sis Çanı yayınları - turuzturuz.com/storage/turkologi/2018/3167-1-kod_adi-ulu...-bre koca...

294

Upload: others

Post on 26-Jul-2021

11 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir
Page 2: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Sis Çanı Yayınları: 13

İstanbul, Kasım 1998

Kapak: Bülent Engez •

ISBN 795 7960 12 8 •

Sis Çanı Yayıncılık Küçükparmakkapı Sokak, Halim İşhanı. 1 O. KaL3

80060 Beyoğlu İstanbul Tel. .. (0212) 249 47 74

Page 3: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Demirtaş Ceyhun

Kod Adı: Ulu Hakan

I

(Osmanli Avduun Drwm: Medreseden Imam Hatip'e)

lslOOl �

Page 4: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Dizgi Sel Dizgi, Tel.. 0212 511 10 05

Baskı Ziya Of sel, Tel.. 021 2 544 60 34

Kapak Baskı Dur Ofset, Tel.: 0212 520 69 04-05

Page 5: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

İçindekiler Önce, Niçin ''Ulu Hakan"

NASIL KALKINIRIZ !'-/'olacak Şu Memleketin Hali Oylcysc ... Nasıl Kurtulmuz Bu Durumdan Acaba

NİÇİN ORDU Osmanlı ve Ordusu Osmanlının Maa� Ödediği Tck Kulu

Ve, Ne Zaman Bir Toplumsal Sorun Patiasa Hemen Orduyu A nımsamı�lar Cclcli isyanları Sanki Bu Karı�ıklıklar da

Ulemanın iktidarı İçin Çıkarılmı� Osmanlıların Ulcma Devri: Sankı Lanelli Yüzyıl Ulcmanın ilk Hedefi de Yeniçeri Ocağı Olmu� U lemanın Bulduğu Yeni Gelir Kaynağı: Rü�vel Yeniçeriliğin Sonu Yeniçeri Ocağının Ulemanın Öcüsü Haline Dönü�ü Ulemanın Yeni Öcüleri: Tellaklar, Hamallar, A sker Yarnakları

U lema-Yeniçeri İ� birliğine Kar�ı Batılıla�ma Yeniçeriler Niçin Kılıçlan Geçirilmı� Öyleyse

OSMANLlLARDA AYDIN KAVRAMI VE ULEMA

7

17 :2R

3:2 40

46 5:2

65 n X2 RX 94

J()(ı 12X

144 I M

Toplumsal Kalkınma v e Osmanlı Aydını 1 7R

Kimdir Bu Osmanlı Aydıııı :200

Medrese Nedir :206 Medrese ve imparatorluk 23X

Divan Şiiri, Medrese ve Osmanlı Aydını :24X

Emlcrun Okulu :264 Ulema Şiire de Dü�man :274

Osmanlıların Gizli Şiir Tarihinin Şifre A nahtarı da Galiba ·'Ulu Hakan" 290

Page 6: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir
Page 7: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Önce ... Niçin Ulu Hakan? ..

Şimdiye dek kim bilir kaç kez dinlemişsinizdir siz de, kahka­halar atarak. Ünlü fıkradır.

Hani, Sultan Abdülhamid 'in 19 03 'ten 19 08 yı lına, Ikinci Meşrutiyet'in i/anına dek, tam 5 yıl Maarif Nazırlığını yapmış Ha�im Paşa, okultarla ilgili işler biraz sarpa sarınca; "Ah ... Şu mektepler olmasa maariji ne güzel idare ederdim." demiş.

Haşim Paşa 'nın resmini görmedim. Ama hiç kuşkum yok, bütün Osmanlı paşaları ve uleması gibi onun da mutlaka bir ku­cak dolusu sakalı vardır. Çünkü, Osman Nuri Ergin 'in "Türk Maanf Tarihi" adlı kapsamlı çalışmasında verdiği bilgilere gö­re, bıyıksız ve sakalsız birinin Osmanlı yönetiminde herhangi bir devlet dairesinde görev alabilmesi olanaksızdır. Örneğin, "dedesi ve babası ulema mesleğinde bir aileden olan, Osmanlı müellıf ve muharrirlerinden Müstakimzade Süleyman Saadet­lin Efendi, medrese tahsili gördükten sonra müderris (medre­se öğretim üyesi) olmak üzere üç defa rüus (hoca/ık) imtihanı­na girmi� ise de, sakalı hafifüllihye (seyrek, ya da az) olduğu için bir türlü müderrisliğe nail olamamı�"tır. (O.N. Ergin, Türkiye Maar�f Tarihi, Istanbul 19 39 , c- 1 , s./01 )

Bu nedenle, ne zaman dinlesek bufıkrayı; -Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! ..

diye kahkahayı basarız hemen, bir yandan da bu Osmanlı paşa­sının bilisizliği ( cahilliği) karşısında dehşete düşerek.

Yıllar önce Vera Mutafçiyeva adında bir Bulgar tarihçinin, "Cem Sultan Olayı" adlı, gerçekten ilginç bir romanını oku­muştum. Hala unutamam.

7

Page 8: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Romanın başındaki açıklama notuna göre, Bayan Mutafçiye­va 'nın Cem Sultan ' la tanışması bir rastlantı sonucu olmuş. Os­manlı tarihi üzerine yaptığı bir araştırma sırasında ansızın kar­,w·ına çıkıvermiş genç şehzade ve kendisini yeniden yervüzüne çıkararak, yaşadı,�ı trajik olaylan tekrar yargılamasım istemiş. Bı/indiği gibi, Cem Sultan, Fatih 'in oğludur ve babasının ölü­münü duyar duvmaz ilan ettiği saltanatı ancak 18 gün sürmüş ve kardeşi Bayezid 'e ye nilerek ülkeden kaçıp, Fransa 'ya Papa­lıifa sıltınmak zorunda kalmıştır. Işte, Bayan Mutafçiyeva da, ''bugüne kadar tanıdığı kahramanlarm en sevimlisi" olan bu kişiyı kıramamış ve onu yeniden yeryüziine çıkararak, görgü ta­iuklanvla tekrar yüzleştiritmesini sağlamış. Yani, roman, Cem Sultan 'ın bu serüvenini konu edinmekledir ve anlatım, yüzyıllar önce ölmüş görgü tanıklannın mezarlanndan çağn/ıp yeniden sorgulanma/an şeklinde kurgulanmıştır Aklınıda kaldığı kada­rıyla da, sorgulanmak için çağrı lan, galiba Malta şövalyeleri­nin başı, öfkeyle girmekte ve "Çağrımza gelmeyecektim ama, tarihçiler hakkımızda o kadar çok yalan ve yanlış şeyler yazdı­lar ki, hem sizler de bu yafanlara yeni bir şeyler eklemeyesiniz, hem de bu fırsatla onlan düzelteyim bari diye geldim" gibisin­den bir şeyler söyleyerek başlamaktadır ifadesini vermeye.

Gerçekten, şimdi bir tansık olsa, bizler kahkahalarla güler­ken sözlerine, Haşim Paşa da, tıpkı Bayan Mıttdfçiyeva 'nın şö­valyesi gibi yıllar sonra birden diriliverip çıksa karşımıza, ne der acaba?

Çünkü, bu konuda da hiilii bilisiz (cahil) olan o değil, asıl bi­ziz galiba. Bu yüzden de, maarif kavramıyla mektep kavramılll kolayca özdeşleştirivernıişiz. Dolayısıyla, Osmanlı lmparatorlu­/fu 'ndaki eğitim düzeninden, öğretim kurumlannın niteliklerin­den de pek haberimiz yok, gördüğümüz kadarıyla.

Örneffin, Osmanlı Jtnparatorluğu 'nım, ta 19 1 3 yı lına dek, bütün tarihi boyunca devlet bütçesinden bir tek medrese yaptır­madığını, gene devlet bütçesinden bütün tarihi boyunca tek bir müderrise maaş ödemediğini aramızdan kaç kişi bilir acaba gerçekten?

8

Page 9: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Ama öte yandan, tam da bilmediği medrese kavramını kutsal­laştırmamış aydınımız da yok gibidir galiba. Öyle ki mektepten yetişmiş Osmanlı aydınlarının gözünde bile medrese kutsaldır sanki. Bu nedenle mektepli ile medreseli de birbirlerinden çok farklı anlamlar içeren kavramlardır Osmanlıcada. Örneğin, medreseli alimdir, Osmanlı ulema sınıfına alınırlar hemen. Mektepli ise cahildir medreseiiierin gözünde. Oysa, Baron de Tott anılarında tam karşıtını yazmaktadır. 1773 yı lında kurulan Haliç Tersanesi'ndeki Riyaziye Mektebi'ne öğrenci bulabilmek için düzenledikleri sınavda, "bir üçgenin iç açılarının toplamı­mn kaç derece olduğunu" katılan hiçbir medreseli bilememiş, "sadece birisi cesaret gösterip, üçgenine göre değişir demiştir". Çocuklara toplama, çıkarma, çarpma, bölme işlemleri ile çar­pım tablosunun da öğretildiği, bugünkü anlamda ilköğretim oku­lu düzeyindeki bir okul da, ta 1830 '/arda, 1 /.Mahmud dönemin­de "Rüştiye" adıyla açılmıştır ilk kez.

Fakat, bütün bu gerçekiere karşın medreseyi eleştirmeye ve­ya medrese eğitiminde de bir değişiklik yapılmasını önermeye kimse cesaret bile edememiştir.

Mustafa Kemal bile, çevresindeki aydınların tepkisinden çe­kindiği için Kurtuluş Savaşı boyunca konuşmalarının hiçbirinde medreseden söz etmemiştir. Ilginçtir, 3 Mart 19 24 günü Mec­lis 'te kabul edilen Tevhid-i Tedrisat yasasında da medrese söz­cüğü hiç kullanılmamıştır.

Nitekim, Birinci Büyük Millet Meclisi ' nd eki Osmanlı aydınla­rı, 2 0 Kasım 19 2 1 'de, Mustafa Kemal 'e rağmen ulemadan Veh­bi Efendi 'yi Maarıf vekilliğine getirtmeyi bile başarmıştır. Veh­bi Efendi (Ahmet Vehbi Bolak Efendi) de, ilk iş olarak medreseli mollalardan yeni bir program komisyonu kurmuş ve Büyük Mil­let Meclisi Hükümeti için yeni bir eğitim programı hazır/atmış­tır. Bu yeni programa göre; "Bütün okullarda din dersleri artı­nlacaktır. Sultanilere (lise/ere) Yeni Medrese adı verilecek ve bu okullar da medreseler/e birleştirilecektir. Öğretmen okulla­nnda öğrenciler başianna sank saracaklardır. Müzik dersinin adı 'İlahi', resim dersinin adı da 'Çizgi' dersi olarak değiştiri­lecek ve bu derste canlı yaratık/ann resimlerinin çizilmesi ke-

9

Page 10: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

sinlik/e yasaklanacaktır." Ve, Kurtuluş Savaşı 'nın kazanılması sayesinde Vehbi Efen­

di 'nin Maarif Vekilliğinden düşürülmesi sağ/anabilmiştir ancak. Ama, Mustafa Kemal'in yakın çevresindeki, örneğin Türkçü­

lük düşüncesinin kurucusu Yusuf Akçura gibi aydınlar bile, medrese/erin kapatılması fikrine şiddetle karşı çıkarak, "Devrim Medrese/eri" başlığı altında, güya bu okulları "fakir çocukları­nın devrimi yayacak ilerici din adamları olarak yetiştirileceği" birer "Hakimiyet-i Milliye Medrese/eri" haline dönüştürecek önerilerde dahi bulunmuş/ardır. (Dr. /lhan Başgöz-Howard E. Wilson, Türkiye Cumhuriyetinde Eğitim ve Atatürk, Dost Yayın­ları, Ankara 19 68, s. 82)

Hatta, Prof Enver Ziya Karai 'ın belirlemelerine göre, "Bi­rinci Büyük Millet Meclisi'nde Maarif Vekaletinin kaldırılma­sını ve bütün eğitim işlerinin Şer'iye Vekaletine bağlanmasını isteyenler" bile olmuştur. (Enver Ziya Karai, Türkiye Cumhuri­yeti Tarihi -Liseler Için- Milli Eğitim Basımevi, !st. 19 69 , s. 1 65)

Kısacası, medreseleri kapatmak Mustafa Kemal için dahi ko­lay olmamıştır. Hi/afetle birlikte Evkaf ve Şer ' iye bakanlıkları­nın kapatılması ve Tevhid-i Tedrisat yasasının çıkarılması konu­larını önce "Fevzi Paşa, İsmet Paşa, Kazım Paşa gibi paşalarla İzmir manevrası sırasında görüşmüş", sonra Meclis 'e getirerek hepsini aynı günde yasalaştırtmıştır.

Tevhid-i Tedrisat yasasında da, yukarda belirtildiği gibi medrese/erin kapatı lacağından hiç söz edilmemektedir ama, "İs­tanbul Üniversitesine bağlı bir ilahiyat Fakültesi'nin kurula­cağı ve ülkenin gereksindiği imamlarla hatipleri yetiştirmek üzere de çeşitli bölgelerde 'İmam ve Hatip Okullan'nın açıla­cağına dair" yeni hükümler getirilmiştir.

Görüldüğü gibi, aydınlarımızın bu özelliği nedeniyle, tepkile­ri önleyebilmek için başlangıçta birtakım ödünler vermek zorun­da kalmıştır Mustafa Kemal de. Nitekim bu yasa gereği olarak, hemen bir buçuk ay sonra, 24 Nisan 19 24 'te istanbul Da­rülfununda bir ilahiyat Fakültesi ile ülkenin çeşitli yerlerinde tam 29 Imam ve Hatip Okulu açılmıştır. Ancak, Mustafa Ke­mal 'in verdiği bu ödün/erin ömrü çok da uzun sürmemiştir. Ön-

lO

Page 11: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

ce, laiklik ilkesi 19 28 yılında Anayasaya konulur konulmaz, Jtnam ve Hatip Okullarının ödenekleri, laiklik ilkesine aykırı ol­duğu gerekçesiyle hemen kesilmiş, 193 0-3 1 yılında tamamı ka­patı/mıştır. Ardından da, ilahiyat Fakültesi 'nin açıldığı yıl 224 olan öğrenci sayısının 1933 'te 20 'ye düşmüş olması nedeniyle, Üniversite reformu sırasında fakültenin kapatılmasına karar verilmiştir.

Yani, Sultan Abdülhamid 'in Maarıf Nazırı Haşim Paşa da, "Şu mektepler olmasa, maar(fi ne güzel idare ederdim" der­ken, kesinlikle bilisizliğinden böyle konuşmamakladır bizce. Ba­tılı laşma yan/ılarını suçlayarak, aslında "Nereden çıkardınız Allah aşkına şu mektepleri! .. Maarifi medreseler/e ne güzel idare edip gidiyorduk ... " demektedir, hiç kuşku yok ki . . .

Ne acıdır ki, Cumhuriyet aydınları da, bu gerçeği fark ede­meyip, üstelik önünü ardını da fazlaca kurcalamadan medreseyi kolayca fslamiyetle özdeşleştirip kutsal/aştırdık/arı için galiba, Mustafa Kemal 'in Tevhid-i Tedrisat yasasından neyi amaçladı­ğını da tam kavrayamamışlardır, gördüğümüz kadarıyla.

Bilindiği gibi, Arapça "tevhid" sözcüğü, "vahdet" sözcüğün­den !üretilmiştir. Vahdet sözcüğü, "bir ve tek olma" veya "yal­nızlık, kendi kendine kalış" anlamlarına gelmektedir. Tevhid de, "birleştirme, tekleştirme" veya "birliğini, tek olduğunu ka­bul etme" anlamlarını içermektedir.

Kuşkusuz, 19 24 yılında açılan 29/mam Hatip okulunun, he­men ertesi yıl 26'ya, 19 26 'da 20 'ye, 19 29 'da ikiye düşürülmesi, 193 1 yılında da toptan kapatılması sırasında hiçbir aydınımızın aklına "Tevhid-i Tedrisat" yasasının içeriğini tartışmak gelme­miştir. Fakat ilginçtir, Mustafa Kemal 'in ölümünden sonra, be­lirli çevreler hemen "tevhid" sözcüğünün bu "birleştirme" an­lamına dört elle sarı/ıp, yasanın adını "Eğitimin Birleştirilme­si" şeklinde Türkçeleştirerek, Mustafa Kemal'in de Osmanlı Im­paratorluğu 'ndaki bu iki ayrı eğitim kurumunu, medrese ile mektebi birleştirmeyi amaçladığını savunmaya başlamışlardır koro halinde, artık her ne hikmet/e ise . . .

Ve üzülerek belirtelim ki, bu çarpıtmalarını ustaca yöntem­lerle kısa sürede kamuoyuna benimsermeyi de başarmışlardır

ll

Page 12: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

doğrusu. Bugün, Tevhid-i Tedrisat yasasının Osmanlı Impara­torluğu 'ndaki iki ayrı eğitim kurumunu birleştirmek amacıyla çıkarılmış olduğundan, gördüğümüz kadarıyla aydınlarımızın hiçbirisinin şuncacık kuşkusu yoktur. Nitekim bu nedenledir ki, Jtnam Hatip Okullarını hala basit bir meslek okulu olarak de­ğerlendirdiklerinden, 195 1 'den bu yana yetiştirilen imam ve ha­tip sayısının gereksinimden kat kat fazla olduğunu gerekçe gös­tererek, okul sayısının azaltılmasına çalışmaktadırlar sadece.

ilginçtir, sanki ilk kez Demokrat Parti döneminde, 195 1 yı­lından itibaren açı lmaya başlanılmış gibi, yoğun bir propagan­dayla Jtnam Hatip Okullarının tarihçesini de kitlelere unuttur­mayı ustaca becermişlerdir 20 yıl gibi kısacık bir sürede.

Oysa, bilindiği gibi, ülkemizdeki ilk Jtnam Hatip Okulu, 19 13 yılında Ittihad ve Terakki hükümetince, ilk kez devlet bütçesin­den harcama yapılarak ve medrese/ere yeni bir kimlik kazandır­mak amacıyla "Medresetül Eimme ve'[ Huteba" (Imamiar ve Hatipler Medresesi) adıyla açılmıştır. Ve hiç kuşku yok ki, Bü­yük Millet Meclisi'ndeki Vehbi Efendiler kafası, bu medreseyi model alarak, Mustafa Kemal 'e / 9 24'te zorla o 29 Jtnam Hatip Okulunu açtırtmıştır ödün olarak.

Ne var ki, Mustafa Kemal 'in bu okulları hemen ertesi yı ldan itibaren kapattırdığı gerçeğini de halkın belleğinden kısa sürede silmeyi ustaca başarmış/ardır.

Yani, Mustafa Kemal, çıkardığı bu "Tevhid-i Tedrisat" adlı yeni yasayla hem medrese/erin köküne kibrit suyu dökmüştür, hem de Kurtuluş Savaşı koşullarında gericilerin baskısıyla bir ödün olarak kabul etmek zorunda kaldığı Imam Hatip Okulları ­n ı toptan kapatmıştır.

Görüldüğü gibi, Mustafa Kemal 'in Tevhid-i Tedrisat yasa­sıyla iki ayrı eğitim kurumunu birleştirmeyi düşündüğünü, akıl­dan geçirmek bile olanaksızdır. Ve bizce hiç kuşku yok ki, Mus­tafa Kemal 'e göre, bu tamlama "eğitimin tekliği" anlamını içermektedir kesinlikle. Eğitim tekdir. Her devlet, uyruğunu na­sıl eğiteceğine karar verir ve halkın eğitimi ancak devlet eliyle gerçekleştirilebilir. Okul binalarını devlet yaptırır, öğretmenie­rin maaşını devlet verir, eğitim programlarını devlet hazırlar.

12

Page 13: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Nitekim Mustafa Kemal de, Evkaf ve Şer'iye bakanlıklarımn kapatılmasını sağlayan yasaları Tevhid-i Tedrisat yasasıyla hirlikte çıkartarak, Osmanlı tarihi boyunca medreseleri kurmuş, binalarını yaptırmış, hocalarının maaşını ödemiş, dolayısıyla da eğitim programlarını düzenlemiş vakıflarla, vakıf yöneticisi hacı/arın, hocaların elini eğitimden bütünüyle kesmiştir.

Ama ne yazık ki, aydınımızın bu aymazlığı yüzünden, bugün eğitim çeşitli dalaverelerle yeniden bütünüyle vakıflam devre­dilrnek üzeredir. Üstelik yalnız ilk ve orta eğitim de değil, Mus­tafa Kemal'in kemiklerini sıziatacak bir küstahlıkla, üniversite eğitimi de bütünüyle vakıflam bırakı/maktadır neredeyde.

Ancak . . . Gene üzülerek belirtelim ki, aydınımızın Cumhuri­yet dönemindeki aymazlığı, yalnız "Tevhid-i Tedrisat" kavra­mını çarpıtmakla da sınırlı kalmamıştır. "Laiklik" kavramı da, Mustafa Kemal 'den sonra aynı şekilde çarpıtılarak benimsetil­miştir yığın/ara, gördüğümüz kadarıyla. Daha doğrusu, kavra­mın, 19 20 '/erdeki koşullar gereği yapılmış olan "devlet işleri­nin din işlerinden ayrılması" anlamına geldiği şeklindeki tanı­rnma dört elle sarınılarak, sonraki yıllarda toplumsal belleğe de salt bu anlamıyla ve daha da acısı tek anlamlı bir kavrarnmış gibi yerleştirilmesi gerçekten ustaca sağlanmıştır.

Bilindiği gibi, Osmanlı aydınının sözcük dağarcığında "laik­lik" kavramı da yoktur kesinlikle.

Islam şeriatının Kuran 'dan kaynaklanıyor olması yüzünden, şeriatçı olmayan Osmanlı aydını da yoktur çünkü. Bu nedenle, "laiklik, laisizm" sözcüğü aynı zamanda "dinsizlik" anlamına da gelmektedir, yani "laisizm" ile "ateizm" aynı şeydir Osman­lı aydınının gözünde. Nitekim ilk Türk materyalisri Beşir Fuad da, bilindiği gibi, Osmanlı aydınının bilinç düzeyinde "mater­yalist" sözcüğü dinsizlik anlamına geldiğinden toplumdan dış­lanıp itilmiş ve intihar etmesine neden olunmuştur.

Sanırız, "laiklik" kavramını tarihimizde yüksek sesle söyle­yebilen ilk Türk aydını da Mustafa Kemal 'dir.

Ancak, Osmanlı aydınları şeriat'ı tartışmayı akı llarından ge­çirmeye dahi cesaret edemez/erken, hiçbir toplumsal ve siyasal kavramın kutsallaştırılmasına izin vermeyen, hiçbir tabuyu be-

13

Page 14: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

nimsemeyen entelektüel kişiliğiyle halifelik kurumuna karşı çık­mış bu insan bile, çok ilginçtir, 19 27 yılında, Halk Firkası 'nın !.Kurultayı 'nda 6 gün boyunca tam 3 6 saatte okuduğu neredeyse bin sayfalık Nutuk'unda "laiklik"ten sadece bir kez söz etmiştir.

Üst elik, laikfiği savunmak için de değil, 19 2 1 Anayasasına "Şeriat hükümlerinin yürürlüğünü sağlamak Büyük Millet Meclisi'nin ödevlerindendir" maddesinin niçin konulduğunu, Cumhuriyetin ilanı nedeniyle 19 23 'te Anayasada zorunlu deği­şiklikler yapılırken "Devletin dini, İslam dinidir" diye bir mad­denin de niçin eklendiğini, Cumhuriyetten sonra yapılan 19 24 Anayasasında da bu maddelerin niçin korunduğunu açıklamak için, "Laik hükümet teriminden dinsizlik anlamını çıkarmaya eğilimli olanlara ve bundan yararlanmak isteyenlere fırsat ver­memek amacıyla böyle davranıldığını" belirtirken bu sözcüğü bir kez kullanmıştır.

Öyle ki, 19 24 yılında çıkarılan Hi lafetin kaldırılması ile ilgili yasada da, "Hilafet, hükümet ve cumhuriyetin mana ve mejhu­munda esasen mündemiçtir (vardır)" denilmek zorunda kalın­mıştır, şeriatçıların tepkisini bastırabi/rnek için.

Ve 1928 yılında "devlet işleri ile din işlerini birbirinden ayır­mak" anlamına geldiği savunusuyla laiklik ilkesi yaşama geçiri­/erek "Devletindini fslamdır" maddesi Anayasadan çıkarılmıştır.

Fakat ne acıdır ki, aradan bunca zaman geçmiş olmasına kar­şın, aydınlarımız laiklik kavramını 19 28 yılında bizce çaresizlik­ten bir hile-i şer'iye olarak kullanıldığı kuşkusuz, bu dar anlamlı tanımla açıklamaya kalkışmaktadır/ar hfıla. Yani, din-devlet ay­rımı bu kavramın en dar ve sığ anlanııdır. Bu açıdan bakılırsa, kavramın asıl anlamı "kutsallaşmış gelenek ve ilke boyunduru­ğundan kurtulmak"tır. Üstelik, bu dar anlam, din ve devletin ay­rı lması, belki Hıristiyan ülkelerde söz konusudur. Ama şeriatın Kuran 'dan kaynaklandığı ve devlet kavramıyla doğuştan özdeş­leşmiş fs larniyet 'te din-devlet ayrımını gerçekleştirebiirnek zaten olanaksızdar Nitekim, aradan bunca zaman geçmiş olmasına karşm, salt bu anlamda kullanılmaya çalışılan laiklik kavramının ülkemizde hfıfa tartışma konusu olması da, bu gerçeği bütün çıp­laklığıyla gösterse gerektir doğrusu.

14

Page 15: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Fransızcadan aldığımız, Yunanca kökenli bu laik sözcüğü, Yu­f/{1/lcada her ne kadar din adamı olmayan kişi anlamına geliyor­sa da, insanlığın gündemine asıl, Hıristiyan kiliselerinin kurduğu teokratik devletlere karşı bir siyasal kavram olarak ortaçağda girmiştir. Yani, öncelikle teokrasi kavramının karşıtıdır bir an­lamda. Laik devlet kavramı da, teokratik devlet kavramının seçe­neği olarak üretilmiştir.

Bu nedenle, "dinle devlet işlerini birbirinden ayırdığı" gerek­çesiyle, laik devlet 'ten, sonuçta Kuran hükümlerinin tanı uygu­lanmasına yönelik dinci girişimleri vicdan özgürlüğü ve insan hakları kapsamında değerlendirerek hoşgörüyle karşılamasını is­temek, bizce kesinlikle demokratik bir yaklaşım değildir.

Aydınımızın bir diğer özelliği de, toplumsal kalkınma sorunla­rını, ta XVII. yüzyıldan beri sürekli kültür tartışmaları yaparak çözmeye çalışmasıdır. XVII. yüzyılda Imparatorluğun gerilemesi­ni Islami yaşamdan uzak/aşılmasında gören ulema sınıfı, kurtulu­şun yeniden Hz. Muhammed dönemindeki Islami yaşama dönül­mesinde olduğunu savunurken, karşıtları da XVIII. yüzyılan ilk günlerinden itibaren kurtuluşun Batılı yaşam biçiminin benim­senmesinde olduğunu öne sürmeye başlamışlardır. Ne yazık ki, toplumsal kalkınma sorunları bugün de aynı şekilde kültür tartış­maları şeklinde sürdürülmektedir. Anadolu toplumunun ekono­mik yapısıyla ilgili, örneğin halen geçerli üretim ilişkileri ve mül­kiyet kavramının toplumsal bilincimizdeki konumu gibi konular­da herhangi ciddi bir araştırma yapılmamaktadır.

Bilindiği gibi, birkaç askerlik okulu ile 1/.Mahmud döneminde açalmış rüştiyevi saymazsak, Osmanlı Imparatorluğu' ndaki bü­tün din dışı mektepler, Abdülhamid döneminde kurulmuştur. Do­layısıyla, bu mekteplerde okutulan bütün ders kitapları da Abdül­hamid tarafindan hazırlatılmıştır.

Abdülhamid ise, 1789 Fransız devriminin rüzgarıyla XIX. yüz­yılın başlarından itibaren Osmanlı sınırları içindeki Hıristiyan azınlıkların birer birer bağımsızlık savaşına girişmeleri yüzün­den Tanzimat aydınlarının Osmanlıcı/ık fikri de suya düştüğü için, Osmanlı tarihinde ilk kez dini devlet politikası haline getir-

15

Page 16: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

miş ve imparatorluğun dağılmasını belki engellerim düşüyle Pa­nislamizmi savunmuştur açık açık.

Bu nedenle, aydınımızın bugünkü kimliğinin bütün ş!frc anahtarları, bizce hiç kuşku yok ki, 1/.Abdülhamid döneminde gizlidir.

Örneğin, gerçekten acaba niçin sadece 1/.Abdülhamid 'e "Ulu Hakan " demektedirler dinci çevreler?

Yavuz Sultan Selim, Abdülhamid döneminde kaleme alınmış tarih kitaplarında belirtildiği gibi, 15 17'de Ridaniye savaşından sonra hilafet i de gerçekten lHanbul 'a getirmiş midir?

Timur, 1402 'de Yıldırım 'ı yendikten sonra ancak birkaç ay kaldığı Anadolu 'yu tarihçi/erimizin belirttikleri gibi taş üstünde taş kalmamacasına yakıp yıkmış mıdır gerçekten? Oysa, öte yandan da Sultan Çelebi Mehmed, topu topu 1 0 yıl sonra devleti deriemiş topadamış ve tarunu Fatih de, gene topu topu 40 yıl sonra Bizans imparatorluğu 'na son vermiştir.

Gene, Rus çariçesi Katerina bohçacı kadın gibi Baltacı Meh­med Paşa 'nın çadırına gizlice girdiği için mi Osmanlılar Prut savaşını sona erdirmişlerdir hemen?

Kısacası; hiç kuşkumuz yok, Osmanlı tarihinin bütün şifre anahtarları "Ulu Hakan" döneminde gizlidir. Bu nedenle kita­bımızın adını "Kod Adı: Ulu Hakan" koyduk.

Çalışmamızın bu kısmında, Osmanlı imparatorluğu ' nun kül­türel temelinin nasıl oluşturulduğu konusu ile, Doğu imparator­luklarındaki orduların önemi üzerinde durduk.

Çalışmamızın ikinci kısmında da, doğrudan Ulu Hakan dö­nemini mercek altına alacağız.

Şayet bir kusur işlemişsek aifola gene . . .

Ekim I 998 1 Yeniköy

16

Page 17: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Nasıl Kalkınırız?

N'olacak şu memleketin hali? Şöyle birkaç kişi bir araya gelip, hele rakı şişesinin dibine

vurup da iki tek atınca, hemen "N' olacak yahu şu bizim memle­ketin hali?" diye dertlenmeye başlamayanımız galiba gerçekten hiç yoktur.

Ne yalan söylemeli . . . Bir köşeye oturup, memleketin hali

üzerine karşılıklı uzun uzun dertleşmeye ulusça bayılırız. Hatta, birkaç kişi bir araya gelmemiz de gerekmez her zaman. Örneğin, "Hele şöyle bira: oturup başımı dinleyeyim" diyerek tek başı­ımza da bir köşeye çekilsek, gene hemen başlarız içimizden memleketin haline hüzünlenmeye. Üstelik, kendi çıkarımız için de üzülmeyiz memleketin haline. Kendi adımıza iizülüyorsak, inanın namerdiz! . .

" Oturup konuşmak" "başım dinlemek" "kafayı dinlendir­mek" "kafa çekmek" filan da, zaten salt bize özgü deyimlerdir galiba. Nitekim, Melih Cevdet Anday usta da, bu ''oturup konu ­şalım" deyimine bozulmuş, "Oturmadan düşünemiyor musu n b e adam?" diye soruyordu bir yazısında. (Cumhuriyet gazetesi. ıs Aralık 1 995) .

