.85 Aynı yerde, s. 265; Herodot Tarihi, 1. 57, 5. 26. Pelasg’lara değgin gelenekleri Lesboslu Hellanikos

derlemiştir. Hellanikos'un Phoropis adlı yapıtı, sanırız bu adı taşıyan bir destana dayanmaktadır: L. Pearson, Early Ionian Historians (ilk Ionia Tarihçileri) (Oxford, 1929), s. 159.

86 Herodot Tarihi, 1. 57.87 Aynı yerde, 7. 42; Strabon, 221, 621.88 ilyada, 16. 223; Strabon, 327; Plutarkhos, Pyrrh, I.89 ilyada, 2. 681, 840, Strabon, 221. 443.90 Strabon, 410; Herodot Tarihi, 7. 94.91 Herodot Tarihi, 1. 57, 4. 145. 6. 137; Peloponnesos Savaşı, s. 101; Herodot Tarihi, 2. 171, 1. 146;

Pausanias, 8. 1. 4.92 Strabon, 345, 542; Odysseia, 3. 366.93 ilyada, 10. 429, 20. 329; Strabon, 345.

Page 164: Thomson_Tarih Öncesi Ege

E g e ’n İn A n a e r k i l H a l k l a r i 163

Peloponnesos'da ya da Kyklad'Iarda Pelasg'lann hiçbir izine rastlan- jrtamakla birlikte, Odysscia'da onlardan Girit'de yaşayan halklardan bi­ri olarak söz edilmektedir.94

Kretschmer'e göre, Pelasg'lann adı, pelcıgos'un budunsal bir türevi­dir.95 Pelagos, Hint-Avrupaca'da düz yüzey, ova anlamında kullanılan bir sözcüktür, Yunanca'daysa denize değgin olarak kullanılmıştır (La­tince'deki aequor gibi). Gündelik Yunanca'da "deniz" thalassa'ydı ve bu sözcük Hint-Avrupa kökenli değildir. Acaba Ege'yi istila eden Yunan­lılar bu sözcüğü orada karşılaştıkları "deniz msanları"ndan, Pelasg'lar- dan mı almışlardı?

Epeyce dağılmış olmalarına karşın, Pelasg'lann türdeş bir kültürü olduğu anlaşılıyor. Pelasg'lann ayırt edici yer adlarından biri olan La- rissa'ya Thessalia'nın, Attika'nın, Argolis'in, Elis'in, Girit'in, Troas'ın, Aiolis'in ve Lydia'nın çeşitli yörelerinde rastlamak olasıdır.96 Hellen- lerden önce varolduğu kesin sayılan ateş-tanrı Hephaistos'uıı tapımı Atina'da ve Lemnos'da odaklanıyordu 97 Hephaistos, ayrıca, Samot- hrake'de, Lemnos'da ve İmbros'da yaşamış olan Kabirlerin Pelasg ta- pımında da karşımıza çıkmaktadır.98 Kaldı ki, A.B. Cook da, Hephais- tos'un bir Pelasg tanrısı olduğunu öne sürmüştür.99 Dolayısıyla, Her­mes de bir Pelasg tanrısıdır büyük bir olasılıkla. İmbros'da Yunan kö­kenli olmayan bir tapımı bulunan Hermes'in de Kabirlerle bağıntılı ol­duğu ileri sürülm üştür.100 Herm es'in anakarada bulunduğu en eski yerlerse Arkadia ve Attika'ydı. Kendisine bir ata tanrı olarak tapını­lan101 Arkadia'daki Kyllene Dağı'nın yamaçlarında dünyaya geldiği söylenir Herm es'in. Eİis'deki Kyllene'd eyse, Hermes imgesi bir penis erecfı/s'du102 ve bu da Pelasg'lardan kaynaklandığı söylenilen ve hermai adı verilen kamış yontularını andırmaktadır.103 Keryk'lerin klan atası olan Eleusis Hermes'i Daeria söylencesine, bu söylence de Samothra- ke Mysteria'larına bağlanmıştır.104

M Odysseia, 19.177.95 P. Kretschmer. "Zur Gcschichte der griechischen Dialekte", Glotta, (Göttingen, 1907-,), s. 9.96 ilyado, 2. 841; Strabon, 430, 440, 620-1; Pausanias, 2.24. 1,7.17. 5.

97 ilyada, 1. 593.98 Herodot Tarihi, 2. 51. 3. 37; Strabon, 472: Pausanias, 9. 25. 5-10.99 A.B. Cook, Zeus, (Cambridge, 1914-40), 3. s.100 Herodot.Tarihi, 5.7.101 Homeros, Hymrıos, 4.1-7; Pausanias, 8 .17.1-2.

102 Pausanias, 6. 26. 5.103 Herodot Tarihi, 2. 51; Pausanias, 4. 33. 3.104 Pausanias. 1. 38. 7; Cicero, De Deorum Natura, 3. 22. 56; Herodot Tarihi, 2. 51; J. ToepfFer, Altische

Geneologie, (Berlin, 1889). s. 96.

Page 165: Thomson_Tarih Öncesi Ege

164 T a r İh ö n c e s İ E g e

Peki, Pelasg'lar nereden gelmişlerdi? Bir kere, güneyden gelmedik­leri açık. Girit'de Eteokretler ya da Gerçek Giritlilerden kesinlikle ayrı tutulurlar.105 Sonra, güney Ege'nin başka hiçbir yöresinde karşımıza çık­mazlar. Güneybatı Anadolu'dan geldikleri de söylenemez. Çünkü ora­sı Karia'lılarla Lykia'hlarındı. Eldeki bütün ipuçları bizi kuzeye götürü­yor: Makedonia kıyılarına ve Hellespontos'un girişindeki Samothrake, Lemnos ve İmbros adalarına. Pelasg'larm izini Hellespontos'dan ve Pro- pontis'den geçerek Anadolu'nun kuzey kıyılarına dek sürebildiğimize göre, onların anayurdunun Karadeniz'in öte yanında bir yerlerde bu­lunduğunu düşündürtecek güçlü bir kanıtımız olduğunu söyleyebiliriz.

Ataları Ege'nin kuzey kıyılarından olan Thukydides, Akte'li, Lem- nos'lu ve Attika'h Pelasg'ları Tyrrhen'ler (Tyrsen'ler) olarak tanımla­maktadır.106 Nitekim, Sophokles de, Argolis'deki Pelasg'lar için aynı adı kullanmaktadır.107 Yunanlılar Etrüskleri Tyrsen'ler olarak bilirler­di. Yunan geleneğine göre, Etrüskler İtalya'ya Ege'nin bir yöresinden göç etmişlerdi; Herodotos bunların Lydia'dan göç ettiklerini söylemek­te, kimi yazarlarsa Etrüskleri Thessalia'dan, Lem nos'dan ya da İm- bros'dan göç eden Pelasg'lar olarak tanımlamaktadırlar.108 Nitekim, Caere'li Etrüskler de soylarının Thessalia'lı Pelasg'lardan geldiğini ile­ri sürmüşlerdir.109 Tyrrhenos, bir Lydia kenti olan Tyrrha'nm budun­sal türevidir.110 Tarquinius'un Yunanca'daki biçimi olan Tarkhon'un erkek kardeşinin adıdır Tyrrhenos.111 Tarkhon ile Tyrrhenos'un baba­sı Telephos ise, İtalya'da Tarquinii'lerin atası, Lydia'da da Teuthrania kralı olarak ortaya çıkar.112 Son olarak, Lemnos'da bulunan kimi yazıt­lar, Etrüsk dilini çok andıran bir dilde yazılmıştır. Gerçi Lydia'lıların dili konusunda pek az bilgi vardır, ama gene de eldeki bilgiler bu di­lin de aynı aileden olduğunu göstermeye yeterlidir.113

Etrüskler gibi Lydia'lılarda da, küme evlililiğinin bir kalıntısı diye­bileceğimiz evlilik öncesi rastgele cinsel ilişki vardı. Etrüskler anaerki) olarak bilinirler, bu da, göç döneminde Lydia'lıların da anaerkil olduk­larını akla getiriyor. Üç Lydia sülalesinden söz edilmektedir: Atyad'lar,

105 Odysseia, 19.177.106 Peloponnesos Savaşı, s. 265-6.107 Sophokles, fr. 248.108 Herodot Tarihi, 1. 94; Strabon, 443, 221.109 Strabon, 220.110 Attische Cenealogie, s. 195.111 Lykophron, 1248.112 Lykophron, 1249.113 P. Kretschmer. "Die Stellung der lykischen Sprache”, Clotta, 28. s. 108.

Page 166: Thomson_Tarih Öncesi Ege

E g e ’n i n A n a e r k i l H a l k l a r i 165

Herakleid'ler ve MermnadTar. Sonuncusu, yani MermnadTar Kroi- sos'un soyudur. Soyağaçları ne denli karışık olursa olsun, gene de Mermnad'lardan Sadyattes'in kız kardeşiyle evlendiğini, Sadyattes'in oğlu ve kalıtçısı Alyattes'in de aynı şeyi yaptığını gösteriyorlar bize.114 Herodotos, bir önceki sülalenin babadan oğula hüküm sürdüğünü söy­leyerek,115 bunlarda kalıtın babayanlı olduğunu ortaya koymaktadır; ama, bu olgudan kuşku duymamız için hiçbir neden olmamakla bir­likte, Herodotos'un buradaki anıştırması bazı sorulara açıktır. Bu amaç­la düzenlenmiş olduğundan, bacı kardeş evliliği de ardıllığın babadan oğula geçmesiyle sonuçlanır. Ama bacı kardeş evliliği, kökeninde, ana- yanlıdır: Oğul doğrudan doğruya anadan kalıt alır. Dolayısıyla, Herak- leid'lerin de Mermnad'larla aynı kuralı izlemiş olmaları olasıdır; aslın­da olasılıktan da ileri bir durumdur bu, çünkü Herodotos'un anlattığı geleneğin değiştirilip bozulmuş olmasından kuşkulanmamızı gerekti­ren nedenler vardır. Herodotos'a bakılırsa, sülalenin kurucusu, Herak- les'in, İardanos'uıı Lydia'h bir köle olan kızından olma oğluydu. Bu­rada, Sophokles'in ve öbürlerinin yorumlarından çarpıcı bir ayrılma göze çarpmaktadır. Eurystheus'un köle olarak sattığı Herakles'i, İar- danos'un kızı Omphale satın alır; Omphale ise bir köle kız değil, bir kraliçedir ve kocasının ölümünden sonra tek başına saltanat sürmüş­tür.116 Bu öyküdeki Lydia'h Herakles, Etrüsklerdeki Servius TuIIius'dur.

Lydia'lılar ve Etrüskler anaerkil idiyseler, o zaman onların akrabası olan Pelasg'lar da anaerkildiler. Lemnos'lu Pelasg'lar, en ünlü Yunan söy­lencelerinden birinde boygösterirler. ArgonautTar, Altın Post'u ele geçir­mek için Thessalia'dan denize açılmışlar ve o zamanlar Thoas'm kızı kra­liçe Hypsipyle'nin hüküm sürdüğü, "kadınlar tarafından yönetilen" Lem- nos'da demirlemişler gemilerini. Meğer bir süre önce Lemnos'lu kadın­lar Aphrodite'ye kızmışlarmış; Aphrodite, bu kadınlara çok kötü bir ko­ku bulaştırarak kocalarının onları terk etmesine yol açmışmış. Onlar da öçlerini erkeklerini öldürerek almışlar, bir tek Hypsipyle babasını öldür­memiş. Argonaut'larm kaptanı İason, Hypsipyle'ye vurulmuş, bu birleş­meden dünyaya gelen oğullan Euneos da Euneid'ler klanını kurmuş.117

Bu söylencenin ilk kez Bachofen tarafından aydınlığa kavuşturulan anlamı118 kuşkuya yer bırakmayacak kadar açıktır. Akla hemen Pe-

Ü 4 N jc . Dam. 63.'15 Herodot Tarihi, 1.7.Ü 6 Sophokles. Trakhis Kadınlan, 2S2-3.B 7 Herodot Torihi, 6.138; Apollodoros. 1. 9.17.1 '8 J- J. 8achofen, Dos Muttenecht (Ana Türesi). (Stuttgart, 1861), s. 84-7.

Page 167: Thomson_Tarih Öncesi Ege

ı6 6 T a r i h ö n c e s İ E g e

lasg'ların anaerkil düzenini getirmektedir, ancak kadınların sonunda aşağılanmasına uygun düşen bozulmuş biçimiyle:

Lem n os'lu n u n suçu görülm üş işitilm iş değil m asallard a,Bir günah ki yılgıyla yankılanm ış y eryü zü n d e,Y ü z kızartıcı bir olaydan mı söz edilecek H ep L em n os d ü şm ü ş akla.İnsanoğlu aşağılam ış, Tanrı ilençlem iş L em n o s'luyu,K esilm iş dölü bereketi geri gelm em ecesine,Kim saygı d u y ar Tanrıların sırt çevirdiğin e .119

Sanki yeni düzenin eski düzene yönelttiği bir ilenmedir bu.Attika'daki Tyrrhen-Pelasg'lar, LemnosTularm bir koluydu.120 Bir

zamanlar Atinalılar, Akropolis'i çevreleyen duvarları ördürmek için Pelasg'ları tutmuşlardı.121 O günlerde kölelik diye bir şey yoktu, su ge­tirmek için Enneakrunos Çeşmesi'ne giden Atinalı kız ve erkek çocuk­lar durmadan Pelasg'lann saldırısına uğruyorlardı. Bu yüzden, Pe- lasg'lar Attika'dan kovuldular ve gidip Lemnos'a yerleştiler.122

Demokrat Atinalılar, Pelasg kökenli oluşlarıyla övünüyorlardı. "Top­rağın oğullan" diyorlardı kendilerine.123 Herodotos, bunları, Hellen- leşmiş Pelasg'lar olarak tanımlar.124 İlk krallarından biri, evliliğin ku­rucusu Kekrops'du.125 Kekrops'dan önce kadınlar gelişigüzel ilişkide bulunuyor ve çocuklarına kendi adlarını veriyorlardı. Etrüsklerle ilgi­li olarak da bize tastamam bunlar anlatılmaktadır.

Yer adlarındaki çeşitli benzerliklere bakılırsa, Etrüsklerin Anado­lu'yla (yalnızca Lydia'yla değil, Karia ve Lykia'yla da) daha ileri ba­ğıntıları söz konusudur. Dahası, bütün bir Ege havzasında ve güney­de Kilikia'ya, kuzeyde Kafkasya'ya kadar Anadolu'nun iç bölgesinde Hellenik olmayan birtakım öğelere (-nth-, -nd-, -ss-, -tt-) dayanan Ko- rinthos, Kelenderis, Myndos, Pamassos, Knossos, Hymessos, Adramy- ttion gibi yer adlarına rastlıyoruz.126 Thalassa (Attika lehçesinde thalnt-

119 Aiskhylos, Khoephoroi (Sunu Taşıyan Kızlar), 631-4.120 Peloponnesos Savaşı, s. 265.121 Herodot Tarihi, 6. 137.122 Aynı yerde, 6.137.123 Euripides, /on, 20.124 Herodot Tarihi, 1.57.125 Aynı yerde, 8.44.126 P. Kretschmer, Einieitung zur Geschichte der griechischen Sprache, (Göttingen, 1896), s. 401-6: E-

Schvvyzer, Grieschische Grammotik, (Münih, 1939), 1. s. 60-1; Homer and Mycenae, s. 64-5.

Page 168: Thomson_Tarih Öncesi Ege

E g e ' n i n A n a e r k i l H a l k l a r i 167

ta) sözcüğü de aynı türdendir. Bu tür sözcükler, Hellen-öncesi dillerin varlıklarım en uzun süre korudukları Karia'da ve Lykia'da çok boldur, ama bunların geniş bir alana yayılmış olmaları, bir zamanlar Ege hav­zasında Anadolu'dan çıkan benzeşik bir dil alanının doğmuş olması gerektiğini göstermektedir.

Son olarak, Etrüsklerin dili, Kafkasya'da hâlâ konuşulan dillerle ba­ğıntılıydı. Bunu ilk kez, elli yıl önce Thomsen ortaya çıkarmış, M arr da onaylamıştır.127

Benim varabileceğim yer burası. Etrüsklerin konuştuğu dilin ve ki­mi Asya dillerinin Kafkasya'yla bağıntılarının doğurduğu sorunlar, Ka­radeniz'den Suriye'ye, Ege'den Sümer'e kadar bütün bir bölgeyi kap­layan ortak bir dil alt-katmanının bulunmasıyla karmaşıklaşmış ve bü­yümüştür.128 Dahası, bu diller, Hint-Avrupa yayılmasının meydana geldiğine inanılan Güney Rusya'dan gelmişlerse, Yunan dilinde Hint- Avrupalı olmayan son derece yerleşik kimi öğeler Yunanca'nm kendi­si kadar eski olabilir. Kesin bir sınıflama olarak Hint-Avrupa kavramı­nın kendisinin bile yeniden gözden geçirilmesi gerekebilir. Böylesine kapsamlı sorunların, birkaç sayfada çözülmesi şöyle dursun, yeterin­ce ortaya konulması bile beklenemez. Anadolu'nun tarihöncesine iliş­kin daha ileri araştırmaların gerçekleştirilmesini sabırla beklemekten başka umarımız yok. Ben burada, yalnızca, Ege'nin ilk halklarıyla ilgi­li eski Yunan geleneklerinin, bilgisizce kaleme alınmış duygusal yazı­lar ya da eskiçağlara değgin palavralar diye nitelendirilerek bir yana atılmaması gerektiği noktasında diretmek istiyorum. Bu ayrıntılar bir araya getirildiğinde, arkeoloji ve dilbilim araştırmalarının ortaya çıkar­dığı görünümle uygunluk gösteren tutarlı bir resim oluşmaktadır.

5. Minos'lular

Kyklad'larm bilinen en eski sakinleri, doğudan ve güneyden, belki de büyük ölçüde Girit'ten gelip yerleşenlerdi; bunlar bakır madenini

127 V. Thomsen, "Sur la parents de la langue 6trusque", Oversigt over det kongelige Danske Videnskabernes Selskobs Forhanglinger (Kopenhag, 1816-.), 1899, 1.; H.R. Hall, "The Caucasian Relations of the Peoples of the Sea” (Deniz Halklarının Kafkas ilişkileri). Klio, (Leipzig, 1901-), 22. 335; H.R. Hall, The Civilisation of Greece in the Bronze Age (Tunç Çağı'nda Yunanistan Uygarlığı), (Londra, 1928). s. 292-3.

228 P. Kretschmer, "Zur altesten Sprachgeschichte Kleinasiens”, Glotta, (Cöttingen, 1907-), 21. 76; C. Sigwart, “Zuretruskischen Sprache", Glotta, 8.139. s. 148-59.

Page 169: Thomson_Tarih Öncesi Ege

r68 T a r İh ö n c e s İ Eg e

biliyorlardı. Erken Kyklad diye bilinen bu kültür, Minos etkisi altında gelişti. Üçüncü bin başlarında Peloponnesos'a, Orta Yunanistan'a ve Thessalia'nın güneyine yayıldı (Erken Hellas). Bu kültürü taşıyanların Karia'hlar ve Leleg'ler olduğu söylenebilir.129

Cilalıtaş Çağı'nda Girit'te yaşayanlar, Kuzey Afrika'dan bir öğe ba­rındırıyorlardı içlerinde. Bellerine sardıkları kuşakların, hesap tablet­lerinin ve sekizli kalkanlarının benzerleri Libya'da ve sülaleler-öncesi Mısır'da vardır.130 Ama yukarıda sözünü ettiğimiz türden yer adları Girit'te, Anadolu dışındaki öteki yerlerde olduğundan daha yaygındır ve iki ağızlı balta tapımı söylenceye geçtikten sonra da Karia'da varlı­ğını sürdürmüştür.131 İşte bu yüzden ve daha birçok nedenden ötürü, Minos Giritlilerinin Karia'lılarla, Leleg'lerle ve Lykia'lılarla yakınlığı­nın bulunduğu sonucuna varılmıştır.

Bu bağlar, izlerini, Yunan geleneğine bırakmıştır. îlyada'da Bellerop- hontes'in torunu olarak tanıdığımız Sarpedon, bir başka yerde Knos- sos kralı Minos'un erkek kardeşi olarak çıkar karşımıza.132 İlki Yunan yorumudur, ikinciyse Lykia ve Minos. Rodos'taki ve Karia'hların Mi- letos'daki yerleşim merkezindeki Zeus Atabyrios tapımına, Girit köke­ni yakıştırılmıştır.133 Lykia'lıların ve Kaunos'daki Karia'lıların Girit'ten geldikleri öne sürülmüştür.134

Bu geleneklerde odak noktası Girit'tir. Anadolu'dan Girit'e yönelik tersine bir devinime değgin hiçbir belirti yoktur. Ama gene de, bu ge­leneklerdeki yorum tartışmasız bir biçimde benimsenmiş de değildir. Karia'hlar, atalarının Ege adalarına Anadolu'dan gittiği konusunda di­retmişler, bunun kanıtı olarak da adalarla en küçük bir bağıntısı bulun­mayan Lydia'hlarla akrabalıklarım göstermişlerdir.135

Minos uygarlığının bir anlamda anaerkil olduğu genellikle kabul edilir. Söylenceleri saymazsak bu konudaki birkaç olgudan biri de Yu­nanlıların anımsadıklarına göre "Girit'te kadınların herkesin içine çık­malarının alışılmış bir şey olduğu"dur.136 Bu alışkanlık kendi toplunv

129 D. H. Hogarth, Cambridge Ancient History'de, 2. 555; O. Frödin ve A.W. Persson, Asine, (Stockholm.1938), s. 432.

130 The Civilisation o f Greece in the Bronze Age, s. 25-7.131 Daha başka Anadolu İlişkileri bkz. J.D.S. Pendlebuty, Archeology of Crete (Girit'te Arkeoloji), (Londra,

1939), s. 42.132 Herodot Tarihi, 1. 173.133 Apollodoros, 3. 2.1.134 Herodot Tarihi, 1.172-3.135 Aynı yerde, 1.171.136 Plutarkhos, Thes. 19

Page 170: Thomson_Tarih Öncesi Ege

larmdaki duruma ters düştüğü için Yunanlıları şaşırtmıştır. Üstelik Gi­ritli kadınlar yalnızca herkesin içine çıkmakla kalmıyorlardı; Evans'ın yaptığı kazılar sonucunda ortaya çıkan fresklerde, anıltaşlarda ve mü­hürlerde bu kadınların boks yaptıkları, boğa üstünden atladıkları, ak­robatlık, araba sürücülüğü ve avcılık yaptıkları görülmektedir.137 Da­hası, çanak çömlek yapımıyla uğraşıyorlardı.138 Yunanistan'da gerçek yaşamda bir kadın çömlekçiye hiçbir zaman rastlanmaz; dinde bile yal­nızca belli belirsiz izleri görülür bunun: örneğin, el işçiliği ve el sanat­larının koruyucusu Athena tapımmda ve Hephaistos'un demirhanesin­de çalışan o yabansı kızlarda olduğu gibi.139 Gene de, eldeki bilgiler kar­şılaştırıldığında, balçık pişirme sanatını kadınların bulduğu, hiçbir kuş­kuya yer bırakmayacak biçimde anlaşılmaktadır.140 Bu Minos çömlek­leri, Yunan uygarlığı ile ilkel uygulama arasındaki bağı kurmaktadır.

Gerçekte, Minos kalıt kuralları, yazıtlar okununcaya değin bilinme- yecektir. Ancak, görebildiğimiz kadarıyla, bunlar temelde, Lykia'da ve Yakındoğu'nun öbür yörelerinde rastlanılan kurallardan değişik değil­dir.141 Bir bakıma daha doyurucu sayılabilecek dinse! kanıtları Yedin­ci Böliim'de inceleyeceğiz.

6. Hititler

Buraya kadar, Ege'nin dört bir yanını baştan başa dolaştık ve her yerde anaerkil toplum düzeninin izlerine rastgeldik. Ama göz önüne alınması gereken bir halk daha kaldı.

Hititlerin Anadolu'ya Kafkasya'dan geçtiklerine inanılır.142 Çobanıl ve savaşkan, karışık bir budundu Hititler.143 Daha on üçüncü yüzyılda demiri kullanmayı biliyorlardı.144 Konuştukları dillerden biri, Hint-Av­rupa dil ailesindendi. Başkentleri, kuzeybatı Kappadokia'da, bugünkü

Eg e 'n i n A n a e r k î l H a l k l a r i 169

137 C. Glotz, La civilisation tgdenne (Ege Uygarlığı). (Paris, 1923), s.138 A.J. Evans, The Palace o f Minos (Minos'un Sarayı). (Londra, 1921-35), 1. s. 124-5.159 Ilyada, 18.417-21.140 The Mothers (Analar), 1. s. 466-77; O. T. Mason, Woman’s Share in Primitive Culture (İlkel Kültürde

Kadının Rolü), (Londra, 1895), s. 91-113.141 Yunan döneminde. Gortyn kentinde, özgür bir kadının köle bir erkekten olan oğlu, eğer annesinin

evinde doğmuşsa özgür sayılırdı.142 E. Cavalgnac, be problim e hittite (Hitit Sorunu), (Paris, 1936), s. 14-5.143 Aynı yerde, s. 5. 42.144 Aynı yerde, s. 4; The Civilisation o f Greece in the Bronze Age, s. 253; Aiskhylos, Zincire Vurulmuş

Prometheus, (Bilgi Yayınevi, Ocak 1968, Türkçesi: Azra Erhat - Sabahattin Eyuboğlu), 714.

Page 171: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Boğazköy'ün yerinde bulunan Hattuşa'ydı.145 Hititler, bütün Kappado- kia'yı, Suriye'nin büyük bir bölümünü ve orta Anadolu'nun kimi yöre­lerini egemenliği altında tutan geniş bir imparatorluk kurdular. Daha batıda, Lydia'ıun başkenti Sardes'de, Sipylos Dağı'nda ve Hermos ko­yağının denize uzanan bölümünde Hitit anıtları bulunmuştur.146 İlk Lydia hanedanı Atyad'ların, Hitit beylerinin boyunduruğu altına girmiş oldukları ileri sürülmüştür.147 Herakleid'lerin sonuncusu Myrsilos, İ.Ö. 1350 dolaylarında Hitit kralı olan Murşil'le aynı adı taşımaktadır.148 Üçüncü Lydia hanedanı Mermnad'lar, Hititler olmaları güçlü bir olası­lık sayılan Leukosyr'lerin, "Beyaz Suriyeliler"in ülkesinden gelmişler­dir.149 Öte yandan, Etrüsklerin atası Tarkhon ya da Tarquinius'un adı­nın, Hitit savaş tanrısı Tarhun'dan geldiği anlaşılmaktadır.150 Gerçi bu yakıştırmaların kimileri birer varsayım olmaktan öteye gidememekte- dir, ama gene de temelde üzerinde anlaşılan ortak bir nokta vardır. Güç­lerinin doruğunda bulundukları dönemde, Hititlerin etkisi, Hermos ve Maiandros ırmakları üzerinden Ege'ye dek uzanmıştır. İlk Hitit kralla­rı ataerkil ve çokeşliydiler, babadan oğula hüküm sürüyorlardı. Ama bu kralların en güçlü oldukları dönemde, kraliçe ile ana-kraliçenin önemli yetkilerle donatılmış olduklarını, ana-kraliçenin resmi görevleri kralla ortaklaşa yerine getirdiğini görüyoruz.151 Anlaşılan, Hititlerin kendi ku­rumlan, Anadolu etkisi altında değişikliğe uğramıştır. Dinde de aynı şey söz konusudur. Babil'den savaş ve aşk tanrıçası İştar'ı, Mitanni'den güneş-tanrıça Hepat ile onun kocası fırtına-tanrı Teşup'u benimsemiş­lerdir.152 Hattuşa'daki kabartmalarda, belki de Amazonların prototipi diyebileceğimiz bir kadın savaşçı, tanrıça ya da rahibe figürü görülür.153

7. Amazonlar Söylencesi

Amazonlar söylencesi, Yunanlıları büyülemişti. Gittikleri her yere taşıdılar bu söylenceyi. Yunanlıların yayılmasıyla birlikte bu söylence

1 7 0 TA RİH Ö NCESİ EGE

145 Le problime hittite, s. 1-2.146 D. H. Hogarth, Cambridge Ancient H/slory'de, 2. s. 264,548.147 J. Carstang, The Hittite Empire (Hitit imparatorluğu), (Londra, 1929), s. 18. Herodot Tarihi, 1. 7.;

Hogarth, Cambridge Ancient History'de., 2. s. 26.4149 Nic. Dam. 9; Apollodoros, 2.5. 9.; The Hittite Empire, s. 171.150 P. Kretschmer, "Die Stellung der lykischen Sprache", Clotta, 28.104,112-4.151 Le problime hittite, s. 52,72,85.152 Aynı yerde, s. 116.153 Aynı yerde, s. 116.

Page 172: Thomson_Tarih Öncesi Ege

EGE’NİN A N A E R K İL HALKLARI 17i

de büyümüş, en sonunda bütün dünya bu romantik söylence kişileriy­le dolmuş, Amazonların kökeni unutulup gitmiştir.

Yaygın geleneğe göre, Amazonların yurdu, Anadolu'nun kuzey kı­yılarında ya da daha doğuda, Kafkasya'daydı. Örneğin, Herodotos, Amazonların Yunanlılarca yenilgiye uğratılarak tutsak edildiklerini, ama gemiye doldurulup denize açıldıklarında Yunanlı erkeklerin üs­tüne atılıp onları öldürdüklerini, Kırım'da karaya çıkıp Skythlerle dost olduklarını anlatır.134 Daha sonraki yazarlarsa, Amazonları çok daha uzaklara götürürler. Diodoros'a göre, Libya'nın yerli halkıdır Amazon­lar. Bu ülkede başa geçtikten sonra kraliçeleri Myrina önderliğinde yer­yüzünün batı sınırına, düşsel Atlantis'e kadar gitmişler, orada Gorgo- ları alt etmişlerdir; daha sonra doğuya yönelip Mısır'a varmışlar, ora­da İsis'in oğlu Horus'la bağlaşıklık kurmuşlar, savaşa savaşa Arabis­tan ve Suriye'den geçmişler, Toros'daki dağlıları boyundurukları altı­na almışlar, Anadolu'dan geçerek Ege kıyılarına gelmişler, buralarda en yiğit önderlerinin adlarım verdikleri kentler kurmuşlardır. Daha sonra, Lesbos veSamothrake adaları üzerinden Thrakia'ya ulaşmışlar, böylece bütün dünyayı ele geçirdikten sonra utkuyla Libya'ya, yurtla­rına dönmüşlerdir.135

Bütün bir Ege bölgesinde ve Anadolu'nun kuzey kıyılarında, Ama­zonda adı verilen yerel anıtlara, Amazonların serüvenlerini dile geti­ren söylencelere rastlanıyordu; ne var ki, onların kentler kurdukları söylenilen bölge daha dar bir alanda kalmaktadır. Bu kentlerden bir bölüğü Propontis ve Paphlagonia kıyılarındaydı.136 Öbürleriyse, Ege kıyılarının sonraları Aiolis ve İonia diye bilinen bölümündeydi: Myri- ne, Mytilene, Elaia, Anaia, Gryneia, Kyme, Pitane, Smyrna, Ephesos ya­kınlarındaki Latoreia ve Smyrna adlı bir Amazonun yönettiği söyleni­len Ephesos'un kendisi.157

Ehpesos'daki eski Artemis tapınağı (Ephesos'lularm Dianası) Ama­zonlar tarafından yapılmıştı.158 Bu gelenek gerçekte Atina Akropolis'in- deki Koreler, yani genç kızlar gibi Tanrıça Artemis'e hizmet eden soy­lu genç kızlar olan kadın avcı ya da savaşçıların toplu yontularını gü- nışığma çıkaran kazılarla da doğrulanmıştır. Bu anıtlar, ilk kalıntılar

154 Herodot Tarihi, 4.110-3; Zincire Vurulmuş Prometheus, 708-9; Strabon, 505, 547; Pausanias, 1. 41. 7.155 D. S. 3. 52-4.156Thiba (Arr. fr. 58), Sinope (Hec. fr. 352), Nikaia (Plutarkhos, Thes. 23), Am asıris (Dem. Birth. 9 »

FHC. 4. 385).157 D. S. 3. 54.158 Pausanias. 7. 2. 7; Tacitus, Annales, 3. 61.

Page 173: Thomson_Tarih Öncesi Ege

172 TA RİH Ö NCESİ EGE

Resim 7. Amazon: Attika vazosu

arasında Hitit etkisinin belirgin izlerini gözlemleyen Lethaby tarafın­dan yayımlanmıştı. Garstang da, Amazonların bir Hitit tapımıyla ba­ğıntılı oldukları ve daha sonraki Artemis tapımımn bu tapımdan kay­naklandığı konusunda Lethaby'ye katılıyor.159

Amazonların adı genellikle şöyle açımlanmaktaydı: Amazonlar, sa­vaşırken kendilerine engel olmasın diye memelerinden birini ya da her ikisini de daha çocukken keserler ya da dağlarlarmış; bu yüzden de, "memesiz" (amazoi) diye bilinirlermiş.160 Bir başka görüşe göreyse, ki-

159 W.R. Lethaby, “The Earlier Temple of Artemis at Ephesus” (Efes’teki Eski Artemis Tapınağı), Journal o f Hellenic Studies, (Londra, 1880-), 10.

160 D. S. 3. 57.

Page 174: Thomson_Tarih Öncesi Ege

E g e ’n i n A n a e r k İ l H a l k l a r i 173

nıi Ephesos'Iu kadınlar, kendi cinslerinin doğal işlerini bir yana bıra­karak savaş ve" tarımla uğraşmaya başlamışlar; bellerinde kuşaklarıy­la (zonai) ekin biçtikleri (amao) için bunlara Amazonlar adı verilmiş.161 Gerçi sözcüklerin kökenlerinden yola çıkılarak yapılan bu açıklamala­rı çok fazla önemsememiz gerekmiyor, ama gene de ikinci açıklama­nın ardında yatan düşünce anlamlıdır. Strabon'un anlattığı gibi, Ama­zonların, "bütün çift sürme, ekin ekme, hayvan otlatma ve at yetiştir­me işlerini kadınların yaptığı"162 kimi Kafkasya kabileleriyle bir tutul­malarının ardında da aynı bakış açısı yatmaktadır. Diodoros'un, Ama­zonların toplumsal yaşamı konusunda söylediklerinde de karşımıza aynı düşünce çıkmaktadır:

Amazonlar, kadınların yönettiği bir halktı; yaşama biçimleri bizimkin­den çok değişikti. Kadınlar savaş için eğitiliyor, belli bir süre zorunlu olarak silah altına almıyorlardı; bu süre boyunca kızoğlankız kalmak zorundaydılar. Askerlik görevleri sona erdikten sonra, salt çocuk yap­mak amacıyla erkeklerle yatıyorlar, ama tüm kamu işlerinin denetimi­ni kendi ellerinde tutuyorlardı. Buna karşılık, erkekler, tıpkı bizim top- lumumuzdaki kadınlar gibi, evcilleşmiş bir yaşam sürüyorlardı.163

Tabloyu tamamlamamız için, Arrianus'a dayanarak, "bunların soy çizgilerini kadın yanından hesapladıklarını"164 eklememiz yetecektir.

Bu söylence, Yunanlılardaki biçimiyle, Ephesos'da Anadolu Ana- Tanrıçasına adanmış dinerkici bir Hitit yerleşim merkezinin anaerkil kurumlanılın bir simgesi olarak yaratılmıştır.165 Ve oradan bütün Ege'ye yayılmıştır. Yunanlıların Akdeniz'in dört bir yöresine yayıldıkları bü­tün bir kolonileştirme dönemi boyunca, her yerde karşılaştıkları ana- erkilliği koruyan halkları Yunanlılar kendileri daha yakından tanıdık­ça, bu söylence de yayılmasını sürdürmüştür. Ya da, bir başka biçim­de söyleyecek olursak, başlangıçta Hattuşa'daki Savaş Tanrıçası'nın hizmetkârları olarak Amazonlar, genişleyen Yunan çevresinde ortaya çıkan bütün öteki anaerkil figürleri (Lydia'h Omphale, Lem nos'lu

161 Themistag. 3 - F H C . 4. 512.162 Strabon. 503-4163 D. S. 3.52.164 Arr. fr. 58.165 Hititlerin ana-tanrıçası, Semiramis söylencesini esinlendiren Ermenilerin ana-tanrıçasıyla ilintiliydi.

Yunanlılar Amazonları Kafkasya'ya doğru izlerken, Artemis'in Kafkasya kökenli olduğunu benimseyen bir geleneği iz lem i; olabilir. Bir yer adı olan Kizkal'ah, Kız Kalesi, bugün hâlâ Ermenistan ve Azerbaycan'da topraktan setlerle kaplı tepeler için kullanılan yaygın bir addır.

Page 175: Thomson_Tarih Öncesi Ege

174 TARİHÖ NCESİ EGE

Hypsipyle, Asur kraliçesi Semiramis, Mısır ve Ethiopia'nın kraliçeleri ve ana-kraliçeleri, Massaget'lerin kraliçesi Tomyris ve Arabistan, Lib­ya, İtalya, Galya ve İspanya'daki daha birçok ilkel kabilenin yetenek­li, gözüpek kadınları) tek bir söylencesel kavramda birbiri ardı sıra özümlediler.166 Amazonlar ile Lemnos'lu kadınlar, aynı düşüncenin kutuplaşmış anlatımlarıdır. Lemnos söylencesinde, ana hukuku kav­ramı, bir kez kuruldu mu ilksel olduğunu öne süren daha sonraki top­lum düzenine karşı bir başkaldırı düzeyine indirgenmiştir; Amazon­lardaysa, gerçeklikten koparılmış, romantikleştirilmiş, zararsız bir düş­ler ülkesinde özgürce gezintiye çıkmıştır.

8. Miny'ler

Şimdi, Yunan dilinin ilk taşıyıcılarının, bu anaerkil dünyada nere­ye oturtulabileceğini düşünmemiz gerekiyor.

Bu yeni dilin bu bölgeye ilk sızmaları ikinci bine kadar uzansa ge­rek. Eğer, birçoklarının inandığı gibi, göç edenler Tuna havzasından geldilerse, ya Aksios koyağından aşağılara inmiş olmaları ya da Adri­yatik kıyılarını izleyerek Epeiros'a gelmiş olmaları gerekir. Ama her iki durumda da, Peneios Irmağı ve onun kollarının suladığı bereketli Tlıes- salia Ovası'nın çekiciliğine kapıldıkları açık. Gerçekten de, bunların, adını Thessalia'daki yerleşim merkezi Dimini'den alan Cilalıtaş Çağı kültürüyle özdeşlenmeleri önerilmiştir.167 Bu Dimini halkı, kuzeyden gelmiş göçmenlerden oluşuyordu; Thessalia'nın doğusuna yerleşmiş­ler, güneyde Korinthos'a kadar yayılmışlardı. Nitekim, daha önce de­ğindiğimiz Kyklad kültürünün (Erken Hellas) kalıntılarının altında bun­lara ilişkin kalıntılar bulunmuştur. Bunlar kendi köylerini kurup ber­kitmişler ve "megaron" adı verilen yeni bir konut tipi ortaya çıkarmış­lardır. Bu özdeşleme hiç kuşkusuz bir varsayımdır; ama hiç değilse bi­zi, kuzeyden ve güneyden gelen en eski akımların umut verici bir araş­tırma olarak çakıştığı güney Thessalia ve Boiotia'ya yöneltmektedir. Ge-

166 Keralalı Nayarlar anaerkil toplum düzenini 1914-18 savaşı sonrasına kadar korudular. "Güzellikleri, özsaygıları ve incelikleri dillere destan Nayar kadınları, Brahminlerden (Brahman adı verilen Hint rahiplerinin karıları), yani aynı ülkenin ataerkil egemenlik altındaki kadınlarından çok daha sağlıklı bir tipi temsil etmektedirler... ve erkeklerle boy ölçüşebilecek bir zekâ, kişilik ve bedensel sağlamlık düzeyine erişmişlerdir": O.R. Ehrenfels, Mother-right in India (H indistan’da Ana Türesi) (Oxford, 1941), s. 58-9.

167 The Civilisation o f Greece in the Bronze Age (Tunç Çağı’nda Yunanistan Uygarlığı), s. 248.

Page 176: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Eg e ’n i n A n a e r k İl H a l k l a r i 175

leneksel Yunan soy zincirlerinden yararlanmadan önce, bunların taşı­dığı tarihsel değeri elden geldiğince belirlemek gerekir, ileride de gö­receğimiz gibi, bu soy zincirleri bütünüyle düş ürünüdür, ama böyle- dirler diye de ahlamazlar, çünkü düş ürünleri de bir anlam taşır. Söz­gelimi, Hellen'in oğullarının -Aiolos, Doros ve İon'un babası Ksuthos- düş ürünü oldukları açıktır, bu kişiler hiçbir zaman yaşamamıştır.

Page 177: Thomson_Tarih Öncesi Ege

176 TA RİH Ö N C ESİ E g e

Gel gör ki, Yunanlıların ulusal bilince erişmeleri -Hellenler olarak bir birlik anlayışına ve Aiol, Dor ve İon olarak bir çeşitlilik anlayışına erişmeleri- bu kişilerde cisimleşir ve bu da bir düş ürünü değil, basba­yağı bir olgudur.

İlkel toplumda, klanın yaşlıları, klanın yaşayan bütün üyeleri ile öl­müş olanların birçoğunu ve bunların evlilik bağlarını kapsayan son de­rece ayrıntılı bir soyağacını ezbere bilirler; çünkü bütün bu bilgiler, klan geleneklerinin aktarılabilmesi ve klanın yaşayışının düzenlenebilmesi için gereklidir. Ne var ki, geçmişteki klan üyeleri zamanla bireysellik­lerini yitirir, birbirlerine karışır, genelleştirilmiş bir klan atası kavramı içinde eriyip giderler. Bu klan atası, aynı türden öteki figürlerle, klan­ların içinde evrildikleri alışkılara göre, erkek kardeş ya da kuzen iliş­kisi içindedir. Süredizin (kronoloji) kısa gibi gösterilme eğilimindedir, ama köken anlayışı aynı kalır.

Akrabalık, toplum yaşamında başat etken olmayı sürdürdüğü sü­rece, bu gelenekler canlılığını korur. Kabile düzeni çözülüp dağıldığın­daysa, bu gelenekler basmakalıp bir nitelik alırlar ve sınıf savaşımı ge­liştikçe de yeniden düzenleme ve çarpıtmalara açık bir duruma gelir­ler, işte, yanılgının kaynakları da, sonradan yapılan bu değişiklikler­dedir. Eski Norveçlilerde ve Maori'lerde olduğu gibi, bir ölçüde bozul­madan kaldıkları yerlerde bu soy zincirleri belli sınırlar içinde son de­rece kesindir.168 Ne var ki, Yunan soyağaçları daha ileri bir aşamaya değgindirler ve bunun için de bunlardaki yanılma payı daha büyük­tür. Öte yandan, Yunan geleneğinin, kent-devletlerinin bağımsızlığın­dan doğan çok çeşitliliği, değişik elyazmalarının farklı yorumlarında olduğu gibi, çözümleme için geniş olanaklar sağlar.

Bir geleneğin tarihsel değeri, onun bize değişik yorumlarla ulaşmış olmasıyla ille de ortadan kalkmaz. Birbirleriyle çelişmelerine karşın, iki değişkenin her ikisi de geçerli olabilir. Sözgelimi, Boutes, hem Posei- don'un oğludur, hem de Pandion'un. Bu önesürüşlerin ikisi de gerçek değildir. Biri, ilerideki bölümlerden birinde inceleyeceğimiz gibi, Bu- tad'larm kökenini simgelemekte;169 ötekiyse, Butad'ların, Erekhteid'le- rin tapımına kabul edilişini belirlemektedir. Athena Polias ve Erekhte- us tapımını devraldıklarında Butad'ların gerçekten de bir baba tanım a ya da evlat edinme töreninden geçtiklerinden hiç kuşkumuz olmasın.

168 H.M. Chadwick, The Growth of Literature (Yazın'ın Gelişimi), (Cambridge, 1932-40), 1. s. 270-6, 3- s. 242-3.

169 Bkz. bu kitapta VII. 2. Athena. 94.

Page 178: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Eg e ’n i n A n a e r k İl H a l k l a r i 177

Kabile düşüncesine göre, yabancı bir klanın kabul edilmesi, soyağacın- ja bir düzeltmeyi gerektirir; aslında bu düzeltme, birliğin gerçekleşti­rildiği yeniden doğuş eyleminin resmi olarak belgelenmesidir.

Yunan soyağaçlarının bir özelliği vardır ki, ilk bakışta gözümüze çarpan Bu soyağaçlarmda, kadınların bütünüyle tarihin ışığına çıktık­ları noktadan sonra kadın adlarına çok sık rastlanır. Bunun nedeni, ge­nellikle, daha yakın zamanlara ilişkin olduklarından ayrıntıların nok­sansız anımsanabilmesidir. Kaldı ki, demokrasi düzeninde bile, eski ai­leler saygınlıklarını büyük ölçüde korumuşlardı; kimileyin bu ailele­rin birbirleri arasında evlenmelerinin siyasal bir önemi vardı. Ama Dor istilasına kadar uzanan önceki dönemde, kadın adlanna hemen hiç rast- lanmamaktadır. Bu döneme değgin soyağaçlarının başlıca amacı, ge­tirdiği ayrıcalıklar uğruna klan soy çizgisini korumaktı; soy çizgisi ba- bayanlı olduğu için de kadınlar önemsiz bir etkendi. Ancak, daha da gerilere uzandığımızda, kadınların her zamankinden daha çok öne çık­tıklarını görüyoruz. Örneğin, Solon ile-Platon'un bağlı olduğu Kod- rid'lerin soyağacını alalım.1/0 Bu soyağacı, ondördüncü yüzyıldan dör­düncü yüzyıla kadar otuz iki kuşağı kapsamaktadır. İlk üç kuşakta er­keğin karısının adı hemen her durumda, dördüncü kuşaktaysa çeşitli durumlarda yazılmıştır. Ama dördüncü kuşaktan otuzuncu kuşağa ge­linceye kadar başka kadın adı görülmemektedir. Bu ilk kadın adların­dan kimileri yalnızca birer addır, görünürde hiçbir işlevsel değer taşı­mamaktadırlar, ama bir zamanlar bundan öte bir nitelik taşımış olma­ları gerekir, yoksa gelenekte böylesine derin bir iz bırakamazlardı. Bu tarihöncesi soyağaçlarını yorumlarken karşılaştığımız en büyük güç­lük, bunların bize, kadının kalıtı ve soy zincirini belirlemedeki rolünün anlaşılır olmaktan çıktığı bir dönemden geçerek aktarılmış olmalarıdır.

Aynı adı taşıyan öteki kentlerden ayırt etmek için Minyen Orkho- nıenos denilen Orkhomenos kenti, Kephisos Irmağı'nm Kopais Gölü'ne döküldüğü yerin biraz kuzeyindedir.171 Orkhomenos, anakarada Mi­nos kültürünün sağlam bir biçimde kurulduğu en kuzeydeki yerleşim merkezidir. Daha ilk dönemlerden başlayarak, Boiotia ovasının dene­timi konusunda, başka bir Minos yerleşim merkezi olan Thebai kentiy­le anlaşmazlığa düşmüştü Orkhomenos kenti. Bu iki kent arasındaki düşmanlık, Orkhomenos'un yağmalandığı, halkının köle olarak satıl­

170 W. Petersen, Quaestiones de historic gentium Alticarum, (Schleswig, 1880), s.'71 Orkhomenos hanedanlarına değgin bu bilgiler için bkz. Pausanias, 9. 34-7; başlıca değişkeler

dipnotlarda verilmiştir.

Page 179: Thomson_Tarih Öncesi Ege

178 T A RİH Ö N C ESİ E g e

dığı İ.Ö. 364 yılına dek sürdü. Bu kentin gelenekleri, birkaç küçük öğe dışında, kendisiyle birlikte yok olup gitti. Thebai'lılar üstün gelmişler­di. Ama gene de, kendi kentlerinin Orkhomenos krallarınca yönetildi­ği, dahası belki de kurulduğu bir dönemin izlerini tümden silip atama­dılar.172

İlk Orkhomenos kralı, Peneios'un oğlu Andreus'du. Andreus'un krallığı sırasında, kente yeni gelen Athamas adlı birine, Laphistion Da- ğı'nda ve Koroneia ve Haliartos'da göl kıyısında toprak verildi. Andre- us, Athamas'ın torunlarından biriyle evlendi ve bu kadından olan oğ­lu Eteokles, Andreus'un ardmdan tahta çıktı.173 Eteokles'in krallığı za­manında, Sisyphos'un oğlu Almos bu ülkeye gelerek kendi adı verilen Almones diye bir köye yerleşti. Daha sonra, Almos'un yerine onun kı­zının oğlu Phlegyas, Phlegyas'ın yerine de onun annesinin kız karde­şinin oğlu Khryses geçti. Phlegy'ler savaşkan bir halktı; ülkeyi ta Delp- hoi'a kadar bir baştan bir başa yakıp yıktılar, yağmaladılar. Onları da yıldırımlar ve depremler yok etti.

Daha sonra, Poseidon'un oğlu Minias'm kurduğu yeni bir hanedan başladı. Minias akıl almaz ölçüde zengin bir kraldı. Hâzinesini yeral­tında saklıyordu.174 Minias'm oğlu, Orkhomenos'du. Ondan sonraki kral, Athamas'ın torununun oğlu Klymenos'du. Thebai'ı Klymenos'un oğlu Erginos ele geçirdi. Erginos'un oğullan Trophonios ile Agamedes, tapmaklar ve yeraltında hazine daireleri kuran ünlü birer yapı ustasıy- dılar. Krallık daha sonra Askalaphos ile İalmenos'a geçti; bunlar, Klyme­nos'un torununun kızının Ares'den olan çocuklarıydılar. Troya Sava- şı'na Orkhomenos'dan katılan ordunun komutanlarıydılar.

Bu soyağaçları karışık, tutarsız ve çelişmelidir. Bu, eski yapıtlarla uğraşanların, varlığını bölük pörçük koruyan yerel bir geleneği, Ho- merik şiirlere ve.öteki yazmsal kaynaklara uydurma çabalarının bir so­nucudur. Ama, böyle de olsa, yol gösterici izi sürmek olasıdır.

İlk kralın babasının adı Peneios, Thessalia ovasından geçen ırmağın adıdır. Almones köyünün ata adı olan Almos; Almos, Salmone, Hal- monia ve Salmonia gibi değişik adlarla bilinen bir Thessalia köyüne de vermiştir adını.175 Anlatıldığına göre, bu köy bir zamanlar Minyeios

172 Apollodoros, 2. 4.11; D. S. 4.10. 3-5; Pausanias, 9. 37; Odysseia, 11. 263-5.173 Eteokles, Minias ile Orkhomenos'un babası olarak da gösterilir: Pi. 1.1. 79.174 Minias, değişik yerlerde, Poseidon’un, Aiolos’un (Pi. P. 4.120) ya da Okeanos’un (Pi. 0 . 14. 5.) ya

da Boiotos’un (A. R. 1. 230) ya da Hyperphas’ın (Odysseio, 11, 326) kızlarından birinden olan oğlu ya da Orkhomenos, Eteokles, Aleos ya da Ares’in oğlu (Pi. 1.1. 79) olarak tanımlanır.

175 Plinius, NH. 4.29.

Page 180: Thomson_Tarih Öncesi Ege

E g e ’n i n A n a e r k i l H a l k l a r i 179

Çizelge IX

O R K H O M E N O S KRALLARI

Peneios

Andreus = Euippe

IEteokles

Minyas

Orkhomenos Kylmenos

Erginos Azeus

Trophonios Agamedes Aktör

IAstyokhe

Askalapos İalmenos

denilen Thessalia Orkhomenosu'nun (daha sonraları Krannon) yakın­larındaydı.176 Almos'un babası Sisyphos'un Korinthos'da yaşadığı var­sayılıyordu, ne ki Sisyphos'un babası Aiolos Thessalia'lıydı.177

Değişkelerde de böylsdir bu. Phlegyas bir başka yerde Antion'un oğlu olarak çıkar karşımıza, oysa Antion bir Thessalia kabilesinin ata adı olan Lapithes'in torunuydu.178 Erkek kardeşlerinden birinin adı olan Gyrtone, aynı zamanda Tempe Irmağı'run yukarılarında, kuzey­doğu Thessalia'daki bir bentin adıydı.179

Peneios'un başka bir oğlu da Atraks'dı; koyağın yukarılarında bir kentin adıydı Atraks.180 Atraks'ın torunu Kaineus, ünlü bir Lapith şe-

176 Aynı yerde,4.29.177 Apollodoros, 1. 9.3.1.7.3.178 Phlegyas, iksion'un erkek kardeş (Strabon, 442), Antion’un oğlu Aiskhylos, (fr. 89). Periphas'ın oğlu,

Lapithes'in oğlu (D. S. 4. 69) idi.Daha başka değişkeler de bulunmakla birlikte, Lapith'lerle değişmez bir bağıntısı vardır Phlegyas'ın.

179 St. B, Gyrton.180 St. B. Atraks.

Almos

I IKhryse Khrysogeneia

I IPhlegyas Khryses

Page 181: Thomson_Tarih Öncesi Ege

ı 8 o T a r İh ö n c e s İ E g e

Çizelge X

LAPİTH 'LER

Peneios

Atraks

IElatos

IKaineus

Koronos

Andraimon

Thoas

IHaimon

Oksylos

Hypseus Stilbe = Apollon

Lapithes

Astyagyia = Periphas Phorbas

Antion Auglas

Phlegyas İksion Phyİeus Agasthenes

Peirithoos

Polypoites

Meges

Polyksenos

Aktör

Eurytos

Th alp io s

fiydi.181 Kaineus'un babası, Elatos'du; Elatos da, aynı koyakta Gyrto- ne'nin aşağılarında bulunan Elateia kentinin ata adıydı.182

Bu gelenekler birbirleriyle ne denli çelişirlerse çelişsinler, Orkhome­nos kentinin, ilk çağlarda Boiotia'ya kuzeydoğu Thessalia'dan gelen Lapith'lerin kolları tarafından istila edildiğini belirtmekte birleşmek­tedirler. Dahası, Lapith'lerin, ata adlarından da anlaşıldığı gibi Thes- salia'daki anayurdu, bugünkü Rachmani dolaylarına düşmektedir ve bu yöre Dimini kültürü kalıntıları bakımından olağanüstü zengindir.183 Demek ki, Rachmani yöresinin Cilalıtaş Çağı kültürünün, Yunan gele­neğindeki Lapith'lere rastgelmesi olasıdır.

Aiolos, Homeros şiirinde, Sisyphos ile Kretheus'un babası olarak çı­kar karşımıza.184 Herodotos ise, Aiolos'un, Athamas, Salmoneus ve Pe*

181 Ant Lib. 17.182 Die. 30.183 H. D. Hansen, Early Civilisation in Thessaly (Teselya’da Eski Uygarlık), (Baltimore, 1933), s. 26-8.33-

7,43-4.50-5,78-113.182-4.184 ilyada, 6.152-4; Odysseia, 11. 235-7.

Page 182: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Eg e ’n i n A n a e r k i l H a l k l a r j 181

rieres'in babası olduğunu söyler.185 Daha sonraki yazarlar işi daha da ileri götürürler. Homeros'un bilmediği Doros ve İon gibi Aiolos da da­ha geç bir kavramdır. Aiolos, Yunanlıların yeni yurtlarına yerleştikleri zaman bölündükleri üç koldan birini simgeler. Bu nedenledir ki, onun­la aralarında bağıntı kurulan kabile ve klanların en eski tarihleri konu­sunda Aiolos'a güvenmemek gerekir. Buna karşın, Aiolos'un Thessalia kökenli olduğunun söylenmesi anlamlıdır ve en azından oğullarından ikisinin, Sisyphos ile Kretheus'un aynı yöreyle ayrı ayrı bağları vardır. Daha önce de gördüğümüz gibi, Sisyphos'un oğlu Almos bir Thessalia adı taşımaktadır. Sisyphos kendisi, Korinthos olduğu belirlenen Eph- yra'da hüküm sürmüştü, ama Elis'de ve Thessalia'da da birer Ephyra vardı.186 Bu da, olsa olsa, Thessalia'dan göç edenlerin Korinthos'a ve Elis'e yerleştiklerini gösterir. Nitekim bunun gerçekten böyle olduğunu göreceğiz. Anımsanacağı gibi, Sisyphos, Bellerophontes'in dedesiydi ve Ionia kralları Bellerophontes'in soyundan geliyorlardı; bu, daha önce de belirttiğim gibi, Sisyphos soyunun Yunanca konuştuğunun bir belirtisi­dir. Kretheus, Pagasai Körfezi'ndeki İolkos kentinin kurucusuydu.187 Karısı Tyro ona üç erkek çocuk doğurmuştu: Aison, Pheres ve Amytha- on.188 Aison, körfezdeki bir başka yerleşim merkezini, Aisonis'i temsil etmektedir; Pheres, aynı bölgedeki Pherai'ı kurmuştur.189 Aison'un oğ­lu İason, Argonautdan toplayarak İolkos'dan gemiyle sefere çıkmıştır.190 İason'un Lemnos'da kaldığına, orada Euneos adlı bir oğlu olduğuna da­ha önce değinmiştim. Kretheus ile Tyro'nun üçüncü oğullan Amytha- on, Melampus ile Bias'm babasıydı. Bunlar Peloponnesos'a göç etliler ve Melampus orada Bellerophontes'i konuk eden Argos kralı Proitos'un kızlarından biriyle evlendi.191 Elis'de Minyeios adlı bir ırmak vardı; Me­lampus, Proitos'un Dionysos tarafından çıldırtılan kızlarını bu ırmakta yıkayıp arındırarak iyileştirdi.192 Olimpiyat Oyunları'nı yöneten Klytid- lerin bilici klanı, Melampus soyundan türemiştir.193

Buraya kadar, Sisyphos ile Kretheus arasında, bir yana bırakmaya karar verdiğim iz Aiolos soyundan gelmelerini saymazsak, hiçbir do-

185 Hesiodos, fr. 7.186 İlyoda, 6. 152-3; Apollodoros, 1. 9. 3; Strabon, 328. 333. 331.

187 Apollod oros, 1.9.11.188 Odysseia, 11. 235-9.189 Pher. 58; Apollodoros. 1.9. 14.

190 Apollodoros, 1 .9 .1 6 .191 Apollodoros, 1. 9 .11 , 2. 2. 2.192 İlyada, 11. 722; Pausanias, 5. 5. 7, 5. 6. 3.

193 Pausanias, 6.17. 6.

Page 183: Thomson_Tarih Öncesi Ege

18 2 TARİHÖ NCESİ EGE

Iaysız bağ kurmadık. Ama gene de küçük bir ayrıntı var. Sisyphos'un Tyro'dan çocukları olduğu ve Tyro'nun bu çocukları doğar doğmaz öl­dürdüğü söylenir.194 Korinthos geleneğince bastırılan Sisyphos ile Tyro arasındaki eski bir bağın anımsanmasıdır sanki bu.

Ayrıca Elis de, Tyro'nun yurdu olarak karşımıza çıkıyor; Tyro, Elis'de, aynı zamanda Olympia'nın kuzeyindeki Salmone kentinin ata adı olan Salmoneus'uıı kızı olarak görülüyor.195 Tyro, orada, Enipeus Irmağı'na vurulmuş. Irmak boyunca gezinirmiş durmadan. Sonunda, ya Enipeus'dan ya da kendini ırmak şekline sokan Poseidon tanrıdan Pelias ve Neleus adlı ikiz oğullan olmuş.196 Pelias, "Thessalia'da yaşa­mış", orada Alkestis adlı bir oğlu olmuş. Neleus ise, güneye, Messeni- a'daki Pylos'a gitmiş, nitekim Odysseia'da oğlu Nestor'a orada rastla­rız.197 Dor'lar Peloponnesos'a girdiklerinde, bu Pyloslu Neleid'ler (Ne- leusoğulları) Attika'ya kaçmışlar ve orada en ünlü Atina klanlarından kimilerini (Alkmaionid'ler, PeisistratedTer, Paionid'ler ve Kodrid'ler) kurmuşlar.198 İonia'ya yapılan göçe Kodrid'ler önderlik etmişler ve tıp­kı uzak akrabaları, Lykia'dan gelen Bellerophontes'in torunları gibi on­lar da orada çeşitli kentlere yerleşerek krallık etmişler.199

Bu gelenek birçok bakımdan önemlidir. Bir kere, yer ve zaman açı­sından böylesine geniş bir göçler dizisinin, Yunan dilini tarihsel alanı­na yerleştiren bir hareketin parçası olduğuna inanmamak güçtür. Sisy­phos soyunun olduğu gibi Kretheus soyunun da Yunanca konuştuğu doğrultusunda güçlü bir kam vardır.

İkincisi, bütün bir hareketin odağı Thessalia'dır. Salmoneus'un Elis'de oturduğu yer olan Salmone, Thessalia'daki Almos'un başka bir biçiminden başka bir şey değildir.200 Tyro'nun gönlünü kaptırdığı Eni­peus Irmağı, Thessalia'da Peneios'un kollarından biri olarak belirir.201 Minyeios akarsuyu, Minyen Orkhomenosu'ndan geçerek Thessalia Ork-

194 Hyg. F. 60.239; Neleus’un Korinthos'da gizlice gömüldüğü söylenmekteydi: Pausanias. 2. 2.2.195 Apollodoros. 1. 9. 7-8; Strabon. 356.196 Odysseia, 11. 235-59.197 Odysseia, 11. 281-6; Apollodoros, 1. 9. 9; Pausanias, 4. 2. 5. Nestor’un. Triphylia Pylos'undan değil

de. Messenia Pylos'undan olduğu son kazılarla da doğrulanmıştır: C. W. Blegcn ve K. Kouronıotis, "Excavations at Pylos" (Pylos Kazıları). 1939, American Journal o f Archaelogy, (Concord, 1897-). 43. 557.

198 Herodot Tarihi, 5.65; Pausanias, 2.18.8. Neleid’lerin torunlarından kimileri Messenıa'da yaşamışlardır: Strabon, 359.

199 Herodot Tarihi, 1.147,9.97. Herodotos. Kodrid’lerden Kaukon'lar diye söz eder. Bundan, Kodrid'lerin izleyicileri arasında Pylos'dan gelen Kaukon'ların da bulunduğu sonucunu çıkarıyorum.

200 Bkz. dipnot 175.201 Strabon, 356-432.

Page 184: Thomson_Tarih Öncesi Ege

E g e 'n î n A n a e r k i l H a l k l a r i 183

homenosu'na ya da Minyeiosuna döner. Tersinden bakacak olursak, Elis'de Peneios adlı bir ırmak vardı.202 Sonra bir de Bias'm öyküsü var: Bias, Neleus'un güzel kızıyla evlenmek istiyormuş, ama Neleus kızını Bias'a ancak Phylake'deki sürüleri getirirse vereceğini söylemiş. Bu öy­künün Thessalia'dan aktarıldığı açık; çünkü Phylake, Pagasai Körfezi ile Thessalia'daki Enipeus arasındadır.203

Bir de Tyro'nun kendisi var. Elis'de Salmoneus'un kızı, Thessalia'da Kretheus'un karısı olan Tyro, bu soyun iki kolunu birleştiren addır. Klanın ortak kadın atası, ilk anasıdır Tyro. Acaba bir anayanlı soy ge­leneğini daha sonraki bir çağm düşüncelerine uydurmak amacıyla Sal- moneus ve Kretheus soyağacının tepesine oturtulmuş olamazlar mı? Bu olasılığı akıldan çıkarmaksızm Miny'lere dönelim şimdi.

Miny'ler, adını kenti yeniden kuran Minias'dan alan Minyen Ork- homenosunun halkıdır. Minias'm, eski adı Minyeios olan Thessalia'da­ki Orkhomenos kentinden geldiği anlaşılmaktadır, ancak Thessalia'lı olmakla birlikte Minias'm Lapith'lerle ya da Tyroid'lerle hiçbir ilişkisi yoktur. İşin içine yeni bir öğenin girmesini temsil etmektedir Minias. ipucu için yeniden arkeolojiye dönüyoruz.

İ.Ö. 2000'den kısa bir süre sonra Orkhomenos kenti, "M inias çöm­leği" diye bilinen özel türden bir çömlek kullanan bir halk tarafından yıkılmış ve bir kez daha işgale uğramıştı. Sözünü ettiğimiz çömlekle­re bu adı veren Schliemann'dır; belki deSchliemann'm sandığından da yerinde bir addır bu. Bu tür çömlekler Thessalia'da, Makedonia'da ve Troya'da bulunmuştur; bunların ikincil uzantılarıysa, Erken Hellas dö­neminin üstünü kaplamış olarak orta ve güney Yunanistan'dadır. Uzun yıllar önce, Forsdyke bu tür çömleklerin Yunanistan'a Troya'dan gel­diğini ileri sürmüştür, son zamanlarda Heurtley'in Makedonia'da ger­çekleştirdiği kazılar da bu görüşü desteklemektedir.204 Heurtley, bu çömleklerin, kuzeybatı Anadolu'dan Makedonia üzerinden gelen göç­menlerce Thessalia'da ve Orta Yunanistan'da geliştirildiğini öne sürül­müştür. Ayrıca, bu çömlek türü ve Erken Hellas kültürü için "Troya'nm doğusunda bir yerde" bir ortak kaynak olabileceği varsayımında bu­lunmuştur Heurtley. Ben de, temkinliliği elden bırakmaksızın, Erken Hellas kültürü nasıl Karia'lılarm ve Leleg'lerin ürünü idiyse, Heurt-

202 Strabon. 337-8.203 Odysseia, 11. 287-97; Apollodoros, 1. 9.12; Strabon, 433, 435.204 E.j, Forsdyke, “The Pottery called Minyan Ware", Journal o f Hellenic Studies, (Londra, 1880-), 34.126;

W.A. Heurtley, Prehistoric Macedonia, (Cambridge, 1939), s. 118-23.

Page 185: Thomson_Tarih Öncesi Ege

184 T a r i h ö n c e s i Eg e

ley'in kuzeybatı Anadolu'dan gelen göçmenlerinin de Pelasg'lar oldu­ğunu ileri sürmek istiyorum.

Orkhomenos kenti, Miny'lerin yönetimi altında, Minos Giritinin yö­rüngesine çekildi. Trophonios ile Agamedes'in mimari başarılarını ve Minias'm kızlarıyla ilintili gelenekleri bu döneme yakıştırabiliriz. Bu gelenekler, Tyroid'lerle içli dışlı ilişkiler bulunduğunu ortaya koyduk­ları için son derece ilginçtirler.

Minias'm Hlymene, Periklymene, Eteoklymene ve Persephone adlı dört kızı vardı.205 Klymenos Hades'in bir sıfatı,206 Persephone de onun ecesi olduğuna göre, Minias'm kızlarının adlarının Minos'daki Deme- ter-Persephone saray tapımını anıştırdığını söyleyebiliriz, tıpkı Kad- mos'un Thebai'da kurduğu tapım gibi.

Persephone, Amphion'un anasıydı;207 Amphion'un ise Khloris ve Phylomakhe adlı iki kızı vardı. Bu kızlar, Tyro'nun Enipeus'dan olan oğullan Neleus ve Pelias'la evlendiler.208 Periklymene, Tyro'nun Kret- heus'dan olan oğullarından biriyle, Pheres'le evlendi. Admetos ve Ei- domene adlı iki çocukları oldu.209 Eidomene, Tyro'nun Kretheus'dan olan ikinci oğlu Amythaon'la evlendi ve ondan Melampus ile Bias'ı dünyaya getirdi.210 Klymene, Phylakos'la evlendi. Onların kızı Alki- mede de Tyro'nun Kretheus'dan olan üçüncü oğlu Aison'la evlenerek ondan İason'u dünyaya getirdi.211 Bütün bunlar, iyiden iyiye, iki klan arasında evlenme geleneğini andırmaktadır.

Miny'lerin, Orkhomenos halkı olduğu açık. Ama İason'la Argona- ut'lar da Miny'ler olarak tanımlanıyor, lolkos'da oturanlara neden bu ad verilsin? Orkhomenos'dan gelen Miny'lerin İolkos'a yerleşmeleriy­le açıklanmıştı bu çok eskiden.212 Bu oldukça akla yakındır, çünkü gü­neydoğu Thessalia'da, Boiotia'dan daha az ve o yönden gelmiş epey­ce Mykene (Geç Hellas) kalıntısı bulunmuştur.213 Argonautika'nın bil­gili yazarı Apollonios'un açıklamasına göreyse, İolkos'lu Miny'lere bu

205 A. R. 1.230; Pher. 56.206 Las. ap. Ath. 6 4 2 e - E. Diehl. Anthologia Lyrico Craeca, (Leipzig, 1925), 2. s. 60.207 Pher. 56. Amphion. Hyrieus'un (yani Kithairon Dağı eteğindeki Hyria kenti) torunu Antiope'nin oğlu

olarak da gösterilir: Apollodoros, 3. 5. 5.208 Odysseia, 11. 281-2; Apollodoros, 1. 9. 10. Neleus’un Khloris'le evlenerek, Pylos’un yanı sıra

Orkhom enos'u da yönettiği söylenir. Pelias'ın karısı, Bias'ın kızı Anaksibia olarak da gösterilir (Apollodoros, 1. 9.10).

209 Apollodoros, 1. 9.14.210 Apollodoros. 1.9.10-1.211 A. R. 1.45-7, 230-3.212 Strabon, 414.213 Early Civilisation in Thessaly, s. 107.

Page 186: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Çizelge XI

M İN İA S İLE TYRO

E g e 'n i n A n a e r k i l H a l k l a r i 185

M İN İA S Kretheus < TYRO = Enipeus

r 1 1 iPersephone = İaos Klymene = Phylakos Periklymene = Pheres

I

Niobe = Amphion Eidomene = Amythaon

Melampous Bias

Alkimede = Aison

. IHypsipyle = İason

IEuneos

Chloris = Neleus

INestor

rPhylomakhe = Pelias

Admetos = Alkestis

IEumelos

adın verilmesinin nedeni, önderlerinin, Minias'ın kızlarından dünya­ya gelmiş olm alarıdır.214 Başka bir deyişle, Tyro'nun, Pagasa- i Körfezi dolaylarına yerleşen ve Orkhomenos hanedanıyla karşılıklı olarak evlenen torunları ana yanından Miny'lerdi.

Soruna bütünüyle değişik bir açıdan yaklaşılarak da ayru sonuca va­rılmıştır.

Boiotia'daki Agriania şenliğinde, bir bölük kadın, Dionysos rahibi tarafından kırbaçla kovalanırdı. Rahip, en arkada kalanı yakalarsa, öl­

214 A.R. 1.229-32.

Page 187: Thomson_Tarih Öncesi Ege

l86 TARİHÖNCESİ EGE

dürme hakkına sahipti. Bu töreni açıklayan söylence, dolaylı olarak Mi- nias'ın kızlarına değinmekteydi. Minias'm kızları, Dionysos Mysterj- a'lanna, bu gizli tapmalara girmeyi reddedince, insan etine karşı çılgın­ca bir isteğe tutulmuşlar. Aralarında kurra çekmişler ve kurranın çık­tığı kardeşlerinin çocuğunu parçalayıp yemişler. Ondan sonra da dağ­larda çılgınlar gibi dolaşmışlar, asma yaprağı, porsukağacı yaprağı ve defne yaprağıyla beslenmişler.215 Bu son ayrıntı, Orkhomenos'daki şen­liğin başka bir özelliğine denk düşüyor. "Kadınlar," diyor Plutarkhos, "coşup kendilerinden geçtiklerinde asmaların üstüne atılır, onları par­çalayıp yutarlar".216

Gerçekte, çok bilinen türden bir kuttörendir bu. insanlar arasından seçilen bir kurban ülkenin dışına bir yere götürülür, orada topluluğun günahları adına kurban edilir.217 Yunan dinindeki pompcıi ya da tören alayları sırasında da Tanrının imgesi kent dışına götürülür, orada bir kurban sunulduktan sonra geri getirilirdi. Bunlar da aynı nitelikte kut- törenlerdi.218

Agriania şenliği, Argos'da da gözlemleniyor ve orada Proitos'un kızlarına bağlanıyor. Dionysos Argos'a geldiğinde, kadınlar onun giz­li tapımına girmeye yanaşmamışlar. O zaman Dionysos Tanrı da onla­rı çıldırtmış, kadınlar kucaklarındaki bebekleri öldürüp yemişler. Özel­likle de Proitos'un kızları Peloponnesos'un dört bir yanında çılgınlar gibi dolaşmaya koyulmuşlar. Melampus da, kendilerinden geçercesi­ne dans eden delikanlıların başını çekerek, Proitos kızlarının ardına düşmüş. Bu kovalama sırasında Proitos kızlarından biri ölmüş. Onu Melampus'un öldürdüğü söylenmiyor gerçi, ama öyle görünüyor. En sonunda, sağ kalanlar Olympia yakınlarındaki Minyeios Irmağı'na eriş­mişler. Orada, Melampus onları yıkayıp arındırmış ve içlerinden biri­ni kendine eş seçmiş.219

İki söylence arasındaki benzerlik, Argos'daki Agriania'nın Boiotia'da- ki aynı kuttörene dayandığını açıkça ortaya koyuyor.220 Dolayısıyla,

215 Plutarkhos, M. 299e; Ant. lib. 10.216 Plutarkhos, M. 291a.217 The Golden Bough (Altın Dal), “Adonis. Attis, Osiris".218 C. Thomson. Aeschylus and Athens (Aiskhylos ve Atina), (2. basım, Londra, 1946), s. 166-7.219 Apollodoros, 2. 2. 2.; Herodot Tarihi, 9. 34; Strabon, 346; D. S. 4. 68; Pausanias, 2.18. 4, 5. 5.10. S.

18. 7.220 Agrianios ayma, Boiotia, Sparta, Rodos, Kos, Kalymnos ve Bizans'da rastlanır; W.R. Paton ve E L

Hicks, Inscriptions o f Cos (istanköy Yazıtları), (Oxford. 1891), s. 327-30. Bu ay adının bu dağılımı. Peloponnesos’a Boiotia’dan getirildiği varsayımını doğruluyor. G. Thomson, "The Greek Calendar’ (Yunan Takvimi), Journal o f Hellenic Studies, 63. s. 56.

Page 188: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Eg e ’n î n A n a e r k i l H a l k l a r i 187

bu kut törenin, Peloponnesos'a soyağaçlarında Melampus tarafından temsil edilen Tyroid'lerin bir kolu tarafından getirildiği, onların da bu­nu ana yanından, Orkhomenos'lu Miny'lerden kalıt aldıkları sonucu­nu çıkarabiliriz.

İason soyundan gelen Attika'h Euneid'lerin de, Dionysos Kittos, As­ma Dionysos'a bağlanan bir Dionysos tapımı vardı. Bu tapımın belirle­yici özelliklerinden biri de, tapım üyelerinin flüt çalarak dans etmeleriy­di. Tören alaylarının (pompai) yönetilmesi, bu klanın bir ayrıcalığıydı.221 Anlaşılan, bu da bizi gerilere, Euneid'lerin atalarının bu tapımı ana ya­nından, MinyTer olarak edindikleri Orkhomenos'a götürmektedir.

Peki, bu MinyTer Yunanlı mıydı acaba? Nilsson, Yunanlı oldukları, İonia Yunanlıları oldukları kanısında.222 Ama burada bir ayrım yap­mamız gerekiyor sanırım. Gerçi MinyTer ile Tyroid'ler karşılıklı olarak evleniyorlardı, ama ataları bakımından hiçbir bağ yoktur aralarında. Bu yüzden, ben, Orkhomenoslu Miny'leri Hellenik saymamayı yeğli­yorum. Belki de, daha önce de söylediğim gibi, Pelasg'lardandılar. Ama lolkos'lu MinyTer farklıdır. Eğer Tyro'nun soyu Yunanlı idiyse, o za­man bunlar da Minos'lulaşmış Yunanlılardı. Ne var ki, onlara İon de­meye çekiniyorum, çünkü İonca'nm bu denli erken bir dönemde ayrı bir lehçe olarak varolduğunu kabul etmek pek doğru olmaz. Bunların konuştukları dilin, daha sonraki İon ve Aiol lehçelerinin kaynağı olma­sı daha akla uygundur. Bu da, onların Attika ve İonia'daki torunları­nın İon'la yakın ilişki içinde olmalarına karşılık, kendilerinin neden her zaman Aiolos'un torunları sayıldıklarını açıklamaktadır.

Daha da ileri gitmeden edemiyor insan. Kuzey Thessalia'daki -At- raks, Gyrtone ve Elatos- Lapith'lerin, Elateia'nın hemen kuzeyinde, Rachmani çevresindeki Dimini yerleşim merkezlerine bağlanması ge­rektiğini söyledim. Bu bölge dışmda, Dimini kalıntılarına en çok Pagasai Körfezi çevresindeki ovalarda rastlanmaktadır. Burası Tyroid'lerin yur­duydu. Dimini ise, eski İolkos yakınlarındadır. Dahası, Tyroid'lerin, körfeze kuzeyden ulaştıkları anlaşılmaktadır, çünkü Tyro'nun vurul­duğu Tanrı, başka bir deyişle Pelias ile Neleus'un babası, Poseidon Pet- raios diye tanımlanmakta, bu da bizi Olympos Dağı'nın kuzey etekle­rindeki Petra'ya götürmektedir.223 Lapith'lerle Tyroid'ler, Dimini hal­

221 Pausanias, 1.31.6.222 M.P. Nilsson, Mycenaean Origin o f Creek Mythology, (Londra, 1932), s. 155; Homer and Mycenae, s.

96.223 Pi. p. 4 , i 3g Poseidon Petraios tapınağının, tanrının üç ağızlı kargısını kayaya vurarak at biçiminde

yarattığı Sisyphos'un doğuşunun anısına kurulduğu söylenir.

Page 189: Thomson_Tarih Öncesi Ege

l88 TA RİH Ö NCESİ EGE

kının iki kolu muydu acaba? Bu görüşe karşı, soy araştırmalarmda Thes- salia'lı Lapith'lerin Apollon'a bağlandığı ileri sürülebilir, ama bunun nedeni Delphoi'dan gelen daha sonraki etkiler de olabilir, ilerideki bö­lümlerden birinde, Thessalia'lı Lapith'lerin torunlarının, yani Attikah ve Peloponnesos'lu Lapith'lerin Poseidon'la, özellikle de Poseidon Pet- raios'la ilintili olduklarını göreceğiz.224 Eğer Dimini kültürü Yunan ge­leneğinde bir iz bıraktıysa, bunda Lapith'lerin ve Tyroid'lerin büyük payı vardır. Ve eğer bunu kabul ediyorsak, Orkhomenos kültürünü özümledikten sonra "Minias çömleği"ni güney Yunanistan'a aktaran­ların bunlar olduğunu söyleyebiliriz.

Aydınlığa çıkarılması gereken bir nokta daha var. Körfez çevresin­deki Yunanca konuşulan bu köylerin, Orkhomenos'un kent kültürüy­le ilişkiye girmiş oldukları sonucuna varıyoruz. Ama bu kültür, doru­ğuna, İ.Ö. 1400 dolaylarında erişmiştir. Öte yandan, geleneksel siiredi- zini doğru sayıyorsak, Tyro'yu 1300'den daha gerilere götüremeyiz. Tyro çok daha sonra ortaya çıkmıştır.

Yunan soyağaçlarmda bu tür güçlüklerle sık sık yüz yüze geleceğiz. İlerideki bölümlerden birinde, geleneksel süredizinin olduğu gibi be- nimsenemeyeceğini ortaya koymaya çalışacağım.225 Bu arada, bu so- yağaçlarının siiredizinsel çerçevesine karşı tutumumuzun, bunların içe­riğine ilişkin değerlendirmemize dayanması gerektiği de unutulma­malıdır. Eğer Tyro için verilen geleneksel tarihi kabul edersek, Tyro'yu gerçek bir kişi olarak kabul etmiş oluruz. Kimsenin böyle bir şeye ya­naşmayacağı açık. Ama eğer Tyro gerçek biri değildiyse, o zaman ona değgin bir tarih de verilemez. Onu, bir Yunan klanları kümesinin or­tak anayanlı kökeninin bir simgesi olarak aldığımız anda, süredizine ilişkin güçlük de kalkar ortadan.

Kodrid'lerin ve Alkmeonid'lerin anımsanabilen en eski ataları Ba- kırtaş Çağı Thessalia'sındaki Enipeus Irmağı'nın pusları arasından çık­tıklarında, Orkhomenos kentinin anaerkil rahip-krallarının etkisi altı­na girerler, onlarla tecim ilişkilerinde bulunur ve evlenirler. Ama on­lar, Pagasai Körfezi'ni çevreleyen kaleler çemberine yerleşmiş savaşçı bir halktırlar. Çok geçmeden denizlere açılarak LemnosTa ve Troya'yla ilişkilere girerler, oradan belki de Pelasg kılavuzlarıyla birlikte Kara­deniz'in öte ucundaki Kolkhis'e ulaşırlar, daha sonra güneye yönele­rek Peloponnesos'un batı kıyılarında krallıklar kurarlar. Bu arada bel­

224 Bkz. bu kitapta VII. 2. Athena.225 Bkz. bu kitapta XII. 6. Pelopid'ler.

Page 190: Thomson_Tarih Öncesi Ege

E g e ’n i n A n a e r k İl H a l k l a r i 189

ki de yeniden ataerkilliğe dönüyoriardır, ama daha da sonraları Ege Denizi'ni geçerek İonia'ya gelen torunları kendilerini İolkos'daki ata­larına benzer bir durumda bulurlar: Karia'lı kadınlarla evlenm ek ve kapılarının eşiğinden Anadolu'nun içlerine kadar uzanan engin ana­erkil dünyaya bilinçli bir biçimde karşı çıkarak, yeni ataerkil kent-dev- letlerini kurmak zorunda kalırlar.

9. Bazı Anaerkil Kalıntılar

Korkarım, akrabalık ilişkilerine değgin sınıflandırma sistemi arasın­dan yollarını bulmayı başaran okurlarım bile, bu soy zincirlerinin ge­tirdiği sıkıntıyı duyacaklardır. Üzücü bir durum, ama yapabileceğimiz bir şey yok. Bugünkü durumumuza nasıl geldiğimizi anlamak istiyor­sak, yaşanılan her şeyden çok akrabalık olgusu tarafından belirlendiği için gözleri akrabalıktan başka bir şey görmeyen en eski atalarımızın bakış açısıyla bakmaya yöneltmeliyiz kendimizi. Dünyaya soybilim açı­sından bakışımızı geliştirmek zorundayız.

Bu arada, biraz dinlenmek amacıyla, Hellas'ın herhangi bir yöresin­de analık hakkının tarih döneminin aydınlığına erişecek kadar uzun sürdüğü "ırm ak ya da deniz kıyısında küçük bir kent"in bulunup bu­lunamayacağını araştırarak sona erdirelim bu bölümü.

Lokroi Epizephyrioi, İtalya'nın parmakucunda bir Yunan kolonisiy­di. Bu koloniyi, İ.Ö. yedinci yüzyılda, Aristoteles'in ilk sakinlerinin Le- leg'ler olduğunu söylediği Orta Yunanistan'daki Lokris'den gelenler kurmuştu.226

Polybius, bu koloninin İ.Ö. ikinci yüzyıldaki durumundan söz eder­ken şöyle diyor: "Bütün ata saygınlıkları kadın yanından geliyor; söz­gelimi, Yüz Aile'nin torunlarının soyluluğu".227 Öteki kaynaklardan da,Lydia'hlar ve Etrüskler gibi Lokroi'lularm da evlilik öncesi rastge- le cinsel ilişkide bulunduklarım228 ve Lokroi'lularm devletinin kendi yasalarını çıkaran ilk Yunan devleti olduğunu öğreniyoruz.229 İşte bu yüzden, Lokroi'lularm anaerkil ardıllığı alıkoymaları, kurumlarının olağandışı erken bir tarihte durmuş-oturmuş bir nitelik almasıyla açık- lanmaktadır.

226 Aristoteles fr. 560 = Strabon. 322. Hangi Lokris’i kastettiği belirsizdir (Strabon. 259).

227 Polybius. 12. 5. 6 .228Clearch. 6 .229 Aristoteles, Politika, s. 46.

Page 191: Thomson_Tarih Öncesi Ege

IŞO TARİHÖ NCESİ EGE

Yüz Aile, anayurttaki yerli soylulardan geliyordu. Anlatılanlara ba­kılırsa, kolonicileri göç etmek zorunda bırakan da, bu soylu hanım­efendilerin kölelerle gelişigüzel cinsel ilişkide bulunmalarının yol aç­tığı skandal olmuştu.230 Ne var ki, bunlan savunmak gerekirse, yaptık­larının Omphale ya da Tanaquil'in ya da Afrika'daki Bantu kraliçele­rinin yaptıklarından daha kötü bir şey olmadığı söylenebilir. Üstelik, geleneğin, kolonicilerin kendilerine de kaçak kölelerden ve yasadışı cinsel ilişkide bulunanlardan oluşan bir eşkiya takımı damgası vurdu­ğunu görünce, Lemnos'un suçlarını yaratan önyargıya bir kez daha gü­lümsemeden edemiyor insan. Peki, bizim bilgili tarihçilerimiz pek mi farklı acaba? "Böylesiııe umutsuz öğelerden oluşan bir koloniciler top­luluğunun," diyor Grote çok ciddi bir havada, "böylesine bir yasatanı- mazlık ve kargaşa içine düşmesi hiç şaşırtıcı değildir. Ama, anlaşılan, bu kötülükler koloninin ilk yıllarında o denli hoşgörülemez bir niteli­ğe bürünmüştür ki, belli bir düzeltmenin zorunluluğuna hiç kimse kar­şı çıkamaz olmuştur. Böylelikle, Yunan toplumunun gelişiminde yeni bir olgu çıkmıştır ortaya: İlk kez yazılı yasaların konulması",231 Yasa koymanın kökeniyle ilgili bu görüşün ne anlama geldiğini bir parça düşündüğümüzde, açıkçası alabildiğine bir başına bırakılmış suçlula­rın yasa ve düzene doğru ilerlemenin doğal önderleri olduklarını dü­şündüğümüzde, bırakın gülümsemeyi, kahkahalarla gülmemek ola­naksızdır.

Lokroi Epizephyrioi böyle kötü bir başlangıç yapması bakımından kuraldışı olmuş olabilir, ama o bölgede aynı dönemde kurulan başka koloniler de vardı ve bunlar ahlaksal bakımdan değilse bile ekonomik bakımdan aym koşullardaydılar.

İtalya'nın topuğundaki Taraş (Tarentum), Lokroi'dan daha eskiydi. Bu koloni, Sparta'dan gelen ve Partheniai, yani "kızoğlankızların oğul­lan" denilen erkekler tarafından kurulmuştu. Spartalılar Messenia'yı ele geçirmek için yıllarca savaşırlarken, karıları da kendilerini tıpkı Klytaimnestra gibi avutmuşlar ve sonunda işte bu "kızoğlankızların oğulları" dünyaya gelmişti. Bu çocukların babalarının, anayurtta ka­lan Spartalılar olduğu söylenir. Savaş sona erince kocalar geri döndü­ler ve karılarını ayartanları köleleştirerek cezalandırdılar.232 Öykü böy­le, ama doğrusunu isterseniz pek inandırıcı değil. Eğer suçlular özgür

230 D. P. 365-7; Polybius, 12.6b. "Köleler", serfler, yani toprak köleleri anlamına da geliyor olabilir. Çünkü her ikisini de karşılamaktadır.

231 G. Grote, History o f Greece (Yunanistan'ın Tarihi), (2. basım, Londra, 1869), 3. s. 378.232 Theop. 190; Ant. 14; Servius ad. Vergilius, Aeneis, 3. 551.

Page 192: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Eg e ’ n i n A n a e r k i l H a l k l a r i 191

Spartalılar idiyse, yaptıkları şey dördüncü yüzyılda suç sayılmıyordu. O zaman bu olayın sekizinci yüzyılda geçmiş olabileceği geliyor akla. Kaldı ki, bunlara "kızoğlankızlarm oğulları" denilmesinin nedeni, an­nelerinin evlenmemiş olması olabilir ancak. Öyle görünüyor ki, bunla­rın babaları başından beri sertler, yani toprak köleleriydi: Lokroi'lu ha­nımlarla sevişenlerde olduğu gibi ayrıcalıklı bir yerleri olan toprak kö­leleri. O zamana dek, bu tür ilişkiler sonucunda dünyaya gelen çocuk­lar, annelerinin malında mülkünde hak sahibi olurlardı. Ama artık, sa- hiplenilmeyi bekleyen bereketli Messenia ovasında eski kural kaldırıl­mıştı. Bundandır ki, yalnızca ana yanından Spartalı olanlar, "doğuştan kazanılan haklarını sırtlarında onurla taşıyarak" denizaşırı ülkelerde yeni zenginlikler aramaya zorlandılar. Lokroi'un olduğu gibi Taras'm kuruluşu da, anayurtta taşınmaz mallara ilişkin kalıt haklan konusun­da süreduran çatışmaya, sözün kısası toprak uğrundaki savaşıma bağ­lı bir olaydı.233

Korinthos kentinin ilk tiram Kypselos, İ.Ö. 657'de başa geçti. Kypse- los, Lapith'lerden Kametis'un soyundan gelen Kaineid'ler, yani Kaine- usoğulları klanındandı.234 Korinthos'dan birkaç kilometre ötede, Oly- mpos Dağı eteklerindeki Petra'yı akla getiren Petra kentinde doğmuş­tu.235 Kypselos'dan önce, Korinthos kentini, Dor istilacılarıyla birlikte geldiklerini ileri süren, ama doğrusu nereden geldiklerini bilmediği­miz Bakhiad'lar yönetmişlerdi. Bakhiad'lar başlangıçta Korinthos ken­tini krallıkla yönetmişler, krallık kaldırıldıktan sonraysa yalnızca ken­di aralarından birer yıllığına atanan yüksek görevliler aracılığıyla yö­netimi ellerinde tutmuşlardır.236 Bu klanın üyeleri, Herodotos'un deyi­şiyle, "yalnız kendi aralarında evlenirlerdi". Burada, en eski Yunan klan­larının genellikle dıştan evlenme kuralına dayalı oldukları yolundaki görüşümüz doğrulandı Peki, Bakhiad'larda niçin içten evlenme kura­lı egemendi öyleyse? Tarihçi Herodotos şöyle sürdürüyor sözlerini:

İçlerinden birisinin, Amphion'un topal bir kızı oldu: adı Labda'ydı. Bak-hiadlardan hiç kimse bununla evlenmek istemiyordu; kısmet Ekhekra-

233 Savaşın başlangıcında, kardeşMessenialı Dor'lara karşı niçin savaşmak istediği sorulan Sparta kralı şu yanıtı vermişti: "Paylaşılmamış kalıtımıza gireceğim" (Plutarkhos, M. 231e), yani toprakları bölüşeceğim". Cene Spartalıbr, "... ölçü ipleriyle ölçülmüş... toprağı bereketli Tegea'yı, size onu vereceğim,” diyen bir bilici sörüne güvenerek Tegea’yı ele geçirmeye kalkıştılar (Herodot Tarihi, 1. 66).

234 Herodot Tarihi, 5. 92b.2J5 Pi. P. 4. 246.236 Pausanias. 2. 4. 3.

Page 193: Thomson_Tarih Öncesi Ege

192 TARİHÖ NCESİ EGE

te so ğ lu E etion 'u n m u ş, bu Petra d em os'u n d an am a, aslında Lapithler-dendi ve K aineid 'lerden iniyordu.237

Çok geçmeden, Bakhiad'lara Delphoi'daki tapmaktan anlamını pep çıkaramadıkları bir bilici yanıtı geldi. Sonunda, bilici yanıtını şuna yor­dular: Eetion'un oğlu, Korinthos kentinin sonu olacaktı. Böylece, Beti- on'un karısı güzel bir erkek çocuk doğurduğunda, çocuğu öldürmeye karar verdiler. İçlerinden on kişi, çocuğu öldürmek üzere, Eetion'un evine gidip bebeği görmek istedi. Yolda kararlaştırmışlardı, bebeği ilk alan yere çarpıp kafasını ezecekti. Labda hiçbir şeyden kuşkulanmadı, çocuğu onlardan birinin kucağına verdi. Ama tam o sırada çocuk ada­ma gülümsedi. Bu gülümseyiş adamı duygulandırdı, acıdı, öldiireme- di. Acıma duygusu baskın çıkıyordu, çocuk İkincinin, sonra iiçüncü- nün eline geçti. Böylece elden ele dolaştı, on kişinin onu da çocuğu ya- nmdakine vermiş, öldürememişti. Çocuğu anasına geri verip çıktılar. Kapının eşiğinde birbirlerine girdiler, birbirlerini suçladılar. Ama bir süre sonra anlaştılar, "hep birden girecekler ve hep beraber öldürecek­lerdi." Ancak, bu arada olup bitenlerden kuşkulanan Labda çocuğu bir kutuya saklamıştı. Böylece, Eetion'un çocuğu Kypselos büyüdü, Bak- hiad'ları alaşağı etti, Korinthos tiranı oldu.238

Bu aptalca öyküyü daha fazla anlatmak gereksiz. Ama bu alışılma­dık evlenme alışkısı bir olgu olarak alınmalıdır, bundan sonrası için ipucu vermektedir. Wade-Gery, bunun "belki de kız kalıtçının payının dışarı gitmesini istemediklerinden böyle olduğunu" ileri sürmüştü.239 Ne ki, ataerkil düzende kız kalıtçı yasası genel bir kural olarak değil, ancak erkek kalıtçı yoksa geçerlidir. Bu bölümdeki çeşitli örneklerde de gördüğümüz gibi, sürekli yakın akrabalar arasında evlenme, kalı­tın anadan kız çocuğa geçmesini önleyen, baba ve oğuldan yana bir ön­lemdir. Öyleyse, buradaki durumun olağan bir anaerkil içten evlenme örneği olduğunu kabul edecek olursak, adamların bebeği öldürmekte niçin duraksadıkları ve bebeğin büyüdüğü zaman onların kalıtında ni­çin hak ileri sürdüğü de kendiliğinden açıklanmış olacaktır. Bebek, on­larla aynı klandandı.

Son olarak, Lesbos, Lemnos, Naksos ve Kos da içinde olmak üzere birçok Ege adasında, İ.S. onsekizinci yüzyıl sonlarında, taşınmaz m a l ­

237 Herodot Tarihi, 5. 92b.238 Aynı yerde, 5. 92c-d-e.239 H.T. Wade-Gery. (Cambridge Ancient History'de), 3. s. 534.

Page 194: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Eg e ’ n İn A n a e r k İl H a l k l a r i 193

larda arıayanlı kalıt kuralının geçerli olduğunu belirtmekte yarar var. gu konuya ilişkin birtakım olgular, John Hawkins adlı bir İngiliz gez­ginince kaleme alınmıştı:

1 7 9 7 yılı so n u n d a , yap m ak la y ü k ü m lü o ld u ğu m araştırm alar so n u cu n ­d a , B ay G u y s 'a şu n ları b ildirdim : E g e D en izi'n dek i ad aların b ü y ü k bir ço ğ u n lu ğ u n d a en b ü y ü k kız ço cu k , çey iz o larak , eşyalarıyla birlikte ai­le evini v e aslın d a bu ad aların ço ğ u n d a başlıca geçim aracı olan a n n e ­sinin m alların ın ü çte birini y a d a d ah a b üyü k bir b ölü m ü n ü a lm ak ta ­d ır. Ö teki kız ço cu k la r d a , birbiri ard ı sıra evlen d ik çe, o sırad a o tu ru ­lan aile ev in i v e g e riy e k alan m allard an ayn ı payı alm a hakkına sah ip ­tirler. Son o larak , b ir b ö lü m ü n ü kendi başım a top lad ığım , bir b ö lü m ü ­nü d e b aşk aların d an ed in d iğim b u bilgiler Lesbos, L em n os, Skop elos, K syros, Z ea , İp sera, M yk on os, P aro s , N ak sos, Siphnos, Santorini v e Kos ad aları için g eçerlid ir.240

Anaerkil kuralın bu olağanüstü kalımım ya da yeniden canlanışını açıklayacak durumda değilim. Bu, olsa olsa, Bizans ve Osmanlı impa­ratorlukları dönemlerinde Yunanlılarda toprak kullanım hakkı gibi pek dokunulmamış bir konunun incelenmesine girişilerek gerçekleştirile­bilir. Çünkü böyle bir inceleme yapılacak olursa, anaerki gibi Yunan­lılara böylesine yabancı bir şeyin, tarihöncesi Ege'de bile varolabilece­ğim akılları almayan bilginlerin, anaerkillin Ege'de dedelerinin zama­nında bile yaygın olduğunu görmeleri sağlanabilir.

240 R. Walpole, Travels in Various Countries o f the East (Çeşitli Doğu Ülkelerinde Geziler), (Londra, 1820),

5. 392.

Page 195: Thomson_Tarih Öncesi Ege

194 t a r i h ö n c e s i Eg e

BİR TANRIÇANIN YARATILMASI

VI

1. Ç ocuk D oğurm a ve A ybaşı

İnsan toplumunun ilk evrelerinde bir yaşam koşuluydu emeğin ortaklaşalığı. Uygulayım düzeyi çok geri olduğu için, yiyecek topla­ma ve avlanma çok kişiyi gerektiriyordu, insanların çok fazla sayıda olmaları sakıncalı değildi, fazla gelenler her zaman başka yerlere gi­debilirlerdi, oysa çok az insanın olması ölüm demekti. Yaşama ola­naklarının üretilmesini topluluğun kendisinin üremesinden ayırmak olası değildi. Üretim uygulayımı gibi üreme de ilkel temellerde sü­rüyordu. Nitekim, ilkel halklarda çocukların ölüm oranı inanılmaya­cak kadar yüksektir. İşte bu yüzden, doğum olayıyla ilgili olarak her yerde bol bol rastlanan büyü törenleri maddi bir zorunluluktan doğ­muştur.1

Tarımın bulunmuş olduğu daha ileri bir düzeyde de benzer koşul­lar söz konusudur. Yeni uygulayım daha çok geri olduğu için, orman­da ekilecek bir alan açmak ve bu alanı korumak çok büyük çabalan ge­rektiriyordu. Yerleşim yeri, insanların sağlığını ve varlığını tehlikeye düşüren bulaşıcı hastalıklar ve yabanıl hayvanlar gibi engellerle kuşa­tılmıştı. Sami dillerinde olduğu gibi Germen dillerinde de toprağı işle­mek inşa etmek, kurmak, yapmak anlamına gelir (Almanca'da baven, Arapçada amam)2 Amansızca direnen el değmemiş doğayı evcilleştir­mek gerekiyordu. O koşullarda, bir ailenin tek başına bir yere yerleş­mesi olanaksızdı, insanların güvenlikleri sayılarına bağlıydı. Kadınla-

1 Bu kuttörenlerin insan türünün varlığını sürdürmesi için bilinçli olarak düzenlendiğini söylemek

istemiyorum. Bunlar, analık dürtüsünün ideolojik bir yansımasıydı yalnızca.2 W. Robertson Smith, Religion o f the Semites (Samilerin Dini), (Üçüncü basım, Londra, 1927), s-

95-6.

Page 196: Thomson_Tarih Öncesi Ege

BİR T A N RIÇ A N IN YA RA T IL M A SI 195

rm bin bir güçlükle yetiştirdiği ekinler, doğum tanrıçalarınca ya kutsa- myor ya da kurutulup yok ediliyordu.

Kadınların üremeye ilişkin işlevlerini çevreleyen büyünün esinledi­ği korku, daha başından güçlü bir tabuyla pekiştirilmişti. Bu konuda griffault şıınlan yazıyor:

H ayvan psikolojisinde bir tabu y a da form üllendirilm iş bir yasağa tam olarak uygun d üşen hiçbir şey bulunm am akla birlikte, bir yasağın en güçlü hayvan tepilerine olağan bir biçim de dışarıdan dayatıldığı fek bir ilişki vard ır... M em eli d işilerde gebelik ve em zirm e sırasında çiftleşm e hem bir işlev taşım az, h em d e istenilir b ir şey d eğild ir; d işiler bu d ö ­nem lerde erkeği kendilerinden kesinlikle uzak tu tarlar. İnsanlardaysa, kadının cinsel etkinlik dönem i b ir dişi hayvanınkinden d ah a sürekli ol­m asına karşın, kadında aybaşı g ö rm e biçim inde d aha başka b ir ara g ö ­rülür. (...) Kadının erkeği yanına yaklaştırm am ası, h ayvan lar arasın d a­ki "y a sa k "la tek b en zerliğ i o lu ştu ru r. Bu, h a y v a n la r a rasın d a a n ca k edim sel d iren m eyle ya da dişinin kaçm asıyla uygulanabilir. D olayısıy­la d a , h ayv an psikolojisinde, form üllendirilm iş bir y asağa tam olarak uygun d üşm ez. A ncak bildiğim iz soyaçekim yerine getirebilir bunu. Bir yasağın benim senm iş bir ilke niteliğini alm ası, dil aracılığıyla, ancak in­san d üzeyind e gerçekleşebilir.3

İlk tabu olarak, gebelik ve aybaşı sırasındaki cinsel ilişki yasağı, da­ha sonraki bütün tabuların öntipi oldu.

insanlarda doğurganlık büyüsünün sonuca değil, sürece; çocuğun kendisine değil, loğusalık akıntısına ilişkin olduğunun gözlemlenme­si önemlidir. Bu yüzden, gerek loğusalık, gerekse aybaşı sırasında bü­tün kan akıntıları, dişi cinsin özünde varolan can verici gücürf birer be­lirtisi olarak kabul edilir. İlkel düşüncede, aybaşı görme, çok doğru ola­rak, doğum yapmayla aynı nitelikte bir olay sayılır.4

Bu büyü çok yönlüdür. Güçlülüğü, onu korkulu kılar. Gereğince de­netim altına alınmazsa, elektrik akımı gibi, epey zarar verebilecek bir güç kaynağıdır. Tabu da öyle. Erkeğin yaklaşması yasak olan kadın bir yan­dan dokunulmaz ve kutsaldır, öte yandan da kirlenmiş ve pis sayılır. Ro­malıların deyimiyle, sacra, yani kutsal ve ilençlidir. Bundan detayıdır ki, kadının ataerkil toplumda din üzerindeki denetimini yitirmesinden son­

* R. Briffault, The Mothers (Analar), (Londra, 1927), c. 2, s. 364.4 Aynı yerde, c. 2, s. 366.

Page 197: Thomson_Tarih Öncesi Ege

ıg 6 T a r İh ö n c e s İ Eg e

ra, varlığını sürdüren olumsuz yön olur. Yalnızca cinsel işlevleri kirlen­miş sayılmakla kalmaz, aynı ilençleme kadının dişiliğine de yakıştırılır Kadın bütün kötülüklerin kaynağı, Havva, cadı olur çıkar.5

Bu düşünceler evrenseldir. İnsan yaşamının hiçbir alanında, ayba- şılı ve loğusa kadınların ele alınışında olduğu kadar aynılık gözlemle- nemez. Briffault bu konuyu inceden inceye irdelemiş, insan soyunun bütün kollarından, bütün kültür aşamalarından örnekler derlemiştir.6 Burada bütün yapılması gereken, bunun, Yunan diniyle olan bağıntı­larını gözler önüne sermek üzere belirgin özellikleri özetlemektir.

Güney Afrika'daki Herero kabilelerinde, sığırtmaçlar her sabah sa­ğılan sütü doğum yapmayı bekleyen bir kadına getirirler, kadın da du­daklarıyla kutsar sütü.7 Kuzey Amerika'da, ekinlere kurt girdiğinde, aybaşı görmekte olan kadınlar geceleyin dışarı çıkıp tarlalarda çırılçıp­lak yürürler.8 Benzer alışkılar Avrupa köylüleri arasında hâlâ sürmek­tedir.9 Plinius, aybaşılı kadınların yalınayak, saçlarını omuzlarına dök­müş, eteklerini kalçalarına kadar kaldırmış bir durumda tarlalarda do­laşmalarını, zararlı böcekleri yok etmenin bir yolu olarak salık veriyor­du. Columella'ya bakılırsa, Demokritos da aynı kanıdaydı: Kadınlar, diyordu Demokritos, yalınayak ve saçları uçuşarak ekinlerin çevresin­de üç kez koşm alıdırlar.10 Açıktır ki, bunun ardında yatan düşünce, böyle dönemlerde kadın gövdesinin yüklü olduğuna inanılan doğur­gan gücü ekinlere dökmekti. Kimi yerlerde de, bu gücün kadın cinsi­nin kendinde varolduğu kabul edilir. Sözgelimi, Zulu'larda, tarlada ge­zinecek kızlar çıplak olmalıdır, ama ille de aybaşı görüyor olmaları ge­rekmez.11 Yunanistan'da özellikle Demeter'le ilintili sayılan ve kadın­ların eteklerini kaldırarak cinsel organlarını gösterdikleri kuttörenin kökeninde de yatan budur.12 Rahibelerin yalınayak, saçlarını çözüp ke­merlerini çıkararak, art arda sıralanıp yürüdükleri birçok Yunan tapı- mındaki bu yaygın alışkı da aynı düşünce çemberi içinde sayılmalı­dır.13 Tarlalarda yüzleri açık, saçları darmadağınık, yalınayak dans edip

5 Aynı yerde, c. 2, s. 407.6 Aynı yerde, c. 2, s. 364-439.7 Aynı yerde, c. 2, s. 410.8 H.R. Schoolcraft, Indian Tribes o f the United States (Birleşik Devletler'deki Kızılderili Kabileleri).

(Philadelphia, 1853-6), c. 5, s. 70.9 The Mothers, e. 2, s. 389, 410.10 Plinius, Historia Naturalis, 28. 78; Columella, RR. 11. 3. 64.11 E.J. Krige, Social System o f the Zulus (Zulu'larda Toplumsal Dizge), (Londra, 1936), s. 200.12 Clem, Pr. 2. 20-1; Herodotos, Herodot Tarihi, 2. 60; D, S. 1. 85.13 Call. Cer. 1-6, 125-6; S IC . 736. 4; Nonn. D. 9. 243-8; Vergilius, Aeneis, 4. 509; Ovidius, Fasti, 3. 257.

Page 198: Thomson_Tarih Öncesi Ege

BİRTANRIÇANIN Y A R A T IL M A SI 197

şarkılar söyleyerek boşinançlara dayalı pisliklerinden arınan bu kızlar, en sonunda, Yunan şiirinin en güzel geleneksel düşlemlerinden biri ol­muşlardır.14

Gebeliğin ve aybaşı görmenin can verici özelliklerine duyulan inanç, her yeTde, hiç ters gelmeksizin, en derin korku ve iğrenmeyle birleşti­rilmiştir.15 Gerek gebe olan, gerek aybaşı görmekte olan bir kadının, öliiye -değmiş biri kadar kesin bir biçimde toplumdan yalıtılması gere­kir. Bir erkeğin, böyle bir kadını görmesi bile ölümüne yol açabilir. Böy­le bir kadın eliyle ya da ayağıyla dokunacak olsa, sığırlar hastalığa ya­kalanıp ölebilir, ekinler kuruyup yok olabilir. Doğuracak olan kadının kapatıldığı kulübeye girmek, ebeler dışında herkese yasaktır. Daha son­ra, loğusalık dönemi bittiğinde, döleş, göbek bağı ve tüm kan izleriyle birlikte tüm giysiler ve yemek kapları özenle yok edilmeli ya da kim­senin yanlışlıkla dokunamayacağı, üstlerine basamayacağı bir yere bı­rakılmalıdır.16 Kimi halklarda, bu pisliklerin, oradan geçen yolcularca alınıp götürüleceği düşüncesiyle bir yola ya da yol kavşağına bırakıl­ması yeterlidir.17 Topluma yeniden kabul edilebilmesi için, kadının ken­disinin de yıkanıp temizlenmesi ya da daha başka arındırma işlemle­rinden geçmesi gerekir. Kadın, aybaşı gördüğü sırada, genellikle köy­den bütün bütüne ayrılarak ormana çekilmek, orada bir kulübede bir başına ya da kendisine eşlik eden kadınlarla kalmak zorundadır. Kö­ye döneceği zamansa, pisliklerinin bütün izlerini ortadan kaldırmalı ve bir akarsuda yıkanmalıdır. Bir genç kızın ilk kez aybaşı görmesi, cin­sel yaşamının başlamasıyla aynı zamana rastgeldiğinden, çoğunlukla özel önlemlerin alınmasına yol açar ve kadınların erginleme törenleri­nin sürdüğü yerlerde bu törenlerin kapsamına girer.18 Sözgelimi, Af­rikalı Bantularda genç kızlarm erginlenmesini örnek verebiliriz buna.

Bir genç kız, ilk kez aybaşı göreceğini sezinleyince, komşu köyden evli bir kadını kendine "analık" seçer ve aybaşı günü geldiğinde "onun­

Ü Cali. Cer. 124-5; Bion, 1. 21-2; Opp. Ven. 1. 497-8; Nonn. D. 5. 374, 405-7, 8. 16-19,9. 248,14.382; longus. 1. 4,2. 23; Ach. Tat. 1.1.7; Aiskhylos, Zincire Vurulmuş Prometheus, (Türkçesi; Azra Erhat- Sabahattin Eyüboğlu, Ocak 1968, Bilgi Yayınevi), 140; Sophokles, Oidipus Kolonos'da, 348-9; Theoc. >9 (24) 36.

15 The Mothers, c. 2. s. 365-90.'6 Ayrıca bkz. E.D. Earthy, Volenge Women, (Oxford, 1933), s. 69-70;). Roscoe, The Bağanda, (Londra,

1911), s. 21. 54;). Roscoe, The Bakılara or Banyoro, (Cambridge, 1923), s. 159: "Bütün süprüntülerüstüne basılma ya da karıştırılma tehlikesi olmayan ve evden çıkacak daha sonraki süprüntülerle bütün çocuk dışkılarının da bırakılabileceği bir yere atılırdı."

^ H. P. Junod, The Bantu Heritage (Johannesburg, 1938), c. 1, s. 200-1; Petronius, 134.

Page 199: Thomson_Tarih Öncesi Ege

198 T a r İh ö n c e s İ Eg e

la ağlamak üzere" bu analığa kaçar. Genç kızın yalnız yaşaması bir ay sürer. Çoğu zaman üç dört genç kız erginlemeden birlikte geçer. Bun­lar bir kulübeye kapatılırlar ve ancak yüzleri örtülü olarak dışarı çık­malarına izin verilir. Kızlar her sabah, daha önce erginleme töreninden geçmiş kadınlar eşliğinde göle inip yıkanırlar. Bu kadınlar, genç kızla­ra eşlik ederlerken açık saçık şarkılar söylerler ve karşılarına çıkabile­cek erkekleri kovalamak üzere yanlarında birer sopa taşırlar; çünkü genç kızları gören erkeklerin hemen kör olacağına inanılır. Kızlar ku­lübeye döndüklerinde, sırılsıklam olmalarına, tir tir titremelerine kar­şın, ateşin başına gitmelerine kesinlikle izin verilmez. Tam tersine da­ha yaşlıca kadınlar bir yandan açık saçık şarkılarını sürdürür, cinsel bil­giler verir ve kızları aybaşı gördüklerini bir erkeğe açıklamamaları yo­lunda uyarırlarken, öte yandan da onları tırmalar, çimdikler ve işken­ce ederler. Genç kız ay sonunda anasına geri verilir ve onuruna bir şö­len düzenlenir. "Bahtsızlığı sona ermiştir" artık.19

Eski Yunanistan'da, çocuk doğuracak kadınların, kan dökmüş ya da bir ölüye dokunmuş biri kadar kirlenmiş olduğuna inanılırdı.20 Eleu- sis'de, adam öldürenler, ölüye dokunanlar ve doğum yapmakta olan bir kadına yaklaşanlar, bu kirlerinden annıncaya değin Mysteria'lar- dan çıkarılırdı.21 Nitekim, Hesiodos'un İşler ve Günler adlı yapıtında, daha önce bir kadının yıkandığı suda bir erkeğin hiçbir zaman yıkan­maması gerektiği uyarısında bulunulur.22 Yazıtlardan da, aybaşı gören ya da çocuk doğuran kadınların tapınaklara ancak yıkanıp arındıktan sonra alındığını öğreniyoruz.23 Aybaşı görmenin eski İtalya'da uyan­dırdığı ürküniin, bugünkü ilkeller arasındaki kadar büyük olduğunu söyleyebiliriz. Gerçi Plinius, gereği yerine getirildiğinde aybaşının ya­rarlı etkileri olduğuna inanıyordu, ama gene de genelde zararlı oldu­ğu yolundaki kanısını zayıflatmıyordu bu:

K adınların k anam a ve aybaşı görm esinden daha kork un ç bir şey ola­m az. Ç ün k ü bu hastalıkları sırasında, kadınlar, bir şa rap fıçısına yak-laşsalar ya da fıçının üstü n den geçseler, şarap ne denli taze olursa ol-

19 H. A. Junod, Life of a South African Tribe (Bir Güney Afrika Kabilesinde Yaşantı), (ikinci basım, Londra,1927), e. 1,5.177.

20 Euripides, iphigenia Touris' de. 381 -3; Social System of the Zulus, s. 82: Zulu'lar, gebe ve aybaşı görmekte olan kadınları, bebek annelerini, az önce cinsel ilişkide bulunmuş, gömme törenine katılmış ya da bir ölüye dokunmuş kimseleri kirli sayarlar.

21 Porph. Abst. 4.16; Theo Sm. 14; Apollodoros, 2. 5.12.22 Hesiodos, işler ve Günler, 753.23 S/G. 982-3,1042.

Page 200: Thomson_Tarih Öncesi Ege

B İR T A N R IÇ A N IN Y A R A T IL M A S I 199

sun ekşir; tarlada göğerm iş bir ekine d okunsalar, ekin sararıp so lar, bir daha da o ekinden h ayır gelm ez. G ene, bu top rak larda çim en lere d eğ e­cek olsalar, aniden ölür g id er çim enler. Bir bahçedeki bitkilerin v e kon­caların şöyle bir yanından geçm eyegörsü n ler, hepsi tu tu şu r, yan ıp kül

olur.24

Bu boşinançlar, ilginç bir Sicilya masalını yorumlamamıza ışık tu­tuyor:

Z eu s'a , A ngelos adında bir kız ço cu ğ u d oğu rm u ş H era. Z e u s da bu kı­zı baksınlar diye n ym p h a'Iara , orm an perilerine verm iş. Ç ocu k b ü yü ­yü nce, H era'm n yü zü n e allık diye sü rd ü ğü sarı sakızı çalm ış. B unu öğ­renen H era, A n gelos'u cezalan d ırm aya kalkm ış, am a k ızcağız yeni d o ­ğum yap m ış bir kadının evin e, orad an da ölü taşım akta o lan b irtakım adam ların yanına k açm ış. O zam an H era kızın ard ın ı b ırak m ış. Z eu s da. Kabirlere, kızla ilgilenm elerini, onu yıkayıp tem izlem elerini b u y u r­m uş. Bunun ü zerin e, K abirler A n gelos'u alıp A kheron G ö lü 'n e g ö tü r­m üşler, o rad a yıkayıp arın d ırm ışlar.25

Angelos, Artemis'le bir tutuluyordu.26 Anasının allığını niçin çaldı­ğıysa birazdan anlaşılacak. Ama daha şimdiden açıktır ki, evden kaç­masına ve doğum ve ölüm gibi iki kirlenmeyle bağ kurmasına yol açan şey, masalı anlatanın görmezden geldiği aynı nitelikte üçüncü bir kir­lenmeydi.

Aristoteles, Plinius ve öteki ilkçağ ve ortaçağ doğabilimcileri, dölü­tün, aybaşı kanamasının durmasından sonra dölyatağmda kalan kan­dan oluştuğuna inanıyorlardı.27 Hayat veren kandır bu. Dolayısıyla, kişileri ya da şeyleri tabu kılmanın -aybaşı görmeyle, loğusalık akıntı­sıyla ya da bu özgün temelde oluşmuş bir başka yasakla ilgili- en yay­gın yöntemi, onları kanla ya da kan rengiyle işaretlemektir. Tabunun kendisinin çok yönlü niteliğine uygun olarak, bu kan işaretinin o kişiy­le bağ kurmayı yasaklayan ve o kişiye dirim gücü veren çifte etkisi var­dır. Aybaşı gören ya da gebe kadınların gövdelerini aşıboyasıyla boya­maları çok yaygın bir alışkıdır; hem erkeklerin uzak durmalarını, hem

24 Plinius, Historia Naturalis, 7.64.25 Theoc. 2 . 12 .26 Hsch.27 Aristoteles, CA. 2.4; Aristoteles. PA. 2. 6.1 ; Plinius. Historia Naturalis, 7.66; The Mothers, c. 2. s. 4,

44.

Page 201: Thomson_Tarih Öncesi Ege

de kadınların doğurganlığının artmasını sağlar. Birçok evlenme töre­ninde gelinin alnına kırmızı boya sürülür, kocası dışında hiçbir erke­ğin ona yaklaşamayacağını gösteren bir işaret ve kocasına birçok ço­cuk doğuracağına ilişkin bir güvencedir bu.28 Süründüğün buradan kaynaklandığı söylenebilir. Bir Bantu kabilesi olan Valengelerde, her kadının, kendi cinsi açısından kutsal sayılan ve törenler için yüzünü ve gövdesini boyamakta kullandığı bir aşıboyası çanağı vardır.29 Buna ge­reksinme duyduğu durumlarla ilgili olarak şunlar belirtilebilir: Anne­nin loğusalığının bitiminde hem anne, hem de çocuk aşıboyasıyla bo­yanır: böylelikle çocuğun yaşaması, annenin de yaşama geri dönmesi sağlanmış olur. Erginleme sırasında genç kız baştan ayağa kırmızıya boyanır; böylelikle genç kızın yeniden doğması ve doğurgan olması sağlanmış olur. Kocası ölen bir kadın, yas süresi sona erdiğinde, bir ate­şin üstünden atlatıldıktan sonra gene kırmızıya boyanır böylelikle ölü­mün kirliliğinden sıyrılıp arınmış olur.

Yaşamın yenilenmesidir kırmızı. Yontmataş ve Cilahtaş Çağlarına değgin gömütlerde bulunan kemiklerin kırmızıya boyanmış olmasının nedeni budur.30 İskeletin, çoğu zaman, dölütün dölyatağmdaki duru­şu gibi yatırılmış olduğunu gördüğümüzde, buradaki simgecilik iyice açıklığa kavuşur. Dölyatağmdaki bir bebek gibi büzülmüş yatan, ya­şam rengine boyanmış iskeletler: İlkel insan, ölenin ruhunun yeniden doğmasını sağlamak için daha ne yapabilirdi acaba?

2. Aya Tapınma

Kadınların üreme işlevlerini aym düzenlediği düşüncesine liemen bütün halklar arasında yaygın bir biçimde rastlanır. Bu inancın bilim­sel bir dayanağı olduğu kuşkuludur. Gerçi son zamanlarda yapılan araştırmalar, bu inancın bilimsel bir temeli olmadığını ortaya koymak­tadır. Ama bilgiler uygar kadınlardan alındığı için, bu sonucun kesin sayılması çok zordur.31 Ancak, gerçek ne olursa olsun, kadınların ay­

ZOO TARİHÖ NCESİ EGE

28 The Mothers, c. 2, s. 412-7.29 Valange Women, s. 123; A.C. Hollis, The Nandi, their Language and Folklore (Nandi Halkı Dilleri ve

Töresel Yaşamları), (Oxford, 1909), s. 58; M. C. Burkitt, Prehistory, (ikinci basım, Cambridge, 1925), s. 22-3.

30 Prehistory, s. 163,184, 191.31 D. L. Gunn, P. M. Jenkin ve A. L. Gunn, “Menstrual Periodicity" (Aylık Kanama"). Journal o f Obstetries

and Gynaecology, (Londra, 1902-), 44.872.

Page 202: Thomson_Tarih Öncesi Ege

B İR T A N R IÇ A N IN YARA TILM A SI 201

başı dönemleri ay dönümlerine o denli denk düşmektedir ki, bu dü­şünce ister istemez aybaşı görme ile ay arasındaki dolaysız bir ilişki­den doğmuştur. Ayla ilgili bütün ilkel alışkıların temelinde bu inanç yatmaktadır. Üstelik, bu ilkel alışkılar öylesine derinlere kök salmıştır ki, aya tapınmayı çoktan bırakmış olan uygar halklar bile bunları folk­lorun ve boşinançların geri düzeyinde nerdeyse eldeğmemiş bir biçim­de korumaktadır.

Ay, büyüde güneşten çok daha fazla yer tutar. Sonra, hemen her yer­de ilk zaman göstergesidir ay.32 Örneğin, ilk takvim birimi, dolunayla ikiye bölünmüş olan ve yirmi yedi ya da yirmi sekiz geceden oluşan ayayıydı.33 Daha sonraları, dolunaydan önceki ve sonraki evrelerin de ayrılmasıyla, üç evreden oluşan bir birime ulaşıldı.34 En sonunda, Ba- billiler, ayı dört çeyrekten oluşacak biçimde yeniden düzenlediler; bi­zim dört haftalık ayımızın kökeniydi bu.35 Takvimin aya bağımlılığı, "moon" [ay; yer'in uydusu olan gökcismi], "month" [ay; art arda ge­len iki yeniay arasında geçen 29,5 günlük süre] ve "measure" [ölçü] gi­bi sözcüklerimizin ortak temelinde de yansır.36

Ay, aybaşı görmenin nedenidir. Tipik bir örnek verecek olursak, ay, kadınların ırzına geçen ve böylece kanamalarına yol açan genç bir er­kektir.37 Dölütün aybaşı kanından oluştuğuna inanıldığı için, gelen kan bir tür çocuk düşürme olarak görülür. O zaman da, kadınları ayın ge­be bıraktığı sonucuna varmak gerekiyor, nitekim gerçekten de ilkel dü­şüncede bu sonuca vanlmaktadır. Maori'lere bakılırsa, ay, bütün ka­dınların gerçek kocasıdır.38 Gebe bırakmayla ilgili gerçek, ancak, baba­lık toplumsal bir değer kazandığı zaman benimsenir, dahası o zaman bile eski inanç çabucak ortadan kalkmaz. Kadınlar aydan gebe kalırlar. Onun için de, ilkel dillerde aydan bir erkek olarak, kadınların efendisi olarak söz edilir.39 Ay sözcüğü Slav ve Germen dillerinde hâlâ erildir; Kelt, Yunan ve Latin dillerinde de bir zamanlar erildi. Yunanca'da, se­

32 M.P. Nilsson, Primitive Time leckkonirtg (İlkel Zaman Saptama Yöntemleri), (Lund/Oxford, 1920), s. 148-9.

33 Aynı yerde, s. 155.34 Aynı yerde, s. 167-70.35 Aynı yerde, s. 171.36 Hint-Avrupa ailesinden mateı sözcüğünün bu ortak temelle bağıntılı olduğu yolundaki eski görü;

bırakılmıştır, ma- artık bir Ullwort olarak açıklanmaktadır, ama iki yorumun birbirine pek ters düşmediği söylenebilir, çünkü ‘bir dilin evrimi, bir farklılaşma sürecidir": M. Bröal, Essai de simantique (Anlambilim Üzerine Denemtler), (Paris 1899), s. 33.

32 The Mothers (Analar), c. 2, s. 583-4.38 Aynı yerde, c. 2, s. 432.39 Primitive Time Reckoning, c. 2. s. 583-97.

Page 203: Thomson_Tarih Öncesi Ege

202 TARİHÖNCESİ EGE

lene, "ay" anlamına gelen sözcük olarak varlığını koruyan men'in dişi] türevi mene'nin yerine kullanılır. Anadolu'da, aya, Yunanlıların Men adını verdikleri bir erkek olarak tapmılagelmiştir.40 Kadınların aydan gebe kaldıkları düşüncesinden, giderek, kadınların ayın etkisiyle ken­dilerinden geçtikleri ya da çıldırdıkları düşüncesi doğar. Ayın isteriy­le, sarayla ve kutsal sayılan bütün hastalıklarla olan bildiğimiz bağın­tıları da buradan kaynaklanır.41 [İngilizce'de luna ay anlamına, lunacy ise delilik anlamına gelir. Anadolu Türkleri de aydaki değişmeler so­nucunda kimi insanlarda da ruhsal değişimler meydana geldiğine ina­nırlar, böyle insanlara aybastı ya da aysar derlerdi, ç.n.)

Resim 8. Ay tapımı: M ino s’dan bir değerli taş

40 W.H. Roscher, Ausfiihrliches Lexicon der griechischen und römischen Mythologie, (Leipzig, 1884-1937). c. 4, s. 2687.

41 The Mothers, c. 2, s. 608-10.

Page 204: Thomson_Tarih Öncesi Ege

B İR T A N R IÇ A N IN Y A R A T IL M A SI 2 0 3

Kadınların cinsel yaşamından kaynaklanan aya tapınma, zamanla kadınların toplumsal işlevleriyle bağıntılı bir niteliğe büründü. Su çek­mek, bitkilere bakmak, bol çiy ve yağmur sağlamak kadınların göre­viydi. Dolayısıyla, ay, bitki örtüsünün büyümesinin nedeni ve bütün can verici suların kaynağı olarak görülmekteydi. Ay, Hindistan'da "to­humun taşıyıcısı, bitkilerin taşıyıcısıdır, Babil'deyse bütün bitki yaşa­mının kaynağıydı. Ayın Hindistan'daki soma ya da Kuzey Amerika'da­ki mısır gibi kutsal bir bitki ya da ağaçla bir tutulması da bundandır. Rio Grande yerlileri, "A y büyürken, bitki özü bol akar," derlermiş.42 Tütsü ve merhemlerde kullanılan bitki özleri, özellikle de güzel koku­lu sakızlar, bu değerli niteliklerini aydan alır. Robertson Smith, Sami- lerden söz ederken, "Akasya sakızının büyü gücü, onun aybaşı kanı­nın pıhtısı olduğu düşüncesiyle, yani akasya ağacının bir kadın oldu­ğu düşüncesiyle ilintilidir," diyor.43

Mısırlıların ay tanrıçası Nit'in, dokuma tezgâhını bulduğuna inanı­lırdı. Avrupa folklorunda da ay hâlâ bir dokumacıdır. Bu da kadınla­rın işidir. Birçok ilkel gelenekte ayın buğday öğütmeyle, çömlek yapı­mıyla ya da yemek pişirmeyle ilintili olduğu görülür.44 Dahası, büyü bir zamanlar kadınların elinde olduğundan, ay özellikle birinin gönlü­nü çalmakta kullanılan güçlü bir büyü kaynağı olmuştur. Kadın büyü­sü yasaklandıktan sonra da ay büyücülük sanatının, kara büyünün te­mel bir öğesi olarak kalmıştır ve bu niteliğini günümüzde de korumak­tadır.45

Ayın doğurganlığın, verimliliğin kaynağı olduğu düşüncesi, aydaki gerçek değişmelerin öznel bir biçimde yorumlanmasıyla geliştirildi. Ay parlaklaşır ve solar, büyür ve küçülür, ölür ve yeniden doğar. Böylece, yaşamın yenilenişinin evrensel bir simgesi durumuna gelir. Bütün ilkel halklarda, ölümden sonra diriliş inancı, doğan ayla ilintilidir.46 Giderek, ay ile, aynı türden öteki simgeler arasında, özellikle de ne denli önemli olduğunu Dördüncü Bölüm'de açıkladığımız yılan arasında ilişki kuru­lur. Avustralya ve Melanezya'da, ayın her ay deri değiştirdiği söylenir. Öte yandan, yılan, her yerde kadınları baştan çıkarır ve kutsal suların

40 W.H. Roscher. Ausjiihrliches Lexicon dergriechischen undrömischen Mythologie, (Leipzig, 1884-1937), C. 4, s. 2687.

41 The Mothers, c. 2, s. 608-10.42 Aynı yerde, C. 2, s. 624-38.43 Religion o f the Semites (Samilerin Dini), s. 133.44 The Mothers, c. 2, s. 624-8.45 Aynı yerde c. 2, s. 620-3.46 Aynı yerde, c. 2, s. 620-3.

Page 205: Thomson_Tarih Öncesi Ege

2 0 4 TA RİH Ö NCESİ EGE

bekçisidir.47 Erkeğin cinsel organına benzemesi ve sık sık göllere ve p ı ­

narlara gitmesi de, yılanla ilgili bu çağrışımları güçlendiren etkenler­dir 48 Yılanın doğurganlık törenindeki yeri, Batı Afrika'daki Mpongwe kadınlarının gizli derneğiyle örneklenebilir. Bu kadınların ormanın içer­lerinde yapılan toplantıları öylesine gizlidir ki, Anne denilen belli bir başkadın olmasına karşın onun kim olduğunu hiç kimse bilmez. Her ka­dın mangrov köklerinde yaşayan küçük yılanlardan birini yakalamak zorundadır; yılanları yakaladıktan sonra hepsi çırılçıplak soyunur, elle­rinde yılanlarla kösnül şarkılar söylemeye koyulurlar. Yorgunluktan ye­re yıkılıp kalıncaya kadar bütün gece şarkı söyleyip dans ederler 49

Ayın can verici gücünün taşlarda, özellikle kristallerde ve yarı say­dam değerli taşlarda, ayrıca insanların kemiklerinde ve saçlarında bu­lunduğuna inanılır.30 Erginleme törenlerinde diş sökme ve saç kesme­ye verilen önem, dişlerin ve saçların kendi kendilerini yenileme özel­liğinden kaynaklanır. Aya kurban sunulan yerlerde, kurbanların seçil­mesinde çarpıcı bir benzerlik göze çarpar.51 Bunlar genellikle, büyücü­lükte hâlâ önemli bir yer tutan yaban tavşanı, keçi ve domuz; özellik­le Sami kadın tapımlarına özgü bir hayvan olan güvercin; dokuz can­lı oluşu da buradan kaynaklanan kedidir. Eski Mısır'da kediye tapmıl- masmm nedenini Plutarkhos şöyle açıklıyor;

Bu h ayvanın çok renkli olm ası, geceleri d olaşm ak v e yiyecek aram ak

gibi alışkanlıkları ve g arip ü rem e biçim i, onu ayla ilgili u ygu n bir sim ­ge yap m ak tad ır. Kedinin ilk d o ğu ru şu n d a bir y a v ru , İkincide iki y av­ru v e yedinci d o ğu ru şu n a k ad ar h er seferinde b ir fazla y av ru y av ru la­dığı söylen ir. Bu d a top lam yirm i sekiz y av ru etm ek ted ir ki, b ir ayın günlerinin sayısı k adardır. Kaldı ki, bu söylenenler tü m d en d ü ş ürünü bile olsa, kedinin gözlerinin ay dolunay old u ğu n d a b ü yü y ü p p arlak ­laştığını, ay soluklaştığındaysa küçülüp donuklaştığını herkes bilir.52

Briffault'nun belirttiği gibi, "kadınların kurban ettiği hayvanların küçük hayvanlardan olması evrensel bir kuraldır". Briffault, bunu, "ka­dınlar genellikle avcıların ve sığırtmaçların kurban ettikleri kadar iri

47 Aynı yerde, c. 2, s. 664-73.48 Aynı yerde, c. 2, s. 667.49 Aynı yerde, c. 2, s. 548.50 Aynı yerde, c. 2, s. 692-4, 702-9.51 Aynı yerde, c. 2, s. 610-23.52 Plutarkhos, Moralia, 376e.

Page 206: Thomson_Tarih Öncesi Ege

hayvanları kurban edemedikleri için çoğunlukla küçük hayvanlar seç­mek zorunda kalmışlardır," diye açıklıyor.53 Briffault'nun açıklaması daha sonraki aşamalar için de geçerlidir, ama ilk etkenin hayvanların evcilleştirilmesi olması daha akla yakındır. Evcilleştirmenin, avcıların eve getirdikleri küçük hayvanların yavrularını kadınların beslemesiy­le başladığına inanılmaktadır.54

Ay büyüsünün dans üzerinde de etkisi söz konusudur. Ay solduğu zaman, ayın hasta olduğuna inanılırdı, İrokuaTar ayı sağlığına kavuş­tu rm ak amacıyla dans ederlerdi. Güney KaliforniyalI Dieguenyolar ye­niay evresinde ayın büyümesine yardımcı olmak için yarışlar düzen­lerlerdi. Pawneeler de, topla yaptıkları dansları, erkek kardeşi Kurt'un, yani solan ayın anısına Büyük Tavşan'ın başlattığını söylerler.55 Bura­da top bir öykünme simgesidir.

3. Halk Arasındaki Yunan Dininde Ay

Aristoteles'in, dölütün aybaşından oluştuğu görüşü, EmpedoklesTe paylaştığı, aybaşmın genellikle ay sonuna doğru, ay soluklaştığı sıralar­da meydana geldiği inancıyla uyum içindedir.56 Omurilikle ilgili söyle­dikleri de aynı doğrultudadır. "Gövdenin parçaları," der Aristoteles, "kandan oluşur; dölüt kanla beslenir; ilik de kemiklerdeki kan öğesini temsil eder"?7 Aion, "ilik" sözcüğü, sonsuzluk düşüncesine yaygmlaş- tırılmıştır. Gerçi ilik ile ay arasında doğrudan bir ilişki kurulmamıştır, ama iliğin göğüste "bulunduğundan" söz ederken Aiskhylos buna ben­zer bir şey düşünmüş olsa gerektir, çünkü bu sözcük astrolojide göksel varlıkların etkisi anlamında kullanılmıştır.58 Ay, Endymion söylence­sinde karşımıza bir sonsuzluk simgesi olarak çıkar.59 Bu söylenceye gö­re, çoban Endymion bitimsiz uykusunu uyurken, ay-tanrıça Selene her gece üstüne eğilir, gövdesini ışınlarıyla sarar, öpermiş Endymion'u.

Daha başka yerlerde olduğu gibi Yunanistan'da da, ay, halk arasın­da dölütün kaynağı sayılırdı. Plutarkhos'a göre, çiy damlası, dolunay­

BİR TANRIÇANIN YARATILMASI 205

53 The Mothers, c. 2, s. 619.54 R. Thumwald, Economics in Primitive Communities (İlkel Topluluklarda iktisat), (Londra, 1932), s. 77;

J.C. Frazer, Totemism and Exogamy (Totemcilik ve Dışevlilik), (Londra, 1910), c. I, s. 14-5.55 The Mothers, c. 2, s. 746-9.56 Aristoteles, HA. 7.2, (582b), CA. 23. 4. 9.52 Aristoteles, PA. 2. 6 .1.58 C . Thomson, Aeschylus, Oresteia, (Cambridge, 1938), c. 2, s. 13.59 Apollodoros, 1 . 7. 5; Pausanias, 5. 1 . 4.

Page 207: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Z06 TA RİH Ö NCESİ EGE

da en yüklü durumundadır, şiirdeyse, aym kızlarından biridir.60 Stoa­cı öğretide, ay, besinini pınarlardan ve akarsulardan sağlar.61 Plinius, güneşin emdiği ıslakları aym ortaya çıkardığını söyler. Cicero'ya gö­reyse, ay, canlıların büyümesini sağlayan ve topraktan doğan her şeyi olgunlaştıran bir sıvı akıtır.62 Sara ve benzeri hastalıkların da aynı et­kiden kaynaklandığı ileri sürülmüş,63 öteki hastalıkların belirtilerinin de aym değişik evrelerine göre yükselip alçaklığı düşünülmüştür.64 Do­lunay, tohum ekmenin63 ve evlenmenin66 en uygun zamanı sayılmak­taydı. Yeni doğan bebekler dadılarınca kapının önüne çıkarılır, "aya gösterilirdi".67 Çocukların gerdanlıklarına takılan, meyva ağaçlarına asılan, aşk büyüsü olarak kullanılan ve saralıların iyileştirilmesinde başvurulan ay taşı en etkili muskalardan biriydi.68 Aynı düşünce uya­rınca, bitkilerin ve ağaçların kesilmesi, koyunların kırkılması gibi işler hep aym solmakta olduğu döneme rastgetirilirdi.69 Roma imparatoru Tiberius'un da saçım kestirirken titizlikle uyduğu bir kuralmış bu.70 Bu önlem savsaklanırsa, insanların kel olacağına inanılırmış.

Aym yılanla olan ilintisi, Aristoteles'in hiç duraksamasız benimse­diği yaygın bir inançta çıkar karşımıza. Bu inanca göre, yılanın kabur­ga kemikleri ile bir aym günlerinin sayısı aynıdır.71 Yılan birçok Yunan söylencesinde suların bekçisi olarak belirir. Bunlardan en ünlüsü, Apol- lon'un Delphoi'u nasıl kurduğunu dile getiren öyküdür:

Yakınlarda bir yerd e fokur fokur kaynayan bir pınar vardı. A pollon ora­da güçlü yayını gerip ok un u saldı ve insanlara görü lm em iş zararlar ve­ren, o bölgeyi kasıp k avuran korkunç can avarı ö ld ü rd ü .72

60 Plutarkhos, Moralia, 367d, 659b; Vergilius, Georgica, 3. 337; ilyoda 23. 597-9.61 Porph. Ant. 11; bkz. Plutarkhos. Moralia, 659b; Plinius, Historia Naturalis, 2. 223; Aristoteles. Mete.

1. 10.62 Plinius, Historia Naturalis, 20.1; Cicero, De Deorum Notum, 2.19. 50.63 Gal. 9.903; Macrobius. Saturnalia, 1.17.11; Artem. 104.14; Oiph. L S0. 474-84.64 Gal. 19.188; Plinius, Historia Naturalis, 28.44. Biliciliğin de böyle olduğu düşünülüyordu: Argos'daki

bir Apollon tapınağında bir kadın her ay koç kanı içtikten sonra gökyüzünden haberler verirdi: Pausanias. 2. 24. 1.

65 Palladius, 1. 6 .12.66 Euripides, İphigeneia Aulis'de, 716-7; En kolay doğum dolunaydaydı: Cicero, De Deorum Natura, 2.

45.119; Plutarkhos, Moralia, 282d, 658f, 939f; İlyada, 21.483.67 Plutarkhos, Moralia, 658f.68 Plautus, Epidicus, 5.1. 33; Plutarkhos, Moralio, 282a, 287f-288b.69 Plinius, Historia Naturalis, 18. 32,1-2; Varro, De Lingua Latina, 1. 37.70 Plinius, Historia Naturalis, 16, 194.71 Aristoteles, HA, 2 .17. 23; Plinius, Historia Naturalis, 11. 82.72 Apollodoros, 3. 6. 4; Pausanias, 9.10. 5.

Page 208: Thomson_Tarih Öncesi Ege

BİR TANRIÇANIN YARATILMASI 207

Resim 9. Bir Mainad: Attika vazosu

Yılan-tanrı Asklepios'un Epidauros'daki tapınağında bulunan ya­zıtlardan öğrendiğimize göre, yılan, kadınları ayartıp ırzlarına geçen bir yaratık olarak da bilinmekteydi. Kısırlığına umar arayan bir kadın gelmiş bir gün Asklepios tapmağına. Kadın, tapınağın kuralları uya­rınca geceyi orada geçirmiş. Gece düşünde tanrının elinde bir yılanla yanma geldiğini görmüş, yılanla cinsel ilişkide bulunmuş, dokuz ay sonra da ikiz oğlan doğurmuş.73 Burada yılan, kendisine inanan kadı­nı hayvan aracılığıyla gebe bırakan tanrıdır. Asklepios tapınağında ye­

^3 SIC. 1169,19,1168.112. Bu tanrının yılanla olan ilişkileri için bkz. J.G. Frazer, Pausanias's Description o f Greece (Pausanias’ın Yunanistan Betimlemesi), (Londra. 1898). c. 3, s. 65-6.

Page 209: Thomson_Tarih Öncesi Ege

208 TARİH Ö NCESİ E g e

tiştirilen yılanların sağaltıcı gücünün, bu hayvanların deri değiştirerek yaşamlarım yenileme yetilerinden kaynaklandığına inanıldığını da ek­leyebiliriz buna.74

Bu düşünce çemberini bütünleyen bir örnek daha verebiliriz. Daha önce sözünü ettiğimiz Batı Afrika yılan dansının bir benzerine Make- donia'da rastlıyoruz:

D aha en eski çağ lard an başlayarak , bu ülkenin kadınları O rph eu s ve D ionysos dinlerinin cinsel şenliklerine katılm ışlardır... C o şu p esrim e­de kim senin eline su dökem ediği O lym pias, dans ederken kocam an uy­sal yılanlar taşıyarak kuttörenleri bir kat daha yabanıl v e utanm asız kı­lıyordu; yılanlar, gizem li beşikler içindeki sarm aşık lar arasın d an dışa­rı çıkıyor, kadınların değneklerine ve başlıklarına d olan ıyord u : Erkek­lerin yü reğin e korku d üşü ren bir görü n üm dü bu.75

Olympias, Büyük İskender'in anasıydı. Büyük İskender doğmadan bir süre önce, Olympias'm kocasının eve geldiğinde karısını yatakla koynunda bir yılanla uyurken bulduğu söylenir.76

4. Bitki Büyüsü

Şimdi artık, Yunan panteonunun görkemli tanrıçalarına tapınma­nın gerisindeki ilkel büyüyü günışığına çıkarabiliriz.

Yeryüzünün her yanında kadınların uğraş alanına girer bitki büyü­sü. Bayan Earthy, Valengelerle ilgili'incelemesinde şöyle yazıyor:

H em en bütün ağ açlar ve bitkiler büyüsel bir anlam taşır. Beni ne zam an bitki örnekleri toplarken görseler kadınlar hem en m eraka kapılıp ilgi­leniyorlardı; çünkü kafaları bitkilerle ilgili büyü ya da ilaç reçeteleriy­le d o lu y d u .77

Eski Yunan'daki bitki bilgisi Dioskorides ve Plinius'un yazılarında incelenebilir, ama Yunan dinini inceleyenlerden hak ettiği ilgiyi gör* memiştir nedense.

74 Aristophanes, Plutos, 733.75 Plutarkhos, Alex, 2.76 Plutarkhos, Alex, 2; Suetonius, Octavius Augustus Caesar, 94.77 Valenge Women, s. 24.

Page 210: Thomson_Tarih Öncesi Ege

B İR T A N R IÇ A N IN Y A R A T IL M A SI 209

flAeniım ya da selenogonon denildiğine bakılırsa etkisini ve gücünü aydan aldı­ğına inanıldığı anlaşılan şakayık kökü, ay­başı görme ve doğumlarda kullanılıyor­du.78 Güveyi otu (diktamnos), doğurmayı kolaylaştırmada kullanılıyor ve doğum tanrıçası Eileithyia için yapılan çelenkle- re örülüyordu.79 Mersin, dölyatağını ka­patarak erken doğuma engel oluyordu; zambak da, aybaşını denetleyen bir rol oynuyordu.80

Bu çiçekler Aphrodite tanrıçaya adan­mış sayılmaktaydı.81 Bir çeşit söğüt olan lı/gos'un aybaşı görmeyi çabuklaştırdığı ya da Önlediği inancı yaygındı.82 Spar- ta'da Artemis'e Lygodesma, "söğüt dal­larına sarılı" denirdi; bunun nedeni, Ar­temis imgesinin söğüt dalları arasında bu­lunduğunun söylenmesiydi.83 Aynı tan­rıçanın Agra'daki (Attika) yontusu, söğüt dallarından çelenklerle bezemlenmişti.84 Gene, Saınos'lu Hera'nm da, tapınağında göğermiş bir söğüt ağacmın dibinde dün­yaya geldiği söylenirdi.85 Havlıcandan (kypeiros) yapılan ilaç, dölyatağının açıl­masında kullanılırdı;86 hasırçiçeğiyse ay­başı görmeyi kolaylaştırır ve Spartalı kız­lar tarafından Hera'ya taç yapmakta kul­lanılırdı.87 Alkman'm Hera'ya övgüsün­de bir genç kız şöyle yakarır: "Yalvarıyo-

78 Plinius, HistoriaNatura/is. 26. İS I .79 Thphr. HP. 9. 16.1; Arat. 33.80 Plinius, HistoriaNaturalis, 23. 159-60, 24. 50, 21.126.81 Pausanias, 6. 24. 7.82 Dsc. 1. 134; Plinius, Historia Noturolis, 24. 59-60.83 Pausanias, 3.16.11.84 Euripides, Hip. 73.85 Pausanias, 7. 4. 4.86 Plinius, Historia Naiuralis, 21.118.87 Plinius, Historia Noturolis, 21.148.

Resim 10. Nar tutan tanrıça; Attika yontusu

Page 211: Thomson_Tarih Öncesi Ege

2i o T a r i h ö n c e s i E g e

rum sana; havlıcanlardan, hastrçiçeklerinden örülü bir çelenk sunuyo­rum bak."88 Romalıların Herası Juno'nun bir görevi de, aybaşı görme­yi kolaylaştırmaktı;89 bundan başka, Hera'ya, Artemis'e ve Aphrodi- te'ye doğum tanrıçaları olarak da tapındırdı.90

Eski Yunan'da en çok bilinen bitki nardı. Demeter, elinde bir haş­haş ya da nar, kimi zaman da ikisiyle birlikte gösterilir her yerde.91 Ati­na'daki Zafer Taşıyıcı Athena'nın sağ elinde bir tolga, sol elinde bir nar vardır.92 Atlet Milon'un Olympia'daki yontusunun bir elinde bir nar görülür. Milon da Hera tapımı rahiplerinden biriydi.93 Hera tanrıçanın Argos'daki yontusunun bir elinde kutsal değnek, bir elinde nar vardır. Pausanias bu yontudan söz ederken bakm ne diyor: "Narla ilgili baş­ka bir şey söylemeyeceğim, çünkü narın öyküsü bir gizdir."94 Neydi bu giz öyleyse? Narın meyvası parlak kırmızıdır. Kaba bir boya elde edildiği için Yunanca'da kızıl (kokkinos) sözcüğünün türetildiği nar to­humu (kokkos) da kırmızıdır.95 Bir kan imiydi nar. Narın bir kan imi ol­duğu genellikle bilinmesine karşm, imin gerçek anlamı gözden kaçmış­tır. Nar, çoğu zaman, korkunç ölümün simgesi olarak görülmüştür.96 Belli durumlarda, hiç kuşkusuz, bu anlama gelmektedir. Narın, Titan­lar tarafından yaralandığında Dionysos'un kanından filizlendiği söy­lenir;97 bir de, kendini tanrılara kurban eden Menoikeus'un gövdesi üs­tünde çiçeklenmiş ve Eteokles'in ölmesine neden olan Erinys'ler tara­fından Eteokles'in gömütüne dikilmiş.98 Bir kimsenin düşünde nar gör­mesi, onun yaralanacağının bir belirtisiydi.99 Ama bu yakıştırmalar hep ikincildir. Nar, aybaşı görme ve doğumlarda ilaç olarak kullanılırdı, bu da, Demeter'in elindeki narın, açıkça bir doğurganlık simgesi ola­rak tanımlanan haşhaşla aynı anlamı taşıdığmı göstermektedir.101 Eleu-

88 Alem. 24.89 Varro.90 l.R . Famell, Cults o f the Greek States (Yunan Devletlerinde Tapımlar), (Oxford, 1896-1909), c. 1, s.

196, c. 2, s. 444,655-56,91 W.H. Roscher, Auşföhrliches Lexikon dergriechischen undrömischen Mythotogıe. (Leipzig, 1884-1937),

c. 2, s. 1342-43, 1345.92 Cults o f the Greek States, c. 1. s. 327.93 Pausanias, 6.14. 6.94 Pausanias, 2.17. 4.95 Strabon, 630.96 J.C. Frazer, Pausanias' Description o f Greece, (Londra, 1898). c. 3, s. 184-85.97 dem . Pr. 2. 16.98 Pausanias, 9. 25.1; Philost. İm. 2. 29. 4.99 Artem. 1.73.100 Plinius, Historia Naturalis, 23.107, 112.101 Eusebios, PE. 3.11. 6.

Page 212: Thomson_Tarih Öncesi Ege

gjs Mysteria'larmda ve Despoina'yla (Persephone) ilgili Arkadia Myste- ria'larında nar tabu sayılırdı.102

Persephone öyküsündeki ünlii olaydan kaynaklanıyordu bu tabu. Bu olayı birazdan inceleyeceğiz. Atina'daki Thesmophoria bayramla­rında oruç tutan kadınlarm nar yememeleri ve cinsel ilişkide bulunma­maları gerekiyordu. Geceleri, hem cinsel dürtüleri önlediğine, hem de yılanları uzak tuttuğuna inanılan söğüt dalından döşeklerde uyuyor­lardı.103 Söğüt dallarını cinsel etkinliğe karşı bir koruyucu olarak kul­landıklarına bakılırsa, nar yemekten de bir cinsel uyancı olduğu için kaçmıyorlardı büyük bir olasılıkla. Nar rengi, savaş kanı değil, özellik­le doğurganlık kanıydı; aybaşı kanı ve loğusalık akıntısıydı.

5. Thesmophoria ve Arrhephoria

Thesmophoria bayramlarının amacı, ekinlerin bereketini artırmaktı. O zaman, kadınlar niçin dölleyici etkilerden kaçınmaya özen gösteri­yorlardı? Bu soruya vereceğimiz yanıt, başlangıçtaki işlevi unutulup git­tiğinde ilkel kuttörenlerin nasıl bir nitelik aldığını ortaya koyacaktır.104

Bayram ekim ayı sonlarına doğru kutlanırdı. Birkaç ay öncesinden (sanırız, haziranda ya da temmuzda kutlanan Skirophoria'da) kadın­lar domuzlar kurban ederler, bunları Demeter'e sunu olarak büyük bir mağaraya bırakırlardı. Thesmophoria gelince, üç gün bedenlerini te­miz tuttuktan sonra105 yılanları ürkütüp kaçırmak için ellerini çırparak büyük mağaraya girerler, domuzların çürümüş kalıntılarını toplaya­rak güz ekimi için tohumluk tahıllara karıştırırlardı. Domuzlar "insa­nın ve ekinlerin doğuşunun simgeleri" olarak tanımlanır.106 Bir de şöy­le bir öykü anlatılırdı: Persephone yeraltı dünyasına kaçırıldığı zaman, orada bulunan bir domuz çobanı da domuzlarıyla birlikte toprağın al­tına çekilmiş.107

Tavşan, güvercin ve kadınlarca beslenen öteki hayvanlar gibi domu­zun da olağanüstü doğurgan olduğuna inanılırdı.108 Dolayısıyla, tam

B İR T A N R IÇ A N IN Y A RA T ILM A SI 211

102 Porph. Abst. 4.16; Pausanias. 8. 37. 7.103 Clem. Pr. 2.16; Plinius, Historia Noturolis, 24. 59.104 L Deubner, Attische Feste, (Berlin, 1932), s. 43-66.105 Aynı kurala Abdera ve Sparta'da aynı şenlikte ve Tithoreia'daki İsis tapımında da uyulurdu.106 Luc. D M er.2 .1.107 dem . Pr. 2.17.108 Luc. DMer. 2.1.

Page 213: Thomson_Tarih Öncesi Ege

bir bereket simgesiydi domuz. Ama bu kadarla da kalmıyordu. Kadı­nın kendisinin yerine konuluyordu. Bu da, bu hayvan için kullanılan sözcüğün (khoims) halk arasında niçin pudenda muliebria [kadının edep yeri] karşılığı kullanıldığını açıklıyor.109 Kokkos sözcüğü de aynı anlam­

212 TARİHÖNCESİ EGE

da kullanılıyordu.110 Domuz kanı, kadın katharnmta'smm -aybaşı kam ya da loğusalık akıntısı- yerini tutuyordu. Bu bayramların kökeni, kat- harmata'nm tohumların verimini artırmada kullanılmak amacıyla giz­lice dağıtılması biçimindeki ilkel uygulamaydı.111 Sonraları, bu görev domuz kanma aktarıldığında, kadınların olumlu niteliğini yitiren cin­sel etkinlikleri bir kirlenme olarak görülmüş ve yasaklanmıştı.

Bu tür kuttörenlerin rastlandığı tek tapım Demeter tapımı değildi. Athena Polias rahibesi iki genç kız, her yıl belli bir gece, bir kutu için­de gizli bir şey taşıyarak Akropolis'den aşağı inerlerdi. Tepenin dibin­de bir mağara vardı. Kızlar bu mağaraya girip kutuyu bırakırlar, ora­

109 Varro, RR. 2. 4.10.IlO H s c h .111 Pausanias, 2. 31. 8, S. 5.10. 8. 41. 2.

Page 214: Thomson_Tarih Öncesi Ege

BİRTANRIÇANIN YARATILMASI 213

ya daha önce bırakılmış başka bir şeyi alıp geri dönerlerdi.112 Kutunun içinde ne olduğu belirtilmiyor, ama ErikhthoniosTa ilgili öyküden çı­karabiliriz bunu. Athena tanrıça, yılan biçiminde dünyaya gelen Erikh- thonios'u bir kutuya koyup Kekrops'un kızlarına vermiş; sakın kutu­yu açmayın diye tembihlemeyi de unutmamış. Kekrops'un kızları da­yanamayıp kutuyu açınca çıldırmışlar, kendilerini Akropolis'den aşa­ğı atmışlar.113 Burada yılan domuzla aynı anlamı taşımaktadır; yılan­la ilgili tabu da aym biçimde gelişmiştir.

Bu törene, Deubner'in ortaya koyduğu gibi "gizlerin taşınması" an­lamına gelen Arrhephoria deniliyordu.114 Thesmophoria da "thesmo- i'un taşınması”dır. Thesmos, "konulan" bir şeydir; genellikle bir "yasa" ya da bir "kuraT'dır bu. Nitekim daha sonraları evlilik tanrıçalığmdan ötürü Demeter'e, yasa koyucu anlamına gelen Thesmophoros niteleme­si yakıştırılmış tır.115 Ne var ki, bu çeşit kuttörenlerin evlilik yasaların­dan eski olduğu açıktır; üstelik, thesmos, aynı zamanda "saklanılan" ya da "konulan"116 somut bir şey anlamında da, başka bir deyişle bu du­rumda ilk başlarda katharmata anlamında da kullanılıyordu. Bu iki bay­ramın kökeni, kadınların bereket büyüsüdür.

6. Arınma Kuttörenleri

Demeter tanrıçanın daha çok tahılların yetiştirilmesiyle ilgilenme­sine karşılık, Artemis bir orman, bataklık ve kır tanrıçasıydı:

Artemis, elinde oku, ordan oraya koşarsa nasıl, koca Taygetos ya da Erymanthos dağları boyunca, yaban domuzları, hızlı geyikleri kovalar sevinir,Nympha'lar, Kalkanlı Zeus'un kızları, sıçrar dururlar kırlarda onunla birlikte, bir hoş olur yüreği Leto'nun,Artemis başıyla, alırıyla geçer hepsini, bütün güzeller içinde belli olur ilk bakışta.117

112 Pausanias, 1. 27. 2-3.113 Apollodoros, 3.14. 6 .114 Attische Feste, s. 9.115 Attische Feste, s. 44-45116 Anacr. 58.117 Odysseia, 6. 102-8.

Page 215: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Alpheios Irmağı kıyısında, Letrinoi'da bir Artemis Alpheaia tapma­ğı vardı. Şöyle anlatılır: Günlerden bir gün, Alpheios, Artemis'e vurul­muş. Gelgelelim, Artemis'in kızoğlankız kalmaya ant içtiğini, onun için isteğine hiçbir zaman boyun eğmeyeceğini biliyormuş. Alpheios dü­şünmüş taşınmış, Artemis geceleyin nympha'larla şenlik yaparken on-

2 1 4 TA RİH Ö NCESİ EGE

Resim 12. Kuyu başındaki kızlar: Attika va zo su

lara gizlice yanaşmaya kalkmış. Ama Artemis ile periler, Alpheios'un amacını anlayınca yüzlerine çamur sürmüşler, Alpheios da onları bir­birinden ayıramamış.118 Gizli bir kuttöreni akla getiriyor bu söylence: Evlenme çağma erişen genç kızlar ırmak boyuna inerler, gövdelerini çamurla sıvayarak can veren suları soğururlardı. Alpheios'a yakıştırı­lan sağaltıcı nitelikler, onun adını taşıyan Cüzam (alphas) İrmağı'ndan da anlaşılmaktadır.119 Irmağın geçtiği koyak baştan başa bu tür ilaçlar­la doluydu. Letrinoi'dan daha aşağılarda, Cüzamlılar Kenti anlamına gelen Lepreos diye bir yer vardı. Burada Zeus Leukaios'un, "beyaz has­talık" tanrısının bir tapınağı bulunuyordu. Gene aynı bölgedeki Anig- ros Irmağı'nda cüzamlıların gittiği bir mağara yer alıyordu.120

Öteki yerel söylenceler de aynı doğrultudadır. Pisalı Leukippos gön­lünü Daphne'ye kaptırmış. Kadın kılığına bürünerek dostluk kurmuş

118 Pausanias, 6 . 22. 9.119 Strabon, 347; Lykophron, 1050-53.120 Pausanias, 5. 5. 5,5. 5.11; Strabon, 346.

Page 216: Thomson_Tarih Öncesi Ege

paphne'yle. Daphne ve öteki perilerle ava çıkmaya başlamış. Gel gör jâ, günlerden bir gün, kızlar Ladon Irmağı'nda yıkanmaya karar ver­mişler. Leukippos, suya girmeye yanaşmayınca onu zorla soymuşlar, erkek olduğunu görünce de oracıkta öldürüvermişler.121 Ladon, Ery- nranthos dağı yamaçlarında akan bir koludur Alpheios JrmağTnm. Bir örnek de Boiotia'dan. Çok sıcak bir yaz günü avdan yorgun düşen Ar­temis, sık ağaçlarla kaplı bir koyağa gelmiş; orada Kız Kuyusu (Part- henia) denilen bir pınarda yıkanmaya koyulmuş. Köpekleriyle birlik­te oradan geçen Aktaion adlı bir avcı da tanrıçayı pınarda çırılçıplak yıkanırken görmüş. Bunun üzerine, gördüğünü başkalarına anlatma­sın diye Aktaion'u geyiğe dönüştürmüş Artemis; köpekler de oracıkta parçalamışlar geyiği.122

Yunanistan'ın kırsal yörelerinde adım başı Parthenia ya da Parthe- nios denilen pınarlara, derelere rastlanırdı.123 Genç kızlar dinsel şen-

B İR T A N R IÇ A N IN YA RA T ILM A SI 215

R e sim 13. A rte m is ile Aktaion; Attika vazosu

121 Pausanias. 8. 20. 3.122 Hyg.F. 181.123 Pausanias, 6 . 21. 7; Strabon, 357.457.

Page 217: Thomson_Tarih Öncesi Ege

liklerden önce kendilerini arındırmak için bu pınarlarda yıkanırlardı;1 gelinler de evlenmeden önce o yöredeki ırmakta ya da ırmaktan taşı­nan suyla gövdelerini arındırırlardı.125 Bu uygulamaların hepsi de dö­nüp dolaşıp erginlemeye dayanmaktadır.126 Bütün gövdenin suya so­kularak kutsanması, başlangıçta, ilk kez aybaşı gören genç kızların arın­dırılmasını ve aynı zamanda doğurgan kılınmasını amaçlıyordu. "Can verici" diye tanımlanan düğün yıkanmasının böyle bir etkisi olduğu­na inanılıyordu.127 Bu nokta, Troaslı gelinlerde daha da açıktır. Troas- lı gelinler Skamandros Irmağı'nda yıkanırken ırmak-tanrıya yakarır, şöyle derlerdi: "Ey Skamandros, al benim kızlığım ı!"128 Bu da, başka ülkelerde olduğu gibi bir zamanlar Yunanistan'da da genç kızların su tarafından gebe bırakıldığına inanıldığını göstermektedir. Yıkandıktan sonra gelin olan bu kızların; nympha'larm, yani ırmak-tanrılarla sevi­şip yiğit erkek çocuklar doğuran "gelinler"in (mjphai) ölümlü prototip­leri oldukları son derece açıktır.

7. Proitos'un Kızları

Cüzamlıların geldiği Anigros ilk zamanlar Minyeios diye bilinirdi. Melampus'un, Proitos'un kızlarını yıkayıp arındırarak delilikten kur­tardığı Minyeios Irmağı'ydı bu. Şimdi, bu söylencenin ardındaki kut- töreni biraz daha yakından inceleyebiliriz.129

Proitos'un kızları "erginliğe eriştiklerinde"130 çıldırmışlar; anlaya­cağınız, ilk kez aybaşı gördüklerinde. Bir yoruma göre Dionysos, baş­ka bir yoruma göreyse Hera alır akıllarını başlarından. Dionysoş ku­zeyden gelmişti; Herodotos'a bakılırsa,bu dini Yunanistan'a sokan Me- lampus'du.131 Bu.da, Peloponnesos Agrianiasınm, aynı nitelikteki da­ha eski bir tapıma katılmış olduğunu ortaya koymaktadır, ikinci yoru­

216 TA RİH Ö NCESİ EGE

124 Plutarkhos, M. 771f, 772b; Ly. 913.125 Thukydides, 2. 15. 5; Poll. 3. 43; Plutarkhos, Moralıa, 772b.126 E.D. Earthy, Valenge Women, (Oxford, 1933), s. 167: “Bedenin yıkanması her zaman az çok törensel

bir nitelik taşır... Hastalığın ya da ölümün manevi kirliliğinden bir tür arınmadır yıkanma... Hastalananlar, iyileşinceye dek yıkanmazlar."

127 Nonn. D. 3. 89.128 Ps. Aeschin. Ep. 10.3.129 W.H. Roscher, Selene und Venvandtes, (Leipzig, 1890), s. 70-71. Bu bölümdeki bilgiler büyük ölçüde

Roscher’in söz konusu yapıtına dayanmaktadır.130 Apollodoros, 2. 2. 2.131 Herodot Tarihi, 2. 49.

Page 218: Thomson_Tarih Öncesi Ege

B İR T A N R IÇ A N IN YA RA T ILM A SI 217

ma göre, Proitos'un kızları, Hera'nm altınlarını çaldıkları için çıldırır­lar. Burada Angelos'un Hera'nm allığını çalışı geliyor aklımıza. Bu hırsızlıklarından dolayı Proitos'un kızları ineğe dönüşmüşler.133 Daha önce de söylediğimiz gibi, Anigros ya da Minyeios Irmağı'nda iyileş­mişler; Melampus onları arındırdıktan sonra Katharmnta’yı ırmağa at­mış134 Bir başka yorumda da, Melampus'un, Proitos'un kızlarını Lousoi yakınlarındaki bir Artemis Lousia'da, Yıkanan Artemis tapınağında arındırdığı belirtiliyor.135

Neydi peki bu kızların hastalığı? Bu soruyu yanıtlamanın tek güç­lüğü, günümüzde birbirinden ayrı değerlendirilen kimi hastalıkların il­kel tıpta birbirine karıştırılmasından doğmaktadır. Cüzam sarayla ay­nı şey değildir, ama ilkel düşüncede bu iki hastalık birbirine çok yakın­dır. Cüzamlı, hastalığı bulaşıcı olduğundan, toplum dışına atılıyordu; saralı ise, nöbet geldiği zaman kendini dışarı atıyor, ıssız kırlara kaçı­yordu.136 Yani ikisi de toplumdışı kılınıyordu, işte bu yüzden, Aisklı- ylos, Erinys'lerin cezalandırdığı bir günahkârı tanıtırken bu iki hasta­lığın belirtilerini birbirine karıştırır.137 Ayrıca, saralı bir kimsenin ruhu­na bir hayvanın egemen olduğu sanılmaktaydı.138 Bu da, Proitos'un kız­larının niçin ineğe dönüştürüldüklerine açıklık kazandırıyor. Gerçekte birer usyarılıını (şizofreni) belirtisinden başka bir şey olmayan bu yarı hayvan, yarı insan sabuklamaları, uygar insanlarda pek az görülmek­le birlikte totem düşüncesinin egemenliğini sürdürdüğü ilkel insanlar arasında bugün bile yaygındır.139 Dahası, kadınlarda rastlanan saraya, aybaşı görmeyi engelleyen bir dölyatağı tıkanmasının yol açtığına ina­nıyordu Yunanlılar.140 Kuşkusuz, yanılıyorlardı. Böyle bir durum olsa olsa isteriye yol açabilirdi, saraya değil. Ama belirtilerinin benzerliğin­den ötürü bu iki hastalık birbirine karıştırılıyordu; Hippokrates'in bi­limsel tıbbın temel ilkelerini ortaya koymasından çok sonra bile, isteri­nin yalnızca kadınlarda görülen bir hastalık olduğu, buna da dölyata- ğında (hystera) bir tıkanmanın yol açtığı inancı varlığını sürdürdü.141

132Servius.Ü3 Prob.134 Pausanias, 5. 5. 10.135 Pausanias, 8.18. 8.136 Hp. Morb. Sac. 4.137 Aiskhylos, C. 277-95.138 Hp. Morb. Sac. 4.139 Selene und Venvandtes, s. 71.140 Cal. 11.165.141 Aristoteles, CA. 4. 7 .6.

Page 219: Thomson_Tarih Öncesi Ege

218 TARİH ÖNCESİ EGE

Birkaç kadının ansızın delirerek kendilerini kırlara atmaları bize çok tuhaf gelebilir, ama ilkellerin ruh ve düşünce yapısını inceleyecek olur­sak bu kuşkumuz hemen dağılacaktır.142 Sözgelimi, Yunanlılara hiç de garip görünmüyordu bu düşünce. Sparta'da ve Lokroi Epizephyrio- i'da toplu isteri olayları belirlenmiştir; üstelik her iki kentte de bu has­talığa yakalananlar kadınlardır.143 Sparta'da isteriye tutulan kadınlar, Delphoi bilicisinin buyrukları uyarınca bakıcı Bakis tarafından iyileş- tirilirdi. Lokroi'daysa, sofrada sessiz sessiz otururlarken ansızın doğa­üstü bir sese karşılık veriyormuşçasına cinnet getirerek yerlerinden fır­larlar, kent dışına kaçarlardı. Bunlar tanrı Apollon'a yakarılar okuna­rak iyileştirirlerdi.

Agriania'da değinmediğimiz bazı öğeler var hâlâ: yeni doğan çocu­ğun öldürülmesi, kovalama ve en geride kalanın öldürülmesi. Bunları daha sonra ele alacağız.144 Ama Argos'daki söylencenin anlamı artık açıktır. Kadınların ruhsal süreçlerindeki büyünün esinlediği yılgının bir izdüşümüdür bu.

8. Yunan Tanrıçaları ve Ay

Kapsamlı bilgilere dayalı çalışmalar yapan Roscher'in, gerçekte bü­tün Yunan tanrıçalarının başlangıçta ayla ilgili kutsal varlıklar olduğu­nu ileri sürmesinden bu yana yarım yüzyıl geçti.145 Roscher'in görüş­leri genellikle kabul ediliyor. Başta Farnell olmak üzere karşı çıkanla­rın görüşüyse, Roscher'in dayandığı kanıtların büyük ölçüde Hellenis- tik kaynaklardan alındığı, bunun da Yunan dilinin Doğu etkilerine iyi­ce açıldığı bir döneme rastladığı yolundadır. Anlaşmazlık daha çözül­müş değildir; Yunan dinini inceleyenler bilimsel bir yöntem benimse­medikçe de çözüleceği yoktur.

Roscher'in kaynaklarınm hepsi geç bir döneme ilişkin kaynaklar de­ğildir; kaldı ki, geç döneme ilişkin olanlar da Farnell'ın sandığından

142 Frazer, I. H. N. Evans'ın Malaya'dan verdiği bir örneği aktarır: “Bir Jakun erkeği benim önümde tuhaf bir yakınmada bulundu... onun bulunduğu yerdeki bütün kadınlar sık sık bir tür çılgınlığa -büyük bir olasılıkla bir tür isteriye- yakalanıyorlarmış. Her kadın türkü çağırarak ormana kaçıyor, günlerce bir başına orada kalıyor, sonunda da nerdeyse çırılçıplak ya da giysileri paramparça bir durumda geri dönüyormuş... Bunu önce kadınlardan biri başlatıyormuş, sonra da öbürleri onu izliyorlaımış." |.C. Frazer. Apollodoros, (Londra, 1921), s. 147.

143 Aristophanes, Av. 962.144 C. Thomson, Aeschylus and Athens (Aiskhylos ve Atina), (ikinci Basım, Londra, 1946), s. 144-45.145 Selene und Verwandtes.

Page 220: Thomson_Tarih Öncesi Ege

B İR T A N R IÇ A N IN Y A RA T ILM A SI 2 ig

çok daha değerlidir. Yunan kent-devletlerinin kozmopolit Makedon­ya ve Roma imparatorlukları içinde eriyip gittikleri sıralarda doğudan birçok tapımın akın ettiği doğrudur, ama bunların çoğu Yunan tapım- larıyla aynı kökenden gelen tapanlardır. Daha en baştan beri Babil ve Mısır'dan etkilenen tarihöncesi Anadolu ve Ege dini, Yunanistan'da, kent-devletlerinin ayrışması sonucunda ayrı gelişme yolları izlemiştir. Böylelikle, bu devletler bağımsızlıklarını yitirince, dinsel üstyapıları da onlarla birlikte çökmüş, onları bir kez daha Anadolu ve Ege'nin daha az farklılaşmış tapmalarının etkisine açık bir durumda bırakmıştır. Gi­derek, daha sonraki Orpheusçuların ve Yeni Platoncuların gizemsel öbür dünya bilgisinin ortamı hazırlanmıştır; bu öbür dünya bilgisi, kur­gusal yeniliklerle geliştirilmiş olmasına, bilmesinlerci ve çokbilmiş bir nitelik taşımasına karşın, özünde, eski dindeki en ilkel öğelerden kimi­lerinin bir yeniden canlanışıdır.

Roscher'in yaklaşımının eksikliği, kaynaklarında değil, aya tapın­mayı ilkel toplumun yapısından kopuk bir biçimde, bir "kendinde şey" olarak ele akşındadır. Hemen bütün Yunan tanrıçalarında ve tanrıları­nın birçoğunda gördüğümüz ay ile ilişkili olma niteliği, ayın kadınla­rın yaşamına egemen olduğuna, kadınların yaşamını çekip çevirdiği­ne inanılan dönemin bir kalıntısıdır.

Ay ile arasında en açık seçik bağ kurulan kutsal varlık, büyü tanrı­çası Hekate'ydi. Ay sonunda, ay görünmez olduğunda, Yunanlı kadın yerleri süpürür, çöpleri ve süprüntüleri bir yol ayrımına götürür, başı­nı başka yana çevirip oraya döker, sonra da ardına bakmadan geri dö­nerdi. Yol ayrımına bırakılan bu süprüntü yığınlarına "Hekate'nin ak­şam yemekleri" denirdi.146 Öteki çerçöple birlikte süpürülen insan sal­gılarının büyü yüklü, dolayısıyla tehlikeli olduğu düşünülürdü. Elde­ki bilgilerin karşılaştırmalı bir incelemesi yapıldığında kaçınılmaz ola­rak bu yoruma varılmaktadır; üstelik dolaysız kaynaklar da doğrula­maktadır bu yorumu. Sözgelimi, İoıılis'deki (Keos) bir yazıtta, gömme törenlerinin düzenlenmesine ilişkin bir yasaya rastlıyoruz. Yasada, gömme törenlerinin ay sonlarında düzenlenmesi yasaklanmakta, ayrı­ca evden getirilen süprüntülerin gömütlere konulması da suç sayılmak­tadır.147 Bir uygulama yasaklanıyorsa, yaygın demektir. Bu uygulama­lar, ay sonunda toplanan bu süprüntülerin ölülerin yeniden doğması­na yardımcı olduğu inancına dayanıyordu.