Ama ilginçtir, demek öte yandan da, böyle olur olmaz mem­leket için ağlaşmamızdan biraz da gizli gizli utanıyormuşuz ki,

sanki rakı yüzünden başımıza geliyormuş gibi bütün bunlar, tut ­muş bir fıkra bile uydurmuşuz bu konuda.

Mutlaka biliyorsunuzdur. Hani , yaz tatilini Türkiye' de geçi­ren bir Alman, dönerken bir iki şişe de Yeni Rakı satın alınış . Birkaç gün sonra da arkadaşlarını bir akşam eve yemeğe çağır­mış ve açmış rakı şişesini . . . Önce gönülsüz davranmışlar, ana­son kokusu itmiş ya, ilk yudumun tadına varınca, ardı ardına bir­

kaç kadeh daha patlatıvermi�ler keyifle. Sonra da kendiliklerin-

17

Page 18: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

den vermişler kafa kafaya ve ba�lamışlar hep birden "N' olamk ruhu ŞI( hi :im Afmanw ' mn hali?" diye dertlenmeye . . .

Sanki tıl sım rakıdayın ış gibi . . . Aslında rakı da bahanedir biz­ler için . hiç kuşku yok . . .

Çünkü, aydınlarımız ın neredeyse tam dört y ü z yı ldır "N' ola­m k şu memleket in /w li·;·· diye dertlenmeden geçirebildikleri tck bir günleri bile olmamıştır sanki, gördüğümüz kadarıyla. Yani, kesinlikle yeni bir olgu değildir bu bizim için . . .

Örneğin, daha XVI. yüzyılın ortalarında, ı560' 1 ı y ıllarda, O'imanlı aydınları "Padişalı kocaldı gayri. Ordunun başmda se­fae çıkamıyor. N' olacak hu memleketin hafi.?" diye hornurdan­maya başlamışlardır tarihçi lerio yazdıklarına göre.

Gerçekten de, Kanuni Sultan Süleyman o y ıllarda artık nere­deyse 70 yaşıııa basmak üzeredir, üstelik gut hastasıdır ve Os­manlı ordusu da ta ı553 'ten beri yeni bir sefere çıkmamıştır. Ama ne var ki. Osmanlı ordusunun nicedir yeni bir fetih seferi­ne çıkmamasının nedeni de, salt sultanın yaşlılığı değildir gali­ba.

Çünkü, gene vakanüvislerin yazdıklarına göre, Kanuni Sul­tan Süleyman' ın ı 553 ' teki İran Seferi de, hazineye yeni gelirler

getirmek şöyle dursun, güya zafer kazanılarak Doğu Anadolu, Irak, Tebriz filan gibi yerler de Osmanlı topraklarına katılmış ol­

masına karşın, elde edilen ganimetler seferin giderlerini bi le tam kar ş ı lamamıştır.

N it ekim o tarihe kadar ı 00 dirhem gümüşten 300 akçe kesti­ril irken, Sultan Süleyman da bu seferden sonra paranın değerini düşürmek zorunda kalmış ve ı 00 dirhem gümüşten 457 akçe kestirmeye başlamı�tır, Prof. Mustafa Akdağ' ın belirlemelerine göre.

Artık, ilk yıl larda olduğu gibi ordu İstanbul 'dan birkaç yüz kilometre uzaklıkta fethedilecek yeni varsıl yerler bulamamak­ıadır. İmparaforluğun s ınırları çok genişlemiştir, dolayısıyla

ordu, yeni bir yer fethedebilmek için bazan binlerce kilometre­l ik yol katetmek zorunda kalmaktadır. Bu yüzden, fethedilecek

yere ula�mak için uzun bir zaman gerektiğ inden, ordu yolda kış-

I R

Page 19: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Lı mak için konaklamaktadır kimi seferlcrde. B ütün bunlar da maliyeti çok yükse ltmektetir.

Yani. masraflar çok arttığı için, fet ih seferl e ri de karlı olmak­

tan çıkmışt ır artık, gördüğümüz kadarıy la. Sadrazam Sokul lu Mehmed Pa�a da. Sultan Süleyman· ın to­

runu III. Murad döneminde İran üzerine gene bir sefer düzenlen­

ınesi söz konusu olduğunda hemen atılım� ve Aman su/ta­Ilim -' Ceddi ôlônı: Sultan Siileyman lw:retleri !m iran selerin­den neler ç-ekmiştir, hilme:sini: . . . Sul/ı olunw_,·a kadar ne :e/ır, ne kalır yutmuştur . . . imn :aptolunsa hile . yapılacak tahsilat se­fer/n nwsmfinı dahi karşt!ama: . . . Aman /w sultanmt! demiş­tir, Peçeri Tarihi' nde aniatıklığına göre.

Fransız devriminin gerçekle�tiği y ı l , 1789'da tahta çıkan Os­manlı su ltanı llLSelim de , galiba tarihimizde ilk kez, daha salta­

natının kırkı çıkmış çıkmamışken, hemen ü lkenin bütün i leri ge­lenlerini çağırıp, bir "Meşveret Meclis i" toplayarak, "N' olacak memleketin şu hafiF' diye sormuştur onlara, bilindiği gibi.

Çünkü, Osmanlı İmparatorluğu ' nda neredeyse iki yüz y ıldır i şler iyi gitmemektedir. B aşkent İstanbul 'da bile insanlar binbir yokluk içinde kıvranmaktadırlar artık. Et yoktur, süt yoktur, hat­ta odun bile bulunamamaktadır zaman zaman. Bu nedenle halk bir kurtarıcı beklemektedir.

Saray da nicedir hocalara tesl im olı ım�. fal baktı rarak, düş yorumlatarak yönetmektedir ülkeyi zaten. Falcı l ık ve dü� yo­rumculuğu (rüya tabirciligi) art ık medreselerde de ayrı bir ders olarak okutu lmaktadır "ilm-i niicum" adı altında.

Sultan llLSelim ' in babası III.Mustafa, Avrupalıların sa va�la­

rı da fa lcı larının kehanetleriyle kazandıkianna inandığından, Rus savaşından önce Fkansa ve Prusya krallarına elçi göndere­rip, falcı larını kendisine yardım o larak bir süre için ödünç ver­melerini bile istemiştir. Prusya Kralı II.Friedrich ·i n. "Benim i iç falctm vardtr Biri, tarihten ı·c deney/ndnden dns almakttr ikincisi, askeri her :aman samşa lw:tr halde tutnwkttr Üç·iin­ciisii de , .1m·aş için gerekli JWUl\'1 öncedenlw:inede hiriktirme/..­tir diyerek imalı bir di l le yanıtlamas ından sonra da . gene �ıl -

JlJ

Page 20: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

dız falımı baktırarak Rusya ile savaşa karar vermiş ve hazinede ne var ne yok, hepsini bu uğurda çarçur etmiştir. (Prof. Uzunçar­şı l ı , Osmanlı Tar. cilt-IY, s .343)

Hatta, oğlunun, tıpkı atası Kanuni Sultan Süleyman gibi bir cihangir olarak doğması için, ana rahmine hangi gün ve hangi dakikada düşmesi gerektiğini bile Miineccimhaşt ' na hesaplat­

mıştır. Bu yüzden, oğlu I II .Selim'in bir cihangir olarak doğdu­

ğundan da kuşkusu yoktur. Halk da bu söylenti lere hemen dört elle sarılmıştır. Dolayı­

sıyla III .Selim'in tahta çıkışı büyük sevinç yaratmıştır İstan­

bu l ' da. İ lginçtir, tarihçilerio belirttiklerine göre, III. Selim de bir ci­

hangir olarak doğduğuna yürekten inanmaktadır. Bu nedenle de, ola ki işe nereden başlaması gerektiğini kestiremediği için, meş­veret etmek üzere hemen ülkenin ileri gelenlerini çağırtmış ve 1 789 y ı l ı mayıs ayı başlarında bir cuma günü öğle namazını meşveret erhaht ile birlikte kıl ıp, Sultan Kasrının Revan odasın­da Meşveret Meclisi 'ni toplayarak, "Bre a,�alar, konuşım haka­ytm! N' olacak memleketin h u hali 7" diye sormuştur.

Ama ne yazık ki, adı şehzadeliği sırasında bile halk arasında kurtarıcıya çıkmış I I I . Selim, cihangirlik düşlerini gerçekleştire­meden, daha meşveret erbabının önerilerine uyup Nizam-ı Cedit

adında yeni bir ordu kurmaya çalışırken, Yeniçeriler tarafından alaşağı edilip tahttan indirilmiştir.

Fakat ilginçtir, kimi tarihçiler bu kez de, III.Selim' in zaten eşref saatte ana rahmine düşmemiş olduğu için cihangir doğma­dığın ı , Hekimbaşı ile Müneccimbaşı 'n ın aralarında anlaşıp, oda­daki saatin yelkovanını parmaklarıyla değiştirerek sanki hesap­ladıkları satte doğmuş gibi gösterip Sultanı aldattıklarını yaz­mışlardır. (Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet , c . 8, s. 1 88 , İstanbul 1 974

1 Prof. Karai, Osmanlı Tarihi, c .S , s . 1 3, Ankara 1983 1 Prof. B er­kes, Türkiye 'de Çağdaşlaşma, Doğu-Batı Yaymları , İst . 1978 , s .572)

Ancak. ü lkenin ileri gelenlerini toplayıp meşıwet etme usulli bütün bu olup bitenlere kar�m gene de sürdürülmüştür. gördüğü-

20

Page 21: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

ı ı ıüz kadarıyla. Üstelik ilginçtir, bu kez Meşreret Meclis i 'ni top­

layan sultan da değildir. III. Selim' i yeniden tahta çıkarmak için yanında onbe� bin askeri ve "Rusç-uk Yaran/an ·· i le birlikte İ s­

ıanbul 'u basan, ancak I II .Selim' in öldürülmü� olduğunu görün­cc, zorla mühr-ü hümayunu alıp IV Mustafa 'yı tahttan indirerek l l . Mahmud'u su ltan yapan Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa,

hemen Anadoludaki ve Rumelideki bütün ayanları İstanbul 'a çağırıp, devlet ileri gelenleri ve ulema i le bir Meşveret-i Amme toplantısı düzenlemiş ve içinde bulunulan durumu uzun uzun anlatarak "N' olacak memleketin hu ltali ? " diye sormuştur onla­

ra. Toplantının sonunda da, devlet ricali i le ayanlar arasında, ta­

rihe "Sened-i irtifak" adıyla geçen bir anlaşma imzalamışlardır

bilindiği gibi. Anlaşmayı , Sultan II .Mahmud da onay lamıştır. Ne var ki, bu anlaşmanın imzalanmasından topu topu 40 gün

sonra, Yeniçeriler bir gece ansızın evini basarak öldürmeye kal­kışmışlardır Alemdar Mustafa Paşa'y ı . Saldırganlara karşı tek başına yiğitçe direnen Paşa da, artık bir kurtuluş umudu kalma­dığın ı görünce, badrumdaki cephaneliği ateşe vererek evi kuşa­tan 300 yeniçeri ile birlikte kendisini havaya uçurmuştur.

Oysa, henüz üçbuçuk ay bile olmamıştır sadrazamlığı alalı. Bu sürenin iki ayı da MeŞI'eret-i Amme toplantısının hazırlıkla­

rıyla geçmiştir mutlaka. Dolayısıyla, kimi tarihçilerin abartarak yazdıkları gibi, Yeniçerileri kendisine düşman edecek bir eylem­de bulunabilmesi için, galiba zamanı bile olmasa gerektir yani. Üstelik M eşi'eret-i Amme toplantısını açarken yaptığı konuşma­da da, ola ki özellikle, "Bi·::/er an asıl ocak/uyu::. Yeniçeri oca,�t lıakkuıda taassuhumu::: derkôrdtr " (Aslında bizler de ocaklıyız. Yeniçeri ocağından taraf olduğumuz açıktır. ) diyerek söze baş­lamıştır.

Ama öte yandan da, Sadrazarnın bu başına buyruk davranı�­

larından, kendisine danışma gereği bile duymadan böyle toplan­tılar düzenleyip, devlet adına anla�malar imzalamasından asıl rahatsızlık duyan kişinin de Sultan I I . Mahmud olduğunu yaz­

maktadırlar gene ayın tarihçiler. Ne var ki. kendisini tahta otur-

2 1

Page 22: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

t;ın ki�i olduğu için Sadrazanıa kar�ı açıktan sesini çıkarama­maktadır. Hatta Sened-i lrri(uk'ı da bu nedenle onaylamak zo­nında kalmı�tır.

İ �te bu yüzden. kuşkulanmamak olanaksızdır doğrusu.

Yeniçeri lerin. çiçeği burnunda bir sadrazaımı kar�ı böyle bir­den ayaklanmaları da. Sultanın Sarayda bir grup yaranıyla (ve­ya ülema ile) yaptığı meşreret totJiantilanndaki bir gizli pazar­lığın ürünü müdür. kim bilir . . .

Osmanlı sultanlarının yaranlarıyla yaptıkları gizli nıeşı ·eret toplantt/an . ku�kusuz bu tarihten sonra da aksatılmadan sürdü­rülmüştür. Ancak. ülkenin ileri ge lenlerinin çağrıldığı bir başka

Meşreret Meclisi toplant ı s ının yapılması ise. bir daha söz konu­�u dahi olmamıştır galiba.

Ama i lginçtir, Osmanlı aydın ları bu yüzyılda da, "N' olacak IJ/1 memleketin lı ali·;.. diye sormaya ısrarla devam etmi�lerdir, gördüğümüz kadarıyla.

Örneğin, I 865 yıl ı orta larında. bir grup genç aydın, "N ' ola­cak IJ/1 memleketin Jıalf'J" diyerek "Gen�· Osmanlt/ar Cenıiye­t i" adı altında bir gizli örgüt kurnıu� lardır İ stanbu l 'da, bi l indiği gibi .

Ne var ki, memleketi kurtarmak için I 867 yı l ında, Al i Pa­şa' nın yerine Mahmut Nedim Pa�a'yı sadrazamlığa getirmek

amacıyla düzenledikleri Babıiili baskınının önceden haber alın­ması üzerine kurucularının çoğu tutuklanmış ve Namık Kemal ile Ziya Paşa da, Mustafa Fazı) Paşa ·nın çağrısı ve yardımıyla Paris ' e gitmiştir.

Fakat, güya bu gizli örgütün kurucularından ve en büyük pa­rasal destekçisi olan Mustafa Fazı l Paşa, Naınık Kemal ve Ziya Paşa'nın Paris 'e ayak basmasından beş on gün sonra, Sultan Abdülaziz ' in de Fransa 'ya gelmekte olduğunu duyunca, derhal çark etmiş ve ola ki Fransa hükümetiyle de işbirliği yaparak bu iki sakıncalı konuğun hemen Paris ' ten u zaklaştınlmasını sağla­mış. Londra 'ya göndermi�tir onları .

Çünkü, tarihçi lerin yazdıklarına göre , Mustafa Fazı! Pa�a.

kendis ine Mısır valiliği verilmediği için Saraya küskündür. Bu

Page 23: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

_l!izli örgüte destek vermesi , ardından Paris ' e gidip yerleşmesi de hu öfkesi yüzünden olmu�tur zaten. Bu nedenle, Sultan Abdüla­ı'iz ' in Fransa'ya gelmesini, kendisini bağışlatıp yeniden bir gö­reve getirilmesini sağlamak açısından büyük bir �ans (bir fırsat)

olarak görmektedir. Nitekim, ' 'Man·i!ya linununda karşılanuştır" Sultanı ve

"Pm"is 'te Osmanlı elçifiğinde verilen resmi ka/ml sırasmda da, ii:::erine resmini işlettiği hir halıyı padişahın oturaca.�ı koltuRun önüne" ayaklarının altına serdirmiştir. (Prof. Karai, Osmanlı Tarihi, c-7, s .39 5)

Sultan Abdülaziz, bilindiği gibi bir dış geziye çıkan i lk Os­manlı sultanıdır. Ordunun başında fetbederek gitmenin dı�mda hiçbir Osmanlı sultanı yurtdışına çıkmamıştır o tarihe dek.

1 867 y ılında, Uluslararası Paris Sergisi 'nin açılışı dolayısıy­la 1/J .Napolyon, Osmanlı sultanını da Fransa 'ya çağırmış, ancak Sultan Abdülaziz, bugüne dek hiçbir atasının "tcne::::::ül edip" böyle bir çağrıyı kabul etmediğini, hele hele i lk dış gezide bir kafir ülkesine gitmenin doğru olmayacağını, üstelik ''Hıristiyan topraklanna hasarsa mübarek ayaklannın kirlenece,�ini" söyle­yerek, derhal reddedi lmesini buyurmuştur bu çağrının.

Ne var ki, Osmanlı İmparatorluğu, bütçe açıklarını kapatabil­mek için 1 850 'den beri B atıl ı ü lkelerden yüksek faizli dış borç almaya başlamıştır. Üstelik, yeni saraylar yaptırmak, görkemlı sultan gezileri düzenlemek gibi işlerle bu borçlar çar çur edildi­

ği için de, artık dış borçların faizlerinin ödenebilmesi bile yeni dış borçlar bulunmasını gerektirmektedir. Dış borç bulabilmek ise, iyice zorlaşmıştır.

Bu nedenle, devletin ileri gelenleri, ola ki III . N apoiyon ' un da şefaatiyle yeni dostluklar kurularak yeni dış borç bulma ola­nakları sağlanır umuduyla, Sultanın çağrıyı geri çevirmesine şiddetle karşı ç ıkmışlar, gerekçelerini çürütmek için türlü dil ler dökmüşlerdir. Hatta, "Aman su/tanım, mübarek ayak/amu::: o htf'ir ülkesinde de kesinlikle Hıristiyan topraklanna basıp kir­lennıeyecek" diyebilmek için , "arası Marmara deni:::inin ku­nı/1\'la doldurulmuş" çift tabanlı özel ayakkabılar bile yaptırmış-

)' -·'

Page 24: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

!ardır. (Joan Haslip, Bilinmeyen Taraflarıyla Abdü lhamit , Çevi­ren: Nusret Kuruoğlu , s . 56-57, İstanbul 1 964)

Ama ne yazık ki, yanına yiğenleri Şehzade Murat ve Abdül­hamid ·i de alarak, büyük bir heyetle 30 Haziran 1 867 günü Pa­

ris ' e ayak basan Su ltan Abdü laziz, ne III.Napolyon'dan, ne de

Fransız bankerlerden yeni bir borç bulabilmiştir. Ve çaresiz, "Mı'isliimanlık akidelerine gare hir kadımn lıı'ikiinıdar olmasım içine hir tı'irlii sindirenıedigini" söyleye söyleye, gene aynı umutla, bu kez de İngiltere Kraliçesi Victoria 'nın çağrısını kabul ederek, sanki Namık Kemal i le Ziya Paşa 'y ı izliyormuş gibi, Pa­r is ' ten Londra'ya geçmiştir hemen.

Fakat i lginçtir, güya kendilerine bir kötülük yapmasından korktukları için kaçıp Avrupa'ya sığındıkları Sultan Abdüla­z iz ' in arkalarından Londra 'ya da gelmesin den, galiba ne Namık Kemal rahatsız olmuştur, ne de Ziya Paşa, gördüğümüz kadarıy­la.

Çünkü , tam karşıt ı , diyelim Ziya Paşa, tıpkı Mustafa Fazı! Paşa gibi, bu durumu sanki bir fırsat sayarak, bir yolunu bulup huzura girmeyi başarmış ve hükümeti sert bir dille e l iştİren bir layiha sunmuştur Sultan'a . Yani, Genç Osmanlılar Cemiyeti üyelerinin de sorunlar ı , tıpkı öteki Osmanl ı aydınları gibi, kesin­likle saltanatla veya sultanla ilgili değildir. Tam karşıtı , düzeni

daha da güçlendirmek için, devleti içine düştüğü ekonomik sı­kıntılardan bir an önce kurtar ıp, eski görkemli haline kavuştura­bilmenin yollarını aramaktadırlar.

Nitekim, Ziya Paşa da, Sultan Abdülaziz'e Londra 'da sundu­ğu layiha 'da, "Devlet-i A liyye için istikraz (borç) ile yaşanıak­tan gayrı necat (kurtuluş) re hayat kahil de,�ilnıiş gihi" dış borç­ları bile dış borç arayarak ödemeye çalışan sadrazaını ve hükü· meti şiddetle eleştirmektedir sadece.

Gerçekten de, Batılılara şirin görünüp, yeni dış borçlar sağ­layabilmek için, Sultan Abdülaziz ' in Pari s 'e hareketinden üç gün önce , 1 8 Haziran 1 867 'de, Osmanlı ü lkesinde yabancılara

da özel toprak mülkiyeti hakkını tanıyan yönetmeliği yürürlüğe sokmuşlardır rüşvet olarak. Oysa, Osmanlı İmparatorluğu ' nda

Page 25: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

iıtcl toprak mülkiyeti hakkından ilk kez söz eden 1 R58 tarihli Ira:/ K anumıamesi, bu hakkı yabancılara da tanımak �öyle dur­

sun , Osmanlı uyruğundan bir kişinin topraklarının, yabancı uy­

ruklu eşine veya çocuklarına miras yoluyla geçmesine bile izin

Ycrmemektedir. Bu yönetmeliğin yürürlüğe girmesinden sonra da, İmparatorluğun İstanbul , İzmir, Selanik gibi büyük l iman kentlerinin toprakları , gerçekten sözcüğün tam anlamıyla yağma

edi lmeye başlanılmıştır yabancılarca. Sultan Abdülaziz'e sundukları layihada, ola ki henüz işitme­

dikleri için, bu konudan söz açmamışlardır, ama daha sonra her ikisi de, hükümeti bu yönetmelikten dolayı da son derece sert bir dille eleştirmişlerdir Londra'da birlikte çıkardıkları Hürriyet ad­lı gazetede.

Örneğin, Ziya Paşa, "Bu tahir/n türkçesi, hiz hu yönetim sa­res/nde ticaretimi:i, stnaatınn:t ecnehilere verip hirer çiiriik ah­şap kuliiheye haşınu:t sokmuş seyirci gihi kalnuş idik. Şimdi hu kuliihemi:i dahi verip yersi: yurtsu: kalarak Anadoluya hicret edece,�i: demektir. BaiJ iali hiikiimeti ecnehiler için de toprak sa­!tihi olma hakktm ilan edince, do/ayit olarak istanhul ahalisine göç dal'liilan çaldt . ( . . . ) Viikelôy-t ha:mmm (mevcut h tlkiime­tin ) Avrupamn öı ·giisiinii ka::anmak için ecnehilere höyle mkit­si: toprak miilkiyeti hakkt l 'ermelerinden do,�acak SOIIIIÇ lmdur. ( . . . ) Ali ve Fuar Paşa' lar da sadra:am!tk ve c!tşişleri vezirlikle­rini siirdiirerek :ai'OIIt!ara eteklerini öptiirmeye dem m ederler. " diye yazmaktadır. (Hürriyet, ı 6 Kasım ı 868)

Namık Kemal de, soruna ekonomik açıdan yaklaşıp, "Diin­yada sen·et iiç kaynaktan saglanu: Birincisi ziraat ve onun yan dallan olan do,�cmtn vergi/eridir. Vatamnu: öyle hir eşi bulun­ma: yerdedir ki, iiç k ttmlin en önemli nokta/amu tutmuştur. Vak­tiyle alemin kileri hiikmiinde idi. Ama ne yaztk ki, topra,�ınu: diinyanm en önemli ı·e en paha!t iiriinlerini \'etiştirmeye miisait­ken , hi: hugiin yiyece,�e muhtan:. diyerek, hükümeti dalayl ı

bir dille bu kararından dolayı ele�tirmektedir. (Hürriyet, 1 O Ağustos 1 R6R)

Genç Osman lıların lıcdeflerinin yönetim olduğunu . düzeni

Page 26: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

değiştirmek gibi bir amaçlarının kesinlikle bulunmadığını tanı t ­layıcı en önemli olgulardan biri de, gal iba hiç kuşku yok ki, Bi­rinci Meşrutiyet deneyimi olsa gerektir.

Bilindiği gibi, İngiltere 'nin kendilerinden fersah fersah i ler­de oluşunu meşru ti sistemle yönetitmesine yorduklarından, Os­manlı İmparatorluğu 'nun içinde bulunduğu ekonomik durum­dan kurtu luşu için de meşruti sistemi tek çözüm olarak önermiş­lerdir 1 870' lerde. Ama ne yazık ki, Nam ık Kemal, Mithat Paşa

gibi güya Batıcı aydınlanmız bile, ne şeriailan vazgeçebilmiş­lerdir, ne de saltanattan . . . Yani, düzeni değiştirmeyi düşüncele­rinde tartışmaya dahi cesaret cdemediklerinden, ne şer ' i hukuk­la ilgili, ne de örf-i hukukta ilgili yasama yetkilerinin parlamen­toya devrine olur verebilmiş lcrdir.

Nitekim, Prof. Niyazi Berkes de, bu girişimler sonucu 23 Aralık 1 876 günü Abdülhamid ' c onayiatı larak törenle i lan edi­len Kanun-u Esasi ile ilgili olarak, "Gerçekte bu anayasa lıü­kı"imdan hemen hemen hi{· bir şarta bağlanuyordu. Tersine, Ka­nun-u Esasi'nin kendisi. hiikümdann iradesine birçok şartlm·/a bağlanmıştı. Bu yapının altındaki temel, efiemenliğin lıalkta ol­duğu doktrini de.�ildir Onun altmdaki doktrin efiemenliğin Tan­nda. onım yeryüzündeki ı·ekilinde bulunduğu doktrinidir. Bu ya­sa, asıl yasa sayılan şeriatlll sadeec bir parça.l'ldır. Yasamn he­men hemen bütün kurallannda son söz despot hükümdamıdır. " diye yazmaktadır. (Age, s. 326).

Bu nedenle, Kanun-u Esasi ' nin ilanından topu topu üç ay sonra 19 Mart 1 877 ' de ilk toplantısını yapan Mecl is-i Me bu­san ' ın, daha birinci yıl ını bile doldurmamışken 1 3 Şubat l 878 'de kapatılmasının sorumlusu da, bizce hiç kuşku yok ki, Abdülhamid değil, meşrutiyetle şeriat kavramlarını kafasında bile bir türlü yerli yerine oturtamayan, dolayıs ıyla meclisi fes­hetme yetkisinin su ltana bırakılınasını parlamenter sistemle

bağdaşıı rabileccğini sanan Osmanlı aydınlarıdır kesinlikle . . . İ lginçtir, Yahya Kemal' i n anılannda anlattıklarına göre, Os­

manlı aydınlannın soruna bakışlarında, İmparatorluğun son günlerinde. XX. yy.da bile herhangi bir değişiklik olmamıştır.

26

Page 27: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Örneğin, 1 9 14 yıl ı yaz aylarında bir gün eşiyle birlikte ken­disini ziyarete gelen, kısa bir süre öncesine dek aşırı bir İ ttihat ve Terakki karşıtı olan Celal Sahir Bey de, Artık istikra: çare­si (dı� borç bulma olanağı) kalmamıştır. C mit ' e (Maliye bakan ı )

son istikraz işinde edilen muameleyi görnıedini: mi? Artık istik­ra: nııimhin de,�il. Bu menı/eketi nasıl imar edece.�i:') (. .. )Bi: Mısır' 1 re Kafkasya'yı alnıaksı:m payidar o/ama yı:, parça/anı­n: . Mısır' ın panıu,�unu re Baku' nun petrol kuyulan m alnıaksı­:ın hütçenıi:i düze/tmek inıkam yoktur " diyerek, Osmanlı İmpa­ratorluğu 'nun kurtulu�u için devletin yeniden güçlendirilmesi , bu amaçla da !.Dünya Savaş ı 'na mutlaka girilmesi gerektiğini savunmuştur. (Yahya KemaL Hatıralarım, İ stanbul Fetih Cemi­yeti Yayını , 1 976, s . l32)

Yahya Kemal, İ ttihat ve Terakki Fırkası ' nın da, iktidarları s ı ­rasında bu politika uğruna yaptıklarını anlatırken, "Siyasette hirhirine :ıd ne kadar usul mrsa, ne kadar inkılôp varsa hepsi­ni hirer hirer tecrübe etmiştir" 1 908 'de en geniş l iberalliği sa­vunmuş, 1 9 1 3- 1 8 arasında en dar milliyetçiliği uygulamış, 19 1 8 ' de de sosyalist olup, "Istokholnı Kongresi' ne sosyalist azasını göndernıeyi unutnwnııştır" demektedir, biraz da alayl ı bir dille. (Age, s. 1 74)

Bilindiği gibi, Ziya Gökalp de, aynı günlerde "N' olacak h u memleketin hali:)" sorusuna bir yanıt ararken, soruna ilk kez toplumbilimsel açıdan yaklaşmış ve "kültür" konusunu Osman­l ı aydınlarının gündemine getirmiştir. "Kültür" kavramının Os­manlıcada bir karşı lığı bulunmadığı için de, Arapça "tarla sür­mek" anlamındaki "Hars" sözcüğünü i lke kez "kültür" karşıl ı­ğı olarak kullanmıştır.

Ziya Gökalp, anıınsanacağı gibi 1 876 y ı l ında Diyarbakır ' da doğmuş, i lk ve orta öğrenimini orada tamamladıktan sonra yük­sek öğrenim için 1 895 ' tc İ stanbu l ' a gelmiştir. Ne ki, Abdülha­

mid karşıt ı çevrelerle de i l işkide bulunduğu gerekçesiyle 1 898 'de tutuklanıp, yeniden Diyarbakır ' a sürüldüğündcn, yük­sek öğrenim görme olanağı bulamamış ve kendi kendini yetiştir­

miştir. İkinci Meşrutiyet ' in ilanından sonra Diyarbakır 'da şube-

Page 28: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

sini kurduğu İttihat ve Terakki Cemiyeti 'n in kongresine katıl­ınak üzere gittiği Selanik ' te de, I 909 y ı l ında, bir rastlantı sonu­cu Em ile Durkheim' ın kitaplarıyla tanı şmış ve bu tarihten itiba­ren toplumbilim (sosyoloj i ) i le de ilgileıımeye başlamıştır. Kısa sürede kendini yetiştirerek İ stanbul Darülfünunu ' nda Sosyoloji kürsüsünü kuran ve orada uzun y ıli ar ders veren Gökalp, I 9 I O

yıl ından itibaren de, ta 1 9 1 8 'de kapanıncaya dek, sürekli İttihat

ve Terakki Fırkası ' nın merkez yönetim kurulu üyeliğine seçil­miş , 1 9 1 3 yı l ından sonra da partinin tek ideoloğu olmuştur.

Demek, İttihat ve Terakki Fırkası 'nın merkez yönetim kuru­

lu toplantılarında da, İmparatorluğun içinde bulunduğu durum tartışıl ırken, Ziya Gökalp, çözüm olarak birkaç kez gene kültür konusunu açmış olmalı ki, Yahya Kemal ' in anlattığına göre, 1 9 1 8 yılı yaz sonlarında, yani İmparatorluğun artık son günle­rinde, "hir akşam B üyiikada' da Yar Kuhiln"i' n ii n taraçasında Zi­ya Gökalp ile otururlarken , hira:: ilerdeki hir haşka masada bir­kaç arkadaşıyla birlikte oturan Sadra::am Talat Paşa, kalkıp yanianna gelmiş ı•e Camm Ziya Bey ' Hars mars diye hir fakır­dı mr. Nedir hu A llahım sercrsen.'J Bi::im Merke::-i Umumi'de kaç defa anlattın ya, hir tiirhi kaf'ama girmemiş. Şunu hir defa daha anlatsana 1 " demiş, yanlarına oturmuştur. (Age, s. 1 75 )

Mustafa Kemal ' in Çankaya köşkündeki o ünlü akşam sofra­lan da, aslında Osmanlı ların mran toplantılan ve meşı-eret meclisleri geleneğinin bir devamı şeklinde değerlendirilirse ge­rektik galiba. Çünkü, Mustafa Kemal, ta Harp Akademisi öğren­ciliği yı l larından beri bu tür toplantılar düzenlemektedir zaten, tarihçilerin ve görgü tanıklarının yazdıklarına göre.

Örneğin, sınıf arkadaşı Asım Gündüz. anılarında Mustafa Kemal ' in 1 903- 1 905 yı l ları arasında, öğrenci I i ği s ırasında,

" 'Harp Akademisi'nde her cuma akşamı arkadaşlanm sımfta toplayıp . kapılan kapattıktan sonra, Osmanlı imparatorlu­,���· nun içinde hulımdı(�ll sorunlarla ilgili konuşmalar yaptı,�111 1 re tartışmalar chizenledi,�in i " yazmaktadır.

Şevket Süreyya Aydemir de, Mustafa Kemal ' in Harp Akade­misi öğrenciliği ile ilgili olarak; " 'Etrafinda derhal hir grup�·uk

Page 29: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

fOJJiar. Gijriiniişe gijrc /m gruhun yöneticisi de kendisidi1: Grıtp kijşe hucaklarda, kendi arasmda toplanma.va çalışır Balıçenin kijşelerinde, hoş dersanelerde, düşman gözünden ıcak yerlerde hayuna konuşur/ar, horuna rarrı şırfar . . . Konu hep aymdır· N' olacaktır /m memleketin hali ?" demektedir. (Tek Adam, c-3 , s .77, Remzi Kitabevi, İ stanbul 1 963)

Bi lindiği gibi , Mustafa Kemal ' in Çankaya köşkündeki o ün­

lü akşam sofralannda da, önceden saptanmış gündeme göre özel olarak çağrılmış ülkenin ünlü düşünürleri, sanatçıları, bilim adamları, yazarları, gazetecileri ile memleketin hali tartışılmak­

tadır her akşam uzun uzun. Falih Rıfkı Atay ' ın dediğine göre, masanın yanı başında da her zaman bir karatahta vardır. Konuk­lar konuşmalarını isterlerse karatahtanın başına geçip yazıp çi­

zerek anlatabilecekleri gibi, kendilerine yöneltilen soruları ya­nıtlamak için karatahtaya da kaldırılabilmektedirler. Nitekim, "O karatahraya hep kalkmışızdır " diye yazmaktadır Atay. (Çmıkaya, c-2, s .403-493 , Dünya Yayınları)

Söylentilere göre de, "Ben Deniz Kı::ı Eftef.va de,�ilim! " diye tersleyerek çağrıyı getiren polisi kapıdan çeviren Nazım Hik­met ' in dışında, bu sofralara katılmamı ş dönemin ünlü bilim ada­mı, düşünürü, yazarı , ç izcr i, sanatçıs ı , gazetecİsİ gerçekten yok­tur galiba . . .

Fakat, düşmanlarınca d a aleyhindeki e n önemli koz olarak

hep bu akşam sofralan kullanılmıştır, bilindiği gibi. Ne var ki, öte yandan da, suçlarken genellikle " Ülkeyi içki

sofralannda idare ediyor! " diye dillendirmelerine bakılacak

olursa, aslında onların da, bu sofraları basit birer içki alemi de­ğil , küçük çaplı meşıwer meclisleri olarak gördükleri de tartışı i­masa gerektir sanırız.

Öyleyse ... Nasıl Kurtuluruz Bu Durumdan Acaba? ..

Görüldüğü gibi, fetih seferlerinin ardı kesilip de ü lkede bir­takım toplumsal ve ekonomik çalkantıların patlak vermeye baş­

ladığı XVI . yy. sonlarından bu yana, tanı dört yüzyıldır, aydın la-

Page 30: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

rı m ız ha bire "N' olacak !m memleketin hali:) " diye dertlenip durmaktadırlar kafa kafaya verip,.

Üstelik ilginçtir, hep aynı biçimde kafa kafa ya verip dertle­nip clurmakla da kalmamı�lar, aydınlarımızın soruna yaklaşım­larında ve söylemlerinde ele bir deği�iklik olmamıştır sanki bun­ca uzun sürede. gördüğümüz kadarıyla. Örneğin , gerek impara­torluk, gerebe Cumhuriyet dönemlerinde, birtakım köklü eko­nomik değişikliklerle yeniden yaP.ı lanma girişimlerinde bulun­mak yerine. sorunların çözümü siyasal ve kültürel önlemlerde aranmış, devletin daha da güçlendiri lmesine çalışılmıştır sürek­li. Yani, aydınımız kendisini her zaman devletle özdeşleştirmiş

ve sorunların devletin zayıflamasından kaynaklandığına inan­mıştır hep.

Daha Kanuni Sultan Süleyman döneminde bile, artık yeni yerlerin fethedilememe�i yüzünden kimi yörelerde yavaş yavaş uç vermeye başlayan ekonomik ve toplumsal sorunlar, hemen disiplinin bozu lmasından kaynaklanan asayişle ilgili basit olay­lar olarak değerlendirildiğindcn , devletin daha da güçlendiril­me�ine karar verilerek, derhal şiddete başvurulmuş ve o bölge­lerdeki disiplinden sorumlu sancak beyleri ile tirnar sahipleri ce­zalandırı )mıştır öncelikle.

Nitekim, Prof. Enver Ziya Karai da, "Kanwı i'den sonra ge­len hükümdar l'e sadra::amlamı hir kısmı , imparatorluğu çök­mekten kurtarmak için gayret swfe((iler. Genç Osman, IVMuraf ve Köprüiii ailesinden gelen ı ·e::.irler, yaptıklan ısiahat ile impa­ratorlu,�a eski kuVI'etini ı ·ernıek istediler Isiahat yapanların hir tek gayesi m re/ı . Bo::ulan dü::eni ki /1'\ 'efe dayanarak tekrar kur­mak. Bu hakınıdan, ısiahat �·alışmaları disiplinsel karakter taşır. Bu çalışmalar, ıslahata girişenierin gösterdikleri şiddet derece­sinde başarılı olmuş ı ·e onların alın yazılarına ha,�lı kalmıştır Bu yii::den , ıslalıatçılar öldükten sonra imparatorluk tekrar ısia­ha muhtaç duruma düşmıiştii1:" diye yazmaktadır. (Osmanlı Ta­rih i, c-5 , s .SS)

Gerçekten de , Kanuni "den tam ikiyüzküsur y ı l sonra.

1 7XlJ"da. Su lı an III. Selim' in. tahta çıkar çıkmaz, Sultan Kasrın-

_i()

Page 31: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

dak i Rı van odasında, sağ yanına Kaymakanı Paşa ' n , Reis ı ·eki­fi Re şit Efendi ' Yi, Sekhanhaşı A,�ayı . \'ald e K et!tiidası M ah m w

B n·ı , defterdar rekili ı·e emin kimseleri . sol yanına Şe\'hiilislam Efendi ' Yi , Reis-iil U lema Teıfik Efendi ' yi , ı ·e.wir sudur-u kira nu , ocak a,�alanm , Kapucular Kethiidası Şenıseddin Bey ı ·e kardeşi Şehremini Ahdurmhman Beyi alarak topladığı Meşveret Mecli­si ' nde de, güya Sudur-u Kiranıdan (ünlü yöneticilerden) Hami­di-:ade Mustafa Efendi ' nin , yapılan zulm ve zorbalıkları anla­t ıp, ' 'Reaya fikarasımn oyaklar altında e:ilip hasara l(�mdı,� ını , hu yii:den ülkede yeterli :ahirenin hile hulunnıadığın ı " söyle­mesine, Kaleler Na:m Han Nunıwı Bey' in, "Devletlı'i Padişa­lum , hen kulun taşralıyı nı . Hakikat halde fukara ı·e :ua(anın (za­yıfların) hali çok kötiidiir ı ·e de son k erteye gel miştir. " demesi­ne, eski defterdar Hakkı Bey' in, satın alma işlerinde yapılan yol­suzlukları, mezalimi, soygunu bir bir sayıp dökmesine karşın, gene devletin nasıl giiçlendirilece,�i konusunda ülkenin bütün ileri gelenlerinden layiha İstenitmesine karar verilmiştir. (Tarih­i Cevdet, c-4, Uçdal Neşriyat, İ stanbul 1 976)

Cevdet Paşa her ne kadar bir rakam vermemekte ise de, Ni­yazi Berkes "zamanın iki yii:e yakm ileri geleninden rapor is­tendi,�i" görüşündedir. (Age, s .88)

Gerçekten kaç kişiden layiha istenilmiş olduğunu saptayabil­mek, bugün elbette olanaksızdır.

Hatta, Sultana sunulan layiha sayısını bilebilmek de olanak­s ızdır. Çünkü, Cevdet Paşa ' nın verdiği bilgilere göre, ha:ı çeı ·­reler tiirlii dolaplar çerirerek hu işe de fesat kanştırmışlardır Örneğin, genç Padişahın, yeteneklerini saptayabilmek için layi­ha istediği ve onlara bakarak kendilerini görevlendireceği dedi­kodusunu yayıp, olmadık önerilerin yapılmasına neden olmuş­lar, · 'takdim olunan layihalan çocuk oyunC{(�tna döndiirnıiiş­ler" dir. Sultan bile, çoğunu okurken kahkahalar atmıştır. Bu

yüzden sunulan layİhalardan çoğu değerlendirilmeye bile al ın­mamıştır.

Cevdet Paşa, layihası değerlendirilmeye alınmı� 1 H ki� iden söz etmekte, yalnız onların adlarını vermektedir. Prof. Kara i ise .

.\ ı

Page 32: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

" Yirmi.1·i Türk. hiri Osmanlı ordusunda görerli Bcrtrant admda hir su/my ilc di,�cri i.1TCÇ c/�·ı/i,�indc çalışan ün/ii D ' Olisson ol­mak ii::crc ikisi Hıristiyan, 22 kişinin Su/twıa layi/w sunduktan­m " yazınaktadır. Prof. Berkes ' in değerlendirmesine göre de, "/m kişilerin 5' i u/cma. 1 3 ' ii d c hiimkrasidcn" dir. Yani, "ço­.�un/uk ordu adamı dc,�il, sinl" dir.

Ye, tarihçiferin bu kez söz birliği etmişcesine belirttiklerine göre de, büyük çoğunluğu sivil olan bu kişilerin neredeyse ta­mamı , İmparatorluğun içinde bulunduğu toplumsal ve ekono­mik sorunlardan kurtuluşu için tck çare olarak, ordunun yeniden eski gücüne kavuşturulmasını önermişlerdir verdikleri layihalar­

da, ne ilginçtir ki . . . Kuşkusuz, layihalar arasında birtakım farklar da yok değil­

dir. Örneğin, ordunun güçlendirilmesini kimileri Yeniçeri Oca­ğı 'n ın yeniden eski geleneksel yapısına kavuşturulmasında, ki­mileri ise yeniçerilerin de Avrupalıların kullandığı yeni savaş araç ve gereçleriyle donatılıp, yeni savaş tekniklerine göre eği­tilmesinde görürken, büyük kısmı, i lginçtir bütünüyle yeni bir ordu kurulmasından yanadır. "Ni::am-ı Ccdit" adında yeni bir

ordu kurulmasını önermektedirler Sultan II I.Selim 'e. Yani, Mcşı·crct Mcclisi ' ndc , fakir fukara halkın artık İstan­

bul ' da bile yiyecek ekmeği zor bulduğunu , yakacak odunun bi­

le ateş pahasına olduğunu , haksızlığın, zorbalığın, zulmün, rüş­

vetin, hırsızl ığın ülkede kol gezdiğini çeşitli örneklerle bir bir anlatarak gerçeği bütün ç ıplakl ığıyla sultanın gözlerinin önüne seren ulemadan Hamidi-zade Mustafa Efendi, Kaleler Nazırı Hacı Numan Bey ve eski defterdar Hakkı Bey dahi, İmparator­luğun içinde bulunduğu bu toplumsal ve ekonomik sorunların ancak ordunun güçlendirilmesiyle çözülebileceği görüşünde ol­duklarını belirtmişlerdir ola ki . . .

Kısacas ı , Osmanlı yöneticileri, bütün tarihleri boyunca ne zaman bir toplumsal veya ekonomik sorunla karşı laşsalar, olay­ları salt asayişin bozu lmasına yorduklarınJan, çözümü de birta­kım toplumsal ve ekonomik önlemlerde değil , devleti daha da

güç lendirmekte aramışlar ve orduyu anımsamışlardır hemen.

Page 33: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Oysa. Osmanlı i mparatorluğu da bütün imparatorluklar gibi , deği�ik etnik kökenierden gelen ve ayrı diniere inanan, ama asıl iincmlisi farkl ı ekonomik aşamaları yaşayan toplumlardan oluş­muş karnıaşık bir uyruğa sahiptir. Örneğin, Bizans İmparatorlu­ğu 'ndan devralınan uyruk köylülqmeyi tamamlayıp feodal iliş­

kiler aşamasına sıçramışken, Orta Asya'dan gelen uyruk hala göçebeliği sürdürerek hayvan sürülerinin ardında dalaşınaktadır otlak otlak . . .

Gene, bi l indiği gibi , Osmanlı ların Biz<ms topraklarını fethe­der etmez yaptıkları ilk iş de, tekfurları ortadan kaldırarak fe­odal düzene son vermek ve yerine İslamiyetin, özel toprak mül­

kiyeti hakkının tanınmadığı ikta sistemini uygulamak olmuştur. Böylece, Bizanstan devralman uyruğun da, tarımdan sanayi­

ye �ıçrayabilmesi için gerekli birikimi feodal beyler aracıl ığıyle sağlaması olanağı bırakılınadığı gibi , ikta sistemine göre bir ai­leye en çok bir öküzün �ürebileceği büyüklükteki toprak üzerin­de tarım yapma hakkı tanındığından, bütün tarihi boyunca, kır­sal kesimde yaşayan aileler aracı lığıyla da topraklarını zamanla

çağaltarak (büyüterek) kapitalist tarıma geçme olanağı kesinlik­le verilmemiştir, ne yazık ki . . .

Osmanlı İmparatorluğu 'ndaki kentlerin yapısı , nüfusun yüz­de kaçının kent ve kasabalarda yaşadığı , kent ve kasabalarda ya­şayan insanların etnik ve dinsel açıdan dağıl ımı, ekonomik du­rumu vb. gibi konularda da bugün elimizde yeterli bir bilginin bulunduğunu söyleyebilmek, kuşkusuz olanaksızdır.

Nitekim, doçentlik tezini İstanbul Üniversitesi 'nde bu konu­da yapan Suraiya F aroqlıi de "Osman!t ekonomi tarihinin araş­ttrılmastmn ve ya:::t!mastmn henü:: haşlangtç aşamasuıda" bu­lunduğunu vurguladıktan sonra, ' 'Anadolu kentlennt ele alan hirkaç araşttrmamn da makale düzeyinde oldu�unu" belirterek, "Anadolu ' daki Osman!t kentlerine ilişkin çaltşma henüz çok a::­dtr demektedir. (Osmanlı 'da Kentler ve Kentliler, Türkiye Ekonomik ve Top.Tarih Vakfı Yay. , İst. 1993)

Ancak, hemen şunu da belirtelim ki . Osmanlı nüfusunun çok

büyük bir bölümünün kırsal kesimlerde yaşadığı ve kent nüfus-

:n

Page 34: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

larının çok büyük bir bölümünü Bizanstan devralınmış uyruğun

oluşturduğu konularında da galiba kuşkuya yer bulunmasa ge­rektir.

Kim bilir, tarımla önemli bir birikim sağlanmasına ikta siste­minin kesinlikle olanak vermeyeceğini gördükleri için, kırsal kesimde yaşayan Hıristiyan reayanın bir kısmı da bir süre sonra kentlere yerleşerek ticaret ve zanaatla uğraşmayı yeğlemişlerdir ola ki . . .

Kuşkusuz, Osmanl ılar 'da da ticaret ve zanaatla ilgili işlemler sırasında çeşitli adlar altında gümrük, harç, rüsum, vergi filan alınmaktadır, ama tarımdakine benzer bir biçimde büyürneyi sı­ımlayan katı bir devletçi kontrol sistemi kesinlikle söz konusu dahi değildir, gördüğümüz kadarıyla.

Yani, Osmanl ı İmparatorluğu 'nda da daha ilk yıl lardan itiba­ren, toplam nüfus içindeki oranları küçük de olsa kimi kentlerde oturanların elsanatları ve ticareıle uğraştıkları, diyelim kimi il­lerde dokumacıl ığın çok geliştiği, dolayısıyla oraların aynı za­manda birer ticaret merkezi hal ine dönüştüğü bil inmektedir.

Örneğin, Prof. Halil İnalcık, Bursa 'mn XVyy'da re XV/.yy. hoşlannda "Ha/ep re Şam gihi Yakm Do,�u' nun en hiiyt'ik tpek pa:ar/anndan hi ri haline geldi,�ini" , İran) ı tüccarların Asya'dan ipek ve ipekli kumaş getirip burada sattıklarını, ' 'ira/yan tacirle­nnin , ö:ellikle de Floransalt/ann ı ·e C eneri:li/erin Bursa pa:a­nnda ipek almak için yanşttklamu " "iranlt taeirierin de dö­niişte Floransa/tlann , C eneri:li/erin getirdiği Frenk ma lt ince yiin/ii kumaşlan, çulıa/an .filan sat m alarak ii/ket erine götiir­dt'ik/erini" yazmaktadır. ( İ .Ü . İkt. Fak. Mecmuası , c- 1 5 , no 1 -4, s .62-63 , Ekim 1953 / Temmuz 1954)

Ancak, incelemede Osmanlı tüccarlarının kimlikleri hakkın­

da da ayrıntılı herhangi bir bilgi verilmemektedir. Ama, asıl ti­caretin Cenevizliler ve Floransalı larla yapıldığı düşünülecek olursa, bu pazardaki Osmanlı tüccarlarının da İmparatorluğun B izanstan devraldığı dil bilen Hıristiyan yurttaşl arı olduğundan

galiba kuşku duyulmasa gerektir. Nitekim. Prof. İnalcık da, bu i ııceleme�inde. tereke defterlerinden bi rinde adına rastladığı,

Page 35: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

"Bursa ' daki Karaca-he,� hanuw dört cariyesiyle hirlikte inen " ;\nkara/ı i.�kender adında bir tüccarın, gene bu tereke defterle­rinden öğrendiğine göre "memleketinde bir Hıristiyan karısı ile, 1\ymtı ı ·e Sarılmış adında iki o,�lu re Marta adında bir kı::ının o/du,�unu" belirttikten sonra, "Bu deı ·irde Ankara 'da Türk adla­rı taşıyan Ermeniler mrdır. isk e nder ' in de bunlardan birisi ol­ması muhtemeldi1: " diye yazmaktadır.

Gene, Prof. Nikolay Todorov 'un verdiği bilgilere göre, Os­manlı sınırları içindeki Bulgaristan 'ın İslimye (Siiven) bölgesin­

de de abacıl ık çok gelişmiştir. İmparatorluğun dört bir yöresin­den olduğu gibi, yabancı ü lkelerden de tüccarlar gelip buradan aba satın almaktadırlar. Hatta, "Osmanlı hükümeti Yeniçeri oca­,�ını da,�ıtıp yerine yeni bir dü::enli ordu kurmaya karar verince, JR28 yılında islimye'ye istanbul' dan bir temsilci göndererek, kurulacak ordu içi n on bi n adet asker elbisesi si parişi ı ·ermiştir. " ( İ .Ü . İkt . Fak. Mecmuası, c-27 , s .7, Ekim ı 967 1 Mart ı 968)

Kuşkusuz, İmparatorluğun Asyalı uy ruğundan bazı kişiler de kendi üretim i lişkilerinin gerebindirdiği, örneğin nalbantlık, se­mercilik, eyercilik, keçecilik, demircilik vb. gibi birtakım zana­atlerle uğraşmaktadırlar mutlaka. Ancak, dış pazarlara yönelik üretim organizasyonlarının ve ticaretin tamamının, İmparatorlu­ğun ilk günlerinden beri Hıristiyan uyruğunun kontrolünde ol­duğu da sanırız kuşkusuzdur. Fakat, bu olgulara bakarak, Os­manlı İmparatorluğu 'nun, ekonomisi bu tür üretimlerden ve ti­caretten sağlanan geliriere dayalı bir devlet olduğunu söyleye­bilmek de kesinlikle olanaksız olsa gerektir gal iba . . .

N e ki, nüfusunun neredeyse tamamına yakın bir kısmının kırsal kesimde yaşamasına ve tarımla, ya da hayvancı lıkla uğ­raşmasına bakarak, Osmanlı İmparatorluğu'nun ekonomisi tarı­ma veya hayvancılığa dayalı bir devlet olduğunu söyleyebi lıne­nin de olanağı ne ölçüde vardır acaba, öte yandan? . .

Ayrıca, ikta sistemiyle kıskançlıkla korunarak yüzyıl lardır sürdürülen, Osmanlı toplumunun içinde bulunduğu başat üretim ve özellikle de mülkiyet il işkilerinin durumu. İmparatorluğun ekonomisi tarıma veya hayvancı lığa dayal ı bir de\'let haline dö-

Page 36: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

nüşmesine izin verecek nitelikte midir acaba gerçekten? İ lginçtir, zaten Osmanlı aydın ları da, sanki bütün tarih bo­

yunca, ülkede patlak veren olay ları . birtakım toplumsal ve eko­nomik çözü lmelerden kaynaklanmış sorunlar olarak değil, salt

asayişle ilgili olgularmış gibi değerlendirdiklerinden, gördüğü­müz kadar ıyla çözümü de hep orduda ve ordu eliyle aramışlar­

dır hemen. Ne garip . . . Bugün de herhangi bir toplumsal veya ekonomik

sorunla karşılaşır karşılaşmaz, aklıımza hemen ordu gelmektedir hala . . .

Acaba niçin? . .

Page 37: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Niçin Ordu? . .

Osmanlı ve Ordusu

Uyruğunun yarısını Roma imparatorluklarından devralmış bile olsa, Osmanlı İmparatorluğu da, bizce hiç kuşku yok ki, ti­pik bir Asyalı İslam imparatorluğudur sonuçta. Dolayısıyla, Os­manlı İ mparatorluğu 'nun zenginliğini de, bütün As yalı impara­torluklar gibi, daha ilk günden itibaren fetih lerden sağlanan ga­nimetler oluşturmu�tur. Devletin ana gelir kaynağı fetihlerdir. Bilindiği gibi, fethedilen yerler önce yağma edilmekte, sonra da her yıl belirli miktarda bir vergi ödemeye zorunlu kılınmaktadır. Bu vergiyi ödemeyenler de, derhal cezalandırılmaktadır. Bu ne­denle, gerek yeni yerler fethedebilmek, gerekse salınan vergile­rini ödemeyenleri derhal cezalandırabi lmek için, her zaman güç­lü ordulara sahip olmak zorundadırlar imparatorluklar.

Kısacas ı , imparatorluklar için devlet de, bir anlamda ordu

demektir zaten. Ordu ile devlet özdeştir yani . . . Gene bilindiği gibi, "Osmanlı ordusu da, başlarda, aşiret re­

is/erinin komllfasındaki, aileler re aşiretler olarak örgütlenmiş Türkmen savaşçılarından oluşmaktadır Hepsi de atltdır Snıır bölgelerindeki H1ristiyan topraklamu fetih/e görevlendirilen hu askerler de, ya,�ma ve ganimeti e ödii//endirilmektedirler. " (Prof. Stanford Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, E Yayınları, İst . 1 982, s .SO) Yani, ayrı bir ücret ödenmemektedir bu askerlere.

XI I I .yy. sonlarında Bizans sınırlarına bir uç beyliği olarak yerle�tirilen Osmanlılar da, bu Türkmen atl ıları ile yaptıkları i�­

birliği sayesinde tekfurları yenip yeni yerler fethederek hızla bü­

yü mü� ve daha x rv. yy. ortalarında bir devlet halini almış lardır.

Page 38: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Ama ne var ki, bu Türkmen savaşçıları komutandan çok kendi aşiret beylerine bağlı oldukları için, orduda bir komuta birliği ve disiplin kurulamamaktadır.

Nitekim, Hoca Sadettin Efendi'nin "Tae-ür temrih" adlı ki­tabında anlattığına göre, Sultan I .Murad da, "ganimet höliişü­münde kendilerinin de bir pay alabilmesi" için Karamanoğlu Beyinin Haçlılara karşı Osmanlı ordusuyla birl ikte savaşmak üzere, "ordu deyii utanmayup der/eyup" gönderdiği, "ka/tak ayn-!u, kayış ü:engilii, kılıçları ha,�ı ipten" , yani atiarına kuskun

kayışı bile olmayan, kaltak denilen tahtadan yörük eyerleri vu­rulmuş, ayaklarını soktukları üzengileri bile demi rden değ il, ka­yıştan yapılmış, kılıçları da bellerine iple bağlı bu "bir nice kı­lıksız kıyafetsi: zam/lı " Türkmen savaşçılarına bakarak, yanın­daki komutanlara; "-Askerimi:in bir maskarası yo,� idi. Soylu cömertfiğiyle ol h izmeti de Karamano,�/u görmüş. . . demi ştir, alaylı alaylı gülümseyerek.

Ola ki, bu olayın etkis iyle de, devletin bir an önce düzenli bir orduya kavuşturulması için, "Ş imden geru tutsak a///1(1/l her beş başdan biri devleti ndir. Alına! " diye bir ferman çıkararak, tutsak Hıristiyan çocuklarından yeni bir ordu kurulmasını buyurmuş­tur.

Gerçekten de, Sultan Murad Hüdavendigfu ' ın bu buyruğu üzerine, l 360'1 ı veya 70'1i yıllarda i lk kez, seferden dönen sa­

vaşçıların her beş tutsağından biri "Pencik Usulü" ne göre, asker yetiştirilmek üzere devlet adına alınmaya başlanmıştır.

Aslında, beşte bir anlamındaki Farsça penç-ii yek ' in bozuk bir söyleniş biçimi olan "Pencik Usulü" İslamın ilk günlerin­den beri kullanılan ve tutsak pazarlarında satılan tutsakların de­ğerlerinin beşte biri oranında alman bir verginin adıdır. Kimi kaynaklarda "Pencik Vergisi" de denilmektedi r zaten. Ancak, Osmanlıların XIV. yüzyılın ikinci yarısında başlattıkları bu yeni uygulamada vergi akçe olarak deği l , tutsak olarak alınmaktadır artık.

Pencik memur/arı , daha kentin gir i�inde savaştan dönen ga­zilerin tutsaklarını birer birer kontrol etmektc ve 10- 17 ya�ları

Page 39: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

; ı r; ı s ındaki , orta boylu, sağlıklı , sağlam yapılı çocukları seçerek. ! ıcı be� tutsaktan biri hesabıyla devlet adına alıkoymaktadır.

Önce bir Müslüman ailenin yanına verilerek Türkçe öğren­

ı ı ıclcri ve Müslümanla�tırılmaları sağlandıktan sonra, Sarayda

bu amaçla kurulmu� Acemi Oğlanlar Oca,�t ' ndan asker olar�k yeti�tirilen bu Hıristiyan çocuklarıyla da Yeniçeri Oca,�t adında

yeni bir ordu kurulmu�tur işte . İ lginçtir, bu yeni ordunun subay .l!ercksinimi için de, gene aynı dönemde Sarayda Enderun adıy­l a bir okul daha açılmış ve Acemi Oğlanlar Oca,� t ' nı ba�arıy la bitirenler arasından seçilenler burada yeniden eğitilip subay ola­rak yetiştirilmişlerdir.

Kuşkusuz, insanl arın ordularında yabancıları da ücretli sa­vaşçı lar olarak kullanmalarının tarih i, çok eskilere kadar gitse gerektir. Örneğin, eski Çin kaynaklarında, Çin ordularında sa­vaşmış Moğol ve Türk askerlerinden söz edilmektedir. tarihçiie­rin belirttiklerine göre. Gene, Roma ordularında çok sayıda üc­retli Türk askerinin bulunduğu , hatta Büyük Hun imparatoru Atilla'nın bile Roma ordusunda ücretli general olarak görev al­dığı, üstelik bu görevinden dolayı da kurumlandığı yazılmakta­dır. B izans imparatoru I I . Paleologos, bin Türk atiısından oluşan

özel bir birlikle Osmanlı ve öteki Türk bey liklerine karşı savaş­mıştır. Sultan Çelebi Mehmed'in oğlu Şehzade Orhan, İstan­bul 'un fethi sırasında, kardeşinin oğlu (yiğeni) Fatih'e karşı , ba­şında bulunduğu ücretli Türk askerlerinden oluşan bir birlikle İstanbul 'un Kumkapı-Samatya arasındaki surlarını savunmuş­tur. (Prof. İ .Hakkı Uzunçarşı l ı , Osmanlı Tarihi, c-1, s.38 1 -474)

Fakat, Osmanlı ların bu yeni ordusu Yeniçeri Ocağı 'nın ben­zeri bir başka ordu daha yoktur galiba tarihte.

Ancak, hemen şunu da belirtelim ki, Osmanlı ordusu, salt Ye­niçeri Ocağı 'ndan ibaret de değildir kesinlikle.

"Kaptku//an " da deni len Ocak, kuşkusuz ordunun belkemi­

ğini oluşturmaktadır, ama Prof Mustafa Akda,fm yaptığı hesap­lara göre, ".wyt hakmundan" topu topu "sadece hcşte biri" ka­dardır. (Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgas ı , B ilgi Yay. ,

Ank. I 975. s .226)

Page 40: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Ordunun beşte dördünü ise. dirlik sahipleri nin eğitip, donat­tıkları ve sava� hal inde beraberlerinde getirdikleri, kendilerine

veri lmiş diriikierin büyüklükleriyle oranlı sayıdaki seghanfar ile, fethedilen ü lkelerin antlaşmalar gereği savaş halinde Os­

manlı ordusuna katılmak üzere göndermek zorunda oldukları asker ler o 1 u ş tur maktadır.

Yukarda da değinildİğİ gibi, Osmanlı lar da fethettikleri top­raklar üzerinde Selçuklulardan devraldıkları ikta sistemini uy­gulamışlardır genelde.

Bu sistemde ise, fethedilen topraklar, İslam hukukuna göre " 'Ara:i-i Öşriyye " "Ara:i-i Haraciyye" ' ve "Ara:i-i Miriyye" adı altında üç ayrı şekilde tasarruf edilmektedirler. Ara:i-i Öş­riyye ' ler, elde edilecek ürünün yüzde onu karşılığında orayı fet­heden subaya veya Müslüman aşiretlere bırakılmış, Ara:i-i Ha­raciyye ' ler de, elde edilecek ürünün yüzde ellisini vergi olarak ödemeleri koşuluyla savaşmadan teslim olmuş Hıristiyanlara veri lmiş topraklardır. Devlet hazinesine kalmış Ara:i-i Miriy­ye ' ler ise, askerlere ve yöneticilere dirlik olarak dağıtılmaktadır.

Osmanlı lar da, fethedilcn topraklardan bazılarını fetheden aşiretlere bırakmışlardır i lk y ı llardı. Ancak, bu topraklardan "yurtfuk" veya "mafikane" diye sözedilmektedir kayıtlarda. Bu topraklar da, M ehmet Zeki Paka/111 ' ın verdiği bilgi lere göre, Fa­

tih döneminde miri arazi haline dönüştürü lerek dirlik olarak da­ğı tılmışlardır zaten. (Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Söz­lüğü, c-2, s .396)

Yani , günümüze ulaşabilmiş belgelere bakılacak olursa, Os­ınanl ı lar ikta sisteminin sadece "arazi -i miriyye" maddesini uy­gulamışlar ve fethedilen toprakların tamamını ıniri arazi sayıp dirlik olarak dağıtmışlardır sanki.