146 Uutarkhos, Morolia, 708-09.147 J/C. 1218. 22.

Page 221: Thomson_Tarih Öncesi Ege

220 TARİHÖNCESİ EGE

Ayın onaltısmda, ay dolunay olduktan hemen sonra kad utlar bir yol ayrımına gider, "parlayan şeyler" (amphiphontes) adını verdikleri, üst­lerine mumlar takılı, yuvarlak çörekler sunarlardı Hekate'ye.148 Bun­dan amaç, ayın ışığını sürdürmekti. Bu "parlayan şeyler" Artemis tan­rıçaya da sunulurdu.149 İki tanrıça arasındaki sayısız bağdan yalnızca biridir bu. Aiskhylos, aydan, "Leto'nun kızının gözü" diye söz eder, bir başka yerde de Hekate ile Artemis'i tek bir doğum tanrıçasında öz­deşler;150 sanırız, Aiskhylos'un tanıklığı ne geç bir tanıklıktır, ne de kuş­kulu/ Gerçekte Hekate, Apollon Hekatos'un kız kardeşi Artemis He-

kate'dir, oklarını ya da do­ğum sancılarını "uzaktan atan" tanrıçadır.131 Her iki tanrıçaya da trioditis ve trip- rosopos önadları yakıştırıl- rnıştır. Trioditis ile kavşak, "üç yolun birleştiği" yer be­lirtilir; triprosopos ise "üç yüzlü" anlamına gelir.152 Kavşak kuttöreni aya ses­lenen bir kuttören olduğu­na göre, buradaki üç yol da ayın üç evresini simgele­mektedir. Porphyrios şöy­le diyor "Ay, onun değişen

Resim 14. ü ç yü zlü Hekate: Tak. evrelerini ve bu evrelerebağımlı güçleri simgeleyen Hekate'dir: Etkisinin üç bi­

çimde belirmesinin nedeni de budur."153 İ.S. üçüncü yüzyılda yaşamış olan Suriyeli bir Yeni Platoncu'ydu Porphyrios, ama bin yıldan fazla bir zaman önce Hesiodos da Hekate'ye "yerde, denizde ve gökte" na­sıl pay verildiğini anlatmamış mıydı?154 Üç biçimli Hekate kavramı, Yeni Platonculuk'tan çok daha eskiydi.

148 Ath. 645a.149 Bu kuttörende Hekate’yle Artemis özdeşleniyordu: Aristophanes. Plutos, 594.150 Euripides, Ph. 109-10.151 İtyada, 5.53,7. 83.152 Orph. HMog. 3. 8. 5. 25.153 Eusebios. PE. 3. 11.32.154 Hesiodos, Theogonia, 427.

Page 222: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Orpheusçu yazında aym evreleri çeşitli biçimlerde yorumlanır. Bi­rine göre, "Aya ilk üç gün Selene adı verilir, altıncı gün Artemis olur ay; on beşinci günse Hekate."155 Bir başkasına göre de, "Ay, yerin üs­tündeyken Selene, içindeyken Artemis, altındayken Persephone'dir."156

Gerçi bu yorumları yapanlar çok daha sonraki bir dönemde yaşa­mışlardır, ama gerçekte eski bir geleneği yeniden yaratmaktadırlar. Epikharmos, ikisinin de bir süre yerin altında kalmalarına bakarak, Per- sephone'yi ay ile özdeşler.157 Asıl önemlisi, İ.Ö. altıncı yüzyılda yaşa­mıştır Epikharmos. Kaldı ki, ay ile Persephone arasındaki bağ, Deme- ter'e yazılmış bir Homerik övgüde çok önceleri dile getirilmiştir. Per­sephone kaçırıldığı zaman onun çığlıklarım duyan Hekate'dir; Persep- hone'nin ırzına geçilmesini görmez Hekate, bunu yalnız Güneş görür. Yüreği parçalanan Demeter'i karşılayıp duyduğu çığlıkları ona anla­tan Hekate'dir. Dirilen genç kızı bağrına basan ve ona gönülden hiz­met eden de Hekate'dir.158 Kimdir öyleyse Persephone? Persephone'nin o gün bugündür ozanlara esin kaynağı olan öyküsü gerçekte ne anla­ma gelmektedir?

9. Persephone'nin Kaçırılması

Kadınların Thesmophoria bayramlarında domuzlarını bıraktıkları büyük mağaraya m egam ı denirdi. Demeter ve Persephone adına kut­sal sayılan mağaralar için genellikle kullanılan sözcük buydu.159 Aynı zamanda ev ya da saray anlamına da geliyordu. Bu megaron'un Home- ros'daki anlamıdır. Hades'in Persephone'yle birlikte gözden yittiği de­rin yarık da bir megaron'du.160

İlk tapınaklar mağaralardı; ilk barınaklar da.161 Yunan geleneğinde böyleydi; arkeoloji de doğruluyor bunu.162 Yontmataş Çağı Avrupa- smda mağara ağızları ve kaya sığmakları ev olarak, mağaralar da kut­sal yerler olarak kullanılıyordu. Cilalıtaş Çağı'nda mağaralar artık ko-

BİR T A N R IÇ A N IN Y A RA T ILM A SI 221

155 Euripides, Med. 396.156 Vergilius, Aeneis. 4. 511.157 Epikharmos, 54.158 Homeros, H. 2. 24-6, 47-58, 438-40.159 Plutarkhos, Moralia, 378e; Pausanias, 1. 39. 5. 3. 25. 9.160 Homeros. H. 2. 379.161 Porph. Ani. 20.162 V.C. Childe, The Down of European Civilisation (Avrupa Uygarlığının Doğuşu), (Üçüncü basım, Londra,

1939), s. 4. 221,231,285.

Page 223: Thomson_Tarih Öncesi Ege

222 T a r İh ö n c e s İ Eg e

nut olarak kullanılmaktan çıkmıştı ama, tapınak, gönuit ve tahıl amba­rı görevi görüyorlardı. Yunanistan'daki bu mağara tapmaklarının bir­çoğunda, özellikle de Odysseia'da sözü edilen Knossos kenti yakınla­rındaki Amnisos Mağarası'nda Minos kalıntıları bulundu.163 En yalın Minos gömütleri çıplak mağaralardır yalnızca. Bir de, toprağın altına kazılan, üstleri büyük taşlarla örtülen odalar vardı.164 Kimi arkeolog­lar, Batı Avrupa'da tarihöncesi çağlarda iri kayalardan yapılmış anıt­sal yapıları doğal mağaraların birer kopyası sayarlar.165 Yapay gömiit- ler birer mağara örneği olarak doğmuş, ev mimarisinin yolunu izleye­rek gelişmiştir.166 Gömüt, bir ölü eviydi.

Anadolu'da Phrygia'lılar ve büyük bir olasılıkla onlardan önce de Hititler, doğal tepeciklere kazılan ve kütüklerle desteklenen çukurlan sıcaktan ve soğuktan korunmak için sığınak olarak kullanıyorlardı.167 Tahıl ambarı görevi gören ve tepeden bir merdivenle inilen benzer çu­kurlar Kappadokia'da, İtalya'da, Almanya'da, Libya'da ve İspanya'da da yaygındı. Latince'de "kuyu" (pııteus) deniyordu bunlara. Varro, bu kuyularda saklanan tahılların yıllarca bozulmadığını, örneğin buğda­yın elli yıl, darının yüz yıldan fazla dayandığını söyler.168

Romalıların mundııs'u da böyle bir yapıydı.169 Kent kurulurken, tam ortaya ilk ürünlerin konulacağı bir koruncak olarak kullanılmak ama­cıyla bir çukur kazılmıştı. Her yıl 24 Ağustosta hasattan alınan tohum­luk buğdayı koymak, 8 Kasımda da tohumlukları çıkarıp ekmek için açılıyordu. Açma töreni kutsal bir nitelik taşıyordu. Ölülerin ruhlarına bir kapı açılıyordu sanki. Jane Harrison'ın gözlemlediği gibi, "aynı ya­pı hem hazine, hem ambar, hem gömiUtür: Daha başından, ruhlar ve tohumluk buğdaylar yan yana yaşar".170

Tahıl Eleusis'de toplanırdı.171 Birçok Yunan devleti ilk ürünlerini Eleusis Demeterine yollardı. Tahıllar orada güze değin yeraltındaki ambarlara kapatılır, güzün çıkarılıp satılırdı.172 Peki, ne amaçla satılır­dı bu tahıllar? "Elbette, yenmek için değil, tohumluk buğdayla karıştı-

163 Odysseia, 19.188.164 The Dawn o f European Civilisation, s. 50-51, 67.165 Aynı yerde, s. 50-51, 209.166 A.). Evans. The Palace o f Minos (Minos’un Sarayı), (Londra, 1921-35), c. 1, s. 72.167 Vitr. 2 .1 .5 .168 Vano, RR. 1.57.169 W. W. Fowler, "Mundus Patct”, Journal o f Roman Studies, (Londra, 1911 ■).170 J.E. Harrison. ‘"Sophocles' Ichneutae and the Dromena of Kyllene and the Satyrs", Quiggin, s. 136.171 S/C. 83.11.172 "‘Sophocles’ Ichneutae and the Dromena of Kyllene and the Satyrs", Quiggin, s. 145.

Page 224: Thomson_Tarih Öncesi Ege

BİRTa NRIÇANIN YARATILMASI 223

nlmak için," diyor Cornford, "tıpkı Thesmophoria bayramındaki sac­ra gibi".173 Tohumluk buğdayın koruncaklara yığılmasının bir kuttö- rende sürdürülmesinden başka bir şey değildi bu.

Eleusis'deki Gülmez Kaya'ya, Demeter orada oturup ağladığı için bu ad verilmişti. Gülmez Kaya, Demeter tanrıçanın, kızım ölüler ül­kesinden geri çağırdığı Megara'daki Yakarı Kayası'nı akla getiriyor. Homerik Ovgüler'de Gülmez Kaya'dan söz edilmiyor. Demeter'in Kız Kuyusu'nun başında oturduğu söyleniyor.174 Kız Kuyusu, doğal bir pınar (krene) değil, bir sarnıç, yapay bir çukur,Latince'deki Puteus'du. Cornford, Kız Ku- yusu'nun gerçekte bir tahıl ambarı, Gülmez Kaya'nm da onun kapağı olduğu sonucuna varıyordu.175 Kız Kuyusu'nun başka bir adı da Çiçekli Kuyu'ydu; Persepho­ne'nin kaçırılmadan az önce topladı­ğı çiçeklerin esinlediği bir addı bu.176 Demek, kaçırma olayı tam orada gerçekleşm işti: Yeraltı ambarı, ölüler evi ve yeraltı dünyasının eşiği denilebilecek bir yerde.

Eleusis Mysteriaiarı eylül­de kutlanırdı. Gerçi ekim mevsimi tarihsel dönemde ekim ayındaydı, ama çok es­ki çağlarda bir ay önce başlar­dı.177 Hasatsa hazirandaydı.Dolayısıyla, tohumluk buğ­day dört ay, yani yılın üçte birlik süresi boyunca sakla­nırdı; söylencede de Per­sephone'nin her yıl yeral­tında geçirmek zorundaolduğu süre aynıdır. Resim 15. Persephone Hades'de: Attika vazosu

173 F. M. Cornford, Quiggin, s. 164-65.'74 Homeros, H. 2.99.'75 F. M. Cornford. Quiggin, s. 161.176 Pausanias, 1. 39.1.'77 Hesiodos, işler ve Günler, 389.

Page 225: Thomson_Tarih Öncesi Ege

2 2 4 TA RİH Ö NCESİ EGE

İşte bu nedenlerden, Cornford, tohumluk buğdayın hasattan ekime kadar yeraltındaki çukurlarda saklanmasının bir simgesi olarak yorum­lamıştır Persephone'nin kaçırılmasını.178 Çok eski zamanlardan beri ta­pmaklar ve gömütlerle bağıntılı oldukları için bu tahıl ambarlarına ya­kıştırılan kutsallık, yeraltına saklanan tahılın ölülere değmesi nedeniy­le veriminin arttığı inancını doğurmuş, olaym bütünü de Hades'in ka­çırdığı, anasının ardından gözyaşı döküp yas tuttuğu, yılın üçte birin­de yeraltındaki sevgilisine dönmesi koşuluyla salıverilen genç kıza iliş­kin bir söylence olarak tasarımlanmıştır. Gömülen ve yeniden doğan tohumluk ekinin ruhudur Persephone.

Cornford, bu başarılı yorumuyla, gözüpek ve açık görüşlü bir mad­decidir. Ama gene de, bazı küçük ayrıntıları açıklığa kavuşturmuyor bu yorum. Bu ayrıntılardan birine Cornford kendi de değinmiş. Per­sephone hasat zamanı kaçırıldıysa, nasıl oluyor da o sırada ilkyaz çi­çekleri topluyor? Cornford, bunu, "tüm öykü ilkyazda kuttörenlerde canlandırıldığı için" sonradan eklenen bir öğe olarak açıklıyor.179 Bu tür değişiklikler bulmak güç değildir. Güney İtalya'daki Yunanlılar, kadınların saçlarına takmak için kır çiçekleri topladıkları bir Demeter ve Persephone şenliği düzenlerlerdi.180 Erosantheia ya da İlkyaz Çiçek­leri Şenliği adı verilen benzer bir şenlik de Peloponnesos'da görülmüş­tü.181 Ama böyle bir tören, tohumluk buğdayın ruhuna niçin bağlan­mış olsun?

P ersephone n ym p h a'larla oyn uyor, güller, çiğd em ler, m enekşeler, sü­senler, sü m b üllerle kaplı bereketli bir çay ırd a çiçek top lu yord u . N er­gisler d e vard ı bu çayırd a. N ergisi, Z eu s'u n b u yru ğu ü zerin e T oprak yaratm ıştı; güzel kızı ele geçirm ek için bir tuzak d ü şü n en Ö lüler T an­rısını h oşnut etm ek istem işti Z eus... Kızcağız bu gü zel çiçeği koparm ak için elini u zattı, am a ansızın y er yarıldı, ölü m sü z atlarıyla gelen Tanrı genç kızın üstüne atılıverd i.182

Daha başka değişkeler de vardı. Bir değişkeye göre, Persephone Me- galopolis'de çiçek topluyordu, yanında da Athena ile Artemis vardı.183

178 F. M. Cornford, Quiggin. s. 157-91.179 Aynı yerde, s. 166.180 Strabon, 256.181 Pausanias, 2, 35. 5.182 Homeros. H. 2. 5-18.183 Pausanias. 8. 31. 2.

Page 226: Thomson_Tarih Öncesi Ege

BİR T A N R IÇ A N IN Y A R A T IL M A SI 225

Olympia'da, yanındaki arkadaşları gene nympha'lardı, ama bu kez top oynuyorlardı.184 Yunan kuttörenlerinde topla yapılan danslar yaygın­dır. Sparta'da, erginleme törenine katılan erkek çocuklar top dövüşü (.şpiıai-romaklıia) yaparlardı.185 Atina'daki Akropolis'de kutuyu aşağı­ya, tepenin dibindeki mağaraya taşıyan kızlar, yani Arrhephoroi186 için bir top alanı düzenlenmişti.

Homerik Övgü'deki bitkileri ince eleyip sık dokumamıza gerek yok. Belli ki, adı geçen çiçekleri güzelliklerine bakarak seçmiş ozan. Ne var İd, en son sözedilen çiçek ötekilerden ayrılıyor. Demeter ve Persepho­ne tapımmda sümbül ve çiğdem gibi187 nergis de kutsal bir nitelik taşı­yordu. Kendilerini bu tapıma adayan kadınlar başlarına takmak üzere nergislerden çelenkler örerlerdi.188 Bu söylencede karşımıza çıkan çiçek toplamanın temelinde bitki büyüsü vardır, ilkyaz geldi miydi kadınlar kırlara çıkar, kumaş boyası, ilaç ve büyü hazırlamak üzere bitki toplar­lardı. Söylencenin bu bölümü, geç döneme ilişkin olması şöyle dursun, en eski bölümlerden biridir. Bitki büyüsü tarımdan eskidir çünkü.

Homerik Övgü'de anlatıldığı biçimiyle, Persephone'nin kaçırılma­sı, zorla evlenmedir, gelinin kocasının evine gittiğini örtük bir biçimde de olsa belirten ataerkil bir birleşmedir. Peki, o sırada kızın babası ne­redeydi, niçin kızını kurtarmaya gelmedi öyleyse? Persephone'nin ba­basının Zeus olduğu söylenir,189 ama Homerik Övgü'de bu konuda bir ipucu yok. Aslında Persephone babasızdı. Tıpkı Demeter gibi. Deme- ter'e adını veren ve adına Mysteria'lar kurmayı vaat eden, anası Rheia idi.190 Eleusis'de de, onu saraya çağıran, orada onuruna eğlentiler dü­zenleyen de kraliçedir.191 Söylencenin geçtiği ortam anaerkildir. Ancak, evlenmenin daha sonraki dönemlerde eklenmiş bir öğe, salt biçimsel bir öğe olduğunu da söylemek istemiyorum. Eleusis Mysteria'larında başrahiple başrahibenin canlandırdığı kutsal bir evlenme söz konusuy­du.192 Ayrıntılarını bilemiyoruz. Hitit ana-tanrıçasının Mysteria'ların- dan doğduğu sanılan Phrygia'daki tarım-tanrı Sabazios MysteriaTarm- da, rahibe, giysinin içinden yere altın bir yılan indirirdi: "göğüsten çı­

184 Pausanias, 5. 20. 3.185 Pausanias, 3.14. 6 .186 Plutarkhos, Moralia, 839b.187 Pausanias, 2. 35. 5.188 Sophokles, Oidipus Kolonos’da, 683-85.189 Hesiodos, Theogonia, 912-13.190 Homeros, H. 2. 122 , 459-69.191 Aynı yerde, 2. 169-230. Bu rnysteria'ların çekirdeği, büyük bir olasılıkla, bir anaerkil saray tapımıydı.192 Aster. Horn. 10.

Page 227: Thomson_Tarih Öncesi Ege

226 TARİH Ö NCESİ Eg e

kan tanrı".193 Törenin gerçek anaerkil biçimi bu; ancak, başlangıçta bü­yük bir olasılıkla bir tapmakta altından bir yılanla gerçekleştirilmiyor o tarihöncesi kutsal mağaralardan birinde düzenleniyordu.

Hekate genç kızın çığlıklarını duymuş, ama kaçırılışmı gözüyle gör­memişti. O sırada mağarasmdaydı; gözle görülmez olmuştu.194 Ara­dan dokuz gün geçtikten sonra elinde meşaleyle ortaya çıktı.195 Bu sü­re içinde Demeter kızını aramış, kavşaklarda, yol ayrımlarında ağlayıp yakarmıştı. Hekate'nin gözle görülmez olduğu, Demeter'in dolaşıp dur­duğu bu dokuz gün, ayın yitmekte olduğu evredir gerçekte; ayın son üçte biridir, kavşak kuttöreninin düzenlendiği zamandır.196 Nitekim, Persephone de yılın üçte birlik süresinde yeraltında, ölüler ülkesinde kalıyordu.197 Öyle anlaşılıyor ki, Persephone'yi ay ile özdeşlerken ger­çeğin hiç de uzağında değildi Epikharmos.

Cilalıtaş Çağı'nda güneş takvimi diye bir şey yoktu. Çok daha son­raları bulundu güneş takvimi; güneş takviminin bulunması, iyi örgüt­lenmiş bir rahipler takımını ve resmi bir tarım şenlikleri çevrimini ge­rektiriyordu.198 Tarihsel dönemin Yunanistanmda bile atalara bağlı klan tapımları aya ilişkin temellerini korudular; Hesiodos'a kadar uzanacak olursak, köylülerin tüm yaşamınm nerdeyse yalnızca aya göre düzen­lendiğini görürüz. Tohumluk buğdayın her yıl koruncaklara yığılıp saklanması, yıllık değil de aylık olan daha ilkel bir göreneğin gelişmiş biçimiydi.199

Demeter niçin Persephone için yas tuttu, Persephone'yi niçin aradı acaba? Demeter'in bu davranışı söylencenin oluşturduğu ortamda o denli doğaldır ki, bu sorumuz bazılarına gereksiz bile gelebilir. Ne var ki, böyle durumlarda asıl sorulması gereken sorular, öyküde tartışma­sız kabul edilmiş konulara ilişkin sorulardır. Öyle sanıyorum ki, soru­muzun yanıtını, Kuzey Amerikalı Mohavvk'larla ilgili şu gözlemde bu­labiliriz:

Erginlik çağm a erişen gen ç kız, tıpkı adaletin erişem eyeceği bir yere ka­çan bir su çlu gibi, gözlerd en ırak bir yere çekilip gizlenir; anası ya da

193 dem . Pr. 2 . 14.194 Homeros, H. 2. 25.195 Aynı yerde, 2. 51-2.196 Thesmophoria'nın batıdaki biçimlerinde, kadınlara dayatılan perhiz sûresi dokuz gündü; Ovidius.

Met. 10.431-35.197 Homeros, H. 2. 398-400.198 M.P. Nilsson, Primitive Time Reckoning, (Lund/Oxford, 1920), s. 173, 231 -32.199 Aynı yerde, s. 71-2.

Page 228: Thomson_Tarih Öncesi Ege

BİRTANRIÇANIN YARATILM ASI 227

öteki k ad ın a k ra b a la rd a n biri g en ç kızın yok lu ğun u fark ed in ce , k ad ın

k om şu ların a h ab er v e r ir , h ep birlikte a ram ay a k oyu lu rlar kızı. K im i za ­m an on u b u lm aları ü ç d ö r t gün sü rer. G en ç kız bu sü re b oyu n ca o ru ç tu ta r ; b u lu n u n ca y a k a d a r o rta y a çık m ak tan sa ölm ek y e ğ d ir o n u n g ö ­z ü n d e .200

Son olarak da, ölüler ülkesinden ayrılmadan önce Persephone kan­dırıldı ve bir nar yedi.201 Bunun ne anlama geldiğini daha önce gör­müştük. Böylece Persephone yılın belli bir döneminde geri dönecek, Hades'in yanında kalacaktır. Elimizdeki öyküde bu süre yılın üçte bi­ri, yani dört aydır; ama başlangıçta, ayın yitmekte olduğu aybaşı gör­me zamanıydı.

Kimdir Persephone öyleyse? Roscher'in öne sürdüğü gibi bir ay tan- nçası mıdır? C ornford'un kanıtlarını ortaya koyduğu gibi birbuğday- kız mıdır? Eskiden kendisine tapınanlarm inandığı gibi ölüler kraliçe­si midir? Bir bakıma bunların hepsidir, "tanrıça, genç kız ve kraliçe"dir; ama aynı zamanda, Yontm ataş Çağı mağaralarında yaşayanların ya­banıl bakışlı, pasaklı kızlarından Atina bayramlarında güzel giysileriy­le boy gösteren genç hanımlara kadar kızlığın bütün bir yaşantısını ken­disinde toplayan sıradan bir genç kızdır.

10. Küçük Kadın Yontuları

Varlığını günümüze dek koruyan en eski yontu örneklerinden biri, Aşağı A vusturya'da yukarı Yontmataş Çağı'na değgin bir lös birikintisinde bulunmuştur. Yumu­şak yumurtamsı kireçtaşmdan yapılmış, on bir san­timetre boyunda, kollarını memeleri üstünde ka­vuşturmuş bir çıplak kadın yontusudur bu. Wil- lendorf Venüsü adıyla bilinmektedir. Bu ad, Lo­uvre M tizesi'nde Milo Venüsü'nü coşkunlukla iz­lemiş olanlara biraz tatsız gelebilir. Şişman, geniş kalçalı ve iri memelidir bu Yontmataş Çağı Venü­sü. Kırmızı toprak boyayla boyanmıştır.202

200 The Mothers, c. 2, s. 369.201 Homeros, H. 2. 371-74.202 R. A. Macalister, Textbook o f European Archaeology (Avrupa Arkeolojisinin Ders Kitabı), (Cambridge,

1921), c. 1, s. 447.

R esim 16. W illen d orf

Ven üsü ; Yo n tm ataş

Çağı yontusu

Page 229: Thomson_Tarih Öncesi Ege

2 2 8 TARİH Ö NCESİ EGE

Orta Avrupa, Akdeniz bölgesi ve Yakındoğu'daki Cilalıtaş Çağı ve Bakırtaş Çağı birikintileri arasından, bu küçük kadın yontularının yü2. lercesi çıkarılmıştır. Çoğu pişirilmiş kilden (terrakotta) yapılmış, kimi­si de taştan oyulmuştur. Kadın yontuları kadar olmamakla birlikte er­kek, hatta hayvan yontularına da rastlanmaktadır.

Tuna kültürünün Birinci Evresi'nde az sayıda küçük kadın yontu­su bulunmuştur, İkinci Evredeyse çok sayıda. Ama Üçüncü Evre'de hiç rastlanmamaktadır bu yontucuklara. Üçüncü Evre'nin ayırt edici özel­

liği, büyükbaş hayvan yetiştiriciliği ve savaşların gelişmesidir.203 Genellikle olduğu gibi bu değişik­liklerle birlikte kadınların toplumdaki yeri kötiile- diyse, küçük kadın yontularının ortadan kalkışını bu olguya bağlayabiliriz.204

Romanya'daki Gumelnita kültürü, kuttörenler- Ie ilgili kalıntılar yönünden zengindir. Birinci Ev­re'de, ustaca biçim verilmiş çok sayıda küçük kil yontuyla karşılaşılmaktadır, bunların hepsi kadın yontusudur. Bunlar ikinci Evre'de de varlığını sür­dürmektedir, ama bu evrede artık erkeklik organ­larıyla birlike erkek yontulan da görülmektedir. Gu­melnita birikintilerinin üstünde, çakmaktaşından ok başları ve savaş baltalarıyla belirlenen daha son­raki bir kültür yatmaktadır. Bu kültürde tek bir ka­dın yontusu göremiyoruz.205

Benzer bir ardışıklık Cilalıtaş Çağı Thessalia- sı'nda da söz konusudur:

Genellikle, eski küçük yontuların hepsi işlenm iş kilden yapılm ış, çoğun­lukla cilalanm ış ve kimi zam an da b eyaz ü stü n e kırm ızı tarzında ya da buna benzer bir tarzda boyanm ıştır. Ç oğu kadın yon tu su d u r, erkek yon­tusu pek azdır... tik kadın tiplerinin çoğu epeyce şişm andır, bedensel ay ­rıntılar büyük ölçü d e abartılm ıştır... A yakta d u ru rk en ya da otururken, kimileri d e bir ayak lan nı altlarına alm ış olarak canlandırılm ışlardır. Kol­lar ya kalçaların ü stünden aşağı sarkm akta, ya göğsü n ü stü n d e kavuş­turulm uş olarak d urm ak ta ya da m em elere destek olm aktadır.206

203 The Dawn o f European Civilisation, s. 99-108.204 Aynı yerde, s. 108.205 Aynı yerde, s. 126-29.206 H. D. Hansen, Early Civilisation in Thessaly (Eski Tesalya Uygarlığı), (Baltimore, 1933), s. 43-44.

Resim 17. Th e ssa lia

yontusu: S e sk lo ’dan

bir terrakotta

Page 230: Thomson_Tarih Öncesi Ege

B i r T A N R I Ç A N I N YA RA TILM A SI 22 Ç

Dimini kültüründe (Thessalia II) taş­arı ve kilden yontucuklara hâlâ rastlan- nıakta ve iki yeni tip belirmektedir: kuca­ğında bir bebekle oturan kadın ve erkek­lik organı çok iri, elleri dizleri üstünde oturan erkek. Ayrıca sığır yontulan da vardır. Ne ki, Dimini yontuları daha ön­ceki döneme oranla sayıca daha az, usta­lık yönünden daha geridir. Bu gerileme Thessalia IU'de sürmekte, bu evreden son­raysa küçük yontular ortadan kalkmak­tadır.207

Minos'daki küçük yontuları Evans'dan öğreniyoruz. Erkek yontulan da bulun­muş olmasına karşın, bulunan parçaların büyük çoğunluğunu kadın yontulan oluş­turmaktadır. En yakın benzerleri Anado­lu'da görülen en yaygın tip, kısa boylu ve şişmandır. Evans bir de şunları ekliyor:

M

Resim 18. Küçük M inos Yontusu: Knossos’dan bir terrakotta

Bu kanıtlar kilden yapılm ış, birbirine y a ­kın türden, kısa boylu ve çok şişm an, çö- melmiş ya da oturan kadın figürlerinin d a­ha Cilalıtaş Ç ağı'n d a E g e 'd e d e, A nad oluyakasında da varo ld u ğ u n u g ö steriy or. Bu türün taştan yap ılm ış kolla­rından birinin, orta F ıra t gibi ep ey d o ğ u d a b ir yö red e ortay a çıkm ası, benzer bir kadın figürleri küm esinin geniş bir Sam i bölgesine ve d ah a­sı A nau kültü rü n ün g ü n ey T ürkistan 'd ak i yerleşim m erkezlerin e dek

yayılm ış olm asıyla bağıntılı o larak son d erece ilginç bir o lgu d u r... D o­ğudaki bu küm enin bilinen en eski örnekleri arasın d a, N ip p u r'da b u ­lunan v e Babil an a-tan rıçasıy la b ir tu tu lan k üçü k kil y o n tu lar v a rd ır ; bunların İ.Ö. 2700 'd en kalm a oldukları san ılm aktadır.208

Dolayısıyla, güneydoğu Avrupa ve güneybatı Asya'daki küçük yon­tuların bir ölçüde Babil etkisi altmda gelişmiş olmalarına karşılık, Ba­bil ana-tanrıça imgesinin de aynı kökenden evrilmiş olduğu açıktır. De-

207 Aynı yerde, s. 68-71,91.708 A.). Evans, The Palace o f Minos, (Londra, 1921-35), c. 1, s. 45, 51.

Page 231: Thomson_Tarih Öncesi Ege

230 TA RİH Ö NCESİ EGE

mek ki, bütün bir bölgeye özgü asıl tapımın Babil kökenli olduğunu varsaymamız için hiçbir neden yoktur.

"Girit'te bile," diye sürdürüyor sözlerini Evans, "bu ilkel imgeleri, büyük ana-tanrıçanın tapınaklarında ve sığınaklarında görülenlerden ayırt etmek olanaksızdır".209 Yunanistan'da da Cilalıtaş ve Bakırtaş dö­nemleri boyunca bu küçük kadın yontularına bol bol rastlarız; tarihsel dönemin Yunan tanrıçalarının Minos tanrıçalarıyla bağıntılı oldukları kabul edildiğine göre, bu yontuların aynı Cilalıtaş Çağı prototipine ka­dar uzandıkları sonucunu çıkarmak durumundayız.

Schliemann, Mykene'de yaptığı kazılarda -bu yörede yapılan ilk ka­zı- çok sayıda küçük kadın yontusu buldu. Bu yontular o kadar kaba sabaydılar ki, Schliemann bunları inek başları sanarak "inek yüzlü" Hera'nın simgeleri olarak yorumladı.210 Bu bir yanılgıydı gerçi, ama bu küçük yontuların Hera'yı temsil ettiğinden kuşkulanmak için de bir neden yok. Aynı tanrıçanın güney İtalya'da Sele Irmağı'nın ağzındaki tapmağında, bir kadını canlandıran iki yüzden fazla terrakotta yontu bulunmuştur.211 Gerçi bunlar çok daha geç bir dönemin ürünleridir, biçemleri Mykene'dekilerden çok değişiktir, ama aynı güdülerle esin­lenmiş olmaları gerekir ve tanrıçanın betimleri oldukları açıktır. Bu kü­çük yontuların en çok göze çarpan özelliklerinden biri, elde tutulan nar sepetidir. Bu yontulardan Korinthos yakınlarındaki Heraia'da ve Spar- ta'daki Artemis tapmağında da bulunmuştur.212

Bu yontularla bereketin artırılmasının amaçlandığı görüşünde bir­leşmiştir herkes. Gerçekten de, bu amaç, kimi örneklerde çok açıktır. Ama daha öteye gidilmediği görülür. Bu sorunu çözmeye koyulurken, bazı noktaları gözönünde tutmak gerekir. Bir kez, insan betimlerinin kullanıldığı tapımlar ne yalnız bu bölgeye özgüdür, ne de yalnız geç­mişe. İkincisi, kalıntılar geç Yontmataş Çağı'ndan Demir Çağı'na de­ğin aralıksız bir ardışıklık oluşturduğuna göre, bunların değişik dö­nemlerde değişik amaçlarla yapıldıkları sonucuna varmaya hazırlıklı olmamız gerekir. Bu yontuların birincisi ile sonuncusu arasında ner- deyse bütün bir büyü tarihi yatmaktadır. Üçüncüsü, nerelerde bulun­dukları gözönüne alınmalıdır. Çoğu gömütlerde bulunmuştur; daha

209 Aynı yerde, c. I, s. 52.210 M.P. Nilsson, Minoan-Mycenaeon Religion (Minos-Mikene’de Din). (Lund. 1927), s. 260-62.211 U. Zanotti-Bianco, “Archaeological Discoveries in Sicily and Magna Craecia", Journal o f Hellenic

Studies. (Londra, 1880-), s. 244.212 H. C. Payne, “The Plough in Ancient Britain", ("Eski İngiltere'de Tarım"), Archaeological Journal,

(Londra, 1884 ), s. 197-227.

Page 232: Thomson_Tarih Öncesi Ege

B i r TA N R IÇ A N IN YA R A T IL M A SI 23i

geç dönemlere ilişkin örneklerden birçoğunun da tapmanlarm getir­dikleri sunular olmaları gerekir, nitekim kimileri asılmak üzere delin­miştir. Kimi örneklerde de, duruşların ve el kol devinimlerinin belli an­lamlar taşıdığı açıktır. Son olarak, Tuna, Gumelnita ve Thessalia'da kat kat yükselen kültürlerde ortaya çıkan ardışıklık, bunların ilkel tanm- sal anaerkil düzen temelinde incelenmeleri gerektiğini de açıkça gös­termektedir.

Japonya'daki Cilalıtaş Çağı birikintilerinden, abartılmış cinsel or­ganları bulunan, kilden birtakım küçük kadın yontulan çıkarılmıştır.213 Filipinler'de ve güneydoğudaki Caroline Adaları'nda tahta oymadan, son derece stilize, küçük kadın yontuları bulunmuştur.214 Afrika'nın bazı yörelerindeki kadın kuttörenlerinde tahta bebekler önemli bir yer tutmaktadır. Araştırmamıza da, kuttörenlerin hâlâ yaşadığı buradan başlamamız gerekiyor işte.

İlkel insanların çocukları da, tıpkı bizim çocuklanmız gibi, oyuncak bebeklerle oynarlar. Bizde olduğu gibi ilkellerde de daha çok kız ço­cuklar içindir bu oyuncaklar. Oyuncak bebeklerle oynamanın anneli­ğin bir provası olduğu çok açıktır. Yalnız, ilkel insanlarda, çağdaş bir anaokulundakinden çok daha ciddi bir iştir bu. Ne yazık ki, bu konu­da pek az şey biliyoruz. İlkeller arasında erkekler buna pek önem ver­mezler, vermeleri de beklenemez zaten; ama erkek antropologlar da­ha da az önem verirler. Kaldı ki, sormaya kalksalar bile, yerli kadınlar kocalarından gizli tuttuktan gizleri beyaz derili üniversite hocalarına açıklayacak değildirler ya! Öte yandan, bizim kadınlarımızın toplum­daki konumları da antropolojiyle uğraşmaya özendirici değildir. İşte bu yüzden, ilkel yaşamın kadınlara ilişkin yarısı, birçok şeyin başlan­gıcının incelenmesi açısından daha önemli olmasına karşın, belge ba­kımından çok yoksuldur. Onun için, Güney Afrikalı Valenge'lerde genç kızların erginlenmesini bütün açıklığıyla, eksiksiz olarak anlatan Ba­yan Earthy'ye çok şey borçluyuz.215

İlkyazın ilk günlerinde yerel kabile şefi, o yıl ergenlik çağına erişen bütün kızların erginlenmesine ilişkin bir çağrıda bulunur. Bu çağrının ardından düzenlenen törenler bir ay sürer. Nı/aınbııtsi denilen bir kadı­nın denetiminde gerçekleştirilir bu törenler. Bu görevi ve kuşaklar bo­yu anadan kıza özel bir sepet içinde aktarılan erginleme simgelerini

213 L. Adam, Primitive Art (ilkel Sanat), (Londra, 1940), s. 111-12.214 Aynı yerde, s. 125.215 E.O. Earthy, Volenge Women, (Oxford. 1933), s. 111 -24.

Page 233: Thomson_Tarih Öncesi Ege

nyambutsi de kendi anasından devralmıştır. Simgeler, hepsi de kırmı­zı toprak boyasıyla boyanmış bir davul, bir boynuz ve tahtadan yapıl­mış kadın ve erkek bebeklerden oluşur. Davulla boynuz kadınla erke­ğin cinsel organlarım simgelemektedir. İlk gün, adaylar bir araya top­landığında, daha önce erginleme töreninden geçmiş kadınlar, nyambut- si'nin önderliğinde, dölyatağınm simgesi olan davulun ritmine uyarak çırılçıplak dans ederler. O sırada, dansı izleyen adaylar korku içinde hıçkıra hıçkıra ağlamaktadır. Akşamleyin dans sona erince, her genç kız kızlık zarının kutsal boynuzla delindiği bir ameliyattan geçer. Da­ha sonraki günler, cinsel yaşam konusunda düzenli bir eğitim görür­ler. Bu amaçla oyuncak bebekler sepetten çıkarılır; üreme organlarının imgeleriyle birlikte bu oyuncak bebekler cinsel eylemin canlandırılma­sında kullanılır. Bunlar, ata ruhlarının etkinliğinin birer aracı sayıldık­ları için, büyük saygı görürler. Bu arada adaylara gizli bir dil öğretilir ve hiçbir ceza görmeksizin birbirlerinin eşyalarını çalmaya özendirilir­ler. Ayın son günü ilk günkü dans yinelenir; yalnız bu kez gövdeleri­ni kırmızı toprak boyayla boyamıştır bütün dansçılar. Bir de, kızlar bu son dansta ağlamazlar. Sepetini son bir kez açması için nyambutsi'yç yalvarırlar; nyambutsi de sepetindeki bebekleri çıkarır ve genç kızlar oyuncak bebeklerin çevresinde sevinç içinde el çırpıp türkü söyleye­rek dans ederler.

El bebek, gül bebek.Bu ne güzellik canım bebek!

Artık her şey bitmiştir. Nyambutsi pilisini pırtısını toplar; genç kız­lar evlerine dönüp takılanın, süslerini çıkarırlar; anaları da bunları ku­lübenin gizli bir köşesine yerleştirir büyük bir özenle.

Büyü bir yansılamadır (mimesis) - bir prova ya da kendini inandır­madır; oyunlar da büyünün bir uzantısıdır. Kendini inandırma oyun­larda çocuklar için kendi başına bir amaç olmuştur, ama büyüde bilinç­li bir biçimde belli bir ereğe yöneltilir. Düşmanının balmumundan bir benzerini yapıp ona iğne batıran ya da ateşe tutup eriten bir köylünün, ilkel büyüyle uğraştığı açık değil midir? Valengelerin oyuncak bebek­leri de aynı görevi yerine getirir. Bu bebekler nesnel olarak asıl uygu­lamayı göstermenin birer aracıdır gerçi, ama öznel olarak gösteri bü- yüsel bir prova niteliği alır. Büyü öğesi asıl uygulayımdan ayrılamaz, onun öznel yanından başka bir şey değildir. Gösterinin sonunda be­bekler artık kadın ile erkek olmaktan çıkmıştır; gösterinin vaadini ye­

232 TARİHÖNCESİ EGE

Page 234: Thomson_Tarih Öncesi Ege

rine getirmiş, dahası zamanla bütün bu sürecin gerçek yaşamda yine­leneceği vaadini dile getirmiş ve birer çocuğa dönüşmüşlerdir.216

Yeniden küçük yontulara dönersek, daha ilk başlarda kadın yontu­larının çoğunlukta olması, bunların başlangıçta Valenge bebekleriyle aynı amaçla yapılm ış olamayacağını göstermektedir. Bunlar, en ilkel insanlar arasında hâlâ olduğu gibi cinsel ilişki ile gebe kalma arasında­ki bağın bilinmediği dönemlere kadar uzanmaktadırlar.217 İlk ağızda, aybaşı ve doğumla ilgili büyü için yapılmışlardı; daha sonraları ergin­lemeyi, evlenmeyi, hastalığı, ölümü, bir başka deyişle yeniden yarat­ma gücünün aşılanmasını, yaşamın yenilenmesini gerektiren her tür­lü olayı kapsayacak biçimde genişledi bu büyü.

Daha sonraki kuttörenlerde rastlanan erkek yontula­rında erkeklik organlarının da bulunması, bu aşamanın Valenge kuttörenine uygun düştüğünü akla getiriyor.Yontular hâlâ kadınlar tarafından ve kadınlar için yapıl­maktadır gerçi, ama cinsel eylemi göstermede birer kuk­la olarak kullanılmaktadırlar. İnsan biçimindeki tan­rı ve tanrıçaların gelişmesiyle belirlenen üçüncü aşa­ma, bizi eski Yunan'a değgin bilgilerin alanına soku­yor. Bir kadm olarak tasarımlanan bir kutsal varlığa bağlanan betim ler karm aşıklaşm akta ve onunla bir tutulmaktadır. Küçük yontu, bir tapım yontusu duru­muna gelmektedir.

Küçük Yunan yontularının en eskileri Erken Kykla- dik dönemdendir. Çoğunlukla gömütlerde rastlanılan bu küçük yontuların en belirleyici örneği, kollarını me­melerinin altında kavuşturmuş çıplak bir kadındır.218 Bu tipin örnekleri G irit'e getirilmişti, nitekim Erken Mi­nos dönemi gömtitlerinde ortaya çıkarılmışlardır. Orta ve Geç Minos yontularını üç bölükte toplayabiliriz: Gö­mütlerde bulunanlar, tapmaklara bırakılan sunular ve tapım putları. Küçük kadın yontularının hemen hepsin­de eller m em elerin ya altında ya da üstündedir, kimile­rinde ellerden biri havadadır. Ellerden birinin ha- Resim 19. Kyklad

vada oluşu, "dans eden kızlar"ı -etekleri farbala- yontusu m erm er

B İR T A N R IÇ A N IN YARATILM ASI 233

216 Primitive Art, s. 97.217 R. Karsten. The Civilisation o f the South American Indians (Güney Amerika Yerlilerinde Uygarlık).

(Londra, 1926), s. 427-29.218 Minoan-Mycenoeon Religion, s. 251.

Page 235: Thomson_Tarih Öncesi Ege

234 TARİHÖNCESİ EGE

h, bir elleri alınlannda, bir elleri bellerinde küçük tunç yontular- anım­satmaktadır; Nilsson "kutsama devinimi" adını vermiştir buna. Aym duruşa kimi erkek örneklerinde rastlanmaktadır; kimilerinde de eller göğsün iki yanındadır.219

Gene gömütlerde ve tapmaklarda bulunan Mykene örneklerini Nils­son üç tipe ayırmıştı: Birinci tipin başında bir başlık vardır, saçları omuz­larından aşağı dökülmektedir; kollar boynuzları andıran birer uzantı biçimindedir, nitekim Schliemann'm yanılgısı da buradan kaynaklan­

maktadır. İkinci tip başlıksız ve kolsuz­dur. Üçüncü tipteyse kollar memelerin üstündedir, yalnız kimilerinde kavuş­

turulmuş durumdadırlar.220Hiç kuşku yok ki, simgeseldir bu

duruşlar. Aigion'da, ebe-tanrıça Ei- leithyia'mn bir eli ileri uzanmış, öte­ki elindeyse bir meşale bulunan bir tapım yontusu vardı.221 Aynı tanrı­ça, Athena'nm doğumunu dile ge­tiren bir vazo resminde de aynı du­ruşta çıkar karşımıza;222 şiirdeyse, Artemis'in iki elini doğum yapan

bir kadının üstüne uzattığı dile getiri­lir.223 Bu duruş, Farnell'ın belirttiği gibi,

doğuma yardımcı olmayı yansıtıyordu. Bu­nun tersini, yani doğumu geciktirmeyi gös­teren duruşsa parmakların birbirlerine ge­çirilerek ellerin kenetlenmesiydi.224 Bu nok­tayı saptadıktan sonra, birçok yontuda rast­lanan oturma ya da çömelme duruşunun,

asıl doğum amm canlandırdığı sonucuna va­rabiliriz. İlkel topluluklarda, doğum yap­makta olan kadının ebelere yaslanarak çö-

Resim 20, "Kutsama devinimi" Knossos’dan bir tunç yontu

219 Aynı yerde, s, 252-56.220 Aynı yerde, s. 260-62.221 Pausanias, 7. 23. 6.222 L.R. Famell, Cults o f the Creek States (Yunan Devletlerinde Tapımlar), (Oxford, 1896-1909), c. 2. s

614.223 AP. 6. 271.224 Ovidius, Met. 9. 292-300.

Page 236: Thomson_Tarih Öncesi Ege

BİR T A N R IÇ A N IN Y A RA T IL M A SI 235

m eld iğ in i y a d a d iz ç ö k tü ğ ü n ü b iliy o ru z , s o n ra , d iz ç ö k m ü ş k a d ın la r ı , E ile ith y ia 'la r ı y a d a G e n e ty llid 'le r i , b a şk a b ir d e y iş le d o ğ u m ta n r ıç a la ­rını g ö s te r e n k im i esk i k ü ç ü k Y u n a n y o n tu la r ı d a v a r e lim iz d e .225

Nijeryalı JukunTarın bir yağmur dansı vardır. Kralın kızları yapar bu dansı. Çok yalın bir danstır. Dansçı ellerini ilkin başından kalçala­rına, sonra da kalçalarından başına götürür ve bu devinimi durmadan yineler: "Kutsama devinimi". Jukun'ların rahip-krallarınm eski Mısır'la tarihsel bağları bulunduğuna inanıldığından bu benzerlik daha bir il­ginçlik kazanıyor.226 Küçük yontulardaki değişik duruşların, bir dan­sın geçiş anları -"Eileithyia'nın kutsal şarkısı"- olabileceğini akla getir­mekte,227 ayrıca bu devinimlerin insanın doğuşu, konusunda olduğu kadar ekinlerin büyümesi konusunda da etkili sayıldığı yolundaki gö­rüşü doğrulamaktadır. Bu kuklalar, doğumun yanı sıra yaşamın bütün alanlarında yardımcı olabiliyordu. Birçoğunun gömütlerde bulunma­sının nedeni de budur.

Geriye, Nilsson'un adak olarak getirilen sunular diye sınıflandırdı­ğı, tapmaklarda rastlanan örnekler kalıyor. Ancak, işe bir önyargıyla başlamamak için, şimdilik adak ya da sunu sözcüğünü kullanmaya­lım. Elbette bunların birçoğu, hiç değilse daha sonraki kalıntılarda bu­lunanlar adaktılar; ama bütün sunuların adak olduğu söylenemez, he­le bunlardan önce Cilalıtaş Çağı'ndakiler sunu diye bir şeyin bilinme­diği tanrı-öncesi tapımlarla ilgili olsalar gerektir.228

Yunan mağara tapınakları kuttören kalıntıları bakımından çok zen­gindir; ilintili geleneklere bakılarak kuttörenin niteliği anlaşılabilir: He- ra'mn Eileithyia'yı doğurduğu Amnisos'daki mağara,229 Rheia'nın' Ze- us'u doğurduğu mağaralar230 ve nympha'Iarın her yerde rastgelinen mağaraları.231 Bu mağaraların birçoğunda gölcükler ya da pınarlar var­dır. Kutsal mağaralar kadar çok olan kutsal pınarların hepsi de bize ay­nı öyküyü anlatır: Rheia'nın doğum yaptıktan sonra arındığı pınar­lar,232 Kız Pınarları, genç kızların şenliklerden önce yıkandıkları pınar­

225 Valenge Women, s. 69, 71.226 C. K. Meek, A Sudanese Kingdom: an Ethnographical Study of the Jukun-speaking Peoples of Nigeria,

(Londra, 1931), s. 183,191,196, 202, 207.227 Call. Del. 257.228 The Civilisation of the South American Indians, s. 244-45, 251-52.229 Odysseio, 19. 188.230 Pausanias, 8. 36. 3.231 W. H Roscher, Ausführliches Lexicon dergriechischen und römischen Mythologie, (Leipzig, 1884-1937),

C .3.S. 509-11.529-34.232 Pausanias, 8. 28. 2.

Page 237: Thomson_Tarih Öncesi Ege

lar, nympha'lara ayrılmış pınarlar.233 Buralar, en eski zamanlardan baş­layarak, kadınların erginlenme, aybaşı görme, evlenme ve çocuk do­ğurmayla ilintili gizlerine sahne olmuştur, dolayısıyla, buralarda bu kadar çok küçük yontu bulunması hiç de şaşırtıcı değildir.

Bu küçük yontular, tapım malı olduklarından, tapmaklarda sakla­nıyordu doğal olarak; tapmaklarda hem onlara bir zarar gelmiyor, hem de içerdikleri büyünün başkalarına zarar vermesi söz konusu olmu­yordu. Bir tanrıça düşüncesi biçimlendiğinde, bu küçük yontular o tan­rıçanın sayıldı; güçlerini de tanrıçadan aldıkları düşünüldü. Nitekim, kadınlar bu yontulan oynatarak onlardaki büyüyü soğurdtıklarına, böylelikle tanrısallıkla dolduklarına, tanrıçayla özdeşleştiklerine ina­nıyorlardı.234 Artık birer kukla olmaktan çıkmış, başka bir nitelik al­mıştı yontular. Tanrıçanın kendisinin ya da ona tapınanların simgele­ri sayılıyorlardı. Böylece, zamanla nasıl sunu olarak kullanılmaya baş­landıkları da anlaşılıyor.

Gerçekte, bir adağın yerine gelmesi için sunuda bulunulur. Sözge­limi, bir çıkmaza düşmüşsünüzdür, sizi bu zor durumdan kurtarırsa bir armağan vereceğinizi vaat edersiniz tanrıya. Yalnız, ödeme genel­likle peşin yapılır. Adakta bulunan kimse, kendi payına bunun bir inanç belirtisi olduğunu düşünebilir. Ama gerçekte, adak adama alışkısının evrimindeki daha ilkel bir aşamaya değgin bir şeydir bu. Eski Yunan'da sığırlar hastalanınca çiftçiler onların benzerlerini yapar ve bunları ta­pınaklara adarlardı.235

Bunlar benim öküzlerim ; ekinlerimi yetiştirm em e y a rd ım a oldular. H a­m u rd an yapılm ış bunlar, am a sen gene d e al bunları D em eter; karşılı­ğında da gerçek öküzlerim in yaşam alarını, tarlalarım ı ekin dem etleriy­le dold urm aların ı sağ la .236

Tanrıça açısından kötü bir pazarlık değil mi bu? Aslının karşılığında suretinin sunulması, tanrıçanın gönlünü almakla açıklanamaz. Burada söz konusu olan, öykünme büyüsüdür. Düşmanı başarı kazanıyorsa, onun balmumundan bir imgesini yapıp yakar. Öküzleri hastalanmışsa, öküzlerinin sağlıklı suretlerini yapar. İşin püf noktası buradadır.237 Su­

236 TARİHÖNCESİ Eg e

233 Ausfuhrliches Lexicon der griechischen und römischen Mythologie, c. 3, s. 509-11,234 Pausanias. 3.16. 11, 2.17. 5, 3. 14. 7, 2. 2. 6.235 Cults o f the Creek States, c. 2, s. 579.236 AP. 6. 40.237 S. Smith. Babylonian Legends o f the Creation (Babil Yaratma Söylenceleri), (Londra, 1931), s. 37.

Page 238: Thomson_Tarih Öncesi Ege

BİRTANRIÇANIN YARATILMASI 237

retin tapmağa adanması, büyüyle yüklü olduğu için güvenlikli bir yere kaldırılması gerektiği düşüncesiyle sonradan ortaya çıkmıştır.

Küçük yontular için de aynı şey söz konusudur. Tapınıcı, tanrıça­nın koruması altına girmek amacıyla, kendi simgeleri olarak tanrıçaya adıyordu bunları. Bu adama, hem gerçek tehlike, hastalık ya da çocuk doğurma sırasında, hem de erginleme, evlenme ya da ölüm gibi düş­sel tehlike sırasında yapılıyordu. Bunlar, tanrıçanın simgeleri olarak onun iyilikleri karşılığında kabul edebileceği birer armağandılar. Yo- rumlayış önemli değildi. Önemli olan büyü eyleminin yerini almış bu­lunan kuttörenin kendisiydi, adamaydı.

Pausanias, Troizen'in pazar yerinde, Pers istilası sırasında oraya gön­derilen Atinalı kadınların diktiği bir dizi kadın ve çocuk yontusu gör­müştü.238 Bu durumda, yontunun yapılmasındaki güdü geriye dönük­tür, Atinalı kadınlar sağ kaldıkları için gönül borcu duymuşlardır. Gel gör ki, orada bulunmayan ya da yitmiş kişilerin sağ salim dönmeleri­ni sağlam ak am acıyla dikilmiş yontular bulunduğunu da öğreniyo­ruz.239 Burada büyü düşüncesi hâlâ etkindir. Gene, ölüler adına yontu dikmenin ardındaki düşünce de, gerçekte ölülerin anısını sürdürmek değil, ruhlar dünyasında onların varlığını sürdürmekti.

Eski Yunanistan'ın hemen her yerinde, atletizm yarışmalarını kaza­nan atletlerin, görev süreleri sona eren rahip ve rahibelerin yontuları yapılırdı. Atletin nasıl olup da kutsal sayıldığını, Olimpiyat Oyunla­rı'm incelerken göreceğiz. Rahip ve rahibelerin kutsallığıysa doğrudan doğruya görevlerinden geliyordu. Örnekse, Atina'daki Arrhephoros- lar bir yıl görev yaptıktan sonra onurlarına yontular dikiliyordu.240 Bunlar genç kızların kendilerinin portreleriydi, ama bu genç kızlar tan­rıçanın sacrrt'sıyla ilişki aracılığıyla onun özelliğini özümledikleri için tanrıçanın temsilcisi sayılıyorlardı. Yunan yontuları bu biiyüsel çağrı­şımlardan hiçbir zaman bütün bütüne kopmamıştır.

Eskicil yontuculuğun ilk örneklerinden biri, Delos'da bulunan bir mermer yontudur. Saçları uçuşan, kolları iki yanından aşağı uzanan, uzun bir khiton’a sarınmış bir kadın yontusudur bu. Altındaki yazıtta Şu sözleri okuruz:

238 Pausanias, 2. 31. 7.239A. Benveniste, Revue de philotogie, (Paris, 1877-), 58.118.240 Pausanias, 2. 17. 3, 2, 35. 8. 7.

Page 239: Thomson_Tarih Öncesi Ege

N aksoslu D einodikes'in biricik kızı, D einom eneus'un kız k ard eşi, şim ­diyse Phraksos'un kansı N ikandra, oklarını uzaktan atan tanrıçaya ada­dı beni.241

"Şimdiyse Phraksos'un karısı" sözlerinden anlaşılacağı gibi, evlen­me dolayısıyla adanmış bu yontu. Peki, kimi temsil ediyor öyleyse? Ar- temis'i mi, yoksa Nikandra'yı mı? Bu sorunun yanıtını Nikandra ken­disi bile veremezdi belki de.

Böylece sonunda, başka yerlerde olduğu gibi Eski Yunan'da da, Wil- lendorf Venüsü'nün uzun tarihinin son evresine varıyoruz. Sokrates ile Phaidros, güneşli bir günde İlissos Çayı'nm gölgelik kıyılarında do­laşırken nympha'larm bir tapınağına rastgelirler. Birtakım adak sunu­ları vardır tapmakta; küçük resimler, oyuncak bebeklerdir bunlar. Yu- nanca'da oyuncak bebeğe kore, "kız" denir. Onların her zaman rastla­dıkları bir şeydi bu, dolayısıyla şöyle bir bakıp geçerler.242 Ama oyun­cak bebekleri oraya kim bırakmıştı, üstelik niçin bırakmıştı acaba? Bu sorunun karşılığını bir sunu yazıtında bulabiliriz:

Gelin olm aya giden T im arete davulun u , topunu, saç bandım , oyuncak bebeklerini ve onların giysilerini su n ar san a, ey Bataklıkların A rtem isi!Ey L eto 'n u n kızı, u zat elini T im arete 'ye, kutsa on u , lekeden ve tehlike­den uzak tu t!243

Timarete evlenmektedir, çocukluğuyla ilgili ne varsa hepsini orta­dan kaldırmanın zamanı gelmiştir artık. Ama yalnızca birer oyuncak da olsalar bir köşeye atılamaz bunlar, gerçekte her zaman ait oldukla­rı tanrıçaya geri verilmelidirler; çünkü Timarete'nin en eski kadın ata­larının, bir Yontmataş Çağı mağarasının ıslak ay aydınlığında yaşamı yenileme gücüyle donatılmış aynı simgelere dokundukları zamanların kokusunu, ruhunu belli belirsiz de olsa taşımaktadır.

238 TARİHÖNCESİ EGE

241 CD I. 5423.242 Platon, Phdr. 229-30.243 AP. 6. 280.

Page 240: Thomson_Tarih Öncesi Ege

239

EGE'DEKİ BAZI ANAERKİL TANRIÇALAR

VII

1. Demeter

Küçük yontular nitelik değiştirip oyuncak bebeklere dönüşürken, onları ilkel büyüden almış olan anaerkil tanrıçalar da kendilerini yeni ataerkil koşullara uydurmaktaydılar. Bu sürecin ilk evrelerine Geç Mi­nos döneminde rastlanabilir.

Minos'da ölüler genellikle doğal mağaralara ya da tapınak-gömüt- lere topluca gömülürdü.1 Mokhlos'da ve Mesara'da gömütler gömüt­lüklerde birarada bulunur; demek ki, çeşitli soylar tek bir köy yerleşim merkezinde toplanmıştır.2 Ölülerin bir arada gömülmesi Kyklad'lar- da, Attika'da ve Peloponnesos'da da yaygındı. Topluca gömülme Or­ta Helladik dönemde anakarada ortadan kalkar, ama Geç Mykene dö­neminde küçük öbekler biçimindeki aile gömütleriyle yeniden ortaya çıkar. Mykene'nin Gömüt Alanı'ndaki gömütler iki yüzyıl boyunca sü­rekli kullanılmıştır; nitekim, buradaki iskeletler arasında bir aile ben­zerliği göze çarpar.4 Malthi'de (Messenia) yapılan son kazılarda, birbi­rine yakın evlerde kümelenmiş üç yüzden fazla odadan oluşan bir Geç Hellas köyü gün ışığına çıkarılmıştır. Köy, yüksek bir duvarla çevrili­dir. Duvarın dışındaysa, ana kapınm hemen yakınında, Mykene'deki

1 V.G. Childe, The Dawn o f European Civilisation (Avrupa Uygarlığının Doğuşu), (Üçüncü basım, Londra, 1939), s. 22-23; A.). Evans, The Palace o f Minos (Minos’un Sarayı), (Londra, 1921-35), c. 1. s. 70-72; H.R. Hall, The Civilisation o f Greece in the Bronze Age (Tunç Çağı’nda Yunanistan Uygarlığı), (Londra,1928), s. 44.

2 The Dawn o f European Civilisation, s. 23; J.D.S. Pendlebury, Archaeology o f Crete, (Girit'te Arkeoloji), (Londra, 1939), s. 63-65.

3 The Dawn o f European Civilisation, s. 50-51, 67.4 Aynı yerde, s. 76.

Page 241: Thomson_Tarih Öncesi Ege

2 4 0 TA RİH Ö NCESİ ECE

Gömüt Alanı gibi büyük taşlarla çevrili geniş bir gömütlük bulunmak­tadır.5

Öte yandan, ölülerin çömleklere, taştan oyulmuş sinlere ya da kil­den tabutlara tek tek konulması Girit'te ve Kyklad'larda daha Erken

Minos döneminde başlamış ve git­gide yaygınlık kazanmıştı.6 Yal­nız, ölülerin çömleklere konula­rak gömülmesi belki de özel bir durumdur, daha çok küçük ço­cuklar için uygulanmış olabilir. Anneyi ölen çocuğun ruhu aracı­lığıyla yeniden gebe bırakmak amacıyla, küçük çocukları evin içinde ya da hemen yakınında bir

yerde çöm leklere koyup gömme çok rastlanan bir alışkıdır.7 Ama

ölülerin tek tek gömülmesi, genel ola­rak, klanın dağılmasının bir belirtisi sa-

Resim 21. Yüzlü birTroya yılmalıdır. Kyklad ve Minos kültiirle-çomleği rinin, kabileden devlete giden yolda -

daha sonraları değişik koşullarda Yunanistan'ın dört bir yanında yine­lenmiş olan bir süreçte- ilerlemeye başladığını göstermektedir.

Minos kabile düzeni konusunda şimdilik hiçbir bilgimiz yok, ama totemci kalıntılardan da geçilmiyor. Praisos'da dişi domuz eti tabuy­du; Zeus'u bebekliğinde bir dişi domuzun emzirdiği yolundaki bir ge­lenek de bu tabuyu doğruluyor.8 Bu bölgede yaşayanlara Eteokret'ler ya da Gerçek Giritliler9 deniliyordu,.başka bir deyişle Minos soyun- dandılar bunlar; Zeus adı da Hint-Avrupa ailesinden geldiğine göre bunun Yunanca konuşan istilacılar tarafından yerel bir totemci klana yakıştırılmış olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Adanın daha başka yöre­lerinde Zeus'la keçi arasında ilinti kuruluyordu.10 Zeus'a adanmış olan

5 M. N. Valmirı, Swedish Messenia Expedition, (Lund, 1938).6 The Dawn o f European Civilisation, s. 24, 50-51; The Palace o f Minos, c. 1, s. 149-50.7 O. Frödin ve A.W. Persson, Asine, (Stockholm, 1938), s. 437. Valengeler arasında "ölü doğan ya da

daha birkaç aylıkken ölen bütün bebekler bir kaba konularak gömülür" (E.D. Earthy, Valenge Women, Oxford, 1933, s. 153) ve "su kabı dölyatağının simgelerinden biridir" (aynı yerde, s. 66).

8 Ath. 376a.9 Staph. 12.10 Ida Dağı’nda Zeus'a dadılık eden Amaltheia adlı nympha onu keçi sütüyle beslemiş (Erat Cat. İli

Hyg. Ast. 2.13). Minos Ciritindeki çiftlik hayvanları daha çok domuzlardan ve keçilerden oluşmaktaydı

Page 242: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Eg e 'd e k İ B a z i A n a e r k î l T a n r i ç a l a r 241

Aigaion Dağı, yani Keçi Dağı etekle­rinde doğal bir mağara, Psykhro Ma­ğarası vardır ve bu mağarada keçiler­le ve çift yüzlü baltalarla bezemlen- ıniş bir Minos vazosu bulunmuştur.11 Anlaşılan, keçi de domuzun yaptığı­nı yapmaktadır. Çünkü bir Minos mühründe, bir keçinin bir bebeği em­zirdiği görülmektedir.12

Minos dininin kendine özgü sim­geleri sütun, çift yüzlü balta ve boğa boynuzlarıdır. En çok önem verilen hayvanlarsa yılan, güvercin ve boğadır. Aslında sütun, kutsal ağacın stilize edilmiş bir biçimidir.13 Baltanın kutsallığı, ilkel toplumda kadın­ların işi olan ağaç kesmekten kaynaklanmış olsa gerektir.14 Ağaçlan de­virmek için kullanıldığından, yıldırımla arasında bir bağıntı kurulmuş,

böylelikle yağmur yağdıran bir büyü aracı olmuştur zamanla. Daha sonra­ları savaş baltasına ve kurban baltası­na dönüşmüş, en sonundaysa kutsal boğanın kanına değdiğinden gücü bir kat daha artmıştır.15 Hayvanlara gelin­ce, yılanla güvercinden daha önce söz etmiştik. Boğa ise, erkeğin dölleme gü­cünü simgelediğinden, sürünün tanrı­laştırılmış önderiydi. Günümüzdeki çoban topluluklarda da görülen sığıra tapınmanın Cilalıtaş Çağı Avrupa-

Resim 25. Ç iSa ,üzlü M i * » b a te ,: f 1' " ^ ' ' a r o ‘d u f - £ > S a y O T t u -Knossos'dan defedi ta, « to n a o,ma lanndan anlaşılmaktadır.16

(The Down o f European Civilisation, s. 21).G. Clotz. La civilisotion igienne (Ege Uygarlığı), (Paris, 1923), Aegean Civilisation, (Londra, 1925), s. 252-53; M.P. Nilsson, Minoan Mycenaean Religion (Minos-Mikene'de Din), (Lund, 1927), s. 56-58.

12 A.J. Evans, “Knossos Excavations, 1903”, Annual o f the British School at Athens, (Londra, 1894-), 9. s. 88.

13 Id. MTPC.14 O. T . Mason, Woman's Share in Primitive Culture (İlkel Kültürde Kadının Rolü), (Londra, 1895), s.

133.15 Aegean Civilisation, s. 231-32.16 The Dawn of European Civilisation, s. 137.

Resim 22. Keçinin emzirdiği bebek: M inos mührü

Page 243: Thomson_Tarih Öncesi Ege

2 4 1 TA RİH Ö NCESİ E g e

Resim 24. M inos boğa güreşi: Knossos'dan değerli taş üstüne oyma

Minos ana-tanrıçasma, erkek yardımcıları da bulunan rahibeler hiz­met ederdi. Minos'da bulunmuş bir yüzüğün üstündeki mühürde, kır­da dans eden üç rahibe görülmektedir. Rahibelerin eteklikleri farbala­lı, göğüsleri açıktır. Ayaklarının dibinde zambaklar açmıştır. Az ötede, tanrıça havada asılı durmaktadır; aşağıdan, tanrıçayla buluşacakmış­çasına bir yılan tırmanmaktadır yukarı.17 Mykene'de bulunan bir altın yüzükte, bir rahibe yalvarıp yakanyormuşçasına sunağa doğru eğil­miştir, başka bir rahibe de kolları dirseklerinden bükülmüş, elleri kal-

Resim 25. Mykene tapım sahnesi: Mykehe'den bir altın yüzük

17 Aegean Civilisation, s. 249.

Page 244: Thomson_Tarih Öncesi Ege

çalarına uzanmış, dans etmektedir. Sağda bir ağaç göze çarpmaktadır; bir erkek yardımcı, rahibelere meyve koparmak için ağaca eğilmiştir.18 Gournia'daki bir tapım putunda tanrıça, doğurmakta olan bir kadın olarak gösterilmiştir.19 Tanrıçaya, Amnisos'daki Eileithyia Mağara­sında bu özelliğiyle tapınılmaktadır. Adı Hint-Avrupa ailesinden kay­naklanmayan Yunan Eileithyiası'nm doğrudan doğruya Minos doğum tanrıçasından geldiğini kabul" edebiliriz. Kimi bilim adamları daha da

E g e ' d e k İ B a z i A n a e r k İl T a n r i ç a l a r 243

Resim 26. Kutsal ağacın önünde dans: Mykene'den bir altın yüzük

ileri giderek, Eileithyia ile Eleusis arasında bir köken bağı bulunduğu­nu öne sürmüşlerdir.20

Demeter'in atalarının Minos'lu olduğunu doğrulamak için kimi De- meter tapımı anıtlarına göz atılabilir. Louvre Müzesi'nde Demeter'in bir terrakotta kabartması vardır. Bu kabartmada, iki elinde başak tu­tan, kollarından yukarı yılanlar süzülen Demeter yerden göğe yüksel­mektedir. Gerçi bu kabartma daha sonraki bir dönemde yapılmıştır, ama buradaki tip büyük bir olasılıkla eskidir.21 Eleusis'de bulunan çok eski bazı küçük yontularda, Demeter'in başında bugünkü Yunan pap-

18 Aynı yerde, s. 238.19 H.B. Hawes, R.E. Williams, R.8 . Seager ve E.H. Hall, Gournia, Vasiliki, and other Prehistoric Sites on

the Isthmus o f Hierapetra (Crete) (Gournia, Vasiliki ve Girit’teki Diğer Tarihöncesi Kalıntılar), (Philadelphia, 1908), s. 11.

20 Minoan-Mycenaean Religion, s. 450-51.21 W.H. Roscher, Ausfiihrliches Lexikon der griechischen und pömischen Mythologie, (Leipzig, 1884-1937),

c. 2, s. 1359.

Page 245: Thomson_Tarih Öncesi Ege

2 4 4 T A RİH Ö N C ESİ EGE

Resim 27. Demeter'in yükselişi: Terrakotta kabartma

pas'larının başlıklarım andıran silindir biçiminde uzun bir başlık var­dır.22

Gerçekte, bu iki tip arasında ortak bir yan yoktur, ama her ikisi de tanrıçanın ya da onun rahibesinin uzun başlık­lı, etekliği farbalalı, göğüsleri açık, korsajlı olarak gösteril­diği bazı Orta ve Geç Minos yontula­rını anımsatmaktadır; öne uzatılmış olan ellerde yılan vardır, başka bir­

takım yılanlar da kollara, omuz­lara ve kafaya dolanmıştır.23 Bu Minos tipi, saçlarında ve ellerin­de yılanlar bulunan kadınlar bi­

çimindeki Erinys'leri akla getirmek­tedir ister istemez.24 Nitekim, Ar- kadia'da bu tanrıçaya Demeter Erinys adıyla tapınılmaktaydı.25 Anlaşılan, Demeter, Emıt/s'lerin ki- şileşmiş bir biçimi olarak ortaya

^ .çıkm ıştır ve Artemis ile nympha- lar arasında nasıl bir ilişki var­sa, Demeter ile Erinys'ler ara­sında da öyle bir ilişki söz ko­nusudur.

1o P

oQ 1Â l

- f i l 0a a t

â laÖ 8SAO

S İ so 4 ?

Resim 28. Demeter’in Pappas tipi: Eleusis’den bir

terrakottaResim 29. M inos yılan rahibesi: Kü çü k yontu

22 L.R. Famell, Cults o f the Creek States (Yunan Devletlerinde Tapırtılar), (Oxford, 1896-1909), c. 3. s- 215.

23 The Civilisation of Greece in the Bronze Age. s. 127-28.24 Aiskhylos, C. 1046-48.25 Pausanias, 8. 25. 4.

Page 246: Thomson_Tarih Öncesi Ege

E g e ’ d e k i B a z i A n a e r k î l T a n r i ç a l a r 245

Persephone, Eleusis'de Kore, yani Kız adıyla, Andania'daysa Lekesiz Kız anlamına gelen Hag- ne adıyla biliniyordu.26 Söylencelerde geçen Knos- sos'lu prenses Ariadne'nin adı, kızoğlankız demek olan eriagne'nin Girit Dorcasıdır;27 Ariadne'nin öy­küsüyse (Ariadne, Theseus tarafından Naksos Adası'na getirildikten sonra Dionysos tarafından kaçırılmış, dağa kaldırılmış)28 Persephone'nin ka- çınlışmm bir başka biçimidir. Aynı türden üçün­cü bir örnekse Britomartis'dir. Britomartis'in adı, anlamını çıkarabildiğimiz birkaç Minos sözcüğün­den biri: "tatlı bakire" anlamına geliyor.29 Kral Mi­nos, Britom artis'e vurulmuş, kızı dokuz ay dur­madan kovalamış, sonunda yakalanacağını gören Britomartis kendini denize atmış.30

Minos ana-tanrıçasmın bir erkek ortağı vardı; belki oğlu, belki de eşiydi bu ortak, belki de her ikisi birden. Bu tanrı Cilalıtaş Çağı'nda hiç görül­mez. Orta ve Geç Minos dönemlerinde durumun­da bir gelişme olursa da, gene de sonuna dek ikin­cil kalır.31 Anaerkil toplum düzeninin bağrından

26 S/c. 736.34.2? Plutarkhos, Thes. 20.28 D. S. 5.51.29 Pausanias, 3.1-/.2.J0 Cali. Dian. 189-203.

Resim 30. Britomartis:

Lyttos’dan değerli taş üstüne oyma

Page 247: Thomson_Tarih Öncesi Ege

2 4 6 TA RİH Ö N C ESİ E g e

doğan ataerkil bir ilkeyi temsil etmektedir bu tanrı. Knossos'da boğa ile özdeşlendiği anlaşılmaktadır. Kral M inos'un karısı Pasiphae'niry gönlünü kaptırdığı Minotauros'la ilgili söylence buradan kaynaklan­mıştır. Belki de bu söylence, erkeğin boğa başı maskesi takmış kral ta­rafından temsil edildiği bir kutsal evlenmeye dayanmaktadır.32 Sözü­

nü ettiğimiz bu tanrı, oğul olarak dü­şünüldüğünde, Rheia'nm bakması için Amaltheia adlı nympha'ya verdiği Ze­us'dur; eş olarak düşünüldüğündey­se, Demeter'in üç kez sürülmüş bir tar­lada sarmaş dolaş olduğu İason.33 Eleusis'de de, kutsal evlenme, söylen­cede karşımıza Demeter'in evlatlığı Demophon ya da Triptolemos olarak çıkan ölümsüz bir çocuğun doğması­na yol açmıştır.34 Triptolemos, Deme- ter'den öğrendiği saban kullanmayı ve tarla bakımını bütün dünyayı dolaşa­rak insanlara öğretmiştir.35 Demek ki, söylencede erkeğin belirmesi, erkeğin

Resim 32. M ino s’lu rahip: tarımla uğraşmaya başlamasına denkKnossos’dan bir kabartma düşmektedir.

Resim 33. Demeter ile Triptolemos: Attika tası

31 The Palace of Minos (Minos’un Sarayı), c. 4, s. 46; Aegean Civilisation (Ege Uygarlığı), s. 252-54.32 Apollodoros, 3.1. 2, 3.15. 8; A.B. Cook, Zeus, (Cambridge, 1914-40), c. 1, s. 464-96, 521-25.33 Odysseia. 5.125-27.34 Homeros, H. 2.223-49; Apollodoros, 1. S. 2.

Page 248: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Demeter, bütün Yunan tanrıçaları içinde en tutucu olanıydı. Deme­ter tapımmın yeni bir doğrultuda geliştiği biricik merkez, bu tapımın panhelenik bir gizemci dine dönüştüğü Eleusis'di; ama Demeter ora­da bile tarımsal niteliğini bütünüyle yitirmedi ve başka yerlerde karşı cinsle ilişkiye girmemeyi sürdürdü. Kızoğlankızlığını koruyan tek ana- tanrıçaydı Demeter.

2. A thena

Thukydides, Yunanistan'daki ilk yerleşim merkezlerinin, daha son­rakilerin tersine, deniz kıyısına kurulmadığını, korsanlardan korun­mak için içerilere kurulduğunu söylüyor.36 Thukydides'in bu görüşü, Thebai, Orkhomenos, Atina, Mykene gibi en eski yerleşim merkezle­rinden kimilerinin, Hermione, Epidauros ve Messenia Pylosundaki Ka- ria-Leleg kentleriyle karşılaştırılmasıyla doğrulanabilir. Ayrıca, bu ilk dönemlerde nüfusun en geniş kesimini Pelasg'ların oluşturduğunu da söylüyor Thukydides.37

İlk köylerden kimileri daha çok tepelik yerlere kurulur, köy büyü­yüp kente dönüştüğünde ilk yerleşim yeri kale ya da akropolis olurdu. Bunun en açık örneği Atina kentidir. Yunanistan'ın dört bir yanında (Atina'da, Argos'da, Sparta'da, Troya'da, Pergamos'da, Smyrna'da, Ro- dos'da ve daha birçok yerde) tanrıça Athena adına kurulmuş akropo- lislere rastlanır.38 Aristeides'in deyişiyle, "Athena tanrıça, her kentin doruğunda tek başına egemenliğini sürdürür."39 Burada biraz abart­ma var elbette, Athena tanrıça hiç de öyle hazır ve nazır değildi. Ama Athena tapımının yayıldığı koşullarda ortaya çıktığını sandığımız bu yakıştırma, tanrıça Athena'nm ayırt edici özelliklerinden biri olup çı­kacak kadar yaygındı.

Athena, Peloponnesos'da derin kökler salmıştı. Aliphera'da (Arka- dia) Athena'nın doğumuyla ilgili yerel bir söylence vardı.40 Kuzey Elis'deki Larisos Irmağı dolayında Athena Larisaia adıyla tapınılıyor­

EGE’DEKİ B A Z I A N A E R K İL T A N R I Ç A L A R 247

35 J.E. Harrison, Prolegomena to the Study of Creek Religion (Yunan Dini Üzerine inceleme). (Üçüncü basım, Cambridge, 1922), s. 273.

36 Thukydides, 1. 7.37 Thukydides, 1. 3. 2.38 Pausanias, 2. 24. 3.39 Aristid. 1.15.40 Pausanias, 8. 26. 6.

Page 249: Thomson_Tarih Öncesi Ege

du tanrıçaya.41 Tanrıça, en eski çağlarda Larisa diye bilinen Argos'da- ki akropolisde de aynı adla anılıyordu.42 Pelasg'lara özgü bir yer adıy. dı bu. Atina kentinde Athena tapımının daha kentin kuruluşundan baş­layarak ortaya çıktığı sanılmakladır. Atina'da ilk oturanlar Pelasg'lar- dı: Pelasg'larm kralı Kekrops ise Athena tanrıçanın hizmetkârıydı. Do­layısıyla, tanrıça Athena'nm, Atina kentine kendisine tapınan Pelasg'lar- ca getirilmiş olabileceği geliyor akla. Peki, Pelasg'lar hangi yönden gel­mişlerdi acaba?

2 4 8 TARİH Ö N CESİ E g e

41 Pausanias, 7.17. 5.42 Pausanias, 2. 24. 3.

Page 250: Thomson_Tarih Öncesi Ege

E g e ’d e k İ B a z i A n a e r k î l T a n r i ç a l a r 249

Boiotia'lılar, Kopais Gölü'nü yaratan taşkın sularının altında kalan Atina diye bir kentin anısını koruyorlardı. Strabo ve Pausanias'a bakı­lırsa, bu kent, kral Kekrops'un Boiotia bölgesine egemen olduğu dö­nemde biliniyordu. Demek ki, Attika Atinası daha eski bir kentti.43 Ger­çekte bu görüşü doğrulayan tek bir bağımsız kanıt yoktur, ama gene de böyle bir savın ortaya atılmasındaki amaç açıktır. Atmalılar, buda­la Boiotia'hlara borçlu görünmekten hiç hoşlanmıyorlardı. Oysa Athe­na tanrıçayı onlardan aldıkları anlaşılıyor. Athena'nın Alalkomena- i yakınlarındaki Triton Irm ağı'nın kıyısında dünyaya geldiğine ilişkin gelenekten kaynaklanan Tritogeneia ve Alalkomeneis gibi sıfatları çok eski olsa gerektir, çünkü bu sıfatlar daha Homeros şiirlerinde yerel an­lamlarından uzaklaşmışlardır.44 Bu bakımdan, Meyer'in, Athena tan­rıçanın Attika'ya Boiotia'dan geldiği görüşüne katılabiliriz.

Boiotia'ya girdikten sonra daha da kuzeye yöneliyoruz. Tarihsel za­manlarda Boiotia Birliği'nin tanrıçasıydı Athena; kendisine Athena İto- nia adıyla tapınılmaktaydı. Bu ad, bizi, güney Thessalia'daki İtonos'a yöneltiyor. Çünkü Athena tanrıça, İtonos'da, aynı ad altında Thessali- a Birliği'nin tanrıçasıydı.45 Boiotia Birliği ise, Troya Savaşı döneminde Boiotia'yı ele geçiren Boiot'lara kadar uzanıyordu. Thessaller Thessa- lia'yı aynı dönemde ele geçirdiler; Boiot'ları Boiotia'ya süren de onlar- dı. Dolayısıyla, Athena İtoina tapımırun Boiotia'ya güney Thessalia'dan geldiği açıktır. Ne ki, tanrıça Athena'nın Atina'daki ve daha başka yer­lerdeki tapımları Troya Savaşı'ndan çok daha eskilere uzandığına gö­re. bu tanrıça Thessalia'ya Thessal'ler ya da Boiot'lar eliyle getirilmiş olamaz. Onu orada karşılaştıkları insanlardan almış olsalar gerektir; Pelasg'ların Thessalia'da öteki yörelerden daha kalabalık olduklarının söylendiğine bakılırsa,46 bu tanrıçanın başlangıçta Pelasg'ların tanrıça­sı olduğu sonucuna rahatlıkla varabiliriz.

Thessalia'yı Boiotia'dan ayıran Malis Körfezi'nin güney kıyılarında Lokris Epiknemidia ve Lokris Opountia yer alır; buralara bu adlar, ay­nı halkın Korinthos Körfezi'ndeki bir başka yerleşim merkezi olan Lok­ris Ozolis'den ayırt edebilmek için verilmiştir. Lokris Opountia halkı­nın çok ilginç bir göreneği vardı: Her yıl Troya'ya iki genç kız yollu- yorlardı, Troya Athenası'mn hizmetine adanıyordu bu kızlar.47 Bu gö­

43 Pausanias. 9. 24. 2.44 Tausanias, 9. 33: İlyada, 4. 415. 5. 908.45 Pausanias, 9. 34.1,10. 1. 10; Strabon, 411; Thukydides. 1. 12. 3.

46 Strabon, 220-21.47 Timae. 66: Polybius. 12. 5, 6.

Page 251: Thomson_Tarih Öncesi Ege

250 TARİHÖNCESİ EGE

renek, Troya Savaşı'na katılan komutanları Aias'm işlediği günahın ke­fareti olarak açıklanıyordu. Troya kentinin yağmalaııışı sırasında, Ai- as da, kral Priamos'un bir Apollon rahibesi olan kızı Kassandra'yı ka­çırmıştı. Hiç kuşkusuz, bir neden uydurabilmek için gerçek tersyüz edilmiştir burada. Gerçekte, genç kızların Troya Athenası'nm hizmeti­ne yollanmaları, tanrıçanın Lokris'deki tapınunm Troya'daki tapımın bir kolu olduğunu göstermektedir.

İh/adcı'da Troya'nm koruyucu tanrıçasıdır Athena, akropolisdeki ta­pmağında oturur. Ama Athena tapınağının rahibesi Theano kesinlikle Troyalı değildir; Thrakia'mn egemeni kral Kisseus'un kızıdır. Strabon, Kisseus'un, Thrakia'mn sonradan Makedonia diye bilinen yöresinde; daha doğrusu, Kissos Dağı'nm ve bir zamanlar sonradan Thessaloni- ke kentine dönüşen Kissos kentinin bulunduğu Halkidikya yarımada­sında yaşadığım söylüyor.48 Pelasg'lar oturmuştu bu bölgede, dilleriy­se burada varlığını sürdürmüştü. Kisseus, bir de, Aşağı Mezopotam­ya'daki Susa kenti yakınlarında yaşayan bir kabilenin, Kissi'lerin ata adı olarak çıkıyor karşımıza.49 Gerçi Susa Troya'dan çok uzaklardadır, ama Troya kral ocağının doğuyla bağıntıları olduğu biliniyor. Troyalı- larm bağlaşıklarından biri de, akropolis'i Memnonion olarak bilinen Susa kentinin kurucusu Tithonos'un oğlu Memnon'du; Tithonos, Tro­ya kralı Priamos'un erkek kardeşiydi ve karısının adı da Kissia'ydı.50 Hekabe de, Homeros-sonrası gelenekte Kisseus'un kızı olarak anılır.51 Demek ki, Kissi'lerin biri doğu, öbürü batı olmak üzere iki kolu vardı ve batı kolu Homeros Troyası'nm kral soyunu oluşturuyordu.

Memnon'u, Priamos'un yardımına, Asur ya da Asya kralı olarak ta­nımlanan Teutamos diye biri göndermişti.52 Biliyoruz ki, Kretschmer, -atııos ile biten özel adları incelemiş, bunların Anadolu'ya özgü adlar olduğunu ortaya koymuştur.53 İmbros'daki Pelasg Hermesi'nin yerel adı İmbramos'du.54 Priamos'un bağlaşığı olan Pelasg önderleri (Troya Larissası'ndan geliyorlardı) Teutamos'un torunlarıydılar.55 Thessalia

48 ilyado. 11. 222-24: Strabon. 330. 24.49 Herodot Tarihi, 3. 91. 4, 5. 49. 7, 7. 62. 2; Strabon, 728.50 Odysseia, 4.188-89; ilyada, 11.1.51 Euripides, Hekabe, 3; Vergilius, Aeneis, 7. 320, 10. 705. Bu Kisseus kimi zaman Homeros

destanlarındaki Kisseus'la bir tutulurdu (Euripides, Hekabe, 3) ama Philokhoros'a göre (FHC. 4.648) Kisseus bir Phrygia köyü ya da klanının ata adıydı. Bir değişkede de, Priamos'un anasının adı Plakia olarak geçer (Apollodoros, 3. 12. 3), Plakia Pelasg'ların bir yerleşim merkezidir.

52 D. S. 2. 22; lo. Ant. 24.53 P. Kretschmen, Einleitung zur Ceschichte der griechischen Sprache, (Cöttingen, 1896), s. 325.54 B. V. Head, Historia Numorum, (ikinci basım, Oxford. 1911), s. 261.55 ilyada, 2. 840-43; Strabon, 620; W. Leaf, Troy, (Oxford, 1912), s. 198-213.

Page 252: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Eg e ’ d e k i B a z i A n a e r k i l T a n r i ç a l a r 251

Larissası ise bir zamanlar Teutamidas ya da Teutamias adlı bir Pelasg kralının egemenliği altına girmişti.56 Priamos adı da aynı sınıftan bir sözcüktür. Bütün bıınlar birbirini tutmaktadır. Eğer Kissi'ler Pelasg idiyseler, onların ilk yurtlarmı Kafkasya'da aramamız gerekir; nitekim, oralarda bir yerde, Trabzon'la Batum arasındaki kıyıda Kissa57 adı ve­rilen bir yerleşim merkezine rastlıyoruz. Eğer, Kissi'lerin iki kolu kar­şıt yönlere doğru göç etmişlerse, bu, batı kolunun Ege bölgesine taşı­dığı Tithonos söylencesine açıklık getirmektedir: Tithonos'u, kendisi­ne âşık olan şafak-tanrıça kaçırmıştı.58 Acaba bu Troya ve Makedonia Kissi'leri, Beşinci Bölüm'de belirttiğimiz gibi "Miny çömleği"yle belir­lenen kültürü getiren Pelasg'lar mıydı? Öyle sanıyorum ki, Pelasg gö­çüyle ilgili bu ve daha başka sorular, mitoslarla ve yerlerin betimlen­mesiyle ilgili yazınsal bilgilerin daha da derinliğine bir çözümlemesiy­le yanıtlanabilir. Ama şimdilik Athena'nın bir Pelasg tanrıçası olduğu­nu belirtmekle yetineceğim.

Kekrops'un "toprağın oğlu" olduğu söylenir, yani bir Pelasg yerli­sidir Kekrops. Üstü insan, altı yılan biçimindedir.59 Üç kızı vardır: Ag- lauros ya da Agraulos, Herse ve Pandrosos. İlkinin sözcük kökeni be­lirsiz; ama "çiy" anlamına gelen Herse ile "tepeden tırnağa çiy" anla­mına gelen Pandrosos sözcükleri, Athena Polias tapınağının yanında­ki Pandroseion'da yetişen kutsal zeytin ağacına tapınmadan kaynak­lanmaktadır.60 Tanrıça Athena bir gün Hephaistos'un işliğine gelmiş, kendisine silah yapmasını istemiş Hephaistos'dan. Ateş-tanrı birden dayanılmaz bir istek duymuş Athena'ya, başlamış kaçan tanrıçayı ko­valamaya. Tanrıçaya yetişmiş, ama boğuşurlarken Hephaistos'un sper­ması Athena'nın bacağına akmış. Athena tanrıça bir yün (eriotı) parça­sıyla spermayı silmiş, tiksinerek yere, toprağa (khthon) atmış. Böylece toprak ana döllenmiş ve yılan-çocuk Erikhthonios doğmuş. Athena da çocuğu Kekrops'un kızlarına vermiş bakmaları için.61 Elimizdeki biçi­miyle bu öykü, daha sonraları tanrıçalarının kızoğlankız olduğunu sa­vunan Atinalılara verilmiş beceriksizce bir ödündür. Eğer tanrıyla tan­rıça bir zamanlar bir kutsal evlenme biçiminde birleşmiş olmasalardı, böyle bir öykü uydurmaya da gerek duyulmazdı. Yılan-çocuğun ger­

56 Apollodoros, 2. A. A. Lesboslu Theophrastos’un gerçek adı Tyrtamos'du, ama Tyrtamos çok çirkin bir ad olduğundan Aristoteles onu adını değiştirmeye razı etmişti: Strabon. 618.

57 Arr. Ind. 26. 8.58 Homeros, H. 5. 218.59 Apollodoros, 3 .14.1.60 Apollodoros, 3. 14. 2; Pausanias, 1. 2. 6, 1. 27. 2.61 Apollodoros, 3. 14. 6.

Page 253: Thomson_Tarih Öncesi Ege

çek anası yılan-tanrıçaydı. Ve Minos tanrıçası gibi bir tanrıçanın da, kral ocağının kızlarınca yetiştirilen kutsal bir zeytin ağacıyla bağıntısı vardı. Bu tanrıçanın tapımı, anaerkil bir tapımdı.

252 TARİHÖNCESİ EGE

Kral Kekrops'un egemenlik dönemine iki önemli olay yakıştırılır. Bunlardan biri, evlilik kuruntunun ortaya çıkışıdır. Otekiyse, Atheııa ile Poseidon'un Akropolis'e talip olmaları ve bunun için armağanlar yarışmasına girmeleridir. Athena, Pandroseion'a kutsal zeytin ağacuıı dikmiş; Poseidon ise Erekhtheus tapmağının içinde üçlü yabasmı yere vurarak kutsal bir kuyu yaratmış. Hakemliğine başvurdukları Kekrops Poseidon'un kutsal kuyusunu beğenmemiş, zeytin ağacım diken At- hena'ya vermiş ödülü.62 Troizen'de, Argos'da ve Korinthos'da rastla­nan birçok benzer öyküde Poseidon gene yarışmacı olarak boy göste­rir. Poseidon, Athena'yla birlikte Troizen'e talip olmuş ve en sonunda kenti tanrıçayla paylaşmayı kabul etmişti.63 Argos'da Hera'yla karşı karşıya gelmiş, tanrıçaya yenik düşmüştü.64 Korinthos kenti için de gü- neş-tanrı Helios'la yarışır ve kent Helios'a verilir sonunda. Korinthos

62 Herodot Tarihi, 8. 55; Apollodoros, 3.14.1,63 Pausanias, 2. 30. 6.64 Pausanias, 2.15. 5, 2. 22. 4.

Resim 35. Athena, Erikhthonios ve Kekrops: Attika kabartması

Page 254: Thomson_Tarih Öncesi Ege

E g e ’d e k i B a z i A n a e r k î l T a n r i ç a l a r 253

İsthmosu'nu ise Poseidon kazanır ve orada Poseidon adına İsthmia Oyunları düzenlenir.65 Bir başka geleneğe bakılırsa, İsthmia Oyunları, Kadmos'un kızı İno'nun oğlu Melikertes'in anısına düzenlenmiştir.66 İsthmos'daki Megara kentinin kurucusu Megareus, Miny'lerin Orkho- ırıenos kentinde Poseidon'un Onkhestes'den olan oğluydu.67 Bu gele­nekler Boiotia'dan aktarılmıştı; ancak, Kadmos'lular ya da Miny'ler ta-

Resim 36. Athena ve Kekrops kızları: Attika vazosu

rafından değil de, onlarla bağı olan halklar tarafından aktarılmış ola­bilirler. Poseidon'un Thessalia'da Tyroid'lerin ata tanrısı olduğunu gör­müştük; sonra, daha kuzeyde, Peneios Irmağı'run ağzı dolaylarındaki Petra'da eski bir Poseidon tapımı vardı.68

Poseidon kuzeyden gelmişti. Güzel de, Attika ve Peloponnesos'a kim­ler getirmişti Poseidon'u? Bir kere, Tyroid'ler getirmiş olamaz, çünkü onlar Attika'ya Dor istilasından sonra gelmişlerdir. Poseidon soyundan olduklarını ileri süren Boiot'lar da olamaz, çünkü Boiot'lar Peloponne­sos'a kadar uzanmış olmalarına karşın, Attika'da hiçbir iz bırakmamış­lardır. Geriye, Attika, Korinthia ve kuzey Peloponnesos'da yaşadıkları belgelenmiş olan Lapith'ler kalıyor.69 Attika Peirithoid'leri Lapith'Ier- dendiler; Peirithoos da Atina'nın yerel kahramanı Theseus'un en yakın

65 Pausanias, 2. 1 . 6 .66 Apollodoros, 3.4. 3.67 Pausanias, 1. 39. 5; Apollodoros, 3.15. 8.68 Pi. P. 4.138.69 Ells Kralı Augias ve Epeio'ların Homeros destanlarındaki önderleri (ilyado, 2.615-24) Lapith'lerdendilen

D. S. 4. 69; Pausanias, 5 .1 .11.

Page 255: Thomson_Tarih Öncesi Ege

2 54 TARİHÖNCESİ EGE

dostuydu. Bu söylence, bugünkü biçimiyle, sanırız altıncı yüzyılın ikin­ci yarısında doğmuştur, daha eski değildir. Theseus, altıncı yüzyıhn ikinci yansında, Dor ırkının büyük kahramanı Herakles'e karşı Atina- lılarca uydurulmuş bir kişidir.70 Daha önceleri, Peirithoid'lerin yaşadı­ğı Marathon'un yerel kahramanıydı Theseus; Homeros'un İhjada'sında da Theseus'u Thessalia'da Peirithoos ile Kaineus'un silah arkadaşı ola­rak görürüz.71 Theseus köken bakımından Thessalia'h bir Lapith'di. Bu da sorunumuzu açıklığa kavuşturuyor, çünkü Theseus yalnız Piııdaros ile Euripides'in onun babası olduğunu söyledikleri Poseidon'la değil, Troizen kenti ve İsthmos Kıstağı ile de yakından bağıntılıydı.72

Poseidon'un, Theseus'daıı ayrı olarak, konumuzla doğrudan ilgili iki bağı daha vardır Lapith'lerle. Birincisi, Korinthos'dandır. Makedo- nia kıyısında bir Korinthos kolonisi olan Potidaia onun adını taşır; sa­nırız bu adı koloninin kurucusu, yani Korinthos tiranı Periandros'un oğlu seçmiştir.73 Periandros, öyküsünü Beşinci Böltim'de anlattığımız Kypselos'un oğlu ve ardılıydı. Kypselos ise, Korinthos yakınlarındaki Petra kentine yerleşen Kaineid'lerin Lapith klanmdandı.74 Bunların, Poseidon Petraios'un bulunduğu Thessalia Petrası'ndan gelmiş olduk­ları söylenebilir. Korinthos'daki Petra kentinin yeri tam olarak belirle­nememektedir; ama eğer kentin doğusunda -Korinthia'nm büyük bir bölümü de buradadır- idiyse, o zaman İsthmos Kıstağı'nda olsa gere­kir. Böylece, Poseidon'un Korinthos'a gelişi açıklanmış oluyor: Korint- hos'a Lapith'lerin bir kolu tarafından getirilmiştir Poseidon.

Gerçekte Athena tanrıçaya bağlı olan Erekhtheion'da, eski yılan kah­ramanla yeni tanrının kaynaşmasını simgeleyen bir Poseidon Erekh- theus sunağı bulunuyordu. Hemen bitişiğindeyse, orada rahiplik yap­mış olan Boutad'ların resimleriyle süslü bir Boutes sunağı vardı.75 Bou- tes, Poseidon'un oğluydu ve kızının adı Hippodameia idi. Lapith'lerin önderi Peirithoos, Hippodameia ile evleneceği zaman, düğününe Ken- taur'ları, at adamları da çağırır; şarap içmeye alışık olmayan at adam­lar şölende esriyip kendilerinden geçer, gelini kaçırmaya kalkışırlar; Lapith'lerle Kentaur'lar arasındaki ünlü kavga böyle başlar işte.76 Bu Boutad'lar, Lapith'lerin başka bir koluydu.

70 K. Schefold, '‘Kleisthenes", Museum Helveticum, (Basel, 1943 -), 3. 65-67.71 Euripides, Held. 32-37; Herodot Tarihi, 9. 73.72 Euripides, Hippolytos, 887.73 Nic. Dam. 60.74 Herodot Tarihi, 5. 92b.75 Pausanias, 1 . 26. 5; Plutarkhos, Moralia, 841-43.76 ilyada, 1. 263: Odysseia, 21. 295-309; Pausanias. 5.10. 8; Apollodoros, Epit. 1. 21.

Page 256: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Eg e ’ d e k i B a z i A n a e r k î l T a n r i ç a l a r 255

Lapith'lerin, Yunanca'yı tarihöncesi Thessalia'ya taşıyan halklardan biri olduğunu Beşinci Bölüm'de belirtmiştik. Yalnız, Boutad'lar Atina soyluluğunun kaymak tabakasıydılar; başkalarım hor gören, eski ka­falı ve gerici bir topluluktular. Theseus'un yerel kahramanlığa yükse­lişi, pekâlâ Boutad'lar eliyle gerçekleştirilmiş olabilir. Boutad'lar, ra­hipliklerinin daha önceki döneminde Athena Polias tapımım ele geçir­mişlerdi. Bu da, soyluluğun egemenliği koşullarında, kentin denetimi­ni ellerinde tuttuklarını gösterir. Eğer Atmalılar "Hellenleştirilmiş Pe- lasg'lar" idiyseler, Hellenleştirilmelerinde Boutad'larm parmağı olsa gerektir. Bu yüzden, Boutad'larm Yunanca konuşan bir soydan geldik­leri görüşü pekâlâ doğru olabilir.

Lapith'ler, Attika'ya ilk yerleştikleri sıralarda, başka bir ırktan gelen Pelasg'lar tarafından kuşatıldılar ve zamanla Pelasg'ların kültürünü be­nimseyip özümlediler. Ne var ki, eski anılar ve izler kolay silinmedi. Toprak için verilen savaşım eski anıları ve izleri kuşaklar boyu canlı tuttu. Soylular, halkı, yerlileri, "toprağın oğullarını nedenli aşağılıyor­larsa, Attikalı olmayan atalarıyla da o ölçüde övünç duyuyorlardı. So­nunda, demokratik hareket, Munro'nun pek yerinde belirttiği gibi, al­çakgönüllü kökenlerini "demokratik bir slogan" ve "yabancı bir soylu­luğun egemenliğine karşı bir protesto" olarak gözüpek bir biçimde ilan eden bu "toprağın oğulları"nın bir yeniden canlanışına dönüştü.77

Boutad'lar, Erekhtheus tapınağım ele geçirdikten sonra, yerli hane­danın kendi klan atalarmın soyundan indiğini ileri sürer oldular. Po­seidon ile Athena arasındaki anlaşmazlık konusunda en eski yetkili sa­yabileceğimiz Herodotos bu konuda görüş belirtmekten ustaca kaçını­yor, ama Apollodoros ilk gelenin kesinlikle Poseidon olduğunu, Athe- na'nın ancak Kekrops'un yalancı tanıklığıyla baskın çıktığını söylü­yor.78 Demek, bu "toprağın oğlu" bir yalancı tanıktı. Bu soylu aile, geç­mişini işte böyle küçük hilelerle meşrulaştırmıştı.

Peki, bizim Pelasg Athenası'na ne oldu? Athena tanrıça uzlaşmak zo­runda bırakıldı. Gerçi Athena gene Akropolis'in egemeniydi, ama bir bedeli vardı bunun. Bu bedelin ne olduğu, öykünün bir başka değişke­sinden çıkarılabilir. Bu değişkeye göre, anlaşmazlık Atina halkının de­mokratik (aslında, demokrasi koşullarında gerçekleştirilen bütün oyla­malardan daha demokratik) oylamasıyla çözülmüştür. Anlatılanlara ba-

J.A. R. Mundo, "Pelasgians and lonians" ("Pelasg'lar ve İonia'lılar"), Journal o f Hellenic Studies. (Londra, 1880-), 54.116.

78 Hcrodot Tarihi, 8. 55; Apollodoros, 3 .14.1.

Page 257: Thomson_Tarih Öncesi Ege

256 TARİHÖNCESİ Eg e

kılırsa, Kekrops'un krallığı zamanında mecliste erkekler kadar kadın­ların da oy hakkı vardı. Söz konusu anlaşmazlık meclise sunulduğun­da, erkekler Poseidon'dan yana, kadınlarsa Athena'dan yana oy kullan­dılar ve kadınlar bir oy farkla üstün geldiler. Böylece Atina kentinin ko­ruyuculuğu tanrıça Athena'ya verildi, ama buna karşılık erkekler de bir misillemede bulundular. Kadınları bir daha geri almamacasına meclis­ten attılar, Atinalı sıfatından yoksun kıldılar ve çocuklara analarının adı­nın verilmesini yasakladılar.79 Bu öyküde anılan kadınlar anaerkil Pe- lasg'lar, erkeklerse ataerkil göçmenlerdir. Tapımlarm çatışması, baba- yanlı kalıtın getirilmesiyle, kadınların yurttaşlık haklarından yoksun kı­lınmasıyla ve küme evliliğinden tekeşli evliliğe geçişle aynı zamana denk düşmektedir. Diyebiliriz ki, burada söylence, insanların ekono­mik, siyasal, toplumsal, cinsel, sözün kısası bütün ilişkilerinin birliğini bir söylencenin dile getirebileceği kadar açık seçik dile getirmektedir.

Bu denli kapsamlı değişiklikler hiç kuşkusuz epey uzun bir zaman almıştır. Sanırız, bu değişikliklerin Athena tanrıça üzerindeki etkisi de aşamalı olmuştur. Süreci ayrıntılarıyla izlemek olanaksız. Ama sonun­da ortaya çıkan durumu hepimiz biliyoruz. Yılanı ve kutsal zeytin ağa­cıyla, sflcra'sını yeraltına taşıyan, onuruna top oynayan ve adlarını çiy- den alan genç rahibeleriyle tarihöncesi Athena tanrıçayı, değerli taş üs­tüne oymalarda ve mühürlerde zambaklar arasında dans eden, kendi­sine meyva toplayan tapmıcılarına gökten inen Minos ana-tanrıçasın- dan ayırt etmek gerçekten de çok zordur. Bu özellikler kolay kolay si­linemeyecek kadar derinlere kök salmıştı, ama üstlerine yeni yeni özel­likler eklendi ve yeniden yorumlandılar. Tanrıça Athena hiç evlenme­mişti, çünkü PelasgTar zamanında evlilik diye bir şey yoktu; ama ye­ni çağda bu duruma bakılarak tanrıçanın kızoğlankızlığı yeğlediği so­nucu çıkarıldı.80 Athena'nm hiçbir zaman annesi olmadı; çünkü bir ana- tanrıça olarak Athena kendisi analığın simgesiydi; ama şimdi, tepeden tırnağa silahlı olarak kafasından çıktığı Baba Zeus'un gözde kızı olu­yordu.81 Gene dokumacılığın, çömlekçiliğin, el işçiliğinin ve el sanat­larının koruyucusu olarak kalıyor,82 ama bunlara hepsinden önce sa­vaşkan yiğitlik, uz dillilik ve erdemli, ılımlı düşünmenin tanrıçalığı da ekleniyordu: gerçekte, demokrasinin ülküleriydi bunlar.83 Athena tan-

79 Aug. CD. 18.9.80 Aiskhylos. E. 740.81 Hesiodos, Theogonia, 929 k-m.82 İlyada, 9. 390; Odysseia. 7.110-11, 20. 72.83 C . Thomson. Aeschylus, Oresteia, (Cambridge, 1938), c. 1. s. 56.

Page 258: Thomson_Tarih Öncesi Ege

uçanın bu resmi yönü, olanca ürkütücü görkemiyle, Pheidias'm Part- Iıenon'da diktiği altından ve fildişinden yapılmış büyük yontuda beli­rir: "Uzun boylu, gözleri ışıl ışıl, zırhlara bürünmüş, giysisi bileklerine inen, başında tepeli tolgası, elinde kargısı, ayaklarının dibinde kalka-

Eg e ’d e k i Ba z i A n a e r k İl T a n r i ç a l a r 257

Resim 37. Athena’nın doğum u sırasında Poseidon ve Hephaistos: Attika vazosu

nıyla güzeller güzeli bir kızoğlankız."84 Ataerkil devletin kutsal başka­nı olarak tanrıça Athena, kökenince belirlenen kadınlığının elverdiği ölçüde erkeksileşmiştir artık. Az daha unutuyorduk; bir de, ayakları­nın dibindeki kalkanın altında sessizce çöreklenmiş yatan küçük bir yı­lan göze çarpar; Erikhthonios.85

84 Max. Tyr. 14. 6.85 Pausanias, 1. 24. 7; Hyg. Ast. 2.13.

Page 259: Thomson_Tarih Öncesi Ege

258 TARİHÖNCESİ Ege

3. E p h esos'lu A rtem is

Ephesos'daki Artemis tapımı, İonİarın oraya yerleşmesinden çok önceleri oradaydı.86 Bu tapım, sanıldığı gibi gerçekten Hititlere kadar uzanıyorsa, en azından on üçüncü yüzyıla kadar gidiyor demektir.87 Doğrusu, başka hiçbir Yunan tapımının bu denli kesintisiz bir tarihi yoktur. Burada söyleyeceklerim konusunda, bu tapımı Hitit dönemin­den alıp Demeterius'un Ephesos Dianası'na bağlılığı sayesinde zengin olduğu günlere kadar getirerek bütün ayrıntılarıyla gözler önüne se­ren Picard'a çok şey borçluyum.88

Bu tapımın üyeleri başlangıçta Leto'ya tapmıyorlardı. Leto'yu Kaystros Irmağı bataklıklarında bulunduğu söy­lenen,89 kutsal bir ağaca asılı bir yontu temsil ediyordu. En eski tapmak, altında küçük bir sunak bulunan ağacın çevresindeki avludan oluşuyordu.90 Minos anı-taşların- da betimlenen tapımlarla bütünüyle aynı türde bir tapım- dı bu. Sözünü ettiğimiz basit yapı, eski çağların başların­da büyüyerek tipik Yunan tapınağına (tanrıça ve onun yontusu içm bir ev) dönüştü.91 Birkaç kez yeniden yapı­lan tapmak kalabalık ve örgütlenmiş bir rahipler ve rahi­beler topluluğunun hizmette bulunduğu en büyük tapı­naklardan biri oldu çıktı sonunda.92 Her yıl düzenlenen şenlik ilkyaza rastlar ve bir ay sürerdi.93

Şenlik herkesin önünde kesilen kurbanlar ve yapılan danslarla açılır, sonra bunu atletizm yarışmaları izlerdi.94 Bu yarışmaların aynı nitelikteki öteki yarışmalardan (ör­neğin Olimpiyat Oyunları) ayrılan bir özelliği vardı; da-

E b kiTül<an ^ m c ı yüzyıla kadar, kadınların yarışmaları baştan so- yontu na izlemelerine izin verilmekteydi.95 Yarışmaları kaza-

86 Pausanias, 7. 2. 6 .87 W.R. Lethaby, “The Earlier Temple of Artemis at Ephesus" (Efes'teki Eski Artemis Tapınağı), Journal

of Hellenic Studies, 37. 1.88 Acts 19. 24-27.89 C. Pieard, Ephise ei Clams, (Paris, 1922), s. 13-14.90 Aynı yerde, s. 18-19.91 Aynı yerde, s. 20-21.92 Aynı yerde, s. 28,104.93 Aynı yerde, s. 328.94 Aynı yerde, s. 332.95 Thukydides, 3.104. 3.

Resim 38

Ephesos'lu

Artem is:

Page 260: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Eg e ’d e k i B a z i A n a e r k i l T a n r i ç a l a r 259

jıanlar bir din okuluna yazılırdı.96 Ephesos'lu tanrıçanın genel niteliği­ni Picard şöyle tanımlıyor:

Bütün doğanın egemeniydi. İlkyaz geldiğinde çiçeklerin açmasını, top­rağın verimli kılınmasını, o denetlerdi. Ana öğelere hükmeder, havayı ve suları çekip çevirirdi. Hayvanların yaşayışını yönetir, yabanıl hay­vanları evcilleştirir, evcil hayvanları korurdu. Hem iyilik eder, hem de canlıların ölümünü elinde tutardı. Hastalıkların iyileştiricisi ve sağlık tannçasıydı. Aynı zamanda, öbür dünyaya yolculukları sırasında ruh­lara yol gösterirdi.97

Ayrıca, bu tanrıça, kendisini erkekler­den kaçman kızoğlankız bir avcı olarak betimleyen Homeros şiirlerine meydan okurcasına, doğum yapan kadınların yar­dımcısı olarak kalmıştır sonuna kadar.98

Kutsal ağaç, tanrıçanın doğduğu yeri gösteriyordu. Doğum sancıları geldiğin­de bu ağaca yaslanmıştı Leto.99 Tapımın temeli buydu. Tapınak kalıntıları arasın­da, kourotrophos tipinde (bebek emziren kadm) birçok küçük yontu bulunmuştur.Bunların en eskisinde, bir ana ile çocuğu (Leto ile Artemis) görülmektedir. Yalnız daha sonraki örneklerin kimilerinde iki çocuk vardır.100 Kız çocuğa bir de erkek çocuk eklenmiştir. Artemis en sonunda anası Leto'nun yerini aldı, ama Ephe­sos'lu Apollon hiç büyümedi.

Ephesos'un otuz kilometre kadar ku­zeyinde, Kolophon kenti yakınlarında,Apollon'un Klaros denilen bir kutsal ko­rusu vardı. Burada da başlangıçta anne­ye, yani Leto'ya tapınılıyordu, Leto bura­

96 Ephise et Claros, s. 340.97 Aynı yerde, s. 377.98 Apul. Met. 1 1 . 2.99 Tacitus. Ann. 3. 61.100 Ephise et Claros, s. 455-56.479-81.

Resim 39. Ana-tanrıça ve ikizler:

Attika vazo su

Page 261: Thomson_Tarih Öncesi Ege

z6o TARİHÖNCESİ EGE

da da bir çocuk doğurmuştu, ama bu kez doğan çocuk erkekti ve so­nunda anasının yerini alacaktı.101 Peki, neden Leto'nun yerini Ephe- sos'da kızı, Klaros'daysa oğlu aldı dersiniz? Picard bunun yanıtını şöy­le veriyor:

Klaros genellikle Doğu'ya ve Doğu'nun geleneklerine karşı Ephesos'dan daha dirençliydi... Apollon gibi, ataerkil toplumun göksel egemeni olan bir tanrının orada daha iyi karşılanması doğaldı kuşkusuz.102

Ephesos'lu Artemis anaerkil niteliğini korudu. Artemis'in birçok Doğulu özelliği vardı, ama aslında bunlar salt Doğu'nun etkilerinden doğan özellikler sayılmazdı.103 Denilebilir ki, Artemis, Doğu'nun etki­lerini almakla birlikte kendi kökenine bağlı kalmıştır. En güçlü dönem­lerinde Hititlerin kurduğu Artemis tapımı, daha Yunanlılar onu Karia'lı- larm ve Leleg'lerin elinden aldıkları zaman bile birçok köklü değişik­liğe direnmiş bulunuyordu. Gerçi Yunanlılar tapımın kendisini ataer- killeştiremediler, ama siyasal açıdan belirleyici nitelikte bir yenilik ge­tirmeyi de başardılar. Din okullarına rahiplerin yanı sıra rahibeler de girebiliyordu; ne var ki, iç tapmağa kadınların girmesi yasaktı, buraya giren kadınlar ölüm cezasına çarptırılıyordu.104 Böylece, merkezi yö­netim erkeklerin denetimine girmiş oluyordu. Bu Yunanlıların Karia'lı kadınlarla evlendiklerini anımsayacak olursak, bu kuralın ne anlam ta­şıdığı açıkça ortaya çıkar; nitekim, kadınların iç tapmağa girememesi­ne ilişkin kuralın bu denli tartışılmaz ve kesin nitelikte oluşu, gerçek­te anaerkil geleneğin ne denli sağlam olduğunu göstermektedir.

Sparta'daki Artemis Orthia tapınağı Eurotas İrmağı kıyısındaydı. Burada yapılan kazılarda birçok küçük kadın yontusu bulundu.105 Tan­rıçanın imgesinin söğüt dalları arasında bulunduğu söyleniyordu; Tan- rıça'ya da Lygodesma, "söğüt dallarına sarılı" adı verilmişti.106 Eplıe- sos'daki yontuyla aralarındaki benzerlik öylesine açık ki, Spartah Ar­temis'in Ephesos'lunun bir uzantısı olduğu bile söylenebilir. Anımsa­yacak olursak, Sparta'da ilk oturanlar Leleg'lerdi. Spartah erkek çocuk­

u n Aynı yerde, s. 455-56.102 Aynı yerde, s. 457.103 Aynı yerde, s. 130.104 Artem. 4. 4.105 R. M. Dawkins, The Sanctuary o f Artemis Orthia at Sparta (Sparta'daki Artemis Tapınağı), (Londra.

1929), s. 145-62.106 Pausanias, 3 .16.11.

Page 262: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Eg e ’d e k i B a z i A n a e r k i l T a n r i ç a l a r 261

lar, erginliğe eriştikleri zaman, bu tapınakta kırbaçlanarak bir dayanık­lılık sınavından geçirilirdi; Spartalı adının güçlüklere karşı dayanıklı olmanın simgesi sayılması da bu sınavlardan kaynaklanmıştır. Tören gerçekten bir dayanıklılık denemesi ya da bir güçlülük sınavıydı; ka­bilelere özgü erginlenme törenlerinin tipik bir biçimiydi. Yalnız bir özel­liğiyle farklılık gösteriyordu: Erkek çocuklar kutsal yontuyu kucağın­da tutan rahibenin önünde kırbaçlanıyordu.107 İlkel erginleme töreni­nin en ağır yaptırımlarla güvence altına alman değişmez bir kuralı da, karşı cinsin kesinlikle dışarıda tutulmasıdır. Demek ki, Spartahların er­ginleme sınavı bu canalıcı noktada değişikliğe uğramıştı. Rahiplerin gerçekleştirdiği bir kuttörende bir rahibenin bulunması, Khasi'lerden bildiğimiz gibi, bu görevi bir zamanlar rahibenin yerine getirdiğini gös­terir. Ayrıca biliyoruz ki, söğüdün (lı/gos) aybaşı üzerinde etkili oldu­ğu sanılıyor ve bu bitki bu alanda kullanılıyordu. Sparta'dakine çok benzeyen bir kırbaçlama sınavı da, Arkadia'daki Alea'da kadınlara uy­gulanmaktaydı.108 Spartalı erkek çocukların rahibenin önünde kırbaç-

Resim 40. Artemis Orthia: Sparta’dan bir fildişi kabartma

107 Pausanias, 3 .16.11.108 Pausanias, 8. 23.1.

Page 263: Thomson_Tarih Öncesi Ege

262 TARİHÖNCESİ EGE

lanmalarının nedeni, bu erginleme sınavının, adayların genç kızlar ve başgörevlinin de bir rahibe olduğu bir kuttörenden kaynaklanmış ol­masıydı.109

Artemis Orthia tapınağının bulunduğu yerdeki kalıntıların hiçbiri Dor istilasından eski değildir. Bu da tapımın orada Dor yerleşmeciler tarafından kurulduğunu gösterir, ama daha başından onlara özgü bir tapım olduğunu göstermez. İstilacıların, her zaman, ele geçirilen yöre halkının tapmalarını kendilerine mal ederek durumlarını sağlamlaştır­maya çalıştıklarına tanık olunmuştur. Kaldı ki, Spartah Artemis'in ne­reden geldiğini de biliyoruz. Sparta'da bulunduğu yere Limnaion {lini­ne, "bataklık") deniliyordu; tapıma da Messenia sınırındaki Limna- i köyünden kalkılarak bu ad verilmişti; burada bir Artemis Limnatis ("bataklıkların" tanrıçası) tapınağı vardı.110

Orthia ya da Orthosia (her iki biçime de rastlıyoruz) adının ne an­lama geldiği bilinmiyor. Tek bildiğimiz, Orthia'nm Elis'de, Orthosi- a'nın da Karia'da birer köy oldukları.111 Sparta'ya özgü bir ad değildi demek ki. Yazılı belgelere geçmiş on Artemis Orthia (Orthosia) tapımı vardır ve üçü dışında hepsi de Peloponnesos'dadır.112 Ayrıca, az önce anlattıklarımızdan da açıkça anlaşılacağı gibi, Artemis Orthia ile Arte­mis Limnatis gerçekte aynı tanrıçaydılar. Tam yedi Artemis Limnatis (Limnaia) tapımı vardır ve bunların hepsi de Peloponnesos'dadır.113 Bunlara, Arkadia'da bulunan Stymphalia Gölü'ndeki Artemis Stympha- lia ve Letrinoi'daki Artemis Alpheaia tapımları da eklenebilir; bunla­rın da aynı kümeden oldukları açıktır.114 Olympia'da bir Artemis Alp­heaia daha vardı.115 Bu "bataklıkların" tanrıçası da Artemis Agrote- ra'dan, "kırların" tanrıçasından pek farklı değildi sanırız. Bu ad dokuz yerde karşımıza çıkmaktadır ve bunlardan beşi Peloponnesos'dadır.116 Öyleyse, yirmi dört Orthia-Limnatis-Agrotera merkezinin en azından on sekizi Peloponnesos'dadır. Geriye kalanların ikisi Atina'da, biri Me- gara kolonisi olan Byzantion'da, ikisi birer İon kolonisi olan Euboia Adası'ndaki Artemision Burnu'nda ve Phanagoreia'da, biri de Akar-

109 C . 2.467-71.110 Strabon, 362; Pausanias, 3.16. 7 ,4 .4 . 2, 4. 31. 3.111 Pausanias, 5.16. 6; Strabon, 650.112 Pi. 0. 3. 54; Pausanias, 5.16. 6.113 Pausanias. 2. 7.6 (Sikyon), 7.20. 7-8 (Patrai), 8.5.11 (Tegea), 4. 31.3 (Kalamai), 3.23.10 (E p id a u ro s

Limera), 2.14. 2 (Sparta).114 Pausanias, 8. 22. 7. 6 . 22. 8.115 Pausanias, 5.14. 6; Strabon, 343.116 X. Hell. 4. 2. 20; Pausanias. 5.15. 8.

Page 264: Thomson_Tarih Öncesi Ege
Page 265: Thomson_Tarih Öncesi Ege

i 6 4 T a r İh ö n c e s İ Eg e

nania bölgesindedir. Bu tapımlar Peloponnesos'un belirleyici özellik­lerini taşıyorlardı; bu da, onların Karia'lılar ve Leleg'ler tarafından Ana­dolu'dan getirildikleri görüşüyle uygunluk göstermektedir.1,7

Artemis'e, Peloponnesos dışında, daha çok Boiotia'da tapındırdı. Ama Boiotia'daki adları değişikti Artemis tanrıçanın. Khaironeia'da Soodina, yani "doğum sancılarından kurtaran";118 Thisbe'de Soodina ya da Soteira, yani "kurtarıcı" adıyla anılırdı.119 Soteira adına Mega- ra'da, Troizen'de, Lakonia bölgesinde ve Kyklad'larda da rastlarız.120 Khaironeia, Thisbe, Thespiai ve Orkhomenos'da aynı zamanda Arte­mis Eileithyia'yı görürüz.121 Bundan, Karia'lı doğum tanrıçasının Boiotia'da Minos'lu tanrıçayla kaynaştığı sonucunu çıkarabiliriz.

Thessalia kıyılarındaki Magnesia kentinde de rastlarız Artemis So- teira'ya, ama tanrıçanın Thessalia'daki tipik imgesi "kavşakların" tan­rıçası anlamına gelen Enodia'dır.122 Artemis-Hekate'ııin belki de Thra- kialı Brimo ve ay-tanrıça Bendis'le ilintili yerel bir biçimidir bu.123Thes- salia'nın hiçbir yerinde Orthia, Limnatis ya da Agrotera'ya rastlanmaz. Demek ki, bu sıfatların kuzeye doğru yayılması, Karia'lıların etki ala­nının sınırlarına denk gelmektedir.

4. Brauron'lu Artemis

Şimdi bu kızoğlan kız avcıyı Yunan dininin en karanlık köşelerin­den birine kadar izlememiz gerekecek.

Arkadia'lılann atası, "ayı-adam" (arktos) Arkas'dı. Arkas dünyaya gelmeden kısa bir süre önce, Artemis'in arkadaşı olan anası ayı kılığı­na sokulmuştu.124 Arkas'm anasının adı Kallisto, Megisto ya da The- misto'ydu. Aslında bunlar Artemis'in kendi adlarıydı.125 Attika kıyı­sında, Brauron'da bir Artemis Brauronia tapınağı bulunuyordu. Genç kızlar burada evlenmeden önce safranlara bürünerek bir ayı dansı ya­

117 Pausarıias, 3.14. 2.118 1C. 7. 3407.119 Cults of the Creek States, (Yunan Devletleri Tapınılan), c. 2, s. 586.120 Pausanias. 1.40. 2 ,1 .4 4 .4 .2 . 31.1, 3. 22.12.121 Culture of the Creek States, c. 2. s. 568.122 F. Stahlin, Das hellenische Thessalien, (Stuttgart, 1924), s. 54, 71,107.123 Historia Numorum, s. 307-08; Euripides, ion, 1048.124 Apollodoros, 3. 8. 2.125 K. O. Müller, Prolegomena zu einer wissenschaftlichen Mythologie, (Göttingen, 1825), s. 73-76; Cults

of the Creek States, c. 2, s. 435. Artemis’e Atina’da ve Trikolonoi’da Kalliste olarak tapınılıyordu: Pausanias, 1. 29. 2, 8. 35. 8.

Page 266: Thomson_Tarih Öncesi Ege

parlardı.126 Ayrıca şenlik sırasında bir keçi kurban edilirdi. Halk bir za­manlar bir ayıyı öldürmüş, tanrıça da onları ilençleyerek üstlerine ve­ba salgını salmıştı. O zaman içlerinden biri tanrıçanın öfkesini yatıştır­mak amacıyla bir keçiye kızının giysilerini giydirmiş, sonra da onu tan­rıçaya kurban etmişti.127

Doğum yapmak üzere olan kadının ayıya dönüştüğü Arkadia mi­tosunu, evlenmek üzere olan genç kızların ayı dansı yaptıkları Attika kutlöreni açıklıyor. Ancak, kuttörende mitosun içermediği iki ayrıntı var: keçinin kurban edilmesi ve bir genç kızın kurban edilir gibi göste­rilmesi. Keçinin, ayının yerini tuttuğu düşünülebilir. Bu da, kuttöre- nin, daha eski bir dönemden ya da ayılara tarihsel dönemin Attika- sı'ndan daha sık rastlanan başka bir ülkeden kaynaklandığını getir­mektedir akla. Peki ya genç kız? Lemnos'lu PelasgTarm kaçırdığı Ati- ııalı çocukların öyküsünü daha önce dinlemiştik. Bir başka gelenektey­se, Pelasg'lar Brauron kıyılarını yağmalamakla, Attikalı genç kızları ka­çırıp gemilerle Lemnos'a götürmekle suçlanırlar.128 Bu kızlardan ne is­tiyorlardı acaba? Anlatılanlara bakılırsa, Lemnos'lular genç kızların kurban edildiği bir "ulu tanrıça"ya tapmıyorlardı.129 Gerçek ortaya çık­mış oluyor böylece.

Troya Savaşı'na katılacak Akha'ların gemileri Aulis limanında top­lanır. Ama denizdeki fırtına filoların yola çıkmasını engellemektedir. Ordunun bilicisi, Artemis tanrıçanın öfkelendiğini, ancak kral Aga­memnon kızı İphigeneia'yı kendisine kurban ederse öfkesinin yatışa- cağuu söyler. Bunun üzerine Agamemnon, safranlara bürünen kızı Ip- higeneia'yı öldürmeye hazırlanır; İphigeneia kurban edilmek üzere su­nağa çıkar, bıçak tam boğazına saplanacağı anda Artemis onu havaya kaldırıp bıçağın altına bir dişi geyik, boğa ya da ayı koyar.130 İphige­neia ise Tauris'e, yani bugünkü Kırım'a götürülür. Tauris kralı Thoas, bu kıyılara ayak basan her yabancıyı Artemis tanrıçaya kurban etmek­tedir. İphigeneia orada Artemis tapmağına rahibe olur. Yıllar sonra, Tauris'e, anasını öldürdüğü için sürgün edilen erkek kardeşi Orestes gelir. Kral Thoas, Orestes'i, kurban edilmek üzere İphigeneia'ya teslim eder. Ama İphigeneia Orestes'i tanıyınca, onu ve tanrıçanın yontusu­nu kıyıya götürmek için bahane uydurur, kıyıya inince de Örestes'le

Eg e ’ d e k i B a z i A n a e r k i l T a n r i ç a l a r 265

126 Aristophanes, Lysistrata, 645.127 llyada, 331. 26.128 Herodot Tarihi, 4.145, 6 .1 38 .1 ; Plutarkhos, Moralia, 247a; ilyada, 1. 594.

129 St. B.; Phot.; Hsch.130 Procl. Chr. 1. 2.

Page 267: Thomson_Tarih Öncesi Ege

266 T a r İh ö n c e s İ Eg e

birlikte gemiye atlayıp sağsalim yurduna döner.131 Şimdi yeniden Lem- nos'a dönelim. Lemnos'lu kadınlar bir gece adada ne kadar erkek var­sa öldürdüklerinde, yalnızca Hypsipyle babasını öldürmemişti. Baba­sının adı Thoas'dı. Hypsipyle babasına Dionysos giysileri giydirerek onu deniz kıyısına götürmüştü. Oradan bir gemiye binerek Tauris'e gitmişler, Thoas orada kral olmuştu.132

Böylece bu ayı-tanrıçanın geçmişi açıklığa kavuşmuş oluyor. Bu tan­rıça, kendisini Arkadia'ya Attika'dan, Attika'ya Lemnos Adası'ndan, Lemnos Adası'na da Karadeniz'in uzak kıyılarından getirmiş olan Pe- lasg'larm tanrıçasıydı. Bu durumda, Ege'ye Propontis, yani bugünkü Marmara Denizi üzerinden gelmiş olması gerekir. Pelasg dilinin varlı­ğını sürdürdüğü bölgelerden biriydi burası; ayrıca burada Ayı Dağı denilen bir dağ bulunuyordu, Kyzikos kenti bu dağa kurulmuştu.133 Böylece Pelasg'ların Kafkasya kökenli oldukları doğrulanıyor ve irili ufaklı öteki kanıtlar da yerli yerine oturuyor. Elis'de, Troas'da ve Paph- lagonia'da rastgeldiğimiz Kaukon'lar Kafkas adı taşımaktadırlar; gene Pelasg'ların yaşadığı Khios Adası'nda Kaukasa adlı bir köy ve bu köy­de bir Artemis Kaukasis, yani KafkasyalI Artemis tapımı vardı.134

Brauron'daki ayı dansı, aslında bir ayı klanının, totemi canlandıran adaylardan birinin öldürüldüğü bir erginleme töreniydi. Erginleme tö­renlerinde insanların kurban edilmesine zaman zaman günümüzdeki kabilelerde de rastlanır.135 Ama aynı tanrıçanm, ayının yam sıra daha başka kutsal hayvanları da vardı. Bunlardan biri boğaydı; tanrıça, bo­ğadan dolayı Tauro ya da Tauropolos adını almıştı. Bu ad Attika'da, Lemnos'da ve Kappadokia'da görülür.136 Hiç kuşku yok ki, tanrıçanın oraya çıktığı yer olan Tauris de bu adla ilintilidir.

Eğer Brauron Artemisi Pelasg'ların tanrıçası idiyse, onun Athena tanrıçayla nasıl bir ilişkisi olduğuna bakmamız gerekir, iki tapım ara­sında bir bağıntı noktası arayacak olursak, Troya'da bulabiliriz bu ba­ğıntıyı. Troyalı Athena'ya hizmet etmeye gönderilen Lokrisli genç kız­lar ilkin bir sınavdan geçmek zorundaydılar. Bu sınav gereği, canları­nı kurtarmak için kaçarlar, yakalanmadan tapmağa ulaşabilirlerse ra­

131 Euripides, Iphigeneia Tauris'de, 28-41; Herodot Tarihi, 4.103.1; Apollodoros, Epit. 3. 23.132 Hyg. F. 15.133 Strabon, 575; Nic. Alex. 6-8.134 Herodot Tarihi,5. 33. T.135 H. Webster. Primitive Secret Societies (İlkel İnsanlarda G izli Dernekler), (İkinci basım. New York.

1932). s. 35.136 Cults o f the Creek Stoles, c. 2, s. 569-70.

Page 268: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Eg e ' d e k i B a z i A n a e r k î l T a n r i ç a l a r 267

hibe olurlardı. Tapınağa ulaşmadan yakalanırlarsa Athena tanrıçaya kurban edilirlerdi.137 Burada gene, Lemnos'un "yüce tanrıçası" çıkıyor karşımıza.

Bu durumda Pelasg'ların ana kolunun Makedonia ve Thessalia'dan geçerek karadan gelmiş olmasına karşın, daha küçük bir topluluğun da, belki de daha sonraları, Lemnos ve Troas'dan kalkıp denizden or­ta Yunanistan'a geldiği anlaşılıyor. Athena tanrıça birinci göçe bağlıdır, ayı-ve-boğa tanrıça ise ikinci göçe. O zaman ikinci tanrıçaya niçin Ar­temis adı verilmişti? Bu özdeşleme, sanırız, Ephesos'un yüce tanrıçası­nın etkisinden ileri gelmekteydi. Dahası, belki de ilk kez Troas bölge­sinde yapılmıştı bu özleşleme. Yitik destanlardan birinden, Kı/pria'mn bir bölümünden, Khryses'in kızının, Troas'da Akha'ların eline düştü­ğünde, Artemis'e kurban edileceğini öğreniyoruz.138 Anlaşıldığı kada­rıyla, bu Troyalı Artemis Troyalı Athena'nın başka bir biçiminden baş­ka bir şey değildi; nitekim, Pelasg ve Karia-Leleg egemenlik alanları­nın bu bölgede çakışması bu belirsizliği aydınlığa kavuşturmaktadır.

Daha başka benzerlikler de söz konusu. Ephesos'lu Artemis, analık­la ve ayla olan bağıntılarını hiçbir zaman yitirmemiştir.139 Spartalı Ar- temis'in kentin hemen dışında bir tapmağı vardı, dadıları erkek çocuk­ları buraya getirirlerdi.140 Bebeği aya gösterme göreneğinin bir değiş­kesidir bu. Brauron'lu Artemis doğum yaparken ölen kadınların giy­silerinden dikilmiş cüppelere sarınır,141 hiç kuşkusuz ayla ilintili bir ad142 olan Munykhia adını taşırdı.143 Atina dolayında bu adda bir kent bulunuyordu; burada Artemis şenliği Munykhion (Nisan-Mayıs) ayı­nın on altısına rastlardı.144 Bu da, bu şenliğin, çok eskilere uzanan her ay dolunaydan sonraki gece çörek sunma göreneğine dayandığını gös­teriyor. Artemis Munykhia, hepsi de Pelasg'ların egemenlik alanında kalan Pherai, Pygela, Kyzikos ve Plakia'da yeniden karşımıza çıkar.145

Artemis tanrıçanın evrimi, Yunan göksel varlıklarının değişik kül­türlerin kaynaşmasını içeren karmaşık bir sürecin ürünleri olduğunu

137 LykopHron, 1141.138 İlyada, 1 . 366.139 Ephise et Claros, s. 368.HO Ath. 139a; Plutarkhos, Moralia, 657e.m Euripides, iphigeneia Tauris’de, 1463-67.142 Bkz. İkinci Bölüm, Anaerki, VI. Bir Tanrıçanın Yaratılması, 5. Thesmophoria ve Arrhephoria, Not.

114.

143 Aristophanes, Lysislrata, s. 645.İ n Plutarkhos, Moralia. 349f.145 Cali. Dian. 259; Strabon, 639.

Page 269: Thomson_Tarih Öncesi Ege

268 T a r ih ö n c e s i E g e

ortaya koymaktadır. Tıpkı Athena gibi bu Pelasg Artemisi de Helle- nik değildir diye kestirilip ahlamaz. Bir bakıma, Hellen-öncesi dönem­dendir, çünkü Brauronlu genç kızlar ayı danslarını yaparlarken sanı­rız Attika köylerinde konuşulan dilde tek bir Yunanca sözcük yoktu daha. Ama Pelasg Artemisi, tam da bu nedenle, bildiğimiz gelişmiş Artemis'e, yani Hellas masallarının en ünlüsünde Agamemnon'un kı­zının canını almak isteyen tanrıçaya çok daha büyük katkıda bulun­muştur ve bu el değmemiş, kızoğlankız annenin tapmaklarını Mer­yem Ana'ya bırakması için çanların çalmaya başladığı güne kadar, Bra­uronlu genç kadınlar bu tanrıçaya tapınmayı sürdürmüşlerdir. Helle- nizmin kökenlerini Balkan dağlarındaki ya da Ukrayna bozkırların­daki erişilmez bir geçmişin sınırları içinde tutmak doğru olmaz. Hel- lenizmin kökenleri Yunan toprağında, yüzeyin hemen altında yatmak­tadır.

5. Hera

Hera, asıl örnekten sapmada Athena'yı bile geride bırakır. Sanırız, anaerkil niteliğinden sıyrılan ilk tanrıçaydı Hera. Hera, Agamemnon'un Argos Ovası'ndaki sarayının bulunduğu Mykene kentinde, Troya'yı kuşatan Akha'lar topluluğunun tanrıçası oldu ve böylece erken bir ta­rihte Olympos'un ecesi, yeni ataerkil dünyanın göksel egemeni Zeus'un karısı olarak ululandı.

Tarihsel dönemde, Hera'ya Yunanistan'ın birçok yöresinde özellik­le evlilik tanrıçası olarak tapınıldı, ama onun Argos'daki tapmağı, ya­ni Argos Heraion'u önceliğini hiçbir zaman yitirmedi. İlyadn'da, Myke­ne, Argos ve Sparta Hera'nın en sevdiği üç kenttir.146 Sparta'daki He­ra Argeia tapımı oraya Argos'dan gelmişti.147 Hera tapmağına en ku­zeyde, Malis Körfezi'ndeki Pharygai'da rastlanır ve bu tapmağı Argo- lis bölgesinden gelip oraya yerleşenler kurmuşlardır.148 Boiotia'run bir­çok kentinde tapım merkezleri vardı, ama sanırız bu bölgedeki en es­ki Hera tapımı Korinthos Körfezi'nin içerlerinde bulunan Kithairon Da- ğı'ndaydı.149 Körfezin çepeçevre bütün bir iç bölgesinde, Korinthos'da,

146 ilyada, 4. 50-52.147 Pausanias, 3, 13. 8.148 Strabon, 426. Hera, Argonaut'lar söylencesinde Hera Pelasgis olarak çıkar karşımıza: Apollodoros,

1. 9 . 8.

149 Pausanias, 9.2.7, 9.9.3.

Page 270: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Eg e ’ d e k i B a z i A n a e r k İl T a n r i ç a l a r 269

Harita V I. A rgos O vası

Page 271: Thomson_Tarih Öncesi Ege

270 TARİHÖNCESİ EGE

Heraia'da ve Sikyon'da bu tanrıçaya tapınılıyordu.150 Bu saydığımız yerler bir zamanlar Mykene Krallığı'nın bir bölümünü oluşturmuştu.151 Kazılar, Heraia'daki tapımın, Argos'daki Heraion'dan kaynaklandığı­nı kanıtlamıştır; gelenekte de, Sikyon'daki iki Hera tapımı için aynı şey söylenmektedir.152 Olympia'daki en eski tapınak olan Hera tapmağı, Olimpiyat Oyunları'nın Argos'lu Herakles tarafından kurulduğunu be­lirten gelenekten ayrı tutulamaz.153 Atina kentindeyse pek önemli de­ğildir Hera tanrıça; Akropolis'de tapınağı yoktur. Euboia Adası'nda Hera'yla ilgili söylence ve kuttören nerdeyse Argos'dakiniıı aynıdır.154

Hera tapımınm anakaradaki odak noktası Argos'daki Heraion, ya­ni Hera tapınağı ise, o zaman nerdeyse kaçınılmaz olarak Hera'nın Argos Ovası'na denizaşırı ülkelerden geldiği sonucunu çıkarabiliriz. Heraion'daki, armut ağacından yapılmış en eski Hera yontusu bura­ya Tiryns kentinden getirilmişti.155 Tiryns kenti, kızoğlankız Hera an­lamına gelen Hera Parthenos156 tapımınm bulunduğu Nauplia kenti­ne yalnızca birkaç kilometre uzaklıktaydı. Sanırız Nauplia da, o gü­zelim doğal limanıyla, Minos'lu tacirlerin sık sık uğradıktan bir liman kentiydi. Hermione'de güzel bir liman daha vardır; burada da bir He­ra Parthenos tapımı bulunuyordu ve söylenenlere bakılırsa, Girit'ten Yunanistan'a geldiklerinde Zeus ile Hera burada karaya ayak basmış­lardı.157

Ege'de, Argos Heraion'una karşı öne sürülebilecek tek bir merkez vardır. Samos Adası'ndaki Hera tapımınm çok eski olduğu doğrulan­mıştır, buradaki Hera tapınağı Ephesos'lu Artemis tapınağından bile büyüktür.158 Hera yontusunun Argos'dan gelmiş olduğu söyleniyor­du, ama Samos'lular bunu yadsıyor ve Hera'mn tapmaktaki söğüt ağa­cının dibinde doğduğunda diretiyorlardı.159 Hermione gibi Samös da bir Karia yerleşim merkeziydi; eski adı Parthenia'ydı.160 Demek ki, He­ra'mn doğusuyla ilgili söylence Karia'lı Artemis'le bağı olduğunu ak-

150 Culture of the Creek States, c. 1. s. 248.151 Bkz. Dördüncü Bölüm, Kahramanlık Çağı, XII. Akha'lar, 4. Pelaponnesos Akha'ları.152 H. C. Payne. "The Plough in Ancient Britain" {"Eski İngiltere’de Tarım") Archaeological Journal.

(Londra. 1844-), 104.22; Pausanias, 2.11.1-2.153 Pi. 0.10. 23-59.154 Cults of the Creek States, c. 1. s. 253.155 Pausamas,2. 17. 5.156 Pausanias, 2. 38. 2.157 Theoc. 15.64.158 Herodot Tarihi, 3. 60. 1.159 Pausanias, 7. 4. 4.160 Strabon, 637.

Page 272: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Eg e ’ d e k i B a z i A n a e r k î l T a n r i ç a l a r 271

la getirmekle birlikte, Samos'Iu Hera'nm Hermione'li ve Nauplia'lı He­ra Parthenos'la bağı vardı.

Hera tanrıçanın Anadolu'dan kaynaklandığını gösteren hiçbir be­lirtiye rastlanmıyor. Kaldı ki, Hermione'deki yerel gelenek de bizi Gi- rit'e yöneltm işti. Girit'teki Knossos kentinde Hera'ya, Zeus'la birlikte, kutsal bir evlilik çerçevesinde tapınılıyordu.161 Bu, Minos saray tapı- mının bir kalıntısıydı hiç kuşkusuz. Knossos yakınlarında bir yerde, Hera'nm Eileithyia'yı doğurduğu Amnisos Mağarası vardır.162 Dola­yısıyla, Hera'nın, Minos ana-tanrıçasınm belli bir biçiminden ya da bel­li bir yönünden evrildiğine kesinlikle inanabiliriz.

Kutsal evlenme, Hera tapımının en yaygın özelliklerinden biriydi. Plataiai kentindeki tapımmda, gelin giysisi giydirilmiş bir yontu Kit- hairoıı Dağı'nın tepesine çıkarılırdı.163 Hera'nın Zeus'la birleşmesini kutlamak için Atina'da her yıl bir şenlik düzenlenirdi.164 Euboia Ada- sı'nda düğünler Okhe Dağı'nda yapılırdı.165 Samos Adası'nda da He-

Resim 41. Zeus ve Hera: Attika vazosu

161 G. W. Elderkin. "The Marriage o f Zeus and Hera” ("Zeus'la Hera'nm Evliliği"). American Journal a f

Archaeology. (Concord. 1897-), 41. 424-25.•62 Pausanias. 1. 18. 5.•63 Pausanias, 9. 3. 3-9.>64 Phot.•65 St B.

Page 273: Thomson_Tarih Öncesi Ege

272 T a r i h ö n c e s İ Eg e

ra tanrıçayı gelin gibi giydirilmiş bir yontu canlandırırdı.166 Nauplj. a'da, gizli tapmaların her ilkyaz düzenlenen törenlerinde, Hera evlen­dikten sonra kızoğlankızlığını yenilemek için yıkanıp arınırdı.167 Böy- lece, yerel Hera Parthenos, Zeus'un resmi karısıyla bağdaşlaştırılrnış oluyordu, Hermione'de güveyin Hera'ya guguk kuşu kılığına bürüne­rek yaklaştığı söylenir: Minos tanrıçasına özgü kuşa dönüşmelerin bir uzantısıdır bu.168

Kutsal evlenme kimi zaman boğa ile ineğin birleşmesi biçiminde canlandırılıyordu. Hera'nm benzeri olan İo'yla ilgili söylencenin anla­mı budur; Jane Harrison'la Farnell ilk kez bu noktada anlaşmışlardır.169 İo, Hera tapmağının rahibesiydi. Tiryns'deki armut ağacından yontu­yu diken, İo'nun babasıydı.170 Zeus, İo'yu görünce, genç kızın güzelli­ğine vurulmuş. Babasını, kızını evinden atmaya, Lerna'nın yeşil çayır­larına göndermeye zorlamış. İo oraya varır varmaz bir ineğe dönüş­müş ve sırtında boğa postu bulunan yüz gözlü sığırtmaç Argos'un gö­zetiminde otlamaya koyulmuş. Sonra, ya Zeus ya da onun kıskanç ece­si tarafından kovalanınca, başlamış yeryüzünü dolaşmaya, en sonun­da Nil Irmağı'nın ağzına varmış. Orada Zeus, elinin bir dokunuşuyla, İo'yu yeniden insan kılığına sokmuş, akıl sağlığını geri vermiş ona. Ve gene Zeus'un bir dokunuşuyla, Epaphos adlı bir erkek çocuğu doğur­muş İo. Kuşaklar geçmiş aradan, bu Epaphos'un torunlarından Dana- os, kızlarıyla birlikte Mısır'dan yelken açmış, Nauplia'da karaya çık­mış, atalarının yurduna, Argos'a yerleşmiş.171

Aiskhylos'un anlattığı öykü böyle, İo'nun, Proitos kızlarıyla ortak bir yanı olduğu hemen göze çarpıyor. İo, Mısır'da, kutsal hayvanı inek olan ana-tanrıça İsis'le bir tutulurdu.172 Öykünün bu bölümünün ne kadar eskilere uzandığı belirsiz, ama Mısır'dan hiç söz edilmeyen da­ha başka değişkeleri de vardı. İo'nun, Euboia Adası'nda Karystos ken­ti yakınlarında, kıyıdaki bir mağarada Epaphos'u dünyaya getirdiği söylenir.173 Tarihöncesi zamanlarda Euboia'da Abantlar otururdu; Abantlar bu adaya eski bir Argos kralı olan Abas'ın önderliğinde yer­

166 Aug. CD. 6. 7; Lact. Inst. 1.17.167 Pausanias, 2. 38. 2.168 Pausanias, 2. 36.1-2.169 Cults o f the Creek States, c. 1. s. 182.170 Apollodoros, 2.1. 3; Pausanias, 2. 17. 5; Plutarkhos, Daed. 10.171 Aiskhylos, Zincire Vurulmuş Prometheus. 672-709, 733-61, 816-41, 872-902.172 Apollodoros, 2. 1. 3; Herodot Tarihi, 2. 41.173 Historia Numorum, s. 357; Pausanias, 9. 3. 1.

Page 274: Thomson_Tarih Öncesi Ege

E g e ’d e k i B a z i A n a e r k İ l T a n r i ç a l a r 273

leşmişlerdi.174 Aslına bakılırsa, adanın adı da anlamlıdır: "güzel öküz" adası- Bu ad yalnızca İo'yu akla getirmekle kalmıyor, aynı zamanda Argos Heraion'unun Euboia adlı bir dağın dibinde kurulduğunu da anımsatıyor. Bu adın Hera'nın dadısından dolayı verildiği söylenir.175 Bu da, bu adın gerçekte Hera'nm kendisinin sıfatlarından biri olduğu­nu gösterir. Demek ki, çocuğunu hizmet gördüğü tapmağa bakan ya­maçta doğurur İo. Böylece, söylence bir genç kızın erginlenme töreni­ne dönüşür; kutsal evlenmede Hera'yı bir rahibe olarak genç kız kişi- leştirir, erkek rolünüyse boğa kılığına sokulmuş bir rahip üstlenir.176 Öykü, bu biçimiyle, Mino- tauros söylencesine bütünüyle uygun düşüyor.Girit kralı Minos'un karısı Pasiphae bir boğaya âşık olur. Ünlü yontu ustası Daidalos içi boş bir inek yontusu yapar, boğa da gelir bu inek yon­tusunun üstüne çıkar, ama yontunun içinde Pa­siphae vardır.177 Bu olağanüstü birleşmeden in­san gövdeli, boğa başlı Minotauros dünyaya ge­lir. Minotauros, Aiskhylos'un genç bir boğa ola­rak anlattığı Epaphous'un karşıtıdır.178

Zeus'la Hera'ya, evliliğin koruyucuları olarak, karı kocanın yasal bi­çimde birleşmesini kutsayan Olymposlu çift olarak tapınmlırdı her yer­de.179 Farnell, Zeus'la Hera'nm bu yönlerinin daha fazla incelemeye yer bırakmayacak denli eski olduğunu ileri sürmüştür.180 Bunun, kut­sal evlenmenin bir biçimi olarak, aslında insanın hayvanlardan kalıt edindiği cinsel eylemin bir kuttörene dönüştürülmesinden başka bir şey olmadığı hiç kuşkusuz doğrudur. Ama bütün biçimleri arasında evlilikle ilgili olanı sonuncusudur. Burada açıktır ki yalnızca kolayımı­za geldiği için "evlilik" diye söz ediyoruz bundan. Yunan kutsal evli­liği hiç kuşkusuz Mykene dönemine, dahası onun da ötesine kadar uza­nır, ama Zeus'la Hera arasında bir birleşme biçiminde görülmez.

Eğer Hera Minos ana-tanrıçasından inip geliyorsa, Zeus onun asıl eşi olamaz; çünkü Zeus Yunan panteonunun, adının kesinlikle Hint-

174 Pt, p. 8. 73.

175 Pausarıias, 2 .17.1.176 A.B. Cook, Zeus, (Cambridge, 1914-40). c. 1. s. 464-96.177 D. S. 4. 77; Clem, Pr. A. 51.178 Aiskhylos, Su. 41.179 Aiskhylos, E. 214; Aristophanes, Thesmophoria Bayramını Kutlayan Kadınlar, 973-76.180 Cults o f the Creek Stotes, c. 1, s. 199-201.

Resim 42. Minotauros: Knossos’dan bir sikke

Page 275: Thomson_Tarih Öncesi Ege

274 TARİHÖNCESİ EGE

Avrupa ailesinden geldiğini söyleyebileceğimiz biricik üyesidir. Kuş­kusuz çok erken bir tarihte ortaya çıkarılmıştır, ama kendini kabul et­tirmesi için belli bir süre geçmiş olsa gerektir. Bütün tanrıların başına geçişini, anlaşıldığı kadarıyla, büyük çoğunluğu soyağaçlarmı ona ka­dar götüren Akha'lara borçludur; Akha'larsa, On ikinci Bölüm'de de göreceğimiz gibi, Ege toplumunun anaerkil yapısının zayıfladığı Geç Mykene dönemindendirler. Gerçek dünyadaki bu devrim, düşünce dünyasında bir karışıklığa yol açmıştır. Daha önceki anaerkil söylen­celer altüst olmuştur. Gerçi tümden yok olup gitmemişlerdir, ama uyar­lanıp çarpıtılarak nerdeyse tanınmaz bir kılığa bürünmüşlerdir, işte, Zeus'la Hera'nm evliliğinin de bu döneme yakıştırılması gerekir.

Zeus ile Hera'mn her zaman ideal evli çift olduklarına bakarak, bu birleşmenin hiç değilse bir çocukla kutsanmasını bekliyor insan.181 Ne ki, böyle bir çocuk göremiyoruz ortada. Zeus'un yüzlerce çocuğu var aslında, ama Hera bunların hiçbirinin anası değil. Hera'nm da birçok çocuğu var, ama Zeus da bunların hiçbirinin babası değil. Zeus ile He- ra'nın evliliğini örnek bir evlilik olarak göstermek de olanaksız. İh/o­da' da, Zeus'la Hera arasındaki karı koca kavgalarına kahkahalarla gül­mekten alamayız kendimizi. Diyeceğim, neresinden bakarsak bakalım, bu uygunsuz Olymposlu çiftin uydurma olduğu açıktır. Athena'mn Zeus'un kafasından çıktığı söylenir, ama Athena doğası gereği babası olmayan tipik bir ana-tanrıçaydı bir zamanlar. Artemis'le Apollon'un babalarının Zeus olduğu söylenir ama ilk başlardaki Ephesos ve Kla- ros tapınaklarında yalnızca bir anneleri olduğu biliniyordu. Ares ve Hephaistos, babalarının Zeus olduğu ileri sürülmeden önce Hera'nm oğullarıydılar; oysa gerçekte biri Thrakialı, biri de Pelasg olduğuna gö­re Zeus'la da, Hera'yla da bir bağları bulunamazdı.182 Zeus'un da> He- ra'nın da izleri Knossos'a uzandığından, ancak Eileithyia'nm Hera'nm gerçek çocuğu sayılabilmesi olasıdır; Eileithyia dışında bu çocukların hepsi uydurmadır. Herodotos'un belirttiği gibi, Yunan tanrı ve tanrı­çalarının doğuşunu Homeros ve Hesiodos düzenlemişti;183 başka bir deyişle, tanrıların doğuşu, kökleri Mykene döneminde yatan epik ge­leneğin bir ürünüydü.

Minos ana-tanrıçasmm biçimlerinden biri olarak Hera'nm bir erkek eşi vardı mutlaka. Kimdi bu peki?

181 A.B. Cook. “Who was the Wife of Zeus?" (“Zeus'un Karısı Kimdi?"), Classical Review. (Londra. 1887). 20. 365,416.

182 Hera Ares'l Zeus'un yardımı olmadan, bir çiçeğe dokunduktan sonra doğurmuştu: Ov. F. 5. 229-56183 Herodot Tarihi. 2. 53. 2.

Page 276: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Ege ’d ek î B a z i A n a e r k î lT a n r i ç a la r 275

Herakles ile İphitos ikizdiler. Biri ölümsüzdü, biri ölümlü.184 Herak- les öyküsünün çıkış noktası buydu. Bu çıkış noktası, ikizlerden birini öldürme biçimindeki yaygın uygulamaya uygun düşmekteydi; yetiş­tirme güçlüğünün zorunlu kıldığı185 ve öldürülenin ölümsüzlük ka­zandığı inancıyla haklı gösterilen186 bir uygulamaydı bu. Herakles Thebai kentinde doğmuştu, ama anası Argos Ovası'ndandı, nitekim Herakles'in başardığı on iki işin merkezi de Argos Ovası'ydı.187 Dola­yısıyla, Herakles öyküsü Mykene kültürünün iki ana bölgesinde geç­mekteydi,188 öykünün Minos çıkışlı olduğunu gösteriyor bu da. Öykü­nün en ilginç özelliklerinden biri, kahramanın, anasının doğduğu ye­rin tanrıçasıyla olan ilişkisidir. Bu tanrıça, daha anasının karnındayken Herakles'in haklarını elinden alır ve gün ışığını görür görmez onu boğ­maları için iki yılan gönderir.189 Herakles'in cinnet getirip karısıyla ço­cuklarını öldürmesine yol açan; Amazonları ona karşı silaha sarılma­ya kışkırtan; Herakles yeryüzünün batı ucundan Geryoneus'un sığır sürüleriyle dönerken yollarına bir atsineği çıkarıp sığırların dört bir ya­na dağılmasını sağlayan da aynı tanrıçadır.190 Bu tanrıça başından so­nuna kadar Herakles'in amansız düşmanıdır.

Mitologya çözümlemesinin benimsenmiş bir ilkesi de, iki kavram arasındaki asıl ilişki bozulduğu zaman bu ilişkinin tam karşıtına dö­nüştürülmeye yatkın olmasıdır. Hera'nın Herakles'e düşmanlığı "çok ileri gider", ama öykünün yazılı yorumlarını bir yana bırakıp yerel ge­leneklere baktığımızda çok farklı bir durumun anılarıyla karşılaşırız. Sparta'da bir Hera tapınağı vardı. Bu tapmağı Herakles, Hippokoon'la dövüşünde kendisine yardımcı olduğu için Hera'ya şükran borcunu ödemek amacıyla yaptırmıştır.191 Herakles Hera'nın dev Porphyrion'la boğuştuğunu görür görmez koşup yetişmiş, Hera'ya saldıran devi can­sız yere sermişti.192 Herakles Hesperid'lerin (Batı Kızları'nın) Bahçe­si'ne gittiği zaman da, oradan Altın Elmalar'ı alıp döndüğünde de onu

184 Hesiodos. Sc. 48-52.185 C. K. Meek, A Sudanese Kingdom: an Ethnographical Study o f the Jukun-speaking Peoples o f Nigeria (Sir

Sudan Krallığı: Nijerya'da Jukun Dili Konuşan Halklar Üzerine Etnolojik Bir inceleme), (Londra, 1931). s. 357.

186 j,G. Frazer, The Colden Bough (Altın Dal), (Londra, 1923-27), "The Magic Art and the Evolution of Kings” ("Büyü Sanatı ve Kralların Evrimi"), c. 1, s. 267-69.

187 Apollodoros, 2.4. 6, 2. 5.1.188 M.P. Nilsson, Mycenaean Origin o f Creek Mythology, (Londra, 1932), s. 207.189 ilyada, 19. 95-133; Pi. N. 1. 33-40; Apollodoros, 2. 4. 5-8.190 Euripides, HP. 843-73; Apollodoros. 2. 4.12, 2. 5. 9-10.191 Pausanias, 3.15. 9.192 Apollodoros, 1. 6. 2.

Page 277: Thomson_Tarih Öncesi Ege

276 TARİHÖNCESİ EGE

karşılayıp kutlayan Hera'dır.193 Bütün bu yerel geleneklerde Herakles Hera'nm dostu ve yardımcısıdır.

Yunanlılar, bu yüz kızartıcı çelişmeyi, aynı adı taşıyan iki kahraman olduğunu söyleyerek çözmeye çalışmışlardır: Kolları kıllı Argos'lu yi­ğit ve ondan daha büyük olan yumuşak bakışlı Giritli delikanlı.194 Me- galopolis'deki bir toplu yontuda, Demeter'le kızının yanında bu Girit­li Herakles de görülmekteydi.195 Aynı Herakles Mykalessos'daki (Myka- le Burnu) Demeter tapmağında hizmet görmüştü.196 Yazılı geleneğe ba­kılırsa, Olimpiyat Oyunları'nm kurucusu Argos'lu Herakles'di; ama durumu daha iyi bilmeleri gereken yerel rahipler Olimpiyat Oyunla- rı'nı Girit'ten gelen öteki Herakles'in kurduğunu söylüyorlardı.197 Di- o Khrysostomos bir gün Olympia yakınlarında bir kır gezintisi yapar­ken yol kıyısında bir Herakles tapmağına rastgelmiş, tapmağın yanın­da yaşlı bir köylü kadın oturuyormuş. Yaşlı kadın, kaba bir Dor lehçe­siyle, tapınağın bakıcısı olduğunu, Tanrıların Anası'nm kendisini ödül­lendirerek bilici yaptığını söylemiş. O yörenin çiftçileri sürülerinin ve ekinlerinin encamını öğrenmek için ona danışırlarmış.198 Herakles'le Tanrıların Anası'nm ortak tapımmın kırsal kesimlerde yaygın olduğu anlaşılıyor.199 Bu sapa yörelerde köylüler kahramana eski niteliğiyle tapınmayı sürdürüyorlardı. Resmi görüşe verdikleri tek ödün, kahra­manı, kendileri için pek az anlam taşıyan Zeus'un Olymposlu karısın­dan alıp yerli, anaerkil niteliğini korumuş olan bir tanrıçaya aktarmış olmalarıydı.

Sonra bir de adın kendisi var. Kahraman ister Hera'nm düşmanı ol­sun, ister Demeter'in dostu, başından sonuna kadar "H era'nm ünü" anlamına gelen bir adla tanınmıştır. Bu, nedendir bilinmez, yanlış an­laşılmıştır. Nilsson, Giritli Herakles'den hiç söz etmeksizin Argos'lu Herakles ile Thebai'lı Herakles'in ayrıntılı bir incelemesini sunduktan sonra, "Herakles adının, Hera'nm Herakles öyküsündeki rolünün çı­kış noktası olduğunu" belirtir.200 Bu varsayıma göre, kahramanın adı­nın başlangıçtaki seçimi bir rastlantıdır. Daha sonra tanrıçayla arala­

193 O. Cruppe. Criechische Mythologie und Religionsgeschichte, (Münih, 1906), s. 460-61.194 Herodot Tarihi, 2. 43-44; Pausanias, 9. 27. 6-8.195 Pausanias. 8 .31 .3 .196 Pausanias. 9.19. 5, 9. 27. 8.197 Pausanias, 5. 7. 6-7.198 D. Chr. 1 .61.R .199 l.R . Parnell, Creek Hero Cults (Yunan Yarı-Tanrı Tapımları), (Oxford. 1921), s. 129.200 Mycenaean Origin of Creek Mythology, s. 211.

Page 278: Thomson_Tarih Öncesi Ege

E g e ’d e k İ B a z i A n a e r k İl T a n r i ç a l a r 277

rında bir bağ kurulması da rastlantıdır; elbette aralarındaki düşmanlık da bir giz olarak kalmaktadır. Eldeki ipucu bir yana bırakılırsa soru­nun çözülememesi doğaldır kuşkusuz. Herakles adı, avazı çıktığı ka­dar haykırarak, Herakles'in ana-tannçanın erkeği olduğunu açıklamak­ta, erkek çocuğa anasının adının verildiği bir toplumda cinslerin duru­munu belirlemektedir.

İki yüzlü balta bir şimşek simgesiydi. Karia başkenti Mylasa'da Ka- ria'lılara özgü bir Zeus Labrandeos, yani İki Yüzlü Baltalı Zeus tapımı vardı. "Niçin," diye soruyor Plutarkhos bıkıp usanmadan, "Karia'h Ze­us elinde kutsal değnekle ya da yıldırımla değil de, baltayla gösterili­yor?" Herakles, Amazonların ecesini öldürünce onun pusatlarını da al­dı; pusatlar arasında bir de balta vardı. Herakles, bu baltayı, hizmeti­ne girdiği Lydia kraliçesi Omphale'ye sundu. Bu balta Omphale'den sonra, Karia'h Arselis'in öldürdüğü Heraklidlerin (Heraklesoğulları) sonuncusuna kadar bir evladiyelik gi­bi elden ele aktarıldı. Arselis'e gelince, o, baltayı aldı, Mylasa'ya götürüp Ze­us'un eİine verdi.201 Zeus Labrandeos, baltasını Herakles'den aldı açıkçası; o da Hititlerden almıştı.

Eski bir Etrüsk gömüt anıtmda, elin­de iki yüzlü balta, başında kocaman sorguçlu bir tolgayla bir savaşçı görül­mektedir.202 Savaş başlığının tepesin­deki sorguç, Lykia'lılarla Karia'lılara özgü bir buluştu.203 Dahası, Yunanlı­ların Heraklesi'yle Herası nasıl bir iliş­ki içindeyseler, Etrüsklerin Herkle- si'yle Uniali ve Romalıların Hercule- si'yle Iunosu da tıpatıp öyle bir ilişki içindeydiler. Roma'daki bir tunç yon­tuda, Iupiter'i, Hercules'le İuno'yu ta­nıştırırken görüyoruz. İupiter'in ama­cı, yalnızca bir uzlaştırmayla sınırlı de­ğildir. Bunu, ayaklarının dibinde du­

201 Plutarkhos, Moralia, 301 f.202 Cambridge Ancient Histoıy'de (Cambridge. 1925-39), 4. 392, R. S. Conway.203 Herodot Tarihi. 1. 171. 4.

Resim 43. Etrüsk zırhı: Vetulonia'dan bir dikilitaş

Page 279: Thomson_Tarih Öncesi Ege

278 TARİHÖNCESİ Eg e

ran kadın ve erkek üreme organları da doğrulamaktadır.204 Gerçekte bir kutsal evlenmedir söz konusu olan. Roma düğünlerinde gelinin be­line sardığı kuşak İuno'ya adanır, bu kuşağın güvey tarafından yatağa girilirken çözülen düğümüne nodus Herculaneııs205 denirdi. Bu kanıt] ortaya koyan Cook, "Herakles tapımı çok erken bir tarihte İtalya'ya ya-

204 “Who was the Wife o f Zeus?", s. 374.205 Festus. 63.

Page 280: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Eg e ’d e k İ B a z i A n a e r k İl T a n r i ç a l a r 279

yıldığında, Herakles'in benimsenmiş kadın eşinin Hera olduğu"206 so­nucuna varmaktadır. Bugün elimizdeki bilgiler bu konuyla ilgili Yu­nan söylencesinin ne zaman yeniden düzenlenmiş olduğunu belirle­memize el vermiyor, ama en azından bir yerel tapımda söylence kah­ramanı evliliğe ilişkin işlevini korumuştur. Kos Adası'nda evlenme tö­renleri onun tapmağında düzenlenir, ona düğüne gelen konuklardan biriymiş gibi yemekler sunulurdu.207

Bundan ötesini açık seçik göremiyoruz, ama gene de belli belirsiz birtakım izler bizi daha da gerilere çekiyor. Herakles'in Knossoslu He- ra'yla birleşmesi, Girit'de bir tarlada İason'la sevişen Demeter'i getiri­yor aklımıza 208 Herakles'in Olimpiyat Oyunları'm başlatmak için Gi­rit'ten getirdiği arkadaşlarının adları Paionaios, Epimedes, İdas ve İa- sios'du.209 İlk ikisi ilkel tıbbın kurucularıdır. İdas, adını Girit'deki İda'dan almıştır, İasios ise İasion'dan güç ayırt edilir bir addır.210 Bu da bir dizi ikilemeye vardırıyor bizi: Herakles-İasion, Demeter-Persep- hone, Hera-Eileithyia, Eileithyia-Eleusis. Hera ile Demeter'i kendi top­raklarında daha iyi araştıracak duruma geldiğimizde, belki de her iki­sinin de Cilalıtaş Çağı ana-tanrıçasında yatan kökenlerine varabiliriz.

Bir soru daha: Eğer Hera Herakles'den Zeus'la evlenmek için boşan- dıysa, Zeus'un ilk karısı kimdi? Aristoteles'den, Hellenlerin en eski yur­dunun, Dodona kenti dolayındaki yöre olduğunu öğreniyoruz.211 Do- dona'da çok eski bir Zeus tapmağı vardı, belki de Yunan toprakların­daki en eski Zeus tapınağıydı bu. Zeus'un Hint-Avrupalı yanım, Ege etkilerinden uzak olarak ancak burada bulabileceğimizi düşünebiliriz. Anlatıldığına göre, Dodona'da Hera'ya Dione deniliyormuş 212 Dione ya da Dia, Zeus'un (Hint-Avrupa dilinde dyeus) dişilinden başka bir şey değildir. Cinslerin belli koşullardaki konumlarına uygun olarak, ataerkil Hint-Avrupa tanrıçası erkek efendisine göre adlandırılmıştı, hpkı anaerkil Minos tanrısının kadın efendisine göre adlandırıldığı gi­bi. Bu iki kültürün ataerkil Yunanistan'da kaynaşması da, anaerkil tan­rıça ile ataerkil tanrının evliliğinde ustaca simgeleştirilmişti.

206 “Who was the Wife of Zeus", s. 375.207 V.R. Paton ve E.L. Hicks. Inscriptions o f Cos, (Oxford. 1891). s. 76. 28208 Odysseia, 5.125-27.209 Pausanias, 5 . 7. 6.210 C. Picard, "Sur la patrie et les peregrinations de Demeter" (“Demeter'in Yurdu ve Gezileri Üzerine"),

Revue des itudes grecs, (Paris, 1887-). 40. 357.211 Aristoteles, Mote. 1.14.212 Odysseia, 3. 91.

Page 281: Thomson_Tarih Öncesi Ege

6. A pollon

Bu konunun ayrıntılarına pek fazla girmek niyetinde değiliz. Önem­li tanrıçalardan birini, Aphrodite'yi buraya almadık, ileride, Homeros destanlarındaki Helena'yı incelerken Aphrodite'yle ilgili söyleyecek­lerim olacak. Bu bölümü, Apollon'la ilgili bazı gözlemlerle sona erdir­mek, Apollon'un nasıl anaerkil Artemis ve Leto tapanından evrildiği- ni göstermeye çalışmak istiyorum.

z8o TARİHÖNCESİ EGE

Resim 45. Apollon ile Artemis: Melos Adası’ndan bir vazo

Apollon'un bazı özellikleri, sözgelimi kehribar ticaretiyle ilişkisi bi­zi kuzeye, Orta Avrupa'ya yöneltiyor.213 Bunlar, Hint-Avrupalı özel­likler olabilir. Ama Apollon genellikle güneybatı Anadolu ve Girit'le bağıntılı bir tanrıdır. Nilsson ortaya koymuştur bunu:

Apollon şenlikleri anakarada daha seyrektir. Her yerde aslında kendi­siyle ilgili olmayan daha eski şenliklere el koymuştur Apollon... Dolu­nay zamanını yeğleyen öteki bütün Yunan tanrılarının tersine, Apol­lon'un bütün şenlikleri ayın yedinci günü kutlanır. Babillilerin şabat- fu'su ile eksiksiz ve hiç de rastlantısal olmayan bir benzerlik gösterir... Anası Leto güneybatı Anadolu'dan çıkmıştır. Leto ile uygunluk göste­ren özel adlara yalnızca güneybatı Anadolu'da rastlanması bu konuda son derece inandırıcı bir kanıttır. Dilbilimciler, Leto'nun adını, Karia di-

213 M.P. Nilsson. Creek Popular Religion, (New York, 1940). s. 79.

Page 282: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Eg e ’ d e k i B a z i A n a e r k î l T a n r i ç a l a r 281

ündeki lada, "kadın" sözcüğüne bağlamaktadırlar. Yunanistan'daki Le- to tapımlarının sayısı az olduğu gibi, kaç yıllık oldukları da belirsizdir; yalnızca Girit'te Leto adına düzenlenen bir şenlik vardır.214

Nilsson'un vardığı bu sonuçlar, Picard'm Klaros'da yaptığı çalışma­nın ışığında bir adım daha ilerletilebilir. Klaros Meryemi'nin yerini na­sıl oğlunun aldığını görmüştük. Benzer bir gelişme, öteki Karia yerle­şim merkezlerindeki, özellikle Miletos ve Delos'daki Apollon için de düşünülebilir. Delphoi'daki Apollon tapımı, tarihsel dönemde bütün ötekilere baskın çıkacak kadar etkili bir duruma gelmişti, ama Deipho- i'da bile Apollon tapmağının ilk bakıcılarının Girit'ten gelen yabancı­lar olduğu anımsanmaktaydı.215 Eğer Apollon Delphoi'ya Girit'ten gel­mişse, Girit'e de Anadolu'dan geldiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Karia'lı Apollon Delos Adası'na geldiğinde, anası, yani Kadın, ora­da kendisine ve kızma bir yer sağlayacak kadar güçlüydü daha.216 Ama Apollon Parnassos Dağı'nm eteğine indiğinde kendini "Zeus'un oğ­lu"217 ilan etti. Deiphoi'da Apollon'un anası ve kız kardeşi söylence­den de, kuttörenden de çıktılar.218 Denilebilir ki, Delphoi'lu Apollon, kendismi yaratmış olan toplumsal değişikliklerin eksiksiz bir yansıma­sıdır. Ephesos'da tanrılık anadan kıza geçerdi, Klaros'da ve Delos'da ise anadan oğula. Deiphoi'da ana da, kız da ellerini eteklerini çektiler bu işten; Oğul'u yüce Baha'sının yetkesiyle donatılmış olarak bıraktı­lar: Öylesine güçlü bir tanrı oldu ki Apollon, dünyaya bir CUalıtaş yon- tucuğunun kucağında bir bebek olarak geldiğini unuttuk nerdeyse.

214 Minoan-Mycenaean Religion, s. 443-44215 Homeros, H. 3,475-80.216 Call. Del. 36-58.217 Homeros, H. 3, 480.218 Cults o f the Creek States (Yunan Devletleri Tapımları), c. 2. s. 465.

Page 283: Thomson_Tarih Öncesi Ege
Page 284: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Üçüncü Bölüm

ORTAKLAŞMACILIK

Ve toprak hiçbir zaman satılmayacaktır; çünkü toprak benimdir.

Leviticus

Benim tarlam, Tanrının toprağıydı. Nereyi sürdüy- sem, orası benim toprağımdı. Toprak herkesindi. Hiç kimsenin kendisinin olduğunu söyleyemediği bir şeydi toprak. İnsanların, kendilerinin olduğunu söyledikleri tek şey emekti.