Çünkü , fethedilen toprakların bir bölümünü de öşri ve hara­cİ arazi olarak bıraktıklarını söylcyebilmek gerçekten olanaksız­

dır gördüğümüz kadarıyla. Her ne kadar Mehmet Zeki Pakal ın , gene aynı kaynakta, Sul­

tan l l l .Murad ' ın . 1 590' 1arda çıkardığı bir fermanla ii/kedeki hii­tiin iişri re ltaraci ara:iferi m iri ara:i !ta/ine getirdi.� ini yazmak-

-1()

Page 41: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

t a ise de. doğrusu onlar da Osmanl ı ların Selçuklu lardan devral­d ı kları topraklar arasında bu lunsa gerektir. bizce büyük bir ola­' ıl ıkla. (Age, c- 1 , s . 73-79)

Kayıtlara görc ,fethedilen topraklar ilk yı l larda savaşta yarar­l ığı görüleniere "Has" ve "Timar" adı ald ında ''dir/ik" olarak

dağıtılmakta ve y ı l l ık geliri 1 00 bin akçcye kadar olanlara " ti­nwr' ' 1 00 bin akçeden büyük olanlara da "has" denilmektedir.

Su ltan I . Murad döneminde de, ola ki dirlik sayısını çağaltmak amacıyla, tirnarlar da ikiye bölünmüş, artık yı l l ık geliri 20 bin akçeye kadar olanlara "tinıar" 20 bin akçeden 1 00 bin akçeye kadar olanlara da ":eamet'' denilmeye başlanılmıştır.

Dirlikler de, görevli lere. kuşkusuz yararlıkları göz önünde tutularak. rütbelerine göre dağıtılmaktadır. Örneğin, hanedandan kişilere, şehzadelere hanım, su ltaniara ve sadrazamlara, vezirle­rc , beylerbeyilere, sancak beylerine, yeniçeri ağalarına filan has, sekbanbaş ı , yayabeyi ve benzeri gibi üst rütbeli askerlere :e­amer, sİpahilere de tinıar verilmektedir dirlik olarak.

Kendilerine dirlik verilmiş bu kişiler de, o topraklardan elde edecekleri gelirlerle, kendilerinin geçimlerini sağlamanın dış ın­da, o yerlerin imar ı ·e ilıyasuıdan sorumlu oldukları gibi, asıl kendilerine verilen diriikierin büyüklüklerine göre, "elde ede­cekleri, A nadolu' da her 3 hi n, Runıe!i' de de her 5 hin akçelik gelir için hir asker" olmak ü zere önceden belirlenmiş sayıda, iyi eğitilmiş ve tam donanıml ı , atlı ya da yaya askeri, �avaş halinde Osmanlı ordusuna göndermek veya beraberlerinde getirmek zo­rundadırlar. Bu askerlere de "sekhan (veya seghan)" denilmek­tedir kayıtlarda.

Günümüze ulaşmış bilgilere bakarak, Osmanlı İmparatorlu­ğu 'ndaki tirnar sayısı hakkında da sağlıklı bir rakam verebilmek bugün elbette olanaksızdır. Ancak, gene M.Zeki Pakalın ' ın açık­

lamalarından öğrendiğimize göre, örneğin fethedilen 300 köyiii hir sanca,�ın en a::. 200 köyiiniin ikişer iiçer köy olarak R0-90 ri­mar halinde aynldı,� ı . geri kalan1 11 1 11 has re ::.eamet olarak da,�ı ­ti/dı,�ı (Age, c-3 s .499) düşünülürse, ülkedeki tirnar sayıs ı da mutlaka onbinlerin çok çok üstünde olsa gerektir.

-ı ı

Page 42: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Bu nedenle, onbinlerce tirnar sahibinin her birinin beraberin­de en az 2-3 segbanla sefere katılacağı, has ve zeamet sahipleri­nin de gene en az bir iki bölük asker göndereceği hesaplanırsa, Osmanlı ordusunun, gerçekten de beşte dördünün bu sistem ara­cılığıyla sağlandığı , galiba kuşkusuzdur.

Cephede de , bu askerler ordunun sağ ve sol kanatlarını oluş­turmaktalar, Yeniçeriler merkezde, Anadolu ' dan gelen segbanlar Anadolu Beylerbeyinin yönetiminde ve Yeniçerilerin solunda, Rumel iden gelen segbanlarla öteki Hıristiyan ülkelerin gönder­dikleri ordular da Rumeli Beylerbeyinin yönetiminde ve sağın­da yer alarak savaşmaktadırlar.

Osmanlının Maaş Ödediği Tek Kulu

Görüldüğü gibi, ikta sistemi, İslam hukukuna göre, salt top­rağın mü lkiyeti veya tasarrufu ile i lgili bir ekonomik uygulama olarak değerlendirilmese gerektir bizce kesinl ikle.

Nitekim Osmanlılar da, ta Tanzimat 'a kadar, bu sistemi ta­rımsal üretimle i lgili bir ekonomi politikası olmaktan çok, yöne­timle ilgili bir personel politikası olarak uygulamış lardır zaten, gördüğümüz kadarıyla . . . Neredeyse bütün görevlilerin ücreti ak­

çe olarak değil, dirlik olarak ödenmiştir, örneğin. Oysa, Osmanlılar da, bilindiği gibi daha ilk yı l lardan itiaren

kendi adiarına para kestirmişlerdir. "Ikinci sultan Orhan Ga:::i , tahta çıkışuı ın üçüncü yılında Bursa darplıanesinde sikke kesti­rip mühür/etmiştir. Bu ilk sikkeler heya: RÜnıüşten kestirildiğin­den , halk renRinden dolayı hu paraya heyazca aniamma 'akçe' demiş ve Osmanlı para biriminin adı 'akçe' olarak kalmıştır. Üç akçe, hir dirhem ağırlı,�ındadır. Yani, 1 00 dirhem gümüşten 300 akçe kestirilnıiştir. Akçenin kesirieri de haktrdan kestiri/rnekte­dir ı ·e onlara Moğolca nakit anlamındaki MonRÜr sö:::cü,�ünden esinfeni/erek 'nıanRır' denilmiştir. " (Prof. Şükrü Baban, Tanzi­mat ve Para, Tanzimat, s .233 , İst . 1 940)

Tarihçilerio verdikleri bilgilere göre, ilk y ı l larda yabancı al­

t ın paralar da bir süre için kullanılmıştır. Hatta Prof. Baban, bu

42

Page 43: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

yabancı paralardan bir miktar Yenedi k duka altınının, ülkede gc­\Trli olduğunu belirtmek için Osmanlılarca özel olarak mühür­Icndiğini bile yazmakıadır. Zaten Fatih döneminde, bu Venedik dukaları örnek alınıp, Osmanlı parası olarak altın sikke de kes­ı i rilmi�tir. Bu altın sikkelere de, Venedik dukasından aynen kop­ya edilmiş üzerindeki çiçek resmi yüzünden, İtalyanca çiçek de­mek olan Flore sözcüğünden dolayı Flori veya Filorin de­nilmiştir.

Ancak, Osmanlı para birimi hep akçe olarak kalmıştır. Örne­ğin, Sultan I .Murad döneminde, "iki koywıa hir akçe" olarak saptanmış, koyun ve keçilerden alınan "agnam vergisi" , kayıt­larda belirtildiğine göre, akçenin gümüş değeri geçen süre için­de üçte iki oranında düşürülmüş olduğu halde, ikiyüz yıl sonra I I I .Murad döneminde de gene "iki koyundan hir akçe" olarak

toplanmıştır. Ücretler, bağışlar, harcamalar da hep akçe olarak hesaplanmış ve ödenmiştir bütün tarihi boyunca.

Osmanlılarda, ta Tan::.imat' a kadar günümüzdeki anlamıyla hir bütçenin , hir maliye örgütünün varlığından söz edebilmek de olanaksızdır kuşkusuz.Devletin gelirlerinin toplanmasından, harcanmasından, gelir gider defterlerinin tutulmasından, hazine­den, ta ilk günden itibaren "defterdar" denilen kişiler sorumlu tutulmuştur. Devlet hızla büyüyüp işlemler artınca, çaresiz def­terdarlık da kalabalıklaşmış ve defterdar/ara Fatih döneminde artık "ha::.ine ve::.iri" (veya vekili) denilmeye başlanılmıştır.

Ama ilginçtir, ta i lk günlerinden beri, gelirleri toplayan, har­camaları yapan, kulların ulufelerini ödeyen, hazineden sorumlu bu görevlilere, Osmanlılar, akçeyle tek mangır (kuruş ) olsun bir ücret, bir maaş ödememişlerdir kesinlikle bütün tarihleri boyun­ca.

Onlar da, tıpkı sadrazamlar, vezirler, yeniçeri ağaları, beyler­beyileri , sancak beyileri, filan gibi ücretlerini dirlik olarak al­mı�lardır devletten. i lk günden itibaren. Örneğin, Fatih Kanun­namesi 'nde, defterdar/ara da dirlik olarak "yıllık geliri 600 hi n akçenin ü::erinde hir has verilece,�i" yazılıdır.

Kı sacas ı . devletin parasının hesabını tutan, devlet adına para

-n

Page 44: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

kestirip mühürleten bu kişiler de, kendi ücretlerini korudukları hazineden nakit olarak değil, ola ki bir kez bile gidip görmedik­leri yörelerdeki haslarını ekip biçen reayaların ürünlerinden, gü­

vendikleri adamlar (iimenalar) aracıl ığıyla mal (ayni) olarak topladıkları aşarın içinden almaktadırlar yani . . . Çalıştırdıkları görevl ilerin (memurların) ücretlerini de, bu has lardan elde ettik­leri gelirlerle kendileri ödüyor olsalar gerektir.

İlginçtir, Osmanlıların dev Jet bütçesinden akçeyle düzenli olarak ücret ödedikleri tek kuruluş da Yeniçeri Ocağı 'd ır, gördü­ğümüz kadarıyla.

Bil indiği gibi, Yeniçeri/er. üç aydan üç aya, belirli bir ulufe (gündelik) üzerinden hesaplanmış, "kul maaş ı" denilen bir üc­ret almaktadırlar saraydan.

Prof. ismail Hakkı U::.unçarşılı , Yeniçeri lerin, "Acemi o,�lan­lar oca,�ından gelip, Yeniçeri ocak defterine kaydedildiklerinde ilk yemıiyelerinin (ulufelerinin ) iki akçe oldu,�unu" bu ücretin zamanla "hi::.metlerine ı ·e gelişmelerine gt'ire R akçeye kadar çıktı,�111 1 " yazmaktadır. (Osmanlı Tarihi, c-2, s . 5 58)

Yeniçerilere bu ücretin dışında da, sultanların tahta çıkışla­rında "cü/us halışişi" ilk sefere çıkışlarında da "slfer halışişJ" adı altında ayrıca para verilmektedir gene.

Kendilerine devlet hazinesinden düzenli ücret ödenen bu as­

kerlerin sayısı konusunda kesin bir rakam söyleyebilmek de zor olsa gerektir kuşkusuz. Örneğin, Prof. Uzunçarşı l ı 'ya göre, bu sayı XV. yy. ortalarında, 1 0- 1 2 bini yeniçeri, ı 800-2 bini topçu, 8- ı O bini de suvari olmak üzere 20-25 bin dolaylarındadır an­cak.

Oysa, gene Prof. Uzunçarş ı l ı 'dan öğrendiğimize göre, vaka­nüvisler, Osmanlı ordusunun XV. yy. ortalarında İstanbul ' un fet­hi sırasındaki sayısım 200-250 bin olarak vermektedirler. Bu du­rumda, Prof. Akdağ ' ın hesaplarına göre ordu içindeki oranının

beşte bir olduğunu varsayarsak, kapıkullarının sayısı da 40-50 bin dalayını bulsa gerektir galiba. Nitekim kendisi de , bu çalış­

masın ın sonraki ciltlerinde, Yeniçeri ocağının asker sayısın ın XVI I . yy. sonlarında 70 bini bulduğunu, Ocağı eski haline get i-

-1 -1

Page 45: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

re bilmek için de, ı 70 ı 'de çıkarılan bir fermanla bu sayınm bir ı,· ırpıda 34 bine dü�ürüldüğünü yazmaktadı r. (Osmanlı Tarihi, c-4. b- 1 . s . 8 )

Kapıkul larının say ıs ı , galiba gerçekten de 40-50 bin dolayla­rında olsa gerektir yani. Bunca insana üç aydan üç aya ödenecek para da, günlük ücreti ortalama 4 akçe üzerinden hesaplasak bi­

le . 1 8 milyon akçeyi bulmaktadır. B unca para için de, her üç ay­da bir 20 ton gümüş gerekmektedir.

Ola ki Fatih Sultan Mehmed de bu nedenle, yani gerek ulu­releri , gerekse cüiGs ve sefer bahşişlerini tam olarak ödeyebil­ınek için hazinede onca ton gümüşü bulamayınca, çareyi, Orhan

Gazi 'den bu yana tam ı 20 yı ldır ayarı ve vezni hiç bozulmamış olan akçenin vezniyle oynamakta aramış ve tahta çıkar çıkmaz, 1 00 dirhem gümüşten 300 yerine, 375 akçe kestirtmiştir hemen, tarihçilerio yazdıklarına göre.

Çünkü, Osmanlı ü lkesinde tedavülde bulunan paranın mikta­rını hesaplamak filan şöyle dursun, hangi tarihlerde, nerelerde ve ne miktarda para kestirildiğini bile tam saptadığı kuşkul u, bü­tün işlevi devletin gelir gider defterlerini tutmak olan defterdar­lık örgütünün yapısı düşünülürse, Fatih ' in de enflasyonİst bir politika izleyerek, paranın değerini düşürüp, ha/km cehindenfe­tih çalışmaları için yeni kaynaklar yaratmayı amaçladı,�ım sav­lamak akıldan dahi geçirilme�e gerektir doğru�u.

Prof Akda,f ın saptarnalarına göre, hem para kesen tek yer başkentteki darphane değildir, hem de para kestirme yetkisi sa­dece devlete ait değildir çünkü. Gümüşü olan özel kişiler de i�­tedikleri darphanelerde kendileri için para kestirebildikleri gibi, gümüş elde eden görevli ler de İstanbul dışındaki darphanelerde devlet adına para kestirebilmektedirler. (Age, s .37-4 ı )

Nitekim, gene aynı tarihçilerio yazdıklarına göre, zaten Fatih de, bizce hiç kuşku yok ki İstanbul 'u fethedip, elde ettiği gani­metlerle hazineyi zenginleştirerek yeterli gümüşe kavuşunca, hemen piyasadaki eksik vezinli akçeleri de toplatmış mıdır bi­linmez ama, akçenin veznini gene eski düzeye getirtip, tekrar

ıoo dirhem gümüşten 300 akçe kestirmeye başlamıştır. (Hatta,

Page 46: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Prof. Akdağ, Bursa şeriye sicil lerinde, Fatih ' in son yıllarında, 1477' 1enle. Bursa ' da 1 00 dirhem gümüşten , 300 yerine 280 adet akçe kestird(�ine dair kayıtlara da rastlandı,�ını yazmakta­dır. )

Burada hemen şunu da belirtelim ki, toplumsal bilincinde ta­şmnıa: (gayri menkul) mıilkiyet hakkı kavramının henüz oluştu­

ğu bile kuşkulu, doğru dürüst bir ara::.i ölçü hirinıi de olmayan Osmanlı İmparatorluğu 'ndaki ekilebilir toprakların yüzde kaçı­nın dirlik olarak dağıtıldığı ve yüzde kaçının öşürünün, vergisi­nin, rüsumunun devlet adına toplandığı konusunda da günümü­ze ulaşabilmiş ciddi bir bilgi yoktur ne yazık ki, gördüğümüz kadarıyla . . .

Ayrıca, bu derme çatma defterdarlık örgütü v e bu ücret poli­tikasıyla, devlete ait öşür ve vergi lerin sağlıklı bir biçimde top­lanarak hazineye ulaştırıldığını söyleyebi lmek de olanaksızdır galiba.

Bu nedenle, Fatih 'in, gerçekten de sikke kestirebilmek için

yeterli gümüşü sağlayabileceği tek kaynak fetihler olsa gerektir doğrusu bizce de . . .

Üstelik, ola ki u lufeli kapıkulu sayısını çağaltmak yerine ik­ta sistemiyle sağlanan asker say ı s ını çoğaltınayı daha akıl karı

bulduklarından, dirlik olarak dağıtabilecekleri yeni miri araziler yaratabilmek amacıyla, Fatih döneminde, bazı akraba aşiretlere ilk yıllarda yurtluk olarak bırakı lmış topraklara bile el konulma­sına, Kanuni döneminde Amasya yöresindeki zeametlerin sahip­lerinin elinden alınıp tirnar olarak dağıtılmasına, III .Murad dö­neminde de ülkedeki bütün öşri ve haracİ arazilerin bir ferman­la toptan miri arazi hal ine döndürülmüş olmasına bakıl ırsa, doğ­rusu Osmanlı ların ülkedeki ekilebilir toprakların tamamını dir­lik olarak dağıttıklarını, dolayısıyla devletin zaten toplayacağı

önemli bir aşar ve vergi gelirinin bulunmadığını söylemek de, galiba gerçeğe pek aykırı düşmese gerektir.

Görüldüğü gibi , Osmanlı larda da hazinenin ası l zenginlik

kaynağı , tarımsal veya tecimsel birtakım ekonomik eylemlerden sa�lanan \'ergi gelirleri fi lan değil, hiç kuşku yok ki, fetihlerdir.

Page 47: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

VL'rgi gelirleri de, olsa olsa devede kulak kadar bir şeydir toplam l ı l l tçe içinde. Dolayısıyla, ü lkedeki en önemli üretici güç de or­, /lldllr Devlet de, ordunun ikta sistemiyle daha da güçlendiril­

ıııc�si uğruna, tarımsal üretimden sağlanabilecek gelirlerinin ta­ınamından vazgeçmiştir neredeyse.

İmparatorluğun bu özgün durumu, asl ında üretimle ilgili bir uygulama olması gereken ikta sistemini de, orduyla özdeşleşti­n:rek ekonomik anlamından neredeyse bütünüyle soyutlamıştır yani .

Nitekim bu nedenle de, Osmanl ı toplumundaki mülkiyet bi­linci ve dolay ısıyla mülkiyet il işkileri, gerekli evreleri geçirip, belki de taşıınr-taşınmaz mülkiyet hakkı ayrışmasına bile tam uğrayaınadan, sanki hep "ilk salı i plenme lıakk1 " düzeyinde kal­ınıştır bizce.

Ama, tarihçileriınizin ve bilim adamlarımızın (üniversiteleri­ınizin) bugüne dek, Osmanlı toplumundaki mülkiyet kavramı ve il işkileri konusunda herhangi bir araştırma, ciddi (özgün) çalış­ma yapmış olduklarını söyleyebilınek de doğrusu olanaksızdır, ne yazık ki . . .

İkta sistemiyle sağlanan bu askerler de , orduya, dirlik sahip­leri adına gönül lü olarak, boğaz tokluğuna,fisehilillalı katılma­

maktadırlar elbette. Prof. Akdağ ' ın saptarnalarına göre, "XV l.yii:y!l 111 başlannda

(Yavuz döneminde) segbanlara, dirlik sahiplerince yillik ücret olarak 600 akçe ödenmektedir" örneğin. Yeniçerilere, daha ace­mi oğlanlar ocağında iken günde iki akçe ödendiği düşünülürse, günlüğü iki akçeyi bile bulmayan bu ücretin hiç de çekici olma­ınası gerekir doğrusu. Haydi, tutsak Hıristiyan çocukları için ye­niçerilik zaten bir yazgıdır diyelim. Ama, reaya çocuklarının salt bu ücretierin çekiciliğine kapı lıp dirlik sahiplerinin yanında as­ker durmayı seçtiklerini söyleyebilınek de gerçekten olanaksız­dır yani.

Çünkü, vakanüvislerin yazdıklarına göre, örn�ğin Yeniçeri­ler, Fatih ' in 1 00 dirhem gümüşten 300 yerine 375 akçe kestir­mesi üzerine ayaklanıp ulufelerini 3 akçeden 3,5 akçeye çıkart-

47

Page 48: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

m ış oldukları halde, i lginçt ir, gene Prof. Akdağ' ın saptamalar ı ­na göre, l 450'den sonra tam l 50 yıl boyunca, üstelik bu süre içinde paranın gümüş ağırlığıyla defalarca oynanmış olmasına karş ın, bir daha böyle bir giri�imde bulunmamışlardır, artık her

ne hikmetse. Yani, gerek yeniçerilerin, gerekse dirlik askerlerinin gözün­

de, aslında bu ücretierin pek de bir önemi yoktur anlaşı ldığı ka­darıyla. İmparatorluğun güçlü olduğu, fetih seferlerinin ardı ar­

dına yapıldığı bu 1 50 yıl l ık dönemde de, u lufelerinin artırılması konusunda herh;mgi bir istekte bulunmamaları da bu yüzden ol­sa gerektir.

Kısacas ı , gerek yeniçeriler, gerekse dirlik askerleri için, as­kerliği çekici kılan tek şey, yağmadır, galiba hiç kuşku yok ki . . . Çünkü, fethedilen yerleri önce askerin belirli bir süre yağmala­masına izin vermek, bir doğu geleneğidir.

Örneğin, Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey, Abbasi halifesine bundan böyle Müslüman ülkeleri yağmalatmayacaklarına dair söz verdiği için, 1 057 'de Musul 'un feıhinde, geleneği çiğneyip askerin yağmalamasını yasaklayınca, hemen ayaklanmıştır or­du. B u durumda saltanatının bile tehlikeye düşebileceğini gören Sultan , hiç olmazsa Müslüman halkın canına bir zarar verilme­mesi konusunda askerleri ikna ederek, çareyi kentin insanlar çı­

karıldıktan sonra yağmaya açılmasında bulmuş ve gerçekten de,

Musul , çoluk çocuk herkes çıkarıldıktan soı�ra kent askerin yağ­masına bırakılmıştır günlerce . . .

Vakanüvislerin yazdıklarına göre, 5 1 günlük kuşatma sırasın­

da tam 3 kez de saldırıldığı halde İ stanbul ' un hala fethedileme­miş olmasına dehşetli öfkelenen Sultan Mehmed de, 27 Mayıs 1 453 günü bütün vezir ve paşalarını çadırına çağırıp, kentin der­

hal alınması halinde askerlere -kimi tarihçilere göre süresiz, ki­mi tarihçilere göre de 3 gün süreyle- sınırsız yağma hakkı tanı­

yacağını söyleyince, bilindiği gibi İ stanbul hemen eıtesi gün, 28 Mayıs 1 453 'te fethedilmiştir.

Örneğin, Aştkpaşa:ade. tarihinde, "Elli gii n , gece giindii: cl'nk olundu . Elli hirinci giin lıiinUir ya,�ma huyurdu Hiicımı et-

Page 49: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

tiler. Elli hirinci giin salt giinü idi. llisarfetholundu. Iyi ya,�nw­lar ı·e doyumluklar oldu. Altuı . giinıiiş, mücerher re türhi ku­maş/ar gelip pa::.ara d6kiildii . Satmaya haşladt!ar. Halktnt esir elliler Tekfiininü 6ldiirdiiler Gü::.el kt::.!amu ga::.iler ha.�u"/amw hastti ar. " diye anlatmaktadır bu olayı.

İstanbul 'un fethine Sultan Mehmed' in tarihçisi olarak katıl­mış Tursun Bey de, Fatih 'in unvaniarından biri olan "Ehül-fetlı" deyimini kullanarak, "Tarih- i Ehiil�feth " (Fatihler Babas ının Tarihi) adıyla yazıp sultana sunduğu kitabında, tıpkı Aşıkpaşa­zade gibi, "Askerler saraydan re ::.engin/erin evlerinden gürniiş ı ·e altm kaplan , değerli taşlan ve kumaşlan aldtlar Bütün ça­dtrlar yaktştklt oğlanlar ve gii:::el kt::.!arla doluydu . Bu şekilde pek çok kişi fakirlikten kurtan/dt ve ::.engin ktluıdt. demektedir.

Hatta, ola ki bu yağma karşısında şaşıran Fatih bile, Ayasaf­ya'ya girdiğinde, bir askerin de yerdeki merrnerieri götürmek için sökmeye çalıştığını görünce; "Ganinıet ve esirler/e yeti­nin! Şehrin yapılan hana aittir hre! diye bağırmıştır öfkey­le, vakanüvislerin yazdıklarımı göre.

Ve, N e Zaman Bir Toplumsal Sorun Patiasa H emen Ordu­yu Anımsamışlar

Kısacası, ordu padişahların serdarlt,�uıda sefere çıkıp, yeni yerler fethettikçe, ü lkede de asayiş herkemal olmuştur genellik­le. Devletin başını ağrıtacak önemde toplumsal sorunlarla pek de karşılaşmamıştır Osmanlı .

Ancak, yukarda da değinildiği gibi , imparatorluk iyice bü­yüyüp, sınırların başkente uzakl ığı binlerce kilometreye ulaşın­ca, ülkede de birtakım toplumsal sorunlar patlak vermeye başla­mıştır hemen. İ lginçtir, aynı anda orduda da huzursuzluk belirti­leri başgöstermiştir.

Örneğin, Peçeı · i Tarill i 'nde belirtildiğine göre, 1 5 53 'ten 1 566 'ya kadar yeni bir sefere ç ıkmayınca koca Kanuni Sultan Süleyman ' a kar�ı bile, ' 'Padişah koca/dt gayn. Ondan sefere çt­ktlnumr Bu askere gen�· hir hoş gerek. " diye homurdanmalar başlamı�tır orduda.

Page 50: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Oysa. Kanuni Sultan Süleyman da, İmparatorluğun sınırları­nın çok geni�letilmiş olmasından dolayı fetih seferlerinin artan mal iyetleri yüzünden yeni bir fetih seferine çıkmayı uzun süre )!Öze alanıarnıştır ola ki . . . Çünkü, 1 553 yı lındaki İran seferinde fethedilen yerlerden elde edilen ganimetler, ordunun masrafını bile karşılamamıştır vakanüvislerin yazdıklarına göre. Ordu , İran Şahını cezalandırmak üzere 1 553 yı l ı yaz aylarında İstan­bu l 'dan hareket etmiş, ancak onca yolu yaya olarak bir mevsim­de katedemediği için, gidişte H alep ' te, 1 554 yılı yaz aylarında

Nahçıvan ' ı , Erivan' ı ve Karadağ' ı fethenikten sonra dönüşte de bu kez Amasya' da kışlamak zorunda kalmış ve 1 555 y ılında İs­

tanbul ' a dönebi lmi ştir. Böy le birkaç yüz bin kişilik bir ordunun ardı ardına iki yıl dışarda konaklaması da, bu fetih seferinin gi­derlerinin en az birkaç kat kat ianmasına neden olmuştur hiç kuş­ku yok ki . . .

Ama, askerin huzursuzluğu zamanla ne boyutlara u laşmış ki demek, artık iyice yaşlı ve hasta olduğu halde Sultan Süleyman da, ömrünün son yı l ında. tam 73 yaşındayken, Avusturya'ya sa­

vaş ilan ederek, ordunun başında yeni bir fetih seferine çıkmak zorunda kalmıştır çaresiz, 1 566'da.

Oysa, gerçekten de gut (damla/nikris) hastasıdır ve hastalığı iy ice ilerlemiş olduğu için ayakta duracak hali bile yoktur. Bu nedenle sefere de zaten arabayla çıkmıştır. Ancak kasabalardan geçilirken, düşman gözlere dinç ve zinde görünmek için, kah tahtırevaola taşınmakta, kah ata bindirilmektedir binbir güçlük­le.

Nitekim, daha seferin başında, Sigetvar kuşatmasında, kale­nin alındığını da göremeden, bir gün önce ölmüştür. Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa, Sultanın öldüğünü Şehzade Selim tahta çıkıncaya dek gerek asker, gerekse düşman öğrenmesin diye, se­ferin amacı sanki Sigetvar kalesini almakmış gibi ordunun he­men Belgrad 'a dönmesini buyurduğu için, Kanuni 'nin bu son

seferi de yolun ba�ında sessizce sona ermiştir böylece. Yani, ulufeli askerler, bu fetihte de şöyle gönüllerince bir

yağma olanağını bu lamamı�lardır. Ü s te l ik. Şehzadc Sel im' in

)()

Page 51: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

tahta çıkışından dolayı iyi bir ciilus halışi şi de verilmeyince, da­ha Belgrad 'da hornurdanmaya başlamışlar, İstanbul ' da ise yal­

rıız homurdanmakla kalmayıp, gemi iy ice azı ya alarak saraya gi­

den yolları kesmişler, Saray kapılarını tutup günlerce kimseyi dışarıya salmamışlar, hatta kendileriyle görüşmeye gönderilen vczirleri bile yakalayıp tartaklamışlardır bu öfkeyle . . .

Tam o günlerde İ stanbul ' a dönen Kaptan-I Derya Pi,vale Pa­·)a 'nın Sakız adasının fethinden sağlayıp getirdiği ganimetlerle yeni akçe kestirilip cülOs balışişlerinin arta kalanı acele ödenmiş de, ancak bastırılabilmiştir bu olaylar.

Ardından da, Sultan II .Selim, ola ki böylesi bir durumu bir daha yaşamak istemediği için ve de kendisini bu sıkıntıdan kur­taran ganimetin bir adadan sağlanmış olduğunu düşünerek, Pi­yale Paşa 'y ı sadrazamlığa getirip, yeni bir sefere ç ıkılarak bu kez de Kıbrıs ' ın fethedilmesine olur vermiştir hemen.

1 570' de de Kıbrıs fethedilmiştir ya . . . Koca Osmanlı ordusu için Kıbrı s ' ın eti nedir, budu nedir . . .

Ayrıca, fetihlerin arkası kesilip , zengin yağma olanakları azaldıkça hornurdanmaya başlayanlar, salt başkentteki kapıkul­ları da olmasa gerektir mutlaka.

Çünkü , Kanuni 'nin de, daha İran seferinin dönüşünde,

! 554'te Amasy a 'da bir fermanla o bölgedeki bütün zeamet sa­hiplerinin ellerinden dirliklerini alıp, toprakları ulufeli kale erle­rine biner akçelik tirnarlar şeklinde dağıtmasına bakılacak olur­sa, aynı günlerde Anadolu 'da da birtakım huzursuzlukların pat­lak vermeye başl adığından kuşku duyabilmek bile olanaksızdır galiba.

Üstelik, ü lkenin sınırları çok genişlediği için, 1 550 ' lerden sonraki seferlerin çoğu, Prof. Mustafa Akdağ' ın da belirttiği gi­

bi, artık fetih değil, bir savunma seferi olarak düzenlenenektedir zaten. Bu nedenle, bir yağma veya ganimet elde etmek bu sefer­

lerio çoğu için elbette söz konusu bile değildir. Nitekim, Kanuni de, tarihçilerio yazdıklarına göre, 1 553 'te,

İran ordusu Osmanlı topraklarına saldırınca, apar topar yeni bir

sefere çıkmak zorunda kalmıştır Şah ' ı derhal cezalandırmak

5 ı

Page 52: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

amacıyla . . . Yani. İran scferi de. aslında bir fetih değil , bir savun­ma sderidir. Ola ki bu nedenle de, İran içlerine çekilen Şahın ar­

d ımbıı g idilmemi� . ama hem onu cezalandırmış olmak için, hem de buraya kadar gcl i ım1i�ken bari eli boş dönüldü deni lmesin di­yerek, s ınır boylarındaki Nahçıvan, Erivan (Revan), Karadağ fi­lan alınm ıştır sanki.