Tolstoy

Page 285: Thomson_Tarih Öncesi Ege
Page 286: Thomson_Tarih Öncesi Ege

28s

vın

TOPRAK

1. Özel Mülkiyetin Başlangıcı

Avcılıkla geçinen toplulukların bir özelliği vardır: Avcı, yakaladığı avı kendine ayırmaz, bölüşülmek üzere yaşadığı topluluğa getirir.1 Bu kural, uygulayım düzeyinin düşüklüğü yüzünden üretimin de, tüke­timin de ortaklaşa olduğu bir ekonomiye uygun düşer.2

Emeğin üretkenliği arttıkça, insan, kendi elleriyle edindiği zengin­liğe kendisi ve en yakınları adına sahip çıkma eğilimi gösterir. Kabile (tribü) düzenini önünde sonunda devlete dönüştüren özel mülkiyetin

1 B. Spencer ve F.J. Cillen, Northern Tribes o f Central Australia (Orta Avustralya'nın Kuzey Kabileleri), (Londra, 1904), s. 609; B.Spencer ve F.J. Cillen, Native Tribes o f the Northern Territory o f Australia (Avustralya'nın Kuzey Bölgesindeki Yerli Kabileler), (Londra, 1914), s. 36; B. Spencer ve F.J, Gillen, The Arunta (Arunta'lar), (Londra, 1927), s. 52; A.W. Howitt, Native Tribes o f South-East Australia (Güneydoğu Avustralya'nın Yerli Kabileleri), (Londra, 1904), s. 756; B. Malinowski, The Family Among the Australian Aborigines (Avustralya Yedilerinde Aile), (Londra, 1913), s. 283-86; H .H . Bancroft, Native Races o f the Pacific States o f North America (Kuzey Amerika'nın Pasifik Devletlerindeki Yerli Irklar), (Londra, 1875-76), Cilt 1, s. 118, 417,506; W.H.R. Rivere, Kinship and Social Organisation (Akrabalık ve Toplumsal Örgütlenme), (Londra, 1932), s. 108: R.W. Williamson, Social and Political Systems o f Central Polynesia (Orta Polinezya'nm Toplumsal ve Siyasal Sistemleri); A.F.R. Wollaston, Pygmies and Papuans (Pigme’ler ve Papua’lar), (Londra, 1912), s. 129; E.W. Smith ve M. Dale, The Ita-speaking Peoples o f Northern Rhodesia (Kuzey Rodezya'deki İla Dili Konuşan Halklar), (Londra, 1920), Cilt 1, s. 384; L.T. Hobhouse, G.C, Wheeler ve M. Ginsberg, Material Culture and Social Institutions o f the Simpler Peoples (ilkel Halkların Maddi Kültürü ve Toplumsal Kurumlan), (Londra, 1930), s. 244; G. Landtman, Origin o f the Inequality o f the Social Classes (Toplum sal Sınıfların Eşitsizliğinin Kökeni), (Londra, 1938), s. 7; M.P. Buradkar, "Clan Organisation of the Gonds" (“Gond'ların Klan Örgütlenmesi”), Man in India, (Haydarabad, 1920-), 27,127, s. 155.

2 W.E. Roth, Ethnological Studies among North-West Queensland Aborigines (Kuzeybatı Queensland Yerlileri Arasında Etnolojik incelemeler), (Brisbane/Londra, 1897), s. 96, 100; J. Mathew, Two Representative Tribes o f Queensland (Oueensland'den iki Örnek Kabile), (Londra, 1910), s. 87; A.C. Hollis, The Nandi, their Language and Folklore (Nandi'ler, Dilleri ve Folklorları). (Oxford, 1909), s. 24; bkz. ).L. Myres, Cambridge Ancient History, Cilt 1, s. 50.

Page 287: Thomson_Tarih Öncesi Ege

286 TARİHÖNCESİ E g e

ve ailenin tohumudur bu. Ne var ki, bu tohum, ilk aşamalarında, ka­bile düzeninin bağrında gelişir, dahası önceleri de gördüğümüz gibi kabilenin dayandığı ortaklaşa işlevleri yoğunlaştırarak kabile düzeni­ni güçlendirir. Klanlar, birbirlerine karmaşık bir karşılıklı hizmetler ağıyla bağlıdır; bu karşılıklı hizmetler ağı içinde, yapıcı bir yarışma ru­hundan kaynaklanan istekle saygınlık uğrunda yarışırlar birbirleriy- le.3 Bir av ya da savaş vurgunu fazlası elde eden kimse, başka bir kla­nı kendi klanıyla şölene katılmaya çağırarak başarısını gözler öniine serer. Onun bu çağrısı bir meydan okumadır; karşısındakileri, saygın­lıklarını yeniden kazanabilmek için bu çağrıya olabilirse fazlasıyla kar­şılık vermek zorunda bırakan bir meydan okuma.4 Bu yükümlülük ye­rine getirilemezse, bir tür iş hizmetiyle de karşılanabilir. Böylelikle, eşit olmaktan çıkar klanlar. Bu arada, aynı süreç klan içinde de işlemeye başlar, giderek klan ailelere bölünür.

Günümüzde var olan kabilelerde, mülkiyetin büyümesine yönelik bu eğilimler, sömürüyle büyük ölçüde hızlandırılmıştır. Bu eğilimler, bireysel hakların kabile düzeni içinde gelişebileceği en yüksek noktayı belirler; dolayısıyla, uygar halkların tarihöncesini incelerken, ortak mül­kiyetin daha ileri bir aşamaya karşı direndiğini görmeye hazırlamamız gerekir kendimizi. Kendi geçmişimize dönüp baktığımızda, başlıca et­kenlerden birinin, hayvancılık ekonomisinin benimsenmesi olduğu doğ­rultusunda birçok belirtiyle yüz yüze geliriz. Latince'de, "sığır" demek olan pecns sözcüğünden gelen pecunia sözcüğü kendi kendini açıkla­maktadır; kaldı ki, daha birçok dildeki benzer sözcüklerin kökenleri de bunu doğrulamaktadır.5 Av bozulup çürüyebilir, toprak bir yerden bir yere taşınamaz; ama hayvanların ele geçirilmesi, bölüşülmesi ya da de­ğiş tokuş edilmesi kolaydır. Hayvancılıkla geçinen kabileler, hepsi de göçebe olduklarından, zenginliklerini sığır talanları ve savaşlarla çabu­cak artırırlar; savaş da erkeklerce yapıldığından, bu ekonominin özün­de var olan zenginliğin erkeklerin elinde toplanması eğilimi daha da

3 L. H Morgan, Ancient Society (Eski Toplum), (İkinci basım, Şikago, 1910), s. 96; Northern Tribes of Central Australia, s. 164; H. Hubert, Creatnessand Declineofthe Celts (Kelt'lerin Büyüklüğü ve Çöküşü). (Londra, 1934), s. 195; Origin o f the Inequality o f the Social Classes (Toplumsal Sınıflardaki Eşitsizliğin Kökeni), s. 70.

4 Native Races o f the Pasife States o f North America, Cilt 1, s. 192, 217, Cilt 2 s. 711; J. Roscoe, The Bağanda (Baganda'lar), (Londra, 1911), s. 6; J.G. Frazer, Totemism and Exogamy (Totemcilik ve Dışevlilik), (Londra, 1910), Cilt 3, s. 262, 300-01, 342-44, 519, 545; M.Granet, La civilisation chinoise (Çin Uygarlığı), (Paris, 1929/ Londra, 1930), s. 165, 267; V. Grönbech, Culture o f the Teutons (Töton'ların Kültürü), (Oxford, 1931), Cilt 2, s. 8,87; Greatness and Decline o f the Celts, s. 54,193-96

5 F.Heichelheim, Wirtschaftsgeschichte des Altertums (Leiden, 1939), Cilt 1, s. 47.

Page 288: Thomson_Tarih Öncesi Ege

güçlenir. Bu atılgan, durmak oturmak bilmeyen kabileler, her yeri yağ­malarlar, erkekleri öldürüp kadınları köle olarak alır götürürler; ta ki, en sonunda, bir tarım bölgesine kalıcı bir biçimde yerleşip oradaki yer­li halkı düzenli vergiye bağlaymcaya kadar. Yerli halkın köleleştirilme- sinin ilk adımıdır bu.6 Babil'i ele geçiren Kassitlerin, Mısır'daki Hyksos krallarının, Minos Girit'ini yağmalayan Akha'ların başlangıçta yaptığı buydu.7 Hint-Avrupalı göçebeler, bir de, evcilleştirilebilir hayvanların en hızlısına, ata sahiptiler. Dillerini, bu denli uzaklara yayabilmeleri- nin nedeni, kendilerinden gelen bir üstünlük değil, toplumsal ve tarih­sel koşulların onlara Yakındoğu'nun yerleşik tarım uygarlıklarını bo­yunduruk altına alma ve özümleme olanağı veren özel bir bileşimiydi.

Savaş, tek ve bölünmez bir önderliği gerektirir. İşte bu yüzden, bu kabilelerde krallık askerileşmiştir.8 Başarıyla sonuçlanan bir seferin ardından, kral ve ona bağlı şefler gerek köle, gerek toprak olarak sa­vaş vurgunundan aslan payını alırlar. Böylece belli ellerde toplanan zenginlik eşitsizlikleri arttırır, toplumun dokusu doruktan başlayarak sarsılır.

2. Yunanistan'ın İlk Dönemlerinde Mülkiyet Sorunu

Marathon'daki "ünlü utku"yu koca bir bölüm boyunca uzun uza­dıya anlatan Cambridge Ancient History, Eski Yunan'm ilk dönemlerin­deki toprağın kullanımı sorununu tek bir tümceyle geçiştirir:

Yunanlılar, toprağın klanın ortak malı olduğu ve özel mülkiyetin bilin­mediği aşamayı -kuşkusuz, böyle bir aşanın olmuşsa eğer- çoktan geride bı­rakmışlardı.9

T o p ra k 287

6 Bkz. j. Roscoe, The Bakitara or Banyoro (Bakitara’lar ya da Banyoro’lar), (Cambridge, 1923), s. 6-9.Bunun ilk aşaması, Strabon'un, yılın belirli zamanlarında yerleşik ovalıların topraklarını ele geçirmeve yağmalama hakkını elde eden Massaget'leri ve öteki Kafkasya göçebelerini anlatışında görülebilir: Strabon, s. 311, 511.

2 I.Ö. 1700 dolayında Babil'e giren ve buraya atı getiren Kasslt'lerin dili bir ölçüde Hint-Avrupa diliydi: H,R. Cali, Ancient History o f the Near East (Yakındoğu'nun Eskil Tarihi), (Onuncu basım, Londra, 1947), s. 199-203. I.Ö. 1600 dolayında Mısır’a giren Hyksos'lar ya da "çoban krallar" Anadolu ve Hint-Avrupa öğelerini de kapsıyorlardı; M ısır’ı hızla ele geçirmeleri at ve araba kullanmalarına bağlanmıştır Aynı yerde, s. 212-13; R.M. Engberg, The Hyksos Reconsidered (Hyksos'ların Yeniden incelenmesi), (Şikago, 1937), s. 23,41-50; H.R. Hail, The Civilisation o f Greece in the Bronze Age (Tunç Çağı'nda Yunan Uygarlığı), (Londra, 1928), s. 84-85.

® Bkz. Bu bölümde “ 10. Ayrıcalığın Gelişmesi".® Cambridge Ancient History'de F.E. Addock, Cilt 4, s. 42.

Page 289: Thomson_Tarih Öncesi Ege

O zaman, insanın aklına şu soru geliyor hemen: Peki, özel mülkiyet Cennet Bahçesi'nin çevresine çit çekilmesinden bu yana var olmuş ola­maz mı? Ama temkinli yazarımız hiç değinmiyor bu konuya. Özel mül­kiyetin kökenini rahatlıkla gözardı edebilmek için, bu konuyu çok es­kilere götürüp bırakmayı yeterli görüyor. Tarihin böyle yazılabileceği­ni söylemek çok güçtür.

İlyada'da şu dizelerle karşılaşıyoruz:

Tarlaları ortak iki adamdı sanki bunlar,ellerinde ölçü vardı sanki,sınırı çizmek için de çekişmedeydiler.Hiçbiri gözden çıkarmıyordu eşit payını.10

Bu dizelerin ardında nasıl bir toprak kullanımı yatıyor dersiniz? Biz- dekine benzediği söylenemez, çünkü toprağın ortak olduğundan söz ediliyor. Bu durumu gerçekten kavramak istiyorsak, konuyla ilgili bü­tün öteki bilgilerle birlikte kendi bağlamı içinde incelememiz gerekir. Kuşkusuz, sağduyu da bunu gerektirir. Ama çoğu zaman kılı kırk ya­ran ünlü uzmanlarımız, bu konuyla karşılaştıklarında, insanı şaşkmlığa düşürecek kadar kestirmeci bir tutum takınıyorlar. Yaşayan en büyük Homeros çağı arkeoloğu olan Nilsson'un şu sözlerine kulak verelim:

Eski bir varsayıma göre, Homeros, toprak mülkiyetinin ortak olduğun­dan ve toprağın zaman zaman yeniden bölüşüldüğünden söz eder. Oy­sa bu varsayımın kanıtı olarak gösterilen dizeler başka türlü de yorum­lanabilir. "Epiksynos" sözcüğünün "ortaklaşa" anlamına gelip gelme­diği belirsizdir. Bu sözcük, yalnızca "herkese açık", yani "mülkiyeti tar­tışmalı" anlamına gelebilir; o zaman, Homeros'un sözünü ettiği çekiş­me, tarlaları komşu iki çiftçi arasındaki çekişme de olabilir.11

"Ortak" ile "herkese açık" arasında yapılan bu pek ince ayırımın, dahası "herkese açık, yani mülkiyeti tartışmalı" biçimindeki daha da ince eşitlemenin anlamı nedir? Bunlar, benimki kadar okurun sağdu­yusunu da zorlayacak sorulardır. Okur, bu soruları yanıtlamayı başar- sa bile, gene de kendi kendine, tartışma konusu toprağın mülkiyeti ise bu iki adam neden toprağı eşit parçalara bölmeye uğraşıyor, diye sor-

2 8 8 TARİHÖNCESİ EGE

10 İlyada, (Sander Yayınları, dördüncü basım, İstanbul, 1981,Türkçesi: Azra Erhat-A. Kadir), 12.421 -23-11 M.P. Nilsson, Homer and Mycenae (Homeros ve Mykene), (Londra, 1933), s. 242.

Page 290: Thomson_Tarih Öncesi Ege

T o p r a k 289

inak zorunda kalacaktır. Kaldı ki, bu belirsiz görüş uğruna bir yana atı­lan o "eski varsayım", bundan yarım yüzyıl kadar önce Esmein'in yap­tığı bir yorumdur ve konunun karşılaştırmak bir incelemesinden çıka­rılmıştır-12 Demek ki, bu "eski varsayım" gerçekte hiç de bir varsayım değil akla uygun bir görüştü. Nilsson, bu görüşü bir yana fırlatıp ata­rak, yerine en küçük bir destekten yoksun kendi varsayımını koymuş­tur; bir başka deyişle, Homeros'un dizelerinin, modern anamalcı mül­kiyet ilişkilerinin ışığında hemencecik yorumlanabileceğini varsaymış- tır. Açıktır ki, tarih böyle de yazılamaz.*

Bu tarihçiler özel mülkiyetten niçin bu kadar utanıyorlar acaba? Gerçekte, her zaman böyle değildiler. Kentsoylu tarihçilerin en eski­leri -Ferguson, Millar, Adam Smith- özel mülkiyetle övünürlerdi. İn­sanlığın ilerlemesinin özel mülkiyete dayandığına inanırlardı ve bir za­manlar insanlığın ilerlemesi gerçekten de özel mülkiyete dayanırdı. Bu yazarlar, özel mülkiyetin uygarlığın gelişmesinde belirleyici etken ol­duğunu Marx ve Engels'den daha önce görmüşlerdi. Görmeden de ede­mezlerdi, çünkü savundukları anamala mülkiyetin gelişmesi onların döneminde hâlâ feodalizmin kalıntılarınca kösteklenmekteydi. 1795'de Çitleme Yasaları'nm göziipek bir savunucusu olan Sir John Sinclair'in kimi gözlemlerine bakacak olursak, o günlerde kentsoyluluğun mül­kiyete karşı tutumunun ne denli değişik olduğunu görebiliriz:

Toprakların ortak olması düşüncesi, haklı olarak belirtildiği gibi, insan­ların avcılık ve çobanlıktan öte bir uğraşa yabancı oldukları ya da top­rağın işlenmesinden sağlanan yararlan daha yeni yeni tattıkları, o bar­bar toplum düzeninden alınmıştır.13

Cambridge Ancient History'd e okuduklarımıza karşılık, ne tuhaftır ki, bilgisiz bir toprakağasının "kötü Kral George" dönemindeki bu açık­laması bilimsel olarak doğrudur. Hiç kuşkusuz, eski tutumun göziipek dobralığı da, yeni tutumun belirsiz kapalılığı da kentsoyluluğun mül­

12 A. Esmein, "La propiiti fonciere dans les poemes homiriques", Nouvelle revue historique du droit français et dtranger, (Paris, 1855).

* Burada bir noktayı belirtmekte yarar var. Benim bu çeviride kendime temel aldığım Azra Erhat-A. Kadir çevirisinde İlyada'da "ortak" sözcüğü yerine "komşu" sözcüğü; "eşit pay" sözcükleri yerine de "en küçük pay" sözcükleri kullanılmaktadır. Bu açıdan, Azra Erhat-A. Kadir çevirisinin yorumu, Nilsson'un yorumuna daha yakın düşmektedir. Ama, George Thomson, kitapta temel aldığı İngilizce çeviride "ortak" ve “eşit pay" sözcüklerini kullanmaktadır, (f.n.)

13 ).L. Hammond ve B. Hammond. The Village Labourer (Köy Emekçisi), (Dördüncü basım, Londra, 1936), s. 12.

Page 291: Thomson_Tarih Öncesi Ege

kiyetteki çıkarından doğmaktadır. Ama dünya değişti artık. Ortaklaş- macılığı salt tarihöncesine ilişkin bir olgu olarak bir yana atmak ola­naksızdır; bu yüzden de, bu konu tabu olup çıkmıştır. Hakikatin ay­dınlığa kavuşturulmasına hangi tutumun daha yardımcı olduğunu be­lirtmeye bile gerek görmüyorum.

Marx'çılar, zaman zaman, gerçekleri kendi ilkelerine uydurmak ama­cıyla çarpıtmakla suçlanırlar; oysa karşı görüştekileri kendi yanılgıla­rıyla suçlamak, kentsoyluluğun alışkanlıklarından biridir. Bu deneyci­lerin öngördüğü tümevarım yöntemi, eldeki konunun tümüne sınırla­ma konmaksızın uygulandığı sürece belli amaçlan sağlayabilir, ama bu durumda bile yetersizdir. Ne ki, bir de önümüzdeki örnekte oldu­ğu gibi, konunun ancak bütünle bağıntısı içinde kavranabilecek küçük bir parçasıyla sınırlı tutuldu mu, genel sonuçlara varma olasılığım da engellemekten başka bir işe yaramaz. Modern bilimin onsuz edemeye­ceği karşılaştırma yöntemi, on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllarda kentsoylu tarihçilerce uygulanmış ve olağanüstü sonuçlar vermişti. Ama son zamanlarda, elde çok daha fazla gereç olmasına karşın bir ya­na bıraktılar bu yöntemi. Toplumculuğun gelişmesiyle karşı karşıya gelince, öncüllerinin kazandığı mevzileri birbiri ardı sıra terk ettiler. Öte yandan, özel mülkiyetin kökenleri göz önünden uzaklaştırılabilir- se, bugün onun tepesinde dolaşan gölgelere biraz daha uzun bir süre gözlerimizi kapayabiliriz. O lente, lente currite, noctis eqiti. Ve böylece tarih yazımı gitgide daha içekapanık bir niteliğe bürünür; bir bilim ol­maktan çıkar, bir "sanat" olur.

Bu tutumun yol açtığı inatçı körlük, Toutain'in İlyada'dakı sorunu­muza ilişkin sözlerinde bütün açıklığıyla ortadadır:

İşte önümüzde ortak mülkiyetin eksiksiz bir örneği, diyor Esmein. Doğ­rusu, insanın bu görünümü böyle yorumlayabilmesi için önyargılı bir düşüncenin kölesi olması gerekir. Oysa tam tersine, bana öyle geliyor ki, iki komşunun davranışları özel mülkiyetin varlığını ve her birinin kendi payı için ne denli inatçı bir biçimde dövüştüğünü kanıtlıyor.14

Hepsi bu; ne bir görüş öne sürülüyor, ne de Esmein'in görüşleri ya­nıtlanıyor. Köle hangisi acaba? Ve bu içi boş yadsıma, karşılaştırma yöntemine yöneltilen bir suçlamayla bütünlük kazanıyor:

290 TARİHÖNCESİ EGE

14 ). Toutain, Economic Life of the Ancient World (Eski Dünyanın Ekonomik Yaşamı), (Paris, 1927/Londra,1930), s. 14.

Page 292: Thomson_Tarih Öncesi Ege

t o p r a k 291

Kimi ilkel halklarda toprak mülkiyetinin ortak olduğu gerekçesiyle, ay­nı düzenin aynı biçimde bütün ilkel halklarda var olduğunu düşünmek gereksizdir. Bu sonucu çıkaranlar, toprak mülkiyetinin niteliğinin top­rağın ve iklimin niteliğinden bağımsız olamayacağını unutuyorlar... Ne olursa olsun, kanımca, böyle bir konuda bir ülkenin sonuçlarını başka bir ülkeye aktaran bir yöntem tümden tehlikelidir.15

Belli bir toprak kullanımı biçimi, her somut durumda, yalnızca top­rağa ve iklime göre değil, bütün bir doğa ve toplum koşulları karma­şası göz önüne alınarak belirlenir. Toutain'in yüz yüze gelmekten ka­çındığı önerme budur. Öte yandan, "böyle bir konuda", hele bugünkü akışkan durumuyla Avrupa anakarasında bir ülkenin sonuçlarını bir başka ülkeye aktarmakta belli bir tehlike olduğu da kabul edilebilir.

3. İlkel Toprak Kullanımı

Olguları araştırmanın vakti artık. Gerçekte, pek kolay olmayacak bu. îlkel toprak kullanımının tarihi daha yazılmadı. Eski Yunan'da ve da­ha başka yerlerde daha çözülmemiş birçok sorun var. Ben burada olsa olsa, benim elimdekilerden daha geniş bir bilgiyle uygulandığında bu sorunların çözülmesini sağlayacak yöntemi özetlemeye çalışabilirim.

Hobhouse, W heeler ve Ginsberg'in etnolojik bilgilerin sayılara da­yalı çözüm lem elerinden elde ettikleri sonuçları özetleyerek başlaya­yım işe:

Bütün bir eğilimi en iyi şöyle dile getirebiliriz: Komünal ilke, aşağı kül­tür evrelerinde egemendir, çobanı! halklar arasında da az farkla da ol­sa ağır basmaktadır. Özel mülkiyetse, daha ileri tarım evrelerinde art­ma eğilimi göstermektedir, ama gene de bu özel mülkiyet bir ölçüde komünal ilkeyle iç içe, bir ölçüde yalnızca şefle sınırlıdır, kimi durum­larda da feodal toprak kullanımını andırır niteliktedir. Gerçekte, bu be­lirsizlikten, kendi tarihimizin başlangıcında rastladığımız senyörlük mülkiyeti ile halk mülkiyeti arası bir şey çıkıyor karşımıza. Hep görü­yoruz ki, barbarlığın uygarlığa dönüşmeye başladığı aşamada komü-

15 Aynı yerde, s. 12-13. Karşıt görüş için bkz. P. Vinogradoff, Growth o f the Manor (Malikânenin Gelişimi). (Londra, 1950), s. 18: “Öyle görünüyor ki, eski hukukta, toprağın ilk başlarda tek tek bireylerce değil, gruplar tarafından mülk edinildiği ve toprağa tek tek bireylerin sahip olmasının uzun bir gelişme süreci sonunda gerçekleştiği yolundaki görüşten daha kesin bir şey yoktur.”

Page 293: Thomson_Tarih Öncesi Ege

292 T a r İh ö n c e s } Eg e

nal, özel ve senyörlük mülkiyet ilkeleri iç içe geçmiştir... ve senyöre üs­tünlüğünü sağlayan aşamanın, uygarlığa giden yoldaki bir sonraki aşa­ma olduğu anlaşılmaktadır.16

Şimdi de, bu genellemeleri sağlam bir temele oturtabilmek amacıy­la Afrika, Asya ve Avrupa'dan bazı tipik örnekler vermek istiyorum. Junod'un Güney Afrikalı Bathonga'larla ilgili açıklamasıyla başlayaca­ğım işe.

Bathonga'larm düzeni, son zamanlarda sığırlarının bir hastalık so­nucu tümden kırılmasından önceki dönemden kaynaklanan bir düzen­dir. Dolayısıyla da, büyük ölçüde hayvancılığa bağımlı bir ekonomi­nin düzenidir. Bugün saban bir ölçüde kullanılıyorsa da, bu bir yeni­liktir gerçekte. Bütün topraklar şefindir, daha doğrusu gereksinimi olan herkes toprağı bu şef aracılığıyla elde eder. Şef, her köy başkamna ge­niş bir toprak parçası bağışlar. Köy başkanı da, bu toprak parçasının en iyi yerlerini kendi yönetimi altındaki aileler arasında paylaştırır. Bu topraklar kalıtsaldır, ama ne satılabilir, ne de başka birine aktarılabilir. Toprak alınıp satılamaz. Ayrıca, o bölgeye yerleşmek isteyen bir ya­bancının dilediğince toprak elde edebilmesi için, şefin buyruğu altına girmeyi kabullenmesi yeterlidir; ardından toprağı temizleyip işleme­ye koyulur. Yeni geleni özendirmek, köy başkanmın çıkarmadır, çün­kü böylelikle toprağın değerini, dolayısıyla da bölgenin zenginliğini ve insan gücünü arttırmış olacaktır. Kaldı ki, köy başkanınm bazı iş hiz­metleri sağlama durumu vardır.17 Böyle bir düzen, toprak fazlasını ge­rektirir. Her gelene bol bol yer vardır, topraklar tarımın her bölgeye ya­yılmasına elverişlidir. Bathongaiar bu koşullarda ekonomik büyüme­nin sınırına tam yaklaşırlarken İngilizlerin vergileri araya girmiş, Bat- honga erkeklerini madenlerde çalışmak zorunda bırakmıştır.

Yeniden Hindistan'a dönersek, kimileri ilkel Hint-Avrupa kültürü için varsayılmış koşullara benzerlik gösteren farklı ve çok çeşitli koşul­la karşılaşırız. Örneğin, en bereketli yörelerde temizlenip açılması güç olan toprak aynı zamanda sulamayı gerektirir.18 Bu etkenler, tarıma ge­çiş için elverişli değildir. Yaygın bir örnek olan rcıiyahvcıri tipi köy ko­mününü Baden-Powel şöyle anlatıyor:

16 Material Culture and Social Institutions of the Simpler Peoples, s. 253.17 H.A. )unod, Life o f a South African Tribe (Bir Güney Afrika Kabilesinin Yaşamı), (İkinci basım, Londra,

1927), Cilt 2, s. 6-7; E.). Krige, Social System o f the Zulus (Zulu'larda Toplumsal Dizge), (Londra. 1936), s. 176-77; The lla-speaking Peoples o f Northern Rhodesia, Cilt 1, s. 387.

18 B.H. Baden-Powell, The indim Village Community (Hint Köy Topluluğu), (Londra, 1896), s. 51, 66

Page 294: Thomson_Tarih Öncesi Ege

T o p r a k 293

Bu tip köylerin çokluğuyla belirlenen ülkelerde, hemen her zaman, ka­bile toplum düzeninin kanıtlarına rastlayabiliriz... Birkaç köyü kapsa­yan klan bölgeleri vardı ve bunların her birinin başında kendi başkanı ya da şefi bulunuyordu... Her köy kümesi birtakım hane ya da aile top­raklarını içerir... Başkan ya da şef önemli bir kişi olduğundan, hiç kuş­kusuz, tarım için açılacak ve yerleşilecek yerin seçimi onun yönetimin­de yapılırdı... Daha sonraki dönemlerde, başkanın, yeni ekim alanları­nı düzenlediğini ve yeni topraklara el konulmasıyla ilgili anlaşmazlık­ları çözüme bağladığını görüyoruz. Racalık kurulduğunda (belki daha da sonraki dönemlerde), Racanın izni olmadan hiçbir boş toprağın mülk edinilemeyeceği düşüncesi egemendi. Ama uygulamada buna çoğu za­man dolaylıca izin verilir, dahası bu tutum açıkça özendirilirdi; eski devlet görevlileri daha fazla ekili toprak görmekten çok hoşnut olurlar­dı, çünkü kralın çok eski zamanlardan beri tek gelir kaynağı olan üre­timden aldığı pay artmış olurdu böylelikle... Toprak sahipleri genellik­le ekilebilir toprakların orta yerine kurulan merkezi bir köyde oturur­lardı. Bu köyde, başkanın ötekilerden daha büyük ve daha iyi yapılmış bir konutu bulunurdu... Başkanın, evini, yağmacılara karşı korunabile­ceği gerçek bir kaleye dönüştürdüğü de görülürdü... Başkan, topluluk­taki yerinden ötürü, değerli bir toprak parçasıyla ödüllendirilirdi ve bu genellikle köydeki en iyi toprak parçası olurdu... Başkanın ayrıca çeşit­li ayrıcalıkları ve öncelik hakları da vardı.19

Yazar, zanaatkarların durumunu ve toprak kullanımı koşullarını da şöyle dile getiriyor:

Yerli zanaatkarlar ve hizmetkârlar, götürü ücret almazlar, önceden köy- cek belirlenmiş bir ödül karşılığı çalıştırılırlar. Bu ödül, kimileyin kira­dan (ve belki de vergiden) bağışık bir toprak parçası, kimi zaman hasat mevsiminde yapılan küçük ödemeler, bazen de alışıldığı üzere verilen belli sayıda ekin demetidir... Hindu yasaları uyarınca toprak sahibi öl­düğünde özel toprak parçası ortak bir biçimde onun soyundan inenle­re kalır; onlar da bu toprağı koşullar elverdiği ölçüde aralarında payla-

39 Aynı yerde, s. 9-15; R.V. Russell ve R.B.H. Lal, Tribes and Castes o f the Central Provinces o f India (Hindistan'ın Orta Eyaletlerindeki Kabileler ve Kastlar), (Londra, 1916), Cilt 1, s. 43-44; "Sahip olma hakkı İngiliz hükümetince kendisine verilen patelya da köy başkanı hiç kuşkusuz daha önce bu hakka sahip değildi; köy topluluğunun sözcüsü ve temsilcisiydi yalnızca." Özel mülkiyetin Hindistan'da Ingilizler tarafından bir politika sorunu olarak dayatılması konusunda bkz. R.P. Dutt, India Today, (Bugünkü Hindistan), (Londra, 1940), s. 209-15.

Page 295: Thomson_Tarih Öncesi Ege

294 TARİHÖNCESİ EGE

şırlar... Konukların ağırlanması, bayramların kutlanması, vb. gibi köy harcamalarından yalnızca başkan sorumludur ya da bir zamanlar böy- leydi.20

Toprakların paylaşılma biçimi, Güneybatı Bengal'deki bu tip köy­lere bakılarak örneklenebilir. Önce, ayrıcalıklı kişilere ayrılan özel pay­lar vardır: Bir pay yörenin sefine, bir pay başkana, bir pay da rahibe. Ekilebilir toprakların geriye kalanıysa, gereksinmelerine göre hane sa­hipleri arasında bölüştürülür ve dönem dönem bu bölüşüm yeniden düzenlenirdi 21 Başlangıçta Raca'nm geliri yalnızca, kendilerine her köyde kiradan bağışık topraklar bağışlanan emekçilerce işlenen kendi özel toprak parçalarının (majhhas) üretimine dayanıyordu. Ama zaman­la buna bir de köy topraklarının üretiminden alman zorunlu vergi ek­lendi.22

Toprakların dönem dönem yeniden bölüştürülmesinden amaç, ai­lelerin değişen gereksinmelerine bağlı olarak toprak mülkiyetinde el­den geldiğince gerçek bir eşitlik sağlayabilmekti. Yeniden bölüştürme kura yoluyla gerçekleştiriliyordu. Bu işlem, Peşaver'den verilen aşağı­daki örnekten de anlaşılabileceği gibi, kimi durumlarda kılı kırk yarar­casına uygulanıyordu:

Topraklar kura çekme yoluyla alınıyordu... Bölüşülecek topraklar nite­lik bakımından ayrım gösteriyorsa, klan yetkilileri iyi, iyice ve şöyle böyle topraklardan oluşan ya da başka bir biçimde ayırt edilen çember­ler ya da sıralar düzenliyorlardı. Topraktan pay alanlar topraklarını her sıradan bir parça almak zorundaydılar... Ama gene de, toprakların sı­nıflandırılmasına karşın eşitsizlik tümden önlenemediğinden, dönem dönem toprak değiştirme ya da toprağı yeniden bölüştürme sistemine uzun zaman bağlı kalındı.23

20 Aynı yerde, s. 16-20.21 Aynı yerde, s. 179-80, bkz. s. 132, 324-25; S.A. Dange, Land Fragments and Our Farmer (Toprak

Parçaları ve Çiftçimiz), (Bombay, 1947), s. 35-38.22 Aynı yerde, s. 181.23 Aynı yerde, s. 253-55, bkz. s. 262, 324-25. Dönem dönem yeniden bölüşüm Ortadoğu’nun bazı

yörelerinde de sürmektedir. Bkz. D. Warriner, Land and Poverty in the Middle Fast (Ortadoğu'da Toprak ve Yoksulluk), (Londra, 1948), s. 18, 66-67, 19: "Filistin, Ürdün ve Suriye'de daha da başka bir yarı-ortaklaşa mülkiyet biçimi vardır... Kabile ilk başta yerleştiğinde, her köyün ekilebilir topraklan üyeler arasında eşit bir biçimde bölüştürülüyordu; her üye köyün değişik bölgelerinde bir toprak parçası alıyordu. Üyeler arasında eşitliği korumak için de toprak belli aralıklarla yeniden dağıtılıyordu "

Page 296: Thomson_Tarih Öncesi Ege

4. İngiliz Köy Topluluğu

Avrupa ve Asya köy topluluklarının temelinde yatan benzerlikleri büyük bir başarıyla ortaya koyan, Henry Maine'di. Avrupa'da feoda­lizm öncesi toprak kullanımı biçimlerine ilişkin bir inceleme, Eski Yu- nan'la ilgili çok değerli sonuçlar çıkarma olanağı sağlamaktadır bize. Hiç kuşku yok ki, çok temkinli bir yaklaşımla kullanılmalıdır bu so­nuçlar, ama gene de bölük pörçük oldukları için tek başlarına hiçbir şey anlatmayan birtakım bilgilerden bir anlam çıkarmamıza olanak ta­nımaktadırlar. Daha 1885 yılında Ridgeway, Homeros çağı toprak sis­temine değgin şaşırtıcı yazısını yayımladığı zaman, bu yaklaşımın umut verici olduğunu kendine özgü bir kavrayışla sezmişti. Bu yazı, klasik bilginler arasında pek ilgi uyandırmadığı gibi hiçbir zaman destek de görmedi. Ridgeway'in ardından bu doğrultuda tek adımı, H.E. See- bohm attı. Genel olarak ilkel toprak kullanımını inceleyen H.E. See- bohm, Homeros çağma ilişkin durumu dolaysızca görme olanağını el­de etti.24 Şimdi, Ridgeway ve Seebohm'un çalışmalarını gözden geçir­meden önce, tıpkı onların yaptığı gibi dayanılacak temeli hazırlama­mız gerekiyor. Bunu da ancak, kimileri bugün bile tam anlamıyla or­tadan kalkmamış daha sonraki çeşitli kalıntılarını da unutmadan, ken­di ülkemizde onaltmcı yüzyıla kadar varlığını koruyan toprak sistemi­ni inceleyerek yapabiliriz. Başka konularda olduğu gibi bu konuda da işe kendi yurdumuzdan başlamakta yarar var.

Tipik İngiliz köyü, her biri ayrı toprak parçalarına bağlı olan belli sayıda dilimlere bölünmüş açık tarlalar ya da "shot"larla çevriliydi. Tarlalar ekinlerin büyüme döneminde çitlerle çevriliyor, ürünün kal­dırılmasından sonraysa otlağa açılıyordu. Otlaklar da dilimlere bölün­müştü ve her yıl ekilebilir toprakların sahipleri arasında kurayla pay­laştırılıyordu. Çorak topraklar bölünmüş değildi, buraların kullanımı toplulukça düzenlenmekteydi. Çiftlikler ayrı ayrı işletiliyordu, ama ilk zamanlar bunlar bile kimi durumlarda kurayla yeniden bölüşülmek- teydi.25 İngiltere'nin batısında, Galler'de, İskoçya'da ve İrlanda'da "run- rig" denilen değişik bir sistem vardı. Bu sisteme göre, hem ekilebilir

T o p r a k 295

24 W.Ridgeway, ‘Th e Homeric land System" (“Homerik Toprak Sistemi"), journal o f Hellenic Studies. 6. 319; W. Ridgeway, "Measures and Weights" ("ölçüler ve Ağırlıklar"), A Companion to Creek Studies, (Cambridge, 1905); H.E. See-bohm, The Structure of Creek Tribal Society (Yunan Kabile Toplumunun Yapısı), (Londra, 1895).

25 F. Seebohm, The English Village Community (İngiliz Köy Topluluğu), (Dördüncü basım, Cambridge, 1926), s. 105-17; Growth of the Manor, s. 165-66, 173.

Page 297: Thomson_Tarih Öncesi Ege

296 T a r i h ö n c e s İ Eg e

topraklar, hem de otlaklar, bir başka deyişle bütün topraklar her yıl y e _

niden bölüşülüyordu. Bu bakımdan "run-rig" sistemi daha eskitil bir sistemdi.26 Doğrudan doğruya şu ilkeye dayanmaktaydı:

Toprak bireylere kalıcı olarak verilmez, kabile topluluğunun mülkiye­tinde kalırdı. Buna karşılık, toprağın tarımsal amaçlarla kullanımı bel­li kurallara göre haneler arasında bölüşülürdü, ekilecek dilimlerse ku­rayla belirlenirdi.27

Dilimin uzunluğu yörenin uzanımına ve toprağm niteliğine göre de­ğişiyordu, ama genellikle 40 rod (200 metre), yani 1 "fur-long", 1 karık uzunluğu olarak belirlenmişti; bir başka deyişle, sabanın hiç durmak­sızın sürülebildiği yaklaşık uzunluktu bu. Her ikisi de "dilini" ya da "acre" (yarım dönüm) anlamına gelen Fransızca'daki journel ve Almaıı- ca'daki Morgeıı terimleri buradan kaynaklanmıştır.28 İngilizce'deki "ac- re"ın kökeni de aynıdır. Uzunluğu 1 "fur-long" olarak saptanmışsa ge­nişliği de 4 "rod" olur ki, bu da dilimin yerleşik genişliğiydi.29

Bir toprak parçasmm büyüklüğünü hesaplamanın alışılagelmiş bi­rimi "hide" idi. Bu birim yörelere göre değişmekteydi, ama genellikle 120 "acre" (527 dönüm) olarak hesap ediliyordu.30 Anglosakson döne­minde toprak ne satılabiliyor, ne de başka birine aktarılabiliyordu.31 Toprak erkek çocuklara kalıyor, onlar da bunu ortaklaşa ekip biçiyor ya da eşit bir biçimde bölüşüyordu. Bu, Kent'de uygulanmış olan "ga­velkind" (kalıtın erkek çocuklar arasında eşit olarak bölüştürülmesi) kuralıdır.32 Ancak, tek bir parçadan oluşmaz bölüştürülen toprak. Onu oluşturan dilimler değişik "shot'Tara dağılmıştır; öyle ki, her kalıtçıya değişik nitelikte topraklardan pay düşer.33

26 The English Village Community, s. 438-41.27 Growth of the Manor, s. 18.28 TheEnglish Village Community, s. 124-25,29 Aynı yerde, s. 2. Seebohm’un “dilim ” ile "acre’’ı özdeşlemesine C.S. Orwin "dilim ”in büyüklüğünün

değiştiği gerekçesiyle karşı çıkmıştır. \The Open Fields (Açık Tarlalar), Oxford, 1938, s. 43]; ama bu “bovate", "carucate” ve “virgate” gibi öteki toprak ölçüleri için de geçerlidir. Orwin "dilim”i, bu ülkede hâlâ yaygın bir biçimde kullanılan kulaklı sabanla işlenen "toprak’Ma özdeşliyor. Bu görüşü kabul etsek bile, "toprak”ın boyutlarının açıklanması gerekiyor; üstelik dilim sistemine Avrupa ve Asya'nın birçok yerinde rastlanm asına karşın, görüldüğü kadarıyla saban kulağının kullanımı Kuzeybatı Avrupa'yla sınırlı. Eski Yunan'da kullanılan sabanın kulağı yoktu: Bkz. Resim 46 ve Resim 47.

30 The English Village Community, s. 49-57; Growth of the Manor, s. 141-44.31 Büyük malikânelerden değil, köylülerin kiraladıkları küçük topraklardan söz ediyorum. Büyük

malikâneler ya da daha çok bunlar üstündeki haklar tümden satılabilir nitelikteydi.32 The Structure of Greek Tribal Society, s. 95; The Indian Village Community, s. 417.33 Growth of the Manor, s. 175-77.

Page 298: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Bede, "hide"ı, ortalama bir ailenin gereksinmeleri için yeterli bir top­rak parçası, terra un'ıus familiae diye tanımlıyor. Bloch'un da belirttiği gibi, Bede bu sözcüğü Latince'deki anlamında kullanmaktaydı:

Bede'in kullandığı sözcüklerin, bize, kurumu ilkel biçimiyle kavrama­mızı sağlayacak anahtarı verdiği kesindir. Burada aklımıza, daha son­raki çağların, evliliğe dayalı küçük ailesi gelmemelidir. Uygarlığımızın şafağındaki kan bağlarının tarihine ilişkin bilgimiz eksik ve yanlış ol­duğundan, başlangıçtaki barınağı "manse" olan kümenin, ortak bir ai­le ocağı çevresinde yaşayan çeşitli kuşaklardan ve aynı soydan gelen çeşitli hanelerden oluşan ataerkil bir aile olduğunu düşünmemiz çok doğaldır.34

Bu ortak haneler bizi gerilere, kıyılarımıza ilk ayak bastıkları sıralar Saksonların örgütlendikleri gerçek ya da düş ürünü ya da her ikisinin iç içe geçtiği akraba kümelerine götürüyor.35 Bunların adları, o pek iyi bildiğimiz Tooting'lerde, Woking'lerde, Epping'lerde ve Hopping'ler- de sürmektedir. Bu adların hepsi de ata adıyla ilintili36 -ingas'a dayan­maktadır ve bu da köyün klan örneğine dayalı bir klan ya da küme ta­rafından kurulmuş olduğunu düşündürmektedir.37

5. Eski Yunan'da Çiftçilik

Kışları yağışlı, yazları kurak geçen bir ülkedir Yunanistan. Alçak yörelerden, yüksek yörelere, güneyden kuzeye gidildikçe büyük öl­çüde artar yağış. Kimi bölgelerde topraktaki humusu sürükleyip gö­türen aşırı bir yağış görülürken, kimi bölgelerde yağış yetersizliği an­cak sulamayla giderilebilir. Sulamanın tarihöncesi dönemde uygulan­makla birlikte ülkenin doğasından dolayı geniş çapta uygulanmadı-

T o p r a k 297

34 M. Bloch, "The Rise of Dependent Cultivation and Seignorial Institutions", Cambridge Economic History, Cilt I, s. 268, 1941. Bloch, "manse" ile "hide"ı bir görüyor.

35 H.M. Chadwick, The Origin o f the English Nation (İngiliz Ulusunun Kökeni), (Cambridge, 1906), s. 303.

36 Growth o f the Manor, s. 140; The English Village Community, s. 346-47.37 Son iki kesimle ilgili kanıtlar, Tacitus’un şöyle çevrilmesi gerektiğini gösteriyor “Her topluluk, kendi

rençperlerinin sayısıyla orantılı bir toprak parçası işgal eder. Bundan sonra topraklar toplumsal statüye göre bölüştürülür. Geniş düzlükler, bölüşümü kolaylaştırır. Tarlalar her yıl değiştirilir ve gene de bir toprak fazlası vardır. Meyva yetiştirerek, otlakları çitle çevirerek ya da sulama yaparak toprağın verimini ve kapsamını arttırma zahmetine bile girmezler."

Page 299: Thomson_Tarih Öncesi Ege

298 TARİHÖNCESİ Eg e

Resim 46. Çift sürme: Attika vazosu

ğını ve tarih çağında da bu konuda önemli gelişmeler sağlanmadığı­nı biliyoruz.38

Toprak iki bölüme ayrılıyor, her yıl bir bölümü ekiliyordu.39 Dör­düncü yüzyıl öncesinde her yıl dönüşümlü ekin ekmenin izlerine rast­lanmıyor. Nadasa bırakma toprağın düzeltilmesi için yeterli olmadı­ğından, nadasın yanı sıra belleme, yakma ve gübreleme de uygulan­maktaydı.40 Belleme killi topraklardaki bağlar için yararlıdır, ancak ta­hıllar için pek o kadar etkili olduğu söylenemez. Yakma yalnızca bir yan önlemdir. Giibrelemeyse Homerik şiirlerde anılmakta, Hesiodos'da hiç geçmemektedir.41 Gübrelemenin en kolay yolu, sığırları nadasa bı-

Resim 47. Çift sürme: Varı’den bir vazo

rakılmış tarlaya salıvermektir; ama üçüncü yüzyılda yalnız bir kez rast­lanan bu yöntem günümüze kalmış çeşitli kira sözleşmelerinde yasak­

38 Eski Yunan'da tarım için bkz. C. Daremberg ve E. Saglio'nun Dictionnaire des antiquitis grecques el romoines' inde (Paris, 1877-1919) A.S. Dorigny, 4.902-10, H. Michell, Economics of Ancient Greece (Eski Yunan'da Ekonomi), (Cambridge, 1940), s. 38-88. Michell hayvancılığı çok güzel anlatıyor, ama toprak kullanımı konusunda bir şey söylemiyor.

39 ilyada, 18. 541 Pi. N. 6. 9-11.40 X. Oec. 16.14-5,18.2.41 Odysseia, (Sander Yayınları, İkinci basım, İstanbul, 1978, Türkçesi: Azra Erhat-A. Kadir), 17. 299.

Page 300: Thomson_Tarih Öncesi Ege

lanmıştır.42 Bu yöntemin pek benimsenmemiş olmasının nedeni, sanı­rız, ekilebilir toprakların bitişiğindeki alçak otlakların genellikle çok kötü nitelikte olmasıdır; söz konusu yöntemin kira sözleşmelerinde ya­saklanmış olmasıysa, tarlaların çevresinin sığırların girmesini engelle­yecek kadar kapatılmadığını düşündürmektedir.

Nadasa bırakılan toprak yeniden ekileceği zaman en az üç kez sü­rülüyordu. Birincisi, ilkyaz mevsiminde bir çift öküzün çektiği bileşik sabanla (pekton arotron) yapılıyordu.43 İkincisi, hasattan sonra yapılı­yordu ve bu kez toprak ilkinin çaprazlamasına sürülüyordu.44 Bunda, daha hızlı oldukları ve karığı daha düz açtıkları için öküzlere yeğlenen katırların çektiği basit saban (autogyon arotron) kullanılıyordu;45 Üçün- cüsüyse, ekim ayında ekimden hemen önce yapılıyordu.46

Yetiştirilen başlıca tahıllar, arpayla buğdaydı. Ekimi hem daha ko­lay, hem de daha eski olan arpa, kölelerin ana besini olagelmişti.47 Ekim ayında, yağmurlar başlar başlamaz ekiliyordu arpa. Buğdaysa, çok faz-

T o p r a k 299

Resim 48. Zeytin hasadı: Attika vazosu

42 Economics of Ancient Greece, s. 54.43 Hesiodos. işler ve Günler, (Hesiodos, Eseri ve Kaynakları, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1977, Ankara,

Türkçesi: Sabahattin Eyuboğlu ve Azra Erhat). 432-33; Odysseia, 13. 32.44 İşler ve Günler, 462; Plinius, NH, 18.178.45 İlyada. 10. 351-53 Odysseia, 8.124; işlerve Günler, 46.46 Attika’da. ekim ayı olan Pyanepsion'un beşinde düzenlenen Proerosia bayramından sonra; Plutarkhos,

M 378 e.47 E. C. Semple, Geography of the Mediterranean Repon (Akdeniz Bölgesinin Coğrafyası), (Londra, 1932),

s. 342-43; C . Thomson. Aeschylus, Oresteia (Aiskhylos. Oresteia), (Cambridge, 1938), 2.109-10.

Page 301: Thomson_Tarih Öncesi Ege

la ya da çok az yağış yüzünden daha başından bozulmaya yatkın ol­duğu için daha büyük bir özen gerektiriyor, dolayısıyla da bütün bir güz sonu boyunca seçmeli aralıklarla ekiliyordu.48

Ekin, yörenin yüksekliğine göre ya mayısta ya da haziranda kaldı­rılıyordu. Ancak harman dövme işi bildiğimiz harman döveniyle ya­pılmıyordu, buğday taşlık bir yerde sığırlara çiğnetiliyordu. Harman elekte (liknon) sallanıp elendikten sonra sepetlere doldurulup rüzgâra savruluyor, rüzgâr çöpü taneden ayırıyordu.

Tahılların geç boy vermesi, bahçeciliğe, özellikle de incir, asma ve zeytine çok daha elverişli olan toprağın niteliğinden ötürüydü. İncir genellikle kölelerin beslenmesinde kullanılmaktaydı. Zeytin gerçi pek az bakımı gerektiriyordu, ama yetişmesi yıllar aldığından yetiştiriciler akınlar ve savaşlar sırasındaki yağmalamalar yüzünden büyük ölçüde ürün yitirebiliyorlardı.49 Gene de, zeytin ve asma bugün olduğu gibi o zamanlar da epeyce kazanç getiriyordu. Minos Knossos'unun olduğu

3 0 0 TARİHÖNCESİ EGE

Resim 49. Kır dansı: İonia vazosu

48 X.oee. 17.4; Thphr. HP. 8 .6 .1 .49 Geography o f the Mediterranean Region, s. 394,434; W.E. Heitland, Agricola. (Cambridge, 1921), s. 104.

Page 302: Thomson_Tarih Öncesi Ege

gibi demokratik Atina'nın da başlıca dışsatım ürünleri zeytinyağı ve şaraptı; içteki tahıl yetersizliği, deniz tecimiyle giderilmekteydi. Bes­belli, Thessalia, Elis ve Lakonia gibi buğday ürünü bakımından en ve­rimli bölgeler siyasal açıdan uzun bir süre geri kaldılar.

Ülkenin çoğu yöresinde düzdeki otlaklar yalnızca koyunlar, keçiler ve domuzlar için elverişlidir. Büyükbaş hayvanlar yaz boyunca dağ­larda otlar; yük hayvanlarıysa bütün bir yıl ahırlarda beslenmek zo­rundadır. İyi otlak az olduğu için inek sütünün niteliği düşüktür; pey­nir daha çok koyun ve keçi sütünden yapılır. Koyun yetiştirilen başlı­ca bölgeler Thessalia, Boiotia, Korinthos İsthmos'u ve Anadolu kıyısı­nın ardında kalan bölgeydi.

6. Günümüz Yunanistan'ında Toprak Kullanımı

Yukarıda kısaca özetlediğimiz çiftçilik biçimi bugün de Yunan köy­lülüğü arasında pek az bir değişiklikle sürmektedir. Bu nedenle, günü­müz Yunanistan'ındaki toprak sistemine, özellikle daha geri bölgeler­de varlığını koruyan eski biçimlere bir göz atmakta yarar var.50

Bugün köylülüğün büyük bir bölümü Amerika'dadır. Solon zama­nında olduğu gibi, gene yoksulluktur onları yurtlarından söküp atan. Kalanların birçoğuysa nerdeyse birkaç dönüm toprakla ayakta durma­ya çalışmaktadır. Toprak parçaları birçok yörede kesintili ve aralıklı­dır; bunların bir zamanlar dilimler biçiminde düzenlendiğini göster­mektedir bu da. Köylüler ayrı ayrı malikânelerde değil, köylerde bir arada oturmaktadırlar. Toprak sahibi vasiyetname bırakmadan ölürse, toprak parçası çocuklar ya da bir sonraki en yakın akrabalar arasında eşit bir biçimde paylaşılmaktadır, ancak kalıt bırakan kişi eşit payla­şımdan sonra dolaysız kalıtçıların her birine kalacak kadar kalıttan faz­lasını bırakamamaktadır. Kalıtçılar arasında bölüşüm isteğe bağlıdır. Çoğu zaman toprağa ortaklaşa sahip olmayı kararlaştırırlar. Gerçi bu ortak aile toprakları sistemi bugün nerdeyse ortadan kalkmıştır, ama geçen yüzyılda hâlâ varlığını sürdürmekteydi; nitekim Ansted'in İonia Adaları'yla ilgili yazısı (1863) bize bu konuda değerli bilgiler sunmak­tadır. Baba öldüğünde oğullar ve kızlar malikâneden eşit pay alıyor, ama bir kural olarak onu bölmüyorlardı. Gençseler, evlilik ya da bir

T o p r a k 301

50 Bu konunun Bizans'daki toprak kullanımıyla bağıntılı olarak incelenmesi gerekir. Özellikle bkz. W. Ashburner, "The Farmer's Law" ("Çiftçi Hukuku"), Journal of Hellenic Studies, 32, 70.

Page 303: Thomson_Tarih Öncesi Ege

uğraş nedeniyle oradan ayrılmak zorunda kalıncaya kadar birlikte otur­mayı sürdürüyorlardı. Kız kardeşler, evlendiklerinde, paylarına düşen kalıt kadar çeyiz alıyorlardı. Erkek kardeşlerden kimilerinin başka yer­lere gittiği, başka yollardan geçimini sağladığı oluyordu; ama hangi kaynaktan elde edilmiş olursa olsun gelirlerinin tümünü, babadan ka­lan malikâneye dayanan aile anaparasına katmayı sürdürüyorlardı. Ge­nellikle erkek kardeşlerden biri evde kalarak çiftlik işlerini çekip çevi­riyor, biri de çiftlik ürünlerinin satıcısı olarak en yakın kente yerleşi­yordu. Ötekilerse öğretmen ya da avukat olabiliyordu. Ama hepsinin geliri bir araya toplanıyor, yapılan bütün işlerin sıkı sıkıya hesabı tu­tuluyordu. Erkek kardeşlerden biri öldüğünde, onun payı çocuklarına kalıyor, onun kız çocukları büyüyüp evlendiklerinde ortak anapara­dan kendilerine düşen payı çeyiz olarak alıyorlardı; bu pay verilirken, kız çocukların babalarının geliri göz önüne alınmıyordu.51

Ansted'in Santa Mavra'da (Leukas) ve bir ölçüde de Kephalonnia ve Zante'de (Zakynthos) karşılaştığı sistem buydu. Eski Atina oikos'una şaşılacak kadar benzemektedir bu sistem. Tek önemli ayrım, eskiçağ­da ortak mülkiyetin dördüncü kuşakla sınırlandırılmış olmasıdır.

7. Eski Yunan'da Açık Tarla Sistemi

Bugünkü Yunanistan'daki ortak aile, anamalcılık öncesi dönemin ayrıksı bir kalıntısıdır yalnızca. Oysa eski oikos o dönemin toplum ya­şamının ayrılmaz bir parçasıydı. Kent-devleti, o/Tcos'lardan oluşan bir topluluktu. Aile malikânesinin sahipliği, kentin kurucularından biri­nin soyundan geçiyor ve yurttaşlık haklarını da yanmda getiriyordu. Atina gibi tecimin egemen olduğu kentlerde, bu eski ayrıcalıklar bü­yük ölçüde ortadan kalkmıştı gerçi, ama Sparta'da başlangıçtaki ayrı­calıklar kesinlikle unutulmuş değildi32 ve sanırız denizaşırı kolonile­rin birçoğunda da anımsanmaktaydı. Atina'da bile bir yabancıya yurt­taşlık haklan verilmesi demek, uygulamada, onun bir kabileye, fratri- ye ya da bucağa alınması53 ve kimi zaman da ev ve toprak sahibi ya­

302 TARİHÖNCESİ EGE

sı D.T. Ansted, The Ionian Islands (İonia Adaları), (Londra, 1863), s. 199-201. H iç kuşkusuz, bu hane tipinin doğrudan doğruya oikos’dan geldiğini söylemek doğru olmaz, ama her şeye karşın bu konuda aydınlatıcıdır; Yugoslavlardaki zadruga ile bağıntılı olabilir; O. Lodge, Peasant Life in Jugoslavia (Yugoslavya’da Köylü Yaşamı), (Londra. 1941). s. 92-11.

52 Held, Pont. RP. 2. 7.53 S/C. 162,175, 40, 226. 16, 310. 21. 312. 30, 353. 5, 531. 30, 543.

Page 304: Thomson_Tarih Öncesi Ege

T o p r a k 303

pılması54 demekti; ancak böylelikle topluluğun gerçek bir üyesi duru­muna gelebiliyordu. Atina mahkemelerinde, bir kimsenin, ölen mülk sahibinin akrabası olduğunu savunarak bir mülkte hak ileri sürdüğü­ne rastlanır da/5 alım satımla ilgili toprak anlaşmazlıklarına hiçbir za­man rastlanmaz:

Hak ileri sürme, her zaman, daha önceki mülk sahibiyle kan bağının ya da evlat edinme yoluyla yakm akrabalığın bulunduğunun kanıtlanma­sıyla sonuçlanır. Kalıt alma hakkı da, gerekli akrabalık ilişkisinin kabul edilmesinden sonra tartışılmaz bir biçimde tanınır.56

Elbette, malikânelerin hiç alınıp satılmadığı anlamına gelmiyordu bu. Ama bir para ekonomisinin var olduğu Atina'da bile, akrabalık sav­ları göz önüne alınmaksızın bir mülkün resmen devredilmesi söz ko­nusu olamazdı. Öteki kentlerde de, doğuştan geçen malikânelerin baş­kasına bırakılması açıkça yasadışı sayılmaktaydı.57

Demek, kent-devleti, ortak ailelerin bir birliği olarak doğmuştu. Bu ailelerden her biri, kentin kurucularından birinin kalıt bıraktığı bir top­rak parçasının değişmez sahibiydi. O toprak parçası aileyle aynı za­manda oluşmuştu. Kimi topraklar sonradan bölünmüştü, ama ancak o toprağın sahibi olan ailenin de bölündüğü durumlarda. Aile, üstünde yaşadığı toprağa bağlıydı. Böyle olduğuna göre, toprak parçalarının nasıl bölüşüldüğünü olabildiğince saptamak bize kalıyor.

Bu yönde belli bir yere varmış bulunuyoruz. Attika'daki bucakla­rın, başlangıçta, tıpkı Anglosaksonların "ing'Teri ve "ham"leri gibi klan yerleşim merkezleri olarak kurulduğunu belirtmiştik. Oikos'la ilgili ar­dıllık kuralının, Anglosaksonlar'daki "gavelkind" yasasına uygun düş­tüğünü de göstermiştik. Eski İngiliz toprak sisteminin salt bu ülkeye özgü bir sistem olmadığını da akıldan çıkarmamalıyız kuşkusuz. Bu sistemin benzer biçimleri Avrupa'nın her yerinde, Hindistan'da, Çin'de, Orta Amerika'da, Güney Amerika'da da karşımıza çıkmaktadır.58 Ger­

54 H .C . Lolling, "Inschriften von Hellespont", Mitteilungen des deutschen archaologischen Instituts: Athenische Abteilung. 9. 60.

55 Is. 1.17.56 The Structure o f Greek Tribal Society, s. 83.57 Aristoteles, Politika, 1319a. 9; Held. Pont. Rp. 2. 7.58 The English Village Community, s. 186-206, 214-62, 336-88; W.F. Skene, Celtic Scotland (Kelt iskoçyası),

(İkinci basım, Edinburgh, 1908), 3. 139; M.M. Kovalevsky, Tableau des origines de Revolution de la jamille et de la propriitt. (Stockholm, 1890), s. 162-70; ICA. Wittfogel, Wirtschaft und Gesellschaft Chinas, (Leipzig, 1931), 5. 348-409; Native Races o f the Pacific States of North America, Z 226; |.E.

Page 305: Thomson_Tarih Öncesi Ege

3 0 4 TARİHÖNCESİ EGE

çekte ilkel köy topluluğuna özgü bir sistemdir bu59 ve Eski Yunan'da- ki toprak kullanım sistemine kafamızda belli bir örnekle yaklaşacak­sak göz önüne alacağımız kurum bu olmalıdır, yoksa yirminci yüzyıl­da keyif için çiftlik işleten beyzadelerin sınır kavgaları değil.

Demokrasi yönetimindeki Atina'da hem işsizliği azaltmak, hem de stratejik noktalan güvenlik altına almak için sürekli bir siyaset izlenir, yoksul yurttaşlar denizaşırı ülkelerde ele geçirilen yerlere yerleştirilir­di.60 Ayrılan topraklar yurttaşların sayısı kadar parçaya eşit bir biçim­de bölünür, sonra da kura çekilerek dağıtılırdı. Koloniye yerleşenlerin kendilerine verilen topraklarda oturmaları istenirdi ama, bir kural ola­rak bunlar toprağı kendileri işlemezlerdi. Toprak, yıllık bir kira ödeye­rek uğraşlarını sürdürebilen yerli mal sahiplerince işlenirdi. Bu kleroukhiai ya da "kura topraklarT'nın en iyi bilineni, İ.Ö. 427-426 yılla­rında Lesbos'da yer alan ekim alanıdır. Bu tarihten bir yıl önce, Methy- mna kenti dışında Lesbos Adası halkı Atina yönetimine başkaldırmış- tı. Ayaklanmanın önderleri idam edildi ve Thukydides'in anlattığı gi­bi Lesbos Adası bütünüyle bir ekim alanına dönüştürüldü:

Toprakları, Methymna'nm topraklan dışında, üç bin parsele bölündü.Bu parsellerin üç yüzü tanrılara ayrıldı. Gerisi kurayla Atina'lı kolon­lara dağıtıldı. Lesbos'lular her yıl parsel başına iki minos vergi ödeme­ye ve toprakları kendileri işlemeye söz verdiler.61

Bu parseller eşit değerdeydi. Düzenin doğasında var olan bir şeydi bu; kiranın her parsel için aynı oluşuyla da kanıtlanmaktaydı. Yerli halk topraklarında kaldı. Peki, topraklar kurayla Atinalı kolonlar arasında nasıl bölüştürüldü öyleyse? Genellikle varsayıldığı gibi, ada daha önce modern anamalcı çiftlikler gibi çevreleri kapatılmış ve birbirinden ayrıl­mış toprak mülkleri biçiminde işlenmiş olsaydı, bu toprak mülklerinin büyüklükleri birbirinden çok farklı olurdu. Dolayısıyla da, yerli ayrıca­lıkları kesin bir biçimde yeniden düzenlenmeksizin bu toprakları eşit par­sellere bölmek olanaksızlaşırdı. Ama Thukydides'e göre böyle yapılma­mıştı. Bir başka yolsa, kirayı çiftliğin büyüklüğüne göre belirlemek ve geliri kura çekenler arasında bölüştürmek olabilirdi. Ama böyle bir yol

Thompson. Archaeology of South America (Güney Amerika'nın Arkeolojisi), (Chicago, 1936), s. 49.59 The Structure o f Greek Tribal Society, s. 88.60 G.B. Grundy, Thucydides and the History of His Age (Thukydides ve Çağının Tarihi), (Londra, 1911).

s. 177-78, 201.61 Thukydides. Peloponnesos Savaşı, (Hürriyet Yayınları, İstanbul, 1976, Türkçesi: Tanju Gökçöl), 3.50.

Page 306: Thomson_Tarih Öncesi Ege

T o p r a k 305

da tutulmamıştır. Bu durumun gereklerine uygun düşen koşullar, ilkel Köy topluluğunun koşullarıdır yalnızca. Dlimler biçimindeki bir bölü­şüm birimiyle, var olan topraklan bozmakuzın farklı büyüklükteki top­rak parçalarını birleştirmek ya da eşit parsellerle bölüştürmek olanaklı olabilirdi. Her köy yöresi belli sayıda parsele ayrılabilir, borçları paylaş­ma işi Hindistan'da olduğu gibi köylülerir kendilerine bırakılabilirdi.

Bu sonuç, çıkarımları bakımından o denli geniş kapsamlıdır ki, göz­lerinden kaçmış gibi görünen bir soruna tarihçilerin dikkatini çekme­nin ötesinde bu noktada diretmenin bir anlamı olmayacaktır. Ama bu sorundan doğan bir iki düşünce vardır ki burada rahatlıkla sözü edi­lebilir. Lesbos'daki yöntemin olağandışı olduğunu düşünmemiz için hiçbir neden yoktur. Lesbos'dakinden selsen yıl önce (İ.Ö. 506) Khal- kis'deki (Euboia) tarımda bir ikinci örneje rastlamaktayız.62 Khalkis örneğinde parsellerin sayısı dört bindi. Söıiinü ettiğimiz dönemde Eu- boia'nın toprak sahibi soyluları hâlâ yönetimdeydi ve işte Atmalılar toprağı işleyen rençberlerin yerine değil,bu toprak sahibi soyluların yerine geçtiler. Euboia Adası'ndaki topraksahipleri Attika'daki toprak sahiplerinden daha uzun süre korumuşlcrdı varlıklarını, çünkü kolo­nilere yayılma olayı Euboia'daki toprak sıvaşımım yumuşatmıştı. Bu da, eğer kolonileşme olanağı sözkonusuysa, ilkel bir toprak sisteminin hızlı bir tecimsel gelişmeyle bir arada varolabileceğinin rahatlıkla dü­şünülebileceğini gösteriyor. Doğru, Lestos'da demokratik akım çok daha önceleri başlamıştır; ama öte yandaı da, altıncı yüzyılda Pers is- tilasmca durdurulmuştur bu demokratikakım.63

Büyük çiftlikler, Lesbos'lu çiftçileri kira ödeyen köylüler durumuna düşürdü. Daha başından vergiye bağlanmş bir köylülük temeli üstün­de kurulmuş olan öteki Yunan devletlerinle de aynı sorun ortaya çık­maktadır. Dor'lar, Sparta'yı ele geçirdiklerinde, ülke halkını yerinden yurdundan etmediler, eski köylerinde otırmalarına izin verdiler onla­rın.64 Buna karşılık, toprakları, alınıp satılnayan aile malikânelerine bö­lerek paylaştılar; bu toprakları Dor'lar içiı işleyen yerliler ürünün ya­rısını onlara vermek zorundaydılar.65 Htm bu malikâneler eşitti; bir

62 Herodot Tarihi, (Remzi Kitabevi, İstanbul, 1973, Türlçesi: Müntekim öktem , Yunanca aslıyla karşılaştıran ve sunan; Azra Erhat), 5. 77, 6.100.

63 Elimizde Lesbos'dan (Roma dönemi) birçok yazıt var. 61 yazıtlarda çiftliklerin ne kadarında tahıl, zeytin ağacı, bağ ve çayır bulunduğunu gösteren listele veriliyor ve çiftliklerin büyüklüğü epeyce değişkenlik gösteriyor; IG. 12. 2. 33-7.

64 Titus Livius. 34. 27.65 Held. Pont. RP. 2. T. Aristoteles, Politika, 1270a; Tyrt. 5.

Page 307: Thomson_Tarih Öncesi Ege

3 o 6 T a r i h ö n c e s i E g e

başka deyişle büyüklükleri daha başından, ortak aşlara yapacakları kat­kıyı bu malikânelerden sağlamak zorunda olan sahiplerinin gereksin­melerine göre düzenlenmişti.66 Ne var ki, beşinci yüzyılda Lesbos'da- ki durum ne olursa olsun, on birinci yüzyıl Sparta'smda toprağa yay­gın bir biçimde elkonulnıuş olamayacağı açıktır. Demek ki, burada da, toprakların yerlilerde kalmış olması, yeni toprak parçalarının dilim sis­temi temelinde bölüşülmüş olduğunun bir belirtisidir. Daha bu erken tarihte fetihlerle durulan Sparta soyluluğu, değişikliğe karşı direnme­de olağanüstü başarılıydı. Sparta soyluluğunun ilkel niteliğinin bir baş­ka kanıtını da, kentin görünüşü gözler önüne sermektedir. Sparta, Thukydides zamanında bile hiçbir zaman tam anlamıyla bir kent de­ğildi, bir komşu köyler topluluğuydu.67 Bu gelişmemiş, eksik kentleş­menin, ilkel köy komününde görülen kabile yaşayışıyla iç içe geçmiş olması da, duruma ilişkin genel varsayımlarla uygunluk içindedir.

Herodotos, geometri biliminin kökenini şöyle açıklıyor:

Kral Sesostris bütün topraklan Mısırlılar arasında bölüştürmüş, herke­sin payına aynı ölçüde toprak düşmüştür; her toprak sahibi yılda bir ve belli zamanda kira gibi bir şey ödüyor, kral da kendisine bu yoldan bir gelir sağlamış oluyordu. İrmak bunlardan birinin toprağım yerse, o adam gidip krala durumu anlatıyor, bunun üzerine Sesostris adamla­rım gönderip toprağı ölçtürüyor, ne kadarının eksildiği saptanıyor ve köylü vergisini o ölçüde eksik ödüyordu; bana öyle gelir ki, sonradan Yunanistan'a da geçmiş olan geometrinin kökeni budur.68

Yunanlılar bu konuda Mısır'a Herodotos'un öne sürdüğü ölçüde dolaysızca borçlu olmayabilirler, ama gene de Herodotos'un69 belirtti­ği ana nokta sözcüğün kendisince kanıtlanmaktadır. Geometrinin çı­kış noktası, toprağı bölüştürme gereksinmesiydi.

Batı Avrupa'nın "acre", "Journel" ve "Morgen" gibi toprak ölçüleri­nin nasıl dilimin boyutlarından kaynaklandığını görmüştük. Yunan di­linde de, Yunan diliminin boyutlarını bulmamıza yarayacak benzeşik bir terim vardır.

Homeros'da bir toprak ölçüsü olarak kullanılan gı/es sözcüğü, ger­çekte "saban-ağacı" demektir. Bu sözcük, ülkenin kimi yörelerinde bu­

66 Plutarkhos, Lyc. 8; Polybius. 6. 45. 3.67 Peloponnesos Savaşı, 1. 10. 2.68 Herodot Tarihi, 2. 109, 1. 66. 2.69 ilyada, 9,579; Odysseia, 7. 113, 18. 374.

Page 308: Thomson_Tarih Öncesi Ege

T o p r a k 307

gün bile rastlanabilen, yalnızca çatallı bir daldan oluşan ilkel saban için de kullanılmıştır. Ridgeway'e dayanarak, bir ölçü olarak gyes'in baş­langıçta bir saban-döniimü, yani belli bir süre içinde sabanla sürülebi- len toprak parçası anlamına geldiği sonucunu çıkarabiliriz. Sanırız bu süre bir gün boyuydu, çünkü Homeros'un "akşam" anlamında kullan­dığı sözcüklerden biri de boıılytos, başka bir deyişle "öküzlerin çözül­düğü saattir.70

Eski yorumcular, gyes'in bir Plethron'a eşdeğer olduğunu söylüyor­lar.71 30,5 metreye eşit bir uzunluk ölçüşüydü bu.72 Demek ki, gyes, bir yanı 30,5 metre uzunluğunda olan bir saban-dönümüydü. Ama hangi yanı? Homeros'da ourorı diye bir toprak ölçüsü daha geçer. Bir "öküz ouron'u" ve bir de "katır ouron'u" deyimleriyle karşılaşırız. Bunlardan İkincisi daha uzundur.73 Bu sözcük, bir olasılıkla, oııreus, "katır" ve La­tince'deki urvum, "saban-kuyruğu" sözcükleriyle bağıntılı olan ouros, "sınır" sözcüğünün heteroklit bir biçimidir.74 Yorumcular, "katır ouro- ıı»"nu, "bir katırın bir atılımda sabanla sürebileceği toprak parçası" olarak açıklıyorlar.75 Yani "bir plethron'dur" diyorlar. Bundan da, gyes ile ouron'un bir oldukları anlaşılıyor. Karıklar boyunca 30,5 metre tu­tan saban-dönümüdür bunlar.

"Karığın uzunluğu konusunda elimizde tek bir ipucu var. Bütün ül­kelerde uzunluk ölçüsü birimlerinin genellikle toprağın işlenmesinden doğduğunu anımsayarak, Yunanca'da 6plethra'mn 1 stadion, yani 183 metre olduğunu belirtelim. Stadion alışılagelmiş uzunluk ölçüşüydü, ni­tekim stadyum ya da yarış alanı sözcüğü de buradan geliyordu. OIympia'daki ve başka yerlerdeki bütün koşu alanları 183 metre uzun- luğundaydı.76 Ancak, Argos Dorcasmda sözcük stadion değil,spadion bi­çimindedir. Sesçil değişkeler değildir bunlar, farklı sözcüklerdir. Her iki­si de karığın uzunluğuna uygun düşen tanımlardır, çünkü sta "dur" de­mektir, spıı ise "çek" anlamına gelir; burada, öküzün ya da katırın durup geriye dönünceye kadar sabanı çektiği uzunluk dile getirilmektedir. De­mek ki, Yunanca'daki stadion, İngilizce'de "bir karık uzunluğunda" de­mek olan furlong ile aynı kökenden gelen bir birimdir. Bu varsayım, Yu­

70 İlyada, 16. 779; Odysseia, 9. 58.71 İlyoda. 9. 579.72 İlyada, 21. 407; Odysseia, 11. 577.73 İlyada. 10. 351-53; Odysseia, 8.124-25.74 E. Boisaq, Dictionnaire dtimologique de la langue grecave. (Üçüncü basım, Paris, 1938).75 ilyada, 10. 351.76 A. Pauly ve G. Wissowa, Realencyclopadie der KlassischenAltertumswissenschaft, (Stuttgart, 1894-1937),

2.5.1969.

Page 309: Thomson_Tarih Öncesi Ege

nan koşu alanının genişliğinin genellikle 30,5 metre kadar olduğunu öğ­rendiğimizde doğrulanmaktadır.77 Başlangıçta, koşu alanı bir dilimdi.

Şimdi dilerseniz, konudan bu uzun ama yararlı kopuştan sonra ye­niden işe başladığımız Homeros ahntısına dönelim:

T arlaları o rtak iki ad am d ı sanki bunlar,ellerinde ölçü vardı sanki,sınırı çizm ek için çekişm edeydiler.Hiçbiri gözden çıkarmıyordu eşit payını.İşte onlar, bir duvarla birbirlerinden ayn, gelmişlerdi böyle göğüs göğüse.78

Dilimin genişliği olarak oııron, çitten çite olan uzunluktu. Eski Yu- nan'da çit bir dizi taştan (ouroi) oluşuyordu; tıpkı bugün bile Filistin'de rastlanabileceği gibi, tıpkı İsrailoğulları komşularının smırtaşına do­kunmamaları için uyarıldıkları zamanlar olduğu gibi.79 Böylece, dili­min genişliği anlamına gelen oııron ile bir dilimi ötekinden ayıran taş dizisi anlamına gelen ouros arasındaki ilinti açıklanmış oluyor. Söz ko­nusu taş dizisi de, İlyada destanında Akha'larla Troya'lıların üstünde göğüs göğüse geldikleri alçak duvarı açıklığa kavuşturuyor. Karşılaş­tırma yerindedir. Benzetmedeki iki adam, açık tarlalardan birinde ken­dilerine ayrılan paylarını ölçmektedir. Tarla pek o kadar büyük bir tar­la değildir; belki de daha o sıralar özel çitler çekilmiştir bile. Dolayısıy­la, iki adam paylarını eksiksiz alabilmek için çekişmektedirler. Ama tarlanın sahibi değildirler. Salt kullanım amacıyla bölüşmektedirler tar­layı. Aynı tarla belki bir gün yeniden bölüşüİecektir. İşte bu yüzden, "ortak" diye söz edilmektedir tarladan. İlkel ortaklaşmacılığm bu stir- dürücülerinin bağlı oldukları köy komününün ortaklaşa sahip olduğu bu "ortak" tarla o döneme hiç yabancı değildir.

8. Toprağın Yeniden Bölüşülmesi

İlyada ve Odysseia'run son biçimlerini aldıkları dönemde, tarlanın za­man zaman yeniden bölüşülmesi alışkısı büyük bir olasılıkla yitnıek-

3 0 8 TARİHÖNCESİ EGE

77 Aynı yerde.78 İlyada, 12. 421-25.79 İlyada, 21. 403-05: Deut. 19. 14.

Page 310: Thomson_Tarih Öncesi Ege

teydi. Ne var ki, Homeros'un bize her şeyi anlatmak gibi bir amacı yok­tur, onun için birtakım sonuçlar çıkarmadan önce kanıtları gözden ge­çirmemiz yararlı olacaktır.

Altıncı yüzyıl başlarında, Attika'nın kırsal bölgeleri hoşnutsuzluk ve tedirginlikle kaynarken, Solon birtakım tarım reformları çıkardı. Gerçi bu reformlar bunalımı geçici olarak giderdi, ama köylülerin gön­lünü kandıramadı. Çünkü köylüler "toprağın yeniden bölüştürülme­sini" istemişlerdi.80 Gerçekte, böyle bir işlem, Libya kıyılarında bir Yu­nan kolonisi olan Kyrene'de uygulanmıştı. Altıncı yüzyılda anayurt­tan gönderilen yeni yerleşmeciler "toprağın yeniden bölüştürülmesi- ne" katılmaya çağrılmış, bu temel üstünde yeni gelenlerin de içinde bu­lunduğu bütün halk, kralın başrahiplik payı olarak birtakım özel ma­likânelerin bir yana ayrılmasından sonra, üç kabileye bölünmüştü.81

Çoğunun yorumunun tersine, Attika köylülerinin isteği devrimci bir istek değildi, kutsal özel mülkiyet haklarına karşı yıkıcı bir meydan okuma değildi. Karşı-devrimci bir istekti; eski komünal hakların kut­sallığını ayaklar altına alan toprağa elkoymaya karşı bir protestoydu. Geleceğe yönelik değil, geçmişe yönelik bir istekti. Yeniden bölüşüm ilkesi, Kyrene örneğinde gördüğümüz gibi, hâlâ yürürlükteydi. Bu il­kenin bir zamanlar dönemsel olduğunu göstermek kalıyor geriye.

Yunanlılar bu uygulamanın hiç de yabancısı sayılmazlardı. Strabon, Dalmaçyalıların toprağı her sekiz yılda bir yeniden parsellediklerini söylev.82 Diodoros da, bu uygulamanın Ispanya'daki VaccaeTer arasın­da her yıl yerine getirildiğini anlatır:

Vaccae'ler toprağı her yıl bölüşürler; her biri, ortak mal sayılan ürün­den pay alır. Elkoymanın cezası ölümdür.83

Altıncı yüzyıl başlarında, Rodos ve Knidos'dan bir Dor topluluğu Sicilya'ya doğru yola çıktı. Amaçları Lilybaion'da bir koloni kurmak­tı, gel gör ki Fenike'lilerce geri püskürtüldüler. Daha sonra yelkenlile­riyle Liparai Adaları'na giderek oranın yerli halkıyla güçlerini birleş­tirdiler. Öykünün bundan sonrasmı Diodoros'un ağzından dinleyelim:

T o p r a k 309

80 Aristoteles. Ath. 11. 2. İ.Ö. beşinci yüzyılda, Sicilya'da bir kent olan Leontinoi'da halk toprakların yeniden bölüşülmesini istemişti; Peloponnesos Savaşı, 5. 4. 2.

81 Herodot Tarihi, 4.159-61; Peloponnesos Savaşı, 8. 21.82 Strabon, 315.83 D.S. 5. 34; Nic. Dam. 126.

Page 311: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Lipara'da iyi karşılanan yerleşmeciler, toprağı yerli halkla paylaşmaya razı oldular... Bir zaman sonra, Etrüsk korsanlarının saldırıları karşısın­da, bir donatıma kurmak ve uğraşlarını bölmek zorunda kaldılar. Bir bölüğü toprakları ortaklaşa işlemeyi sürdürürken, bir bölüğü de kor­sanlara karşı savunmayı örgütledi. Mülkiyet ortaktı, yemekleri de or­taklaşa yiyorlardı. Bu komünal yaşamı bir süre sürdürdükten sonra, kentin de bulunduğu Lipara'yı bölüştüler, ama öteki adalardaki top­rakları ortaklaşa işlemekten vazgeçmediler. En sonundaysa, bütün ada­ları yirmi yıllık dönemler için bölüştüler; her dönemin bitiminde top­rağı yeniden parselliyorlardı. Denizlerde Etrüsklere karşı birçok utku kazandılar, ele geçirdikleri savaş vurgunlarından Delphoi'a sayısız de­ğerli armağan gönderdiler.84

Diodoros, istediğimizden de fazlasını anlatıyor bize. Bir Yunan kent- devletindeki dönemsel yeniden bölüşüm sisteminin sözünü etmekle kalmıyor, aynı zamanda toprakların geçici bir bölüşme bile olmaksızın köy komünlerince sahiplenildiği ve işlendiği daha da eski bir evreye götürüyor bizi.

Okuyucu, günümüz tarihçilerinin, özellikle de köle kafalı Esmein'i suçlayışı hâlâ belleklerden çıkmayan Toutain'in, Diodoros'un bu söz­lerini başka türlü yorumlamayı nasıl becerdiğini sorabilir. Gerçekte, Toutain'in tek yaptığı, Diodoros'un bu yazdıklarmdan hiç söz etmeme cüretini göstermesidir. Cambridge Ancient History'deki yazar da bizi Yu­nanların Diodoros'un tanımladığı evreyi çoktan geride bırakmış olduk­larına inandırmaya çalışırken, aynı şeyi yapıyor. Anlaşılan, Cambridge Ancient History yazarı da, Toutaiıı de, bu sorunun Guiraud'nun hâlâ konuyla ilgili temel yapıt sayılan La propriete fonciere en Grece'inde tüm­den çözülmüş olduğuna inanıyorlardı. Toutain, Guiraud'nun "gayret ve vuzuh"undan sık sık söz eder ya! Alın size "gayret ve vuzuh":

Diodoros'un Liparai Adaları'nda tarımın ortaklaşa olduğu konusunda anlattıklarını sorgulamamız için bir neden yoktur. Onun anlattığının tek su götürür yanı, bu sistemin benimsenmesine yakıştırılan güdüdür. Son olarak Theodore Reinach, Livius'dan bir alıntıya dayanarak Liparai Adası halkının da tıpkı Etrüskler gibi korsan olduğunu ortaya koymuş­tur. Durum böyle olunca, ada halkının ortaklaşmacılığınm geçmişin bir kalıntısı olmak şöyle dursun, belirli bir amaç için yaratılmış yapay bir

310 TARİHÖNCESİ EGE

84 D.S. 5.9.

Page 312: Thomson_Tarih Öncesi Ege

T o p r a k 311

düzen old u ğu n u an lam ak g ü ç olm asa gerek. B urada hiçbir siyasal ya da top lu m sal ilke söz k onu su değild ir. Bu ad alılar bir eşkiya çetesine en uygun k urum lan benim sem işlerdir, hepsi o kadar... Üstelik in san oğ- lunda çok güçlü olan özel m ü lk iyet tutkusu çok g eçm ed en bu d ü zen in bozulm asına yol açm ıştır. En g eç beşinci yüzyıl içinde, h iç k uşk u su z bi­ricik su rla çevrelenm iş ve yaşan ılır ad a olan ana ad ayı b ölü şm eye baş­lam ışlardır. Ö teki ad alarsa o ld u ğu gibi bırakılm ıştır.85

"Siyasal ve toplumsal ilkeler"e geçmeden önce olgulara bir göz ata­lım. Aslında, düzene bir güdü yakıştırdığı yoktur Diodoros'un. Bunu yapan, Guiraud'nun kendisidir. Ana adanın ne zaman bölüşüldüğünü gösterir hiçbir belirti yoktur ortada. Diodoros, anlaşılan, öteki adalar­dan hiç değilse kimilerinde insanların oturduğu kanısındadır ve bu ko­nuda sözüne güvenebileceğimiz ikinci bir yetkili olan Strabon da Di­odoros'un bu kanısına katılmaktadır. Strabon sekiz adanın adını an­makta ve bunlardan yalnızca ikisinde yaşanılmadığını söylemektedir.86 Dolayısıyla, Guiraud'nun bu bölümle ilgili yorumu, bölümün kendi­siyle çelişmektedir. Mos erat civitatis vehıt publico latrocinio partam prae- dam divide re.57 "Görenekleri, bir tür ortaklaşa eşkiyalıkla elde edilen vurgunlan bölüşmekti." Bu Yunan ortaklaşmacıları hiç değilse tutar­lıydılar. Dinibütün bir davranışla tanrılara bir armağan sunduktan son­ra, kalanı kendi aralarında paylaşıyorlardı. Taşınır ya da taşınmaz mal­lar, bir yerden edinilmiş ya da kalıt kalmış bütün mülkler ortaklaşay- dı. İlkel ortaklaşmacılık bütün öğeleriyle ortada.

Olguları gözler önüne serdiğimize göre, şimdi de ilkeleri inceleyebi­liriz. Yurtları dışmda bir soyguncudan başka bir şey olmayan bu adalı­lar, doğaldır ki yurt içinde tıpkı Sir John Sinclair gibi Guiraud'nun da uygarlığın denektaşı olarak gördüğü özel mülkiyete saygıyı geliştire­memişlerdi. Ama kurumlarınm hiçbir "siyasal ya da toplumsal ilke" içermediğini varsaymak, doğrusu biraz acelecilik olur. Eğer bu ilkesiz adalılar korsan idiyseler, o zaman Etriiskler, Kartacalılar, Fenike'liler, Karia'lılar,88 dahası Yunanlılar da içinde olmak üzere bütün eski deniz­ci halklar da korsanlık yapma fırsatım hiçbir zaman kaçırmamışlardı.89

85 P. Guiraud, La propriitifonciire en Grice, (Paris, 1893), s. 13-14.86 Strabon, 275-77; Peloponnesos Savaşı, 3. 88. 2; Pausanias 10. 11. 14. Yıl boyunca sürekli yaşanılan

tek ada, ana adaydı.87 Titus Livius, s. 28.88 D.S. 5. 9; Polybius, 3. 24. 4; Peloponnesos Savaşı, 1.4. 7-8; Odysseia, 15.415-84.89 Herodot Tarihi, 1.166, 6.17; Peloponnesos Savaşı, 1. 5; D. 50.17; Lycurg. Leo. 18.

Page 313: Thomson_Tarih Öncesi Ege

312 TA RİH Ö N C ESİ EGE

İlyada'mn ve Odysseia'nın Akha'lı kahramanlan da korsandılar ve bun­dan onur duyuyorlardı.90 Üstelik, az sonra göreceğimiz gibi, kötü yol­lardan elde ettikleri kazançlarım aynı biçimde paylaşıyorlardı.91 Siya­sal ve toplumsal ilkeleri Guiraud ve benzerlerince insanlığın önüne bir örnek olarak sunulan uygar Yunanlılar korsanlıkta bir beyefendinin onuruyla bağdaşmayan bir yan görmüyorlar, dahası korsanlık hakları­nın uygulanmasını çeşitli antlaşmalara açıkça bir koşul olarak geçiriyor­lardı.92 Ne de olsa, deniz yağmacılığı ile kara yağmacılığı arasında ilke açısından bir ayrım yoktur. Bütün korsanlar, bütün yağmacılar, bütün fetilıçüer, bütün imparatorluk kurucuları, özel mülkiyetin kutsal varlı­ğı önünde ne denli saygıyla eğilirlerse eğilsinler, onu bir kez ele geçir­diler mi, tıpkı Lipara'lılar gibi çalmakla başlarlar işe. Eğer Guiraud bi­raz daha çaba gösterip düşünmeyi biraz daha sürdürebilseydi, kendi uygarlığının temelinde soygunculuğun yattığı biçiminde bir siyasal ve toplumsal ilkeyle yüz yüze gelecekti. La propriete c'est le vol (Mülkiyet hırsızlıktır).93

Guiraud, bu ve daha başka Yunan kaynaklarındaki ortak mülkiyet­le ilgili bütün kanıtları "tersinden yorumladıktan" sonra şu sonuca va­rıyor:

İnsanın bunlara azıcık değer verebilmesi için, görülmedik ölçüde yan­lı bir kafaya sahip olması gerekir. Aklı başında bir biçimde yorumlan­dığında, bütün bir eski yazında böyle bir görüşü doğrulayan tek bir bö­lüm yoktur.94

Eğer aklı başında olmak yansız olmak demekse, o zaman hepimiz akıldan bir parça yoksunuz. Bir ölçü sorunudur bu. Ama bu gayretkeş tarihçinin oluşturmayı başardığı hiç değilse bir toplumsal ve siyasal il­ke var. Gayretkeş tarihçimiz, modern kentsoylulugun özel mülkiyet tutkusunun, yaşamı onsuz düşünemeyecekleri kadar müthiş bir güç olduğunu en küçük bir kuşkuya yer bırakmayan bir açıklıkla ortaya koymuştu:

90 İlyada, 11. 625; Odysseia, 4. 81-90, 9. 40-42,14. 229-34.91 Bkz. Bu bölümde "10. Ayrıcalığın Gelişmesi".92 ). Hasebroek, Staat und HandeI im alten Griechenland, (Tubingen, 1928). Trade and Politics in Ancient

Greece (Eski Yunan'da Tecim ve Siyaset), (Londra, 1933); s. 117-21.93 F. Engels, Origin o f the Family, Private Property and the State (Ailenin. Özel Mülkiyetin ve Devletin

Kökeni), (Londra, 1940), s. 127.94 La PropriM fonciire en Grice, s. 21-22.

Page 314: Thomson_Tarih Öncesi Ege

W as ihr niclıt fasst, d as fehlt euch gan z und gar,W as ihr nicht rech n et, glaubt ihr, sei nicht w ah r.(Aklınızın alm adığı şeylerin tüm üyle yokluğuna,Dikkate alm adıklarınızın da gerçek olm adığına inanırsınız.)

9. B ölüşü m Yöntem i

Şimdi yeniden kleroııkhia'ya dönelim. Yerleşmecilerin sayısı belir­lendikten sonra, yerleşilecek topraklar aynı sayıda parsele bölünüyor­du. Gerçi yerleşmecilerin nasıl seçildiği anlatılmıyor, ama öyle anlaşı­lıyor ki bazen başvuranlar eldeki topraklara göre çok fazla oluyordu. O zamanlar demokraside kura çekmenin yaygın bir biçimde uygulan­dığını biliyoruz; öyleyse başvuranların aralarında kura çektiklerini var­saymamızda bir sakınca olmasa gerek. Aynı zamanda, toprakların ana ülkede var olan kalıtım kurallarma bağlı olduğunu varsaymalıyız. Her pay sahibi, bir oikos'un, normal tipte bir aile malikânesinin kurucusu oluyordu. Bu aile malikânesinin tek ayrılığı, yeni olduğu için üstünde kalıtsal haklar ileri sürülememesi, dolayısıyla da temlikinin daha ko­lay olmasıydı. Birçok durumda, kuralların tersine, pay sahiplerinin top­raklarını satıp yurda geri döndüklerini biliyoruz.95

Kleroııklıin'nın sıradan bir koloniden (cıpoikia) ayrımı, üyelerinin Ati­na yurttaşları olarak bütün haklarını korumalarıydı.96 Koloni, metro- polise dinsel bağlarla bağlı, ama siyasal bakımdan bağımsız olan yeni bir kent-devletiydi. Bunun dışında, örgütlenme biçimi aynıydı. Kyre- ne, yedinci yüzyılda, tam Thera Adası kıtlıkla karşı karşıya bulundu­ğu sırada bu adadan seçilenlerle kolonileştirilmişti. Adadaki her aile­nin iki oğlundan biri kurayla seçilmişti.97 Benzer bir işlemi de, Lydia'dan ayrılırlarken Etrüsklerin ataları uygulamışlardı. Orada da kıtlık söz ko­nusuydu. Kral, halkı iki eşit bölüğe ayırmış ve aralarında kura çekmiş­ti.98 Bir koloninin kurucularının kurayla seçilmelerinin geleneksel bir uygulama olduğu açıktır.

Beşinci yüzyıl ortalarında Thrakia kıyılarındaki Brea'da bir Atina kolonisi kuruldu. Buradaki işlemin nasıl yapılacağını düzenleyen ya­sa günümüze kalmıştır. Bu yasanın maddelerinden biri şöyledir: "Her

T o p r a k 313

95 G. Grote, History o f Greece (Yunanistan Tarihi), (İkinci basım, Londra, 1869), 6.37-38.96 Cambridge Ancient History'de E.M. Walker, 4.161.97 Herodot Tarihi, 4.153; Parth. 5.98 Herodot Tarihi, 1. 94. 5.

Page 315: Thomson_Tarih Öncesi Ege

31 4 TA RİH Ö N C ESİ EGE

kabileden bir kişi olmak üzere on adam toprak paylaştırıcısı seçilecek ve bunlar toprakları kurayla bölüştüreceklerdir."99 Toprak paylaştırı­cısı (geonomos), toprakların sınırlarım çizen toprak ölçücüden farklı ola­rak, topraklan bölüştürüyordu. Buradan da anlıyoruz ki, topraklar ku­ra yoluyla bölüştürülüyor ve bu da her nasılsa kabile düzeniyle eşgü­dümlü bir biçimde yapılıyordu. Hiç kuşkusuz düşsel bir durum söz konusudur bu örnekte; ama Platon'un bu işlem için gerçek uygulama­yı örnek aldığı da bilinmektedir:

H er şeyden önce, kent, bölgenin elden geldiğince m erkezind e kurula­caktır... Sonra, kentin d e içinde bulunduğu bütün bölge, H estia, Z eus ve A th en a 'm n A kropolis adı verilecek ve surla çevrilecek tapm ağından b aşlayarak on iki bölüm e ayrılacaktır. Bu bölüm ler eşit olacak ve top­rağın niteliğine uygun bir biçim de düzenlenecektir. T oplam 5040 top ­rak p arçası belirlenecek ve bunlardan her biri, biri kent içinde, biri d a­ha uzakta olm ak ü zere iki p arçaya bölünecektir... O n d an so n ra , y u rt­taşlar da on iki öb eğe bölünecekler ve öbekler arasınd a elden geldiğin­ce eşit bir b içim de bölüştüriilebilm esi için yu rttaşların kişisel m alları­nın eksiksiz bir d ök ü m ü çık arılacak tır. En so n u n d a, h e r öbek O n İki T anrı'd an birine bir top rak parçası ayıracak ve kabile adını alacak tır.100

Platon'un ortaya çıkardığı toplam toprak parçası sayısı, Plutark- hos'un kedi ve yavruları için saptadığı formüldeki aynı gizemsel di­ziyle varılmaktadır: Ix2x3x4x5x6x7= 5040. Ama bu bile bir olguya da­yanmaktadır. Uygun bir toplam olarak benimsenen sayının yarısından biraz fazladır.101 Amphipolis'deki Atina kolonisi 10.000 toprak parça­sına bölünmüş, Syrakusa'hlar da Atina'daki kolonileri için aynı sayıyı saptamışlardı.102

Platon'un pay sahipleri, aile başkaniarıydı. Yasalar'm öteki bölümle­rinden açıkça anlaşılıyor bu. Ne var ki, bu aileler, daha büyük bir biri­min, kabilenin öğeleri olarak ele almıyordu. Bu da daha başka kaynak­larca doğrulanıyor. Erken Rodos'da üç yerleşim merkezi vardı: Lindos, Ialysos, Kameiros.103 Bunlar, İli/ada'dan öğrendiğimize göre, göçmenle­

99 M.N. Tod, Greek Historical Inscriptions (Tarihsel Yunan Yazıtları), (Oxford, 1933X s. 88-90.100 Platon. Leg. 745.101 Aristoteles. Politika, 1267 b. 3.102 Poloponnesos Savaşı, 1.100; D.S. 11.49.103 İlyada, 2. 655-56; Pi. O. 7. 73-74; SIG. 339 n. 1 İlyada’ya göre bu yerleşim merkezlerinin kurucusu

Ephyra’lı (sanırız Thessalia Ephyra'sı) Tlepolemos'du; ama Pindaros'a göre ve gene C irit'li

Page 316: Thomson_Tarih Öncesi Ege

T o p r a k 31s

rin üç kabilesine denk düşmekteydi. Dahası, kurayla belirlenmişlerdi. Pindaros'un bu kentlere ilişkin anlattıklarından bu sonuca varıyoruz, çünkü Pindaros gene aynı şiirde tanrıların yeryüzünü paylaşmak için nasıl kura çektiklerini dile getiriyor. Güneş-tanrı kura çekilirken orada yokmuş, bu yüzden de paysız kalmış. Güneş-tanrmın paydan yoksun kalışı, o zamanlar denizin altında bulunan Rodos Adası'nın kendisine verilmesiyle giderilmiş. Rodos Adası'nın dipten deniz yüzeyine doğru yükseldiğini gören Güneş-tanrı olmuş ve Pay Tanrıçası Lakhesis de bu düzenlemeyi onaylamış.104 Yeni fethedilen dünyanın Kronosoğulları arasında pay edilmesi, yeni fethedilen adanın Heliosoğulları, yani on­ların adlarını taşıyan üç kabile yerleşim merkezinin kurucuları arasın­da paylaştınlmasının kutsal bir örneği olarak sunulmaktadır.

Buraya kadar, klan adının kullanıldığını görmedik. Nedenini anla­mak da o kadar zor değil. Gelişkin kent-devletinde, fratrinin salt din­sel bir birliğe, klanın da ailelere dönüşmesinden çok sonraları bile ka­bile askercil ve siyasal bir birim olarak varlığını koruyordu. Klan var­lığını bir ölçüde soylular arasında sürdürüyordu, ama kolonilere daha çok aşağı sınıflardan insanlar, toprak isteyen insanlar gönderiliyordu.105 Ve bu kesim, klan bağlarının en çok ortadan kalktığı kesimiydi toplu­mun. Klanın izlerini bulmak istiyorsak, tarihöncesi döneme dönmek zorundayız.

Atina'daki kleroukhia'nın, sekizinci yüzyıldan altıncı yüzyıla dek sü­ren büyük koloni yayılması döneminde izlenen örgütlenme biçimine uyduğunu görmüştük. Büyük koloni yayılması, Yunanlıların bütün Ak­deniz'e dağılmalarını sağlayan akımdı. Şimdi de, daha da gerilere gide­rek, bu kolonilerin ana-kentlerinin yapılarını örnek aldıklarını düşünür­sek, bunların Yunanistan'da ve Ege'de ana-kentlerin kendilerini kur­muş olan daha da eski akımların sürdürülmesi olduklarını görebiliriz.

Yunanlılar, sürekliliğe saygı duyarlardı. Troya Savaşı'ndan önceki günlerde Rodos'un kurucusu Tlepolemos'un nasıl "toprakları eşit bir biçimde bölüştürdüğünü"; daha önceleri Makar'm nasıl Lesbos'daki "toprakları paylaştırdığını"; Kydrolaos'un nasıl "Samos'a yerleştiğini ve toprakları paylara böldüğünü"; Tenedos Adası'na adını veren Te- nes'in topraklan halkı arasında nasıl paylaştırdığım ve kendisine ayrı­

Althaimenes'in öyküsüne bakılırsa adaya Helios’un üç oğlu yerleşmişti: Apollodoros, 3.2.1 -2. Gerçekte art arda birçok yerleşim olmuştu: Strabon, 653-54.

104 Pi. O. 7. 54-76: Apollodoros, 2. 8.4; Pausanias. 8.4 . 3.105 Brea yasasında (y. 41) kolonicilerin en yoksul sınıflardan seçilmesi belirtiliyordu. Platon. Leg. 735-

36; Iso. 4. 182.

Page 317: Thomson_Tarih Öncesi Ege

316 TARİH Ö N CESİ EGE

lan özel topraklarda (temenos) ölümünden sonra bir kahraman olarak Tenes'e nasıl tapmıldığmı anımsarlardı.106 Bu tarihöncesi yerleşim mer­kezlerinin, kesinlikle kent-devletleri değil, kabile birlikleri oldukları açıktır. Dolayısıyla, klanın daha öne çıkmış olabileceği beklenebilir bu­ralarda. Nitekim öyleydi de. Dor istilasından sonra kurulan İonia ko­lonisi Teos pyrgoi'ya ya da bucaklara bölünmüştü; beşinci yüzyıla ka­dar bunların birçoğunda, adlarım almış oldukları klanlar yaşamaktay­dı. Rodos'un üç bölgesi de bucaklara bölünmüştü. Bunlardan biri Net- tidai'larm Netteia'sı, öteki de Hippotadai'ların Hippoteia'sı idi.107 Bu bilgiler, Attika bucaklarını incelememizden çıkan sonucu doğrulamak­tadır. Doğru, Attika'da atalarının bucağında yaşamayı sürdüren tek bir klan -Boutadai- biliyoruz (bkz. Bölüm I1I/2). Bunun nedeni, altıncı yüz­yıldaki toplumsal karışıklıklar sonucunda ülkenin değişikliklere uğra­mış olmasıydı. Ne var ki, Attika'da bile eski bağlar, kopmuş olmaları­na karşın, unutulmuş değildiler. Philaidai'larm Kimon'u Atina ile Eleu- sis arasındaki Lakiadai'dandı; ama atalarının, Philaios'un Attika top­raklarına ilk ayak bastığı yer olan Brauron yakınlarındaki Philâidai'dan geldiklerini biliyor olmalıydı, yoksa bizler de bilemezdik. Bir yoruma göre de, Kral Theseus ülkeye yeni bir düzen verirken kırsal yöreleri do­laşmış, "bucakları ve klanları gezmişti".108 Anlaşılan, o eski günlerde bu iki birim özdeşti. Bu sonucu daha önce Dördüncü Böliim'de de göz­den geçirmiştik; son bir doğrulama ise sözcüğün kendinden geliyor. Homeros'da demos sözcüğü hem işlenmiş bir toprak parçasını, hem de orada yaşayan insanları dile getirir.109 Daha doğrusu, genellikle topra­ğın bölüşümü ya da dağıtımı için kullanılan dasmos sözcüğüyle aynı kökten geldiğinden, bir "bölüm"dür rf£>mos.110 Demek, köken bakımın­dan bucak hem bölgesel, hem de siyasal bir birimdi; tıpkı İngilizce'de­ki Woking, Tooting, Epping, Fransızca'daki Aubigny, Corbigny, Pon- tigny, Almanca'daki Geislingen, Gottingen, Tübingen111 ve Vaat Edil-

106 D.S. 5. 59, 81-83.107 SIC. 932. 24,33.118.5.695. 21.108 Plutarkhos, Thes. 24.109 ilyada. 5. 710. 20. 166.110 Dictionnaire itymologique de la langue grecque. Günümüz bilim adamları, kabile topi umunun yapısını

çözümlemeyi savsakladıkları için, klan ile köy arasındaki bu doğal bağdan kaçınılmaz olarak habersizdirler. Dolayısıyla, Cary'nin izinden giden F.E. Adcock da, "demos"un kökeninden söz ederken klanı tümden dışlamakta (“soyluluğun bir yansıması olan klan, ginos henüz gelecektedir") ve bunun sonucunda kabile üyelerinin köylerde yaşadıkları gerçeğiyle yüz yüze geldiğinde bunu "içgüdüleriyle" böyle yaptıklarını söylemekten öteye gidememektedir. (Cambridge Ancient History, 3. 688).

111 The English Village Community, s. 355-67.

Page 318: Thomson_Tarih Öncesi Ege

T o p r a k 317

miş Toprak'a yerleşmiş olan İbrani "aileleri" ya da klanları gibi bir klan yerleşim merkeziydi:

İsrailoğullarına söyle ve onlara de: Ü rd ü n 'd en Kenan d iyarına g eçtiğ i­niz zam an , m em lek ette o tu ran ların hepsini ön ün ü zd en k ovacaksınız...Ve m em leketi aşiretlerinize gö re kura ile m iras alacaksınız; ço k olanın m irasını çoğaltacak sın ız ve a z olanın m irasııiı azaltacaksınız; b ir ad a­m a kura nerede d ü şerse o yer onun olacak ; atalarınızın sıp tların a göre m iras alacak sın ız .112

V e Y eşu İsrailoğullarına dedi: A talarınızın Allahı Rabbin size v e rd i­ği d iyara m ülk edinm ek için girm ekte ne vak te kadar gevşeklik ed ecek ­siniz? H er sıpttan kendiniz için ü ç ad am seçin ; ve onları g ön d ereceğ im ; ve kalkıp m em leketi d olaşacak lar ve m iraslarına göre onu y az ıp bana gelecekler... Ve siz m em leketi yed i hisse olarak yazacak sın ız v e yazıyı b uraya bana getireceksiniz ve burada A llahım ız Rabbin ö n ü n d e sizin için kura çek eceğim .113

10. Ayrıcalığın Gelişmesi

Yunanca'da, toprak parçası karşılığı olarak, "pay" anlamına gelen kleros kullanılır. Şiirde de moira ve lakhos aynı anlamda geçer. Bu söz­cüklerin hepsi de Hint-Avrupa kökenlidir. Kleros'un ilk anlamı, İrlan­da dilinde "tahta" ya da "kereste" demek olan clar sözcüğü gibi, bir "tahta parçası" idi; küçük tahta parçalarının kura çekmekte kullanıldı­ğını gösteriyor bu da. Bu sözcüğün kla tabanını, Yunanca'da "dal, kol" anlamına gelen klados ve "kırm ak" anlamına gelen klao sözcüklerinde; İngilizce'deki "lot" (pay) ile aynı kökten ve eşanlamlı olan Got dilin­deki hlauts sözcüğünde de görürüz. Bu köken ortaklıkları, Hint-Avru­pa kültüründe pay ya da kuranm kullanımının eski bir özellik olduğu­nu gösteriyor. Bu özellik, topluluğun her üyesinin topluluğun emek ürününden eşit pay almaya hakkı olduğu ilkesine dayanıyordu.114

Bu ilke, erken Yunanistan'da, rahiplerin, şeflerin ve kralların özel yararına toprak parçalan ayırma töresiyle çoktan sınırlandırılmış bu­lunuyordu. Lesbos'daki ekim alanında bir toprak payı tanrılara "ayrı-

112 The Books of the Old Testament, (Eski Ahit), "Numbers” (“Sayılar”), 33. 51-54.113 The Books of the Old Testament, “Joshua”, 18.3-6114 Yunanistan'da “kura", Delphoi bilicisinin kehanetine yaklaşım önceliğini belirlemek ve klan şeflerini

atamak amacıyla seçimlerde de kullanılageldi. Aiskhylos. E. 32; J. Topffer, Attische Genealogie, (Berlin,

Page 319: Thomson_Tarih Öncesi Ege

3 i 8 TA RİH Ö N C ESİ E g e

Resim 50. Kura çekim i: Attika vazosu

lıyordu". Brea'ya yerleşenlere, rahipler için "ayrılan" birtakım toprak­lar dışında kalan bütün topraklar verilmişti.115 Kyrene'de de kral için benzer türden topraklar "ayrılmıştı".116 îlyacia'da, Kral Nausithoos Phai- ak'ları götürüp yeni yurtlarına yerleştirdiği zaman, kentin dört yanını onlar için surla çevirir, tekmil topraklan dağıtır ve tanrılara tapınaklar yapar.117 Homerik şiirlerde, kralın elinde çeşitli ayrıcalıklar bulunma­sına karşın, toprağın halkın denetiminde olduğu açık seçik görülür. Lykia Kralı bütün krallık onurlarını Bellerophontes'le bölüşür, ama Bel- lerophontes'e verimli, zengin toprakları bağışlayan Lykia halkıdır.118 Akhilleus, kendisiyle dövüşmeye gelen Aineias'ı uyanrken şöyle ses­lenir:

A m a sen öldürsen de beni,Priamos vermez senin eline onur yerini,

deli değil o, aklı başında, hem oğullan var onun.

T royah lar sana bir toprak mı ayırdı yoksa, güzel bağlar mı, tarlalar mı ayırdılar,

1889), s. 21; W.R. Paton ve E .L Hicks, Inscriptions of Cos (Kos Yazıtları), (Oxford, 1891), s. 137.115 Creek Historical Inscriptions, s. 88-90, Aiskhylos, E. 403-05.116 Herodot Tarihi, 4. 161. 3.117 Odysseia, 6. 9-10.118 ilyada, 6.195-95.

Page 320: Thomson_Tarih Öncesi Ege

T o p r a k 319

on lara mı konacaksın beni ö ldürürsen , hiç d e kolay değil bunu y ap m ak .119

Burada da onur yerini veren Kral Priamos, bağları ve tarlaları ve­rense Troya halkıdır. Sanırız gerçekte klan şefleri olan Aitol yaşlıları, kendileri uğrunda çarpışmaya, illerini korumaya razı etmek için güzel Kalydon ovasının en bereketli yerinde toprak vermeyi önerirler Mele- agros'a.120 İşte bu ayrılan topraklara temenea adı verilir; halk arasında bölüştürülen toprakların geriye kalanından "kesip alman" (temno) ya da "ayrılan" (eksaireo) topraklarıdır bunlar. Temenos, kabile düzeninin bağrında göğeren tohumudur özel mülkiyetin.

Aynı komünal ve bireysel ilkeler bileşimi, yağmanın paylaşılmasın­da da görülür. Bölüşüm işlemi aynıdır: Savaş vurgunu (dasmos) kura çekilerek bölüşülür. Ve tıpkı topraklar paylaşılırken krala özel bir top­rak parçası armağan edildiği gibi, savaş vurgunları bölüşülürken de genel paydan ayrılan özel bir "ayrıcalık" (geras) ya da "ödül" (time) alır kral.121 Kılık değiştirmiş Odysseus, dokuz akın düzenlemiş olmakla böbürlenirken, bu akmların her birinde talanın paylaşımından kendi payının kat kat üstünde, değerli armağanlar aldığını söyler.122 Akha'lar, Thebai kentini yağmaladıktan sonra "talanı bölüşürler, Khryses'in kı­zını da Agamemnon'a ayırırlar."123 Daha sonra kızı geri vermek zorun­da kalan Agamemnon buna karşılık ödence ister, ama Akhilleus'un kendisine anımsattığı gibi çok geçtir artık:

Ü nlü A treu soğlu , ey doym ak bilm ez ad am !Ulu canlı A k h alar arm ağanı (geras) nerden bulsun versin san a ,

elim izde yed eğe alınm ış mal mı var ki.

119 ilyada, 20.178-86.120 ilyada, 9. 574-80. Yaşlılar büyük olasılıkla klan şefleriydi. G. Glotz, La solidarity de la/amille dom le

droit erimimi en Grice, (Paris. 1904). s. 12. Temenos, orada çalışacak köleleri de içeriyor olmalıydı: H. Jeanmaire. Couroiet Couretes. (Lille, 1939), s. 75; ilyada, 9.154-56. Toprak kullanımındaki ayrıcalıklar belirsiz; bir olasılıkla, bu ayrıcalık şeflerin elindeydi.

121 ilyada, 1.166-67, 368-69, 2. 226-28; Aiskhylos, Agamemnon, 945; Euripides, Troyalı Kadınlar, 248. 273; Native Races of the Pacific States of North America, 2. 225; The Indian Village Community, s. 195; W. Robertson Smith, Kinship and Marriage in Early Arabia (Arabistan'ın Erken Çağında Akrabalık ve Evlilik), (İkinci basım, Londra, 1903), s. 65.

122 Odysseia, 14. 229-33. Ege'de, daha İ.S. on sekizinci yüzyıl sonlarına kadar, tecim ya da korsanlık amacıyla sefere çıkan bir gemi geri döndüğünde, elde edilen kazanç iki bölüme ayrılırdı. Bir bölümü geminin ortaklarına verilir, öbür bölümü de geminin mürettebatı arasında eşit bir biçimde paylaştırılırdı.

123 ilyada, 1. 368-69.

Page 321: Thomson_Tarih Öncesi Ege

3 2 0 TA RİH Ö N C ESİ EGE

İllerden ne yağ m a ettiysek hep b ölüşüldü, d o ğ ru o lu r m u toplam ak bu m allan yen id en?

H ayd i d u rm a, sun tanrıya sen şu kızı, biz A k h alar veririz sana ü ç d ört katını;

iş ki güzel surlarla çevrili T roya ilini talan etm eyi buyursun Z eus b ize .124

Elde edilen zenginliklerin halk arasında bölüştürülmesi, çok diren­gen bir ilkeydi; yalnız Liparai Adaları gibi uzak köşelerde görüldüğü söylenemez bu ilkenin. İ.Ö. 484'de bile Atinalılar gümüş madenlerin­den elde edilen gelir fazlasının bütün yurttaşlar arasında paylaştırıl­masını önermişlerdi. Ama Themistokles, Atmalıları bu parayı dağıt­mak yerine savaş gemisi yapımına harcamaya razı etti.125 Eski kabile alışkısı, devletin büyüyen çıkarlarına ayak uyduramıyordu artık.

Talan için geçerli olan, yiyecek konusunda da geçerliydi. Plutark- hos'un yazdıklarına bakılırsa, yemekleri Moira ya da Lakhesis'in eşit­lik ilkesine göre sundukları ilk zamanlarda her şey dürüst ve özgür bir biçimde düzenlenmişti. Dahası, Plutarkhos, şölen anlamında kullanı­lan eski bir sözcüğün tastamam "bölüşüm" anlamına geldiğini belirti­yor.126 Plutarkhos'un sözcüklerin kökenleri konusunda söyledikleri doğrudur: dais, dasınos ile aynı kökenden gelmektedir. Et payları (mo- irai) eşit olarak bölüştürülmekteydi. Kılık değiştirmiş Odysseus, uzun serüvenlerden dönüp evinden içeri girdiğinde akşam yemeğinde et da­ğıtılmaktadır; Telemakhos içeri giren partal giysili adama da "herkese ne kadar pay verilmişse o kadar pay verilmesi" için diretir.127 Hermes'e yakılan Homerik Övgü'de, on iki Tanrı'ya sunulan et on iki parçaya ayrılır ve kurayla dağıtılır.128

Öte yandan, etin en iyi yeri sayılan sırt, bir geras olarak, masanın ba­şında oturan şefe ayrılırdı. Menelaos, konuklarını masaya oturttuğun­da, uşakların kendi önüne koydukları sırt yerini alıp konuklarına su­

124 l/yada. 1.123-29.125 Herodot Tarihi, 7. 144; 3. 57.2.126 Plutarkhos. M. 644a; Odysseia, 8.470: Hesiodos, Tanrılann Doğuyu (Theogonia), (Türk Tarih Kurumu

Yayınları, Ankara, 1977, Türkçesi: Sabahattin Eyuboğlu-Azra Er ha t). 544; Thgn. 677-78. İlkel ortak aş'ın gelişmiş bir kalıntısı olan Eski Yunan'daki halk şölenleri için bkz. N.D. Fustel de Coulanges. La c iti antique, (Yedinci basım, Paris, 1878). s. 179; M.P. Nilsson, History o f Creek Religion (Yunan Dininin Tarihi), (Oxford, 1925), s. 254-5S: W. Robertson Smith, Religion o f the Semites (Samilerin Dini), (Üçüncü basım, Londra, 1927), s. 282.

127 Odysseia, 20. 279-82.128 Horn. H . 4 . 128-29.

Page 322: Thomson_Tarih Öncesi Ege

T o p r a k 321

nar.129 Odysseia'da, çobanbaşı etleri pay ederken domuzun sırtını kılık değiştirmiş Odysseus'a verir; dokunaklı bir davranıştır bu, çünkü ço- banbaşı etin onur payını kim olduğunu bilmeden efendisine vermek­tedir.130 Oidipus, oğulları kendisine etin sırtım değil de budunu sun­dukları zaman ilençler onları.131 Oropos'daki Amphiaraos tapmağın­da ne zaman kurban kesilse, hiç şaşmaz, etin sırtı rahibin payına dü­şerdi.132 Sparta krallarının öncelik haklan da nerdeyse aynıydı. Her iki­si de hem kral, hem rahipti. Bir ülkeye savaş açtılar mı, dilediklerince koyun ve keçi kurban ederler, sırt etleriyle kurban derilerini kendileri­ne ayırırlardı. Bütün şölenlerde bir medimnos arpa unu, dörtte bir ölçek de şarap verilirdi onlara.133 Thukydides'in belirttiği gibi, Yunanlılarda krallık "belirlenmiş öncelik haklan" na dayanıyordu.134 Bu öncelik hak­larının hangi koşullarda kullanıldığı, İlyada'nm ünlü bölümlerinden bi­rinde anlatılır:

Glaukos, Lykia'da neden çok sayarlar bizi, neden oturturlar bizi baş köşeye,

neden etlerle, dopdolu taslarla ağırlarlar, neden bakarlar bize tanrıymışız gibi,

ulu Ksanthos kıyılarında neden geniş topraklanınız(temenos) var,

hem bağ olmaya, hem buğday olmaya elverişli?öyleyse burda bizim ödevimiz ne,

Lykia'lılanıı ön sıralarında savaşmak değil mi?Kalın zırhlı bir Lykia'lı o zaman diyecek ki:

Lykia'da bize baş olan krallar, yağlı koyun etleri yerler gerçi, şarabın en iyisini içerler ama,

129 Odysseia, 4. 65-66; ilyada, 7. 321; Horn. H. 4. 122.130 Odysseia, 14.433-38.131 Sophokles, Oidipus Kolonos'da, 1375.132 S/G. 1004. 30-1. Kos’ta et sunularının özel yerleri belirli klanlara ayrılırdı; Inscriptions o f Cos, s. 88-90;

SIC. 271. 589; Plutarkhos. M. 294c.; D.S. 5. 28. Çağımızdan örnekler için bkz. Social System o f the Zulus, s. 55-56: Life o f a South African Tribe, 1. 329: E.D. Earthy. Volenge Women (Valenge Kadınları), (Oxford, 1933), s. 37,159; J. Roscoe. The Banyankole, (Cambridge, 1923), s. 165; J.H . Hutton. The Sema Nagas, (Londra, 1921), s. 75; P.R.T. Gurdon, The Khasis, (Londra, 1914), s . 48: W .G. Ivens. The Melanesians o f the South-East Solomon Islands (Güneydoğu Solomon Adalari'ndaki Melanezyalilar), (Londra. 1927), s. 408.

133 Herodot Tarihi, 6. 56; X. RL. 15. 3.134 Peloponnesos Savaşı, 1.13.1.

Page 323: Thomson_Tarih Öncesi Ege
Page 324: Thomson_Tarih Öncesi Ege

323

IX

İNSANIN YAŞAMDAKİ PAYI

1. Meslek Klanları

Kabile toplumunun daha yüksek evrelerinde, uzmanlık uğraşları belirli klanlarda soydan geçme eğilimindedir. Eski Yunan'da böyle bir­çok meslek klanı adına rastlarız: Asklepiadai (hekimler), Homeridai (ozonlar), İamidai, Brankhidai, Krontidai (biliciler), Kerykes, Theokery- kes, Talthybiadai (ulaklar).1 Sparta'da bütün ulaklar Talthybiad'lardan- dı. Herodotos, ulaklığın bu klanın geras'ı olduğunu anlatır.2 Daha bir­çok klan vardır adları bir mesleği dile getiren: Poimenid'ler (sığırtmaç­lar), Bouzyg'ler (öküz sürenler), Phreorykh'ler (kuyu kazıcılar), Daida- lid'ler (yontucular), Hephaistiad'lar, Eupyrid'ler, Peleke'ler (silahçılar ve demirciler).3 Bu meslek klanları bir bakıma loncalar olarak da ta­nımlanabilir. Bir çeşit oybirliğiyle girilebilen bir meslek örgütü olan or­taçağ loncası, Grönbech'iıı de göstermiş olduğu gibi, zanaat klanının değişip gelişmiş bir uzantısıydı.4 Ama Yunan loncaları, kökenlerine da­ha yakın bir yerdeydiler. İlk başlarda Homerid'ler ya da Homerosoğul- ları Homeros'uıı gerçek torunlarıydılar; kurucuyla hiçbir soybağı bu­lunmayan ozanları aralarma almaları daha sonralarıdır.5 Doğuştan ka-

1 W.H. Roscher, Ausführlicftes Leakon der griechischen und römischen Mythologie, (Leipzig, 1884-1937), Keryke'lerle ilgili olarak bkz. bu kitapta IV. Bölüm, "8. Eleusis Mysteria'larının Klan Temeli". J. Toepffer, Auische Genealogie, (Berlin, 1889), s. 80-91 iamid'lerin Elis, Sparta, Messenia ve Koroton'da kolları vardı: Herodot Tarihi, 9. 33, 5. 44. 2; Pausanias, 3.12. 8, 4. 16. 1, 6. 2. 5, 8. 10. 5; Pindaros, O. 6.Günümüzdeki zanaat klanları için bkz. A.C Hollis, The Nandi, their Language and Folklore, s. 8-11;G. Landtman, Origin of the Inequality o f the Social Classes, s. 83.

2 Herodot Tarihi, 7. 134.3 attische Genealogie, s. 136-46,166, 310-15.4 Culture of the Teotons, 1. 35.5 Pindaros, N. 2; Strabon, 645; bkz. bu kitapta "Homerosoğulları” bölümü, “3. Saraydan Pazar Yerine."

Page 325: Thomson_Tarih Öncesi Ege

3 2 4 TA RİH Ö N C ESİ E g e

zaıulan hak, üyelerin oybirliğiyle yaygınlaştırılmıştı. Asklepiad'lar da aynı biçimde dışa açıldılar. Üstelik Asklepiad'ların bunu nasıl yaptık­larını da biliyoruz. Yeni üye "ana-babasına gösterdiği saygıyı ustasına da göstereceğine, onu geçimine ortak edeceğine, kazancını kara günde onunla paylaşacağına, onun akrabalarına kendi kardeşleriymişler gibi davranacağına" and içiyordu.6 Bu, klana almanın, evlat edinmenin bir biçimiydi; bunun da bir yenidendoğuş kuttöreni olarak, bir zamanlar ilkel klanın olağan bir özelliği olduğunu biliyoruz. Olasıdır ki, bütün bu değişikliklere karşın, soy zinciri hiçbir zaman tümden yok olmamış­tı. Asklepiad'lar dan olan Aristoteles dördüncü yüzyılda hâlâ Asklepi- os'un soyundan geldiğini ileri sürebiliyordu.7 Kaldı ki bundan kuşku yoktu, çünkü ortaçağda olduğu gibi Yunanistan'da da oğul babasının yolundan gitme eğilimindeydi.

Asklepiad'lar soy zincirlerini hekimlerin ustasına kadar vardırıyor­lardı. Homerid'ler ozanların en yücesine; İamid'ler bilicilik tanrısı Apol- lon'un oğullarından birine; Keryke'ler ulaklığın tanrısı Hermes'in bir oğluna; Theokeryke'ler ulak Talthybios'a; Daidalid'ler Minos Giritiniıı destansı sanatçısı Daidalos'a; Bouzyg'ler öküzleri ilk kez sabana koşan Bouzyges'e kadar vardırıyorlardı soy zincirlerini. Hepsinde de klanın soydan gelen mesleği, kurucuya yakıştırılıyordu.

Zeus, Kronos'a ve Titan'lara savaş açmadan önce, eğer bu savaştan utkuyla çıkarsa var olan ayrıcalıklara saygı göstermekle kalmayıp ay­rıcalığı olmayanlara da ayrıcalıklar bağışlayacağına ant içer tanrılar önünde. Ve sonunda, savaş son bulduğunda, tanrılar ölümsüzlerin ba­şına geçmesini, Olympos'un efendisi olmasını isterler ondan.8 Verdiği askeri hizmetin ödülü olarak Olympos'un kralı olur Zeus. Tanrıların başına geçer geçmez de onur paylarını dağıtır her birine. Hephaistos'un geras 'ı ateştir,9 Atlas'ın payına düşen moira, göğü ayakta tutmaktır;111 nympha'ların payına düşen moira ise, ölümlülerin gençliğini beslemek­tir.11 Apollon'un payına müzik ve dans düşerken, Hades'in lakhos'u sis­li karanlıklar ülkesidir.12 Moira' sı ya da t ime' si sevişmek olan Aphrodi-

6 Hp. Jusj. 1- 298-300. Bunun Asklepiad'ların andı olduğu açıkça belirtilmiyor, ama başka hangi meslek klanına yakıştırılabilir bilemiyorum.

7 D.L.5.1.8 Tanrıların Doğuşu, 73,74,112-13, 383-403, 881-85; Aiskhylos, Zincire Vurulmuş Prometheus, 218, 244-

47; Alkman, 45.9 Zincire Vurulmuş Prometheus, 38.10 Tanrıların Doğuşu, 520.11 Aynı yerde, 348.12 Stesikhoros, 21

Page 326: Thomson_Tarih Öncesi Ege

te bir keresinde dokuma tezgâhının başmda çalışırken yakalanır. At­hena buna çok kızar, Aphrodite onun kleros'unu çalmıştır; Moira'ların kendisine yakıştırdıkları işle uğraşmayacaktır artık Athena.13 Apollon Orestes'i Erinys'lerin elinden kurtardığında, Erinys'ler Moira'ların ken­dilerine doğuştan verdikleri lakhos'u kendilerinden çalmakla suçlarlar Apollon'u.14 Asklepios da aynı nedenle cezalandırılır: Ölüleri diriltme­ye kalkışmakla Hades'in moira'sim ayaklar altına almıştır.15

Herodotos'a göre, "Yunan tanrılarının soy zincirini düzenleyen" ve "tanrılara sıfatlarını, ayrıcalıklarını, görevlerini veren, görünüşlerini belirleyen", Homeros ile Hesiodos'du.16 İstilacı kabileler nasıl Ege'yi ezip geçmişlerse, Kronosoğulları da dünyayı öyle ele geçirmişlerdi. İs­tilacılar toprakları nasıl kurayla bölüşmüşlerse, Kronosoğulları da yer­yüzünü öyle bölüşmüşlerdi. Bu kabilelerin kralları, yerlerini, verdikle­ri askeri hizmete borçluydular; tıpkı Olympos'un kralı gibi. Gene, mi- tologyada karşımıza çıkan tanrılararası işbölümü de, meslek klanları sisteminin, bir başka deyişle insanın uğraşının -yaşamdan aldığı payın, doğuştan elde ettiği hakkın- doğduğu klan tarafından belirlendiği sis­temin bir yansımasıdır.

2. İplik Büken Moira'lar

Peki, bu Moira'lar, başka bir deyişle zenginlik "pay"ları ya da iş "bö- lümler"i nasıl oldu da yazgı ipliğini büken üç tanrıça olup çıktılar? Bu sorunun yanıtını ararken, Wilamowitz'in yaptığından daha iyisini be­cermemiz gerekiyor; çünkü Wilamowitz bu düşünceyi "salt şiirsel bir buluş" olarak ele almıştı, sanki şiirsel buluşlar ya kendi kendini açık­lar ya da hiç açıklanamazlarmış gibi.17

Ayın üç evresiyle ilintili daha birçok şeyin yanı sıra bir de büyüsel bir sayı vardı.18 Bir zaman bölücüsü ve kadınların tapındığı bir nesne

İNSANIN YAŞAM DAKİ PAYI 3 2 S

13 Tanrıların Doğuşu, 204-05; Nonnus, D. 24. 274-81.14 Aiskhylos, Eumenides, 173,335-36, 730.İS Aiskhylos, Agamemnon, 1004-14.16 Herodot Tarihi, 2. 53.17 U. von Wilamowitz-Moellendorff, DerCIaube derHellenen, (Berlin, 1931), 1.359. Krause, Moira'ların

dokumacı oluşunu "ölçünme” olarak değerlendiriyor “Die Ausdrücke fur das Schicksal bei Homer”, Clotta, 25. 143. W. Drexier ise, Moira'ların bulut ve sis tanrıçaları olduklarını, ilkel insanın yazın gökyüzünde kümeler halinde gördüğü bulutları “eğriltmiş iplikler" olarak düşlediğini ileri sürüyor W.H. Roscher, Ausfiihrliches Lexikon der griechischen und römischen Mythologie, (Leipzig, 1884-1937), 1.2715.

18 R. Briffault, The Mothers (Analar), (Londra, 1927), 2. 603-06.

Page 327: Thomson_Tarih Öncesi Ege

326 TARİH Ö N CESİ EGE

olan aym, her zaman dişi olarak tasarlanan Moira Tarla ikili bir bağın­tısı söz konusuydu. Moira'ların adları Kiotho, Atropos ve Lakhesis'di. Klotho, iplik bükmenin kişileştirilmişidir açıkça; üçünün en yaşlısıdır. Homeros, Moira'lardan hep birlikte "yazgı ipliğini büken güçlü tanrı­lar", yani Klothes diye söz eder, ama öbür ikisinin adını anmaz.19 Da­ha sonraların yazınında Atropos "sık dokunmuş yaşamı kesen" iğrenç tanrıça olarak belirir. Anlaşıldığı kadarıyla, bu benzetme, dokunmuş kumaşın dokuma tezgâlundan kesilmesinden kaynaklanmaktadır: "Ha­yatımı bir çulha gibi dürdüm; o beni erişten kesecek."20 Ne var ki, bu yoruma ilk Yunan yazınında rastlanmıyor;21 bu adın geleneksel yoru­mundan da bu sonuç çıkmıyor: Atropos geri döndürülemez, ipliği çö­zülemez.22 Kaldı ki, Aiskhylos'a kadar uzanan bu yorum bile sonradan düşünülmüş bir yorum gibi görünüyor. İplik eğirenin eğirdiğini çöz­mesi ya da dokumacının dokuduğunu sökmesi o kadar güç bir iş de­ğildir; Penelope bunun en açık örneğidir. Dolayısıyla, belki de söz ko­nusu olan, yanlış bir köken belirlemesidir. Sözcük "döndürme" (trepo) düşüncesinden kaynaklanmaktadır, burası kesin. Ama belki de önek olumsuzluk belirten bir ek değil, pekiştirmeli bir ektir. Bu durumda da, Atropos, p ile k'nin yer değiştirmesiyle atraktos'un bir yan biçimidir yal­nızca; "döndürülemez olan" değil, döndürücü'diir, iğ'in bir kişileşme­sidir. Lakhesis'e, yani lakhos ya da ayrılmış pay tanrıçasına gelince, öte­ki ikisinin yanında yer alması, onun iplik bükme sanatıyla -iplik eği- renler arasında ya işlenmemiş yünün ya da iği doldurmaya yetecek ka­dar yünün, ki ikisi de aynı kapıya çıkar, paylaştırılması- bağıntılı bir çağrışım taşımış olabileceğini akla getirmektedir.23

Öyleyse, ne oldu da bu üçlü, insan yazgısının ipliğini büker oldu? Bu sorunun yanıtı, onların insan ilkörneklerinde (prototiplerinde) aran­malıdır. Unutmayalım ki, buradaki gelenek tutarlıdır: İnsanın yazgısı insan doğar doğmaz bükülmeye başlar.24 Bu da MoiraTarı, gene bir ip­lik büken olarak betimlenen Eileithyia ile bağıntı içine sokar.25 Bu açı­

19 Odysseia, 7. 197. Üçlü ilk kez Hesiodos'un Tanrıların Doğuşu'nda görülüyor: 218.20 The Books o f the Old Testament, "Isaiah", 38.12.21 Bu düşünceyi eskil yazın'da hiç bulamadım, ama Vergilius'un Aeneis'inde dolaylı olarak geçtiği

görülüyor 10. 814.22 Aiskhylos, Eumenides, 335-36 (dipnotuma bakınız); Platon, Devlet, 620e; Cali. LP. 103; Nonnus, D.

25. 365,40. 1; Luc. JTr. 18; Euripides, fr. 491; Jo. Diac. ad Hes. Sc. 236.23 Orph. t. 70, AP. 7. 5; Erinna, 23.24 ilyada, 20.127-28; Odysseia, 7.197-98; Aiskhylos, Eumenides, 348; Euripides. Helene, 212; Euripides,

İphigeneia Tauris’te, 203; Euripides, Bakkha lar, 99; Plutarkhos, Moralia, 63 7f.25 Pausanias, 8. 21. 3; Pindaros, O. 6. 42.

Page 328: Thomson_Tarih Öncesi Ege

dan bakıldığında Moira'lar, ebelerdir, doğuma yardımcı olan yaşlı ka­dın akrabalardır.26 Peki o zaman bu kadınlar bir çocuğun doğumunda ne diye iplik bükmekle uğraşıyorlardı? Bana kalırsa, bir tek yanıtı var­dır bu sorunun: Çocuğun giysilerini hazırlıyorlardı.

Giysilerin başlıca işlevi, en azmdan soğuk iklimlerde, bedeni koru­maktır. Bu işlev, bir insanın giysilerinin her nasılsa onun yaşamıyla bağ­lantılı olduğu düşüncesine dayalı büyü uygulamalarıyla iç içedir her yerde. Bu da, insan gövdesinin boyalı ya da dövmeli büyü nişanlarıyla süslenmesi alışkısını, gerdanlık, bilezik, yüzük türünden takılar takıl­masını açıklamaktadır.27 Yunanistan'da yeni doğan çocuk kundak bezi­ne sarılır, çocuğa nazarlıklar takılırdı. Bu süslere genellikle gnorismata, "nişanlar" denilirdi, çünkü bunlara bakıp çocuğun kimliğini anlamak olasıydı.28 İstenmeyen bir çocuk bir yere bırakıldığı zaman, nişanları da birlikte bırakılırdı. Çocuğun yaşayabileceğini ummaları bir yana, ana- babanın çocuğun ortadan kalkması konusunda kararlı oldukları durum­larda bile bırakılırdı nişanlar. Kyros doğup da, yabanıl hayvanlara bıra­kılması için bir sığırtmaca verildiğinde renkli kundak bezine sarılıydı ve alhn takılarla süslenmişti. Yumuşak yürekli sığırtmaç, Kyros'u kendi ye­ni doğmuş bebeğiyle değiştirirken, Kyros'mı takılarını da çıkarıp kendi çocuğuna taktı.29 Dolayısıyla, çocuk bırakılırken nişanların da bırakıl­ması, salt çocuğun sonradan yeniden bulunabilmesi umudundan kay­naklanmış olamaz, bu ancak belirli durumlarda ikincil bir neden olmuş olabilir. Çocuğun ruhunun, bir ölçüde, onun kökeninin izlerini taşıyan giysilerince içerildiği inancından esinlenen kuttörensel bir davranıştı bu.

Araplar sığırlarını masın dedikleri belirgin bir işaretle dağlarlar. Bu, başlangıçta, Robertson Smith'e göre, tıpkı Bantu'larm hem klan sığır­larını, hem de klan üyelerini işaretlemekte kullandıktan türden bir klan

İNSANIN YAŞAM DAKİ PAYI 327

26 E.D. Earthy. Valenge Women (Valenge Kadınları), (Oxford, 1933), s. 69; The Boğanda, s. 51; The Bakiıara or Banyoro, s. 242; J. Roscoe, The Bagesu and Other Tribes of the Uganda Protectorate (Bagesu'lar ve Uganda Protestorasındaki öteki Kabileler), (Cambridge, 1924), s. 24; The Sema Nagas, s. 233.

27 Religion ofthe Semites, s. 335; R. Karsten, The Civilisation of the South American Indians (Güney Amerika Yerlilerinin Uygarlığı), (Londra, 1926), s. 1-197; The Nandi, Their Language and Folklore, s. 27.

28 Romalı çocuklar boyunlarına içinde bir “phallus’' bulunan küçük bir kutu takarlardı. Erkek çocuklar togo virilis'i (geleneksel beyaz Roma giysisi; erkek çocuklar belli bir yaşa kadar togo protexta, erginlik çağına erişince de togo virilis giyerlerdi) giyinceye kadar, kız çocuklar da ola ki evlenene kadar takarlardı bu küçük kutuyu boyunlarına: Dictionnaire des antiques grecques et romaines. Yunan nişanlarının sonradan ne yapıldığı açık değil, ama Orestes'in durumunda titizlikle korunmuşlar, başka bir örnekte de evlenen bir genç kız tarafından adak olarak sunulmuşlardır. Longus, 4. 37. Atina'da kundak bağları genellikle bu amaçla saklanmış bezlerden yapılırdı. Bu bezler, ana-babanın Eleusis'de erginleme töreninden geçtikleri sırada kullanılan bezlerdi: Aristophanes, Plutos, 845.

29 Herodot Tarihi, 1.111. 3; Horn. H. 3.121-22.

Page 329: Thomson_Tarih Öncesi Ege

328 TARİHÖNCESİ E g e

belirtkesiydi.30 Wasm sözcüğü, Arapça "ad" anlamına gelen isin sözcü­ğüyle aynı köktendir. Aynı benzerlik Hint-Avrupa dillerinde de görü­lür: "m ark" (işaret) ve "name" (ad). ThebaiTı SpartosTarın biri yılan, öbürü kargı olmak üzere iki belirtkeleri vardı. Öyküye göre, her klan üyesi doğuştan kargı işaretini taşıyordu. Ama doğuştan var olan bu işaretler kalıtımsal değildi; kaldı ki, kargının gerçekte dövme olduğu görüşü de akla uygundur.31 Erekhtheus'un, kızınm çocuğunu, atası yı- lan-adam onuruna bir yılan gerdanlıkla süslediğini unutmayalım; işte kargı dövmesi de yılan gerdanlıkla aynı işi görmekteydi. Orestes, yur­duna döndüğünde, kendisini çocukluğundan beri görmemiş olan kız kardeşi İphigeneia'ya kimliğini onun dokumuş olduğu bir giysiyi gös­tererek kanıtlar; belki de Orestes'in kundak bezidir bu giysi.32 Giysiye hayvan motifleri işlenmiştir. Tüm eski çağlar boyunca, hayvanlar, ma­deni takılarda ve bebeklerin kundaklandığı süslü bezlerde geleneksel bir motifti. M enandros'da bunun birçok örneğine rastlarız; örneğin, Syriskos terk edümiş bir bebeğin nişanlarını incelerken şöyle der: "İş­te altın kaplama demir bir yüzük. Ya mühre işlenmiş olan ne, bir boğa mı, yoksa bir keçi mi?" Bir başka yerde: "Git, şu mücevher kutusunu getir bana. Biliyorsun, saklaman için sana vermiştim... Şu ne, bir keçi mi, bir öküz mü, yoksa başka bir hayvan mı?.. İşte beni bebekken sarı­lı buldukları kundak bezi bu."33 Gnorismata, yani "nişanlar", çocukla­rın klan totemiyle işaretlendiği dönemin uzantılarıydı. Bunlar, klan ata­sının bir yeniden kişileşmesi olarak, çocuğun klanının soysal görevle­rini ve ayrıcalıklarını -moira'larım- doğuştan kalıt aldığım gösteriyor­lardı. Ve dolayısıyla, nakışlı kundak bezleri dokuyan kadınların izdü­şümleri olarak MoiraTar, her insanın doğuştan kazandığı hakkı belir­leyen soysal alışkının yetkesini simgeliyorlardı.

Aynı sonuca bir başka yoldan da varabiliriz. Orpheus'çuların ve Pythagoras'çıların daimon'u, genius ya da bir başka deyişle insana do­ğar doğmaz egemen olan, onun yaşamının tüm canalıcı olaylarını çe­kip çeviren koruyucu ruhtu. Bu Mısırlılarda ka, MeksikalIlarda nagıtal,

30 Kinship and Marriage in Early Arabia, s. 213; The Masai, their Language and Folklore, s. 290; The Nandi, their Language and Folklore, s. 22.

31 Aristoteles, Poetika, 1454b; D. Chr. 1 .149R; Gaius lulius Hygius, Fabularum Liber, 72; Plutarkhos, Moralia, 563a; T. Harrison, Savage Civilisation, (Londra, 1937), s. 435; A.B. Cook, Zeus, (Cambridge. 1914-40), Z 122.

32 Aiskhylos, Khoephoroi, 230.33 Menandros, Epit. 170-74; PK. 631-60. Philostratos, Imagines, 1. 26: Burada, Phllostratos, Hora’lann

bebek Hermes'in kundak bezlerine "nişanlardan yoksun kalmasınlar diye” çiçekler serpiştirdiklerini anlatır.

Page 330: Thomson_Tarih Öncesi Ege

İNSANIN YAŞAM DAKİ PAYI 329

/Vrnerikan yerlilerinde ınanitıı'dur.34 Klan totemine örnekseme yoluyla oluşturulmuş totemlerdir bunlar ve çoğu zaman iç içe geçmişlerdir.35 Yunanca'da bile, bu tek daimon dışında, klana bağlı kalıtımsal bir dai­mon görülür.36 Dahası, bu sözcük, sürekli olarak moira sözcüğüyle ner- deyse eş anlamda kullanılırdı. Yunanca'da "talihini denemek" anlamın­da "daimon'unu sınamak" ya da "moira'm araştırmak" deyimleri kulla­nılırdı.37 Empedokles, bir insanın yaşamını başlatan iki tür daimon ya da moira bulunduğunu söylüyor.38 İphigeneia hem kendisini anasının dölyatağmdan çıkaran uğursuz daimon'a, hem de anasına böylesine acı­nası bir çocuk doğurtan Moira'lara birlikte ilenç yağdırır.39 Konuyu bi­raz daha perçinleyecek olursak, daimon sözcüğü "yemek" anlamına ge­len dais ve "bölüm" anlamına gelen dasmos sözcükleriyle aynı köken­dendir. Her insanın mo/ra'sıru çekip çeviren ata ruhudur daimon.

Moira'lar erginleme, evlenme ve ölüm konularında da etkindirler. Atina'da, daha önce ölüm haberi gelmiş ve akrabalarınca ardından yo­lu yordamıyla ağıtlar yakılmış bir adam bir gün ansızın çıkagelirse, gerçekte bir doğum yansılaması olan bir tören düzenlenir, başka bir deyişle adam topluluğa yeniden kabul edilirdi. Bu durumda, toplulu­ğa yeniden alman adamdan, ikinci bir potmos edinmiş kişi anlamında deuteropotmos40 diye söz edilirdi. Burada, potmos, insanın payına "dü­şen" (Latince'de casus) anlamında moira ile eşanlamlıdır. Mitologyada, Zeus ile Hera'nın düğün yatağının başucunda Moira'lar vardır.41 Ta­pımdaysa, gelin Artemis'e ve Moira'lara saçından bir tutam sunar.42 Gerdek gecesi şöyle denilirdi: "Bu gece, yeni bir potmos, yeni bir dai­mon başlatıyor."43 Öte yandan, "ölüm payı" anlamına gelen moira

34 Cambridge Ancient History’de T.E. Pcet. 1. 334; E.A.W. Budge, The Cods o f the Egyptians (Mısırlıların Tanrıları), (Londra, 1904), 1.163; A. Moret ve C . Davy, Des dans aux empires, (Paris, 1923), From Tribe to Empire (Kabileden İmparatorluğa), (Londra, 1926), s. 8.145; C.K. Meek, A Sudanese Kingdom: an Ethnographical Study o f the Jukun-speaking Peoples o f Nigeria, (Londra, 1931), s. 202-07; Native Races ofthe Pacific States o f North America, 2.277; H.R. Schoolcraft, Indian Tribes ofthe United States (Birleşik Devletlerdeki Yerli Kabileleri), (Philadelphia, 1853-56), 5.196.

35 H. Webster. Primitive Secret Societies (ilkel G izli Dernekler), (İkinci basım. New York, 1932). s. 154.36 Aiskhylos, Agamemnon, 1478,1568.17 Aiskhylos, Thebai’ye Karşı Yediler, 493; Khoephoroi, 511.38 Empedokles, 122; Plutarkhos, Moralia, 474b.39 Euripides. İphigeneia Tauris’te, 203-07; Euripides, Helene, 212-14; ilyada, 3.182.40 Plutarkhos, Moralia, 265a. Hindu'larda yurt dışından ülkesine geri dönen bir kimse "yeniden doğmak"

zorundadır: J.G. Frazer, The Golden Bough, (Altın Dal), (Londra, 1923-27) “Taboo and the Perils of the Soul” ("Tabu ve Ruhun Korkulan"), s. 113.

41 Aristophanes., Av. 1731 -43; Pindaros, fr. 30.42 Pollux. 3. 38.43 antipho Soph. fr. 49.

Page 331: Thomson_Tarih Öncesi Ege

thanatou44 gibi deyimler de, insanın öbür dünyadaki yaşamda da ken­dine ayrılmış bir payı bulunduğunu göstermektedir. İşte bütün bu dü­şünceler toplancasının anahtarı, insan yaşamının olağan bölümleri ya da moiralarının, yani doğum, erginleme, evlenme ve ölümün ilkel dü­şüncede aynı nitelikte olaylar olarak ele alınmasında yatmaktadır.

MoiraTar, ata alışkısının kişileştirmeleri olarak; ilkel ortaklaşmacı- lığın ekonomik ve toplumsal işlevlerinin -avın paylaşılması, talanın paylaşılması, toprağın paylaşılması, klanlar arasında işin böliişülmesi- simgeleri olarak doğdular. Denilebilir ki, Moira'ların kökeni, Cilalıtaş Çağı ana-tanrıçalarıdır. Anaerkil klanın kadın-yaşlılarından kaynakla­nan bu ana-tanrıçalar, klanlarda yaşamaya başladıklarından bu yana erkeklerin yaşamı üstünde su götürmez bir egemenlik kurmuş olan sa­yısız kadın-ata kuşağının ortak yetkesini simgeliyorlardı. Aiskhylos, dünyanın başlangıcında Moira'ların her şeye egemen olduklarını, en üstün sayıldıklarını anımsıyordu.45

3. Hora'lar ve Kharit'ler

Moira'ların kimliğini belirledikten sonra, İngiliz şiirinde "Hours" (Saatler) ve "Graces" (Güzeller) olarak boygösteren Hora'lar ile Kha- rit'leri yorumlamakta pek güçlük çekeceğimizi sanmıyorum.

Hora'ların adları, Eunomia, Eirene, Dike46 sınıflı topluma değgin adlardır. Eunomia, yani Yasa ve Düzen yeterince açık. Eirene, yani Ba­rış, kent-devletleriyle birlikte biçimlenen bir düşünce 47

Dike ise, az ileride göreceğimiz gibi, Homeros-sonrası dönemde Moira'nm yerini alan bir kavram. Ama gerçekte Hora'ların kendileri adlarmdan eskidir. Yılın bölümlerini yansıtan ortak adları ve kendile­rine doğurganlık ruhları olarak tapımlması, ilkel dönemlere uzanan varlıklarını kanıtlamaktadır.48 Hora'lar toprakta çahşmanm zamanla­rını ve mevsimlerini belirlemelerinin,49 sepetlerini çiçekler, buğday de­metleri ve yemişlerle doldurmalarının50 yanı sıra, Semele'nin evlen-

3 3 0 TA RİH Ö N C ESİ F.GE

44 Aishkylos, Periler, 917; Aiskhylos. Agamemnon, 1462; ilyada, 16. 457, 23. 9.45 Aiskhylos, Zincire Vurulmuş Prometheus, 531-34.46 Tanrıların Doğuşu, 901-2.47 J. Hasebroek, Staot und Handel im alien Griechenland, (Tübingen, 1928), Trade and Politics in A n c ie n t

Greece (Eski Yunan’da Tecim ve Politika), (Londra, 1933), s. 118.48 Philokhoros, 18,171; Aristophanes, Pa. 308.49 Tanrıların Doğuşu, 903; Pausanias, 1. 40.4.50 Eusebios, PE. 3.11. 38; Eusebios, AP. 6. 98.

Page 332: Thomson_Tarih Öncesi Ege

İn s a n in Y a ş a m d a k i P a y i 331

meşine yardımcı olmuşlar/1 yeni doğan Hermes'i kundağa sarıp diz­lerinde hoplatmışlardır.52 KharitTerin adlarıysa Euphrosyne (Sevinç), Thalia (Eğlenti) ve Aglaie'dir (Parlak).53 KharitTer Kadmos'un düğü­nünde,54 Peleus'un düğününde,55 Aphrodite'yle,56 Olympos Bayram­larında Hora Tarla,57 Persephone doğduğunda Hora'larla veM oira'lar- la dans ederler.58

Bu kutsal üçlülerin, yani KharitTer, Moira'lar ve Hora'ların gerçek­te bir oldukları açıktır. Hepsi de, eskil anaerkil devletin doğuşuyla bir­likte kadın-atalardan kaynaklanıp bireyselleşen ana-tanrıçalardan ay­rı olarak, kadın-atalarm anonim biçimden çoğalmasından başka bir şey değildir. Bunlar durmadan, korobaşı olan şu ya da bu ana-tanrıçayla

Resim 51. Kharit’ler: Attika duvar kabartması

51 Nonnus. D. 8.4-5; Moskhos, İd. 2.164.52 Philostratos, Imagines, 1. 26; Pindaros, P. 9. S9-62; Euripides. Bakkha'lar, 418-20; Pausanias, 2.13.

3. Bunlar aynı zamanda doğum tanrıçalarıydılar: Nonnus, O. 3.381-82,9.12-16,16.396-98, 48. 801.

53 Tanrıların Doğuşu, 907-09.

54 Theognis, 15-16.55 Quintus Smyrnaeus, 4. 140.56 Odysseia, 18.193-95, 8. 362-66; İlyada, 5. 338.

57 Horn. H. 3.194-9658 Orph. H. 43.

Page 333: Thomson_Tarih Öncesi Ege

33 2 TA RİH Ö N C ESİ EGE

birlikte bir tür koro olarak çıkarlar karşımıza. Artemis'e Moira'larla bir­likte tapmılırdı.59 Demeter'in bir adı da HoraTarı Yaratan'dır.60 Ar- gosiu Tanrıça Hera'nın, Hora'lar ve Kharit'lerin resimleriyle süslü bir tacı vardır.61 Odysseia'da, Kharit'ler dans ettiğinde başı çeken Aphro- dite'dir.62 Aynı tanrıça Attika geleneğinde MoiraTarm en yaşlısı diye tanımlanır.63 Gerçekte en gençlerinden biriydi.

4. E rin y s'ler

Erinys'ler ilk bakışta tümden farklıdırlar:

N e bir tanrı, ne bir insan, ne bir h ayvan sok ulur yan larına,Tiksinç gen ç kızlar, yılların saçlarını ağarttığı çocu k lar,

N e gök yü zü n d e bir sevenleri var, ne y ery ü zü n d e,U ğu rsu z gelm işler bir kez bu d ü n yaya,

T artaros'u n dibindeki karanlıkta y aşarlar.64

ErinysTerin işi, akrabasını öldüreni, yalan yere ant içeni, ana-baba- sma kötü davrananı, konuklarını hoş tutmayanı cezalandırmaktı. Bu suçlardan birincisini Dördüncü Bölüm'de incelemiştik. Ötekilerse, Eleu- sis'deki Orpheus'çu mysteriaTarm, yani gizli tapmaların üç "yazılı ol­mayan yasa"sma denk düşerler: Tanrılara saygı göster, ana-babana say­gı göster, yabancıya saygı göster.65 ErinysTerin verdiği cezalar çıldır­ma, kıtlık, dölsüzlük, salgın hastalıktı. Başlangıçta, ErinysTerin hemen davranıp suçlunun ölümüne yol açtıklarına inanılırdı. Minos Giritinin söylencelerdeki Yasa Koyucusu RhadamanthysTn bulduğu uygulama­yı anımsayacaksınız. Rhadamanthys, suçlu olabilecekleri ant içirterek sınardı.66 işte bu uygulama, ErinysTerin rolüne de açıklık getiriyor. Suç­lanan kişi kendini koşullu olarak ilençlerdi; eğer suçluysam klanımla birlikte yok olayım, gibisinden bir dua ederdi. Böylece, ant içme, su­

59 C/G. 1444.60 Hom. H. 2. 54. 192, 492; Cali. Cer. 122-24; Nonnus, O. 11. 501-04; 1C. 12. 5. 893; Cali. Ap. 87:

Pausanias, 3.18.10. 8. 31. 3.61 Pausanias, 2. 17. 4.62 Odysseia, 18.193-95.63 Pausanias, 1.19. 2.64 Aiskhylos, Eumenides, 68-73.65 G. Thomson, Aeschylus, Oresteia, 1. 51-52, 2. 269-72.66 Platon, Leg. 948.

Page 334: Thomson_Tarih Öncesi Ege

İNSANİN YAŞAMDAKİ FA Y I 33 3

çun edimsel bir sınanması olmaktan çıkıp da tanığın gözünü korkuta­rak kanıtı güçlendirmenin bir aracına dönüştüğünde,67 ErinysTer öte­ki dünyaya çekildiler, orada ölüler ülkesi tanrıçası Persephone'nin ce­hennem elçileri olarak ilençlilerin ruhlarına işkenceler çektirdiler.

Erinys'lerin yazılı olmayan yasalarla bağı Homerik şiirlerde bile gö­rülür, ama bu yasalar ilkel dönemlerin yasaları değildir. Ant içirerek sınama, kabile düzeninin ileri aşamalarında görülür yalnızca. Ana-ba- bava boyun eğme, ailenin var olmasını gerektirir. Dilencilere ve yaban­cılara yakıştırılan kutsallığın bir ereği vardı: Topraktaki işgücü yeter­sizliğini, daha somaları da tecimin gereklerini karşılamak. Bütün bun­lar, Rhadamanthys ve Persephone'ye yapılan göndermelerle birlikte düşünüldüğünde, yazılı olmayan yasaların Minos Giritinden kaldığı­nı akla getiriyor.68

ErinysTer, Kadmos soyundan gelen Oidipus'un söylencesinde ağır­lıklı bir yer tutar. Oidipus'un babası Thebai Kralı Laios'dan başlayarak Oidipus ve oğullan ErinysTer tarafından ilençlenir ve cezalandırılır; Erinys'lerin ilenci en sonunda hanedanın yıkımına yol açacaktır.69 Delp- hoi'dan kaynaklanan bir gelenekti bu.70 Öte yandan, Odysseia'da, Oi­dipus'un başına bela olan kötü cin Furia, babasının değil, anasımndır;71 bu öç perilerinin başlangıçta dişisoylu olduklarını gösteren, cinsiyetle­rinin yanı sıra daha başka belirtiler de vardır.72 Meleagros, anası Alt- haia'nın erkek kardeşini öldürünce, Althaia oğlunun üstüne öç perile­ri Erinys'leri salmıştı. Analarını öldürdükleri suçlamasıyla Orestes'i ve Alkmaion'u cezalandıranlar da Erinys'lerdi.73 Bunların hepsi de akra­balar arası adam öldürme örnekleriydi; bir kabile üyesinin işleyebile­ceği en korkunç suç. Sonuçta, Erinys'lerin "ilençler" olarak tanımlan­masına74 ve yılanlar biçiminde tasarlanmasına bakarak, temelde, in­sanları ilençleyerek kabile töresinin çiğnenmezliğini savunan o anaer­kil kadın-ataların belli bir yönünü görebiliriz.

67 A.S. Diamond. Primitive Law (ilkel Hukuk), (Londra, 1935), s. 52.68 Ant verdirerek sınama, Gortyna Yasaları'nda öteki ilkel yasalardan daha ağırlıklıdır: Primitive Law, s.

364-65. G irit’i istila eden Dor'lar, Minos yasalarına uymayı sürdüren oradaki eski halktan birçok kurumu devraldılar: Aristoteles, Politika, 1271b.

69 Pindaros, O. 2. 42-46; Aiskhylos, Thebai’ye Karşı Yediler, 710-12, 751-52, 770-72, 776; Sophokles, Oidipus Kolonos’ta, 1434.

20 Herodot Tarihi, 4. 149.21 Odysseia, 11.279-80.22 Moira'lar gibi bunlara da yalnızca kadınlar tarafından tapındırdı: Euripides, Mel. Capt. 18-21.23 İlyada. 9. 565-72; Apollodoros, 1. 8. 3, 3. 7. 5.24 Bkz. bu kitapta. IV. Yunan Kabile Kurumlan, 9. Adam Öldürmeye Karşı Tutum, s. 140-45.

Page 335: Thomson_Tarih Öncesi Ege

ErinysTerin de tanrıçalarla bağları vardı; ama yalnızca Demeter ve Persephone'yle. Erinys'ler, Homeros'da, yalan yere ant içenlerin ruh­larını cezalandırma görevini Persephone ile paylaşırlar.75 ArkadiaTı Demeter Erinys, onların adını taşır görüldüğü gibi; üstelik nereye bak­sanız yılan ile Demeter arasında bir bağ görürsünüz.76 Erinys'ler, Mi­nos Giritinin Moira'larıdır.

3 3 4 T a r i h ö n c e s i E g e

5. Moira'ların Hint-Avrupa Kökeni

Kimileri Erinys sözcüğüne bir Hint-Avrupa kökeni bulabilmek için çok çaba harcamış, ama bu çabaların tümü de boşa çıkmıştır. Çoğu bi­linmeyen yabancı dillerden kaynaklanan birçok öğe içeren Yunan di­lini ele alırken, ortaya bir Hint-Avrupa kökeni koyabilmek için salt dil­bilimsel bir olasılıktan öte bir şey gereklidir; çünkü örneğin niteliğine bakarak, karşı yandaki öteki seçenekleri kestirmemiz olanaksızdır. Önü­müzdeki örnekle ilgili olarak, Latince'deki Furia ve Yunanca'daki erirı- yo, yani "öfke"nin gösterdiği gibi, sözcüğün "çılgınlık"ı çağrıştırdığını söyleyebiliriz ancak.77 Bu da, kendisini doğrulayacak hiçbir Hint-Av­rupa kökeni bulamadığımız aşırı bir görüştür.

Öte yandan, moira kesinlikle Hint-Avrupa kökenlidir ve bu nokta­ya dayanarak çözümlememizi bir adım daha ilerletebiliriz. Analık hak­kıyla bağıntılı olduklarından, Moira'lar, çok gerilere, Hint-Avrupa ta- rihöncesine kadar gitseler gerek. Bizi çok eskilere, en sonunda avcılık ekonomisine kadar götüren yemeğin paylaşılmasındaki rolleri de ay­nı sonucu çıkarmamızı sağlamaktadır. Böyle olunca, Hint-Avrupa kül­türünün öteki kollarında aynı kökten gelen kavramlar bulmayı uma­biliriz. Konu burada incelenemeyecek ölçüde kapsamlı, ama belki Ro­malıların Parka'ları, Keltlerin Matres Dea'ları ve Germenlerin Norn'la- rıyla ilgili bir iki söz söylenebilir.

Parka'ların bize pek yardımcı olacağını sanmıyorum. Doğum peri­leri olarak hiç kuşkusuz aynı kökenden gelmektedirler; ama iplik eği- rici bir üçlü olarak sunulmaları Yunan etkisinin bir sonucudur. Bunun dışında, Parka'ları, Romalı din görevlilerinin halkı başlarına gelebile­cek gazaba karşı sürekli korku içinde tutmak amacıyla düzenledikleri,

75 ilyada. 9.454-57.76 Pausanias, 8. 25. 4.77 Pausanias, 8. 25. 6.

Page 336: Thomson_Tarih Öncesi Ege

İNSANİN YAŞAM DAKİ PAYI 335

geniş kapsamlı bir büyüler ve tılsımlar sistemini oluşturan iyi ve kötü periler, kişileştirmeler ve soyutlamalar kalabalığından ayırt etmemize yarayacak pek bir ipucu yoktur.78 Eğer Moira düşüncesi Latince'de var olmuşsa, bu "et" anlamına gelen caro (Umbria dilinde "bölüm " anla­mına gelen karıi), "pay" anlamına gelen sors (sero "örgü" demektir) ve casus (Yunan dilinde potmos) gibi sözcüklerde aranmalıdır.79

Matres Dea'lar çoğunlukla İ.S. ikinci yüzyıldan başlayarak Kuzey İtalya'da, Fransa'da, Ispanya'da, İngiltere'de ve Ren Nehri'nin batısın­da kalan Almanya'da bulunmuş yüzlerce adak kabartması ve levha­sında karşımıza çıkar.80 Bunlardan biri kucaklarmda meyva sepetleriy­le oturan bir kadınlar üçlüsü; başka biriyse el ele tutuşmuş dans eden bir kadınlar korosudur. Oturan gruplardan kimilerinde figürlerden bi­rinin elinde bolluk boynuzu vardır; Yunanlılarda Amaltheia'nın boy­nuzudur bu.81 Son örnek ise özellikle ilginç, çünkü Laussel Venüsünü akla getiriyor: Bir Yontmataş Çağı taş oymasında çıplak bir kadın elin­de bir yaban sığırı boynuzu tutuyor.82 Matres Dea'lar, Kelt ana-tanrı- çalarımn, kadın yontucuklarıyla bağıntılı daha eski tapımların bir bir­leşimi olarak görülebilir.

Norn'lardan günümüze hiçbir tapım anıtı kalmamış. Gene de, Norn'lar söylencelerde bol bol boy gösterirler ve Moira'lara çok ben-

Resim 52. Matres Dea’lar: Avigliano’dan bir

duvar kabartmasıResim 53. Laussel VenüsCi:

Yontmataş Çağı oyması

78 Ausjiihrliches Lexikon der griechischen und römischen Mythologie; Polybius, 6. 56. 6-12.29 C.D. Buck. Comparative Grammar o f Creek and Latin (Karşılaştırmalı Yunanca ve Latince Dilbilgisi),

(Chicago, 1944), s. 49; A. Ernout ve A. Meillet, Dictionnaire itymologique de la langue latine, (Paris. 1932).

80 Ausfiihriiches Lexikon, Z 2464-79: Resim 51Bkz. bu kitapta, VII. Ege'deki Bazı Anaerkil Tanrıçalar, 1. Demeter, s. 282-90: Dipnot 10, s, 325.

82 Cambridge Ancient History, Plates 1. 8: Resim 53.

Page 337: Thomson_Tarih Öncesi Ege

zerler. Onlar da doğum, evlenme ve ölüm tanrıçalarıdır. Onlar da yaz­gının ipliğini bükerler.83 Yunan etkisini görmek olası. Bu etki olsa olsa Roma'dan geçerek gelmiştir. ParkaTarın Roma'da iplik bükenler ola­rak tasarlanması, yalnızca yazınsal bir aktarma olduğu için, eğitim gör­müş sınıflarla sınırlıydı. Eğer halk düşüncesinde herhangi bir etki uyan­dırmış olsaydı, Matres Dea'larda izi kalmış olurdu; ama bulgular çok olmakla birlikte iplik bükenlerin ParkaTarla özdeşlendiği yalnızca tek bir bulgu söz konusudur ve ParkaTarın doğrudan iplik büktüğü tek bir örnek yoktur. Öyle görünüyor ki, Norn'lar ve MoiraTar ortak bir Hint- Avrupa kalıtımından gelmektedirler.

6. Moira'nın Dönüşümü

Yunan mitologyasında MoiraTar ile ErinysTer arasında yakın bir ilişki göze çarpar. Aiskhylos, başlangıçta yeryüzünün o sıralar Zeus'dan da güçlü olan Üç MoiraTar ve Unutmak Bilmez ErinysTer tarafından çekilip çevrildiğini söyler.84 Oidipus'un kadınları, "kötülük veren Moi- ra'ya ve Oidipus'un hayaleti Kara Erinys"e kargışlar yağdırırlar.85 Aga­memnon, Akhilleus'un geras'mı, onur payını elinden almaktan duy­duğu pişmanlığı dile getirirken, kendisinin suçlu olmadığını ve Zeus, Moira ve Erinys'lerin aklını çeldiklerini söyler.86 Zeus, Poseidon'u moi­ra'sim, yazgısını aşmaması yolunda uyarırken, en büyük erkek karde­şin payının ErinysTer tarafından korunduğunu anımsatır ona.87

Homeros-sonrası şiirde Moira'nın yerini çoğu zaman Dike alır. Aga­memnon ve Menelaos, Aias'm gömülme hakkını -ölülerin moira'sı- ge­ri çevirdiklerinde, ölünün erkek kardeşi onlara Zeus, ErinysTer ve "doğ­ruluk getiren" (telesphoros) Dike adına ilenç yağdırır.88 Moira'nın gele­neksel bir sanıydı bu. Oresteia'da, çocuklarının davranışları karşısında yürekleri kan ağlayan ana-babalar Dike'ye ve Erinys'lere başvururlar. Herakleitos da, eğer Güneş kendisinin koyduğu "ölçiiler'T {metra) aşa­

336 T a r i h ö n c e s i Eg e

83 H. Paul, Grundriss dergermanischen Philologie, (Strassburg, 1900), 3. 282; W. Mannhardt, Germanischc Mythen, (Berlin, 1858), s. 576, 609); H.M. Chadwick, The Growth o f Literature (Edebiyatın Çelişmesi). (Cambridge, 1932-40), 1. 208, 218, 646.

84 Aiskhylos, Zincire Vurulmuş Prometheus, 531-34.85 Aiskhylos, Theboi’ye Karşı Yediler, 962-64.86 ilyada, 19.86-87.87 İlyada, 15. 204.88 Sophokles, Aias, 1389-92, 1326-27; Sophokles, Antigone, 1070-75: Aiskhylos, Zincire Vurulmuş

Prometheus, 527.

Page 338: Thomson_Tarih Öncesi Ege

İNSANİN YAŞAM DAKİ PAYI 337

cak olursa, Dike'nin elçileri Erinys'lerin kendisini bulacaklarını açıkla­mıştır.89 Metron düşüncesi moira'nın Homeros-sonrası bir gelişimiydi.90 Bu bölümler, Moira'nm işlevlerini Dike'nin üstlenmiş olduğunu91 ve her ikisinin de Erinys'lerle bağıntılı olduğunu gösteriyor. Şöyle bir iliş­ki görülür aralarında: Moira insan davranışlarına konulan sınırların aşılması karşısında gücenip öfkelenir, ama suçlunun cezalandırılması Erinys'lere bırakılır. M oira'lar yargıyı verir, Erinys'ler de cezayı.92 Bu geleneksel işbirliği, Yunan uygarlığının temelinde yatan kültürlerin kaynaşmişliğim yansıtır; Hint-Avrupa öğesinin başatlığı ise Moira'la- rm yetke üstünlüğünde yansır.

Agamemnon, yaptığı yanlıştan ötürü özür dilerken, Zeus'un adı ile Moira ve Erinys'ler arasında bağlantı kurar. Zeus'un Moira'larla nasıl bir ilişkisi vardı? Burada gene krallığın evrimine geliyoruz. Uzmanlık gerektiren bir uğraş olarak krallık en sonunda kalıtımsal bir niteliğe bürünmüştür,93 ama krallığın babadan oğula geçmesi uzun bir süre halkın onayına bağımlı kalmıştır. Nitekim, Temenos'un oğulları kral­lığın babadan oğula geçmesini sağlamak için babalarını öldürdüklerin­de, halk duruma elkoyarak krallığı damada vermiştir.94 Telemakhos'un gönlü babasının tahtmdaydı, ama yalnızca babasından ona kalan mal mülk üstünde hak ileri sürebiliyordu.95 Gene, Agamemnon talandan payına düşenden fazlasını almakla suçlandığında, görürüz ki, kral ar­tık gerçekte halkının bir armağanı olan şey üstünde hak ileri sürmeye başlamıştır.96 Zeus için de geçerlidir aynı şey. Aiskhylos'a bakılırsa, başlangıçta, Moira'ları alt edecek güçte değildi Zeus.97 Oğlu Sarpedon savaşta vurulup ölmek üzereyken Zeus yüreğinden onu kurtarmayı geçirir; ama Hera eğer yazgınm yargısına karşı gelirse öteki tanrıların da başkaldıracağını söyleyerek caydırır Zeus'u.98 Öte yandan, moira theoıı ve epeklosanto theoi gibi deyimler, Moira'larm yetkelerini yitirmek­te oluşlarının belirtileridir.99 Daha ileri bir tarihteyse, Olympos'lu Ze-

89 Aiskhylos, Eumenides, 514-15; Herakleitos, 94,90 C . Thomson, Aeschylus and Athens (Aiskhylos ve Atina), (İkinci basım, Londra, 1946), s. 78.91 Pindaros, P. 4.145-46; Platon Leg. 943e; İşler ve Günler, 256-62; İlyada, 1.286; Herodot Tarihi, 7. 35.2.92 işte bu yüzden, Akhilleus'un atı Ksanthos söylemeye yazgılı olduğu her şeyi söyledikten sonra Erinys'ler

tarafından susturulur ilyada, 19. 418.93 The Bağanda, s. 13; Indians o f South America, s. 16.94 Apollodoros, 2. 8. 5.95 Odysseia, 1. 389-98.96 ilyada. 9. 330-34, 367-68-97 Aiskhylos, Zincire Vurulmuş Prometheus, 534.98 ilyada, 16. 433-49.99 Odysseia, 11. 292, 22. 413, 1.17; ilyada, 24. 525.

Page 339: Thomson_Tarih Öncesi Ege

338 TA RİH Ö N C ESİ E g e

us ve DelphoiTu Apollon için kullanılan tapım adı moiragetes ile birlik­te Moira'ların en sonunda boyuneğişleri açığa çıkar.100 Yeni tanrılar egemendir artık. Kabilenin yerini devlet almıştır.

İplik eğirme, kadının işiydi. Bu açıdan bakıldığında Moira'nın öne­mi, Yunan düşüncesinde kökeni erkeklerin çalışmasında yatan başka bir öğeyle karşıtlık oluşturabilir. Moira'yı en sonunda toplumsal önem bakımından gölgede bırakacak bir sözcüğün temelinde otlak kavramı yatar. İlk başlarda nonıos sözcüğü, tıpkı moira sözcüğü gibi, "bölüm" ya da "pay" anlamına geliyordu, ama iki yönden farklıydı. Kurayla hiç­bir ilintisi olmadığı gibi yalnızca otlağa değgin olarak kullanılıyordu.101 Klan moira'sının aile topraklarına bölünmesinden çok sonraları da ot­laklar ortak kaldılar. Kullanımları ise göreneksel haklar tarafından dü­zenleniyordu. Böylelikle nomos giderek bir ortak kullanım, benimsen­miş görenek anlamı kazandı ve dolayısıyla yerleşik yasa niteliğinde bir göreneğe dönüştü.102 Nomos'un da moira'nm da kökleri kabile yaşanan­daydı; ama tarihsel dönemin başlangıcında Moira'nın yok olmaya yiiz- tutmasma karşılık, Nomos yalnızca demokratik kent-devletinde olgun­laştı. Moira'nın düşüşü ve Nomos'un yükselişi, anaerkil kabileden ata­erkil devlete geçişin bir göstergesidir.

Sınıf eşitsizliklerinin büyümesiyle birlikte, zenginliklerin bölüşü- münde kura çekme yöntemine gitgide daha az başvurulur oldu. Bu­nun sonucunda, bütün insanların emeklerinin ürünlerine sahip olma­larının doğuştan kazanılmış bir hak olduğunu savunmuş olan Moi­raTar, çoğunluğun mülksüzleştirildiği yeni toplum düzeninde insan­ların ne denli az olursa olsun paylarına düşenle yetinmelerini sağla­makta kullanılan değiştirilemez Yazgı'lara dönüştüler. En sonunda da, gerçek dünyada doğuştan kazanılmış haklarından, başka bir deyişle "bereketli topraklardan, bol ekin ve şaraptan" paylarına düşenden yok­sun kılınan insanlar, bu dünyada yitirdiklerini düşsel bir dünyada ye­niden elde etme gizemsel umuduyla avunmak zorunda bırakıldılar. Doğum ile kazanılan hak, ölüm ile kazanılan hak oldu çıktı.

100 Pausanias, 5. 15. 5, 8. 37. 1, 10. 24. 4; Euripides, fr. 260; Euripides, Elektro, 1247-48; Orph. H. 59. 11-14, fr. 248. 4.

101 F.M. Cornford, From Religion to Philosophy (Dinden Felsefeye). (Londra, 1913), s. 27. 31.102 nomos (1) "bir hayvan ya da bitkinin yetiştiği yer" (2) "alışkanlık", "alışkı".

Page 340: Thomson_Tarih Öncesi Ege

339

KENTLERİN OLUŞUMU

X

1. Thukydides Eski Yunanistan'ı Anlatıyor

Thukydides, Yunan polis'inin doğuşunu ve gelişimini gözler önüne sererken, birinci sınıf maddeci bir tarihçi olarak çıkıyor karşımıza:

Bugün Y un an istan (H ellas) adı verilen ülkede, başlangıçtan itibaren is­tikrarlı bir biçim de yerleşilm işe benzem iyor; ülkede ön ce g ö çler o ld u , çünkü otu ran lar, sayıları d u rm ad an çoğalan yeni gelenlerin baskısıyla sık sık bölge d eğiştiriyorlard ı. T icaret yoktu; halklar arasınd ak i ilişki­ler karada d a, d en izd e de gü venli değildi; ülkede otu ran ların h er biri toprağından an cak ölm eyecek k adar bir şey çıkarabiliyordu: servet bi­riktirm iyor, tarım işletm eleri kurm u yorlardı, çünkü, m ü stah k em şehir­ler b u lun m ad ığın dan , bir istilacının o rtaya çıkıp h er şeyi ele g eçirm e­yeceğinden em in değillerdi. Bu koşullar altında insanlar, günlük y iye­ceklerini n erd e olsa b ulacak ların ı d ü şü n m ek te, kolayca gö ç etm ek te, güçlü şeh irler k urarak ya da herhangi bir başka yoldan ü stünlük sa ğ ­lam aya çalışm am ak tayd ılar. H alk değişikliklerine en çok u ğrayan y er­ler özellikle en iyi topraklardı: bugün Thessalia adı verilen bölge; Boio- tia; A rkadia dışında Pelop onn esos'un en büyük kısm ı; kısacası gen el­likle en elverişli bölgeler. A slın d a, toprağın bereketliliği sayesin d e d u r­m ad an artan gelirler ay ak lan m alara yol açıyor, ülkeyi h arap eden bu ay ak lan m alar, ayn ı zam an d a da yabancıların h ücu m ların a d ah a açık bir hale getiriyordu. A ttika ise, toprağının çoraklığı yü zün d en uzun sü ­red ir ayak lan m alard an uzaktı ve kesintisiz olarak aynı insanların o tu r­d u ğu bir yerdi...

İşte eski Y unanistan'ın güçsüzlüğünü daha kusursuz bir biçim de gös­teren bir şey d aha: T roya savaşın d an önce Yunanistan ortaklaşa hiçbir

Page 341: Thomson_Tarih Öncesi Ege

işe girişm işe benzem iyor ve bence bu ad bile tüm Y un an istan 'a u ygu ­lan m ıyord u. D eukalion'un oğlu H ellen'den ön ce bu ad v a r olm uşa bi­le b en zem iy or, h er halk, özellikle Pelasgoi halkı, Y u n an istan 'a kendi özel adından gelm e bir ad verm ekteydi... K ısacası, H ellenler adını ön­ce site site, yani aynı dili konuşan insan toplulukları halinde, sonra da hep birden alan bu halklar, T roya savaşın d an ön ce , gü çsü zlü k leri ve ilişkilerinin azlığı nedeniyle ortaklaşa hiçbir işe girişm em işlerdir. Ü ste­lik bu sefere de an cak deniz tecrübeleri artınca kalkışm ışlardır.

G eleneğe g öre , bir d onan m aya ilk olarak M inos sah ip old u ; bugün Y un an denizi adını verdiğim iz şeyin büyük kısm ına gü cü n ü kabul et­tirdi; Kyklades ad alan n a boyun eğdirdi ve K aria'lıları kovduğu bu ad a­larda ilk olarak koloniler kurdu; adalara vali olarak öz oğullarını yer­leştirm işti; aynca vergilerin toplanm asını d ah a kolayca sağlam ak am a­cıyla korsanlığı elinden geldiğince ortadan kaldırdı. G erçekten, eski Y u­nanlıların b arb arlar ülkesinde, deniz kıyısında otu ran ları ve adalarda yaşayan ları birbirleriyle deniz yoluyla daha sık ilişkiler kurunca kor­sanlığa başladılar; en güçliileri korsanlığı zenginleşm enin ve g ü çsü zle­ri beslem enin bir yolu olarak görüyorlardı; surları olm ayan şehirlere ve kasabalara d ağılm ış halklara saldırıyor, yağm alıyor ve gelirlerinin bü­yük kısmını bu seferlerden sağlıyorlardı; çünkü korsanlıkta hiçbir on ur­suzluk yok tu ; tam tersine, b iraz ün bile k azand ırm ak tayd ı. B ugün bile

birkaç deniz halkının korsanlık yapm aktan on ur d uym aları ve her y er­de eski ozanların şiirlerindeki kişilere, gem icilere korsan olup olm adık­larım sord u rm aları çok iyi gösterir bunu; bu sorunun yöneltildiği kim ­selerin bu işi inkâr etm edikleri, soranların da soru ya bir h akaret gözü y­le bakm adıkları görü lü r. Kıtada, halklar birbirlerini yağm alam ak tayd ı­lar. Bugün bile, Y unanistan 'ın birçok bölgesinde, Lokris'lilerin, O zöl'le- rin, E tolia 'h ların , A k am an ia 'h larm bölgesinde ve kıtanın bu yanında, eski tarza uygun yaşanır...

Daha yakın bir tarih te , seyrüsefer kolaylaşınca ve zenginlikler biri­kince kurulan tüm şeh irler, deniz kıyısında yapıldı, tahkim edildi ve kıstakları işgal etti; böylece ticaret kolaylaştırılıyordu ve h er birinin kom ­şularına karşı güvenliği d aha fazlaydı. Eski şehirlerse, tersine, uzun sü­re d evam eden korsanlık yü zün d en , ad alard a d a, k ıtada da olsalar ter­cihan d en izd en u zağ a k uruluyorlardı v e bugüne k ad ar toprakların iç kısm ında kaldılar; çünkü herkes birbirini y ağm alıyor, hatta denizci ol­m adıkları halde kıyılarda otu ran halklar bile çap ula u ğ ru y o rlard ı.1

3 4 0 TA RİH Ö N C ESİ EGE

1 Thukydides, Peloponnesos Savaşı, 1. 2-5, 7.

Page 342: Thomson_Tarih Öncesi Ege

KEN TLERİN O LUŞU M U 34 i

Böylesine dengesiz koşullar, bir yerden ayrılmak zorunda bırakılan insanların sürülerini de yanlarında götürebilmeleri gibi bir üstünlüğü olan çobanıl zenginliğe öncelik kazandırıyordu. Homerik şiirlerde sı­ğırların çalışmasından çok söz edilir,2 nitekim Thukydides'in anlattığı yağmacılıklar da hiç kuşkusuz büyük Ölçüde bu niteliktedir. Aynı ko­şulların toprağın işlenmesi üstünde tersine bir etkisi vardı. Özellikle bağlar ve zeytinlikler, sulamayı gerektiren uzun dönemli yatırımlar ol­dukları için, ilk zamanlar olanaksızdılar. Yerleşim yerlerinin durma­dan değişmesi, insanların toprağa kalıcı bir biçimde bağlanmalarına olanak tanımıyordu. Dolayısıyla, daha geri bölgelerde tarım, çabuk ürün veren tahıllarla sınırlıydı. İşte bu yüzden, ülkenin durumu, eki­lebilir toprakların dönem dönem yeniden bölüşülmesine olanak tanı­yan göçebe tarımına elverişliydi.3

Thukydides, polis deyimini her iki türden yerleşim merkezi için de; hem surla çevrilmemiş köyler topluluğu, hem de surla çevrili kent için kullanıyor. Sözcüğün bu geniş kapsamlı kullanımı, ilkel köy toplulu­ğundan başlayıp, Thukydides'in çöküşünü de görecek kadar yaşadığı büyük kente dek uzanan kesintisiz bir gelişimi ortaya koyuyor.

2. Tarihsel Dönemde Kentlerin Oluşumu

Kentler ile köyler arasındaki kültürel gelişme farklılığı, kırsal bölge­lerin çıkarlarının sistemli bir biçimde kentlerin çıkarlarına bağımlı kılın­dığı modern anamalcılığın bildik bir özelliğidir. Sanayi kenti, anamalcı üretime özgü yerleşme birimidir. Köy ise, feodalizmin bir kalıntısıdır.

Eski Yunan'da da benzer bir ayrım söz konusuydu. Ama toplumun bütününün geri düzeyine uygun olarak, uygarlık ile barbarlık arasın­da bir karşıtlık biçiminde beliriyordu bu ayrım. Açık köylerdeki bar­barca ya da yarı-barbarca yaşama alışkanlığının karşısında kent-dev- •eti uygarca yaşamanın belirgin bir göstergesiydi. Strabon, barbarların köy yaşamından birçok yerde söz ediyor:

2 ilyada, 1.154; 11. 672; 20.91; Odysseio, 21.16-19.2 J.K. Das. 1905’den başlayarak Viyana’da yayımlanan Anthropos'da yer alan “Notes on the Economic

and Agricultural Life of a Little-Known Tribe on the Eastern Frontier of India" ("Hindistan'ın Doğu Sınırındaki Az Bilinen Bir Kabilenin Ekonomik ve Tarımsal Yaşamı ÜstOne Notlar") başlıklı yazısında Manipur Dağları'ndaki Kuki kabileleri için şöyle der: "İşlenen toprakların değiştirilmesi, zenginliğin özel ellerde birikmesine ve böylece kişilerin rütbelerinin yükselmesine yol açmamış; buna karşılık, toplumsal ve siyasal yaşamlarında çok ileri bir demokratik ruh yaratmış."

Page 343: Thomson_Tarih Öncesi Ege

342 TARİHÖNCESİ EGE

Kimi yazarlar, Ispanya'daki İber'lerin bini aşkın kenti olduğunu belir­tiyorlar. Ama bana kalırsa, İber'lerin büyük köylerinden söz ediyor bu yazarlar. Belki toprağın verimsizliğinden, belki arada büyük uzaklık­lar bulunmasından, belki de ülkenin yabanıllığından, doğa koşullan bu­rada birçok kentin kurulmasına elvermemektedir. Kaldı ki, güney ve doğu kıyılarında yaşayanlar dışında, halkın yaşayışı ve görgüsü insan­da kentli izlenimi uyandırmıyor, İber'lerin çoğunluğu köylerde yaşı­yor, böyle olduğu için de uygar değiller.4

Strabon, Yunanlıların da bir zam anlar aynı biçim de yaşadıklarının çok iyi farkında:

Homeros zamanında Elis kenti daha kurulmamıştı, halk köylerde yaşı­yordu... Bu kentin ortaya çıkması, çeşitli bucakların birleşmesiyle oluş­ması Pers Savaşları'ndan sonradır. Homeros'un sözünü ettiği birkaç ku­raldışı durum dışında, aynı şey Peloponnesos'daki hemen bütün yerle­şim merkezleri için de geçerlidir. Bunlar kent değil, yöresel bucak kü­meleriydiler. Kentler, daha sonraları, bunların bağrından doğdu. Söz­gelimi, Mantineia kenti, beş bucağın, Tegeia ve Heraia sekiz bucağın, Patrai yedi bucağın, Dyme sekiz bucağın birleşmesiyle oluştular.5

Megara bölgesi de, her biri birkaç köyü kapsayan beş yöreden olu­şuyordu. Bunlar en sonunda Megara adını taşıyan kentte birleştiler.6 Çoğu zaman, kentleşme aşama aşama gerçekleşti; köyler küçük bir kent­te, küçük kentler de büyük bir kentte birleşiyordu. Örneğin, Roma dö­neminde, Keos adasında İoulis ve Karthaia adlı iki kent bulunmasına karşılık, daha önceleri aynı adada dört kent vardı.7 Rodos'un birliğine kavuşması I.Ö. 408 yılına kadar uzanır. Adanın adını taşıyan yeni baş­kentin halkı Lindos, İalysos ve Kameiros adlı üç eski kentten gelmey­di. Bu üç kentin her biri de birkaç bucağı içerdiğinden, bunların da kom­şu köy kümelerinden evrilip oluştukları açıktır.8

Bu örnekler, kent-devletlerinin oluşumunun bütün bir Yunan tari­hi boyunca sürüp gittiğini gösteriyor. Thukydides zamanında, Aitoüa ve Akarnania'daki Yunanlılar hâlâ surla çevrili olmayan, açık yerleşim

4 Strabon, 163,186, 218, 241, 250; D.S. 5.6; Herodot Tarihi, 1. 96.5 Strabon, 336-37; Polybius. 4. 73. 7.6 Plutarkhos, Moralia, 295b; Thukydides, Peloponnesos Savaşı, 4. 70.7 Strabon, 486, 657; Platon, xxvil.8 Strabon, 653-54; S/C. 329 n. 2, 570 n. 4.

Page 344: Thomson_Tarih Öncesi Ege

merkezlerinde oturuyorlardı9 ve Sparta bile "eski Hellenik tarzda" bir köyler kümesiydi.10 Bir iki kuşak sonra, iki olay kent-devletinin yapı­sını açık seçik gözler önüne serdi. İ.Ö. 386 yılında Spartalılar Mantinei- a'lıları kentlerini yıkıp yok etmeye ve kenti oluşturmuş bulunan köy­lere dağılmaya zorladılar.11 Saati geriye doğru işletmeye çalışıyorlardı aslında. On altı yıl sonra, Sparta yönetüni yıkıldığında, Mantineia'nın disjecta membra'lan yeniden bir araya geldi ve ayrıca Megalopolis'de çevredeki bütün küçük kentlerle köyleri birleştiren yeni bir kent kurul­du.12 Aristoteles'in, polis'den "çeşitli köylerin birliği" diye söz ederken ne demek istediği anlaşılıyor.13

3. Kabile Kampından Kent-Devletine

Kitabımızın VIII. Toprak bölümünde, Attika demos’ unun, bildik tür­de bir köy topluluğu olarak, klana denk düşen bölge birimi olarak doğ­duğunu öne sürmüştük. O sıralar Yunanca'da "köy" anlamında kome sözcüğü kullanılıyordu. Aristoteles, kome (koma) sözcüğünün Attika di­lindeki demos’un Dor dilindeki karşılığı olduğunu söyler açıkça. Plu- tarkhos'un hep bucak ile klanı birlikte anması, bunların bir zamanlar aynı yerde ve aynı anda varolduklarını gösterir. Aristoteles de, kent- devletini (polis) "klanların (gene) ve köylerin (komai) birliği" olarak ta­nımlar.14 Tipik Yunan köyünün kökeni, klanın yerleşim yeriydi.

Polis’in tarihi, adında saklıdır. Sözcüğün anlamındaki en üst kat­man soyut olarak "kent-devleti"dir, bir başka deyişle uygar topluma özgü örgütlenme biçimi. Bu katmanın altında, somut olarak, kendisi­ne bağlı çevre köylerle birlikte kentin kendisi yatar. Bu düzeyde, kale ile aşağı kent arasında, akropolis ile asty arasında bir ayrım belirir. Da­ha sonraları Yunan dilinde genelleşecek olan akropolis, Odysseia'da iki kez geçer; ama İlyada'da yalnızca ayrık biçimi olan akre polis’e rastla­rız ve birçok bölümde kale hiçbir niteleme getirilmeksizin polis'dir yal­

K e n t l e r i n O l u ş u m u 343

9 Thukydides. Peloponnesos Savaşı, 3 .94.4 .10 Aynı yerde, 1.10. 2.11 Ksenophanes, Hellenica, 5.2. 5-7.12 Pausanias, 8, 27; D.S. 15. 72.İ3 Aristoteles, Politika, 1252b. S IC . 344'de (Hellenistik dönem, Teos) kentin yeniden düzenlenmesi

yolunda alınmış bir karara rastlıyoruz. Amaç, Lebedos'dan gelen halkı da kente katmaktır. Lebedos'lular öğünden sonra ayn kimliklerini yitirerek Teos'lular diye anılacaklardır. Yalnızca, kendi ayn gömütlükleri kalacaktır.

14 Aristoteles, Poetika: 1448a; Aristoteles Politika, 1281a. 14.

Page 345: Thomson_Tarih Öncesi Ege

3 4 4 T a r İh ö n c e s i E g e

nız.15 Bu da bizi sözcüğün temeldeki anlamına götürür: Doğal bir sur, Thukydides'in sözünü ettiği zorlu zamanlarda bir köy için elverişli bir yerleşme yeri.

Şimdi, daha önceki bölümlerde ortaya koyduğumuz genel düşün­celerin ışığında ve ayrmtılara ilişkin ek bilgilerden de yararlanarak, bu Yunan köylerinin gelişimini kabataslak çizmeye çalışalım. Çizeceğimiz taslak, ister istemez çok kaba olacak; ama şimdilik üstünde çalışabile­ceğimiz bir varsayım sağlayacak bize. Bu varsayımı daha sonra sına­yabiliriz.

Yunan kabile yerleşim merkezlerinin en eskileri geçiciydiler. Bura­larda bir yıl, birkaç yıl, bir kuşak boyu oturuluyordu belki; ama kabi­le önünde sonunda oradan ayrılmak zorunda kalıyordu. Bu tür bir de­ğişken yerleşim merkezinin göçebe kabile kampı düzenini yaratmış ol­ması gerekir, çünkü durağan kılınmış olmasma karşın gene de bir kamp­tan başka bir şey, değildir.

Gerçi hiçbir zaman hepsi bir araya getirilmemiştir ama, kabile kamp­larıyla ilgili bilgiler boldur. Ben burada birkaç tipik örnek vereceğim. Avustralya'daki AruntaTar kamplarını daire biçiminde düzenlerler. Daire, iki yarım daireye ve dört çeyreğe bölünmüştür. İki yarım daire­ye iki yarım (moety), dört çeyreğe de dört fratri yerleşmiştir. Bir fratri- nin üyeleri, yelkıranlarını kendilerine ayrılmış çeyreğin sınırları içinde diledikleri yere dikebilirler, ancak bir toprak parçası mutlaka toplantı yeri olarak ayrılır.16 Amerikan yerlilerinin kampları da aynı ilkeye gö­re düzenlenmiştir. Örneğin, Kansas kabilesi her biri sekiz klandan olu­şan iki fratriye ayrılmıştır; kamp, sınır çizgisiyle ikiye bölünmüş bir daire biçimindedir. Her fratri bir yarım daireye yerleşmiştir. Dıştan ev­lenme kuralının bir tanımı da, erkeğin dairenin öbür yarısından kadın almak zorunda olmasıdır.17 Kabile kampı, kabile düzeninin bir resmi­dir gerçekte. Dolayısıyla, kabile göçebe olmaktan çıktığında, köy yer­leşim merkezleri de aynı yolu izlerler. Her klan kendi köyünde ya da bölgesinde oturur.18 Meksika'da da topraklar her yıl yeniden paylaşıl-

15 Odysseia, 8.494,504: ilyada, 6.88,257,297, 317,22.383; İlyoda. 6.86,17.144; Odysseia, 14.472-73.16 The Arunta, s. 501 -04.17 J.O. Dorsey, "Siouan Sociology” (“Sioux Sosyolojisi"), Annual Reports of theBureau of Ethnology,

(Washington, 1881-), 15. 230-32; H. Hale, The Iroquois Book of Rites (İrokua’ların Dinsel Törenler Kitabı), (Philadelphia, 1883), s. 184; J. Haeckel, "Totemismus und Zweiklassen system bei den Sioux- Indianerm". Anthropos, (Viyana, 1905-), 32.457-60.

18 A.S. Gatschet. A Migration Legend o f the Creek Indians (Creek Yerlilerinin Bir Göç Söylencesi). Philadelphia, 1884), 1. 154; ).G. Bourke, The Snake Dance o f the Moquis o f Arizona (A rizo n a ’daki

Moqui’lerin Yılan Dansı), (Londra, 1884), s. 229.

Page 346: Thomson_Tarih Öncesi Ege

KENTLERİN OLUŞUMU 345

mak üzere klanlar (calpıılli) arasında bölüşülmüştü ve halkın oturdu­ğu yerleşim merkezleri klan sayısı kadar bölgeye ayrılmıştı.19

Rodos'daki üç eski yerleşim merkezinin üç kabileye denk düştüğü­nü ve bunların klanlara denk düşen köylerle çevrili olduğunu görmüş­tük. Demek, Erken Rodos tipik bir kabile yerleşim merkeziydi. Gene, beşinci yüzyılda hâlâ surlarla çevrili "olmayan, açık köylerde yaşayan Aitol'ler üç kabileye bölünmüştü: Apodotoi, Eurytanes ve Ophioneis.20 Malis halkı da üçe bölünmüştü ve Zakynthos adası dört kentten olu­şan bir tetrapolis ya da genbirlikti (konfederasyon).21 Benzer bir köken, Marathon, Oinoe, Probalinthos ve Trikorythos temaslarından oluşan ve dinsel bir birlik olarak korunmuş olan eski Attika tetrapolis"i için de varsayılabilir.22 Bunların hepsi de farklı gelişme ya da gerileme aşama­larındaki kabile genbirlikleridir.

Bu yerleşim merkezlerinin nasıl oluşturulduklarını kafamızda can­landırmaya çalışalım. Bunu yapabilmemiz için, Cilalıtaş Çağı'nm köy topluluğuna dönmemiz gerekecek. Gerçi Cilalıtaş Çağı Yunanistanm- da yerleşmecilerin ataerkil olmaları bir kuraldan çok kuraldışı bir du­rumdur, ama ortaya koyacağımız örneği yalınlaştırmak amacıyla ben yerleşmecilerin artık ataerkilliğe geçmiş bulunduklarını varsayacağım.

Kabilenin yerleşeceği bölge ve klanlara ayrılan yerler, toprağın ni­teliğine, suyun elde edilebilirliğine ve belki de savunma gereksinme­lerine göre saptanır. Her klan kendi köyünü kayalık ve yüksek bir ye­re ya da konumu çevreyi gözetlemeye elverişli bir tepeye kurmaya özen gösterir. En iyi yer, kabile şefinin klanına ayrılır. Kabile şefinin klanı­na ayrılan yer yeterince genişse, köyün tümü oraya kurulur; değilse, şef ile ailesi seçilen merkeze yerleşirler, öteki haneler de merkezin çev­resinde toplanır. Ama bir tehlike başgösterdiğinde şefin oturduğu mer­keze sığınmaya hazırdırlar. Belki de, bütün köy öteki köylerin de ge­rektiğinde sığınabileceği biçimde bir duvar ya da çitle çevrilir.23

Köyün içinde, her ailenin, önünde bir de çitle çevrili bahçesi bulu­nan kendi konutu vardır. Oralarda bir yerde, belki de şefin evinin önün­de açık bir alan uzanır: Eski agora, daha sonraki plateia, bizdeki köy meydanı. Bu alanın ortasında yaşlıların oturması için taştan bir pey­

19 Native Races a f the Pacific States o f North America, 2. 226-27.20 Thukydides, Peloponnesos Sava} 1, 3. 94.4-5.21 Aynı yerde, 3. 92, 2. 30.22 S/C. 541 n.l. Kurucuları Lapith’ler olabilir.23 F. Tritsch, “Die Stadtbildung des Altertums und die griechische Polis”, Klio, (Leipzig. 1901-), 22.1.

70; The Indian Village Community, s. 67.

Page 347: Thomson_Tarih Öncesi Ege

3 4 6 T a r İh ö n c e s İ E g e

keyle çevrili köy ağacına bugün Yunanistan'da hâlâ rastlanabilir.-1 Klan üyelerinin toplandığı yerdir burası. Hane başkanları, şefin evinde top­lanma, yemek yeme, sorunları tartışma haklarına sahiptirler. Şef, ana hanenin başı olarak, klan atasının temsilcisi özelliğini taşır; dolayısıy­la şefin ocağı özel bir kutsallıkla donatılmıştır. Klanın ata ocağıdır bu­rası; klanm daha ailelere bölünmemişken tek bir kamp ateşi çevresin­de toplandığı günleri anımsatmaktadır. Köyün dışında, ama köy böl­gesinin içinde, sürülü tarlalar, az ötede otlaklar ve çorak topraklar uza­nır. Toprağın işlenmesi ve hayvanların otlatılması, yaşlıların yöneti­mindeki köy meclisince denetlenir. Ekilebilir alanlar, küçük açık top­rak parçalarına ayrılır ve aileler arasında bölüştürülür. Bu bölüşüm dü­zenli aralarla yinelenecektir. Otlaksa bölünmez. Tek yerleşik işbölümü kadınlarla erkekler arasındadır.

Köyün iç örgütlenişi konusunda diyeceklerimiz bu kadar. Köyler arasındaki ilişkiler de aynı ilkeler temelinde düzenlenmiştir. Nasıl klan şefinin evi köyün en iyi korunan eviyse, kabile şefinin köyü de bölge­nin en iyi korunan köyüdür. Nasıl klan şefi klanın ata ocağına başkan­lık ediyorsa, kabile şefi de kabilenin ata ocağına başkanlık etmektedir. Tıpkı klan şefinin öteki hane başkanlarmı, klanın yaşlılarını ağırladı­ğı gibi, kabile şefi de öteki klan şeflerini, kabilenin yaşlılarını ağırla­maktadır. Nasıl her köyde klan üyeleri için bir toplanma yeri varsa, bütün klanlardan kabile üyeleri de kabile şefiyle yaşlıların yönetimin­de savaş, barış, göç ve yabancıların kabul edilmesi gibi tüm toplulu­ğu ilgilendiren canalıcı sorunları karara bağlamak için ana köyde top­lanırlar.

Buraya kadar, topluluğu kendi içinde bir birim olarak ele aldık..Top- luluğun başka benzer topluluklarla da ilişkileri bulunabilir, ama top­luluğun Cilalıtaş Çağı'na özgü kendi kendine yeterli yapısını bozabi­lecek nitelikte değildir bu ilişkiler. Madenlerin kullanılmaya başlama­sıyla birlikte yeni bir evreye erişilir. Madenden yapılmış araçlar tahta ya da taştan yapılmış araçlardan çok daha kullanışlıdır. Ya o yörede yapılan ya da gezgin demircilerin oraya getirdikleri araçlardır bunlar. Ama her iki durumda da, madenden yapılmış araçların kullanılmaya başlamasıyla emek üretkenliği artar ve demirci, duvarcı, sepici, vb. gi­

24 Herodot Tarihi, 4. 15. 4; The Indian Village Community, s. 23; P.R.T. Gurdon. The Khasis, (Londra, 1914), s. 33; H.M. Chadwick, The Growth o f Literature, (Cambridge. 1932-40), 1. 324. Agora' mn krai eviyle ilişkisi için bkz. F. Tritsch, "Die Agora von Elis und die altgriechische Agora", Jahreshet des östeıreichischen archaologischen Imtituies, (Viyana, 3897-). 27. 63; R.E. Wycherley. "The Ionian Agora", Journal o f Hellenic Studies, (Londra, 1880-), 62. 22.

Page 348: Thomson_Tarih Öncesi Ege

K e n t l e r i n O l u ş u m u 347

bi uzmanların varlığını olanaklı kılacak bir düzeye yükselir emek üret­kenliği- Hiç kuşkusuz, bu yeni işbölümleri de, üretim uygulayımında­ki (tekniğindeki) daha ileri gelişmelerin yolunu açar. Artık her toplu­lukta, şeflerin ve toprağı işleyenlerin yanı sıra, bir de zanaatkârlar -Yu- nanca'da demiourgoi- vardır; "topluluk için çalışan" bu kişilerin emek­lerinin karşılığı toplulukça aynı olarak ödenmektedir.25

Bu yeni uygulayımların gelişmesi, yalnızca tarımdan belli bir faz­la ürün elde edilmesini değil, aynı zamanda o güne kadar tek tek eki­cilere azar azar dağıtılmış olan bu ürün fazlasının daha da verimli kı­lınabilmesi için belli bir yerde toplanmasını da gerektirir. Ürün fazla­sı şeflerin eline teslim edilir böylece. Ondalık ya da iş hizmeti biçimin­deki düzenli vergiyi şefler alır. Klan üyeleri bu tür ödemeleri, elde et­tikleri birtakım yararlar karşılığı, gönüllü olarak yaparlar. Elde ettik­leri yararlarsa, ya yağmacılara karşı korunma ve savaşta başarılı ön­derlik gibisinden gerçek yararlardır ya da şefin büyü gücü aracılığıy­la bol ürün kaldırma gibisinden düşsel yararlar. Ama temeldeki etken ekonomiktir. Yeni uygulayımsal gelişmeler için yeterli anamal ancak böyle biriktirilebilir. Gene de madenler bollaşmaz. Şefler, elde edile­bilen madenleri kendi kullanımları için bir yana ayırma eğiliminde­dirler. Bakır ya da tunç üstünde çalışan zanaatkârlar, şefler için yeni bir araç bulgularlar; kılıçtır bu yeni araç. Şefler de, işte kılıç denilen bu yeni aracı kullanarak, komşu toplulukların ürün fazlalarına zorla el- koyarlar.26 Savaş, başlı başına bir uğraş olur çıkar. Toprakta ve yağ­mada aslan payının nasıl şeflere gittiğim VIII. Toprak bölümünde an­latmıştık. Artık şeflerin, savaşta ele geçirdikleri kölelerce ekilip biçi­len kendi temenos'ları vardır; elde ettikleri ürün fazlası artık öylesine boldur ki, değiştokuşta bulunmak üzere birtakım maddelerin üreti­mine girişebilirler.

Meta değişimi, kabilelerarası konukseverlikten doğup gelişti belli belirsiz. Kabilenin akrabalar çemberi içinde evrilip gelişen toplumsal ilişki yasaları, başlangıçta o çemberle sınırlıydı. Çemberin dışında ka­lan tüm erkekler, istendiğinde öldürülebilecek ya da soyulabilecek ya­bancılar ve düşmanlardı.27 Dolayısıyla, kabileler arasında barışçıl iliş­kiler oluştuğunda, yabancı biri akrabalar çemberine kabul edilirken onunla simgesel bir biçimde yiyecekler paylaşılıyordu. "Birlikte otu­

25 Odysseio, 3. 432-35,17. 383,85,19.135.26 V.G. Childe, Scotland Before the Scots (İskoçlardan Önce iskoçya), (Londra, 1946), s. 48,27 Burada, aynı anlamda kullanılan Yunanca sözcük de hem "bilinen, tanınan", hem de "akraba"

anlamına gelir. İngilizce’deki "kith and kin" (hısım akraba) sözü de aynı anlayıştan geliyor.

Page 349: Thomson_Tarih Öncesi Ege

348 T a r İh ö n c e s İ Eg e

rup yemek yiyenler/' diyor Robertson Smith, "bütün toplumsal işler­de birleşmiş olurlar. Birlikte yemek yemeyenler birbirlerine yabancı­dırlar. Ne bir din kardeşliği vardır aralarında, ne de karşılıklı toplum­sal görevleri."28 Yemeğe alıkonulup ağırlanan bir yabancı, artık ya­bancı sayılmaz. Düşman, konuk (Latince'de lıostis) olmuştur. Sözge­limi, Odysseus Phaiak'larm sarayına vardığında kralm ilk işi ona ma­sada yer vermek olur.29 Gene, konuk ağırlandığı yerden ayrılırken, yeni kurulan ilişkinin bir belirtisi olarak ev sahibinden bir armağan alır. Giderek, karşılıklı armağan verme, sonunda bir dostluk güven­cesi olarak görülmeye başlar. Her ayrılık armağanı, ileride yeniden ağırlanma hakkını sağlar. Küreksever Taphos'luların kralı kılığına bü­rünmüş olan Tanrıça Athena Telemakhos'un yanından ayrılırken, Te- lemakhos değerli bir armağan sunar ona. Athena da Telemakhos'a öbür gelişinde daha da değerli bir armağan vereceğini söyler.30 Tro- ya Savaşı sırasında, Lemnos'dan Eunos, Akha'ların kampına gemiler­le şarap gönderir. Agamemnon ile Menelaos'a tam bin ölçü şarap ar­mağan ettikten sonra geri kalanını tunç ve demir, sığır, deri ve köle karşılığında değiştokuş eder gür saçlı Akha'larla.31 Aslına bakarsanız, burada apaçık bir takas işlemiyle yüz yüzeyizdir; ancak bu işlemden önce resmi bir armağan sunma işlemi söz konusudur. Bu armağanın kabul edilmesi, daha sonraki alışveriş için bir güvence göstergesidir. Armağan aynı zamanda krallara verilen bir paydır; bir tecim vergisi­dir belki de.

Bu örnek, takas işleminin neden şefin denetiminde geliştiğini açık­lamaktadır. Topluluk, mutlak üretim fazlası aşamasına ulaştığında, köyün ortasındaki toplantı yeri yerel şeflerin ürün fazlalarını öteki top­lulukların ürün fazlalarıyla takas ettikleri bir pazar yerine dönüşür. Zanaatkarlar da aynı yolu izlerler. Üretim güçleri kendi klan üyeleri­nin gereksinmelerince tüketildiği sürece çalışma alanları da kendi köy­leriyle sınırlı kalır. Ne var ki, gelişen uygulayım, köyün gereksinme­sinden daha fazla üretmelerini olanaklı kıldığında, onlar da ürün faz­lasını pazara götürürler. Sonuçta, bütün toplumsal ilişkiler değişir. Te- menos'un sahibi, ondalıkları alan, artık bu ayrıcalıklar sağladığı hiz­

28 W. Robertson Smith. Religion of the Semites, (Üçüncü basım, Londra, 1927), s. 269.29 Odysseia. 7.167-71.30 Odysseia, 1. 305H8: ilyada, 6. 230-31; Name Races of the Pacific States of North America, 1. 192:

"armağan verme sistemleri bile bir tür tecimdir, verilen her armağanın gerçek değerinin ertesi bayramda başka bir armağanla karşılanması beklenir."

31 İlyada, 7.467-75; Sümer'lerde nigba: CambridgeAncient History'de S. Langdon, 1. 378.

Page 350: Thomson_Tarih Öncesi Ege

KENTLERİN OLUŞUM U 349

metlerin bir karşılığıymış gibi davranamaz olur. Çünkü artık bu ayrı­calıkları daha fazla kâr elde etmek için kullanmaktadır. Bu da ona sö­mürü oranını daha da artırma gücünü ve dürtüsünü verir. Zanaatkâr­lar için de aynı şey geçerlidir. Bir kez meta üretimine geçtiler mi, ken­di köylerindekilerle de tecim temelinde alışveriş yapmanın kârlı oldu­ğunu görürler. Artık "topluluk için çalışanlar" olmaktan çıkar, kendi­leri için çalışanlar durumuna gelirler. Sonuçta, gerek şefler, gerek za­naatkarlar ergeç köylerini terk eder, pazarın yanında ev kurarlar. Mer­kezdeki köy, bir pazar kasabasına dönüşür. Köydeki elsanatları tüm­den yok olmaz, ama köy artık kendi kendine yeterli değildir. Gitgide, kasabanın nitelikli emeğine bağımlı duruma gelir. Şefler ve zanaatkar­lar bu adımı atarlarken klanla olan bağlarını koparırlar. Şefler, kendi klanlarının ayrı çıkarlarını temsil etmekten uzaklaşmışlardır artık. Yok­sul klan üyelerine karşı, ortak bir çıkarda birleşmiş toprak sahibi soy­lulara dönüşmektedir şefler. Zanaatkârlarsa, klan düzenine göre ku­rulan loncalarda örgütlenirler; ama ekonomi tarıma bağlı kaldığı sü­rece toprak sahiplerinin üstünlüğüne karşı koyacak durumda değil­dirler.

Küçük toprak sahiplerine, taşralı akrabalara gelince, onlar da daha sınırlı da olsa kendi olanaklarıyla aynı ereğin ardında koşarlar. Teme- wos'un varlığı bile onun ekonomik üstünlüğünün kanıtıdır. Yeniden bölüşüme elverişli olmadığından, ekinlerin daha iyi korunm ası için çevresi kalıcı olarak kapatılabilir ve emek uzun dönemli bir yatırım ola­rak konulabilir içine. Açık tarlalar tükendikçe tarım boş topraklara taş­maya başlar; böylece tarıma elverişli kılınan topraklar komünal dene­time gireceği yerde özel mülkiyete dönüşür. Bu arada, nüfus artışı, her yeniden bölüşümde açık tarlalardaki payları azaltmaktadır; dolayısıy­la yeniden bölüşüm uygulamasından vazgeçilir. Ve toprak parçaları sabitleştiğinde, toprakların zaman zaman dilimler halinde bölüşümü işlevini yitirir, tam bir başbelası olup çıkar; toprak için savaşımda kü­çük toprak sahibine fazladan bir ayakbağıdır artık.

Son olarak diyebiliriz ki, toplumun ekonomik temelindeki bu dev­rim, topluluğun kültürel yaşamını değiştirmiştir. Klan şefleri kasaba­ya geldiklerinde klan tapımlarını da yanlannda getirdiler. Klan farklı­lıklarından sıyrılıp da ortak sınıf çıkarında birleştiklerinde, tapımlar onların ortak denetiminde devlet şenlikleri biçiminde yeniden örgüt­lendi; amaç, yeni toplum düzenine bir kutsallık kazandırmaktı.

İşte, herkesin gereksinmesine göre kurayla eşit paylara bölüşülen kabile yerleşim merkezini kent-devletine, toprak sahibi soyluluğun yö­

Page 351: Thomson_Tarih Öncesi Ege

3 S ° T a r i h ö n c e s İ E g e

nettiği ve bağımlı köylerde yaşayan yoksul düşmüş köylülerin çevre­lediği kente dönüştüren süreç kabaca buydu. Bu yeni birim, hem ta­rımsal, hem de sınai bakımdan yeni bir işbölümünün yansımasıydı. Bir kez yerleşip gerçekleşti mi, daha başka işbölümlerine yol açan, böyle- ce insan yaşamını köleci bir temelde yeni karmaşıklık düzeylerine yük­selten bir işbölümüydti bu.

Gerçi bu süreç bütün bir eskil çağlar boyunca ülkenin değişik yöre­lerinde süredurdu; ama sürecin kendine özgü biçimi her zaman yal­nızca sonsuz çeşitlilik gösteren yerel koşullarca değil, toplumun söz konusu dönemdeki genel diizeyince de belirlenmekteydi. Tarihi ne den­li geçse, sınıf niteliği de o ölçüde belirgindi. Bu da, dördüncü yüzyılda Mantineia'da neler olduğunu yorumlamamızı olanaklı kılıyor. Kentin ortadan kaldırılmasını buyuran Spartalılar, her zaman olduğu gibi, bü­yük toprak sahiplerinin çıkarlarının gerektirdiği doğrultuda davranı­yorlardı. Oysa, bizim polis tanımımıza göre, polis'i yaratmış olan çıkar­lardı bunlar. Evet, ama zaman değişmişti artık. Altıncı yüzyılda, meta üretiminin gelişmesi bütün ileri kent-devletlerinde hızla daha da ileri bir devrime, bir başka deyişle toprak sahibi soyluluğun tecimen sını- fınca yıkılmasına yol açmıştı. Dördüncü yüzyılda toprak sahipleri yal­nızca Arkadia gibi geri bölgelerde hâlâ iktidardaydılar. Dolayısıyla, bu bölgelerde, kentleşmenin itici gücü toprak sahiplerinden değil, teci- menlerden ve zanaatkarlardan geliyordu ve kentleşme toprak sahiple­rine karşı savaşımın bir parçası olarak gerçekleştiriliyordu. Toprak sa­hiplerinin amacıysa, bu süreci durdurmak ya da Mantineia'da bir sü­re için başardıkları gibi süreci tersine çevirmekti.

Bütün bunlar göz önüne alındığında, Yunan siyasal terimlerindeki ilginç bir özelliğin anahtarı ortaya çıkmaktadır. Atina'da arklıon terimi, hem klan şefi anlamına geliyor, hem de her yıl seçilen devlet görevli­lerinden birini belirtiyordu. İlk anlam, yani klan şefi anlamı eski kulla­nımdı; ikinci anlamsa, kent-devletinin gelişmesiyle birlikte birinci an­lamın bağımdan çıkmıştı. Soyluların yönetiminin başladığı sıralarda, kentin yönetim organını oluşturanlar klan şefleriydi. Demokratik dev­rimle birlikte bu görevler halkın denetimine girmiş, ama eski ad da ko­runmuştu. Atina'dan daha sonra kurulan başka devletlerde, her yıl se­çilen yöneticilere demiurgoi, yani "zanaatkârlar" deniliyordu.32 Bu ye­ni terim, sınıf güçleri dengesindeki değişikliği yansıtmaktaydı.

32 Thukydides, Peloponnesos Savaşı, 5 .47.9; S/C. 183.

Page 352: Thomson_Tarih Öncesi Ege

K EN TLERİN O LU ŞU M U 35i

4. Phaiaklann Ülkesi ve Pylos

Odysseus'un yolculuğunun son uğrak yeri, Phaiak'lar tarafından ağırlandığı Skherie Adası, Kerkyra olarak, yani bugünkü Korfu olarak belirlenmişti.33 Skherie Adası'nda yaşayanların eskiden Hypereia'da (yeri belli değil) oturdukları söy­lenir. Yabanıl komşuları Tepe­gözlerin, yani Kyklop'ların bit­mek bilmeyen saldırılan karşısın­da kalkıp Skherie'ye göç etmiş­ler.34 Skherie'liler yaman deniz­ciymişler. Denir ki, bir seferinde Rhadamanthys'i bir günde Gi­rit'den Euboia Adası'na götürüp geri getirmişler.35 Gerçi Home- ros onlardan epey abartarak söz eder, ama Rhadamanthys'i bir günde Girit'den Euboia'ya götü­rüp geri getirmeleri, Minos'un deniz egemenliğini akla getirmektedir; Leleg'lerin yerleşim merkezlerinin aym kıyı şeridindeki Leukas ve Akar- nania'da bulunduğundan söz edildiğini de belirtmekte yarar var.

Minos'un korsanlığı bastırmasından sonra kurulan, hepsi de surlar­la çevrili olan ve deniz kıyısında yer alan kentler konusunda Thukydi- des'in söyledikleri, Odysseia'da anlatılan Skherie'nin konumuna cuk oturmaktadır. Bir yarımadanın ucundadır kent. Kente, iki yanında bi­rer liman bulunan daracık bir kıstaktan varılır.36 Limanların arasında pazar yeri vardır; ortasında bir Poseidon anıtı bulunan, düzgün taşlar­la döşeli bir alandır burası.37 Burada, kralın ve danışmanlarının otur­maları için cilalı taştan sıralar vardır.38 Kente giden yol, pazar yerinin hemen ardında, kıstak boyunca uzanan bir surla kesilir. Tanrıça Athe- na'nm korusunun bitişiğinde yer alan tarlalarla otlaklar, kralın teme-

33 Hellanikos, 45; Strabon, 44, 269, 299; Thukydides, Peloponnesos Savaşı, 3. 70. 4.34 Hypereia, Sicilya'da ya da Argos'da çeşitli yerlerde gösterilir (Odysseia, 6.4.), ama bunların hepsi de,

Anadolu'dan kaynaklandığını sandığım ız Kyklop’lar söylencesinden yapılan çıkarsam alardır: Ausftihrliches Lexikon der griechischen und römischen Mythologie, 2 ,1688.

35 Odysseia, 7. 321-24; Herodot Tarihi, 1. 171. 2.36 Odysseia, 6. 262-65.37 Aynı yerde, 6. 266-67.38 Aynı yerde, 8. 5-7; ilyada, 18. 503-04; F. Tritsch, “Die Agora von Elis und die altgriechische Agora”,

s. 83,87, 99.

Page 353: Thomson_Tarih Öncesi Ege

352 T a r ih ö n c e s i Eg e

ııos'u hep anakaradadır.39 Kralın temenos'u, kentten bağrılsa duyulacak uzaklıktadır.40 Odysseia’da birçok kez geçtiğine bakılırsa, "bağırsan du­yulur" diye dile getirilen, benimsenmiş bir uzaklık ölçüşüydü; eğer Hindu'lardaki kos’a bakarak bir sonuç çıkarabilirsek, yaklaşık iki bu­çuk kilometreye denk düşüyordu. Kos, Hindistan'da yerleşik bir uzun­luk ölçüsüdür ve eski bir kurala dayanır. Bu kural da, köyün sınırları­nın köy merkezinden bağrılsa duyulacak uzaklıkta olmasıdır.41

Kralın sarayı kentin içindedir; sarayın önündeki bahçede kent hal­kının su aldığı bir pınar vardır.42 Ancak bu topluluğun önderini kral olarak tanımlamak biraz yanıltıcıdır. En azından, her şeyi tek başına yöneten bir hükümdar değildir. Alkinoos bir basileus'dur, ama on iiç basileus'dan biridir yalnızca.43 Bu on üç şef, yaşlılar kurultayını (boule) oluşturur. Kralın sarayında toplanıp yemek yerler, sorunları tartışıp görüşürler ve pazar yerindeki toplantılara başkanlık ederler.44 Yaban­cının geldiği günün ertesi sabahı Alkinoos onlara yol gösterir, pazar yerindeki cilalı taşların üstüne oturtur onları. Bu arada Alkinoos'un ulağı da -tellal- kent halkını pazar yerine toplamaktadır. Toplantıda, yabancının nasıl ağırlanacağı, baba toprağına dönüşünün nasıl sağla­nacağı görüşülecektir. Alkinoos, öteki şefleri sarayında şölene çağırır; bu arada denize bir gemi indirilecek ve halk arasından elli iki delikan­lı seçilecektir kürek çekmek için.45 Şölenden sonra kralm ozanı çalgı ça­larak çağrılıları eğlendirir, daha sonra yeniden pazar yerine gidilir, ora­da top oyunları oynanır, horalar tepilir. Ardından, yabancıya verilmek üzere konukluk armağanları hazırlanır. Şeflerden her biri bir gömlek, bir kaftan, bir külçe de altın verir yabancıya.46 Günbatımında şefler ak­şam yemeğine saraya dönerler. Yemekten sonra Odysseus onlara kim­liğini açıklar, başından geçenleri anlatır bir bir. Odysseus'un öyküsü karşısında büyülenen Alkinoos, daha önceki armağanlara ek olarak şef­lerin her birinin Odysseus'a bir büyük üçayak, bir de leğen vermeleri­ni, bunun da halka ödetilmesini önerir; dostlan da kabul ederler bu öneriyi.47

39 Odysseia, 6. 259, 291-93.40 Aynı yerde. 6. 294, 5. 400, 9. 473,12. 181.41 The Indian Village Community, s. 1142 Odysseia, 7 .112-31.43 Aynı yerde, 8. 390-91.44 Aynı yerde, 7.136-37,185-227, 8. 40-45, 4-7.45 Aynı yerde, 8. 35-36.46 Aynı yerde, 8. 390-93.47 Aynı yerde, 13.13-15, 19. 196-98.

Page 354: Thomson_Tarih Öncesi Ege

KEN TLERİN O LU ŞU M U 353

Yunan destanlarında ağır basan soyluluk ruhu gereği sıradan hal­ka ancak zaman zaman değinilmektedir. İşte bu ara sıra değinmeler­den anlıyoruz ki, Skherie tek bir kentten oluşan bir topluluktur. Ken­tin dolayında köyler yoktur. İlk ağızda, çizdiğimiz varsayımsal görü­nümle çelişir gibidir bu. Ama unutmamak gerekir ki, bu kent o sırada bulunduğu yerde oluşup gelişmiş değildir. Başka bir yerden göç eden insanlar tarafından deniz tecimine elverişli bir yere kurulmuştur. Kal­dı ki, kentin yapısına daha yakından baktığımızda, varsaydığımız ör­neğe uygun düştüğü daha eski bir aşamanın belirtilerini görebiliriz. Odysseus'u yurduna götürecek gemiye seçilen delikanlıların sayısı, şef­lere bağlı olarak seçilmiş görünmektedir. Her şef dört adam vermek­tedir. Bu da, kentin on üç yöreye bölünmüş olduğunu göstermektedir. Sonra, şefler yabancıya birer leğenle üçayak armağan etmeyi kararlaş­tırdıklarında, paraların bu yörelerden toplandığına tanık oluruz. Bu yöreler ya da Attika lehçesindeki deyimiyle demos' lar gerçekte başlan­gıçtaki ilk yerleşim merkezindeki ayrı ayrı köylerdir, ama burada gü­venliğin ve tecimin gerektirdiği nedenlerden ötürü tek bir yerde top­lanmışlardır.

Telemakhos, Pylos'a vardığında, halkı deniz kıyısında toplanmış bulur. Oysa halkın her zaman toplandığı yer değildir burası. Nestor'un kıyının az uzağındaki sarayının dışında cilalı taştan bir sıra vardır. Es­kiden babasının yaptığı gibi Nestor da oraya oturur.48 Halkın olağan durumlarda orada toplandığı söylenebilir. Oysa bu özel bir durumdur. Nestor Ocağı'nın kutsal atası sayılan deniz tanrısı Poseidon'a kurban­lar kesilmekte, boğalar sunulmaktadır. Deniz kıyısında dokuz hedra- i vardır, bunların her birine beş yüz kişi ve dokuz boğa düşmektedir 49 Sayılarının çokluğuna bakılırsa bu hedrai oturulacak yer anlammda "sı­ralar" değildir; halkın bölündüğü dokuz küme için belirlenm iş ayrı alanlardır. Homeros başka yerlerde de pazar yerinin olağan bir biçim­de böyle bölündüğünden söz etmektedir.50 Nasıl Telemakhos Pylos'a vardığında halk deniz kıyısında dokuz küme olarak sıralandıysa, İh/cı- da’da anlatıldığı gibi, Nestor'un krallığı da dokuz bölgeyi içerir. Bu ka­dar da değil; her küme nasıl Poseidon'a dokuz boğa kurban ediyorsa, Nestor da Troya'ya Her bölgeden on tane olmak üzere doksan gemiy-

48 Aynı yerde. 3. 406-12. Troya’daki pazar yeri, sarayın önündeydi; İlyada, 2. 788-89. Olym pia'lılar Olympos'un tepesinde, yani kendi akropolis'lerinde toplanırlardı; İlyada, 8. 2-3.

49 Odysseia, 3.5-8.50 ilyada, 1 99. 211; Odysseia, 3.31,8.16.

Page 355: Thomson_Tarih Öncesi Ege

le g id e r .51 E v e t , N e s t o r 'u n k ra llığ ı, k a b ile d ü z e n i te m e lin d e ö rg ü tle n ­m işti.

5. Atina'nın İlk Dönemi

Ş im d i d e , k e n t-d e v le tle r in in en b ü y ü ğ ü n e g e ç e lim v e b u k e n t-d e v - letin in o lu ş u m u n u b ilgili b ir a rk e o lo ğ u n u s ta lığ ıy la d ile g e tire n T h u k y - d id e s 'd e n d in le y e lim :

Kekrops ve ilk kralların hükümdarlığından Theseus'un zamanına ka­dar Attika'da, her birinin kendi arklıon'u ve kendi pn/taneiorı'u olan çe­şitli yörelerde oturuluyordu. Bir tehlikeyle karşı karşıya gelinmedikçe, arkhon'lar kralla birlikte meclis toplantısına katılmıyor, işleri kendi ye­rel meclislerinden, bağımsız olarak yönetiyorlardı. Dahası, Eleusis'lile- rin Erekhteus'a karşı Eumolpos'u desteklediklerinde olduğu gibi, za­man zaman birbirleriyle savaşa bile girişiyorlardı. Ne var ki, güçlü ve uzak görüşlü bir kral olan Theseus, bütün bu yerel meclisleri ve yetki­leri ortadan kaldırıp onları tek bir merkezî meclis ve prytaneion oluş­turduğu Atina'da toplayarak ülkeye yeni bir düzen verdi. Malına mül­küne el sürmedi kimsenin, yalnızca onları tek bir kentin yurttaşları ol­maya zorladı. Dört bir yanı surlarla çevrili olan bu kent hızla büyüdü, genişledi ve Theseus'un ardıllarına kaldı. Bu olayın anısına o gün bu­gündür Atinalılar Synoikia denilen halk bayramlarını kutlarlar. O za­mana kadar kent, Akropolis'den ve onun güneye uzanan eteklerinden oluşuyordu. Hemen bütün eski tapmakların ya güney yamaçta ya da Akropolis'de olmaları bunun kanıtıdır... Gene, şimdi Dokuz Pınar diye bilinen kuyu, tiranlar zamanında yeniden yapılmadan önce, Kallirhoe denilen açık bir pınardı. Eski zamanlarda, kolay erişilebilir olduğu için başı öteki pınarların hepsinden daha kalabalık olurdu bu pınarın. Bu alışkı bugün de sürdürülmekte, düğünlerden önceki kuttörenlerde ve başka kutsal olaylarda bu pınarın suyu kullanılmaktadır. Son olarak, Akropolis'in çok eskiden oturulan bir yer olması bugün Atinalüarın ona niçin Kent (polis) dediklerini açıklamaktadır.52

3 5 4 T a r i h ö n c e s i E g e

51 İlyada, 2. 591-602; Odysseia, 3. 7; G. Glotz, La citi grecque, (Paris, 1928), s. 44. Bu sayılar titizlikle hesaplanmıştır kumsalda toplananların toplam sayısı olan 4500 (90x50), askeri birlikteki savaşçı sayısına (90x50) uygun düşmektedir.

52 Thukydides, Peloponnesos Savaşı, 2.15.

Page 356: Thomson_Tarih Öncesi Ege

K e n t l e r İn O l u ş u m u 355

Kent-devletinin yaygın bir özelliği olan prytaneion,53 kent konağıy­dı; kent ocağının, sürekli yanan ateşin bulunduğu yapıydı.54 Bir kolo­ni kurulacak oldu mu, göç edecek kişiler yanlarına bu ocaktan yanan odunlar alırlar, gittikleri denizaşırı ülkede bunlarla yeni bir prytaneion başlatırlardı.55 Seçkin yabancılar, yabancı ülkelerden gelen elçiler, sa­vaşta ya da Yunanlılararası oyunlarda kazandıkları başarılarla halkın övgüsünü toplayan yurttaşlar bu yapıda ağırlanırlardı.56 Sözcüğün kö­keni açısından bakarsak, prytaneion, prytanis'in ya da "başkan'Yn evi demektir. Bu da gösteriyor ki, tarihçi Thukydides her kentin kendi ark- hon'u ve pn/tatıeion'u bulunduğunu söylerken, yaşlüar meclisi toplulu­ğun kutsal ocağında asıl şefin başkanlığında toplandığında asıl şefin ötekileri ağırladığı evden söz etmektedir. Demek, kent konağı, ta geri­lere götürüldüğünde, uzun ama kesintisiz bir yolun sonunda ilk kamp ateşine varmaktadır.

TlteseusTa ilgili ayrıntıları Aristoteles anlatıyor. Theseus, halkı üç sınıfa ayırmış: Eupatrid'ler, Geom or'lar ve Dem iurgos'lar.57 Eupat- rid'ler, merkezdeki kentin meclisinde görev yapma hakkına soydan sahip olan şeflerin aileleriydiler; adlarının "soylu babaların oğulları" olması da, soylu bir kast olarak birleşmeleri ile babayanlı soyun resmi olarak tanınmasının aynı zamana rastladığını düşündürmektedir. Geo- mor'lar, kırsal bölgede yaşamayı sürdüren küçük toprak sahipleriydi­ler. Demiurgos'lar, yani zanaatkârlar, diyebiliriz ki çoktan kentte yo­ğunlaşmaya başlamışlardı. Tarihsel dönemde, Demiurgos'ların bir ke­simi olan çömlekçiler, kent yöre ya da bucaklarından birinde, Kera- meikos'da kendi mahallelerinde oturuyorlardı ve anlaşıldığı kadarıy­la oraya çok eski zamanlarda yerleşmişlerdi.58 Eğer bu yörelerin tari­hini izleyebilseydik, büyük bir olasılıkla, kent genişledikçe zaman za­man yeniden kurulmalarına karşın bunların Akropolis çevresinde kü­melenen köylerden geliştiklerini görecektik; hiç kuşkusuz, Akropo- lis'in, o doğal kalenin, sözcüğün başlangıçtaki anlamında bir polis ol­duğu dönemde.

53 Publius Aelius Aristides, Panothenaikos, 103.16; Titus Livius, 41. 20.54 Pindaros. N, 11.1; Pausanias, 5 .15 .9 . Kimi toplu ant içme törenlerinde Hestia Zeus'dan daha çok

geçiyordu: S IC. 527.10; Platon. Leg. 745b, 848d; Pausanias, 5.14. 4.55 EM. Prytaneia.56 Dictionnaire des anliquites grecques et romaines, bkz. Prytaneion. Olympia prytaneion'u için bkz. E.N.

Gardiner, Olympia, its History and Remains (Olympia. Tarihi ve Kalıntıları), (Oxford, 1925). s. 167- 69.

57 Aristoteles, fr. 385; Plutarkhos, TJıes. 25.58 Pbilokhoros, 72; Menecl. 3=FGH. 4.449.

Page 357: Thomson_Tarih Öncesi Ege

356 T a r İh ö n c e s İ E g e

Gerek Thukydides'in, gerek Aristoteles'in bu konuda anlattıkları el­bette sözlü gelenekten alınmıştır ve özünde doğru sayılabilirler. Yalnız değişikliklerin nasıl gerçekleştiği ve bunların Theseus'un adıyla bağ­lantıları konularında kuşku duyulabilir. Theseus'a yakıştırılan son bir­leştirmeden önce, doğallıkla daha küçük çaplı benzer çabalar olmuştur. Strabon'a bakılırsa, Theseus'un bütün yaptığı, daha önce Kekrops'un kurduğu on iki kentlik bir genbirliğini merkezileştirmekti.59 Atina bu on iki kentten biriydi; bir başkası ise, daha önce de sözünü ettiğim Ku­zeydoğu Attika'nın fetrapolis’iydi. Anlaşılan, Kekrops'un genbirliği bi­le kendi türünün ilk örneği değildi. Eupatrid'lerin sonunda yükselme­leri de, krallığın ağır bir süreç içinde gerçekleştiğini bildiğimiz çöküşü ile uygun adım meydana gelmiş olmalıdır. Dor'ların Peloponnesos'u istilalarından sonra, NeleidTerin bir kolu olan Medontid'lerde krallık soydan geçer oldu. Neleid'leri Dor'lar Pylos'dan atmışlardı. Öyle gö­rünüyor ki, kralın yetkelerine gelen ilk sınırlama, EupatridTerin kendi aralarından seçtikleri ayrı bir savaş şefinin (pokmarkhos) ortaya çıkışıy­la birlikte görüldü.60 Sekizinci yüzyıl ortalarında krallık MedontidTer- de hâlâ soydangeçmeyken krallar on yıllık bir görev süresi için seçil­meye başladılar ve bir sonraki yüzyılın başlarında krallığın yerini, Eu­patridTerin tüm üyelerine açık olan ve bir yıl için göreve gelen dokuz arkhont aldı. Ama o zaman bile krallık ortadan kalkmadı. Kurultay, ark- hon basileus'un, "kral arkhon"un başkanlığında Kral Konağı'nda top­lanmayı sürdürdü.61 Medontid'ler ise, krallık ayrıcalıklarını son kalın­tısına kadar korudular. Akropolis'in eteklerinde bir toprak parçasına sahiptiler; eski zamanlardaki ternenos'larıydı bu toprak parçası.62

Bir de, Theseus'un kendisiyle ilgili bir sorun var. Theseus'un aslen Kuzeydoğu AttikaTı olduğuna ve altıncı yüzyılın ikinci yarısında ulu­sal kahraman mertebesine yükseltildiğine inanmamız temelden yok­sun sayılmaz. Bundan da anlaşılıyor ki, Theseus'un Attika'nın birliği­ni sağlamadaki rolü o dönemde yakıştırılmıştır. Theseus, beşinci yüz­yılda, Atina demokrasisinin kurucusu olarak sunuldu; gönülsüz köy ileri gelenlerini kaba koltuklarından kalkıp kentin rahatlıklarına yönel­meye zorladıktan sonra Theseus krallıktan vazgeçmiş, yönetimi halka bırakarak Atina demokrasisini kurmuştu.63 Schefomd'un geçenlerde

59 Strabon, 397.60 Aristoteles, Ath. 3. 3; Pausanias, 4. S. 10,1. 3.1; Justinus, 2. 7; Cambridge Ancient History'de Cary, 3.61 Aristoteles, Ath. 57.62 /G. 1.497.63 Plutarkhos, Thes. 25.

Page 358: Thomson_Tarih Öncesi Ege

belirttiği gibi Atina demokrasisinin kurucusu Kleisthenes'in uydurmuş olabileceği bu güzel masala ille de inanmamız gerekmiyor.64 Yerel şef­lerin köylerden ayrılmak istemedikleri yolundaki görüş, gerçekte, At- tika'lı köylülerin yuvalarına bağlılıklarıyla ün yaptıkları beşinci yüz­yılın koşullarına uygun düşmektedir.65 Öte yandan, EupatridTerin kent­te oturmakla yitirecekleri hiçbir şey olmamasına karşılık, kazanacakla­rı çok şey vardı. Çünkü mallarını mülklerini korudular ve güçlerini ar­tırdılar. Kendi çıkarlarını kollamak için hiçbir dış dürtüye gerek duy­madılar; krallığın yerine kurdukları düzen en sonunda öylesine katla­nılmaz bir nitelik aldı ki, halk başkaldırdı, kodamanları ülkeden attı ve onların geniş topraklarını kendi aralarında bölüştü. Öykünün bu bö­lümüyle ilgili olarak, ilk kralların yetkesinin hiç kuşkusuz hâlâ canlı bir kabile eşitliği düşüncesiyle kısıtlandığı söylenebilir olsa olsa. Çün­kü kabile eşitliği, yok olup gittikten sonra bile, insanların kafalarmda ne zamanın, ne de zorlukların silip atabildiği bir demokratik ülküler kalıtı bırakmıştı. Bizdeki demokrasi geleneğinin esin kaynağı da, be­şinci yüzyıldaki yeni demokrasinin bu eski anılarının coşkusu olabilir pekâlâ.

KEN TLERİN O LUŞU M U 357

64 K. Schefold, "Kleisthenes", Museum Helveticum, (Basel, 1943-}, 3. 65-67.65 Thukydides, Peloponnesos Savası, 2.16. 2; Aristophanes, fij. 805-07.

Page 359: Thomson_Tarih Öncesi Ege
Page 360: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Dördüncü Bölüm

KAHRAMANLIK ÇAĞI

Benim tüm varlığ ım , kargım , kılıcım ve kalkanım ; bunlarla ekip biçer, bunlarla şarap alırım ü züm den , kendim e bunlarla bey dedirtirim kölelerim e.

H YBRİA S

K ard eş k ard eşle d ö v ü şecek v e k ard eş k ard eşi

boğazlayacak ve bacıların çocukları hısım akrabalığa leke sürecek .

Völuspa*

* Völuspa, İskandinav mitologyasının başyapıtlarından Edda'nın evren ve tanrı doğumunu kapsayan bölümü. Bu bölümde, evrenin ve tanrıların yaratılışı, tanrıların soy zinciri anlatılır. Özellikle Saemund'un Edda'sı Kuzey mitologyasının başlıca kaynaklarındandır. Gerçekte iki Edda vardır ve ikisi de yedinci yüzyıl ile on ikinci yüzyıl arasında yazılmıştır, (f.n.)

Page 361: Thomson_Tarih Öncesi Ege
Page 362: Thomson_Tarih Öncesi Ege

3 & ı

MYKENE HANEDANLARI

XI

1. Geleneksel Süredizin

Dördüncü yüzyıldan sonra, Yunan tarihçileri, yılları Olim piyatlar­la, iki Olimpiyat Oyunları arasındaki dört yıllık dönemlerle hesapla­maya başladılar. Yerel olayların, her yıl seçilen yüksek görevlilerin ad­larıyla tutanaklara geçirilmesi sürdürülüyordu. Tarihçiler, daha eski zamanlara ilişkin hesaplamalarını geleneksel soyağaçlarına dayandır­mak zorundaydılar. Kapsamlı bir süredizin hazırlama yolundaki ilk çaba, İ.Ö. 264-263 tarihine uzanan uzun bir yazıtla, Paros Mermeri'yle gerçekleşti. Daha sonraki yıllarda Eratosthenes ikinci bir girişimde bu­lundu. Ama Eratosthenes'in girişiminin sonuçları da Paros Merme- ri'nden çok farklı sayılmaz. Nitekim Eratosthenes Troya kentinin dü­şüşünü İ.Ö. 1209 yılma değil de, İ.Ö. 1183 yılına yakıştırır.

Modern arkeoloji bu konuya yepyeni bir yaklaşım getirdi. Mısır'da­ki kazı alanlarında Minos yapıtları, Minos'daki kazı alanlarında da Mı­sır yapıtları bulundu. Böylelikle, Yunan tarihöncesi, Mısır tutanakla­rıyla birçok noktada eşzamanlı kılındı; buna karşılık, Mısır tutanakla­rı da Mısır takvimince gökbilime göre tarihlendirildi. Kuşkusuz, bu yöntem kesin belirlemeler açısından umut verici, ama gene de birçok sorunun üstesinden gelinmiş değil.

Arkeoloji, Yunan söylencesindeki kadın ve erkek kahramanları tüm­den tarihdışı sayarak bir yana bırakan birçok on dokuzuncu yüzyıl bil­gininin akademik kuşkuculuğuna son verdi. Artık, ne denli akü almaz, düş ürünü abartmalarla dolu olurlarsa olsunlar bu geleneklerin gene de çoğu zaman gerçeğin çekirdeğini içerdikleri kabul ediliyor. Gerçi kimi modem tarihçiler de öbür uca kaydüar. Örneğin, Perseus, Herakles, Mi­nos, Theseus ve İason gibi söylence kişilerini gerçek kişiler saydı Bury.

Page 363: Thomson_Tarih Öncesi Ege

362 T A R İH Ö N C ESİ Eg e

Bu kişilerin gerçekliğine Yunanlıların kendilerinin de inandığını, Ho- meros'da temel alman soyağaçlarının şaşırtıcı ölçüde tutarlı olduğunu ileri sürdü.1 Gelin görün ki, Yunanlılar İ.Ö. 1521 yılma yakıştırdıkları ataları Hellen'in ve İ.Ö. 1600 yılma yakıştırdıkları insan soyunun yara­tıcısı Prometheus'un da gerçek olduğuna aym ölçüde inanıyorlardı. En azından Hellen ile Prometheus katıksız birer söylencedir; ötekilerden tek farkları, kendilerine yakıştırılan değer ölçüsüdür. Doğrusu, Home- ros'daki soyağaçlarının tutarlılığı da su götürür. Hemoros'da karşımı­za çıkan soyağaçlarmda, başlangıçta birbirinden bağımsız olan bir yı­ğın gelenek, rastgele uyarlamalar ve çarpıtmalarla dolu tek bir birleşik sisteme indirgenmiştir. Nilsson, bu soyağaçlannı böyle görüyor.2 Nite­kim, sözkonusu soyağaçlarının arkeolojinin vardığı sonuçlarla birçok noktada çelişmesi de Nilsson'un bu görüşünü güçlendiriyor.

Çizelge XII

ER ATO ST H EN ES’İN SÜ R ED İZ İN İI.ö.1313 Thebai kentinin Kadmos tarafından kurulması.

1261 Herakles'in doğumu.

1225 Argonaut'ların yolculuğu.

1213 Yediler’in Thebai'a karşı savaşı.

1200 Agamemnon'un Mykene'de tabta çıkışı.

1183 Troya kentinin düşüşü.

1176 Akha'ların Salamis'e (Kıbrıs) yerleşmeleri.

1124 Thessalia'nın Thessal'ler tarafından ele geçirilmesi.

1104 Oor'ların Peloponnesos'u istila etmeleri.

1053 Aiol'ların Lesbos'a yerleşmeleri.

1044 lon'ların göçü.

Minos, Troya Savaşı'ndan önceki üçüncü kuşağa, yani Eratosthe- nes'in hesabına göre İ.Ö. 1260 yılının kuşağına yakıştırılmıştı. KariaTı korsanları Ege Denizi'nden sürüp atan Girit kralıydı Minos. Knossos kentindeki yönetime on beşinci yüzyılda son verilmişti; büyük bir ola­sılıkla da Akha'lar son vermişti bu yönetime. İşte bu yüzden, Bury de, Minos'u Girit'in Akha'lı bir yöneticisi olarak aldı.3 Oysa öyle olsaydı, Minos korsanlığın köküne kibrit suyu ekmiş olamazdı; çünkü Mısır kaynaklarından öğrendiğimize göre, Ege Denizi on üçüncü yüzyılda

1 J.8. Bury, Cambridge Ancient Histoıy'de, 2.478; J.L. Myres, Who Were the Creeks? (Yunanlılar Kimlerdi?), (Berkeley. 1930). s. 340-46.,

2 M.P. Nilsson, Homer and Mycenae (Homeros ve Mykene), (Londra, 1933), s. 58.3 j.B. Bury, History o f Greece (Yunanistan Tarihi), (İkinci basım, Londra. 1913), 2.475.

Page 364: Thomson_Tarih Öncesi Ege

M YK E N E H A N E D A N L A R I 363

çeşitli halkların düzensiz akınlan sonucu tam bir kargaşa içine düşmüş­tü ve bu halklar arasında Akha'lar da bulunuyordu; Akha'ların ise ne denli yasal bir denizcilik anlayışları olduğunu İlyada ve Odysseia’da okuduklarımızdan çıkarabiliriz.4 Bu geleneğin tarihi, ancak içeriğin­den vazgeçilerek korunabilir. Oysa içeriğini kabul etmek, tarihini ise bir yana bırakmak çok daha akla uygundur. Minos'un denizlerdeki egemenliğine ilişkin öykü gerçektir, ama tarih bakımından Knossos'un düşüşünden önceki döneme denk gelmektedir.5

Kendilerine arkeolojik temelde kabul edilebilir bir yer bulunabilen bütün tarihöncesi kişiler için de aynı görüşler bütünüyle geçerlidir. Hepsi de kendi zamanlarından daha sonraki tarihlere yakıştırılmıştır. Bu ilk kuşaklar, geleneği yazan tarihçilerce daha yakın zamanlara ge­tirilmiştir. Bu durumda, kişilerin kendilerinin gerçekliğini de gözü ka­palı kabullenmemiz güçtür. Bunlar, hanedan değişiklikleri, istilalar, sa­vaşlar ve göçler gibi çok uzak geçmişte yatan, ama can alıcı bir etkile­yicilik taşıyan olayların, halk arasında yaygınlık kazanmış simgeleri olarak ele alınmalıdır.

2 . A r k e o l o j i k Ç e r ç e v e

Mykene'de İ.Ö. 1600'den kısa bir süre önce, krallarıyla kraliçeleri Oluk Gömütler'e gömülen güçlü bir hanedan boygösterdi. Bu gömüt- lerin en eskilerinde pek az Minos etkisine rastlanır, ama daha sonraki­lerde Minos etkisi çok belirgindir; altından ve gümüşten çanaklar ve taçlar, süslü tunçtan kılıçlar, gerçekçi av sahneleri işlenmiş hançerler. En ilginciyse, kuşatılmış bir kentin surları dibinde bir savaş sahnesiy­le süslenmiş gümüşten bir mühür. Saldıran erlerin tolgalarındaki at kuyruğu sorguçlar, Karia'lılarla Lykia'lıları akla düşürüyor hemen, Bu krallar, Mykene ve Tiryns kentlerini surlarla çevirerek berkitmişler, ül­keyi Korinthos Kıstağı'na (berzah) kadar denetimleri altına almışlar, Thebai ve Orkhomenos kentlerinin ilk hükümdarlarıyla Korinthos Kıs­tağı üzerinden bağ kurmuşlardı.6

4 İlyada, 11. 625; Odysseia, 4. 81-90, 9. 40-42,14.229-34.5 H.R. Hall, The Civilisation of Greece in the Bronze Age (Tunç Çağı’nda Yunanistan Uygarlığı), (Londra,

1928), s. 265-66. Paros Mermeri'nde yazılanlara bakılırsa, Minos adını taşıyan iki kral vardı. Bunlardan biri İ.Ö. on beşinci yüzyılda, öteki ise İ.Ö. on üçüncü yüzyılda yaşamıştı. Bkz. Plutarkhos, Thes. 20;O.S. 4. 60. Minos adı, tıpkı Firavun ya da Sezar gibi, bir krallık sanıydı büyük bir olasılıkla.

6 Mykene hanedanlarıyla ilgili bu bilgileri verirken, A.J.B. Wace'in açıklamalarını temel aldım.

Page 365: Thomson_Tarih Öncesi Ege

364 TA R İH Ö N CESİ Eg e

İ.Ö. 1500 dolayında bu hanedanın yerini Ta­pmak Gömiit Hanedanı aldı. Bu türden gö- mütler Messenia'da ve Lakonia'da ortaya çı­karılmıştır. Tapmak Gömüt Hanedanı'run yö­netimi süresince, Mykene kenti gücünü Pelo- ponnesos'un dört bir yanmda duyurdu; Thebai ve Orkhomenos kentleriyle ilişkiler sıklaştı ve bu kentler aracılığıyla Mykene kültürü Thes- salia'ya girdi.

İ . 0 . 1450 ile 1400 yıllan arasında bir zaman­da, içlerinde Knossos'un da bulunduğu Gi- rit'in bütün kentleri bir yangın sonucu yok ol­du. Bu yıkıma bir savaş mı yol açtı, yoksa söz­

gelimi deprem gibi doğal bir neden mi, şimdilik belli değil. Ama daha sonraki kalıntılarda, buraya yabancıların gelmiş olduğunu düşündü­recek hiçbir belirtiye rastlanmıyor; Akha'larm daha bu olaydan önce Girit'de oldukları akla yatkın görünüyor.7

Knossos düştükten sonra, Mykene Ege dünyasının siyasal ve kültü­rel merkezi durumuna geldi. On dördüncü yüzyıl başlarında ortaya çı-

Resim 56. Mykene’de yaban domuzu avı: Tiryns’den bir duvar resmi

7 J.D.S. Pendlebury, Archaeology of Crete, (Girit Arkeolojisi), (Londra, 1939), s. 281; A.J.B. Wace, "History of Greece in the third and second milleniums BC" (“İ.Ö. üçüncü ve ikinci binlerde Yunanistan Tarihi"), Historia, 2. 87-88.

Resim 55. Oluk Gömüt Hanedanı'nın altından yapılmış ölüm maskı

Page 366: Thomson_Tarih Öncesi Ege

M y k e n e H a n e d a n l a r i 365

Resim 57. Cemiye binme sahnesi: Tiryns'den bir mühür

kan yeni bir kral, kenti yeniden kurdurdu. Kentin ortasında bir saray, sarayın çevresinde saray görevlilerinin konutları ve kralın gelirleri ta­hıl ve zeytinyağının saklandığı ambarlar yer alıyordu. Kentin duvar­ları üç metre kalınlığında kocaman taş parçalarıyla örülüydü. Kentin ana girişinde ünlü Aslan Kapısı bulunuyordu. Aslan Kapısı'nın tepe-

Resim 58. Mykene’deki Aslan Kapısı

Page 367: Thomson_Tarih Öncesi Ege

366 T a r i h ö n c e s İ E g e

sinde, bir kutsal sütunun iki yanında yüzleri birbirine dönük, art ayak­ları üstüne kalkmış iki aslandan oluşan bir kabartma vardı. Kapının he­men içersinde, Oluk Gömüt Hanedanı'nm gömütlüğünü çember biçi­minde çevreleyen taşlar; gerideki bayırda da belki de aynı kralın yap­tırdığı ve Atreus'un Gömütü diye bilinen ilençli gömüt yer alıyordu. Mykene halkıysa kalenin aşağısındaki kentte yaşıyordu.8

Aynı yüzyılın sonlarında Tiryns kentine yeni ve daha büyük saray yapıldı. Bu kez halk, saray dışındaki kalede oturmuyordu; ama güçlü bir biçimde berkitilmiş olan kale, çevresinde yer alan kentteki insan­larca bir sığmak olarak kullanılıyordu. Tiryns kentinin krallarının, Ko- rinthos'a kadar bütün ülkeyi doğrudan denetimleri altında tutan Myke­ne krallarına bağımlı olduklarını düşünmek yanlış olmaz. Lekhaion'un doğusundaki Korakou'da bir limanları vardı. Bu limandan kalkan ge­miler tecim yapmak amacıyla Korinthos Körfezi'nden aşağılara iniyor, karşıya Thisbe'ye geçiyorlardı; Thebai'a ve Orkhomenos'a varıyordu yolları.9

Ege'nin dört bir yöresinde ve çok daha ötelerde yığınla Mykene ya­pıtı bulunmuştur. Mykene'liler batıda Sicilya ve İspanya'ya kadar so­kulmuşlardı. Doğudaysa Troya, Kıbrıs, Suriye ve Mısır'la yakın ve sü­rekli ilişkileri vardı. Ancak her zaman barışçıl değildi bu ilişkiler; öyle görünüyor ki, on üçüncü ve on ikinci yüzyıllarda Mykene kültürünün taşıyıcıları, yasal tecimenlerden çok yağmacılar ve yurtlarından kop­muş göçmen topluluklarıydı.

Son olarak, Minos'dan esinlendiği her zaman açık olmasına karşın Mykene kültürünün Minos-dışı birçok özelliğinin de bulunduğu söy­lenebilir. Bu özelliklerin en göze çarpanları "megaron" tipi ev, kışa kol­lu harmani, çengelli iğne ve kehribar kullanımıdır. Göründüğü kada­rıyla, bunların hepsi de kuzeyden gelmiştir.10

3 . G e l e n e k s e l H a n e d a n l a r

Mykene, Tiryns, Thebai ve Orkhomenos'la ilgili söylenceler bu çer­çeveye ne ölçüde oturtulabilir? "Ege'nin Anaerkil Halkları" başlıklı bö­lümde (ikinci Bölüm, V) bu soruna bir yaklaşımda bulunmuştuk. Do­

8 A.J.B. Wace, Cambridge Ancient History'de, 2.457-60.9 Aynı yerde. 2. 457-60.10 Homer and Mycenae, s. 72-82.

Page 368: Thomson_Tarih Öncesi Ege

M y k e n e H a n e d a n l a r i 367

layısıyla, orada ortaya koyduğumuz sonuçları özetlemekle başlayabi­liriz işe. Erken Kyklad ve Hellas dönemlerini Karia'lılar ve Leleg'lerle bir tutmayı önermiş, öte yandan belirleyici özelliğini "M inias çömle­ğ in d e bulan kültürü de Pelasg'lara yakıştırmıştık. Bu özdeşlemeler­den, çok açık seçik görünen birincisi daha fazla yorumda bulunmayı gerektirmiyor, ama İkincisi daha karmaşık. Minias çömleği Girit'de de­ğil, KykladTarda bulunmuştur; buna karşılık, Pelasg'lara KykladTar­da değil, Girit'de rastlanabilmektedir. Varsayımımızı savunacaksak, bu çelişmeyi açıklamak zorundayız. Öteki Girit halkları gibi Pelasg'la- nn da G irit'e Anadolu'dan gelmiş oldukları düşünülebilir; Anado­lu'daysa, Pelasg'ların izi güneye, Maiandros ovasındaki Tralles'e ka­dar sürülebilir.11 Demek ki, Pelasg'lar, Makedonya üstünden Troas'dan geçip Thessalia'ya varan ana koldan, Minias çömleğinin ayırt edici özel­likleri daha gelişmemişken kopmuş olabilirler. Gene de, Pelasg'ların KykladTarda görülmemesi, Minias çömleğinin güneye doğru yayılma­sında bir başka etkenin bulunması gerektiğini göstermektedir. Bura­da, Tyroid'lere ve Lapith'lere başvurabiliriz. Bu iki topluluğun adları, ilk kez, bir deneme olarak Dimini kültürüyle özdeşlendikleri Thessa- lia'da duyulmuştur. Tyroid'ler de, Lapith'ler de, Orkhomenos'un yö­rüngesine girmişler, güney Yunanistan'a doğru yayılmışlardır. Tyro- id'lerin izine Korinthos'da, Elis'de ve Messenia'da; Lapith'lerin izine de Attika'da, Korinthos'da, Elis'de, Arkadia'da, Argolis'de ve aym za­manda KykladTarda rastlanabilir. Argos soyağaçlarmda ve Rodos'da karşımıza çıkan Phorbas ile Triopas, Lapith adlarıdır.12 Oğulları Diktys ile Polydektes'in Seriphos'a yerleştikleri Magnes kesinlikle Thessali- a'lı ve sanırız Lapith'lerdendi.13 İşte bu nedenlerden ötürü, güney Yu­nanistan'da Minias çömleğinin Tyroid'ler ile Lapith'lerin yardımıyla Pelasg'lar tarafından yaygınlaştırıldığı; Tyroid'lerle Lapith'lerin Mini­as çömleğini Pelasg'lardan Thessalia'da ya da Boiotia'da aldıkları var- sayılabilir.

Orkhomenos soyağacı tam bir yamalı bohçadır. Bu kitapta "Ege'nin Anaerkil Halkları" bölümünde incelediğimiz Thessalia'yla olan bağ­lantıları dışında, Miny'ler, bir Demeter saray tapımma bağlı Minoslu- laştırılmış Pelasg'lar olarak kabul edilebilirler; Trophonios ve Agame- des tapmaklarının mimari güzellikleri hiç kuşkusuz Kopais havzasm-

11 st. B.12 Pausanias, 2 .16 .1 ; Hyg. Asi. 2.14.13 Apollodoros, 1. 9. 6.

Page 369: Thomson_Tarih Öncesi Ege

368 T a r i h ö n c e s i E g e

da ortaya çıkarılmış olan Geç Mykene yapılarından esinlenmişti. Bü­tün diyebileceğimiz bu kadar.

Poseidon ile Libya'nın iki oğulları vardı: Belos ve Agenor. Belos, Mı­sır kralı oldu. Agenor ise, Fenike'ye yerleşti ve Europa, Phoiniks, Ki- liks ve Kadmos adlı dört çocuğu dünyaya geldi. Boğa kılığına bürünen Zeus, Europa'yı Girit'e kaçırdı. Ve Europa Girit'de Minos'u dünyaya getirdi. Europa'yı arayıp bulmak amacıyla yurdundan ayrılan Kiliks, Kilikia'ya yerleşti; Kadmos'un yolu ise Rodos'a, Thasos adasma ve en sonunda Delphoi'a vardı. Orada Delphoi bilicisi, kız kardeşini aramak­tan vazgeçmesini ve bir kent kurmasını öğütledi Kadmos'a. Kadmos da yolda bir ineğin ardına takıldı, ineğin çöküp oturduğu yere Thebai kentini kurdu.14

Bu öyküyü ne edeceğiz? Bir yana bırakamayız. Kadmosoğulları en azından altıncı yüzyıla kadar Yunanistan'ın çeşitli yörelerinde yaşa­mışlar ve her zaman Fenike'liler olarak kabul edilmişlerdir.15 Buna kar­şılık, Fenike'liler dokuzuncu yüzyıldan önce Ege'de en küçük bir iz bı­rakmamışlardır. Bir görüş, Kadmos söylencesinin bir sözcük karışıklı­ğına dayandığı yolundadır. Phoiniks sözcüğü hem Fenike'li, hem de "kızıl derili" anlamına gelmektedir; Kadmos'un da, Girit'den gelen "kı­zıl derili" bir Minos'lu anlamında Fenike'li olduğu ileri sürülmekte­dir.16 Kadmosoğullarının bir bakıma Minos'lu oldukları, Europa'nın öyküsünden ve onların Demeter tapımından bellidir. Ne var ki, Mi- nos'lularm "kızıl derililer" olarak ayırt edildikleri ya da edilmiş olabi­lecekleri yolunda hiçbir kanıt yoktur. Bu sorunun ipucunun, Suriye'de­ki Orontes ırmağının ağzı yakınlarında, Ugarit'de (Ras Şamra) yapılan son kazılarda yakalanabileceğine inanıyorum. Bu kent çok eski zaman­lardan beri, Mezopotamya, Mısır, Anadolu ve Girit arasındaki tecimin bir antreposu niteliğindeydi. Burada, en eskileri on yedinci yüzyıla ka­dar uzanan birçok Minos ve Mykene yapıtı bulunmuştur.17 Dahası, Wo­olley, Orta Minos kültürünün bazı belirleyici özelliklerini doğrudan doğruya bu bölgeden almış olabileceğini öne sürmüştür.18 İ.Ö. ikinci binde bu bölgede Babilce, Hititçe, Mısırca ve Fenikece ile İbranicenin anası olan İlk Fenikece de içinde olmak üzere en azından yedi ayrı di­

14 Apollodoros, 3 .1 .1 ; 3. 4,1.15 Herodot Tarihi, 2. 49, 5. 58. vb.16 Bkz. Homer and Mycenae, s. 131.17 T.H. Caster, "Ras Shamra, 1929-39", Antiquity, 13. 304; C.F.A. Schaeffer, Cuneiform Texts of Rot

Shamra (Ras Şamra’daki Çiviyazısı Metinler), (Londra, 1939), s. 3.18 L. Woolley, “Tal Atchana", Journal o f Hellenic Studies, 56.132.

Page 370: Thomson_Tarih Öncesi Ege

M y k e n e H a n e d a n l a r i 369

lin konuşulduğu biliniyor.19 Dolayısıyla, Kadmosoğullarımn, Orta Mi­nos döneminde Girit üstünden Yunanistan'a ulaşmış FenikeTiler olma­ları güçlü bir olasılıktır. Gerçekte bir olasılıktan da ileridir böyle olma­s ı , çünkü Ugarit'deki çiviyazısı metinlerde anlatılan bir Fenike söylen­cesinde boğa-tanrı El ile ana tanrıça Aşerat, Zeus ile Europa'ya büyük bir benzerlik göstermektedir.20 Bir kez daha görüyoruz ki, modern ar­keoloji eski geleneği şaşırtıcı bir biçimde doğrulamaktadır; üstelik, bu örnekte, bir başka kitapta ortaya koyacağımız gibi, belirtiler çok geniş kapsamlıdır.

Argos soyağacı, Troya Savaşı'ndan önceki on yedi ya da on sekiz kuşağa kadar uzanır. Gerçi Argos soyağacı eldeki en uzun soyağacı- dır, ama içinde yer alanlar düşkırıcıdır. Bu soyağacının, Mykene'ye ve Tiryns'e üstüniüğii ancak Dor istilası sonrasına kadar uzanan Argos'un çıkarları doğrultusunda istenildiği gibi yeniden düzenlendiğini ortaya koyan her türlü belirti vardır. Argos soyağacı, Çizelge X lll'de, kendi yorumunu yerel geleneğe dayandıran Pausanias'm verdiği biçimde su­nulmuştur.21 Adların bazıları nerdeyse hiçbir şey demiyor bize, onun için bundan sonraki görüşlerimi belirtirken kendimi yalnız somut so­nuçlar çıkartılabilecek adlarla sınırlamak istiyorum.

Soyağacının tepesinde, kentten geçen ırmak İnakhos'dan olma Pho- roneus yer alıyor. Phoroneus, göçebelere kentlerde nasıl yaşanılacağı- m öğreten "ilk insan" olarak tanımlanmaktadır.22 Gene, Megara'da da, Karia'lı Kar'ın babası olarak çıkmaktadır karşımıza. Bu da, Erken Hel­las yerleşmecilerini temsil ettiğini akla getirmektedir. Phoroneus'dan sonraki üçüncü ve dördüncü kuşaklarda, kuzeyden gelen istilacıların ilk belirtileriyle karşılaşıyoruz. Phorbas ve Triopas, Lapith adlarıdır; Pelasgos'u ise açıklamaya gerek yok. Argos akropolisi Larissa diye bi­linirdi; Larissa gerçek bir Pelasg yer adıdır. Ayrıca Pelasgos'un kızı­nın da adıdır Larissa. Kentte, Pelasgos'un olduğu söylenen bir gömüt, gömütün yanıbaşmda da bir Demeter Pelasgis tapmağı bulunmaktay­dı.23 Pausanias, Pelasgos'un erkek kardeşlerinden biri olan İasos'dan İo'nun babası olarak söz etmektedir; İasos'un yerini Hesiodos'da Pei-

19 Cuneiform Texts ofRos Shamra, s. 39. Fenike ve Ugarit dilleri arasındaki yakınlıklar için bkz. W.F. Albright. "The Phoenician Inscriptions of the Tenth Century B.C. from Byblos” (“İ.Ö. Onuncu Yüzyılda Byblos’daki Fenike Yazıtları") Journa l o f the American Oriental Study, 67.153.

20 Cuneiform Texts o f Ras Shamra, s. 61.21 Pausanias, 2.15-16; Apollodoros, 2.1 -4.22 Pausanias, 2.15. 5.23 Pausanias, 2. 24.1, 2 .22 .1 .

Page 371: Thomson_Tarih Öncesi Ege

3 7 0 T a r i h ö n c e s i E g e

Çizelge XIII

A R C O S SOYAĞACI

Inakhos

IPhoroneus

INiobe

IArgos

Peirasos Phorbas

ITriopas

lasos

.1lo

IEpaphos

ILibya

IBelos

r~ ıAigyptos Danaos

I ILynkeus = Hypermestra

IAbas

Agenor

IKrotopos

Sthenelas

Celanor

Akrisios

I ■Danae

IPerseus =

Andromeda

Proitos

Pelasgos

ILarissa

Megapenthes Lysippe = Melampous iphianassa = Bias

Pelops

Elektryon Corgophone Sthenelos = Nikippe Atreus =

| = Perieres | Klymene

Alkmene Euiystheus I

Herakles Agamemnon Menelaos

Page 372: Thomson_Tarih Öncesi Ege

M YK E N E H A N E D A N L A R I 37i

ren, Aiskhylos'da ise İnakhos almaktadır.24 Aslında bu ayrılıklar çok önemli sayılmaz, çünkü İo, Hera rahibelerini simgeleyen salt kuttö- rensel bir kişidir. Daha önce de gördüğümüz gibi, İo Mısır'a gitmiş ve onun soyundan gelen Danaos Argos'a dönerek, tahtını kendisine bı­rakan Agenor'un yerine kral olmuştur.25 Birçok yönden önemli bir ki­şidir Danaos.

Tıpkı Kadmos gibi Danaos da Akdeniz'in doğusundan gelmiştir. Tıpkı Kadmos gibi Danaos da Rodos'da bir yerleşim merkezi bırakmış­tır ardında. Tıpkı Kadmos gibi Danaos da Demeter'i Yunanistan'a ge­tirmiştir. Bütün bunlara, Kadmos'un kız kardeşi Europa'dan Danaos'uıı karısı olarak söz edildiğini de ekleyebiliriz.26 Benzerlik çok fazladır; sa­nırız Yunanlılar da farkındaydılar bunun. Libya ile Belos'un, uymama­larına karşın, Argos soyağacmda karşımıza çıkmaları da bunu göster­mektedir. İasos'dan Danaos'a uzanan çizgi beş kuşağı kapsamaktadır; Agenor'dan Gelanor'a uzanan çizgiyse yalnızca üç kuşağı. Libya ile Be- los, Kadmosoğullarından devralınmışlardır. Bu devralma düşüncesi ise, az önce değindiğimiz benzerliklerden ve Argos'lu antika düşkün­lerinin kendi kentlerinin Thebai'dan daha eski olduğunu kanıtlamada­ki çıkarlarından kaynaklanmıştır.

Kadmos nasıl Fenike'den gelmişse, Danaos da Mısır'dan gelmişti. Peki, bu da sonradan düşünülüp düzenlenmiş bir şey miydi acaba? Bu sorunun yanıtı, İo'ya nasıl bir anlam verdiğimize bağlı. İneğe dönüş­türülen bir kadın olarak İo, kutsal hayvanı inek olan Isis ile özdeşlen­m işti27 Bu özdeşlemenin yedinci yüzyıldan daha eskilere gitmediği ko­laylıkla söylenebilir. İo'nun Mısır kralı olan oğlu Epaphos, ya Kano- bos'da oturuyordu ya da Memphis'de.28 Kanobos kenti, Nil ırmağının Naukratis ve Sais'den geçip Memphis'e kadar uzanan kollarından bi­rinin denize döküldüğü yerdeydi. Naukratis ise, İ.Ö. 600'den az önce kurulmuş bir Yunan tecim durağıydı. Sais'e gelince, o sıralar yönetim­de bulunan XXVI. Hanedanın oturduğu kentti Sais. Bu hanedanın Memphis kentiyle de bağlantısı vardı.29 Elimizde yalnızca bu kanıt bu­lunsaydı, İo'nun Mısır yolculuğu öyküsünün Naukratis'Ü Yunanlılar­ca uydurulduğundan kuşku duymazdık.

24 Apollodoros, 2 .1. 3: Aiskhylos, Zincire Vurulmuş Prometheus, 614-15.25 Apollodoros. 2 .1 .4 .26 Apollodoros, 2 .1. 5.27 Bkz. Bu kitapta "Ege'deki Bazı Anaerkil Tanrıçalar” başlıklı bölüm, Not 172.28 Aiskhylos, Zincire Vurulmuş Prometheus, 872-78; Apollodoros, 2 .1 .4 .29 H.R. Hall, Cambridge Ancient History'de, 3. 276, 285.

Page 373: Thomson_Tarih Öncesi Ege

372 T a r İh ö n c e s i Eg e

Ama buna hiç uymayan bir öykü daha söz konusu. Herodotos, Thebai bölgesinde Nil'in yukarılarında bir kente, Khemmis'e gittiğin­de kendisine bir Perseus tapmağı gösterirler. Bu tapmağa bağlı bir de Yunan tapımı vardır. Törenlerde, Mısırlılara yabana bir uygulama olan atletizm yarışmaları düzenlemektedirler. Rahipler, Herodotos'a, atle­tizm yarışmalarının, Gorgon'un başını bulmak üzere Libya'ya gider­ken Mısır'a geldiğinde Perseus tarafından başlatıldığım söylerler. Per­seus, bu atletizm yarışmalarını, atası Danaos'un Khemmis'li oluşunun ve Argos'a gelmek üzere Khemmis'den yelken açışının anısına başlat­mış.30 Bu öykü yedinci yüzyıla yakıştırılamaz. Çünkü Nil Deltası'nda daha yeni yeni at oynatmaya başlayan o zamanm Yunanlılarımı! Thebai bölgesini biliyor olmaları uzak bir olasılıktır.

Aynı sorun, İlyada ve Odysseia'da, Mısır'daki Thebai kentinin yer­yüzünün en zengin kenti olarak tanımlandığı bölümlerde ortaya çık-

Resim 59. Perseus ve G orgon : Attika va zo su

maktadır.31 Yedinci yüzyılda Thebai en küçük bir önem taşımıyordu, çünkü İ.Ö. 663'de Asurlarca yok edilmiş, bir daha da hiç kurulmamış­tı. Homeros geleneğinde, Thebai kentinin ortadan kaldırılmasından ön­ceki durumuna değiniliyor olsa gerek. Ama, Odysseia'da hiçbir bilgi bulunmamasından da anlayabileceğimiz gibi, bütün bir sekizinci yüz­yıl boyunca ve ta on ikinci yüzyıla kadar Yunanlıların Mısır'la hiçbir

30 Herodot Tarihi, 2. 91.31 İlyada, 9. 381-82; Odysseia, 4.126-27.

Page 374: Thomson_Tarih Öncesi Ege

bağlar* yoktu ve Mısır'a ilişkin pek az şey biliyorlardı.32 On üçüncü yüzyıla gittiğimizde, Egeli yağmacıların Nil Deltası'nı talan etmekte olduklarını görüyoruz, ama orada bozguna uğradıklarına bakılırsa The- bai'uı yakınma bile sokulmuş olamazlar.33 Böylece, en geç on dördün­cü yüzyıla kadar geriye sürükleniyoruz. O zamanlar Thebai hiç kuşku­suz yeryüzünün en zengin kentlerinden biriydi. XVIII. Hanedanın baş­kentiydi. Ve bu dönem, Tapmak Gömüt Hanedanı'nın Mykene'de hü­küm sürdüğü dönemdi.

M YK E N E H A N E D A N L A R I 373

Resim 60. M ino s’lular Mısır'da: M ısır resmi

Homeros'daki sorunun Lorimer ve Nilsson tarafından öne sürülen çözümü,34 bizim sorunumuzu da çözmektedir. Egeli elçiler, XVIII. Ha­nedanın gömüt resimlerinde hâlâ görülebilmektedir. Eğer İonia'lı teci- menler (tüccarlar) Naukratis'e yedinci yüzyılda gelmişlerse, o zaman Mykene'li tecimenlerin Khemmis'e on beşinci yüzyılda yerleşmemiş olmaları için hiçbir neden yoktur. Ve eğer, Mykene'liler orada önceden bir Perseus tapımı kurmuşlarsa, İonia'lıların İo'ya Mısır'da bir yurt ara­

^2 Odysseia, 3. 321-22, 4. 355-57; Homerand Mycenae, s. 136.33 Bkz. bu kitapta "Akha'lar" başlıklı bölümün ”6. Pelopid'ler" başlıklı altbölümü.34 H .l . Lorimer, “Homer's Use o f the Past" ("Hom eros'un Geçmişi Kullanışı"), Journal oJHellenic

Studies, 49.153; Homer and Mycenae, s. 157-58.

Page 375: Thomson_Tarih Öncesi Ege

374 T a r İ h ö n c e s İ E g e

malarının gerekçesini sağlamıştır bu. to ile Danaos söylencesi, Yunan halk belle­ğinin Mısır ile Mykene arasında Tapmak Gömüt Hanedanı zamanında var olan yakın ilişkilerden yüzyıllar sonra çıkar­dığı bir üründür.

Resim 61. Ege gemisi: M.s.r resmi Danaos'un yerine yeğeni ve damadıLynkeus, onun yerine de Abas geçmiş­ti. Abas'ın adına bakılırsa, Euboia'lı

AbantTardandır.35 Euboia'da İo söylencesinin yerel bir biçimi vardı. Abas'ın iki oğlu, Proitos ile Akrisios, babaları ölünce kimin kral olaca­ğı konusunda birbirlerine girmişler. Proitos Lykia'ya kaçmış, oradan bir Lykia ordusuyla geri dönerek Tiryns kentine yerleşmiş.36 Proitos, kızlarım Tyroid'lerden Melampus ve Bias'a vermiş. Bir başka kuzeyli olan Bellerophontes'i Lykia'ya gönderen de Proitos'muş. Akrisios'uıı ise Danae adında da bir kızı varmış. Delphoi tapınağının tanrı sözcü­sü, Danae'nin bir erkek çocuk doğuracağım, ama bu erkek çocuğun, yani torununun onu öldüreceğini söylemiş Akrisios'a. Akrisios da Da- nae'yi yerin altmda çepeçevre tunçla örülü bir odaya kapatmış. Gel gör ki, Danae'ye gönül vermiş olan Zeus altın yağmuru halinde çatı aralı­ğından Danae'nin içine kadar akmış. Danae de Perseus'u doğurmuş. Bunun üzerine Akrisios, kızıyla torununu bir sandığa koyarak denize atmış. Ana oğul Seriphos adasında karaya çıkmışlar. Perseus orada bü­yümüş, koca adam olmuş, Gorgon'un başım getirmek üzere Libya'ya doğru yola çıkmış. Filistin'den geçerken Andromeda'yı bir deniz cana­varının elinden kurtarmış, Seriphos adasına gelmiş, Andromeda ve anasıyla birlikte Argos'a dönmüş. Tanrı sözcüsünün dediklerini anım­sayan büyükbabası kral Akrisios Thessalia'daki Larissa kentine kaç­mış.37 Perseus onun ardından gitmiş ve bir rastlantı sonucu Larissa'da düzenlenen yarışmalara katılmış. Perseus disk atarken yel almış attığı diski Akrisios'un kafasına indirmiş, böylece Argos kralı Akrisios öl­müş. Ne var ki, Perseus öldürdüğü adamın dedesi olduğunu anlayın­ca o kadar üzülmüş ki, Argos tahtına çıkmayı kabul etmemiş. Proitos'un yerine Tiryns'e kral olan Megapenthes'e Argos'u verip kendisi Tiryns'i almış. Böylece Megapenthes Argos kralı olmuş; Perseus da Mideia ve

35 Apollodoros, 2. 2. 1; Pindaros, P. 8. 73.36 Apollodoros, 2. 2.1.37 Apollodoros, 2. 4. 4. Öykü belki de, Argos’luların Argos’daki Larissa’nın Thessalia'daki Larissa'dan

daha önce kurulduğu yolundaki savlarını desteklemek amacıyla böyle düzenlenmişti: A.R. 1. 40.

Page 376: Thomson_Tarih Öncesi Ege

M YKEN E HANEDANLARI 375

Mykene kentlerini surlarla çevirip sağlamlaştırdıktan sonra Tiryns'e yerleşmiş. Perseus'un yerine geçen oğullarından Elektryon'un Alkme- ne adlı bir kızı olmuş. Alkmene, Herakles'i dünyaya getirmiş. Sthene- los ise, Elektryon'un yerine tahta çıkan Eurystheus'un babasıymış. Bu noktada yeni birileri daha çıkıyor sahneye. Eurystheus'un anası, Pe- lops'un kızlarından biridir; Pelops'un yerine de onun erkek kardeşi At- reus geçer.38 Burada, Perseus ve Pelops soyağaçlarını birleştirmenin güçlüğünden kaynaklanan bir yanlışlık olsa gerek. Biraz da anlaşılmaz bir biçimde, Atreus'un Sthenelos tarafmdan "çağırtıldığı", Sthenelos'un Atreus'a Mideia kentini verdiği; ama Eurystheus'un ölümünden son­ra Atreus'un Mykene halkı tarafmdan gene "çağırtıldığı" söyleniyor.39 Atreus'un karısı, Katreus'un kızlarından biri ve Minos'un torunudur. Paris, Menelaos'un karısını, Menelaos Girit'teyken, Katreus'un göm­me töreni sırasında kaçırmıştı.40

Bütün bunlardan tarih olarak çıkarılacak pek bir şey yok. Proitos'un hükümdarlığı zamanındaki Lykia'ya değgin bilgiler şaşırtıcı ölçüde açık seçik; ama burada işin arkeolojik yönüne baktığımızda, veriler ya­nıltıyor bizi. Danae'nin yeraltında kapatıldığı oda, Oluk Gömütler'in, ergenlik çağındaki kızların bir yere kapatılması göreneğiyle karıştırı­lan belli belirsiz bir anısı gibi görünüyor. Eğer Perseus, göründüğü gi­bi, yeni bir soy çizgisinin başlatıcısıysa, belli belirsiz Tapınak Gömüt Hanedanı'nı temsil ettiği kabul edilebilir. Herakles gerçekte bir tapım kişisidir ve üstesinden geldiği işler­den yalnızca biri burada anılmaya değer. Eurysthenes onu Girit Boğa- sı'nı getirmeye yollamıştı.41 Minos'a bağlı olan bu hayvan, Knossos'uıı boğa başlı canavarı Minotauros'un bir başka yorumundan başka bir şey değildir. Atina geleneğinde, ay­nı kuşakta Herakles olarak tanınan Theseus42 tarafından öldürülmüş­tü Minotauros. Bu iki söylencede,Knossos'un düşüşünün belli, belir­

38 Apollodoros, 2. 4. 6.39 Apollodoros, 2. 4. 6; Epit. 2.11.40 Apollodoros, Epit. 3. 3.41 Apollodoros, 2. 5. 7.42 Apollodoros, Epit. 1. 7-9

Minotauros: Altın takı

Page 377: Thomson_Tarih Öncesi Ege

376 T a r İh ö n c e s i E g e

siz de olsa gerçek bir anımsaruşmı görebiliriz ve bu olayın Atreus'un tahta çıkışının hemen öncesine yerleştirildiği açıktır. Kimdi Atreus, ne­reden gelmişti? Bu soru Yunan tarihöncesiııin can alıcı sorunlarından birine sımsıkı bağlıdır ve bu sorun öylesine kafa karıştırıcıdır ki sonun­da "Akha sırrı" adını almıştır.43

Son olarak, iki noktanın açıklığa kavuşturulması gerekiyor. Bu so- yağacmın tüm Mykene dönemini kapladığım gördükten sonra, Perse- us'un zamanından önce Mykene'den hiç söz edilmemesine ve Girit'e yalnızca iki kez değinilmesine şaşırdık. Daha önce de belirttiğim gibi, bu nokta Argos kentinin daha sonraları üstünlüğü ele geçirmesiyle açık­lanmıştır. Eğer Agamemnon'un oturduğu merkez olarak Mykene'nin anısını koruyan Homeros ozanları geleneği olmasaydı, bu kent tüm­den yok sayüacaktı diye düşünüyor insan ister istemez.44 Perseus'dan önceki kralların gerçekten Argos kralları mı oldukları, yoksa Argos ege­menliği altında Mykene'den mi aktarıldıkları, benim yanıtlayamaya- cağım bir soru. İkinci noktaysa, hem Argos, hem de Thebai soyağaçla- rmı ilgilendiriyor. Eğer Kadmos ve Danaos'un değişik yollardan Yu­nanistan'a getirdikleri Demeter tapımı Minos kökenli idiyse, o zaman birinde Girit'le yalnızca dolaylı bir ilişkinin görülmesinin, ötekinde Gi­rit'le hiçbir ilişkinin bulunmamasının nedeni nedir? Kanımca, daha son­raki tarihte yatmaktadır bunun açıklaması. Dor'larm yol açtığı yıkım­dan sonra Girit'in Yunanistan'la bağıntısı kesilmişti. Doğu Akdeniz ye­niden açıldığında, Yunanlılar Girit'e uğramaksızm doğrudan doğruya Mısır'la ve Akdeniz'in doğusuyla tecimsel ilişkilere girişmişlerdi. So­nuçta, sürecin kopan bağıntıları toparlandığında, Kadmos ve Perseus'a ilişkin Fenike ve Mısır geleneklerini, Minos'un geçmişteki görkemini pek az gözöniine alan yeni yorumlarda yeniden bütünleştirdiler.

43 C.D. Buck, Creek Dialects (Yunan Lehçeleri), (ikinci Basım, Boston, 1928), s. 7.44 Argos'lularla bağlaşma yapılmasından hemen sonra yazılan Oreste/o'da Aiskhylos Mykene'nin yerine

Argos'u geçirdi. Ama Sophokles ve Euripides sonradan bunu düzelttiler.

Page 378: Thomson_Tarih Öncesi Ege

377

AKHA'LAR

XII

1. Akha'ların Dağılımı

Homeros ozanları, Agamemnon komutasında savaşanlardan ayırım yapmaksızın Argos'lular, Danao'lar ya da Akha'lar diye söz ederler. Argos'lular gerçekten de Argos ya da Argolis halkıydılar. Danao'ların adı Danaos'dan geliyordu. Mykene kentinin egemenlik döneminde, Ar­gos'lular ve Danao'lar terimleri, Argos ovasının egemen hanedanına bağımlı herkes için kullanılır oldu. Üçüncü ad da aynı biçimde gelişmi­şe benziyor. Çünkü genel kullanımın tersine, bir iki bölümde belli bir budun anlamında kullanılıyor. Ayakta kalan kullanım da bu olmuş za­ten. Daha sonraki yazarlar, Akha'lardan söz ettiklerinde, Homeros ozan­ları geleneğini bile bile izledikleri yerleri saymazsak, belli bir yörede yaşayan gerçek bir halkı kastederler hep. Demek ki, bizim ilk görevi­miz, tarihsel zamanlardaki Akha'ların kimliğini belirlemek olacak.

Akha'lar, her şeyden önce, Akhaia'da oturanlardı. Bu adı taşıyan iki böl­ge vardı. Biri, güneydoğu Thessalia'daki Akhaia Phthiotis'di; ben burada kolaylık açısından Thessalia Akhaia'sı diyeceğim. Bu yöredeki Akha'lar, Dor'larm Peloponnesos'u istila ettikleri dönemde Thessalia'yi ele geçiren Thessal'lere bağımlıydılar. Öbür Akhaia ise, Korinthos Körfezi'nin güney kıyıları boyunca uzanan on iki kentten oluşan bir birlikti. Pellene, Aigeira, Bura, Helike, Aigion, Patrai, Pharai, Tritaia, Rhypes, Olenos ve Dyme idi bu kentlerin adlan.1 Dilerseniz buraya da Peloponnesos Akhaia'sı diyelim.

Bir de, Akha'ların tüm Doğu Akdeniz'e dağılmış daha küçük yerle­şim merkezleri vardı. Thukydides, Homeros'un Kephallen'ler2 diye söz

1 Herodot Tarihi, 1.145; Pausanias, 7. 6. 1.2 İlyada, 2.631.

Page 379: Thomson_Tarih Öncesi Ege

378 T a r i h ö n c e s i Eg e

ettiği Zakynthos adası halkını Akha'lar olarak tanımlıyor.3 Bunlar hiç kuşkusuz Dor'larm önünden kaçanlardı. Pausanias, Lakonia'nın hemen güneyinde, Kyparissia akropolisinin hemen altında, bir zamanlar Pa- rakyparis Akha'larmın oturduğu bir kentin yıkıntılarını görmüştü.4 Ro­dos adasının üç kentinden biri olan İalysos'un akropolisine Akhaia de­niliyordu ve burada oturan Akha'lar Kilikia'daki Soloi kentinin kurul­masına katılmışlardı.5 Kilikia'lılar (Kilik'ler) ilk zamanlarda Hypakha- i'lar, yani karışık Akha'lar diye biliniyorlardı.6 Troya yakınlarında bir başka yerleşim merkezi daha vardı Kilik'lerin.7 Burada yaşayanlar, gü­neydeki adaşlarıyla akraba olduklarını savunuyorlardı8 ve bunlardan bazıları Troya Savaşı'ndan sonra güney Kilikia'ya göç ettiler.9 Başka bir Kilikia kenti olan Olbe, torunları orada rahip-krallar olarak hüküm sü­ren Teukros'un oğlu Aias tarafından kuruldu.10 Bu Teukros, Salamis- liydi. Teukros, Troya Savaşı bittiğinde babası Telamon tarafından yur­dundan kovulunca Kıbrıs'a doğru yelken açtı. Kıbrıs'da Akhaion Ak- te, Akha Kıyısı'nda karaya çıktı ve Kıbrıs Salamis'ini kurdu. Kıbrıs'da- ki Salamis kenti dördüncü yüzyılda hâlâ Teukros'un torunları tarafın­dan yönetilmekteydi.11 Daha da uzaklarda, Nil Deltası'ndaki Arkhan- dros Polis adlı yerleşim merkezi de, Akhaios'un torunlarından ve Ak- ha'larm önderlerinden biri olan Arkhandros'un adını taşımaktaydı.12

Yeniden kuzey Ege'ye dönüp baktığımızda, Makedonia kıyısında­ki Skione kentinin Peloponnesos'lu Akha'lar tarafından kurulduğunu öğreniyoruz; Peloponnesos'lu Akha'lar Troya Savaşı'ndan dönerken bir fırtınaya yakalanmışlar ve Skione kentinin bulunduğu yerde kara­ya çıkmışlar.13 Troya'da da, Yunanlıların kamp kurdukları yer Akha Ovası olarak biliniyordu.14 Yakınlarda bir yerde Killa ve Khryse adlı iki köy vardı. Killa, Pelops'un araba sürücüsü Killos'un gömütünün

3 Peloponnesos Savaşı, 2. 66.1. Arkadia'dan gelmişlerdi: Pausanias, 8. 24. 3.4 Pausanias, 3. 22. 9.5 Athenaeus, 360e; Strabon. 671.6 Herodot Tarihi, 7.91; P. Kretschmer. “Die Hypachaer" Clotta, 21.213; P. Kretschmer, “Nochmal die

Hypachaer und Alaksandus”, Clotta, 24. 203.7 ilyada, 6. 386-97, 415-16; 1. 366.8 Strabon, 676.9 Herodot Tarihi, 7. 91; Strabon, 668.10 Strabon, 672.11 Strabon, 682; Herodot Torihi, 1. 90; isokrates, 9.17-18.12 Herodot Tarihi, 2. 98. Kıbrıs’ta Akha’ların olduğu söylenebilecek öteki yerleşim merkezleri Kourion

(Herodot Tarihi, 5.113. 1), Lapathos (Strabon, 682) veC o lgo i’dur (Pausanias, 8. 5. 2).13 Peloponnesos Savaşı, 4. 120.1.14 Strabon, 595.

Page 380: Thomson_Tarih Öncesi Ege

A k h a ’l a r 379

bulunduğu yerdi.15 Khryse ise, İlyada'da kızı Khryseis onca soruna yol açan Apollon rahibi Khryses'in yurduydu.16 Khryse, Girit'den gelen ye Teukrosoğulları denilen göçmenler tarafından kurulmuştu. Bu gelenek sekizinci yüzyıla kadar gerilere götürülebilir,17 ama Attika'da değişik bir yorum daha vardı. Salamis'in karşı kıyısındaki Ksypete daha önce­leri Trun Bucağı ya da Troia diye biliniyordu.18 Öyküye göre, bu bu­caktan Teukros adlı biri (Telamon'un oğlu değil, onun atalarından bi­ri) kurmuştu Troya'daki Khryse köyünü.19 Bu Attika geleneğinde, Tro- ya Savaşı'ndan önce, Troya'ya karşı düzenlenen ve Telamon'un da ka­tıldığı bir sefere değiniliyor. Telamon, kenti ele geçirdikten sonra Pria- mos'un kız kardeşlerinden biriyle evlenmiş.20 Yoldaşlarından bazıları Yunanistan'a dönecekleri yerde, doğuya doğru gitmişler ve Kafkas­ya'ya yerleşmişler. İşte, Heniokh'lar ve Zygi'ler, yani tüm eskil çağlar boyunca varlıklarını koruyan ve Akha kökenli olduklarını hiç unutma­yan gerçek Kafkasya halkları bunların soyundan inmiş.21

Bu gelenekler hiç kuşkusuz birbirine karışmıştır, ama onlara inan­mamamız için bir neden değildir bu. Tam tersine, onların bağımsızlı­ğının bir göstergesidir. Troya, Attika, Salamis, Kilikia, Kıbrıs ve Girit'e dağılmış olan bu Teukrosoğulları arasmda gerçek bir hısımlık olsa ge­rek. Bunlar Kilikia'da, Kıbrıs'da ve Kafkasya'da Akha adıyla doğrudan bağıntılıdırlar. Ayrıca, Odysseia'da Akha'lardan Girit'de oturanlar di­ye söz edildiğini de eklememiz gerekir.22

2. Aiakid'ler

Eğer Homeros ozanları Odysseia'yı söyledikleri sırada Akha'lar Gi­rit'de idiyseler, Dor istilasından önce de orada olmaları gerekir. Bu du­rumda, Yunan dilini getirenler de onlar olabilir. Yunanca'nın Dor'lar- dan önce Girit'de konuşulduğu biliniyor.23

15 Theopompos, 339: Strabon, 612-13.16 İfyada. 1.37-38.17 Kallinos, 7; Strabon, 604.18 Strabon, 604; W.H. Roscher. Aıısfiihrliches Lexikon dergriechischen und römischen Mythologie, (Leipzig.

1884-1937), 5.1231.19 Strabon, 604.20 Apollodoros, 2. 6.4.21 Strabon, 416,129,496; F H C , 3.639; Ammianus Marcellinus, 22.8.25; D.H. 1. 89; “Die Hypachaer",

s. 241-43.22 Odysseia, 19.175.23 Bkz. Bu bölümde, “Akha’ların Kökeni" başlıklı altbölüm.

Page 381: Thomson_Tarih Öncesi Ege

380 T A R İ H Ö N C E S İ E g e

Akhilleus'un Troya'daki izleyicileri, babası Peleus'un Thessalia Ak- haia'smdaki krallığından geliyorlardı. Bunlar Halos, Alope, Trakhis, Phthia ve Hellas'daki yerleşim merkezlerinden gelen Myrmidon'lar, Akha'lar ve HellenTer olarak tanımlanırlar.24 Myrmidon, Peleus'un krallığında yaşayanların tümünü kapsayan genel bir addı.25 Halk, beş kümeye ayrılmıştı; her kümenin kendi şefi vardı.26 Bu kümeler, az ön­ce sıraladığımız beş yerleşim merkezine denk düşmektedir. Öyleyse, denilebilir ki, Myrmidon'lar, Akha'lardan ve Hellen'lerden oluşan bir kabile birliğiydi.

Akhilleus'un dedesi Aiakos, Zeus'un Aigina'dan doğma oğluydu; anasının adını taşıyan adada dünyaya gelmişti.27 Aiakos'un üç oğlu

Phokos

IOrnytos

Naubolos

IAntiphateia

= Krisos

Çizelge XIV

A İAK İD ’LER

Asopos

II I

Thebe Aigina = Zeus

IPsamathe = Aiakos = Endeis

Eriboia = Telamon = Hesione

I IAias Teukros

Eurysakes Philaios Aias

Peleus = Thetis

IAkhilleus

Neoptolemos

Strophios = Anaksibia

IPylades

24 İlyada, 2.681-85. Peleus'un egemenlik alanının Sperkheios'un güneyinde nereye kadar uzandığı açık değil: Strabon, 431-33; T.W. Allen, The Homeric Catalogue of Ships (Hom eros’da Gemilerin Sayımı), (Londra, 1921), s. 109-114.

25 ilyada, 1.180,16. 200, 266-69,18. 69. Danao'lar nasıl aslında Argos’da Akha’lardan önce oturanlar idiyseler, büyük bir olasılıkla Myrmidon adı da gerçekte Argos’da Akha'lardan önce yaşayanlardan geliyordu. Peleus'un, kızıyla evlenerek yerine geçtiği Eurytion, Myrmidon'un soyundan gelmeydi: Apollodoros, 1. 7. 3; 1. 8. 2.

26 ilyada, 16. 168-97.27 Apollodoros, 3. 12. 6; D.S. 4. 72.1-5; Pausanias, 2. 5.1-2; 5. 22. 6. Aiakos'un buradakinden daha

ayrıntılı bir biçimde ele alınması gerekir.

Page 382: Thomson_Tarih Öncesi Ege

A k h a ’l a r 381

vardı; Peleus, Telamon ve Phokos. İlk ikisini Skiron'un kızlarından bi­ri doğurmuştu ona. Skiron, Korinthos'luydu ve Poseidon ya da Pe- lops'un oğullarından biriydi.28 Phokos'un anası, Nereid'lerden Psamat- he id i29 Phokos, yani "fok balığı", Phokis bölgesinin ata adıydı; ayrı­ca, Agamemnon ve Orestes'le dostlukları Pelopid'lerin tarihinde yer etmiş bir olay olan Strophios ve Pylades'in ataşıydı Phokos.30

Aiakos zamanında, Arkadia'da Pelops'un işlediği bir cinayetten son­ra Yunanistan'da kuraklık başgöstermiş. Kuraklık, Aiakos'un Aigina'da- ki Panhellenion Dağı'na çıkıp yağmur yağdırması için babasına yakar­masıyla sona ermiş. Bir sonraki kuşakta, üvey erkek kardeşleri Phokos'u öldürmüşler ve gereğince cezalandırılmışlar.31 Peleus, Pthia'ya giderek Nereid'lerden Thetis'le evlenmiş ve Thetis ona Akhilleus'u doğurmuş.32 Akhilleus'un oğlu Neoptolemos dağlık Dodona yöresine göç etmiş.33 Telamon, Salamis'e giderek orada Pelops'un torunlarından biriyle ev­lenmiş; Pelops'un torunu ona Aias'ı doğurmuş. Priamos'un kız kardeş­lerinden biri olan Hesione'den ise ikinci bir oğlu olmuş Telamon'un: Te­ukros. Kıbrıs'daki Salamis kentinin kurucusu olmuş Teukros.34

İşte, Aiakid'lerin öyküsü böyle. Öykünün çeşitli değişkeleri de söz konusu. Bunlardan birinde, Aiakos Tlıessalia'ya yerleştirilir.35 Bu öy­kü, Aiakos'un tek oğlu olarak Peleus'un admın anıldığı Homeros gele­neğine uymaktadır.36 Aiakos'un Phokos'la ilişkisi dolaylı bir biçimde doğrulanmaktadır: Aiakidas, Delphoi soyluları arasında bir özel ad ola­rak belirmektedir.37 Aiakos'un Aigina ile bağları da, Homeros'da sözü

28 Apollodoros, 3. 12. 6., Epit. 1. 1. Bir başka yorumda, Telamon'un, Aktaios’un Glauke'den olma oğludur; Glauke, Kykhreus'un kızıdır: Pherekydes, 1 S. Bu da, Aiakid'ler ile Attika kıyılarındaki eski (Minos'lu?) yerleşmeciler arasında karşılıklı evlenme olduğunu gösteriyor.

29 Theogonia, 1003-1004; Pindaros. N. 5.7-13. Psamathe, kendisine vurulan Aiakos ile sevişmek istemez, ondan kurtulmak için bir fok balığı kılığına girer (Euripides, Andromakhe, 687); kılık değiştirerek totem hayvanının biçimine dönüşmenin örneklerinden biridir bu: Bkz. bu kitapta VII. Bölüm, “4. Brauron'lu Artemis".

30 Pausanias, 2. 29. 4; Euripides, Orestes, 33.31 Apollodoros, 3.12. 6; Pausanias. 2. 29-30; D.S. 4. 72. 6-7.32 İlyada, 18.85-87,432-34. Peleus'un ilk karısının, yerine geçtiği Eurytion'un kızı olduğu söylenir (bkz.

Not 25): Apollodoros. 3 .13 .1 . Bu geleneği Homeros biliyordu: İlyada, 16.173-78. Anlaşılan, Thetis de Psamathe gibi kendisine koca olarak seçtikleri Peleus’a varmamak için kılıktan kılığa geçmişti: Apollodoros, 3.13. 5. Bkz. Not 29.

33 Apollodoros, Epit. 6.12; Plutarkhos, Pyrrhus, 1; Proklus, Chr. 1.3. Molossoi kralları, Neoptolemos'un soyundan iniyordu: Strabon, 326.

34 Apollodoros, 3.12. 7; Pindaros, I. 6.45.35 Strabon 4.40136 ilyada. 16.15. vs.37 Supp. Epig. Cr. 2. 298.14-15, vs.

Page 383: Thomson_Tarih Öncesi Ege

382 TA RİH Ö N C ESİ EGE

edilmemekle birlikte, gerçekte bir temele dayanıyor olmalı, çünkü Aia­kid'ler beşinci yüzyılda Aigina'da varlıklarım hâlâ sürdürüyorlardı.38 Varabileceğimiz en akla uygun sonuç, Aiakid'lerin, Thessalia'dan Pho- kis'e, oradan da kıyı boyunca aşağılara Salamis ve Aigina'ya yayılan bir Akha klanı olduklarıdır. Bu da, soyağaçları en sonunda sistemleşti- rildiğinde Aiakos'un yurdunun niçin Thessalia olarak değil de, Aigina olarak belirlendiğini açıklamamızı sağlamaktadır. O görkemli tarihön- cesinden sonra Thessalia kültürel bakımından durgun bir bölge duru­muna düşüp yüzyıllarca böyle kalırken, Aigina Dor istilasının ardın­dan yeniden canlanan deniz teciminin akışı içine çekilen ilk devletler­den biri olmuştu.

3. İon'lar

Şimdi de gelelim Peloponnesos Akhaia'sına. AkhaiosTm torunu Ark- handros ya da Pelops komutasında Thessalia'dan çıkan bir Akha top­luluğu, kendilerine eşlik eden bir Boiot birliğiyle birlikte, Argolis'i ve Lakonia'yı ele geçirdi ve Dor'lar tarafından sürülüp atılmcaya kadar orada kaldı.39 Daha sonra, Orestes'in oğullarından birinin önderliğin­de Peloponnesos'un kuzey kıyısına gittiler ve yörede eskiden beri otu­ran İon'Iarı oradan attılar; yörenin adı Akhaia olarak değişti.40 Attika'ya kaçan İon'lar oradan da Anadolu'ya geçtiler, Anadolu'da on iki kent­ten oluşan Panion Birliği'ni kurdular. Bu on iki kent, atalarının Pelopon- nesos'da bir zamanlar ele geçirdiği on iki kente denk düşmekteydi.41

Tarihsel dönemin İon'Iarı, İonia ve Attika'nın birbirine çok yakın lehçeler konuşan Yunanlılarıydılar. Ama, Herodotos'un belirttiği’gibi, Panion Birliği içinde bulunmayan Atmalılar ve Asya İon'Iarı İon adını aşağılama eğilim indeydiler,42 bu da, İon adının temelinin çok sağlam olmadığım düşündürüyor. Göçün koşullan doğruluyor bunu. İonia'mn kurucuları, Orkhomenos'lu Miny'lerden, Thebai'lı KadmosoğuHarın­dan, Euboia adasından gelmiş olan Abant'lardan, Attika'dan gelmiş

38 Pindaros, N. 4.11, 7. 9-10; Pindaros, 0 . 13.109.39 Pausanias, 7.1. 7, 2. 6. 5 {Herodot Tarihi, 2. 98), Strabon, 365.40 Strabon. 383-84.41 Herodot Tarihi, 1.145,8.73; Strabon 365,383,385-86. Panion Birliği. Poseidon Helikonios’a adanmıştı

(Herodot Tarihi, 1.148); burada ancak Boiotia’daki Helikon Dağı kastediliyor olabilir, yoksa Helike değil.

42 Herodot Tarihi, 1.143. 3.

Page 384: Thomson_Tarih Öncesi Ege

A k h a ’l a r 383

olan Neleid'lerden, Arkadia Pelasg'lanndan, Epidauros Dor'lanndan ve daha birçoklarından oluşan bir yamalı bohça olarak tanımlanıyor­lar.43 İon'larm bileşimi böyle olduğuna göre bildiğimiz biçimiyle İon lehçesi, bu öğelerin İon'larm yeni yurdunda kaynaşmasından önce or­taya çıkmış olamaz.44 Homeros ozanlarının şiirleri de aynı sonuca yö­neltiyor bizi. Homeros ozanlarının şiirlerinde, Troya Savaşı zamanın­da İon'larm Peloponnesos'da bulunduklarını gösteren hiçbir ipucuna rastlayamıyoruz. Sözü edilen İon'lar, Menestheus'un Atinalı izleyici­leridir yalnızca.45 Bu da, İonia'nın Attika'nın eski adlarından biri oldu­ğunu söyleyen geleneğe46 ve İon kolonicilerinin "en soyluları"nın Ati­na kent ocağmdan gelenler olduğunu ileri süren Herodotos'a uymak­tadır.47

Bu sonucun, Hellen'in üç oğluyla ilgili öyküyle çeliştiğini kabul et­mek gerekir. Öyküde, Hellen'in üç oğlu, yani İon'un babası Ksuthos, Aiolos ve Doros ülkenin tüm soyağacırun tepesine yerleştirilmişlerdir 48 Ama bunların hiçbirinin geçmişte yatan gerçek bir kökü yoktur. Bun­lar, ayrı ayrı geleneklerin sistemleştirilmesindeki en son aşamayı, son fırça darbesini, yapıtının kilit taşını temsil ederler. Tarihöncesinde, Yu­nanlılar dağınık ve bölünmüş bir durumdaydılar, ortak bir adları yok­tu, dolayısıyla da ortak bir köken bilincinden yoksundular. Budunsal bilinci ancak tarihsel dönemin başlarında geliştirdiler. Nitekim, Hellen ve oğullan öyküsü de bu bilinci dile getirmek amacıyla uyduruldu. İlk ata olarak Hellen'in seçilmesi, önümüzdeki bölümde açıklanacak. Ho­meros, Hellen'den habersizdi; Aiolos'u saymazsak Hellen'in oğulları­nı da bilmiyordu. İlk ortaya çıkan Aiolos'du, çünkü Asya kıyılarında­ki Aiol dili konuşan Yunanlılar destan geleneğini ilk geliştirenlerdi. Dor'ların isim babası Doros'un hiçbir yaşam öyküsüne rastlanmaz; hiç­bir yerde herhangi bir dölünden de söz edilmez. Dor şefleri, kendi soy çizgilerini Herakles'e vardırarak tuhaf bir saygı gösterisinde bulun­

43 Herodot Tarihi, 1.146. 2.44 Vardığımız bu sonuç, ileride dilbilim açısından yeniden incelenecektir.45 ilyada, 13. 685, 690, 2. 546-52.46 Strabon, 392.47 Herodot Tarihi, 1.146. 2. Herodotos kendisi de İon'lar ile Akha'lar arasında yakın bir bağ olduğunu

söylüyor: Herodot Tarihi, 9. 26. 3. Herodotos, İon'larm, Ksuthos'un oğlu ion’un adını almadan önce Aigia Pelasg'ları adını taşıdıklarını vurguluyor (Herodot Tarihi, 7, 94). Ben, Herodotos'un bu sözlerinden, Pelasg'ların İon'lar oldukları sonucunu çıkarmıyorum, kesinlikle olası görünmüyor bu bana; yalnızca, Peloponnesos'un bu yöresinin daha önceleri Pelasg'ların işgali altında olduğu sonucunu çıkarıyorum.

48 Apollodoros, 1. 7. 3.

Page 385: Thomson_Tarih Öncesi Ege

muşlardır Doros'a. Ayrıca, Akhaios'un geçmişte kökleri bulunsaydı, bizlere Akha'lardan o kadar çok söz eden Homeros tarafından es ge­çilmezdi. İon'a gelince, anası aracılığıyla Erekhteid'lerle yakm bağı var­dı onun; İon'a, dört Attika-İon kabilesine adlarını veren ataların baba­sı olarak tapınılıyordu. Neleid'ler kaçıp Attika'ya geldiklerinde, Ati­na'nın kabile düzeni onların kabul edilebilmeleri için yeniden düzen­lenmişti. İon söylencesi, bu olayın resmi bir biçimde anılmasını belir­lemekteydi. Erekhtheus'un torunlarından biri olarak İon, Erekhthe- us'un erkek kardeşi Boutes'e benzerlikler göstermektedir. Her ikisi de topluluğa ya da evlatlığa kabul etme söylenceleridir.49

Eğer Neleid'ler Attika'ya yerleşmeden önce İon'lar yok idilerse, o zaman onların Akha'lar tarafından Peloponnesos'dan atıldıklarını an­latan öyküyü ne yapacağız? Bu sorunun içinden, İon'lar ile Akha'ların aynı oldukları yolundaki kaba varsayımla çıkılmıştır. İon Yunanlıları adlarını geriye doğru, Peloponnesos'dan gelmiş olan tüm atalarına ka­dar vardırıyorlardı. Söylencenin kendisi de bunun ipucunu vermekte­dir; İon ile Akhaios'un kardeş olarak sunulması, onların birbirlerine yakınlıklarının her birinin Aiolos'a ya da Doros'a olan yakınlığından daha fazla olduğunu düşündürmektedir. Peloponnesos'da varlığını sürdürmüş olan Akha Birliği'yle aynı sayıda kenti içeren Panion Birli- ği'ııin yapısından da aynı sonuç çıkmaktadır.50 İon'ların denizötesin- deki yeni yurtlarında dodekapolis (on iki kent) geleneklerini yeniden oluşturmaları çok doğaldı, ama İon'Iarı yurtlarından süren Akha'lar onların bu düzenini neden benimsesinlerdi? Bir örgütlenme biçiminin sürekliliği ille de belli bir halkın sürekliliği demek değildir. Pelopon­nesos'da hiçbir zaman bir İon yaşamamıştı. Daha sonraki zamanlarda, İonia İon'larmın Akha'lı atalarına verdikleri addan başka bir şey değil­di bu.

384 T a r İh ö n c e s İ Eg e

4. Peloponnesos Akha'lan

Dor istilasından önce, Peloponnesos Akha'Iarınm oturduğu bölge­ler Argolis ve Lakonia'ydı. Bu geleneği saymazsak, çıplak gerçeklere bakıldığında, Peloponnesos Akha'lan Argolis'de en küçük bir iz bırak­

49 Burada, ion ve lon'larla ilgili olarak benimsenen bu görüş, ilk kez E. Meyer tarafından ortaya atılmıştır Ceschichte des Allertums, (İkinci basım, Stuttgart, 1937), 3. 397-403.

50 Polybius, 2.417-18.

Page 386: Thomson_Tarih Öncesi Ege

A k h a ’ l a r 385

mamışlardır.51 Ama Lakonia'da, Parakyparis Akha'larımn yerleşim merkezinin yambaşında, Boiotia ve Thessalia ile olan geleneksel bağ­ların tüm izlerini görüyoruz ve bu bağların çoğu değilse bile birçoğu Akha'lara kadar vardırılmalıdır.

İ.Ö. birinci yüzyılda, Sparta egemenliğinden yeni kurtulan Lakoni- a halkı, Özgür Lakonia'lılar Birliği (Eleutherolakones) adını verdiği yir­mi dört kentlik bir genbirlik (konfederasyon) kurdu. Bunlar arasmda Parakyparis Akha'ları da vardı. Gerçi hepsini saymak gereksiz, ama şu kentleri belirtmekte yarar var: Gytheion, Teuthrone, Akriai, Leuktra, Kharadra, Thalamai, Las, Oitylos, Gerenia, Brasiai, Asopos.52

Bir öyküye göre, Orestes'in deliliği Gytheion'da iyileşmişti.53 Bu öy­küde, Teuthrone ile Agamemnon'un oğullarından Teuthras arasında,54 Akriai ile de Hippodameia'yla evlenme konusunda Pelops'un rakibi olan Akrias arasında55 bağ kuruluyordu. Leuktra, Kharadra ve Thala- mai'ın Pelops tarafından kurulduğuna inanılıyordu.56 Bütün bunlar, Pelopid'lerin, Pelopsoğullarının Peloponnesos'da iktidarda oldukları günlere kadar uzanan yerel geleneklerdi.

İlyada'nm Dokuzuncu Bölümünde, Akhilleus'u yatıştırmaya çalışan Agamemnon ona Peloponnesos'un güneyinde yedi kent vermeyi öne­rir: Kardamyle, Enope, Hire, Pherai, Antheia, Aipeia ve Pedasos.57 Eno- pe kenti, Özgür Lakonia kentlerinden biri olan Gerenia ile özdeşlen­mişti.58 Pherai, Akha Birliğinin üyelerinden birinin adını taşımaktadır. İlycıdn'mn İkinci Bölümünde, yedi kent Agamemnon'un kendi egemen­lik alanı içinde sıralanmaz, ama Peloponnesos'un bu yöresinde içlerin­de Laas ve Oitylos da bulunan birçok kent Agamemnon'un erkek kar­deşi Menelaos'a bağlı gösterilir.59 İl yada'da belirtildiği gibi, Agamem­non'un egemenlik alanı doğudan batıya doğru Mykene, Korinthos, Kle- onai, Orneiai, Sikyon, Hyperesie, Genoessa, Pelİene, Aigion, Aigialos

51 Herodotos, Kynuria’da konuşulan Dor-öncesi lehçenin İon lehçesi olduğunu söyler. (Herodot Tarihi, 8. 73; Pausanias, 2. 37. 3). Ben, bunu, Akha-öncesi lehçe olarak alıyorum.

52 Pausanias, 3. 21. 6-7.53 Pausanias, 3. 22.1.54 ilyada, 5. 705.55 Pausanias, 6. 21.10.56 Strabon, 360; Athenaeus, 625e. Epidauros ve Letrinoi'un, Pelops'un oğulları tarafından kuruldukları

söylenir; Pausanias, 2. 26. 2, 6. 22. 8.57 ilyada, 9.149-52. Pausanias, Aipeia kentini, adını Boiotia'daki Koroneia'dan almış olan Koronai ile

bir tutar (4. 34. 5).58 Pausanias, 3. 26. 8.59 ilyada. 2. 581-86. Pelopid'ler, bu yöreyi, Lakonia ve Messenia'nın yerli hanedanlarıyla evlenme yoluyla

edinmişlerdi.

Page 387: Thomson_Tarih Öncesi Ege

ve Helike'der» oluşur.60 Eğer Kıstaktan Mykene'ye doğru güneydoğu­daki uzantısını saymazsak, bu bölge, Peloponnesos Akhaia'sma denk düşmektedir. Aigion, Helike ve Hyperesia (sonradan Aigeira) kentle­ri61 gerçekte Akha Birliği'nin üyeleriydi. Demek ki, Orestes'in oğlu Ak- ha'ları Lakonia'dan Peloponnesos Akhaia'sma götürürken, daha bü-

386 T a r İ h ö n c e s İ E g e

A B C D

Harita VII. Peloponnesos’daki Akha yerleşim merkezleri

60 ilyada, 2.569, 77. Agamemnon'un hükümdarlığı, Sikyon'da anımsanıyordu: Pausanias, 2. 6. 7.61 Pausanias, 7. 26.1-4.

Page 388: Thomson_Tarih Öncesi Ege

A k h a 'l a r 387

yükbabasının zamanında Akha'lar tarafından işgal edilmiş olan atala­rının egemenlik alanlarmdan birine sığınmaya çalışıyordu.

Pelops'un Thessalia'dan Peloponnesos'a götürdüğü Akha'ların ya­nında, geleneğe bakılırsa, bir Boiot topluluğu da vardı. Bunlar da izleri­ni bıraktılar. Özgür Lakonia kentlerinden biri olan ve Pelops tarafından kurulan Leuktra, Boiotia'daki öteki Leuktra'nın bir kolonisiydi ve bura­da Kadmos'un kızı İno'ya bağlı yerel bir tapım vardı.62 İno'ya aynı za­manda Brasiai'da ve Thalamai'da da tapınılıyordu ve Thalama- i daha sonraki zamanlarda Boiotoi diye bilinecekti.63 Bir başka özgür La­konia kenti olan Asopos da biri Boiotia'da, öteki Peloponnesos Akhaia'sm- da iki ırmakla aynı adı paylaşmaktadır.64 Gytheion'da, öç alma tanrıça­ları Erinys'lerin yerel bir biçimi sayılabilecek Praksidik'lerin bir tapımı yer almaktaydı.65 Praksidik'lere aynı zamanda Boiotia'daki Haliartos kentinde de tapmılmaktaydı; bilebildiğimiz kadarıyla da başka hiçbir yerde tapınılmamaktaydı.66 Gerenia'da, Thessalia'daki Trikka'dan akta­rılmış bir Asklepios Trikkaios tapımı vardı.67 Teuthrone'nin güneyinde, biri Akhilleus'un adını almış, öteki Phokos'un anası Psamatho ya da Psa- mathe'nin adına kurulmuş iki liman bulunmaktaydı.68 Laas halkı, Hele- na'nm taliplerinden biri olarak Sparta'ya gittiğinde Akhilleus'un öldür­düğü Laas adlı bir adamın soyundan gelmekteydi.69 Kardamyle'de Ne- reid'lerin, yani Nereus Kızları'nın bir tapınağı vardı. Nereid'ler, Mene- laos'un kızıyla evlenmek üzere Sparta'da bulunduğu sırada Neoptole- mos'u kutlamak için orada karaya çıkmışlar.70 Bu geleneklerin hepsi de bakışları Boiotia ya da Thessalia üstünde toplamakta; kimileri somut ola­rak Boiot'lardan, kimileri de Akha'lardan söz etmektedir.

5. Akha'ların Kökeni

Yeniden kuzeye dönelim. Thessalia Akhaia'sında Akha'ların Pele- us yönetiminde Hellen'lerle birleştiklerini görmüştük. Az önce de, Boi-

62 Strabon, 360, Pausanias, 3. 26.4.63 Pausanias, 3. 24.4,3. 26.1; Strabon, 360.64 Pausanias, 2. S. 2, 2. 6.1.65 Pausanias, 3. 21. 266 Pausanias. 9. 33. 3.67 Strabon, 360; Pausanias, 3. 26. 9.68 Pausanias, 3. 25. 4.69 Pausanias, 3. 24.10.20 Pausanias, 3. 26. 7.

Page 389: Thomson_Tarih Öncesi Ege

388 T a r i h ö n c e s i E g e

ot'larla yakından ilişkili olduklarını gördük Akha'ların. Kimdi bu halk­lar peki? Burada bir varsayım öne süreceğim: Bunlar, bir zamanlar dağ­lık Epeiros bölgesinde yaşamış olan tek bir soyun kollarıydılar.

Hellas, İlyada'nın "Gemilerin Sayım ı" bölümünde, Thessalia Akhaia'sındaki yerleşim merkezlerinden birine verilen addır, İlyada'ran öteki bölümlerindeyse, genellikle Pthia'dan Boiotia'nm güney sınırla­rına dek uzanan tüm ülke için kullanılır Hellas.71 Eğer Akha'lar, Boi- ot'lar ve Hellen'lerin gerçekte aynı halk olduğunu düşünürsek, bu yay­gınlaştırılmış kullanım anlaşılır bir niteliğe kavuşur.

Adlarını Boiotia'ya vermiş olan Boiot'lar Thessalia'dan gelmişlerdi. Thukydides, Boiot'ların Boiotia'yı istilasının Troya Savaşı'ndan önce başlayıp altmış yü sonra tamamlandığım söyler.72 İlyada'nın "Gemile­rin Sayımı" bölümünde, hâlâ Miny'lerin yönettiği Orkhomenos ve Asp- ledon'u saymazsak, bütün ülke Boiot'ların elindedir. Demek ki, güne-

Harita VIII. Thessalia Akhaia'sı

71 ilyada, Z 683,9.447,478, 2. 683; Strabon, 431-32.72 Peloponnesos Savayı, 1. 12. 3. Gephyra’lıları Tanagra topraklarından kovanlar Boiot’lardı: Herodot

Tarihi, 5. 57.

Page 390: Thomson_Tarih Öncesi Ege

A k h a ’l a r 389

ye iki aşamada gitmişlerdir. Birinci aşama, Boiot'ları ve A kha'lan Pe­loponnesos'a getiren harekettir. İkinci aşamaysa, Thukydides'in belirt­tiği gibi, Thessalia'da kalanların Thessal'ler tarafından güneye sürül­düğü dönemdir. Bu dönem, AiolTarın göçüyle, yani Yunan dilini ku­zeybatı Anadolu'ya yerleştiren hareketle özdeşlenebilir. Strabon, bu göçmenlerin ana kolunun Boiot'lar arasından geldiğini söylüyor.73

Boiot'lar Aigina halkıyla akraba olduklarını savunuyorlardı. Bu sav­larını, Thebai kentinin ata adı olan Thebe'nin, Aiakid'lerin kadın atası Aigina'nın kız kardeşlerinden biri olduğunu.söyleyerek dile getiriyor­lardı.74 Babaları, Asopos'du: Az önce Peloponnesos Akha'lan arasın­da rastladığımız bir ad. Onlara adını veren ataları Boiotos, İtonos'un oğullarından biriydi; Boiot'ların tapımı ise Athena İtonia tapımıydı.75 Athena İtonia tapımı, Thessalia Akhaia'smdaki İtonos'dan gelmişti, ll- ı/fldfl'da, Phylake ve öteki yerleşim merkezleriyle birlikte İtonos'un da, Phylake'li olan ve orada beşinci yüzyılda bile hâlâ tapımları Protesila- os'un buyruğunda olduğu söylenir.76 Böylece görülüyor ki, Peleus, Thessalia Akhaia'sının tek egemeni değildi. Gerçekte, Protesilaos, Pe- leus'un akrabası olarak tanımlanmıyor gerçi; ama haritaya bir göz ata­cak olursak, iki ülkenin, s ık ı ' bir işbirliği olmaksızın yönetilemeyecek kadar iç içe geçmiş olduğunu görürüz. Dolayısıyla, Protesilaos ve buy- nığundakiler, hâlâ Akha'larla yakın ilişkide oldukları Thessalia'da ya­şayan Boiot'ların bir kesimi olarak kabul edilebilirler.77

İ l y a d a 'mn On Altıncı Bölümünde, Patroklos son dövüşüne gittiğin­de, Akhilleus onun sağ salim dönmesi için şöyle yakarır:

D odonalı Z eu s, Pelasg soyu n u n tanrısı, u zaklard a, soğuk kışlı D o d on a'd a hüküm süren, çevresind e, ayaklarını y ık am az, yerde y atar sözcüleri (Selloi)

o tu ra n ...78

73 Strabon. 402.74 Herodot Tarihi, 5.80.75 D.S. 4. 67; Pausanias, 9.1.1, 9. 34.1; Strabon, 411.76 ilyada, 2. 695-701; Pindaros, 1. 58-59; Arrianus, Anabasis o f Alexander; 1 .1 1 .5 . Skione’ye yerleşen

Akha'lar, Protesilaos'un izleyicileri olarak tanımlanıyor. Apollodoros, Epit. 6 .15b. ilyada’nırı "Gemilerin Sayımı" bölümünde sözü edilen tüm Thessalia'lı şeflerin, Euneos, Gouneus ve Prothoos dışında, sözcüğün gerçek anlamında Akha'lı olduklarını varsaymak güvenli bir yoldur.

77 Çok sayıda Boiot’un geride Thessalia'da kalmasıyla ilgili olarak, gelenekte, Thessalia'lı serfler arasında yurtlarını terk etmektense boyun eğmiş olan Arne'li Boiot'ların da bulunduğu belirtiliyor F H C . 4.134.

78 ilyada, 16. 233-35.

Page 391: Thomson_Tarih Öncesi Ege

3 9 0 T A R İ H Ö N C E S İ E G E

Bu canalıcı anda Akhilleus'urı çok uzaklardaki Dodona'nın tanrısı­na seslenmesinin nedeni, hiç kuşkusuz, kendisi de Zeus soyundan gel­diği için kendi ata yurdunun tanrısına başvurup yakarıyor olmasıdır. Gene, oğlu Neoptolemos da savaştan sonra bu bölgeye yerleşirken as­lında atalarının ülkesine geri dönmekteydi. Dahası, Selloi ya da Helloi'un Hellen'lerden başkası olmadıkları görüşüne herkes katılıyor. Bunlardan "sözcüler" ya da yorumcular diye söz edilmektedir; bir baş­ka deyişle, tanrının gönderdiği işaretlerin anlamını çözen biliciler ya da rahiplerdir bunlar.

Aristoteles, Hellen'lerin, Dodona dolayındaki ülkeden geldiklerini ve orada Graikoi diye bilindiklerini söyler.79 Bu, Romalıların Hellen'le- ri tanıdığı adı açıklayabilir, çünkü Hellen'lerin İtalya'da yaşayan halk­larla ilk ilişkisi doğallıkla Adriya Denizi üstünden kurulmuştu. İ/ı/a- dn'daki "Gemilerin Sayımı" bölümünde, Boiotia'hlarm yerleşim mer­kezleri arasında Graia da sayılır; Aristoteles de, Graia'nm, sonradan Oropos adım alan yer olduğunu söyler.80 Eğer Boiotia'hlarm bu adı Do- dona'dan yanlarında getirdiklerini düşünürsek, H ellen'lerin nasıl Graikoi olarak tanındıklarım anlayabiliriz. Ama bu işin kolayına kaçan bir varsayım olur, çünkü Oropos adı da aynı yoldan açıklanabilir. Pro- tesilaos'un Thessalia Akhaia'sından gelen bir Phylake'li olduğunu da­ha önce belirtmiştik. Dodona'nın birkaç kilometre güneyinde başka bir Phylake daha vardı; Oropos adı verilen bir ırmağın kıyısındaydı bu Phylake.81

Tüm eskil çağlar boyunca varlığını sürdürmüş olan bir bağ, bu bir bakıma seyrek sayılabilecek bağları perçinliyor. Boiotia'lılar, en ünlü bilicilik merkezi sayılan Zeus tapınağının bulunduğu Dodona kentine her yıl hac düzenlerlerdi; dolayısıyla özel bir ayrıcalıkları vardı Dodo- na'da. Tapmaktaki bilicilerin açıkladığı Zeus buyrukları gerçekte rahi- belerce aktarılırdı, ama Boiotia'lılar kehaneti erkek yorumcular ya da sözcülerden öğrenme hakkına sahiptiler.82 İşte burada söz konusu olan, Selloi'dur. Bu ayrıcalık, eski akrabalığa gösterilen bir saygının sonu­cuydu.

Eğer Akha'lar ile Boiot'lar arasında ortak bir Hellen kökeni var idiy­se, Yunan dilinin yayılmasında önemli bir rol oynamış olmaları gere­

79 Aristoteles, Mete. 1.14.80 ilyada, 2 .498.81 Titus Livius, 45.26. Aynı biçimde, Thessalia bölgesindeki Arne kenti, Boiotia bölgesinde de karşımıza

çıkıyor İlyada, 2. 507; Strabon, 413.82 Ephoros, 30; Strabon, 402.

Page 392: Thomson_Tarih Öncesi Ege

A k h a ’l a r 391

kir. Şimdi bakalım, Akha'lar ile Boiot'ların göçleri dilbilimsel bilgiler ışığında nasıl bir görünüm sunuyor.

Yunan dilinin Peloponnesos'a ilk kez Neleid'ler ve Lapith'ler tara­fından getirildiğini kitabımızın daha önceki bölümlerinde değişik açı­lardan belirtmiştik. Neleid'ler Messenia'nm batı kıyılarına, Lapith'ler de Argolis, Arkadia, Elis ve Korinthos Kıstağı dolayına yerleşmişler­di.83 Neleid'lerin hangi lehçeyi konuştuklarını ortaya çıkaracak hiçbir ipucu yok elimizde. Ama konuştuktan lehçenin, Lapith'lerin lehçesine yakın olduğu düşünülebilir. Homeros'daki Yunanca sorununa geldi­ğimizde, Lapith'lerin kullandığı lehçeyle ilgili bazı şeyler söyleyebile­ceğiz.

Tarihsel dönemlerde Argolis, Messenia ve Lakonia'da konuşulan lehçe, Dor'caydı. Elis ve Akhaia halkları, Kuzeybatı Yunancası konu­şuyorlardı. Kuzeybatı Yunancası, Dor'caya yakın bir dildi ve Dorca'yla aynı zamanda ortaya çıkmıştı. Ama Arkadia'da konuşulan dil ne Dor'caydı, ne de Kuzeybatı Yunancası; Aiol diline yakın bir dildi. Ki­min lehçesiydi bu peki?

Argolis ve Lakonia'da konuşulan Dor'ca, Arkadia dili olarak belir­lenmiş bazı biçimleri içerir. Bu da, Arkadia dilinin bir zamanlar daha geniş bir alanı kapsadığını gösterir. Üstelik, Argolis ve Lakonia, Ak- ha'ların işgal ettikleri iki bölge olduğu için, Arkadia dilinin bu öğele­rini Akha'lara bağlamamızı sağlayacak kanıt da vardır elimizde. Gi- rit'deki, Rodos'daki ve Pamphylia'daki Dor'canm temelinde benzer öğeler bulunmuştur. Bütün bu bölgelerde Dor'lardan önce Akha'lar yaşamıştı. Dahası, Dor'ların ulaşamadığı Kıbrıs'da kullanılan Yunan­ca, nerdeyse aynı lehçe sanılacak kadar çok benzer Arkadia diline.84 Dolayısıyla bunun Akha'ların dili, yani Thessalia'daki Aiol'canm bir kolu olduğu açıktır. Dor'lar Argolis ve Lakonia'ya girdiklerinde, Ak­ha lehçesini oralardan kaçanlar Arkadia ve Akhaia'ya taşımışlardı.

Boiotia lehçesi, temelde, Kuzeybatı Yunancası ile örtüşmüş Aiol'cay- dı. Buck, bu örtüşmenin temelindeki Aiol'canm Miny'lerin dili oldu­ğunu, kuzeybatı öğesini Boiot'ların getirdiğini öne sürmüştür.85 Bu gö­

83 Elis’de, Lapith'ler Epeo'lulara hükmediyorlardı (fiyada, 2. 620-24; D.S. 4, 69). Epeo’lular sanırız Karia’lılardı: Pausanias, 5. 1.5. Bu bölgedeki bir başka Lapith yerleşim merkezi de Dulikhion’du: İlyada, 2. 625-29; Pausanias. 5.1.10.

84 C.D. Buck, Creek Dialects (Yunan Lehçeleri), (İkinci Basım, Boston, 1928), s. 6-7; Homer and Mycenae, s. 86-87.

85 Creek Dialects, s. 3. Buck'ın ileri sürdüğü gibi. Boiot'ların adlarını Boion Dağı'ndan almış olmaları olasıdır, ama bundan onların Kuzeybatı Yunancası konuştukları sonucu çıkmamaktadır.

Page 393: Thomson_Tarih Öncesi Ege

3 9 2 T A R İ H Ö N C E S İ E G E

rüş gerçeklerle bağdaştırılamaz. Anadolu kıyısındaki (Aiolis) Aiol di­li, Kuzeybatı Yunancasıyla bozulmamış olması yönünden, Thessalia ve Boiotia'daki Aiol dilinden farklıdır.86 Dolayısıyla, Ege'nin karşı yaka­sına, Kuzeybatı Yunancasının Thessalia ve Boiotia'ya gelişinden önce götürülmüş olması gerekir. Ama Boiot'lar daha Troya Savaşı'ndan ön­ce Thessalia ve Boiotia'daydılar. Dahası, Aiolis'e göç edenlerin büyük bir bölümünü Boiot'lar oluşturuyordu; o kadar ki, yeni yurtlarına za­man zaman Boiotike de deniliyordu.87 Demek, bunların konuştuğu dil Kuzeybatı Yunancası değil, Aiol diliydi. Boiot'lar ile Akha'lar arasın­da var olduğunu ileri sürdüğüm yakın ilişki, böylece, Aiol dili ile Ar- kadia dili arasındaki yakınlıkla doğrulanmaktadır.

Zeus adı, Hint-Avrupa kökenlidir. Poseidon adının kökeni yeterin­ce açığa çıkarılabilmiş değilse de, eski Hint-Avrupa yağmur tanrısının koşut bir biçimi olabilir pekâlâ.88 Eğer Zeus'u Dodona'ya Akha'lar ge­tirmişse, o zaman Akha'ların Adriya Denizi kıyısından aşağılara doğru geldikleri, sonra Pindos dağını aşıp Peneios ırmağım izleyerek Thessa­lia ovasına vardıkları düşünülebilir. Thessalia ovasında Akha'lardan önce Tyroid'ler ve Lapith'ler vardı. Aksios ırmağından aşağı ve Petra ya giden kıyı boyunca doğu yolunu tutmuşlar, orada bir Poseidon tapımı kurmuşlardı Tyroid'ler ve Lapith'ler. Bu yüzden, Yunan dilinin Yuna­nistan'a ilk girdiği iki ana yerin Dodona ile Petra olduğu söylenebilir.

Böylelikle, Akha adının Mykene döneminde genelgeçer bir terim olarak yaygınlaşması, Akha'ların Mykene'deki egemen hanedanın yö­netimi altında yayılmalarıyla açıklanmış oluyor. Öte yandan, Mykene, Thebai ve Orkhomenos'un parlak kültürünü özümsedikten sonra bu kültürü yanları sıra Yunan destanının beşiği Aiolis ve İonia'ya taşıyan Akha'lar ile Boiot'ların ortak Hellenik kökeni, Hellenik adının nasıl da­ha da görkemli bir geleceğe yazgılı olduğunu görebilmemizi sağlıyor.

6. Pelopid'ler

Geriye dönüp de Akha'ların yayılışına baktığımızda, Akha'ların yer­leşim merkezlerinin büyük çoğunluğunun denize yakın olduğunu gö­rüyoruz. Akhilleus'un su perisi Thetis'in oğlu olması, Phokos'un da

86 Creek Dialects, s. 5-6.87 Strabon, 402; Pelopormesos Savaşı, 3. 2. 3, 7. 57. 5, 8.100. 3.88 A.B. Cook, "Zeus, Jupiter and the Oak", Classical Review, 17.174-75.

Page 394: Thomson_Tarih Öncesi Ege

A k h a ’l a r 393

adını fok balığından alması boşuna değildir. Akha'lar Thessalia'ya ulaş­tıktan sonra denizi tanıdılar. Onların da denizlere yelken açmayı tıpkı Tyroid'ler gibi Pagasai Körfezi'nde öğrendiklerini varsaymak yanlış olmasa gerek. Tyroid'lerin Akha'larla sanırız yakın ilişkileri vardı, çün­kü Troya Savaşı zamanında Pherai'da ve İoİkos'da hâlâ Tyroid'lerin bir kolu bulunuyordu.89

Forrer, Hattuşa'da bulunan Hitit belgelerinde geçen kimi Yunan prenslerinin adlarını çözüp okuduğunu açıklayalı yirmi yıldan fazla oldu. Forrer'ın belirlediği birçok adın çevresinde ateşli tartışmalar pat­lak verdi; ben burada Forrer'm belirlemelerinden yalnızca birinden ya­rarlanacağım. Murşil'den (İ.Ö. yaklaşık 1350-1320) başlayarak birçok Hitit kralı, Ahhiyava denilen bir ülkenin yönetenleriyle karşılıklı ilişki içindeydi. Bunların Akha'lar oldukları kabul ediliyor. Gel gör ki, Yu­nan anakarasının Akha'lan değildi bunlar. Ahhiyava ülkesinin tam ne­rede bulunduğu şimdilik açık değil, ama Anadolu'nun güney ya da ba­tı kıyılarında bir yerlerde olduğu anlaşılıyor. Ahhiyava kralı, Murşil'in oğlu Muvatallu'ya armağanlar göndermekte, ondan armağanlar almak­tadır (İ.Ö. yaklaşık 1300); Ahhiyava'lılar bir kuşak sonra Hititlere kar­şı Assuva (neresi olduğu belirsiz) kralıyla birleşmişlerdir. İ.Ö. 1240'da kralları Attarisyas Kıbrıs'ı ele geçirir.90 Öte yandan, Ahhiyava'dan Hi­tit sarayına gelerek savaş arabası sürmeyi öğrenen prenslerden söz edil­mektedir.91

Akha'lar, Mısırlıların da yabancısı değildiler. İ.Ö. 1288'de II. Ram­ses Kadeş kentinde Hititlerce bozguna uğratılmıştı. Bu savaşta Hititle- rin bağlaşıkları arasmda Luka'lar (Lykia'lılar), İliunna'lar (Troyalılar?) ve Kalikişa'lar (Kilik'ler) vardı.92 Altmış yıl sonra, Merneptah'm yöne­timi sırasında Mısır bir kez daha LibyalIların batıdan "bütün ülkeler­den kuzeyli sürüleri"yle birlikte giriştikleri ortak bir saldırıyla yüz yü­ze geldi. Sözü edilen "Kuzeyli sürüleri" arasmda Luka'lar, Şardina'lar, Turşa'lar ve Akaivaşa'lar vardı. Şardina'lar ya Sardes kenti halkıdır ya da Sardunyalıların ataları; ama her ikisi de olabilirler.93 Turşa'lar, Tyrsen'ler ya da Tyrrhen'lerdir. Akaiyaşa'lar da Akha'lardır. Daha son­

89 ilyada, 2. 711-15.90 E. Cavaignac, Le probleme hittite (Hitit Sorunu), (Paris, 1936), s. 41-42, 50, 58-59, 86, 92-95.91 Aynı yerde, s. 42.92 H.R. Hall, "Keftiu and Peoples of the Sea", Annual o f the British School at Athens, 8.157; Cambridge

Ancient History'de. 2. 275-76, 281-83.93 Sardunyalıların kökeni Kafkasya'ya kadar götürülmüştür (“Die Hypachaer", 225); Sardunya'nın Tunç

Çağı kültürünün Ege'yle olan yakınlıkları için bkz. G. Childe, The Dawn o f European Civilisation (Avrupa Uygarlığının Şafağı), (Üçüncü basım, Londra, 1939), s. 242-46.

Page 395: Thomson_Tarih Öncesi Ege

3 9 4 T A R İ H Ö N C E S İ E G E

raları, İ.Ö. 1194 yılında, 111. Ramses benzer bir kuzeyliler sürüsünü Nil Deltası'nda yenilgiye uğratacaktı.

Akha'ların, ta on dördüncü yüzyılda Hitit İmparatorluğu'yla ilişki­li oldukları sıralarda Anadolu kıyılarında etkin oldukları açıktır. İşte, Pelopid'leri bu bağlam içersinde incelememiz gerekiyor.

Birçok bilim adamı, Pelopid'lerin, kendilerini izleyen Akha'larla ay­nı soydan geldiğini öne sürmüştür. Kendi içinde epey akla uygundur bu görüş; hem de, eski çağdan bir yazar da bu görüşten yanadır. Ken­disiyle ilgili pek bilgimiz bulunmayan Autesion adlı bir yazarın, Pe- lops'u Olenos'lu bir Akha olarak tanımladığı belirtilmiştir.94 Kuşku­suz, Akha'ların yöneticileri olarak Pelopid'lerin bir ölçüde Akha'laş- mış olmaları çok olasıdır, ama Pelopid'lerin Akha kökenli olmaların­dan kuşku duymamızı gerektiren nedenler vardır.

Eğer Akha'ların Thessalia'dan Peloponnesos'a gitmelerine önderlik eden Pelops kendisi de bir Akha idiyse, Akha'ların geldiği yörede iz­ler bırakmış olması beklenirdi. Ama bırakmamıştır. Boiotia'dan ayrıl­madan, kız kardeşi Niobe'yi Thebai'lı Amphion'la evlendirmiş, Niobe Amphion'a Khloris'i doğurmuştur; Khloris de Neleus'un karısı olmuş­tur.95 Thebai, Mykene ve Pylos hanedanları arasındaki eski bağların bir belirtisi olması bakımından ilginçtir bu. Pelops, Peloponnesos'a yerleş­tikten sonra, Kadmos Ocağı'ndan Laios'u ağırladı orada.96 Khaironei- a'da onun değneği kutsal bir emanet olarak saklandı. Pelops'un değ­neği Khaironeia'ya Phokis'den getirilmişti. Phokis'e de, Pylades ile ev­lendiğinde Agamemnon'un kızı Elektra tarafından Mykene'den geti­rilmişti.97 Hepsi bu. Pelops'un Boitia'yla üç bağı söz konusu; bunlar­dan biri Mykene'ye kadar gidiyor gerilere; Thessalia'da ise Pelops'un en küçük bir izine rastlanmıyor. Dahası, niteliği pek bilinmeyen bir ya­zar olan Autesion'u bir yana bırakırsak, tüm eski yazarlar, Pelops'un Anadolu'lu olduğu (bir Lydia'lı, bir Paphlagonia'lı ya da bir Plırygia'lı) konusunda birleşiyorlar.98 İsterseniz, gelin bir de yaşamöyküsüne ku­lak verelim Pelops'un. Çünkü, Pelops'un yaşamöyküsü, tarihsel ger­çek kırıntılarının bir kuttörenler yıkıntısıyla kaynaştırılarak nasıl tipik bir Yunan destanına dönüştürüldüğünü görmek bakımından öğretici bir örnektir.

94 Pindaros, O. 1. 37.95 Strabpn, 360; Odysseia, 11. 281-83; Apollodoios, 1.9.9.96 Apollodoros, 3.5.5; Athenaeus, 602-03; Euripides, Ph. 1760.97 Pauşanias, 9. 40,11-1198 Peloponnesos Savaşı, 1. 9; Pindaros, O. 1. 24; B. 7. 53; Herodot Tarihi, 7. 8, 7.11.4; Pindaros, 0 . 1. 37.

Page 396: Thomson_Tarih Öncesi Ege

A k h a ’l a r 39 5

Pelops'un babası Tantalos, tanrı Zeus'un oğluydu; Lydia'daki Sipy- los dağında dünyaya gelm işti." Pelops'un Broteas ve Daskylos adlı iki erkek kardeşi ve Niobe adlı bir kız kardeşi vardı.100 Tantalos sık sık tan- rılarm sofrasına çağrılma onuruna erişirdi. Bir gün, daha küçük bir ço­cukken oğlu Pelops'u kesip pişirdi, yemek diye tanrıların önüne koy­du. Tanrı Zeus yemeğin ne olduğunu anlayınca hemen geri götürül­mesini ve Pelops'un bedeninin yeni baştan yaratılıp diriltilmesini bu­yurdu. Buyruğu yerine getirildi Zeus'un: Moira'lardan biri, yaşam ip­liğini büken IĞotho, çocuğu yeniden yaşama döndürdü.101 Ne ki, da­ha önceden Demeter ya da Thetis Pelops'un bir omzunu yemiş bulun­muştu. İşte bu omzunun yerine fildişinden yeni bir omuz yapıldı Pe- lops'a. O günden sonra Pelopid'ler omuzlarındaki beyaz bir doğumi- zinden tanınır oldular.102 Tantalos'u da yıldırımlar çarptı.

Pelops büyüdüğünde, tanrı Poseidon ona kanatlı atların çektiği bir araba armağan etti. Hiç ıslanmadan denizleri aşabiliyordu bu araba.103 Yunanistan'a doğru yola koyulan Pelops, arabasının sürücüsü Killos ölünce, Lesbos adasında duraklamak zorunda kaldı. Killos'u Lesbos'da ya da Troas bölgesindeki Killa'da toprağa verdi.104 Yeniden yola koyu­lup Olympia yakınlarındaki Pisa'ya geldi. Pisa kenti o sıralar Ares ile Harpina'nın oğlu Oinomaos'un yönetimindeydi.105 Oinomaos'un gü­zeller güzeli bir kızı vardı; her gören hemen gönlünü kaptırıyordu bu kıza. Gelgelelim, Oinomaos pek istekli değildi Hippodameia'yı evlen­dirmeye; çünkü ya kızının oğlunun kendisini öldüreceği yolunda uya­rılmıştı ya da kendisi vurgundu kızma. Karşısına gelen her damat ada­yını kendisiyle araba yarıştırmaya zorluyordu. Yarışılan yer de, Pisa kentinden Korinthos Kıstağı'na kadar uzanan bitmez bir yoldu. Damat adayı, Hippodameia'yı da yanma alıp sürüyordu arabayı; kızın baba­sı Oinomaos da başka bir arabayla artlarına düşüyordu. Damat adayı yarışta yenik düşerse öldürülüyordu.106 On üç aday can verdi Hippo- dameia ile evleneceğim derken. Ama Pelops hepsinden talihli çıktı. Hippodameia, Pelops'a gönlünü kaptırınca, gitti babasının seyisi Myrti- los'u kandırdı. Babasının arabasının tekerleklerindeki dingil çivilerini

99 Pausanias, 2. 22. 3; Hyg. F. 82; Apollodoros, 3.5. 6.100 Pausanias, 3. 22 4; A.R. Z 358.101 Pindaros, 0 . 1. 23-51.102 Pindaros, 0 . 1. 37; Hyg; F. 83.103 Pindaros. 0 . 1. 75-78,87; Apollodoros, Epit. Z 3.104 Theop. 339; Strabon, 613.105 Pi. O. 1.65-88: Pausanias. 5. 22. 6. 6. 21. 8.106 Apollodoros, Epit. 2.4; D.S. 4. 73.

Page 397: Thomson_Tarih Öncesi Ege

396 T a r İ h ö n c e s İ E g e

çıkarttırdı. Sonunda, Oinomaos'un arabası dingilden çıkıp parampar­ça oldu. Kimine göre, Oinomaos yere düşerken dizginlere dolaşıp öl­dü; kimine göre de, Pelops kargısmı saplayarak öldürdü onu.107

Gel gör ki, seyis Myrtilos geline, Hippodameia'ya vuruldu bu ara­da. Arabayla Ege Denizi'ni aşarlarken (orada ne aradıkları açık değil) bir ara Pelops arabadan inip su getirmeye gitti. Myrtilos da kaşla göz arasında Hippodameia'yı becermeye kalktı. Tam o sırada geri dönen Pelops, arabacı M yrtilos'u denize atıp öldürdü.108 Bu serüvenlerden sonra Yunanistan'a dönen Pelops, Peloponnesos'u ele geçirdi (nasıl ele geçirdiği anlatılmıyor) ve kendi adını verdi bu bölgeye. Daha önceleri bu bölgeye Apis ya da Pelasgiotis deniliyordu.109 Pelops, Pisa kentin­de kayınbabasımn yerine geçti ve birçok oğlu oldu. Bunlardan Atreus ile Thyestes bir zaman Makistos'da (Triphylia) oturduktan sonra Myke­ne'ye ve Tiryns'e geçtiler.110 Pelops'un kemikleri, Olympia'da kendi­sine adanan bir temenos'a, kutsal alana konuldu.111 Pelops'un Amphi- on'la evlendirdiği kız kardeşi Niobe'ye gelince, bir sürü çocuk doğur­du. Niobe, çocuklarıyla o denli onur duyuyordu ki, Apollon ile Arte- mis'in anası Leto'dan bile daha mutlu olduğunu söyledi herkesin için­de. O zaman, Apollon ile Artemis, Khloris dışında tüm çocuklarını öl­dürdüler Niobe'nin. Niobe derin acılar içinde yurduna, Spylos'a dön­dü ve taş kesildi.112

Pelops'un kaynatılıp pişirilmesi, bir erginleme söylencesidir.113 Klot- ho'yu doğum tanrıçası olarak önceden de biliyorduk; oysa burada bir yeniden doğum tanrıçasıdır Klotho. Hippodameia uğruna düzenlenen araba yarışı, svayamvara'ya ya da evlilik öncesi yarışmasına dayanmak­tadır: Evlenmeden önce gençlere uygülanan erginleme sınavının ata­erkil toplumdaki bir gelişmesidir bu.114 Ancak burada bizi asıl ilgilen­diren, kuttörenlerle ilgili temel değil, bütün bunlardan artakalan tarih­sel olgulardır.

Eğer Pelops kız kardeşini Boiotia'da evlendirmişse, dosdoğru Sipy- los'dan Pisa'ya gelmiş olamaz. Bu aykırılık, iki ayrı gelenekle karşı kar­şıya olduğumuzu gösteriyor. Thessalia'dan söz edip de Sipylos ya da

107 Pindaros, O . 1.127: Pausanias, 6. 21. 7; Apollodoros. Epit. 2. 6-7.108 Apollodoros, Epit. 2. 8-9; İlyada, 2.104.109 Apollodoros, Epit. 2.9.110 Euripides, Orestes, 5.111 Pausanias, 6. 22.1.112 İlyada. 24. 602-17; D.S. 4. 74; Apollodoros, 3. 5. 6.113 G.Thomson, Aeschylus and Athens (Aiskhylos ve Atina), (İkinci basım, Londra. 1946), s. 113-18.114 Briffault, The Mothers (Analar), 2.199-208.

Page 398: Thomson_Tarih Öncesi Ege

A k h a 'l a r 397

Pisa kentlerinin adını anmayan gelenek Akha'ların yorumudur; Thes- salia'yı ve Akha'lan görmezden gelen ikinci gelenek ise Pisa kentinin vonımu.

Eğer Pelops Peloponnesos'u ele geçirdiyse, Mykene kenti ya da o dönemde çevreye nam salmış başka kentler dururken, kendine başkent olarak Pisa'yı seçmiş olması tuhaftır. Bir süre Olimpiyat Oyunları'm denetimi altında tutmuş olmasını saymazsak Pisa kenti hiçbir dönem­de önemli bir kent niteliği kazanmamıştı. Kaldı ki, Olimpiyat Oyunla­rı da sekizinci yüzyıldan önce tüm Yunanistan'ı kapsayan bir niteliğe büriinmemişti. Eğer Pisa kenti herhangi bir dönemde Pelopid'lerin mer­kezi olmuşsa, İlyada'da Agamemnon'un egemenlik alanlarından biri olarak adının geçmesini beklememiz doğaldır; ama geçmemektedir. Pi­sa kentiyle bağıntının söylenceye sonradan eklenmiş olmasından kuş­kulanmamak elde değil.

Dor istilasından kısa bir süre sonra, Agorios diye birinin önderliğin­deki bir Akha topluluğu Peloponnesos Akhaia'smdaki Helike'den göç ederek Elis'e yerleşti. Agorios, Orestes'in torunlarındaridı.115 İpucu da burada işte. Pelops tapımı, bu geç tarihlerde Pelopid'lerin bir kolu ta­rafından Elis'e getirildi. Olimpiyat şenliği yöneticilerinin hiç kuşkusuz böylesine görkemli bir geleneği kendilerine maletmekte çıkarları var­dı. Böylece, şenlik yöneticilerinin çabası sonucu, Olympia kentinde bir yurt buldu kendine Pelops tapımı.