Kuşkusuz, s ınır boylarındaki bu ' 'eti ne, hudu ne" kentlerin fethedilmesinden sağlanan ganiınet ve yağmalar da, ne kapıkul­larının dişlerinin kovuğuna yetmiş olsa gerektir, ne de timarlı s i ­pahilerin veya segbanların . . .

Dolayısıyla, zengin yağma olanakları elde edemeyip, tek ge­

lir olarak devletten (veya, dirlik sahiplerinden) aldıkları ulufete­re (maaşa) kalan askerler, yavaş yavaş geçim sıkıntısı içine de düşmeye başlamışlardır artık. Çünkü, bu ücretler karınlarını bi­

le doğru dürüst doyurmalarına yetmemektedir. Çaresiz, çevre halktan zorla haraç toplamaktadırlar. Bu yüzden halk da asker­lerden şikayetçidir. Bu serseriterin toplanıp sın ı r boylarına götü­rülmeleri için sık sık sefere çıkılınasını istemektedirler. Yani, se­

ferler Anadolu halkının ve esnafının da bir an için rahat soluk al­mas ına olanak verir olmuştur böylece.

Ne vak ki, bu kez de askerler düzenlenen bu zoraki seferlere

(veya, savunma seferlerine) gönüllü olarak pek de katılmak iste­memektedirler, sonucun karlı olmayacağım son deneylerden kestirebildikleri için. Türlü özürler uydurmaktalar, hatta olmadı, verilecek cezayı da göze alarak seferden kaçmaktadırlar, tarihçi­terin belirttiklerine göre.

Bi lindiği gibi , Yeniçeriler sultanlardan üç aydan üç aya belir­li bir ulufe alırlarken, segbanlara da bağlı oldukları dirlik sahi­

plerince önceden belirlenmiş bir ücret ödenmektedir her y ı l .

Ancak, dirlik sahiplerinin yanında asker durmayı çekici kılan şey de, ücretler deği l , İmparatorluğun büyüme dönemindeki ar­dı arkası kesilmeyen fetihler olmuştur hiç kuşku yok ki . . . Çün­

kü onlara da fet ihlerden sonra s ın ırsız yağma hakkı tanı nmakta­dır tıpkı yeniçeriler gibi . . .

Acemi oğlanlar ocaklarında asker olarak yethl iri! mi� tutsak

Page 53: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

veya devşirme Hıristiyan çocuklarının, koşul lar değişince he­men sarılabilecekleri yeniçerilikten başka bir umarları , o gün için galiba gerçekten yoktur. Ama, dirlik sahiplerince kiralanan ücretli askerler, fetih lerin arkası kesilir kesilmez, hemen terke­divermişlerdir birliklerini, görüldüğü gibi. Bu yüzden de, taşra­da asker ücretleri hızla yükselmiştir. Nitekim, Prof. Mustafa Ak­dağ ' ın belirlemelerine göre de, ' 'XVI yii::yt!ın başlannda dirlik sahipleri yıllık 600 akçe iicret/e hir seghan tutahi/ir ı ·e ona 5-6 Yii:: akçeye hir at satın al ahi/ir/erken , hu rakamlar aym yı'i::yt!ın son/anna do,�/ '11 (11/.Murad döneminde) birden 5-6 kat artmış ve hir seghamn dirlik sahibine yıllık maliyeti 3 hin ak�·eye kadar �·ıkmıştır. A tiann fivat/an da arflk 2-3 hin akçe dolaylarında­dır " (Age, s .58)

Dirlik sahipleri de, o l a ki bu nedenlerle, seferlere ya daha az sayıda nitelikli savaşçı ile katılabilmektedirler, ya da o ücretiere ancak bulabildikleri düşük nitelikli birtakım acemi erieri götüre­bilmektedirler y anlarında artık.

Ayrıca, bu dirlik sahipleri de katıldıkları fetihlerde elde edi­len ganimetten önemli bir pay alıyor olsalar gerek ki, Prof. Ak­dağ, bu olumsuz gelişmenin "dir/ik sahiplerinin de siirat/e re­fah/arım kayherme/erine sehep o/du,�unu" yazmaktadır.

Hatta öyle ki, bu heyler (timar erha/Jı ) , bir yandan yeni gelir kaynaklarının ardının kesilmesi, öte yandan sefer giderlerinin eskiyle oranlanamayacak denli yükselmiş olması gibi nedenler yüzünden hızla "nıiiflis" (ıflas etmiş) dumma hile diişmiişlerdir. gene Prof. Akdağ' ın deyimiyle.

Bu olumsuz gelişmeler yüzünden fakirleşenler, refah düzeyi­ni yi t irenler. "miij7is" duruma düşenler ise, sadece askerler ve "dir/ik erhahı " da değildir elbette. Örneğin. gene Prof. Akdağ, 1 54 1 - 1 599 y ı l ları arasında yaşamış , Kanuni sonrası dönemin ünlü tarihçilerinden Ali (Geliho/u/u Mustafa A li) Bey'in de "Kiihn ' ii/ Ah/)(lr" ( Haberlerin Kaynağı ) adlı 4 ciltlik kitabında, "XV 1 yii::yt!ın ortalanndan itibaren ülkede eskiYe göre a�·ık hir sej(det do,�muştur" diye yazdığım belirtmektedir. Yani , halk da. kaçınılmaz bir biçimde hızla fakirle�mi�tir bu süreçte.

Page 54: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Fakirleşmeyle birlikte de, öncelikle Anadolu ' nun çeşitli yer­lerinde birtakım toplumsal olaylar patlak vermeye başlamıştır hemen. Kent ve kasabalarda bile can güvenliği, mal güvenliği neredeyse hiç kalmamıştır. Hırsızlık, soygun, gasp, c inayet vb gibi olaylar hızla artmış , artık kentlerde bile "geceleri evleri hır­sı: ı ·e katiliere karşı korumak, herkesin kendi gücüne kalmış hir iş halini" almıştır. Aynı zamanda, ülkedeki meyhane sayısı da hızla çoğalmıştır. Fuhuş artmış, "erkek elbisesi giydirilmiş ka­d/11/ar, geceleri sokaklarda açıktan satılır olmuştur" artık. Güya ülkedeki can ve mal güvenliğini sağlayan "ases/er, hatta ases­başılan hile, içip sarhoş olduktan sonra, evlere zorla girerek ka­d111 /an , kızlan almaktadır" lar.

Tarihçi Ali Bey' in verdiği bilgilere göre, Osmanlı ü lkesinde­ki ilk kahvehane de bu tarihlerde, 1 553-54' lerde açılmıştır za­ten.

Niyazi S erkes de, ilk kahvenin Osmanlı ülkesine 1 554' lerde Arabistan'dan geldiğini ve daha sonra İstanbul üzerinden Avru­pa'ya yayıldığını belirttikten sonra, "Avrupa' da da hükümetleri korkutan" bu kahvehanderin üstlendikleri, söz konusu yüzyıl­daki toplumsal iş levlerle i lgili olarak; "Bu kahvehanelerden korkmakro Osmanlı dev/etimn haklı endişeleri vardı. Çünkü, Osmanlı devletinin uyruğwwn, yani reayamn camiden, mescit­ten, kiliseden başka gidecek, toplanacak yerleri yoktu. Buralar­da da sadece vaizler konuşw·du. Askerler ise, ya kışlalarda, ya da timar hö/ge/erinde, kalelerde yaşar/ardı . Kahvehane/er, Os­manlı ülkesinde, özellikle de istanbul' da cami ve mescidin yeri­ni alan ilk siyasal dedikodu, hatta komplo yuvalan oldular Ya­ni kahvehaneler/e meyhanele1; reayamn ve yeniçeri/erin u,� ra ğ ı , eğlenme ya da dinlenme yeri olmaktan çok, hükümete karşı ayaklanma, komplo hazırlama merkezleri haline gelmişti . " diye yazmaktadır. (Age, s.44)

Görüldüğü gibi, XVI. yüzyıl ın ortalarından itibaren patlak vermeye başlayan bu olgular, salt o yörelerdeki asayişin bozul­masının veya kimi güvenlik görevlilerinin kötü yönetimlerinin neden olduğu polisiye olaylar şeklinde deği l , bozulan ekonomik

54

Page 55: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

dengeden kaynaklanan toplumsal sorunların görüngüleri olarak dcğerlendirilirse gerektir kesinlikle.

Nitekim Osmanlılar da, olaylarla karşılaşır karşı laşmaz he­men birtakım polisiye önlemler almaya kalkışmak yerine, soru ­nun çözümünü devletin güçlendirilmesinde, yani ordunun yeni­den eski savaş gücüne kavuşturulmasında aramışlardır gördüğü­müz kadarıyla.

Örneğin, Kanuni Sultan Süleyman, bu gerçekle ilk kez İran Seferi sırasında karşılaşınca, hemen celallenip birtakım kişileri polisiye önlemlerle cezalandırmaya kalkışmak yerine, daha 1 554 ' te, dönüşte, Amasya 'da bir ferman çıkararak ikta sistemin­de bazı değişiklikler yapma yolunu seçmiştir, bilindiği gibi. Çünkü , sorunun, büyük dirlik sahiplerinin artık daha düşük nite­l ikli asker göndermelerinden dolayı ası l , ordunun ikta s istemiy­le sağlanan kesiminden kaynaklandığını görmüştür ve derhal ze­amet sahiplerinin diriikierine el koyarak topraklarını başarıl ı s i­pahilere tirnar olarak dağıtmıştır ordunun bu kesimini yeniden eski savaş gücüne kavuşturabilmek amacıyla, bizce hiç kuşku yok ki . . .

Yani, Osmanlılar için ülkede patlak veren bütün toplumsal sorunların tek nedeni, görüldüğü gibi ordunun savaş gücünün zayıflaması, dolayısıy la devletin ekonomik açıdan gi.içsüzleşme­s idir. B u yüzden de, ne zaman bu tür bir olayla karşı lasalar, bir­takım ekonomik önlemler düşünmek yerine, hemen orduyu anımsamışlar ve onu yeniden eski savaş gücüne kavuşturabil­menin yollarını aramışlardır.

Celalf isyanları

Kanuni 'nin başlattığı bu girişimlerle Osmanlı ordusunun es­ki savaş gücüne yeniden kavuşturulabilmesi gerçekten mümkün müydü acaba? B ir şey söyleyebilmek bugün kuşkusuz olanak­sızdır.

Ancak, yerine tahta çıkan o�lu ll.Se/in ı ' in de sekiz y ı ll ık sal­tanatı süresince bu konuda hiçbır girişimi olmamı�tır zaten, gör­düğümüz kadarıyla.

55

Page 56: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Ay rıl' ; ı . o nl ı ı ı ı ı ı ı ı b; ı] ı ı ı ; ı gc\· ip herhangi b i r serere çıkmamış i l k Os ı ı ı ; ı ı ı l ı .-; u l ı a ı ı ı olduğu g ib i , İstanbul ' da ölen i lk Osmanlı -; ı ı l ı a ı ı ı d;ı l l . Sel im 'dir. Harnarnda ayağı kayını ş . düşüp ölmüştür.

İ l!,!i n\'t ir, yerine geçen oğlu lll. Murad da, tam 2 1 y ı l l ık sal­lanalı süresince bir kez olsun ordunun başına geçip sefere çık­mamıştır tıpkı babası gibi. Vakanüvis lerin yazdıklarımı göre, Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa'nın; "Aman sultamm. iranfet­lıedilse hile elde edilecek ganimet seferin masrafını karşı/ama::: . Cümleden e\' rel ku/ 'yii:e çıkar. (Herkesten önce asker ayakla­nır.) Aman ha . . . diyerek yalvar yakar olup karşı ç ıkmasına kar­şın, öteki vezir ve u lemanın bastırmasıyla olur verdiği İran sefe­rinden önce huzura gelip, ordunun başında mutlaka sefere çık­ması gerektiğini bildireniere de, "Sara hastasıyım. Hasta oldu­.�unw askerin anlamasiilı istemed(�im için sefere çıknuyontnı . demiş ve yalan bile söylemiştir bu uğurda. Öyle ki, babası ara sı­ra Edirne'ye kadar gitmiş olduğu halde, kendisi İ stanbul ' un dı­şına bile hiç ç ıkmamıştır bütün saltanatı boyunca. Hatta son y ı l­larında cuma namazlarını da odasında kılmaya başladığından. saraydan b ile çıkmaz olmuştur artık.

Fakat, gene III . Murad döneminde, o la ki Kanuni 'n in sadra­zamlarından Sokul lu Mehmed Paşa'nın zorlamasıyla, ülkedeki bütün öşri ve haracİ araziler, savaşçı lara küçük dirlikler hal inde dağılılmak üzere bir fermanla miri arazi hal ine getirilmemiş de değildir öte yandan, tarihçilerin belirttiklerine göre. Ama ne var ki, bütün bunlara karşın, gene aynı dönemde Lala Mustafa Pa­şa 'nın k omutasında başlatılan İran sefer i tam 1 2 yıl sürmüş ve bir geli r elde etmek şöyle dursun, hazineyi tamtakır hale getir­m iştir sözcüğün tam anlamıyla.

Üst elik, bu olaydan bir ders de alınmamış, İran Seferi sırasın­da serdarlığı Lala Mustafa Paşa 'ya kıl payı kaptırmış olan S inan Paşa, III .Murad tarafından sadrazamlığa getirilir getirilınez, bu savaşın neredeyse hemen ardından, bir sınır sürtüşmesini neden göstererek bu kez Avusturya 'ya sefer i lan etmişt ir, fat ih olma tutkusuyla.

Tam bir bozgunla sonuçlanan bu sava�tan sonra ise. tarihç i -

Page 57: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

!erin yazdıklarına göre. Anadolu 'daki soygun, hırsızlık, yağma, c inayet olayları da hızla artmıştır doğal olarak .

Öyle ki , ikta sisteminde yapılan bu değişikl ik lerle dirlik sa­hiplerinin sağladığı asker içindeki oranı h ızla büyütülen timarlı s İpahiler de, beklenildiği gibi ordunun savaş gücünü eski haline getirmek şöyle dursun, tam karşıt ı , bu i lgiden şımararak kendi­leri sorun olmaya başlamış lardır, ardı ardına yaşanılan yenilgi­ler yüzünden.

Örneğin, Prof. Mustafa Akdağ da, yaptığı incelemelere göre, "Ö:::ellikle 1570'deki Kthns Seferi' nden, hele hele 157J 'deki inehahtt haskuundan sonra, timartt sipahilerin Anadolu ' daki soygun , hasktn re isyan girişimlerinin de hem daha yayguılaştt­,�11 1 1 , hem de daha sertleşt(�ini" yazmaktadır. (Age, s .235)

Kısacas ı , I I I .Murad döneminde durum daha da kötüye git­miştir. Yani, hem neredeyse bütün ü lkede asayiş iy ice bozulmuş­tur, hem de bu başarısız seferler yüzünden hazine sözcüğün tam anlamıyla tamtakır hale gelmiştir.

Üstelik, I I I .Murad' ın !Ş�S ' te aniden ölümü üzerine, büyük oğlu I I I .Mehmed !_<!ht�!_Sık�!iümek için tam 1 9 kaı:de�ini_öldj.ir�� rnek

�zorÜnda kalmış ve vakanüvislerilı yazdıklarına göre, "Bt;

ondoku::: o,�ıt!un aym anda öldüriiierek kefenlenip gömiilmele­ri" bu tamtakır hazineye "tam alfl yiiz filorin (duka alttn t) ve on seki;:; hi n akçe ye malolnw ş" tur. (Prof. Uzunçarşı lı, Osmanlı Tarihi, c-3 , K- 1 , s-74)

Bu yüzden, yeniçerilere de doğru dürüst bir cülOs bahşişi da­hi ödenememiştir.

Ancak, yeniçeriler de , bütün bu yenilgilerin nedenini Kanu­ni'den bu yana sultanların ordunun başına geçip sefere çıkma­mış olmalarına yormaktadırlar. Bu inançla da, daha ilk günden; "Padişalunu;:; gençtir Ata.1·1 Sultan Siileyman pirdi (yaş!tydt ) , listelik nikris illetine miiptela idi. Lakin . öyle oldu,�u halde ara­ha ile sefere çtknuştt. Genç sultanınu;:; niçin hi:::inıle birlikte se­fere çtkma;:;? " diye kazan kaldırmışlar, çorba içmemiş lerdir.

Oysa, III . Mehmed de, tıpkı dedesi ve babası gibi, değil ordu­nun başına geç ip sefere gitmek, saraydan dışarıya bile çıkmak

'57

Page 58: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

i stemcı ı ıck l l' d ı r ; ı .� l ı ııda . /\ma, vczirlcrin ve ulemanın da aynı gö­rii�ii sav ı ı ı ı ı ı ı ; ı s ı ii1.crinc , çaresiz 1 596 'da ordunun başına geçip sckıl' \· ı k ı ı ı ı � ı ır.

Aıı ıa i iylesine plansız programsız çıkılmış bir seferdir ki bu, Bdgrad ' ın önüne gelindiğinde, ne yana g idileceğine karar veri­lememiştir bir süre. Kimi komutanlar, orduya moral kazandır­mak amacıyla, kolay fethedilebileceği için önce Estergon'un ba­tısındaki Kornaroru kalesine saldırılmasını önermektedirler. Ki­mi komutanlar ise, Komarom 'u fethetmenin başında sultan bu­lunan bir orduya onur kazandırmayacağını öne sürerek, daha ön­ce Kanuni ' nin de kuşatıp fethedemediği Eifri kalesinin alınma­sını savunmaktadırlar ısrarla. Sonuçta, ola ki Kanuni ' nin başara­maclığını başarmanın genç sullana daha büyük bir şan kazandı­racağı savıyla, Eğri kalesinin fethine karar verilmiş ve ordunun yönü o tarafa çevrilmiştir.

_Y�_ ilginçtir, Eğri savaşı , hemen hemen bütün tarihçilerin söz birliği etmişçesine belirttikleri gibi, bizce de, Osmanlılar için sözcüğün tam anlam ıyla bir dönüm noktası olmuştur gerçekten.

Örneğin, Osmanlı ordusu ilk kei bii savaşta, o güne -del( hiç görmediği üstün ateş gücüne sahip piyade tiifek/eriyle donatıl­m ış ve üzerlerine yeni hir savaş dü:eniyle saldıran bir ordu ile karşılaşmıştır. Ve bu silahlar karşısında şaşıran yeniçeriler, o bir anlık bozgunla cepheden kaçmaya bile kalkışmışlardır. Nitekim, o günlerde B osna kadısı olan Akhisar/ı Hasan e/-Kôfi , tanık o l ­duğu bu olayları 1 596 y ı lında kaleme a ldığı " Usul-ü/ llikem fi Ni:am-ü/ Alem" adlı kitabında; "Şimdi düşmanda yeni çıkmış silahlar ku//am/makta, yeni top ve tüfekler yapılmakta Onun için sam ş sır as mda kaçmak çok o/w: 1596' da E if ri se/iTinde hu görüldü. Düşman ile cenk eylemeye dayanamayıp firar edn ol­dular. Disiplin kalmadı. Asker kaçıyor. Müs/iiman/arın , Hıristi­yanların ır:mı , ma/ım yaifnıa ediyorlar. Bunları rapanlar da ö:ellikle hünkôr kulu admı taşıyan taife (yeniçeri/a)dir. Reaya­yı re kasaha halkım :orta .mı·aşa sürmek de eskiden olmayıp, hu tarihten sonra başladı . diye anlatmaktadır. (Türkiye'de Çağ­daşlaşma, s. 73)

Page 59: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Bu savaşta, o bir anlık bozguna kapı l ıp kaçmaya kalkışanlar yalnız yeniçeriler de olmamıştır üstelik. Güya ordunun başında sefere ç ıkan Sultan III.Mehmed de, yeniçerilerin cepheden kaç­tıklarını görünce paniğe kapılmış ve çevresindekilere; "Şimden geru ne çare etmek gerekir hre ? " diye terslenerek atını mah­muzlayıp kaçmaya yeltenmiştir. Ne var ki, yanından hiç ayırma­dığı hocası Sadeddin Efendi, bu durumun farkına varıp, "Aman su/tanım!. . diyerek hemen dizginlere yapışmış ve Osmanlı or­dusunu büyük bir bozguna uğramaktan kurtarmıştır böylece.

Tarihçi Ahmet Refik Altınay da, "Hoca Sadeddin Efendi' nin devlete büyük hir hizmeti olmuştur. Eğri seferinde cepheden kaçmaya katkışan /1/.M e h med' in atını tutarak savaşta kalması­nı ve askeri yüreklendirmesini sağlamışttr da, hu fazileti kendi­sinin Saray entrikalarına kanşmasını hile hir dereceye kadar af­fettirmiştir. " diye yazmaktadır. (Osman l ı 'da Hoca Nüfuzu, İst . 1 977 , s.48)

Görüldüğü gibi, i lk kez XVI.yüzyıl ın ortalarında,. daha Ka­nuni 'nin son günlerinde, ordunun dirlik sahiplerince sağlanan kesimi ile Osmanlılar arasında bir güven bunalımının patlak ver­mesinin ardından yarım yüzyıl sonra da 1 596 'daki Eğri Sava­ş ı 'nda, bu kez Osmanlılarla gözbebekleri Yeniçeriler (Kapıkul­ları) arasında yeni bir güven bunalımının i lk tohumları atılmıştır böylece.

Düşmanın bu yeni silahları karşısında bozguna kapı l ıp cep­heden kaçmaya kalkışanlar yalnız padişah çevresindeki yeniçe­riler de olmamıştır kuşkusuz. Öteki segbanlar, timarlı sİpahiler de gruplar halinde kaçmışlardır cepheden.

öy� ki � N ai !!la Tarıhi'nde,_ �avaşta.!!__h�m�ıı som� _y_a_Q!ırılan bir yoklamada tam 30 bin Jjrrıgr(eş.fpgbi_n.iiLJ'l_s.gf��e._ __ fuçJ�_ç!Jıl­madığını/;: };ayai-:ı--yolda-� gizlice geri döndüğünün.Jg_Aa cep­heden kaçtığımn anlaŞTiq'ıg_ı"Q�J.Lrtılmekte ve bu 30 hin firar'imn �dial:;n��dei·lıaliimar-dej�e,Je':�i_di_,n_.it(j�·�:e!!. /iü_t41l/ryll[al�ing, el konıt!du,�u, kendilerinin de ağır ceza/ara çarptırı/dığı yazıl­riüiktadıf

.(Türk Halkının Dirlik Düzenlik Kavgası, s .22)

!3_u __ _?layJ�Q_n ardından da, bilindiği gibi, ülke tam an�amıyla

Page 60: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

bir cadı kazanına dönmüştür birden. Tarihimize "Ce/aif lsyanla­�-ı . . �;l!ı"y i�ıgeçen ayaklanm-atar- 6�iŞfariılşfiı= ü lkerimiiemen ıl er §�csi�e aym aİıda. faffiT3-I4 yı1 " sÜren "btlayiıklanmaları da, Sadrazam Kuyucu Murad Paşa, 65 bin kişinin kellesini kestirip, kaZcfırdığı kuyulara doldurtarak bastırab.il.m.i�ir-aocakBiı yiiz­den adı Ku)�cıiıuı.knuştır .zaten..-

-bogrus�, Prof. Mustafa Akdağ' ın sık sık sözünü ettiğimiz bu kapsamlı çalı şmasına karşın, Osmanlı İmparatorluğu ' nun bu kritik döneminin yeterince incelenmiş olduğunu söyleyebilmek de hala olanaksızdır bizce.

Örneğin, gene Mustafa Akdağ 'dan öğrendiğimize göre, Sov­yet B ilimler Akademisi üyesi A .S .Tı·eritinom, 1 946'da yayımla­nan "Türkiye' de Karayazıcı re Biraderi Deli Hasan İsyanı ' ' ad­lı incelemesinde, bütün bu olayların, :�osmq_nl�ların ekonq_mik hir hımalıll}_a dı'i§.l.'ilıs!'_A�ii)Jiih'.!_·in \ '('l]ii yiikı'i�ıı'i çok a,�ırlaştırma-51, nien1urların göreı ·te,� ini kötü.J� k11UQ!!!P sr>)=�I!J�·��Iı_,ğa ve riiş­\'('ie -�v/ıniasl: -kiTÇiii.:--askeri feodalleri n ( timar lı s ipahileriiD mu ­�·ahahac-lticiircr--..,wmaie_� -vc sq_raydak[ hii}]ijs_ [ejda!J eri n _ sjj­mı2,'Renilfieri yü��inden iyice fakir düşüp, isyan için fırsat arar Hal��ge.l'2!esr-�gT_ı)lekonomik nedenlerden kaynakland_ı_ğı .iQD!­ş ünü �av llilrnak.tadu', - -ıl-ginçtir, Prof. Akdağ, her ne kadar Sovyet bilim adamım, "Sosyo-ekonomik yapımızı iyi hilmedi,�i için Osmanlı-Türk top­lumunıl da Batılı toplumların aynısı sayıp . tarihi maddecilik yöntemiyle aynı kalıha dökerek" değerlendirmekle suc; layıp, sanki düşüncelerini eleştiriyarmuş gibi görünse de, asl ında gal i­ba hiç kuşku yok ki, kendisi de bütün bu olayların ekonomik ne­denlerden kaynaklandığı inancındadır anladığımız kadarıyla.

B urada hemen şunu da belirtmek isteriz ki, Prof. /\k dağ ' ın, hiç olmazsa bu çalışmasına başlarken, Celali isyanları ' nın bütü­nüyle yanlış ekonomi politikalarından kaynaklandığına yürek­ten inandığından kuşku duyabilmek bile olanaksızdır bizce, doğrusu.

Örneğin, kitabının daha başında, XVI.yiizyılın ortalarından itibaren Osmanlı İmparatorluğu 'na giren allın gümüş gibi değer-

(ı O

Page 61: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

li madenierin m iktarında önemli bir düşüş olduğu için paranın değerinin hızla düşürüldüğünü, bu durumunsa hem y urtdışına büyük bir tahı l kaçakçılığının yapılmasına, dolayısıyla büyük bir un sıkıntısının yaşanmasına, hem de bütün eşya fiyatlarının hızla yükselmesine neden olduğunu , giderler arttıkça da gerek devletin, gerekse dirlik sahiplerinin reayadan topladıkları vergi­leri yükselttiklerini, bu ağır vergilere dayanamayan köylülerin de tarlalarını terkederek kente göçrnek zorunda kaldıklarını ve bu işsiz güçsüz takımı yüzünden, daha XVI . yüzyılın sonlarına doğru bütün ülkede asayişin iyice bozulduğunu yazmaktadır.

Hatta, bu ağır vergi yükünün reayayı_ ��la�ıl1_I_ �'!!!_!lak zorun­da . bırakması . yü�üı�d�rl , Ösmanlı in�aratorluğu · nda xv( yüz­yılın-ikinc! yarısından itibaren bıiyük Ç-ijclikleiin 1�ir�ld;;ği;;;u ).il.�_sa.�ıarriil�J..<Ldır_Saym .Pxq(����}!ü_ilik .bir _r.�Kailıkia._ "Çıftçi hdl km büyük bir para darlı,�ı içinde bulunması , Osmanlı impa-ratorlu,�u· nun 'ileri köy' formasyonunu bozacak tar:::da birtakım hadiselerin cereyamna meydan vermişti. (Age, s .6 l ) "11/.Mu­rad del'rinin sonlarına do,�ru 'çıft/ik/er' hayli artmış bulunmak­ta idi. · �xy_J._a_§rın _or�ajçı_JJf_ldflrı_�Y.lU.ısrın başların.!!JsE_cjg!_' ya­rım asır kadar zamanda. köylerde arazi veya çiftlik sahibi ola-[q,fkarş!!!2ıE!.J.!Eanla�ij!� .'!!�.?.�!.''�i.!Lfinıçei7..Si[!alil.:..za:_ im, çavuş v_�_ n.i!.fw?iu. timar erbqbı &ibi kimse/erdi. " _(Ag�,_s_.§_Ş} "diye---yaz�tıiım.�!<t�ilir-

- Öogrus·ıl; ösmanlı toplumundaki üretim ve mülkiyet ilişkile­rinin niteliği konusunda, Prof. Akdağ' ın da, Sovyet bilim adamı Tveritinova'dan çok da farklı bir konumu yoktur galiba. Çünkü Prof.Akdağ da, tıpkı günümüz Türk aydınları gibi, ola ki ara: i, emlak, tapu. mülk . salıih-i mülk. ç(ftlik, çiftçi, çj{� bf?�IJJ.(J.k,,vb. gi­bi kimi sözcük, deyim ve tamlamaların OsrriaTıTifarca"'Cfa'kulla­nılmış olmasına bakarak, anlam farklılıkları üzerine kafa yorma­ya pek de gerek görmeden, Osmanlılardaki ü retim ve mülkiyet ilişkilerini n de bugünkü gibi olduğuna kolayca karar veriver­miştir gördüğümüz kadarıyla.

Oysa, diyelim " tapu" sözcüğünün toprağın mülkiyet hakkıy­la hiçbir ilişkisi yoktur Osmanlıcada. "Kira sidcşmcsi" an la-< mında kullanı lmaktadır kes inl ikle.

Page 62: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Gene "Çiftlik" sözcüğü de, hiçbir dönemde "hüyiik tanmsal işletme" anlamında bir ekonomik terim olarak kullanılmamıştır Osmanlı larca. Hatta, tam karşıt ı , büyük tarımsal i şletmelerin olu?masını engelleyici bir ölçü hirimi olarak kullanılmıştır san­ki . Örneğin, Prof. Ömer Lütfi B ar kan' ın İslam Ansiklopedisi ' ne yazdığı "Çıft/ik" maddesinde açık açık belirttiği gibi, bu sözcük bütün Osmanlı tarihi boyunca "rcaya ç�ftliği" "hassa çiftliği" ve "askeri vazı/clere ba,�lı çiftlik" tamlamalarında kullanılmış­tır ve bu çiftiikierin hepsinde de toprak, "nadas ve ekim işlerin­in hir çift öküz/c yapılabilccc,�i" büyüklüktedir ancak. Daha faz­lasına kesinlikle izin verilmemektedir. Reayanın ekip biçtiği ye­re "re aya ç�ftliği" , ' kı l ıç yeri ' de tabir edilen ve tirnar sahibinin kendisinin ailesiyle birlikte ekip biçtiği yere "lıa.1sa ç�ftliği" görevli askerlerin görev sürelerince ekip biçtikleri yere de "as­keri vazife/ere bağlı çiftlik/er" denilmektedir.

Yani, gelirleri devle�görevlilerine bir..s_e��-IT!!laş ol<!!� bırıı:­kılmış, "has, zeamet, timar" denilen dirli.kler ise, kesinl i1c!e çift­-lik türia[9.kl!�Qıtiil.6L iaŞıiı-üiO.;-;naLmfj(.�jyet birimleri de de­Jifier4�� Dolayısıyla, kimi belgelerde kendilennden "sahib-i raiyyet" veya "sahib-i mülk" diye söz edilen bu dirlik sahiple­rinin de Batıdaki feodal beyler/e en küçük bir i lişkileri veya benzerlikleri yoktur.

Örneğin, çoğu gidip yerini görme zahmetine bile katlanma­mış bu has ve zeamet sahibi beyler ise, bu toprakların üzerinde kendi adiarına çiftçilik yapmaları şöyle dursun, tam karşıtı , o toprakların, üzerlerinde yaşayan ve bir çift öküzü olan raiyye ai­lelerine, üstelik en çok bir çift öküzün sürebileceği büyüklükte olmak üzere kiralanarak ekilip biçilmesini düzenlemekle yü­kümlüdürler. Nitekim , ümena dedikleri adamları arac ıl ığıyla bu toprakları üzerinde yaşayan raiyyelere kiralayarak ekit ınesini sağlamaktalar ve elde edilen ürünün aşarını, ver_l!isini de kendi gelirleri olarak gene o adamlara bir ücret karşılığında toplatmak­tadırlar. Görüldüğü gibi, tarımsal işletmelerin aile ölçeğinde kal­ması için, Osmanlılar, artık her ne hikmetse, bütün tarihleri bo­yunca sanki özel bir titizlik göstermişlerdir.