Öteki belirtiler de aynı doğrultuda. Hippodameia, Olympia'ya gö­mülmüştü; ama kemikleri Olympia'ya Mideia'dan getirilmişti, kocasıy­la kavga ederek gidip yerleştiği Mideia'dan.116 Oinomaos nerdeyse yal­nızca PelopsTa bağmtılı olarak karşımıza çıkmaktadır. Pisa kentinde Oi- nomaos'dan önce bilinen bir kral yoktu. Yanşın varış yerini niçin Ko- rinthos Kıstağı olarak belirlemişti peki Oinomaos? Sanırız, kendisi de o yöreden gelmeydi de ondan. Oinomaos'un anasının babası, ırmak Aso- pos'du.117 Helike de, Mideia da, Korinthos da, Asopos ırmağı da, Ho­meros ozanlarınca Mykene'li Pelopid'lere yakıştırılan bölgenin içinde kalmaktadır. Bu nedenlerle, Pelops söylencesinin Yunan topraklarına ilk kez burada, Peloponnesos'un kuzeydoğu köşesinde ekildiğine ina­nıyorum. Ne var ki, bundan, Pelops'un bir zamanlar Mykene'de hüküm sürdüğü sonucu çıkmaz. Tam tersine, Pelops'un Yunanistan'a hiçbir za­

i l 5 Pausanias, 5. 4. 3.116 Pausanias. 5. 20. 7, 6.20. 7.117 Pausanias, 5.22. 6, 6.21. 8. Pelops'un arabası Phleius'da korunup saklanmıştı: Pausanias, 2.14. 4.

Page 399: Thomson_Tarih Öncesi Ege

398 T a r i h ö n c e s İ Eg e

man erişmediğini gösteren belirtiler söz konusudur. Pelops'un kemik­lerinin Troyalı Athena imgesine uydurulduğu yolunda bir gelenek var­dı.118 Pelops'un arabacısı Anadolu'dan ayrılmadan ölmüştü; bu gele­nekte Pelops'un da daha Anadolu'dayken öldüğü ileri sürülmektedir. Üstelik bu sav, Olympia yorumunun tam tersme, Oinomaos'un Lesbos kralı olduğunu savunan bir başka görüş tarafından desteklenmektedir.119 Tıpkı Pelops'un pişirilmesi gibi araba yarışı da, Pelopid'lerin Anado­lu'dan gelirken getirdikleri bir ata söylencesinden başka bir şey değildi.

Sipylos, Sardes kenti ile deniz arasında kalan Hermos koyağına ba­kan dağdır. Çocuklarının acısından gözyaşlarına boğulan Niobe bura­da taş kesilmişti. Pelops'un Tahtı diye bilinen kaya buradaydı. Tanrı­ların Anası'mn, erkek kardeşi Broteas tarafından yaptırılan eski tapı­nağı buradaydı. Yakındaki koyaklardan birinde, ilk başlarda Pelopei- a diye bilinen Thyateira kenti yer alıyordu.120Hermos ırmağı, Hitit kül­türünün Ege'ye ulaştığı ana yoldu. Niobe imgesi, Pelops'un Tahtı, Bro- teas'm yaptırdığı tapınak, bütün bunlar Sipylos dağında bugün hâlâ görülebilen Hitit anıtlarını akla getiriyor. Bu kadar da değil. Pelops'un öteki erkek kardeşi Daskylos, Lydia kral ocağı Mermnad'ların ilki olan Gyges'in babasının adaşıydı aslında. Sürücü Myrtilos da, Lydia'lı He- raklesoğullarının sonuncusu Myrsilos'un ve Ahhiyava prensesiyle ba­şından geçenleri Hattuşa'da tutanağa geçirten Hitit kralı Murşil'in ada­şıydı. Söz konusu gelenekte, Pelops'un Lydia'lı olduğu doğrultusun­da somut belirtilerin bulunduğu açıktır.

Pelops aynı zamanda Paphlagonia'lı ve Phrygia'lıydı. Paphlagonia, Hattuşa kentinin hemen kuzeyindeydi ve Hititler oldukları söylenen Leukosyr'lerin ülkesiydi. Thrakia'lılarla akraba olan ve Hellespontos'u, yani Çanakkale Boğazı'nı geçerek Hitit İmparatorluğunu istila eden Phrygia'lılar Hint-Avrupa dili konuşan bir halktı. Tıpkı Knossos'u ele geçiren Akha'lar gibi onlar da daha eski bir kültürün etkisi altına gir­

118 Dion, Rhod. 5; Clem, Pr. 4. 14: İlyada, 4. 92; Lykophron, 53, 911; Pausanias, 5. 13. 4-5.119 Euripides, Orestes, 990.120 Pausanias, 5 .13 .7 ,3 . 22. 4. Anadolu'yla daha birçok bağıntı vardır. Olympia'da Artemis'e bağlanan

kordaks dansı Sipylos'dan gelmişti: Pausanias, 6. 22. 1. Pygela’daki Artemis Munykhia tapınağı. Agamemnon tarafından yaptırılmıştı: Strabon, 639. Hippodameia’nın daha önceki talipleri arasında Mermnes, Hippothoos, Alkathoos ve Lokris bölgesindeki Opuntia'dan Pelops da vardı: Pausanias. 6. 21. 10; Pindaros, O. 1. 127. Mermnes, Mermnad'ların ata adıdır. Hippothoos, Teutamos’un torunlarından biriydi: İlyada, 2.840-42. Hesiodos, Alkathoos'un Porthaon’un Pieuron'dan olan oğlu olduğunu söylüyor (Pausanias, 6.21.10), ama Homeros’a göre, Alkathoos Aineias'ın kayınbiraderidir ve karısı da Hippodameia'dır ( ilyada, 13. 428-29): Pleuron'da ilk oturanlar, Kuzeybatı Anadolu'dan gelen Leleg'lerdi.

Page 400: Thomson_Tarih Öncesi Ege

A k h a ’l a r 399

diler. Phrygia'lı Kybele, Hitit ana-tannçasmm yeni bir biçimiydi; günü­müze kadar gelen birçok Phrygia anıtı, eğer doğrudan doğruya Hititli ustaların elinden çıkmamışsa bile en azından Hitit'deki asıllarmdan esinlenilerek yapılmıştır. Bunlar arasında, Ayazzin ve Dimerli'nin as­lan gömütleri sayılabilir.121 Bu iki gömütün kapılarının üstünde büyük birer taş parçası vardır. Bu taş parçasına, art ayakları üstüne kalkmış ve birbirlerine bakan iki aslan figürü oyulmuştur. İki aslan arasındaysa dik bir sütun göze çarpmaktadır. Garstang'm belirttiği gibi, Hititlere özgü bir anlayıştı bu. Daha önce Mykene'de rastlamıştık aynına.

Yunanlıların, daha sonraları onların kültürünü devralan halklardan ayrı olarak Hititlerle ilgili doğrudan hiçbir bilgileri yoktu. Dolayısıyla, Pelops'un Lydia'lı, Paphlagonia'h ya da Phrygia'h olduğunu söylerler­ken, onun bir Hititli olduğunu ancak bu kadar söyleyebilirlerdi.

Hitit İmparatorluğu'nun yıkılışı İ.Ö. 1200 yılında tamamlanmış ol­malı. Cavaignac da, Phrygia'lılarm istilasının aynı dönemde gerçekleş­tiğini söylüyor.122 Eğer doğruysa, bundan, Troya Savaşı döneminde Troya kentinin istilacılar tararından çoktan ele geçirilmiş olduğu sonu­cu çıkabilir. Homeros-sonrası gelenekte Hekabe Thrakia'dan gelen bir Pelasg'dır; ama Homeros'da Hekabe'nin babası Dymas PhrygiaTılarm kralıdır.123 Priamos'un kendisi bir Phrygia'h değildir; ama Troya soya­ğacı o denli karışık ve belirsizdir ki, bu aykırılık önemli sayılmamalı­dır. Bir seferinde, Priamos, Sangarios koyağında Am azonlara karşı Phrygia'hlarla birlikte dövüştüğü bir çarpışmayı anım sar.124 Bu da, PhrygiaTılarm daha Troya Savaşı'ndan önce Hititlerle ilişki içinde ol­duklarım gösteriyor. Bir de, açıklaması güç de olsa, bu savaşta Phrygia'lılarm başındaki kralın, Atreus'un Aiol dilindeki biçimi olan Otreus olduğunu belirtmekte yarar var.125

Kybele'nin, Hitit tanrıçasından aldığı bir özellik de, aslanın çektiği arabasıydı.126 Hititler arabalarıyla ünlüydüler. Aynı köken belki de Pe­lops'un serüvenlerinde karşımıza çıkan araba için de varsayılabilir. Tanrıça, Kappadokia'da Ma adıyla tanınmıştı ve merkezi de Hititler

121 J. Garstang, The Hittite Empire (Hitit İmparatorluğu), (Londra, 1929), s. 16. 85. Bellki de, Garstang, bu gömütlerin doğrudan doğruya Hititlerin yaptığı asıllarmdan alındığını söylemekle fazla ileri gidiyor; Hiç kuşkusuz, bunlar tarih bakımından Mykene'deki Aslan Kapısı'ndan çok sonraydılar, ama ortak bir Anadolu ilkörneğinin var olduğu varsayımıyla çelişmiyor bu.

122 Le probleme hittite, s. 152.123 ilyada, 16. 718.124 ilyada. 3.185-89.125 İlyada, 3.186; Homl. H. 5.111. 146.126 The Hittite Empire, s. 114; A.j. Evans, "The Ring o f Nestor", Journal o f Hellenic Studies, 45. 33-37.

Page 401: Thomson_Tarih Öncesi Ege

4 0 0 TA RİH Ö N C ESİ EGE

zamanında önemli bir kent olan Komana'daydı. Bu kentte, yani Koma- na'da, ta Roma çağma kadar varlığını koruyan, Agamemnoneion Ge- nos ya da Orestiad'lar denilen bir rahipler klanı vardı. Bunlar, Ores- tes'in Tauris'den getirdiği Artemis'in kendilerinin olduğunu ileri sü­rüyorlardı.127

Kimdi öyleyse Pelopid'ler? Yunan geleneği, bu konuda Hititlere yö­neltiyor bizi. Ancak, Hattuşa'daki tarih tutanaklarında, Hitit yönetimi­nin Yunanistan'a kadar uzandığına değgin hiçbir ipucu yok. Belki de Pelopid'ler, Hitit kültürünü özümlemiş Akha'ların Anadolu'daki bir koluydular. Bugünkü bilgi düzeyimizle, daha kesin bir sonuca varma­ya çalışmak pek akıllıca bir iş olmayacak.

Homeros'da verildiği biçimiyle Pelopid'lerin soyağacı dört kuşağı kapsıyor: (1) Pelops; (2) Atreus ve Thyestenes; (3) Atreus'un oğulları

Çizelge XV

P E L O P İD ’LER

Tantalos

IPelops

Atreus Thyestes

Strophios = Anaksibia Menelaos Agamemnon Aigisthos

Pylades = Elektra Hermione = Orestes = Erigone

I I IStrophios Tisamenos Penthilos

Kometes Damasias Ekhelas

I IAgorios Cras

Agamemnon ve Menelaos ile Thyestenes'in oğlu Aigisthos; (4) Aga­memnon'un oğlu Orestes. Orestes'in oğulları Tisamenos ve Penthi­los'un temsil ettikleri kuşak soyağacınm dışında kalmıştır, çünkü şiir-

127 D.C. 36.13: Stiabon, 535: C/G. 4769.

Page 402: Thomson_Tarih Öncesi Ege

A k h a ' l a r 401

leıin söylendiği dönemden sonraya denk düşmektedir. Bu soyağacı, sanrız, şiirler söylendiği sıralar Lesbos'un kralları olan Penthilid'lerin aü? geleneğinden çıkarılmıştı.128

Anakaradaki Yunanlıların değişik bir yorumu vardı. Hesiodos'a gö­re, Agamemnon ile Menelaos'un babası Atreus değil, Atreus'un Pleist- hmes adlı oğludur.129 Pleisthenes tam bir bilmecedir. Onu soyağacma kamak için de, soyağacından çıkarmak için de hiçbir ipucu bulunama- mıktadır. Ama her iki durumda da, soyağacmdaki kuşakların sayışı­mı her zaman doğru anımsanmadığı kanıtlanmaktadır.

Tisamenos ve Penthilos, Dor istilasıyla aynı dönemde yaşamışlardı. Lfkonia'dan atılan Tisamenos kaçıp Helike'ye yerleşti; orada öldü, ora­da gömüldü.130 Oğlu Kometes daha önceden Anadolu'ya göç etmiş­ti.131 Lesbos adasındaki Aiol kolonisini kuran Penthilos, iki oğlunu Pe- loaonnesos'da bıraktı. Bunlardan biri, Damasias, Agorios'un babasıy­dı132 İşte, bir Akha topluluğunun başına geçip onları Elis'e götüren Ajorios, bu Agorios'du. Yerel geleneğe bakılırsa, Agorios, Elis'de Ok- sibs adında bir şef tarafından karşılanıp ağırlanmıştı. Burada, gelenek­sel sitredizindeki bir başka zayıf noktaya parmak basabiliriz.

Eratosthenes, bir kuşağın ortalama süresini kırk yıl olarak belirle­nişti. Bu ortalama süre, en azından Thukydides'e kadar gerilere uzan­maktadır. Thukydides, Dor istilasının tarihini Troya kentinin düşüşün- dtn seksen yıl sonra diye saptamıştı. Bu tarih, Agamemnon ile onun Ebr'lar tarafından kovulan torunları arasındaki iki kuşağa denk düş­mekteydi.133 Burn'ün belirttiği gibi, çok uzundur bu süre.134 Ne var ki, Bırn'ün önerdiği çözümle, yani Eratosthenes'in tarihlerini bir bir he- sıplamakla güçlük ortadan kalkmamaktadır. Başka bir deyişle, Burn, kışakların sayısının doğru olduğunu varsaymaktadır. Ama bana öyle giliyor ki, kuşakların sayısı sürelerinden daha güvenilir değildir. Bu audan Pleisthenes yerinde bir örnekse, Oksylos da bir başka yerinde önektir. Elis geleneğinde Oksylos, Thoas'ın torunudur ve Aitolia'hdır. Eor'larla elbirliği etmiş, bir Aitolia'lı topluluğuyla Elis'i ele geçirmiş­

im Aristoteles, Politika, 1311b. 19; Strabon, 402, 447, 582; Pausanias, 3. 2.1.19 Hesiodos, fr. 98; Stesikhoros, 15; Aiskhylos, Agamemnon, 1568.10 Pausanias, 2.18. 8. 2. 38.1, 7.1. 7-8.11 Pausanias, 7.6. 2.12 Pausanias, 3.2.1,5.4. 3.13 Peloponnesos Savaşı, 1.12. 3; Herodot Tarihi, 1. 7. 4,2.142. 2.14 A.R, Burn, “Dates in Early Greek History” ("Erken Yunan Tarihinde Tarihler”), Journal o f Hellenic

Studies; The Growth o f Literature, 1. 193, 198. Yanılgının kaynağı, büyük olasılıkla, beşinci yüzyıl Atina’sındaki geç evlenmelerdi.

Page 403: Thomson_Tarih Öncesi Ege

402 T A R İ H Ö N C E S İ E g e

tir.135 Bu da, İh/ada'daki "Gemilerin Sayımı" bölümüne uygun düşmek­tedir. Orada, Thoas'dan, Troya kuşatması sırasında Aitolia'lıların bir şefi diye söz edilmektedir.136 Aynı zamanda, Dor istilasının Troya Sa- vaşı'ndan iki kuşak sonra gerçekleştiği yolundaki varsayıma da uygun düşmektedir. Ama savaştan sonraki dördüncü kuşağa yakıştırılan Ago- rios'un soyağacma uygun düşmemektedir. Hiç kuşkusuz, bu aykırılı­ğa karşın bu kuşaklar aynı dönemde yaşamış da olabilirlerdi, çünkü bir kuşağın kapsadığı süre değişmektedir. Ama bu, geleneksel süredi- zine olan inancımızı sarsmaktan başka bir işe yaramaz; geleneksel sü- redizinde soyağaçları belirli bir dönemdeki değişik aileler için aynı sa­yıda kuşaklar varsayılarak aynı birimle ölçülebilir kılınmışlardır. Bu soyağaçlarından birinin ya da ötekinin değiştirilip bozulmuş olması çok daha akla yakmdır. Peki, hangisi daha güvenilirdir bunların? Era- tosthenes'in yapay bir biçimde tutarlı kılınmış sistemine boyun eğen mi, yoksa bağımsızlığını ilan eden yerel biçim mi?

Bu görüşlerin ışığında, Pelops'u hanedanın Anadolu'da yatan kö­keninin bir simgesi olarak almak daha akla uygundur. Bu krallar, bir kez Mykene'ye yerleştikten sonra, Asya'daki geçmişlerinin eksiksiz bir tutanağmı saklamayı akıllarının ucundan bile geçirmemişlerdir. Hiç kuşkusuz, iktidarda oldukları sürece kendi adları yazılı olarak korun­muştur; ama hanedan devrilince gelenekleri de kendileri gibi iki kola ayrılmıştır. Lesbos'lu PenthilidTer krallık mevkilerini ellerinde tutu­yorlardı; ama adlarından da anlaşılacağı gibi geleneklerinin işlevi, kral­lık mevkiini devraldıkları Orestes'in oğullarından birinin soyundan geldiklerini kanıtlamaktan öteye gitmiyordu. Yer ve zaman bakımın­dan çok uzaklarda kalan ilk kuşaklar ise söylenceler dünyasının için­de yitip gitme eğilimindeydi. Bu arada, ailenin Agorios önderliğinde­ki öteki kolu Peloponnesos'da varlığını sürdürdü; ama ancak aile ser­veti kadar nerdeyse aile geleneğinin de sarsıldığı bir altüst oluştan son­ra. Ve Elis'e yerleştiklerinde, bu aile geleneğinin artakalanı, Olympia rahiplerinin çıkarları doğrultusunda değiştirilmiş bulunuyordu.

Argos'lular, Agamemnon'un gömütiinün Mykene'de olduğu konu­sunda Homeros'la birleşiyorlardı. Ama Spartalılar Agamemnon'un gö- mütünü Amyklai'da gösteriyorlardı.137 Eğer benim düşündüğüm gibi,

135 Pausanias, 5. 3. 6. Bu, Kuzeybatı lehçesini Elis'e getiren göçtü.136 İlyada, 2. 638.137 Pausanias, 2. 16. 6, 3. 19, 6. Amyklai, Dor istilasından sonra da bir süre Akha'ların elinde kaldı:

Pausanias, 3.2.6. Anlaşılan, Agamemnon'un Sparta'daki konağı, Odysseia'nın ozanlarınca biliniyordu: The Homeric Catalogue of Ships, s. 66-69.

Page 404: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Agamemnon'un somut bir tarihsel kişi olarak kabul edilmesi gereki­yorsa, o zaman bu seçenekler arasmda bir seçim yapma zorunluluğun­dan kurtulduk demektir. O zaman da, şunu söylememiz yeterlidir: Ha­nedanın Menelaos tarafından temsil edilen kolu Eurotas ırmağı dola­yına yerleştiğinde, ata tapımını da yanında getirdi ve bu tapımı yeni gömütlüğünde sürdürdü. Çok sonralan onların terk ettikleri bu gömüt­lük, Akha'lar tarafından, en yüceleri Agamemnon olan eskil kralları­nın gömüldüğü yer olarak anımsanır oldu. Pelopid geleneği varlığını sürdürdü; ama yerelleşmiş, tutarlılığım yitirmiş, yozlaşmış biçimlerde ve ezilmiş serflerin eski parlak günlerinden anımsayabildikleri ya da Anımsamak istedikleri her şeyi temsil ederek.

A k h a 'l a r 403

Page 405: Thomson_Tarih Öncesi Ege

4 0 4 TA R İH Ö N CESİ Eg e

KÜLTÜRLERİN ÇATIŞMASI

XIII

1. Akha'ların Toplumsal Özelliği

Gerçi çok şey söylenildi ama, Yunan anaerkil toplumunun gerçek tarihi hâlâ yazılmayı bekliyor. Konuya ilişkin genel incelememiz sonu­cunda, ana hukukunun tüm çarpıcı özelliklerinin Yunan anaerkil top- lumunda bulunduğu kanıtlanmış oldu. Gelgeldim, onu tüm canlılığıy­la bir düzen olarak ortaya koyabilmiş ya da bu toplum düzeninin ge­lişme ve gerileme evrelerini tanımlayabilmiş değiliz. Minos yazısını okumayı başaracağımız güne kadar da bu işin üstesinden gelebilece­ğimizi sanmıyorum. Şimdilik şunu söyleyebiliriz: Minos'daki dokuz evrenin ilkiyle sonuncusu arasında, mülkiyetin krallık hakları zararı­na gelişmesini ve kadın ile erkeğin toplumsal ilişkilerindeki dengenin yavaş yavaş yer değiştirmesini içeren sürekli bir değişim süreci yat­maktadır. Ancak belirtmek gerekir ki, dengedeki bu yer değiştirme ana­erkil çerçeve içersinde gerçekleşmiş ve anaerkil düzen incelememizde şimdi vardığımız döneme kadar derinleşen çelişmeleriyle varlığını sür­dürmüştür. Eğer Yunanistan dış dünyaya daha kapalı kalabilse ve da­ha kolay merkezileştinlebilseydi, eski sistem, Mısır'daki kadar uzun ömürlü olabilirdi; Mısır'ın Hyksos'lara yaptığı gibi, barbar saldırıları­nın birbiri ardı sıra gelen dalgalarını yutup özümleyebilirdi. Ama Ak­ha çağında dıştan gelen bu zorlama, iç çelişmelerle de birleşince, bildi­ğimiz Yunan uygarlığının boy atmasına yol açan bir bunalım doğdu; Yunan uygarlığı, özel mülkiyete dayalı bir sınıflı toplumdu ve ilk dö­nemlerinde, anaerkil geçmişin kurumlarını değiştirme ya da bastırma uğrunda verdiği bilinçli savaşımda canlılık bulmaktaydı.

Akha toplumunun Homeros'da betimlenen genel özelliklerini Chad­wick çözümlemiştir. Başka başka "kahramanlık" çağlan arasındaki ay-

Page 406: Thomson_Tarih Öncesi Ege

KÜLTÜRLERİN Ç A TIŞM A SI 4 0 5

dmlatıcı benzerliğe parmak basmıştır Chadwick.1 Kaba olmakla birlikte daha güçlü ve canlı istilacılar, kendilerinden daha üstün bir kültürü bas­tırır ve özümlerler ve böylelikle zenginliklerin güçlü bir askeri kastın elin­de birikmesiyle belirlenen bir ekonomik ve toplumsal altüst oluşa yol açarlar. Kendi içinde ölümcül taht ve kalıtım kavgaları eksik olmayan bu askeri kast, kabile bağlarından koparak zora dayalı, kendini zorla kabul ettiren bir bireyciliği başarıyla uygular. Ne var ki, parlak olduğu kadar kısa ömürlü bir başandır bu, çünkü tüm kazançları üretim güçlerinin her­hangi bir gelişmesi sonucu değil, kılıç gücüyle elde edilmiştir.

Bu Akha şeflerinin zenginliğini, her şeyden önce, hayvan sürüleri oluşturur. "Kargı salan Troya'lılarla savaşa gelmiş değilim ben," diye bağırır Akhilleus Agamemnon'a. "Ne sığırlarımı çaldılar, ne atlarımı götürdüler."2 Akha şeflerinin hayvan sürülerine, ele geçirdikleri ülke­lerin halklarından aldıkları aynî vergileri de eklemeliyiz. Agamemnon, Akhilleus'a Messenia'daki yedi ili vermeyi önerirken, oralarda yaşa­yanların "kendisine bir tanrıymış gibi armağanlar sunacaklarını"3 söy­ler; bir başka deyişle, ellerindeki mal mülkün bir bölümünü Akhille­us'a vereceklerdir. Kadın tutsakların değeri, dokuma tezgâhındaki be­cerileriyle ölçülür, fiyatları öküzlerle biçilir.4 Dahası, bu doymak bil­mez serüvenciler, altın ve gümüş leğenlere, tunçtan üçayaklara, kazan­lara, kaplara, sözün kısası Minos işçiliğinin el koyabilecekleri her tür­lü ürününe göz dikerler. Değer sıralamalarını, yarışmalarda verdikle­ri ödüllerden çıkarabiliriz. Araba yarışı: Birinci gelene el işlerinde çok becerikli bir kadm ve yirmi iki ölçeklik kulplu bir üçayak; ikinci gele­ne altı yaşında gebe bir kısrak; üçüncü gelene dört ölçeklik, ateşe değ­memiş, yepyeni bir kazan; dördüncü gelene iki ölçeklik altın; beşinci gelene iki kulplu, ateşe değmemiş bir kap.5 Yumruk dövüşü: Altı ya­şında dayanıklı bir katır ve iki kulplu bir sağrak.6 Güreş: On iki öküz değerinde bir üçayak ve dört öküz değerinde bir kadm.7 Koşu: Birin­ciye Sidon'lu ustaların elinden çıkma, altı ölçeklik gümüşten bir testi; İkinciye yağlı, kocaman bir öküz; üçüncüye yarım ölçek altın.8

1 The Heroic Age; The Growth o f Literature; F. Engels. Origin o f the Family, Private Property and the State, (Londra, 1940), s. 115-22,186-87.

2 ilyada, 1.154.3 ilyada, 9.154-55:4 ilyado, 23. 703, 885; Odysseia, 1. 431.5 ilyada, 23. 262-70.6 ilyada, 23. 653-56.7 ilyada, 23. 702-05.8 ilyada, 23. 741-51.

Page 407: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Bunların ahlâk değerleri, kişisel ülküleri ve halka karşı tutumları, ozanlarının onlara anlattıkları tann öykülerinde yansır. Zeus, Olympos dağının bulutlarla kaplı doruğunda oturur.9 İlk başlarda, Bulutlan Dev­şiren ve Şimşek Savuran niteliklerini taşıyan Zeus yalnız başına yaşa­maktadır; öteki tanrılar başka yerlerde oturmaktadırlar. Sözgelimi, He­ra Argos'da, Aphrodite Paphos'da, Athena da Erekhteus Ocağı'nda oturmaktadır. Ama sonradan tanrıların hepsi gökyüzünde tek bir ko­runaklı yerde bir araya gelirler. Zeus merkezdeki sarayda, öteki tanrı­lar da Hephaistos'un yaptığı ve Zeus'un sarayını çevreleyen konaklar­da oturmaktadırlar artık. Zeus'un egemenliği ve üstünlüğü hepsince kabullenilmiştir; ama Zeus'a sık sık kafa tutmaktadırlar, özellikle de karısı. Zeus, kendine bağlı tanrıları toplantılara çağırmakta, bu toplan­tılarda insanlığın yazgısıyla ilgili kararlar alınmaktadır. Toplantıya ka­tılan tanrıları et, şarap ve müziğe boğmaktadır Zeus. Bu tanrılar ben­cil, acımasız, açgözlüdürler; tüm tensel zevklere fazlasıyla düşkündür­ler. Kendilerine tapan insanlardan yalnızca bir konuda ayrılmaktadır­lar: Hiç ölmemektedirler. Bu ayrıcalıklarını da büyük bir kıskançlıkla korumaktadırlar. İnsanoğlu şu ölümlü dünyadaki yaşamından daha yükseklere göz dikmemelidir, yoksa yıldırımlar çarpabilir. Sıradan in­sanlar kabile şefleri karşısında ne ise, insanoğlu da tanrılar karşısında odur.10 Akha'ların Olympos'u, toplumsal gerçekliğin aynasıdır.

Destansı pırıltılarmı çıkarıp attığımızda, o ölçüsüz coşkunluklarını, canlılıklarını saymazsak, hayranlığımızı uyandıracak pek az şey var­dır bu adamlarda. Kılık değiştirmiş Odysseus'un, çobanbaşı Eumai- os'da iyi bir izlenim yaratmak için ne diller döktüğüne kulak verelim:

Ö v ü n ü rü m ben yaygın G irit'te d oğm u ş olm akla, çok varlıklı b ir adam dı benim babam ,

oğ u llan vard ı konağında onun d aha b ir sü rü , hepsi de d oğm uşlardı asıl karısından.

O ysa beni satın alınm ış bir ana d oğu rm u ştu , b ir k apatm a.A m a H ylakosoğlu K astor sayardı beni öz çocukları gibi,

K astor, soyu nd an olm akla ö vü n d ü ğü m ad am .Bir zam an lar m utluluğu , malı m ülkü ve yararlı oğu llarıyle o

G irit'te halktan saygı görü rd ü tanrı gibi.A m a ne vakit ki ölüm tanrıçaları onu alıp H ad es'e g ö tü rd ü ,

406 T a r i h ö n c e s i E g e

9 Homer and Mycenae, s. 267.10 History of Creek Religion, s. 158-59.

Page 408: Thomson_Tarih Öncesi Ege

KÜLTÜRLERİN Ç A TIŞM A SI 4 0 7

kura çekip p ay ettiler taşkın canlı oğu llan m alını m ü lkünü, çok a z bir m al ve bir ev ayırdılar bana da.

A m a ben gene de çok varlıklı bir ad am d an kız alabildim , erd em liyd im , savaştan k açm azd ım , işe yaram az ad am değild im .

Şim di hepsi geçti gitti, hepsi hayal oldu am a sen gene d e sam anına bak, başağını anla:

Eh, ne yap arsın , bu başa nice d ertler geldi!A res'le A thene atılganlık ve pazı gü cü verm işti b ana, p usu ya yatm ak için seçtiğim zam an yiğit ad am larım ı,

ve d ü şm an lara kötülük dileğim i tasarladığım da, yiğit yü reğim hiç g örm ez olurdu ölüm ü,

herkesten ön ce öne atılır, tepelerdim kargım la d üşm an erlerden benim k ad ar koşam ayıp ayağım ın altına düşeni.

İşte böyle gözü pek bir ad am d ım ben savaşta , am a hiç m i h oşlan m azd ım tarla işlerinden, güzel çocu k yetiştirm eden ve ev işlerinden,

ben kürekli gem ileri, savaşları severd im h er vakit, severd im gü zel cilalanm ış kargıları, okları, herkesi titreten korkunç araçları severdim .

Bütün bunları bir tanrı k oym uştu benim gönlüm e:H er insanın hoşlandığı şeyler başka başka.

A khaoğulları T roya toprağına basm ad an önce, d oku z kere g ötü rm ü ştü m ad am larım ı yabancı ülkelere, hızlı gem ilerim le g ö tü rm ü ş, çok da kazancım olm uştu.

A ldıktan son ra bu talandan gön lü m ü n dilediğini, k uradan d a bir sü rü şeyler d üştü yd ü p ayım a,

b öylece evim in varlığı geliştiydi çabucak, değerli bir ad am o ld u yd u m G irit'tiler arasında, çok saygı gören .

A m a ne vakit ki k ararlaştırdı g ü r sesli Z eu s bunca yiğidin dizlerini bükecek o belalı seferi,

bana ve şanlı İd om en eu s'a b u yu rd u lar gem ileri İlyon'a götü rm em izi,

olm az, d iyem ezd im , halk arasında kötüye çıkardı a d ım .11

İh/ada'da rastladığımızda Phoiniks ağırbaşlı, yüreğinde tanrı korku­su taşıyan yaşlı bir adamdır; oysa onun da fırtınalı bir geçmişi olmuş­tur:

>1 Odysseia, 14. 1951-239.

Page 409: Thomson_Tarih Öncesi Ege

408 T A R İ H Ö N C E S İ E g e

O gü n babam la kavga etm iş, k açıy o rd u m , gü zel saçlı kapatm ası yü zü n d en k ızm ıştı b an a ,

onu sev iy o r, in san d an say m ıy o rd u asıl k arısını, an am ı. A n am sa , d izlerim e k apan ır, y a lv arırd ı b itev iy e ,

n e o lu rsu n , d erd i, y a t o k arıyla , yaşlı b ab an d an iğren sin , so ğ u su n .

Öyle yaptım ama anladı babam işi, lanetledi beni, yalvardı uğursuz Erinys'lere,

ne olur, dedi, vermeyin kucağıma torunumu. Tanrılar getirdiler adağını yerine,

bir yandan yeraltı tanrısı Zeus, bir yandan yırtıcı Persephone.

Sivri tunçla babamı öldüreyim dedim, ama bir tanrı yatıştırdı öfkemi,

bir bir saydı insanların başına gelenleri, doğru yolu gösterdi bana,

yoksa adım çıkacaktı, olacaktım baba katili. Ama öfkeli bir babanın yanında yaşamak

çok sıkıyordu göğsümde yüreğimi.Hısım akrabam, amca kardeşlerim,

yalvardılar, dediler ne olur kal.Kocaman koyunlar kurban ettiler,

p a y ta k p ay tak yürüyen boynuzlu öküzler, yağlan fışkıran bir sürü domuz.

Hephaistos'un ateşinde, şişlerde kızartıldı. İhtiyarın küplerinden bol bol şarap içildi.

Benimle geçirdiler dokuz geceyi, biri bekledi kapalı avlunun kem eri altında, biri oda kapılan önünde, iç avluda bekledi.

A teş boyuna yandı, hiç sönm edi.Ama karanlık gecenin onuncu gelişinde,

odanın sağlam menteşeli kapısını kırdım çıktım, avlu duvannın üstünden atladım gittim,

ne nöbetçiler farkına vardı, ne hizmetçiler. Engin Hellas boyunca kaçtım uzaklara,

kuzuların anası Phthie'ye vardım, vardım Kral Peleus'un yanma.

Çok iyi karşıladı beni o, oğlunu seven bir baba gibi sevdi,

Page 410: Thomson_Tarih Öncesi Ege

KÜLTÜRLERİN Ç A TIŞM A SI 4 0 9

bolluk içinde büyüttüğü oğlunu, gözbebeğini.Bir hayli er verdi buyruğuma,

beni mal mülk sahibi etti.Dolop'ların kralıydım Phthie'nin ta ucunda.12

Bu bölümleri okuduktan sonra, bir Homeros uzmanının, Akha'la- rın "evlilik ilişkilerinde tertemiz ve sevecen bir anlayış"a sahip olan "ince ve cömert bir soy" oldukları yolundaki kibar sözleriyle karşıla­şınca doğrusu ağzı açık kalıyor insanın.13

Etleri ve içkileri böylesine miğdesine indiren "hısım akraba" nın sa­yısı, hiç kuşkusuz, bir ailenin sınırlarını epeyce aşmaktaydı. Burada, klanı tarafından dayatılan sınırlamalardan kurtulmakta olan bir Akha ile karşı karşıyayız. Bu Akha, yani Phoiniks, kurtuluşunu gerçekleştir­dikten sonra salt bireysel bir ilişkiyle bir yabancıya bağlanmaktadır: Bir vasal ile derebeyi arasındaki kişisel bağlılık ilişkisidir bu. Phoiniks'in babası Ormenos'un yasal karısının üstlendiği rol de çok ilginçtir. Or- menos, kılıcın elde edebileceği, sığırın satın alabileceği kadar kadına sahip olmakla, kuzeyli atalarının izinden gidiyor olabilir. Ama karısı buna tepki göstermiş ve Klytaimestra gibi karşı koymuştur. Yeni ge­lenler, kadınlık onuru konusunda farklı düşünceler taşıyan yerli soy­lularla evlenmişlerdi. İşte bu yüzden, bu "destansı" öykülerin çoğun­da, kanlar ve kapatmalarla ilgili kavgalar kopmaktadır. Bu kadınların en güzeli, Helena, uğrunda yarışan Akha'lar arasından kendisi seçmiş­ti kocasını; başından özgürce seçtiği için de düşüncesini değiştirmek­te özgürdü. Bu durumda, karşı çıkan kocaydı ve Akha'lar da onun ya­nında yer aldılar. Bin gemiye yelken açtırılması, sırf Helena'nın güzel yüzü uğruna değildi. Paris, Helena'yla birlikte epey mal da alıp götür­dü.14 Mal mülk ve varlık, kadınla birlikte gidiyordu o zamanlar. Güzel kadınlar uğrundaki dövüşler, para pul uğrunda dövüşlerdi.

2 . A n a e r k i l T o p l u m u n H o m e r o s ' d a E l e A l ı n ı ş ı

Homeros ozanları, kahramanlarının savaşa savaşa üne eriştikleri dün- yanrn kendi dünyalarından çok değişik olduğunun bal gibi farkındaydı­

12 İlyada. 9. 447-84.13 R.C. )ebb, Homer (Homeros), (Yedinci basım, Glasgow 1905). s. 53-S4.14 ilyada, 3. 72, 7. 362-64.

Page 411: Thomson_Tarih Öncesi Ege

4 i o T a r i h ö n c e s İ E g e

lar ve birçok ayrımı özenle vurguluyorlardı. Ozanların yaşadığı dönem­de, demir tunçtan daha önemli bir madde olmuş, Peloponnesos'da Dor'lar üstünlüğü ele geçirmişlerdi. Oysa şiirlerde demire pek az rastlanır. Dor'lar ise önemsenmez. Homeros ozanları, bu gibi konularda, geçmişi bilinçli olarak idealleştirilmiş bir biçimde betimlemişlerdir. Bu betimleme, mül­kiyetin gelişimi ve ataerkil ailenin güçlenmesi açısından çok daha öznel­dir, açıldıktan yoksundur. Oysa kadınların toplumdaki yerinin bir deği­şikliğe uğradığım biliyorlardı. Nitekim şiirleri bu gözle ince eleyip sık dokursak, gerçekleri bu ozanların kendi sözlerinden de çıkarabiliriz.

İlyada'yı okuyanların çoğu, Troya'yla ilgili sahnelerde Yunan olma­yan bir havanın ağır bastığı görüşünde birleşecektir. Agamemnon ile yol­daşları, korkunç savaş naraları patlatan, kıüç sallamakta, kargı savurmak­ta kimsenin ellerine su dökemediği komutanlardır. Oysa Priamos, savaş- kanlıktan çok uzak, yumuşak başlı, ince bir kraldır. Evet, Hektor'un bir Akha'lı gibi davrandığı söylenebilir, ama öyküde daha eski bir figür ol­duğu anlaşılan Paris hiç de yiğit değildir.15 Sonra, Andromakhe'nin Hek­tor'un karısı olarak toplumdaki konumu Penelope'nin konumundan pek değişik olmamakla birlikte, Helena güzelliğiyle herkesin aklını başından alarak sokaklarda özgürce dolaşabilmektedir ve Hekabe'nin çok saygın ve etkileyici bir kişiliği vardır. Troya kentinin korunması için Tanrıça At- hena'ya yalvanlırken, kral değil, Hekabe'dir yakarıyı yöneten:

Böyle dedi o , anası da gitti saraya, hizm etçileri çağırdı.O nlar da top lad ılar yaşlı kadınları d ört bucak tan .

G üzel kokulu am bara indi ana.O rda renk renk şallar vardı,

Sidonia'lı kadınlann-işlediği şallar.Y aygın denizin ötesinden H elene'yi k açırdığında,

T an rıya benzer A leksandros Sidon 'dan getirm işti.H ekabe seçti şallardan bir tanesini, arm ağ an diye götürdü A theneye,

en b üyüğü, en güzel işlenm işiydi o, p arlıyord u sandığın dibinde yıldızlar gibi.

S onra yola koyuldu H ekabe, öb ü r yaşlılar da koşuştular ardından.

V ardılar kaleye, A then e'nin tapınağına, güzel yanaklı K isses'in kızı T heano açtı kapıyı,

15 ).A. Scott, The Unity o f Homer (Homeros’da Birlik), (Berkeley, 1921), s. 205-06.

Page 412: Thomson_Tarih Öncesi Ege

KÜLTÜRLERİN Ç A TIŞM A SI 4 1 i

a tlan iyi sü ren A n ten or'un karısıydı o,T royah lar kom uşlardı onu oray a,

A th en e'ye duacılık yap ıyord u .K aldırdı b ütün kadınlar ellerini,

yak ard ılar A th en e'y e hep bir ağızd an ,G üzel yanaklı T heano da aldı şalı,

gü zel saçb A thene'nin dizlerini ö rttü .16

Aynı tanrıçaya, hiç kuşkusuz, tüm geçmişi boyunca gerek Atina'da, gerek başka yerlerde rahibeler hizmet etmişti. Ama daha sonraki dö­nemlerde tanrıçaya değgin tüm hizmetler (kurban sunmalar, tören alay­ları, oyunlar) erkek devlet görevlilerince denetlenir olmuştu. İlyada’da anlatılan bu Troyalı Athena, Atina'lı Athena'nın bir zamanlar taşıdığı nitelikleri taşıyordu.

Priamos'un sarayı şöyle düzenlenmişti:

T am elli tane oda vardı ord a, cilalı taştan yan yan a odalar,

P riam os'u n o ğ u llan yatardı asıl k anlarıyla.A vlu n u n öb ü r yan ın da, karşıda,

k ızlannm od aları vard ı, on iki tane, cilalı taştan, yan yan a, d ü z dam lı.

S aygıd eğer k an larıyla P riam os'u n güveyleri y a tard ı.17

B u aile ocağı, ataerkil ortak hane olarak tanımlanmıştır;18 ama biraz düşünecek olursak böyle bir yorumun olanaksızlığını görürüz. Ataer­kil ortak hane, paterfamilias (ailenin başı, erkeği, başkanı), karısı, oğul­ları, evlenmemiş kızları ve gelinlerinden oluşur. Evlenmiş kızlar ya da damatlar yoktur, çünkü bunlar ayrı hanelerde otururlar. Priamos'un evinin olağandışı bir örnek olduğu anlaşılıyor, çünkü evlenmiş çocuk­lar aynı anda iki evde birden oturuyor olamazlardı. Olağandışı olma­sının nedeni, kralın sarayı olmasıdır. Kral evi, oğulların kız kardeşle­riyle evlenerek babalarının tahtına geçmeyi güvence altına almalarmı sağlayan anaerkil içevlilik ilkesi üstüne kurulmuştur. Bunun, bir za­manlar Priamos'un kentinin tümünde geçerli bir kural olduğu da, onun

16 ilyada. 6. 286-303.17 İlyada, 6. 243-50. Nestor’un Pylos'daki sarayı da aynı biçimdeydi: Odysseia, 3. 387,451.18 W. Erdmann, Dit Ehc im alten Criechenland, (Münih, 1934), s. 126.

Page 413: Thomson_Tarih Öncesi Ege

sarayının düzenlenişiyle kanıtlanmaktadır. Homeros ozanları, bunun farkına varmadan betimlemişlerdir sarayı. Ama söz konusu uygula­madan da tümden habersiz değildiler. Rüzgârların kralı Aiolos, büyü­lü bir adada, tunçtan duvarlarla çevrili bir sarayda oturuyordu:

A iolos'u n on iki çocu ğu vardı konağında, altısı kızdı, altısı erkek, delikanlı çağ ın d a,

oğulların a karı diye verm işti kızlarını A iolos.Şölen yap arlardı bu çocu klar sık sık

sevgili babalarının, saygıd eğer analarının yan ın d a, türlü yiyecek içeceklerle dolu ydu sofraları,

tü terdi y ağ dum anları bütün gün evin içinde, kaval sesleriyle çınlar d u ru rd u ev bütün g ü n ,

geceleriyse herkes yatardı sayın eşinin yan ın d a, kilim ler döşeli olm alı sed irlerd e.19

Mitos dünyasında, yasak kılınmış geçmişin kandaşıyla cinsel ilişki alışkıları varlığını sürdürür, çünkü artık gerçeklikten kopmuşlardır, za­rarsızdırlar.

Phaiakia'nın olağanüstü krallığını daha önce de görmüştük. Phaia- kia krallığı, bir söylence de olsa, gerçek dünyadan alınmış öğelerle do­ludur; gerçek dünyayı görebilmemiz için bu krallığa dikkatlice bakma­

mız yeterlidir. Aslında, Minos Girit'inin yitip gitmiş dünyasıdır bu. Kral Alkinoos'un yük­sek çatılı sarayının bahçesinde tunçtan duvar­lar uzanır iki yanda, mavi mineden kuşaklar vardır bu duvarlarda; ağaçlar dal budak sal­mıştır; armut ve nar ağaçları, pırıl pırıl yemiş­li elma ağaçlan, bal gibi incirler, yemyeşil fış­kıran zeytinler... Bir bağ vardır ötede, salkım salkım üzümlü. Kızarmış salkımlar koparılıp ezilmeye hazırdır. En dipte, bağın öbür ucun­da, yol boyu çeşit çeşit bitkiler fışkırmaktadır. Bağın içinde iki çeşme akmaktadır; biri bütün bahçeyi dolaşmakta, öbürü avlu eşiğinden sa­raya doğru gitmektedir. Sarayın eşikleri tunç­tan, söveleri gümüştendir; iki yanları ve kapı

4 1 2 TA R İH Ö N CESİ EGE

19 Odysseia, 10 . 5-12 .

Page 414: Thomson_Tarih Öncesi Ege

KÜLTÜRLERİN Ç A TIŞM A SI 413

tokmaklarıysa altından. Yerde iki köpek vardır, biri altından, öteki gü­müşten. Dansçılar hora tepmekte, şaraprengi topu havaya fırlatıp mü­zikle uyumlu bir sıçrayışla yakalamaktadırlar, ozan elinde sazı Ares ile Aphrodite'nin sevgilerini söylemektedir baştan çıkancı bir ezgiyle. Ka­dınların davranışları özgür ve bağımsızdır. Bütün bunlar, aklımıza, Mi­nos Sarayı'run duvar resimlerindeki görüntüleri getiriyor.

Alkinoos'un kızı Nausikaa, anasıyla babasına nasıl yaklaşacağı ko­nusunda titiz öğütler verir Odysseus'a:

Avluyu aşıp girince evin içine, geç büyük sofayı bi koşu, anama var,

oturur ocak başında, yün eğirir ateşe karşı, alacalı renklere bak bak şaş,

sırtını direğe dayamıştır anam, oturur hizmetçileri de arkasında.

Tahtındadır babam, sırtı ocağa dönük, şarabını içer yudum yudum,

ölümsüz bir tanrı sanırsın onu.Dosdoğru gider, dayarsın ellerini anamın dizlerine,

görürsün sıla gününü, olursun mutlu:Ne kadar uzaklardan gelirsen gel,

iyi duygular kıpırdatırsan yüreğinde anamın, hazır ol sevdiklerine kavuşmaya,

güzel yapılı evine, baba toprağına.20

Kral yalnızca süsleyici bir öğedir. Karar kraliçenindir. Kraliçe, ola­ğanüstü bir kadındır. Odysseus tam kente girecekken, elinde bir tes­tiyle küçük bir kız çıkar karşısına. Küçük kız Odysseus'a saraya giden yolu gösterir ve kralın ailesini anlatır:

Alkinoos kendine karı aldı onu,Arete'yi öyle saydı, öyle saydı ki,

hiçbir kadın böyle sayılmadı yeryüzünde, erkeğinin buyruğunda, evinde yaşayan hiçbir kadın,

hem çocukları, hem kocası saydı onu yürekten, halk da bir tanrıça gibi baktı ona,

tatlı sözlerle selam verirlerdi kente inince o,

20 Odysseio, 6. 303-15 .

Page 415: Thomson_Tarih Öncesi Ege

çok akıllıydı, iyi yürekliydi de ondan, yatıştırırdı bütün kavgalarını erkeklerin.

İyilik dilerse o kadın yüreğinde sana, umudun olsun sevdiklerini bir daha göreceğine, yüksek çatılı evine döneceğine, baba toprağına.21

Buraya kadar her şey iyi güzeldir de, Odysseus saraya vardığında bambaşka bir durumla karşılaşır:

Çok çekmiş tanrısal Odysseus yürüdü evin içinden, yoğun sis vardı üstünde, Athene'nin döktüğü,

yürüdü Arete'ye ve kral Alkinoos'a doğru.Dizlerine kapandı Arete'nin, sarıldı kollarıyla ona,

Odysseus'u saran sis hemen dağıldı.Birdenbire önlerinde bir adam görünce ordakiler,

yuttular dillerini, apışıp kaldılar,Odysseus da başladı yalvarmaya:

Arete, tanrıya denk Reksenor'un kızı, saygıdeğer eşi ulu yürekli Alkinoos'un,

çok acılar çektikten sonra, bak işte, kapanıyorum ayaklarına, dizlerine senin,

yalvarıyorum tekmil konuklarına ayrı ayrı, mutlu yaşamayı bağışlasın tanrılar size,

bırakasınız çocuklarınıza evinizin varlığını, halkın size verdiği onur payını bütün!

Yola koyun beni, tezelden gönderin yurduma, çile doldururum ne zamandır sevdiklerimden uzakta.

Böyle dedi, gitti ocağın külleri içine oturdu, kesiliverdi bir anda herkesin sesi soluğu,

Yaşlı Ekheneos söz aldı az sonra, en yaşlısıydı o Phaiak yiğitlerinin,

söz söylemede de çok üstündü, eski şeyler bilirdi bir sürü.

İyiniyetle konuştu, dosdoğru dedi ki:Olmadı bu, Alkinoos, yakışmaz doğrusu

konuğun yerde oturması, ocağın külleri arasmda.Hepimiz sustuk sen konuşasın diye.

4 H T a r İ h ö n c e s İ E g e

21 Odysseia, 7. 6 6 -7 7 .

Page 416: Thomson_Tarih Öncesi Ege

KÜLTÜRLERİN Ç A TIŞM A SI 4 15

Hadi kaldır, gümüş kakmalı bir tahta oturt konuğu, karsınlar şarabı, buyur uşaklara,

sunu sunalım yıldırım savuran Zeus'a, odur yalvarıcılara yoldaşlık eden.

Kâhya kadın da yemek versin içerden konuğumuza.Duyunca bu sözleri Alkinoos'un kutsal gücü,

çok bilmiş, akıllı Odysseus'u elinden tuttu, kaldırdı ocak başından, parlak bir tahta oturttu,

yerinden kaldırmıştı yanıbaşındaki Laodamas'ı, yiğit oğlunu, Alkinoos severdi bu oğlunu çok.22

Odysseus, kendisine tembihlendiği gibi, dileğini kraliçeye sunar, ama bir yanıt olamaz ondan. Kraldır kararı verecek olan.

Burada, aynı izleğin (temanın) iki ayrı yorumuyla karşı karşıyayız. Birinde, yalvaran Odysseus kraliçenin ayaklarına kapanır, dizlerine sa­rılır: Simgesel bir doğum, yeniden doğuş, evlat edinme, yakarış davra­nışı, çalımıdır bu. Ötekindeyse, Odysseus ocağın (aile yaşamının mer­kezi) külleri içine oturur; kral onu kaldırır masaya götürür, yer göste­rir; böylece akrabalığa kabul edilir Odysseus. Aslında ikisi de birer ya­karı töreni, ama biri anaerkil, öbürü ataerkil. Odysseia'ya son biçimini veren ozanlar bu ikisi arasında kararsız kalmışlar.

Kral ile kraliçenin soylarını araştırdığımızda, bir başka olağandışı- lık daha giinışığına çıkıyor. Gene testili kız anlatıyor:

Saraya girer girmez git doğru kraliçenin yanına: onun adı Arete'dir, kendi de erdemli,

anası babası Alkinoos'u dünyaya getiren soydan.*Poseidon, yeri sarsan tanrı,

Nausithoos'a baba olmuştu ilkin, birleşmişti kadınların en güzeli Periboia ile,

en küçük kızıydı Periboia ulu canlı Eurymedon'un, taşkın canlı devlerin kralıydı Eurymedon bir vakitler, ama yok etti tanrıya saygısız halkını da, kendini de.

İşte bu Periboia ile birleşti Poseidon,

22 Odysseia, 7.139-71.* Azra Erhat-A. Kadir çevirisinde. Arete'nin anasıyla babasının “Alkinoos'u dünyaya getiren soydan"

oldukları söyleniyor. Oysa George Thomson, bunun “aynı ana-babadan” diye çevrilmesi gerektiğini söylüyor ve örneğin kimi uzmanların “ana-baba” sözcüğünü “atalar" diye yorumlamasının yanlış olduğunu vurguluyor, (f.n.)

Page 417: Thomson_Tarih Öncesi Ege

4 16 TA R İH Ö N CESİ EGE

kadın da d oğu rd u ulu canlı N au sith oos'u ,N au sithoos da son rad an Phaiak'lara kral oldu,

babası oldu R eksenor'la A lkinoos'un, gü m ü ş yaylı A pollon öld ü rd ü Reksenor'u yeni evliyken,

oğlu olm am ış, kız çocu k bırakm ıştı bir tek,A rete bu kız çocu ğu yd u işle,

A lkinoos kendine karı aldı on u .23

Yukarıdaki alıntının son dizelerinde, Arete'nin, kocasının erkek kar­deşinin kızı olduğunu öğreniyoruz. Burada söz konusu olan, kadın ka­lıtçıyla ilgili Attika yasasına uygun düşen ataerkil içevliliktir. Arete tek çocuktu, dolayısıyla da babasının en yakın akrabasıyla evlenmişti. Bir­kaç dize önce ise, Alkinoos ile Arete'nin "aynı ana-babadan doğdukla­rını" okuyoruz. Kimi uzmanlar, "ana-baba" sözcüğünü "atalar" diye yorumlayarak durumu kurtarmaya çalışmışlardır. Oysa bu onları, Al­kinoos ile Arete'yi kardeş olarak tanımlayan Hesiodos'la çelişmeye dü­şürmekten başka bir işe varamamaktadır.24

Homeros en azından burada başıyla doğrulamaktadır. In flagrante delicto [suçüstü] yakalanmıştır Homeros. Kadın kalıtçı konusundaki bil­dik ve yaygın yasaya uygun düşen bir soyağacı, Yunan ozanlarının an­lamadıkları ve anlamak da istemedikleri anaerkil içevlilik kuralına bir seçenek olarak uydurulmuştur. Ufak bir dil sürçmesi ele vermiştir ozan­ları. Çıkan sonuç açıktır; bu sonuçtan varılabilecek noktalarsa rahatsız edici. Kimbilir, benzer dürtülerle, ama daha büyük bir ustalıkla daha kaç soyağacı çarpıtılmıştır? Gerçekte düpedüz bir çarpıtma olmasına karşın, bu örnekte bile üç bin yıl süreyle yutturmayı başarmışlardır. Çünkü Homeros ozanlarının kadın ile erkeğin toplumdaki konumları­na ilişkin tutumunu, onların günümüzdeki yayımcıları da o bilgince yansızlıklarına karşın başlarıyla doğrulamışlardır.

3. O d y sseu s'u n K ra llığ ı

Örtünün bir ucunu kaldırdık. Şimdi artık örtünün bu ucunun kalk­tığı köşeden pırıl pırıl gözler önüne serilen görünümü kısaca da olsa

23 Odysseia, 7. 53-66. Bkz. Ausftihrliches Lexikor der griechiscben und römischen Mythologie, 3. 2206-07; J.A.K. Thomson, Studies in the Odyssey (Odysseia Üstüne incelemeler), (Oxford, 1914), s. 168.

24 Hesiodos, fr. 95; Odysseia, 7. 54. Bu farklılığa R.M. Burrows dikkati çekmişti; The Discoveries in Crete (Girit'teki Bulgular), (Londra, 1907), s. 217.

Page 418: Thomson_Tarih Öncesi Ege

KÜLTÜRLERİN Ç A TIŞM A SI 4 17

izleyebiliriz. Eğer Odysseus'u İthaka'ya kadar götürürsek, acımasız Akha korsanlarının bu yabansı anaerkil dünyaya girdikleri zaman or­taya çıkan karışıklığı göreceğiz.

İthaka'daki yaşamın Homeros ozanlarınca anlatılışındaki belirsiz­likler ve tutarsızlıkların bir bölümü, gelenekte yazılı olan toplum du­ru m u n u nerdeyse hiç bilmeyen ozanlardan kaynaklanmaktadır. Ama bir bölümü de, iki ayrı kültürün çatışmasından ve birleşmesinden do­ğan geçiş döneminin kuraldışılıklarıyla dolu koşullardan kaynaklanı­yor olsa gerek.

Kephallen'lerin yaşadığı Odysseus'un krallığı, anlatıldığına göre, İt- haka, Samos (sonraları Kephallonia) ve Zakynthos adı verilen üç ada­dan, bir de ya Akarnania kıyılarında birer kent ya da körfezde birer

A B C

Harita IX. Odysseus’un Krallığı

Page 419: Thomson_Tarih Öncesi Ege

4 18 TA R İH Ö N CESİ EGE

adacık olan Krokyleia ve Aigilips'den oluşmaktadır.25 İthaka adası, kı­raç ormanlık, çayırsız çimensiz, at yetiştirmeye elverişsiz bir yer ola­rak anlatılır.26 Odysseus'un büyük bölümü anakarada bulunan varlı­ğı, daha çok hayvanlardan oluşur. Mal dökümü şöyledir: Anakarada 12 sığır sürüsü, 12 koyun sürüsü, 12 domuz sürüsü, 12 keçi sürüsü var­dır. Adadaysa taliplerin oburluğuna karşın 11 keçi sürüsü, 600 dişi do­muz, 360 erkek domuz ve Odysseus'un kendisine ayrılmış bir teme- nos, yani tarla.27 Bütün bu hayvanlara ve topraklara sayısı belirsiz kö­leler bakmaktadır. Öyküde bunlardan yalnızca çobanbaşı Eumaios'un adı anılır doğru dürüst. Eumaios, Kyklad Adaları'ndan biri olan Syros adası kralının oğludur. Küçük bir çocukken Fenike'li korsanlarca kaçı­rılır. Eumaios'u korsanlardan Odysseus'un babası Laertes satın alır ve aile içinde büyütür.28 Savaştan önce, Odysseus, Eumaios'a bir ev, bir tarla ve bir kadın bağışlamayı, başka bir deyişle onun bağımsız bir çift­çi olarak yerleşmesini sağlamayı tasarlar.29 Kadın köleler de vardır; bunlardan on ikisi değirmen taşlanın çevirmekte, arpa ve buğday öğüt­mektedir; sarayda da elliden fazla kadın köle hizmet etmektedir.30 Sa­raydaki kadın kölelerden Aktoris, Penelope'nin çeyizinin bir parçası­dır.31 Odysseus'un dadılığını yapmış olan hizmetçi Eurykleia'yı Laer­tes körpecik bir kızken yirmi sığır karşılığında satın almıştır. Laertes Eurykleia'ya vurgundur, ama karısının öfkesinden ödü patladığı için onu bir kez olsun yatağına almamıştır.32

Odysseus'un Phokis'li olan anası ölmüştür, ama Laertes hâlâ sağ­dır. Odysseia'nm genellikle son bölümü sayılan XXIV. Bölümünde, yaş­lı adam bir zamanlar anakaraya nasıl akın düzenlediğini anımsar ve o vakitler kendisinin kral olduğundan söz eder.33 Ama Odysseia'nın baş­ka hiçbir yerinde bir daha geçmez bu konu; bir zamanlar kral olan La- ertes'in sonradan tahtını neden bıraktığı da anlatılmaz. Bu noktanın be­lirsizliği, Odysseus'un, babasının yerine geçerek değil de, bir başka yol­dan tahta çıkmış olabileceğini akla getirmektedir.

25 İlyada, 2. 631-35; Strabon. 452-53.26 Odysseia, 4. 601-18,13. 242-47.27 Odysseio, 14.13-20,100-04,17. 299.28 Odysseia, 15. 403-84. 363-70.29 Odysseia, 14.62-64,17.320-23; P. Vinogradoff, Growth of the Manor (Malikânenin Büyümesi), (Londra,

1905). s. 202,230; M. Bloch, Les carocttres originauıt de 1‘histoire ruralefrançaise, (Oslo, 1931), s. 239.30 Odysseia, 20.105-08, 22. 421-23.31 Odysseia, 23. 228.32 Odysseia, 1.429-35.33 Odysseia, 24. 377-78.

Page 420: Thomson_Tarih Öncesi Ege

KÜLTÜRLERİN Ç A TIŞM A SI 4 19

Laertes sarayda oturmaz; daha önceleri oturduğundan da hiç söz edilmez. Kentten uzakta, içinde bir ev, bir harman yeri, bir de bahçe bulunan bir kır malikânesinde oturur Laertes.34 Odysseia'nın XXIV. Bö­lümünde, bu malikâne, Laertes'in çalışıp çabalayarak edindiği kendi malı olarak tanımlanır. Başka bir deyişle, Laertes'in boş, ıssız bir yöre­de kendisi için düzeltip açtığı bir yerdir burası.35 Yaşlı Laertes bahçe­sinde çapa işleriyle oyalanmakta, topraklarını ise Dolios ve ailesi işle­mektedir.36 Evlenip de İthaka'ya geldiğinde Penelope'ye babası İkari- os'un verdiği bir köledir Dolios.37 Tıpkı Aktoris gibi Dolios da Penelo- pe'nin çeyizinin bir parçasıdır. IV. Bölümde, Penelope hizmetçilerine şöyle der:

Gitsin bir koşucu, çağırsın yaşlı Dolios'u, buraya gelirken babam vermişti onu yanıma,

bağıma bahçeme bakar o şimdi benim.

Kimindir bu bahçe? Odysseia'nm XXIV. Bölümünün öteki bölümle­rine uymadığını burada bir kez daha görüyoruz. IV. Bölümden anla­şılmaktadır ki, Penelope'nin çeyizi toprağı işleyen köleyle birlikte top­rağın kendisini de içermektedir.

Odysseus, Troya'ya on iki gemilik bir filoyla gitmişti. Çeşitli yerler­de anlatılanlardan, toplam 624 kişi olduklarını çıkarabiliyoruz; yani her gemide bir kaptan, bir dümenci ve elli kürekçi vardı.38 Demek, nüfus büyük ölçüde azalmıştı. Anlaşılan, kral kendisi de gemiye binmekle yetinmemiş, yetişkin erkeklerin birçoğunu yanma almıştı. Ve yirmi yıl geçmiştir aradan. Bu yirmi yıl boyunca bir kral seçilmediği gibi, ne bir yaşlılar kurulu toplanmıştır, ne de bir kurultay.39 Bu arada yeni bir ku­şak oluşmuştur. Yeni kuşakta, Telemakhos gibi babalarını bir kez bile görmemiş, hırslı, tutkulu birçok delikanlı vardır. Delikanlılar, olağan zamanlarda büyüklerinin kendilerine dayatacakları sınırlamalardan kurtulmuş durumdadırlar; doğal olarak da Odysseus'un öldüğünü dü­şünerek, her türlü baskıdan kurtulmak ve yeni bir kral seçmek için sa­bırsızlanmaktadırlar.

34 Odysseia, 1.189-93, 23. 359 60.35 Odysseia, 24. 205-07.36 Odysseia, 24. 220-25. 387-90,497.37 Odysseia, 4. 735-37.38 İlyado, 2.637; Odysseia. 9. 60-61.159-60.195, 289, 311,10.116,128-34. 203-08.39 Odysseia, 2. 26-27.

Page 421: Thomson_Tarih Öncesi Ege

420 T A R İ H Ö N C E S İ E g e

İşte, Penelope'nin talipleri de bu genç adamlar arasından çıkar. Ta­liplerin sayısı 108'dir: 12'si İthaka'dan, 24'ü Samos'dan, 20'si Zakyn- thos'dan, 52'si de Dulikhion'dan.40 Üç yıldır Penelope'yi bunaltmak­ta,41 konağın içinde Telemakhos'un kesesinden yiyip içip yatmaktadır­lar. Taliplerin bu yüzsüzlüğü, kral ocağının konukseverliğine layık ol­duklarını ileri sürmelerinden kaynaklanıyor olmalıdır; olağan zaman­larda kentin büyüklerine, yaşlılarına gösterilen bir konukseverliktir bu.42 Talipler, İthaka halkının ses çıkarmamasından güç almakta,43 Pe­nelope içlerinden biriyle evlenmeden konaktan ayrılmaya yanaşma- maktadırlar. Telemakhos da onların kılma dokunamamakta, onları ba­şından atamamaktadır. Tek yapabildiği, babasının evinin, uşaklarının ve mallarının kendisine kalması gerektiğinde diretmektir.44 Talipler de onaylamaktadır bunu. Nitekim, Telemakhos'u öldürmeyi tasarlamala­rının bir nedeni de, böylece ailenin ocağını söndürerek Telemakhos'a babasından kalan malı mülkü aralarında pay etme umududur.45 Öte yandan, Telemakhos, babasının yerine tahta çıkmaktan özellikle kaçın­maktadır. Adalarda babasının yerine geçebilecek başka birçok prens bulunduğunu kabul etmektedir.46 Peki, talipler Penelope'yle evlene­rek ne elde etmeyi ummaktadırlar öyleyse? Gerçekle bütün öykü biraz da bu sorunun çevresinde dönmekte ve sorunun yanıtı hiçbir yerde açıklıkla verilmemekte, verilmiş varsayılmaktadır yalnız. Ama durum yalnızca tek bir yanıta elvermektedir; bu yanıt da XV. Bölümde bir rast­lantı sonucu çıkmaktadır ortaya. Telemakhos, taliplerin amacının "ana­sıyla evlenip babasının mallarına igeras) konmak"47 olduğunu söyle­mektedir. Penelope'yi alan, Odysseus'un yerine geçecektir. Krallık er­keğin soyundan gelmemektedir, erkekyanlı değildir; ancak kraliçeyle evlenerek olasıdır tahta çıkmak.

40 Odysseia, 16.247-51. Dulikhion'un nerede olduğu belli değildi. Eski yetkililer, Dulikhion ile Kephallonia'yı aynı yer olarak tanımlıyorlardı (Strabon, 456); son zamanlarda ise Dulikhion'un Leukas'la (The Homeric Catalogue o f Ships, s. 83-87) ve ithaka adası ile anakara arasındaki adalarla [R. Rodd, Homer's Ithaca (Homeros’un ithaka'sı), (Londra, 1927), s. 78-97) aynı yer olduğu ileri sOrüldü. Orada oturanlar, Taphioi olarak tanımlanırlar: Euripides, İphigeneia Tauris’te, 283-87. Dulikhion, İlyada'da babası Elis’den gelmiş olan Meges tarafından yönetilir (2.625-29), ama Odyssieo'da anası babası bilinmeyen Akastos yönetir Dulikhion'u ve Meges'den hiç söz edilmez (14. 335-36).

41 Odysseia, 13. 377-78.42 G. Glotz, Lo c iti grecque, (Paris, 1928), s. 55.43 Odyssio, 2. 239-41,16.375.44 Odysseia, 1. 397-98.45 Odysseia, 2. 335-36, 368.46 Odysseia, 1. 394-96.47 Odysseia, 15. 518-22.

Page 422: Thomson_Tarih Öncesi Ege

KÜLTÜRLERİN Ç A TIŞM A SI 4 2 i

Odysseus, taliplere saldırmak için, bir ok atma yarışma girdikleri anı seçer. Penelope, taliplerden hangisi Odysseus'un yayını kolaycacık gerebilir ve okunu on iki balta arasından geçirebilirse onunla evlene­ceğine söz vermiştir. Bu da, evlilik öncesi yarışmanın bir başka örneği­dir; ayrıca, belirtmek gerekir ki, Homeros-sonrası bir öyküde Odysse­us kendisi de Penelope'nin babasının düzenlediği bir koşuda bütün ra­kiplerini geride bırakarak hak kazanır Penelope'yle evlenmeye.48 II. Bö­lümde, talipler Teiemakhos'dan anasını babasının evine göndermesi­ni ve Penelope'nin evleneceği adamı babasının seçmesini isterler.49 XV. Bölümde, Penelope'nin babası İkarios ve erkek kardeşleri taliplerin en iyilerinden biri olan Eurymakhos'la evlenmesi için baskı yaparlar Pe- nelope'ye.50 Penelope'nin babası İkarios'un nerede yaşadığı söylenmi­yor, ama bu bölümde anlatılanlardan çok uzaklarda olmadığı anlaşılı­yor. Daha sonraki dönemlerin yazınında İkarios'un Sparta'da yaşadı­ğı söylenmiştir; ama Odysseia'det İkarios'un Sparta'da oturduğu dolay­lı bir biçimde de olsa söylenmiş olamaz, yoksa Telemakhos Sparta'ya gittiğinde İkarios'un adının mutlaka anılması gerekirdi. Odysseia'nın bu konudaki suskunluğu, Strabon'un daha sonraki destanlardan ak­tardığı bir öyküyle giderilebilir: İkarios ile Tyndareos, Sparta'da doğup büyümüş iki kardeşmişler. Delikanlılık çağlarında Sparta'dan kaçmak zorunda kalmışlar. Korinthos Körfezi ağzındaki Pleuron'un kralı Thes- tios'un yanına sığınmışlar. Gel zaman git zaman, Tyndareos Sparta ken­tine geri dönmüş ve kral olmuş. İkarios ise kuzeyde kalmış ve Akarna- nia krallığına getirilmiş. Oğulları Alyzeus ve Leukadios'la birlikte yö­netmiş Akarnania'yı.51 Öyleyse, bu Alyzeus ile Leukadios, Penelope'nin Odysseia'da adları anılan erkek kardeşleridir. Alyzeus Akarnania'da bir kent olan Alyzia'yı temsil etmektedir, Leukadios da Leukas'ı. Burala­rı Odysseus'un Odysseia'da tanımlanan bölgesine yakın olduğuna gö­re, ister istemez, Odysseus' un İkarios'a bağımlı bulunduğu, onun bir vasalı olduğu ve krallık hakkını onun kızıyla evlenerek elde ettiği so­nucuna varıyoruz.

Odysseus'un evliliğinin bir başka yorumu daha vardır; Sparta'dan yerel bir öyküdür bu. Düğünden sonra İkarios Odysseus'a kendisiy­le birlikte oturmaları için yalvarmış, ama Odysseus kabul etmemiş. Odysseus ile Penelope İthaka'ya gitmek üzere yola koyulduklarm­

ış Pausanias, 3.12 I.49 Odysseia, 2.113-14.50 Odysseia, 15. 518-22.51 Strabon, 452, 461.

Page 423: Thomson_Tarih Öncesi Ege

4 2 2 TA R İH Ö N CESİ EGE

da, onlardan ayrılmamakta direten İkarios da artlarına takılmış. So­nunda Odysseus dayanamamış, Penelope'ye dönüp kararını verme­sini söylemiş: Ya benimle birlikte benim yurduma gel, demiş, ya da bensiz babanın yurduna dön.52 Bu, açıkça, anayerli evlilikten, yani evlendikten sonra kadının ailesinin bulunduğu yere yerleşme ilke­sinden, babayerli evliliğe, yani evlendikten sonra erkeğin ailesinin yaşadığı yere yerleşme ilkesine geçişin halk belleğindeki bir örneği­dir. Burada hemen, Yakub'un yirmi yıl karılarının ailesinin yanında yaşadığı, bu yirmi yılın on dördünü onlara hizmetle geçirdiği, ama en sonunda karılarını alıp kendi babasının evine kaçtığı, kızlarının malları üstündeki denetimini yitirmekte olduğunu sezinleyen La- ban'ın da onların ardına düştüğü akla geliyor.53 Penelope de aynı şe­yi yapmıştı; ana-babasını terk etmeye, kocasıyla birlikte gitmeye ka­rar vermişti.

Demek ki, Odı/sseia, ana hukukundan baba hukukuna geçişi belirle­yen çatışmalar ve çelişmelerin belli belirsiz anılarıyla doludur. O za­man da şu soru çıkıyor ortaya: Öyküde geçen kişiler ve halklar, Yunan tarihinin bu canalıcı döneminde etkin oldukları bilinen budunsal top­luluklarla ne ölçüde bir tutulabilir, özdeşlenebilirler?

4 . B a t ı Y u n a n i s t a n ' d a k i L e l e g ' l e r

Homeros'da, Odysseus yetiştirilişiyle, davranışlarıyla ve dış görü­nüşüyle Akhilleus'dan ayırt edilemez. Gerçek anlamda bir Akha olup olmadığı belli değildir. Destanda, büyükbabası Arkeisios'un adı geçer, ama kökeni konusunda en küçük bir ipucu verilmez.54 Odysseus'un ailesi adalarda bir başına gibidir; kendi çevresi dışında kan bağıyla bağ­lı hiçbir akrabası yoktur ailenin. Odysseus'un savaşa giderken ev işle­rini çekip çevirsin diye geride bıraktığı Mentor bile ailenin eski bir dos­tudur yalnızca.55 Odysseus'un, doğrudan akrabaları dışında akraba saydığı tek kişi, ordusunun öteki bölüğünün komutanı Eurylok- hos'dur.56 Eski yorumculara bakılırsa, Eurylokhos, Odysseus'un kız

52 Pausanias, 3. 20.10.53 Kitabı Mukaddes, I. Eski Ahit (Tevrat). Tekvin, Bap 31,1-43, (Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1969):

Euripides, fr. 318.54 Odysseia. 13.182,16.118.55 Odysseia, 2. 225-27.56 Odysseia, 10. 205, 441.

Page 424: Thomson_Tarih Öncesi Ege

KÜLTÜRLERİN Ç A T IŞM A SI 423

k ard eşi Ktimene'nin kocasıdır; destanda, Klimene'nin evliliğinin aile­ye sayısız armağanlar getirdiği anlatılmaktadır.57

Kephallen'lerle ilgili, Odysseia’da geçmemekle birlikte orada söyle­nenlere uygun düşen ve İkarios ile birçok bağmtısı olan bazı öyküler vardır: İthaka halkı suyunu kentin hemen dışındaki bir çeşmeden alır­mış. Çeşme, nympha'ların taştan sunağının yambaşmdaki kutsal bir kavak korusunun ortasındaymış. Polyktor, Neritos ve İthakos yaptır­mışlar bu çeşmeyi. Bu bilgiler Odysseia'da veriliyor.58 Sözü edilen üç­lünün yerel kahramanlar olduğu açık. Penelope'nin taliplerinden biri­nin babasının adı da Polyktor. Bu da, onun soyundan gelenlerin hâlâ adalarda olduğunu düşündürüyor,59 PolyktorTa ilgili başka bir şey bil­miyoruz. Neritos, İthaka adasının ortasındaki dağın ata adıydı, İtha­kos da adanın kendisinin. Öyle görünüyor ki, Odysseia’m n ozanları, destanda anlattıklarından daha çok şey biliyorlardı bu eskil kişilerle il­gili. Başka kaynaklardan, Neritos ile İthakos'un kardeş olduklarını ve Kephallonia'da doğduklarını öğreniyoruz. Babaları Pterelaos'du; Pte- relaos'un Taphios ve Teleboas admda iki oğlu daha vardı.60 Taphioso- ğullart ile Teleboasoğulları, Leukas'la Korinthos Körfezi arasında da­ğılmış küçük adaları ellerinde tutan haydutlardı. Odysseia’d a , Taphi- osoğullarından birçok kez söz edilir. Öte yandan, Apollodoros, Myke- ne'lilerin bir keresinde Teleboasoğullarını cezalandırmak amacıyla bir sefer düzenlediklerini söyler.61 Taphiosoğulları da, Teleboasoğulları da Akarnania'dan geliyorlardı ve kimi yetkililerce aynı halk olarak ka­bul ediliyorlardı.62 Taphiosoğulları aynı zamanda Kadrnos soyundan inen Fenike'liier olarak da tanımlanıyorlardı.63 Aristoteles'in de doğ­ruladığı bir başka öyküde ise64 Taphios ile Teleboas, Hippothoe'nin Po- seidon'dan olan oğullarıdır. Apollodoros, Hippothoe'nin Perseus'un torunlarından biri olduğunu söylemektedir; ama Aristoteles'e bakılır­sa, Hippothoe'nin babası Leukas'lı bir "toprağın oğlu" idi ve adı Le- leks'di.63 Bu iki yorum arasında bir uyuşmazlık yok gerçekte. Perseus

57 Odysseia, 10.441.15. 363-67.58 Odysseia, 17. 204-11.59 Odysseia, 18. 299.60 Acııs, 30; A.R. 1. 747. Soyağacı karışık: Bkz. Aus/uhrliches Lexikon dergriechischen und römischen

Mythologie, s. 3. 3261-62.61 Odysseia, 1.105.181, 419.14. 452,15. 427,16. 426: Apollodoros, 2. 4. 6.62 Strabon, 461; A.R 1. 747. Telebois, Akarnania’nın eski adıydı.63 EM. 748. 40.64 Aristoteles, fr. 546.65 Apollodoros. 2. 4.5; Aristoteles, fr. 546.

Page 425: Thomson_Tarih Öncesi Ege

424 T A R İ H Ö N C E S İ E g e

Kyklad adalarından gelmişti; Minos'un Kyklad'lardan kovaladığı kor­sanlar ise Karia'lılar ve Leleg'lerdi. Bütün bunlardan şu sonucu çıka­rabiliriz: Taphiosoğulları ile Teleboasoğulları ve onlarla birlikte Kep- hallen'ler, Ege Denizi'nden Adriya Denizi'ne sürüldükten sora Korint- hos Körfezi'ne giden yollarm çevresinde eşekarıları gibi dolanıp duran Kadmosoğulları ile Leleg'lerin bir karışımıydılar.

Topografya da doğruluyor bunu. İthake'yi (İthaka) ve Akarnania kıyılarındaki Astakos'u saymazsak, -ake ve -akos ile biten yer adlarına Yunanistan'da hiç rastlanmaz. Bu tür yer adları Anadolu'da yaygın­dır.66 Pleuron yalanlarında denize ulaşan Euenos ırmağıyla adaş bir ır­mak vardır Troya dolayında.67 Kephallonia'mn Homeros'daki adı Sa­mos, Leleg'lerin en eski yerleşim merkezlerinden biri olan Ege Sa- mos'una denk düşmektedir. Ayrıca, Ege Samos'undaki Leleg'leri yö­netmiş olan Ankaios'un oğullarından birinin adı Alitherses'di; Alither- ses, Odysseia'det İthaka'nm yaşlı bilicisinin adıdır.68

İkarios'un öyküsünü anlattım. Sparta'da dünyaya gelen İkarios, kar­deşiyle birlikte Pleuron'a kaçmış, orada Thestios tarafından karşılan­mış ve Akarnania kralı olmuştu. Yorumlardan biriydi bu; ama iki yo­rum daha vardı. Spartalılar, İkarios'la kardeşinin Sparta'dan hiç ayrıl­madıklarım ileri sürüyorlardı. Sparta krallarından Perieres, Perseus'un

Çizelge XVI

PERİERES VE TH EST İO S

Ares

Thestios Euenos

Tyndareos = leda = Zeus Marpessa

| | = İdas

Penelope Idas = Klytaimestra Helena

= Odysseus Marpessa = Agamemnon = Menelaos

66 Yunanca bir sözcük olan Phylake'yi saymıyorum, örnekler: Karadeniz’de Artake, Rhyndakos, Khabake; Thrakia’da İdakos, Andriake; Lydia’da Akharake; Kappadokia’da Mazaka. Assarakos ve Hyrtakos gibi kişi adları da Anadolu kökenlidir.

67 Strabon. 327, 614.68 Pausanias, 7. 4. 1; Odysseia, 2. 157-59. Heurtley, Pelikata yıkıntılarında Erken Hellas döneminden

kalma çok sayıda çömlek buldu ve Pelikata yıkıntılarını Odysseus'un sarayı olarak tanımladı; “İthaka’da Miny ve Mykene etkileri, varlığını sürdürmekte olan daha eski bir uygarlığın üzerine ancak ince bir biçimde yayılmıştı," dedi: W.A. Heurtley, "The Site of the Palace of Odysseus”, Antiquity, 9. 414.

Perieres = Corgophone

ikarios Aphareus

Page 426: Thomson_Tarih Öncesi Ege

KÜLTÜRLERİN Ç A TIŞM A SI 425

kızıyla evlenmiş ve dört oğlu olmuştu: İkarios, Tyndareos, Hippoko- on ve Oibalos. Kral Perieres ölünce, yerine kimin geçeceği konusunda oğullan birbirine düşmüştü. İkarios'un desteğini alan Hippokoon, Tyndareos'u Sparta'dan atmış, Tyndareos da Eurotas'm birkaç kilo­metre yukarısındaki Pellana'ya kaçmıştı. Ama daha sonra Herakles Hippokoon'u öldürünce, Tyndareos Sparta'ya geri dönerek kral olmuş ve TTıestios'un kızı Leda'yla evlenmişti.69 Gelgelelim, hiç değilse ilk za­manlar Spartalıların Thestios'u Korinthos Körfezi'nin ötesindeki Pleu- ron'un krab olarak gördükleri su götürür; çünkü Spartalılar onu ken­di bölgelerindeki Eurotas ırmağının kıyısında bulunan Thestia adb bir köyün kurucusu olarak anımsıyorlardı.70 Messenia'hların yorumu ise daha da değişik. Messenia'lılar, Tyndareos'un bir başka kardeşinin, ya­ni Aphareus'un yanma kaçtığını; Aphareus'un da onu Thalamai'a yer­leştirdiğini ve Tyndareos'un orada Leda'yla evlendiğini söylüyorlar­dı. Leda'nm nereden geldiği belirtilmiyor, ama Aphareus'un oğlu İdas güzel Marpessa'yı kaçırmıştı; Marpessa'mn babası Euenos ise Thesti- os'un kardeşiydi ve Pleuron'luydu.71

Bu yorumların hangisi doğru diye sormak anlamsız. Hepsi de uy­durma çünkü. Ama gene de, kendini bu yorumların çelişmeleri arasın­dan belli eden bir tarihsel hakikat açığa vuruluyor. Eğer birçoğunda ol­duğu gibi bu söylence de sistemleştirilseydi, sanırız gerçek anlamın bir daha ortaya çıkarılması umudu kalmazdı. Oysa söylence, üç ayrı yö­renin üç ayrı yorumuyla önümüzde durmakta ve kendi kendini açık­lamaktadır. Dolayısıyla, sorun, söylencenin kökenini belirleyebilmek­tedir; ama söylencenin söz konusu yörelere dağılmasmm nedenini açık­layacak biçimde.

Leleg'lerin, Leukas ve Akarnania'daki yerleşim merkezlerinin yanı sıra Korinthos Körfezi'nin daha yukarısındaki Ozolai Lokris'inde ve körfezin burnunda da yerleşim merkezleri vardı. Leleks, Megara'nın ilk krallarından biriydi. Leleks'in torunu Pylas, bir Leleg topluluğunu Megara'dan alıp Messenia'ya götürmüş, orada Pylos kentini kurmuş­

69 Pausanias, 3.1. 4-5.70 Cedr. Hist. Comp. 212; Mal. Chron. 82.71 Apollodoros, 1. 7. 7-8. Tahtın anayanlı olması ilkesinin bir belirtisine Meleagros söylencesinde

rastlanır. Meleagros, Kalydon Avı diye anılan bir serüvenin kahramanıdır. Artemis tanrıça, Kalydon'a korkunç bir yaban domuzu salar. Meleagros bu hayvanı avlamaya kalkışır. Kalydon Avı'na bütün ünlü yiğitler katılır. Yaban domuzu öldürülür. Av sona erince, Meleagros yaban domuzunun postunu Ataiante'ye (Artemis'in bir simgesi) vermek ister. Ama annesinin erkek kardeşleri, Thestios'un oğulları, buna karşı çıkarlar. Onlara göre, eğer Meleagros postu kendine ayırmayacaksa, post “doğuştan onların kazandığı bir hak"tır. Bunun üzerine Meleagros dayılarını öldürür; Apollodoros. 1. 8. 2-3.

Page 427: Thomson_Tarih Öncesi Ege

426 TA R İH Ö N CESİ Eg e

tu. Oradan Neleid'lerin kovduğu Leleg'ler kıyı boyunca yukarılara git­tiler ve Triphylia bölgesinde öteki Pylos kentini kurdular.72 Leleks ay­nı zamanda, ilk kez Leleg'lerin oturduğu Sparta'nın da ilk kralıydı. Sparta kentindeki Artemis Orthia tapımının bulunduğu rfemos'lardan, bucaklardan birinin adı Pitana'ydı. Pitana, anakara Yunanistan'ında adını bir Amazondan alan tek yerleşim merkezidir; Anadolu'daki on iki Aiol kentinden biri olan Pitana'yı (Pitane) kuran da aynı Amazon­du.73 Kitabımızın "Ege'deki Bazı Anaerkil Tanrıçalar" başlıklı bölü­münde Artemis Orthia tapımını Ephesos'a kadar geriye götürmüş, bu tapınım Karia'lılar ve Leleg'ler tarafından Ephesos'dan Peloponnesos'a getirildiğini görmüştük.

Leda'nm iki kızı vardı: Klytaimestra ve Helena. Klytaimestra'nın ba­bası Tyndareos'du. Ama Helena bir yumurtadan çıkmıştı; kuğu kılığı­na giren Zeus'un becerdiği Leda'nm doğurduğu ya da bulduğu bir yu­murtadan.74 Bu totem söylencesi, tüm öykünün çekirdeğidir. Tynda- reos adı köken bakımından Yunanca değildir. Eğer bir bileştirme ya da aykırılık sonucu değilse, -d- birleşimi Yunanca'ya yabancıdır. Bu birle­şim özellikle Karia'da yaygındır: Lindos, Myndos, Karyanda, Alaban­da, vb. Ve Leda (Dor lehçesinde Lada) gerçekte Leto'nun değişik bir bi­çiminden, Karia dilinde "kadın" anlamına gelen lada'dan başka ne ola­bilir (s. 281 )?75

Agamemnon ve Menelaos'un karıları Klytaimestra ile Helena, bizi Pelopid'lere geri götürüyorlar. Bu hanedanın üç egemenlik alanı var­dı: My kene ile Korinthos Kıstağı arasındaki bölge; Peloponnesos Ak- haia'sı; Messenia'yla birlikte Lakonia. Mykene ile Korinthos Kıstağı arasındaki bölge, Perseid'lerin eski Mykene krallığıydı. Pelopid'leriıı Akhaia'yı ele geçirmeleri, belki de, korsanları körfezden uzak tutma gereksinmesinin bir sonucuydu. Üçüncü bölgeyse, Menelaos'un Spar­ta yakınlarında Therapne'deki sarayından yönetilmekteydi. Therapne,

72 Pausanias, 4. 36.1.73 Pausanias, 3.16. 9: D.S. 3. 54; Herakleides, 34.74 Euripides, Helene, 16-22; Sappho, Şiirler, (Çeviren: Cevat Çapan, Cem Yayınevi, İstanbul, 1972). s.

15; Apollodoros, 3. 10. 7.75 leda’nm kuğu ile ilişkisi, Sparta ve Stymphalos'daki Artemis Limnaia tapırtılarında betimlenen su

kuşunu anımsatıyor:).E. Harrison, Themis, (Cambridge. 1912). s. 114: F. Imhoof-Blumer ve P. Gardner “Numismatic Commentary on Pausanias", Journal o f Hellenistic Studies, 7. 103. Penelope bir su kuşunun adını taşımaktadır. Penelope'nin Mantineia'da gömülü olduğu (Pausanias. 8. 12. 5.) ve Arkadia’lı çobanların tanrısı Pan’ın anası olduğu (Pindaros, fr. 422; Herodot Tarihi, 2.145.4: Pausanias. 8. 14.4-5) söylenir. Bu Arkadia'lı Penelope, Karia'lıların ve Leleg'lerin tanıttıkları Artemis Limnaia tapımlarından kaynaklanır: Studies in the Odyssey, s. 48-50.

Page 428: Thomson_Tarih Öncesi Ege

KÜLTÜRLERİN ÇA TIŞM A SI 427

Leleks'in kızlarından birinin adıydı aynı zamanda.76 Bu nedenlerle, Me- nelaos'un Lakonia'yı Leleg'Ierin yönetimindeki hanedanından bir kız­la evlenerek eline geçirdiğini düşünebiliriz; tıpkı Odeysseus'un İkari- os'un kızıyla evlendiği gibi.

5. A k h a 'la rın Ü stünlüğü

Ilyada ve Odysseia'yi yaratan insancıl ozanların bu yapıtlarının ar- dmda, özel mülkiyetin gözüpek öncülerinin, Minos anaerkil toplumu­nun zengin, ileri, incelikli uygarlığını yağmaladıkları bir yabanıllık ve zorbalık çağı yatar. Phaiakia'nm eski dünyası kararmıştır artık; kaba ve acımasız İthaka'nındır gelecek. Ozanlar Odysseus'un aslım değiş­tirmişlerse de, gene de tıpkı Akhilleus gibi kahramanlık çağı erkekliği­nin ülküsü olarak kalmıştır Odysseus. Yerinde duramayan, uyanık, gi­rişken Odysseus on yılını savaşarak, on yılını da gezip dolaşarak, te­cim yaparak, yağmalayıp talan ederek, zenginliklerine zenginlik kata­rak, Kirke ya da Kalypso'ııun kollarında gönül eğlendirerek geçirmiş­tir. Bu arada, açgözlü taliplerden çekmediği kalmayan Penelope, onla­rın sözlerine kulaklarını tıkamış, başını dokuma tezgâhından kaldır­mamış, boynunu büküp beyinin geri dönmesini beklemiştir:

H aydi evin e dön, bak işine gücüne, git d oku m a tezgâhına, ipliğine bak, b u y u r hizm etçilerine, işe gözkulak olsunlar k onuşm ak erkeklere vergi, en başta bana, benim bu evin tek efendisi.77

Aslına bakılırsa, Phaiak'ların kralı Alkinoos'un karısı Arete kadar yüceltilmemiştir Penelope. Ama Penelope kahramanlık çağı kadınlığı­nın tipik örneğidir; kocasının tutumuna karşı çıkan, boyun eğmekten- se ölmeyi yeğleyen Klytaimestra'nın karşısına çıkarılmıştır bilinçli ola­rak. Bilindiği gibi, Agamemnon on yıl sonra yanında bir kapatmayla geri döner ve kimse bir şey söyleyemez ona. Bu arada Klytaimestra da kendini bir sevgiliyle avutmuştur ama, aynı hoşgörüyle bakılamaz Klytaimestra'mn davranışına. Eski düzenin kadın kahramanı, yeni dü­

76 Pausanias, 3.19.9.77 Odysseia, 1. 356-59.

Page 429: Thomson_Tarih Öncesi Ege

428 TA R İH Ö N CESİ Eg e

zende bir suçludur artık. Yeni düzenin büyük ozanı Aiskhylos, gerçi kadının boyuneğişini doğru bulmaktaydı, ama gene de eski aile gele­neklerinden artakaldığı söylenilebilecek bir başkaldırı vardı içinde. İş­te bilinçaltında yatan bu başkaldırı, Yunan şiirinin başyapıtlarına ege­men olan bu görkemli konunun bağrındaki çatışmanın yaratıcı bir sim­gesi olarak yeniden boyverdi Aiskhylos'da.78

Gelişmiş Yunan toplumunun, tahtın babadan oğula geçtiği, kadının tek bir erkeğe bağımlı, koçanınsa özgür olduğu temel birimi, tahtın ka­dın soyundan geçtiği, evlilik diye birşeyin var olmadığı ve kadının er­keğini gönlünce seçtiği bambaşka bir düzenin bağrında verilen uzun bir savaşım sonucunda zorla kabul ettirilmişti. Hem de bu savaşımı, yeni ataerkil ideolojiyi pekiştirmenin en etkili araçlarından biri olan ve somut anlatımını îlyada ve Odysseia'da bulan destan geleneğini yara­tan insanlar vermişti. İşte, îlyada ile Odysseia'ya o olağanüstü canlılığı veren bu tarihsel etkendir.

Minos uygarlığının çöküşü ve yıkılışı, Roma'nm çöküşü ve yıkılışı­na benzetilir. Her ikisinde de, ileri, ama bitkin ve verimsiz bir toplum, barbar istilalarının zoru karşısında çökmüştür. Her ikisinde de, fetih- çiler ele geçirdikleri ülkelerin kültürünü özümlemişler ve epik şiir adı verilen özgün bir şiir biçimi geliştirmişlerdir. Her ikisinde de, sonuçta, daha yüksek türde yeni bir toplum yaratılmıştır. Ama temel bazı ay­rımlar da vardı hiç kuşkusuz. Nitekim, bu ayrımlardan biri vardır ki, hiçbir zaman açıklanmamıştır. Roma İmparatorluğu'na bağlı eyaletle­re yerleşen Cermen budunları Latin dilini benimsemişlerdi; Akha'lar ise kendi dillerini korumakla kalmamışlar, ele geçirdikleri yerlerin halk­larına zorla benimsetmişlerdi dillerini. Bu bakımdan, Akha'ların tutu­mu, Hin t-AvrupalIların Hindistan'ı istilasına daha fazla benzemekte­dir; Hint-Avrupalılardan önceki anaerkil kültürlerin çözülmesiyle bir­likte istilacıların dili yavaş yavaş yayılmıştır.79 Akha'ların Yunan dili­ni dayatmalarmı sağlayan en önemli etkenlerden biri, toplumsal örgüt­lenme biçimleriydi. Bir kere, Akha'ların örgütlenme biçimi, özel miil-

78 Klytaimestra’nın Agamemnon’u öldürmesi, kendilerini terk eden kocalarını öldüren Lemnos'lu kadınların (bkz. s. 165) ve gene kocalarını öldüren Danaos Kızları'nın (bkz. Aiskhylos ve Atina) suçlarıyla aynı toplumsal anlamı taşımaktadır. Panwar-Rajput’larda, evlenecek olan kıza anası koşuk biçiminde bir öğüt okur. Eğer kız anası, güveyi anaerkil kurala uygun olarak kendisiyle birlikte oturmaya razı edemezse, kızına verdiği öğüdü, kocasını zehirlemesini söyleyerek bitirir (Tribes and Castes of the Central Provinces of India, 4. 344). Bu artık hoş bir şaka olarak görülmektedir, ama Ehrenfels'in belirttiği gibi (Mother-right in India, s. 142) bir zamanlar "şakayla uzak yakın bir ilgisi yoktu, gerçek yaşamın bir parçasıydı."

79 Mother-right in India, s. 138.

Page 430: Thomson_Tarih Öncesi Ege

kiyetin gelişmesine uyarlanmış olduğundan, olağanüstü tarihsel gizil- güçlerle doluydu. İkincisi, aynı zamanda ataerkil olduğundan, başka halklarla karşılıklı kız alıp verme sonucu Yunan dilinin eski dil ve leh­çelerle yüz yüze geldiği her yerde, terazinin erkeklerin ve erkeklerin dilinin bulunduğu kefesinin ağır basmasını sağlıyordu.

Akha'lar bu işi Dor'lann gelişinden önce ne ölçüde başarmışlardı, bu işi kim tamamladı, bilmiyoruz. Çünkü Homeros ozanlarının Ak- haİarın geçmişini nereye kadar götürebildiklerini kestiremiyoruz. Ama gene de, Orestes'in başına gelenler, Pelopid'ler zamanında baba sanı­nın hâlâ pek o kadar güvenceli olmadığını düşündürüyor insana. Da­hası, Orestes'in oğulları ve torunları Ege Denizi'nin karşı kıyısına kaç­tıklarında, kendilerini yeniden eski anaerkil dünyanın içinde bulmuş­lardı. Savaşımın yeniden verilmesi gerekiyordu. Akha'larm ozanlık sa­natı, Aiolis ve İonia'ya aktarıldığında, yeni bir gelişme evresine girdi ve yavaş yavaş olgunlaşarak epik şiire dönüştü.

Yunan uygarlığı, Olympos'dan inen İris gibi, barışçıl koyaklara kon­mamıştır. Yunan uygarlığı, yanan kentlerden yükselen dumanlar ve yurtlarından edilen tutsakların çığlıkları arasında gerçekleştirilen sayı­sız akınlar ve çarpışmalarla dolu bir savaşımın ürünüydü. Onu ilerle­ten güç, sınıfların çatışmasıydı. Bunu görmezden gelirsek, hem Yunan­lıları beceriksizce övmüş, hem de kendimize haksızlık etmiş oluruz.

K Ü L T Ü R L E R İ N Ç A T I Ş M A S I 429

Page 431: Thomson_Tarih Öncesi Ege
Page 432: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Beşinci Bölüm

HOMEROS

M üzik b içim leri ile sö z arasın d ak i ilişki, sa n a t yaratıcılığ ın ın o ld u ğ u k ad ar, bilim in de in celem e konusu olacak bir gü n.

Y EA T S

Page 433: Thomson_Tarih Öncesi Ege
Page 434: Thomson_Tarih Öncesi Ege

4 3 3

ŞİİR SAN ATI*

XIV

1. Söz ve Büyü

Bu bölümün konusu, şiirin kökeni ve doğası. Bu konuyu bilimsel bir sorun olarak ele alacağız. Şiirden salt şiir olarak tat almakla yetmenle- re uygun ya da çekici gelmeyebilir bu yol; ama şiir, bilimsel olarak in­celendiğinde, daha az değil, daha çok tat verir. Şiirin tadma bütünüy­le varabilmemiz için, şiirin ne olduğunu anlamamız gerekir; ne oldu­ğunu anlamamız için de nasıl ortaya çıkıp geliştiğini araştırmamız.

Bu sorunu ele almaktaki amacımız, Yunan şiirinin tarihöncesine ışık tutmak. Ne var ki, bu işin üstesinden ancak olabildiğince geniş bir alan­dan seçilecek örnekler karşılaştırılarak gelinebilir. Dolayısıyla, verece­ğimiz örnekler yalnızca Yunan şiiriyle sınırlı olmayacak. İngiliz ve İr­landa şiirinden rasgele örnekler sunacağım. İngiliz şürinden örnekler, en iyi büdiğimiz şiir olduğu için yararlı olacak. İrlanda şüriyse, çağdaş Avrupa şiirinin gelişmesinde daha erken bir aşamayı örneklemektedir. Bunlar dışında, bir de ilkel halkların şarkı ve danslarından örnekler ve­receğim.

Yunan şiiri ile çağdaş İngiliz şiiri arasındaki en belirgin ayrımlar­dan biri, eski Yunan'da şürle müziğin birbirine sıkı sıkıya bağlı olma­sıdır. Eski Yunan'da salt çalgısal bir müzik yoktu, en güzel şiirlerin ço­ğu müzik eşliğinde okunmak için yazdırdı. İrlanda dilinde de şiirle mü­

* George Thomson, kitabının "Şiir Sanatı" başlıklı bu bölümünü bir süre sonra Marxism and Poetry adını taşıyan bir kitapçıkta ufak tefek birtakım değişikliklerle ayrı olarak yayımladı. Bu kitapçık, Türkiye'de Cevat Çapan çevirisiyle önce Marksizm ve Şiir (Uğrak Kitabeyi Yayınları, Şiir Sorunları Dizisi 1, İstanbul, Kasım 1966) adıyla, daha sonra da Şiir Sanatı (Üç Çiçek Yayınevi, Sanat-Edebiyat Kuramları 1, İstanbul. Mart 1984) adıyla yayımlandı. Dolayısıyla, bu bölümü çevirirken, Thomson'ın kendi yaptığı değişiklikleri bir yana bırakırsak, Cevat Çapan'ın çevirisini olduğu gibi korumaya çalıştım, (ç.n.)

Page 435: Thomson_Tarih Öncesi Ege

zik arasında yakın bir bağ var. Üstelik çıkarsama yoluyla vardığımız bir sonuç değil bu, bugün bile yaşayan bir gerçeklik. Nicedir kitaplar­dan bildiğim kimi İrlanda şiirlerini, geleneksel biçemle okuyan usta bir köy türkücüsünden dinlediğim ilk günü hiç unutamayacağım. Yepye­ni bir yaşantıydı bu benim için. Şiir olarak da, müzik olarak da, buna benzer bir şey duymamıştım daha önce.

İrlanda şiirinin bir başka özelliği daha var. İngiliz şiiri, birçok İngi­liz için rafa kaldırılmış bir kitaptır. Kimsenin ne bildiği vardır, ne de il­gilendiği. İlgilenen az sayıda insan arasında bile, şiirin günlük yaşayış­larına büyük ölçüde ya da derinliğine karıştığı söylenebileceklerin sa­yısı pek çok değildir. İrlanda dili konuşan köylüler arasındaysa, bu hiç de öyle değil. Onlar için kitaplarla hiçbir ilintisi yoktur şiirin. Pek çoğu okuryazar bile değildir ya da yakın zamanlara kadar değildiler. Şiir, dil­lerinde yaşar onların. Herkes bilir, herkes sever şiiri. Durmadan günlük konuşmaya karışır. Üstelik bugün bile yaşayan bir güçtür! Ne zaman önemli bir olay olsa, onu kutlamak için bir türkü bestelenir. Bestelenir diyorum ama, bu sözcük pek yerinde değil aslında. Bu türküler bizim anladığımız anlamda bestelenmez. Doğaçtan söylenir. Daha son zaman­lara kadar, birçok İrlanda köyünde, bir esinlenme anında, genellikle gü­nümüz İngilizcesindeki koşuk biçimlerinden çok daha işlenmiş koşuk biçimleriyle şiir uydurabilecek yetenekte geleneksel bir ozan bulunur­du. Benim en iyi bildiğim köyde de, kırk yıl kadar önce ölmüş ünlü bir ozan varmış. Şiirlerinin hemen hepsi belli zamanlarda, belli olaylarla il­gili olarak uydurulmuş. Anımsıyorum, ailesi anlatmıştı; ölüm döşeğin­de bile başını koluna dayayarak bütün gece durmadan şiir okumuş.

Elbette üstün yetenekli biriydi bu ozan. Sanatını bir önceki kuşak­tan gelme bir ozandan öğrenmiş meslekten bir ozandı. Ama çok geç­meden gördüm ki, meslekten ozanla köyün öteki insanları arasında ke­sin bir ayrım yok. Bütün iş ustalığın ölçüsünde. Bir yere kadar hepsi ozandı bu insanların. Konuşmaları hep şiirleşme eğiliminde. Şiir gele­neklerini bizim toplumumuzda olduğundan çok daha yaygın bir biçim­de biliyorlardı, sokaktaki insan da bir çeşit ozandı. Bir örnek vereyim.

Atlas Okyanusu'na bakan bir tepe üzerine tünemiş gibi duran bu köyde bir akşam dolaşırken, köyün kuyusuna geldim. Tanıdığım yaş­lı bir köylü kadına rastladım orada. Kovalarını daha yeni doldurmuş, durmuş denize bakıyordu. Kocası ölmüş, yedi oğlu da, onun deyişiy­le "toparlanıp" Massachusetts'in Springfield kentine "gitmişlerdi". Bir­kaç gün önce oğullarından birinden bir mektup gelmiş, son günlerini rahat geçirsin diye onu da yanlarına çağırıyormuş, yol parasını da gön-

4 3 4 T a r i h ö n c e s İ E g e

Page 436: Thomson_Tarih Öncesi Ege

ŞİİR SA N A T I 4 35

gerecekmiş, yeter ki o razı olsun. Ayrıntılarıyla anlattı bütün bunları bana, sonra da tepelerdeki tezek yığınına gitmek için nasıl yorulduğun­dan, tavuklarının öldüğünden, karanlık, isli kulübesinden yakındı; ar­dından, düşündeki Amerika'nın taşı toprağı altın bir Eldorado oldu­ğundan, Cork'a kadar yapılması gereken tren yolculuğundan, deniz­leri aşmaktan söz açtı, ama tek dileğinin kemiklerinin İrlanda topra­ğında dinlenmesi olduğunu söyledi. Konuştukça coştu, dilinin akıcılı­ğı arttı, daha renkli, ritimli, ezgili bir nitelik aldı. Gövdesi de düştey­mişçesine, bir beşik gibi sallanarak sözlerine eşlik ediyordu. Sonra gü­lerek kovalarım aldı, bana iyi geceler diledi, evinin yolunu tuttu.

Okuma yazma bilmeyen, hiçbir sanat kaygısı olmayan bu yaşlı ka­dının beklenmedik coşuşuııda şiirin bütün özellikleri vardı: Esinli bir konuşmaydı bu. Bir şairin esinlendiğini söylediğimiz zaman ne demek isteriz?

Bu soruyu yanıtlayabilmemiz için, gününmüzde yaşayan ilkel in­sanların dillerinde sürdürüldüğü biçimiyle ilkel şiire dönmemiz gere­kiyor. Ama bu insanların toplum yapılarını bilmezsek, şiirlerini de an­layamayız. Üstelik, şiir özel bir söz biçimidir. Bu da insanın başlangı­cına dönmeyi gerektirir, çünkü söz (konuşma) insanın ayırt edici özel­liklerinden biridir. Sorunun ta başına dönmemiz gerekiyor.

İnsanın nasıl yaratıldığını tam olarak bilmekten oldukça uzağız da­ha, ama bilim adamları bir temel nokta üzerinde anlaşıyorlar. İnsan iki temel özelliği ile hayvanlardan ayrılır: Araçlar ve konuşma.

Yüksek memeliler ayakta durabildikleri ve önayaklarım el olarak kul­lanabildikleri için aşağı omurgalılardan ayrılırlar. Beyindeki devimsel organların sürekli incelmesi anlamına gelen bu gelişme, çevredeki özel koşulların bir sonucudur. Bunlar ormanlarda yaşayan hayvanlardı; ağaç­lar arasında yaşamaksa görme ve dokunma duyuları arasmda yakın bir işbirliği ve incelmiş bir kas düzeni gerektirir. Ellerin gelişmesiyse, be­yin için yeni sorunlar, yeni olanaklar çıkardı ortaya. Böylece, daha baş­langıçta, el ile beyin arasında bütünsel bir bağ kurulmuş oldu.1

İnsan, yüksek memelilerin bir sonraki aşaması olan insansı may­munlardan, ayakta durabilmesinin yanı sıra yürüyebildiği için de ay­rılır. İnsanın ormandan çıkıp toprağa basmak zorunda kalması sonu­cunda yürümeyi öğrendiği ileri sürülüyor. Böyle de olmuş olsa, asıl önemlisi böylece insanda eller ile ayaklar arasındaki işbölümünün ta-

1 C . Elliot Smith, Evolution of Mon, (Oxford, 1924), s. 17-46; C . Clark, From Savagery to Civilisation,

(Londra, 1946), s. 1-6.

Page 437: Thomson_Tarih Öncesi Ege

marnlanmış olmasıdır. Ayak parmakları kavrama özelliğini yitirmiş, el parmaklarıysa maymunlarda olmayan bir beceriklilik kazanmıştı. May­munlar ellerine sopa ve taş alabilirler, ama yalnız insan eli bunlardan araç yapabilir.

Bu belirleyici bir adımdı. Yepyeni bir yaşama yolu açıyordu. Araç­larla donanan insan, artık geçimi için gerekli şeyleri arayıp bulmaktan kurtuluyor, onları üretiyordu. Doğayı denetimi altına almak için kul­lanıyordu araçlarını. Ve bunu başarmaya çalışırken, doğanın, insan is­teminin dışında kendi yasalarına göre yönetildiğini anladı. Çevresin­de olup bitenlerin nasıl olduğunu öğrenerek bu olayları gerçekleştir­mek için ne yapması gerektiğini de öğrendi. Doğadaki yasaların nes­nel gerekliliğini tanıdıkça, onları kendi amaçları doğrultusunda kul­lanma gücünü elde etti. Bu yasaların kölesi olmaktan kurtulup onlara egemen olmayı başardı.2 Öte yandan, doğa yasalarının nesnel gerekli­liğini anlayamadığı sürece, çevresindeki dünyayı salt kendi istemini öne sürerek değiştirebileceğini sandı. Büyünün temeli de budur.

Başlangıç evrelerinde üretim çalışması topluca yapılırdı. Birçok in­san elbirliği yaparak birlikte çalışırdı. Bu koşullarda araçların kullanıl­ması yeni bir iletişim yolu çıkardı ortaya. Hayvan seslerinin anlatımı son derece sınırlıdır. İnsandaysa açık seçiklik kazanmıştır sesler. Geli­şip düzenlenerek çalışan toplulukların eylemleri arasında bir uyum sağlamıştır. Böylece, insan araçları bulmakla konuşmayı da bulmuş­tur.3 El ile beyin arasındaki bağ gene karşımıza çıkıyor. Konuşma, asıl üretim uygulayımının bir parçası olarak doğmuştur. Çalışma sürecini önceden canlandırarak gövdenin kassal devinimlerine yardımcı olu­yordu konuşma; çalışma süreci açısından vazgeçilmez olduğu için de öznel olarak onun nedeniymiş gibi görünüyordu; bir başka deyişle, bii- yüseldi. İlkel düşüncede, söylenen sözcük, her zaman ve her yerde bü- yüsel bir güçle donanmıştır.4

Uygulayım geliştikçe, çalışmaya sesle eşlik etme fiziksel bir gerek­lilik olmaktan çıktı. İşçiler kendi başlarına çalışma yeteneğini edindi­ler. Ama toplu davranış ortadan kalkmadı. Asıl işe başlamadan önce onun bir provası olarak, daha önce işin kendisinden aynlamayacak olan

436 T a r i h ö n c e s i E g e

2 F. Engels, Doğanın Diyalektiği.3 B. Malinowski, "The Problem o f Meaning in Primitive Languages", C.K. Ogden ve I.A. Richards'ın The

Meaning o f Meaning'inde (Londra, 1927); B. Malinowski, Cora/ Cardens and Their Magic, (Londra. 193S), C ilt li, s. 232.

4 R. BrifTault, The Mothers, (Londra, 1927), Cilt I, s. 14-23; bkz. Coral Cardens and Their Magic, Cilt II. s. 232.

Page 438: Thomson_Tarih Öncesi Ege

toplu devinimlerin canlandırıldığı bir dans olarak, varlığım sürdürdü. İlkel insanların bugün bile yaptıkları yansılama dansı budur.

Bu arada konuşma gelişti. Araçların kullanılmasında yönetici bir eş­lik olmaktan çıktı, bireyler arasmda, bütünüyle açık seçik, bütünüyle bi­linçli bir iletişim yolu, yani bugün anladığımız anlamda dil oldu. Yan­sılama dansındaysa sözlü bölüm olarak varlığını sürdürdü ve büyü gö­revini korudu. Böylece bütün dillerde iki konuşma biçimi olduğunu gö- rüvoruz: Biri, insanların birbirleriyle iletişimde bulunmalarına yarayan, bildiğimiz, günlük konuşma; öbürü de, toplu olarak kuttörenlerde kul­lanılan, daha yoğun, olağandışı, ritimli ve büyüsel olan şiirsel konuşma.

Bu açıklama doğruysa, şiir dili genel olarak ritim, müzik ve düşlem niteliklerini daha çok koruduğu için, konuşma dilinden daha ilkeldir. Elbette, yalnızca bir varsayım bu, ama ilkel diller üzerine bildiklerimiz de bu varsayımı doğruluyor. Bu dillerde şiirsel konuşma ile günlük ko­nuşma arasında tam bir ayrımın iyice belirmediğini görüyoruz.

İlkel insanların günlük konuşmalarında çok belirgin bir ritim ve oy­nak, ezgisel bir vurgu vardır. Kimi dillerde vurgu öylesine müziksel, anlama öylesine bağlıdır ki, bir türkü bestelendiğinde, türkünün hava­sını daha çok konuşulan sözün doğal ezgisi belirler.5 Konuşan kimse de, sözünü ettiğim Mandalı köylü kadın gibi, arada coşarak yarı şiir­sel bir dil kullanma eğilimindedir. Bu özelliklerin ilk ikisine değilse bi­le, sonuncusuna bir örnek verebiliriz burada.

Bir İsviçreli misyoner Umbosi demiryolu yakınlarında, Zulu bölge­sinde kamp kurmuş. Yerliler için Umbosi demiryolu Durban'a, Lady- smith'e, Johannesburg'a yapılan yolculuk demekmiş; köy delikanlıla­rının seçim hakkı vergisi yüzünden sazdan kulübelerini bırakıp maden ocaklarında gençliklerini tüketmek, genç kızların çoğunun da arka so­kaklardaki genelevlerde çalışarak daha korkunç bir duruma düşmek için her yıl çıktıkları yolculuk. Kamptaki uşaklardan biri, karşıdan bir tren göründüğünde bulaşık yıkamaktaymış; tam o sırada şu sözleri mı­rıldandığı duyulmuş:

U zak tan h om u rd an ıp gelen,D elikanlıları ezip geçen ,K arılarım ızı baştan çıkaran .

Ş if R S A N A T I 437

S I. Schapera, The Bantu-speaking Tribes o f South Africa, (Londra. 1937), s. 282-3. 286. 401-2; R.S. Rattray, Ashanti (Oxford, 1923), s. 245-7; bkz. Platon. Devlet, (Çevirenler Sabahattin Eyuboğlu-M. Ali Cimcoz; Remzi Kitabevi, Oçtincü Basım, Haziran 1975), 398d.

Page 439: Thomson_Tarih Öncesi Ege

438 T a r İh ö n c e s İ E g e

Bizi bırakıp kentlere gidiyorlar, kötü oluyorlar.Irz d üşm anı! Bizse yalnız kalıyoruz b u rad a.6

İşte sanat kaygısı taşımayan bir söylenme daha. Yaşlı bir zenci uşa­ğın kendi kendine mırıldandığı sözler, ama gene de şiir bu. Tren ada­mın dikkatini çekiyor. Bulaşığı unutuyor. Sonra treni de unutuyor. Tren, tren olmaktan çıkıp en çok sevdiklerini yok eden bir gücün simgesi olu­yor. Bilinçaltının dilsiz yakınması bir açıklanma yolu buluyor. Sonra trenin gürültüsü yitiyor, adam da bulaşıklarına dönüyor.

Demek ki, ilkel insanların günlük konuşmaları ancak şiir için dü­şündüğümüz ölçüde ritimli, ezgisel ve olağandışıdır. Bu insanların gün­lük konuşmaları şiirselse, şiirleri de büyüseldir. Bildikleri tek şiir tür­küdür, türkü söyleyişleriyse hemen her zaman gövdesel bir devinim eşliğindedir ve dış dünyayı bir değişikliğe uğratma, yanılsamayı ger­çekliğe dayatma amacım güder.

MaoriTerin bir patates dansı vardır. Körpe ürünler doğu rüzgârla­rından zarar görebileceği için, genç kızlar tarlalara gidip dans ederler, gövdeleriyle rüzgârın esişini, yağmurun yağışını, bitkilerin büyüyüp yeşermesine öykünürler. Bir yandan da türkü söyleyerek, ekinleri de kendilerine uymaya çağırırlar.7 Gerçekleşmesini istedikleri sonucu düş­sel bir biçimde yerine getirirler. Bu, asıl uygulayımın bir tamamlayıcı­sı olan aldatıcı bir uygulayım, yani büyüdür. Ama aldatıcı da olsa, boş bir şey değildir bu. Dansın patatesler üstünde doğrudan doğruya bir etkisi olmayabilir, ama dansa katılan kızlar üstünde hiç de küçümsen­meyecek bir etkisi olabilir, nitekim vardır da. Dansın patatesleri koru­yacağı inancıyla esinlenerek, daha büyük bir güven ve güçle tarlaları­na bakmaya başlarlar. Böylelikle dansın ürünler üstünde de bir etkisi görülür sonunda. Dans, kızların gerçeklik karşısındaki öznel tutumla­rını, dolaylı olarak da gerçekliği değiştirmiş olur.

MaoriTer Polinezyalıdır. Yeni Hebrid adalarında yaşayanlar da öy­le. Bunların değişik ritimli iki bölümden oluşan geleneksel bir türkü türleri vardır. Birinci bölüme "yaprak", ikinci bölüme "m eyva" derler.8 Bir başka Polinezya adası olan Tikopia'daysa üç bölümlük bir türkü türü var. Birinci bölüme verilen ad "ağaç gövdesinin tabanı", ikinci bö- Iümünki "ara sözler", üçüncü bölümünkiyse "meyva demeti" anlamı-

6 H.A. Junod, Life o f a South African Tribe, (ikinci Basım, Londra, 1927), Cilt II, s. 196-7.7 K. Bücher, Arbeit und Rhythmus, (Beşinci Basım, Leipzig, 1919), s. 409-10. Burada sözkonusu olan

patates, tatlı patatestir (Batatas edulis).8 ). Layard, Stone Men ofMalekula, (Londra, 1942), s. 315.

Page 440: Thomson_Tarih Öncesi Ege

ŞİİR SANATI 439

ııa geliyor.9 Bu terimler de gösteriyor ki, bu türkü türleri, Maori kızla- rmmkine benzeyen yansılama danslarının evrimi sonunda ortaya çık­mıştır. Şiir, büyüden doğmuştur.

Resim 64. Dansçılar; Attika vazosu

Biraz daha ilerletelim kanıtlamamızı. Aşağıdaki alıntı, Malinowski'nin- Trobriand Adaları'nda derlediği okuyup üfleme dualarından biri:

G eçer, geçer,K aval kem iğinin acısı g eçer.D erinde açılan y ara geçer,K arnındaki d erin sızı g eçer,G eçer, g eçer.10

Şiirsel diyebileceğimiz bir şey değil bu şiirin konusu. Ama biçimi şi­irsel. Malinowski'nin de belirttiği gibi, bu duaların dilinin özelliği "ses­çil ve ritimli olması, eğretileme ve ses yinelemesi etmenlerinin zengin­liği, garip titreşimler ve yinelemelerden yararlanmasıdır".11 Gerçekleş-

9 R. Firth, We, the Tikopia, (Londra, 1936). s. 285.10 Coral Cardens and Their Magic, Cilt II, s. 236-7.11 Aynı yerde. Cilt II, s. 213, bkz. s. 222; R.H. Codrinton, The Melanesians. (Oxford, 1891), s. 334; Stone

Men ofMalekula, s. 285; J. H. Driberg, The Longo: a Nilotic Tribe o f Uganda, (Londra, 1923), s. 245.

Page 441: Thomson_Tarih Öncesi Ege

4 4 0 TA RİH Ö N C ESİ EGE

meşini istediğin şeyin gerçekliğini öne sürerek onu gerçekleştirmiş olu­yorsun. Bu öne sürüşte kullandığın dil de, özlenen gerçekliğin yerine gelmesi için yaptığın yansılama dansındaki coşkun müziğin yankıları­nı taşıyor.

Bu da, bir kayanın içinde yaşadıkları söylenen iki kadma söylenen bir Yeni Hebrid türküsü:

T ürkü d u y u lu y o r, türkü bağırıyor.T ürkü b ağırıyor, gelsin k arım olsun!

O rad a d u ran kadın.O radaki iki kadın,K utsal kayadak i kadınlar.K ayanın içinde o tu ran , kayanın içind e yaşay an ,

T ürkü b ağırıyor, ikisi d e dışarı çıksın!12

Burada düşle gerçeği birbirine karıştıran bir anlatım yerine, bir buy­rukla karşı karşıyayız. Ama bu buyruk doğrudan doğruya ilgili kim­selere yöneltilmiyor. Türkünün büyüleme gücünün aracılığıyla açıkla­nıyor. Türkü doğaüstü bir güç olarak dışsallaştırılıyor. Bundan sonra­ki örneğim, bir Alman ormancı türküsü:

Sen söyle, sen söyle, orm an.Sen çınla, sen çınla, bayır,G ene u ğulda, gen e uğulda, koru,G ene yankılan, gen e yankılan, orm an,Yinele benim güzel sesim ,Yinele benim altın başım ,Yinele benim şarkım ,En sevd iğim seslerin geldiği yerde:

Yakında çalılar kırılacak,A ğ aç gövdeleri yığılacak,K ütükler avlu d a toplanacak,S am an lar orta yere birikecek,Ellerini sü rm ed en delikanlılar

Bilenm iş baltaların a.13

12 Stone Men of Malekula, s. 142.13 Arbeit und Rhythmus, s. 473.

Page 442: Thomson_Tarih Öncesi Ege

ŞİtR SANATI 44i

Ormancılar, türkülerinin karşılığında, ağaçların devrilmesi, kütük­lere ayrılması, ormandan yuvarlanarak avluya yığılması için sesleni­yorlar. Söyledikleri şeylerin olmayacağım onlar da çok iyi biliyorlar, ama olacağını düşlemek hoşlarına gidiyor, çünkü çalışmalarına yar- dnncı oluyor. Şiir büyüden çıkıp gelişmiştir.

Şimdiki örneğim de, İrlanda'dan eski bir bilicilik şiiri:

İyi haberler: deniz bereketli, kıyılar dalgalı, gü lü m seyen korular;

tılsım u çu y or, m eyvalar tom urcuk lan ıyor, tarlalar başak d olu , arılar vızıldıyor,

yeryü zü sevin ç içinde, barış ve bolluk, m utlu gelen y a z .14

Uğurlu, iyi bir mevsimin gelmesi için bir bilicinin okuduğu dua bu. Özlenen gelecek, daha o anda gelmiş gibi tanımlanıyor.

Böylece, nerdeyse sezilmesi güç bir gelişmeyle, çok iyi bildiğimiz bir şiir türüyle karşı karşıya geliyoruz:

Y az m evsim i geliyor,Şakıyor gu guk kuşu!

Tohum başakta, çay ır rüzgârda O rm an yeşeriyor gene -

Ö t gu guk kuşu!

Bir gerçeği bildiriyor bu sözler, ama burada bile bir buyruk var so­nunda. Kökleri Avrupa'daki köylü yaşayışına kadar inen bu mevsim­lik türküler, topluluğun özlemlerinin gerçekleşmesini kutlamak için yakılırdı. Ama bu kutlamada bir duanın yankıları sürüp gitmektedir. Şiir büyüden çıkıp gelişmiştir.

"Parlak yıldız, ben de senin gibi değişmez olsam!" Den lieb' ich, der Unmögliches begehrt. Neden şairler olmayacak şeyleri özlerler? Çünkü şiirin, büyüden aldığı başlıca görevi budur da ondan. Kendilerini yan­sılama danslarının coşturuculuğuna kaptıran aç, korkmuş ilkel insan­lar, doğa karşısındaki güçsüzlüklerini gerçek dünyanın, dış dünyanın bilincinden uzaklaşıp özledikleri dünyaya, bilinçaltına, düşlerdeki iç dünyaya geçişlerini, ruh ve bedenlerinin katıldığı yoğun bir esrime için­

14 K. Jackson, Early Celtic Nature Poetry, (Cambridge, 1935), s. 170.

Page 443: Thomson_Tarih Öncesi Ege

4 4 2 TA RİH Ö N C ESİ E g e

de dile getiriyorlardı. İnsanüstü bir çabayla, yanılsamayı gerçekliğe da­yatmaya çalışıyorlardı. Gerçi bunu başaramıyorlardı, ama çabaları da boşa gitmiyordu. Böylece, kendileriyle çevreleri arasmdaki fiziksel ça­tışma çözülüyor, denge sağlanmış oluyordu. Öyleki, gerçekliğe dön­düklerinde, gerçeklikle eskisinden daha iyi baş edebilecek bir duruma gelmiş oluyorlardı.

Keats, son bir çabayla sağlığına kavuşmak için İtalya'ya doğru yo­la çıktığında yirmi dört yaşındaydı. Fanny Brawne'u son bir kez gör­müştü. Manş Denizi'nde kopan bir fırtına yüzünden gemisi Lulvvorth Körfezi'ne sığınmak zorunda kaldı. Keats burada karaya çıktı. İngilte­re topraklarında son bir kez dolaştı. Akşamleyin gemisine döndü, için­de Shakespeare'ın şiirleri bulunan bir kitabm arkasına bu soneyi yaz­dı. Dört ay sonra da İtalya'da veremden öldü.

P arlak yıldız, ben de senin gibi d eğişm ez olsam !

Bilinçli bir istek bu, ölmekte olan bir insanın isteği. Ama daha o an­da şiirsel anılarla yüklü:

A m a ben kutup yıldızı gibi kım ıldam am yerim d en ,Diretip yerind en ayrılm am akta

G öklerde eşi olm ayan o yıldız gibi.

Bu sözler, şairin kendi düşlerini harekete geçiriyor. Kendisini yıl­dızla, sonra da insanların en eski çağlardan beri sonsuz yaşamın sim­gesi olarak tapındıkları ayla özdeşliyor. Keats gözünü aydan çevirip, körfezde sallanan gemisinden, bu gezegeni belirten çizgilerin üstünde alçalıp yükselen sulara bakıyor:

Y ap ayaln ız, görkem iyle gecenin d o ru ğ u n d an ,D oğa'nın sabırlı Dervişi gibi,

K ap an m ayan gözlerle bakakalm am ak Y eryü zü n ü n kıyılarında su dökü n ü p

Dua eden keşişler gibi koşuşan d algalara,Y a da d ağ lara , fundalıklara ilk yağan karın

Y u m u şak örtüsüne dalıp gitm em ek -

Sonra, böylece sonsuzluğa çekilmiş, hâlâ geminin uyutucu sallanı­şını duyarak ve ölümsüzlüğe erişmiş olarak yeryüzüne iniyor:

Page 444: Thomson_Tarih Öncesi Ege

ŞİİR SANATI 443

H ayır, am a gen e de aym , gene de değişm ed en ,Y aslan ıp sevdiğim in kabaran göğsü ne,

H ep onun yu m u şak alçalıp yükselişini d u y m ak ,O tatlı sallantıyla her an uyanık,

D inlem ek, durm aksızın o ılık soluyuşu,V e hep böyle yaşam ak -

Ama olanaksızdır bu. Ölümsüz aşk olamaz, işte bu yüzden de şai­rin ölümsüzlük yakarışı karşıtına dönüşür:

V e hep böyle y aşam ak , ya da hiç uyanm am ak .

Uyanır. Geminin sallanışıyla gelen bir düş gibidir bu; uyuyan sev­gilisinin beyaz göğsünün, koşuşan dalgalarla ve dağlara yağan karla simgelendiği bir düş. Ama bu düşün yardımıyla üstündeki sıkıntıyı at­mıştır. Yeniden dinginliğe kavuşmuştur. Dünya nesnel olarak gene

G ençliğin solup eriyerek öldüğü

dünyadır, ama şairin bu dünyaya karşı öznel tutumu değişmiştir. Bu yüzden, şair için artık aynı dünya değildir. İşte bu, büyünün oldu­ğu gibi, şiirin de diyalektiğidir.

2. Ritim ve Çalışma

Ritim, en geniş anlamıyla, perde ve temposu belli aralıklarla düzen­lenmiş sesler dizisi olarak tanımlanabilir. Fizyolojik bir başlangıcı var bunun kuşkusuz, ama o düzeyde insanlarla hayvanların ortak bir ni­teliği bu. Burada, ritmin fiziksel temeliyle değil de, insanın onu ne du­ruma getirdiğiyle ilgiliyiz. Ben, insan ritminin, araçların kullanılmasıy­la başladığını ileri süreceğim.

Hepimiz biliyoruz ki, çocuklar yazı yazmayı öğrenirken, çoğu za­man elleriyle birlikte dillerini de kımıldatırlar, dahası yazdıkları söz­cükleri yüksek sesle söyledikleri bile olur; dinleyen biri olduğu için de­ğil, parmakların kalemi oynatmasına yardım etmek için yaparlar bu­nu. Aslında beyinde eli devindiren alandan dili denetleyen alana bir "taşma" olur. Çocuk yaza yaza kolaylık kazamnca, bu taşma ortadan kalkar.

Page 445: Thomson_Tarih Öncesi Ege

4 4 4 TA RİH Ö N C ESİ E g e

Gene, kütük ya da taş kaldırmak gibi ağır bir iş yapan bir adam, kas­larını zorlayacak her devinimden önce derin bir soluk almak için du­rur, soluk borusunu kapar; kasları gevşeyince de ciğerlerindeki solu­ğu çıkarır, böylece ses tellerinin titreşiminden anlaşılmaz bir homurtu duyulur.

İlkel insanlar, konuşurken, çocuklar gibi ellerini kollarmı kullanır­lar. El kol kullanmanın işlevi yalnızca söyleneni başkalarının anlama- sına yardım etmek değildir. Kendi kendilerine konuşurlarken de kul­lanırlar ellerini kollarını. Daha önce anlattıklarımız gibi içgüdüsel bir devinimdir bu. Ses organlarının devinimiyle gövdenin kaslarındaki öbür devinimler birbirine karışır sanki. Bizim için önce konuşma, son­ra el kol devinimi gelir, ama ilk atalarımız için bunun böyle olduğu söy­lenemez. İlkel insanlara değgin ruhbilimde, konuşma ile el kol devi­nimleri arasındaki doğal karşılıklı bağımlılık, kanıtlanmış bir olgudur.15

Yarım yüzyıl önce Bücher, bu görüşlere dayanarak, konuşmanın, araçların kullanılmasında kasların zorlanmasıyla ses organlarında or­taya çıkan tepkeli devinimlerin bir evrimi olduğunu ileri sürdü.16 El­ler ustalaştıkça, ses organları da gelişti, sonunda bilinçlenen insan bu tepkeli devinimleri toplumun tanıyabileceği bir iletişim düzeni olarak geliştirdi.

Bücher, bu varsayımı geliştirirken, iş türkülerini kapsamlı bir biçim­de inceledi. İş türkülerinin işlevi, ritimli, coşturucu bir nitelik kazandı­rarak üretim çalışmasını hızlandırmaktır. İplikçi kız, türküsü çıkrığını döndürecek diye türkü söyler; söylediği türkü kendisinin çıkrığı dön­dürmesine yardım ettiği için de çıkrığın dönmesini kolaylaştırmış olur. Büyüye çok yakın bir şey bu. Belli durumlarda bu türkülerin okuyup üfleme duaları olarak ortaya çıktığı kanıtlanabilir.17

Yeryüzünün her yanında bütün kültür aşamalarında iş türkülerine rastlanır; makinelerin uğultusunun bu türküleri bastırdığı yerler dışın­da elbette. Kol emeğini gerektiren bir işe giriştikleri anda, ilkel insan­ların dudaklarından kendiliğinden dökülür iş türküleri; özellikle ka­

15 l.H . Gray, Foundations of Language, (New York, 1939), s. 155; R.B. Smyth, The Aborigines of Victoria. (Londra, 1978), Cilt II, s. 412; Ashanti, s. 247. Birçok ilkel halkın, suskunluk tabularının üstesinden gelmek için başvurdukları gelişmiş "sağır-dilsiz" dilleri vardır; B. Spencer ve F.|. Gillen, The Arunta, (Londra, 1927), s. 433, 600-8; A.W. Howitt, Native Tribes of South-East Australia, (Londra, 1904), s. 723-35: The Aborigines of Victoria, Cilt II, s. 4, 308.

16 Arbeit und Rhythmus, s. 395. Bücher'den sonra Paget de az çok benzer bir varsayım ortaya atmıştır. Paget'nin varsayımı ruhbilimsel açıdan daha kapsamlı olmakla birlikte, sorunun öteki yönlerinin pek derinine inmemektedir.

17 H.M. Chadwick, The Growth o f Literature, (Cambridge, 1932-40), Cilt III, s. 783.

Page 446: Thomson_Tarih Öncesi Ege

ŞİİR SANATI 445

dınlar arasında günlük yaşa­yışın tekdüzeliğine bastırıl­maz bir eşlik sağlar.18 İş tür­küleri birtakım anlamlı deği­şimlere karşın, dil ile çalışma arasındaki ilk ilişkiyi koru­dukları için, şiirin kökeni ba­kımından da özel bir önem ta­şır. Bunu gören Biicher'dir.Bücher'in vardığı başlıca so­nuç, bir başka deyişle insan ko­nuşmasının ritminin çalışma sürecinden kaynaklandığı, hiç kuşkusuz doğrudur. Bücher, bu sonu­cu, belli ritimleri belli süreçlerle özdeşleyerek doğrulamaya çalışmış­tır.19 Kanıtlamasının bu bölümü yanlıştır, nitekim ben de buraya alma­dım. Bücher'in vardığı sonucun en açık seçik kanıtı, türkü yapısı ilke­lerinin çözümlenmesinde yatmaktadır ve ben bu işi üstlenebilirim.

Kürek çekme işi, değişikliği olmayan, düzenli aralıklarla yapılan ya­lın bir kas işlemidir. Kürekçilerin tempo tutması için en yalın biçimiy­le iki seslemli bir heyamola kullanılır: Ho - hop! İkinci seslem zorlanma anını belirtir, birincisiyse hazırlayıcı bir işarettir.

Bir geminin yönünü değiştirmek, kürek çekmekten daha ağır bir iş­tir. Bu yüzden, zorlanma anları da daha yeğindir ve daha uzun bölüm­lere ayrılmıştır. Bu da İranlIların Ho - li - ho - hup! diye bağırdıkları he­yamolada olduğu gibi hazırlayıcı sesleme yayılma olanağı sağlar. Ki­mi zaman Rusların heyamolasında olduğu gibi son seslem bir rahatla­ma seslemidir: £ -yuh - nyem! Kimi durumlardaysa bu heyamolaların tümüyle ya da bir bölümüyle açık seçiklik kazandığı görülür: Heave - o - ho! Haul away! (Yisa! Vira salpa! ç.n.)

İki seslemli yalın heyamolaların değişen ve değişmeyen öğelerinin, dansta el ya da ayağın kaldırılışını ve indirilişini belirten ölçülü düze­nin vurgusu ve durgusu oldukları anlaşılıyor.20 Demek ki, ritimde vur­gu, ilkel çalışma süreciyle, sürekli olarak ağaç kütüklerini çekmek ya

18 Arbeit und Rhythmus, s. 63-243; bkz. The Growth o f Literature, Cilt III, s. 583, 648, 783; The Bantu- speaking Tribes o f South Africa, s. 285; C.S. Orde Brown, The Vanishing Tribes o f Kenya, (Londra, 1925), s. 167; E.J. Krige, Social System o f the Zulus, (Londra. 1936), s. 338; Life of a South African Tribe, Cilt II, s. 207-9.

19 Arbeit und Rhythmus, s. 407.20 Aynı yerde, s. 25,402.

Resim 65. M üzik e şliğ in d e ekm ek p işirenler:

Boiotia 'dan bir terrakotta

Page 447: Thomson_Tarih Öncesi Ege

d a b elli b ir a r a c ı d e ğ n e ğ e y a d a taşa v u rm a k la b a ş lıy o r . İn sa n y a ş a m ı­nın ta b a ş la n g ıc ın a , in sa n ın in san o ld u ğ u a n a u z a n d ığ ı için d e b izi b ö y ­le d e r in d e n s a rs ıy o r .

A ş a ğ ıd a k i tü rk ü y ü d e , d a h a ö n c e a n d ığ ım ız İsv iç re li m is y o n e r Ju - n o d , y o l k ıy ıs ın d a A v r u p a lı işv e re n iç in ta ş k ıra n T h o n g a T ı b ir ço c u k ­ta n d u y m u ş :

Ba hi shani-sa ehe!Ba ku hi hlupha, ehe!Ba nw a m akhofi, ehe!Ba n ga hi nyiki, ehe!

(Bize kötü davran ıyorlar, ehe!Bize hiç acım ıyorlar, ehe!Kahvelerini içiyorlar, ehe!Bize hiç verm iyorlar, ehe!)21

H e r d iz e d e y in e le n e n ehe! çe k ic in v u r u ş u n u b e lir te n h e y a m o la d ır . D e ğ iş m e y e n ö ğ e , b u s e s tir . H e r d iz e d e b u d e ğ iş m e y e n s e s te n ö n c e g e ­len a n la ş ılır s ö z le r s e , işç in in y a p tığ ı işe k a rş ı ö z n e l tu tu m u n u d ile g e ­tirm e k te d ir . T ü r k ü h e y a m o la d a n ç ık ıp g e liş m iş tir , tıp k ı h e y a m o la n ın y a p ıla n işin k e n d is in d e n çık ıp g e liş tiğ i gibi.

H ayd i, asıl küreğe!N asıl taşıyor çarpan yüreğimG özlerinde çakan ışıkla,E y Puhi-huia!H ayd i, asıl küreğe!22

Bir M a o ri k a y ık çı tü rk ü s ü d ü r b u . K ü re k çib a şı b elli a ra la r la h e y a m o ­la ç e k iy o r , h e y a m o la la r ın a ra s ın d a d a k ay ık ta b u lu n a n o y m a k b eyin in k ızm a şiirle r d ü z ü y o r . Ş iirin u y d u ru lm a s ı s ıra s ın d a s ö z c ü k le r in r i tm iy ­le te m p o tu tu lm u ş o lu y o r . H e y a m o la iş le v s e lliğ in i y i t i r m iş d e ğ ild ir , a m a n a k a r a t o lm a y o lu n u d a tu tm u ş tu r .

B u n d a n s o n ra k i ö r n e ğ im , V o lg a k ü re k çile rin in tü rk ü s ü :

4 4 6 TA RİH Ö N CESİ E g e

21 Life o f a South African Tribe, Cilt II, s. 284.22 J.C. Andersen, Maori Life in Ao-tea, (Wellington, Yeni Zelanda, 1907), s. 373.

Page 448: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Şİf R SA N A TI 4 4 7

E -yu h -n yem ! e-yu h -n yem ! Y eşço razik! yeşço d a raz!R azovy om mi b eryozu , razov yom m i kud riavu!

A ida da, aid a! razovyo m ! A ida da, aid a! k ud riavu!E-yu h-nyem ! e-yu h -n yem ! Y eşço razik! yeşço d a raz !25

Burada, yapılan işi kolaylaştırmak için uydurulan yüreklendirme sözlerinin başına ve sonuna bu sözleri içine alan ve tanımlayan heya­mola ekleniyor.

İş türküsü, çalışma sırasmdaki zorlanma anları arasında uydurulan değişik sözlerin çoğalmasıyla gelişmiştir. İşçiler çalışırken geleneksel bilgi dağarcıklarına göre bir şeyler düşünürler ya da kafalarını kurca­layan günlük olaylar üstüne rasgele yorumlarda bulunurlardı. Sözleri arasında tiran Pittakos'a değinen, "Öğüt, değirmen, öğüt!" nakaratlı eski bir Yunan değirmenci türküsü biliyoruz.24 Kocasını arayan can- darmalara bilgi vermek istemeyen bir kadının arpa öğütürken uydur­duğu çağdaş bir Yunan türküsünde de gene aynı nakaratla karşılaşı­yoruz.23 Asıl işle ilgili olan nakaratın değişmeden kalma eğilimi gös­terdiği, değişen öğeninse gününe göre biçim aldığı anlaşılıyor. Türkü­lerimizdeki anlaşılmaz noktalardan pek çoğunun, bu belli sözlere esin kaynağı olan yaşayış düzeninin unutulmasından kaynaklandığı söyle­nebilir. Bu türden örneklere, bir yandan çalışanları rahatlatmaya yara­yan, bir yandan da Incil'in öğretisini yayan zenci ilahilerinde26 ve aşa­ğıya aldığımız on sekizinci yüzyıl sonu İngiliz denizci türküleri gibi türkülerde rastlanır:

Fran sa kralıydı Louis, D evrim den önce,H eyam ola, k ard aşlar, heyam ola!

Boynunu v u rd u lar L ouis'n in , ele geçince,H eyam ola , k ard aşlar, h eyam ola!27

Bu arada türkü sanatı çalışma sürecinden ayrıldı. Türküler boş za­manlarda, dinlenme saatlerinde uyduruluyordu. Ama bu türküler ge­ne de geleneksel örneklere uyuyordu. Aşağıdaki türkü, Orta Afrika'da

23 Arbeıt und Rhythmus, s. 235. Bunun birçok değişkesi vardır, çünkü dörtlüğün ortası bugün bile doğaçtan söylenmektedir.

24 Carm. Pop. 30.25 N.G. Polites, Eklogoi, (Atina, 1932), s. 241,26 Arbeit und Rhythmus, s. 263-73.27 Aynı yerde, s. 239.

Page 449: Thomson_Tarih Öncesi Ege

beyaz gezginlerin eşyalarını taşıyan yerli hamalların akşamleyin kamp ateşinin çevresinde söyledikleri bir türküdür:

K ötü b eyaz ad am uzaklaşır kıyıdan - puti, puti!G ideceğiz kötü beyaz adam ın ardından - puti, puti!Bize yem ek verdiği sü rece - puti, puti!A şacağız dereleri, tepeleri -puti, puti!Bu koca bezirganın kervanıyla -p u ti,p u ti!28

Ateşin çevresinde, hepsi uykuya dalmcaya kadar biri bırakır, biri alırmış türküyü. O anda doğaçtan söylenen sözleri herkes teker teker sırayla okurmuş, yinelenen puti ("yiyecek" anlamına gelen bir sözcük) sözüyse hep bir ağızdan okunurmuş. Bu da bize hepimizin bildiği so­lo ve koro düzenini açıklıyor.29 Heyamola artık bir nakarat olup çık­mıştır.

Çalışma sürecinden kopunca, heyamolaların değişmez öğesi de ge­nişlemeye başladı. Bütünlüğü sağlayan düzenli yineleme anlayışını tümden ortadan kaldırmaksızın ritim yapısında çeşitlilik sağladı ve sözcükler tam bir açık seçiktik kazandı.

N iye böyle kana boyalı kılm cın,E d w ard , E d w ard 'im ?

N iye böyle kana boyalı k ılm an ,N iye böyle ü zgünsün, oy?

Sorm a! zorlu şahanım a kıydım ,A n am , anam ;

Sorm a! zorlu şahanım a kıydım ,Şahansız kaldım , oy.*

Böylece balad dörtlüğüne gelmiş oluyoruz. Bu dörtlüklerde nakarat or­tadan kalkıyor, ancak sav ve karşısav, sesleniş ve karşılık olarak dört­lüğün ritim yapısında beliriyor:

4 4 8 T a r İh ö n c e s i E g e

28 R.F. Burton, The Lake Regions of Central Africa, (Londra, 1860), s. 361-2.29 H. Basedow, The Australian Aboriginal, (Adelaide, 1929), s. 376; The Melanesians, s. 335; Stone Men

of Malekula, s. 315, 611; The Vanishing Tribes of Kenya, s. 167; P.A. Talbot, The Peoples of Southern Nigeria, (Londra, 1926), s. 808; The Lango: a Nilotic Tribe of Uganda, s. 127,129, 245; The Growth of Literature, Cilt III, s. 353, 355-6, 581; W.). Entwistle, European Balladry, (Oxford, 1939), s. 19, 35.

* Türkçesi: Can Yücel, (f.n.)

Page 450: Thomson_Tarih Öncesi Ege

ŞİİR SAN A TI 4 4 9

Bir güzel o tu ru rm u ş şu derenin d ü zü n d e.A şağı d ere b oyunda, oy.

Bir gü zel, K athrine Jaffray ad ın da.N ice yiğitlerin oynaşı, oy .30

Balad biçiminde, dörtlük bir müzik "tümcesi", beyit bir müzik "tüm- ceciği", dize de bir müzik "birim i"dir. Her tümcecikte iki birim, her tümcede de iki tümcecik vardır. Her çiftte birbirine benzeyen, ama ge­ne de ayrı olan birimlerin birbirlerini tamamladığı görülür. Müzik ku­ramcıları ikili biçim diyorlar buna: AB.

Balad biçiminin böyle müzik açısından yorumlanması, yalnızca bir örnekseme değil, tek doğru çözümleme yöntemidir. Okullarımızda okutulan dilbilgisi yaşayan dil tarihinden ne denli uzaksa, ders kitap­larındaki şiir kuralları da yaşayan şiir tarihinden o ölçüde uzaktır. Baş­langıçta bir dans biçimiymiş balad. Bugün bile, Faroe Adalan'nda ol­duğu gibi Avrupa'nın kimi yerlerinde bir dans biçimi olarak yaşar:

Korobaşı baladı söyler ve ayak vurarak tem po tutulur. D ansçılar, söz­leri yan sılayarak belirtecekleri için, korobaşını dikkatle d inlerler. Eller bir savaş patırtısı içinde sım sıkı kenetlenir; sevinçli bir sıçram a u tkuyu belirtir. H er d ö rtlü ğ ü n son u n d a bütün d an sçılar k oroya katılır, am a

dörtlüğün öb ür dizelerini ancak ün yapm ış belli bir iki kişi söyler.31

Müzikbilimin çözümsel ilkeleri, şiirin, müziğin ve dansın ortak te­meli olan ritmin incelenmesine bağlıdır.

Türkülerimizin çoğu ikili biçimdedir, ama daha gelişmiş olanları da vardır. Örneğin, Volga kürekçilerinin türküsünde, başına ve sonuna geleneksel heyamola dizelerini alan ve doğaçtan söylenen bir bölüm­den oluşan dörtlüğü görürüz. Müzik terimleriyle söylersek, birinci ko­nuyu ikinci bir konu izler, sonra ya birinci konu yinelenir ya da sürdü­rülür. Bu, üçlü biçimdir: ABA. Usta ellerde A2, A l'in yalnızca bir yine­lenmesi değildir: A l'in B ile koşullanmış yeni bir biçimidir. Öyle ki, üç­lü biçim ikili biçimden daha organik, daha diyalektik bir nitelik taşır. Modern müzikte geniş ölçüde işlenmesi de bu yüzdendir.32 Yunanlı­lar her iki biçimi de kullanmışlardı. Yunan müziğinin ezgisi bugün ar­

50 F.B. Gummere, Old English Ballads, (Boston, 1894), s. 169, 263.51 European Balladry, s. 35.52 S. Macpherson, Form in Music, (Londra, 1915), s. 61-90.

Page 451: Thomson_Tarih Öncesi Ege

4 5 ° TA RİH Ö N CESİ E g e

tık b ilin m iy o r , a m a ep ik v e d ra m a tik s ö y le ş im le r d ış ın d a Y u n a n şiiri­n in b ü y ü k b ir b ö lü m ü şa rk ı o la ra k o k u n m a k a m a c ıy la b e s te le n d iğ in ­d e n , r itm i s ö z le r in d e n ç ık a rıla b ilir . B u n u Yunan Lirik Ş iirinde Ö lçü a d ­lı k ita b ım d a e le a lm ış v e esk i Y u n a n 'd a k o ro ü y e le r in in s a ğ d a n sola d o ğ ru h a re k e t e d e rk e n o k u d u k la rı şiir p a rç a s ın ın (s tro fi) , m o d e rn d ö rt­lü k le b ü tü n ü y le a y n ı tü rd e n o ld u ğ u n u g ö s te r m iş tim .

Ö z e tle rs e k , d a n s , m ü z ik v e şiir d e d iğ im iz ü ç s a n a t , b ir tek s a n a t o la ­ra k b a ş la m ış tır . B u s a n a tla r ın k a y n a ğ ı, to p lu c a ç a lış a n in sa n g ö v d e le ­rin in ritim li d e v in im id ir . Bu d e v in im in iki ö ğ e si v a rd ı: G ö v d e se l v e sö z ­lü . B irin cis i b a ğ r ın d a d a n s ın to h u m u n u ta ş ıy o r d u , İk in cisi d ilin . Dil, ritm i b e lir tm e k iç in ç ık a rıla n b e lirs iz s e s le r b iç im in d e b a ş la y ıp şiirse l k o n u ş m a v e g ü n lü k k o n u ş m a b iç im in d e fark lıla ştı . A n la m s ız b a ğ ırtı­la r , in s a n s e s in d e n a y r ı l ıp a r a ç la r ın v u r u ş u y la e ld e e d ile r e k ç a lg ıs a l m ü z iğ in ç e k ird e ğ in i o r ta y a ç ık a rd ı.

B iz im a n la d ığ ım ız a n la m d a k i ş iire d o ğ ru a tıla n ilk a d ım , d a n sın bir y a n a b ıra k ılm a s ıy d ı. B ö y le c e tü rk ü o r ta y a çık tı. T ü r k ü d e ş iir m ü z iğ in içe r iğ i, m ü z ik d e ş iirin b içim id ir. D ah a s o n ra b u ik isi d e b irb ir in d e n a y ­rıld ı. Ş iirin m ü z ik e ş liğ in d e n y o k s u n b içim i, tü rk ü d e n a ld ığ ı , a m a k en ­di m a n tığ ın ın iç e r iğ in e g ö r e y a lın la ş tıra ra k g e liş tird iğ i r i tim y a p ıs ıd ır . Şiir, ritim d ü z e n in e b a ğ lı o lm a k sız ın , k en d i iç b ü tü n lü ğ ü o la n b ir ö y ­k ü a n la tır . B ö y le c e , d a h a s o n ra la r ı , a n la tısa l ş iird e n d ü z y a z ı , ö y k ü ve ro m a n d o ğ m u ş o ld u ; b u n la r d a ş iirse l k o n u ş m a n ın y e r in i g ü n lü k k o ­n u ş m a a lm ış , a y r ıc a k o n u d e n g e li, u y u m lu b ir b iç im g e re k tirm iy o r s a r itim d e k u lla n ılm a z o lm u ş tu .

Bu a r a d a s a l t ç a lg ıs a l b ir m ü z ik tü rü g e liş ti . S e n fo n i , r o m a n ın bir k a rş ıt la m a s ıd ır . R o m a n ri tim s iz s ö z le r s e , s e n fo n i d e s ö z s ü z ritim d ir . R o m a n a b irliğ in i k a z a n d ır a n , a n la ttığ ı ö y k ü d ü r v e b u ö y k ü a lg ıla n a b i­lir y a ş a m d a n a lın m ış tır ; s e n fo n iy s e g e re ç le rin i b ü tü n ü y le d ü ş le m d e n a lır. K en d i b iç im i d ış ın d a b ir iç b ü tü n lü ğ ü y o k tu r . D e m e k ki, r o m a n ­d a o r ta d a n k a lk m ış o la n b ü tü n bu y a p ısa l ilk e le r m ü z ik te g ö rü lm e m iş ö lç ü d e g e lişm iştir . B u ilk eler b ö y le ce m ü z iğ in ö z e l a lan ı s a y ılm a y a b a ş­lam ıştır . B iz g e n e llik le "m ü z ik se l b iç im " d iy o ru z b u n a . A m a m ü z ik d u ­y a rlığ ıy la in c e le d iğ im iz z a m a n , ş iird e şiirin y a ln ız c a ritim d ü z e n in d e d e ğ il , k o n u s u n u n d ü z e n le n iş in d e d e b u ilk elerin k a lın tıla rın ı g ö re b ili­riz . Ş im d i, y a ln ız c a sö z k o n u s u n o k ta y ı a ç ık la m a k la k a lm a y ıp şiirin b ü ­y ü y e n asıl b a ğ lı o ld u ğ u n u g ö s te r e c e k iki ö rn e ğ i in c e le y e lim .

S a p p h o 'n u n A phrod iteye Yakarış'ı, A v r u p a 'n ın en e sk i lirik ş iirid ir ; h e m d e ta m a n la m ıy la lirik b ir ş iir , lir e ş liğ in d e s ö y le n e n b ir tü rk ü . S a p p h o , k e n d ile rin i ta n r ıç a A p h r o d ite 'y e a d a y a n g e n ç k ız la r d a n o lu ­

Page 452: Thomson_Tarih Öncesi Ege

ŞİİR SA N A TI 4 5 i

şan dinsel bir derneğin önderiymiş. Tutkuyla bağlandığı kızlardan bi­ri sevgisine karşılık vermemiş Sappho'nun.

Ey tahtı ışıl ışıl ö lü m sü z A phrodite,U lu Z e u s 'u n d üzenci kızı,Y alv arırım yü reğim i acılarla dağlam a!

Y ard ım ım a gel gene, hani eskidenSesim i d u y u n ca nasıl çıkıpBabanın sarayın d an , kanat çırpan kuşlarm

Ç ektiği yaldızlı arab an a biner,Y ery ü zü n e inerdin bulutsuz m avilikten;Ö lü m sü z d u d ağın d a o aydınlık gülüşle sorard ın ,

"G en e n en v a r?" d erd in , "n ed ir gene.Deli gön lü n ü çelen? T ılsım ım la kimi B aştan çıkarıp yollam am gerek iyor koynuna?

Söyle S app h o, kim seni üzen?K açıyorsa , kaçsın, bırak,Y ak ın d a o senin ardına düşecek,

B ugün alm ıyorsa verdiklerini,Y arın o sana arm ağ an lar verecek;Seni sevm iy orsa , istem ese de, ergeç sevecek ."

G eleceğin varsa, şim di gel, k urtar beni!K u şk u d an , ne diliyorsa gönlüm Y erin e getir, sen d e katıl benim le savaşa!

Sappho dileğini açıklayarak başlıyor söze. Sonra, buna benzer ya­karışlarının daha önce nasıl karşılandığını anımsıyor. Sonra yakarış yi­neleniyor. Bu, bilinçli bir sanatçının ustalıkla kullandığı üçlü biçimdir. Yakarış olumsuz, çekimser bir havayla başlıyor; sanki arada olup bi­tenler dileğinin yerine getirileceği inancını vermişçesine olumlu, gü­venli bir havayla sona eriyor.

Arada neler olup bitmiştir? Aphrodite'ye geçmişi anımsatıyor Sappho: "Eskiden... nasıl... geldiysen... gene gel." Geleneksel bir şeydi bu. Tan­

Page 453: Thomson_Tarih Öncesi Ege

452 T a r İh ö n c e s i Eg e

rılara yakardığınız zaman, daha önce onlardan yardım gördüğünüz, si­ze iyi davrandıkları zamanları anımsayarak isteğinizi pekiştirirdiniz.33 Bir tapınma biçimiydi bu. Tapmma da bizi büyüye götürüyor. Büyüde olmasını istediğiniz şeyi, düşlemde oldurursunuz. Sappho'nun da bu­rada yaptığı bu; ancak, eylem yerine, dans etme yerine, burada yalnız­ca düşgiicünün kanatlanması var. Sappho, tanrıçaya gelmesi için yal­varıyor; sonra gelişini kafasında canlandırıyor, onu görüyor, sesini du­yuyor; sonra da düşgücünün bu çabasıyla coşup daha bir güven kaza­nıyor, yeniden yakarıyor tanrıçaya. Sanata dönüşmüş büyüdür bu.

İngiliz şiirinde miiziksel biçimin bu çeşit kalıntıları tek tiiktür. Bu yüzden, şiirin kaynaklarıyla ilgilenmeyen eleştirmenler görememişler­dir bunları. Oysa Shakespeare'in üçlü biçimin Yunan şiirindekiler ka­dar yetkin bir örneği olan şu sonesmi hepsi bilir:

D üşünce insanların ve kaderin gözünden,A forozlu lar gibi, yap ayaln ız ağlarım ;

İrkilir sağır gök ler çığlıklarım yüzünden,Bahtım a lanet okur, yüreğim i dağlarım ;

Talihi y av er giden herkese gıpta eder,Şu denli gü zel olsam , dostlarım olsa d erim ;

Şunda san ata, bunda dehaya içim gider,O ysa solda sıfırdır yap m ak istediklerim ;

K endim den iğrenirken aklım sana d oğru lu p G ön lü m kara dün yayı gerilerde bırakır,

Gün d oğark en yükselen bir tarla kuşu olup C enn et kapılanında kutsal ezgiler şakır;

Ö yle bir serv ettir ki sevgini anm ak bile,Sultanlarla y er değiş deseler d e nafile.*

Bu şiirin yapısını tek bir eleştirmen açıklamıştır, o da bir müzik ku- ramcısıydı.34 Bu on dört dize boyunca şairin dünyaya karşı tutumun­da köklü bir dönüşüm oluyor. Başlangıçta kendisine kulak vermeyen

33 Homeros, ilyada, (Türkçesi: Azra Erhat-A. Kadir, Dördüncü Baskı, Sander Yayınları, Mayıs 1981), 1. 39-42, 394-5,453,5.116-7,16. 236-8; Homeros, Odysseia, (Türkçesi: Azra Erhat-A. Kadir, ikinci Baskı, Sander Yayınları, Eylül 1978), 4. 763-6; Herodotos, Herodol Tarihi, (Türkçesi: Müntekim ökmen, Remzi Kitabevi, Aralık 1973), 1.87.1.

* Türkçesi; Talât Sait Halman. (f.n.)34 W.H. Hadow, A Comparison of Poetry and Music, (Cambridge, 1926), s. 10-12. Bkz. George Thomson,

Aeschylus, Oresteis, (Cambridge, 1938), Cilt I, s. 14.

Page 454: Thomson_Tarih Öncesi Ege

ŞİİR S A N A T I 453

göklere karşı gözyaşı döken aforozlu biriyken, sonunda cennet kapıla­rında övgüler okuyan bir sultan oluyor. Ve bu köklü dönüşüm, şairin başlangıçtaki durumunu tersine çeviriyor. Büyük bir umutsuzluk ha­vası içinde başlayan şiir bir utku türküsünün coşkunluğuyla bitiyor.

Dünyaya karşı tutumumuzda köklü bir dönüşüm yaratmak. Daha önce, şiirin içeriğinden -dualar, mevsimlik türküler, Keats'in o sonesi- yola çıkarak şiirin başlıca işlevinin bu olduğu sonucuna varmıştık. Şim­di, şürin biçimini incelediğimizde de aynı sonuca varmış oluyoruz.

3. Doğaçtan Söyleme ve Esinlenme

Bizim dünyamızda doğaçtan şiir düzen kimse yok gibidir hemen hemen. Kâğıt kalem işidir bizim için şiir. Çağdaş şairler arasında şiir­leri yüksek sesle okunmamış olanlar bile vardır. Bu şiirler ilkin şair ta­rafından yazılmış, daha sonra basılıp yayımlanmış, kitabı satın alan- larca da sessizce okunmuşlardır. Bizim şiirimiz, günlük konuşmadan daha güç, daha yüksek düzeyde bilinçli bir çabayı gerektiren yazılı bir sanattır.

Modern şiirin bu özelliğinin yepyeni bir özellik olduğunu unutma­mak gerekir. İlkçağ ve ortaçağda, günümüzde de köylüler arasında şa­irle halkı birbirinden ayıran okuryazarlık gibi bir engel yoktur. Gerçi günlük konuşmadan ayrıdır şairin dili, ama gene de hem kendisinin, hem de halkın kullandığı konuşma dilidir bu. Şair bu dili herkesten da­ha büyük bir akıcılıkla kullanır, ama bu da kendisinin dil konusunda daha ustalaşmış olmasındandır. Bir yere kadar herkes şairdir.35 Bu yüz­den de adsız kişilerin sanatıdır halk şiiri genellikle. Günlük yaşayış için­de kendiliğinden doğar, doğaçtan söyleme yeteneği tükeninceye dek, renk değiştire değiştire, ağızdan ağıza, babadan oğula geçer. Ancak do­ğaçtan söyleme yeteneği tükendiği zaman durağanlaşır, ama o zaman bile belirleyici niteliğini korur; işçilik açısından ne denli yetkin olursa olsun bilinçli sanat niteliğinden yoksun olduğunu söyleyerek tanımla­dığımız bir niteliktir bu. Asıl eksiği budur halk şiirinin: Bireysel bir ki­şiliğin damgası. Bu da, halk şiiri bir kişinin değil, bütün bir topluluğun ürünü olduğu için, kaçınılmaz bir eksiktir. İlkel şair, kullandığı aracın, günlük konuşmadan farklı bir şey olduğunun bilincinde değildir; aslı­

35 Growth o f Literature, Cilt III, s. 65, 178, 659; Stone Men ofMalekula, s. 314-5; The Bantu-speaking Tribes o f South Africa, s. 285.

Page 455: Thomson_Tarih Öncesi Ege

4 5 4 T a r i h ö n c e s İ E g e

na bakılacak olursa, daha önce de gördüğümüz gibi, ilkel şairin diliy­le günlük konuşma arasında çok büyük bir ayrım yoktur. Bu yüzden doğaçtan şiir düzebilir. Kullandığı dili nesnelleştirmeyi başardıkça, do­ğaçtan söyleme yeteneğini yitirir, ama aynı zamanda onu kendi kişili­ğine uyarlama gücünü elde eder ve böylece bilinçli bir sanatçı olur.

Öte yandan, şiirin uyandırdığı etki, her zaman olduğu gibi hâlâ, bi­lincimizin duyular aracılığıyla algılanabilen dünyadan düşlem dünya­sına çekilmesidir. Şiirsel konuşmayla günlük konuşmayı karşılaştırdı­ğımızda, şürsel konuşmanın daha ritimli, daha düşlemsel, daha uyum­lu, daha büyüsel olduğunu görmüştük. Bilinçli yaşayışımızda, insan olma özelliğimizi belirleyen ekonomik, toplumsal ve kültürel öğeler en etkin; bireysel ayrımlar en belirgin durumlarındadırlar. Öyle ki, nasıl bilinçli yaşayışımızın zihinsel süreçleri bireyler arasındaki en büyük çeşitliliği yansıtıyorsa, bu zihinsel süreçlerin dili olan günlük konuşma da en özgür bireysel anlatım yolu olarak belirir. Ama duyularla algıla­nabilen dünyadan çekilip uykuya ve düşlere daldığımız zaman, birey­selliğimiz de uykuya yatar ve bilinçli yaşayışımızda toplumun baskısı altında kalan hepimize özgü tepiler ve istekler bu baskıdan kurtulmuş olur. Düş dünyamız uyanık yaşayışımızdan daha az bireyselleşmiş, da­ha birörnek bir dünyadır.

Bir çeşit düş dünyasıdır şiir. Yeats'in bir sözünü anacağını:

Ritmin am acı, d üşü n ceye dalm a anını, u y u r uyanık olm a anını, biricik yaratım anını uzatm ak tır; bir yandan tekdüze bir ninniyle bizi u yutm a­ya çalışırken, bir yan dan da çeşitliliği ile uyanık tu tarak y ap ar bunu; bu kendinden geçm e içinde istem im izin baskısından kurtulan zihnim iz de kendini sim gelerle açıklar.36

Buradaki "Kurtulan" sözü tartışılabilir, ama konumuz için büyük bir önemi yok bunun. Şiir dili, ritimli olduğu için, ninni gibidir. Ama bütün bütüne uyutan bir ninni gibi de değil. Herhangi bir dilin hangi şiir ölçüsünü çözümlersek çözümleyelim, Yeats'in söylediği gibi, zih­ni bir çeşit kendinden geçme, şiirin kendine özgü tılsımında, düşlem dünyasında uyku ile uyanıklık arasında tutmak için gerekli olan o tek­düzelik ve çeşitlilik, benzerlik ve başkalık karışımını buluruz.

İşte bu yüzden, bir şair için esinlenmiş dediğimiz zaman, kendisi­nin bu bilinçaltı düşlem dünyasında öbür insanlar gibi yabancı olma­

36 W.B. Yeals, Essays, (Londra, 1924). s. 195-6.

Page 456: Thomson_Tarih Öncesi Ege

dığım söylemek isteriz. Şair ruhsal kopuntuya olağanüstü yatkındır. Bu sürecin yardımıyla, iç çatışmalarından, toplumla olan ilişkisinden doğan çelişmelerden kurtulmuş olur. Gerçekliğin düğümleri düşlem­de çözülür. Ama, şairin çekildiği bu dünya öbür insanlarla kendisi ara­sında ortak bir dünya olduğu için, bu dünyanın yaşantısını yansıtan şi­iri de genel bir tepki yaratır, başkalarının duyup da dile getiremediği duyguları dile getirerek onlar arasında daha güçlü bir duygu ve dü­şünce birliği sağlar:

Ve acıd an dili tu tulunca insanın, bir tanrı Ç ektiğim i anlatayım diye bana dil verm iş.37

İnsanların açıklayamadıkları, dile getiremedikleri özlemleri vardır. Şair de açıklayamaz bunları, ama esinlenme yeteneğiyle dile getirir hiç değilse. Şair özlemlerini dile getirince de, öbiir insanlar kendi özlem­lerini bulurlar şairin sözlerinde. Onun şiirini dinlerken, şiirin yazılışı­nın yaşantısını paylaşırlar şairle. Onunla aynı düşlem dünyasına uçar, aynı dinginliğe kavuşurlar.

Yansılama dansında, ilkel avcılar içlerinden birinin önderliğinde, büyük bir istem gücüyle düşlerini gerçekleştirmek için avın başarılı bir uygulamasının provasını yaparlar. Gerçekte bütün yaptıkları doğa kar­şısındaki güçsüzlüklerim açığa vurmaktır, ama güçsüzlüklerini açığa vurmakla onu bir ölçüde yenmiş olurlar. Dans sona erdiği zaman, ger­çekten de eskisinden daha usta birer avcıdırlar artık. Şiirde aynı süre­ci daha yüksek bir düzeyde görürüz. Uygar insan doğa üzerinde bü­yük ölçüde bir üstünlük sağlamayı başarmıştır, ama ancak toplumsal ilişkilerini karmaşıklaştırarak yapabilmiştir bunu. İlkel toplum yalın­dı, sınıfsızdı, doğaya karşı zayıf da olsa birleşmiş bir bütün olarak çı­kıyordu. Uygar toplumsa daha karmaşık, daha zengin, daha güçlü ol­makla birlikte, bütün bunların kaçınılmaz bir sonucu olarak da her za­man kendine karşı bölünmüştür. Demek ki, toplum ile doğa arasında­ki çatışmaya -büyünün temeli- birey ile toplum arasındaki çatışma -şi­irin temeli- eklenmiştir. İlkel avcıların dansını yöneten önder onlar için ne yapıyorsa, şair de bizim için aynı işi yapar.

ilkel ozan kendi başına çalışmaz. Dinleyicileri de işbirliği yapar onun­la. Kendisini dinleyen bir kalabalığın uyarımı olmadan hiçbir şey ya­pamaz. İlkel ozan yazmaz, yüksek sesle okur. Şiirlerini durup düşüne­

ŞİİR SAN A TI 4 5 5

37 Goethe, Tasso, 3432-3.

Page 457: Thomson_Tarih Öncesi Ege

rek değil, doğaçtan söyler. Kendisine esin geldiği zaman, dinleyenleri hemen bunun etkisini duyar. Anında içtenlikle o yanılsamaya kaptırır­lar kendilerini. Böyle durumlarda şiirin yaratılması ortaklaşa bir top­lumsal eylemdir.

Bir şiir okurken ya da dinlerken bizim de derinden duygulandığı­mız olur, ama öyle kolay kolay "kendimizden geçmeyiz." İlkel bir din­leyici topluluğunun tepkisi daha az incelmiştir. Böyle durumlarda bü­tün topluluk kendini bir düş dünyasında bulur, herkes kendinden ge­çer. Batı İrlanda'da sık sık rastladım buna. Şimdi, Onega Gölü'ndeki adalardan birinde bir kulübede, bir Rus halk ozanının nasıl türkü söy­lediğini açıklayan şu sözleri dinleyin:

Utka ök sü rd ü . H erkes kulak kesildi. Başını geriye attı, gü lü m seyerek şöyle bir baktı çevresine. Sabırsız, istekli bakışları gö rü n ce hem en baş­ladı türküsüne. Y av aş yav aş değişti yaşlı türkücünün yü zü. Bütün kur­nazlığı u çu p gitti. Ç ocu k su , yapm acıksız bir yü z oldu. Esin dolu bir ışı­m ayla ayd ın lan dı. G üvercin gibi gözleri b ü yü yü p p arlam ay a başladı.İki d am la y aş belirdi gözlerinde; esm er yüzü al al o ld u , sinirli gırtlağı d ü ğü m len m eye başladı. O tu z yıl d öşeğin den k alk am ayan M u rom 'lu U ya ile birlikte acı çekiyor, haydut Solovey'in hakkından gelişine onun­la birlikte sevin iyordu . Bütün dinleyenler de baladın kahram anı ile bir­likte yaşıyorlardı. A rad a birinin şaşırıp bağırdığı, bir başkasının kahka­hasının çınladığı o lu yord u . Bir başkasm ınsa, gözlerin den boşanan y aş­ları isteksizce sildiği görü lü yord u . T ürkü bitinceye k ad ar hepsi gözle­rini k ırpm adan o tu rd u . Bu tekdüze, am a çok tatlı ve yu m u şak havanın her notasını sev iyorlard ı.38

Okuryazar değildi bu insanlar; ama şiir, bugünkü İngiliz halkı için asla taşımadığı bir anlam taşıyordu onlar için. Bizim Shakespeare'imiz Keats'imiz vardı, doğru; üstelik Utka'dan daha büyük şairlerdi bunlar. Ama Utka'yı halk seviyordu; bizse aynı şeyi kendi yurdumuzda Sha­kespeare ve Keats için söyleyemezdik bugün.

Rusya'dan Orta Asya'ya uzanalım, bakalım bundan altmış yıl önce Türkmenler nasıl şür dinlerlermiş:

E trek 'd eyk en , bir halk ozanının çadırı vardı bizim çad ırın yan ın da. Ki­mi ak şam lar sazını alıp gelir, bütün kom şu çadırların delikanlıları onun

4 56 TA R İH Ö N CESİ E g e

38 Grou/th of Literature, Cilt II, s. 241 'de kaynak olarak veriliyor.

Page 458: Thomson_Tarih Öncesi Ege

yiğitlik d estanlarını dinlem ek için toplanırlardı. Bu ad am ın türküleri, türküden çok, gırtlaktan çıkan hırıltılara benziyordu; önceleri bir y an ­dan türkü söylerken , bir yan d an da ok şar gibi sazının tellerine d ok u ­nuyordu . A m a kendisi coştu k ça, sazının tellerine vu ru şu d a h ızlan m a­ya başladı. A nlattığı sav aş kızıştıkça, türkücünün d e, gen ç dinleyicile­rinin d e coşk un luğu arttı. Bu gen ç göçebeler nara atıp külahlarını ha­vaya fırlattıkça, coşkuyla saçlarını sıvazladıkça, sanki b ir sav aş öfkesi­ne k ap ılıyorlar, d estan sı b ir sah n eyi can lan d ırıyo rlard ı g ö zlerim izin önünde.39

Bu Türkmenler, ozanıyla, dinleyenleriyle, gerçekten kendilerinden geçmişlerdi.

Şimdi de, eski çağlara dönüp, Attila'nın otağında bulunmuş bir Bi­zanslI yazarın sözlerine kulak verelim:

A kşam olup karanlık çök ün ce m eşaleler yakıldı. B u n la rd a n ikisi ön e çıkıp A ttila'nın karşısına geçtiler, onun kazandığı utkuları, savaşlard a gösterdiği yiğitliği öven tü rk ü ler söylem eye başladılar. Şölene katılan konuklar gözlerini türkücülerden ayırm ıyorlardı. Savaşları an ım sad ık ­ça bazıları kendinden geçm işçesine dalıp gidiyor, bazılan büyük bir coş­kunluğa kapılıyor, yerlerinden kıp ırd ayam ayan yaşlılarsa g ö zyaşları­na b oğuluyorlard ı.40

İşte, İlyada'yy ve Odysseia'yı da bu bağlamda incelememiz gerekir. Acaba eski Yunanlılar ne yaparlardı Homeros'u dinlerken? Tıpkı bi­zim gibi davrandıklarını sanırız biz, oysa yanlıştır bu. Platon'un söy- leşimlerinden birinde, Homeros destanlarını okuyan bir ozan, şiir oku­yuşunun kendisi ve dinleyicileri üzerindeki etkisini şöyle anlatıyor:

Acıklı b ir şey an latıy o rsam , gözlerim yaşla d olar; an lattığ ım k ork u n ç ve d u y u lm am ış b ir şeyse , tü ylerim diken diken o lu r, yü reğ im in atışı d u y u lu r... K ü rsü d en ne zam an beni dinleyenlere şöyle bir g öz atsam , bakarım kendilerini d uydukları sözlere kaptırm ış, şaşkınlık içinde ağ ­lıyorlar.41

ŞİİR S A N A T I 4 57

39 A. Vambery, Travels in Central Asia, (Londra. 1864), s. 32i40 Prisc. 8. - FH C. 4.92.41 Platon, ion, (1- Eflatun, Küçük Diyaloglar, "ion: Şiir Üstüne11, Çeviren: Tacettin Ünlü, Remzi Kitabevi,

1960:2- Eflatun, I, "İon: ya da ilyada Üzerine", Çeviren: Tanju Gökçöl, Hürriyet Yayınlan, Nisan 1973), 535.

Page 459: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Bu tür ozanlar, uğraşlarının niteliği sorulduğunda, hep aynı yanıtı verirler. Hepsi de esinlenmiş olduklarını, ciğerlerini tanrının soluğuy­la doldurduklarını ileri sürerler:

Usta bir Kırgız halk ozanı, olayların sırasını bildiği sürece, her konuda doğaçtan şiir söyleyebilir. En usta ozanlarından birine her türküyü söy­leyip söyleyemeyeceğini sorduğumda, "İstediğiniz her türküyü söyle­yebilirim," diye karşılık verdi, "türkü söylemek tanrı vergisi bana. Söz­ler, benim arayıp bulmama kalmadan, tanrıdan iniyor bana. Söyledi­ğim türkülerden hiçbirinin sözlerini ezberlemedim. Bütün sözler yüre­ğimden dökülür dudağıma."42

Sonra, düşlerinde kendisini görmeye gelen bir melekten esinlenen Caedmon,43 Helikon Dağı'run yamaçlarında koyun güderken güzel ez­gileri esin perilerinden, Musa'lardan öğrenen Hesiodos,44 İthake ve Phaiak ülkesinin usta ozanları Phemios ile Demodokos geliyor aklımı­za. "Ustasız öğrenmişim ozanlığı," diyor Phemios, "kendi kendime. Tanrı esinledi bana türkülerin her türlüsünü."45

Bütün ilkel insanlar arasında, ozan, tanrıyla esinlenmiş, tanrıyla es- rimiş, tanrının sesiyle konuşan bir yalvaçtır. Eski Yunanlılarda, yalvaç­lık (maııtike) ile delilik (mania) arasındaki bağ sözcüklerin kendisinde belirir. Onlar için şiirin ve yalvaçlığın büyüsel başlangıcı kendiliğinden anlaşılır bir olaydır, çünkü her ikisinin de belirtileri onlara Dionyos ta- pımlarmdaki esrime danslarını anımsatır:

Bütün iyi destan ozanları sanatçılıklarıyla değil, tanrısal bir esinlemey­le ya da esrimeyle yazarlar şiirlerini. Lirik ozanlar da öyledir. Kory- bant'lar nasıl ancak kendilerinden geçtikten sonra dans edebilirlerse, onlar da ancak kendilerinden geçerek yaratabilirler şiirlerini. Kendile­rini bir ritim ve uyuma kaptırdılar mı, çılgınlıkla ırmaklardan süt ve bal akıtan Bakkha'lardan farksızdırlar.46

4 5 8 TA RİH Ö N C ESİ Eg e

42 V.V. Radlov, Proben der Volkslliteratur der türkischen Stamme und der Dsungarischen Steppe, (St. Petersburg, 1866-96), Cilt V, XVII.

43 Bede, Ecclesiastic History, Cilt IV, s. 24.44 Hesiodos, Theogonia, 22-3. (Hesiodos: Eseri ve Kaynaklan, Çevirenler. Sabahattin Eyuboğlu-Azra Erhat,

Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1977.)45 Odysseia, 22. 247-8, 8. 479-81.46 Platon, /on, 533e.

Page 460: Thomson_Tarih Öncesi Ege

ŞİİR S A N A T I 4 59

Bakkha'lar, müziğin etkisiyle esrime nöbetlerine tutulan Dionysos rahibeleriydiler. Bu esrimeyi, enthcoi oldukarını, yani "içlerinde bir tan­rı" olduğunu söyleyerek açıklıyorlardı.47 Bu düzeye gelindiğinde, sa­nattan söz edemeyiz artık. Burada, sanatın büyüde yatan köklerine var­mış oluyoruz.

Esinlenme ve esrime aynı şeydir. İlkel toplumlarda, bilincin yitiril­mesi ve çırpınma ya da katılma gibi ruh bozuklukları, bir tanrı, bir hay­van ya da atalardan birinin ruhunun yol açtığı bir delilik, bir tür cin çarpması sayılırdı.48 Bu düşünce, yansılama danslarında dansçıların kendilerinden geçip coşarak, totem hayvanını, başka bir deyişle dan­sın doğurduğu yükseltilmiş ortak ben'in simgesini kişileştirmelerin­den, canlandırmalarından kaynaklanıyor.

İsteri, bir sinir hastalığı, birey ile çevresi arasında bilinçaltının ayak­lanması biçiminde beliren bir çatışmadır. İlkel insanlar bu tür çatışma­lara daha yatkın olduklarından değil, bilinçleri daha yüzeysel ve daha az esnek olduğu için isteri daha yaygındır onlarda. Bu hastalık büyüy­le iyileştirilir. İlk belirtiler ortaya çıkınca, hastanın başında bir türkü okunur. Bu türkü nöbeti hızlandırır, bedensel çözülmeyi kolaylaştırır.49 Demek ki burada, salt büyüsel düzeyde bir şiirle ya da daha doğrusu şiir olmayıp da şiiri doğuran sağaltıcı büyüyle karşı karşıyayız. Çün­kü büyü de aynı yoldan iyileştirilen bir bilinçaltı ayaklanışıdır. Arada şu ayrım vardır yalnız: Yansılama danslarında bu isteri eğilimi toplu­ca düzenlenir, düzenli yığın isterisidir bu; tek tek kişilerde rastlanan isteri nöbetleriyse düzensizdir. Ama iyileştirme yolu her ikisinde de te­melde aynıdır. Hastanın cinleri kovulur. Hastanın benliğini saran kö­tü ruh bir türkünün büyüsüyle uyandırılıp uzaklaştırılır. Bu cin kovu- culuk işini yapan kimse -şaman, otacı, büyücü de denilebilir yerine gö­re- çoğu zaman özel eğitim görmüş bir isteri uzmanıdır.30 Bu bakım­dan, cin kovucuyla hastası arasındaki ilişki yansılama danslarındaki oyuncularla önderleri arasındaki ilişkiye benzer.

Bilicilik, ruhların ya da cinlerin etkisiyle esrimenin bir gelişmesidir. Bir hastayı etkisine alan ruh ya da cinden kurtarmanın en yaygın yol­larından biri, o ruh ya da cini adını açıklamaya zorlamaktır; çoğu za­

47 G. Thomson, Aiskhylos ve Atina, (ikinci Basım, Londra, 1946), s. 374, 377-8.48 Ufe o f a South African Tribe, Cilt II, s. 479-503; E.W. Smith ve M. Dale, The llo-speaking Peoples of

Northern Rhodesia, (Londra. 1920), Cilt II, s. 136-52; The Bantu-speaking Tribes o f South Africa, s. 253; ). Roscoe, The Boğanda, (Londra, 1911), s. 274, 318, 320-2.

49 The lla-speaking Peoples o f Northern Rhodesia, Cilt II, s. 137-8.30 Aiskhylos ve Atina, s. 375.

Page 461: Thomson_Tarih Öncesi Ege

man da, ruh ya da cin, adını açıkladıktan sonra kurbanını salıvermesi­ne karşılık kendisinin de yatıştırılmasım ister. Böylelikle bu işlem tan­rıların isteğini açıklama ve dolayısıyla da geleceği haber vermenin bir yolu olur. İsteri nöbeti yalvaçsı bir kendinden geçme biçimini alır ve bu kendinden geçme sırasında hasta günümüzdeki ruh çağırma olay­larındaki gibi bir aracı, bir tanrının ya da ruhun sesini duyuran bir araç durumuna gelir.51 Bu durumda, gelecekle ilgili ve bilinçliyken duyum­sadığı korkuları, umutları, sezinlemeleri dile getirir. Bugün bile, gele­cekteki olaylarm önceden gölgeleri vurur, deriz. Bunlar bilinçaltımıza doluşarak tanımlanması güç bir kargaşa ve tedirginliğe yol açar; bilin­çaltı olağanüstü etkin olduğundan her an patlamaya yatkın olan bili­cideyse yüzeye çıkarlar.

En sonunda bilici ozan olur. İlkel düşüncede bilicilik ile şiir arasın­da kesin bir ayırım yoktur. Homeros destanlarında anlatılan ozanlara ikinci bir görme yetisi tanınır, kişilikleri kutsal sayılırdı.52 Ozan, daha üstün ruhsal ve toplumsal düzeye erişmiş bir bilicidir. Gerçi ozandaki kendinden geçmenin bedensel yeğinliği azalmıştır, ama gene de bir kendinden geçmedir bu. Ruhu bir düşlem dünyasında bulur kendini, bilinçaltı bu düşlem dünyasında bir boğuşma içindedir ve istekler bir çıkış yolu bulur. Bilicinin gelecekten verdiği haber nasıl herkesçe be­nimsenirse, ozanın sözleri de bütün yürekleri duygulandırır.

Böylelikle, Caudwell'i okuyarak, şiirin özsel niteliğini tanımlayabi­liriz:

S anat d ü n y ay a daha ince ve daha derinden tepki gösterebilsin diye in­sanın bilincinin coşk usal içeriğini d eğiştirir. İç gerçek liğin bu ele geçi­rilişi, toplu lu k halindeki insanlarca b aşarıldığı v e tek insanın üstesin ­den gelebileceği bir g örev in ötesinde bir k arm aşası o ld u ğu için, insan kardeşlerinin yüreklerini de ortaya kor ve toplum daki tüm ortak d u y ­gu yu yeni bir k arm aşa d ü zey in e yükseltir, in san lar arasın d a ek ono­mik üretim in yarattığ ı yeni m addi d üzenleniş seviyelerin e u yg u n d ü ­şen yeni bilinç d u ygu d aşlığı, anlayış ve sevgi d ü zeylerin i m ü m k ü n kı­lar. Tıpkı kabile dansının ritm ik içe d o ğru d ö n ü şü n d e d an sa h er katı- lanın, bir alg ı d ü n y asın ı d eğil d e, bir içgü d ü ve kanı k ay n atan ritim dünyasını ark ad aşlarıy la ortaklaşa bölüşm ek için kend in e, kalbine, iç­gü d ü lerin in k ay n ağ ın a çekilişi gibi bugün d e san atın içg ü d ü sel ego

4 6 0 T a r İh ö n c e s İ Eg e

51 Aynı yerde, s. 376.52 Theogonia, 31-2; Odysseio, 8. 479-81, 22. 345-6.

Page 462: Thomson_Tarih Öncesi Ege

ŞİİR S A N A T I 4 6 i

d ün y ası h em cin slerim izle ilişki k urm ak için içine çek ild iğ im iz gen el in sandır.53

Burada, esinlenmenin bir yönüne daha değinilebilir. Büyü uzun bir zaman kadınların uğraşı olduğundan, her yerde bilicilik ve şiirde esin­lenmenin özellikle kadınlara değgin bir şey olduğunu görüyoruz.54 Ka­dınların ilkel toplumdaki yeri erkeklerin yeri kadar açık seçik belgelen­mediğinden, bunun kanıtları daha da ilginçlik kazanıyor.55 Bu konu­nun ayrıntılarına burada girmeyeceğim. Bücher'in, Briffault'nun ve Chadvvick'in kitaplarından inceleyebilirsiniz bu konuyu. Homeros'un iki büyük destanına, Hesiodos'un da Theogonia'sına, dokuz esin peri­sine, yani Musa'lara seslenerek başlamaları, yalnızca bir ozanlık çalı­mı olarak açıklanabilir mi? Kadının müziğin ortaya çıkışındaki yeri, müzik sözcüğü ile Musa'lar arasındaki ilişkiden bile yeterince anlaşıl­maktadır.

*3 C. Caudwell, Yanılsama ve Gerçeklik, (Türkçesi: Mehmet H. Doğan, Payel Yayınevi, Aralık 1974), s. 187-8.

54 Arbeıt und Rhythmus, s. 434-52: The Mothers, Cilt II, s. 514-71; Growth o f Literature, Cilt III, s. 186-8, 413,663, -895-8. Estonya, Letonya ve Litvanya'da derlenen 1202 türküden 678’i kadın türküsü, 355’i erkek türküsüdür, 169’u ise belirsizdir (Arbeit und Rhythmus, s. 450).

55 Bkz. Arbeit und Rhythmus, s. 435-6: Growth o f Literature, Cilt III, XXII.

Page 463: Thomson_Tarih Öncesi Ege

462 TARİH Ö N CESİ EGE

YUNAN EPİK ŞİİRİNİN KUTTÖRENSEL

KÖKENLERİ

1. Sorun

S a n a t , k u t tö r e n le r in ta p ın m a tö re n le r in in b a ğ r ın d a n d o ğ m u ş tu r . G e rç e k te n d e , b elli b ir g e n e lle m e iç in d e s ö y le n d iğ in d e , h içb ir ak lı b a­ş ın d a ö ğ re n c in in y a d s ıy a m a y a c a ğ ı b ir ö n e rm e d ir b u . B irço k la rın ın , söz k o n u s u ö n e rm e y i ö n e m s iz s a y ıp g ö rm e z d e n g e ld iğ i d o ğ r u d u r . N e d e n m i? Ç ü n k ü tıp k ı b ü y ü g ib i s a n a t d a y e r y ü z ü n d e b ü y ü k b ir g ü ç tü r ya d a b ü y ü k b ir g ü ç o la b ilir v e o n la r s a n a tı u y s a l , e v c il tu tm a k is te rle r . O y s a g e r ç e k te , s a n a tın k ö k e n le rin in in ce le n m e sin i k ü ç ü m s e m e k le , sa ­n a tın n e o ld u ğ u n u a n la m a v e b ö y le c e sa n a tın ta d ın a v a r m a fırsa tın ı ka­ç ırm ış o lu rla r . O n la rın e lin d e n k u rta rm a lıy ız sa n a tı. H iç h a k la rı y o k sa­n a tın k o lu n u k a n a d ın ı k ırm a y a .

Y u n a n ş iir in in k u t tö re n le r le o la n b a ğ la r ı , ç o ğ u z a m a n , b ir b a k ış ta a n la şılır H o m e rik Ö v g ü 'l e r d e , P in d a rik Ö v g ü 'le r d e , A ttik a d r a m sa­n a tı d a h e p b ilin çli b ire r ta p ın m a e y le m iy d i. N e v a r k i, Y u n a n şiiri ile k u ttö re ııle r a ra s ın d a k i b a ğ ın tı, b ir tek ep ik şiird e açık se ç ik g ö z le r ö n ü n ­d e d e ğ ild ir . Y u n a n e p ik şiirin in ta rih se l e le ştiris i iki a n a ç iz g i iz le m iş­tir . B irço k k la sik b ilg in y ü z y ılı aşk ın b ir z a m a n d ır İlı/ada v e O dyssei- fl'nın y a p ıs ın ı ta r t ış m a k ta d ır . T a r tış m a n ın ş im d ilik b ir ç ö z ü m e v a rd ı­ğ ın ı s ö y le m e k z o r . A m a so n z a m a n la r d a ta r tış m a n ın tü m d e n b o şa çık ­m a y a c a ğ ın ı g ö s te r e n b e lir tile r d e y o k d e ğ il. Ö rn e ğ in , b ir A n g lo sa k so n p ro fe s ö rü y e n i b ir y a k la ş ım a ö n c ü lü k e tti. K a rş ıla ş tırm a lı y ö n te m i d e ­ğ işik h a lk la rın e p ik ş iir in e u y g u la y a n C h a d w ic k , b u tü r ş iiri b elli b ir to p lu m s a l v e ta r ih se l k o ş u lla r ç e rç e v e s in e o tu r tm a y ı o la s ı k ılan b ir d i­z i k arşılık lı b a ğ ın tı s a p ta d ı . A m a ep ik şiirin k ö k e n le rin in k u ttö re n le r - d e y a tm a s m a d e ğ g in s o ru n ö y le c e d u r u y o r .

XV

Page 464: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Y u n a n E p ik ŞİİRİN İN K u t t ö r e n s e l K ö k e n l e r i 4 6 3

Olgunluk evresine erişme sırasıyla alırsak, Yunan şiirinin üç ana bi­çimi epik şiir, lirik şiir ve dramatik şiirdir. İlyada ve Odysseia'nm orta­ya çıkışı en geç sekizinci yüzyıl olabilir. Lirik şiirin en eski ustaların­dan Alkman yedinci yüzyılda yaşadı. Aiskhylos ise ilk ürünlerini be­şinci yüzyıl başlarında verdi. Tarih sırasıyla bakarsak böyle. Oysa bu sıralama, bize yalnızca her şiir biçiminin bilinçli sanat düzeyine ulaş­tığı dönemleri gösteriyor. Kökenleri açısından bakarsak, bu tarih sıra­sı altüst olur. Dram sanatı şarkı, dans ve kişileştirmeyi birleştirir; yan­sılama büyüsünün başlangıçtaki birliğini korur. Koral lirik şiir şarkı ile dansı birleştirir. Epik ise salt ezberden okuyup anlatmaya dayalıdır. Lirik şiir strofi ya da kıta (stanza) temelinde kurulur; epik şiirdeyse strofi'ye rastlanmaz. Demek ki, üç biçimin en az farklılaşmış, dolayı­sıyla da en ilkel olanı, en geç olgunlaşmış olanıdır. Ama hakikatin bü­tününü açıklamaya bu kadarı da yeterli değil. Dram sanatında ezber­den okuma vardır; en eskileri olması açısından yapısı da içlerinde en ilkel olanıdır gerçi, ama tekniği de, içeriği de ilkel değildir. İşte bu ne­denle, her üç biçimin bir bütiinlenişidir dram sanatı.

Bütün bu karmaşıklıklar, bilginin tek kaynağı olarak görgüsel de­neye güvenenleri yıldırmış, sonunda hiç kimse Yunan şiirinin bilim­sel bir tarihini yazmaya girişmemiştir. Oysa bu karmaşıklıkları açıklı­ğa kavuşturmak o kadar da güç bir iş değildir. Sözünü ettiğimiz üç sa­nat biçimi, Yunan toplumunun gelişiminde birbirini izleyen üç evre­ye denk düşer: Erken krallık evresi, toprak soyluluğu evresi, demok­rasi evresi. Sınıflar arasındaki çatışmaların diyalektiğini yansıttıkları kavranılır kavranılmaz, bunlar arasındaki karşılıklı çelişmeler yerli ye­rine oturur.

Bu bölümün sorunu, üç ana başlık altında incelenecek: Strofi'nin ya­pısı, koronun evrimi ve kadınla erkek arasındaki ilişkiler. İlk ağızda, okurlar haklı olarak bu sorunların İlyada ve Odysseia ile ne ilgisi var di­ye düşünebilirler. Görelim bakalım.

2. Strofi

Stanza ve strofi bütünüyle aynı şeylerdir. Stanza bir "duruş" ya da "duraklama"dır. Strofi ise Latince'deki versus gibi bir "dönüş"tür. İki­si de, bir dans devinimindeki bölümleri dile getirir.

İngiliz şürinde balad ölçüsünün (vezin) iki ana tipi vardır. Sekiz vur­gudan oluşan kısa ikilik (couplet, beyit) ve on dört vurgudan oluşan

Page 465: Thomson_Tarih Öncesi Ege

4 6 4 TA R İH Ö N CESİ E g e

u z u n ik ilik .1 İk in ci tip te , ikilik g en ellik le a ltb ö liim le re a y r ı l ır v e b u n u n s o n u c u n d a o r ta y a b ild iğ im iz b a la d d ö r t lü ğ ü ç ık a r . B u r a d a , s ıra s ıy la d ö r t v u rg u lu v e ü ç v u rg u lu o la ra k d e ğ iş e n d ö r t d iz e v a rd ır . İkili y a p ı­y ı b e lir le y e n , u y a k lı (k a fiy e li) o lu ş u d u r . U y a k , ik in ci v e d ö r d ü n c ü d i­z e le r d e , b a şk a b ir d e y iş le h e r tü m ce n in s o n u n d a d ır . D e m e k ki, u y a k ­la r , d a n s d e v in im in d e k i m in ö r v e m a jö r iki d u r a k l a m a y a d e n k d ü ş ­m e k te d ir . U y a k la r , d a n s ç ıla r ın h e r k o şu şu n d a k i b e lir le y ic i, so n a d ım ­la rın y a n k ıla r ıd ır sa n k i. U y a ğ ın k ö k en i d e b u r a d a d ır iş te . E şg ü d ü m lü b ir b e d e n d e v in im in e s e s in eşlik e tm e s in d e n k a y n a k la n m ış tır u y a k .

B a la d d ö r t lü ğ ü n d e r i tm ik y a p ı, o rg a n ik b irliğ in i k o ru y a b ile c e k en k ü çü k a la n a in d irg e n m iş tir . A m a Y u n a n s lr o f i 's i , k o ra l k ö k e n in e çok d a h a y a k ın b ir d u r u m d a d ır . B ü tü n Y u n a n lirik ş iir in e , y a n i s tro fi b içi­m in d e s ö y le n e n b ü tü n ş iire lir y a d a flü t eşlik e d e rd i . M o n o d i 'y i , yan i tek se s le o k u n a n ş a rk ıy ı s a y m a z s a k , lirik ş iird e d a n s e d e n b ir k o ro n u n eşliğ i d e s ö z k o n u s u y d u . D o la y ıs ıy la , m ü z ik e ş liğ in in in ce lik lerin i o r­ta y a ç ık a ra n , d a n s ç ıla r ın el v e a y a k d e v in im le rin in g e liş m e s in i s a ğ la ­y a n lirik ş iirin y a p ıs ı d a h a ö z e n li, d a h a y e tk in d ir .

S tro fi b iç im in in ü ç tip i v a r d ır : M o n o s tro f ik , tr ia d ik v e a n tis tro fik . M o n o stro f ik ö v g ü 'd e , tıp k ı m o d e rn şiird e k i s ta n z a 'd a o ld u ğ u gibi tek b ir s tro fi d u r m a d a n y in e le n ir (A A A ). T r ia d 'd a , s tr o f i 'y i , ö n c e stro fi'n in y in e le n m e sin d e n b a şk a b ir ş e y o lm a y a n b ir a n tis tro fi, s o n ra d a b ir ep o d iz le r (A A B ). E p o d , a y n ı y a d a b e n z e r ritim ö ğ e le r iy le s ö y le n e n , a m a d e­ğ işik b ir b iç im d e d ü z e n le n e n v e b itiş b ö lü m ü (k o d a ) y e r in e g e ç e n bir s is te m d ir . V e s ö z ü n ü e ttiğ im iz b u triad d u r m a d a n y in e le n ir (A A B A A B A A B ). A n tis tro f ik b iç im ise , s tro fi v e a n tis tro fi 'd en o lu ş a n b ir ç if tle r d i­z is id ir . Ç ifti o lu ş tu ra n b ö lü m le r a y n ı, a m a h e r çift b ir ö n c e k in d e n fark ­lıd ır (A A B B C C ).

O g ü n le rd e n b u g ü n le re k a la n e n esk i Ö v g ü 'le r (O d 'la r ) , d a h a d o ğ ­ru s u A lk m a n 'm (y a k la şık İ.Ö . 6 6 0 ), A lk a io s 'u n v e S a p p h o 'n u n (İ.Ö . 630 - 5 8 0 ) Ö v g ü 'le r i h e p m o n o s tro fik tir . A lk a io s v e S a p p h o 'n u n Ö v g ii'le r in - d e n b irç o ğ u , d a n s eşliğ i o lm a d a n tek b ir şa rk ıc ın ın s ö y le d iğ i m o n o d i- le rd ir . T r ia d 'ı , b ir s o n ra k i k u şa k ta n S te s ik h o ro s 'u n b u ld u ğ u sö y le n ir . T ria d , h e r z a m a n k o ra ld i v e d a h a s o n ra k i s o y lu lu ğ u n e g e m e n b içim i o ld u . P in d a r o s 'u n h e m e n b ü tü n Ö v g ü 'le r i tr ia d ik tır . G e n e k o ra l olan a n tis tro fik b iç im ise , y a ln ız c a d ra m s a n a tın d a k u lla n ılır . T a rih se l s ıra - d ü z e n b ö y le . A m a b iz im b u ra d a k i iş im iz , g e liş m e y i y e n id e n e le alıp k u rm a k .

1 F.B. Gummere, Old English Ballads {Eski İngiliz Baladları), (Boston, 1894), s. 307-309.

Page 466: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Y u n a n E p i k Ş ü r İn in Ku t t ö r e n s e l K ö k e n l e r İ 4 65

Bu şiir biçimlerini tarihsel bağlamlarına yerleştirir yerleştirmez, be­lirgin birtakım karmaşalıklarla karşılaşıyoruz. Alkman Sparta'da ya­şamıştı; o sıralar uzun sürecek egemenlik döneminin başlarındaydı Sparta soyluluğu. Ama Alkman gerçekte Lydia'daki Sardes kentinden bir ozandı. O dönemin Sparta şiiri, genellikle yabancıların elinden çık­maydı. Ayrıca Lesbos'luTerpandros'dan ve Giritli Thaletas'dan da söz ediliyor. Dahası, Alkman'daki koşuk biçimlerini incelediğimizde, Al- kaios ve Sappho'ya o denli yakın benzerlikler görüyoruz ki, üçünün de ortak bir Yunan-Anadolu geleneğine bağlı olması gerektiğini düşünü­yoruz ister istemez.

Alkaios ve Sappho, Lesbos'luydular. Terpandros'dan sonraki ku­şaktandılar ve yurtlarından hiç ayrılmadılar. İkisi de soyluydu. Ama onların döneminde bir demokratik devrimin eşiğindeydi Lesbos ada­sı. Bu gerçeği unutmazsak, Alkaios ile Sappho'nun yapıtlarının Alk- man'm yapıtlarından daha ileri olduğunu gördüğümüzde şaşırmayız.

Stesikhoros, Himera'da doğmuştu. Himera, Sicilya'da, Syrakusa'dan gelen Dor'lar ile Khalkis'den gelen İon'ların ortaklaşa kurdukları bir koloniydi. Stesikhoros da, Alkman gibi, Dor lehçesi kullanıyordu, ama tekniği farklıydı. Triad'ı Stesikhoros'un bulduğundan kuşkulanmamız için bir neden yok, ama hiç kuşkusuz triad'ı yoktan var etmemişti Ste­sikhoros. Daha önceden var olan bir malzeme üstünde çalışmıştı. Tri- ad'in yapısı, iki yarım-koroya (iki ayrı cins, iki ayrı klan, iki ayrı yaş kümesi ya da her ne idiyseler) bölünmüş bir koroyu gerektirir. Bu iki yarım-koro, strofi ve antistrofi'yi ayrı perdelerden, epod'u ise aynı per­deden söyler. Ancak, bilebildiğimiz kadarıyla, en eski triadik Ovgii'le- rin hiçbiri gerçekte ayrı perdelerden değildi. Aynı perdeden söyleni­yorlardı. Ayrı perde (antiphony) uygulaması bırakılmış olmakla bir­likte, yapı varlığını korumaktaydı. Demek ki, Stesikhoros'un yaptığı, bu kuttören biçimini kuttörensel işlevinden soyutlayarak bir sanat bi­çimine dönüştürmek olmuştu.

Üçüncii tipte, antistrofik biçimde, yineleme en aza indirilmiştir. Bu, antistrofik biçimin ayırt edici özelliğidir. Üçü arasında en esne­ği, dolayısıyla da en dramatiği antistrofik biçimdir. Dram sanatına Özgü bir biçim olmasına bakılırsa, oyun yazarlarınca yaratıldığı söy­lenebilir.

Eğer triad'daki epod, aynı perdeden ve bir ağızdan söylenmek üze­re düzenlendiyse, o zaman kökeninde bir nakarattı. Ve eğer epod ilk başlarda antistrofi gibi strofi'ye eklenmişse (AX AX AX), o zaman so­lo ve koro, doğaçlama ve nakaratta olduğu gibi gene birbirini izleyen

Page 467: Thomson_Tarih Öncesi Ege

4 6 6 T a r İh ö n c e s i Eg e

ilkel ikiliyle karşı karşıyayız demektir. Gerçekte böyle olduğunu dü­şünmemizi gerektiren birçok neden de var.

Bir kez, antistrofik biçimi inceleyecek olursak, aynı sonuca varırız. Oyun yazarları kimi ÖvgüTerinde epod'u kullanırlar, ama yalnızca bü­tünün sonunu belirleyen tek bir bitiş bölümü olarak (AA BB CC D). Oyun yazarları bir de ephymnion diye bilinen bir bitiş bölümü kullanır­lar. Ephymnion, her zaman yalın ve yaygın bir ritimdedir ve çiftlerin her iki bölümüne de eklenir (AX AX BX BX). Bu düzenleme, triad'm az ön­ce açıkladığımız özgün biçiminden yalnızca bir özelliğiyle ayrılır: Az önce bir yenilik olarak gördüğümüz çiftlerin eşitsizliği.

Aristoteles'e göre, tragedya, dithyrambos'dan geliyordu. Eski çağ­larda bir korobaşı ve koroyla söylendiği bilinen bir tür koral övgü'ydü dithyrambos. Korobaşı bir dizi doğaçtan dörtlük (stanza) söylerken, koro da nakaratları okuyordu.2 Bu durumda, antistrofik biçimin nasıl geliştiği de açıklık kazanıyor. Antistrofik biçim, solo ile nakaratın ilkel bir biçimde birbirini izlemesiyle başlamıştı. İkinci aşamada solist kalk­tı ortadan. Artık övgü'yü baştan sona koro söylüyordu. Ephyumion'h- rı (ephymnia) olan monostrofik bir övgü'ydü bu. Üçüncü aşamada, öv­gü, antistrofik çiftlere bölünerek daha esnek kılındı. En sonunda, ephy- mnion'lar bir yana bırakıldı, geriye yalnız tipik antistrofik övgü kaldı.

Ancak, Yunan lirik şiirinin günümüze kalan örneklerinin hemen tü­münün bilinçli sanatın başyapıtları olduğunu unutmamamız gerekir. Tapmaklardaki gündelik tapınmalarda kullanılan Övgü'ler, sanırız o denli yetkin ve işlenmiş değildi. Gerçi bu konuda pek az şey biliyoruz, ama bildiklerimiz bu tür Övgü'lerdeki solo ve koro geleneğinin bütün bir eskil çağ boyunca sürdüğünü göstermeye yeterli. Bu gelenek, gü­nümüzdeki Hıristiyan kutsama törenlerinde de varlığım koruyor. Ay­nı gelenek, korobaşlarınm doğaçlamalarının anlaşılmaz haykırışlarla yanıtlandığı ağıtlarda da sürmüştür.3 Kureta'ların (Ana Tanrıça Rhea'nın rahipleri) Girit Övgüsü'nde4 ve Elis'deki Dionysos'a Övgü'de de görüyoruz ayru geleneği. Dionysos'a Övgü Plutarkhos'da karşımı­za çıkmakta ve Plutarkhos bu Övgü'nün nakaratından epod diye söz etmektedir.3

2 Arkhilokbos, 77; A.W. Pickard-Cambridge, Dithyramb, Tragedy and Comedy (Ditiramb, Tragedya ve Komedya), (Oxford, 1927), s. 19. Yunanlılarda solo ve koro geleneği İçin bkz. H.W. Smyth, Creek Melic Poets (Yunan Lirik Ozanları), (Londra, 1906), XXI, XL, XLVI, XLVIII, CXI, CXV, CXVI, CXXII, s. 503.

3 ilyada, 2A. 719-76.4 E. Diehl, Anthologia Lyrica Craeca (Yunan Lirikleri Güldestesi), (Leipzig, 1925), 2. 279-81.5 Plutarkhos, Moralia, 299b.

Page 468: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Bir de sözcüğün kendisi var. Epoidos ne demektir? Epoidos, triad'm üçüncü parçasına bağlı olarak, bir "şarkı-sonrası", bir koda, bir bitiş bölümü diye açıklanıyordu. Ama teknik bir ayrıntıydı bu. Halk düin- de epiodos, tıpkı Hektor'un ölüsü başmda düzülen ağıt, hastayı iyileş­tirmek için hastanın yanı başmda söylenen büyülü yakarış ya da suç­luyu ilençlemek için suçlunun başında çağrılan kargışlama gibi, "bü­yü", "tılsım", "büyü duası" ya da birinin başında söylenen şarkı anla­mına geliyordu. Hiç kuşkusuz, sözcüğün başlangıçtaki anlamıydı bu. Nakarat, ilk başlarda bir büyü yakarışıydı. Oresteia'da ErinysTer kaça­ğı büyüyle bağlamak için bir büyü dansı yaparlar.6 Burada, ephyımıi- ou'larıyla birlikte Övgü antistrofiktir ve büyü Erinys'lerin kurbanları­nın çevresinde dans ederken söyledikleri nakaratlar aracılığıyla ger­çekleşir. Aiskhylos'un Yalvarın K ızlarında da ephymnion aynı biçimde kullanılır; Yalvarıcı K ızlarda, Danaos Kızları artlarına düşen erkekleri ilençlerler ve tepelerine fırtınalar yağdırmak için yakarıda bulunurlar.7

Y u n a n Ep i k Ş u r î n i n K u t t ö r e n s e l K ö k e n l e r i 4 6 7

6 Aiskhylos, Eumenides, 307-99.? Aiskhylos, Yabancı Kızlar, 118-81.

Page 469: Thomson_Tarih Öncesi Ege

4 6 8 T A R İH Ö N C ESİ E g e

Bu nakaratlar bizi doğrudan doğruya ilkel büyünün yansılama duala­rına götürmektedir.

Geriye monostrofik biçim kalıyor. Epod ve ephymnion'da yaptığımı* gibi, nakaratın somut bir kalıntısından söz etmemiz olanaksız burada. Nakarat, monostrofik biçimde tümden ortadan kalkmıştır. Ama bir za­manlar kesinlikle vardı. Bunun kanıtı, strofi'nin kendi iç yapısında gö­rülebilir.

3. Heksametron

Gelelim, Yunan epik şiirinin ölçüsü (vezin) olan daktilik heksamet- ron'un [bir açık, iki kapalı seslemden oluşan altı ölçü kalıbı, ç.n.\ köke­nine.8

Şiirin çekirdeği, ilkel şarkı ile dansın ayrışmamış bütünündeki söz­lü öğeydi. Bu çekirdek büyüdükçe, kabuk çürüyüp bozuldu. Önce dans atıldı, sonra müzik. Giderek ritmik biçim yalınlaştı. Strofi'nin nasıl da­raldığını görmüştük. Şimdi de nasıl ortadan kalktığını göreceğiz.

Daktilik heksametron'u inceleyeceksek, trokaik tetrametron [biri uzun, biri kısa iki seslemden oluşan dört ölçü kalıbı, f./ı.] ve iambik tri- metron [birincisi kısa, İkincisi uzun iki seslemden oluşan üç ölçü kalı­bı, ç.n.] ile bağıntılı olarak yapmalıyız bunu. Kolaylık olsun diye, bu üç ölçüden heksametron, tetrametron ve trimetron diye söz edeceğim.

Tetrametron ve trimetron karşımıza ilk kez, sekizinci yüzyılın ikin­ci yarısında ürün verdiğini söyleyebileceğimiz Arkhilokhos'un yapıt­larında çıkıyor. Solon da bu iki ölçüyü kullanmıştı. Tetrametron, baş­langıçtaki oyun yazarlarınca tragedya diyaloğunun anlatım biçimi ola­rak benimsenmişti, ama daha sonraları tetrametron'un yerini Aristo­teles'e göre gündelik konuşmanın ritmine daha yakm düşen trimetron aldı.9

Bu ölçülerin yapısı şöyledir: -uu-uır/u/ıruu-utrü Heksametron:-u-irırû/_ıriruü Tetrametron: ü-u~ü/-u/_ü- uü Trimetron:

8 Bu konuda, değişik bir yaklaşım izleyerek, kuramları artık genellikle terk edilmiş olan Bergk ve Usener

ile bütünüyle aynı sonuca vardım. Bowra'nin, heksametron'un kaynağı “dörtlük birimlerinden değil,

dize birimlerinden oluşan anlatısal şiirin ilkel bir türü olsa gerektir" yolundaki görüşü sorunu geçiştirmekten başka bir şey değildir.

9 Aristoteles. Poetiko, 4.18-19; Demetrios, 43.

Page 470: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Bunlar genellikle birbirini izleyen şu kadar daktil (~uu), şıu kadar troki ("u) ya da şu kadar iamb (u- ) diye ele alınır. Bu çözümleme di­zenin süresini ve uzunluğunu gösterir, ama organik yapısı konusunda hiçbir ipucu vermez. Organik yapı, sözcüklerin iç kırılışlarına ya da bir dize okunurken hafifçe durulacak yerlere bağlıdır; bu da, heksamet- ron'da ve trnnetron'da her zaman bir ayağın ortasına denk düşer. Ayak, tıpkı danstaki ayrı bir adım ya da müzikteki eşzamanlı ölçü çizgisi gi­bi, organik değeri olmayan bir soyutlamadır. Organik birim, parçala­rının bir toplamı olarak değil, tek bir birlik olarak işlev gören bir adım­lar ya da vuruşlar dizisini temsil eden figürdür.

Burada biraz durup, kendisini oluşturan figürleri ve tümcecikleri ayırt etmek için bir Yunan lirik şiir örneğine uyguladığımız deneyleri açıklamalıyım.10 Bunlar üç tanedir: Sözcüklerin bölünmesi, üıilü boş­luğu [bir sözcükte ya da birbirini durak olmadan izleyen iki sözcük ara­sında, ayrı seslemlere bağlı iki ünlünün rastlaşması, ç.n.J ve kuraldışı seslemler. Diyelim, her yinelenişinde strofi'nin aynı yerinde sözcükler­de bir kırılma oluyordur; ünlü ile biten bir sözcüğü ünlü ile başlayan bir sözcük izliyordur ve orada her ünlünün ölçü (vezin) açışımdan ba­ğımsız bir işlevi vardır; kısa bir seslemin yerini uzun bir seslem ya da uzun bir seslemin yerini kısa bir seslem alıyordur. Bütün bu saydıkla­rımız genellikle iki figürün bitiştiği yerde gerçekleşir. Bu da, kökenin­de, danstaki duruşa denk düşen müzikteki duraktır.

Uç öiçii kalıbımıza dönecek olursak, onları lirik şiirden aıyıran ilk özellik, monofrastik, yani tek tümcecikli ya da tek figürlü olmalarıdır. Bir başka deyişle, sürekli yinelenen tek bir dizeden oluşmaları. İkinci­si, eşzamanlı bir ölçüye sahip olmalarıdır. Heksametron'da dört vur­gulu tempo vardır. Öteki ikisindeyse üç vurgulu tempo. Karışık tem­po yoktur. Bunların yapısal benzerlikleri, şiirlerin sunuluş biçiminden gelmekteydi. Bu ölçülerle bestelenen şiirler ezberden okunmaktaydı. Herkesin dikkati söylenen sözde toplanmaktaydı. Ölçü düzeninin böy- lesine yalın olmasının nedeni budur. Ama bu yalınlık, kabalık anlamı­na gelmiyordu. Tam tersine, böylece yalınlaştırıldıktan sonra ölçü dü­zeni yeni türden ritim incelikleri için bir klavye olarak kull anılmıştı. Oysa yapısal çeşitliliği strofi'yi bu tür yeni ritim inceliklerinden yok­sun bırakıyordu. Bu ölçü düzeni, gündelik konuşmanın doğal akışına uygun düşen sonsuz bir dize çeşitliliği geliştirilmesine olanak tanıdı.

Y u n a n Ep i k ŞİİRİNİN K u t t ö r e n s e l K ö k e n l e r i ' 4 6 9

10 Elimizdeki elyazmalarındaki bölünmeler ancak İskenderiye dönemindendır [İ.Ö. 300-30. ç.n.J; daha eski dönemlerde lirik şiir tıpkı düzyazı gibi kesintisiz bir biçimde yazılıyordu.

Page 471: Thomson_Tarih Öncesi Ege

4 7 ° TARİH Ö N CESİ EGE

Homeros'daki Yunanca'nm en çarpıcı özelliklerinden biri, çokses- lemli sözcüklerinden yana zenginliğidir. Daha sonraki Yunanca'da özellikle Attika lehçesinde, bitişik ünlülerin atılması sonucu çokseslenı- li sözcükler de azaldı. Bu değişikliğin dilin ritmi üstünde belirgin bir etkisi oldu.

Homerik dize daktilik'tir, Attika lehçesindeyse dize trokaik olur. Heksametron'un giderek ortadan kalkmasında bunun da payı olsa ge­rek. Dil gittikçe daha az daktilik oldukça bu ölçü de yaşamsallığını yi­tirmiş, konuşma diline daha yakın başka ölçülere bırakmıştır yerini.

Heksametron ve trimetron'da, her zaman bir ayağın ortasına düşen durağın iki konumu vardır: Birincide, üçüncü daktil'in ikinci seslemin­den önce ya da sonra; İkincide, üçüncü ya da dördüncü ayakta. Bu öl­çüleri bu denli esnek kılan, durakların yerlerinin değiştirilebilir olma­sıdır. Her dize bütünün zaman düzeniyle çatışan iki birime bölünür ve aynı zamanda birbirini izleyen her dize ölçü bakımından bir öncekiy­le aynı olmakla birlikte ritim açısından farklı kılınabilir. Benzeyen ile benzemeyenin bu sürekli etkileşimi, ölçünün (vezin) ruhudur.

Tetrametron bu üstünlüklerden yoksundur. Durağın tek bir yeri var­dır tetrametron'da: Ayağın sonunda. Durak, zaman örgüsüne her za­man uygun düştüğünden, ritmi daha az esnek, dolayısıyla daha tek­düze kılar. Aristoteles'in dediği gibi, çok "danssı"dır. Oyun yazarları, tetrametron'dan bu yüzden vazgeçmişlerdir. Sözünü ettiğimiz üç ölçü içinde, üçlü temposu ve değişken duraklarıyla gündelik konuşmaya en yakın olan trimetron'u yeğlemişlerdir.

Durak nereden geliyordu peki? Durağın ritmik etki açısından çok önemli olduğunu görüyoruz, ama.gene de doğal olarak var olan bir ge­reksinimi karşılamak amacıyla yaratıldığını düşünmemiz için bir ne­den yok. Yunanca'da da, başka dillerde de hiç durak içermeyen birçok ölçü vardır. Durağın kökeninin tarihsel olması gerekir.

Ele aldığımız üç ölçünün en kabası olan tetrametron, aynı zamanda yapısıyla kendini en fazla ele verenidir. Tetrametron'da kuraldışı ses­lemlerin varlığına bakarak şu formülü çıkarabiliriz: u-ü-u-ü/-u-ü-u . Bu, birbirinden yalnızca sonlarında ayrılan iki figürden oluşan bir tüm- ceciktir. Demek ki, durak, iki figürlü bir tümcecikteki iç bölünmeden kaynaklanmıştı.

Epik söyleyimin ileride inceleyeceğimiz bir özelliği de kalıp-tümce- lerin kullanılmasıdır. Birçoğu çok eskidir bunların. Epik şiir bu kalıp- tümcelerden dokunur. Kalıp-tü nicelerin çoğu duraktan önce ya da son­ra gelen bir yarım-dizeden oluşur.

Page 472: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Y u n a n E p İk ŞH r î n î n K u t t ö r e n s e l K ö k e n l e r i 471

Konunun gerektirdiği her yerde sürekli olarak ve hiç değiştirilme­den kullanılan bu kahp-dizelerin biçimselliği, bunların çok eski çağla­ra uzandığını akla getirmekte; heksametron'un da iki figürün birleşi­minden doğduğunu, iki figürün birbirinden kopuşunun ise durakta sürdüğünü düşündürmektedir. İlk başlardaki figürlerin ne olduğuna gelince, bu daha güç bir soru. Yunan ölçülerinin en eskisi olan heksa­metron'un tarihinin ilk evresi bilinmemektedir. Ancak temelde, heksa­metron'un, ilk başlardaki Yunan lirik şiirine egemen olduğu bilinen ve ikili biçimin sesleniş ve karşılık'ma dayanan bir tür iki figürlü tümce- cikten kaynaklandığını belli bir güvenle ileri sürebiliriz.

Vardığımız bu sonucu, değişik türden bir kanıt da doğrulamakta­dır. Bu kanıt, aradaki aşamalar ne olursa olsun Yunan epik şiirindeki dize biçiminin koral lirik şiirden geldiğini kesin kılmaktadır.

Tarihsel dönemde, epik şiirde eşlik yoktu. Ozan, elinde bir değnek, söylerdi şiirini. Hesiodos da söz ediyor ozanın değneğinden. Üstelik bir öyküye göre Hesiodos bir keresinde bir ozanlık yarışmasında oku­duğu şiire çalgısıyla, yani liriyle eşlik edemediği için yenik düşmüş.11 İlyada ve Odysseia'nm birçok yerinde, kahramanlık çağı betimlenirken ozanların şiir okumalarından söz edilir. Bu örneklerin hepsinde, ozan şiirini söylerken bir yandan da liriyle şiire eşlik eder. Daha sonraları ozan değneğinin, lirin yerini tutan törensel bir öğe olduğu açıktır.

Odj/sse/fl'nın Dördüncü Bölümünde Telemakhos Sparta'ya vardığın­da Menelaos düğün dernek kurmuştur. Bir ozan lir eşliğinde şiir oku­makta, iki cambaz ortada şarkı söyleyerek dönüp durmaktadır.12 Pha- iakia'da da benzer bir eğlentiye tanık oluruz:

T anrıya denk A lkinoos böyle dedi, haberci de kalktı, oyu k kannlı sazı getirm eye gitti kral evinden.H alk arasınd an d oku z hakem seçilm işti, bunlar kalkıp her şeyi eksiksiz hazır ettiler, gü zelce d ü zeltip genişlettiler oyun alanını.H aberci d e geldi, verdi sazı D em odokos'a, ozan sazını alıp geçti o rtay a ,h orad a u sta gen cecik delikanlılar dizildiler çevresin e, başladılar tanrısal top rağa ayaklarıyla v u rm aya,

11 Pausanias, 10. 7. 3; M. Murko, "Neues über Südslavisches Volksepik", Neue Jahrbücher fü r das klossisches Altertum, (Leipzig, 1898-), 43. 285.

12 Odysseia, 4.17-19.

Page 473: Thomson_Tarih Öncesi Ege

472 TA R İH Ö N CESİ E g e

bakakaldı O dysseus, şaştı gönlünde, ışıl ışıl dönen ayaklarına delikanlıların.D em odok os, elinde sazı, güzel bir ezgiye k oyuldu,A res'le güzel belikli A phrodite'in sevgileri ü stü n e13

İşte, ilk baştaki özgün konumuyla epik sanatı.Burada, Yunan şiirinin şarkıyla dansın iç içe olduğu ilkel tapınma

törenlerinin bağrından evrilişini, onun ölçü (vezin) biçimlerini somut olarak çözümleyerek gözler önüne serdik. Ortaya çıkan sonuç, On Dör­düncü Bölümde genel olarak şiirin kökeni konusunda vardığımız so­nuçları doğrulamaktadır. Gösterinin tarihini ortaya serdikten sonra şimdi de bakışlarımızı göstericilere çevirelim. Epik şiirdeki heksamet­ron ile şarkı-dans bileşkesi arasındaki ilişki neyse, epik ozan ile şarkı söyleyip dans eden koro arasındaki ilişkinin de o olduğunu gösterebi­liriz.

4. Koro

Yunan devlet dini, polis'e yerleşen büyük toprak sahibi ailelerin klan tapımları üstüne kuruluydu. Her aile, bir yandan saygınlığını artırmak için kendi tapımını güçlendirirken, öte yandan, da egemen sınıf olarak konumunu güvence altına almak için tapınmayı öteki ailelerle ortak­laşa tekelinde tutuyordu. Demokratik devrimden sonra, çoğu zaman yönetimleri kalıtımsal sahiplerinin elinde kaldıysa da tapımlar devlet denetimi altına alındı. Dolayısıyla, pek az kuraldışı örnek sayılmazsa, klan tapımlarını ancak devlet tapınılan oldukları ölçüde tanıyabilmi- şizdir. Ama klan tapınılan, hiç kuşkusuz, devlet tapımına dönüşme süreci içinde değişmişlerdir. Pek değişmeyen klan tapınılan ise, özel bir çevre içinde kaldıklarından, o günden bugüne pek az iz bırakmış­lardır.

Gene de, eski klan kuttörenini hiç değilse ana çizgileriyle açıklaya­biliriz. Eski klan kuttöreni, koral övgü'nün ilkörneğiydi. Dram sanatı ne denli demokrasiye özgüyse, epik şiir ne denli kahramanlık çağı kral­lığına özgüyse, koral lirik şiir de o ölçüde soyluluğa özgüdür. Koral li­rik şiirin ta kabile döneminden gelen tekniği, soyluluğun bu tutucu ai­lelerince büyük değişikliklere uğratılmaksızm kuşaktan kuşağa akta-

13 Odysseia, 8 . 256-67 .

Page 474: Thomson_Tarih Öncesi Ege

rılmıştı. Dolayısıyla, ancak epik şiir olgunluk evresini geride bıraktık­tan sonra boy göstermesine karşın koral lirik şiir yapısı bakımından da­ha eskiydi.

Lirik şiirin soylu niteliği en geç ürünlerinde bile açık seçiktir. Pin- daros, eski soyluluğun Sparta, Elis ve Thessalia dışında hemen her yer­de demokrasiyle uzlaşmaya zorlandığı bir dönemde yaşamıştı. Pinda- ros'un bugün elimizde bulunan bütün Övgü'leri, spor şenliklerinde ödül kazananlar için yazılmıştır. Spor şenliklerini kuşkusuz gezginci satıcılardan ve gezmeye çıkan halktan oluşan bir kalabalık da doldu­ruyordu; ama oyunlar gene de soylu bir nitelik taşıyordu. Ancak var­sılların cimnastik çalışmalarına ayıracak zamanları vardı. En gözde ödül olan araba yarışı ödülü, aslında bir binicilik geleneği bulunan top­rak sahibi sınıfın üyelerine ayrılmıştı.

Övgü, yarışı kazanan kişi kendi kentine döndüğünde düzenlenecek törende okunmak üzere yazılırdı. Övgii'yü meslekten bir ozan yazar­dı, ama ozanın kendisi şiirin okunuşuna katılmazdı. Övgii'yü, bir çal­gıcı eşliğinde, yarışı kazananın akrabalarından oluşan bir koro okur­du. Ödülü alan ve ailesi için yazılmış bir övgü şarkisiydi bu. Tipik Pin- daros övgü'sünde, yarışı kazanan kişi şiirin başında ve sonunda övü­lür; şiirin ortası ise, çoğu zaman, ödül alanın ailesi ya da klanının ge­leneklerinden alınmış bir söylenceye ayrılır. Piııdaros zamanında uy­gulama böyleydi, ama bu iş için meslekten bir ozanın tutulması bir ye­nilikti. Daha eski çağlardaysa, ödül alanın akrabalarının hem yazıp hem söyledikleri ve klanın övüldüğü bir koral'in sözkonusu olduğunu dü­şünebiliriz.

Pindaros, bugün artık hepsi yitmiş olan birçok türde Övgü yazmış­tı: İlahiler, tören şarkıları, şükran ya da utku şarkıları, ditiramb'lar, ağıt­lar, partheıteia. Özellikle ağıtları ilginç olsa gerek. Başka yerlerde oldu­ğu gibi Yunanistan'da da gömme töreni ne zaman ortaya çıktığı anım- sanamayacak kadar eskilere uzanıyordu ve tıpkı spor yarışmalarında­ki övgüler gibi soylularca aile saygınlığı uğruna sürdürülüyordu. Bir­çok kent-devletinde, gömme törenlerinin büyüklüğünü, süresini ve har­camalarını sınırlayan yasalarla karşılaşırız.14 Atina'da Solon'la başlar bu tür düzenleyici yasalar. Bu yasaların tek amacı özel savurganlığın önünü almak değildi. Aynı zamanda klanlara karşı bir önlemdiler. Bir adam bir kavgada öldürüldüğünde, adamın bütün klanı ölüsünün ar­dından klan gömütlüğüne gider, orada gömüt başında söylenen ağıtı

Y u n a n Ep î k ş î İr î n İn K u t t ö r e n s e l K ö k e n l e r İ 473

14 Plutarkhos. Solon, 12: D. 43.62: SIG. 1218-9; GDI. 2561.

Page 475: Thomson_Tarih Öncesi Ege

4 7 4 T a r İ h ö n c e s İ E g e

dinlerken herkes nerdeyse cinnet getirerek ken­dinden geçerdi. Ve bu cinnet, kangütmeyle so­nuçlanırdı. Böyle çıldırtıcı törenlerden birine de Oresteia'da rastlanır: Agamemnon'un çocukla­rı, babalarının gömütii başında ağıt söylerler­ken, birden öfkeyle öç alacaklarını haykırmaya koyulurlar.15

İlkel ve daha sanata dönüşmemiş biçimiyle ağıt kadınlarca söylenirdi. Bu yüzden, az önce sözünü ettiğimiz yasalar ölü evine ancak ölüy­le belli bir yakınlığı olan belli sayıda kadının girmesine izin verir, kadınların gömiit başında­ki davranışlarına çeşitli smırlamalar getirir. Geç­mişin alışkılarına inatla sarılan kadınlar çok kavgacıydılar. Ataerkil toplumdaki aşağı ve

ikincil konumları kadınlarda geleneksel olarak yasa ve düzene karşı bir saygısızlık yaratmıştı.

Gerçi Pindaros ağıtının yapısını bilmiyoruz, ama daha eski bir ör­nek var elimizde: tlyada'nm sonunda Hektor için tutulan yas. Sırasıyla Andromakhe, Hekabe ve Helena birer ağıtla Hektor'a seslenirler; her birinin ağıtının ardından çevredeki kadınlardan inleyiş ve hıçkırıklar yükselir. Burada üç ağıtçı korobaşıdırlar, öteki kadınlar da koroyu oluş­tururlar.16 Gösterinin kuttörensel özellikleri ister islemez hafifçe törpü­lenmiştir, ama daha başka kaynaklardan da biliyoruz ki burada sözko- nusu olan konuşma değildir, ağıt hep birlikte söylenir ve ağıta kadın­ların kendilerinden geçmişçesine yaptıkları, göğüslerini dövüp .saçla- rını yoldukları bir dans eşlik eder.17 Günümüzde ağıtın bütün dünya­daki biçimidir bu.18

Pindaros'un parthetıeia'sının yitmiş olmasına karşılık, Alkman'ın ay­nı türden bir şiirinin bugüne erişmiş olması bir ölçüde su serpiyor in­sanın yüreğine. Birtakım değerli bilgiler içeriyor Alkman'ın şiiri.

15 Aiskhylos, Khoephoroi, 305-476.16 ilyada, 24. 719-76. Bu bölümde bir terslik var. Üç kadının ağıtın başını çektiği (723. 747, 761), öteki

kadınların da nakaratı söylediği (746) belirtiliyor. Ama başlangıçta, korobaşlarının erkek ozanlar olduğu (720-22) söylenmişti. Sanırım, ilkel kadın ağıtı daha sonraki profesyonel ağıtla karıştırılmış. Bkz. II. M. Chadwick. The Growth of Literature, 3. 61.

17 ilyada, 18. 50-51: Aiskhylos, Khoephoroi, 423; Aiskhylos, Pettier, 123-28: Aiskhylos, Yol varıcı Kızlar, 126-28; Peloponnesos Savaşı, 2. 34. 4.

18 K. Bücher, Arbeit und Rhythmus, (Beşinci basım. Leipzig. 1919), s. 442.

Resim 68. Mykene'li dansçı: Vapheio'dan bir

süstaşı

Page 476: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Y u n a n Ep İk ş ü r i n î n K u t t ö r e n s e l K ö k e n l e r i 475

Anlaşılan, şiirin yazılış nedeni, Artemis tanrıçaya yeni bir giysinin sunulmasıydı.19 Her yıl bu tür armağanların sunulması çok yaygın bir gelenekti. İlyada'da, kadınlar Troyalı Athena'ya çok güzel işlenmiş bir şal sunarlar.20 Atina kentinde, Thargelion'un (Mayıs-Haziran) yirmi bi­rinde tapınaktaki Athena Polias yontusu tülle örtülerek yerinden indi­rilir, yıkanırdı.21 Daha sonra Athena Polias, arrhephoroi'un, yani giz ta­şıyıcı kızların dokuduğu yeni bir şala sarılırdı.22 Bu tören, Praksier- gid'ler klanının yönetiminde gerçekleştirilirdi.23 Athena Polias yontu­sunun yerinden indirildiği gün bir dies nefasta idi; başka bir deyişle, At­tika takvimindeki en uğursuz günlerden biri.24 Kimi araştırmacılar, o günün uğursuz sayılmasının törenin kendisinden kaynaklandığını öne sürmüşlerdir,25 ama olası değildir bu. Çünkü aynı gün, Hesiodos'un İşler ve Günler’inde de uğursuz, belalı bir gündür.26 Gerçekte, o günün uğursuz sayılmasının nedeni, ayın tam küçüldüğü döneme rastgelme- siydi; o güne bağlanan tören de gerçekte her ay düzenlenen bir arınma kuttöreniydi.

Ephesos'daki Artemis rahibelerinden birine kosmeteira derlerdi. Kos- nıeteira'mn bu görevi soydan geçerdi. Sıfatından da anlaşılabileceği gi­bi, armağanlara bakardı kosmeteira.27 Bütün bunların tam olarak ne za­man olduğunu bilmiyoruz, ama sanırız bu da bir başka arınma ya da yenidendoğuş kuttöreniydi. Aynı tanrıçanın Brauron'daki tapımında, tanrıçaya sunulan şal doğum yaparken ölen kadınların giysilerinden dikilirdi.28

Alkman'm partheneion'unu, on ya da on bir evlenmemiş kızdan olu­şan bir koro söylerdi. Tanrıçaları için olduğu kadar kızlar için de bir yenidendoğuş ya da erginleme töreniydi bu. Anlaşılan, kızlar bir age- la oluşturuyorlardı. Agela, erginleme törenine katılacak adayların oluş­

19 Sanırım, tanrıçaya sunulan şal yıldızlarla süslüydü; bkz. ilyado, 6. 295; Orpheus, fr. 238. O zaman şu dizeler anlaşılır oluyor: "Artemis Orthia’ya hoş kokulu gecenin içinden Sirius'u andıran bir şal sunduğumuzu gören Pleiad'lar kahroluyorlar kıskançlıktan." Başka bir deyişle, şal, Pleiad yıldızlarını gölgede bırakmaktadır.

20 ilyoda, 6. 286-3U3.21 Plutarkhos. Alkibiades, 34.22 Harpokration: Aristophanes. Af. 826-27.23 Plutarkhos. Alkibiades, 34.24 Plutarkhos. I.c: Ksenophon. Hellenica, 1. 4.12; Polluks. 8.141.25 L. Deubner, Attische Feste, (Berlin. 1V32). s. 22.26 Hesiodos. i;ler ve Günler, 803.27 SIC. 1228; C/G. 2823.28 Euripides, İphigeneia Tauris'de. 1450-67. Tanrıçalara giysi sunmayla ilgili benzer örnekler için bkz.

Hypereides. 4. 25: Pausanias. 3. 16. 2. 3.19. 2. 5.16. 7. 23. 5. IG. 5. 2. 265.19.

Page 477: Thomson_Tarih Öncesi Ege

4 76 T a r İh ö n c e s } Eg e

turduğu bir arkadaşlık derneğiydi. Delikanlılar gibi genç kızların da böyle örgütlendikleri biliniyor.29 Erkek agela'sının bütün üyeleri erkek yanından aynı soydan gelirlerdi. Alkman'ın şiirinde de önde gelen iki genç kızdan kuzin diye söz edilmektedir. Dolayısıyla, agela'nın, klan içinde bir akrabalık kümesi olduğu anlaşılıyor. Gerçekten böyle idiy­se, bu genç kızların katıldığı kuttören de bir klan tapımıydı.

Kızlar korosuna Alkman'ın kendisi eşlik ediyordu. Yapıtlarından bugüne kalan öteki örneklerinden bu sonuç çıkıyor. Alkman kendi de katılıyor şarkıya. Örneğin, bir yerde, alaycı bir şarkı söyleyerek çok yaş­lı olduğundan dem vuruyor, dansa katılamadığı için korodaki genç kız­lardan özür diliyor.30

Alkman'ın bu partheııeion'u elimizdeki en eski koral övgü'dür, ama bu tür övgii'lerin Alkman'dan önce yüzyıllar süren bir süreç içinde ge­liştiği söylenebilir. Kaldı ki, Yunanlılarda "Homerosöncesi ozanlar"m var olduğunu ayrımsamışlardı ve birtakım adlardan söz ediyorlardı. Bu ozanlardan hiç değilse ikisinin tarihsel bir dayanağı olsa gerektir.

Bir Atinalı olan Pamphos'un adı, Pamphid'ler denilen ve kuşaktan kuşağa geçen bir kadın tapım derneğince sürdürülüyordu.31 Bu oza­nın Sappho'yu da etküediği söylenen yapıtları arasında Demeter'e, Per- sephone'ye ve Kharit'lere yakılmış övgü'ler bulunuyordu.32

Ölen adlı ozana gelince, Delos'a yerleşmiş bir Lykia'lıydı o. Delos'da Tanrı Apollon için övgü'ler yazmıştı.33 Bunlardan biri, ergenlik çağma yeni erişmiş kızlardan ve oğlanlardan oluşan ikili bir koro tarafından söyleniyordu.34 Bir başka övgü'de, doğum tanrıçasına seslenilmektey- di. Leto doğum yaptığı sırada, Delos nymphaiarı "Ebe Tanrıça Eileith- yia'mn kutsal şarkısı"nı mırıldanırlarken, Anadolu'dan gelen kuğular da Leto'nun başında yedi şarkı söylemişlerdi.35 Hera'ya yazılmış bir öv­gü ve daktilik heksametron'u bulma onuru da Olen'e yakıştırılıyordu.36

Bu övgü'lerde değinilen tapımların hepsi de anaerkil kökenli tapan­lardı. Övgü'ler, tıpkı Alkman'da olduğu gibi, erkek korobaşımn önder­liğinde kadınlar korosunca söyleniyordu. En çok bilinen Yunan söy­lencelerinden biri de bu görüşü doğruluyor. Müzik, dans ve şiir sanat­

29 Pindaros. fr. 112.30 Alkman, 94.31 Hsch.32 Pausanias, 1. 38, 3, 1. 39.1. 7. 21. 9,8. 35. 8, 8. 37. 9, 9, 27, 2, 9. 29. 8, 9. 31. 9, 9. 35. 4.33 Herodot Torihi, 4. 35; Pausanias, 8. 21. 3,9. 27. 2.34 Kallimakhos, HDel. 296-99.35 Aynı yerde, 249-57.36 Pausanias, 2. 13. 3; 10. 5. 7.

Page 478: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Y u n a n Ep i k Şİİr î n î n K u t t ö r e n s e l K ö k e n l e r İ 4 77

ları Tanrı Apollon'un ve M usa'ların, yani esin perilerinin koruması altındaydı. Pinda- ros, elinde yedi telli liriyle Apollon'un başı­nı çektiği Musa'ların Peleus ile Thetis'in dü­ğününde nasıl dans ettiklerini anlatır.37 A- lkman, Musa'lara, kız dansçıları için yeni bir şarkı söylesinler diye yalvarıp yakarır.38 Ter- pandros'un olduğu söylenen bir övgü, Le- to'nun oğlu Apollon'a, Musa'ların önderine çağrıyla başlar39 İlyada'da, Olympos'lu ölüm­süzler karınlarını doyurduktan sonra taslar şarapla dolup boşalmaya başladığında Apol­lon lirini çalar, Musa'lar da karşılıklı şarkı­lar söylerler ,40 Homerik övgü'lerde, Musa'lar gene karşılıklı şarkılar söyleyerek tanrıların ölümsüzlüğünü ve insan soyunun çektiği acıları dile getirirlerken, Hora'lar ile Kha- rit'ler Apollon'un müziği eşliğinden el ele dans ederler ve bir ara Apollon da katılır dansa.41 Tanrıçalardan kurulu korosuyla bu lir çalan tann, tarihöncesi partheııeion'un gök- yüzündeki bir yansımasıdır düpedüz.

Apollon'a tek bir yerde rastlayanlayız:Akhilleus'un gömme töreninde:

Deniz ihtiyarlarının kızları aldılar çevreni senin, tanrısal rubalar giydirdiler sonra ağlaya sızlaya.Dokuz Musa da karşılıklı ağıtlar okudular güzel sesleriyle.42

Doğası gereği yas tutup gözyaşı dökemeyeceği için aydınlık ve sağ­lık tanrısı Apollon'un Akhilleus'un gömme törenine katılması olanak­sızdı. Herkesçe bilinen bir şeydi bu 43 Apollon'un yas tutması düşiinü-

37 Pindaros, N. 5. 22-25; Hesiodos, 5c. 201-06; Pausanias, 5 .18.4.38 Alkman, 7,68. 94.39 Terpandros, 3; T. Bergk, Ueberdas olteste Versmaass derCriechtn, (Freiburg. 1854).40 İtyado, 1. 603-04.41 Horn. H. 3.188-201.42 Odysseio, 24. 60-61; ilyada, 18. 50-51.43 Aiskhylos, Agamemnon, 1058-63; Aiskhylos, Persler, 608; Euripides, Yalmana Kızlar, 971-79; Stesikhoros,

22; Sappho, 109.

Resim 69. A p o llo n ve lir:

Attika v a zo su

Page 479: Thomson_Tarih Öncesi Ege

478 T a r î h ö n c e s İ Eg e

lemezdi, çünkü Apollon erkek korobaşını temsil ediyordu ve tarihön- cesinde ağıt salt kadınlarca söyleniyordu.

Koruyucu tanrıları bakımından koral lirik ile epik arasında hiçbir ayırım yoktu. Nitekim, günümüze kadar gelebilmiş tüm epik şiirler Musa'lara yakarışla başlar. Odysseus, Phaiakia'h Demodokos'u övmek istediğinde, "Sanatını ya Musa'lar öğretti sana ya da Apollon," der.44 Dahası, bu evrede ozan rahibe karışır, onunla iç içe geçer. Ozanın kişi­liği kutsaldır. Apollon'dan esinlendiği ve kendinden geçtiği için ozan olduğu kadar bilicidir de.43 Apollon da öyleydi. Bilicilik ile müziği ken­dinde birleştırirdi, çünkü ilkel toplumda her türlü ruhsal çözülmenin yolu müzikti ve bilicilerin esriyip kendilerinden geçmeleri de bu ruh­sal çözülmenin bir parçasıydı. Aynı anda hem ozan, hem bilici, hem ra­hipti o; bir kadın tapımının rahibiydi.

Peki, bu Apollon ve Musa'lar kavramı ne denli geriye gidiyordu? Hiç kuşku yok ki, tarihöncesine değgin bir kavramdı. Ama inceleme­mizi daha da gerilere götürecek olursak, bu tanrısal koronun bölün­düğünü görürüz. Musa'lar kuzeyden gelmişlerdi: Boiotia'daki Heli­kon dağından ve Olympos dağının eteklerindeki Pieria'dan 46 Adları, büyük bir olasılıkla, "çılgın kadınlar" anlamına gelmektedir.47 Bunlar, tıpkı kendileri gibi kuzeyden gelen ve Dionysos tapımının dinsel tö­renlerini çılgınca kendilerinden geçerek kutlayan Bakkha'ları andıran bir kadın yoldaşlar (thiasos) topluluğudur 48 Tarihsel dönemde, Mu­sa'ların başlıca merkezi Thespiai idi; Thespiai'da Hesiodos'un adını taşıyan bir derneğin üyeleri Musa'lara tapm ırlardı49 Delphoi'da pek bilinmeyen Musa'ların yerini Delos'da Deliad'lar ve Minoid'ler almış­tı.50 Apollon ise güneyliydi, Giritliydi. Nitekim Apollon'un simgesel çalgısı, vedi telli lir Girit'de Hagia Triada lahitinin üstünde hâlâ görü­lebilir.51

44 Odysseia, 8. 487-88; Hom. H. 25. 2-3.45 Odysseia, 8. 479-81, 2Z 345-46; Tanrıların Doğuşu, 31-32; ilyada, 1. 70.46 Tanrıların Doğuşu, 52-53; Strabon, 410, 471.47 W.H. Roscher, Ausführliches Lexikon der griechischen undrömischen Mythologie, (Leipzig. 1884-1937).

2. 3238.48 Musa'lar Orkhomenos'daki Agriania'da Dionysos'a tapınanlar olarak görünürler; Plutarkhos, Moralio.

717a; Eratosthenes, Catalogoi, 24.140.49 Pausanias, 9. 31.4; 1C Sept. 1785,4240, bkz. 1735,1760,1763. Thespiai, gerçekte Musa'lara ilişkin

bir tapım adıdır. Musa’ların, Boiotia'da Kharit'lerin yerini almış olmaları olasıdır. Kharit’lere ilişkintapım Orkhomenos'da çok eskiydi (Pausanias, 9. 35. 1; Ausführliches Lexikon, 1. 877-78) ve sanırız Suriye kökenliydi; T.H . Gaster. “The Graces in Semitic Folklore", JRA 1938. 37.

50 A.J. Evans, The Palace o f Minos (Minos Sarayı), (Londra, 1921 -35), 3. 74.51 Aynı yerde, 2. 834-36; Resim 73.

Page 480: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Bütün bunlara dayanarak şu görüşü ileri sürebiliriz: Apollon ve Mu­sa'lar kavramı, Minos etkisi altında ve anaerkil toplum düzeninin ge­rilemesindeki belli bir evreye tepki olarak Yunan anakarasında, belki de Boiotia'da belirginleşmiştir; tam da, daha önce kadınlara bağlı olan tapımların bir erkek rahibin denetimi altına sokulduğu sırada.

Eğer bu kadınlar korosunun başı bir davetsiz misafir idiyse, o za­man nasıl girmişti koroya? Kadın kılığına girerek. Bakkha'ları gözetle­meye gittiğinde Pentheus da böyle yapmıştı.52 Dionysos şenliklerinde erkeklerin kadın giysilerine bürünmesine çok sık rastlanırdı.53 Lydia'lı rahiplerin sırtındaki, gerçekte kadın giysisiydi.54 Bizi şaşırtmamalı bu. Tam tersine, bizim din adamlarımızdaki piskoposluk taçlarına, ipek at­kılara, cüppelere daha keskin bir gözle bakarsak iyi ederiz. Dünyanın her yerinde, dinsel yetkenin bir cinsten öteki cinse, kadından erkeğe aktarılması, rahibin bir rahibe gibi giydirilmesiyle gerçekleşmiştir.55 Kuşkusuz bunun bir nedeni de, hiçbir değişiklik olmamış gibi davra­narak değişikliği kabullenilebilir kılmaktı; ama başka bir şey daha var­dı. Geleneksel giysi kutsaldı, büyülüydü, dolayısıyla bir yana atılması olanaksızdı.

Knossos'daki duvar resimlerinden birinde bir zeytinlikte düzenle­nen bir şenlik betimlenir.56 Resmin sağında ve önde on dört kadından oluşan bir koro dans etmektedir, kollarını uzatmışlar, sola doğru iler­lemektedirler. Arkalarında izleyiciler görülmektedir. Dans alanının he­men ardında, çimenlere oturmuş aralarında söyleşen kadın öbekleri göze çarpmaktadır. Kadınların ardında, korkulukla ayrılmış bir yerde bir sürü erkek tıkış tıkış ayakta durmakta, dikkatle gösteriyi izlemek­tedir. Görüldüğü kadarıyla, erkekler yalnızca birer izleyicidir; çimen­lerde oturan kadınlarsa belki de az sonra kalkıp dansa katılacak göste­ricilerdir. Freskonun, dansçıların kollarını uzattıkları sol yanı kırılıp dökülmüş, ama gene de orada ne olduğu konusunda çok fazla düşün­memiz gerekmiyor. Aynı dönemden kalma altın bir mühür yüzüğün­de, zambaklarla kaplı kırda dans eden üç kadın görülüyor.57 Kadınla­rın ikisi kollarını yukarıya kaldırmışlar. Daha yüksekte duran dördiin-

Y u n a n E p Jk Ş ü r î n İn K u t t ö r e n s e l K ö k e n l e r i 4 79

52 Euripides, Bakkha'lar, 821-36.53 Loukianos, de cat. 16.54 W.M. Ramsay, Asianic Elements in Creek Cmlisatian (Yunan Uygarlığındaki Asyalı Öğeler), (Londra,

1927), s. 174.55 The Mothers, 1531-36.56 The Palace of Minos, 3.67-68.57 Aynı yerde, 3. 68: Resim 71.

Page 481: Thomson_Tarih Öncesi Ege

4 8 0 TARİHÖNCESİ EGE

cü bir kadın daha var; onun da bir eli kalçasında, öbür eli alnında. Bi­raz daha yukarıda beşinci bir kadın figürü göze çarpıyor, ama sırtında eskil bir giysi olan bu kadın ötekilerden kırık, dalgalı bir çizgiyle ayrıl­mış. Bu çizgi, Evans'm belirttiği gibi, yeryüzü ile gökyüzü arasındaki sınırdır. Bir kadınlar korosu ve bir kadın korobaşından oluşan tapm- macılarınm çağrısına uyan tanrıça, onları dansın coşkusuyla esinlen­dirmek üzere yeryüzüne inmektedir.

Resim 70. K n o sso s'lu kadınlar: D uvar resm i (onarılm ış)

R esim 7ı Tan rıçan ın yeryüzüne inişi: M inos m ühür yüzüğü

Page 482: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Y u n a n E p i k Ş i i r i n i n K u t t ö r e n s e l K ö k e n l e r İ 481

Gerek duvar resmi, gerek mühür yüzüğünü Evans. Orta Minos III dönemine yakıştırmıştı. Ancak bu iki örnekteki figürler daha sonraki Örneklerde de görüldü. Geç Minos dönemine değgin bir terrakotta ör­neğinde aynı figüre yeniden rastlarız nitekim: Üç kadın, kollarmı aç­mış, halka olmuşlar, dans etmektedirler; dördüncü bir kadın ise orta­da oturmuş, lir çalmaktadır.58 Minos korosunun tümden kadınlardan oluşan bir koro olarak kaldığı anlaşılmaktadır. Evans'ın dediği gibi, "Anaerkil aşamanın bir belirtisidir" bu.59 Ancak, Geç Minos III döne­minde bir değişikliğin belirtileri çıkıyor karşımıza. Hagia Triada lahi- tinde görülen tören alayında lir çalan bir delikanlı vardır; yeni yeni or­taya çıkmakta olan Apollon'dur bu delikanlı aslında. Onun erkek ol­duğunu teninin renginden anlarız.60 Eğer bu delikanlının teni değişik bir renge boyanmamış olsaydı onu kadın sanabilirdik. Çünkü, tıpkı önünde duran genç kız gibi, etekleri bileklerine kadar inen uzun bir giysi ve göğsü açık bir kadın yeleği var sırtında. Bir kadın gibi giyin­miş, çünkü bir kadının görevini yerine getiriyor.

Resim 72. M inos korosu: Terrakotta

58 Aynı yerde, 3. 73: Resim 72.59 Aynı yerde. 3. 75.60 Aynı yerde. 2. 836.

Page 483: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Resim

73

. Li

r ça

lan

Min

os'

lu:

Hag

ia

Tri

ada

Lah

iti

Page 484: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Y u n a n E p i k Ş i i r i n i n K u t t ö r e n s e l K ö k e n l e r İ 48 3

/Ukman'dan yola çıkarak, korobaşı erkek olan kadınlar korosundan korobaşı kadın olan kadınlar korosuna, ozan rahibe ve rahipten rahi­beye doğru gerilere gittik. Peki, ozanın yeri neydi bu gelişme içinde?

Tarihsel dönemde ozan ya da o zamanki adıyla rapsod, bir çalgıcı y a da yaratıcı bir ozan değil, yalnızca meslekten bir şiir okuyucuydu. Arna ozan daha eski zamanlarda kendi koşuğunu kendi yazar, okudu­ğu şiire çalgısıyla eşlik ederdi. Bu, geleneksel Homeros figürünün, "fır­tınalı Khios'un kör ozanı"nın temsil ettiği aşamadır. Homeros destan­

larında geçmişi anlatır, ama Homeros koşuklarında anılan ozanlar o günlerin olaylarını doğaçtan dile getirirler. Daha önce de belirttiğimiz gibi, Odysseia'nın bir yerinde, anlatılan konu kahramanlık çağma iliş­kin değildir, epik değildir: Dans etmekte olan koroya eşlik etmek üze­re söylenen ezgide Ares ile Aphrodite'nin sevişmelerinden söz edilir. Demek, geçmişe doğru gidildikçe epik şiir koral lirik şiire dönüşmek­tedir. Ama zincirin bir halkası ortada yok gene de. İlyada ve Odyssei- fl'da ozan ve dansçıları hep erkektir. Gerçi genç kızlarla delikanlıların katıldığı karma danslardan da söz edilmektedir, ama bu kez de ozan yoktur.61 Bu noktayı açıklayabilmemiz için soruna bir başka açıdan yak­laşmamız gerekiyor.

Bütün büyük şenliklerde epik şiir okuyanlara ödüller verilirdi. Mes­lekten ozanlar kent kent dolaşır, her gittikleri yerde birbirleriyle yarı­

Resim 74. Karma koro: Attika vazosu

5. Epik Giriş

61 İlyada. 1 8 . 5 6 7 -7 2 , 5 9 0 -6 0 6 .

Page 485: Thomson_Tarih Öncesi Ege

şırlardı.62 Ozanların başlıca merkezi Delos'du.63 Delos'daki Apollo^ şenliğine kadınlı erkekli her yaştan insanlar akın akın gelirler, müzik yarışmalarına her kentten korolar katılırdı. Homeros'un da Delos'da yarıştığı söylenir.

Bu şiir resitallerinden önce, bugün Homerik Ö vgüler diye andığı­mız türden, giriş niteliğindeki övgüler (prooitnia) söylenirdi. Bunların çoğunun yedinci ve altmcı yüzyılların ürünü olduğunu söyleyebiliriz. On iki dizeyi geçmeyenleri de vardır, yüzlerce dizeden oluşanları da; uzunlukları değişir. Çeşitli tanrılar için yazılmışlar ve hiç kuşkusuz farklı şenlikler için tasarlanmışlardır. Epik ölçüsüyle ve epik lehçesiy­le yazılmış olmalarına karşılık, konularının niteliği bakımından epik şiirlerden çok farklıdırlar. Epik şiirlerde kahramanlık konuları, "insan­ların şan ve şerefi" anlatılır; bunlar ise hep tanrı söylencelerine ayrıl­mıştır. Geleneksel bir ayırımdı bu. Helios için söylenen Homerik Öv- gü'de, ozan tanrıyı övdükten sonra şöyle bitirir sözlerini:

Kal sağlıcakla, ey tanrım ! G önlüm e göre bir y aşam bağışla bana. Senin adını anarak başladım ; şim di de M usa'ların insanoğluna tanıttıkları kah­ram anların , ölü m lü soyun türküsünü söyleyeyim .64

Bu bilgileri bir araya getirerek uygulanan yol yor­damı yeniden gözümüzün önüne getirebiliriz. Ya­rışma bir girişle, o şenlik ya da bayramın tanrısına bir övgü'yle açılırdı. Sonra ilk yarışmacı öne çıkar, değneği (rhabdos) eline alıp başlardı İh/ada'dan oku­maya. Kendisine ayrılan bölümü okuyup bitirdiğin­de, bir sonraki yarışmacı değneği alır, okumayı sür­dürürdü.

Bu destan anlatma yarışmalarından önceyse ozan­lar için yarışmalar düzenlenirdi. Bu yarışmalarda ozanlar yarışırlarken ezgilerlerdi şiirlerini. Home- ros ile Hesiodos arasındaki bu tür bir yarışmanuı öy­küsü günümüze dek değişen biçimlerde sürmüştür. Sonradan uydurulmuş da olsa bu öykü konumuza ışık tutmaktadır: "Homeros ve ben, şarkımıza yeni

4 8 4 T a r i h ö n c e s i Eg e

Resim 75. L ir çalan

adam : Attika

vazosu

62 Platon, Devlet, 600d; Platon, İo, 541b; Platon, Certomen, 55.63 Bkz. Bu kitapta Homerosoğulları başlıklı bölüm: 3. Saraydan Pazar Yerine.64 Horn. H. 31. 17-19.

Page 486: Thomson_Tarih Öncesi Ege

ezgiler katarak Delos'da Leto'nun oğlu Apollon'a övgü'ler düzen ilk ozanlardık."65 Yarışmacılar sırayla doğaçtan söylerlerdi, biri söylerken öteki susardı. Lirin ya da değneğin her seferinde elden ele geçmesi ger­çekte sürekli bir ezginin bölümlerini belirliyordu. Nitekim, "şarkı dü­zen" anlamına gelen rapsod (rhapsoidos) deyimi de buradan kaynakla­nıyordu.66

Yukarıda özetlediğimiz işlemde dinsel olan ile dindışı olan, giriş ile epik arasında kesin bir ayırım vardır. Ama ilk başlarda bu ikisi arasın­da kesinti olmadığı söylenebilir. Delos Apollon'una övgü'nün kuşku­suz Homerosoğullarmdan biri olan ozanı, kendini Homeros diye tanıt­makta ve şenliği tıpkı Homeros zamanındaki gibi anlatmaktadır:

Ne k ad ar gü zel, ne k ad ar gön ü l çelici şu D elos'lu k ızlar, A p o llon 'u n hizm etkârları. Ö nce A p ollon 'u , L eto 'yu ve A rtem is'i öven bir ezgi sö y ­lerler, son ra da eskilerin kadınlarını, erkeklerini an arlar şark ıyla .67

Anlaşılan, ikinci bölümün birinci bölümü kesintisiz izlediği dönem­dir burada söz konusu olan. Burada, dönüp dolaşıp Alkman'a geliyo­ruz gene. Alkman'ın partheneion'u tamamlanmış değildir, ama tamam­lanmışa yakındır. Herakles ile Hippokoon'un oğulları arasındaki kav­gayla ilgili bir söylenceyle başlar; ardından yapılması gereken göreve, yani şalm sunulmasına geçer. İkinci bölümdeyse dansçılar arasında coşkulu bir atışma yer alır. Aynı yapıdır karşımızdaki: Ölümsüzlerle ilgili bir giriş ve ölümlülerle ilgili bir bitiriş.

Bu ardıllığın Yunan şiirinde çok derin kökleri vardır. Ozanın işe "tanrıyla başlam ası", herkesçe bilinen bir kuraldır. Şöyle der Pinda- ros: "Ey, çalgıma yön veren övgü'ler! Hangi tanrıyı, hangi kahrama­nı, hangi ölümlüyü kutlayacağız bugün?"6® Gene Pindaros, M usa'la­rın Thetis için söyledikleri düğün şarkısından söz ederken, "Zeus ile başladılar, sonra Thetis ile Peleus'a geçtiler," der.69 Alkman da aynı yoldan yürür: "Zeus ile başlayacağım şarkıma." Alkman'dan önce Ter- pandros da aynı yöntemi kullanmıştır: "Ey Zeus! Her şeyin başlangı­cı, herkesin ulu önderi! Sana adıyorum bu övgü'nün girişini."70 Bütün

Y u n a n E p ik Ş İ İ r İ n în K u t t ö r e n s e l K ö k e n l e r İ 485

65 Hesiodos, fr. 265.66 Bkz. CM. Bowra, Tradition and Design in the Iliad (İlyada'da Gelenek ve Tasarım), (Oxford, 1929), s. 41.67 H o m .H . 3.156-61.68 Pindaros, O. 2.1-2.69 Pindaros, N. 5. 25-26.70 Alkman, 9; Terpandros. 1; Ksenophanes, 1.13.

Page 487: Thomson_Tarih Öncesi Ege

4 8 6 T a r Ih ö n c e s İ Eg e

bunların en eski örneklerinden, İlyada ve Odysseia'daki örneklerinden birazdan söz edeceğiz. Pindaros tarzı övgü bir bakıma kuraldışı gibj. dir. Yarışı kazananla başlar ve gene onunla sona erer. Ama ozan çoğu zaman bu tasarımı tanrılara seslenen bir giriş bölümüyle birleştirme­ye çalışır.71

Şimdi, Delos'daki işlemin nasıl geliştiğini görebiliriz artık. Epik re­sitaller Delos'a dışardan getirilmişti. Homerosoğullarınm yaygınlaş­ması sırasında Delos'da yer etmişti epik resitaller. Daha önceleri, sıra­sıyla tanrılara ve ölümlülere söylenen bir koral övgü vardı yalnız. Ho­merik resitaller, yani Homeros destanlarından bölümler okumalar tü­müyle övgü'nün yerini almadı; onun dindışı bölümünü öziimsedi ve böylelikle eski koral övgü daralarak bir girişe, asıl okumadan önceki salt biçimsel bir açılış bölümüne dönüştü.

İlyada ve Odysseia'ya bakacak olursak, aynı ardıllığın kalıntılarını görebiliriz. Her ikisi de Musa'lara seslenişle başlar. Çok kısa bir sesle­niştir bu; anlatıyı başlatmak için hazırlanmış bir formüldür yalnızca.72 Ama bu Musa'lara sesleniş biçimindeki girişin orada bulunması bile kahramanlık şiirinin kendisinin de bir zamanlar Övgü niteliğinde bir şey olarak ortaya çıktığını düşündürmektedir. Bunu Hesiodos da doğ­ruluyor.

İşler ve Giinler'in girişindeki seslenişin kendi içinde bir bütünlüğü vardır; küçük çapta bir Zeus Övgüsü'diir bu. Tanrıların Doğuşu'nda ise, giriş bölümü yüz dizeyi aşar; Homeros'daki girişlerin çoğundan uzun­dur. Tanrıların Doğuşu'nun girişinde, yani Musa'lara Sesleniş bölümün­de, Musa'ların ilkin tüm ölümsüz tanrılar soyuna, sonra tanrıların ve insanların babası Zeus'a, en sonunda da insanlara ve güçlü devler so­yuna Övgü'ler okudukları anlatılır. Tanrıların Doğuşu'nun bütünü tan­rıların kökenini ve geçmişini öyküler, ama bu öyküyü ölümlülerle ev­lenen tanrıçaların sıralanması izler ve şiir şu sözcüklerle sona erer: "Şim­di ey tatlı dilli M usa'lan Olympos'un/Siz, ey eli kalkanlı Zeus'un kız­ları/ Anlatm şimdi o ölümsüz kadınları ki..." Kadınların Sayımı diye anı­lan son bölümden günümüze yalnızca birkaç parça kalmıştır, ama Tan­rıların Doğuşu'nun sonu iki şürin bir arada tasarlandığını, Hesiodos'un

71 Pindaros, O. 2.1-5, 3 .1 4 ,4 .1 -1 0 , 5.1-3 vb.72 Odysseia’nm Sesleniş bölümü şöyle sona erer (1.10): “Al bir yerinden, tanrıça, anlat bize de". Anlaşılan,

öykü daha önce başka ozanlarca birçok kez anlatılmıştır (“Bize de anlat" denilmesinin nedeni budur) ve Odysseıo'daki öykü anlatmalar nerdeyse rastgeledir. Bkz. 8. 500,1.492, 8. 493. Cemilerin Sayım' ve Agamemnon'un Kahramanlıkları adlı bölümlerin (İlyada, 2. 484-92,11. 218-20) başındaki toplu yakarılar, bunların o sıralar ayrı şiirler olarak da söylendiğinin belirtileridir.

Page 488: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Y u n a n Ep î k Ş İ î r î n İn K u t t ö r e n s e l K ö k e n l e r ! 4 8 7

sıravla tanrıların tarihini ve kadın kahramanların tarihini açıklamayı amaçladığını göstermektedir. Dolayısıyla Kadınların Sayımı'm n konu­s u kahramansı, destansı bir konudur, ama söz konusu olan erkek kah­ramanlar değil, kadın kahramanlardır. İçerdiği öğeler Homeros-önce- si döneme değgindir ve tarihöncesindeki anaerkil döneme kadar uzan­maktadır. Tanrıların Doğuşu ile birlikte düşünüldüğünde Kadınların Sa­yımı, DelosTu genç kızların önce Apollon ile Leto'yu, ardından geçmiş­teki kadın ve erkekleri kutladıkları Övgü'yle aynı yapıya sahip olan bir Övgü'dür. Hesiodos okulu, Homeros okulu kadar dindışı olmadığı için eski yapıyı sürdürüyordu.

Böylece, koral lirik şiir ile epik şiirin gerek içerik, gerek biçim bakı­mından ortak bir kuttören temeline dayandıkları çıkıyor ortaya. Her ikisinüı de temelinde aynı konu ardıllığını buluyoruz. Şimdi, bu ardıl­lığın ne olduğunu biraz daha yakından tanımlamaya çalışmamız gere­kiyor.

6. Akşam Yemeğinden Sonra Söylenen Şarkılar

Ozanların Odysseia'da anlatılan gösterilerinin kimileri koral'dir, ki­mileri koral değildir. Koral örnekler, düğün ya da Odysseus onuruna düzenlenen eğlentiler gibi özel durumlarda söyleniyordu. Koral olma­yan örneklerde söyleniş daha az değişiklik gösteriyordu.

Bu koral olmayan şiirlerden üçü var elimizde. İkisi Demodokos'un, biri Phemios'un. Demodokos, Odysseus ile Akhilleus arasındaki kav­ganın ve Tahta At'm ezgilerini okuyor.73 Phemios, Akha'larm savaş­tan yurtlarına dönüşlerini söylüyor.74 Bu izleklerin (tema) hepsi de destansıdır ve hepsi de akşam yemeğinden sonra söylenir. Buydu kural:

Ne güzel şeydir dinlemek bir ozanı,hele sesi bu ozan gibi tannlara denkse,bundan daha güzel başka ne var yeryüzünde,az şey mi barış içinde yaşaması bütün halkın,evlerde şölen yapıp ozanı dinlemesi,sıra sıra oturulması et ve ekmek dolu sofralarda,

73 Odysseio, 8. 72-82, 485-35.74 Odysseio, 1. 325-27.

Page 489: Thomson_Tarih Öncesi Ege

şarap karılan sağrak tan doldurm ası şarap sunanın, ve getirip dökm esi herkesin tasm a ayrı ay rı.75

Tahta At söylencesiyle ilgili şiiri, Odysseus'un isteğiyle söyler De- modokos:

Daha çok sayarım , D em odokos, seni tekmil ölü m lülerd en, sanatını ya M u sa 'lar öğretti sana, ya d a A pollon.N e gü zel söyledin A khaların destanım , o ld u ğu gibi, neler yaptıklarım ne güzel söyledin, nelere katlandıklarını, neler çektiklerini.O rda m iydin sen , başka birinden mi d uy d u n yoksa?H ayd i şim di geç başka bir konuya, şu tah ta at olayını anlat şim di bize...O d ysseu s böyle dedi, ozan da tanrıdan hız aldı v e kalkıp başladı şiirini d oku m aya.76

"Tanrıdan hız aldı" ya da "tanrıdan başladı": İşte ta gerilere gittiği­mizde, kahramanlık çağında aynı formül çıkıyor karşımıza. Üstelik söz­leri onun salt biçimsel bir açılış olmadığı, şiirden ayrı bir şey olduğu izlenimi uyandırıyor.

Odysseia'nm başında, Telemakhos bir yabancıyı ağırlar. Gerçekte kı­lık değiştirmiş Athena'dır bu yabancı. Telemakhos, yitik babasını ya­bancıya sormak için fırsat kollar, ama orada bulunan anasının taliple­rinden utanır. Kolladığı fırsatı akşam yemeği yendikten sonra yakalar.

Y enilip içilince doyasıya, uyanda yü rek lerind e başka istekler, çalgıyla , oyu n la şölen tam olsundu.U şak, çok gü zel bir saz verdi Phem ios'un eline, bu ozan a d ü şm ü ştü taliplere ezgi söylem ek, doku n d u tellere, bir türkü tutturdu.O sıra T elem akhos seslendi gök gözlü A then eye, eğm işti başını ona, d uym asın diye ötekiler.77

488 TA R İH Ö N CESİ E g e

75 Odysseia, 9. 3-10.76 Odysseia, 8. 487-99.77 Odysseia, 1.150-57.

Page 490: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Söyleşileri sona erince yabancı yani Athena Tanrıça kuş olup uçar, gözden ırak olur. Telemakhos da taliplerin yanma döner. Talipler ses­siz sedasız oturmuş, AkhaTarm acıklı dönüşünün türküsünü çağıran ozanı dinlemektedirler.78 Ama az önce de, yüreklerinde başka istekle­rin uyandığı, çalgı çalmaya, oyun oynamaya daldıkları anlatılmıştı. Öy­leyse, bu son şiir nereden çıkmıştı? Öyle görünüyor ki, solodan, yani kahramanlık şiirinden önce koral övgü vardı.

Bu, Delos'da rastladığımız ardıllıktır. Orada, tanrılar için söylenmiş bir övgü'yü izleyen bir epik resital; burada, bir koral övgü'yü izleyen bir kahramanlık şiiri. Destanlar Delos'a dışardan hazır bir biçimde gel­miştir. Ama Odysseia'daki bu kahramanlık şiiri bir Akha şefinin sara­yında, yani özgün konumundadır. Dışardan bir yerden getirilmiş ola­maz; Övgü'den doğup gelişmiş olsa gerektir. Baştaki koral girişiyle bir­likte alındığında, Hesiodos'un "Tanrıların Doğuşu" ve "Kadınların Sa­yım ıyla ve Delos Övgüsü'yle aynı düzeni izlemektedir.

Akşam yemeği sonrası şarkıları, kahramanlık şiirinin doğuşuna yol açmalarından sonra da söylenegelmişlerdir. Bütün bir tarihsel dönem boyunca, soylular arasında yerleşik bir gelenek olmuşlardır. Bu gele­nek incelenmeye değer; çünkü ilk baştaki özgün konumu içinde korun­duğundan, ozanlık sanatının terk ettiği özellikleri açığa çıkarabilir. En iyi bilinen örnekler, Attika'da içki içilirken söylenen şarkılardır.

Akşam yemeğinden sonra şarap getirildiğinde, hep birlikte Apol- lon'a bir şükran şarkısı söylenir, bu arada tanrılar, kahramanlar ve Kur-

Y u n a n Ep i k Şİİr In î n K u t t ö r e n s e l K ö k e n l e r İ 48 9

78 Odysseia, 1 .3 2 5 -2 7 .

Page 491: Thomson_Tarih Öncesi Ege

tarıcı Zeus onuruna yere şarap dökülürdü.79 Ardından herkese şarap sunulurdu. Bir mersin ya da defne (aisakos) dalıyla birlikte iki kulplü bir şarap tası elden ele gezdirilirdi. Sırayla her konuk tas ile dalı alır dal elinde, doğaçtan bir dörtlük (stanza) söylerdi. Bu dörtlüklerin ge­nellikle dindışı bir izleği olurdu; siyasal ya da özlü bir deyiş niteliğin- deydi bunlar.80

Konukların elden ele dolaştırdıkları bu dal, Musa'ların çiçeğe dur­muş bir defneden koparıp Hesiodos'a verdikleri o güzelim dalı81 ve Homeros destanlarındaki ozanların değneğini anımsatıyor. Öte yan­dan, şükran duasında epik girişi (Prooimion); doğaçtan söylenen dört­lüklerde de kahramanlık şiirini sezinliyoruz.

Bu alışkı, hiç kuşkusuz, Attika'ya özgüydü; İonia'dan gelen etkiler altında gelişmişti. İonia'daki gelenek ise, sanatsal biçimini, altıncı yüz­yıl başlarında yaşamış olan Teos'lu Pythermos'a borçluydu büyük öl­çüde.

Attika şöleninde, izlencenin dindışı bölümü, ardışık sololar söyle­yen bütün toplulukça yerine getirilirdi. Kahramanlık çağı şöleninde, meslekten bir ozanın söylediği tek bir uzun soloya dönüştü bu. Arala­rındaki başlıca ayrım budur ve bu ayrım kahramanlık çağı krallığının özel koşullarına bir göz atıldığında hemen açıklık kazanmaktadır. Ozan­lar sarayın buyruğu, kralların koruması ve desteği altındaydılar; sanat­ları uzmanlığı gerektiren bir uğraştı. Daha önceleri, bu kralların atala­rı olan ilkel kabile şefleri şarkıya kendileri de katılırlardı. Homeros'da bile bu tür durumların anısı tümden silinmiş değildir. Akhilleus, canı sıkıldı mı, çalgısını çalıp "yiğitlik türküleri" söyleyerek gönlünü eğlen­dirir.82 Bu onun meslekten bir ozan olduğunu göstermez. Akhilleus'un geldiği kaba ülkede ozanlık sanatı Mykene'de olduğundan daha az uz­manlık gerektiren, ama daha yaygın bir sanattı.

4 9 0 TA RİH Ö N C ESİ EGE

79 Aiskhyios. Agamemnon, 257-58: KsenopHon, Şölen, 176a; Platon, Şölen, 176a.80 Platon, Corgias, 451e; Atheneos, 694a; Aristophanes, Nu. 1364; Plutarkhos, Moralia, 615b.

Yunanistan'da varlığını hâlâ sürdüren ve kuşkusuz çok eskilere dayanan bu geleneğin tarihini izlemek ilginç olurdu. Anglosakson İngiltere'sinde, akşamları köylüler içki içmek üzere bir araya geldiklerinde, herkes sırayla arp eşliğinde şarkı söylerdi. Geçen yüzyılın başlarında, İrlanda'da, Limerick ozanları aynı biçimde bir araya gelerek belli bir düzene bağlı olarak doğaçtan stanza'lar söylerlerdi; Limerick'in [birinci, ikinci ve beşinci dizeleri bir uyakta, üçüncü ve dördüncü dizeleri başka bir uyakta olan nükteli bir şiir, ç.n.] kökenini anlamak için bunları duymak bile yeterliydi. (P. Dinneen. Filidhe na Maighe, Dublin, 1906). Cambridge'deki öğrencilik günlerimde de her yıl benzer şölenler düzenlenirdi, ama doğaçtan şiir söyleme kimi uygunsuzluklara yol açtığından yasaklandı.

81 Tanrıların Doğuşu, 30-31.82 ilyada, 9.186-89.

Page 492: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Y u n a n E p ik Ş ü r î n İ n K u t t ö r e n s e l K ö k e n l e r i 491

R esim 77. D a n s eden genç kız: Attika şarap tası

Bir karışık noktayı daha açıklığa kavuşturursak, sorunumuz kalma­yacak. Alkaios'un içki şölenlerinde söylenen kimi şarkıları, Sappho dörtlüğü biçimindedir.83 Peki, Sappho içki şölenlerinde söylenen şar­kılar da yazıyor muydu?

Kadınların da kendi aralarında şölen kurup gönül eğlendirdikleri düşüncesi, Victoria çağı bilginleri arasında destek bulmadı. Onlar, Yu­nan kadınlarının temiz adına sürülmüş bir leke olarak gördükleri bu düşünceyi bir yana attılar.84 Şarap tanrısına tapınmanın daha çok ka­

83 Alkman, 77-78, 85, 92.84 R. Reitzenstein, Epigromm und Skolion, (Giessen, 1893), s. 18-19. illyria'da erkeklerin içki şölenlerinde

Page 493: Thomson_Tarih Öncesi Ege

dınlara düşen bir görev olduğu ve suyun pek az bulunduğu bir ülke­de, kadınların tıpkı kocalan gibi şarap içip eğlenmelerinde ne gibi bir uygunsuzluk olabileceğini düşünmeye yanaşmadılar. Demokratik Ati­na'da böyle bir alışkıya rastlanmadığı doğrudur. Ne var ki, Atina tüm Yunanistan demek değildi; hem sonra, demokratik Atina'nın kadınla­ra karşı garip tutumu da pek ünlüydü. Oysa eski çağ yazarları, kadın­ların şölen düzenleyip eğlenmeleri konusunda herhangi bir kaygıya kapılmış görünmüyorlar. Sikyon'lu bir hanımdan, Praksilla'dan, içki şöleni şarkılarının bestecisi diye söz ediyorlar; Sappho'dan da.85

Sappho, Lesbos adasında genç kızları toplum yaşamına hazırlayan bir okulun başındaydı. Toplum yaşamına hazırlayan okul diyorum ama, aynı kurumun daha ilkel bir biçimi olan erginleme okulu demek daha doğru olur sanırım. Bu okul, Alkman'ın Partheneion'unu yazdığı Sparta'daki agela gibi bir kadın tapımı derneğiydi gerçekte.

Bu küçük topluluğun yaşamındaki en canalıcı anlar, öğrencilerin ev­lenmek üzere ayrılıp gittikleri günlerdi. Sappho, aralarından ayrılan her kıza bir düğün şarkısı yazardı.86 Genç kızlar kadınların şenliklerin­deki halkaya katılırlardı; bu şenliklerin en önemlilerinden biri de, Sapp­ho'nun ağıtlar yazdığı Adonis bayramıydı.87 Bu genç hanımların ak­şamlan neler yaptıklarını bilmiyoruz, ama Sappho'nun övgü'lerini oku­dukları bir akşam yakarıları vardı sanırız. Dolayısıyla, akşam yemek­lerinden sonra şarkı söylemeleri çok uzak bir olasılık olarak görülme­melidir.

Samos'daki Adonis bayramında genç kızlar içkili eğlentiler düzen­lerler, bu eğlentilerde birbirlerine bilmeceler sorarlardı.88 Adonis tapı- mının bu özelliği salt Samos'a özgü olmasa gerek, çünkü başka yerler­deki tapanlarda da görülmektedir. Boiotia'da kadınlar Agriania sıra­sında dışarı çıkıp yitik Dionysos'u ararlar; yemekten sonra da bütün akşamı birbirlerine bilmeceler sorarak geçirirlerdi.89

En eski çağlara kadar uzanan ve dünyanın çok yerinde rastlanan bil­mece, kökeninde, topluluğa ahnma, kabul edilme gizlerini sorgulama­

492 T a r İ h ö n c e s ) E g e

kadınlann da bulunması olağandı; Claudius Aelianus, Variae Historiae. 3.15. Şu örneklerden, benzer bir alışkının tarihöncesindeki Yunanistan'da da var olduğu sonucu çıkarılabilir Odysseia, 4. 219-34; Aiskhyios, Agamemnon,- 254-58. H iç kuşku yok ki, aynı alışkı Atina'da da köle kızlar ve fahişeler için geçerliydi: Platon, Şölen, 176e.

85 Aristophanes, V. 1240.86 Sappho, 115-33.87 Sappho, 21,107.88 Atheneos, 451b.89 Plutarkhos. Moralio, 717a.

Page 494: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Y u n a n Ep İk Ş İİr î n î n K u t t ö r e n s e l K ö k e n l e r i 4 93

nın bir yoluydu.90 Avrupa'nın birçok yöresinde olduğu gibi Yunanis­tan'da da bilmece zamanla nitelik değiştirerek en sonunda bir çocuk oyununa dönüştü. Ama bilmecenin büyüsel anlamı şu öyküde çok açık değil mi: Ünlü bilicilerden Kalkhas, rakibi Mopsos'un sorduğu bir bil­meceyi bilemeyince öfkesinden canına kıymış.91 Hint-Avrupa mitolog- vasmda bu tür öykülere çok rastlanır.92 Yunanistan'da bilmece ölçülü (vezinli) biçimini korumuştur. Bu da bilmecenin bir zamanlar şarkı gi­bi söylendiğini göstermektedir.

Demek, bu şenliklerde, kadınların belki de tıpkı o duvar resminde­ki Minos'lu hanımlar gibi dışarda oturduklarını ve duruma uygun ko­nularda doğaçtan müzikli bir sorgulama yürüttüklerini düşünebiliriz. Gerçi tablo tamamlanmıyor ama, erkeklerin akşam yemeği eğlentile­riyle olan koşutluk ortada. Her ikisi de, en eski geçmişlerine dek izleri sürüldüğünde, klanın kamp ateşini çevreleyen alacakaranlıkta birbiri­ni izleyen solo ve nakarat dizilerine varmaktadır.

Bu incelemenin başında, klan toteminin etkinliklerinin yansılanışı- mn klan atalarının basanlarını yansıtan dramatik danslara nasıl dönüş­tüğünü, böylece yiyecek üretme olanaklarının çoğaltılması için klan atalarının büyü gücüne nasıl başvurulduğunu görmüştük. Sınıf eşit­sizliğinin artmasıyla birlikte bu ata ruhlarının nasıl birer tanrıya dö­nüştüğünü de. Yunan tanrıları bile, egemen klanların ataları, kurucu­ları olarak, kendilerine tapmanlarla ata bağlarını koruyorlardı. "Tanrı­lar soyu ile insan soyu birdir," diyordu Pindaros.93 Ancak genel ola­rak, sınıflı toplumun pekişmesiyle birlikte tanrılar kendilerine tapınan- lara bir anababa ilgisi, sevecenliği gösteren, ama ölümsüzlük ayrıcalı­ğına sahip olan ayrı bir soy olup çıktılar.

Totem kuttöreninin evrilerek nasıl kurban sunma törenine, dans ve şarkı eşliğinde tanrıyla paylaşılan bir şölene dönüştüğünü de gördük. Bu, ev sahipleriyle konukların yemek yedikten sonra ilkin tanrılarına övgülerini gönderdikleri, ardından destansı atalarının geleneklerini anımsadıkları koral övgü'niin kökeniydi. İlk başlarda toplumun ana­erkil yapısına uygun olarak tanrıçalara ve kadın kahramanlara övgü­ler söyleyen kadınlar ağır basıyordu koral övgü'de. Ama daha sonra­ları, savaşların yaygınlık kazanması ve kişisel mülkün çoğu kuzeyden

90 A. Pauly ve G. Wissowa, Realencyctopoedie der klossischen Alteriumswisserachafi, (Stuttgart, 1894- 1937); The Growth o f Uteroture, 3.152-53, 834-36.

91 Strabon. 642-43.92 The Growth of Literature, 1. 474.93 Pindaros, N. 6.1.

Page 495: Thomson_Tarih Öncesi Ege

yeni gelen ataerkil askeri şeflerin elinde toplanması sonucunda, yeni türden bir koral övgü çıktı ortaya: Savaşçıl, erkeksi, kişisel ve dindışj. "Kadınların şan ve şerefi" yitip gitti. "Tanrıların şan ve şerefi" onur­lu yerini koruduysa da, kesilip biçilip yeniden düzenlenerek yeni ko­numuna uygun kılındı. Artık ağırlık "erkeklerin şan ve şe re flid e y ­di; erkekler oradaydılar ve ozanı dinliyorlardı. Erkek ozan, dansçılar korosuna yol vermişti; geriye çalgısını, yani lirini de bırakması kalmış­tı artık.

4 9 4 TA RtH Ö N CESt E g e

Page 496: Thomson_Tarih Öncesi Ege

4 9 5

ARKEOLOJİ AÇISINDAN HOMEROS

XVI

1. Tarihlendirilebilir Öğeler

Attika'lı tragedya yazarları, tarihsel tutarlılık kaygısı duymaksızın, kendi zamanlarının düşünce ve alışkılarını dile getirerek sahnedeki kahramanlarını az çok gündeş bir konumda sunarlardı. Epik gelenek­se epey değişikti. Tıpkı genelde kahramanlık şiiri gibi epik şiir de bi­linçli bir biçimde eskiseldi (arkaistik). Bu şiirlerde, Mykene uygarlığı sanki yeni yeni boy atıyormuş gibi anlatılır, o zamandan bu yana olup bitenler bilerek gözardı edilirdi. Sözgelimi, Peloponnesos'da Dor'lara, Anadolu'da İon'lara rastlanmazdı, silahlar tunçtandı, altın ve gümüş­ten geçilmezdi. Bu ozanlar geçmişte yaşıyorlardı. Kuşkusuz, kimi ters­likler de vardı. Ama yeri geldikçe anlattıkları kimi konulardan anlıyo­ruz ki, bu ozanlar demirin kullanılışını iyi biliyorlardı. Sonra, temelde, kadınların toplumdaki konumu konusunda kafalarının epeyce karışık olduğunu daha önce saptamıştık. Gene de, eski çağlara ilişkin bilgile­rinin genelde doğru olduğu arkeoloji tarafından onaylanmıştır.

Homeros arkeolojisi, karşılaştırmalı bir incelemedir. Şiirleri kazılar­da ortaya çıkarılan kalıntılar ışığında, kalıntıları da şiirler ışığında yo­rumlar. Şiirlerde, arkeologların, erken ya da geç, on beşinci yüzyıldan oıı yedinci yüzyıla kadar belli dönemlere göre tarihlendirdikleri öğe­ler -maddi nesnelerin ve toplumda uyulan kural ve törelerin tanımla­maları- vardır. Bunlar bugüne kadar birçok kez tartışıldı. Burada, Ho­meros eleştirisinin kimi ilkelerini aydınlatmak amacıyla yalnızca en açık seçik örnekleri ele alacağım.

İh/ada'ııın On Birinci Bölümünde, Patroklos Nestor'un barakasından içeri bakar ve masanın üstünde iki ayaklı çok güzel bir kupa görür:

Page 497: Thomson_Tarih Öncesi Ege

4 9 6 T a r i h ö n c e s i E g e

Altın kakm alıydı kupanın üstü , kulpu vard ı tam d ört tane, gagalıyord u her kulpu altından iki k u m ru .1

B u so n a y rın tı H o m e r o s u z m a n la r ın ı ço k şa­şırtm ıştı; ta ki, M y k en e 'd ek i d ö rd ü n c ü O lu k Gö- m iit 'd e ço k s ü s lü k u lp la r ı o la n v e İly ad a'd ak i ta n ım a ço k y a k ın d ü ş e n b ir içk i b a rd a ğ ı b ulu ­n u n c a y a k a d a r .2

İlyada'nm O n u n cu B ö lü m ü n d e , M e rio n e s tol­g a sın ı O d y s s e u s 'a v e r ir :

Kayışlarla iyicene gerilm işti tolganın içi, dışına bir yaban d om u zu n u n ak dişleri çep eçevre, sık sık, ustaca dizilm işti.3

B u b u lm a c a , M y k e n e s a n a tın d a k i to l­g a ö rn e k le r iy le ç ö z ü ld ü ; ö te y a n d a n , g ö ­m ü tle rd e b içü rılen d irilm iş v e tu ttu ru lm a k ü z e re b ir u ç la rı d e lin m iş y a b a n d o m u z u d iş i p a r ç a la r ın ın b u lu n m a s ı , b u lm a c a y ı tü m d e n ç ö z d ü . P a r ç a la r d e ri b aşlığ ın içi­n e tu ttu r u lm u ş v e y a n y a n a d ik ilm iş ti.4

B u iki ö rn e k o n b e şin ci y ü z y ıl o la ra k ta r ih le n d ir ilm iş tir , d o la y ıs ıy la H o m e ro s g e le n e ğ in in M y k e n e ç a ğ ın a k a d a r g e rile ­re u z a n d ığ ı y o lu n d a k i b e n im s e n m iş g ö ­rü şü d o ğ r u la m a k ta d ır . A m a g e n e b u ö r ­n e k le r , a n la tı ld ık la rı b ö lü m le r in o k a d a r

esk id e g e ç tiğ in i k a n ıtla m a m a k ta d ır , çü n ­k ü e p ik ş i i r d e b u tü r e sk i ta n ım la m a la r g e le n e k se l b ire r iz lek o la ra k k o ru n u r, k u ­ş a k la r b o y u d u r m a d a n a n la tılır . B u ra d a y a ln ız c a b ö lü m le r in içe r iğ i ta r ih le n d iril­m iştir .

1 ilyada, 11. 632-35.2 M.P. Nilsson, Homer and Mycenae, s. 137-38. Bkz. Resim 78.3 ilyada, 10. 261-65.4 M.P. Nilsson, Homer and Mycenae, s. 138; Bkz. Resim 79.

Resim 78. D ördü n cü O lu k G ö m ü t’den b ir altın kupa

Page 498: Thomson_Tarih Öncesi Ege

ARKEOLOJİ A Ç ISIN D A N H O M ERO S 4 9 7

On Birinci Bölümde, Agamemnon Kıbrıs'dan armağan olarak gön­derilen zırhını geçirir göğsüne:

O n sırası koyıı göktaşındandı,on iki sırası altından, yirm i sırası kalaydan,iki yan d an boyuna d o ğ ru ü ç yılan dolam yordu .K ronosoğlunun ölüm lü insanlara bir belirti d iye bulutlara dayadığı gökkuşaklarını an dırıyordu .5

Yılan Mykene'de süsleyici amaçlarla kullanılmıyordu, ama Feni­ke'de ve Doğu biçemi taşıyan erken Yunan sanatında yaygındı.6 Bu zırh yedinci yüzyıldan daha eski olamaz.

On Yedinci Bölümde, Troyalı dostlardan birinden, Euphorbos'dan "Tanrısal saçları hemen bulandı kana/altmla, gümüşle sarılı lüleleri kana bulandı"7 diye söz edilir. Mykene'li erkekler saçlarını lüle yap­mazlardı, ama lüle saç altıncı yüzyılda hem erkekler, hem kadınlar ara­sında geçerlikteydi.8 Euphorbos'un lüleleri, Agamemnon'un zırhından daha eski değildir.

Bir nesneyi betimleyen sözcüklerin biçimi o nesneden daha yeni ola­bilir, ama daha eski olamaz. Zırh ve saç yaptırma erken tarihsel döne­me ilişkinse, İlyada'daki bu bölümlerin de erken tarihsel döneme değ­gin olması gerekir ve aynı ölçüde geç ve daha ortaya çıkarılmamış baş­ka şiirler de olması gerektiğinden bu şiirlerin yedinci yüzyılda hâlâ ya­yılmakta olduğu sonucuna varabiliriz.

Bir bütün olarak şiirlerin zamandizinirıi saptayabilmek için, böyle bir­birinden kopuk bölümler yeterli değildir. Salt birer eklenti olarak açık- lanamayacak kadar derinliğine gömülü ya da kapsamlı öğeler bulmaya çalışmamız gerekiyor. Gerçi böyle birçok öğe var, ama gene de çoğu tar­tışmalı. Ben bunlardan ikisiyle yetineceğim: Gömme biçimi ve Helena.

2. Gömme Biçimi

Mykene prensleri ölülerini gömerlerdi. Şiirlerdeyse ölüler yakılmak­tadır. Daha sonraki dönem Yunanistan'ında her iki uygulama da sözko-

5 İlyoda, 11.19-28.6 M.P. Nilsson, Homer and Mycenae, s. 125-26.7 İlyoda, 17. 52.8 M.P. Nilsson, Homer and Mycenae, s. 127-30.

Page 499: Thomson_Tarih Öncesi Ege

498 T a r i h ö n c e s i Eg e

nusuydu. Homeros arkeolojisinde en çok tartışılan çelişmelerden biridir bu. Genel olarak gömme kurallarıyla ilgili birkaç sözle başlayayım işe.

Ölünün gömülmesi kuralının geçerli olduğu her yerde ölünün ya- nıbaşına çanak çömlek, araç gereç, silah, sözün kısası her türden alet bırakmak bir alışkanlık olagelmiştir. Uzmanların çoğu bu alışkanlığı öleni gelecekteki bir yaşam için donatmanın bir yolu olarak açıklamak­tadır; birçok örnekte bu alışkanlığı uygulayan insanların kendileri de aynı nedeni göstermektedirler. Ancak çok iyi biliyoruz ki, ilk baştaki amaçlarından uzaklaşmış uygulamaların sürmesini haklı göstermek için durmadan yeni nedenler bulunup çıkarılır. Sözgelimi, bu uygula­mada bu açıdan önemli sorunlar vardır. Ölünün yanıbaşına bırakılan her nesne yararcı bir değer taşımamaktadır. Kimileri, örneğin küçük yontular, kamış simgeleri, muskalar açıkça büyüyle ilgilidir. Dahası, çanaklar gömüte konulmadan önce çoğu zaman bilerek kırılmaktadır.9 Sanırız, en azından bunların öbür dünyada kullanılması düşünülmü­yordu. Karsten'in ileri sürdüğü gibi, bu nesnelerin, içlerindeki büyü­yü salıvermek amacıyla kırılıyor olmaları çok daha olasıdır. Demek, aynı şey öteki nesneler için de düşünülebilir.10 Bunlar, ölenin kişisel eş­yası olarak, onun yaşamından bir şeyler taşımaktadır; dolayısıyla onun eski durumuna döndürülmesinde özellikle etkili olacaklardır. Söz ko­nusu uygulama, böyle yorumlandığında, aynı ölçüde yaygın olan baş­ka gömme alışkılarına da uygun düşmektedir: Ölünün gömüte doğum­dan önce dölyatağmdaki durumda yerleştirilmesi; kemiklerin aşıboya- sına, kırmızıya boyanması; ölünün yanma tohum ya da yaprak serpil­mesi; gömütün üstüne çiçek dikilmesi. Gömme töreni, özel bir ergin­leme töreninden başka bir şey değildir. Amaç, yaşamı yenilemektir.

Ölülerin yakılması da öyledir. Doğum ölüm, ölüm de doğum oldu­ğundan, yeniden doğma ölüp yok olmayı gerektirir. Yaşlı Adem ölme­lidir ki, onun bağrında yeni insan boy atabilsin. En yaygın erginleme törenlerinden biri de ateşle sınamadır; o arındırıcı yanıyla ateşle sına­ma yeniden doğmaktan başka bir şey değildir. Ölülerin yakılmasının anlamı da budur. Gömme ve yakma, aynı ilkenin olumlu ve olumsuz yönleridir yalnızca; ama ilkenin parçalanıp dağılmasıyla birlikte ayrı niteliklere bürünmüşlerdir.

9 R. Karsten, The Civilisation o f the South American Indians, s. 244-45, 246, 251-53; J. Roscoe, The Banyankole, s. 147. Bu uygulama Yunanistan'da hâlâ sürmektedir N .C . Polites, "On the Breaking of Vessels as a funeral Rite in Modem Greece" (“Modem Yunanistan'daki Gömme Törenlerinde Çanak Çömlek Kırma Üstüne"), Journal o f the Anthropological Institute. (Londra, 1872-), 23. 29.

10 R. Karsten, The Civilisation of the South American Indians, s. 244-45.

Page 500: Thomson_Tarih Öncesi Ege

ARKEOLOJİ A Ç ISIN D A N H O M ERO S 4 9 9

Kimileri, yakmanın gömmeden daha maddeci bir bakış açısını içer­diğini söylerler.11 Bu da yanlış bir değerlendirmedir. Ölünün kırık ça­nak çömlekle yaşama geri döndürülebileceği inancı kaba ilkel madde­ciliğin tipik bir örneğidir. Yakma inancındaysa, ölü yalnızca gövdeden ayrılmış bir ruh olarak varlığını korur. Homeros'da ruhun bir hayalet ya da yaşayan kişinin gölgesi olarak görülmesi, ruhun maddedışı ya da Ölümsüz bir şey olarak ele alındığı Orpheus'çu gizemciliğe giden yolda atılmış bir adımdı.

Soruna bu açıdan yaklaşırsak, Mykene'deki uygulama ile Homeros geleneği arasındaki uçurumun sanıldığı kadar geniş ya da derin olma­dığını görürüz.

Birçok Mykene gömütünde ateş izi kalmıştır. Dendra'da bulunan yağmalanmamış bir gömüt, uygulamanın nasıl yapıldığını açığa çıkar­mıştır sonunda: Ölü gömülmüş, ama kişisel eşyası gömü tün hemen ya­nındaki sığ bir çukurun içinde yakılmış. İkinci bir çukur ise, gömme töreni sırasında kurban edilmiş insan ve hayvanların kömür olmuş ka­lıntılarıyla dolu.12 Nitekim, İlyada'da, Patroklos için düzenlenen tören sırasında Akhilleus dört at ve dokuz köpekle birlikte on iki Troyalı tut­sak öldürür, Patroklos'un ölüsünün altında yanmakta olan ateşe atar hepsini.13 Böylece Patroklos'un ölüsü de yakılır. Bu gömme töreni, ola­ğandışı ve korkunç bir olay olarak anlatılır. Homeros'daki olağan göm­me töreniyse çok daha yalındır. Birkaç hayvan kesilip kurban edildik­ten sonra ölü yakılır, kemikleriyle külleri bir kutuya konur, kutu bir çukura indirilir ve üstünde bir gömiittaşı bulunan bir tümsekle örtü­lür.14 Şimdi bu yakma mıdır, yoksa gömme mi? Kuşkusuz, ikisi de.

Ölü gömme sekizinci ve yedinci yüzyıllarda uygulanıyordu, dola­yısıyla Homeros ozanlarının bu olaya yabancı olmamaları gerekir.15 Ama onlar ölülerin gömülmesinden hiç söz etmezler. Bundan, Home­ros ozanlarının kahramanlık çağının uygulaması olduğuna inandıkla­rı şeye bağlı kaldıkları anlamı çıkarılmalıdır. Az önce gördüğümüz gi­bi, ozanların geleneği gerçek gelenekten değişikti. Çünkü Mykene dö­neminde ölüyü gömüp eşyasını yakıyorlardı. Epik şiirdeyse ölü önce yakılmakta, sonra gömülmektedir. Homeros destanlarındaki işlem da­

l ı H.L. Lorimer, "Pulvis et Umbra "Journal 0/ Hellenic Studies, (Londra, 1880-), 177.12 M.P. Nilsson, Homer and Mycenae, s. 155.13 İlyada, 23.164 69.14 İlyada, 24. 788-801, 6.418-19: Odysseia, 1.291,2.222; İlyada. 21.320-21,23.91.239,252-53; Odpseia,

24. 6S-84.15 H.L. Lorimer, "Pulvis et Umbra". 170-71.

Page 501: Thomson_Tarih Öncesi Ege

ha yalındır ve kuşkusuz Mykene'deki işlemden kaynaklanmış olması gerekir; yoksa neden külleri toprağa gömsünler? Eğer Mykene ve Pylos hanedanlarının soyundan inen Aiol ve İon soyluları arasındaki kural bu idiyse, o zaman ozanların kahramanlık çağına neden bu kuralı ya­kıştırdıkları açıklık kazanmaktadır. Ve eğer, yurtlarından kalkıp baş­ka yerlere göç eden bu insanları atalarmın uyguladığı kuraldan uzak­laşmaya neyin zorladığını soracak olursak, bunun yanıtının, yeni yurt­larının kısıtlı olanakları içinde böyle bir uygulamayı yerine getirebile­cek durumda olmamalarında yattığını görürüz.

Vardığım bu sonuç desteksiz kalsaydı tek başına bir ağırhk taşıma­yacaktı, çünkü bir arkeolog değilim ben. Ama Akha'larm ölülerini Yu­nanistan'da da bilinemeyecek kadar eski bir zamandan beri yakıyor olabileceklerini, ancak Mykene etkisi altında uygulamada değişiklik yapmış olmalarının da gözden uzak tutulmaması gerektiğini bile ileri süren Lorimer'ın vardığı sonuca da yakındır benim ulaştığım sonuç.16 Eğer ölüyü yalnızca yakmakla yetinip kalıntıları gömmeselerdi, arke­ologun bulacağı hiçbir şey kalmazdı geriye.

3 . H e l e n a

Yüzünün güzelliği uğruna bin geminin denizlere yelken açtığı He­lena bir söylencedir; kadının ölümsüz güzelliğinin söylencesi:

G ünışığı iner gökyüzünden,G enç ve güzel ölür eceler,H elena'nm gözlerini toprak örter.

Bu söylencenin kaynağına ilişkin yöntemlice bir araştırmanın, onu yaratan ozanlara olan tutkumuzu daha da artıracağını göstermeye ça­lışacağım.

Helena'nm söylencedeki kökeni artık hemen herkesçe benimsen­miştir.17 Kuğu kuşuna dönüşen Zeus'un gebe bıraktığı Karia'lı "ka- dm"m (bkz. Kültürlerin Çatışması başlıklı bölümde: 4. Batı Yunanis­tan'daki Leleg'ler) doğurduğu yumurtadan çıkan Helena, hem Karia'lı Leleg'lerin tapımmda bir su kuşu olarak simgelenen Bataklıkların Ar-

5oo T a r i h ö n c e s i Eg e

16 Aynı yerde, 176.17 M.P. Nilsson, Mycenaean Origin o f Creek Mythology, s. 74-75,170-75.

Page 502: Thomson_Tarih Öncesi Ege

temis'ine,18 hem de Fenike'lilerin aydan düşen bir yumurtadan çıkan Aphrodite-Astarte'sine yakındır.19 Helena'nın sevgilisiyle kaçışının öy­küsü, ancak bölük pörçük bildiğimiz yitik Homeros'su destanlardan birinde, Kypria'da (Kıbrıs Destanı) anlatılmıştı. Aleksandros (öbür adıy­

A r k e o l o j i A ç i s i n d a n H o m e r o s 501

la Paris) günlerden bir gün Sparta'ya Menelaos'u görmeye gider, ama lam o sırada evsahibi Menelaos Girit'e çağrılır, daha aradan üç gün geçmeden Aleksandros Helena'yla birlikte soluğu Troya'da alır. Bu

18 T. Harrisson, Savage Civilisation (Yabanıl Uygarlık), (Londra, 1937), s. 114; F. Imhoof-Blumer ve P. Gardner, "Numismatic Commentary on Pausanias", Journal of Hellenic Studies, 1.103.

19 Hyg. F. 197. Helena'nın yumurtasının da aydan yere düştüğü söyleniyordu: Ath. 57f; Plutarkhos, Moralia, 637b.

Page 503: Thomson_Tarih Öncesi Ege

502 TA R İH Ö N C ESİ EGE

öyküden İlyada'da yalnız bir kez söz edilir: O da, Hekabe Athena için şal seçerken dolaylı olarak:

G üzel kokulu am b ara indi ana,O rda renk renk şallar vardı,Sidonia'lı kadınların işlediği şallar.Y aygın denizin ötesinden H elene'yi k açırd ığınd a,T anrıya b en zer A leksandros Sidon'dan getirm işti.20

Herodotos'un da ayırdma vardığı gibi İlyada'daki bu bölüm Kypria ile çelişmektedir.21 Aleksandros, Sparta'dan Troya'ya dönerken neden Fenike'nin başkentinden geçmiştir?

Troya kentinin düşüşünden sonra Menelaos'un yaptığı yolculuklar Odysseia'da anlatılır.22 Agamemnon'la kavga eden Menelaos, kış bas­tırmadan Ege Denizi'ni aşma kaygısıyla Agamemnon'u almadan ge­miye atlar, yola çıkar. Lesbos'da, yurduna erişmeye çalışan Nestor'la karşılaşır, gemileriyle yan yana yelken açarlar, Sunion'a varırlar. Ora­da dümencisi ölünce Menelaos mola verir, zaman yitirir. Yeniden yel­ken açıp da Maleia dağının sarp kayalıklarına geldiğinde bir kasırga patlar, gemiler Mısır ve Girit'e sürüklenir. Yurduna döniinceye dek ye­di yıl geçer aradan. Menelaos Kıbrıs'a, Fenike'ye, Ethiopia'ya, Mısır'a ve Libya'ya uğrar. Mısır'dayken, tanrıların istediği bir kurbanı kesip sunmadığı için bir fırtına çıkar, Menelaos'u Pharos adasında ahkoyar. Orada, Deniz İhtiyarı Proteus'la karşılaşır. Proteus, yazgısını anlatır Menelaos'a:

Sana M enelaos, Z eu s'u n beslediği, nasip değil at yetiştiren A rg os'ta ölüp kaderini d old u rm ak , ölü m sü z d ün yan ın ucuna götü recek seni,Elysion ovasın a, sarışın R had am an tys'in yan ın a, öyle rah at y aşar ki insanlar ord a:H iç kış o lm az, ne kar yağar, ne yağ m u r, insanları serinletm ek için yükselir O k ean os'tan esen yelleri Z ep h yros'u n tatlı tatlı.

20 İlyada. 6.288-92.21 Herodot Tarihi. 2. 117; Aiskhylos, Agamemnon. 696. Kypria1 nm bu bölümü daha sonraları ilyada’ye

uydurulmak üzere yeniden yazıldı; Proclus, Chr. s. 103; bkz. T.W. Allen, Homer: Origins and Transmission, (Oxford, 1924), s. 151.

22 Odysseio, 3.130-69, 276-302,4. 351-586.

Page 504: Thomson_Tarih Öncesi Ege

ARKEOLOJİ A Ç ISIN D A N H OM ERO S 5O3

N eden mi böyle olacak bu,sen H elene'nin kocası, Z eus'u n dam adısın da ondan.

Bunun üzerine Menelaos Mısır'a döner, tanrılara kurbanları su­nar, yola çıkıp Sparta'ya gelir. Onu Sparta'da tüm öyküyü Telemak- hos'a anlatırken buluruz; Helena da çırağıların ışığında iş işlemek­tedir.

Bu öykünün ilginç yanı, az önce alıntıladığımız bölümü saymazsak, Helena'yı pek önemsememesidir. Krallar Helena uğruna Troya'yı yağ­malayacaklarına ant içmişlerdir; oysa bu öyküde, Helena'nın on yıl kan döküldükten sonra kocasına geri verildiğini ve yedi yıl denizlerde do­laşan kocasına bağlı kaldığını varsaymaktan başka bir seçenek bırakıl­mıyor bize. Helena'nın Menelaos'un serüvenlerindeki konumu konu­sunda bütün öğrenebildiğimiz, Helena'ya iki kez şöyle bir değinilen dizelerden çıkarabildiklerimizden öteye geçmiyor: Hekabe'nin gümüş sepeti Mısır'daki Thebai kentinin kralı Polybos'un eşi Alkandre'nin ar­mağanıdır. Bir de, Helena'nın bir ilacı vardır; Mısır'da Thon'un eşi Poly- damna vermiştir bu ilacı ona; ilaç içkiye atıldığında yası öfkeyi dindir­mekte, tekmil acıları unutturmaktadır.24

Helena savaştan önce Fenike'ye gitmişti; savaştan sonra yurduna Mısır'dan döndü. Peki, Troya'ya hiç gitmiş miydi acaba?

Stesikhoros, hayır diyor. Yalnızca hayali gitmiş Troya'ya Helena'nın. Bir hayalet uğruna savaşılmış. Gerçi daha önceki bir şiirinde Stesikho­ros Homeros'daki yorumu benimsemişti, ama sonra ansızın görüş de­ğiştirdi ve ünlü reddiyesini yazdı: "Bu öykü doğru değil. Sen ne bir ge­miye ayak bastın, ne de Troya'nın surlarına çıktın."25 Bu görüş zaman zaman salt kimin söylediğine bakılarak doğru sayılmıştır, ama bir Yu­nan ozanının sırtım dayayacağı başka bir yetkili olmadan İlyada'ya mey­dan okumayı göze almış olabileceğine inanmak güçtür. Nitekim, Ste- sikhoros'un gerçekten güvendiği böyle bir yetkilinin var olduğu anla­şılıyor. Çünkü Tzetzes'e bakılırsa, Helena'nın hayaleti düşüncesini da­ha önce Hesiodos da ortaya atmıştır.26

23 Odysseio, 4. 561-69.24 Odysseio, 4. 125-32, 220-30.25 Stesikhoros. 11. Homerosoğulları arasında, Helena'nın bir gün Homeros'un düşüne girdiği ve ondan

“Troya seferi" üstüne bir şiir düzmesini istediği söylenirdi: Iso, Hel. 64-65. Aynı türden başka öyküler için bkz. Pausanias, 9. 23. 3; Platon, Phaidon, (Dünya Edebiyatından Tercümeler, Yunan Klasikleri: 12, Milli Eğitim Basımevi, Ankara 1945, ikinci basım), 60e; Plutarkhos, Moralia, 543a.

26 Hesiodos, fr. 266; Lykophron, 822.

Page 505: Thomson_Tarih Öncesi Ege

B ir ta r ih çi o la r a k ek sik leri b u lu n m a s ın a k a rş ın , y e te n e k li b ir edebi­y a t e le ş tirm e n i o la n H e r o d o to s d a a y n ı s o ru n u e le a lm a k ta d ır . H ero- d o to s , M ısır k ra lla rın ı a n la tırk e n bu so ru n a d e ğ in m e k te d ir :

P h ero s 'd an son ra gelen , bana dediklerine g ö re , M enıphis'U birisidir; ad ı, Y unan söyleyişine göre P roteu s'tu r ve bugün M em p h is'te pek gü ­zel, pek bakım lı bir kutsal yeri [tem enos] vard ır; H ephaistos tapınağı­nın gü ney yü zün ü n karşısına düşer. T y r Fenike'lileri bunun çevresin ­de otu ru rlar ve bütün buralara T yr'lüler m ahallesi denir. Proteu s'u n bu yerinde, Y abancı A p h rod ite tapm ağı denilen bir tapınak vard ır. Bu ta­pınak, T yn d areos kızı H elene için kurulm uş olsa gerek tir; bana anlatı­lan ve H elene'yi Proteu s'u n yanında gösteren h ikayeden ve A phrodi- te 'ye takılan Y aban cı sıfatından ben böyle çık arıyoru m . Ç ünkü bu tan ­rıça, başka hiçbir tap m ağınd a böyle anılm ış değild ir.27

H e r o d o t o s , b u s ö y le d ik le r in in a r d ın d a n , ta p m a k ta k i ra h ip le rd e n d in le d iğ i ö y k ü y ü a n la tıy o r : A le k s a n d ro s , H e le n a 'y ı S p a r ta 'd a n k açır­d ık ta n s o n ra T r o y a 'y a d o ğ r u d e n iz e aç ılm ış . A m a te rs e se n y e lle r onu M ısır k ıy ıların a a tm ış . M ıs ır 'd a , A le k s a n d ro s 'u n k im i k ö le leri o n u n M e- n e la o s 'u n y a p tık la r ın ı ra h ip le re a n la tm ış la r . N il ır m a ğ ın ın a ğ z ın ı bek ­ley en T h o n is d e d u r u m u P ro te u s 'a iletm iş. B u n u n ü z e r in e P ro te u s Alek- s a n d r o s 'u y a k a la tm ış , H e le n a 'y ı d a k en d i k o ru m a s ı a lt ın a a lm ış . Son­ra d a , A le k s a n d r o s 'a ü ç g ü n iç in d e ü lk e d e n a y r ılm a s ın ı b u y u rm u ş .

R ahiplerin bana an lattıklarına göre, H elene, P ro teu s'u n yanına böyle gelm iş; zaten bana öyle geliyor ki, bu hikayeyi H om eros d a biliyordu; am a herhalde anlattığı d estan a layık bulm am ış olacak ki bunu bilerek küçüm sem iştir, am a bildiğini de belli etm iştir; bu, İlyad a 'n m , A leksan- d ros'u n göçeb e gezişini ve H elene'yi kaçırırken, en son Fenike'deki Si- d on 'a yan aşm ad an önce, nasıl o kıyıdan bu kıyıya atıldığını anlatan (ve destanın başka bir yerind e tersi söylenm iş o lm ayan ) dizelerinden anla­şılm ak tad ır.28

H e r o d o to s d a h a s o n ra şa lla ilgili b ö lü m d e n b ir a k ta rm a y a p ıy o r ve bu b ö lü m d e a n la tı la n ın K ypria1 d a k i y o ru m la ç e liş tiğ in i s ö y le y ip H e le ­n a 'n m M e n e la o s 'a n a sıl d ö n d ü ğ ü n ü şö y le d ile g e tir iy o r :

504 T a r i h ö n c e s i Eg e

27 Herodot Tarihi, 2. 112.28 Aynı yerde. 2.116.

Page 506: Thomson_Tarih Öncesi Ege

ARKEOLOJİ A Ç ISIN D A N H OM EROS 505

M enelaos M ısır'a gelir, M em p h is'e doğru yelken açar; olanı biteni d o s­d oğru anlatır; çok iyi karşılanır, bir sıkıntı çekm em iş olan H elene'yi alır ve onunla beraber bütün servetini geri getirir. A m a M enelaos, bütün bu iyiliklerine karşılık M ısır'a haksızlık etm iştir. Yola çıkacağı sırada u y ­gun rü zg âr b u lam ad ığı için o ld u ğu y erd e kalm ış; bu böyle u zay ın ca , dine aykırı bir kurban kesm ek istem iş; iki Mısırlı çocuk alm ış, bıçakla boyunlarından kesm iş. Sonradan bu su ç ortaya çıkınca p açaları tutuş­m uş, gem ileriyle beraber Libya'ya kaçm ış.29

Durmadan yinelenen Proteus, Pharos ya da Pheros, Thon ya da Thonis gibi adlar Herodotos yorumunun Homeros yorumuyla belli bir bağıntısı bulunduğunu gösteriyor, ama bu iki yorum gene de te­mel noktada çelişiyor. Helena Troya'ya hiç gitmemişti; yalnızca Mı­sır'a gitmişti. Peki, Helena'nın Mısır'da kalışıyla ilgili bu öykü ne ka­dar eskiydi?

Pharos adası Nil Deltası'nın hemen dışındadır. Oysa Odı/sseia'da bu adanın kıyıdan gemiyle bir günlük yolda olduğu anlatılır.30 Yunanlı­ların Delta'da, Naukratis kentinde bir tecim merkezi kurdukları İ.Ö. 600 yılından sonra, Pharos adasının uzaklığının böylesine yanlış hesap­lanması olanaksızdır. Kaldı ki, Yunanlılar Nil dolayını büyük bir ola­sılıkla çok daha öncelerden biliyorlardı. Dahası, Lorimer ve Nilsson'un belirttikleri gibi, Mısır'daki Thebai kentinden sanki krallık başkentiy­mişçesine söz edilmektedir. Oysa Asurbanipal Mısır'daki Thebai ken­tinin İ.Ö. 663 yılında tümden yok etmişti ve bu kent on üçüncü yüzyıl­dan sonra hiç başkent olmamıştı.31

Herodotos'daki yorumun eskiliğini doğrulayan bir başka nokta da­ha var. Bu nokta, Homeros yorumunda eksik olanı tamamlıyor. Ody- sseia'da şöyle bir değinilen kurban kesme olayı, Herodotos'a Memp- his'de anlatılanlarla açıklığa kavuşuyor. Çünkü Menelaos'un, erkek kardeşinin benzer bir durumda yaptığını yaptığı, aynı türden bir kut- törene başvurduğu anlaşılıyor. İphigeneia'nm kurban edilmesinden söz ediyorum.

Herodotos'a olayı anlatanlar, Tyros'lular mahallesindeki Aphrodi­te rahipleriydi. Demek, bu öykü Fenike kökenliydi. Ancak, bu nokta­da, Dracontius'un sürdüregeldiği bir başka yorumu da gözden kaçır­

29 Aynı yerde, 2.119.30 Odysseio, 4. 354-57.31 H .L Lorimer “Homer’s Use of the Past" (“Homeros’un Geçmişten Yararlanması”) Journal o f Hellenic

Studies, 49.153; M.P. Nilsson, Homer and Mycenae, s. 157-58.

Page 507: Thomson_Tarih Öncesi Ege

5o 6 T a r İh ö n c e s İ Eg e

m a m a lıy ız .32 A le k s a n d r o s , H e le n a 'y la K ıb r ıs 'd a k i A p h r o d ite ta p ın a ­ğ ın d a k a rş ıla ş ır v e ta m M e n e la o s G irit 'd e n K ıb rıs 'a g e ld iğ i s ıra d a H e ­le n a 'y la b irlik te g e m iy e a tla y ıp T r o y a 'y a d o ğ r u y e lk e n a ç a r . D ra co n ti- u s K a r ta c a 'n ın y e r l is iy d i, d o la y ıs ıy la o d a b ir F e n ik e 'liy d i .

H e r o d o to s v e D ra c o n tiu s , H e le n a 'n m g e rç e k te D o ğ u A k d e n iz li o l­d u ğ u v e A p h ro d ite -A s ta r te 'n in te m e lin i o lu ş tu r d u ğ u n o k ta s ın d a bin­le ş iy o rla r . H o m e r o s 'd a F e n ik e 'd e k i S id o n k e n tin e y o lc u lu ğ a d eğ in il- m e sin in a rd ın d a y a ta n b u d u r . H e le n a 'y ı S p a r ta 'y a y e r le ş tire n v e T ro ­y a 'y a g ö n d e r e n le r , H o m e r o s o ğ u lla r ı o lsa g e re k tir . H o m e ro s o ğ u lla r ı , H e le n a 'n m D o ğ u A k d e n iz li k ö k e n in i u n u tt u r m a y a ç a l ış m ış la r , a m a a ra d a is te m e y e re k a ğ ız la r ın d a n k a çırm ışla rd ır . D a h a s o n ra , H e le n a 'n m D o ğ u A k d e n iz k ök en li o lu şu , K ypria'da g e n e g ö z d e n k açırılm ıştır. O n u n g e rç e k k ö k e n i, g e rç e k H e le n a ile d ü şse l H e le n a a ra s ın a b ir a y ır ım ko­y a ra k d u r u m u d ü z e l tm e y e ça lışa n H e s io d o s o k u lu n c a a n ım sa n m ış tır .

F e n ik e 'lile rin d o k u z u n c u y ü z y ıld a n ö n ce E g e ile d o la y s ız h içb ir b ağ ­la n tıla rı o lm a d ığ ı sö y le n e b ilir . D o ğ r u d u r b u . Y u n a n y e r le ş im m e rk e z ­le r in d e y a p ıla n k a z ıla r d a ç ık a rıla n , M ısır v e A s u r ö rn e k le r in e b a k ıla ­ra k y a p ılm ış F e n ik e g ü m ü ş ça n a k la rı d a b u n u g ö s te r m e k te d ir . S ö zü n ü e ttiğ im iz g ü m ü ş ç a n a k la r sek izin ci y ü z y ıld a n d ır . D a h a ö n c e le ri , b ü y ü k b ir o lasılık la F e n ik e g e m ile riy le g e tirilip sa tıla n , M ısırlıla rın k u tsa l s a y ­d ık la rı b o k b ö c e k le rin e v e k ü çü k y o n tu la ra ra s t la n ıy o r . A p h ro d ite 'n in b u d ö n e m d e K ıb rıs 'lı v e K y th e r a 'h d iy e ta n m d ığ ı k e s in d ir .33 F en ik e 'li- le r K ıb rıs 'a a ş a ğ ı y u k a rı o s ıra la rd a y e rle şm iş le rd i v e K y th e ra a d a s ı Fe- n ik e 'lile rin E g e D e n iz i 'n d e k i te c im d u r a k la r ın d a n b ir iy d i .34 N ilsso n , b ü tü n b u n la ra d a y a n a r a k , F e n ik e 'li le r in o n u n c u y ü z y ıld a n ö n c e E g e D e n iz i 'n e g ir m iş o la m a y a c a k la r ın ı ileri s ü r ü y o r ; T r o y a S a v a ş ı 'm n g e ­len ek sel ta r ih in in iki y ü z yıl s o n ra s ı d e m e k tir b u .35

F e n ik e 'li le r in O dysseia 'd a a n la tıla n ö y k ü le ri , F e n ik e 'li d e n iz c ile rin E g e s u la r ın d a d o la ş tık la r ım g ö s te rm e k te d ir . D o la y ıs ıy la , F e n ik e 'lile rin E g e 'd e k i v a r l ığ ı o n u n c u y ü z y ıla y a d a d a h a s o n r a la r a y a k ış tır ılm a lı- d ır .36 A m a A le k s a n d ro s v e M e n e la o s 'u n y o lc u lu k la r ı , E g e li d e n iz c ile ­rin F e n ik e s u la r ın d a d o la ş tık la rın ı o r ta y a k o y m a k ta d ır . F e n ik e 'lile rin d a h a D o ğ u A k d e n iz 'e e g e m e n o lm a d ık la rı d ö n e m e , D e n iz H a lk la rı'n ın S u riy e v e F ilis tin 'e a k m e ttik le ri, N il D e lta s ı'n ı y a ğ m a la d ık la r ı d ö n e m e

32 Dracontius, Rapt. Hel.33 ilyada, 5. 330, 8. 288,18. 193; bkz. Pausanias, 3. 23.1.34 Herodot Tarihi, 1.105.35 M.P. Nilsson, Homer and Mycenae, s. 134.36 Odysseia, 13. 271-86,14. 288-91,15. 415-84; bkz. ilyada, 23. 740-47.

Page 508: Thomson_Tarih Öncesi Ege

ARKEOLOJİ A Ç ISIN D A N H OM EROS 507

H arita X . Anadolu ve Karadeniz

Page 509: Thomson_Tarih Öncesi Ege

5 0 8 TARİH Ö N CESİ EGE

g e ri g itm e k te d ir le r . B u n la r a ra s ın d a , H itit b e lg e le r in d e n ö ğ re n d iğ im i­z e g ö re , d a h a İ .Ö . 1 2 4 0 y ılın d a K ıb rıs 'a y e rle ş m iş o la n A k h a 'la r d a v a r ­d ı.37 A n la ş ıla n , P h e r o s d a a y n ı d ö n e m d e n d ir , ç ü n k ü X IX . H a n e d a n ın k ra lla rın d a n b iri o la r a k b e lir le n m iş tir .38 P ek i, F e n ik e 'li A p h ro d ite 'n in izi o d e n li g e r i le re sü rü le b ilir m i? Ö y le g ö r ü n ü y o r ki, sü rü le b ilir .

O n B irin ci B ö lü m d e , K a d m o s 'u n k ö k en in i ta r tış ır k e n , so n z a m a n ­la rd a K u z e y S u r iy e 'd e g e rç e k le ş tir ile n v e M in o s G irit 'i v e M y k e n e Y u ­n a n is ta n 'ı ile b a ğ ın tıla rı a ç ığ a ç ık a ra n k a z ıla rd a n s ö z e tm e v e O rta M i­n o s k ü ltü rü n ü n k im i ö ğ e le r in in b u b ö lg e d e n k a y n a k la n m ış o la b ile ce ­ğ i g ö rü ş ü n ü o r ta y a a tm a o la n a ğ ı b u lm u ştu k . B ö y le id iy s e , o z a m a n iki y ö n lü b ir a k ım s ö z k o n u s u y d u : O rta M in o s d ö n e m in d e S u r iy e 'd e n G i- r i t 'e v e K n o s s o s 'u n d ü ş m e s in d e n s o n ra M y k e n e 'd e n S u r iy e 'y e . B irin ­cis i, D e m e te r 'i G ir it 'd e n Y u n a n is ta n 'a g e tire n K a d m o s 'u n n için F en i­k e 'li s a y ıld ığ ın ı a ç ık lıy o r . İk in cisiy se , H e le n a s ö y le n c e s in in D o ğ u A k ­d e n iz 'i y a ğ m a la y a n A k h a 'l ı d e n iz c ile rd e n k a y n a k la n d ığ ın ı d ü ş ü n d ü ­rü y o r .

B ir g iiv e rc in -ta n r ıç a o la ra k A p h ro d ite -A s ta r te , H itit re s im y a z ıia r ın - d a g e ç e n K u b a b a 'n ın , K a rg a m ış tan rıça s ın ın s o y u n d a n in m iş tir .39 T a n ­r ıç a K u b a b a , eşi S a n d a s 'la b irlik te , G ü n e y b a tı A n a d o lu 'd a d o ğ m u ş tu r ; o ra d a o n a K y b e b e a d ıy la ra s tla r ız .40 Y u n a n A p h ro d ite 's in in a n a s ı olan M in o s g ü v e rc in -ta n r ıç a s ıy la d a b ir b a ğ ın tıs ı o lsa g e re k . D o la y ıs ıy la , ta­rih se l d ö n e m d e k i A p h r o d ite , s a n la r ın d a n ik isin i d o k u z u n c u v e sek i­z in c i y ü z y ıl la r d a g e tir i le n F e n ik e ta n rıç a s ın a b o rç lu o lm a k la b irlik te , bu ta n rıça n ın k e n d is i S u r iy e 'y e y e rle şe n E g e lile rin e tk isi a lt ın d a b iç im ­le n m iş ti. S ö z ü n k ısa s ı, b ü tü n b u n la r , T y r o s 'lu la r m a h a lle s in d e k i Y a ­b a n cı A p h ro d ite ta p ın a ğ ı ra h ip le rin in a n la ttığ ı H e le n a ö y k ü s ü n ü n , bir z a m a n la r F e n ik e 'li le r in A k h a 'la r la p a y la ş tığ ı b a ğ ım s ız b ir ö y k ü o ld u ­ğ u n u g ö s te r iy o r .

P ek i, H e le n a 'n m iz leri b ir ta n rıça y a v a r ıy o rs a , M e n e la o s n e re y e çı­k a r? M e n e la o s H e le n a 'd a n d a h a g e rç e k o lm a k la b irlik te , o bile tü m d e n b u d ü n y a d a n d e ğ ild ir . D a h a ö n c e d e g ö r d ü ğ ü m ü z g ib i, E ly s io n 'a , b a ş­ka b ir d e y iş le C e n n e t 'e g ö n d e rilir M e n e la o s . Bu b e n z e rs iz a y rıca lık " Z e ­u s 'u n d a m a d ı o ld u ğ u iç in " v e rilm iş tir o n a .41

37 E. Cabaignac, Le probleme hittite, (Paris, 1936), s. 95.38 C.A. Wainwright, The Sky-Religiorı in Egypt (Mısır’da Gök Dini), (Cambridge, 1938), s. 75.39 E. Cavaignac, Le probleme hittite, s. 168.40 Herodot Tarihi, 5.102.41 Kadmos ile Rhadamanthys de Elysion Çayırları’na, Fenike'lilerin deyişiyle “El'in Çayırlarına

gönderilmişlerdi: C.F.A. Schaeffer, Cuneiform Texts of Ras Shamra, (Londra, 1939), s. 61.

Page 510: Thomson_Tarih Öncesi Ege

ARKEOLOJİ A Ç ISIN D A N H O M EROS 509

Sparta'dan altı yedi kilometre uzaklıkta, Eurotas ırmağına bakan bir Mykene yerleşim merkezi vardır: Therapne. Therapne'de, Menelaos ile Helena'nm gömülü oldukları söylenen bir tapmak bulunmaktaydı.42 Ancak bu söylenti Menelaos'un ölümsüzlüğü söy­lencesiyle çelişmemektedir. Tam tersine, söylen­ceye açıklık getirmektedir. Çünkü Therapne'de,Helena'nm yanı sıra Menelaos'a da bir tanrı ola­rak tapınılmaktaydı.43 Menelaos, o yörenin Hele- na-Aphrodite'siyle evlenerek tahta çıkmış bir ra- hip-kral mıydı yoksa?

Yalnızca bir varsayım bu, ama benzer bir örnek güçlendiriyor bu varsayımı. Kinyrasoğulları, yani Kıbrıs'ın rahip-kralları, Aphrodite rahibi Kinyras'ın kızlarından biriyle evlenmiş olan Akha şefi Teuk- ros'un soyundan geldiklerini savunuyorlardı.44 Kinyrasoğullarının Akha'larla olan ilişkilerine Ho­meros'da da değiniliyordu: Agamemnon'a göğüs zırhını armağan eden Kinyras'dı. Kinyrasoğulla- rmın sarayı, Aphrodite'nin de yaşadığı yer olan Paphos'daydı.45 Tarihsel dönemde Paphos'da en büyük Aphrodite tapınaklarından biri vardı. Kral gömütleri çevrede bulunuyordu ve rahiplik ailenin ayrıcalığındaydı.46 Kinyrasoğulları- nın bir anlamda Aphrodite'ye eşlik ettikleri yolundaki görüş, Kıbrıs adasının ata adı da olan Kypros'un, Tanrıça Aphrodite'nin Kinyras'dan olan çocuğu olduğunu dile getiren öyküden kaynaklanmaktadır.47

Bu tapım Kıbrıs'a Kuzey Suriye'den gelmişti. Lübnan'da Kinyras'ın yaptırdığı bir Aphrodite tapınağı vardı.48 Aphrodite'nin gönül verdi­ği Adonis'den dolayı kutsal sayılan Byblos kentindeyse Kinyras'ın bir sarayı bulunuyordu.49 Dahası, Kinyras'ın bir Asur kralı olduğu bile söylenir.50 Gerçekte bütün bunlar birbirini tutmaktadır. Söylenceye ba­

Resim 81. Güvercin başlı Aphrodite: Kıbrıs

terrakottası

42 Pausanias, 3 .19 .9 ; Herodot Tarihi, 6. 61. 3.43 isokrates, Hel. 63.44 Pausanias, 1. 3. 2; Pindaros, P. 2.15-17.45 Odysseia. 8. 362-63.46 Tacitus, Historioe, 2. 3; Pausanias, 2.29; Ptol. Meg. 1.47 Ph ilo ste p h.il.48 Luc, DSyr. 9; Strabon, 755; kz. Herodot Tarihi. 1.105. 3.49 Strabon, 755; Luc. DSyr. 6; S .H . Hooke, Myth and Ritual (Mitos ve Kuttören), (Oxford, 1933), s. 82-

83.50 Hyg. F. 58, 242, 270.

Page 511: Thomson_Tarih Öncesi Ege

kılırsa, Babil'in anatanrıçası İştar ile erkeği Temmuz, Suriye ve Kıbrıs üstünden Yunanistan'a aktarılarak Aphrodite ile Adonis adlarını al­mışlardır. Tapınma törenlerindeyse, rahip-kral Suriye ve Kıbrıs'da Kin- yras adıyla, Sparta'da Menelaos adıyla belirmektedir.

Bu benzeşme doğruysa, kadın kahramanımız Helena'nm yaşam öy­küsündeki en önemli olay, yani sevgilisiyle kaçması da açıklığa kavuş­maktadır. Genellikle, Helena'nm ırzına geçilmesinin kuttörensel bir te­mel taşıdığı görüşünde birleşilir. Buna benzer birçok öykü vardır. Ama bunların en yakını az önce ele aldığımız tapmadadır. Tıpkı Suriye ve Babil'deki aynı tanrıçaya olduğu gibi, Aphrodite'ye de Paphos'da kut­sal fahişeler hizmet ederdi.51 Herodotos, Kıbrıs'daki alışkının Babil'de- kinin aynısı olduğunu söylüyor ve ayrıntılarıyla anlatıyor:

H er kadın ö m rü n d e bir kez, A phrodite tap m ağın d a otu rm alı ve kendi­ni yab an cı birisine verm elid ir. Parasına gü venen ve k alabalığa karış­m ak istem eyen kadınlar, tapm ağın yanm a k adar arab a ile g id erler ve p eşlerinde bir sürü hizm etçi bulunduğu halde beklerler. A m a çoğu n ­luk için şöyle olur. A phrodite duvarları içersinde, b aşlan kurdele ile ça­tılmış birçok kadın o tu ru r, kimileri gider, yenileri gelir; yerler gerili ip­lerle b ölü nm üştü r; yab ancılar önlerinde dolaşır, istediklerini seçerler.Bu d u v arlar içerisine girip otu ran kadın, b ir yab ancı gelip d e , tap m a­ğın d ışın d a on un la çiftleşm ek için dizleri ü zerin e b ir p ara atm adıkça evine dönem ez; parayı atarken aynen şunları söylem ek zorundadır. "Se­nin şah sın d a tan rıça M ylitta 'yı çağ ırıy o ru m ". M ylitta, A p h rod ite 'n in A su rcasıd ır.52

Aynı alışkı, Kinyras'ın kızlarıyla ilgili bir öykünün de temelini oluşturuyor. Tanrıça Aphrodite'nin öfkesini üstlerine çeken bu kız­lar birer yosma olmuşlar. Kıbrıs'a gelen giden yabancılara verirler­miş kendilerini. Sonunda da Mısır'a göç etmişler.53 Helena da öyle yapmıştı.

Eğer Troya'ya hiç gitmemiş olan eski Doğulu Helena Homeros et­kisine karşın Hesiodos geleneğinde varlığını koruduysa, o zaman Ho­meros'daki Helena Dor'ların gelişinden sonra Aiolis'de ya da İonia'da biçimlenmiş olsa gerektir. Kan ve gözyaşı dolu on yıl boyunca güzel-

510 TA RİH Ö N C ESİ E g e

51 Herodot Tarihi, 1.199. 5; Clem. Pr. 2.13; Arnobius, Ada. Not. 5.19.52 Herodot Tarihi, 1.199.53 Apollodoros, 3.14. 3; j.G. Frazer, The Golden Bough, "Adonis, Attis, Osiris", s. 36-41.

Page 512: Thomson_Tarih Öncesi Ege

ARKEOLOJİ A Ç ISIN D A N H O M ERO S 51i

üğiyle erkeklerin soluğunu kesmekten bir an geri kalmayan kadın, onu ölümsüzleştiren ozanların bir yaratışıydı:

O rda, Batı kapılarının üstündeki kulede,P anthoos, T hym o ites, Lam pos,K lytios, A res 'in filizi H iketaon,Aklı başında O u k alegon 'la A ntenor,P riam os'u n çevresin d e k urm uşlardı yaşlılar derneğini.Yaşlılık onları sav aştan alıkoyu yord u , am a çok iyi k on u şan ad am lardılar, orm an d a, a ğ a çla n dolana d olan a, incecik öten ağu stosb öcekleri gibi tıpkı.K ulede böyle o tu ru y o rd u T roya'lı ulular.H elene'nin g ö rü n ce çıktığını kuleye şu kanatlı sözleri söylediler usulcacık:"T royah larla A k h alan n , böyle bir kadın için yıllard ır acı çek m eleri h iç d e ayıp değil.Y ü zü n e bakan ö lü m sü z tan n çalara b enzetir onu.A m a gen e d e binse gem iye keşke gitse, gitse d e , bizi, ço cu k lan m ızı belaya sok m asa."54

Dolayısıyla, İlyada ve Odysseia'nin kökleri çok daha gerilere, Myke­ne çağına uzansa da, bu şiirlerin bir bütün olarak onuncu ve dokuzun­cu yüzyıllarda Anadolu'da biçimlendiği ve yedinci yüzyılda daha hâ­lâ yayılmakta olduğu anlaşılmaktadır. Bu arkeolojik sonuç, Homeros'a yakıştırılan geleneksel tarihe uygun düşmektedir. Homeros, Thukydi- des'e bakılırsa, "Troya Savaşı'ndan çok sonraları" yaşamıştır; Herodo­tos ise, "Homeros ve Hesiodos benden, herhalde, dört yüz yıldan da­ha eski değildirler," diyordu; ki bu da yaklaşık İ.Ö. 950'ye denk düş­mektedir.55

4. Epik Biçem

Epik şiir, ünlü kişilerin bir zamanlar yaptıklarının anımsanmasını sağlar. Bireysel, soylu, ataerkil ve savaşçıldır. Epik şiirin bütün temel

54 İlyada, 3.146-60.55 Peloponnesos Savaşı, 1. 3.3; Herodot Tarihi, Z 53. 2.

Page 513: Thomson_Tarih Öncesi Ege

512 TA RİH Ö N C ESİ E g e

özellikleri, tarihin belli bir aşamasına, sınıf savaşımımı! ortaya çıktığı aşamaya özgü özelliklerdir. Sınıf savaşımının bağrında geliştiği özel koşullar her durumda farklıdır ve epik şiir için en elverişli koşullar ge­çişin hızlı ve birdenbire olduğu koşullardır. Bu koşullarda, geri halk­lar daha üstün bir kültürle ilişkiye geçmeleri sonucunda kabile düze­ni içinde toplumsal eşitsizlikleri körüklerler, ardından da bu iç gerilim, ler onları uygar komşularını yağmalayıp baskı altına almaya, zengin­liklerine ve sanatlarına el koymaya yöneltir.

Roma sınırlarına dayanan Cermen kabilelerinin tarihi böyle özetle­nebilir. Caesar'm Yorumlar'ında ilk kez karşılaştığımız Cermenler hâlâ kabile düzeni içinde yaşamaktadırlar. Tacitus'u okuduğumuzda, göz­le görülür bir biçimde ilerlemiş olduklarım görürüz. Birkaç kuşak son­raysa, Roma İmparatorluğu'na bağlı illerden krallıklar koparmaktadır­lar. Tacitus'dan biliyoruz ki, Cermen kabileleri, Arminius gibi büyiik önderlerin anılarının canlı tutulduğu eski şarkıları geliştirmişlerdir.56

Ege Denizi'ndeki ilk korsanlıkları anlatırken Thukydides, her za­manki derin görüşlülüğüyle, yağmalamaların ardında yatan güdüyü, önderlerin kişisel kazanca olan susamışlıklarıyla ve kendilerinden da­ha yoksul olan adamlarını besleme zorunluluklarıyla açıklar.57 Bu soy­guncu şefler Mykene krallıklarının kurucularıydılar ve uğraşlarının yan ürünleri arasında epik sanatı da bulunuyordu. Bunların başa ge­çişlerinin hızlılığı, Yunan epiğinin bağrından doğup evrildiği koral danslardan neden o denli kesin bir biçimde ayrıldığını da açıklar. Ger­çekten de, yaşamda olduğu gibi sanatta da geçmişten kesin bir kopuş gerçekleşmişti. Ama gene aynı nedenle, Yunan epik sanatı, tıpkı Beo­w u lf da ve Edc/aTarda olduğu gibi, olgun sınıflı toplumun sözümona "yazınsal" destanlarının yitirmiş olduğu birçok ilkel özelliği korumuş­tur. Homeros Avrupa'daki bütün epik geleneğini etkisi altına aldığın­dan, bu karşıtlık daha da çarpıcıdır. Vergilius Homeros'u örnek almış­tır kendine, Dante de Vergilius'u; Milton'sa her ikisini de. Ama H on ıe- ros biçeminin kimi özellikleri vardır ki, hiçbir zaman yeniden üretme­ye kalkışmamışlardır. Çünkü Homeros biçemi çok temel bir açıdan on­lara yabancıydı ve öykünülemezdi: Yazıöncesi dönemin ürünüydü.

Yazı sorunu, Homeros tartışmasının çıkış noktasıydı. On sekizinci yüzyılda Vico ve öbürleri, Homeros destanlarının oluştuğuna inanıl­dığı dönemde yazının bilinmediğini ileri sürm üşlerdi. Bu görüşü,

56 Tacitus, G. 2, Ann. 2. 88.57 Peloponnesos Savaşı, 1.5.1.

Page 514: Thomson_Tarih Öncesi Ege

ARKEOLOJİ AÇISTNDAN H O M E R O S 513

17 9 5 'de, Avrupa Fransız Devrimi'nin coşkusu içindeyken W olf da ele almıştı.58 Wolf, Homeros destanlarının, altıncı yüzyılda Atina'da bir araya getirilmiş daha kısa şiirlerin derlemeleri olduğunu savunmuştu. VVolf'un görüşlerini, İlyada'yı ayrıntılı bir biçimde çözümleyen Lach- manıı geliştirmiş ve kısa bir süre sonra da Kirchhoff aynı yöntemi Ody­sseia' ya uygulamıştı.59 On dokuzuncu yüzyıldaysa, Homeros Sorunu dört bir yarn sarmış ve doktora peşinde koşan üniversite mezunları için bulunmaz bir nimet olup çıkmıştı. En sonunda, Fick, Odysseia’y ı "in­san aklına karşı işlenmiş bir suç" olarak mahkum ettiğinde, iş çığrın- dan çıkmıştı artık.60 Bu suçlamaya karşı çıkanlar yıldırılarak susturul­muştu. Ne var ki, Homeros destanlarının ayrı ayrı kişilerin düzdüğü kısa şiirlerden oluştuğunu savunanların, kendi aralarında bir görüş bir­liğine ulaşmak şöyle dursun, her iki destanı da ancak sonradan yapıl­mış eklemeler olarak mahkum edebildikleri zamanla anlaşıldı. Yirmin­ci yüzyılda, destanları tek bir kişinin oluşturduğunu savunanlar, bu te­dirgin edici sonuçtan yüreklenerek karşı saldırıya geçtiler ve destanla­rın tek bir kişinin elinden çıktığı görüşünü ötekilerin yadsıdığı kadar gözüpek bir biçimde savundular:

Y u n an istan 'd a, böylesine olağan ü stü , bu denli görkem li sa n a t yap ıtla­rını tasarım layabilecek bir insanın var olduğuna inanm ak olasıdır. A m a Y u n an istan 'd a, h erh an gi b ir d ön em d e böylesine yetenekli iki insanın ya da bir insanlar top lu lu ğu nu n bulunduğunu d ü şü n m ek bile o lan ak ­sızdır.61

Kentsoylu düşüncesini yakından incelemiş olanlar, bu yavan çekiş­menin özünde ne denli temelsiz olduğunu göreceklerdir. Kentsoylu ta­rihçilerin bir kesimi insanlığın bütün ilerlemesini bireylerin bilinçli et­kinlikleriyle açıklamaya çabalamışlardır; öteki kesimse, insanlığın bü­tün ilerlemesini karşıkonulmaz ekonomik güçlerin işleyişine indirge­miştir.62 Dolayısıyla, iki destanı da tümden tek bir kişinin oluşturdu­ğunu savunanlar, Homeros'un kişiliğinde olağanüstü bir yeteneğin yü­

58 Homeros tartışmasının tarihi için bkz. R.C. Jebb, Homer (Homeros), (Yedinci basım, Glasgow. 1905), s. 103-55; M.P. Nilsson, Homer and Mycenae, s. 1-51.

59 L Lachmann, Betrachtungen über Homers llias, (Berlin, 1847); A. Kirchhoff, Homer's Odyssee, (Berlin, 1859).

60 A. Fick, Die Entstehung der Odyssee, (Göttingen, 1910), s. 168.61 J.A. Scott, The Unity o f Homer, (Berkeley, 1921), s. 268-69.62 G.V. Plekhanov, Role o f the Individual in History (Tarihte Bireyin Rolü), (Londra, 1940).

Page 515: Thomson_Tarih Öncesi Ege

5 H T a r i h ö n c e s i Eg e

ce bir örneğini görürlerken; destanları ayrı ayrı kişilerin oluşturduğu, nu ileri sürenlerin gözünde, halkın dudakları arasından ortaklaşa ve doğal bir biçimde doğmuş olan bir rastgele halk şiirleri derleminin ata­sı olup çıkmıştır Homeros. O çok iyi bilinen, eski kentsoylu ikilemidir bu; idealizm ile mekanik maddecilik arasındaki kısır karşıtlıktır.

Schliemann ve Evans sağolsunlar, son elli yıldır, yazının ta İ.Ö. 2500 yılında Ege'de var olduğu biliniyor artık. Minos yazısıydı bu yazı. Yu­nan alfabesi, belki de ta dokuzuncu yüzyılda FeııikeTilerce bulunmuş­tu. Öte yanda, 1887 yılının 2 Ocak günü ile 15 Şubat günü arasında bir Hırvat ozanın Agram'da İlyada ve Odyssm'nın iki katı uzunluğunda bir dizi şiiri ezberden okuduğunu biliyoruz.63 Demek ki, erken ya da geç, Homeros'un yazmasını biliyor olması olasıdır; bilmiyor idiyse bi­le kendi adıyla anılan şiirleri gene de kendisi yaratmış olabilir. Bu ko­nuda bir sonuca varabilmemiz için, Homeros'un yapıtlarını, tümden sözlü olarak aktarıldıkları bilinen öteki epik şiir geleneklerinin ışığın­da incelememiz gerekiyor.

Bugün Kırgızlar, Hindukuş'un kuzeyindeki Tanrı Dağları'nda yer alan Kırgızistan Cumhuriyeti'nin özgür ve eşit yurttaşlarıdır. Oysa 1917 Devrimi'nden önce, geri, hastalıktan kırılan, yok olup gitmeye yazgı­lı, ama şiirleriyle ün salmış göçebelerdi Kırgızlar. Gerçi bugün de şiir­leriyle ünlüler, ama bütün öteki yönlerden değişmiş dürümdalar. Bu­rada sunacağımız bilgileri, Kırgızları ilkel konumlarında tanıyan on dokuzuncu yüzyıl gezginlerinden aldık.64

Kırgızların hepsi de ozandı. Gerçi yalnızca ozanlığı uğraş edinenler halk önüne çıkıyordu, ama hemen herkes doğaçtan bir kahramanlık şi­iri söyleyebiliyordu. Ozanlıkla uğraşanlar ülkeyi boydan boya dolaşı­yor, gittikleri yerlerde düzenlenen şenliklere katılıyor, şiir ya da türkü­lerini kopuz denilen iki telli çalgı eşliğinde söylüyorlardı. Her yörede­ki beyin kendi ozanı vardı, ozanın görevi, beyinin başarılarını şiirleriy­le kutsamak, övmek, yüceltmekti.

Bu ozanlardan biri 1860 yılında Kırgızistan'a gönderilen bir Rus ke­şif birliğine katılmıştı:

O zanın h a y ran lan h er ak şam ağzı açık ayran budalaları gibi çevresinialıyor, onun öykü ve türkülerini dinlerken kendilerinden geçiyorlard ı.

63 M. Murko, "Neues über südslavisches Volksepik”. NeueJahrbücherftir das klastisches Altertum. (Leipzig. 1898 ). 43. 284.

64 Bundan sonraki alıntılarda Chadwick’den yararlandım: H.M. Chadwick, The Growth o f Literature, 3.174-91.

Page 516: Thomson_Tarih Öncesi Ege

ARKEOLOJİ A Ç ISIN D A N H O M ER O S 515

O zanın d ü şgü cü öylesine sınırsızdı ki, bir bey oğlu olan kahram an ı ad ı­na ak ılalm az yiğitlikler y aratıy o r, tansıklar ülkesine d o ğ ru yüreklilikle kanat çırp ıy ord u .65

Radlov, bu ozanların tekniğini şöyle anlatıyor:

Bir Kırgız o zan m , k onu şm ayı çok sevdiği ve dinleyicilerini incelikli d i­zelerle ve cu k otu ran deyim lerle etkilem eye çalıştığı g ö rü lü yor. Dinle­yenlerin d e b un lardan hoşlandığı ve deyim lerin cu k o tu ru p o tu rm ad ı­ğım an layabildiği kesin. K arşısındakileri büyülem esini bilen bir ozanı derin bir suskunluk içinde dinliyorlar. B aşlan önlerinde, gözleri ışıl ışıl, öyle o tu ru yorlar. O zan m d ud ak ların dan dökülen sözleri içiyorlar san ­ki. H er ustalıklı d ey im , h er incelikli sözcük oyu n u yü rek ten alkışlarla karşılanıyor...