' L

Page 63: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Gene, Osmanlılarda ücretli emek de hiçbir zaman yasaklan­mamıştır bilindiği gibi . Yani, inşaatlarda. imalathanelerde, kü­çük iş yerlerinde, kimi hizmet sektöründe ücretli işçi çalıştırıl­maktadır kuşkusuz. Ama, aile ölçeğinde kalması için sanki özel bir özen gösterilen tarım sektöründeki bu reaya çiftlikerinde de ücretli işçi çalıştırılmasının yaygın bir uygulama olduğunu söy­leyebilmenin gerçekten olanağı var mıdır acaba? -�- Qı:§.!l, Pr..QL.Akd .. a� Celali isyan ları 'na kadar varan bu

olayların temel nedeninin, hayat pahalılığının hızla artması ve asayişin bozulması yüzünden tarlasını terkedip kaçan çiftbozan köylüler ve işsiz kalan ırgatlar (lerentler) olduğu konusunda sanki hiç kuşkusu yoktur.

Hatta öyle ki, anladığımız kadarıyla "göçebe" sözcüğünden öcü görmüş gibi ödü kopan Prof. Akdağ, galiba salt bu nedenle, Anadolu Türklerinin büyük hayvan sürülerine sahip bulunuşunu ve üretim ilişkilerinde hayvancılığın hala ağır basıyor oluşunu bile bu olaylar sonucu ortaya çıkmış geçici bir toplumsal olguy­muş gibi savlamakla herhangi bir sakınca görmemiştir.

Örneğin, "Çiftlik/erden bahsederken, hu yeni zirai ekonomi­de daha ziyade hayvan hes/emeye ehemmiyet verildi,�ini, tarla­larını satan köy/iiierin (hoş gezen) levendler olarak köyden ay­rıldıklarınr söylemiştik. Bunun tabii neticesi olarak, pek çok arazi yamş yavaş mera haline getiriliyordu . 1//.Murad devrinin son/anna yaklaşırken vezirle1; kadı/ar, miiderrisle1; kapukulları , ça1'Uşlar, miiteferrikalar, hiilasa köylerde ç�ftlik, daha do,�rusu geniş topraklar peycia eden resmi hiiviyetli pek çok kimseler sii­rı"ilerle koyun heslerneyi adet etmişlerdi. Çiinkii, huhuhat ekimi­ne nazaran hu daha kôrlr idi. diye yazabilmektedir. ( Age . s .75-76)

Kuşkusuz, daha kısa bir süre önce büyük hayvan sürü lerini önlerine katıp Orta Asya'dan göçerek Anadolu 'ya gelip yerleş­miş atalarımızın temel üretim ilişkisinin XVI. yüzyı lda da hala hayvancılık ağırlıklı olduğu konusunda, aslında kimsenin tanık­lığına gerek yoktur bizce. Ama. 1 436 ' da Osmanlılara tutsak dü­�crek tam 22 yıl Anadolu 'da yapmış ve İstanbul 'un fethinden 5

Page 64: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

yıl sonra özgürlüğünü satın alarak ülkesine dönebilmiş Alman asıllı Macar Georg ı 'Oiı Ungarn da, 1 48 ı y ılında yayımlanan anılarında; 'Tiirklerin haymn siiriileri öyle hiiyiiktiir ki. hiitiin Tiirkire'ye yayiimış o/ma/anna karşın , otlak ı ·e yay/ak yetmi­yor.( . . . ) Tiirk/er konut gihi şeylerle ı(�raşma::., haymn/annm ge­reksinimleri do,�ru/tuswıda hiitiin ii/kede göçer durur/ar. Kışın omya iner, ya::.m yayiaya pkarlar ( . . . ) Öyle yaşıyorlar ki, insan, on/ann mii/ksii::.lii,�ii seı ·di,�ini sa mr " diye yazmaktadır. (Doç. Dr. Onur Bi lge Kula, Alman Kültüründe Türk imgesi, Gündo­ğan Yay. Ank. 1 992, s . ı o ı- ı29)

Ama ne yazık ki, ismail Hii.1Tel' Tökin ' in daha ı 934 yı l ında, "Tarihçilerimi::.in aşa,�ı yukarı hepsi Osmanlı devrinin sınıf mii­nasehetleri sö::. konusu olunca, tıpkı Avrupadaki gihi hir feodal cemiyet ni::.amının mevcut olup o/madı,�1111 aramışlar ve Osman­lı miiessselerinin kendine mahsus harici msıj7anna aldanarak daima ywılış neticelere mrmışlardır Hatta o derecede ki, lm yanlış neticeler on/an Osman/I larda hir ::.aman/ar Avrupalılan hile kı skandırocak kadar ôdilône hir s ımf ahengi yaşanmış oldu­.� u kanaatine siiriiklemişti1: " diyerek (Türkiye'de Köy İktisadi­yalı, ı 934, s. ı 53) çok güzel vurguladığı gibi, Prof. Akdağ da, "Tiirkiye' nin iktisadi ve içtimai Tarihi" adlı kitabında, Orta As­ya' dan henüz gelmiş göçebe atalarımızla, Osmanlılma feodalile­yi yaşarken yakalanmış Anadolu 'daki B izanslıların aynı üretim ilişkisi aşamasında olduklarını , dolayısıyla kültür ve yaşam bi­çimlerinin benzeştiğini öne sürerek, gene de, " Tiirklerin ::.iraat sahasındaki istihsa/ (üretim) usulleri ve şehir hayatında temsil ettikleri yaşayış ve çalışma tar::./anmn Bi::.ans halkının aynı sa­ha/m·daki usulleriyle aykmlık teşkil etmemesi ı ·e onlarla tama­men hağdaşması dolayısıyladır ki, Tiirk halkımn nınelli i.1tihsa/ ı·e yaşayış tar:dany/a Hıristiyan yerli ahali iç·in faydalı o/du,�u hadiseler/e sahit olmuştur. " diye yazabiimiştir büyük bir rahat­lıkla. (Cem Yayınev i , İst . 1 974, c-I , s.474)

Ancak, çalı şmasının daha başlarında, "Kt'Jvlerde tarımdan karın dommw olanaklan daraldıkça köy gen(lcrinin artan hir l ı ı::./a şıtram huram da,�ıldık/anm. kendilerine i�·., i::. giipii::.. hoş

(ı-1

Page 65: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

ge:cn insan an/anww ' lel 'en( wl! tak!lnuş lnr insaniann şehir­lere n,�!lara/.:. :engin l' l' he:irgan aı ·uu en ka:wı�·l! iş lıaline ge­rirddlerini , hrirlece de genel g iil 'enli,�in yok olma dummww geldi,�ini hiiriin ge1-ç-e/.. /eri rle ortaya koymuş hu/unu wnr: (Age, s. I 53) diye yazan Pror. Akdağ. ilginçtir, çal ı�masın ın son­larına doğru bu görü�ünün tam kar� ıtını savunmaktad ır sanki. gördüğümüz kadarıyla. Çünkü . "Bir sekhanuı nll1k iicreri 3 hin ak�w/en aşa,�1 de,�ildi. Bu durumda ne sancak heylerinin ı ·e ne de hey/erhevilerinin _n/Id gelirleri kapilanndaki yı'i:/erce sek­/)(111111 ı'icrerlerini ödemeye asla kôf/ de,�ildi. Dolayisiyia onlar da, ge�·imlerini soygun/arla temin edecek olan pek çok asi şefler /m/makra giiçhik çekmiyorlarcl! . "Öyle ki. heyler in iradesi da­hilinde l 'e hey ad1na soygun yapanlar da l '(lrcl! . (Age, s .362 ), "Ce/ali ferre! i de, /m s d han hiihiklerinin (nı ir- i miran höhi/.:/e­nnin) Rum ( Siı ·us) ı ·i/ayerinde köylere sa/duma/any/a haşlanuş­flr :aten. "Sekhanlar, ancak reayadan aluımı er:ak l'e salma­larta hes/enehiliyorlarcl! . !/atta , hem/ann hususi kiş/aklan da mevcur de,�ildi arflk. Hep köylerde kişlamakla ı ·e 'misafir' adt allinda kendilerini hes/etmekle idiler. " (Age, s .369 ), "Köylı'ile­rin köylerinden kaçmalan da, ferrerin ancak sonunda hı'iyı'ik hir hadise olarak ortaya ç1knuş /m/wımakracl!r. " (Age, s. 446) diye yazarak, bütün bu olayların ordunun yapısından ve bu yapını n ürettiği asker kaçaklarından ( sefer kaçaklarından) kaynaklandı­ğını savunmaktadır açık açık, örneğin.

Bu Karışıklıklar da Ulemamn iktidarı İçin Çıkarılmış Sanki

Kısacası, Osmanlı İmparatorluğu ' nun henüz görkemi ve dış dünya üzerindeki otoritesi sarsı lmaya bile başlamamı�ken, XVI. yüzy ı l ın ortalarından itibaren birden ya�anmaya başl anılan bu karı�ıklıkları, ardından patlak veren o korkunç eelali isyan/an ­l l l , ordunun kendisinin de araç olarak kul l anıldığı ve orduya kar­�ı veri lmh. saraydaki iktidarı e le geçirmeye yönel ik bir iç kav­ga �ekl inde değerlendirmek, as lında gen;eğc pek de aykırı dii � -

Page 66: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

mese gerekt ir galiba . . . Çünkü, bütün bu olaylardan bütün say­gınlığın ı yitirerek zararlı çıkan tek kurum, Osmanlı ordusu ol­muştur gördüğümüz kadarıyla.

Celali isyanları da bu ordu sayesinde bastırılmıştır elbette. Ancak, tanı 65 bin kişinin kellelerinin uçurularak kuyulara dol­durulması olay ı , belki Sadrazam Murad Paşa 'ya "Kuyucu" la­kabını kazandırarak büyük bir ün sağlamıştır, ama ordunun eski konumuna dönmesi şöyle dursun, saygınlığına daha da büyük bir gölge düşürmüştür, bizce hiç kuşku yok ki . . .

,Çelali isyanlarının bastırılmasının ardından, genç sultan II .Osma�;ı�ı�en!_i_z_j_T�aşıı:!_<t_ıyken, büyü� i!ta-l�Jııa özenip ci­.h�mglr o-lma sevdasına kapılarak� �rdiJnun-!?'!şın�_g_eçi_ı:ı j6i1 yı­l ında ç ıktığı Lehist<!_ı:ı__ Seferi ist::_,__g_grdl!ğümüz kadarıyla, Osman-1ı Imp.ırat�[l�ğ_u _k;in tam bir_dön!.im gQktas_ı_glm.ı.ıştur:Q_!i_ anlam­-aa.-· /�-

Çünkü, büyük törenlerle. dolay ısıyla büyük umutlarla çıkılan bu scferde, ne yazık ki daha ilk engelde takılıp kalını lmış ve Le­histan sınırındaki Hotin kalesinden öteye gidilememiştir. Tam 25 gün süren kuşatmada defalarca saldırıldığı halde, kalenin fet­hı şöyle dursun, kale önündeki savunma birlikleri bile sökülüp atılamamıştır s iperlerinden. Hatta, düşmanın kullandığı yeni si­lahlar karşıs ında, kimi yeniçeriler gene cepheden kaçmışlardır, t ıpkı Eğri savaşındaki gibi.

Bu nedenle çaresiz vazgeçilmiştir seferden ve Prof. Uzunçar­şılı ' nın deyimiyle "asker padişaha, padişah askere giiccnik, sullıc karar verip" Eflak voyvodasını araya sokarak, acele bir antlaşma imzalanmıştır. Ama, sanki büyük zaferler kazanılmış gibi fetihnameler yollanıp görkemli törenler düzenleıı iri lerek tantanayla dönülmüştür İstanbul ' a.

Ne var ki, bu başarısızlığı içine bir türlü sindiremeyen genç Sultan, döndükten sonra da, bu kez devletin ve ordumın yeniden yapılandırılması konusunda birtakım görüşmeler yapmaya baş­lamıştır yakın çevresiyle. Onların yön lendirmesiyle de. yeniçeri ocaklarının gerçek durumunu öğreııcbi lmek için iınce bir sayım yaptırmış ve maa� defıerinde yaz ı l ı asker say ı s ıy la, ocaklarda

(ı(ı

Page 67: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

bulunan asker sayısının çok farklı olduğunu, dolayısıyla bazı ki­şilerin olmayan askerleri varmış gibi göstererek maaşlarını aJJ dıklarını öğrenince de, o öfkeyle yeni bir ordu kurulmasına ka­rar vermiştir hemen.

Çevresindeki hacı hoca takımının telkiniyle, en iyi savaşçıla­rın ancak Mısır ve Şam ' dan sağlanabileceğine inandığı için de, birtakım kişileri görevlendirerek, derhal oralara göndermiştir, tarihçilerio yazdığına göre. Hatta, kendisi de bir süre sonra ora­lara gitmeye kalkışmış, ancak yeniçerilerin bu haberlerden zaten rahatsız olduğu bilindiğinden, gene çevresindeki hacı hoca takı­mının uyarısıyla, sanki gerçekten hacca gidecekmiş gibi açık­lanmıştır halka.

Ama, artık gün yüzüne çıkmış olan Sultanla ordusu arasında­lsj ��n oünallrril: oti-tilr" Iürnazfıkiariacti_gideriieme-ıiiiŞve

-II . Osman' ın h;;;;-agtdec��ini açıkl;-mas��; bile k-uşku-yE1I3rşı--layan askerler kazan kaldırarak, Osmanfı--tarih{nde iİk--ke� bir sUltanı tahttan indirip, henüz ı 8 yaşındayken bo� öldürmüŞ-

-ıerdır. ' - -

- - ------= --- =:�-- -B u olayın asıl ilginç yanı ise, Sultan I I .Osman'ın; " V arın

söyleyin, Kahe'ye gitmekten feragat itdim. diyerek, kazan kal­dırmaktan vazgeçmeleri için yeniçerilere güya elçi olarak gön­derdiği yakın çevresindeki Müftü Esad Efendi, Hoca Ömer Efendi, Üsküdarf Şeyh Mahmut Hüdayi Efendi vb gibi u lemanın, aynı zamanda da askeri kendisine karşı kışkırtan kiş i ler olduğu­nun farkına varınca, yüzlerine; " -B u fitne erhahım si::. tahrik it­mişse henzersizi Bi/esi:. evvel sizi kırarım, hadehu onları ' diye bağırmasıdır bizce.

Ama artık çok geçtir. _çünkü, sultanlar belki h�J�- �ilincinde değiller�ir ya, Osman­

lı sarayında ta .. XVCyüzyılın ort�İarından bu yana, yarım yüzyı­l!_�şk�n--�ir suredir ı!!_e_dı��st:Il lerc� �insice sÔrdürÜ!en bir iç �a­vaş-la iktidar kesi�likle el degiŞtirmlşilr al.-tık�

-Fakat ne yazık ki , tarihc i lerin!il,"'Üiem;iilln daha 1 558-59 ' l ar -� ------ - -da, yani Kanuni 'n in son yıllarında ustaca tezgahlacl ık ları b u sin-si kavgayı ve gizli ikt idar deği�ikl iğini, ısrarla su ltanların ya'jl ı -

(ı 7

Page 68: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

lı kbrıııdan \'eya kolayca etki alımda ka lan. iyi eğitim görmemh. kadına \'e eğlenceye dü�kün, kararsız, dine a�ır ı bağlı ki�ilikle­rinden k<ıynaklanmı� iktidar zaafı veya bo�lukları olarak yorum­lamaktadırlar hata, her ne hikmeılc ise . . .

Örneğin, tarihçi Ahmer Refi"k. bu olguyu · · Osnwn/ t ' da Hoca Nii/it:u " olarak adlandırmaktadır, bilindiği gibi . Ve , "."iarcmla hoca n ii/it:u lll.Murad :mıwntnda haşlamtşltr. " diye yazmakla­dır. (Ahmet Refik, Osmanlı 'da Hoca N ü fuzu, Toplumsal Dönü­�üm Yay. , İst. 1 997)

Sultan III . M ura d, daha 1 X yaşındayken, 1 564 ' ı c , dedesi Ka­nuni tarafından Manisa 'ya sancakbeyi olarak gönderilmi� ve �ehzadeliği sırasında da. ta babasının ölümüne dek orada kal­mıştır.

Gene Ahmet Refik ' in verdiği bilgi lere göre, Şehzade Murad, babasının ölümünden kısa bir süre önce bir dü� görmüş ve uya­nır uyanmaz heyecanla Raziyc Kal fa 'ya anlaımı�tır. Raziye Kal­fa da, o sıralar Manisa'da dü� yorumcusu olarak ünlenmh Şey/ı Şiicut adında bir mollayı çağırımı�ı ır. "Gaye! kuma: hiri olan " bu molla da, dü�ü . ' 'Şelt:adenin pek rak111da rahra çtkaca.�uun işareri" olarak yorumlamı�ıır hemen. Kısa bir süre sonra babası ölüp, gerçekten tahta ç ıkınca da, ona karşı müthiş bir gönül bor­cu duymu� ve İ stanul 'a getirterek, bütün saltanatı bounca yanın­dan hiç ay ırmamı�ıır artık. Bu yüzden, adı da halk arasında "Pa­dişah Şe\ 'hi" ne çıkmıştır.

Üstelik, yalnız Şey/ı Şiicca 'y ı da değil , öğretmeni lloca Sa­deddin Elendi ile defterdan Kam Üveys ' i de Manisa'dan getir­terek, önemli görevler vermiştir.

Fakat ilginçtir, gördüğümüz kadarıyla, güya ' 'lloca Niifit:u " diyerek bu gerçeğe dotaylı bir dille de olsa değinmi� tek khi Ah­met Refik de, bütün tarihçilerimiz gibi, III .Murad dönemindeki bu atamaları kesinlikle bir gizli iktidar kavgasın ın parçası �ek­linde değil , tam karşıt ı , sanki bütünüyle su ltanın ":ayt/ iradeli . re 'sen direkrtl ı ·ermekren aci:. muhrelij' !esir alruıda hareker eden " bir ki� iliğe sahip olmasından kaynaklanan bir bireysel ta­sarrufmu� gibi dcğerlendirııli�tir her nedense . . .

(ıS

Page 69: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Oysa, "Antk sadra:amlan hile Hoca Sadeddin E(cndi ' nin giirne getirip . gt'irel '(len aldt,�/111 . . "Sadra:am Ilasan Paşa ' n tn karledilmesine Hoca Saeddin Elendi 'n in karar ı ·erdtAim " , .c

"Biiriin ı ·e:irlerin Hoca Sadeddin Ej'endi ile hoş geçinmekren ha ş ka çarelerinin httlttnnwdt,�llll " gene Ahmet Refik, yukarda andığımız kitabında açık açık yazmaktadır (Age, s.4 7 )

Ancak, hac ı hoca takımının sarayda bu denli güçlü konuma gelmesi gerçekten de ilk kez I I I . Murad döneminde olmuştur belki, ama burada hemen şunu da belirtmek isteriz ki, saray için­de iktidara el değiştirten böylesine önemli bir olayın, salt Su lta­nın iradesiyle gerçekleştirilmiş basit bir bireysel tasarruf oldu­ğunu söyleyebilmenin ne denli olanağı vardır acaba'? Çünkü, bizce hiç kuşku yok ki, bütün bu olaylar, en az çeyrek yüzyıldır sürdürülen kavgaların ürünü olsa gerektir kesinlikle.

Örneğin, tarihçilerden öğrendiğimize göre, daha 1 55 8 'de, Kanuni döneminde ve kuşkusuz Kanuni 'nin izniyle yaşanan oğulları Selim ile B ayezid arasındaki şehzadelik (taht) kavga­sında, Osmanlı tarihinde ilk kez medrese öğrencileri de, silahla­nıp, örgütlü birlikler halinde taraf olarak katı lmışlardır.

Üstelik, Şehzade Bayezid' in yenilip, kavganın bitmesinden sonra da dağılmamışlar, tam karşıtı , öteki medrese öğrencilerini de ayaklandırarak, sözcüğün tam anlamıyla kök söktürmüşlerdir y ıllarca Osmanlı yönetimine.

İ lginçtir, Prof. Mustafa Akdağ'a göre, bu medrese ri,� rencile­rini de, "lıoşnutsu: olan t, nwrlt sipalıilcr" , öteki çUiho:an gen�·­lerlcr birlikte ve "yC\'mli ordusu" adı altında örgütleyip silah­landmırak bu iktidar kavgasına sokmuştur. Doğrusu , herhangi bir kaynak göstermemiş olduğu için, Say ın Profesörün, genel­likle kentlerdeki büyük cami avlularında bulunan medresclerle , büyük çoğunluğu köylerde yaşayan timarlı s İpahiler arasında bu ilişkiyi nasıl kurduğunu kestirebilmek gerçekten olanaks ızdır.

Oysa, medrese öğrencilerini k ışkırtıp, örgütleycrek bu siya­sal kavganın içine katanlar da. mutlaka "kadt , müderris. nuUtii ı ·e hen:en" g i bi medreselerden yethmi� ulema olsa gerekt i r, bizce. Nitekim. kend i s i de uleınanııı böyle bir i k t id a r ka\ 'gas ı ç ı -

Page 70: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

karma sevdası peşinde olduğunu çalışması ilerledikçe farketmiş ki, kitabının sonraki sayf alarmda, daha 1 553 yıl ında, Kanuni Sul tan Süleyman' ı tahttan indirip yerine oğlu Şehzade M usta­fa 'y ı geçirmek amacıyla timarlı s İpahilerin düzenledikleri dar­beyi , bu "kadı , miiderris, müftü ve benzer/erinin" "kapıku!u dü:enliliRini yıkıp, devlet yönetimini ele Reçirmek" açısından bir fırsat olarak değerlendirdikleri için desteklediklerini açık açık yazmaktadır. (Age, s .227)

Tarihe "Suhte ayaklanma/an" diye geçen bu öğrenci olayla­rı, Prof. Akdağ' ın belirlemelerine göre, gerçekten de daha Kanu­ni döneminde neredeyse bütün ülkeye yayılmış ve hızla tam bir iç savaş halini almıştır. Öyle ki, örneğin 1 566 'da sefer için çağ­rılan Menteşc B ey inin, Kanuni 'ye , sancağından ayrı lması halin­de suhtelerin çok büyük fesatlar çıkaracağını bildirmesi üzerine, kendisine izin verilmiş ve sancağından ayrılmaması sağlanmış­tır.

"Bu medreseli olaylan , Sultan //.Seli n ı ' in saltanatı süresi n­ce de hızından ve JORllllluRundan hiç-hir şey yitirmeden sürmüş­tür. "

Ancak ilginçtir, Prof. Mustafa Akdağ da, bu konuda şimdiye dek yapılmış kuşkusuz en ciddi ve kapsamlı çalışma olan söz konusu kitabında, ola ki düzene karşı gelmeyi bir ahlak sorunu saydığından kesinlikle onaylamadığı için, suhte ayaklanmaları­nı, siyasal hiçbir yanı bulunmayan, salt asayişle ilgili basit bir olaymış gibi anlatmakta ve hep medrese öğrencilerinin yaptığı soygunlardan, yağmalardan, ev basmalardan, oğlan ve kız kaçır­malardan, yol kesmelerden, adam öldürmelerden sayfalarca ör­nekler aktarmaktadır.

Hani, Say ın Profesörün suhte ayaklanmaları ile ulema arasın­da kesinlikle bir ilişki kurmaması da, devlete karşı ayaklanmak gibi çirkin bir davranışı , devletle bütünleşmiş olduğundan kuş­ku duymadığı u lemaya bir türlü yakıştıramamış olmasından mı kaynaklanmaktadır, kim bilir? . .

Oysa, su/ıte avak!annıa!annm da, temelde devlete karşı giri­şilmi� bir başkaldırı hareketi olduğundan. doğrusu kuşku duya-

70

Page 71: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

bilmek bile olanaksız olsa gerektir bizce. Kısacası , 1 550 ' l i y ıl larda patlak veren bu sulıte ayaklanma­

lan da, tıpkı ! 990' l ı yı l larda Afganistan'da yaşanan ' 'Tali/Jan · · (veya taleban) hareketi gibi, medrese öğrencilerinin, kesinlikle müdenislerinin, imamlarının, müezzinlerinin kaşkışkırtmasıyla giriştikleri düzene karşı bir başkaldırı hareketidir, dolay ısıyla da ulemanın Osmanlı sarayındaki iktidar kavgasının başlangıcıdır, bizce hiç kuşku yok ki . . .

Zaten, gerek "taliban" , gerekse "suhte" sözcükleri Farsça­dır ve öğrenci anlamına gelmekteir. Suhte sözcüğünün Arapça karşılığı da "Sofra" dır. Nitekim Osmanlılar medrese öğrencile­rine aynı zamanda Sofra da demişlerdir.

Doğrusu, Şehzade B ayezid' in kişiliği hakkında pek de ayrın­tılı bir bilgi u laşmamıştır günümüze, görebildiğimiz kad;myla.

Ancak, gerek vakanüvisler, gerekse tarihçiler Sultan II. Se­lim' in daha şehzadeliğinden beri içki içtiğini ve eğlenceye düş­kün olduğunu yazmaktadırlar. En yakın dostları , Sami, San Ra­mf, Harem/, Kasim/, F1rakf, Mekalf, Ferdi, Nigarf gibi ün/ii şair ve nakkaşlarla, Nihanf, Durak Çelebi, Gülahi Bey, Mirek Çele­bi, AdanaiL TanhUrf Şeyhzade Mustafa Çelebi ve K asapzade N/'ı­bl gibi ünlü hanendeler ve müsikişinaslardu·. Yani , medreseyle, hacı hoca takımıyla, u lemayla filan pek de fazla bir i lgisi yoktur galiba. Nitekim, All Tarihi 'nde belirtildiğine göre, kendisine şehzadeliği sırasında sunduğu bir şiirini çok beğendiğinden Aif'yi sarayda görevlendirmek istemiş , ancak öğrenimini ta­mamlaması için medreseye göndertmeyip, yanmda, kalem hi::.­metinde yetişmesine yardmıu olmuştur. (Ord.Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşıl ı , Osmanlı Tarihi , cilt-3, K ısım- 1 , s.40 dipnot)

bu nedenle, 1 5 5 8 'deki taht kavgası s ırasında sojfalann ( suh­telerin) Şehzade Bayezid 'in yanında yer almış olmaları da, ola ki Şehzadenin kişiliğinden kaynaklansa gerektir, büyük bir ola­sı l ıkla . . .

Zaten, bu suhte ayaklanmalannin bütünüyle devlete karşı gi­

rişilmiş bir başkaldırı hareketi olduğunu ve mollaların Şehzade

Bayezid ' in yanında bir ras t lan t ı sonucu yer almad ıklarııı ı , olay

7 1

Page 72: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

L ı ı ı ı ı ! ' l · l ı � ı ı ı ı ı de ; ı�· ı k <H; ık göstermektcdir bizce. Örneğ in. gerek 1\.: ı ı ı ı ı ı ı ı . gcıT k sc l l . Selim dönemlerinde suhte ayaklanmaianna kaı ı lmı� medrese öğrencilerine karş ı alabildiğine sert davranan, son derece kanlı önlemler alan, yakaladıklarını asıp kesen dev­let. ilginçtir I I I .Murad ' Ia birlikte bu tutumunu birden deği�tiri­vernı iştir her ne hikmetse . . .

B urada hemen şunu da belirtelim ki, Prof. Mustafa Akdağ da, "Suhtc ayaklanmalan artık kanlı hir renk almıştı . dedikten sonra , "1 575 yılınnı haşma do,�m . Sultan Murad' ın tahta geçi­şi, Kanuni Sı'ilcynıan döneminden hcri Sokullu tarafindan yı'irii­tiilcn iç siyasetin dc,�işnıcsi sonucunu ı 'CI 'di. diyerek bu gerçe­ğe işaret etmekte ve "/ 1/.M ura cl' a defterdar olan (eski Tire ka­dı sı-medrese/i) Manisa/ı Öı ·cys Paşa ' nın başmda huhmdıı.�u . Kastanıonulu Şemsi Paşa. meşhur Hoca Sadcddin re Rumeli ka­dıaskcri Kadızade 'den meydana gelen hir gmp. ilk elde Sadra­zonu dc,Çilsc hile, onun giittı'(�ii siyaseti yıkmaya nıumffak ol­du . diye yazmaktadır. (Age, s .255)

Osmanlılarm Ulema Devri: Sanki Lanetli Yüzyıl

Gerçekten de, I I I .Murad ' ın Manisa 'dan getirterek görevlen­dirdiği Kara Üveys (veya Öveys), Hoca Sadeddin Efendi, Şeyh Şücca ile ulemadan Kadızade Ahmet Şemseddin Efendi. Meh­med Tahir Efendi, Candaroğlu Şemsi Paşa gibi medreseli ler, sü­rekli eski bir olayı anımsatarak, daha ilk y ı l lardan itibaren Sul­tanla Sadrazam Soku llu Mehmed Paşa'nın arasını açmayı başar­mışlardır.

Çünkü, vakanüvislerin yazdığına göre, babasının öllimlinü öğrenir öğrenmez telaşla koşup İstanbu l ' a gelen Şelızadc, Sad­razaının salt kendisine haber saldığı nı anlayınca, büyük bir gö­nül borcu duyarak, hemen sarı l ıp elini öpmek isıcmi�ı ir. Ancak,

gün görmüş Paşa, buna fırsat vermemiş ve dcrhal kendisi ayak­larımı kapanarak. sultanın etcğini öpmiiştür. Ne var k i . bu olay daha sonraki tarih lerde, saraya egemen olan hacı hoca tak ımı ta­rafından sürekl i Sadrazaııı ' a karşı bir koz olarak k u l laıı ı l nı ı � ve

Page 73: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

türlü clalavcrclerlc Pa�a ' nın. Su ltanın gözünelen clü�nıcs i sağlan­

mı�tır. Daha sonra 1 579'cla da, evine sadaka i steyen bir dilenci kı l ığında tet ikçi gönderilerek. Soku!Ju Mehmed Pa�a hançerlc­nip üldürtülmü�tür.

Böy lece de, Sultan I I I .Murad ' ın saltanatmın be� inci y ı l ında,

ikt idar, gal iba artık iyice u lemanın eline geçmi�tir sarayd<ı . I I I .Murad ' ın ölümünden sonra 1 595 ' te tahta çıkan oğlu

I I I .Mehmed döneminde ise, yukarda da değinilcfiği gibi, H oca Sadeeldin Efendi 'nin Eğri Sava�ı ' nda at ınlll dizginlerine yapışa­r ak bozguna kapılan Sultanın kaçmasını engelleyip, Osmanlı İmparatorluğu ' nu büyük bir yenilgiden kurtarmas ı , u lemanın egemenliğini daha da kuvvetlendirmiştir.

Artık onların fetvası olmadan hiçbir i� yapılamamakta, bütün atamalara onlar karar vermektedirler. Öyle ki, okuma yazma bil­diği ku�kulu çocukları b i le çok önemli görevlere getirebilmek­

tedirler. Örneğin, Hoca Sadeddin Elendi, "Biiyıik o,�lu Melımed Elen­

di ' yi, daha 12 - 13 yaşlanndayken Mekke kadılı,�ı1ıa getirmiş, ar­duıdan istanbul kadısı yapmış, 29 yaşmda da Anadolu Ka::.as­kerli,�ine atatmıştır. Di,�er oglu Esad Elendi de, henü::: medrese ö,�rencisiyken Edirne kadılı,�uıa getirilmiş, 25 yaşında da istan­bul kadısı olmuştur Şeyhiiiislam Bostanzade de, cahil kardeşini Rumeli Ka::.askerli,�ine, gene yakım bir başka genci de Selanik kadılı,�uıa getirmiştir " Vakanüvislerin yazdığına göre, Sultan III. Mehmed bile bu durum karşısında; " U lema he ni bednam ey­ledi. ( adımı kötüye çıkardı) diyerek dertlenmi�tir yakınlarına (Osmanlı Tarihi, c-3, K- 1 , s- 1 23)

XVII . yüzyıl ise, Osmanlı saraymın u lemanın e linde sözcü­ğün tam anlamıyla oyuncak olduğu, · 'sanki lanetlenmiş" bir

yüzyı ldır bizce. Gerçekten de, 1 603 ' ten 1 695 'e kadar, 92 yıl boyunca Os­

manlı tahtına ardı arelma çıkan 8 sultandan 4' ü çocuk, 4 'ü de tam anlamıyla delidir.

Bi l indiği gibi. Fatih' ten sonra, onun çıkard ığı yasayla. tahta oturacak �ehzadenin öteki erkek karde�lerini öldürtmesi yasal

Page 74: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

bir lıak, lıaııa görev olmuştur Osmanl ı larda. Ancak, genç yaşta ölen Yavuz Su ltan Selim ardında tek oğul bıraktığı için, Kanu­ni 'nin tahta çıkışında kardeş kanı dökülmemiştir. Kanuni ' nin de 8 oğlu olmuş, ama bunların 3 'ü çocukken, 2 'si de gençken has­

talanarak ölmüşlerdir. Öteki 3 oğlundan Şehzade Mustafa 'yı da, yerine göz dikip, düşmanlarıyla işbirliği yaptığı suçlamasıyla

kendisi öldürtmüştür. Son iki şehzade Selim ile Bayezid ise, da­ha babalarının sağlığında ve galiba babalarının kışkırtmasıyla bir taht kavgasına tutuşmuşlar, yenilen Bayezid çocuklarını da alarak İran' a kaçmıştır. Bu nedenle Su ltan II. Selim' in tahta çı­kışında da kardeş kanı dökülmemiştir. Ama ne yazık ki, oğlu III .Murad tahta çıkarken tam 5 erkek kardeşini boğdurtarak ba­basıyla aynı anda gömdürtmüş ve böylece Fatih ' in yarım yüzyı­l ı aşkın bir süredir uygulanmayan yasasını yeniden yürürlüğe sokmuştur. Oğlu III .Mehmed ise, bu konuda gerçekten erişilmez bir rekor kırmış ve tahta çıkar çıkmaz tam 1 9 erkek kardeşini boğdurtmuştur. Üstelik, tarihçilerio yazdıklarına göre çok da so­fu biridir, yanında ne zaman Hz.Muhammed ' in adı anı lacak ol­sa, hemen ayağa fırlayıp saygı duruşuna geçmektedir. Çevresi de zaten hep u lema ile doludur. Fakat i lginçtir, kendisi de, 1 6 ya­şındaki oğlu Şehzade Mahmut 'u yabancılarla mektuplaştığı ge­rekçesiyle öldürttükten birkaç ay sonra aniden ölüvermiştir. Böylece, Osmanlıların lanetli yüzyı l ı da başlamıştır sanki. Çün­kü, Sul tanın en büyük oğlu henüz 14 yaşındadır topu topu. Ve Osmanlı hanedanında yerine tahta geçecek bir başka erkek yok­tur

Görüldüğü gibi, XVI. yüzyılın ikinci yarısında bir yandan suhte ayaklanmaları ve eelali isyanlan yaşanırken, öte yandan da Saray, sözcüğüo tam anlamıyla bir nıezhahaya dônchiriilmiiş ve yarım yüzyılda Osmanlı ailesinden 26 şelızadeye. vakanüvis­

lerin deyimiyle "şehit/ik şerbeti " içirilmiştir. XVII. yüzyıla girilirken Osmanlı tahtına çıkarılacak 1 4 ya­

şındaki bu çocuk Ahmet ' ten başka aile ic;inde hi<;bir erkeğin bı­rakılmamış olması, gerçekten yazgısal bir rastlantı mıdır acaba?

Aynı süreçte, iktidarı ele gec;irebilmek için sarayda kelle kolıuk-

Page 75: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

ta kavga veren u lemanın hiç mi rolü olmamıştır? Tarihçilerio

verdikleri bilgilere göre, bu kavgada çok ulema kellesi de kopa­nimıştır çünkü . Örneğin, Ahmet Refik, III .Murad' ın gözdelerin­den Şeyhiiiislam Bostan:ade 'nin, Rumeli Kazaskerliği sırasın­da, gözlerinin önünde bir defterdarın kellesini kopararak yerler­

de yuvadayan yeniçerilere; "Bre ' Bu divan Ye:id dii'Gill mıdır ki, A li Resul başı Rihi Raletan ider/er ? " (kesip yerlerde yuvar­

larlar) diye öfkeyle bağırdığını yazmaktadır. (Age, s .45) Doğrusu, XVII. yüzyılda da, örneğin henüz 1 7 yaşındayken

cihangir olma hevesiyle ordunun başına geçip Lehistan seferine çıkmaya kalkışan II.Osman ' ın, kim bilir gene hangi hocanın fit­

nesiyle, kendisi seferdeyken yerine geçer korkusuna kapılıp, ön­ce 1 5 yaşında var yok kardeşi Mehmed' i öldürteneye niyetlenin­ce, Şeyhülis lam Esad Efendi 'den alamadığı fetvayı , Rumeli Ka­zaskeri Taşköprülü Kemaleddin Efendi ' nin koşup gelip vermiş olmasına bakılırsa, ulemanın bu oluşumdaki rolü hakkında kuş­kuya düşebilmek bile olanaksızdır galiba.

Nitekim, III.Mehmed' in ölümü üzerine, 1 603 ' te, İmparator­luğun geleceği için sağl ıklı yeni bir çözüm aramak yerine, oğlu

1 4 yaşındaki Ahmet' i kucaklayıp getirip, Su/tan i.Ahmed olarak tahta oturtmuşlardır. Ne var ki, küçük Ahmed'i tahta oturtanlar, ilginçtir, hem Fatih' in yasasını çiğnemek pahasına küçük karde­şi Mustafa 'nın yaşamasına izin vermişlerdir, hem de daha 14 ya­şıda bir çocuk olmasına bakmadan, bir an önce Osmarıl ı s arayı­na şehzadeler yetiştirmesi için derhal ev1endirmişlerdir.

Gerçekten de, 1 6 1 7 ' de, Su ltan LAhmed henüz 27-28 yaşla­

rındayken hastalanıp ölüverdiğiı Je, ardındatam 7 şehzade bı­rakmıştır. Ancak, en büyük oğlu Osman 14 yaşındadır. Ötekiler ise, Mehmed 1 3 , Murad 8, Süleyman 7, Kasım 6, Bayezid 6, İb­rahim de 5 yaşlarındadırlar daha. Sultanın, 1 3 y ıll ık evli l iğinde, l O ' u erkek tam 1 6 çocuğu olmuş , ama oğullarının üçü bebekken

ölmüştür. Kuşkusuz, LAhmed de kısa bir süre önce 1 4 yaşındayken

tahta çıkarı lmış olduğuna göre, Osman' ın da 1 4 yaşında su lı an

olmasında bir sakınca bulunmasa gerektir asl ında. Ne var ki.

Page 76: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

uleına, art ık her ne Ilikınetle ise, bu kez 14 yaşındaki bir şehza­denin tahta çı kabilcceğine dair fetva vermemiş ve Osmanlıların ilk günden beri uyguladıkları saltanatın babadan oğula geçmesi geleneğini yıkarak, LAhmed' in yerine, kardeşi Mustafa' nın tah­ta çıkmasın ı sağlamıştır.

Oysa. Mustafa 26 yaşındadır ama delidir. Ne zaman, nasıl davranacağını önceden kestirebilmek olanaksızdır. Akl ına estik­çe , olur olmaz, havuzdaki balık iara yem diye akçe serpmekte, pencereleri açıp dışarıya. yola altın saçmaktadır. Adı , sarayda bile Diıwıe Mustaf'a 'ya çıkmıştır. Fakat, onun bu tutarsızıkları da, fetvalada · • ce:he-i ralmıana ma:lıar olmuş" bir kişinin "derrişmeşreh" davranışları olarak yorumlanmıştır ulemaca.

Ama bütün bunlara karşın, ! .Mustafa 'n ın sultanlığına gene

de ancak 3 ay 1 O gün dayanabilmişler ve Sultan I l . Osman' ın da henüz 1 4 yaşındayken tahta çıkabilmesi için gerekli fetva yı ver­mişlerdir, çaresiz . . .

N e va r ki, bu genç Sul tan da, 1 6- 1 7 yaşına basınca cihangir olma sevdasına kapılıp, orduyu ve devleti yeniden eski gücüne kavuşturabilmek amacıyla birtakım reform girişimlerinde bu­lunmaya niyetlenince, kendisinin de "Bu fitne erhah1111 si: tah­nk ilmişe hen:::.ersi:::. -' " diyerek belirttiği gibi, bizce de kesinlikle u lemanın düzenlediği bir "diizmece yeniçeri ayaklanmast " ile, daha 1 8 yaşındayken derhal tahttan indirilerek öldürülmüştür.

Ve yerine, Divane Mustafa ikinci kez sultan ilan edi lmiştir hemen. Oysa, hastalığı daha da ilerlemiştir. I .Mustaf'a 'nın. "Ad tn ne :) Kimin o,�lu.1·un :) Bugiin günlerden ne :r gibisinden basit sorulara bile yanıt verememektedir artık.

Bu duruma, bu kez de ancak 1 yıl 4 ay dayanabilmişler ve 1 623 ' te çaresiz tahttan indirerek, yerine I . Ahmet' in hayattaki en

büyük oğlu Şehzade Murad ' ı , 1 2 yaşındayken IVMurad olarak tahta oturtmak zorunda kalmışlardır.

Öyle ki , daha sünnetli bile değildir, tahta çıktıktan 5 gün son­ra. su ltanken sünnet olmuştur küçük Murad, vakanüvislerin yaz­dığına göre. Dolay ıs ıy la, ü lkeyi de, anne sultan ile ulema el ele verip keyi flerince yönetmektedirler doğal olarak , bu çocuk sul­tan ad ına .

Page 77: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Su l ıan , ta ı 7- ı X ya�ma bası ııcaya dek . . . Tarihç ilcrimiz . IV. Murad ' ı , bilindiği gibi acımasız. ho)görü­

süz, kan dökücü, ta� yürekli biri olarak tanımlamaktadırlar söz birliği etmi�\·esine. Doğrudur. I V.M urad geısekten de çok kan dökmü�tür salıanatın ın son � yı l ında. Karde�lcri Süleyman ' ı . Bayezid' i ve Kasım· ı da gözünü bile k ı rpmadan öldürtmüştür.

En büyük karde�i İbrahim ' i de, annesi Köscın Sultan, "delidir" diyerek, yalvar yakar zorla alabilmiştir el inden.

iktidarı tam anlamıyla ele geçirir geçirmez IV.Murad ' ın yap­tığı ilk iş de, bütün yetkilerini elinden alarak annesi Kösem Sul­tan ' ı saraydaki odasına haspettirmek olmuştur.

İlginçtir, hemen ardından da sanki bir ulema avına çı kını� t ı r bütün ülkede. Örneğin, daha 1 63 3 ' te . Bursa 'ya giderken, yolda

birinin şikayetçi olması üzerine. sanki fırsat kol larmı� gibi, he­men İzn ik kadısın ı buldurtup, kale kapısın ın önünde astırmı�tır. Bu olayı eleştirıneye yeltenen Şeyhülislam Ahizade Hüseyin Efendi 'yi de, İstanbu l ' a döner dönmez derhal görevden alını� ve bir katakulli ile İstmıbul kadılığına geti rdiği oğluyla birlikte y a­kalatıp boğdurtmuştur. Gene Şeyhülislaın Kara Çelebizade Ab­dülaziz Efendi ' nin, Lıdılığı s ırasındaki bir ihmalini bahane ede­rek, derhal boğulup denize atı lmasını buyurmuştur. Seferler sı­rasında da kendisinden biraz �ikayetçi olunan kadı ları hemen buldurup cezalandırmış ve yüzlerce ulema kellesi uçurımuştur.

Doğrusu , sul tanların ulema kellesi uçurtması, Osmanlılarda pek de yaygın bir uygulama olmasa gerektir, gördüğümüz kada­rıyla. Bu nedenle, IV. Murad' ın iktidarı eline geçirir geçirmez sanki özellikle ilk iş olarak kadıların ve şeyhülislamiarın üstüne

hışımla yürümesi, gerçekten üzerinde dikkatle durulması gere­ken önemli bir noktadır bizce. Yan i , saltanatının son 8 yı l ında bunca kıyıcı olması. tarihçilerimizin söz birliği etmişcesine be­lirtıi kleri gibi . salt karakterinden mi kaynaklanmıştır? Su ltan l ı ­

ğ ının i lk 7-8 yı l ında t anık olduğu, kendi adına işlenen yolsuz­lukların. hırs ızlıkların , cinayetierin kar�ıs ındaki çaresizliğinin hab irc bilinçaltında to rı uladığı çocuk iiıles i . h iç mi rol oynama­

mı� t ı r acaba bu olu�umda·.>

Page 78: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Ayrıca unutmayalım ki, 20 yaş ında yönetimi ele almaya kal­

kışınca da, ulema derhal akıl almaz dolaplar çevirerek yeniçeri­

leri kışkırtıp ayaklandırmış , sarayı bastırarak sadrazamını, def­terdarını , yeniçeri ağasını , müsahibini gözlerinin önünde parça parça ettirip, cesetlerini sarayın önündeki ağaçlara astırmış , hat­ta tahttan indirmek için bile birtakım girişimlerde bulunmuştur.

B u nedenle, IV M ur ad' ın iktidarında bunca kıyıcı olmasını, bunca kan dökmesini, yazgıcı bir yaklaşımla salt kişiliğiyle açıklamaya çalışmak, gerçeğe pek de uygun düşmese gerektir doğrusu bizce. Ulemaya karşı girişiimiş kanlı bir iktidar kavga­

sı gibidir çünkü bir anlamda da . . . Ne var ki, iktidarının en par­lak döneminde ve daha 2lJ yaşına basmış basmamışken, hastalı­ğı birden artmış, beklcnilmcdik bir anda ölüvermişıir. (Ölümün­de de ulema parmağı gerçekten yok mudur acaba?)

Ve ilginçtir, Evliya Çelebi ' nin yazdığına göre, bu kısa yaşa­mında tam 32 çocuğu olduğu halde, oğullarının hepsi bebekken hastalanıp öldüğü için, ardında da bir �chzade bırakmamıştır. Amcası Divane Mustafa'yı da kısa bir süre önce, gene n 'olur n' olmaz deyip öldürttüğünden, Osmanlı hanedanında tahta çıka­bilecek, kellesini annesi Kösem Sultan ' ın yalvar yakar elinden zorla kurtardığı en küçük kardeşi Deli ihrahim 'den başka erkek yoktur ne yazık ki . . . Bu lmıetl i çağ ağırlığını bir kez daha u lema­dan yana koymuştur sanki . . .

Üstel ik, gene ilginçtir, Osmanlıların i lk günden beri uygula­dıkları, deneyim kazanmaları için şehzadelerin bir süre sancak­beyliği yapmaları geleneği de, XVII . yüzyılın başından it ibaren

kaldırılmıştır. Şehzadeliğinde sancakbeyliği yapmış son sultan III .Mehmed'dir. Daha 14 yaşındayken tahta ç ıktığı için sancak­beyliği yapmasına zaten olanak bulunmayan oğlu LAhmed 'den sonra da bu gelenek tamamen kaldırılmıştır. Hatta, gördüğümüz

kadarıyla , yalnız bu geleneğin kaldırılmasıyla da yetin ilmemiş, öteki çocuk şehzadelerin ola ki bir komploya alet edilememele­ri veya öldürülmelerine karar verildiğinde kolayca bulunabilme­leri için, saraydan ayrıl malarına bile izin verilmez olmuştur, bu

tarihten itibmen.

Page 79: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Bu nedenle ihrahim de, bütün yaşamını Saray 'da göz altında geçirmiştir zaden. Üstelik, artık 2 1 yaşındayken de, ağabeyi Sul­tan IV.Murad, öteki iki ağabeyini, 25 yaşlarındaki Süleyman ve Bayezid ' i gözlerinin önünde boğdurtmuştur. İki y ı l sonra 23 ya­ş ında da, bu kez kendisi i le ağabeyi Kasım 'ın öldürülmesine fer­man çıkmış, ancak annesi Kösem Sultan yalvar yakar olarak zorla kurtarmıştır kellesini. N e ki, ağabeyi Kasım' ı gene gözle­rinin önünde boğup öldürmüşlerdir. Ve, Şehzadeliğinin geri ka­lan 3 yılı da, Saray 'da özel olarak yapılmış , Şimşirlik veya Ka­fes dedikleri, harerne bitişik küçük bir hücrede, tam tutuklu ola­rak geçmiştir. Yani, artık 25-26 yaşlarındadır ama, sözcüğün tam anlamıyla delidir İbrahim. Daha 4-5 aşlarında bir çocukken de, en büyük ağabeyi Sultan II. Osman' ın, Mehmed ağabeyini yay kirişi ile boğdurup öldürtmesine tanık olmuştur ayrıca.

Annesi Kösem Sultan, belki bir yararı dokunur umuduyla ha­cılara, hocalara okutup üfletmektedir zaten oğlunu, nicedir.

Ne yazık ki, Osmanlı hanedanının tek erkek üyesidir. Bu ne­denle, derhal evlendirilerek, bu delinin veliahtlar yetiştirmesi de sağlanmalıdu.

Nitekim, IV.Murad' ın ölümünün hemen ardından Kösem Sultan' la i şbirliği yaparak yönetimi yeniden ele geçiren hacı ho­ca takımı (u lema), bu amaçla, sözcüğün tam anlamıyla zaten se­

berber olmuşlardır daha ilk günden. Neredeyse her gün bir baş­ka güzel cariye sunmaktadırlar ona, cinsel gücünü artırabilmek için gece gündüz okuyup üflemektedirler. Daha şehzadeliği sıra­sında kendisine okuyup üfleyen Cinci Hoca, i lk günden saraya yerleşmiştir bile. Her sabah Su lıan ı dizlerini.ı dibine oturtup, saçlarını okşaya okşaya okuyup üflemektedir. Afsun yapmakta­dır. Macun bulmaktadır.

Ancak, bütün bunlar, hacı hoca takımının ve kadınların e lin­de oyuncak olan Sultan Deli İbrahim' in hastalığını her gün biraz

daha ilerietse gerekki, artık ne zaman nasıl davranacağını kesti­rebimek giderek olanaksız bir hal almıştır gerçekten de.

Örneğin, bir gün okunmak üzere bir hocanın evine giderken, köyden gelen bir arabanın önüne çıkıp yolu kapattığını görünce .

7 9

Page 80: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

hemen "kiirlii/erin /mndan hiirle istan/m/ 'a arahaları ile girme­lerini ı·a.mk/atnuş" bir süre sonra bu kez bir ba�ka hocamn evi­ne giderken yoluna gene bir köylü arabası ı;:ıkmca da, Sadrazam Salih Pa�a ·y ı �·ağ:ırıp, "Bre hen padişah de,� il m irim ') Nire em­rime umlnw:: ') " diyerek. derhal oracıkda, hocanın evinde kuyu ipiyle boğdurtmu�tur.

Gene, bir gün aklma esmh, eski bir dedikoduyu amınsayarak Yusuf Pa�a·yı çağırtıp. "Girit adastn t derhal a/asuı 1 " diye bu­yurmu�tur. Paşa 'nm, "Aman lıiinkarım . . . Bu ktşta ktyamette diye kem küm ettiğini görünce de, Bostancıbaşma "Kaldtr şu­nu -' " demh, derhal boğdurtmuştur. Ne ki, biraz sonra da cesedi getirtip, "Ne de gii::e/ kmm::t mnak/arı mrnuş. Ya::tk etmişi:: kl \'nwk/a. demiştir.

Kimden duymuş, artık nereden aklına esmişse, "iri ka/�·alt kadtnların dalw şeln·etli ve do,�urgan olduk/arım " tutturup, Sa­

ray görevlilerini İstanbul sokaklarında iri kalçalı kadm avma bi­le çıkarmıştır, söylentikrc göre.

Bir gün de, "Sims 'taki ihşir Paşa ' 1 1 11 1 gii::.e/ hir karıst o/du­.�unu" öğrenince, hemen ferman çıkarıp Pa�a'nm karısmı getirt­meye bile kalkı�mıştır.

Kısacası, Sultan Deli İbrahim'in her gün biraz daha artan bu çı lgml ıkları artık katlanı l ır gibi değildir gerçekten de. Nitekim ulema da, en büyük oğlunun henüz 7 yaşında olmasma bile bak­madan. Deli İbrahim ' in tahttan indirilmesi için "Hane/i me::.lıe­/nne göre aktlst: hiiri(�iin sa/tanafl cm: değildir" diye fetva vermiştir, çaresiz kalıp.

Kösem Sultan, ' va/de sıtltanlt,�ı · yi tirmemek için, oğlunun yerine torununun tahta çıkarılmasına. "Bre, _vedi raşmdaki hir masunwn saltanati şer ' an na st! cm::. olur'! " diyerek karşı ç ık­mamış da değil ya, bakmış engelieyebilmesi olanaksız, "Bari ı ·aranm da, sarık�·t,�tnı sardmp getirerim. diyerek içeri girip,

torununu kucaklayıp getirmiş ve Sultan IVMe/ınıNI olarak tahta oturtmu�tur.

Çocukcağız onca sakal l ıyı birden kar�ısında �iiriiııcc ola ki korkar deni lcrd. .. o gün bütün ulemamn, vezir ve i i ı ı ıeraıım ge-

so

Page 81: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Jip el etek öperek hiat etmelerine de izin verilmemiştir hatta. İ lginçtir, 7 yaşında tahta ç ıkan Sultan IV.Mehmed, amcası

IV.Murad' ın tam karşıtı , büyüyüp 20 yaşına filan bastıktan son­

ra da kesinlikle yönetime el koymaya kalkışmamış, Belgrad or­

manlarında, Edirne çevrelerinde sürekli av peşinde dolanmıştır. Zaten bu yüzden de adı Avcı Melımed'e çıkmıştır.

Ancak, bunca yı l tahtta kalmasına olanak verilmesi de, bu av

rnekarı yüzünden olsa gerektir, bizce hiç kuşku yok ki . . . Fakat ne gariptir ki, tam 39 y ı I sonra tahttan indirilirken de

gerekçe olarak bu av merakı gösterilmiştir ama. Sadrazam Kara Mustafa Paşa'nın cihangir olma tutkusuyla giriştiği 1 68 3 ' teki

Viyana kuşatmasının büyük bir fiyaskoyla sonuçlanması da he­men bu av merakına bağlanmış ve u lemanın verdiği "Ordunun haşına geçece,�i yerde, lstranca daf?.lannda av peşinde koştuğu için hütün hu felaketierin haşımıza geldiği" şeklindeki fetvalar üzerine IV.Mehmed de derhal tahttan indirilmiştir.

Hele hele, IV.Mehmed' den sonra bir oldu bitti ye getirilerek yerine kardeşi li.Süleyman' ın tahta oturtuluşu ise, gerçekten de biçimiyle, içeriğiyle, iletisiyle, ulemanın Osmanlı sarayına XVII.yüzyılda ne denli egemen olduğunun açık kanıtı sayılsa gerektir doğrusu bizce.

Çünkü, IV. Mehmed' in büyük oğlu Şelızade Mustafa tam 23 yaşındadır ve babasının yerine o tahta çıkmalıdır Osmanlı gele­neklerine göre. Üstelik, ll.Süleyman, kardeşi Ahmed'le birlikte en az 30 y ıldır, XVII.yüzy ılın başından beri uygulanagelen yeni geleneğe göre, S aray 'da Şinışidik denilen bir kafeste, gözaltın­da ve her an öldürülme korkusu içinde yaşamaktadır.

N itekim Süleyman da, sultan olduğunu haber vermek için Şimşirlik'e gelenlere inanmamış ve bunu, ağabeyi IV.Mch­med'in, kendisini öldürtmek için düzenlediği bir tuzak sandığın­

dan; "Bre, iildiiriilmemiz emrolundu ise. söyleyin -' Çocuklı(�Um­dan hai kuk rı/dır hapis çekerin ı . ller giin Nnıektense. hir giin eıTe/ iilmek n·.�dir Bir can için çekt(�imiz !m korku nedir Allah aşkı na ') " diyerek hüngür hüngür ağ l amaya başlam ıştır birden.

!lman şerkethim \ 'alla/ı \'C h/Ila/ı f.:iitii niYetle oelmemisfz. • ,'ı .1

s ı

Page 82: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Ciimle ı·e:irlcr. ulema, O( '(tklt kul/ann padişah edebilmek için si­: i heklerlcr. " diye yalvar yakar olan görevli ler, annesi Turhan Sul tan ile karde�i Şehzade Ahmed'in de yardımlarıyla zorla inandırabilıılİ�ler ve ba�ma acele bir sarık sarıp. sorgu� takarak, kırmızı atlas eniarisinin üstüne de haremden acele getirttikleri

bir sarnur kürkü giydirip, perişan bir durumda, apar topar tahta

oıur tmuşlardır. Görüldüğü gibi, Osmanlı geleneğine göre doğal olarak tahta

� ıkması gereken, ü stelik 23 ya� ında, sağlıklı ve istekli Şehzade Mustafa 'nın yerine, gene bir deli tahta oturtulmu�tur u lemanın

verdiği fetvalarla, sanki hir �·ocuk-hir deli sultan kuralını boz­mamak için.

Sadrazam vekili Fazı ! Mustafa Pap 'nın ulema ile yaptığı toplantıda oy birliği ile tahta � ıkarılmasına karar verilen II .Sü­leyman, yalnız akıl hastası da değildir ayrıca. Tahta apar topar oturtulduğunda zaten 47 ya�ındadır ve birçok hastalığı vardır. N itekim, 3 ,5 y ı ll ık saltanatının son 2 yı l ını neredeyse yatakta ge­çirmi�tir. Vücudu su toplamaktadır. Eli ayağı iyice �i�mi� oldu­ğu için yerinden bile zor kalkabilmektedir.

Çocuğu da hiç olmamı�tır II .Süleyman ' ın. Bu nedenle, 1 69 1 'de öldüğü zaman, yerine tahta geçmesi gereken bir �ehza­de de bırakmamı�tır geride. Dolayısıyla, tahta için üç aday var­dır. Ağabeyi IV.Mehmed hala yapmaktadır örneğin. IVMeh­

med' in büyük oğlu Mustafa da artık 27 ya�ındadır üstelik. Ama ne var ki, ulema, hastalığı artık iy ice i lerlemi� oldoğu

i�in önceden gerekli önlemleri almı� ve Su ltan ölür ölmez, yeri­

ne, 50 ya�ındaki ve ömrünün neredeyse tamamını şimşirlikte ge­çirmiş karde�i Ahmed' i , gene bir oldu bitti ye getirerek derhal Sultan ll Alımed olarak apar topar tahta oturtmu�tur .

Ne zaman, nasıl davranacağı önceden kestiri lcrrıeyen, karar­sız, zayı f iradeli , kolay etki altında kalan biri olan 1 I. Ahmed de, tıpkı karde�i gibi zaten nicedir gut hastasıdır ve 3 ,5 yıl sonra

1 695 ' te uzun süredir çektiği bu hastal ıktan ölm ü� tür. Ve ilgin�tir, Şehzade Mustafa bu durumu daha önce iki kez

ya�adığı için arı ık sürekli tetikte olsa gcrt>k k i . anıcasmın öldü-

Page 83: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

ğünü duyar duymaz fırlamış, S aray kapılarından birinin önüne derhal bir taht kurdurarak, birilerinin gelip kendisini tahta çıkar­masını filan beklemeden, çıkıp oturmuştur hemen.

Oysa, Sultan ILAhmed' in en büyük oğlu İbrahim henüz 3 ya­şındadır daha. Babası IV.Mehmed de 2 yıl önce ölmüştür. Bu du­rumda tahta çıkmak zaten kendisinin hakkıdır asl ında.

Ama, u lemanın 3 yaşındaki bir bebeyi bile tahta çıkarınaktan çekinmeyeceğinden korkmaktadır demek. B u nedenle, gene bir oldubittiyle karşılaşmamak için bu kez e lini çabuk tutup, kaşla göz arasında kendi tahtını kendi kurdurarak çıkıp oturan II. Mus­tafa, tam 92 y ı ldır süren, Osmanlı tahtına ardı ardına hir çocuk­bir deli sultan oturlulması geleneğini de sona erdirmiştir böyle­ce, gördüğümüz kadarıyla.

Ancak, II .Mustafa da saltanatı ele geçirir geçirmez, sanılaca­ğı gibi hemen kendisini iki kez tahttan etmiş olan Saraydaki bu ulema egemenliğini kırmak için herhangi bir girişimde de bu­lunmamıştır ama. Tam karşıtı , sanki bu oldubittiler salt birkaç kişinin başının a ltından çıkmış basit birer bireysel olaylarmış gi­bi, tahta çıkar ç ıkmaz Erzurum ' da sürgün olan öğretmeni Fey­zullah Efendi 'yi getirterek Şeyhülislam yapmış, yani şeyhül is la­mı değiştirmiştir. Ne var ki, Feyzullah Efendi 'nin yaptığı ilk iş­lerden biri de , derhal türlü oyunlar çevirerek Sadrazam Sürmeli Ali Paşa 'y ı görevden aldırtıp kellesini vurdurlmak olmuştur. Ve böylece ü lkenin bütün yönetimi Feyzullah Efendi ' nin el ine geç­miş, yani ulema iktidarı sürmüştür.

Tarihçilerin yazdıklarım göre, "hiiyük hürmet gösterdi,�/ lıo­cas ı n ın hir ded(�ini iki ettirnıemiştir" çünkü Sultan II. Mustafa, bütün saltanatı süresince. Hatta öyle ki, sultanın tahttan indirilip öldürülmesi bile bu Feyzullah Efendi 'nin yüzünden olmuştur 1 703 'te .

Ulemamn İlk Hedefi de Yeniçeri Ocağı Olmuş . . .

Görüldüğü gibi . Kanuni'nin son y ı llarında suhtC' ayaklanma­lan ile ba�layan iktidar kavgasında uleına. en önemli utkuyu.

Page 84: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

şehzadelerin kişilik zaaflarından yararlanmayı çok iyi bilerek, daha XVI .yüzyıl ın ikinci yarısının ortalarında Saraya girmeyi başarınakla sağlamıştır hiç ku�ku yok ki . . . Sarayda önemli gö­revlere gel ip , yönetirnde söz sahibi o lduktan sonra da asıl hede­fe, yeniçeri occJ,�ına yönelmişlerdir, doğal olarak.

Yeniçeriler i se , yukarda da uzun uzun değinildiği gibi, söz konusu y ı l larda fetih seferlerinin artık iyice seyrekleşmeye baş­laması ve fethedilen yerlerin de zengin yağma olanaklarına sa­hip bulunmaması gibi nedenler yüzünden zaten huzursuzdurlar nice dir.

Devlete kalan ganimetierin çoğu kez sefer maliyetlerini dahi karşılayamaz olması yüzünden hazine iyice fakirleştiği için de, artık yeniçerilere ciilus ve se{er hahşişleri bile zamanında, bol­ca ödenememektedir. Ya da, gümüş değeri düşük akçelerle, üs­telik taksit taksit ödenebilmektedir ancak.