A z çok yeteneği olan her ozan türkülerini h er zam an an ın d a d o ğ a ç­tan okuyor. D olayısıyla, bir türküyü bütünüyle ayn ı biçim de yen id en söylem esi olanaksız. A m a her söyleyişte yeni bir şiir d ü zd ü ğ ü an lam ı­na gelm iyor bu. O zan m d oğaçlam a işlemi tıpkı bir piyanistin yap tığ ı­na benziyor. P iyanist nasıl o andaki esinlenişine g ö re bildiği ezgileri u yum lu bir biçim e d ök er, böylece eskinin bağrından yeniyi o lu ştu ru r­sa, epik ozan da aynı şeyi yap ıyor. U zun deneyim leri so n u cu n d a, d e­yim yerind eyse, bir çeşit "ü retm e öğeleri" dizisi edinm iş. A n lattığ ı öy­künün akışına u ygu n bir biçim de bir araya getiriyor bunları. Bir k ah ra­m anın d o ğ m ası, b üyü m esi, silahların görkem liliği, sav aş h azırlıkları, savaş kasırgası, bir kahram anın savaştan önce söyledikleri, insanların

ve atların an latılm ası, ünlü kahram anların dile getirilm esi, bir gelinin güzelliğinin övü lm esi gibi belli olayların ve d urum ların betim lem ele­rinden olu şu yor bunlar... O zan m sanatı, bu d uruk p arçaları d u ru m u n

gerektirdiği b içim de bir aray a getirm ek ve gene d u ru m a g ö re u y d u r­d uğu dizeleri bunlarla birleştirm ekte yatıyor. Bütün bu kalıpları çok de­ğişik biçim lerd e kullanabiliyor. Bir olayı birkaç fırça v u ru şu y la can lan ­d ırm ayı becerebildiği gibi, o olayı d aha derinliğine ya d a epik bütün lü ­ğü içinde tüm ayrıntılarıyla işlem eyi d e biliyor. Bu öğeleri ne k ad ar çok kullanabilirse, gösterisi o ö lçü d e zenginleşiyor, tekdüzeliğe d ü şü p din­leyicilerini sık m ad an kendini u zu n sü re d in letm e g ü cü o ö lçü d e artı­yor. Yetenekli b ir ozan , kendi dilediği ya d a dinleyicilerin istediği h er­hangi b ir öyk üyü d oğaçtan söyleyebiliyor, yeter ki olayların akışını iyi-

65 J. ve R. Michell, The Russians in Central Asia (Orta Asya'daki Rusiar), (Londra, 1865), s. 290.

Page 517: Thomson_Tarih Öncesi Ege

ce bilsin. En usta ozan lard an birine her türküyü söyleyip söyleyem eye­ceğini sord u ğum da bana şu yanıtı verdi: "Söyleyem eyeceğim türkü yok­tur, çünkü T ann bu türkü söylem e yeteneğini y ü reğim e sokm uş bir kez. Benim aray ıp b ulm am a gerek k alm ad an , T anrı dilim in u cu n a getirir sözcükleri. T ürkülerim in hiçbirini öğrenm iş değilim . O nların hepsi de yü reğim den g ö ğ erir." A d am haklıydı. Söyleyecek b ir d u ru m çıktığın­d a, ozan bir an d u ru p düşünm eksizin , içinden gelen bir gü çle d oğ aç­tan söylem eye başlıyordu ... Tıpkı hiç d u rm ad an k onu şu p anlatabilece­ği gibi, bir gü n , bir hafta, bir ay aralıksız türkü d e söyleyeb iliyord u .66

Son olarak şunu da belirtmek gerekir ki, tıpkı şiir söyleme yetisinin herkeste bulunması gibi, şiirsel söyleyiş özellikleri de gündelik konuş­malarında daha alt bir düzeyde görülebiliyordu:

Kırgızların hepsinde, sözcükler d ans ed ercesin e d ud ak ların dan dökü­lüyor. H er K ırgız dile uzun şiirleri d oğaçtan söyleyebilecek kadar ege­m en olm akla kalm ıyor, gündelik konuşm asında bile ritm in ve yapm a bir d üzenlem enin izlerine rastlanıyor. Kullandığı dil değişm eceli (m e­cazi), kullandığı d eyim ler etkili ve açık seçik .67

Radlov, ozanın sanatının püf noktasını açıklamış. Koşukta sözcük­ler yapma kalıplara göre düzenlenir. Eğer ozan koşuk dilini konuşma dili kadar kolay kullanabiliyorsa, elinin altında, konusuna uygun dü­şen tüm olayları, ilkel yaşamın bilinen tüm törelerini ve süreçlerini kap­sayan bir geleneksel kalıplar dağarcığı bulunduğu için yapabiliyordur bunu. Ustalığı bir parça da buna dayanır. Epik anlatımın bu kadar ko­lay olmasının nedeni, bu kadar biçimsel olmasıdır. Kökeni doğaçtan söylemeye dayandığı için, belirli kalıplara bağlı bir nitelik taşır.68

Bu özellikler evrenseldir. Kırgız ozanların toplumsal konumu nasıl Odysseus'un sarayında da karşımıza çıkıyorsa, dili kullanımları d a //- yada ve Och/sseıa'da öyle y a n k ıla n ır . Ya da, Chadwick'in y a p tığ ı gibi

5i6 T a r i h ö n c e s i Eg e

66 V.V. Radlov, Proben der Votkslitteratur der türkischen Stâmme und der Dsungarischen Steppe, (St Petersburg 1866-96), s. Iil, xvi. Radlov’un belirttiği gibi, ozan gösterisini durumun niteliğine göre ayarlar. Örneğin, "Eğer kendisini dinleyenler zengin ve önde gelen Kırgızlarsa, övgülerini büyük bir ustalıkla onların ailelerine yöneltmeyi çok iyi becerir... Eğer dinleyicileri yalnız yoksullardan oluşuyorsa, o zaman da zenginlerin gösterişli yaşamlarına ilişkin kin dolu sözler etmekten çekinmez; hele dinleyicilerinin kendisini onayladıklarını gördükçe daha da ağır sözler söylemeye başlar": Aynı yerde, 5. xviii-xix).

67 V.V. Radlov, Aus Sibirien, (Leipzig, 1884), 1.507.68 H.M. Chadwick, The Growth o f Literature. 3. 669.

Page 518: Thomson_Tarih Öncesi Ege

A r k e o l o j İ A ç i s i n d a n H o m e r o s 517

Y ıınan ep ik şiirin i C e rm e n ep ik ş iiriy le k a rş ıla ş tıra ca k o lu rs a k , y a tm a k , k alk m ak , y e m e k h a z ır la m a k , k o n u k la n a ğ ır la m a k , a tla r ı a r a b a y a k o ş­m ak g ib i iş le rin h e p a y n ı k a lıp la şm ış s ıfa tla r , s ü s lü d e ğ iş m e c e le r (m e ­caz lar) v e y in e le n e n b ö lü m le rle a n la tıld ığ ın ı g ö rü rü z . C h a d w ic k 'in b e ­lirttiği g ib i, " h e r iki e p ik ş iir d e s ö z lü g e le n e k le s ü r d ü r ü le c e k b iç im d e d ü z e n le n m iş tir ." 69

Bıı özelliklerin İlyada ve Odysseia'da bulunması, bu şiirlerin Radlov'un anlattığı koşullarda geliştiğini gösteriyor. Ama bu hiç kuşkusuz, sözko- nusu şiirlerin elimizdeki biçimleriyle çok daha ileri bir düzenin malı ol­duğuna inanmamızı engellemez. Elbette daha ileri bir düzenin malıdır­lar, ama bu noktaya nasıl geldiklerini anlamak istiyorsak, temkinli dav­ranmalı, her adımımızı dikkatli atmalıyız. Homeros'un o "üretme öğe- leri"ni kullanışında, onun hâlâ canlı olan bir sözlü geleneğin bu yazıön- cesi aşamasının ötesine geçtiğini düşündürecek bir yan var mıdır?

Bovvra'mn belirttiği gibi, bunlarm dinleyiciler için işlevsel bir değe­ri vardır.70 Gerçekte, ozan için ne denli gerekliyseler, dinleyiciler için de o ölçüde gereklidirler. Tıpkı ozanm akıcı bir biçimde şiir düzmesi­ni sağladıkları gibi, araya giren bu kalıplaşmış sözcükler, deyimler, bö­lümler aracılığıyla dinleyicilerin zaman zaman rahatlamasını sağlarlar. Zaman zaman araya giren bu kalıplaşmış sözcükler, deyimler ve bö­lümler, herkesçe bilindiğinden, dikkat kesilmiş koşuğu dinleyen insan­ların bir an için rahatlamalarına olanak tanırlar. Demek ki, bu şiirler halk önünde söylendikleri, okundukları sürece, sözkonusu öğelerin varlığını korumak zorundadırlar. Vardığımız bu sonuç doğru gerçi; gel gör ki, sözünü ettiğimiz öğeler ilkel toplum koşullarında da aynı işle­vi yerine getirdiklerinden, önümüzdeki sorun konusunda bir sonuca varmamıza pek bir katkıda bulunmuyorlar.

Kalıplaşmış sıfat, anlama pek az şey katar. Kaldı ki, özelliği de bu- dur. Dolayısıyla, kalıplaşmış sıfat, olduğu gibi alındığında, kimi du­rumlara öbürlerinden daha az uygun düşer. İlkel ozan bundan rahat­sız olmaz, ama gelişmiş ozanlar bu konuda daha titizdirler. Öyleyse, Homeros'un bu kalıplaşmış sıfatları devingen bir biçimde, bağlamı bi­linçli olarak gözönüne alarak kullandığı ortaya konulabilirse, bu onun ilkel tekniğin ötesine geçtiğinin bir göstergesi olacaktır.

Odysseia' da, Klytaimestra'nm evlilikdışı ilişkisinin, yani AigisthosTa sevişmesinin öyküsüne, "kusursuz Aigisthos"a (1.29) ilişkin bir araş­

69 H.M. Chadwick, The Heroic Age (Kahramanlık Çağı), (Cambridge, 1912), s. 320.70 C.M. Bowra, Tradition and Design in the Iliad, (Oxford, 1929), s. 81.

Page 519: Thomson_Tarih Öncesi Ege

5i8 T a r i h ö n c e s i Eg e

tırmayla girilir. "Kusursuz" sıfatı, Odysseia'nin öteki bölümlerinde bü- tünüyle etkin bir anlamda kullanılır. Ama burada kalıplaşmış, duruk bir sıfattan öte bir anlamda kullanılsaydı, gülünç olmaktan öteye gide­mezdi.

İlyada'nın On Altıncı Bölümünde, koca bir dağın doruğundan koyu bir bulutu uzaklaştırırken Zeus "şimşek devşiren" diye tanımlanır. Bu­rada Zeus için genellikle kullanılan "bulut devşiren" sanlığının yerine "şimşek devşiren" sıfatının kullanılmasını, Bovvra çok ince bir ayırım olarak değerlendirmişti.71 Gene de bu örnek çok şey söylemiyor bize. Çünkü ilkel bir ozan bile bulutları dağıtmakta olan Zeus'a "bulut dev­şiren" demeye kalkışmazdı sanırız. Dahası, "bulut devşiren" kadar yay­gın olmamakla birlikte "şimşek devşiren" sanlığı da geleneksel olarak kullanılan bir sıfattı.72

Bowra'nm verdiği öteki örnekler uzun uzadıya incelenmeye değ­mez. Hiçbir şey yoktur bu örneklerde. "Gür naralı" Diomedes, savaş- tanrısının saldırısı karşısında tir tir titrerken, Bovvra'ya kalırsa, "bu sı­fatın, gereksiz ya da yersiz olmak şöyle dursun, ömründe ilk kez kor­kan bir yiğiti çok iyi yansıttığını"73 anlamamız gerekir. Oysa bana öy­le geliyor ki, Diomedes burada, yataktan kalkarken bile "gür naralı" diye tanımlanan Menelaos'la aynı biçimde verilmektedir.74 Bowra'nm gözünden kaçan şudur: Bu sıfatlar arada sırada bile Bowra'nm dediği gibi kullanılmış olsalardı, birer duraklama olarak, başka bir deyişle oza­nın dinlenmesini sağlayan birer öğe olarak işlevlerini koruyamazlardı. Dinleyenler durmadan yeni bir sözcük oyunu beklerlerdi. Bu özelliğin Homeros'daki kullanılışı, ilkel ozanların kullanımıyla kesin bir uygun­luk içindedir.

"Bütün ozanlar için olduğu gibi Homeros için de," diye yazmıştı Parry, "şiir düzmek demek, ona epik şürin geleneksel biçemini kalıt bı­rakmış olan ozanların anlatımlarından sözcükler, deyimler, deyişler anımsamak demektir."75 Parry'nin bu görüşünün doğruluk ölçüsünü, Homeros destanlarının dizelerini süreklilik içinde inceleyerek anlaya­biliriz. Sözgelimi, İlyada'nın ilk elli dizesinden hiç değilse otuz altısı, bütünüyle ya da yer yer, "üretme öğeleri" sayılabilecek deyimlerden oluşturulmuştur.

71 Aynı yerde, s. 83.72 Bkz. İlyada, 1.580; Hesiodos, Tanrıların Doğuşu, 390.73 C.M. Bowra, Tradition and Design in the Iliad, s. 84.74 Odysseia, 4. 307.75 M. Parry, Lesformules et la metrique d'Homere, (Paris, 1928), s. 6.

Page 520: Thomson_Tarih Öncesi Ege

A r k e o l o j î A ç i s i n d a n H o m e r o s 5 19

Parry, Homeros'un biçeminde en küçük bir özgünlük bulunmadığı görüşündeydi. Gerçi edebiyat eleştirmenlerini çok şaşırtmıştı bu; ama Parry kendi açısından haklıydı. Gerçekten de, Homeros'daki anlatım bireysel değildir, gelenekseldir. Sözlü anlatı gereklerine uygundur. Ama biçern ele avuca sığmaz bir şeydir. Eski öğeler yeni birtakım bi­çimlerde bir araya getirilebilir. Eski kalıplar, benimsenmiş yöntemler­den açıktan açığa uzaklaşmaksızın, nitel olarak geliştirilebilir, yetkin­leştirilebilir. Belirli birtakım nesnel dil koşullarınca ortaya çıkarılan epik lehçenin, onun bağrmda yatan gizilgüçleri bilinçli bir biçimde kavra­yan ozanlarca düzenlendiğini ve genişletildiğini görmüştük. Aynı şey epik biçem için de geçerlidir.

İlyada'yı öteki eski epik şiirlerden ayıran özelliklerden biri de, ben­zetmelerin (teşbih) çok sık kullanılmasıdır. Benzetme hiç kuşkusuz Cer­men epik şiirinde de kullanılır, üstelik aynı biçimde kullanılır. Ama bu kadar sık kullanılmaz. İlyada'da benzetmeler hem çok iyi düzenlenmiş­tir, hem de şiirin yapısına yedirilmiştir.76

Homeros'daki benzetmelerin çoğu kır yaşamından alınmıştır. Kır­sal hayvancılığa dayalı yalın, dingin ve yerleşik bir toplumdan tutarlı bir görünüm yansıtırlar. Bu benzetmelerin az çok geç bir döneme iliş­kin olduğu, destansı geçmişten çok ozanların kendi zamanlarıyla ilin­tili olduğu öne sürülmüştür.77 Genel özellikleri çok iyi bilinir bunların. Çoğu zaman sözcüğü sözcüğüne durmadan yinelenirler; sık sık ger­çekliğe bağlı kalınmaksızın geliştirilirler; kimilerinin de konuyla ilgisi yoktur açıkça. Bu bakımdan kalıp sıfatı andırırlar. Kalıp sıfat nasıl dik­kat kesilmiş dinleyiciyi bir an için rahatlatıp dinlendirirse, benzetme de bir süre için konudan uzaklaşmayı sağlar. Benzetme, hiç değilse kö­keninde, bir "üretme öğesi"dir.

İlyada'nm İkinci Bölümünde, Akha'lar savaşa hazırlanmaktadırlar:

K avu ru cu ateş bir d ağ d oru ğun d a büyük bir orm an içinde ışıldar hani, görü lü r parıltısı da uzaktan, yü rü yen ord u lard a silahların parıltıları

öylece gök lere ağ ıyord u yayıla yayıla.Kanatlı kuşlar, kazlar, turnalar, u zun b oyunlu k uğu lar nasıl sürü sürü,

76 j.T. Sheppard, The Pattern o f the Iliad, (Londra, 1922).77 H. Frankel, Die homemchen Gleichnisse, (Göttingen, 1921).

Page 521: Thomson_Tarih Öncesi Ege

5 2 0 TA RİH Ö N C ESİ EGE

A sya çayırların d a, K aystros'u n iki yakasında, sallayarak kanatlarını kibirli kibirli, nasıl u çarlarsa bir o yana, bir bu yan a, çağrışarak yere konunca çayır çın çın öterse nasıl, öy lece gem ilerd en , barakalardan pıtrak gibi insan S k am an d ros ovasın a aktı yayıldı; insanların, atların ayakları altında inledi toprak .B aharda yeşeren yap rak lar gibi d urdu binlerce kişi çiçekli çayırların d a Skam andros ovasın ın .78

Buraya kadar her şey açık seçiktir, ama birden:

S ürülerle sinek, koyun ağılının d ö rt bir yan ın da hanibirbirlerine yapışıp nasıl uçuşurlarsasü t k ap lan d old u n ılu rk en bahar günleri,g ü r saçlı A k h alar da işte öyleceT royalılan yok etm ek hırsıyla yana yanabir an d a d old u rd u lar ovayı.79

Bu benzetme şiire bir şey kazandırmamakta, tam tersine ondan bir şeyler eksiltmektedir. Savaşçılar yerlerini aldıklarmda hâlâ uçuşan si­neklerden söz edilmektedir. Dahası, On Altmcı Bölümde aynı benzet­me bir kez daha yinelenecektir.80 Ozan, anlattığı olayın etkisini artıra­bilme kaygısıyla, söz dağarcığım bizim bugünkü beğenimize göre bi­raz fazla özgürce kullanmıştır.

Hektor'un Akhilleus'dan kaçtığı o ünlü bölümde de benzer bir du­rum sözkonusudur:

Ö n d e bir yiğit k oşuyordu am ad ah a yiğit biri geliyord u arkadan v ar hızıyla,bu yarış bir kurbanlık, bir öküz derisi u ğru na değildi,a t sü rü cü sü H ek tor'u n cam u ğrunaydı bu yarış.Ç ok yarış kazanm ış tek tırnaklı a tlar nasılbüyü k bir hızla d önerlerse sınırı,bir ölünün şerefine yapılır bu koşu, b ü yü k tü r öd ü lü ,

78 ilyada, 2. 455-68.79 ilyada, 2. 469-73.80 ilyada, 16. 641-43.

Page 522: Thomson_Tarih Öncesi Ege

A r k e o l o j i A ç i s i n d a n H o m e r o s 521

bir ü çayaktır, ya d a bir kadın;H ek toPla A khilleus da koşarak onlar gibi, dolandı ü ç kere kentini P riam os'u n .81

• i • ^ n i r i ^ ^

Resim 82. Koşu: Attika vazosu

Benzetme, burada da geleneksel. Nitekim aynı benzetmeye desta­nın bir başka bölümünde de rastlamıştık.82 Peki, Akhilleus'un Hektor'u kovalamasını önce iki insanın yarışmasına benzettikten sonra, ardın­dan onları yarış atlarma benzetmenin ne gereği var?

Sakın yanlış anlaşılmasın; ötekiler kadar yerinde olmayan bu ben­zetmeleri sonradan yapılmış eklemeler sayarak bir yana atmıyorum. Eğer sandığım gibi, bu benzetmeler ortak bir dağardan alınmış "üret­me öğeleri" iseler, şiirlerin hâlâ canlılığını koruduğu, hiçbir zaman ay­nı biçimde iki kez söylenmediği bir döneme ilişkin sözlerdir. Bunlar, şiirin evrimi içinde, doğası gereği sonradan ekleme olasılığını dışlayan ya da bütün şiirin sonradan eklemeden başka bir şey olmadığı bir ev­renin malıdırlar, ki her ikisi de aynı kapıya çıkar. Üstelik, bu tür ben­

81 İlyada. 22.158-66.82 llyoda, 22. 22-23.

Page 523: Thomson_Tarih Öncesi Ege

52 2 TA R İH Ö N CESİ EGE

zetmeler o koşullarda yerinde bulunan benzetmelerdi. Eğer bu ozan­lar, daha sonraki Yunan ozanlarının öğrenmek zorunda kaldıkları der­si -"tohumu torbayla değil, elle saçmayı"83- öğrenmemişlerse, bunun nedeni onların değişik bir ortamda şiir düzüyor olmalarıdır.

Demek, buraya kadar, benzetmenin Homeros'daki kullanımı, ilkel teknikte bir ilerleme olarak gözükmemektedir. Ama bununla kalmıyor Homeros. Çünkü kaba etkiler uyandırmak amacıyla bol bol kullanılan bu sanatsız benzetmelerin yam sıra, öylesine cuk oturan, o denli canlı benzetmeler var ki, o günlerden bu yana bütün ozanlara hâlâ parmak ısırtıyor. Bunlar arasında her Homeros okurunun kendince sevdikleri vardır. Benim en sevdiğim benzetme de, az önce alıntıladığım bölümde kullanılıyor; Hektor'un artık kaçamaz duruma geldiği anı betimliyor:

D ağlard a bir köpek nasıl izlerse geyik yavru su n uonu ininden kaldırm ış, k ovalar d ere tepe,geyik y av ru su sığınıp saklanır çalıların altına,izini kokluya koklaya k oşar köpek d e habire,b u lu n caya dek direnir, b ırakm az peşini,işte H ek tor d a tıpkı onun gibik açam ıyo rd u ay ağı çabuk Peleusoğlu 'nun gözü nd en .

Bu benzetme çok etkili olmakla birlikte gelenekseldir. Bu tür kova- lamacalara daha önce de birçok metinde rastlamışızdır. Ama ozan bu kadarla da yetinmiyor:

D üş gören bir ad am kaçan birini nasıl k ovalay am azsa , kaçan nasıl k açam az, kovalayan da yak alayam azsa ,A khilleus H ek tor'a öyle yetişem iyordu,H ek tor da kaçıp k urtulam ıyordu A khilleus'tan .84

Daha iyisi can sağlığı. Burada benzetme konuyu saptırmıyor, aydın­latıyor. Üstelik İlyada’da bu düzeye erişen başka dizelere rastlamak ola­naksız. Bilinçli sanatın havasını taşıyor bu benzetme.

Bir dizi bağıntılı imgeye bakacak olursak, aynı izlenimi daha da güç­lü bir biçimde ediniriz. Örneğin, tanrıların İda dağlarından ya da Oly- mpos'dan yeryüzüne inişleri anlatılırken:

83 Plutarkhos, G lor. Ath. 4.84 İlyada. 2 2 .189-201.

Page 524: Thomson_Tarih Öncesi Ege

ARKEOLOJİ A Ç ISIN D A N H O M ERO S 523

Böyle dedi, alevlendirdi A thene'nin içindeki ateşi,A then e fırladı indi O lym p os'u n d oruklarından;K ronos'un oğlu nasıl bir yıldızı gönderirse belirti d iye yaygın ord u nu n erlerine ya da gem icilere, işte Pallas A thene öylece, ışıklar saçarak

o n

indi yeryü zü n e bir yıldız gibi, aktı ortalarına.

Böyle dedi, yel gibi hızlı İris de dinledi onu, indi İda d ağlarınd an kutsal İlyon'a.G ökten d oğm a B oreas'ın baskısı altındabuz gibi dolu ya da k ar nasıl yağarsa bulutlardan,hızlı İris de öyle çabuk fırladı u çtu .86

Giriş ve son, iki örnekte de neredeyse aynı formülden oluşuyor. Da­hası, benzetmelerin yerini değiştirseniz hiçbir şey fark etmeyebilir. Ge­lenek, böyle durumlarda benzetmeyi gerektiriyordu. İlkel bir ozan, tıp­kı aynı kalıp sıfatı yinelediği gibi, aynı benzetmeyi yinelemeyi yeğ tu­tardı. Oysa Homeros biçimi koruyor, ama içeriği değiştiriyor. Gelene­ği, destanın bir köşesini canlı ve şaşırtıcı bir süsle bezemenin bir yolu olarak kullanıyor. Küni zaman daha da gözüpek:

B öyle dedi, ak kollu tan rıça H ere d e dinledi on u,İda d ağlarınd an koyuldu yola , koca O lym p os'a d oğru .Y eryü zü n ü karış karış dolaşırken bir ad am , kafasında bir sü rü d ü şü n celer geçirir d e hani,"şu ray a bi v a rsa m " d iy e b ir fikir çak arsa b eyninde nasıl, ulu H ere d e böyle, istekle atıldı ileriye.87

Burada, Odysseia'da rastladığımız "kanat kadar, düşünce kadar hız­lı"88 kalıbı ustalıkla geliştirilmiş. Ama hız düşüncesinin ötesinde bu benzetmenin Hera ile uzak yakın bir ilgisi yok; hiç de düşünceli değil o sırada Hera, tam tersine çok öfkeli. Sanki ozan kalıplardan bıkmış da, düşgücüne dayalı bir yenilik getirmeye kalkmış yüreklilikle.

Gene de, üstünde pek fazla düşünülmeden yapılmış, salt ölümsüz­lerin alışılmış davranışlarını betimlemeyi amaçlayan benzetmelerdir

85 İlyada. 4 .73 78.86 İlyada. 15.168-72.87 İlyada, 15. 78-83.88 Odpseia, 7. 36.

Page 525: Thomson_Tarih Öncesi Ege

524 TA RİH Ö N C ESİ E g e

R esim 83. İris: Attika vazo su

bunlar. Gerçekte bunun ötesinde bir yanları varsa, ozanın özgünlüğün­den gelmektedir bu. Anlatılan durum alışılmışın dışında bir öğeyi ge­rektiriyorsa, ozan fırsatı kaçırmamaktadır. İlyada'nın öyküsü, Agamenı- non'la Akhilleus arasındaki ölümcül kavganın üstüne oturtulur; Apol- lon'un saldığı vebayla başlar bu kavga:

Böyle y ak ard ı o, Phoibos Apollon da dinledi onu indi O lym p os'u n doruklarından, k öpü rm üş, öfkeli.O m u zların d a yayı, iki ucu kapalı okluğu.K ım ıldandı m ı, oklar om uzlarında çan gırd ıyord u .Kızgın tanrı yü rü yo rd u gece gibi.89

89 i ly a d a , 1 . 43-47 .

Page 526: Thomson_Tarih Öncesi Ege

A RKEOLOJİ AÇISINDAN H O M ERO S 525

B u ra d a , b içim se l g ir iş k a lk m ış o r ta d a n ; b e n z e tm e , s o n r a d a n ak la g e ­len b ir d ü ş ü n c e y e in d irg e n m iş . B ö y le lik le b e n z e tm e ç o k d a h a etk ili kı­lm ıyor. O lg u n la ş m ış s a n a tın ö rn e ğ i b u ; k a lıt a lın m ış b ir g e le n e ğ in ö z ­g ü rce k u llan ılış ın ın g ü z e l b ir ö rn e ğ i.

İlyada'da hemen bütün benzetmeler, savaşın betimlendiği bölümler­de geçer. Savaş bölümlerindeki kırımların yürek karartıcı bir biçimde uzun uzadıya sayılıp dökülmesine bir renk ve tat katar benzetmeler. Bu, hiç kuşkusuz, ozamn bilerek yaptığı bir şeydir. Zeus'un Agamem- non'a yalancı bir düş gördürerek Troya'yı alabileceğini bildirdiği ve savaşa dönmesini sağlamak amacıyla Akhilleus'a elçiler gönderildiği ara bölümlerde nerdeyse hiç benzetme yoktur. İlyada'dan çok daha de­ğişken ve dingin bir olay örgüsüyle karşılaştığımız Odysseia'da da he­men hiç benzetmeye rastlanmaz. Demek ki burada tutarlı bir bütünlük anlayışını ortaya koyan gerçek bir sanatsal ayırım örneği sözkonusu- dur. Homerosoğulları aktarmaktan öte bir iş yapmışlardır. Aktarırken dönüştürmüşlerdir. Hepsi de soydan ustalardı, ama bu ustaların en iyi­leri yaratıcı sanatçılardı. Ancak bunlar bile özgünlüklerini köklü yeni­likler getirmekten çok, tekniklerine incelik ve uyum kazandırarak göz­ler önüne sermişlerdir. İlyada ve Odysseia'nm dokusu ve işlenişi ile il­kel destanların dokusu ve işlenişi aynıdır, ama doğaçtan söylenen ko­şuğun nitelikleri bu iki destanda öylesine geliştirilmiştir ki, bunların kendiliğindenliğini yitirmeden sanata dönüşebilmeleri sağlanmıştır. Homeros'un biçemini böylesine eşsiz kılan o akıcı, zorlamasız ustalık, yüzyıllar süren bir uygulamanın, olgunlaşmanın ve yetkinleşmenin so­nucudur.

Bütün estetik yargılar, önünde sonunda kişisel deneyime dayanır; onun için HomerosTa ilgili yanılmalarımın bir gün nasıl ortadan kalk­tığını burada açıklamak isterim.

Önce Odysseia'y\ okumuş ve şu çevrilmesi olanaksız, dizelerle karşı­laştığım zaman bütün öğrenciler gibi kendimden geçmiştim:

toz hortu m u içinde yatıyord un boylu b oyunca, a t sürm esini, arab a sürm esini u nu tm uştu n.90

Olağanüstü, esinlenmiş dizelerdi bunlar. Daha sonra aynı dizelere İlyada'da da rastladım. Çok şaşırtıcıydı. Gerçekten esinlenmiş dizeler idiyseler, nasıl yeniden kullanılabilirlerdi? Kimileri bir bölümü öbür

90 Odysseia, 24 . 39-40 ; ilyada, 16 . 775-76 .

Page 527: Thomson_Tarih Öncesi Ege

bölümün öykünmesi olarak açıklıyorlardı, ama bu açıklama yetmiyor­du bana. Öyleyse, gerçeğinin düzmecesinden ayırt edilmesi olanaksız bir yamalı bohçadan başka bir şey değildi bu şiirler. Daha sonra, aym türden başka yinelemelere de rastlayınca, hepsini "ilkel" diye damga­ladım, ama bunun ne anlama geldiğini kavramadan.

O sıralar İrlanda'ya gittim. O yoksul köylülerin konuşmalarım bi­raz sökmeye başladığımda aklım başımdan gitti. Sanki dirilmişti Ho­meros. Soluğu tükenmeyen bir konuşma diliydi bu; ama gene de ritim- li, ses yinelemelerine yer veren, biçimsel, yapay bir dil, her an şiire dö­nüşebilecek bir dildi. Daha fazla tanımlamaya çalışmanın gereği yok, çünkü bu konuşma dili Radlov'un Kırgızların konuşmaları konusun­da değindiği bütün nitelikleri taşıyordu. Bir gün biri geldi, köyde bir kadının doğurduğunu söyledi. Ama şöyle dile getirdi bunu: Tri se tar- raigthe aniar aice; yani "Kadın batıdan getirip yıktı yükünü". Ne demek istediğini anlamıştım. Çünkü tezek azaldığında, bayırlardan topladık­ları çalıların yükü altında iki büklüm olmuş kadınların köye dönüşle­rini birçok kez görmüştüm. Ne hoş bir imge, dedim kendi kendime, ne güzel bir söz sanatı! Oysa akşama kadar aynı deyimi üç dört kişiden daha duyacaktım. Herkesin kullandığı bir deyimdi bu. Buna benzer daha birçok deneyimden sonra, bu insanların dillerinden dökülen in­cilerin hiç de yeni şeyler olmadığım, yüzyılların ardından geldiğini an­ladım. Dil gerçekte bu deyimlerden oluşturulmuş, bu deyimlerden do­kunmuştu. Nitekim bu dili akıcı bir biçimde konuşmaya başladığım­da, aynı inciler benim dilimden de dökülür oldu. Homeros'u yeniden elime aldığımda, yeni bir anlayışla okudum onu. Bir halk ozanıydı Ho­meros. Gerçi soyluydu kuşkusuz, ama smıf eşitsizliklerinin kulübe ile konak arasında daha bir kültür kopukluğu yaratmadığı bir çağda ya­şamıştı. Kullandığı dil yapaydı; ama ne tuhaftır ki, doğal bir yapaylık­tı bu. Homeros'un dili, daha güçlü kılınmış, yüceltilmiş bir halk diliy­di. Dolayısıyla, onu dinlerken halkın kendinden geçmesine hiç şaşma­mak gerekiyordu.

526 TARİH Ö N CESİ EGE

Page 528: Thomson_Tarih Öncesi Ege

5*7

HOMEROSOĞULLARI

XVI I

1. Aiolis ve İonia

Karayla çevrili iki deniz ile iki anakara arasındaki anayollara ege­men bir konumda bulunan Troya kentinin yöresi, daha çok eski çağ­lardan başlayarak insanlara çekici gelmiş, insanların gelip oraya yer­leşmelerine yol açmıştı.1 Troya 1, Anadolu'ya özgü cilalıtaş çağı kültü­rünün egemen olduğu, duvarlarla çevrili bir köydü. Troya II, orta ye­rinde tıpkı Dimini ve Sesklo kentlerinde olduğu gibi bir saray bulunan, surlarla çevrili bir kentti. Orta Avrupa'dan çekiç-baltalar, Kafkasya'dan ustura ağızları, Kyklad'lardan çanak çömlek alan gönençli bir pazar kentiydi Troya II. I.Ö. 2300 dolayında yerle bir oldu. LÖ. 2300 tarihi bel­ki de Pelasg'ların Ege'de ilk kez göründükleri döneme denk düşmek­tedir. İki köy (Troya III ve IV) yıkıntılar arasında varlığını sürdürdü. Daha sonraları kent yeniden kuruldu ve genişletildi (Troya V ve VI). Homeros'da geçen kent ise, Troya VII idi. Artık Minos etkisi ağır bas­maktaydı. Akha'ların yağmaladıkları Troya, Akha'ların Mykene ken­tiyle aynı kültürdendi.

Daha sonra Troya kenti tümden ortadan kalktı. Tarihsel etkenler kentin doğal üstünlüklerini geçersiz kıldı. Korsanlığın yeniden boy gös­termesi, Hellespontos'daki, yani Çanakkale Boğazı'ndaki deniz ulaşı­mına son vermişti; Hitit İmparatorluğu çökmüştü; kısa bir süre sonra da karaköprüsünden geçen tecim yolu Phrygia'lıların Anadolu'yu ele geçirmeleri sonucunda kesildi. Fııit İlium (Artık her şey bitmişti).

Ege Denizi'nin Anadolu yakasına ilk yerleşen Yunanlılar buraya te­cim amacıyla gelmemişlerdi. Yerleşip yaşayabilecekleri bir yer arıyor­

1 V.C. CHilde. The Down of European Civilisation, (Üçüncü basım, Londra, 1939), s. 35.

Page 529: Thomson_Tarih Öncesi Ege

528 T a r İh ö n c e s İ Eg e

lardı. Kıyı bölgesinin en çekici yeri, Hermos ve Maiandros ırmakları ara- smda kalan geniş düzlüktü. Burada çok sayıda ve kullanışlı limanlar, aşağı koyaklarda elverişli otlaklar vardı; öte yandan, yukarılarda Ana­dolu'nun dağlık yörelerinin içlerine kadar giren kervan yolları, bu dağ­lık bölge ile Kappadokia, Suriye ve Doğu'nun uçsuz bucaksız impara­torlukları arasında tecimi olanaklı kılıyordu. Burada, Minos ve Hitit et­kileri birleşmiş, Mykene kültürü kadar görkemli olmamakla birlikte on­dan daha derin ve güçlü bir kültür oluşturmuştu Karia'ülar ve Leleg'ler arasında.2 Bu bölge saldırılara uzun zaman direndi. Mykene'nin çökü­şünden sonra göçmenler dalga dalga akın ettiler buraya; ama Aiolia'lı- İar daha çok Hermos ırmağının kuzeyine, Dor'lar da Maiandros ırma­ğının güneyine yerleştiler. Ortadaki verimli bölgenin İonia'ya dönüş­mesi göç alanının hemen hemen sona erdiği döneme rastlar.

Eratosthenes, Aiol'lerin göçünün başlangıç tarihini I . 0 . 1124 olarak belirler. Troya kentinin düşüşünün altmış yıl sonrasına, İon'ların gö­çünün seksen yıl öncesine denk düşer bu tarih. Aiol'lerin göçünün, İon'ların göçünden daha dağınık ve daha uzun süreli olduğu söylenir.3 Herodotos'a göre, ilk başlarda Aiolis'de on iki kent bulunmaktaydı: Troas bölgesindeki Killa; Kaikos ırmağı ağzındaki Pitaııe; Pitane ken­tinin güneyine düşen kıyıda ya da bu kıyının dolayında yer alan Grynei- a, Myriııa, Aigaia ve Kyme; Hermos ırmağına bakan tepelerdeki Tem- nos; aşağı Hermos koyağında, Kyme'den gelenlerce kurulan Larissa, Neonteikhos ve Smyrna; daha da güneyde, Kolophon dolayındaki kı­yıda Notion; bir de yeri belirtilmeyen Aigiroessa.4 Sözünü ettiğimiz kentlerden kimileri, bu yörede eskiden beri oturanlarca -kıyı yörelerin­de Pelasg'lar, KariaTılar ve Leleg'ler; daha içerlerde Karia-Lydia so­yundan iki halk, yani Mysia'hlar ve Maionia'hlar- ele geçirilmişti. He­rodotos, bu on iki kentin bir tür Aiol Birliği oluşturduğuna değiniyor; ama nerdeyse Aiol kentleri kadar eski ve ünlü başka kentler de vardı: Tenedos, Lesbos ve Sipylos dağı eteğindeki Magnesia.

Bu yerleşim merkezlerinin ne düzende kurulduğu konusunda iki olaydan yola çıkarak bilgi edinebiliyoruz. Bu bilgileri, İ.Ö. beşinci yüz­yılda yaşamış Lesbos'lu bir tarihçi olan Hellanikos'dan Strabon akta­rıyor bize. Dor'lar Peloponnesos'u ele geçirirlerken, Orestes komuta­

2 Bu bölgedeki Hitit kalıntılarıyla ilgili olarak, "Anaerki” başlıklı İkinci Bölüm'de V. Ege'nin Anaerkil Halkları, 6 . Hititler'e bakınız. Miletos'un da, Kolophon'un da, Erythrai’ın da, Khios’un da başlangıçta Girit'den gelenlerce kurulduğu ileri sürülüyordu: Pausanias, 7. 2-4.

3 Strabon, 582.4 Herodot Tarihi, 1.149.

Page 530: Thomson_Tarih Öncesi Ege

sında bir topluluk Sparta'dan yola çıkmış. Orestes Arkadia'da ölünce topluluğun önderliğini oğlu Penthilos üstlenmiş. Penthilos, bu sürgün­ler topluluğunu Lokris bölgesindeki Phrikion dağına kadar götürmüş. Kimileri oraya yerleşmişler. Penthilos ise yolculuğunu karadan Thra- kia'ya kadar sürdürmüş ve anlaşılan orada ölmüş. Ondan sonra önder­liği Penthilos'un oğlu Ekhelas ele almış; Hellespontos'u ve Bosphoros'u geçerek Daskyleion'a kadar gelmiş. Sonunda, Ekhelas'in en küçük oğ­lu Gras güneye yönelmiş ve önderliği altındakileri Lesbos'a götürmüş.5 Öte yandan, geride kalıp Lokris'e yerleşmiş olan topluluk, gene Aga­memnon soyundan gelen Kleuas ve Malaos'un önderliğinde Aulis'den yelken açıp yola çıkmış ve Ege bölgesindeki Kyme kentini kurmuş.6

Gerçi öykünün ayrıntılarının tartışmalı olduğu söylenebilir, ama ge­ne de değinilen noktalardan ikisi doğru sayılabilir ve Homeros soru­nuna ışık tutabilir.

Çok uzun bir zaman yolculuk ettiği ve nereye gittiğini de açık seçik bilmediği anlaşılan birinci topluluk gerçekten de umutsuz bir serüven yaşamışa benzemektedir; alt-Mykene dönemindeki Peloponnesos'un yoksul kültürüne uygun düşen bir yorumdur bu.7 Denizden giden ikin­ci topluluksa daha iyi örgütlenmiş gibidir. Her iki durumda da, göç­menlerin çoğunluğu Thessalia ve Boiotia'dan geliyor olsa gerektir. Pe-

Ho m e r o s o ğ u l l a r i 529

Resim 84. Alt-Mykene askerleri: Mykene’den bir vazo

5 Strabon, 582: Hell. 114; Pi. N. 11. 34-35; Pausanias. 2.18. 6, 3. 2.1.6 Strabon, 401, 582.7 H.R. Hail, The Civilisation of Greece in the Bronze Age, (Londra, 1928), s. 239-86.

Page 531: Thomson_Tarih Öncesi Ege

5JO TA RİH Ö N C ESİ EGE

loponnesos'dan yola çıkarılmalarının tek nedeni, önderlerinin sürgün edilmiş Pelopid'ler, bir başka deyişle Pelopsoğulları olmasıdır. Bunu bir olgu olarak kabul edebiliriz. Lesbos'un en büyük kenti Mytilene'nin ilk başlarda Penthilid'ler, yani Penthylosoğulları soyundan krallarca yönetildiğini biliyoruz.8 Sonra, Kyme'de Kleuas ve Malaos'un temsil ettiği öteki kola bağlı olması gereken Agamemnon diye bir kraldan söz ediliyor.9 PelopsoğuHarının sonuncusuna bağlılıklarını sürdüren bu göçmenlerin amacı, geçmişten kopmak değil, tam tersine geçmişi Tro- ya Savaşı'nm geçtiği yere yakın düşen yeni yurtlarına taşımak ve ora­da korumaktı.

İonia'mn kolonileşmesi çok daha canlı ve çarpıcı bir olaydı. Bu ola­yın başında, Pylos'dan Atina'ya sürülmüş olan Neleid'ler, yani Nele- usoğulları vardı.10 NeleusoğuHarına Atina'da toprak bağışlanmış ve belki de onlar için yeniden oluşturulan kabile düzeninde bir yer veril­mişti. Attika'da durumları iyiydi. Neleusoğullarına bağlı klanlardan biri olan Medontid'ler, yani Medonoğulları Atina krallığını ele geçir­mişlerdi; gene onlara bağlı bir başka klan, Kodrid'ler, yani Kodroso- ğulları İonia'ya düzenlenen göçe önderlik ettiler. Kodrosoğullarınm bu göçte oynadığı rol, elimizdeki öyküde abartılmış olabilir, nitekim öy­küde geçmişe Atmalıların gözüyle bakılmaktadır; ama gene de Kodro- soğulları göçte azımsanmaması gereken bir rol oynamış olsalar gerek­tir. Kurdukları kentlerden kimileri, dört Attika kabilesi temelinde ör­gütlenmişti;11 ikisi dışmda bütün kentler Attika'ya özgü Apaturia* bay­ramını kutlamayı sürdürüyordu.12

Herodotos, İoıı Birliği'nin on iki kentini, kullandıkları lehçelere ba­karak dört kümeye ayırıyordu: (1) Khios ve Erythrai; (2) Ephesos, Ko- lophon, Lebedos, Teos, Klazomenai, Phokaia; (3) Miletos, Myus, Prie- ne; (4) Sam os.13 Bunların dördü (Khios, Klazomenai, Phokaia ve Sa­mos) ana göç akımının dışındadır. Khios, Euboia'dan gelenlerce; Kla­zomenai, Kleonai'dan ve Phleius'dan gelenlerce; Phokaia, Phokis'den gelenlerce; Samos da, Epidauros'dan gelenlerce kurulmuştu.14 Samos

8 Aristoteles, Politika, 1311b.9 Poll. 9. 83. Smyrna yakınlarında Agamemnon'un adının verildiği bir pınar vardı: Philostr. Her. 2.18.10 Herodot Tarihi, 1.146: Pausanias, 7. 2.1.11 C/C. 3078, 3664.* Apaturia, özellikle İon soyundan gelen Grek (Yunan) boylarınca düzenlenen şenliklere, bayramlara

verilen addır. Atina kentinde Pyanepsion ayında (Ekim-Kasım) düzenlenir ve üç gün sürerdi, (ç.n )12 Herodot Tarihi, 1.147.13 Aynı yerde, 1.142.14 Pausanias, 7. 3-4.

Page 532: Thomson_Tarih Öncesi Ege

H o m e r o s o ğ u l l a r i S3 1

kertti, İort Birliği'ne, Ephesos'dan düzenlenen bir sefer sonucunda zor“ la sokulmuştu.15 Phokaia ve Klazomenai, Neleid'ler, yani N e le u s P ğ u l- lan soyundan kralların egemenliğini benimsedikten sonra Birliğe alın­mıştı: Phokaia kentinin başına Erythrai ve Teos'dan gelen, Klazor^enai kentinin başına da Kolophon'dan gelen Neleusoğulları soyundan b a l ­lar geçmişti.16 İlk başlarda on iki kent de krallarca yönetilmekteydi/ bu krallar, Kodrosoğulları soyundan ya da Glaukid'Ier, yani Giauko?°ğul- ları soyundan, kimi durumlarda da her iki soydan geliyorlardı.1 Gla- ukosoğulları, yüzyıllar önce Lykia'nın başkenti Ksanthos'a yerleşmiş olan ve Yunanca konuşan bir klandı. İon kentlerinin başına, Mile't°s ve Teos'da, bir olasılıkla da her yerde yaşayan yerli halkı yatıştırmak ama­cıyla getirilmiş olsalar gerektir. Oradaki yerli kültür bastırılama'yacak kadar güçlüydü. Birliğin resmi merkezi, Mykale dağındaki Pamoni- oıı'daydı, ama burası merkez için elverişli olamayacak kadar güney­deydi, nitekim daha sonraları İoniar dört bir yöne yayıldıkların^3 De- los'daki Apollon bayramında yeniden birleşeceklerdi.

Ephesos'da, Kodrosoğulları bordo giysi giyme ve Eleusis'de-ki De- meter tapınağının rahipliğini ellerinde tutma haklan gibi birtakıım kral­lık ayrıcalıklarını ta Roma dönemine kadar korudular.18 İonia'dalki kral­lık ne kadar sürdü bilmiyoruz, ama Aiolis'deki krallıktan daha1 çabuk çöktüğünü sanıyoruz.

İonia'lılar gelişip gönence kavuştular. Sahneye Aiol'lerden d?>ba geç çıkmalarına karşın, çok geçmeden bütün üstünlük alanlarını (Onların elinden alacak kadar güçlendiler. Khios, erken bir tarihte İon'^aŞhrıl- dı. Ardından Smyrna elden çıkacaktı. Smyrna kenti Hermos ırn^ağı ağ­zında, elverişli bir konum daydı; ama halicin girişinde. Pholkaia ve Klazomenai kentlerince köstekleniyordu; nitekim çok geçmec$en Ko- lophon kentinden yola çıkan bir birlik Sm yrna'yı ele geçiırece^ti. Smyrna'nın yerli halkının Aiolis'in öteki yörelerine çekilm esine izin verildi ve Smyrna bir İon kenti oldu.19 Hellespontos yolu açıldüğmda, Aiol'ler Sestos'a ve Abydos'a yerleştiler, ama daha sonraları Abydos kenti Miletos'a bağlandı, ardından da Phokaia'dan gelenler L-am psa- kos kentini kurdular ve Miletos'lular Propontis'in (Marmara Denizi) daha da kuzeyinde, Kyzikos'da güvenlikli bir yer sağladılar ikendile-

'5 Pausanias, 7. 2. 8, 7. 4. 2.H Aynı yerde, 7. 3.10.17 Herodot Tarihi, 1. 147.

Strabon, 632.*9 Herodot Tarihi, 1. 149-1 SO; Pausanias, 7. 5.1.

Page 533: Thomson_Tarih Öncesi Ege

532 TA RİH Ö N C ESİ EGE

rine.20 Aiolis üstünlüğü gene elden kaçırmıştı, bir daha da ele geçire- meyecekti. Çatalağzmdaki (delta) Naukratis kentinde, Yunanlıların ta­nıdığı ayrıcalıkla güvenlikli bir yer edinen Mytilene'yi saymazsak,21 Aiol'lerin yerleşim merkezlerinin hiçbiri İonia'nm üstünlüğüyle baş edemedi.

Gerçi bu kolonilerin ilk dönemlerinin tarihi çoktandır biliniyor, ama bu tarih, bölük pörçük de olsa, Homeros sorunu açısından daha önce hiç irdelenmemiş birtakım değerli ipuçları da içeriyor.

Epik şiir, kralın utku ve başarılarının sayılıp döküldüğü saray ozan­lığından doğmuştur. Her yer için olduğu kadar Yunanistan için de geçerlidir bu dediğimiz. Odysseia'mn dizelerini okuduğumuzda, Aga­memnon'un Mykene'deki ozanının saygın bir yüksek görevli oldu­ğunu görüyoruz.22 Agamemnon'un soyundan inen Penthilid'ler, ya­ni Penthylosoğulları uzun yolculuklarının bitiminde, içinde bulun­dukları zor koşullar elverdiği ölçüde, geleneksel saray yaşamlarım yeniden kurdular. Bu girişimlerinde tümden başarısızlığa uğradıkla­rı söylenemez, çünkü dünyalıklarım hepten yitirmiş olmalarına kar­şın, kimsenin ellerinden alamayacağı, kuşaktan kuşağa aktarılmış, çok değerli ve kutsal bir varlıkları vardı: Aiolis bölgesinin geriliği yü­zünden krallık kurumu korunmuş, böylece epik şiirin gelişmesi ko­laylaşmıştı.

Beowulf un, Anglosakson saraylarında okunan kahramanlıkları, as­lında bir zamanlar Kuzey Denizi'nin ötesindeki yörelerde gerçekleş­mişti, onun serüvenlerini cankulağıyla dinleyen krallar ile Beowulf ara­sında doğrudan hiçbir bağ olamazdı. Gerek B eow ulf da, gerek Wid- sitlı'de, Offa'yı saymazsak, İngiliz ölan tek bir kişi yoktur.23 Günümü­ze ulaşan biçimleriyle Eski Edda İzlanda'yla, Nibelınıgenlied de Bavye- ra'yla ilgilidir, ama bu destanların kahramanlan, çıkarabildiğimiz ka­darıyla, Gotlar, Hunlar ve Burgondiyalılardır.24 Cermen epik şiirinin yaygın bir özelliği de, ozanların şiirİeri, kahramanlıklarım dile getir­dikleri kişilerden, anlattıkları olaylardan zaman ve yer bakımmdan çok uzaklaştırılmış bir biçimde sürdürmüş olmalarıdır; bunun bir nedeni de, Töton halklarının nerdeyse bütün Avrupa'ya yayılmalarıyla sonuç­lanan göçlerin geniş kapsamlı ve uzun süreli oluşudur.

20 Cambridge Ancient History’de J.L. Myres, 3. 657-60.21 Herodot Tarihi, 2.178.3.22 Odysseia, 3.267-71.23 H.M. Chadwick, The Heroic Age, (Cambridge, 1912), s. 32.24 Aynı yerde, s. 33-34.

Page 534: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Oysa bizim sözünü ettiğimiz Penthylosoğulları topu topu Ege Deni- zi'ni aşmışlardı; savaş alamna bakan İda dağı yakınlarındaki yeni yurt­larında, doğrudan Agamemnon soyundan gelen bu insanlar İlyada'yı dinliyorlardı. Yanlarındaki konuklarına dönüp, "Gerçi önemsiz bir şey ama, hiç değilse bizim," dediklerini gözünün önüne getirebiliyor insan.

Ardından Kodrosoğulları geldiler. Yurdu atalarının yaşadığı yere çok yakın olan Odysseus'un öyküsünü Homeros destanına Kodroso- ğullarmın katmış olması hiç de uzak bir olasılık değildir. Odysseus'un batıdaki yolculukları ile Argonaut'larm yolculukları arasmda garip bir­takım benzerlikler vardır. Bu da, destanın, İolkos'dan göç ettiklerinde Neleusoğullarınca doğudan batıya aktarılmış olabileceğini düşündür­mektedir.25

İoııia'da krallık, ancak bu iki kolu birleştirecek kadar sürdü ve ora­da sanat, hiçbir kesintiye uğramadan, o güne kadar ve o günden son­ra hiçbir epik ozanın solumadığı bir ortama, tecimle uğraşan kent-dev- letinin keskin, eleştirel, sarıcı ortamına aktarıldı.

2. Homeros'un Doğum Yeri

Homeros'un doğum yeri, ancak, İlyada ve Odysseia’nın bizim anla­dığımız anlamda bir yazarı bulunup bulunmadığı sorusu karşısında herhangi bir önyargı taşımaksızın araştırılabilir. Yunanlılar böyle biri­nin var olduğu inanandaydılar; bu konuda neler söylediklerine bir bak­makta yarar var.

Homeros Sorunu, günümüzde ortaya çıkmış bir sorun değil. Bu iki destanı aynı kişinin yazıp yazmadığı, Hellenistik bilimin parlak gün­lerinde bile tartışılıyordu. Bu tür tartışmalar zamanla daha da gelişti. Uçüncii yüzyılda nereye varıldığım, Lukianos o canlı anlatımıyla şöy­le dile getiriyor:

A radan iki ü ç gün geçm işti ki, ozan H om eros'a rastladım . İkimiz d e kim­seye bağlı olm adığım ız için, on a birçok konuda gönül rahatlığıyla soru ­lar sorabildim . N ered e d oğ d u ğ u n u d a sord u m bu arad a. B unun bizler arasm d a hâlâ çetin bir tartışm a konusu olduğunu açıkladım kendisine. H om eros, çeşitli u zm an larca kendisinin doğum yerinin Khios, S m yrn a ya da K olophon olarak gösterildiğini, oysa gerçekte birçoklarına T igra-

H o m e r o s o ğ u l l a r i 533

25 J.A.K. Thomson, Studies in the Odyssey (Odysseia Üstüne incelemeler), (Oxford, 1914), s. 80-99.

Page 535: Thomson_Tarih Öncesi Ege

nes diye d e bilinen Babylon'lu olduğunu söyledi; an cak Yunanlılara kö­le (h om eros) olarak satıldıktan sonra H om eros adım alm ıştı. Başka so­ru lar da so rd u m . Peki, dedim , d estanları kitapta top layan ların yad sı­dıkları dizeler gerçek te senin m i? H epsinin kendisinin old u ğu n u söyle­di. O zam an , A ristarkh os ve Z enodotos okulunun bütün o bilgiççe saç­m alarını bir b ir sayd ım H om eros'a. A rdından da, İlyada 'y a niçin Aklıil- leus'un öfkesiyle başladığını sord u m . G erçekte hiçbir nedeni olm adığı­nı, salt kafasına öyle estiği için öyle başladığını söyledi. Birçok uzm anın ileri sü rd ü ğü gibi ilk önce O dysseia’yı yazıp yazm adığını da çok m erak ed iyord u m . Bu so ru m u , hayır, diye yanıtladı H om eros. A rtık körlüğü konusunda söylenilenlerin doğru olup olm adığını sorm am a gerek yok­tu, çünkü kör olm adığını kendi gözlerim le g öreb iliyord u m .26

Lukianos'un sözlerindeki bu ince alayın yersiz olmadığı, Homeros araştırmasının sonuçlarını özetleyen Bizanslı sözlük yazarı Suidas'm şu girişinden de anlaşılabilir. Homeros'un doğum yerine ilişkin bölü­mü aktarıyorum:

Böylesine ulu bir ozan m ölüm lü olup olam ayacağı yolundaki kuşkular, onun d oğu m yeri konusunda da benzer bir belirsizliğe yol açm ıştır. Ç e­şitli u zm an lar H om eros'u n S m yrn a'd a, K hios'da, K olop h on 'd a, İos'da, K ym e'd e, T ro as bölgesindeki K enkherai'da, L y d ia 'd a , A tin a 'd a , İtha- ka'd a, K ıbrıs'da, Salam is'de, K ııossos'da, M ykene'de, M ısır'da, Thessa- lia 'da, İtalya 'd a, L uk an ia 'da, G ryneia'da, R om a'd a ve R od os'd a d o ğd u ­ğunu ileri sü rm ü şlerd ir.27

Olağanüstü bir adaylar listesi. Ne var ki, hakikatin nerdeyse iki bin yıl süren aranılışından sonra, İ.S. on birinci yüzyılda derlenmiş bir lis­te bu. İşe, Hıristiyanlıktan önceki dönemin tanıklarından kaynaklan­mayanların hepsini bir yana bırakarak başlayabiliriz. Geriye yedi yer­den oluşan kısa bir liste kalıyor:

5 3 4 T a r i h ö n c e s i E g e

Kaynak

Apollon'a Homerik Övgü

Am orgos'lu Semonides (?)

Keos’lu Simonides (?)

Tarih (İ. Ö. yüzyıl)

vıı-vıvıı-vıvı-v

Doğum Yeri

Khios

Khios

Khios

26 Luc. VH. 2. 20.27 Suid. Homeros.

Page 536: Thomson_Tarih Öncesi Ege

H o m e r o s o ğ u l l a r i 535

Sigeion’lu Damastes V Khios

Pindaros VJ Khios

I Smyrna

Thasos’lu Stesimbrotos V Smyrna

Eiis'li Hippias V Kyme

Keos’lu Bakhylides V ios

Kolophon'lu Antimakhos V-IV Kolophon

Kyme’li Ephoros IV Kyme

Aristoteles IV ios

Atinalı Philokhoros IV Argos

Kos’lu Theokritos III Khios

Samothraike’li Aristarkhos lll-ll Atina

Kolophon’lu Nikandros II Kolophon

Thraiks’li Dionysios II Atina28

Şimdi bu aday kentleri, en güçsüzünden başlayarak bir bir gözden geçirelim:

Atina: Daha ilk ağızda yitiriyor adaylığını. Atina, İon'ların anaken­tiydi; İon'larm başarılarının saygınlığı bu kente yakıştırılırdı. Nitekim, İon'lar çok sonraları Atina kökenli görülmeyi bir övgü sayacaklardı. Smyrna'lı Aristeides, kendi kentini bir Atina kolonisi, atalarını da Ati- nalı olarak tanımlar.29 Atinalı tiran Peisistratos'un bir yontusuna kazı­lı bir yazıt var elimizde:

Ü ç kez tiran olan, ü ç kez sü rg ü n e gönderilip yeniden başa geçen d ev ­let ad am ı P eisistratos'u m ben; H om eros'u n dağınık şiirlerini top layıp

biraraya getiren Peisistratos. Ç ünkü Sm ryna kentini A tm alılar k u rdu k - larına göre, o yü ce ozan d a bizim yurttaşım ızdı.

îos: Öyküye bakılırsa, bu adada yaşayan Kretheis adlı bir genç kız, tanrılardan birinden gebe kalmış. Smyrna kentinde köle olarak satılan genç kızı Maion adlı bir Lydia'lı almış. Maion kızla evlenmiş ve genç

28 Horn. H. 3.172: Sim. 85: Pi. fr. 264; Dam. 10 = FH C . 2. 66; Stesim. 18; Hippias. 8 = FH C . 2. 62; fr. 48 Blass; Antim. 18 = FH C . 2. 58; Eph. 164; Aristoteles, fr. 66; Philokhoros, 54; Theoc. 7.47; Nicand. fr. 14; VHom. 5-6.

29 Aristides, 23. 26, 29. 27, 40. 759,42. 776.30 VHom. 5-6 = AP. 11.441

Page 537: Thomson_Tarih Öncesi Ege

kız Homeros'u dünyaya getirmiş.31 Hiç kuşkusuz, Bakhlides ve Aris- toteles'in değindikleri öykü bu. Gelgelelim, bu öyküden Homeros'un doğum yerinin İos değil, Smyrna olduğu sonucu çıkıyor.

Argos: Homeros şiirleri Argos'da kuşkusuz siyasal nedenlerden ötü­rü çok tutulurdu. Homeros'la Apollon'u konuk olarak çağırdıkları bir müzik şenliği vardı ArgosTuların.32 Homeros'un, Maion ile Hyrnet- ho'nun oğlu olduğunu söylerlerdi.33 Bu öyküde Hymetho, İos'lu genç kızın az çok değişik biçimlisi olarak çıkar karşımıza. Hyrnetho, Dor- öncesi topluluklardan oluşan Argos kabilelerinden birinin, Hyrneth'le- rin ata adıydı. Bir Mykene ozanları geleneğinin, Homeros geleneğin­den bağımsız olarak, burada Dor akınlarmdan sonra da varlığını koru­muş olması hiç de uzak bir olasılık değildir.

Kolophon: Bu kentin Homeros'un doğum yeri olduğunu savunanlar Kolophon'lulardır, onun için yansız oldukları pek söylenemez. İleri sürdükleri sav, Kolophon'dan gelen İon'ların Smyrna'yı yeniden ba­yındır kılmalarından kaynaklanıyor olabilir.

Geriye kalıyor Kyme, Symrna ve Khios. Kyme'nin Homeros'un do­ğum yeri olması çok uzak bir olasılık; belki de, salt Smyrna'nın ana­kenti olduğu için çıkıyor karşımıza Kyme. Öte yandan, en güçlü olası­lık Khios'da. Homeros'su Övgü ve Amorgos'lu Semonides kaynaklan da Khios olasılığını doğruluyor; elbette, alıntıda değinilen Keos'lu Si­monides değil de Amorgos'lu Semonides ise gerçekten. Ayrıca, Khios Homerosoğullarımn yurdu sayılıyordu.34 Smyma'run adaylığından ya­na bir varsayım ise, Homerosoğullarımn Smyrna'nın Kolophon kenti­ne yenik düşmesinden sonra merkezlerini Smyrna'dan Khios'a taşımış olmasıdır. Bizim için en uygun yol> Khios ve Smyrna'da karar kılmak, Kyme'yi de en yakın aday olarak belirlemektir. Üç kent de Aiolis ile İo- nia'nın sınır bölgesinde, Hermos ırmağının döküldüğü körfezin kıyı­saldadır. Yunan epik şiirinin beşiğinin burası olduğunu biliyoruz.

3 . S a r a y d a n P a z a r Y e r i n e

Homeros, Homerid'lerin, yani Homerosoğullarımn ata adıdır. En azından Homeros adı gerçek bir addır. Girit'den Thessalia'ya kadar

536 T a r i h ö n c e s i Eg e

31 Plutarkhos, VHom. 3. İos adasında aylardan birinin adı Homereon’du: 1C. 12 (5) 15.32 Aelianus, Variae Historbe, 9.15.33 VHom. 4.1-2, 6. 27; Certamen, 25.34 Strabon, 645; Akusilaos, 31; Hellanikos, 55.

Page 538: Thomson_Tarih Öncesi Ege

H OM EROSO ĞU LLARI 537

birçok yerdeki yazıtlarda kişi adı olarak geçen Homaros'un İon lehçe­sindeki biçimidir Homeros.35 Cins adı olarak homeros ise "köle" anla­mına geliyordu. Nitekim, bir öyküye göre, ozan Smyrna'dan Khios'a köle olarak götürülmüştü.36 Öykü, adm kendinden anlaşılıyor. Akla daha uygun bir başka öyküye bakılırsa, homeros "kör" anlamına gelen eski bir sözcüktü.37 Demirciler hep topaldır ya, ozanlar da aynı neden­le hep kördür. Meslek seçimini bedensel eksiklik belirtiyordu. Körlük, yan ı sıra "ikinci bir görme duyusu"nu, önseziyi, bir başka deyişle bili- ciliği ve şiiri getiriyordu.38 Demodokos kördü, Thamyris ve Stesikho- ros da öyle.39 Eğer Homeros yalnızca bir "kör ozan" idiyse, adının onun gerçek olduğunu gösterdiği pek söylenemez.

Homerosoğullarının "ilk başlarda Homeros'un torunları oldukları kuşaktan kuşağa aktarılan bir geleneğe göre Homeros'un şiirlerini söy­ledikleri, ama daha sonraki çağlarda Homeros'la akrabalığı bulunma­yan ozanlara Homerosoğulları denildiği"ni40 öğreniyoruz. Başka bir deyişle, başlangıçta bir klan olan Homerosoğulları sonunda bir lonca­ya dönüşmüşlerdi. Belli bir soydan gelmenin yerini lonca üyeliğine se­çilme almıştı. Merkezleri Khios'daydı. Bütün halk ozanları gibi onlar da her gittikleri yerde tanınan gezgin sanatçılardı ve hiç kuşkusuz Yu­nanistan'ın birçok yerinde üyeleri vardı. Bunlardan biri olan Khios'lu Kynaithos, altıncı yüzyıl sonlarında Syrakusa'ya göç etti.41 Platon'dan öğrendiğimize göre, Homerosoğullarının sayısı dördüncü yüzyılda hâ­lâ artmaktaydı. Halkın okuyamadığı, yalnız bu ozanların elinde bulu­nan birtakım gizli şiirlerden söz eder Platon.42 O sıralar artık şiirler üs­tündeki tekellerini yitirmiş olabilirler, ama gerek Attika yazınında, ge­rek yazıtlarda Atina doğumlu bir halk ozanından söz edilmemesi ilgi çekicidir. Platon bu sanatın tipik bir temsilcisini tanıtmak istediğinde, Ephesos'dan İonia'lıyı seçer.

Bu şiirler Pelopsoğullarmın ve Kodrosoğullarmm saraylarında ser­pilip boy atmışlarsa, krallığın çöküşünden epeyce etkilenmiş olmaları gerekir. Kyme kentini İ.Ö. 700 yılına kadar bir kral yönetmişti, ama uç bir örnekti bu. Krallık, hiç değilse İonia'da, bu tarihten çok önceleri kal­

35 GDI. 1033; S/C. 1059.1.3.36 Proklus, Chr. 99.17.37 Aynı yerde, 19-20; Ephoros, 164.38 B kî. The Growth o f Literature, 3. 619.39 Odysseia, 8. 63-64; İtyada, 2. 599-600; Isokrates, Hel. 64.40 Pindaros, N. 2.1.41 Aynı yerde, 2.1.42 Platon, Phaedros, 252b; İo, 530d; Devlet, 599e.

Page 539: Thomson_Tarih Öncesi Ege

538 T a r İh ö n c e s İ Eg e

dırılmıştı. İşte, epik şiir geleneğinin hiç aralıksız bir sonraki aşamaya aktarılmasını olanaklı kılan, Asya YunanistanYıun değişik yörelerini^ eşitsiz bir biçimde gelişmesiydi.

Sarayın çöküşüyle birlikte, ozanlar pazar yerinde şiir söylemeye baş­ladılar. Pazar yeri derken, köylülerin, sığır satıcılarının, köy zenginle- riyle ileri gelenlerinin doldurduğu sessiz ve dingin bir pazar yerinden söz etmiyorum. Sözgelimi, Hesiodos şiir söylemiştir böyle bir pazar ye­rinde; bu da onun HomerosTa boy ölçüşmesine yol açmıştır. Diyece­ğim, Yunanlıların, Karia'lıların, Fenike'lilerin, tecimen denizcilerin, do­kumacıların, tefecilerin, bankerlerin doluştuğu kalabalık bir liman ken­tinin meydanından söz ediyorum, özellikle de Delos'da her yıl düzen­lenen panayırdan.

Küçücük bir ada olan Delos, mavi Ege'de gnays ve granitten oluşan, deniz yüzeyi üstüne taşmış bir kaya parçasıdır. Ama Kyklad adaları­nın ortasında yer alan Delos, kültürel bakımdan İonia'nın anakenti ol­muştur.

Ey T anrı A p ollon, ne k adar çok tu r senin tapm akların , o rm an lar arasın­daki düzlüklerin. Bütün toprakları, d ağ doruklarını, denize doğru akan bütün ırm akları değerli sayarsın sen. A m a en değerlisi D elo s'd u r senin gözü nd e. K arıları ve çocuklarıyla birlikte İon'lar, uzun giysilerini sürü­yerek orad a top lan ırlar. Y um ru k d övüşleri, d an slar v e m ü zik le senin anım y aşatırlar. Ö ylesine görkem li bir g örü n ü m d ü r ki b u , insan o ka­dınlar, erkekler, gem iler ve m allar yum ağına bakıp bakıp, b u rad a her şey zam an d an v e ölü m d en bağım sız diye düşünebilir.43

Yalnız İonia'dan değil, Yunanistan'ın dört bir yanından hacılar bu bayram yerine akm ederlerdi. Sekizinci yüzyıl başlarında Messenia'dan gelen bir koronun, Korinthos'lu Eume-İos'un kendileri için besteledi­ği bir övgü'yle yarışmaya katıldığını biliyoruz.44 Atinalılar da Solon za­manında ve belki daha önceleri de yarışmalara katılıyorlardı.45 Çok yü­rekten şarkı söyleyen birisi için Yunanca'da şöyle bir söz vardı: "San­ki Delos'a gidecekmiş gibi söylüyor."46

Delos adası önemini ta Perslerin bölgeyi ele geçirmelerine kadar ko­rudu ve Perslerin yenilgisinden sonra adanın geleneksel saygınlığı De-

43 Horn. H. 3. 143-55.44 Pausanias, 4. 4.1.45 Ath. 234e. Philokhoros, 158.46 Zenon, 2. 37.

Page 540: Thomson_Tarih Öncesi Ege

HOMEROSOĞULLARI 539

los'un Atina kentince kurulan yeni İon birliğinin kültür m erkezi olm a­sını sağladı.

Delos şenliğinde H om eros'su şiirlerin okunm ası düzenlenen izlen­cede önem li b ir yer tutardı, bu kesin. Delos A pollon'unun tapm ağın­dan O dysseia ' s ö z edilir.47 Ayrıca, bir öyküye göre, kör ozanın ken­disi de D elos'da kalabalıkları büyülem işti:

A p o llo n v e A r te m is 'in sev g isi ü z e rin iz d e n ek sik o lm asın , k alın sağ lı­

cak la, D elos'lu k ızlar! Sakın beni gön lü n ü zd en çık arm ayın . Bir g ü n uzak ­

la rd a n b ir y o lc u g e lir d e , "B u ra y a y o lu d ü şe n o zan lard an en ço k han ­

gisini s e v d in iz ? " d iy e so ra rs a , b ir a ğ ızd an şu y an ıtı v erm e y i u n u tm a ­

yın : " K ö r b ir a d a m , k a y a lık K h io s 'd a y a şa r , tü rk ü sö y lem ek te kim seler

su d ö k e m e z e lin e ."48

Şiir dinletilerinin Delos'da ne zaman başladığını bilmiyoruz. Doku­zuncu yüzyıla kadar uzanıyor olabilir. Ayrıca, geçen bölümde gördü­ğümüz gibi, söz konusu şiirler yedinci yüzyılda hâlâ yayılmaktaydı. Toplumsal değişiklik, Homeros destanları daha tamamlanmadan mey­dana geldi. Dolayısıyla, biçimlendiriri bir etkisi oldu bu şiirler üstünde. Gerçekten de devrim ci bir değişiklik olsa gerekti. Epik şiir, eski bir dün­yanın soyluluğunun güvenlikli saray yaşamında, geçmişin anılarıyla beslenerek gelişmişti. İonia'daki tecim, politika ve bilim cümbüşünün içine düştüğündeyse çiçeğe durdu bu şiirler. Koşullar benzersizdi.

4. Homeros Külliyatı

Daha önceki bölümlerde, İhyada, Odysseia ve Övgüler'den topluca Ho- merik, yani Homeros'su şiirler diye söz ettik. Eski çağlarda Homeros'un ya da onun okulunun adıyla bilinen ve bugün artık yitip gitmiş olan on iki kadar yapıt daha vardı. Homeros külliyatıydı bu.

Homeros külliyatı ikiye ayrılır: İlkin, herkesin ya da hemen hemen herkesin ustanın kendisine, Homeros'a yakıştırdığı şiirler, yani İhyada, Odysseia ve Övgüler vardır. Bunlardan bundan sonra da Homeros şiir­leri diye söz edeceğim. Kimileri Homeros'a, kimileri de onun izdeşle- rine yakıştırılan öteki şiirlerse, destanlar çemberi diye bilinir.

47 Odysseia, 6.162-63; Certamen, 315-21; Hesiodos, fr. 265.48 Horn. H. 3.165-73.

Page 541: Thomson_Tarih Öncesi Ege

5 4 0 TA RİH Ö N CESİ EGE

Destanlar çemberine ilişkin bilgilerimizin çoğu, yeniplatoncu Prok- los'dan (İ.S. beşinci yüzyıl) geliyor. Proklos'un Homeros külliyatı için derlediği kılavuzun bir özeti günümüze kadar ulaşmış.49 Öyle görü­nüyor ki, Proklos işini büyük bir özenle yapmış. Proklos dışında, bu konuyla ilgili olarak yalnızca Hellenistik Çağ, Yunan-Roma Çağı ve Bi­zans döneminin öteki yazarları ve yazı parçalarındaki alıntılar ve de­ğinmeler var elimizde.

İh/ada, Agamemnon'la Akhilleus arasındaki kavgadan başlayıp Hek­tor'un gömme törenine kadar, Troya Savaşı'nm onuncu yılını anlatır. Odysseia'mn konusuysa, Odysseus'un İthaka'ya dönüşü, ailesine ka­vuşması ve karısının taliplerinden öç almasıdır. İlyada 15693 dizeden, Odysseia'd a 12110 dizeden oluşur. İskenderiyeli yayıncılar her iki des­tanı da yirmi dört bölüme ayırmışlardır. İlyada hemen herkesçe Home­ros'un yapıtı sayılmıştır; bu görüşe karşı çıktıkları bilinen kimi Helle­nistik Çağ bilginleri bir yana bırakılırsa, Odysseia da öyle.50

Otuz dört Övgü vardır, ama bunlardan beşi dışında hepsi çok kı­sadır. Thukydides (beşinci yüzyıl) Apollon'a Övgü’nün, Karystos'lu Antigonos (üçüncü yüzyıl) da Hermes’e Övgü'nün Homeros'un oldu­ğundan söz eder.51 Athenaios (İ.S. ikinci üçüncü yüzyıl), Apollon'a Öv­gü'nün "Homeros'un ya da Homerosoğullarından birinin" olduğunu söyler.52 Syrakusa'lı Hippostratos (tarihi yok), bu övgii'nün gerçekte Homerosoğullarından biri, yani Khios'lu Kynaithos'un olduğunu, ama "H om eros'un dizelerine kendinden birçok dize eklediğini" ve İ.Ö. 504 ile 500 yılları arasında Syrakusa'ya gittiğini belirtir.53 Son yıl­larda Wade-Gery bu şiirin gerçekte iki övgü'den oluştuğunu inandı­rıcı bir biçimde öne sürmüştür. VVade-Gery'ye göre, bunlardarı Delos Apollon'u için olanı İ.Ö. 600 yılından önce, Delphos Apollon'u için olanıysa İ.Ö. beşinci yüzyılda oluşturulmuştur. Bu ikisinin birleştiril­mesi ise Kynaithos'un işidir.54 Kanımca, W ade-Gerynin vardığı bu sonuç doğrudur.

Destanlar çemberi konularma bakılarak Troya Çemberi, Thebai Çem­beri ve Çeşitli diye sınıflandırılabilir.

49 Khrestomathia'nın yazılışı konusunda bkz. T.W. Allen, Homer: Origins and Transmission, (Oxford, 1924), s. 51-60.

50 Proklus, 102. 3.51 Peloponnesos Savaşı, 3.104; Antigones, 7; bkz. Pausanias, 4. 30. 4; 9. 30.12; 10. 37.5.52 Athenaios, 22b.53 Pindaros, N. 2. 1.54 H.T. Wade-Gery, “Kynaithos”, Creek Poetry and Life, (Oxford, 1936), 56.

Page 542: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Çizelge XVII

H O M E R O S KÜLLİYATI

H o m e r o s o ğ u l l a r i 541

Başlık Ozan Tarih

jlyada Homeros 950

Odysseia Homeros

övgüler:

Apollon’a Övgüf Homeros

Khios’lu Kynaithos 500

ötekiler Homeros

Troya Çemberi:

Kypriaf Kıbrıslı Stasinos

1 Salamis'li Hegesinos

““

Aitbioph Miletos'lu Arktinos 744

f Sparta'lı Kinaithon 762

Küçük İlyada1 Mytilene’li Leskhes

1 Phokaia'lı Thestorides

710

V. Erythrai'li Diodoros -

Troya'tun Yağmalanıp Miletos'lu Arktinos 744

Yurda Dönüşler Troizen’li Agias -

Telegoniaf Sparta’lı Kinaithon 762

| Kyrene'li Eugammon 566

Thebai Çemberi:

Oidipodeia Sparta’lı Kinaithon 762

Thebais Homeros

Epigonoi Teos’lu Antimakhos 753

Çeşitli:

Oikhalia’nın Ele Geçirilişi Sam os’lu Kreophylos -

Titan'ların Savaşıf Miletos'lu Arktinos

| Korinthos'lu Eumelos

744

750

Phokais Homeros

Margites Homeros

Amazonia Lydia’lı Magnes 700

Herakleia Lindos’lu Peisinos 750

Page 543: Thomson_Tarih Öncesi Ege

542 TARİHÖNCESİ EGE

Troya Çemberi'nde altı destan vardır. Birincisi, Kypria, yani Kıbnsh Destan on bir bölümdür. Kypria'mn konusunu Aleksandros'un yargı­lanması, Helena'nm ırzma geçilmesi, Akha'ların savaş düzenine gir­meleri, İphigeneia'nın kurban edilmesi ve savaşın Agamemnon'la Ak- hilleus arasındaki kavgaya kadar olan akışı oluşturur.55 Herodotos (be­şinci yüzyıl), şiirin dizelerini inceleyerek Kypria'nin Homeros'un ola­mayacağını ileri sürer; demek, bu destanın Homeros'un olduğunu dü­şünen birçok kimse vardı.56 Sonunda Pindaros'a (beşinci yüzyıl) male- dilebilecek bir öyküde, Homeros'un Kypria'yı damadı Kıbrıslı Stasi- nos'a düğün armağanı olarak verdiği anlatılır.57 Platon (dördüncü yüz­yıl) bu destandan alıntı yaparken kimin destanı olduğundan hiç söz et­mez.58 Pausanias (İ.Ö. ikinci yüzyıl) da bir açıklama yapmaz bu konu­da.59 Athenaios, Kypria için, "Kıbrıslı Stasinos'un, Hegesias'm ya da bir başkasının olabilir"60 der. Proklos ise, Kypria'y\, Stasinos'a ya da Sala- mıs'li (Kıbrıs'daki Salamis kenti) Hegesinos'a yakıştırır.61

İkincisi, Aithiopis beş bölümdür. Konusu: Hektor'un gömme töre­ninden Akhilleus'un ölümüne kadar savaşın onuncu yılı.62 Proklos, Aithiopis'in Miletos'lu Arktinos'un olduğunu söyler. Arktinos, Suidas'a (İ.S. on birinci yüzyıl) göre, Homeros'un izdeşlerinden biridir.63 Do­ğum tarihi İ.Ö. 744 diye geçer.64

Üçiincüsü, Küçük İlyada dört bölümdür. Konusu: Akhilleus'un zır­hı uğruna düzenlenen yarışma ve Tahta At'ın yapılması.65 Küçük İlya­da, Sparta'lı Kinaithon'a (Hellanikos, beşinci yüzyıl), Mytilene'li Lesk- hes'e (Proklos), Phokaia'h Thestorides'e ya da Erythrai'lı Diodoros'a yakıştırılır.66 Kinaithon'un doğumu tarihi İ.Ö. 762 diye geçer.67 Lesk- hes ise Arktinos'la aynı dönemde yaşamışta.68 Bir yoruma göre de, Thes-

55 Proklus, 102-05.56 Herodot Tarihi, 2.117.57 Ael. VH. 9.15; bkz. lamb. VP. 146; Suid. Homeros, 29.58 Platon. Euthyphro, 12a.59 Pausanias, 4. Z 7.60 Athenaios, 682d, bkz. 35c, 334b.61 Proklus, 97.15.62 Aynı yerde, 105-06.63 Suidas, Arktinos - FH G . 4. 314.64 Suidas, I.e.: Homer: Origins and Tronsmisson, s. 62-63.65 Proklus, 106-07.66 Euripides, Tr. 821.67 Homer: Origins and Transmission, s. 63.68 Clemens. Stromata. 1. 21. Leskhes’in (bir şiirde mi?) Homeros ile Hesiodos arasındaki bir ozanlık

yarışmasından söz ettiği söylenir (Plutarkhos, Moralia, 154a). Bu öykünün bizim için önemli yanı, her iki ozanın da doğaçtan söyleme yeteneğini vurgulamasıdır.

Page 544: Thomson_Tarih Öncesi Ege

H o m e r o s o ğ u l l a r i 543

torides'le birlikte Phokaia'da kalırken Homeros kendisi oluşturmuştur Kiiçiik İlyada'yı. Thestorides'in gene bir epik ozan olan oğlu Partheni- 0s, Homeros'un soyundan diye tanımlanır.69 Pausanias ise Küçük İlya- da'yı ortaklaşa oluşturulmuş bir şiir olarak görür.70

Dördüncüsü, Troya'ntn Yağmalanışı iki bölümdür ve Aithiopis'in oza­nı Arktinos'undur 71

Beşincisi, Yurda Dönüşler beş bölümdür. Konusu: Diomedes, Nes­tor, Neoptolemos, Agamemnon ve Menelaos'un savaştan sonraki se­rüvenleri. Ozanı: Proklos'dan öğrendiğimize bakılırsa Troizen'li Agi- as (Hegias).72 Pausanias da aynı adda bir ozandan söz eder, ama Yur­da Dönüşler’i ortaklaşa gerçekleştirilmiş bir yapıt olarak görür.73

Altıncısı, Telegonia iki bölümdür. Konusu: Penelopeia'nm talipleri­nin gömme töreninden Odysseus'un ölümüne kadar Odysseus'un ba­şından geçenler.74 Ozanı: İ.S. üçüncü yüzyılda yaşamış olan Eusebios'a göre, Sparta'lı Kinaithon; İ.S. ikinci-üçüncii yüzyılda yaşamış olan Kle- mens'e göre, Kyrene'li Eugammon.75 Eugammon'un doğum tarihi İ.Ö. 566 olarak verilir.

Troya Çemberi'ni tartışırken, Aristoteles'in, Homeros'u bu destan­ların ozanı olarak görmediği anlaşılmaktadır.76

Daha sonra, üç şiirden oluşan Thebai Çemberi gelir. Oidipodeia'da, Oidipus'un babasını nasıl öldürdüğü, anasıyla nasıl evlendiği, oğulla­rını nasıl ilençlediği anlatılır. Thebais, oğullar arasındaki savaşı, Ar- gos'lularm Thebai kentine düzenledikleri ilk seferi, seferin birbirlerini öldürmeleriyle son buluşunu dile getirir. Epigonoi, düzenlenen ilk se­ferde can veren Argos'lu komutanların oğullarının gerçekleştirdiği ikin­ci bir sefer sonucunda kentin yok oluşunu anlatır. Thebais de, Epigonoi da 7000 dizeden oluşuyordu.77

Yazıtlardan birinde, Oidipodeia'nm Kinaithon'un olduğu belirtilir.78 Pausanias ise bu destanı ortaklaşa gerçekleştirilmiş bir şiir olarak gö­rür.79 Ephesos'lu Kallinos, Thebais'i, sekizinci yüzyılda Homeros'a ya-

69 Suidas, Parthenios.70 Pausanias, 3. 26.9.71 Proklus. 107-08.72 Aynı yerde. 108-09.73 Pausanias, 1. 2.1.10. 28. 7; bkz. Athenaios, 281b.74 Proklus, 109.75 Eusebios, Khrikhon; Olen, 4; Clemens, Stromata, 6. 25.1.76 Aristoteles, Poetika, 23. 5-7.77 Certamen, 255-60; bkz. C/C. It. Sic. 1292. 2.12.78 C/C. İt, Sic. 1292. 2.11.79 Pausanias, 9. 5.11.

Page 545: Thomson_Tarih Öncesi Ege

544 TARİHÖNCESİ Ege

kıştırmıştır.80 Bu, külliyattaki bir şiir ile ustanın adı arasında kurulan en eski ilişkidir. Herodotos, "Homeros'un Epigonoi'u" der, ama ardın­dan hemen ekler: "Elbette bu destanı gerçekten Homeros söylemişse."81 İskenderiye'de bir yapıtta, bu destan Antimakhos'a, sanırız Teos'lu An- timakhos'a (İ.Ö. 753) yakıştırılır.82

Geriye çeşitli yapıtlar kalıyor.Oikhalia'nm Ele Geçirilişi. Konu: Herakles'in son kahramanlığı. Ozan:

Üçüncü yüzyılda yaşamış olan Kallimakhos'a göre, Samos'lu Kreoph- ylos.83 Platon, Kreophylos'dan "Homeros'un bir dostu" diye söz eder.84 Bir başka yerde, tıpkı Stasinos gibi Kreophylos'un da Homeros'un dama­dı olduğu vurgulanır.85 Kallimakhos'un anlattığı ve sanırız Platoıı'un da bildiği bir öyküye bakılırsa, Kreophylos Samos'da Homeros'u ağırlayıp eğlendirmiş, buna karşılık Homeros da bu destanı Kreophylos'a armağan etmiş.86 Klemens, bu destanı Halikamassos'lu Panyasis'iıı Kreophylos'dan çaldığını söyler.87 Ama belki de çalmmamıştır da, uyarlanmıştır.

Titan'larm Savaşı'nı, Athenaios, Miletos'lu Arktinos'a ya da Korint- hos'lu Eumelos'a yakıştırır.88 Eumelos (İ.Ö. 750), soylu Bakkhid'ler kla- nmdandır. Korinthia adlı bir başka destanın da ozanı sayılıyordu Eu­melos.89 Messenia'dan gelen koronun Delos'da okuduğu övgü de Eu- melos'undu.

Phokais'ın, Homeros'u Phokaia'da ağırlayan Thetorides tarafından Homeros'dan alındığı söylenir.90 İçeriğiyle ilgili hiçbir şey bilinmiyor.

Margites, hem heksametron, hem trimetron ile oluşturulmuş bir taş­lamadır. Kendisini anasının mı, yoksa babasının mı doğurduğunu bil­meyen ve anasına söyler korkusuyla karısıyla sevişmekten çekinen bir budalayı anlatır.91 Platon ve Aristoteles, Margites'i Homeros'un sayar­lar; ama daha sonraki yazarlara bakılırsa bir Homeros öykünmesidir M argites92

80 Pausanias, 9. 9. 5.81 Herodot Tarihi, 4. 32.82 Aristophanes, Pa. 1270; Plutarkhos, Rom. 1283 Cali. Ep. 6.84 Platon, Devlet, 600b.85 Suidas, Kreophylos.86 Strabon, 638.87 Clemens, Stromata, 6. 25. 2.88 Athenaios, 22c, 277d.89 Pausanias, 21. 1,2. 2. 2,2. 3. 10.90 Ps. Hdt. VHom. 16.91 Aeskhines, Ct. 160.92 Platon, Alkibiades, 1147c; Aristoteles, Poetika, 4. 3.10-12; Hephaistion, Enkheiridion, 17.

Page 546: Thomson_Tarih Öncesi Ege

H o m e r o s o ğ u l l a r i 545

Bir de Amazonia ve Herakleia var. Amazonia, Lydia'lı Magnes'indir (İ.Ö. 700). Herakleia ise, Klemens'e göre, Kameiros'lu Peisandros (İ.Ö. 750) tarafından Lindos'lu Peisinos'dan çalınmıştır.93

İki noktaya daha değinirsek, elimizdeki bilgiler tamamlanmış ola­cak. Birincisi, Platon'un İon'u, hani şu Ephesos'lu ozan, yalnızca Ho­meros'un yapıtlarım okuyan, ustalığını gösterirken yalnızca Home­ros'dan yararlanan bir ozan olarak tanıtır kendini.94 Nitekim, İon'un yaptığı bütün alıntılar İlyada ve Ocfyssm'dandı. Ksenophon da, Home- ros'u baştan sona ezbere bilen bir Atinalıdan söz eder; metinden anla­şılacağı gibi, baştan sona Homeros derken İlyada ile Odysseia'yı söyle­mektedir.95 İkincisi, Proklos, "eskiler"in bütün bir destanlar çemberi­ni, yani külliyatın tümünü Homeros'a yakıştırdıklarını belirtir.96

Görüldüğü gibi, eskilerin verdikleri bilgiler belirsiz ve karışık. Pe­ki, ne yapabiliriz? Bu sorun bugüne kadar en hafif deyimle rastgele ele alınmış. Ayrıcılara, yani destanların ayrı ayrı ozanlarca oluşturuldu­ğunu savunanlara göre, eski çağlarda bu şiirlerin hepsi de Homeros'a yakıştırılınıştı, Homeros ise tarihsel gerçekliği olmayan bir ata adından başa bir şey değildi. Öte yandan, birciler, yani bu destanları tek bir oza­nın oluşturduğunu savunanlar, iki başyapıt dışında öteki destanlardan hiçbirinin eski çağlarda Homeros'un özgün yapıtları sayılmadığını or­taya koymaya çabalamışlardır. Her iki görüşü de destekleyen çelişik bilgiler vardır, demek ki gerçek her iki görüşten de farklı olsa gerektir. Her iki yanın da yanılgısı, kanıtlardaki çelişkileri birer ipucu olarak ya­kalayacaklarına onları ortadan kaldırmaya çalışmalarıdır.

Yunanlı tarihçinin bir büyük üstünlüğü var. Kent-devletlerinin si­yasal ayrılıkları, ortak bir kökenden kaynaklanan benzer tapımların varlığını sürdürmesini, aynı olayların değişik yorumlarının yapılabil­mesini olanaklı kılmış, böylece karşılaştırma ve çözümleme yoluyla ha­kikatin parça parça yeniden bulunması için bol bilgi ve kaynak sağla­mış. Yunan geleneği, arapsaçına dönmüş bir yün çilesine benzer; çöze­bilmek için tek tek iplikleri bulup çekmek gerekir. İçlerinde en güçlü- leri olan Atina geleneği, beşinci yüzyıldan sonra bütün öteki gelenek­leri kendi bağrında toplamayı başarmıştı. Ama İonia'lılarm da kendi kültürleri vardı, hem Atmalıların kültüründen daha eski bir kültürdü bu; ta Hellenistik Çağ'a kadar büyük ölçüde bağımsız kalmıştı. Son za-

93 Nic. Dam. 62; Clemens, Stromata. 6. 25. 2; Suidas Peisandros.94 Platon. İo, 531a.95 Ksenophon, Symposium. 3.5; Athenaios, 620b.96 Proklus, 102.

Page 547: Thomson_Tarih Öncesi Ege

54& TARİHÖNCESİ Ege

martlarda, "İonia'h bazı İskenderiye bilginlerinin, Atina kentine h iç

ulaşmamış ciltler dolusu bilgiyi anayurtlarından İskenderiye'ye getir­dikleri" ortaya konuldu.97 İşte bütün bunların ışığında incelendiğinde, Homeros geleneğindeki çelişmeler çözülebilir.

Sekizinci yüzyılda, bir İonia'lı olan Kallinos, Thebais destanının Ho­meros'un olduğunu söyler. Üç yüzyıl sonra Pindaros, Stasinos'a ve­rilen düğün armağanının öyküsünü anlatırken, Kypria'nm ozanının Homeros olduğunu söylemek ister. Ama daha sonraları, Lesbos'lu Hellanikos Küçiik İlyada'y\ Kinaithon'a yakıştırırken, Atina'da oturan bir Anadolulu olan Herodotos Kypria ve Epigonoi destanlarının Ho­meros'un olduğu yolundaki görüşe karşı çıkma gereğini duyar. Ati­na'da, Thukydides Apollon'a Öugıi'nün Homeros'un olduğunu söy­ler, ama dördüncü yüzyılda Ksenophon İlyada ve Odysseia dışında hiç­birinin Homeros'un olmadığını savunur. Platon ve Aristoteles de Kse- nophon'la aynı kanıdadırlar, yalnız onlar Margites'in Homeros'un ol­duğunu kabul ederler. İskenderiye döneminde, Homeros'a seçenek olarak gösterilen birçok addan söz edilir ve bu konudaki genel tutum yansızdır.

Burada bir gelenek değil, iki gelenek söz konusudur. Bu iki gelenek ayrı ayrı boy atıp gelişmiş ve en sonunda karışıp iç içe geçmiştir.

Biri, Homerosoğullarının kendi geleneğiydi. En eski çağlarda, bu "Homeros'un oğulları" gerçek bir ozanlar klanının üyeleriyken, bu tür topluluklarda çok sık rastlanan bir alışkanlığı sürdürürler, dağarları­nın tümünü ustanın kendisine yakıştırırlardı. İpse d ix it*

Daha sonraları, klan loncaya dönüştüğünde, daha bir bireysellik ka­zandılar. Kalıt aldıkları destanları hâlâ yaygınlaştırmak ve geliştirmek­le uğraştıklarından, kişisel çabaları ile birlik duygularını, kendi adla­rıyla ustanın adının simgesel bir biçimde birleştiği öykülerde, hani o düğün ve konukluk armağanlarına ilişkin öykülerde uzlaştırdılar. Ki­mi durumlarda, aynı izleği (tema) birçoğu art arda yeniden işliyordu. Destanların sözlü olarak okunduğu koşullarda doğal ve kaçınılmazdı bu. Ama daha sonraki çağlarda, bireysel yazarlık savlan ağır basmaya başladığında, bu durum ister istemez yanlış anlamalara yol açtı. Ger­çekte birbirlerinin ardı sıra gelmiş olan ozanlar, birbirlerinin yapıtları­na eklemelerde bulunan ya da birbirlerinin yapıtlarını aşıran, birbirle­rini geçmeye çalışan ozanlar gibi göründüler.

97 L. Pearson, Early Ionian Historians, (Oxford, 1929), s. 9.* Kendileri söylüyorlar, başka kanıt yok. (f.n.)

Page 548: Thomson_Tarih Öncesi Ege

HOMEROSOĞULLARI 547

Bu destanlar Yunanistan anakarasına ulaşıp da halk arasında okun­maya başladığında, ilk ağızda İonia'lıların eski tutumu benimsendi ve hepsi de Homeros'un destanları olarak kabul edildi. Ama dördüncü yüzyılda, edebiyat eleştirisi yavaş yavaş boy atmaya başladığında, At- tika'h yazarlar Homeros'un adını iki başyapıtın yanı sıra Ionia'da bile belli bir ozana bağlanmamış olan Övgüler ve Margites ile birlikte anma­yı yeğlediler. En sonunda iki gelenek İskenderiye'de iç içe geçti. Ark- tinos'un, Leskhes'in, Kinaithon'un ve İonia'dan aktarılan öteki Home- ros'su ozanların adları artık herkesçe biliniyordu ama bu adları yadsı­yan Attika edebiyatının etkisi yüzünden, mürekkep yalamış kişilerin tutumu kuşkucuydu. Öte yandan, halktan kişiler külliyatın tümünün Homeros'un olduğuna inandıkları için böyle bir kuşku duymuyorlar­dı. Bu konuda birisi kendilerine karşı çıkacak olursa, Homeros'un ana­sının babasının ölümsüz, tanrısal kişiler olduklarım söyleyip çıkıyor­lardı işin içinden.

5. Destanlar Çemberi

Troya Çemberi ile Thebai Çemberi'ne ilişkin olarak adları anılan on ozandan yalnızca beşinin Aiolis ya da İonia'nın yerlisi olduğu söyle­nir. Ötekiler ya Peloponnesos, Kıbrıs ve Libya'da doğmuş ya da oralı- larca evlat edinilmişlerdir. Bu ozanlara yakıştırılan destanları ve do­ğum tarihlerini gözden geçirirsek, Homerosoğullarımn yayılması ko­nusunda kimi ipuçları bulabiliriz belki.

Sparta'lı Kinaithon için İ.Ö. 761-758 tarihi veriliyor. Doğum tarihi diye alsak bile çok erken bir tarih. Küçük İlyada'daki rakibi Leskhes'den yirmi yıl, Telegonia'daki rakibi Eugammon'dan iki yüz yıl erken. Kina­ithon Küçük İlyada'yı Proklos'un anlattığı biçimde oluşturmuş olamaz, çünkü bu destanın konusu, Arktinos'un yapıtları olan Aithiopis ve Tro- ya'nmYağmalanışı ile bağıntılı bir biçimde tasarlanmış olması gerekti­ğini gösteriyor. Öte yandan, Kinaithon, Küçük İlyada'nın daha eski bir yorumun ozanı olarak da kabul edilebilir. Gene, Kitaithon'un Telego­nia' sı, Eugammon için bir örnek oluşturmuş olabilir. Kyrene kenti The- ra'dan gelenlerce kolonileştirilmişti, Thera kenti de Sparta'dan gelen­lerce.98 Geriye, tek ozan adayının Kinaithon olduğu Oidipodeia destanı kalıyor. Bu noktada, Kinaithon için verilen tarih, Epigonoi'un ozanı An-

98 Herodot Tarihi, 4.147-59.

Page 549: Thomson_Tarih Öncesi Ege

548 T a r İh ö n c e s i E g e

timakhos için verilen tarihle ve Kallinos'un da bildiği Thebais destanı­nın eskiliğiyle uyuşuyor. Kallinos'un yaşadığı dönem, Arkhilokhos'dan "çok önce değildi." Son zamanlarda, Arkhilokhos'un İ.Ö. 740-670 ara­sında yaşadığı ileri sürülmüştür.99

Demek, Kinaithon büyük bir olasılıkla sekizinci yüzyılda yaşamış­tır. Sparta kentine baktığımızda Kinaithon'a çok uygun bir ortamda gö­rürüz. O sıralar daha askercilleşmemiş olan Sparta kenti bir kültürel yenidendoğuş yaşıyor, ozanlar Yunanistan'ın dört bir yöresinden Spar- ta'ya akın ediyorlardı: Girit'den Thaletas (tarih yok), Kolophon'dan Polymnastos (tarih yok), Lesbos'dan Terpandros (İ.Ö. 676'da yaşlı bir adamdı), Sardes'den Alkman (İ.Ö. 672 ya da 657) ve Atina'dan Tyrtai- os (İ.Ö. 630). Karneia'daki ilk müzik yarışmalarını başlatan Terpan- dros'du.100 Alkman da Odıjsseia'yı mutlaka biliyordu, çünkü Kral Al- kinoos'un kızı Nausikaa top oynarken Odysseus'un ortaya çıkıp onu şaşırttığı bölümü anlatan bir danslı oyun hazırlamıştı.101 Ayrıca, Spar­ta yasalarım değiştiren devlet adanu Lykurgos'un Samos'daki Kreoph- ylos ailesinden edindiği İlyada ve Odysseia’yla ilgili dinletiler başlattığı söylenir.102 Lykurgos pek somut olmayan, bir bakıma mitolojik bir ki­şidir, dolayısıyla Lykurgos'la ilgili bir tarih verilemez, ama Homero- soğullarının sekizinci yüzyılda Sparta kentinin koruması altında olduk­larını göstermesi yönünden bu öykü öteki anlatılanlara uygun düşmek­tedir. Oidipus söylencesinin Sparta'yla özel bir bağıntısı bulunduğu­nu da ekleyebiliriz bütün bunlara. Oidipus, Sparta krallarının ataların­dan biriydi.103

Yurda Dönüşler’in ozanı Troizen'li Agias için hiçbir tarih verilmiyor. Homeros'un da çağrıldığı Argos'daki şenliğe ve Hyrnetho'nun öykü­süne daha önce değinmiştik. Yedinci yüzyılın ortalarına kadar, Argos kralları Peloponnesos'un kültürel önderliği için Sparta krallarıyla ya­rıştılar. Son Argos kralı Pheidon (İ.Ö. 675), Olimpiyat Oyunları'nın de­netimini eline geçirdi.104 Eğer daha o sıralar Sparta sarayında Home­ros ozanları çalıp söylüyorduysalar, bunlar Argos'a da gitmiş olmalı­dırlar.

99 Homer: Origins and Transmission, s. 61; A. A. Blakeway, “The Date of Archilochus", Creek Poetty and Life, (Oxford), 1936), 34.

100 Hellanikos, 121101 Alkman, 16.102 Plutarkhos, Lykurgos, 4; Herakleides, PP. 2.3; Claudius Aelianus, Variae Historiae, 13.14.103 Herodot Tarihi, 6. 52. 2.104 Aynı yerde, 6.127. 3.

Page 550: Thomson_Tarih Öncesi Ege

HOMEROSOĞULLARI 549

Kypria'nin ozanları oldukları söylenen Stasinos ve Hegesinos için de bir tarih yok elimizde. İkisi de Kıbrıslıydı. Hegesinos, Teukrosoğul- larınm krallık merkezi olan Salamis kentindendi. Paphos'da, Kinyra- soğullan denilen bir başka kral soyu daha vardı. Her iki soy da Akha kökenli olduklarını öne sürüyorlardı. Teukrosoğulları da, Kinyraso- ğulları da varlıklarını Hellenistik Çağ'a kadar sürdürdüler. Stasinos ve Hegesinos'u koruyup gözetenler bunlar olsa gerektir. Kıbrıs'da Ho­meros okuluyla kaynaşmış bir Akha ozanlık okulunun bulunması bi­le olasıdır.

Kyrene'li Eugammon için kesin olarak İ.Ö. 566 tarihi veriliyor. Kyre- ne kenti bir önceki yüzyılın son çeyreğinde kurulmuştu daha. Kyre- ne'de de Battosoğullarının egemenliğinde krallık sürüyordu. O zaman, kentin epik şiirle bağı perçinleniyor kuşkusuz. Telegonia, Odysseia'nm bir devamıydı. Yunanlıların Batı Akdeniz'e girmeleriyle birlikte, bu yö­relerle büyük ölçüde bağıntılı olan Odysseus'un öyküsü Homeros'su sınırlarının çok ötelerine taşırıldı ve geniş bir ailenin babası oldu Ody­sseus. Dahası, Eugammon, Telemakhos'un Arkesialos adlı bir erkek kardeşinin bulunduğunu söyledi.105 En azmdan dört Kyrene kralının adıydı Arkesialos. Anlaşılan, Battosoğulları OdysseusTa akraba olduk­larını söylemek istiyorlardı. İlişkinin tam olarak ne olduğu belirsiz, ama Odysseia'yı geliştirirken Battosoğulları ile Odysseus arasındaki bağın­tıyı vurguladığma bakılırsa Eugammon bu durumu biliyor olmalıydı.

Demek ki, Homerosoğulları, Sparta'da sekizinci yüzyılda, Argos'da sekizinci ya da yedinci yüzyılda, Kyrene'de yedinci yüzyılda ve Kıb- ns'da aşağı yukarı aynı dönemde benimsetmişlerdi kendilerini. İonia dışında, kral saraylarında kendilerine kucak açan dost bir ortam bul­muşlardı.

Aristoteles, yazılarında sık sık rastladığımız o kısa ama unutulmaz bölümlerden birinde, Destanlar Çemberi'ni İlyada'dan ayırmaktadır:

Dolayısıyla, daha önce de belirttiğim gibi, Homeros'un İlyada’da bile Troya Savaşı'nın başını ve sonunu anlatmakla birlikte, savaşı başından sonuna betimlemeye kalkışmaması, olağanüstü bir sezgidir nerdeyse. Çünkü konu tek bir şiirde ele alınamayacak kadar uzundu; Homeros her şeyi tıkış tıkış doldurmaya kalksaydı, öykü çok karmaşık, içinden çıkılmaz bir duruma gelecekti. Homeros tek bir bölümde yoğunlaşma­yı ve o bölümü Gemilerin Sayımı gibi birçok yanöyktiyle çeşitlendirme­

105 Eustathius. 1796. 50.

Page 551: Thomson_Tarih Öncesi Ege

yi yeğlemiştir. Öteki ozanlar, sözgelimi Kypria ve Küçük İlyada'nın ozan­ları, bütün bir dönemi kapsayan koca bir olaylar dizisi içinde tek bir ki­şiyi ele alırlar. İşte bu yüzdendir ki, İlyada ve Oıiı/ssm'dan yalnızca bi­rer ya da ikişer tragedya oluşturulabilmiş olmasına karşılık, Kypria'dan birçok, Küçük İlyada'dan da sekizden fazla tragedya çıkarılmıştır.106

Destanlar çemberinin ozanları yaratıcı güç bakımından daha geriy­diler. Bu herkesçe benimsenen bir kanıydı. Horatius da bu ozanları Ho- meros'dan ayırmakta, Proklos ise bu ozanların daha çok işledikleri ko­nular açısından incelenmeye değer olduklarını söylemektedir.107

Aristoteles'e göre, Homeros'un üstünlüğü, konusunu şiire tıkış tı­kış doluşturmaya kalkışmamasındaydı. Destanlar çemberinin ozanla-

550 TARİHÖNCESİ EGE

106 Aristoteles, Poetika, 23. 5-7.107 Horatius, Ars Poetica, 140, Proklus, 97.

Page 552: Thomson_Tarih Öncesi Ege

nysa böyle yapmışlardı. İlı/ada ile Odysseia'da anlatılan olaylar birkaç haftalık bir süreyle sınırlı olmasına karşın, her ikisi de yirmi dört bölü­mü bulmuştu. Oysa Kypria on bir bölümde on yıllık bir dönemi. Yurda Dönüşler beş bölümde sekiz yıllık bir süreyi anlatıyordu. Ölçekleri çok daha küçüktü. Öte yandan, Troya Çemberi incelendiğinde, İlyada ve Odı/sseia'mn gerçekte de günümüzdeki biçimlerinde oldukları ortaya çıkmaktadır. Kypria, İlyada'nın başladığı yerde biter. Kiiçiik İlyada, bü­yük İlyada'nın sona erdiği yerde başlar. Yıtrda Dönüşler, Odysseia'ya bir ek, Telegonia ise gene Odysseia'nm sonudur. Homerosoğullarımn yara­tıcı gücünü aşmak olanaksızdı.

Bu geldiğimiz noktada, Homeros eposunun tarihindeki üç evreye değinmemiz gerekiyor.

İlk olarak, Aiolis ve İonia'da saray ozanlarının yalnız o yörede söy­ledikleri kısa şiirlerinin söz konusu olduğu ilkel dönemden söz edebi­liriz. Phemios ve Demodokos'un şiirlerinde yansıyan evredir bu. Baş­larda sayısız ozanlar klanından biri olan Homerosoğulları, zamanla sa­natlarının büyük ustaları oldular ve ünlerini artırdılar. İlyada ve Ody­sseia daha o sıralar yoğrulup biçimlenmekteydi, ama daha organik bi­rer bütün olmaktan çok, gevşek örülmüş bölümler durumundaydılar. Belirgin bir biçime bürünmemişlerdi.

Homerosoğulları daha sonra kendilerine Delos'daki Apollon şenli­ğinde bir yer sağladılar. Yeni sorumluluklar, yeni olanaklarla yüz yü­ze gelen Homerosoğulları yeniden örgütlendiler ve genişlediler. Dışa kapalılıklarını bir yana bırakarak, gerekli nitelikleri taşıyan bütün ozan­lara açık bir meslek örgütüne dönüştüler. Rakiplerini de aralarına ala­rak kendilerini zenginleştirdiler. Halk onları öylesine tutuyordu ki, şen­lik izlencesinin büyük bir bölümü, belki de birkaç günü onlara ayrıldı; böylelikle büyük çaplı başyapıtlarını oluşturabilecekleri elverişli bir ko­numa kavuştular. İlyada ve Odysseia’nm yapısında kendini gösteren tek­nik ustalık, yüksek düzeyde bir düzenlemeyi gerektiriyordu. Demek, Apollon'a Övgü'den dolaylı da olsa çıkan sonucu kabul edebiliriz: Bü­tün İonia'nın kendilerini dinlediği kör ozanm izdeşleri, Delos'da, sa­natlarını daha sonra kimsenin erişemediği bir yetkinlik düzeyine yük­selttiler. Gerçi destanlar hâlâ yoğrulabilir, biçimlendirilebilir durum­daydılar, ama Delos'da her yıl söylene söylene biraz daha bütünsellik kazanarak, her söylenişte biraz daha yetkinleşerek belli bir kalıba dö­küldüler, belli bir inceliğe, uyuma ve bütünlüğe eriştiler.

Üçüncü evrede, epik şiir sanatı İonia ötelerinde kök sürdü. Ama bu yaygınlaşması sırasında gerilemeye de başladı. Gerçi ozanlar Sparta,

HOMEROSOĞULLARI 55i

Page 553: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Argos, Kıbrıs, Kyrene gibi yerlerde çok iyi karşılandılar, ama bu yöre­lerde daha çok kısa şiirler tutuluyordu, ozanlardan kısa şiirler bekle­niyordu, dolayısıyla onlar da bir zamanlar atalarının yaptığı işe dön­düler, kralların saraylarında zamamn olaylarını koşukla yazmaya baş­ladılar. Epik şiir sanatı, gelişme yönünün tersine çevrilmesiyle birlikte sona erdi. Giderek yaratıcı olmaktan çıktı. Yepyeni bir maddi ve dü­şünsel yaşam düzeyine ulaşmış bir çağda, epik şür, tarihsel anlatı için yeterli bir yol olmaktan çıkmıştı artık. Artık Homeros'un gelişmiş kent- devletindeki gerçek kalıtçısı, Platon'un İon’unda anlatüan kuş beyinli virtüöz değil, zamanın olaylarım düzyazıya döken vakanüvistti. Tıp­kı halk ozanları gibi Herodotos da halk önünde söylerdi108 ve başvur­duğu yol yeni olmakla birlikte, coğrafî ve tarihsel yanöykülerle çeşit­lendirdiği ana izleginde, yani Yunan-Pers Savaşı'nda kullandığı teknik temelde Homeros'su bir teknikti. Diyeceğim, tarihin babası aslında epik şiirin çocuğuydu.

6. İlyada ve Odysseia'nm Yayılması

Geldik Homeros Sorunu'nun canalıcı noktasına. Bu şiirler ne zaman yazıya geçirildi? Eski gelenek çok kesin bu konuda. Bölük pörçük şiir­ler olarak tanındıktan sonra İlyada ve Odysseia'yı altıncı yüzyıl sonların­da Atinalı tiranlar toplayıp biraraya getirdiler ve bugün elimizde bulu­nan biçimleriyle yayımladılar. Bu iki yapıtın ayrı ayrı kişilerce meyda­na getirildiğini savunan ayrıcılar, bu duruma bakarak, şiirlerin bütün­sel birer sanat yapıtı değil, derleme yapıtlar olduğunu ileri sürdüler. İl­yada ve Odysseia'nm tek bir ozan tarafından oluşturulduğunu savunan birciler ise kanıtları körü körüne yadsıdılar. Ayrıcalık daha çok Alman­ya'da, bircilik genellikle İngiltere'de boy gösterdi; giderek, dil ve yazm alanındaki bu karşıtlığa ulusal karşıtlıklar da eklendi. Kendi düşünce­mi hemen belirteyim. Ayrıcılar kanıtı kabul etmekte haklıdırlar; birci­lerin yanlışı ise ayrıcıların kanıtı yanlış yorumlamalarına göz yumma­larıdır. Ben kendimi, aşırı uçlar arasında ılımlılığı savunan bir konum­da görüyorum; belki alışılmamış bir konum bu, ama gönlüm rahat.

Kimi bilim adamları, şiirlerin nerdeyse ustanın kafasında doğar doğ­maz görünmez kanatlarla uçarak dört bir yöreye dağıldığını düşünür gibidirler. Hiç kuşkusuz bir yanılgıdır bu. İlyada v e Odysseia'nm yayıl­

552 TARİHÖNCESİ Ege

108 Eusebios, Chr.; Olen, 83; Strabon, 18.

Page 554: Thomson_Tarih Öncesi Ege

HOMEROSOĞULLARI 553

ması, en azından kent-devletlerinin gelişmesi kadar eşitsiz bir biçimde gerçekleşmiştir. Dahası, bu destanların halka ulaşmadan önce meslek­ten ozanlarca bilinebileceği ve birer bütün olarak tanınmadan önce par­ça parça söylenmiş olabileceği de açıktır. Öyleyse, îlyada ile Odysseia'nm îonia dışında halk önünde ilk kez ne zaman, nerede ve nasıl okundu­ğunu sormakla başlayalım işe.

Bu iki başyapıt Sparta ve Argos'da daha İ.Ö. sekizinci ve yedinci yüzyıllarda biliniyordu. Ama burada bir sorun var. Sözünü ettiğimiz kültürlü Peloponnesos krallıkları uzun ömürlü olmadı. Yedinci yüzyü sonlarında serfler arasındaki tedirginlik ve kıpırdanmalardan korku­ya kapılan Sparta'lı toprak sahipleri kralhğa el koydular ve sarayı kış­laya dönüştürdüler. Artık Eurotas koyağında tek bir ozan kalmamıştı. Bu arada Argos, Korinthos karşısmdaki tedmsel üstünlüğünü yitirmiş­ti. İsthmos Kıstağı'nda yer alan Korinthos, Ege Denizi'nden Adriya De- nizi'ne giden ve artık açılmakta olan dolaysız yol üstündeydi. Home­ros dinletileri Argos'da sürmüş olabilir, ama Sparta'da sürmedi.

Daha sekizinci yüzyıl başlarında Korinthos önemli bir gemi yapım merkeziydi; Korinthos çömlekçiliğinin yayılmaya başlaması da o sıra­lara rastlar.109 Ama Korinthos'un kendine özgü bir gelişmesi söz ko­nusuydu. Sparta'da soylular iktidan tecimin gelişmesini önleyecek ka­dar erken ele geçirmişlerdi. Korinthos'da, ise kentin elverişli konumu soyluların tecimin gelişmesini önlemelerine olanak tanımıyordu; bu durumda soylular başka bir şey yaptılar: Bakkhid'lerin yönetiminde tecimi tekellerine aldılar ve tecim üstünde boğucu bir egemenlik kur­dular. Bunları bir tecimen prens ya da bildiğimiz türden bir tiran olan Kypselos alaşağı etti (İ.Ö. 657). Kypselos ve oğlu Periandros'un yöne­timinde, tecim ve kültür yaşamı yeniden canlandı. Lesbos'lu ozan Ari- on'un koruyuculuğunu Periandros üstlenmişti.110 İşte, Korinthos'lu va­zo bezekçilerinin, İh/ada'dan sahneleri, bu destanı çok iyi bildiklerini kanıtlayacak kadar doğrulukla çizmeye başlamaları bu döneme rast­lar.111 Destanlarla ilgili bu bilgileri, tiranların başlattığı destan dinleti­lerinden edindikleri düşünülebilir.

Sikyon kentinin -İsthmos Kıstağı İçin de geçerli- ilk tiranı, Kypse- los'la aynı dönemde yaşamış olan Orthagoras'dı. Orthagoras da ozan­

109 Cambridge Ancient History’de H.T. Wade-Gery, 3. 535, 539.U0 Herodot Tarihi, 1. 23-24.111 K.F. Johansen, lliaden i tiglidgraesk kurut, (Kopenhag, 1934); Journal o f Hellenic Studies’de J.D. Beazley,

54.85; H.T. Wade-Gery, “Kynaithos", Creek Poetry and Life, (Oxford, 1936), s. 77. Johansen'in kitabını ele geçiremedim.

Page 555: Thomson_Tarih Öncesi Ege

554 T a r İh ö n c e s İ Ege

ları koruyup gözetmiş olsa gerek, çünkü yarım yüzyıl sonra Orthago- ras'm ardılı Kleisthenes'in "ozanların Homeros şürleri okumalarını Ar- gos'u ve Argos'luları yücelttikleri gerekçesiyle yasakladığını" öğreni­yoruz Herodotos'dan.112 Kleisthenes bu yasağı Argos'la yapılan bir sa­vaştan hemen sonra koymuştu. Ne ki, böyle bir yasağın fazla sürdüğü­nü sanmıyoruz. Bir zamanlar Agamemnon'a bağlı bir kent olarak Sik- yon, kendi Homeros geleneğinden onur duymaktaydı. Sikyon'lu bil­ginler, İlyada'da bir yanlış bulduklarını ileri sürüyorlardı. Günümüz­deki metinde Agamemnon'un Sikyon yakınlarındaki toprakları olarak geçen Gonoessa'nın bir yanlış okuma olduğunu, bu yerin gerçek adı­nın Donoessa olması gerektiğini söylüyorlardı. Bu çarpıtmanın Atma­lı yayıncılardan kaynaklandığı kanısmdaydılar.113

Kuzeye yönelip Boiotia'ya geldiğimizde, bağımsız bir epik şiir oku­lunun boy gösterdiği bir yörede buluruz kendimizi, demek koşullar epeyce değişiktir Boiotia'da.

Hesiodos, kendisine yakıştırılan bütün yapıtların yazarı değildir ger­çi, ama tarihte gerçekten yaşamış bir kişidir. Herodotos, Homeros'un çağdaşı sayar Hesiodos'u,114 ama Hesiodos'un kullandığı dil kesinlik­le Homeros-sonrası bir dildir ve günümüz bilim adamları onun seki­zinci yüzyılda yaşadığını savunurlar. Thebai dolayında bir köyde, As- kra'da yaşamıştır Hesiodos. Ama orada doğup doğmadığı belli değil­dir. Kyme'li bir göçmen olan babası Dios onu daha çocukken Askra'ya getirmiş olabilir.115 Demek, hemen bütün sanatların soysal bir nitelik taşıdığı bir çağda, babası Homerosoğullarının beşiği olarak saptadığı­mız yöreden gelen, meslekten bir ozanla karşılaşıyoruz Askra'da. Pe­ki, Hesiodos'un babası Dios da Homerösoğullarmdan mıydı acaba? Es­kiler Dios'un Homeros'un akrabası olduğunu öne sürüyorlar ve orta- ya bir soyağacı çıkarıyorlardı.116 Kuşkusuz uydurmaydı soyağacı; ama deneyimlerimiz, bize bu savı salt uydurma olduğu gerekçesiyle gözar- dı etmememiz gerektiğini gösteriyor. Hesiodos külliyatının tarihönce­si Thebai ve Orkhomenos'daki koral şiirden alınmış olan içeriği Boio-

112 Herodot Tarihi, 5. 67.113 Pausanias, 7. 26.13.114 Herodot Tarihi, 2. 53.2. Ceriamen, İki ozan arasındaki yarışma anlamına geliyor, her birinin öbürünün

başladığı heksametronları tamamlaması gerekiyor. Eski İrlanda edebiyatında da geçen bu tür yarışmalar yakın geçmişe kadar sürmüştür: bkz. D. Hyde, Abhrain diadha Chuige Chonnacht, (Londra. 1906).

115 Hesiodos, işler ve Günler, 633-40; Ceriamen, 51-5Z.116 Ceriamen, I.e.; Proklus, 100.

Page 556: Thomson_Tarih Öncesi Ege

HOMEROSOĞULLARI 555

tia ile ilgilidir, ama biçimi tümden Homeros'sudur. Hesiodos'un kul­landığı lehçe ve altı ölçü kalıbı (heksametron) Homeros'dakiyle aynı­dır. Bu da olsa olsa, bildiğimiz biçimiyle Hesiodos okulunu, Homero- soğullarının bir kolunun kurduğu anlamına gelir.

Hesiodos'un zamanında Homeros şiirlerinin Boiotia'da ne denli yay­gın olduğu, ne ölçüde bilindiği ayrı bir konu. Hesiodos'un bir ozanlık yarışmasında Homeros'la boy ölçüştüğü söylenir; ama Boiotia'da de­ğil, Khalkis ve Delos'da.117 Hesiodos okulu yerini bir tek orada koru­yabilmişti. Hesiodos okulu ozanları sanırız rakiplerinin yapıtlarını çok iyi biliyorlardı, ama halk önünde şiir söylerlerken rakiplerinin yapıtla­rını da kullanmaktan nefret ediyorlardı mutlaka. Öte yandan, kendi dağarlarındaki şiirlerle birlikte rakiplerinin şiirlerini de öteki meslek­taşlarına aktarmış olmaları çok olasıdır.118 Demek, Boiotia'yı İlyada ve Odysseia'nm ikincil bir yayılma merkezi sayabiliriz.

Adriya Denizi'nin ötesindeki kolonilere baktığımızda, Hippostra- tos'un "Homeros şiirlerinin Syrakusa'da ilk kez 69. Olimpiyat sırasın­da -yani İ.Ö. 504 ile 500 arasında- Kynaithos tarafmdan okunduğu" yo­lundaki açıklamasıyla karşılaşıyoruz.119 Apollon 'a Övgü'nün düzenle­mesini yapan da Kynaithos'du. Yalnız, Hippostratos'un bu şiirlerin bu bölgede daha önce hiç bilinmediğini Öne sürmediğini gözden kaçırma­yalım. Homeros şiirleri, ailesi Lokris'li olan ve Hesiodos'la akraba ol­duklarım söyleyen Stesikhoros'un hiç kuşkusuz elinin altındaydı.120 Hippostratos'un asıl söylemek istediği, Kynaithos'un 69. Olimpiyat sı­rasında ilk dinletiyi sunduğu ve ondan sonra Homeros şiirlerine Syra- kusa takviminde resmi bir yer verildiğidir. Olmayacak bir şey değildir bu. Elimizde bulunan aynı türden öteki bilgilere de uymaktadır. En es­ki Homeros uzmanlarından biri sayılabilecek Theagenes, İtalya'nın gü­neyindeki Rhegion kentindendi; Theagenes'in ölüm tarihi aşağı yuka­rı altıncı yüzyılın son çeyreği diye belirlenebilir.121 Ayrıca, Kynaithos Syrakusa'ya ayak bastığında, tarihinin en görkemli evresinin eşiğinde bulunuyordu Syrakusa kenti. Gerçi toprak sahibi soylular hâlâ baştay­dılar, ama tecimen smıf hızla gelişiyordu. Nitekim bir sonraki kuşak­ta, tiran Gelon kenti yeniden kurdurtacak, yeni bir liman yaptırtacak

117 Certa/nen; Hesiodos, fr. 265.118 Korinthos'lu Eumelos anlaşılan Hesidos okulunun bir sürdürücüsilydü; gerek Titanomokhia'sı, gerek

Korinthia'sı Hesiodos'su konular içerir.119 Pindaros, N. 21.120 Aristoteles, fr. 524. Stesikhoros’un söylenceleri ele alışı büyük ölçüde Hesiodos'suydu.121 Tat. Or. Cr. 31.

Page 557: Thomson_Tarih Öncesi Ege

556 T a r İh ö n c e s İ Eg e

ve öteki kentlerden zorla insan getirterek nüfusu artıracaktı (İ.Ö. 485). Gelon'un sarayı giderek batının en parlak sanat merkezine dönüşecek, gücünün doruğundaki Atina'yla bile boy ölçüşecek düzeye erişecekti. Görüldüğü gibi, Syrakusa kenti, Yunanistan'ı incelerken vardığımız sonucu bir kez daha doğruluyor. Saray yaşamının bağrından doğmuş olan epik şiir sanatı, bu tecimen prenslerin cömert koruyuculuğu ve sa- hiplenişi sonucunda yeniden kendini bulmuştu.

Gelelim Atina'ya. Peisistratos, İ.Ö. 540 yılından 527 yılma kadar baş­ta kaldı. Onun yerini oğulları Hipparkhos ve Hippias aldılar. Hippark- hos İ.Ö. 514'de öldürüldü. Üç yıl sonra da Hippias görevden uzaklaş­tırıldı. Demek Atina tiranlığı topu topu otuz yıl sürdü, gelgelelim ger­çekleştirdikleri olağanüstüydü. Peisistratosoğulları, başkalarının ya­pam adıklarını yaptılar. Samos kentinin açgözlü tiranı Polykrates, Ege'deki tecimi tümden egemenliği altına almayı kafasına koymuştu, bu yüzden Delos'a özel bir önem veriyordu. Polykrates'in buyruğuy­la, Delos adasının hemen yakınındaki Rheneia adası Delos Apollon'una adanmıştı.122 Ama Perslerin İonia'yı ele geçirmeleri, Polykrates'in iş­lerinin yarım kalmasına yol açtı. Peisistratos da Polykrates'i örnek al­dı kendine. Delos adasını arındırmaya girişti, tapmağm çevresindeki gömütlerin hepsini ortadan kaldırttı.123 Amacı, büyük İonia şenliğinin koruyuculuğunu ele geçirerek kişisel saygınlığını artırmaktı. Üstelik, şenliğin koruyuculuğunu üstlenmek için dayandığı sav da yabana atı­lır cinsten değildi. Neleid'lerin, yani Neleusoğullarınm torunlarından biri olan Peisistratos, İonia'nın saygın kurucularının soyundandı. On­ların atalarının da Homeros destanlarında onurlu bir yeri vardı. Hem de Peisistratos, Pylos'dan Sparta'ya yolculukta Telemakhos'a eşlik eden Nestor oğlu Peisistratos'un adını taşıyordu.124 Bu olağanüstü ailenin Avrupa kültürüne önemli bir katkıda bulunduğunu, tragedya sanatı­nı onların başlattığını bilmeyenimiz yoktur. Ama günümüz bilim adam­ları, onların epik şiir sanatına sağladıkları yararı pek önemsememiş- lerdir.

Platon'un söyleşimlerinden birinin adı Hipparkhos'dur. Gerçekte Hip- parkhos'u yazan Platon değil, Platon'un dördüncü yüzyılda yaşamış iz- deşlerinden biridir. Hipparkhos'da Sokrates bir dostuyla söyleşirken şöy­le der:

122 Peloponnesos Savaşı, 3.104. 2.123 Aynı yerde, 3.104.1.124 Herodot Tarihi. 5. 65. 4.

Page 558: Thomson_Tarih Öncesi Ege

HOMEROSOĞULLARI 557

Adı Hipparkhos. Philaidai'lı Peisistratos'un oğullarının en büyüğü ve en bilgilisi. Parlak başarıları arasında, Homeros'un şiirlerini bu ülkeye getirmesi de sayılmalı mutlaka. Ozanların Homeros şiirlerini art arda baştan sona okumalarım buyuran yasayı o çıkarmıştı; bugün de yürür­lükte bu yasa. Sonra Teos'dan Anakreon'u getirtmişti; Keos'lu Simoni- des'i yanından ayırmaz, gönlünü hoş tutardı. Bütün bunları halkını eğit­mek amacıyla yapmıştı.125

Başka yerlerde olduğu gibi Atina kentinde de tiranlık sonunda ge­riciliğe dönüştü. Tiranlan alaşağı eden demokratlar, tiranlığa gözü ka­palı hüküm giydirdiler. Böylece, tiranların reformlarından kimilerini, örneğin az önce değindiğimiz yasayı, demokrasinin gerçek babası say­dıkları Solon'a mal eder oldu herkes.126 Ama hiç değilse bu örnekte ya­sayı gerçekte kimin çıkardığı açık. Burada da çömleklerin üstündeki çürütülemez kanıtlara başvurabiliriz. Gerçi Attika vazolarında İlyada destanından görüntülere daha altıncı yüzyılın ikinci çeyreğinde rast­lanır, ama ressamların İlyada'yı baştan sona bildiklerini ortaya koyan bezekler ancak altına yüzyılın son çeyreğinde, demek Hipparkhos za­manında yapılmıştır.127

Bütün bu belirtiler, ipuçları bizi belli bir sonuca vardırıyor. Bu so­nuca kuşkuyla bakmamızı gerektirecek en küçük bir neden yok. Ailen şöyle diyor;

Hipparkhos'daki açıklama çok önemlidir, çünkü söz konusu olayın üs­tünden daha yüz elli yıl geçmemişken yapılmıştır. Homeros destanla­rının Kleisthenes yönetimindeki Sikyon'da yaygın ve saygın oluşu, bu destanların önceden bilinmediği yolundaki görüşü yalanlamaktadır. Si- geion olayında Homeros destanlarına başvurulması, destanların daha önceden Atina'ya ulaşmış olduğunu göstermektedir... Dördüncü yüz­yıl sonlarının tarih imgeleminin, Peısistratosoğullarınm zamanına ka­dar destaıısız bir Attika düşleyebilmesi doğrusu çok şaşırtıcıdır.128

Aslına bakılırsa, Eski Yunan'da şaşırtıcı olan o kadar çok şey vardır ki, Eski Yunan'ı inceleyen günümüz tarihçileri de kendi imgelemleri­ni dizginlemekte zaman zaman güçlük çekmektedirler.

125 Platon. Hipparkhos, 228b.126 D. L. 1.57.127 K.F. Johansen; bkz. Not 111.128 Homer: Origins and Transmission, s. 228.

Page 559: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Sigeion olayı şuydu: Altıncı yüzyılda, Peisistratosoğulları yönetimi sırasında ya da daha önceleri, Atina kenti ile Mytilene kenti arasında Troas bölgesinde yer alan ve Hellespontos'un denetimi bakımından ki­lit noktası niteliği taşıyan Sigeion'un kimin olduğu konusunda bir an­laşmazlık çıkmıştı. Atina kentinin sözcüleri, kendi savlarını bir temele dayandırmak amacıyla, Atmalıların Troya Savaşı'na katıldıklarını ka­nıtlayabilmek için İlyada'ya başvurdular.129 Ama gerek Hipparkhos'da, gerek bir başka eski uzmanın yazdıklarında, "destanların önceden bi- Linmediği"ni doğrulayacak hiçbir açıklamaya rastlanmamaktadır. Kal­dı ki, Sikyon'da altıncı yüzyıl başlarmda ozanlık yarışmalarmm düzen­lenmiş olması, bu Kir yarışmalarm birkaç on yıl sonra Atina'da başla­tıldığından kuşkulanmamızı gerektirmez.

Ailen, Kynaithos'u ele alırken daha da saygıbilmez bir tutum içinde:

69. O lim piyat İ.Ö. 5 0 4 'd e yapılm ış olam az, çünkü 7 3 3 'd e kurulan Syra- kusa kentinde H o m eros'u n iki yü z yıl bilinm eden kalm ası olanaksız­dır. A yn ca, Apollon'a Övgü'de yer alan ve y er alm ayan n oktalar, bu öv- gü 'n ü n beşinci yüzyıl b aşlan n da yazılm ış o lam ayacağın ı gösterm ek te­dir. Üstelik, T hnkydides kendi doğum un d an elli yıl k ad ar ön ce yazıl­m ış bir şiirin H om ero s'u n olduğunu söyleyem ezdi. Dem ek ki, verilen tarih yanlıştır... Syrakusa kentinde H om eros destan ları ilk kez 504 yı­lında işitildiyse, A tina elçisi İlyada'daki G em ilerin Sayım ı bölüm ünden tiran G elon'a nasıl söz edebilm ektedir? Bu yü zd en , H erod otos'u n an ­lattıklarına in an ıyoru z ve K ynaithos S yrakusa'nın kurulm asından he­men son ra, yani t.Ö . 700 'd en önce kentte yaşam ış ve H om eros şiirleri­ni ok u m u ştu r d iyoru z.130

İşte, birci bilim adamımız, ayırıcı Almanların "saçma yöntembi- lim"ini böyle yerden yere vuruyor.131 Ayrıcılar hiç kuşkusuz budala­ca çamlar devirmişlerdir, ama Ailen da sırça köşkte oturmaktadır. Ha­di diyelim, Wade-Gery'nin, Apollon'a Övgii'yle ilgili çözümlemesinden önce yazdığı için bu konuda bağışlanabilir; ama Apollon'a Övgü baştan sona Kynaithos'un olsaydı bile Thukydides onu aynı tanrı için düzül­müş öteki övgü'lerden gene de ayıracak, geleneksel olarak Homeros'a

558 TARİHÖNCESİ Eg e

129 Herodot Tarihi, 5. 94. 2.130 Homer: Origins and Transmission, s. 65-66.131 Aynı yerde, s. 7.

Page 560: Thomson_Tarih Öncesi Ege

H O M E R O S O Ğ U L L A R I 5 5 9

yakıştıracaktı. İ.Ö. 481'de Syrakusa kentindeki Atina elçisine gelince,132 adamcağız Atina'da halk önünde otuz yılı aşkm bir süredir, Syraku- sa'da da yirmi yıldır okunan bir şiirden alıntı yapıyordu. 500'ü bir ka­lemde 700 yapmak cesaret işi doğrusu. Üstelik, bunu yaparken öne sü­rülen tek gerekçe, Syrakusa kentinde "Homeros'un iki yüz yıl süreyle bilinmemiş olamayacağı". Niçin? Buna bir yanıt getirmiyor Ailen. Bu konuda Ailen yalnızca ozanın metninin baştan beri her yerde dolaştı­ğı yolundaki desteksiz kanısına güvenebilir. Açıktır ki, geçmişteki bü­tün şiirlerin, günümüz edebiyat eleştirisinin ölçülerine uyduğunu var­sayıyor Ailen.

Birciler, bu tutumdan ayrılırlarsa, kapıların ardına kadar düşmana açılmasından, düşmanın kaleden içeri girip onların bütün değerli var­lıklarını paramparça etmesinden korkuyorlar. Dilerseniz yüreklerine biraz su serpmeye çalışalım.

7. Peisistratos'un Metin Saptaması

"K im ," diyor Cicero o bildik sorgulama yöntemiyle, "kendi çağın­da Peisistratos'dan daha bilgili, söz sanatında daha usta ve daha kül­türlüydü; Homeros'un o günlere kadar karm akarışık olan yapıtlarını bugünkü biçimleriyle düzene soktuğu söylenen Peisistratos'dan?"133 Platon'uıı söyleşim inde Hipparkhos hangi gerekçeyle övülüyorsa, Ci­cero da burada Peisistratos'u o gerekçeyle göklere çıkarıyor. Atina'yı iyi incelemişti Cicero ve bu sözleri söylerken gerçekte bir Atina gele­neğini aktarıyordu.

Aynı konu, yeni hiçbir şey eklemeyen Pausanias ve Aelianus'da ve yüzyıllar sonra Bizansh yazın incelemecilerinin üç yorum unda da ele almıyor:

I. Derler ki, Peisistratos Homeros'un şiirlerini biraraya getirmişti, çün­kü Homeros şiirleri rastgele ve bölük pörçük okundukları için zaman­la iç tutarlılıklarını yitirmişlerdi.

II. Derler ki, Homeros'un şiirleri yok olup gitmekteydi, çünkü o za­manlar bu şiirler yazılı değil, sözlü olarak aktarılmaktaydı. Atina tira­nı Peisistratos, soylu kişiliğine yaraşır bir davranışla, Homeros şiirleri­ni yazıya geçirmeyi tasarladı, böylece saygınlığını daha da artıracaktı.

>.--------------------------------------------------

132 Herodot Tarihi, 7.161. 3.

133 Cicero, O. 3.137.

Page 561: Thomson_Tarih Öncesi Ege

560 TARİH Ö N CESİ Eg e

H a lk a ra s ın d a b ir y a r ış m a d ü z e n le d i v e ş iir le r i b ile n v e o k u y a b ile n h e r ­

k e se d iz e b a ş ın a b ir g ü m ü ş s ik k e v e re c e ğ in i s ö y le d i. B ö y le lik le H o m e ­

ro s ş i ir le r in i to p la d ı v e u z m a n la ra v e rd i. [B u n d a n s o n ra , " H o m e r o s 'u n

D o ğ u m Y e r i" b a ş lık lı b ö lü m d e a k ta rd ığ ım ız , P e is is t r a to s 'u n b ir y o n tu ­

s u n a k a z ılı y a z ıt g e liy o r .]

III. D a h a ö n c e d a ğ ın ık b ir d u ru m d a b u lu n a n H o m e ro s ş iir le r in e , P ei-

s is t r a to s 'u n y ö n e t im i s ıra s ın d a A r is ta rk h o s v e Z e n o d o to s 'u n s e ç t iğ i iki

b ilg in b u g ü n k ü b iç im le r in i v e rd i; a n c a k A r is ta rk h o s v e Z e n o d o to s , P to -

le m a io s d ö n e m in d e y a ş a y a n a y n ı a d lı b ilg in le r le k a r ış t ır ı lm a s ın . K im i

u z m a n la r , H o m e ro s m e tin le r in in P e is is tra to s z a m a n ın d a s a p ta n m a s ın ı

d ö r t y a y ın c ıy a y a k ış t ır ır la r : K ro to n 'lu O rp h e u s , H e r a k le ia 'l ı Z o p y ro s ,

A tin a lı O n o m a k r ito s v e ... [so n ad o k u n m u y o r ] .134

Burada öykü, Bizanslı okul çocuklarının kolayca okuyabilmeleri için renkli ayrıntılarla süslenmiş, ama ana izlek gerçek. Arınmalar adlı bir şiirin ozanı olan Orpheus'çu Onomakritos'un adına Herodotos tarihin­de rastlarız. Herodotos, Onomakritos'un, eski bir kehanete Lemnos'la ilgili uydurma bir kehanet sokuşturduğu gerekçesiyle Hipparkhos ta­rafından Atina'dan kovulduğunu söyler.135 Pek açık olmamakla birlik­te bu olayın altında yatan neden, büyük bir olasılıkla siyasaldı. Nite­kim, birkaç yıl sonra (İ.Ö. 502-495) Lemnos adası Atina kentine bağım­lı kılındı.136

Plutarkhos ve Aelianus, Homeros destanlarının benzer bir basımı­nı Lykurgos'a yakıştırırlar.137 Lykurgos'la ilgili öyküler genellikle tar­tışmalıdır; bu öykü de salt Atina'da saptanan Homeros metninin kar­şısına bir de Sparta metni çıkarmak amacıyla uydurulmuş olabilir.. Ama eski Sparta'da, böyle bir şeyin şiir dinletilerini düzene koymak ama­cıyla yapılmış olması olanaksızdır.

İlyada'nm Gemilerin Sayımı bölümünde, Salamis'den gelen birlik­ler iki dizeyle anlatılıyor:

S a la m is 'te n A ia s g e tirm iş tir o n ik i ta n e g e m i

ta m d a A tm a lıla r ın d iz ild iğ i y e rd e d u r u r la r .138

134 Bkz. Homer. Origins and Transmission, s. 230-33.135 Herodot Tarihi, 7. 6. 3.136 Aynı yerde, 6.140.137 Plutarkhos, Lykurgos. 4.; Aelianus, Variae Historiae, 13. 14.138 ilyada, 2 . 558-59 .

Page 562: Thomson_Tarih Öncesi Ege

H o m e r o s o ğ u l l a r j 561

İkinci dizeye birçok metinde rastlayamazsınız ve bu dizenin yer al­madığı metinler arasında papirüse yazılı en iyi metinlerden biri de var­dır. Strabon'dan öğrendiğimize göre, bu dize, destanın daha sonraki birkaç bölümüyle çeliştiği gerekçesiyle İskenderiyeli yaymcılarca çıka­rılmıştı.139 Çelişkiler ve tutarsızlıklar, hiç kuşkusuz, destanın değişik ellerden çıktığının bir kanıtı olarak gösterilemez. Homeros'un bile be­ni başıyla doğruladığım görür gibi oluyorum. Ama bu dize aslında bir başka açıdan tartışmalıdır. Anlaşılan, bu dizeyle, Salamis'in Atina'ya bağımlı olduğu ya da en azından Salamis'lilerin Atmalıların yakın bağ­laşıkları oldukları söylenmek istenmiştir. Ne var ki, elimizdeki öbür kaynaklarda, iki topluluk arasında bu kadar erken bir tarihte herhan­gi bir ilişki bulunduğunu düşündürecek hiçbir açıklama ya da değin­meye rastlayamıyoruz. Dolayısıyla, bu dizenin açıkça sonradan eklen­diği çıkıyor ortaya. Eskiler bunu anlamışlardı, dizenin nereden geldi­ğini biliyorlardı. Peisistratos'un bir başarısı da, daha önce Megara'ya bağlı olan Salamis adasını Atina'ya katmak olmuştu. Peisistratos, bu dizeyi İlyadcı'ya sokuşturarak ününe 1in katmak istemişti. Aristoteles de aralarında olmak üzere eski uzmanların hepsi, bu dizenin Home­ros'un olmadığını söylemişlerdi. 140 Megara'lılar da kendi bölgelerin­deki dört yer adının geçtiği dizeleri anımsadıklarını, bu dizeleri Peisis­tratos'un çıkardığım ileri sürüyorlardı.141

Burada öne sürülen neden akla uygun, ama bir başka neden daha olabilir. Philaidai'lı olan Peisistratos bu adı taşıyan klan üyeleriyle aynı köydendi; bunlar, Aias'ın oğullarından biri olan ve Salamis'den göç etmiş bulunan Philaios'un soyundan geliyorlardı. O sıralar Mil- tiades'di şefleri. Miltiades, Hellespontos'un Thrakia yakasına göç et­miş, o yörede Atina'ya bağımlı bir tiranlık kurmuştu.142 Lem nos'u, Miltiades'in yerini alan yeğeni ele geçirdi. Bütün bu olaylar arasında daha aydınlığa kavuşturulmamış bir bağ olsa gerektir; ama öyle gö­rünüyor ki, tiranın Salamis ile Atina arasında var olduğunu uydur­duğu bağ, çocukluğundan bildiği bir öyküye dayanıyor olabilir. Bel­ki de iki kent arasındaki bağ tiranın sarayındaki ozanlar tarafından sokulmuştu şiire; bir başka deyişle, ozanlar koruyucularına yaran­mak istemişlerdi.

139 Strabon, 394.140 Aristoteles, Rh. 1.15; İlyada, 3. 230: Quintilianus, 5.11.40.141 Strabon, 394.142 Herodot Tarihi, 6. 34-35.

Page 563: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Peisistratos'urı eklediği söylenen iki bölüm daha vardır: Theseus'la ve Herakles'in ölümsüzlüğüyle ilgili dizeler.143 Theseus'la ilgili dize­ler, Atina'nın gerçekte Homeros-sonrası bir nitelik taşıyan bu ulusal kahramanına övgü dizeleriydi. Ötekilerse, Herakles'in ölümünü onun tanrısallığıyla bağdaştırmayı amaçlıyordu. Eğer Homeros destanları bir araya getirilip yayımlanırken yapılan değişiklikler bu kadarla kalı­yorsa, çok abartmamak gerekir.

Son olarak, Dolon'un Öyküsü (İlyada, Onuncu Bölüm) ile ilgili bir yorumda şöyle deniliyor:

B u ö y k ü y ü H o m e r o s 'u n İlyada’nm b ir p a rç a s ı o la ra k d e ğ il, a y r ı o la ra k

o lu ş tu rd u ğ u , İlyada'ya s o k u ş tu r a n m ise P e is is tra to s o ld u ğ u s ö y le n ir .144

Bu alıntı, ayrıcılar için savlarını doğrulayan güçlü bir kanıttır. Ger­çekte, Dolon'un Öyküsü, destana sonradan yapılmış birçok eklemenin sonuncusuydu. İlyada, değişik öğelerden meydana gelen bir yamalı bohçaydı. Böyle olması, bircilerin gözünde çok utanç verici bir durum­dur. Onlar Peisistratos'un Homeros destanlarını biraraya getirdiği yo­lundaki görüşü tümden yadsırlar; ama akla uygun bir nedene dayana­rak değil, salt buna inanmak istemedikleri için. Ayrıca, çok haklı ola­rak, İlyada'nm Onuncu Bölümünde kullanılan dilde bu bölümün son­radan yazilıp eklendiğini gösterir bir özellik bulunmadığını belirtirler.

İlyada'nm bu bölümü ya da Odysseia'nm başka birtakım bölümleri sonradan mı eklenmiştir? Homeros tartışması ne kadar sürerse sürsün, bu soru hiçbir zaman yanıtlanamayacaktır. Tıpkı Akha'lar ve Troyalı- lar gibi ayrıcılar ve birciler de bir hayalet uğrunda savaşmaktadırlar ve kendilerine savaş alanı olarak seçtikleri eskil kaynaklarda işin doğru­sunu özlü bir biçimde bulduğumuzda, onların boşuna göziipekliği da­ha da sırıtmaktadır.

Bizanslı yorumcuları küçümsemek kolay. Onlar da birtakım yanıl­gılara düşmüşlerdi. Zaman zaman iyice saçmaladıkları da olmuştur. Ne var ki, Yunanca konuşuyorlardı ve Yunan kalıtını kesintisiz bir bi­çimde devralmışlardı. Bu çok değerli özellikleri, kimi zaman hiç anla­madan gerçeği söylemelerini olanaklı kılıyordu. Aiskhylos'un metni üstünde çalışırken ayırdına vardım bunun; daha sonra bunu Homeros üstüne yaptığım incelemeler de doğruladı.

SÖ2 TARİH Ö N CESİ EGE

143 Plutarkhos. Theseus, 20; Odysseia, 11. 602.144 İlyada, 10.

Page 564: Thomson_Tarih Öncesi Ege

"Şiirlerin iç tutarlılığı bozulmuştu." Şiirlerin hiçbir zaman b^r birli­ği olmadığı söylenmiyor, bu birliği yitirdikleri söyleniyor. Birciijer bu­nu gözden kaçırmışlar. "Şiirler yok olup gitmekteydi, çünkü y%zıh de­ğil, sözlü olarak aktarılmaktaydılar." Bu konuda izdeşlerince b,ııe aşa_ ğılanan Wolf haklıydı.

İlyada'yı okumak ne kadar zaman alıyordu? Tek bildiğimiz, A tina'da­ki tiyatro şenliklerinde bir günde dört oyun sergilendiği. Bu da İhyada'nm dize sayısının yarısından daha az demektir. Odysseia biraz daha kısadır. İlyada ve Odj/sserâ'nm bir günde okunabileceğini pek aklım kesmiyor.

Homeros şiirleri İonia'da gelişti. Homeros dinletilerinin ilk lbaşlatıl- dığı dönemde Delos'daki izlence bu destanlara göre düzenler^jyordu. Şenliğin en önemli olayı Homeros şiirleriydi. İonia'lılar varsı^ ve gö_ nençliydiler, uzun süreli bir şenliğin altından kalkabiliyorlardı!

Daha sonra bütün Yunanistan'a yayıldı şiirler. Ne var ki, Y /U rıanjs _ tan'da, İonia'daki kadar kendi topraklarında değildiler. Yerel) ozanla­rın şiirleriyle boy ölçüşmek zorundaydılar. Hele uzunlukları l^ir engel olup çıkmıştı. Daha kısa olan Destanlar Çemberi'ndeki şiirler yenj ]<0_ şulları karşılayacak biçimde düzenlenmişti. İlyada ve Odysseia belki de eldeki belgelerin gösterdiğinden daha önceleri ve daha yaygıın bir bi­çimde okunmaktaydı, ama yalnızca seçme bölümlerdi bu dir\,jetj]ercıe sunulan. Böylece parçalara ayrılıp dağılmaya yüztuttular.

Sonra, yeniden bir canlanma dönemi geldi. Tecim yollarırlın geçti­ği her yerde, halkın maddi ve kültürel düzeyinin yükselmesinde doğ­rudan çıkarı bulunan tecimen prensler, gücünü yitirmiş soydtıiıığım karşısına dikildiler. Homeros şiirlerine yeniden bir istem b e lid i ve ye­niden düzenlenen İlyada ve Odysseia için yer açıldı.

Ama yeterli değildi bu. Şenliklerde yanşan ozanlar hâlâ en ^özde bö­lümleri sunmak uğruna bütünü bozuyorlardı. İşte bu yüzdery destan­ları gerçek sıradüzenleri içinde okumaları kuralı konuldu; bir c zanm bı­raktığı dizeden öteki ozanın alması gerekiyordu. Gelgelelim, bu kuralın tam anlamıyla uygulanabilmesi için destanların gerçek sıracJüzeninin bilinmesi gerekiyordu. Giderek bir resmi metin gereksinmesi doğdu.

Korkunç bir işti bu önemli bir güçlüğü getiriyordu üstelik, ilyada ve Odysseia'nın sınırları nasıl belirlenecekti? Dolon'un Öyküsü, İlyada’ya mı katılacaktı? Odysseia, ateşin başındaki konuşma sahnesiyle nli sona erecekti? Kimilerince hiç uygun görülmeyen Zeus'un AldatrnaSı bölü­mü ne olacaktı? Gerçekte savaşın patlak vermesiyle ilgili ola^ Gemile­rin Sayımı bölümü, oraya uygun düşmüyor muydu gerçekte^? Deyim- leme ve ölçü sorunları bir yana, bütün bu konulardaki uygu]ama bir

H O M E R O S O Ğ U L L A ^ r ,

Page 565: Thomson_Tarih Öncesi Ege

ozandan ötekine değişmekle kalmıyor, bir ozanın bir dinletisinden öbür dinletisine de değişiyordu. Şiirler hâlâ akışkan bir durumdaydılar. Pei­sistratos, ucu bucağı belli olmayan, dal budak salmış, organik bir söz­lü gelenek yığınını kâğıda dökmek ve düzene koymak gibi karmaşık ve çetin bir uğraşla yüz yüzeydi. Başarısının ölçüsü, bugün elimizde bulunan İlyada ve Odysseia'dır.

8. Epik Şiirin Sonu

Yunan alfabesi, İonia'da oluşmuş ve tecim aracılığıyla yayılmıştı. Okuryazarlığın yaygmlaşması her toplulukta ister istemez ağır bir bi­çimde gerçekleşiyordu. Okuryazarlığın yaygınlaşmasında öncülüğü, terimsel sözleşmeler ve yasaların toplanması için bir araca gerek du­yan tecimenler üstlendiler. Aynı nedenle toprak sahipleri karşı koydu­lar. Bir de, kuşkusuz, sözlü bir tekniğe dayanan meslekler arasında okuryazarlık daha az gelişme gösterdi.

Okuryazarlık-öncesi halklara özgü bellek gücü yalnızca onu yaşa­mamış olanlara şaşırtıcı gelir. Bellek, bilgiyi korumanın tek yolu oldu­ğu için, günlük yaşamdaki uygulama içinde yetkinleşmiştir. Özellikle ozanlar doruğuna vardırnuşlardır bunu. Bellek gücü, sanatlarının bir parçasıdır. Bu da, Yunan epik şiirinin niçin o kadar uzun zaman yazı­ya dökülmediğini açıklamaktadır. Homerosoğullarınm kaleme gerek­sinmesi yoktu. Şiir dağarlarını kafalarının içinde taşıyorlardı. Sonun­da, şiir dağarları artık denetleyemeyecekleri kadar geniş bir alana ya­yıldığında, onu yitirmenin eşiğine, geldiler. Tecimen prensler kurtardı epik şiiri. Tarih cömert davrandı Homerosoğullarına; ne kadar cömert davrandığı, benzer koşullardaki başka yerlerde neler olup bittiğine ba­kılarak anlaşılabilir.

Yazılı şiire oranla epik anlatımın kendine özgü güzelliği, akıcılığın­da ve tazeliğindedir. Doğaçtan söylenmesinden doğar bu nitelikler. Söyleyiş her şenlikte yeni yeni renklere bürünür, anlık coşkularla pa­rıldar. Ama bu parıltı ele geçirilemez bir türlü. Sözleri kanatlıdır, ya­kalanıp yere indirilemez.

Şimdi Kırgızlardan bir şey daha öğrenelim. Radlov, Kırgızların şi­irlerini kâğıda dökmek için ne kadar çaba harcadığını şöyle anlatıyor:

T ü r k ü le r i s ö y le n d ik le r i s ıra d a k â ğ ıd a g e ç irm e k ç o k z o rd u . K a le m le y e -

t iş i le b ile c e k k a d a r y a v a ş s ö y le m e y e a lışk ın o lm a y a n tü r k ü c ü ö y k ü n ü n

564 T a r i h ö n c e s i Eg e

Page 566: Thomson_Tarih Öncesi Ege

H o m e r o s o ğ u l l a r i 565

a k ış ın ı k a ç ır ıy o r , a t la m a la r y a p a ra k tü rk ü y ü b o z u y o rd u ... B ü tü n ç a b a ­

la r ım a k a r ş ın , o z a n ın s ö y le d iğ i ş iir i tü m ü y le k â ğ ıd a d ö k m e y i b e c e r e ­

m e d im . A y n ı tü r k ü n ü n d u r m a d a n y in e le n m e s i, tü r k ü c ü n ü n y a z a b i l ­

m e m iç in a ğ ır a ğ ır s ö y le m e s i, b e n im s ık s ık a ra y a g ir ip d u r d u r m a m , iy i

tü r k ü s ö y le m e n in b e l ir le y ic i k o ş u lu o la n c o ş k u n lu ğ u y o k e d iy o r d u .

O z a n d a h a ö n c e le r i h e p c o ş k u y la s ö y le d iğ i tü rk ü y ü b u k e z y o r g u n ve

b ık k ın b ir s e s le y a z d ır ıy o rd u . B ö y le c e , k â ğ ıd a d ö k ü le n d iz e le r ta z e liğ i­

ni y it ir iy o r d u .145

En ilkel halklarm epik şiirleri onulmaz yaralar almıştır. Bunların yal­nız büyük bir bölümü yok olmakla kalmamış, varlığını koruyabilen bö­lümü de büyük ölçüde değiştirilip bozulmuştur. Sovyetler Birliği'nde- ki araştırmalar bunu ortaya koymaktadır. Doğru bir tarzda ve uygun bir ortamda söylendikleri zaman bu sözlü destanlardan bazılarının yet­kin bir yapısı olduğu görülür. Genellikle halk şiirinin özelliği olarak bi­linen çelişkiler ve belirsizlikler, ancak bunlar kâğıda dökülüp yayım­landıkları zaman göze çarpar.146 Ne var ki, Sovyetler Birliği'nde bu zor­luğun üstesinden gelinmiştir. Ozanlar, ulusal geleneklerinden duyduk­ları övüncü daha da artıran koşullarda yazı yazmayı öğrenmekle kal­mamışlar, gramofon ve radyoyla donatılmışlardır. Bu türküler yaşaya­caktır. Makineler kurtarmıştır onları.147

Ama bu koşulların benzeri yoktur. Başka yerlerde ve başka zaman­larda sözden yazıya geçiş rastlantıya bırakılmıştır. En iyi Cermen des­tanlarında çok güzel dizelere rastlanır; bu destanlar bugün Homeros destanlarının düzeyine erişememişse, nedenini sözlü gelenekten yazı­lı geleneğe aktarılırlarken aldıkları yaralarda aramak gerekir büyük öl­çüde. Karanlık Çağ denilen dönemde okuryazarlığın yayılmasını Chad­wick şöyle anlatıyor:

T ö to n h a lk la r ın k u lla n d ığ ı R o m a y a z ıs ın ı b a ş la n g ıç ta ü ç e v r e y e a y ır ­

m a k g e re k ir . B ir in c i e v re d e , y a ln ız L a tin c e y a z ıl ıy o rd u . İk in c i e v re d e ,

R o m a k a y n a k la r ın d a n a lm a n y a d a R o m a ö r n e k le r in e d a y a n a n d in se l

y a p ıtla r ın y a d a ö te k i y a p ıtla r ın y a z ılış ın d a a n a d ili k u lla n ılıy o rd u . Ü çü n ­

c ü e v re d e , s a lt y e r li y a p ıt la r y a z ıl ıy o rd u . A m a b u ü ç ü n c ü e v re a n a k a ­

ra d a a n c a k o n ik in c i y ü z y ıld a o rta y a ç ık a b ild i, o d a ç o k d e ğ iş m iş b i r b i­

145 V.V. Radlov, Proben der Volkslitterotur der türkischen Stamme und der Dsungorischen Steppe, (St. Petersburg, 1866-96). 5. xv.

146 Zazubrin’den aktarma: H.M. Chadwick, The Growth of Literature, (Cambridge, 1932-40), 3. 180,147 George Thomson, Marxism and Poetry, (Londra, 1946), s. 56-58.

Page 567: Thomson_Tarih Öncesi Ege

566 T a r i h ö n c e s İ Eg e

ç im d e ; ö te y a n d a n , ik in c i e v re b ile g e n e ll ik le y e re ld i v e e n y ü k s e k ç e v ­re le rd e p e k a z b e n im s e n m iş t i .148

Batı Avrupa'dan zorlu bir altüst oluş döneminden sonra kahraman­lık çağının krallığı feodalizme dönüştü; yüzyıllar sonra feodal beylerin iktidarı kentsoylularca parçalandığında ozanlık sanatı da öldü. Yuna­nistan'da tecim öylesine hızlı bir biçimde yaygınlık kazanmıştı ki, te- cimen sınıf epik geleneği en olgun döneminde kendine mal edebilmiş­ti. Batı Avrupa'ya yazı, egemen sınıfın salt kendi elinde tuttuğu bir araç olan yabancı bir dil aracılığıyla getirilmişti. Yunanistan'daysa yabancı diller soğurulup özümlenmişti. Batı Avrupa'da halk şiiri Hıristiyan ol­madığı için bastırılmıştı. Alcuin, Lindisfame Piskoposu'na yazdığı mek­tupta, "Rahipler birlikte yemek yerlerken Tanrı'nın sözleri okunsun. Böyle durumlarda uygun olan, çalgı çalan bir ozanı değil, okuyan bir rahibi, dinsizlerin şiirlerini değil, Kilise Uluları'nm sözlerini dinlemek­tir. İngeld'in ne ilgisi Var İsa'yla?" diyordu.149 Oysa Yunanistan'da ozanlar sarayın saygıdeğer konukları ve kutsal törelerin koruyucuları sayılıyorlardı. Yunan toplumunun çok hızlı ve eşitsiz gelişmesi dola­yısıyla, öteki çağların gezginci ozanlarından her yönden üstündüler.

Kimdir peki Homeros? Bir yamalı bohça değildir. Ayrıcılar, Home­ros'un şiirini hiç gözönüne almama yanılgısına düşmüşlerdir. Ama tek başma bir tansık da değildir Homeros. Birciler de, Homeros'u açıkla­maya yanaşmamışlar, onu bireyselliğin büyüsüne ve dâhiliğin olağa­nüstülüğüne sarıp sarmalamak istemişlerdir. Oysa Homeros'un şiirle­ri, hiçbir zaman aşılmamakla birlikte, doğaüstü bir olay değildi. Ho­meros tek bir ozan değil, sanatlarını soydan edinmiş, yetenekli ve de­neyimli birçok ozandı. Coşkun halk yığınlarınca kendilerini aşmaya özendirilen ve ileri görüşlü bir devlet adamınca başyapıtları gelecek kuşaklara iletilen bu ozanlar, Shelley'nin deyişiyle kendi çağlarmın hem yaratıları, hem de yaratıcılarıydılar.

9. İlyada ve Odysseia'nm Yapısı

Son olarak, İlyada ile Odysseia'nm. kanımca nasıl oluşturulduklarını kısaca özetlememe izin verin. Kısaca özetlemek zorundayım, çünkü ay-

148 The Growth o f Literature, 1.483.149 H.M. Chadwick, The Heroic Age, (Cambridge, 1912), s. 41.

Page 568: Thomson_Tarih Öncesi Ege

H o m e r o s o ğ u l l a r i 567

rmtılı bir açıklama bu kitabın sınırlarını aşacaktır. Ve hiç kuşkusuz söy­leyeceklerim bütünüyle bir varsayma niteliğindedir.

İlyada'nm çıkış noktası, Tlıessalia içlerinden bir şef ile onun Myke- ne'li efendisi arasındaki çıkar kavgasıdır. Akhilleus savaşmaya yanaş­maz; Akha'lar Troya'lılar karşısında geriler; Akhilleus'un en yakın dos­tu Patroklos Akha'larm yardımma koşar ve Hektor tarafından öldürü­lür; arkadaşının öldürülmesi karşısında büyük bir öfkeye kapılan Ak­hilleus savaşa girer, Hektor'u öldürür, ölüsünü küçük düşürür; sonra da görülmemiş bir öç alma çılgınlığıyla, arkadaşı Patroklos'un ölüsü­nün yakılmakta olduğu ateşe köpekleri, atları ve insanları atar.

Aristoteles'e bakılırsa, bu izlek yanöykiilerle geliştirilir. Bu yanöy- külerden ilki, Akhilleus'un, kendisine gönderilen armağanları geri çe­virmesidir (Dokuzuncu Bölüm). Bu öyküyü öbürleri izler. Akha'lar, Akhilleus'un öneriyi geri çevirmesinden önce ve sonra iki kez bozgu­na uğrarlar; Diomedes ve Agamemnon'un kahramanlıkları anlatılarak savaş sahneleri daha da genişletilir. Ama hepsinden önemlisi, Aga- memnon'un önerisini geri çevirmekle kavganın sorumluluğunu üstü­ne almıştır Akhilleus; dolayısıyla kararını değiştirmesini sağlayacak yeni bir durum gerekmektedir. Bu noktada ozanlar bilinçli sanatın im­gelem özgürlüğüne dalarak destandan uzaklaşırlar. Yüreği kan ağla­yan yaşlı kral, karısının ve ailesinin bütün yalvarışlarına kulak tıkıya- rak, oğlunu öldüren adamı bulur ve oğlunun ölüsünü geri vermesi için yalvarır. İki düşman, gözyaşları arasında yüreklerindeki acıyı ortaya dökerler; biri oğlunun, biri babasının ardından. Çatışma son bulmuş­tur. Bu doruk noktasının etkisi, karayazgılı kentin yaşamından öykü­lerle daha da güçlendirilir, Helena'yla Hektor'un küçük oğlu tanıtılır. Ve bütün bunların üzerinde, ölümsüz oldukları için kavgaları hep kah­kahayla sona eren tanrıların gölgeleri dolanır.

Yüzyılların ürünüydü bu destanlar. Oluştukları süre içinde koca bir Mykene krallığı kuruldu ve yıkıldı. Yapıtlara son fırça darbelerini vu­ran usta sanatçılar, artık, türküsünü söyledikleri yarı barbar haydut­lardan çok farklı insanlardı. Bunun sonucunda, ozanlar ile anlattıkları arasında devingen bir gerilim doğmuştu; ama ozanlar anlattıklarını öy­lesine derinliğine özümsemişlerdi ki, anlattıkları kişilerin doğasında var olan bir şey gibi görünüyordu bu gerilim. Sarpedon, kendisine bağ­lı Glaukos'a şöyle der:

E y c a n y o ld a ş ım b e n im ,

s a v a ş ta n k a ç m a n ın s o n u n e ,

Page 569: Thomson_Tarih Öncesi Ege

568 T a r İh ö n c e s İ Eg e

y a ş la n m a d a n ö lü m s ü z y a ş a m a k m ı?

B u n u b ils e y d im , n e k e n d im s a v a ş ırd ım e n ö n d e ,

n e d e sen i y o lla rd ım e r le re ü n v e re n s a v a ş a ,

n e y le rs in , ö lü m ta n r ıç a la r ı g ö z le r y o lu m u z u ,

b ir ö lü m lü k a ç a m a z o n la rd a n , k u rtu la m a z .

H a d i g id e lim g ö r e lim b a k a lım ,

b iz m i d ü ş m a n a ü n v e r ir iz ,

y o k sa d ü ş m a n m ı ü n v e r ir b iz e ? 150

Yağmacı bir şefin edeceği sözler değildir bunlar. Öte yandan, Ak- hilleus krala kılıç çeker, çadırında oturup çocuk gibi ağlar, kendisine önerilen kentleri öfkeyle geri çevirir, acıyla yerden yere atar kendini, düşmanının ölüsünü arabasının arkasına bağlayıp sürükler; işte, sığır­ları yağmalayan, Knossos kentini talan eden gerçek Akha'lı budur. Ama destanları oluşturan ozanların döneminde Akhilleus yoktur artık, Aga­memnon da, Aias da yoktur. Onların krallıkları, ağılda koşuşan koyun- ları, otları biçen orağı ya da dokuma tezgâhının başındaki kadının par­maklarının güzelliğini ezgilemeye bayılan ozanların büyülü dizelerin­de geçmişten kopup gelen bir anıdan başka bir şey değildir. Bu yüz­dendir ki, ozanların gözünde, yazgısını öğrenmek isteyen Akhilleus acılar içinde kıvranır.

B u rd a k a lır , s a v a ş ır s a m T ro y a 'n m ç e v re s in d e ,

tü k e n m e z b ir ü n v a r , d ö n ü ş y o k .

D ö n e rs e m y u rd u m a , s e v g ili b a b a to p ra ğ ın a ,

ü n ü m o lm a s a d a ç o k y a ş a y a c a ğ ım ,

ö lü m ö y le ç a b u c a k g e lip ç a tm a y a c a k .151

İlyada'daki trajik ikilem, beş yüzyıllık devrimci değişimi somut ola­rak gözler önüne sermektedir.

Odysseia'da destansı nitelik taşımayan eklemeler çok daha fazladır. Sanatın olgunluğu daha açık seçik karşımıza çıkar Odysseia'da; dolayı­sıyla bu yapıtta daha pürüzsüz, daha akıcı bir bütünlük vardır.

Elimizdeki biçimiyle Odysseia, olay gelişimini belirleyen altı bölüme ayrılır; Telemakhos babasından haber almak için evden ayrılır (I-IV.

150 ilyada, 12. 322-28.151 ilyada, 9.412-16.

Page 570: Thomson_Tarih Öncesi Ege

H o m e r o s o ğ u l l a r i 569

Bölümler). Bu arada Odysseus Phaiak'larm ülkesine varmıştır (V-VII-1. Bölümler). Orada başından geçen serüvenleri anlatır (IX-XII. Bölüm­ler). Yurtlarına ayrı ayrı geri dönen baba ile oğul, Çoban Eumaios'un kulübesinde karşılaşırlar (X1II-XVI. Bölümler). Dilenci kılığında gittiği evinde taliplerce aşağılanan Odysseus, Penelope'yi sorguya çeker ve talipleri nasıl haklayacağını tasarlar (XVU-XX. Bölümler). En sonunda talipleri bir bir öldürür, gerçek kimliğini karısına ve babasına açıklar, barışa ve erince kavuşur (XXI-XXIV. Bölümler).

Destanın çekirdeği, cin fikirli bir adamın denizler ötesine yaptığı yolculuk, cinler, periler, devler, canavarlar arasında yaşadığı serüven­ler ve sonunda yokluğundan yararlanmaya kalkışan düşmanlarından öç alışıdır. Odysseus'dan çok daha eskilere dayanan, kaba folklordur bu. Ama destanda, serüvenler on yılı aşkın bir zamanı kapsamasına karşm, sonuncusu dışında hepsi tek bir kesimde toplanır. İlyada'da ol­duğu gibi Odysseia'da da geniş bir konu, odak noktasının tek bir kesi­me ayarlanması sonucunda tek bir görüş alanı içine alınır, ama Ody­sseia'da daha bilinçli bir biçimde uygulanmış görünen bu yöntem öy­le bir yere vardırılmıştır ki, kahramanın serüvenleri gerçekte yeni bir ilgi konusuna, kahramanın ailesinin yeniden biraraya gelişine bağım­lı kılınmıştır. Bunun için de, ana izleğin çevresine dört yanöykü örül­müştür.

İlkin, Telemakhos'un yolculuğu sahne düzenini İthaka'da kurar ve durumu dramatik bir biçimde sunar. Telemakhos'un Pylos'a ve Spar- ta'ya yolculuğu gerçekten de destansı nitelikte bir konudur, ama bu­gün elimizde bulunan metinde bile Telemakhos'un Sparta'dan ayrıl­dıktan sonra Girit'e gittiğini anlatan daha eski ve daha değişik bir bi­çimin belirtileri vardır.152 Ayrı bir şiir destana sokuşturulup, uyarlan­mıştır sanki.

İkincisi, Odysseus'un Phaiak'larm adasındaki konukluğu, gerçekte anaerkil bir Minos kent-devletinin anımsanmasıdır. Phaiak'larm ya­bancı adası, Odysseus'un değişmeye yanaşmadığı kendi kaba adasına bir karşıtlık olarak tasarlanmıştır. Sanırız bu bölüm de bir zamanlar ay­rı bir şiirdi. Bu son serüven, olağanüstü bir ustalıkla, içinden baktığı­mızda bütün öteki serüvenleri de görebildiğimiz bir merceğe dönüş­türülmüştür. Kyklop'lar, yani Tepegözler, Kirke'nin büyüleri, Ölüler Ülkesi'nde kan kokusuna üşüşen ölü ruhlar ve Seiren'lerin, yani kadın gövdeli, kuş kanatlı ve güzel sesli denizkızlarınm ölümcül ezgileri, ate­

152 Odysseia, 1 .9 3 , 284 , 3 . 313 .

Page 571: Thomson_Tarih Öncesi Ege

570 TA R İH Ö N CESİ EGE

şin başında dinlediğimiz, gerçeklikle ilgisi olmayan bir masal gibi ge­lir bize.

Üçiincüsü, domuz çobanının kulübesinde geçen ve bütünüyle düş­sel olan sahnelere, gizlice geri dönmek zorunda kalan Telemakhos'un öyküsü yol açmıştır sanki. Bu sahnelerin dramatik bakımdan ne kadar etkili olduğu açık, ama domuz çobanı Eumaios'daıı biraz söz etmekte yarar var. İlyada’daki Thersites bir korkuluktur, sınıf önyargısının bir ürünüdür; ama Eumaios şiirsel bir sevecenlikle betimlenmiştir. Domuz çobanının kulübesinin kahramanlık çağında yeri yoktur. Ataerkildir. Bu iyi yürekli, eli açık köylünün ataerkil dünyası bile, onu düşleyen ozanlar için çok eskilerdedir.

Son olarak, taliplerin öldürüldüğü bölüm özgün izleğin bir parça­sı olmasına karşın, sanırız değişikliğe uğramıştır. Gerçekte svayamva- ra'dan, bir başka deyişle evlilik-öncesi yarışmadan kaynaklanan ok atma yarışması elimizdeki metinden eskilere gitmektedir ve soyağaç- larında ya da mitologyada taliplerden hiçbirinin ayrı, bağımsız bir yerinin olmaması ilgi çekicidir.153 Taliplerin öldürülmesi sahnesinin yabanıllığı, ataerkil Yunanistan'daki yasaya uygun düşmektedir. Sö­zünü ettiğimiz yasa, evli bir kadınla yasadışı ilişki kuran bir adamın yargılanmadan öldürülmesine izin veriyordu. Odysseus'un gözün­de, ailesine kavuşması ile malını mülkünü yeniden elde etmesi eşan­lamlıdır.

Bu yanöyküler özgün izlekle öylesine ustaca kaynaştırılmıştır ki, Odysseia'nm abartılı, düş ürünü çekirdeğini İthaka'da olup bitenleri anlatan çok daha insancıl bir öyküyle kuşatmışlardır. Odysseus'dan önce karısıyla ve ailesiyle karşılaşırız; Odysseus'la karşılaştığımızda yuvasına varmıştır artık. Kirke'nin ve Kalypso'nun büyüleyicilikleri, Odysseus'un o çok iyi bildiği bacalardan tüten dumanı bir an önce gör­mek için yanıp tutuşmasına yol açar yalnızca. Odysseus'un özlemi bi­zi bir bekleyiş, bir gerilim içine sokar ve bu gerilim bir leitmotiv ile, sü­rekli yinelenen bir örge (motif) ile güçlendirilir; İlyada'da başvurulma­yan bir yoldur bu. Odysseia'nm daha Birinci Bölümünün ilk dizelerin­den başlayarak, elverişli bir rüzgâr yakalayıp evine dönmesine karşın karısı ve karısının sevgilisi tarafından canına kıyılan Agamemnon'un karayazgısıyla benzerlikler, koşutluklar kurulur durmadan; böylece Odysseus ve ailesine ilişkin umutlarımız, korkularımız, kaygılarımız canlı tutulur. Penelopeia kocasına bağlı kalacak mıdır? Agamemnon'un

153 Polyktor'un oğlu Peisandros bunun dışında tutulabilir.

Page 572: Thomson_Tarih Öncesi Ege

H o m e r o s o ğ u l l a r i 571

karısı Klytaimestra'mn sevgilisi Aigisthos'un tek başına başardığını, bir sürü talip beceremeyecek midir? Telamakhos, Orestes gibi, baba­sına layık bir oğul olduğunu kanıtlayacak mıdır? Phaiakia'da geçen sahnede bu örge, Hephaistos'un yokluğunda Aphrodite'nin Ares'le oynaşmasında bir scherzo olarak, hafif ve oynak bir bölüm olarak işle­nir.154 Gene İlyada'da olduğu gibi, insanların tragedyası tanrıların ko­medyasıdır. Bu, Agamemnon'un ruhunun Odysseus'un mutluluğu­nu dile getirdiği son bölümde doruğuna varır. Son bölüm öteki bö­lümlerden daha sonraki bir dönemde oluşturulmuş olabilir, ama doğ­rulanmıştır. Odysseus'un babası Laertes'e kavuşması yalnızca gerek­li bir sahne değildir; gerçi yaşlı adam salt bunun için o kadar uzun ya­şamıştır, ama Laertes'in Odysseus'dan gerçekten Odysseus olduğunu kanıtlamasını istediği ve Odysseus'un da daha küçük bir çocukken ba­basının bahçeye dikmesine yardım ettiği ağaçlan bir bir saydığı sah­ne, Homeros destanlarının öteki sahneleri kadar dokunaklıdır. Öykü­nün sonunda büyükbaba, baba ve oğul biraradadır artık. Odysseus'un dağarında daha başka serüvenler de vardır, ama Odysseia burada, tam yerinde sona erer.

Ne var ki, bütün bu söylediklerimiz yaklaşık bir değerlendirmeden öteye gitmemektedir. Destanların hammaddelerinin ne olduğunu bi­lebilecek durumda değiliz. Ama hiç değilse tekniği değerlendirebiliriz. Bu destanları tek bir kişinin ya da birçok kişinin yaratmış olması önem­li değildir. Yazarlık kavramı sözkonusu olamaz burada. Bu şiirler, do­ğaçtan çeşitlemelerin bir çiçek dürbününden görünen değişkenliği için­de, belli bir anın esinlenişine uyarak biçimlenmiş, giderek doğaçtan söyleme yeteneği azaldıkça son biçimlerini almışlardır. Bu şiirlere bü­yük bir özenle sağlanan son görünüşlerinde, ilkel halk şiirinin yalın gerçekçiliği ve doğal dil güzelliği olgun sanatın incelikli ve özeleştiri- sel bireyselliğiyle kaynaşmıştır. Benzersiz niteliği budur Homeros des­tanlarının. Dolayısıyla, bu şiirler ne tek bir sanatçının, ne de ayrı ayn uğraş veren bir sanatçılar dizisinin ürünüdür. Yaşamlarını babadan oğula geçen bir sanatın durmadan yetkinleştirilmesine adamış ustalar­la çırakların, kuşaklar boyu belli bir düzen içinde çalışan bir okulun ürünüdürler. Bütün bunlar, doğaçtan söyleme ile düzenleyim (kompo­zisyon), söz ile yazı arasında köprü kuran benzersiz tarih koşullarının biraraya gelmesiyle gerçekleşmiştir. Öyle ki, soluklarını tutmuş, göz­lerini fal taşı gibi açmış kendisini dinleyen insanlardan esinlenen ilkel

154 Bu nokta, Demodokos'un öyküsünü bir "sonradan ekleme" olarak reddedenlerce küçümsenmiştir.

Page 573: Thomson_Tarih Öncesi Ege

ozanın önceden tasarlanmamış coşkusundan bir şeyler, yazılı sözcük­lerin coşkusuz ama kalıcı ortamına aktarılabilmiştir.

572 T A R i H ö N C E s t E g e

Page 574: Thomson_Tarih Öncesi Ege

573

E K

YUNANİSTAN'DA TOPRAK KULLANIMI

ÜSTÜNE

T a r la la r ı o r ta k ik i a d a m d ı s a n k i b u n la r ,

e l le r in d e ö lçü v a rd ı s a n k i,

s ın ır ı ç iz m e k iç in ç e k iş m e d e y d ile r ,

h iç b ir i g ö z d e n ç ık a rm ıy o rd u e ş it p a y ın ı...

İhjada, XII, 421-03

Ridgeway bu dizeleri yorumlayalı altmış yılı aşkın bir zaman geçti. Ridgeway, İlyada'daki bu dizeleri, o sıralar ilk kez İncelenmekte olan ortaçağın açık-tarla sistemiyle karşılaştırarak açıklamıştı. Seebohm'un İngiliz Köy Topluluğu adlı yapıtı 1883'de yayımlanmış, Ridgeway'in "Ho- meros'da Toprak Sistemi" başlıklı yazısı da iki yıl sonra çıkmıştı.1 Rid­geway'in savı şöyleydi:

Açık-tarla sisteminin temel birimi dilimdi. Dilim, büyüklüğü deği­şiklikler gösteren düz bir ekim alanıydı; ama genellikle uzunluğu 1 "furlong" ("furrow-long", yani bir karık boyu) = 40 "rod" (yaklaşık 200 metre) = 660 "feet", genişliği ise 1 "rod" (yaklaşık 5 metre) = 16.5 "fe­et"* olarak kabul ediliyordu. Bir "rod" ya da "rood" toprak diye bili­niyordu bu. Böyle dört "rod" yan yana geldiğinde bir dilim "acre"** (4x40 "rod" = 4840 yardkare) ediyordu.

Dilim "acre"m uzunluğu, yani karık'ın uzunluğu, sabanla hiç dur­maksızın bir seferde sürülebilen uzaklığa, genişliği de bir çift öküzle

1 F. Seebohm, T he English Village Community, (Dördüncü basım, Cambridge, 1926); W. Ridgeway, "The Homeric Land System", Journal of Hellenic Studies, 6. 319; “The Origin of the Stadion", Journal o f Hellenic Studies, 9.18.

* 1 yard = 0.9144 metre: 1 yardkare - 0.8361 metrekare: 1 foot (çoğulu feet) =30.48 santimetre, (f.n.)** "Acre" için İngiliz dönümü denilebilir. 1 "acre" toprağın 0.4 hektar ya da 4.39 dönüm büyüklüğünde

toprak olduğu söylenebilir, (ç.n.)

Page 575: Thomson_Tarih Öncesi Ege

5 7 4 T A R İ H Ö N C E S İ E g e

bir günde sürülebilen karık sayısına bakılarak hesaplanıyordu; öküz­lere yem verilirken, öküzler tarlaya getirilip götürülürken geçen süre de günün içinde sayılıyordu.2 Gerçekte, bildiğimiz "acre"m dilim "ac- re"dan tek farkı, kare biçiminde düzenlenmiş olmasıdır. Dolayısıyla İngilizce'deki "acre", Fransızca'daki journal ve joug ile, Gal dilindeki erv ile, Almanca'daki tagıverk, morgen ve joch ile, Latince'deki iugum ve iugerum ile aynı kökenden gelen bir birimdir.3 İlerde başka örnekler de vereceğiz. Gerçi bu birimlerin hepsi aynı biçimde değildi, üstelik her birinin büyüklüğü toprağın bulunduğu yere ve toprağın niteliğine gö­re değişiyordu, ama hepsi de aynı ilkeye göre, bir çift öküzün bir gün­de sürebildiği toprağa göre hesaplanıyordu.

Bu temelden yola çıkan Ridgeway, Yunan dilindeki dilim "acre"ını g\/es olarak tanımladı. Gerçekte gyes sözcüğü "saban" anlamma gelmek­le birlikte en eski çağlardan bu yana bir toprak ölçüsü olarak kullanı­lıyordu. Ridgeway'e göre, gyes'in uzunluğu, 1 stadion (aynı zamanda spadion) = 600 "feet" idi ve bu da sabanm durup (s t a) döniinceye kadar çekildiği (spa) uzunluğun karşılığıydı. Gı/es'in genişliğiyse 1 plethroıı = 100 "feet" idi. Yunanistan'da stadyum'un, yani koşu alanının boyut­ları da aynıydı: 600 x 100 "feet".4

Ridgeway'in, klasik arkeoloji sözkonusu olduğu sürece sağlam te­mellere dayanan bu yorumunu kitabımda ben de doğruladım. Bu ya­zının amacıysa, kimi karşı çıkışların önünü almak ve Yunanistan'da toprak kullanımına ilişkin öteki sorunlara da ışık tutabilecek daha baş­ka kanıtlar da eklemek. Ama ilkin, İhyada’daki görünüme bir ayrıntı da­ha eklememe izin verin.

İngilizce'de "rod" ya da "rood" sözcüğü şu anlamlara gelir: (1) üven­dire [çift öküzlerini yürütmek için kullanılan, ucuna sivri demir çakıl­mış uzun değnek, ç.n.] (2) ölçü değneği; (3) 16.5 "feet"e eşit bir uzun­luk ölçüsü; (4) çeyrek "acre".5 Arapçadaki massase sözcüğü bugiin Su­riye'de kullanıldığı biçimiyle şu anlamlara gelir: (1) üvendire; (2) ölçii değneği; (3) farklı yörelere göre değişen bir uzunluk ölçüsü.6 Eustha-

2 The English Village Community, s. 2; G.C. Homans, English Villagers o f the Thirteenth Century, (Cambridge, Mass.. 1942), s. 49.

3 The English Village Community, s. 124-25; F.W. Maitland, Domesday Book and Beyond, (Cambridge, 1897), s. 377; F. Godefroy, Dictionnaire de I'ancienne tongue française de IXe ou XVe siecle, (Paris, 1880- 1902); E. Brockhaus, Dergrosse Brockhaus, (Leipzig, 1928-1937); Plinius, NH. 18, 9; Varro, RR. 1.10.

4 “Koşu alanı" anlamına gelen stadion aynı zamanda pelethron = plethron diye de biliniyordu, 1C II3.14,10.

5 Domesday Book and Beyond, s. 377; English Villagers of the Thirteenth Century, s. 69-70.6 A. Latron, La vie rurale en Syrie et au Liban, (Beyrut, 1936), s. 20.

Page 576: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Y U N A N İ S T A N ’ D A T O P R A K K U L L A N I M I Ü S T Ü N E 575

tios'a bakılırsa, Homeros'un sözünü ettiği iki adamın ellerindeki met­reler , yani ölçüler akaina'lardır. A kaim şu anlamlara gelmekteydi: (1) üvendire; (2) ölçü değneği; (3) Thessalia'da 10 "feet"e eşit bir uzunluk ölçüsü; (4) 100 "feet" kareye eşit bir yüzey ölçü birimi.7 Demek, İngi­lizce'deki dilim "acre"ının genişliği nasıl 4 "rod" idiyse, Yunanca'da- kigt/es'in genişliği de 10 akaim idi. Ortaçağ İngilteresinde ve günümüz Suriyesinde olduğu gibi Eski Yunan'da da üvendire iki karık arasında­ki uzunluğu ölçmekte kullanılıyordu.

Ridgeway'in gyes sözcüğüne ilişkin açıklamasını, E.C. Curwen, ken­disinin dilim "acre"ının kökeniyle ilgili kuramına uymadığı gerekçe­siyle reddetmiştir. Curwen'in kuramı şöylece özetlenebilir:8

TunçÇağı'nm belli bir döneminden Roma döneminin sonuna kadar, toprak hafif bir sabanla işleniyordu, bir ya da iki öküzün çektiği bu sa­ban toprağı hafifçe kazımaktan öte bir işe yaramıyordu. Toprağı daha derinliğine yarabilmek için sabanla iki kez sürüyorlardı, ikinci karıklar birincileri dikey bir biçimde keserek çekiliyordu. Toprağın bu çapraz sürülüşü, tarlanın biçimini de belirliyor, ortaya kareler çıkıyordu.

İ.S. birinci yüzyılda, birkaç öküzün çektiği ve ağır killi topraklar için elverişli, ağır bir saban bulundu. İlk kez Rhaetia'da (VVürtemberg ve Bavyera) kullanılan bu ağır saban zamanla Fransa ve Almanya üstün­den kuzeye doğru yayıldı ve Anglosakson istilacılar eliyle Britanya'ya getirildi. Toprağı derin yaran bu saban, çapraz saban sürmeyi gerek­siz kılıyordu, giderek kare "acre'Yn yerini dilim "acre" aldı. Dönüş sa­yısını azaltmak amacıyla karıklar elden geldiğince uzatıldı.

Dilim "acre'Yn Eski Yunan'da hiç bilinmeyen ağır sabanı gerektir­diği kanısında olan Curwen, Yunanistan'da tarlaların kare "acre'Tar- dan oluştuğunu ileri sürer. Curwen'in görüşünü, onun kitabı üstüne kaleme aldığı bir yazıda Gordon Childe da desteklemektedir. Childe, Ridgeway'in vardığı sonucu, "Kuzey Avrupa'nın topraklarına ve ik­limlerine uyarlanmış kırsal ekonominin belirlediği dilim 'acre'larmın çok belirli bir bölge dışında hiçbir zaman kullanılmadığı ve İngiltere'de ve Hollanda'da bile kare biçimindeki 'Kelt' tarlalarına dayalı eski bir sistemin yerini aldığı" gerekçesiyle reddetmektedir.9 Childe, bu İkin­cisinin "Akdeniz koşullarına daha uygun olduğunu" da eklemektedir sözlerine.

7 Eustathius, ad. loc, Kallimakhos./r. 214; AR 3,1323; Herodes, Def. 130.8 E.C. Curwen, Air Photography and Economic History. Economic Society Bibliographies and Pamphlets,

No. 2, Londra; E.C. Curwen, Plough and Pasture, (Londra, 1946), Bölüm V.9 Labour Monthly, 31 (1949)2S3.

Page 577: Thomson_Tarih Öncesi Ege

576 T a r İh ö n c e s İ E g e

Peki, Eski Yunan'da tarlalar dilim "acre"lardan mı, yoksa kare "ac- re"lardan mı oluşuyordu? Bu soruyu yanıtlayabileceğimiz hiçbir doğ­rudan kanıt yok elimizde. Kuşkusuz, ülkenin değişik yörelerinde her ikisi de kullanılmış olabilir.10 Curwen'in yolundan gidersek, çapraz sa­ban sürmeyi kare "acre"ın bir özelliği olarak almamız gerekir, ama Es­ki Yunan'da çapraz saban sürüldüğünü gösterir hiçbir açık kanıt yok. Ksenophon'un, nadasa bırakılmış toprağın ilk yazın sürüldükten son­ra yaz ortasında yeniden sürülmesini salık verdiği doğru; ama Ksenop- hon, toprağın ikinci sürülüşü birincinin üstüne çaprazlama olmalıdır, diye bir şey söylemiyor.11 Öte yandan, İlyada'nm, Akhilleus'a yeni si­lahların yapıldığı On Sekizinci Bölümünde rastladığımız toprak sürme sahnesi, bana kalırsa, tek bir biçimde yorumlanabilir. Daha önce nada­sa bırakılmış, şimdi yeniden ekilen bir tarladır burası. Rençperler saba­nı tarlanın üstünde bir oraya bir buraya sürmektedirler. Tarlanın bir ucuna vardıklarında, bir adam gelip şarap sunmaktadır rençperlere.12 Burası kare "acre'Yardan oluşan bir tarla olsaydı, tıpkı eski İtalya' daki kare tarlalar gibi tarlanın kendisi de kare biçiminde olurdu;13 o zaman da bütün "acre"lar için ortak bir sınır olmazdı. Buna karşılık, burada sö­zü edilen tarla dilim "acre'Yardan oluşan bir tarlaysa, durum açık seçik ortaya çıkmaktadır. Şarap sunan adam tarlanın bir ucunda dolanmak­ta, rençperlerden biri karığın ucuna vardı mı koşup karşılamaktadır.

The Archaeological Journal'm son sayılarından birinde, Curwen'in gö­rüşleri tepeden tırnağa titiz bir biçimde incelendi.14 Ben konunun bu kadar geniş yönüyle ilgilenmiyorum. Benim amacım, Ridgeway'in hak­kını korumak yalnızca.

Curwen'in kendi bilgilerine (Seebohm'dan aldığı) göre, dilim "ac- re"a Portekiz'de, Tuna havzasında ve İtalya'nın güneyindeki Ötranto burnu dolayında rastlanabilmektedir. Ancak niçin bu bölgelerde rast­landığı açıklanmamaktadır. Üstelik Curwen'in elindeki bilgiler eksik­siz olmaktan çok uzaktır. Doreen Warriner'a göre, ekilebilir toprakla­rın dilimlere ayrıldığı eski açık tarla düzenine İsviçre'nin, güney Al­manya'nın ve Bohemya'nın kimi yörelerinde hâlâ rastlanabilmektedir. Kaldı ki, toprağın üç yılda bir nadasa bırakıldığı bütün bir açık-tarla

10 Plethron ile aynı şey olarak gösterdiğim ouron. gerçekten Latince'deki versus gibi (Varro. RR. 1,10) bir kare “acre“daki karığın uzunluğunu gösteriyor olabilir.

11 X. Oec. 16.4; Bkz. Hesiodos. İşler ve Günler, 46112 ilyada, 18. 541 547.13 C. Daremberg ve E. Saglio, Dictionnaire des antiquites grecques et romaines. (Paris. 1877-1919).14 H.C. Payne. “The Plough in Ancient Britain”, ArchaelogicalJournal, 104. 82.

Page 578: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Y u n a n i s t a n ’d a T o p r a k K u l l a n i m i Ü s t ü n e 577

sistemi, 1938'de Slovakya ve Transilvanya'nm uzak köşelerinde hâlâ varlığını sürdürüyordu.15 Warriner, Yugoslavya'nın Karst bölgesinde tarlaları dilimlere ayrılmış bir köyün fotoğrafını sunmaktadır.

Curwen'in haritasında kare "acre"ların yer aldığı bir bölge olarak gösterilen Ortadoğu konusunda Doreen Warriner'in gözlemleri daha da ilginç:

S u r iy e , Ü rd ü n v e I ra k 'd a b u g ü n u y g u la n a n ta rım s is te m i, te m e ld e , O r ­

ta ç a ğ A v r u p a s ın d a k i ta r ım s is te m in d e n fa rk s ız : K ö k e k in le r in y a d a

h a y v a n y e m le r in in y e t iş t ir i lm e d iğ i, y a y g ın b ir ta h ıl e k im in in u y g u la n ­

d ığ ı b ir s is te m b u . Ü ç y a d a d ö r t y ıllık d ö n ü ş ü m lü e k im (k ış ü r ü n ü n ü

y a z ü rü n ü n ü n , y a z ü rü n ü n ü n a d a s ın iz le m e s i y a d a k ış ü r ü n ü ile n a ­

d a s ın b irb ir le r in i iz le m e le r i) o n s e k iz in c i y ü z y ıla k a d a r A v r u p a 'd a g ö ­

rü le n b iç im iy le u y g u la n ıy o r . K ö y lü n ü n a ç ık ta r la la ra d ilim d ilim d a ğ ıl­

m ış k ü ç ü k to p ra k p a rç a la r ın d a n o lu ş a n ta rla d ü z e n i, İn g il iz k ö y ü n ü n

in c e u z u n to p ra k p a rç a la r ın d a n o lu ş a n a ç ık ta r la s ın ı a n d ır ıy o r .16

Warriner'in bu bölgeye ilişkin incelemesi, Latron ve Patai'nin yapıt­larından alıntılarla bütünlenebilir.17 Latron'un haritalarına bakıldığın­da, Suriye ve Lübnan'ın kimi yörelerinde dilimlerin çok uzun ve dar olduğu kolayca görülebilir. Kullanılan saban, bir çift öküzün çektiği hafif sabandır. Çapraz saban sürmekten hiç söz edilmemektedir.

Böylece, dilim "acre"m kuzey Avrupa'nın toprağına ve iklimine bağ­lı olduğu ve Akdeniz koşullarına uygun düşmediği yolundaki görüş çürütülmüş olmaktadır. Ortadoğu ülkeleri, toprak ve iklimlerinin ya­nı sıra tahıl, üzüm ve zeytin gibi ana ürünleri açısından da Yunanis­tan'a benzerler. Üstelik, bu ülkelerdeki kırsal yöreler, yüzyıllar boyu Halep, Şam ve Doğu Akdeniz limanları gibi büyük kentlerin tecimsel etkisine açık kaldıklarından, kentsel gelişmenin Eski Yunan'daki kır­sal yaşam üstündeki etkilerini değerlendirmemize yarayacak ipuçları da sağlarlar bize.

Arapçada "öküz" anlamına gelen feddan, bir toprak ölçüsü birimi olarak, bir çift öküzle bir günde sürülebilecek kadar toprak demektir. Gerçi bu toprağın büyüklüğü uygulamada değişiklik gösterir, ama ka­

15 D. Warriner, Economics of Peasant Farming, (Londra, 1939), s. 10-11.16 D. Warriner, Land and Poverty in the Middle East, (Londra, 1948), s. 123-124.17 La vie rurale en Syrie et au Liban: R. Patai, "Musha'a Tenure and Co-operation in Palestine". American

Anthropologist, Washington/New York, 1888-;). Weulersse, Paysans de Syrie et du Proche-Orient,(Paris, 1946).

Page 579: Thomson_Tarih Öncesi Ege

578 T a r i h ö n c e s İ Eg e

baca bir "acre"m dörtte üçü kadar olduğu söylenebilir.18 Aynı sözcük, daha genişletilmiş anlamıyla, bir çift öküzün bir yılda sürebileceği ka­dar toprağı belirtmek için de kullanılır; ekilebilir toprağın yanı sıra uy­gun ölçüde bir otlak ve su kullanma hakkını, bağ ve zeytinliği içeren standart toprak parçasıdır bu; sözün kısası, ev ve yapılar dışında her şeydir.19 Büyüklük bakımından, verimli bölgelerde 17 "acre" olan bu toprak parçası, verimsiz bölgelerde 100 "acre"dan fazlaya kadar deği­şiklik gösterir. Bunun İngilizce'deki eşdeğeri, 30 "acre" olarak hesap­lanan ve çayır payıyla otlatma haklarıyla birlikte bir yılda işlenebilen toprak olarak kabul edilen "virgate" ya da "yardland"dir.20

Ortadoğu'da toprak kullanımının tarihi hâlâ büyük ölçüde bilin­memektedir. Ancak Yunanca'daki zeugos sözcüğü, Jııstinianus Yasa- sı'nda kullanıldığı biçimiyle, bir çift öküzün bir günde sürebildiği top­rak anlamına geliyordu;21 günümüzdeyse zeugos'lar 80 stremmata’d m (20 "acre") hesaplanmakta ve bir çift öküzün bir yılda sürebileceği top­rak olarak açıklanmaktadır.22 Bizans İmparatorluğu'na bağlı olduğu dönemde Suriye'de de, vergi birimi iugum idi ve 5 iugera bağın ve top­rağın verimliliğine göre 20,40 ya da 60 iugera tahıl tarlasına eşit sayı­lıyordu.23

Feddatı'm yanı sıra Suriyeli Arapların şombol dedikleri bir birim da­ha vardır. Şombol, gerçekte bir deve yükü tahıl demektir. Feddan'm, ya­ni standart toprak parçasının değeri, bir yıllık tahıl, şarap ve zeytinya­ğı ürününün kaç deve yükü tuttuğu söylenerek dile getirilir.24

Açık-tarla sisteminin bozulmadan sürdüğü köylerin hepsinde temel birim feddarı, yani standart toprak parçasıdır. Bu köylerde toprakta özel mülkiyet diye bir şey yoktur. Yalnızca her klan, hane ya da ailenin or­tak topraklarda bir pay hakkı söz konusudur. Topluluğun (klan, hane ya da aile) payına düşen toprak parçasının büyüklüğü, o topluluğun ortak toprakların sürülmesi için sağladığı "boyunduruğa koşulmuş hayvanlar"ın sayısına, bu da hiç kuşkusuz o topluluğun büyüklüğüne bağlıdır. Toprak parçasının ekilebilir bölümü, her tarladan bir parsel olmak üzere, belli sayıda dilim parsellerinden oluşur. Dolayısıyla, or­

18 La vie rurale en Syrie et au Liban, s. 11-12.19 Aynı yerde, s. 14-15.20 The English Village Community, s. 11-13, 110; English Villagers of the Thirteenth Century, s. 85.21 Justinianus Yasası, 10, 27; Demetrakos.22 Demetrakos.23 Dictionnaire des ontiquites grecques et romaines.24 La vie rurale en Syrie et au Liban, s. 10.

Page 580: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Y U N A N İ S T A N ’ D A T O P R A K K U L L A N I M I Ü S T Ü N E 579

tak toprakların ekilebilir alanları, toprağın niteliği de göz önüne alına­rak eşit bir biçimde bölüştürülmüştür.25

Ekilebilir alan, dönüşümlü ekim sistemine uygun olarak, belli dö­nemlerde tarla tarla yeniden bölüştürülür. Tarla, değnekler ("rod") ya da iplerle ("cord") parsellere ayrılır, sonra bu parseller yaşlıların dene­timinde kura çekilerek dağıtılır.26 Filistinli Araplarda, her kura çekil­diğinde kura çıkan kişi adıyla çağrılır ve orada toplanmış olan köylü­ler hep bir ağızdan, "Allah nasibini verir!" diye bağırırlar. Bu uygula­manın çok eskilere dayandığı anlaşılıyor, çünkü aynı deyiş Patai'nin belirttiği gibi Mezmnrlar'da (Mezmur 16,5-6) da geçmektedir:

Rab nasibimin ve kâsemin payıdır;Hissemi tutan sensin.Kısmetim nimetti yerlere düştü;Evet, aldığım miras güzeldir.27

Suriye'nin birçok yöresinde, köylüler kendi paylarına düşen toprak­ları o yörede oturmayan toprakağalanna ipotek etmişlerdir; topraka- ğalan bunun karşılığında ürünün belli bir bölümüne el koyarlar. Bu durumdaki köylüye metayer denilir. Sömürünün biçimi ve oranı duru­ma göre değişir. Trablus, Sayda ve Sur'daki bereketli meyva bahçele­rinde nıetayer ürünün ancak dörtte birini elinde tutabilir. Daha verim­siz bölgelerde metayer'mn ürünün beşte dördünü alıkoyabildiği yerler bile vardır.28 Ancak bu köylüler, bağımsızlıklarını yitirmelerine karşın, eski komünal örgütlenmeyi kendi aralarında sürdürürler; nitekim, eki­

25 Aynı yerde, s. 55: “Aynı alan üstünde, bölüştürülen küçük toprak parçalan her köylüye hem iyi, hem kötü toprak düşecek biçimde iç içedir." Bkz. “Musha'a Tenure and Co-operation in Palestine”, American Anthropologist, 51.439: “Bütün aileler yalnızca hakları olan toprağı tam olarak almakla kalmıyordu, aynı zamanda ailelerin paylanna düşen topraklar nitelik bakımından da eşdeğerdeydi. Uygulamada, topraklar nitelik, konum, arazinin yapısı, suya yakınlık vb. gibi çeşitli sınıflamalara ayrılıyordu. Bunun sonucunda ortaya çıkan bloklar, daha sonra ailelerin sayısına göre yeniden parsellere bölünüyordu... Eşitlik ilkesinin kılı kırk yararcasına uygulanması, musha’a’nın bir başka özelliğine, tek tek parsellerin ince ve uzun olmasına yol açıyordu.. Köylerden birinde, uzunluğu 2070 metre kadar, genişliğiyse yalnızca 4.5 metre olan parsellere rastlanmıştı. Dar dilimler daha değerli yerlere doğru uzanıyordu, sözgelimi toprağın bir dağ yamacına rastgeldigi durumlarda dilimler tepeden aşağıya doğru uzanmaktaydı.

26 La vie rurale en Syrie et au Liban, s. 188-189.27 “Musha'a Tenure and Co-operation in Palestine", American Anthropologist, 51. 440. Mezmur 16'da

"hissem” ya da "payım" diye çevrilen gorali sözcüğü, bugün hâlS kullanılan jarrali sözcüğüyle aynıdır. Bkz. Mezmur, 78, 55: "Önlerinden milletleri de kovdu/Pay olarak onları ölçü ile böldü.” Burada “ölçü” diye çevrilen hebhel sözcüğü (1) İp ya da sicim; (2) Toprak payı ya da toprak parçası anlamına gelmektedir. Yunanca’da skhoinos.

28 La vie rurale en Syrie et au Liban, s. 50.

Page 581: Thomson_Tarih Öncesi Ege

580 T a r İh ö n c e s I Eg e

lebilir alanın dönem dönem yeniden bölüştürülmesi de bunun bir par­çasıdır.29 Yalnızca daha gelişmiş bölgelerde bozulmuştur komünal ör­gütlenme. Bu gelişkin bölgelerde topraktaki baskının gitgide artması sonucunda köylülerin kullanımındaki toprakların parçalanması pay­ların yabancüara satılması sürecini hızlandırmıştır; ekilebilir alanın bel­li dönemlerde yeniden bölüştürülmesi bırakılmış ve toprak parçalan birleşerek özel mülkiyete dönüşmüştür.30

Şimdi yeniden İlyada'ya dönelim. O iki adam ne tartışmaktadır? Bö­lüştükleri toprak ortak toprak olduğuna göre, babalarının malı olamaz. İki akraba ailenin temsilcileri olabilir bu iki adam; kurayla bölüştürme sırasında iki aileye ortaklaşa verilmiş bir toprak parçasını kendi arala­rında bölüşüyorİardır belki de. Latron'a göre, ekilebilir toprakların ye­niden bölüşülmesi sık sık tartışmalara neden olmuş, taraflardan biri kendisine eşit pay düşmediğinden yakınmıştır.31 Bu kitabın ilk bası­nımda bu konuyu incelerken bu olasılık bana daha yatkın gelmişti, ama daha sonra ileri sürülen bir başka yorum daha akla uygun göründü.32

Ekip biçme işi ortaklaşa yapıldığı sürece sınır kavgalarının patlak verme olasılığı azdı. Ama eski komünal bağların gevşemesiyle birlik­te her pay sahibi toprağı istediği zaman ekip biçmeye başladı. Böyle olunca, komşusunun toprak parçasına girmesi çok kolaylaştı. Kimi Su­riye köylerinde bu tür hırsızlıkları önlemek amacıyla, yaşlıların ya da başkanın saptadığı günden önce ekin biçmek yasaklanmıştır.33 Iusti- nianus Yasası'nın bir bölümünü oluşturan Çiftçi Yasası'mn birinci mad­desinde, "Kendi tarlasını işleyen çiftçi dürüst olmalı ve komşusunun tarlasındaki karıklara geçmemelidir."34 denir. Fransa'da Ancien regime* döneminde, herkesin dilinde dolaşan "karık yiyiciler" (mangeıırs tie rai- es) diye bir deyim vardı.35 Benzer suçlar Ortaçağ İngilteresinde de yay­gındı. Homans, "Ralph Ouintin'in, Hugh'un oğlu Geoffrey'in iki me­şe ağacını haksız yere kestiğini, aradaki sınırı kaldırdığını ve onun top­rak parçasındaki iki karığı haksız yere işgal ettiğini" söyler.36 Avarice de Piers Plowman'da şöyle söz veriyor:

29 Aynı yerde, s. 48-55.30 Aynı yerde, s. 191.31 Aynı yerde, s. 189.32 Bu öneriyi Dr. R.H. Hilton'a borçluyum.33 La vie rurate en Syrie et au Liban, s. 234.34 W. Ashburner, "The Farmer's Law", Journal of Hellenistic Studies, 35. 71.* Ancien regime, Fransa’da 1789 Devrimi'yle kapanan dönemi anlatmak için kullanılan bir deyimdir, (ç.n.)35 M. Bloch, Les caracteres originaux de l ’historie rurale française, (Oslo, 1931), s. 38.36 The English Villagers o f the Thirteenth Century, s. 72.

Page 582: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Y u n a n i s t a n ’ d a T o p r a k K u l l a n i m i Ü s t ü n e 581

S a b a n ım ı s ü r e r k e n b a ş k a s ın ın y a r ım d ö n ü m lü k ta r la s ın d a n b ir k a r ık

içe ri a d ım a ta rs a m , b it iş ik te k i k o m şu m u n h a k k ın ı ç a lm ış o lu ru m . H a k -

k ım d a n fa z la s ın ı b iç e rs e m , b a ş k a s ın ın o ra ğ ı d a b e n i b iç e r , b ir d a h a h iç

e k in e k e m e m .37

Bölüşülen toprakları ayırmak için yalnızca bir smırtaşı kullanılıyor­du. Sınırtaşının yeri her an değiştirilebilirdi. Ama bazen de iki toprak parçasını ayıran bir işaret bulunmuyordu, o zaman bazı sorunların çık­ması kaçınılmaz oluyordu. Demek, Homeros'un dizelerindeki iki ada­mın bu sorun yüzünden kavga ettikleri sonucuna varabiliriz. Açık tar­lalardan birinde bu adamların komşu parselleri vardır. Biri, karıkların­dan bazılarını aşırmakla suçlamıştır öbürünü. Öbürü de böyle bir suç işlemediğini söylemiştir. Sınır çizgisinin gerçekte nerede olduğunu an­layabilmek için iki toprak parçasının genişliğini ölçmektedirler.

Şimdi de, Attika'nm Solon reformlarından önceki durumuna bir göz atalım. Şöyle diyor Aristoteles:

Y o k s u lla r , k a r ı la n v e ç o c u k la r ıy la b ir lik te , v a rs ılla r ın k ö le s i o lm u ş la rd ı.

B u n la ra pelates 'le r y a d a heklem oros 'l a r ( "a lt ıd a b ir c i le r " ) d e n ilm e k te y d i,

ç ü n k ü v a rs ılla r ın ta r la la r ın ı iş le m e le r i k a rş ılığ ın d a a ltıd a b ir k ira ö d ü ­

y o r la rd ı. T o p ra ğ ın tü m ü b irk a ç k iş in in d i v e y o k su lla r k ira y ı ö d e y e m e z ­

le rse k a n la r ı v e ç o c u k la r ıy la b ir l ik te k ö le o la ra k s a tıla b il iy o r la r d ı.38

Pelates kapsamlı bir terimdir ve Latince'deki clierıs, Fransızca'daki me­tayer terimleriyle benzer anlamlar taşır. Hektemoros terimiyse, görün­düğü kadarıyla, daha somuttur. Plutarkhos'a göre, işlediği topraktan elde ettiği ürünün altıda birini kira olarak verene hektemoros deniliyor­du. Photius'a bakılırsa, hektemoros, ürünün altıda birini kendine ayırıp altıda beşini kira olarak verene denilmekteydi. Sözcüğün kesin anlamı sözkonusu olduğunda, açıktır ki, Photius'un yorumu doğrudur. Çün­kü -moros ve -tnoiros ile biten bütün öteki bileşik sözcükler, veren'e de­ğil, alan'a ya da sahip olan'a ilişkindir. Dahası, Pollux'un yazdıklarm- dan, Solon'un epimortos ge terimini ürünün bir bölümü (epi merei) kar­şılığında işlenen toprak anlamında, morte terimini de ürünün ekici ta­rafından alıkonulan bölümü anlamında kullandığını öğreniyoruz.39

37 C. Passus, vii, 267, The English Villagers of the Thirteenth Century, s. 71 'de alıntı.38 Aristoteles. Ath. 2. 2.39 Polluks, 7. 151.

Page 583: Thomson_Tarih Öncesi Ege

582 TA R İH Ö N CESİ Eg e

Dolayısıyla VVoodhouse'uıı görüşüne katılıyorum: Hektemoros'lar, ürün­lerinin yalnızca altıda birini ellerinde tutan, geri kalanını kira olarak veren küçük toprak ekicileriydi. Gene VVoodhouse'un belirttiği gibi, ki­ra altıda birlik birimlerle hesaplanıyordu, çünkü medimnos'un altıda bi­ri olan hekteus standart bir ekin ölçüşüydü.40

Gene de, günlük konuşmada bu sözcük daha geniş bir anlamda kul­lanılmış olabilir. Aristoteles'i okuduğumuzda ister istemez böyle düşü­nüyoruz, çünkü az önce alıntıladığımız bölümde Aristoteles'in bu teri­me getirdiği tanım belirsiz. Peki, tanımı bile bile mi belirsiz bırakmış Aristoteles? Ürünün altıda beşini kira olarak veren metayer'lerm niçin açık seçik, belirleyici bir terimle tanımlandığını anlamak kolay, çünkü onların içinde bulundukları durum "altıda bir"lere dayalı metayage sis­teminin varabileceği smırnı uç noktasında. Ama bu, ürünün yalnızca al­tıda birini alıkoyan m etayefnin ille de ürünün altıda ikisini, üçünü, dör­dünü ya da beşini alıkoyanlardan daha yoksul olduğu anlamına gelmez. Sömürünün ağırlığı yalnızca ürünün ne kadanna el konulduğuna bakı­larak ölçülmez. Aynı zamanda toprağın verimliliğine de bağlıdır sömü­rünün ağırlığı. Değeri x olan verimsiz bir topraktan alman altıda bir ki­ra, değeri 5x olan bir topraktan alman altıda beş kira kadar ağır olabilir. Dolayısıyla, hektemoros terimi, genellikle pelates'in Attika'daki eşanlam­lısı olarak kullanılmış olabilir. Hektemoros'lar, yerine göre değişmekle birlikte ürünlerinin her zaman altıda birlik birimlerle ölçülen belli bir bölümünü ellerinde tutan küçük ekicilerdi. Benzer bir kullanım da, me­tayer terimini az çok ele veriyor; metayer başlangıçta ürününün yarısını veren anlamında kullanılıyordu (Ortaçağ Latincesinde medietarius).

Woodhouse, daha sonra da, Solon'un kırsal yörelerde kaldırttığı sı- nırtaşlarımn (horoi) temelde yüzyıllar sonra da aynı işi görmüş oldu­ğunu ileri sürüyor; bir başka deyişle, sınırtaşları, ipotekli tarlalara ko­nuluyor ve sahiplerinin o toprakta hangi koşullarla kalmalarına izin verildiğini belgeliyordu. Hektemoros'lar yükümlülüklerini yerine geti­remezlerse köle olarak satılabiliyorlardı.41 Başka bir deyişle, toprak el­den çıkarılamadığı, başkasına bırakılamadığı için, güvence olarak ken­dilerini rehine koymuşlardı. Bu koşulların sözkonusu dönemde nasıl ortaya çıktığını gözümüzün önüne getirmek güç değil, çünkü büyük bir olasılıkla kölecilik pek gelişmemişti ve emek açığı vard ı42

40 W.J. Woodhouse, Solon the Liberator, (Londra, 1938), s. 43, n. 2.41 Aynı yerde, Bölüm X; bkz. R. Dareste, B. Haussouiller ve T. Reinach, Recueil de s inscriptions juridiques

greques, (Paris 1891-98), 1.121-22.42 C. Thomson, Aeschylus and Athens, (ikinci basım, Londra, 1946), s. 87-88.

Page 584: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Y U N A N İS T A N ’DA T O P R A K K U L L A N I M I Ü STÜ N E 583

Peki, o dönemde açık-tarla sistemi Attika'da ne ölçüde sürüyordu? Hektemoros'ların durumuna bakılırsa, açık-tarla sistemi çökmeye baş­lamıştı. Öte yandan, sanırız, Hektemoros'lara yalnızca, ürün fazlasının en çok olduğu en verimli bölgelerde rastlanıyordu. Ülkenin daha yok­sul yörelerinde koşullar daha ilkel olsa gerekti.

Solon, halkı dört sınıfa ayırmıştı: (1) Malikânelerinin değeri en az 500 nıedimnos olan pentakosiomedimnos’lar, (2) malikânelerinin değeri en az 300 medimnos olan hippeis'ler, (3) malikânelerinin değeri en az 200 medimnos olan küçük toprak sahipleri, yani zeugites'ler; (4) f/ıefcs'ler.43 Bu sınıflandırmada medimnos Arapçadaki şombol ile aynı işi görmekte­dir. Yıllık tahıl, zeytinyağı ve şarap ürününe tahıl üstünden değer bi- çilmekteydi. Hippeis’lere bu adm verilmesinin nedeni, at besleyebiliyor olmalarıydı. Tlıetes'ler, topraksız emekçilerdi. Peki, zeugitcs'\er kimdi? Sözcüğün kendisine bakacak ve yaptığımız benzeştirmeleri düşünecek olursak, zeugites, uygun bir bahçe ve otlak hakkının yanı sıra ortak tar­lalardan bir payı içeren standart bir toprak parçası (kleros) olan ve bir çift öküzü (zeugos) bulunan kişi demekti. Sözün kısası, köy komünü­nün (demos) paydaşlarından biriydi zeugites.44

Son olarak, Atmalıların Lesbos adasındaki büyük ekim alanına, plan­tasyonuna (klerukhia) ilişkin olarak anlattıklarımı yeniden gözden ge­çirmek istiyorum.45

Thukydides'den öğrendiğimize göre, başkaldırı bastırıldıktan sonra topraklar 3000 paya bölünmüş, bunun 300'ü rahiplere verilmiş, geri ka­lanı Atina'dan gelen yerleşmecilere, kolon'lara bırakılmıştı. Adanın yer­lileri toprağı işlemeyi sürdürüyor, ama pay ya da parsel başına yılda 2 mnai kira ödüyorlardı.46 Yerleşmeciler kentlerde oturuyorlardı.47

Paylar büyüklük bakımından ille de eşit olmasa gerekti, ama değer bakımından aşağı yukarı eşit olmaları gerekiyordu, yoksa kira yerine göre değişirdi; öte yandan, yerli zilyetlikleri bozmaksızm toprakları eşit paylara bölmeyi olanaklı kılan bir birimin olması gerekirdi. Öyle görü­nüyor ki, bu birim, tahıl ekilen belli sayıda tarla dilimine göre hesapla­nan standart toprak parçasıydı. Lesbos adasında tahıl ekilen yerler bü­

43 Aristoteles. Ath. 6, 3-4.44 Demos için bu kitapla X. Kentlerin Oluşması başlıklı bölüme bakınız. Teos’daki pyrgos'lar da büyük

bir olasılıkla demos benzeri birimlerdi. Bkz. D.W. Hunt, “Feudal Survivals in Ionia", Journal o f Hellenistic Studies, 67, 68.

45 Bkz. bu kitapta VIII. Toprak, 7. Eski Yunan'da Açık Tarla Sistemi.46 Peloponnesos Savaşı, 3. 50.47 S/C. 76.

Page 585: Thomson_Tarih Öncesi Ege

yük bir olasılıkla bağlık ve zeytinlikler kadar değerli değildi; ama bö­lüştürme biriminin her üçünü de kapsayan standart toprak parçası ol­duğunu düşünürsek bu nokta o kadar önemli sayılmaz. Mülkiyet siste­mine ilişkin herhangi bir sonuç çıkarmaksızm bu varsayımı benimseye­biliriz. Günümüz Suriye'sinde gördüğümüz gibi, köy komünü sömü­rüye çok yatkındır ve ekonomik temelini yitirdikten çok sonraları da bir örgütlenme biçimi olarak varlığını koruma eğilimi gösterir. Anlaşılan, standart toprak parçası geçerli bir birim olduğu sürece eski örgütlenme varlığını korumuştur. Durumu şöyle gözler önüne serebiliriz:

Atina kentine karşı muhalefetin, genellikle, Atina'ya bağımlı kent­ler arasından, umutlarını Sparta'ya bağlamış toprak sahiplerini temsil eden oligarkhos'lardan geldiğini biliyoruz; Lesbos da bunların dışında değildi. Başkaldırı halktan gelmiyordu; komutanları, önderleri silahla­rını bırakıp teslim olmaya zorlayan, halkın canalıcı bir anda onları din­lemekten caymasıydı.48 Demek, adadaki küçük toprak parçalarını işle­yenlerin bağımsızlıklarını çoktandır yitirmiş olduklarını düşünebiliriz. Atinalıların yaptığı, toprakağalarını miilksüzleştirmek ve onların yeri­ne, eşit değerde paylar halinde kümeleşmiş olan toprak parçalarından, yarım toprak parçalarından ya da çeyrek toprak parçalarından belli bir kira alan yerleşmecileri geçirmek olmuştu. Yeni kira anlaşılan eskisin­den daha yüksek değildi, belki de daha düşüktü.49 Dolayısıyla, Lesbos' daki büyük ekim alanının (plantasyon) halk tarafından desteklenmiş olduğu söylenebilir.

Atinalılar böyle yapmışlarsa, çok eski bir örneği izledikleri düşünü­lebilir. Girit'de toprakların, istila sonucu azalmış olan Dor-öncesi halk tarafından işlendiğini biliyoruz. Dor'lar kentlerde yaşıyorlardı ve kır­sal bölgede her ailenin bir malikânesi (klcıros) vardı; bu malikânedeki toprakları serfler (voikees) işliyorlardı ve malikânenin sahibi olan aile ürünün belli bir bölümünü alıyordu,50 Sparta'yı istila eden Dor'larm da aynı düzeni kurduklarını biliyoruz. Dolayısıyla, yorumum doğruy­sa, Atinalıların Lesbos'daki ekim alanının temelinde yatan ilke Yunan tarihinin kendisi kadar eskiydi.

584 TA R İH Ö N CESİ Eg e

48 Pehponnesos Savaşı, 3. 27. 47.49 Yılda 2 mnûf lik bir kira, günde 3.25 oboloi’a geliyor. Atina'da jüri üyeliği görevi için günde 2-3 oboloi

veriliyordu.50 Recueil des incriptions juridiques grecques, 1. 423-28. Eğer aile ölürse, malikâne oraya bağlı serflere

kalıyordu (Lex Gort. 1, 5, 25); bu da, malikânenin başlangıçta sertlerin olduğunu gösteriyor.

Page 586: Thomson_Tarih Öncesi Ege

5 8 s

KAYNAKÇA

ADAM , L. Primitive Art (İlkel Sanat). Londra, 1940.

A LBRIGH T, W .F. 'T h e Phoenician Inscriptions o f the Tenth C entury B.C. from Byblos"

("Bybios'd aki İ.Ö . O nuncu Yüzyıl Fenike Y azıtları"). JA O 6 7 .1 5 3 .

A LLEN , T .W . H om er: O rig in s and T ransm ission (H om eros: K ökenleri ve Y er

D eğiştirm esi). O xford, 1924.

— The H om eric C atalogue o f Ships (H om eros'ta Gem ilerin Sayım ı). Londra, 1921.

A N D ERSEN , J.C . Maori Life in Ao-tea (A o-tea'da M aori'lerin Yaşam ı). W ellington, Yeni

Zelanda, 1907.

ANSTED , D.T. The Ionian Islands (İonia Adaları). Londra, 1863.

A N TO N I ADIS, S. Place de la liturgie dans la tradition des lettres grecques (Yunan Edebiyat

G eleneğinde D uanın Yeri). Leiden, 1939.

A SH BU RN ER, W. "T he Farm er's Law " ("Ç iftçi Y asası"). JH S 30. 8 5 ,3 2 . 6 8 ,3 5 . 76.

BACH O FEN , J.J. Das Mutterrecht (Analık H akkı). Stuttgart, 1861.

BA D E N -PO W E LL , B.H . The Indian Village Community (H in d istan K öy T oplu luğu).

Londra, 1896.

BALDW IN BRO W N , G . The Art of the Cave-Dweller (M ağaralarda Y aşayanların Sanatı).

Londra, 1928.

BAN CROFT, H.H. Native Races of the Pacific States of North America (K uzey A m erika'nın

Büyük O kyanus D evletlerindeki Yerli Irklar). Londra, 1875-76.

BA SED O W , H. The Australian Aboriginal (Avustralya Yerlisi). A delaide, 1929.

BATESO N , G. Naven. C am bridge, 1936.

BATESO N, W . Letters from the Steppe (Bozkırdan M ektuplar). Londra, 1928.

BAU M EISTER, A. Denkmaler des klassischen Altertums (K lasik A ntik D önem in Anıtları).

M ünih/Leipzig, 1889.

BEA U CH ET, L. Histoire du droit prive de la republique athenienne (A tina D evletinde OzeJ

H ukukun Tarihi). Paris, 1897.

BELLOW S, H.A. The Poetic Edda (Şiirsel Edda). Londra, 1923.

BERGK, T. Ueber das alteste Versmaass der Griechen (Yunanlıların En Eski Vezni Üzerine).

Freiburg, 1854.

Page 587: Thomson_Tarih Öncesi Ege

586 T a r i h ö n c e s i Eg e

BISH OP, C.W . "Beginnings of Civilisation in Eastern A sia" ("D oğu A sya'da Uygarlığın Başlangıcı"). An 14. 301.

BLA K EW A Y, A .A . "T h e D ate o f A chilochus" ("A khilokhos'un T arih i"), Greek Poetnj and Life (Yunanlılarda Şiir ve Yaşam ) (Oxford, 1936), 34.

BLEGEN , C.W . "T he C om ing of the G reeks" ("Y unanlıların G elişi"). AJA 3 2 .146 .

BLEGEN , C.W . KO U RO N IO TIS, K. "Excavations at Pylos" ("P y lo s K azıları"). A JA 43.

557.

BLEICH STEIN ER, R. "D ie kaukasische Sprachgruppe" (Kafkas Dil G ruplan). As 32.61.

BLEU LER, P.E. Lehrbuch der Psychiatric (Psikiyatri D ers Kitabı). Üçüncü basım , Berlin,

1920.

BLO CH , M. "T he Rise o f D ependent Cultivation and Seignorial Institutions" ("Bağım lı

Tarım ın Doğuşu ve Derebeylik Kurum lan"). Cambridge Economic History, C ilt 1,1941.

— Les caracteres originanx de l'histoire rurale française (F ran sa 'n ın K ırsal Tarih in in

K ökenindeki Ö zellikler). O slo, 1931.

BLÜ M EL, R. "H om erisch rapsod" Gl. 15. 78.

BOAS, F. Primitive Art (İlkel Sanat). Oslo, 1927.

BO ISA C Q , E. Dictionnaire etymologique de la langue grecque (Y un an D ili K ökenbilim

Sözlüğü). Ü çüncü basım , Paris, 1938.

BO N W ICK , J. Daily Life and Origin of the Tasmanians (Tasm anyalıların G ünlük Yaşamı

ve Kökeni). Londra, 1870.

BO SSERT, H .T. "D ie Beschw orung einer K rankheit in der Sprache von K reta" (Girit

D ilinde Bir H astalık Ü fürüğü). O L 34. 303.

BOURKE, J.G . The Snake D ance of the M oquis of Arizona (A rizonali M oqui'lerin Yılan

Dansı). Londra, 1884.

BO W RA , C M . "H o m eric W ord s in A rcadian In scrip tio n s" ("A rk a d ia Y azıtlarınd a

H om erik Sözcü kler"). CO 2 0 .168 .

— Tradition and Design in the Iliad (İlyada'da Gelenek ve Tasarım ): O xford , 1929.

BREAL, M . Essai de semantique (Sözcüklerin A nlam lan Ü zerine). Paris, 1899.

BREA STED , J.H . History of Egypt (M ısır Tarihi). İkinci basım , New York, 1910.

BRIFFA U LT, R. The Mothers (Analar). Londra, 1927.

BRO CH A U S, E. Der grosse Brockhaus. (Büyük Brockhaus Sözlüğü). Leipzig, 1928-37.

BRUCK, E.F. Toteuteil und Seelgerat im griechischen Reci11 (Yunan H ukukunda Ölü Payı

ve Ruhlar için D onanım ). M ünih, 1926.

BRUGSCH, H. Religion und Mythoiogie der niten Aegypter (Eski M ısır'da Din ve Mitologya).

Leipzig, 1885.

BÜ CH ER, K. Arbeit und Rhythmus (Çalışm a ve Ritim ). Beşinci basım , Leipzig, 1919.

BUCK, C .D. Comparative Grammar of Greek and Latin (Karşılaştırm alı Yunanca ve Latince

D ilbilgisi). C hicago, 1933.

— Greek Dialects (Yunan Dili Lehçeleri). İkinci basım , Boston, 1928.

Page 588: Thomson_Tarih Öncesi Ege

K a y n a k ç a 587

BU D G E, E. A. The Gods of the Egyptians (M ısırlıların Tanrıları). Londra, 1904. H istory of

Egypt (M ısır Tarihi). Londra, 1902.

— Osiris and lite Egyptian Resurrection (O siris ve M ısırlılarda D iriliş). N ew Y ork, 1911.

BURADKAR, M.P. "C lan Organisation o f the G onds" ("Gond'larda Klan Örgütlenm esi").

M I 2 7 .127 .

BU RKITT, M .C . Prehistor1/ (Tarihöncesi). İkinci basım , Cam bridge, 1925.

— South Africa's Past in Stone and Paint (Taş ve Boyada G üney A frika 'n ın G eçm işi).

C am bridge, 1928.

BU RN , A .R. "D ates in Early G reek H istory" ("Eski Yunan Tarihinde T arih ler"). JH S 55.

130.

— Minoans, Philistines and Greeks (M inoslular, Filistinliler ve Y unanlılar). Londra, 1930.

BU RRO W S, R.M . The Discoveries in Crete (G irit'deki Bulgular). Londra, 1907.

BURTO N , R.F. The Lake Regions o f Central Afrika (Orta A frika'nın Göl Yöreleri). Londra,

1860.

BURY, J.B . History of Greece (Yunanistan Tarihi). İkinci basım , Londra, 1913.

C A L H O U N , G .M . Growth o f Criminal Law in Ancient Greece (Eski Y u n an 'd a Ceza

H ukukunun Gelişim i). Berkeley, 1927.

Cambridge Ancient History, Cam bridge, 1925-39.

Cambridge History of India. C am bridge, 1922-32.

C A M ERO N , A .L . "So m e T ribes of N ew South W ales" ("N ew South W ales'd eki Bazı

K abileler"). JA I1 4 .351.

CA STERET, N. Ten Years under the Earth (O n Yıl Toprağın A ltında). Londra, 1940.

C A U D W ELL, C . Illusion and Reality (Yanılsam a ve G erçeklik). İkinci basım , Londra,

1946.

CA U ER, P. Grundfragen der Homerkritik (Homeros Eleştirisinin Tem el Sorunları). Üçüncü

basım , Berlin, 1923.

CAVA1GN AC, E. Le probleme hittite (H itit Sorunu). Paris, 1936.

CH A D W IC K , H.M . The Growth o f Literature (Edebiyatın G elişim i). C am bridge, 1932-40.

— The Heroic Age (K ahram anlık Çağı). Cam brigde, 1912.

— The Origin o f the English Nation (İngiliz Ulusunun Kökeni). C am bridge, 1906.

CH A N TR A IN E, P. Grammaire homerique (H om eros'da Dilbilgisi). Paris, 1942.

— Morphologic historique du grec (Yunanca'nın Tarihsel Biçim bilim i). Paris, 1945.

C H ILD E, V.G. "A rchaelogy and A nthropolgy" ("A rkeoloji ve A ntropolo ji"). SJA 2 .343 .

— The Aryans (H int-A vrupahlar). Londra, 1926.

— ‘T h e Date and O rigin o f M inyan W are" ("M inias Çöm leğinin Tarihi ve K ökeni").

JH S 3 5 .196 .

— The Dawn o f European Civilisation (A vrupa U ygarlığ ının Şafağ ı). Ü çüncü basım ,

Londra, 1939.

— Man Makes Himself (K endini Yaratan İnsan). Londra, 1936.

Page 589: Thomson_Tarih Öncesi Ege

588 T a r i h ö n c e s i E g e

— Scotland Before the Scots (İskoçlardan Ö nce İskoçya). Londra, 1946.

CLA RK , G. Front Savagery to Civilisation (Yabanıllıktan U ygarlığa). Londra, 1946.

CLAY, R. The Tenure o f Land in Babylonia and Assyria (Babil ve Asur'da Toprak Kullanımı).Londra, 1938.

C O D RIN G TO N , R.H. The Melanesians (M elanezyalılar). O xford, 1891.

CO LLITZ, H. ve BEC H TEL, F. Samtnlung der griechischen Dialektinschriften, Göttingen,

1884-1915.

CO O K, A.B. "W ho w as the W ife of Z eus" ("Z eus'un Karısı K im di"). C R 20. 365 ,416 .

— Zeus (Zeus). Cam bridge, 1914-40.

— "Z eus, Jup iter and the O ak" ("Z eus, Jüpiter ve M eşe A ğacı"). C R 17.174 .

CO RN FO R D , F.M. From Religion to Philosophy (D inden Felsefeye). Londra, 1913.

CO RTSEN , S.P. "D ie Lem nische Inschrift" ("Lem nos Y azıtı"). G 1 1 8 .101 .

C U N Y, A. "L e nom des ioniens" ("İoniaTıların A d ı"). RH A 7 .2 1 .

CU Q , E. Etudes sur le droit babylonien, les lois assyriennes el les lois hittites (Babil Hukuku,

Asurların Yasaları ve H ititlerin Yasaları Üstüne İncelem eler). Paris, 1929.

C U REA U , A .L. Savage Man in Central Africa (O rta A frika'd a Y abanıl İnsan). Londra,

1915.

CU RW EN , E.C. Air Photography and Economic History (H ava Fotoğrafçılığı ve Ekonomi

Tarihi). Econom ic Society Bibliographies and Pam phlets, N o. 2. Londra.

— Plough and Pasture (Saban ve O tlak). Londra, 1946.

CZA PLICK A , M .A . Aboriginal Siberia (Sibirya'nın Yerli H alkı). O xford , 1914.

D A N G E, S. A. Land Fragments and Our Farmer (Toprak Parçaları ve Ç iftçim iz). Bombay,

1947.

D A REM BER G , C . ve SA G LIO , E. Dictionnaire des antiquites grecques el romaitıes (Eski

Yunan v e Rom a Sözlüğü). Paris, 1877-1919.

D A RESTE, R„ H A U SSO U ILLER , B., ve REİN A CH T, T. Recueil des inscriptions juridiques grecques (Y unan Yasaları Yazıtları D erlem esi), Paris, 1891-98.

DAS, J. K. "N otes on the Econom ic and A gricultural Life o f a L ittle-K now n T ribe on the

Eastern Frontier o f India" ("H ind istan 'ın Doğu Sınırındaki A z Bilinen Bir Kabilenin

Ekonom ik v e T arım sal Y aşam ı Ü stüne N otlar"). As 3 2 .4 4 0 .

D A W K IN S, R.M . The Sanctuary o f Artemis Orthia at Sparta (Sparta 'd aki A rtem is Orthia

Tapm ağı). Londra, 1929.

DE CA RA , P.C.A. Gli hethei-pelasgi: ricerclıedi storia e di archeologia orientate, greca ed italica (D oğu, G rek ve İtalik Arkeoloji A raştırm aları Tarihi). Rom a, 1894-1902.

DE M O RG A N , J. Prehistoric Man (Tarihöncesi İnsan). Londra, 1924.

D E PRA D EN N E, A .V . La prehistoire (Tarihöncesi). Paris, 1938, Prehistory (Tarihöncesi).

Londra, 1940.

D EUBN ER, L. Attische Feste (A ttika Bayram ı). Berlin, 1932.

D IA M O N D , A.S. Primitive Lazo (İlkellerde H ukuk). Londra, 1935.

Page 590: Thomson_Tarih Öncesi Ege

K a v n a k ç a 589

D IEH L, E. Anthologia Lyrica Graeca (Yunan Lirik Şiiri G üldestesi). Leipzijg, 1925.

DILLO N , T. The Cycles a f the Kings (Kral Dönem leri). O xford, 1946.

D IN N EEN , P. FiUdhe m Maighe. D ublin, 1906.

D O RSEY, J.O . "Siouan Socio logy" ("Sioux Sosyolo jisi"). A R B 15.

DRIBERG, J.H . The Lango: a Nilotic Tribe of Uganda (Lango'lar: U ganda'da Biir Nil Kabilesi).

Londra, 1923.

D U R H A M , M .E. Tribal Origins, Laws and Customs o f the Balkans (B a lk a n la rın K abile

Kökenleri, Yasaları ve A lışkıları). Londra, 1934.

DURKH EIM , E. ve M A USS, M. "D e quelques form es prim itives de c lassification " ("Bazı

İlkel Sınıflandırm a Biçim leri Ü zerine"). A S 6.

DUTT, R.P. India Today (Bugünkü H indistan). Londra, 1940.

EARTH Y, E.D. Valenge Women (Valenge Kadınları). O xford, 1933.

EGGAN , F. Social Anthropology o f North American Tribes (K uzey A m erika K abilelerinm

Toplum sal A ntropolojisi). C hicago, 1937.

EH REN BERG , V. People of Aristophanes (A ristophanes'in İnsanları). O xfo rd , 1943.

EH REN FELS, O .R. Motherright in India (H indistan'da A nalık H akkı). O x fo rd , 1941.

EISLER R. Orplıeus the Fisher (Balıkçı O rpheus). Londra, 1921.

ELD ERKIN , G.W . "T he M arriage of Zeus and H era" ("Z eus ile H era'n ın E vliliğ i"). AJA

4 1 .4 2 4 .

ELD ERKIN , K.M . "Jo inted D olls in A ntiquity" ("Eski Ç ağlarda O ynak B eb ek ler"). AJA

34. 455.

ELK IN , A .P. "R o ck P ain tings o f N orth-W est A ustralia ("K u z ey b a tı A v u stra ly a 'd a k i

Kaya Resim leri"). 0 1 .2 5 7 .

ELLIO T SM ITH , G. Evolution o f Man (İnsanın Evrim i). O xford , 1924.

EN G BERG , R.M . The Hyksos Reconsidered (Yeniden İncelenen H yksos). C h icag o , 1937.

EN G ELS, F. Dialektik der Nattir (D oğanın Diyalektiği). M arx-E ngels G esam tau sgabe.

— Ludwig Feuerbach. M arx-Engels Gesam tausgabe, Londra.

— Der Ursprtıng der Familie, des Privateigentums utıd des Staats (A ilenin, Ö z e l M ülkiyetin

ve D evletin Kökeni). M arx-Engels Gesam tausgabe.

EN GNELL, I. Studies in the Divine Kingship in the Ancient Near East (Eski Yakındoğu'daki

Kutsal K rallık Ü stüne İncelem eler). U ppsala, 1943.

ENTW 1STLE, W .J. European Balladry (Avrupa Baladları). O xford , 1939.

ERDM AN N , W. Die Ehe im alten Griechenland (Eski Yunanistan'da Evlilik). M ünih, 1934.

ERN O U T, A. ve M EILLET, A. Dictionnaire etymologique de la langue Latine (Latin Dili

K ökenbilim Sözlüğü). Paris, 1932.

ESM E1N , A. "La propriete fonciere dans les poemes homeriques" ("H o m e ro s Ş iirlerin d e

Toprak M ülkiyeti"). N RH 14. 821.

EVA N S, A.J. “Knossos Excavations" ("K nossos K azılan"). A B S 9 .

— 'T h e M ycenean Tree and Pillar C u lt" ("M ykene Ağacı ve D irek T ap ım ı"). JH S 21 .99 .

Page 591: Thomson_Tarih Öncesi Ege

5 9 0 TA RİH Ö N CESİ EGE

— Tlıe Palace of Miııos (M inos Sarayı). Londra, 1921-35.

— "T he Ring of N estor" ("N estor'un Y üzüğü"). JH S 4 5 .1 .

— Shaft Graves and Beehive Tombs of Mycenae (M ykene'deki O luk Göm ütler ve Arıkovanı

Lahitler). Londra, 1929.

EVA N S, l.H .N . The Negritos of Malaya (M alaya'daki N egritoTar). C am bridge, 1937.

FA RN ELL, L.R. Cults of the Greek States (Yunan Devlet T apım ları), O xford, 1896-1909.

— Greek Hero Cults (Yunan Kahram an Tapım ları), O xford, 1921.

FICK, A. Die Entstehung der Odyssee (O dysseia'nm O luşum u). G öttingen, 1910.

— die homerische Odyssee in der urspriinglichen Sprachform ıvieder hergestellt. (Başlangıçtaki

K onuşm a B içim iyle Y en id en Eski H aline G etirilen H om ero s'u n O d ysse ia 'sı).

Göttingen, 1883.

— Die Ilias in der urspriinglichen Sprachform luiederhergcstellt. G öttingen, 1886.

FIRTH, R. We, the Tikopia (Biz, TikopiaTar). Londra, 1936.

FISON, L. 'T h e N anga" ("N an ga 'lar"). J A I 14 .1 4

FORRER, E. "Fü r die Griechen in den Boghazköi-Inschriften" (Boğazköy-Yazıtlarında

Yunanlılar). K F 1. 252.

FO R SD Y K E, E.J. "T h e P ottery C alled M inyan W are" ("M in ia s Ç öm leğ i D enilen

Ç öm lekler"). JH S 34 126.

FO RTU N E, R. The Sorcerers ofDobu (D obu'lu Büyücüler) Londra, 1932.

FO TH ERIN G H A M , J.K . "C leostratu s". JH S 39.164 .

FO W LER, W .W . "M und us Patet". JRS 3 9 .164 .

— Roman Festivals (Rom a Bayram ları). Londra, 1899.

FO X, C.E. The Threshold o f the Pacific (Büyük O kyanus'un Eşiği). Londra, 1924.

FOX, H.M. "L u nar Periodicity in reproduction" ("Ü rem ede A y D önem leri"). PRS. B. 95.

526.

— Selene, or Sex and the Moon (Selene ya da Cinsellik ve Ay) Londra, 1928.

FRA N KEL, H. Die homerischen Gleichnisse (H om eros'da M ecaz). G öttingen, 1921.

FRAZER, J.G . Apollodorus (A pollodoros). Londra, 1921.

— Folklore in the Old Testament (Tevrat'ta Folklor). Londra, 1919.

— The Golden Bough (A ltın Dal). Londra, 1923-27. The Magic Art and the Evolution of Kings (Büyü Sanatı ve K ralların Evrim i). Taboo and the Perils o f the Soul (Tabu ve

Ruhun K orkulan). The Dying God (Cançekişen T ann). Adonis, Attis, Osiris. Spirits of the Corn and of the Wild (Ekinlerin ve Ormanların Ruhlan). 77le Scapegoat (Vur Abalıya).

Balder the Beautiful, the Fire Festivals of Europe, and the Doctrine of the External Soul (Ne Denli Süssüzse O Ö lçüde Güzel, Avrupa'nın Ateş Şenlikleri ve Dış Ruh Öğretisi).

— Lectures on tlıe Early History of Kingslıip (K rallığ ın Erken T arih i Ü stüne D ersler).

Londra, 1905.

— Pausanias's Descriptions o f Greece (Pausanias'ın Yunanistan Betim lem eleri). Londra,

1898.

Page 592: Thomson_Tarih Öncesi Ege

K a y n a k ç a 591

— Totemica. Londra, 1937.— Totemisin and Exogamy (Totem cilik v e D ışevlilik). Londra, 1910.

FRÖ D IN , O. v e PERSSO N , A .W . Asine. Stockholm , 1938.

FURTVVA N G LE R , O . ve R E İC H H O L D , C. Griechische Vasenmalerei (Y u n an V azo

Ressam lığı). M ünih, 1904-32.

FU STEL d e C O U LA N G ES, N .D. La cite antique (Eski Kent). Y edinci basım , Paris, 1878.

G A R D IN E R , E.N . Olympia, its History and Remains (O lym p ia, T a rih i ve K alıntıları).

O xford, 1925.

G A R STA N G , J. The Hittite Empire (H itit İm paratorluğu). Londra, 1929.

G A STER , T.H . "T h e G races in Sem itic Folklore" (Sam i Folklorunda Ü ç G üzeller). JRA

1938 .37 .

— "R as Sham ra, 1929-39". A n 13. 304.

G A T SC H E T , A .S. A Migration Legend o f the Creek Indians (C reek Y erlilerin in B ir G öç

Söylencesi). Philadelphia, 1884.

G ERH A RD , E. Auserlesenegriechische Vasenbilder (Seçm e Yunan V azo Resim leri). Berlin,

1840.

G LA N V İLLE, S . R. The Legacy o f Egypt (M ısır'ın Kalıtı). O xford, 1942.

G LO TZ , G . La citegrecque (Yunan K enti). Paris, 1928.

— La civilisation âgienııe (Ege U ygarlığı). Paris, 1923.

— La solidarity de la famille dans le droit criminel en Grece (Y u n an istan 'd ak i Ceza

H ukukunda A ile D ayanışm ası). Paris, 1904.

— Le travail dans la Grece ancienne (Eski Yunan'da Çalışm a). Paris, 1920.

G O D EFRO Y, F. Dictionnaire de Vancienne langue fraııçaise de JXe ait XVe siecle (Dokuzuncu

ve On Beşinci Y üzyıllar A rası Eski Fransızca Sözlüğü). Paris, 1880-1902.

G O LD EN W EISER , A. Anthropology (A ntropoloji). Londra, 1937.

G R A N ET, A. La civilisation chinoise (Çin Uygarlığı). Paris, 1929.

G R A Y , H .L. English Field Systems. (İn giltere 'd e Tarla D üzenleri). C am b rid g e, M ass.,

1915.

G R A Y , L.H. Foundations o f Language (D ilin Tem elleri). New York, 1939.

G R EY , G. journals o f Two Expeditions of Discovery in North-Western and Western Australia (Kuzeybatı ve Batı A vustralya'ya Düzenlenen İki Keşif Seferinin G ünceleri). Londra,

1841.

G R Ö N BEC H , V. Culture of the Teutons (Töton 'lann Kültürü). O xford, 1931.

G R O T E, G. History o f Greece (Yunanistan Tarihi). İkinci basım , Londra, 1869.

G R U N D Y , G.B. Thucydides and the History of his Age (Thukydides ve Ç ağının Tarihi).

Londra, 1911.

G R U PPE, O. Griechische Mythologie uud Religionsgeschichte (Yunanlılarda M itologya ve

Din). M ünih, 1906.

GUGUSHV1L1, A. "N icholas M arr". Ge 1 .101 .

Page 593: Thomson_Tarih Öncesi Ege

5 9 2 T a r İ h ö n c e s İ E g e

GU1RAUD, P. La propriât6 fonciere eıı Grece (Yunanistan’da T o p rak M ülkiyeti). Paris 1893.

G U M M ERE, F.B. Old English Ballads (Eski İngiliz Baladları). Boston, 1894.

GUN N, D.L., JEN KIN , P.M. ve GUN N, A.L. "M enstrual Periodicity" (Aybaşı Dönemleri). JOG 44. 839.

G U RD O N , P.R.T. The Klıasis (K hasi'ler). Londra, 1914.

G U RN EY, O .R . The Hittites (H ititler). Londra, 1952.

H AD DO N , A.C. Evolution in Art (Sanatta Evrim). Londra, 1895.

— Reports of the Cambridge Anthropological Expedition to the Torres Straits (Torres Boğazı'na

Yapılan C am bridge A ntropolojik K eşif Seferinin Raporları). C am bridge, 1908.

HAD OW , W.H. A Comparison ofPoetiy and Music (Şiir ile M üziğin Bir Karşılaştırm ası).

Cam bridge, 1926.

H AECKEL, J. "T otem ism u s und Zw eiklassensystem bei den Sioux lnd ianern" ("Sioux

K ızılderililerinde Totem cilik v e İki Sınıf Sistem i"). A s 32. 2 1 0 ,4 5 0 .

HALE, H. The Iroquois Book of Rites (İrokua'ların Kuttörenler K itabı). Philadelphia, 1883.

H A LEY, j.B . "T he C om ing o f the G reeks" ("Y unanlıların G elişi"). A JA 3 2 .1 4 1 .

HALL, H R . Ancient History o f the Near East (Yakındoğu'nun Eski Tarihi). Onuncu basun,

Londra, 1947.

— 'T h e C aucasian R elations o f the Peoples o f the Sea" ("D en iz H alklarının Kafkasya

ile İlişkileri"). K 2 2 .3 3 5 .

— The Civilisation o f Greece in the Bronze Age (Tunç Ç ağı'nda Yunan Uygarlığı). Londra,

1928.

— "K eftiu and the Peoples o f the S e a " ("K eftiu ve D eniz H alk ları"). A BS 8 .1 5 7 .

H A LLID A Y, W .R. "T h e H ybristika". ABS 1 6 .2 1 2 ,

H A M BLY, W . D . Origins o f Education among Primitive Peoples (İlkel H alklarda Eğitimin

K ökenleri). Londra, 1926.

H A M M O N D , J.L . ve B. The Village Labourer (Köy Em ekçisi). D ördüncü basım , Londra,

1936.

H AN SEN , H .D. Early Civilisation in Thessaly (Thessalia'da Erken U ygarlık). Baltimore,

1933.

H ARRISON , J.E . Prolegomena to the Study o f Greek Religion (Yunan Dininin İncelenmesine

Ö ndeyişler). Ü çüncü basım . Cam bridge, 1922.

— "Prim itive H ero W orship" ("İlkellerd e Kahram ana T ap m a"). C R 6 .4 7 4 ,7 .7 4 .

— Themis. C am bridge, 1912.

H A RRISSO N , T . Savage Civilisation (Yabanıl Uygarlık). Londra, 1937.

HASEBROEK, L. Staat und Handel im alten Griecheıdand (Eski Yunan'da Tecim ve Siyaset).

Tübingen, 1928.

H A ST IN G S, J . Encyclopaedia o f Religion and Ethics (D in v e A k tö re A nsik loped isi).

Edinburgh, 1908-18.

Page 594: Thomson_Tarih Öncesi Ege

K a y n a k ç a 593

HAW ES, H.B., W IIL1A BS, R.E., SEA G ER, R.B. ve HALL, E.H. Gournia, Vasiliki, and other Prehistoric Sites on the Isthmus o f Hiera petra (Crete) [Gournia, V asiliki, ve H ierapetra

K ıstağı'ndaki (Girit) Ö teki T arihöncesi Yerleşim M erkezleri] Philadelphia, 1908.

H AW KES, C .F.C. Prehistoric Foundations of Europe (A vrupa'nın T arihöncesi Tem elleri).

Londra, 1939.

HEAD, B.V. Historia Numorum. İkinci basım , O xford, 1911.

H EIC H ELH EIM , F. Wirtschaftsgeschichte des Altertums (A ntik D önem İktisat Tarihi).

Leiden, 1939.

H EITLAN D , W .E. Agricola (Tarım ). Cam bridge, 1921.

H ERTER, H. "T heseu s der A thener" ("A tinalı Theseus"). RM 8 8 .2 4 4 ,2 8 9 .

H ERZFELD , E.E. Archaeological History o f Iran (İran'ın Arkeolojik Tarihi). Londra, 1935.

H EU RTLEY , W .A . Prehistoric Macedonia (Tarihöncesi M akedonya). C am bridge, 1939.

— 'T h e Site o f the Palace o f O d ysseus" ("O dysseus'un Sarayının Bulunduğu Y er"). An

9 .4 1 0 .

H O BH O U SE , L.T., W H EE L ER , G .C . ve G IN SB E R G , M . Material Culture and Social Institutions o f the Simpler Peoples (İlkel H alkların M addi K ü ltü rü v e T op lu m sal

K urum lan). Londra, 1930.

H O CART, A .M . Kingship (Krallık). O xford, 1927.

H O EBEL, E .A . "C o m an ch e and Sh o sh o n e R elationship S y ste m s" ("K o m a n çi ve

Şoşon'larda A krabalık S istem leri"). AA 4 1 .440 .

HO GARTH , D.G. Excavations at Ephesus: the Archaic Artemision (Ephesos K azıları: Eski

A rtem is Tapınağı). Londra 1908.

H O LLIS, A.C. The Masai, their Language and Folklore (M asai'ler, D illeri ve Folklorları).

O xford, 1905.

— The Nandi, their Language and Folklore (N andi'ler, Dilleri ve Folklorları). O xford, 1909.

H O M A N S, G .C. English Villagers o f the Thirteenth Century (On Ü çüncü Y üzyıl İngiliz

K öylüleri). Cam bridge, M ass., 1942.

H O M O LLE, T. "C om ptes des hieropes de tem ple d 'A pollon d elien ", BCH 6.1.

H OOKE, S.H . Myth and Ritual (Söylence ve Kuttören). O xford, 1933.

— Origins of Early Semitic Ritual (İlk Sam i K uttörenlerinin K ökenleri). Londra, 1938.

H OPKINS, C. "The Early H istory of G reece" ("Yunanistan'ın Erken T arih i"). Y C S 2 .115 .

H O RT, A. Theophrastus, Enquiry into Plants (Theophrastos, B itk ilerin A raştırılm ası).

Londra, 1916.

H O SE,C . ve M cDOUGALL, W. Pagan Tribes of Borneo (Bom eo'daki Putatapan Kabileler).

Londra, 1912.

H O W IT r, A. W. "N ative Tribes o f South-East A ustralia" ("G üneydoğu A vustralya'daki

Yerli K abileler"). J A I 37. 268.

— Native Tribes o f South-East Australia (Güneydoğu A vustralya'daki Y erli Kabileler).

Londra, 1904.

Page 595: Thomson_Tarih Öncesi Ege

594 T a r î h ö n c e s İ E g e

H UBERT, H. Greatness and Decline of Celts (Keklerin Yükselişi ve Ç öküşü). Londra, 1934.

H UN T, A.S. Tragicorum Graecorum fragmenta papyracea. O xford, 1912.

HUN T. D .W . "Feu d al Survivals in Ion ia" (“İonia'daki Feodal K alıntılar"). JH S 67 .6 8 .

H UTTO N , J.H . The Sema Nagas. Londra, 1921.

HYDE, D. Abhrain diadha Shuige Chonnacht, Londra, 1906.

IM H O O F-BLU M ER, F. "C oin Typ es o f Kilikian C ities" ("K ilik ia K entlerindeki M adeni

Para T ip leri"). JH S 1 8 .161.

IM H O O F-BLU M ER, F. ve G A R D N E R , P. "N u m ism atic C om m en tary on Pausanias"

("Pausanias Ü stüne Parabilim sel Y orum "). JH S 7 .9 9 .

IVENS, W .G. Island Builders of the Pacific (Büyük O kyanus'un A da K urucuları). Londra,

1930.

— The Melanesians of the South-East Solomon Islands (Güneydoğu Solom on A dalan'ndaki

M elanezyalılar). Londra, 1927.

JA CKSO N , K. Early Celtic Nature Poetry (Erken Dönem Kelt Doğa Şiiri). Cam bridge, 1935.

JA RD E, A. La formation du people grec. (Yunan H alkının O luşum u). Paris, 1923.

JEA N M A IRE, H. Couroiet Couretes. Lille. 1939.

JEA N R O Y , A. Les origities de la poesie lyrique (Lirik Şiirin Kökenleri). İkinci basım , Paris,

1904.

JEBB, R.C. Homer (H om eros). Yedinci basım , G lasgow , 1905.

JO H A N SEN , K.F. Maden i tidlig graesk kunts. K openhang, 1934.

JO LO W ICZ, H.F. Historical Introduction to the Study o f Roman Lazo (Rom a H ukukunun

İncelenm esine Tarihsel Giriş). Cam bridge, 1939.

JO YCE, P. W. Social History o f Ancient Ireland (Eski İrlanda'nın Toplum sal Tarihi). Londra,

1903.

JU N O D , H. A. Life o f a South African Tribe (B ir G üney Afrika K abilesin in Yaşam ı). İkinci

basım , Londra, 1927.

JU N O D , H.P. The Bantu Heritage (Bantu Kalıtı). Johannesburg, 1938.

KA RSTEN , R. The Civilisation o f the South American Indians (Güney A m erika Yerlilerinin

Uygarlığı). Londra, 1926.

KEM P, P. Healing Ritual (Sağaltm a Kuttöreni). Londra, 1935.

KIN G , L.W . "Sennacherib and the Ion ians". JH S 3 0 .3 2 7 .

KIRCH H O FF, A. Homer's Odyssee (H om eros'un O dysseia'si). Berlin, 1859.

K 1RCH N ER,J. Prosopographia Attica. Berlin, 1901.

K Ö N IN G , F.W . "M u tterech t und T hronfolge im alten E lam ". Festschrift der National- bibliothek in Wien. (Eski E lam 'da A nalık H akkı ve T acın D evri). V iyana, 1926.

— Relief und Insclırift des Königs Dareios von Bagistan (Bagistan Kralı D areios'un Rölyef

ve Yazıtı). Leiden, 1938.

— die Stele von Xanthos: Metrik und Inhalt (X antos'un Ü slubu: Vezin ve İçerik). Viyana,

1936.

Page 596: Thomson_Tarih Öncesi Ege

K a y n a k ç a 595

KOSCHAKER, P. "Fratriarchat, Hausgemeinschaft und M utterecht in Keilschriftrechten"

(Çivi Yazısı H ukukunda A naerkillik , Ev Topluluğu ve Ana H akkı). ZA 4 1 .1 .

KO VA LEVSK Y, M .M . Tableau des origin® de revolution de İn famillc et de la yropridte (Aile

ve M ülkiyelin Evrim inin K ökenlerinin Tablosu). Stockholm , 1890.

K RA U SE, W. "Die Ausdriicke fiir das Schicksal bei Homer" ("H o m ero s'd a K aderin Dile

G etirilişi") G 1 2 5 .1 4 3 .

KRIGE, E.J. Social System o f the Zulus (ZuluTarda Toplum sal D izge). Londra, 1936.

K RO EBER, A.L. "T he C lassificatory System o f R elationship" ("A krabalık ları Sınıflan­

dırm a S istem i"). JA I. 3 9 .7 7 .

KÜ H N ER, R., BLASS, F. ve G ER TH , B. Ausfiihrliche Grammatik der griectıischen Sprache (Yunan Dilinin A yrıntılı G ram eri). H anover, 1890-1908.

LA C H M A N N , K. Betrochtungen iiber Homers Mas (H om eros'u n İly a d a 's ı Ü zerin e D üşünceler). Berlin, 1874.

LA M BRİN O , M .F. Les vases archaiques d'Histria (H istria 'nm A ntik V azoları). Bükreş, 1938.

LA N D T M A N , G . Origin o f the Inequality o f the Social Classes (T o p lu m sal S ın ıfların

Eşitsizliğ inin K ökeni). Londra, 1938.

LAN G, R.H . "A rchaic Surv ivals in C ypru s" ("K ıb n s'd ak i Eski K alıntılar"). JA I 1 2 .186 .

LA N G D O N , S. The Babylonian Epic o f Creation (Babil Yaratılış D estanı). O xford , 1923.

— Babylonian Menologies and Semitic Calendars (Babil ve Sam i Takvim leri). Londra, 1935.

LA RO CH E, E. "R echerches sur les nom s des dieux hittites" ("H itit Tanrılarının A dlan

Ü stüne A raştırm alar"). RH A 7.

LAT1SCH EW , B. "Z u r E p ig rap h ic von Böotien und Lam ia" ("B ö o tien v e L am ia 'n ın

M ezar Y azıtları"). M DA 7 .3 4 9 .

LATRO N , A. La vie rurale en Syrie et au Liban (Suriye'de ve Lübnan'da Kırsal Yaşam ).

Beyrut, 1936.

LA YA RD , J. Stone Men ofM aiekula (M alekula'nın Taştan A dam ları). Londra, 1942.

LEA F, W . Troy (Troya). O xford, 1912.

LEA KEY, L.S.B. Stone Age Africa (Taş Çağı Afrikası). O xford, 1936.

LEJEU N E, M . Traits de phonitique grecaue (Yunanca Sesbilg isinin İncelenm esi). Paris,

1947.

LEN IN , V.I. Selected Works (Seçm e Yapıtlar). Londra.

LETHABY, W.R. 'T h e Earlier Tem ple o f Artemis at Ephesus" ("Ephesos'daki İlk Artem is

T apınağı"). JH S 3 7 .1 .

LIN YU EH -H W A , "K inship System o f the Lolo" ("Lolo 'iarda A krabalık S istem i"). HJA

9 .8 1 .

LODGE, O. Peasant Life in Jugoslavia (Yugoslavya'da Köylü Yaşam ı). Londra, 1941.

LOR1M ER, H.L. "H om er's U se of the Past" ("H om eros'un G eçm işi K ullanışı"). JH S 49.

145.

Page 597: Thomson_Tarih Öncesi Ege

5 9 6 T a r i h ö n c e s i E g e

— "Pu lv is et U m bra". JH S 5 3 .1 6 1 .

LOW IE, R.H. Primitive Society (İlkel Toplum ). New York, 1929.

M A CA LISTER, R.A. Textbook o f European Archaelogy (Avrupa A rkeolojisi D ers Kitabı).

C am bridge, 1921.

M A CCU RD Y, J.T . The Psychology of Emotion (D uygulanım ın Ruhbilim i). Londra, 1925.

M A CLEO D , J. The New Soviet Theatre (Yeni Sovyet Tiyatrosu). Londra, 1943.

M A CPH ERSO N , S. Form in Music (M üzikte Biçim). Londra, 1915.

M A IN E, H.S. Village Communities in the East and West (D oğuda ve Batıda Köy Toplu­

lukları). İkinci basım , Londra, 1890.

M A ITLAN D , F.W . Domesday Book and Beyond (D om esday Book ve Ö tesi) [Domesday

Book: 1086'da İngiltere'd e Kral W illiam 'm buyruğuyla yapılan araştırm ada arazi

sahiplerinin ve onların m al ve m ülklerinin sayım ını içeren kitap, ç.n.], Cam bridge,

1897.

M ALINOW SKI, B. Coral Gardens and Their Magic (M ercan Bahçeleri ve Büyüleri). Londra,

1935.

— The Family among the Australian Aborigines (A vustralya Y erlilerinde A ile). Londra,

1913.

— "K in sh ip " ("A k rabalık"). M 3 0 .1 9 .

— 'T h e Problem of M eaning in Prim itive Languages" ("İlkel D illerde Anlam Sorunu").

O gden 296.

— Sex and Repression in Savage Society (İlkel Toplum da C insellik ve Bastırm a). Londra,

1927.

M A N , E .H . "O n the A borig inal Inhabitants of the A ndam an Isla n d s" ("A n d am an

A daları'nda Yaşayan Y erliler Ü stüne"). JA 1 12.-327.

M A N N H A R D T, W. Germanische Mythen (Cerm en Söylenceleri). Berlin, 1858.

M ARX, K. Das Kapital (M arx-Engels G esam tausgabe.)

MARX, K. ve ENGELS, F. Briefıoechsel (Seçme Yazışmalar) (M arx-Engels Gesamtausgabe).

M ASON , O .T. Woman's Share in Primitive Culture (İlkel Kültürde K adının Payı). Londra,

1895.

M ATH EW , J. Tıvo Representative Tribes of Queensland (Q ueensland'den İki Ö rnek Kabile).

Londra, 1910.

M A TSU M O TO , H. 'T h e Stone Age People o f Japan" ("Japonya'n ın Taş Çağı İnsanları").

AA 23. 50.

M CK EN ZIE, D. The Infancy o f Medicine (Tıbbın Çocukluk Çağı). Londra, 1927.

M EAD, M. Co-operation and Competition among Primitive Peoples (İlkeller Arasında İşbirliği

ve Yarışm a). N ew York, 1937.

M EEK, C.K . A Sudanese Kingdom: an Ethnographical Study o f the Jukun-speaking Peoples of Nigeria (Bir Sudan Krallığı: N ijerya'daki Jukun Dili Konuşan H alklar Üstüne Etnolojik

Bir İncelem e). Londra, 1931.

Page 598: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Ka y n a k ç a 597

M EILLET, A. Introduction n I’dtude comparative des langues indoeuroptennes (H int-Avrupa

D illeri Ü stüne K arşılaştırm alı B ir İncelem eye G iriş). Sekizinci basım , Paris, 1937.

M EILLET, A. ve V EN D RYES, J. Grammaire compare des langues classiques (K lasik Dillerin

K arşılaştırm alı D ilbilgisi). İkinci basım , Paris, 1927.

M EISSN ER, B. Babylonien und Assyricn (Babilliler ve A surlar). H eidelberg, 1925.

M İCH ELL, H. Economics of Ancient Greece (Eski Yunan'ın Ekonom isi). C am bridge, 1940.

M ICH ELL, J. ve R. The Russians in Central Asia (Orta A sya'daki Ruslar). Londra, 1865.

M ILLS, J.P . The Ao Nagas (Ao N aga'lar). Londra, 1926.

— The Rengma Nagas (Rengm a N aga'lar). Londra, 1927.

M O M M SEN , A. Feste der Stadt Athen (Atina Kentinde Bayram lar). Leipzig, 1898.

M O M M SEN , T. Römisclıe Geschichte (Rom a Tarihi). Berlin, 1881-85.

M O O RH O U SE, A.C. "T he N am e of the Euxine Pontus" (Karadeniz Pontus'unun Adı).

CQ 3 4 .123 .

M O RET, A. ve D A VY G. Des clans mix empires (Kabileden İm paratorluğa). Londra, 1926.

M O RG A N , L.H. Ancient Society (Eski Toplum ). İkinci basım , Chicago, 1910.

— The League of the Iroquois (İroku a'lar Birliği). Rochester, 1851.

— Systems o f Consanguinity and Affinity o f the Human Family (İnsan A ilesinde Kandaşlık

ve Evlilik Yoluyla A krabalık Sistem leri). New York, 1871.

M U N RO , J.A .R. "Pelasgians and lon ian s" ("P elasg 'lar ve İon 'lar"). JH S 5 4 .1 4 0 .

M YRES, J.L . History o f Rome (Rom a Tarihi). Londra, 1914.

— Who Were the Greeks? (Y unanlılar Kimdi?). Berkeley, 1930.

N IEBU H R, B.G. Römisclıe Geschichte (Rom a Tarihi). Berlin, 1811-12.

N ILSSO N , M .P. Greek Popular Religion (Yunan H alk Dini). N ew York, 1940.

— History of Greek Religion (Y unan Dini Tarihi). O xford, 1925.

— Honıer and Mycenae (H om eros v e M ykene). Londra, 1933.

— Minoan-Myccnaean Religion (M inos-M ykene Dini). Lund, 1927.

— Mycenaean Origin o f Greek Mythology (Y unan M itologyasim n M ykene K ökeni).

Londra, 1932.

— Primitive Time Reckoning (İlkellerde Z am an Hesaplam a). Lund/O xford, 1920.

O G D EN , C .K . ve RIC H A R D S, I. A. The Meaning o f Meaning (A nlam ın A nlam ı). Londra,

1927.

O N IA N S, R.B. "O n the Knees of the G ods" ("Tanrıların D izinde"). CR 3 8 .2 .

O RD E BROW NE, G.S. The Vanishing Tribes o f Kenya (Kenya'da Yitmekte Olan KabUeler).

Londra, 1925.

O RW IN , C.S. ve C .S. The Open Fields (A çık Tarlalar). O xford, 1938.

Oxford Book o f English Verse. 1918.

Oxford English Dictionary. O xford , 1933.PA G ET, R.A .S. "D ev o lu tio n du langage" ("D ilin E vrim i"). Psychologic du langage (DU

Ruhbilim i), 92.

Page 599: Thomson_Tarih Öncesi Ege

5 9 8 T a r İ h ö n c e s i E g e

— Human Speech (İnsanlarda Konuşm a). Londra, 1930.

PA R R Y , M. "S tu d ies in the Epic T ech nique o f V erse-m ak in g " ("E p ik Ş iir Yazm a U ygulayım ı Ü stüne İncelem eler"). H SC 41.73.

— "Traces o f the D igam m a in Ionic and Lesbian G reek" ("İon ve Lesbos Yunancasında D igam m a'nın İzleri"). L 10 .130 .

PATO N , W .R. ve H IC K S, E.L. Inscriptions of Cos (Kos Yazıtları). O xford, 1891.

PAYN E, H .C. "T he Plough in A ncient Britain" ("Eski Britanya'da Saban"). A J 104. 82.

PAYN E, H .G.G. "A rchaeology in G reece" ("Y unanistan 'da A rkeolo ji"). JH S 55.147 .

PEA RSO N , L. Early Ionian Historians (İlk Yunan Tarihçileri). O xford, 1929.

PEEL, R.F. "R ock-paintings from the Libyan D esert" ("L ibya Ç ölii'n dek i Kaya Resim ­

leri"). An 13. 389.

PEN D LEBU RY, J.D .S. Archaeology of Crete (Girit A rkeolojisi). Londra, 1939.

PETRIE, W .M .F. History of Egypt (M ısır Tarihi). Londra, 1894-1901.

— Social Life in Ancient Egypt (Eski M ısır'da Toplum sal Yaşam ). Londra, 1923.

PICA RD , C. Ephese et Claros (Ephesos ve Klaros). Paris, 1922.

PICKA RD -CAM BR1D G E, A.W . Dithyramb, Tragedy and Comedy (D itiram b, Tragedya ve

Kom edya). O xford, 1927.

PLEKH AN O V, G.V. Role of the Individual in Histonj (Tarihte Bireyin Rolü). Londra, 1940.

PREN TICE, W .K. "T he A chaeans" ("A kha'Iar"). AJA 3 3 .206 .

PRESCO TT, W .H . Conquest o f Peru (Peru'nun Fethi). (Everym an basım ı.) Londra, 1908.

PR ITC H A R D , J.B . Palestinian Figurines (F ilistin 'd ek i K üçük Y ontu lar). New H aven,

Conn., 1943.

Q U A IN , B.H. "T h e Iroquois" ("İrok u a 'lar"). M eade 240.

Q U IG GIN , E.C. Essays and Studies Presented to William Ridgeway (W illiam Ridgew ay'e

Sunulan D enem eler ve incelem eler). Cam bridge, 1913.

RADCL1FFE-BROW N , A.R. The Andaman Islanders (Andam an A dalan 'nda Yaşayanlar).

Cam bridge, 1933.

— "T h e Social O rg an isatio n o f the A ustralian T rib e s" ("A v u stra ly a K abilelerin in

Toplum sal Ö rgütlenm esi"). O 1 .3 4 ,2 0 6 ,3 2 2 ,4 2 6 .

— "Three Tribes o f W estern A ustralia" ("B alı A vustralya'daki Ü ç K abile"). JA I 43 .143.

— "Totem ism in Eastern A ustralia" ("D oğu A vustralya'da T otem cilik"). JA I 59. 399.

RA DIN , P. Indians o f South America (Güney Am erika Yerlileri). New York, 1942.

RA D LO V, V.V. Aus Sibirien (Sibirya'dan). Leipzig, 1884.

— Proben der Volkslitteratur der tiirkischem Stamme und der Dsungarischen Steppe. St.

Petersburg, 1866-96

RAM SAY, W.M. Asianic Elements in Greek Civilisation (Yunan Uygarlığında Asya Öğeleri).

Londra, 1927.

REIN A CH , S. Orpheus. Paris, 1909.

REVILLO U T, E. L'ancienne Egypte (Eski M ısır). Paris, 1909.

Page 600: Thomson_Tarih Öncesi Ege

K a y n a k ç a 599

RID G EW A Y, W . The Early Age o f Greece (Yunanistan 'ın Erken Çağı). C am bridge, 1901-

31.— "M easu res and W eig h ts" ("U zu n lu k ve A ğırlık Ö lçü leri"). A Companion to Greek

Studies. C am bridge, 1905.

— "T he H om eric Land System " ("H om eros'd a Toprak S istem i"). JH S 6 .3 1 9 .

R IV E R S, W .H .R . History o f Melanesian Society (M elanezya T op lu m u n u n Tarihi).

C am bridge, 1914.

— Kinship and Social Organisation (A krabalık ve Toplum sal Ö rgütlenm e). Londra, 1932.

— The Todas (Toda'lar). Londra, 1906.

ROBERT, L. Etudes anatoliennes (A nadolu İncelem eleri). Paris, 1937.

R O B ER TSO N SM IT H , W. Kinship and Marriage in Early Arabia (E sk i A rab istan 'd a

A krabalık ve Evlilik). İkinci basım , Londra, 1903.

— Religion o f the Semites (Sam ilerin Dini). Ü çüncü basım , Londra, 1927.

RO BIN SO N , D.M . "Inscriptions from O lynthus" ("O iynthos Y azıtları"). A PA 6 5 .1 0 3 .

RO D D , R. Homer's Ithaca (H om eros'un İthaka'sı). Londra, 1927.

ROSCOE, J. The Bağanda (Baganda'lar). Londra, 1911.

— The Banyankole (Banyankole'ler). Cam bridge, 1923.

— The Bakitara or Banyoro, C am bridge, 1923.

— The Bagesu and Other Tribes o f the Uganda Protestorate (B ag esu 'lar ve K orunuk

U ganda'daki Ö teki Kabileler). Cam bridge, 1924.

— The Northern Bantu (K uzeyli B an tu iar). Cam bridge, 1915.

RO STO VTZEFF, M. History o f the Ancient World (Eski Dünya Tarihi). O xford, 1927.

RO TH , W .E. Ethnological Studies among North-West Queensland Aborigines (K uzeybatı

Q ueensland Yerlileri A rasında Etnolojik İncelemeler). Brisbane/Londra, 1897.

ROUSE, W .H.D. Greek Votive Offerings (Yunanlılarda Adak Sunulan). Cam bridge, 1902.

R U SSELL, R.V. ve LA L, R .B .H . Tribes and Castes o f the Central Provinces o f India (H indistan 'ın M erkez Eyaletlerindeki Kabileler ve Kastlar). Londra, 1916.

SC H A C H ER M EYR, F. Hethiter und Achaer (H ititler ve A kha'lar). Leipzig, 1935.

SC H A PERA , I. The Bantu-speaking Tribes of South Africa (Güney A frika'd a Bantu Dili

K onuşan Kabileler). Londra, 1937.

SCH EFO LD , K. "K leisth en es." M H 3. 59.

SC H O O LC R A FT, H .R. Indian Tribes of the United States (Birleşik D evletler'd eki Yerli

Kabileleri). Philadelphia, 1853-56.SCH U H L, P.M . La formation de la pensie grecque (Yunan D ü ş ü n c e s in in O luşum u). Paris,

1934.

SC H W Y Z ER , E. Griechische Grammatik (Yunanca Dilbilgisi). M ünih, 1939.

SCO TT, J.A . 'T h e Relative A ntiquity o f H om eric Books" ("H om erik Kitaplarm Görece

Eskilliğ i"). C P 1 4 .1 3 6 .— "T he Relative A ntiquity o f the Iliad and O dyssey" ("İlyada ile O dysseia nın G örece

Page 601: Thomson_Tarih Öncesi Ege

6 0 0 TARİHÖNCESİ EGE

Eskilliğ i") CP. 6 .1 5 6 .

— The Unity o f Homer (H om eros'da Birlik). Berkeley, 1921.

SEEBO H M , F. The English Village Community (İngiliz Köy Topluluğu). Dördüncü basını,

Cam bridge, 1926.

— Tribal Custom in Anglo-Saxon Laıo (Anglosakson H ukukunda K abile Töresi). Londra,

1911.

SEEBO H M , H.E. The Structure of GreekTribal Society (Yunan Kabile Toplum unun Yapısı).

Londra, 1895.

SELLİG M A N , C .G . The Melanesians of British Nezv Guinea (İn giliz Y eni G ine'sind ek i

M elanezyalılar). C am bridge, 1910.

— Pagan Tribes o f the Nilotic Sudan (N il Sud an 'ındaki Putatapan K abileler). Londra,

1932.

— The Veddas (V edda'lar). Cam bridge, 1911.

SELTM A N , C.T. Athens, Its History and Coinage. (Atina, Tarihi ve P aralan). Cam bridge,

1924.

SEM PLE, E.C. Geography of the Mediterranean Region (A kdeniz Bölgesinin Coğrafyası).

Londra, 1932.

SH IR O K A G A R O FF, S.M . Social Organisation of the Manchus (M ançu 'ların Toplum sal

Örgütlenm esi). Şanghay, 1924.

SKEN E, W .F. Celtic Scotland (Kelt İskoçyası). İkinci basım. Edinburgh, 1908.

SM ITH , E.A. "M yths o f the Iroquois" ("İrokua Söylenceleri"). A RB 2. 77.

SM ITH , E.W. ve D A LE, M. The lla-speaking Peoples o f Northern Rhodesia (Kuzey Rodez­

ya'daki İla D ili K onuşan H alklar). Londra, 1920.

SM ITH , S. Babylonian Legends of Creation (Babil Yaratılış Söylenceleri). Londra, 1931.

SM YTH , R.B. The Aborigines o f Victoria (Victoria Yerlileri). Londra, 1878.

SPEN CER, B. ve G ILLEN , F.J. Across Australia (Baştan Başa A vustralya). Londra, 1912.

— The Arunta (A runta'lar). Londra, 1927.

— Native Tribes of Central Australia (Orta A vustralya'daki Yerli Kabileler). Londra, 1899.

— Native Tribes of the Northern Territory o f Australia (A vustralya'nın Kuzey Bölgesindeki

Yerli Kabileler). Londra, 1914.

— Northern Tribes of Central Australia (Orta A vustralya'daki Kuzeyli Kabileler). Londra,

1904.

STA LIN , J.V . Dialectical and Historical Materialism (D iyalektik ve Tarihsel M addecilik).

Londra.

STA W ELL, F.M . Homer and Odyssey (H om eros ve O dsysseia). Londra, 1909.

STERN , B.J. Lewis Henry Morgan. Chicago, 1931.

STRA U SS, C.L. "T he Social Use o f K inship Term s am ong Brazilian Indians" ("Brezilya

Yerlilerinde A krabalık Terim lerinin Toplum sal K ullanım ı"). AA 4 5 .3 0 8 .

STU RTEVA N T, E.H . Hittite Glossary (Hitit Dili Sözlüğü). Philadelphia, 1936.

Page 602: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Ka y n a k ç a 601

TA LBO T, D.A. Woman's Mysteries o f a Primitive People (İlkel B ir H alk ta K ad ın G iz li

Tapım ları). Londra, 1915-

TA LBO T, P.A. The Peoples o f Southern Nigeria (Güney N ijerya H alkları). L on d ra , 1926.

TH O M AS, N.W . Kinship Organisations and Group Marriage in Australia (A vu stralya 'd a

A kraba Ö rgütlenm eleri v e K üm e Evlilikleri). C am bridge, 1906.

TH O M PSO N , J.E . Archaeology o f South America (G üney A m erika A rkeolo jisi). C h icago,

1936.

TH O M SO N , G. Aeschylus and Athens (A iskhylos ve Atina). İkinci basım , L ondra, 1946.

— Aeschylus, Oresteia. C am bridge, 1938.

— Aeschylus, Prometheus Bound (A iskhylos, Zincire Vurulm uş Prom etheus). C am bridge,

1932.

— 'T h e Greek C alend er" ("Y u nan T akv im i"). JH S 63. 52.

— Greek Lyric Metre (Yunan Lirik Şiirinde Ö lçü). Cam bridge, 1929.

— Marxism and Poetry (M arksizm ve Şiir). Londra, 1946.

TH O M SO N , J.A . Studies in the Odyssey (O dsysseia Üstüne İncelem eler). O xford , 1914.

TH U RN W A LD , R. Economics in Primitiye Communities (İlkel T opluluklarda E konom i).

Londra, 1932.

TO D, M.N. Greek Historical Inscriptions (Yunan Tarihsel Yazıtları). O xford , 1933.

TORDAY, E. ve JO YCE, T. A. "Ethnography of the Bahuana" ("Bahuana'lann Etnolojisi").

JA I 36 .272 .

TO U TA IN , J. L'economie antique (Eski Ç ağda Ekonom i). Paris, 1927.

TYLO R, E.B. Primitive Culture (İlkel K ültür). Ü çüncü basım , Londra, 1891.

VALM IN , M .N . Swedish Messenia Expedition (İsveçlilerin M essenia 'ya Y ap tık ları K eşif

Seferi). Lund, 1938.

VA M BERY, A. Trawls in Central Asia (O rta Asya GezUeri). Londra, 1864.

VAN G E N N E P , A . L'etat actuel du probleme totemique (T otem S o ru n u n u n B u g ü n k ü

D urum u). Paris, 1920.

— Les rites de passage (G eçiş T örenleri). Paris, 1909.

VACE, A J-B . "C ham ber T om bs o f M ycenae" ("M ykene'deki O da G ö m ü tler"). A rc 82.

— "Exacavations at M ycenae" ("M y k en e K azıları"). A BS 2 5 .3 .

— "H istory o f G reece in the third and second m illenium s BC” ("İ-Ö . Ü çü ncü v e İkinci

Binlerde Y unanistan T arih i"). H 2 .7 4 .

— "M ycenae" ("M y ken e"). A n 1 0 .4 0 5 .

— "M ycenae, 1939" ("M ykene, 1939"). JH S 5 9 .2 1 0 .

— 'T h e Treasury o f A treus" ("A treu s’un H âzinesi") An. 14 .233 .W ACE, A.J.B. ve TH O M PSO N , M .S. Prehistoric Thessaly (Tarihöncesi Thessalia). Londra,

1912.

W A D E-G ERY, H.T. "K yn aith o s". Greek Poetry and Life | Y unan Şüri ve Y aşam ı] (O xford ,

1936), 56.

Page 603: Thomson_Tarih Öncesi Ege

6 0 2 TARİHÖNCESİ EGE

W A IN W RIH G T, G.A. The Sky-Religion in Egypt (M ısır'da G ök Dini). Cam bridge, 1938.

W ALPO LE, R. Travels in Various Countries of the East (Çeşitli Doğu Ü lkelerinde Geziler). Londra, 1820.

W ARRINER, D. Land and Poverty in the Middle East (O rtadoğu'da Toprak ve Yoksulluk).

Londra, 1948.

— Economics of Peasant Farming (K öylü Ç iftçiliğinin Ekonom isi). Londra, 1939.

W EBSTER, H. Primitive Secret Societies (İlkellerde G izli D ernekler). İkinci basım , New

York, 1932.

W E R T H A M , F. Dark Legend: a Study in Murder (K ara Söylence: C in ay et Ü stüne Bir

İncelem e). New York, 1941.

W ESTERM A RCK , E. History of Human Marriage (İnsanlarda Evliliğin Tarihi). Londra,

1901.

— The Origin and Development of Moral Ideas (Ahlaksal D üşüncelerin Kökeni ve Geliş­

m esi). Londra, 1906-08.

W ESTLAKE, H.D. Thessaly in the Fourth Century B.C. (İ.Ö. Dördüncü Yüzyılda Thessalia).

Londra, 1935.

W EULERSSE, J. Paysans de Syrie et du Proche-Orient (Suriye ve Y akındoğu'da Köylüler).

Paris, 1946.

W ILLIA M SO N , R.W . Social and Political Systems of Central Polynesia (O rta Polinezya'da

Toplum sal ve Siyasal Sistem ler). Cam bridge, 1924.

W O LLA STO N , A .F.R. Pygmies and Papuans (Pigm eler ve Papualılar). Londra, 1912.

W O O D , R. Essay on the Original Genius o f Homer (H om eros'un Ö zgün Dehası Üstüne

Bir D enem e). Londra, 1769.

W O O D H O U SE, W .J. Solon the Liberator (K urtarıcı Solon). Londra, 1938.

W O O D S, J.D . Native Tribes o f South Australia (Güney A vustralya'n ın Yerli Kabileleri).

A dellaide, 1879.

X A N T H O U D ID E S, S . Vaulted Tombs o f Mesara (M esara 'd ak i K em erli G öm ütler).

L iverpool, 1924.

YEA TS, W .B. Essays (D enem eler). Londra, 1924.

ZU CK ERM A N N , S. 'T h e Biological Background of H um an Social Behaviour" ("İnsanın

Toplum sal D avranışının B iyolojik A rtalanı"). Proceedings o f the Second Conference on the Social Sciences at the Institute o f Sociology (Sosyoloji E nstitü sü 'nd e düzenlenen

İkinci Toplum sal B ilim ler Konferansının Tutanakları). Londra, 1936.

Page 604: Thomson_Tarih Öncesi Ege

603

SURELİ YAYINLAR

An Antiquity. Londra, 1926-.

Arc Archaeologia. Londra, 1770-.

As Anthropos. V iyana, 1905-.

AA American Anthropologist. W ashington/N ew York, 1888-.

ABS Annual of the British School at Athens. Londra, 1894-.

AJ Archaeological /oıtmal. Londra, 1844-.

AJA American journal of Archaeology. Concord, 1897-.

AJP American journal o f Philology. Baltim ore, 1879-.

APA Transactions of the American Philological Association. Hartford,, 1871-.

ARB Annual Report o f the Bureau of Ethnology. W ashington, 1881*.

ARW Archivfiir retigionsioissenschaft. Freiburg, 1898.

AS Annie sociologique. Paris, 1896-.

BCH Bullitin de correspondance hcUenique. Paris, 1877*.

C Caucasica. Leipzig, 1924*.

CP Classical Philology. C hicago, 1906-.

CQ Classical Quarterly. Londra, 1906*.

CR Classical Review. Londra, 1887*.

Ge Georgica. Londra, 1935*.

GI Glotta. G ottingen, 1907*.

H Historia. W iesbaden, 1952*.

HJA Harvard journal o f Asiatic Studies. Cam bridge, M ass., 1936-.

HS Harvard Studies in Classical Philology. Cam bridge, M ass., 1890*.

IA Indian Antiquary. Bom bay, 1872-.

IF Indogermanische Forschungen. Strassburg, 1891*.

JAI journal o f the Anthropological Institute. Londra, 1872-.

JA O journal of the American Oriental Society. Baltim ore, 1880-.

JH S journal o f Hellenic Studies. Londra, 1880-.

JOA jahresheft des österreichischen archaeologischen Institutes. V iyana, 1897-.

JO G journal of Obstetrics and Gynaecology. Londra, 1902*.

Page 605: Thomson_Tarih Öncesi Ege

6 0 4 TARİHÖNCESİ EGE

j r Journal de psychologic. Paris, 1908-.

JPS Journal of the Polynesian Society. W ellington, 1892-.

JRS Journal o f Roman Studies. Londra, 1911-.

K Klio. Leipzig, 1901-.

KF Kleiuasiatische Forschuugen. W eim ar, 1930-.

L Language. Philadelphia, 1924-.

LM Labour Monthly. Londra, 1920-.

M Man. Londra, 1901-.

MDA Mitteilliungcn des dentschen archaeologischen Instituts: Athenische Abteilung. Berlin, 1876-.

MH Museum Helvcticum. Basel, 1943-,

MI Man in India. H aydarabad, 1920-.

NJK Nene Jahrbilcher fiirdas klassisches Alterlum. Leipzig, 1898-.

NRH Nouvelle revue historique du droit fraııçais et etranger. Paris, 1855.

O Oceania. M elburn/Londra, 1931-.

O K D Oversigt over det kongciige Danske Videnskabernes Selskabs Forhandlinger. Kopenhag, 1816-.

OL Orientalische Literaturzeitung. Leipzig, 1897-.

PBA Proceedings o f the British Academy. Londra.

PRS Proceedings o f the Royal Society. Londra, 1903-.

REG Revue des etudes grecs. Paris, 1887-.

RHA Reime hittite et asianique. Paris, 1930-.

RM Rheinisches Museum fiir Philologie. Frankfurt-am -M ain, 1851-.

RP Rezme de philologie. Paris, 1877-.

S Syria. Paris, 1919-.

SJA Soullnoestern Journal of Anthropology. A lbuquerque, 1945-.

YCS Yale Classical Studies. N ew Haven, 1928-.

ZA Zeitschrift fiir Assyriologie und vemandte Gebiete. Berlin/Leipzig , 1892-.

Z V F Zeitschrift fiir vergleichende Sprachforschung. Berlin, 1852-.

Page 606: Thomson_Tarih Öncesi Ege

605

Kişi Adları Dizini

A İSK H Y LO S - A ttika'lı tragedyayazarlarının en eskisi. İ.Ö. 525'de doğdu, İ.Ö. 456'da öldü. Doksan kadar oyununun yetmiş ikisi adlarıyla biliniyor, ama elde kalanlar yalnızca yedi tane. Agamemnon, Oresleia, Yalvancı K ızlar, Zincire Vurulm uş Prometheus bunlardan birkaçı. 1 2 0 ,1 2 9 ,1 3 4 ,1 5 3 ,2 0 5 ,2 1 7 ,2 2 0 , 2 7 2 -3 ,3 2 6 ,3 3 0 ,3 3 6 -7 ,3 7 1 ,4 2 8 ,4 6 3 ,4 6 7 , 562.

A LKM AN - Dor dilindeki lirik şiirinkurucusu. Lydia'nın Sardes kentinden. Gençliğinde köle olarak Sparta'ya gelmiş, sonra özgür kılınmış, yurttaşlık hakkını kazanmış. İ.Ö. yedinci yüzyılın ikinci yarısında ünlenmiş. 209 ,463-5 ,474-7 ,483 , 485 ,492 ,548 .

A PO LLO N İO S - Rodos'lu. İ.Ö. 260 dolayında İskenderiye'de doğmuş. Kallimakhos'un öğrencisi, bilgin ve epik ozan. Argoııaııtika adlı destanı Kallimakhos yanlılarınca reddedilince Rodos'a çekilmiş. 184.

A RİSTO PH A N ES - İ.Ö. 444-388 yılları arasında yaşam ış Atina'lı komedya yazarı. Kırk dört oyunundan bugüne on biri kalmış. Kuşlar, Bulutlar, Thesmoplıoria Bayramını Kutlayan Kadınlar, Lysistrata, Plulos bunlardan birkaçı. 132.

A R İSTO TELES - İ.Ö. 384-322 yılları arasında yaşamış, Eski Yunan'm en büyük filozoflarından biri. Platon'un öğrencisi. Büyük İskender'e öğretm enlik yapmış. Yapıtları doğa bilim i, ahlâk ve sanat felsefesi içerir. En ünlüsü Poetika. 98-100, 1 0 2 ,104 ,118 ,129 , 132,135-6, 189, 199, 2 0 5 -6 ,2 7 9 ,3 2 4 ,3 4 3 ,3 5 5 -6 ,3 9 0 ,4 2 3 ,4 6 6 ,

4 6 8 ,4 7 0 .5 3 5 -6 .5 4 3 -4 ,5 4 6 ,5 4 9 ,5 5 0 ,5 6 1 ,567,581-2.

D İO D O R O S - "Sicilyalı" d iye de bilinir, lulius Caesar ve Augustus dönem lerinde Sicilya'nın Agyrion kentinde yaşamış Yunanlı tarihçi. 1 7 1 ,1 7 3 ,3 0 9 -İl , 541-2.

EU RİPİD ES - A ttika'lı üç büyük tragedya yazarından sonuncusu. Salam is adasında doğdu. İ.Ö. 480-405 arasında yaşadı. Yazdığı yapıtlardan on sekizi günüm üze erişti. Andromaklıe, Bakklıo'lar, Elektro, İon, Hckabe, Heleııe, Troya’lı Kadınlar, İphigenia Tauris’de, İphigenia A ıılis 'de bunlardan birkaçı. 254.

H ER A K LEİTO S - İ.Ö. 535-475 arasında Ephesos'da yaşadı. En önem li yapıtı, üç bölümden oluşan Doğa Üstüne. Devinim ve değişmenin döğa’nın ve insanın yapısında temel olduğunu gören, diyalektik düşünceyi ilk gerçekleştiren, eskil çağın en büyük düşünürlerinden biri. 336.

H ER O D O TO S - Tarihçi. Karia kenti Halikarnasos'da doğdu. İ.Ö. 490-425 arasında yaşadı. G ezm ediği, dolaşmadığı yer kalmadı. Tarihin babası diye de bilinen H erodotos'un ilk kez kaleme aldığı sistemli kitap. Yunanlılar arasında gerçek tarih yazım ının başlangıcını belirler. 1 0 8 ,1 1 6 ,1 2 0 ,1 2 3 ,1 3 2 -3 ,1 3 5 ,1 5 3 , 1 5 8 -9 ,1 6 4 -6 ,1 7 1 ,1 8 0 ,1 9 1 ,2 1 6 .2 5 5 ,2 7 4 ,3 0 6 ,3 2 3 ,3 2 5 ,3 7 2 ,3 8 2 -3 ,5 0 2 ,5 0 4 -6 ,5 1 0 -1 , 5 2 8 ,5 3 0 ,5 4 2 ,5 4 4 ,5 4 6 ,5 5 2 ,5 5 4 ,5 5 8 ,5 6 0 .

H ESİO D O S - Yunan ilkçağınınHom eros'dan sonra en büyük epik ozanı. Homeros'dan daha sonra, büyük bir olasılıkla İ.Ö. 776 dolayında yaşadı.

Page 607: Thomson_Tarih Öncesi Ege

6 o 6 TARİHÖNCESİ EGE

Başlıca iki yapıtı, Tanrıların Doğuşu ve İşler ve Günler. 111 ,11 8 ,1 2 6 ,1 9 8 ,2 2 0 ,2 2 6 , 274, 298,325, 3 6 9 ,4 0 1 ,4 1 6 ,4 5 8 , 461,471, 475 ,478 ,484 , 486 -90 ,503 ,506 ,510-1 ,538 , 554-5.

H İPPO K R A TES - Yaklaşık İ.Ö. 460'da Kos adasında doğan ünlü Yunanlı hekim. Hekimlik tanrısı A sklepios'un soyundan geldiğine inanılır. 134,217.

H O M ER O S - İ.Ö. 850 sularında yaşadığı sanılan, Yunan ilkçağının en büyük epik ozanı. Kimilerince tek bir ozan olduğuna, kimilerince bir ozanlar soyu olduğuna inanılır. Günüm üze gelen yapıtları. Ilı/ada ve Oysseia. 103, 125 -6 ,128 ,157 ,180-1 ,221 , 249-50,254,259, 274,280, 288-9 ,295,306- 9 ,3 1 6 ,3 2 3 ,3 2 5 -6 ,3 3 0 ,3 3 4 , 336-7 ,342,351,353,362 ,372-3 , 376-7 ,379 ,381 , 383-4,391, 3 9 7 ,3 9 9 ,4 0 0 ,4 0 2 ,4 0 4 ,4 0 9 -1 0 ,4 1 2 ,4 1 6 -7 , 421 ,422 ,424 , 429 ,457 ,4 6 0 -1 ,4 7 0 ,4 7 6 ,483-7 ,490 ,495-6 ,498-9 ,501 ,503-6 ,509-14 , 517-9, 522 ,5 4 1 -6 6 ,5 7 1 ,5 7 3 ,5 7 5 ,5 8 1 .

KSEN O PH O N - Tarihçi. İ.Ö. 431 'de Atina yakınlarında doğdu. Genç yaşta Sokrates'in öğrencileri arasına katıldı.İ.Ö. 355'de öldüğü sanılıyor. Başlıca yapıtı, Anabasis (Oııbinlerin Dbnilşil). 545- 6,576.

PAU SA N İA S - Lydia'lı gezgin ve coğrafyacı. Yunanistan, Makedonya, Asya ve Afrika'yı dolaştı. İ.S. ikinci yüzyılın ikinci yarısında Roma'ya yerleşti. 120,210,237, 249 ,369 ,378 , 542-3,559.

PİN D A RO S - Yunan lirik ozanlarının en büyüğü. İ.Ö. 522 sularında Tlıebai kenti yakınlarında doğdu. Yaşamının büyük bir bölümünü Tlıebai kentinde geçiren Pindaros, İ.Ö. 422'de öldü. 254 ,315 ,473- 4 ,477 ,485-6 , 493, 535, 542, 546.

PLATON - İ.Ö. 428'de doğdu, 348'de öldü. Sokrates'in öğrencisi. Çağının bütün bilgilerini bir sistem de kaynaştıran Platon, temel görüş ve felsefesini İdea'lar öğretisinde dile getirdi. O günden bu yana. Tasavvuf da içinde olm ak üzere birçok düşünce ve felsefeye kaynaklık elti. 132, 135-6 ,177,220, 314 ,457 ,537 ,542,544-6, 552 ,556 ,559 .

PLA U TU S - Romalı komedya yazarlarının en büyüğü. İ.Ö. 254'de doğdu, 184'de öldü. 133.

PLU TA RKH O S - Boiotia'lı yaşam öyküsü yazarı. İ.S. 50'de doğdu, İ.S. 120 yılında öldü. En tanınmış yapıtı Koşut Yaşamlar'm her bölüm ünde bir Yunanlı ile bir Romalıyı karşılaştırır. 99, 111, 186, 204-5 ,277 ,314 ,320 , 3 4 3 ,466 ,560 ,581 .

SAPPHO - Lesbos'lu kadın lirik ozan. İ.Ö. 630 ile 570 arasında yaşadı. Şiire kişisel sesi getiren ilk büyük ozan. Tannlara, özellikle de aşk tanrıçası Aphrodite'ye övgü'ler yazdı. Lesbos adasında bir genç kız okulunun önderi. 450-2, 464-5, 476, 491-2.

SO LON - İ.Ö. 640-559 arasında Atina'da yaşadı. Atina'nın ünlü yasa koruyucusu. Aynı zamanda dönem inin en büyük ozanlarından. 1 7 7 ,3 0 1 ,3 0 9 ,4 6 8 , 473,538, 557, 581-3.

SO PH O KLES - İ.Ö. 495-405 arasında yaşadı. Üç büyük Grek tragedya yazarından biri. Grek tragedyasının yaratıcısı Aisklıylos ise, onu yetkinliğe eriştiren de Sophokles'dir. Çok verimli bir yazar olduğu söylenen Sophokles'den bugüne yalnız yedi oyun kalmış. Bunlar arasında Elektra, Antigone. Kral O idipııs, Aias sayılabilir. 164-5.

ST E SİK H O R O S - İ.Ö. 630 dolayında doğdu, seksen beş yaşında öldü. Erken Dor lirik şiirinin en ünlü temsilcisi. Eskiler ondan lirik ozanların H om eros'u diye söz ederler. 464-5 ,5 0 3 ,5 3 7 ,5 5 5 . '

STRA BO N - Yunanlı coğrafyacı. İ.Ö. 63'de doğdu. Felsefe eğitiminden sonra tarih ve coğrafya öğrenimi gördü. Anadolu,Mısır, Yunanistan ve İtalya'da uzun yolculuklara çıktı. Geograplıika'sı, eskit çağlardan günüm üze ulaşmış en önemli coğrafya yapıtı sayılıyor. 173 ,250,309, 311, 341-2 ,356 ,389 , 421 ,528 , 561.

TH U K Y D İD ES - İ.Ö. 471 'de doğdu, 411 'de öldü. Bilimsel tarih anlayışının ilk temsilcisi sayılır. Peloponııesos Savaşı adlı yapıtında, Atina ile Sparta arasındaki uzun savaşı ele aldı. 134-5, 161, 164,247, 304 ,3 0 6 ,3 2 1 ,3 3 9 , 341-2, 344,351 ,354-6 , 377 ,388-9 ,401 ,511-2 , 540,546, 558,583.

Page 608: Thomson_Tarih Öncesi Ege

607

Söylence Kişileri Dizini

A D O N İS - Sümer, Hitit, Babi! ve Fenike kaynaklarından Eski Vunan'a kadar gelen erkeklik tanrısı. 151,492, 509-10.

A G A M EM N O N - Argos kralı. Menelaos'un kardeşi. Argos, mitologyanın kimi yerlerinde bütün Yunan ülkesini dile getirdiğinden, Agamemnon krallar kralıdır. 2 6 5 ,2 6 8 ,3 1 9 ,3 3 6 -7 , 348 ,362 ,370 , 3 7 6 -7 ,3 8 1 ,3 8 5 -6 ,3 9 4 ,3 9 7 ,4 0 0 -3 ,4 0 5 ,4 1 0 , 4 2 4 ,426-7 ,474 ,497 , 5 0 2 ,509 ,524-5 ,529- 30 ,532-3 ,5 4 0 ,5 4 2 -3 ,5 5 4 ,5 6 7 -8 ,5 7 0 -1 .

A İO LO S - Rüzgarların yöneticisi. Deniz tanrı Poseidon'un oğlu. 175 ,17-81 ,187 , 383-4,412.

A KH İLLEU S - Hom eros'un İlı/tıdn destanı, baştan sona AkhilleusJun kahramanlıklarıyla doludur. Thetis ile Peleus'un oğlu, M yrm idon'lann kralı. 31-9 ,3 3 6 ,3 8 0 -1 ,3 8 5 ,3 8 7 ,3 8 9 -9 0 ,3 9 2 ,4 0 5 , 4 2 2 ,4 2 7 ,4 7 7 ,4 8 7 ,4 9 0 ,4 9 9 ,5 2 0 -1 ,5 2 2 , 52 4 -5 ,5 3 4 ,5 4 0 ,5 4 2 ,5 6 7 -8 ,5 7 6 .

A LEK SA N D RO S - Bir adı da Paris. Troya kralı Priamos ile H ckabe'nin en küçük oğulları. Sparta kralı M enelaos'un karası Helena'yı kaçırır ve Troya Savaşı'na yol açar. 156 ,375 ,4 0 9 -1 0 ,5 0 1 -2 ,5 0 4 ,5 0 6 ,5 4 2 .

A PH RO D İTE - Aşk ve güzellik tanrıçası. Homeros'a bakılırsa, Zeus ile O keanos'un kızı Dione'den doğma. Hesiodos'a göre, denizin köpüklü dalgalarından doğar. 151,165,209-10, 2 8 0 ,3 2 4 -5 ,3 3 1 -2 ,4 0 6 ,4 1 3 ,4 5 0 -1 ,4 7 2 ,4 8 3 , 501 ,50-6 ,50-10.

APO LLON - Genellikle şiir ve müzik tannsı olarak bilinir. Başlıca niteliği, geleceği haber vermektir. Zeus'un Leto'dan doğma, en sevgili oğlu. 9 5 ,1 0 7 ,1 5 5 ,1 8 0 ,

1 8 4 ,1 8 8 ,2 0 6 ,2 1 8 ,2 2 0 ,2 5 0 ,2 5 9 -6 0 ,2 7 4 , 280-1,324-5,338, 379, 3 9 6 ,416 ,476-9 ,481 ,484-5,487-9,524, 5 3 1 ,5 3 4 ,5 3 6 ,5 3 8 -9 ,5 4 0 ,551,556.

ARES - Savaş tanrısı. Zeus ile Hera'nm oğlu. Aphrodite'nin sevgilisi. 178 ,2 7 4 ,3 9 5 ,4 0 7 , 4 1 3 ,4 2 4 ,4 7 2 ,4 8 3 ,5 1 1 ,5 7 1 .

A RTEM İS - Doğa tanrıçası. Apollon’un ikiz kardeşi. Zeus'un Leto'dan doğma kızı. Aynı zamanda doğum ve av tanrıçası.1 13 ,122 ,171-2 ,199 ,209-10 ,213-5 ,217 , 2 2 0 -1 ,2 2 4 ,2 3 0 ,2 3 4 ,2 3 8 ,2 4 4 ,2 5 8 -6 0 ,2 6 2 , 2 6 4 -8 ,2 7 0 ,2 7 4 ,2 8 0 ,3 2 9 ,3 3 2 ,3 9 6 ,4 0 0 ,426 ,475 ,4 8 5 ,5 0 0 -1 ,5 3 9 .

ATHENA - Zeus'un kafasından çıkan kızı. Atina kentinin koruyucusu ve ruhu. El sanatlarının, güzel sanatların koruyucusu. 1 0 1 ,108-9 ,114 ,118 , 125,169, 176 ,210 ,212-3 ,224 ,234 ,247-52 ,254-7 , 2 6 6 -8 ,2 7 4 ,3 1 4 ,3 2 5 ,3 4 8 ,3 5 1 ,3 8 9 ,3 9 8 , 4 06 ,410-1 ,475 ,488-9 ,502 .

BA KKH A 'LA R - Tanrı Dionysos'un dinsel törenlerine katılan kadınlar alayı. Dionysos'un gizemsel tapımma katılan kadınlar. 458-9,478-9.

BELLERO PH O N TES - Korinthos kralailesinden. Kentin kurucusu Sisyphos'un torunu. 1 5 6 -7 ,168 ,181-2 ,318 ,374 .

B R İSE İS - Akhilleus'un Ege bölgesine yaptığı seferlerden getirdiği en değerli tutsak. Asıl adı H ippodam eia olan Briseis, Apollon rahibi Brises'in kızıdır.385,395-7.

D A N AO S - İo soyundan gelm e Argos kralı. Yunanlıların m itolojik atası. 120, 124,272, 370-2 ,374 ,376-7 ,467 .

D EM ETER -T o p ra k ve bereket tanrıçası.

Page 609: Thomson_Tarih Öncesi Ege

6 o 8 TARİHÖNCESİ EGE

Ekinleri, özellikle buğdayı simgeler. Çok eski ve büyük bir tarım tanrıçası. 95 ,96 , 111,116-20,122-4, 184 ,196 ,210-3 ,221 , 223-6 ,236 ,239 , 243-4,246-7, 276, 279,332, 3 3 4 ,3 6 7 -9 ,3 7 1 ,3 7 6 ,3 9 5 ,4 7 6 ,5 0 8 ,5 3 1 .

D İO N Y SO S - Tanm tanrı. Zeus ve Apollon'la birlikte Eski Yunan'ın üç büyük tanrısından biri. Çiftçiliğin, bağcılığın, meyve ve özellikle de üzümün koruyucusu olduğu için şarap tanrısı olarak da anılır. Dionysos tapımı, başlıbaşma bir din oluşturur. 114,116, 181, 185-7 ,208 ,210 ,216 , 245, 266,459,466,478-9 ,492.

ELEKTRA - Yunan mitologyasmda üçElektra var. En ünlüleri, Agamemnon'un kızı. Sophokles, Euripides ve Aiskhylos'un tragedyalarında işlenir.394,400.

EN DYM İON - Ay tanrıçası Selene'niıı gönlünü kaptırdığı güzel çoban. Yunan mitologyasınm en şiirli öykülerinden birine konu olur. 205.

EREKH TH EU S - M itologyada Atina kralı. Kimi söylencelerde, yarısı insan, yarısı yılan olarak A tina'nın ilk tanrılarından biri sayılır. 109 ,118 ,252 , 254-5 ,328,384.

ERİK H TH O N İO S - Atina'nın ilkkrallarından biri. Öyküsü Erekhtheus'un öyküsüyle iç içe geçmiştir. Hephaistos'un tanrıça Athena'ya saldırırken toprağa akıttığı tohumdan m eydana gelme. Topraktan doğanların hepsi gibi yılan kuyruklu. 101,10-9 ,118, 213, 251,257.

ERİN YS'LER - Ö ç alma tanrıçaları. Suç işleyenin, özellikle de adam öldürenin ardına düşen dişi köpekler olarak düşünülürler. 110,128, 2 1 0 ,217 ,244 ,325 , 332-4 ,336-7 ,467.

EUN EOS - İason'un Argonaut'lar seferinde Lemnos adasına varınca Hypsipyle'den olan oğlu. 165, 181,185.

EUROPA - Fenike kralı A genor'un kızı. Zeus, Europa'yı, boğa kılığına girerek kaçırır. 116,368-9 ,371.

EURYSTH EUS - Argos kralı Sthenelos'un oğlu. Mitologyada, H erakles'e güttüğü kinle ünlü. 165,375.

G LA U K O S - İki G laukos var. Biri, Bellerophontes'in torunu; Lykia'Iı önderlerden biri; llyadn'da önemli bir yer

tutar. Öteki, Korinthos kralı; Sisyphos'un oğlu; ölümüyle ün salmıştır. 156-7,321, 567.

HEKABE -T ro y a kralı Prinmos'un karısı. Hektor, Aleksandros, Kassaııdra, vb.nin anası. Tragedyalarda, oğullarının ölümleriyle çok acı çekm iş bir ana. 250, 399 .410 ,474 ,502-3 .

H E K T O R -T ro y a kralı Priamos ile kraliçe Hekabe'niıı en büyük oğlu. Troya savaşında Troya ordusuna komuta eden hektor, Akhilleus tarafından öldürülür. 410 ,467 ,474 , 520-2,540, 542,567.

HELENA - Leda'm n bir yumurtasından çıkan güzeller güzeli. Menelaos'un karısı. Aleksandros onu kaçırınca Troya savaşı patlak verir. 280 ,387 ,409-10 , 424,426,47 4 ,497 ,500-1 ,503-6 , 508-10, 542,567.

H ELİO S - Güneş tanrı. Mitologyada, her şeyi gören "dünyanın gözü" niteliğinde. Körlerin gözünü açar. 252,484.

HELLEN - Hellen'lerin, bütün Yunan soyunun atası sayılır. Aiol'lerin,Dor'ların, AkhaTarın ve İon'ların onun soyundan indiğine inanılır. 175,340,362,380 ,383 ,387 .

H EPH A İSTO S - Ateş tanrı. Yunan mitologyasınm ünlü demircisi ve emekçilerin simgesi. Zeus'uıı Hera'dan olma oğlu. Topal, çirkin ve pis olarak tasarlanmasına rağmen, çok beceriklidir. 163,169 ,251 , 274, 324 ,4 0 6 ,4 0 8 , 504, 571.

HERA - Evlilik tanrıçası. Tipik bir Grek tanrıçası. Zeus'un eşi, tanrıların kraliçesi. Kadının bütün yaşamının koruyucusudur, ama kadınlığın bütün özelliklerini de yansıtır. 199,209-10,216- 7 ,2 3 0 ,2 3 5 , 2 5 2 ,2 6 8 ,2 7 0 -7 ,2 7 9 ,3 2 9 ,3 3 2 , 337, 3 7 1 ,4 0 6 ,4 7 6 ,5 2 3 .

HERAKLES - Helena kadın olarak neyse, Herakles de erkek olarak odur. Doğaya kafa tutan insan gücünün simgesi sayılır. İnsanın doğaya karşı yenilmez saldırma ve dayanma gücünü simgeler. 95, 165, 254 ,270 ,275-9 , 361-2, 370 ,3 7 5 ,3 8 3 ,4 2 5 , 485, 544,562.

H ERM ES - Çoban tanrı. Zeus ile Maia'nın oğlu. Tanrıların en akıllısı. Tanrıların ve özellikle Zeus'un habercisi olarak bilinir.1 2 0 ,1 6 3 ,2 5 0 ,3 2 0 ,3 2 4 ,3 3 1 .

İK A RİO S - Penelope'nin babası. Kızını

Page 610: Thomson_Tarih Öncesi Ege

SÖYLENCE KİŞİLERİ DİZİN İ 6 0 9

evlendirmek için O dysseus'ıın kazandığı yarışı düzenler. 419, 421-5,427.

İON - İonia'lılara adını veren söylence kahramanı. H ellen'iıı oğullarından Ksuthos'un oğlu. 175,181,383-4.

İl’HİGEN EİA - Agamemnon ile Klytaimestra'nın kızı. Kız kardeşi Elektra'nın tersine sessiz, yumuşan bir genç kız tipidir. 265 ,328 -9 ,5 0 5 ,5 4 2 .

K A D M O S - Thebai kentinin kurucusu. Hellen'lere uygarlığı getirdiğine inanılır. Alfabeyi bulmuş, madenciliği ve tarımı öğretmiş, kentler kurmuş. 113,115-6,124, 1 84 ,253 ,331 ,333 ,362 , 368, 371, 376,387, 423,508.

K EK ltO P S - Merkezi Atina olan Attika bölgesinin kralı. Yılan tanrı. Topraktan çıkmış. Kafası insan, gövdesi yılan. 120, 13 4 -5 ,166 ,213 ,248-9 ,251-2 ,255-6 ,354 , 356.

K L Y T A İM E S T R A - Kocası Agamcm non'u boğarak öldüren kraliçe. Elektra, İphigencia ve Orcstes’in anası. 409 ,424 , 426-7 ,517 ,571 .

K R O N O S - Babası Uranos'u devirerek evren baştanrılığı tahtına oturur. Zeus onu tahtından indirip cehenneme sürer. 324, 523.

KYBELE - Anaerkil Anadolu'nun en eski ve en büyük ana tanrıçası. G irit'te Rhca, Yunanistan'da Artemis adını almıştır.399.

K YKLO P'LA R - Tek gözlü devler.'T ep egöz" denilebilecek bu yaratıklar, tek yuvarlak gözlü devlerdir. 351,569.

LAERTES - Odysseus'ıın babası. İthaka kralı. 418-9,571.

LEDA - Sparta kralı Tyndaros'un karısı. Zeus, onunla sevişmek için kuğu kılığına girer. 424,425-6.

LETO - Zeus'un karılarından. Apolloıı ve Artemis'iıı anası. 155,213, 220, 238, 258- 60 ,280. 281,396, 476-7,485, 487.

LEU K İPPO S - Aphrodite'nin öfkesine uğrayarak kız kardeşine gönlünü kaptıran söylence kahramanı. 214-5.

M ENELAOS - Helena'nın kocası.Agamemnon'un kardeşi. 320,336, 348,3 70 ,3 7 5 ,3 8 5 ,3 8 7 , 400-1,403, 424, 426-7,471 ,501-6 ,508-10 ,518 ,543 .

M İN O S - Mitologyada Girit kralı. Zeus ile

Europn'nııı oğlu. 245-6 ,27 3 ,3 4 0 ,3 6 2 ,3 6 8 , 375.

M İN O TA U RO S - İnsan gövdeli, boğa başlı bir canavar. Tanrı Poseidon'un kral Minos'a gönderdiği bîr boğa ile M inos'un karısı Pasiphae'den doğma. 246 ,273 ,375 .

N ESTO R - Pylos kralı. Akha'larındanışmanı. Troya savaşında öğütleri ve bilgeliğiyle ünlü. 114,182, 185,353-4.495,502 ,543,556.

NİOBE - Anaerkil Anadolu'nun tipik söylence kişilerinden. Doğurganlığı ile ünlü Plırygia kraliçesi. 185, 370,394-6,398.

O D Y SSEU S - İthaka kralı. HomerosOityssem'da onun serüvenlerini anlatır. İthaka kralı Lnortes'in oğlu. Penelope'nin kocası, Telem akhos'un babası. Yunan mitologyasının en ünlü kahramanlarından. 319-21,348,351-3 ,4 0 6 ,4 1 3 -2 2 ,4 2 4 ,4 2 7 ,4 7 2 ,4 7 8 ,4 8 7 -8 ,4 9 6 ,516 ,533 ,540 , 543 ,548-9 ,569 ,570-1 .

O İD İPU S - Yuman mitologyasının en trajik kahramanı. Sophokles'in ünlü tragedyasının baş kişisi. Tragedy,Vntn özü ve trajik kavramının gerçek anlamı onun kişiliğinde belirir. 3 2 1 ,3 3 3 ,3 3 6 ,5 4 3 , 548.

O R ESTES - Agamemnon ileKlytaimestra'nın oğlu. Babasının öcünü almak için anasım öldürür. Birçok tragedyaya konu olm uştur. 110,265, 325, 328,333, 381-2,385-6, 397,400, 402,429, 528-9,571.

PA TRO KLO S - Akhilleus'un can yoldaşı, en yakın arkadaşı. Troya savaşında Hektor tarafından öldürülür. Akhilleııs onun öcünü almak için, çekildiği savaşa yeniden girer. 3 8 9 ,4 9 5 ,4 9 9 , 567.

PELEUS - İolkos kralı. A khilleus'un babası.33 1 ,3 8 0 -1 ,3 8 7 ,3 8 9 ,4 0 8 ,4 7 7 , 485.

P E L O P S - Zeus'un torunu. Tantnlos'un oğlu. İlençlenmiş soyun atası. 370 ,375 ,378 ,381-2 ,385 ,387 , 394-400,402.

PEN ELO PE- Y a da Penelopein. Odysseus'ıın karısı. Kocaya bağlılığın simgesi. 326,410 ,418-24 ,427 ,543 ,569-70 .

PER SEPH O N E-Z e u s ile Dem eler'in kızı. Hades ona gönül verir yer altı ülkesine kaçırır. 119-20,122, 184-5 ,211 ,221 ,223-7 ,245 ,279 ,331 , 333-4 ,408 ,476 .

Page 611: Thomson_Tarih Öncesi Ege

6 l O T A R İ H Ö N C E S İ E G E

PERSEU S - Zeus'un oğlu. Annesi Danae'nin babası Akrisios, kızını Zeus'tan korumak için tunçtan bir odaya kapamış, ama Zeus yağmur olup içeri girmiş ve kızla birleşmiş. Perseus bu birleşmenin ürünü.361 ,370 ,372-6 ,423-4 .

PO SEİD O N - O lym pos'lu tanrılar arasında, denizi sim geler ve denizin egemeni sayılır. Deniz tanrı. 97 ,103 , 114,118-9,1 7 6 ,1 7 8 ,1 8 2 ,1 8 7 -8 ,2 5 2 -6 ,3 3 6 ,3 5 1 ,3 5 3 ,3 6 8 ,3 8 1 ,3 9 2 ,3 9 5 ,4 1 5 ,4 2 3 .

PRİA M O S - Son Troya kralı. Hekabe'nin kocası. Hektor'un, Aleksandros'un babası. 250-1,318-9, 3 7 9 ,381 ,399 ,410-1 , 521.

PRO M ETH EU S - İnsanları yaratan Titan. Bencilliklerinden ve zorbalıklarından ötürü tanrılara, özellikle Zeus'a kızar. İnsanları, evrende kendine benzer yaratıkları çoğaltmak için yaratır. 362.

PRO TEU S - Pcıseidon'un buyruğundaki küçük deniz tanrılarından. "Deniz ihtiyarı" adıyla da bilinir. 502,504-5.

R H A D A M A N T H Y S-Z eu s ile Europa'nın üç oğlundan biri. Ö lüler ülkesinin üç yargıcından biri. 332-3, 351.

RHEİA - Ya da Rhea. Anadolu'nun toprak anası Kybele'nin Yunanistan'daki adı. Olym pos'lular diye anılan tanrılar soyunun anası. Zeus, Demeter, Hera, Poseidon, Hades ve Hestin onun çocuklarıdır. 2 2 5 ,2 3 5 ,2 4 6 ,4 6 6 .

SEİREN 'LER - Kadın gövdeli, kuş kanatlı, güzel sesli deniz kızları. Sonradan yarı insan, yan balık biçiminde canlandırılmışlardır. Hiçbir insanın dayanamayacağı kadar güzel seslilerdir. Odysseia'da önemli bir öyküye konu olurlar. 569.

SİSY PH O S - Korinthos kralı. Prometheus gibi, tanrılara karşı insanları tutar. Tanrılarla boy ölçüşmeye kalkıştığı için korkunç bir cezaya çarptm im ıştır. 156-7, 178-82.

TA N TA LO S - Lydia kralı. Cehennemde gördüğü korkunç işkenceyle ünlü. 395,400.

TH ESEU S - Dor ırkının kahramanı Herakles örneği üstüne Atina'da tasarımlanmış. Öyküsü, Herakles söylencesiyle benzerlikler taşır. Giderek, Atina'lılar

Thesus'u bir söylence kişisi değil, tarihsel bir kişi sayar olmuşlar. 114-5,245,253-5, 3 1 6 ,3 5 4 ,3 5 5 -6 ,3 6 1 ,3 7 5 ,5 6 2 .

T R İPTO LEM O S - Demeter söylencesinde rol oynayan Eleusis kralı. Demeter tapımmın baş rahibi. Öldükten sonra cehennemin yargıçlarından biri olur. 120,123,246.

TYRRH EN O S - Etrüks'lerin atası. Lydia'lı önder sayılan Tyrrhenos, Herakles'in oğlu olarak gösterilir. Troya savaşından sonra halkıyla birlikte İtalya'ya göç eder. 164.

ZEUS - Tanrıların tanrısı, tanrıların babası. Gökle ilgili doğal güçlerin tümünü kişileştireıı varlık. Kronos ile Rheia'nın altı çocuğundan sonuncusu. 97 ,103 ,116- 7 ,1 5 6 ,1 6 1 , 199 ,2 1 3 ,2 2 4 -5 ,2 3 5 ,2 4 0 ,2 4 6 , 2 5 6 ,2 6 8 ,2 7 0 -4 ,2 7 6 ,2 7 9 ,2 8 1 ,3 2 0 ,3 2 4 , 329 ,336-8 ,368-9 ,374 , 380,389-90,395, 4 0 6 -8 ,4 1 5 ,4 2 4 ,4 2 6 ,4 5 1 ,4 8 5 -6 ,4 9 0 , 500, 502-3, 508, 518 ,525 ,563 .

Page 612: Thomson_Tarih Öncesi Ege

6ıı

Yer Adları Dizini

A BY D O S - Çanakkale Boğazı'm n en dar yerinde bir kıyı kenti. 531.

A İG İO N - Peloponnesos'da bir kıyı kenti.117,234 ,377 ,385-6 .

AKARNAN İA - Yunanistan'da bir bölge.262-4 ,342 ,3 5 1 ,4 1 7 ,4 2 1 ,4 2 3 -5 .

A K H A İA -Y u n anistan 'da kent ve bölge adı. Bu adı taşıyan iki bölge var. Biri, Thessalia'mn güneyinde, öbürü Peloponnesos'un kuzeyinde. 162,377,378 ,380 ,382 , 386-91,397,426.

A LPH EİO S - Yunanistan'da bir ırmak. 214-5. A RG O LİS - Yunanistan'da bir bölge. 22 ,120 ,

1 2 3 .1 5 7 .1 6 2 -4 ,2 6 8 ,3 6 7 ,3 7 7 ,3 8 2 ,3 8 4 ,391.

A RG O S - Yunanistan'da kent ve bölge.Peloponnesos'un kuzeydoğu bölgesi olan Argolis'in başkenti. 22 ,12 0 -1 ,1 2 4 ,1 5 6 ,1 6 0 -2 ,1 8 1 ,1 8 6 ,2 1 0 ,2 1 8 ,2 4 7 -8 ,2 5 2 ,2 6 8 - 7 0 ,2 7 2 -3 ,2 7 5 ,3 0 7 ,3 6 7 ,3 6 9 ,3 7 1 -2 ,3 7 4 , 376-7 ,406 ,535-6 ,548-9 ,552-4 .

A RKA D İA - Yunanistan'da bir bölge. 108,120 .123 .162 -3 ,2 1 1 ,2 4 4 ,2 4 7 ,2 6 1 -2 ,2 6 5 -6 , 3 3 9 ,3 5 0 ,3 6 7 ,3 8 1 ,3 8 3 ,3 9 1 -2 ,5 2 9 .

ATİNA - Yunanistan'da kent. 99-100,103, 1 0 6 ,108-9 ,113-4 ,116 ,118 ,120-1 ,130 ,134 , 137, 1 5 9 -60 ,163 ,166 ,171 ,182 ,210-1 ,225 , 2 27 ,237 ,2 4 7 -9 ,2 5 3 ,2 5 5 -6 ,2 6 2 -3 ,2 6 7 ,2 7 0 - 1 ,301 -4 ,3 1 3 -6 ,3 2 9 ,3 5 0 ,3 5 4 ,3 5 6 -7 ,3 7 5 , 3 8 2 -4 ,4 1 1 ,4 7 3 ,4 7 5 ,4 9 2 ,5 1 3 ,5 3 0 ,5 3 4 -5 ,537 ,539 ,545-6 ,548 ,556-63 ,583-4 .

A TTİK A - Yunanistan'da bölge. 2 2 ,9 5 ,9 7 , 1 0 0 ,1 0 2 -6 ,1 1 3 -4 ,1 1 7 ,1 2 0 ,1 2 3 -4 ,1 2 6 ,1 3 0 -1 ,1 3 7 ,1 5 9 ,1 6 1 -4 ,1 6 6 ,1 8 2 ,1 8 7 -8 ,2 0 9 ,2 3 9 , 2 4 9 ,2 5 3 ,2 5 5 ,2 6 4 -6 ,2 6 8 ,3 0 3 ,3 0 5 ,3 0 9 ,3 1 6 ,3 3 2 ,3 3 9 ,3 4 3 ,3 4 5 ,3 5 3 -4 ,3 5 6 -7 ,3 6 7 ,3 7 9 ,3 8 2 -4 ,4 1 6 ,4 6 2 ,4 7 0 ,4 7 5 ,4 8 9 -9 0 ,4 9 5 ,

5 3 0 ,537 ,547 ,557 ,581-3 .AZANİA - Peloponnesos'da bir kent. 123.

B O İO TİA - Yunanistan'da bölge. 95-7 ,116,1 2 4 ,1 6 1 -2 ,1 7 4 ,1 7 7 ,1 8 0 ,1 8 4 -6 ,2 1 5 ,2 4 9 , 2 5 3 ,2 6 4 ,2 6 8 ,3 0 1 ,3 3 9 ,3 6 7 ,3 8 5 ,3 8 7 -8 , 390-2 ,394 ,3 9 6 ,4 7 8 -9 ,4 9 2 ,5 2 9 ,5 5 4 -5 .

B O SPH O R O S - Ya da Bosporos. İstanbul Boğazı. 2 1 ,507 ,529 .

DELOS - Ege Denizi'nde ada. Kykladtakımadaları arasında. 160 ,1 6 2 ,2 3 7 ,2 6 3 , 2 8 1 ,4 7 6 ,4 7 8 ,4 8 4 -7 ,4 8 9 ,5 3 1 ,5 3 8 -4 0 ,5 4 4 , 551,555-6,563.

DELPHOİ - Yunanistan'ın Phokis bölgesinde kent. 9 5 -6 ,1 0 7 ,1 7 8 ,1 8 8 ,1 9 2 ,2 0 6 ,2 1 8 ,2 8 1 ,3 1 0 ,3 3 3 ,3 3 8 ,3 6 8 ,3 7 4 ,3 8 1 ,4 7 8 .

D O D O N A -Y u n anistan 'ın Epirosbölgesinde kent ve tapım merkezi. 160, 162 ,279 ,381 ,389-90 ,392 .

D Y M E - Yunanistan'da kent.Peloponessos'da on iki İon kentinden biri. 3 4 2 ,377 ,386 ,417 .

ELEUSİS - Yunanistan'ın Attika kıyılarında kent. Demeler tapmağının merkezi. 111, 1 19-24 ,163 ,198 ,210-1 ,222-3 ,225 ,243 , 2 45-7 ,279 ,316 ,332 , 354,531.

ELİS - Peloponnesos'un kuzeyinde bölge ve kent. 108 ,160 ,162-3 ,181-3 ,247 ,262-3 ,2 6 6 ,3 0 1 ,3 4 2 ,3 6 7 ,3 9 1 ,3 9 7 ,4 0 1 -2 ,4 6 6 ,473,535.

EPEİRO S - Yunanistan'da bölge. 107,113, 174,388.

EPH ESO S - Anadolu'da kent. Efes. On iki İon kentinden biri. 2 1 ,1 6 0 ,1 7 1 ,1 7 3 ,2 5 8 -6 0 ,2 6 3 ,2 6 7 ,2 7 0 ,2 7 4 ,2 8 1 ,4 2 6 ,4 7 5 ,5 0 7 ,

Page 613: Thomson_Tarih Öncesi Ege

612 T A R İ H Ö N C E S İ E G E

530-1 ,537 ,543 ,545 .EPİD A U R O S - Yunanistan'da kent ve tapım

merkezi. 1 6 0 -1 ,207 ,247 ,263 ,383 , 530.EUBOİA - Khalkis ve Eretria'nın üzerinde

bulundukları ada. 116,124, 161,262,269- 73, 3 0 5 ,3 5 1 ,3 7 4 ,3 8 2 ,5 3 0 .

EUPHRATES - Anadolu'da ırmak. 43.

FEN İKE - Akdeniz'in güney kıyılarında ülke. 112 ,116 ,30 9 ,3 1 1 ,3 6 8 -9 ,3 7 1 ,3 7 6 ,418,423, 497, 501-6 ,508 ,514 , 538.

G İR İT - Akdeniz'de ada. 2 0 ,2 2 ,9 5 -6 ,1 0 3 , 1 1 6 ,1 2 0 ,1 2 8 ,1 3 8 ,1 5 5 ,1 5 9 ,1 6 3 -4 ,1 6 7 -9 , 184, 230 ,233 ,240 . 2 4 5 ,270-1 ,273 ,276 ,2 7 9 -8 1 ,2 8 7 ,3 2 4 ,3 3 2 -4 ,3 5 1 ,3 6 2 ,3 6 4 ,3 6 7 - 9 ,3 7 5 -6 ,3 7 9 ,3 9 1 ,4 0 6 -7 ,4 1 2 ,4 6 5 -6 ,4 7 8 , 501-2 ,506 ,508 , 5 3 6 ,548 ,569 ,584 .

H A LİK A RN A SSO S - Anadolu'nun Ege kıyısında kent. 117,158-60,507,544.

H EBRO S - Trakya'da ımıak. 21, 507.H E L L E SP O N T O S-Ç an akkale Boğazı. 164,

398 ,527 ,529 , 531,558, 561.H E R M İO N E - Yunanistan'da,

Peloponnesos'da kent. 120-1, 160, 247, 270-2.

H ERM O S - Ege'de ırmak. 2 1 ,1 7 0 ,3 9 8 ,5 0 7 , 528 ,531 ,536 .

İDA - Çanakkale bölgesinde dağ. Kaz Dağı. 279,522-3 ,533.

İO LK O S - Yunanistan'da kent. 160,175,181, 184,187, 189,393,533.

İO N İA - Ege bölgesi. 9 5 ,9 7 ,1 0 5 ,1 2 6 ,1 3 7 , 155-7,171,181-2, 187, 189,301,316, 373,382-4, 392, 429, 490 ,510 ,527-8 , 530-3,536-8 ,5 3 9 ,5 4 5 -7 ,5 4 9 ,5 5 1 ,5 5 3 ,5 5 6 ,5 6 3 -4 .

İSTH M O S - Peloponnesos yarımadasını anakaraya bağlayan kıstak. 1893'de Korint Kanalı açıldı. 253-4 ,301,553.

İTHAKA - Homeros'da İthake diye geçer. Ada. 105,124-5,160, 417-21,423-4,427,458 ,534 ,540 , 569-70.

KA PPADOKİA - Orta Anadolu'da, Toros Dağlan ile Karadeniz arasında kalan bölge. 19-20, 169-70, 222, 266 ,399,528.

KARİA - Anadolu'nun Akdeniz kıyısında bölge ve ülke. 95 ,155 , 158-62,164,166-68, 183, 189 ,247 ,260 ,262 , 264, 267 ,270 ,277 ,

280-1, 311,340, 362-3, 367, 369, 424, 426, 500.528 ,538 .

KAUNOS - Akdeniz kıyısında, Karia'da bir kent. Köyceğiz Dalyanı ağzında. 21,168, 507.

KEOS - Ege Denizi'nde ada. Kyklad'lardan.117 .219 .342 .534-6 ,557 .

KH İO S - Ege Denizi'nde ada. Sakız adası.158,161-2 ,266, 483, 530-1 ,533-7 ,539,540- 1.

K IB R IS - Eski adıyla Kypros. Akdeniz'de ada. 2 0 ,1 3 3 ,3 6 2 ,3 6 6 ,3 7 8 -9 ,3 8 1 ,3 9 1 ,3 9 3 ,497 ,501-2 ,506 ,508-10 ,534 , 541-2, 547,549,552.

K İL İK İA -O rta ve Doğu Akdeniz Bölgesi.155 ,166 ,368 ,378-9 .

KLAZO M EN Aİ - Anadolu'da kent. Çeşme yarımadasında on iki İoıı kentinden biri. 530-1.

KN İD O S - Ege'de kent. Datça yarımadası, Tekirburnu. 119,309.

K N O SSO S - Girit adasında kent. 21-2,116, 166 ,168,222, 234, 2 4 5 -6 ,271 ,274 ,279 ,300,362-4 ,375 , 3 98 ,479 ,508 , 534, 568.

KSA N TH O S - Batı Akdeniz bölgesinde kent. Kınık. Ayrıca Batı Akdeniz bölgesinde ırmak, Kocaçay. 157, 321, 507,531.

KYK LA D 'LA R - Ege Denizi'ndetakımadalar. 2 0 ,2 2 ,9 5 -6 , 161,163,167, 239-40, 2 6 4 ,3 6 7 ,4 1 8 ,4 2 4 , 527,538.

KYM E - Ege bölgesinde kent. On iki Aiol kentinden biri. Nemrut. 171, 528-30,534-7 ,554.

LA RİSSA -Y u n anistan 'd a Thessalia ' bölgesinde kent. 160,163, 175,251, 369,374,528.

L EM N O S- E g e Denizi'nde ada. 114,160, 162-6 ,173-4 ,181 ,188 ,190 , 192-3,263,265- 7 ,348 ,560-1 .

LESBO S - Ege Denizi'nde ada. Midilli. 160, 162,171 ,192-3 ,304-6 , 3 1 5 ,317 ,362 ,395 ,398 ,401-2 ,465 ,492 , 502 ,507 ,528-30 ,546 . 548, 553,583-4.

LO K R İS - Yunanistan'ın kuzeyinde bölge.161, 189 ,249-50 ,266 ,340 , 425,529 ,555 .

LYDİ A - Ege'de bölge ve ülke. 133 ,155 ,162- 6 ,1 6 8 ,1 7 0 ,1 7 3 ,1 8 9 ,2 7 7 ,3 1 3 , 394-5,398-9,465 .4 7 9 .5 2 8 .5 3 4 -5 ,5 4 1 ,5 4 5 .

LYKİA - Batı A kdeniz'de bölge ve ülke.Fethiye-Antalya arası. 91, 114,133-5,155-

Page 614: Thomson_Tarih Öncesi Ege

Y e r A D L A R I D İ Z İ N İ 613

8 ,164 ,166-9 , 182,277, 318,321-2 ,363 , 374-5 ,393 ,476 ,531 .

M A İA N D RO S - Ege bölgesinde ırmak. Büyük Menderes. 21 ,170 , 367,507, 528.

M ARATHON - Yunanistan'ın Altikabölgesinde kent ve ova. 105,116, 160,254, 287, 345.

M EGARA - Yunanistan'da kent. 121-2,160- 1 ,2 2 3 ,2 5 3 ,2 6 2 -4 ,3 4 2 ,3 6 9 ,4 2 5 ,5 6 1 .

M EM İ’H İS - M ısır'da kent. 371,504-5.M ESSEN İA - Yunanistan'ın Peloponnesos

yarımadasında bölge. 117, 161, 182,190-1,239,247, 262,364, 3 6 7 ,391 ,405 ,425-6 ,538,544.

M İLETO S - Ege bölgesinde kent. Sökeovasının batısında. Balat. 157, 159-60,168,281,507, 530-1 ,541 ,542 ,544 .

M YKENE - Ya da Mvkenai. Yunanistan'da kent. 22-3, 156,2 İ 0 ,234, 239 ,242 ,247 , 268-70,362-4 ,366, 369 ,373-7 ,385-6 ,392 ,394 ,396-7 ,399 , 402 ,423 ,4 2 6 ,4 9 0 ,4 9 6 -7 , 4 9 9 -5 00 ,508-9 ,527-8 ,532 ,534 ,536 ,567 .

M Y T İL E N E -K en t. Lesbos adasında. 171, 530 ,532 ,541-2 ,558 .

N A U K RA TİS - Kent. Nil ırmağı ağzında Yunan kolonisi. 371 ,3 7 3 ,5 0 5 ,5 3 2 .

OLYM PİA - Yunanistan'da Elis bölgesinde kent ve tapmak. 107-8, 111. 160, 162, 182,186,210 ,225 , 262-, 270, 276,307, 395-8,

• 402.O RK H O M EN O S - Yunanistan'ın Boiotia

bölgesinde kent. 121 ,160 ,177-8 , 180,183- 8 ,247 ,2 5 3 , 263-4 ,363-4 ,366-7 ,382 ,388 ,392,554.

PA R N A SSO S - Yunanistan'da Delphoi yakınında dağ. 95 ,166 , 281.

PH O K İS - Yunanistan'da bölge. 381-2,394, 418,530.

PH RYG İA - Anadolu'da Phrvg'lerin yurdu. 113,155, 222, 225, 394,398-9 ,527 .

PRO PO N TİS - Marmara Denizi. 21, 162, 164, 171,266,531.

R O D O S - Ya da Rlıodos. A kdeniz'de ada.21, 95, 168,247, 309, 314-6, 342,345 ,367-8 , 3 7 1 ,3 7 8 ,3 9 1 ,5 0 7 ,5 3 4 .

SA M O S - Ege Denizi'nde, Kuşadası’nın günevinde ada. 99 ,158 , 160,209, 270-1, 315, 417, 420, 424, 492. 507, 530, 541, 544,548,556.

SA RD ES - Ege Bölgesi'ııde Lydia başkenti. Sarf. 21, 160 ,170 ,393 ,398 , 465, 507,548.

SK A M A N D R O S - Çanakkale bölgesinde ırmak. Küçük Menderes. 216,520.

SM YRN A - Ege'de kent. İzmir. 160,171,247, 528, 531,533-7.

SPARTA - Peloponnesos'da, Lakedaimon başkenti. 117 .135 ,137 ,160-1 ,190-1 , 209,218,225, 230, 247, 260-3 ,267-8 ,275, 302, 305-6 ,321 ,323 ,343 , 350 ,3 8 -7 ,4 0 2 ,4 2 1 , 4 2 4 -6 ,465 ,471 ,473 ,492 , 501-4,506, 509- 10, 529, 541-3, 547-9, 551, 553,556, 560, 569, 584.

SYRA K U SA - Sicilya adasında kent. Korinthos kolonisi. 21, 118-9 ,314,465,537,540, 555-6,558-9.

TEN ED O S - Ege Denizi'nde ada. Bozcaada.315,528.

T H E B A İ-Y u n an istan 'ın Boiotia bölgesinde kent. Mısır'da da bir Tlıebai kenti vardı. 23 ,95 , 113, 116 ,121 ,175 , 177-8,184,247, 275-6 ,319 ,3 2 8 ,3 3 3 ,3 6 2 -4 ,3 6 6 , 368, 371-3, 376, 382, 389, 392, 394,503, 505, 540,543,547,554.

T İG R İS - Anadolu'da ırmak. Dicle. 16,43.T İR Y N S -Y u n an istan 'ın Argoiis bölgesinde

kent. 23 ,156 ,269-70 , 272,363, 366,369, 374-5,396.

T R O A S -Ç an ak k ale bölgesi. Troya yöresi.161-3, 216,266-7 ,367, 395 ,5 2 8 ,5 3 4 ,5 5 8 .

TRO İZEN - Peloponnesos'da bir kent. 120-1, 1 6 1 ,2 3 7 ,2 5 2 ,2 5 4 ,2 6 3 -4 ,5 4 1 , 543,548.

TRO YA - Çanakkale bölgesinde kent. Truva. 2 1 ,2 3 ,1 1 6 , 156-7 ,161-2 ,178, 183, 188, 247, 249-51,265-8, 308, 315,318-20,339-40,3 48 ,353 ,361-2 ,3 6 6 ,3 6 9 ,3 7 8 -8 0 , 383,388, 392-3, 398-9,401-2, 405 ,407 ,4 1 0 -1 ,4 1 9 ,4 24 ,47 5 ,4 9 7 ,4 9 9 ,5 0 1 -7 ,5 1 0 -1 , 520, 525, 527-8 ,530.540-3 , 547, 549, 551, 558,562, 567-8.

ZAKYN TH OS - Yunanistan'ın batıkıyılarında ada. Zanta. 160, 302, 345, 378, 417,420.

Page 615: Thomson_Tarih Öncesi Ege

T a r İ h ö n c e s İ E g e

Resimler Dizini

1. Dağkeçisi dansı: Yontmataş Çağı geyik boynuzu......................... 482. Athena ve yılan: Melos Adasından bir kabartma.......................1083. Gömüt tepesi ve yılan: Attika v a z o su .......................................... 1094. Ölüler şöleni: Lakonia kabartm ası.................................................1105. Kalkan üzerinde öküz başı: Attika v azosu .................................. 1146. Bir Filistinli: Mısır resm i......................................................................1557. Amazon: Attika v azosu ......................................................................1728. Ay tapımı: Minos'dan bir değerli ta ş ............................................. 2029. Bir Mainad: Attika vazosu.................................................................207

10. Nar tutan tanrıça: Attika yontusu.................................................... 20911. Domuz kurban eden kadın: Attika vazosu...................................21212. Kuyu başındaki kızlar: Attika v azo su ........................................... 21413. Artemis ile Aktaion: Attika v azo su ................................................21514. Üç yüzlü Hekate: T a k ı ......................... 22015. Persephone Hades'de: Attika vazosu. ...................................22316. Willendorf Venüsü: Yontmataş Çağı y on tu su ............................22717. Thessalia yontusu: Sesklo'dan bir terrakotta .............................. 22818. Küçük Minos Yontusu: Knossos'dan bir terrakotta................... 22919. Kyklad yontusu m erm er................................................................... 23320. "Kutsama devinimi": Knossos'dan bir tunç y o n tu ................... 23421. Yüzlü bir Troya çömleği..................................................................... 24022. Keçinin emzirdiği bebek: Minos m ü h rü .......................................24123. Çifte yüzlü Minos baltası: Knossos'dan değerli taş üstüne

o y m a ........................................................................................................ 24124. Minos boğa güreşi: Knossos'dan değerli taş üstüne oym a. . . 24225. Mykene tapım sahnesi: Mykene'den bir altın yüzük.................24226. Kutsal ağacın önünde dans: Mykene'den bir altın yü zük.. . . 24327. Demeter'in yükselişi: Terrakotta kabartma...................................24428. Demeter'in Pappas tipi: Eleusis'den bir terrak otta ................... 244

Page 616: Thomson_Tarih Öncesi Ege

R E S İM L E R D İZ İN İ 6 1 5

29. Minos yılan rahibesi: Küçük yontu................................................... 24430. Britomartis: Lyttos'dan değerli taş üstüne o y m a ........................ 24531. Tanrının yere inişi: Minos m ührü..................................................... 24532. MinosTu rahip: Knossos'dan bir kabartm a....................................24633. Demeter ile Triptolemos: Attika tası................................................. 24634. Athena: Attika v a z o su ......................................................................... 24835. Athena, Erikhthonios ve Kekrops: Attika kabartm ası 25236. Athena ve Kekrops kızları: Attika vazosu...................................... 25337. Athena'nm doğumu sırasında Poseidon ve Hephaistos:

Attika vazosu........................................................................................... 25738 Ephesos'lu Artemis: Ephesos'dan bir küçük yon tu ....................25839. Ana-tanrıça ve ikizler: Attika vazosu...............................................25940. Artemis Orthia: Sparta'dan bir fildişi kabartm a...........................26141. Zeus ve Hera: Attika vazosu .............................................................. 27142. Minotauros: Knossos'dan bir sikke................................................... 27343. Etrüsk zırhı: Vetulonia'dan bir dikilitaş.......................................... 27744. İuno ile Herakles: Roma tunç yontusu.............................................27845. Apollon ile Artemis: Melos Adası'ndan bir vazo........................ 28046. Çift sürme: Attika v a z o s u ...................................................................29847. Çift sürme: Vari'den bir v a z o ............................................................ 29848. Zeytin hasadı: Attika vazosu.............................................................. 29949. Kır dansı: İonia vazosu......................................................................... 30050. Kura çekimi: Attika vazosu .................................................................31851. Kharit'ler: Attika duvar kabartm ası................................................. 33152. Matres Dea'lar: Avigliano'dan bir duvar kab artm ası 33553. Laussel Venüsü: Yontmataş Çağı o y m ası...................................... 33554. Minos gemisi: M ü hü r........................................................................... 35155. Oluk Gömüt Hanedam'nın altından yapılmış ölüm maskı . . 36456. Mykene'de yaban domuzu avı: Tiryns'den bir duvar resmi . 36457. Gemiye binme sahnesi: Tiryns'den bir m ü h ü r.............................36558. Mykene'deki Aslan Kapısı...................................................................36559. Perseus ve Gorgon: Attika v azosu ................................................... 37260. Minos'lular Mısır'da: Mısır resm i..................................................... 37361. Ege gemisi: Mısır r e s m i....................................................................... 37462. Ariadne, Theseus ve Minotauros: Altın ta k ı................................. 37563. Mykene'li kadın: Tiryns'den bir duvar resm i............................... 41264. Dansçılar: Attika v a z o s u .....................................................................43965. Müzik eşliğinde ekmek pişirenler: Boiotia'dan bir terrakotta 44566. Musa'lar Attika v a z o s u ....................................................................... 461

Page 617: Thomson_Tarih Öncesi Ege

67. Alkaios ve Sappho: Attika v azosu ..................................................46768. Mykene'li dansçı: Vapheio'dan bir sü staşı...................................47469. Apollon ve lir: Attika vazosu.............................................................47770. Knossosİu kadınlar: Duvar resmi (onarılm ış)............................48071. Tanrıçanın yeryüzüne inişi: Minos mühür yüzüğü...................48072. Minos korosu: Terrakotta................................................................... 48173. Lir çalan Minos'lu: Hagia Triada Lahiti......................................... 48274. Karma koro: Attika v azo su ...............................................................48375. Lir çalan adam: Attika vazosu.......................................................... 48476. İçki şöleni: Attika şarap tası...............................................................48977. Dans eden genç kız: Attika şarap tası............................................. 49178. Dördüncü Oluk Gömüt'den bir altın ku p a...................................49679. Yaban domuzu dişinden tolga: Mykene iş i...................................49680. Aphrodite ile kuğu: Attika ku pası ...................................50181. Güvercin başlı Aphrodite: Kıbrıs terrakottası.............................. 50982. Koşu: Attika v azo su ............................................................................52183. İris: Attika vazosu................................................................................ 52484. Alt-Mykene askerleri: Mykene'den bir vazo................................ 52985. Kral Arkesilas: Lakonia kupası........................................................ 550

6 ı 6 T a r İ h ö n c e s İ E g e

Page 618: Thomson_Tarih Öncesi Ege

617

Çizelgeler Dizini

I. Akrabalık Terim celeri.................................................................. 56-7II. Amerika Yerlilerinin Akrabalık Sistemlerindeki

Bozulmalar........................................................................................... 70III. Hint-Avrupa Akrabalık A dlığ ı......................................................73IV. İrokua B irliğ i.......................................................................................81V. Roma'nın Sabin ve Etrüsk Kralları............................................... 92VI. Tarihöncesi Yunan Süredizini........................................................96VII. Babayaniı Ardıllığın Evrimi.......................................................... 148VIII. Sisyphos S o y u .................................................................................. 156IX. Orkhomenos K ralları..................................................................... 179X. L ap ith 'ler........................................................................................... 180XI. Minias ile Tyro.................................................................................. 185XII. Eratosthenes'in Süredizini.............................................................362XIII. Argos So y ağ acı................................................................................ 370XIV. A iakidTer........................................................................................... 380XV. PelopidTer......................................................................................... 400XVI. Perieres ve Thestios..........................................................................424XVII. Homeros Kiilliya tı............................................................................541

Page 619: Thomson_Tarih Öncesi Ege

6 l 8 T A R İ H Ö N C E S İ E G E

Haritalar Dizini

I. Doğu A kdeniz...................................................................................... 21II. Demeter T ap ım ları........................................................................... 121III. Ege'nin Tarihöncesi Halkları.......................................................... 160IV. Dimini Kültürü (Thessalia I I ) ....................................................... 175V. Artemis Tapım ları............................................................................. 263VI. Argos O v a sı........................................................................................ 269VII. Peloponnesos'daki Akha Yerleşim Merkezleri................... 386VIII. Thessalia A khaia 'sı........................................................................... 388IX. Odysseus'un K ra llığ ı.......................................................................417X. Anadolu ve Karadeniz.....................................................................507

Page 620: Thomson_Tarih Öncesi Ege

YA K IN D A H O M ER ’D EN :

* Eski Yunan Toplum u Ü stüne İncelem eler İLK FİLOZOFLAR

G eorge Thom son Çeviren: M ehm et H. Doğan

* D ram anın Toplum sal Kökenleri Ü stüne B ir İncelem e A İSK H YLO S VE ATİNA

George Thom som Ç eviren: M ehm et Fİ. Doğan

Page 621: Thomson_Tarih Öncesi Ege
Page 622: Thomson_Tarih Öncesi Ege

İngiliz bilim insanı George Tbomson (1903-1987), Batı uygarlıklarına kaynaklık eden tarihöncesi Ege'yi toplumsal, sanatsal ve felsefi yönleriyle incelemek için yıllarını verdi. Thomson'ın bu çalışmalannın başyapıtı niteliğindeki Tarihöncesi Ege, Tunç Çağı'na denk düşen dönemde Ege' de anaerkil toplum düzeni, toprağın kullanım biçimleri, kentlerin gelişimi ve destanın doğuşunu inceliyor. Arkeoloji, antropoloji, sosyoloji, dilbilim gibi farklı bilim alanlarının olanaklarından yararlanan Thomson, Tarih öncesi Ege' de, insanlığın geçmişine bütünsel bir yaklaşım getiriyor, insan toplumunun kökenleri ve gelişimine olduğu kadar, bilim ve sanatın kökenleri ve gelişimine de ışık tutuyor.

Alanının en saygın çalışmalarından biri olarak kabul edilen bu yapıtı, Celal Üster'in, 1983 Azra Erhat Çeviri Ödülü'ne değer görülen çevirisiyle sunuyoruz.

Kapak resmi: Hagia Triada Lahti üzerindeki tören sahnesinden detay: Kadınlar

alayı. İ.Ö 15 yüzyıl. Herakleion Arkeoloji Müzesi, Girit.

ARKEOLOJİ VE EsKİÇAG TARİHİ: 54

• homerkitabevi } 1»11 Çar�ı Cad. ı\u: lJ.l 1 3443 J (;f/{ll/(/\ftrrll /str11ılml w1ını•. lıo111erbook�. rom