Ulufe/eri ( maaşları) ödeyebilmek için bile para bu lunama­maktadır çoğu zaman. Örneğin, 1 598 'de, Eğri Seferi ' nden e l i boş dönüldükten sonra, yeniçerilerin ulufelerini ödcyebilmek için, "Saraydaki iio·ü: yiik akçelik gümüş kap kacak ve di,�er eş­ya alımp darphanede eritilerek akçe kestirilmek :orunda kalm­mış" tır, tarihçileri n yazdıklarına göre. (Osmanlı Tarihi , c-3 , K­I , s. 1 26)

Maaşları ve bahşişleri ödeyebilmek için, nicedir paranın ağırlığıyla oynanmaktadır zaten. Örneğin, Kanuni 'den sonra, l LSelim döneminde 1 00 dirhem gümüşten 490 akçe, I I I .Mu­rad ' ın tahta çıkışında 533 akçe, daha sonra da 800 akçe kestiril ­miştir. I II .Murad ' m saltanatının son y ı l larında ve sul tan o lur ol­maz ordunun başına geçip Eğri Seferi ' ne çıkmak zorunda kalan I I I .Mehmed ' in i lk günlerinde ise, 1 00 dirhem gümü�tcn 950 ak­çe kestirilmektedir artık. (Prof. Akdağ, age, s .38) Elde para kes­tirecek gümüş kalmamıştır. Nitekim, Eğri Seferi 'nden de gani­met olarak gümüş elde edi lerneyince 1 5 9 8 ' de çaresiz Saraydaki kap kacak toplatı larak critimi� t ir.

Kısacası, İmparatorluğun en büyük gelir (zenginlik) sağlayı­cıs ı olan ordu. i � Jc,·ini art ık eskisi gibi yerine getirememekted ir.

Page 85: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Vergi gelirlerinden vazgeçmek pahasına gerçekle�tirilen ikta sis­temindeki deği�iklikler de , bekleni len sonucu vermemiş, ordu eski görkem l i görünümüne yeniden kavuşturu laınaınıştır. Üste­lik, fetih lerin kesi lmesi, ya lnız hazine açısından sorunlar yarat­makla da kalmamıştır. Askerler n icedir şöyle zengin bir yağma olanağı bulamadıklarından, ordunun kendisi de yavaş yavaş so­run olmaya başlamıştır. Artık sadece maaşa ve bahşişlere kalan yeniçeriler, bu nedenle paraları biraz geç ödense veya bekledik­leri miktarda bahşiş verilmesc hemen ayaklanıp, kazan kaldır­makta, örneğin çorba içmemektedirler. Hatta, giderek sarayın önünde toplanmaya bile başlamışlardır.

Yani, Sultanlar salt ordunun sağladığı zenginliklerden ol­makla da kalmamışlar, tam karşıt ı , askerlerin kazan kaldırma­maları için yeni gelir kaynakları bulabilme telaşına düşmüşler­dir bir de . . .

Doğrusu, u lema da, Saray ' d a söz sahibi olur olmaz, hanedan­la yeniçeriler arasındaki bu çelişkiden yararlanmayı çok iyi bil­miştir, gördüğümüz kadarıyla.

Örneğin, I I I .Murad ' ın Manisa'dan beraberinde getirerek sa­rayda görevlendirdiği ve büyük saygı gösterdiği hacı hoca takı­mının, Sultan ' ın bu yakınlığından yararlanarak devlet içinde bi­raz örgütlenir örgütlenmez yaptığı ilk iş, bilindiği gibi, Sadra­zam Sokullu Mehmed Paşa'nın gözden düşürülmesi ve temiz­lenmesi için türlü dolaplar çevİrıneye başlamak olmuştur he­men.

Çünkü, S okullu Mehmed Paşa da, unutmayalım ki asl ında bir deı·şirnıedir. Bosna' mn Vişegrad kazasına bağlı Rudo nahi­yesinin Soko/oriçi köyünde doğmuştur ve asıl adı Bayo'dur. Da­yısı papaz olduğu için kü<;ük yaşlarda kil isede çalışmaya başla­mış ve Kanuni dönem inin ilk yı l larında devşiri lerek E dirne'ye, Acemi Oğlanlar Ocağı 'na getirilmiştir. Daha sonra da İ stanbul · a alm arak, Enderun'da yetiştirilmiştir. Görü ldüğü gibi, tam anla­mıyla ocak/ı bir yeni�·endir Sokullu .

Yani. medreseli u/enwntn . öncelikle Saray is·inde ikti darı e le gc<; irebilmek İ<; in i lk hedef ol:ırak So/.:uflu 'yu se<;mesi lı i c; de bir

Page 86: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

rastlantı değildir bizce. Amaç, Saray ile Yeniçeri Ocakları ara­s ındaki bu organik bağı zayı llatmak ve kırmaktır, hiç ku�ku yok ki .

Nitekim, Sokullu 'nun ortadan kaldırılmasının hemen ardın­dan, gerçekten de, Osmanlı İmparatorluğu ' nun geleceğini belir­leyici nitelikte çok önemli deği�iklikler olmu�tur sarayda. Gör­düğümüz kadarıyla, iktidar tam anlamıyi a el deği�tirıni�tir.

Örneğin, Sokul lu Mehmed Pap'nın, 1 5 64 'ten 1 579'a kadar Kanuni, I I .Selim ve I I I .Murad dönemlerinde tam 1 5 yıl süreyle 3 sultana sadrazamlık yapmı� olmasın a kar�ı l ık, 1 579 'dan 1 595 'e kadar S u i tan III. M ur ad ' ın geri kalan saltanatı süresinde, 16 yıl içinde tam 14 kez sadrazam deği�tiri lnlİ�tir. Salt bu olgu bile, Saray içinde iktidarın el deği�tirdiği gerçeğini yeterince kanıtiasa gerektir galiba. Yani, ulema, sadrazamlarla da dama ta­�ı gibi oynamaktadır artık.

Burada hemen �unu da belirtelim ki, bu 16 yıl ık süre içinde kimi kez birkaç günlüğüne, kimi kez birkaç ay lığına ardı ardına sadrazamlığa getirilmi� bu pa�aların da neredeyse tamamı ocak­lıdır, enderundan yeti�mi�tir.

Örneğin, bu sadrazamlardan üçü, Ahmed, Sinan ve Ferhad Pap' lar Arnavut, S iyavü� Pa�a da Hırvat'tır. Dcv�irmc olarak toplannu�lar, önce Acemi Oğlanlar Ocağı 'nda, sonra Ende­run'da yeti�tirilmi�lerdir ve dördü de yençeri ağa l ığı yapmı�tır. Hadım Mesih (Mehmed) Pa�a ise, zaten S arayda akağa olarak yeti�tirilnlİ�tir. Özdemiroğlu Osman Paşa 'nın da babası Çerkes, annesi Abbas i soyundan Arap ' t ır. Mısır' da doğmu�tur. Tek Türkmen olan Lala Mehmed Pap 'nın sadrzamlığı ise, sadece on gün sürmü�tür zaten.

İ lginçtir, bu 1 6 yıl içinde tam 1 4 kez sadrazam dcği�tirilmi� olduğu halde, göreve getirilen pa�aların sayısı yedidir Kimi pa­plar tekrar tekrar göreve getirilmi�lerdir yani. Örneğin, Sinan Pap tam 5 kez, Siyavü� Pa�a 3 kez, Ferhad Pa�a da 2 kez sad­razam olmu �lardır bu süre içinde.

Görüldüğü gibi, u lema, S oku ll u ' dan sonra iktidarı ele geçirir gcçirmez . ilk i� o larak sadrazam lık kurumu ile oynamaya ba�la-

:-i (ı

Page 87: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

mıştır hemen. Kuşkusuz, devletin yapısını bir çırpıda değiştire­bilme olanakları bulunmadığı için, göreve gene Ocak ' tan yetiş­miş paşaları atatmaktadırlar. Ama, onları bir yandan da olur ol­maz gerekçelerle durmadan değiştirterek, hem iktidarda kadro­laşmaianna fırsat vermemişler, hem de bu güç gösterisiyle göz­lerini y ı ldırıp kendilerine tam bağımlı hale getirmişlerdir. hiç kuşku yok ki . . .

Örneğin, 1 585 y ı l ı Aralık ayında Özdemiroğlu Osman Pa­şa'nın aniden ölümü üzerine sadrazaml ığa getirilen ll adını M e­si h ( Mehmed) Paşa. tarihçilerio yazdığına göre, reisiilküttaln değiştirmeye kalkışlığında "sana düşen hi:im atadığımı: kimse­ler/e çalışmaktır" denilerek engellenince, derhal sadrazamlıktan aziini i stemiştir Sultan' dan, daha s adaretinin dördüncü ayında, Nisan 1 5 86 'da.

Gene tarihçi! er, Sokullu 'nun yerine Ekim 1 579' da sadrazam­lığa getrilen Ahmet Paşa ' nın da, "Hiikiimet işlerine müdahale­lerin başlamasından biiyük teessiir duyduğunu" bu yüzden hır­ÇIIl ve geçimsi: olduğunu yazmaktadırlar. Ola ki, erken ölümün­de de bu gerginliğin bir rolü vardır. Sadrazamlığı 6 ay sürmüş­tür topu topu.

Ö:demiro,�lu Osman Paşa da, Sultan III .Murad çok istediği için, ulemaya rağmen sadrazam olmuştur galiba. Çünkü, tarihçi­lerio verdiği bilgiye göre, Sul tan'a , "Osman Paşa' mn içki ye düşkün olduğu hakkında şiiphemi: ı·ardır, ve:iria:am olunca di­mn siireme: . " demişlerdir. Bunun üzerine Sultan da, Paşa 'y ı hu­zuruna çağırıp, karşısında tam 4 saat oturtmuş ve "Eihamdiilil­lah şiiphem :ai! oldu. içkiye diişkün olsa, m::.iyetinde değişiklik olurdu" diyerek sadaret mührünü vermiştir ona. Ancak, sadra­zaml ığı da topu topu 1 yı l sürmüş, aniden hastalanarak ölmüştür Osman Paşa. Aniden hastalanmasında bu olayların da bir rolü var mıdır acaba, kim bilir?

Sadrazamlık kurumunun bunca kısa sürede, gerçekten ustaca kontrol altına al ınıp , yozlaştırı lmasından sonra da, bu iktidar kavgas ındaki s ıra, kuşkusuz Yeniçeri Ocağı 'na gelmiştir doğal olarak.

S7

Page 88: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Ycı ı ı�·nı < k;ı� ı ' nııı halledilmesi de , gördüğümüz kadarıyla i ı \· ; ı � ; ı ı ı ı ; ıu; ı gerçekleştirilmiştir, doğrusu gene ustaca bir zaman­l a ı ı ıay la.

B irinci aşamada, gerçekten de şeytanın aklına gelmez yön­temlerle devlete yeni gelir kaynakları bulunarak, Yeniçeri Oca­ğı 'nın artık yerine getiremez olduğu temel iş levi üstlenilmiştir hızla.

İkinci aşamada, askerin ulufeleri de artık bu yeni kaynaklar­dan ödendiği için, Yeniçeri Ocağı ' nın bundan böyle tamamen kendilerine bağlı bir taşe1mı :orha giiç haline gelmesi sağlanıl­mıştır.

Üçüncü aşamada ise, bu statü değişikliğinin ardından, gene ustaca yöntemlerle Ocağın insan yapısının da zamanla toptan değişmesi gerçekleştirilerek bütün işlevlerine son verdirilmiş ve güvenilirliği bitiriJip kapatılması sağlanmıştır.

Uleınanın Bulduğu Yeni Gelir Kaynağı: Rüşvet

B ilindiği gibi, daha Kanuni 'nin hemen ardından, Sultan II.

Selim döneminde, hazinede para bulunmadığı için cülOs bahşişi zamanında ödenememiştir. Babasının Sigetvar kuşatması sıra­sında öldüğünü ustaca saklayan Sadrazam S okullu Mehmed Pa­şa, acele haber göndererek, gelip tahta çıkmasını ve ordunun ba­şına geçmesini bildirdiği halde, Şehzade Selim önce İstanbul ' da tahta çıkmış , ancak sonra Belgrad' a gitmiştir, bu nedenle. Hatta, Sadrazamın, Belgrad'da yeniden su ltan çadırı kurdunu larak bir kez daha tahta çıkması ve askere cülOs bahşişlerinin gelenekle­re uygun şekilde ödeneceğini duyurmasından sonra İstanbu l ' a dönülmesi önerisini bile, ulemadan Ataulluh Efendi ilc Celal Bey in verdikleri akılla, "istanbul" da tahta çıkı/nuştır " diyerek geri çevirmiştir, gene aynı gerekçcyle. İ stanbul 'daki , sefere ka­tıl ınamış birkaç ocaklıya verilmiş bahşişle işi gc<;iştirmeye kal­kı�mıştır.

Yani, hazine tamtakırdır artık ve Sarayın h11:la yeni gelir kay­nakları bulmas ı gerekl idir.

Page 89: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Ve u lema. III. Murad döneminde bir değil. iki yeni gelir kay­nağı birden bulmuştur gerçekten de . . . Biri devlet görcvleridir, diğeri ise dirlikler . . . Devlet görevleri bundan böyle paray la salı­lacaktır. Dirlikler de artık gazilere dağıtılmayıp, açık artırmaya çıkarılarak kim daha fazla para ödemeyi kabul ederse ona veri­lecektir.

Örneğin III. Murad ' ın , Sokullu Mehmed Paşa'dan sonra tam 4 kez görevden aldığı halde beşinci kez gene sadrazamlığa ge­tirdiği, bu düzenin kurucularından Sinan Paşa, tarihçi lerio yaz­dığına göre, ilk sadrazamlığından alındıktan sonra "yii:: hin al­tın vererek önce Şam valil(�ine gelmiş, sonra da yeniden sadra­zam olnıuş . "tur. Nitekim , Ord.Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşı­l ı 'da, "Meşur Sinan Paşa, ilk sodaretinin dışmdaki diğer dört sadarerini de Saraya verd(�i çok miktardaki para ve hediyeler karşılı,�nıda elde etmiştir. Sinan Paşa 'ya göre, :::engin olmayan hir ı ·e::irin hükümet reisli,�i etmesi mümkün de,�ildir." diye yaz­maktadır. (Osmanlı Tarih i , c-3 , K- 1 ,s . 1 1 8)

Candaroğullarından "Şemsi Ahmed Paşa, 11/.Murad' a kırk hin altm rüşvet ı ·ermiş"tir.

Gene, III. M urad ' ın annesi N ur banu Sultan ' ın en gözde cari­yesi Canfeda Kadın ' ın kardeşi "Deli ihrahim Paşa , yaptı,�ı hak­sızlıklardan dolayı Diyarhakır valili,�inden alımr alınma:: he­men istanlml' a gelmiş ı ·e Saraya verd(�i çok de,�erli amıa,�an­lar karşılı,�nıda iki ay sonra yeniden aym yere vali olmuş" tur.

Öyle ki, "Hazineye her yıl yii::hin altın göndermeyi taahlıüd edince , ve::ir rüthesiyle valil(�e daha yeni atanmış olan Hadım Haji:: Paşa derhal a::ledilerek yerine M ir A lem A,�a Mısır valili­.�ine getirilmiş" tir.

Prof. Uzunçarşı l ı da, III . Murad döneminden itibaren, Os­manlı larda "Eya/et/ere vali tayininde liyakate değil, en fa:::la pa­ra verene irihar edild(�ini " yazmaktadır gene aynı kaynakta.

Görüldüğü gibi, hazineye gelir sağlayabilmek için, bütün devlet görev leri , neredeyse açık artırmaya çıkarılarak, Saray ta­rafından parayla satılmaktadır artık.

Hatta çok ilginçtir. devletin düzenini bozmak pahasına, pa-

Page 90: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

r;ıy l ; ı s< ı t ı ıkla rı yüksek dereceli görevlerin bile sayısını hızla ıroğalıınış lardır bu amaçla.

Örneğin, ta Su ltan III . Murad dönemine dek ülkedeki heyler­heyli,�i sayısı , Anadolu Beylerheyli,�i ve Rumeli Beylerheyli,�i olmak üzere sadece 2 iken, bu tarihten itibaren eyaJet valilikle­rine de Mısır Beylerbeyliği, Suriye Beylerbeyliği vb. gibi bey­lerbeyliği sanı verilerek, bu sayı XVII. yüzyıl ın sonlarına doğru 40' a ç ıkarılmıştır.

Gene, kuruluş y ı l larında tek olan l 'e::ir sayıs ı , I.Murad döne­minde biri veri::-i a::am olmak üzere 4 'e , Kanuni döneminde de biri sadra::am ve diğerleri Kuhhealtı ve::irleri olmak üzere 8 ' e çıkarılmış iken, b u sayı da , eyaJet valilerine, hatta k i m i sancak­beylerine filan vezir denilerek hızla çoğaltılmaya başlanılmıştır. Vezirlerin, kadıların, sancakhey/erinin vb. bu tarihten sonraki sayılarını saptayabilmek gerçekten olanaksızdır. Öyle ki, say ısı­nın yükseltilebilmesi olanaksız sadra::amlık konusunda bi le , ola ki ücretini yükseltmek için, kitabına uydurup Rumeli Ka::asker­liği ' ne XVII. yüzyılın ortalarından itibaren "Rumeli Sadra::a­mı" (Sadr-ı Rum) demeye başlamışlardır.

K ısacası, her görevin belirli bir ücreti vardır ve en az o pa­rayı ödeyenler ancak o görevlere atanmalarını sağlayabilmekte­dirler. Ayrıca, bu atamanın yapılmasında aracı olanlara da "del­la/iye" adı altında bir rüşvet verilmektedir.

Üstelik, giderek atamalarda salt hazineye para almakla da ye­tinilmeyip, ordunun yiyeceği etin ve ekmeğin de o kişilerce sağ­lanması istenilmeye başlamış olmalı ki, XVII . yüzyıl ın başların­da, I. Ahmed döneminde, "Nasuh Paşa, sadra::amlık miihriiniin Kuyucu Murad Paşa ' dan alımp kendisine verilmesi halinde, ha­::ineye 40 hin altuıla birlikte, askerin yiyece,�i ::ahireyi de kendi malmdan vereceğini Sultema hir mektupla bildirmiş" tir.

Ancak, hazinenin açığı , devlet görevleri bu yöntemle, böyle açık artırınaya çıkarılmışcasına para ve mal karşılığında satıla­rak kapatı l ırken, aracı olan iktidardaki kişilerin aldıkları rüşvet­ler de, yalnız "dellali\ 'e" diye adlandırılan açık sınırlar içinde kalmamıştır kı ışkusuz. Örneğin , Prof. Uzunçarşılı 'dan öğrendi-

l)CJ

Page 91: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

gımıze göre; "Saray' da haremin kilereisi olan Yahudi Kira Ka­d/11 , tımar ı ·e ::eametlerin tevcihi ile göre\'lerin satışmdan aldı,�ı rüş\'etlerle çok ::engin olmuştur. Nitekim, hir sipahi ayaklanma­sı sırasında öldütf.ünde, mallannın arasından tam 5 milyon ak­çe çıkmış" t ır.

Gene, u lemanın verdiği fetva i le tahttan indiri len Deli İbra­him ' in yerine Kösem Sultan' ın haremden kucaklayıp getirerek tahta oturttuğu 7 yaşındaki Sultan IV. Mehmed'in cü!Gs bahşişi­ni dağıtabiiemek için Sadrazam Sofu Mehmed Paşa da, tarihçi­lerin belirttiklerine göre, Ci nci Hoca ' dan iki yüz kese akçe iste­miştir. Hoca, param yok deyip geri çevirince gidenleri, bu kez derhal tutuklatmış ve sille tokat getirtıniştir Saray 'a . Evine gi­den görevliler ise, tam 200 kese akçe, altınla dolu 2 sandık, boh­ça hohça armağan ve 50'den fazla kürkle birlikte defterlerini de alıp dönmüşlerdir. N e var ki, defterlerinde yapılan incelemeler­de, daha 3 bin kese altınının olması gerektiği anlaşılınca, bu kez kendisi de cellad Kara Ali ile birlikte eve götürülmüş ve yapılan kazılar sonunda merdivenin altında tam 1 2 güğüm dolusu çi! ak­çe ile 70 bin altın çıkarılmıştır. Halk, "Ci nci akçesi" demiştir bu paralara y ı l larca.

Artık iktidarı iyice ele geçiren medreseli hacı hoca, ulema ta­kımının, bu görev satışları sırasında daha fazla rüşvet alabilmek için yaptıkları , gerçekten de akıl almaz boyutlara u laşmıştır. XVII . yüzyılın ikinci yarısında. Örneğin, gene IV. Mehmed dö­neminde, 1 656 y ılında, çocuk su ltan daha 1 4- 1 5 yaşiarına bas­mış basmamışken ulemaca bir ara şeyhülislamlığa da getirilen, ancak hırsızlığı artık ayyuka çıkmış olduğu için hemen ertesi günü yeniden görevden alınan Memik::ade Mustafa Efendi 'nin Rumeli Kazaskerliği s ırasında, bir kadı ' l ık, kadısı olmüştur diye tutanak dü::enlenerek hir başkasına yeniden sarı/mıştır. Eski ka­dı, ' 'Ben daha öl med in yahu :J " diyerek çıkıp gelince de, yardım­cısı Tiryaki Kuşha:: pişkin pişkin, "Tövhe Siihhanallah . . . Müs­lüman sakinlerden d()l'f heş kişi öliimünii haher vermişler idi de Gayri her neyse Hele sen sa.� ol. . . deyip, gene biraz pa­ra alarak bir kağıdın üzerine " Yanlış olmuştur" diye y azmış. e li-

l) J

Page 92: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

ne tutu�turmuştur. Bir süre sonra hışımla odasına girip bağırıp c;ağırmağa başlayan yeni kadıya da. "Aman mhu . . . Sana da hir haşka yer bu/uru: . . . Elem etme demiştir gene pişkin pişkin . (Ahmet Refik . a .g .e . . . d l l )

U lemanın bulduğu bir diğer gelir kaynağı da, dirlik düzenini yozlaştırmak ve özel l ikle küçük dirlik sahiplerinden kimilerini devlete düşman etmek pahasına vergi sistemiyle oynamak, yeni vergiler koymak ve vergileri artırınakla olmuştur.

Yani, dirlik sahiplerine ücret olarak bırakılmış öşüre, vergiye göz dikilmiş gibidir bir anlamda. Onlardan, savaş halinde Os­manl ı ordusuna savaşçı göndermelerinden bile vazgeçilmek .pa­hasına, gelirlerinin bir kısmını hazineye devretınderi i stenil­ınektedir sanki.

Oysa, iç karışıklıklar yüzünden üretim de iyice düşmüş oldu­ğu için, dirlik sahipleri zaten zor durumdadırlar. istenilen ücret­leri ödeyemedikleri için, savaş halinde yanlarında götürmek zo­runda oldukları sayıda segban bile sağlayamamaktadırlar artık. Yukarda da değindiğimiz gibi, örneğin 1 596' daki Eğri Savaşı 'na tam 30 bin timarlı s ipahinin bir kısm ı , ya yeterli sayıda segban sağlayamadıkları için hiç katılmamıştır, katılanların sağladığı niteliksiz seğbanlar da ya yarı yoldan geri dönmüş, ya da cephe­den kaçmışlardır. Bu yüzden de, bu 30 bin sipahinin adı defter­den derhal silinmiş ve dirlikleri el lerinden a lınmıştır.

Boşalan bu dirlikler ise, eskisi gibi gene yaradığı görülen as­ker veya memurlara değil , belirlenen vergi gelirini hazineye pe­şin olarak ödeyecek kişilere ihale yoluyla verilmektedir.

Prof. Niyazi Berke s ' in deyimiyle, "Klasik tinıar sisteminden ayrılış" anlamındaki bu uygulamalar da, kaçınılmaz bir biçimde "Osmanlı diizeni ni çiiriiten ho:uluşlara yol aç mı ş" t ır. Çünkü, satışlarda en önemli rolü riişl '('t oynamaktadır. Dirlik 'e sahip olan bu yeni kişi de, doğal olarak, lıem peşin iided(�i ı ·ergi ri, lı em de aracı/ara l 'erd(�i fa lı i ş riiŞl 'eti, üstelik birkaç kat fazla­s ıyla çıkarabilmek için. o toprakları ekip biçen insanları. reara­YI . hırsla soyup soğana çevirmektedir.

Ulema. hazineye güya yeni gelir kaynakları sağlayabilmek

l)2

Page 93: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

için, yalnız dirlik sistemini yozlaştırmakla da kalmam ış, o tari­he dek sadece olağanüstü durumlarda ve bir kereye özgü olmak üzere devletçe toplanan, . . tekalif-i divaniye " veya " rekalifi emiriyye" dedikleri vergilerle de oynamıştır. Örneğin, XVI . yy. ikinci yarısına kadar, şayet hazinede yeterli para yoksa, sefere ç ıkılacağı zaman, ordunun giderlerini kaşılamak için halktan bir kereye özgü olamak üzere toplanan amn::. akçesi,hedel-i nü::.ül (konaklama), hedef-i siirsat (yem), hedef-i kiirekçi (savaş tekne­lerine kürekçi temini) vb. gibi vergiler o tarihten itibaren artık hem sürekli hale getirilmiş, hem de miktarları neredeyse her y ı l yeniden belirlenir o lmuştur.

Oysa, Lütfi Paşa'nın ' 'Asafname" adlı kitabında y azdığına göre, diyelim avan: akçesi, örneğin Yavu: Sultan Selim döne­minde sadece hir ke::. ve eı· başına 20 akçe olmak üzere toplan­mıştır. Ama, önce ev başına her y ı l 40 akçeye çıkarılan bu ver­gi, XVII. yy. sonlarında ev başına 300 akçeyi bulmuştur, tarih­ç ilerio belirlemelerine göre.

Bu vergileri de, eskiden olduğu gibi devlet kendi adına halk­tan toplamamaktadır üstelik. U lema, bu işin özelleştiri lmesini de ustaca gerçekleştirmiştir yani. Artık vergilerin toplanması iş i de, t ıpkı diriikieri n yeniden dağıtılmasında olduğu gibi, her yı l yeniden açık artırmaya çıkarılmakla ve kim daha fazla ödemeyi üstlenir ve daha çok rüşvet verirse, ona devredilmektedir.

Bu uygulamaya da, ' "devlete ait hir gelirin hir hedef karşılı­'�mda geçici olarak birisine kiralanması ı ·eya devredilmesi" an­lamına "mukataa" veya " ilti:anıat'' ihaleyi alan kişiye de "mülte::.im" deni lmektedir.

Kuşkusuz, bu uygu lamada da, "nıülte:inıler, rüşı·et re muka­t aa hedefi olarak ödedikleri falıiş paralan fcdasıyle çıkarahit­mek için halka biiyük ölçüde :u/üm ve lıaksı: lıklar yapmışlar­dır" gene tarihçilerio belirttiklerine göre.

Ancak, bu yöntemle toplanan gelirler de, her geçen gün biraz daha artan giderleri bir süre sonra kaqılayamaz olmuştur doğal­lıkla.

Hele hele. IV Murad döneminde alınan zorlayıcı önlemlerle

Page 94: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

bu açık bir ölçüde kapaıılmışsa da, XVII.yy. sonlarına doğru, 1 683 'te, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın cihangir olma tut­kusuna kapılıp tek başına karar vererek kalkıştığı Viyana kuşat­masıyla başlayan Avusturya savaşının, üstelik dört bir cepheye yayılarak tam 1 6 yıl sürmesi ve bozgunla sonuçlanması yüzün­den hazine iyice tamtakır hale gelince, Sultan I I . Mustafa döne­minde, 1 695 ' lerde, bir yandan kimi zenginlerin parasına el ko­nulur, tütün, kahve gibi maddelerin rüsumları artırılırken, Def­terdar (u lema) Köse Halil Efendi de, mukataa yöntemini bir adım daha ileriye götürmüş ve vergilerin artık birer yı l l ığının deği l , birkaç y ı l l ığ ının birden mültezimlere ihale edilmesine başlanılmıştır.

Kısacası , Osmanlı İmparatorluiJu mali açıdan ayakta durabil­mek için, artık geleceğini de ipotek etmektedir yani .

Kimi mültezimler üstlendikleri yükümlülükleri yerine getir­meyince de, bu kez güvenilir bir sarrafı kefil göstermesi isten­miştir onlardan. Zamanla da hazinenin gözünde güvenilir olan bir sarraflar sınıfı oluşmuş ve onlara "ku.vruklu sarraj7ar" denil­miştir. Yani, artık murabahacılar, tefeciler, sarraflar, kuyruklu sarraflar dönemi başlamıştır Osmanlı larda.

Görüldüğü gibi, u lemanın güya hazineye yeni gelir kaynak­ları sağlamak amacıyla bulduğu bu çözümler, İmparatorluğun mali sorununu çözmek şöyle dursun, Prof. Berkes ' in de belirtti­ği şekilde, bir yandan rüşvet vb hastalıkları kamçılayarak Os­man l ı düzeninin çürümesine neden olurken, öte yandan ası l kö­tü lüğü Osmanlı ordusunun beşte dördünün sağlandığı ikta siste­ınini bil inçli bir biçimde yozlaştırıp çökertmekle yapmıştır, biz­ce hiç kuşku yok ki . . .

Yeniçeriliğin Sonu

Yeniçerilik de, tarihlerimizde belirtildiği gibi, acaba 1 �26'da, II . Mahmud döneminde, vakanüvislerin "va k' a-i Hay­riye" _(Hayırlı Vaka) olarak kutsadıkları bir baskınla, .Yeniçeri kışialarının Saraya bağlı birliklerce top ateşine tutularak ortadan

94

Page 95: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

kaldırılmasıyla mı sona erdirilmiştir gerçekten? Oysa, unutmayalım ki, çoğu si lah kullanmasını bile bilme­

yen, askerlik eğitimini hi\la "tesfiye kurşun attp , keçeye pala ç·alnıak" sanan ve neredeyse tamamı artık Kapalı Çarşı esnafı olmuş bu yeniçeri kalıntı ları , güya kazan kaldırdıkları o "llaytr­lt Vaka" günü, 1 S Haziran 1 826' da, kışialarını kuşatan s ilahsız halka karşı dahi silaha sarılarak kendini savunamamıştır, gene aynı tarihçilerin yazdıklarına göre.

Bu nedenle, Yençeriliğin sona eriş tarihi de, bizce, Yeniçeri kışialarının topa tutulduğu 1 S Haziran 1 826 değil , tam iki yüz­yıl önce Sultan II . Osman' ın (Genç Osman ' ın) yeniçeri eliyle katiedildiği 20 Mayıs 1 622 olsa gerektir galiba.

Çünkü, topu topu üç çeyrek yüzyıl gibi kısa bir süre içinde bir uç beyliğinden tarihin en uzun ömürlü imparatorluklarından birini kurmuş şanlı Yeniçwiler, tam 2S gün süren Hotin Kalesi kuşatmasında, değil kalenin fethi, kale önündeki hendekiere si­perlenmiş savunma birliklerini bile yerlerinden söküp atama­mışlardır ama, İstanbul ' a döner dönmez t uzaklar kurup, Osman­lı tarihinde ilk kez ve üstelik adı gene Osman olan bir sultanı tahttan alaşağı ederek, boğup öldürmüşlerdir. Yani, artık Saray içi entrikalara da karışmışlardır, iç politikada bir taraftırlar. Ve ne yazık ki , üzerlerine hanedan kanı da sıçramıştır.

Görüldüğü gbi, III. Murad'la birlikte Saraya girmeyi başaran ve daha XVI. yy. sonlarına gelmeden, kısa bir sürede saray içi ik­tidarı ele geçiren u lemanın ilk hedefi , bizce hiç kuşku yok ki, Yen içeri Ocağı olmuştur.

B ilindiği gibi, Yeniçeri Ocağı, I. Murad döneminde tutsak alınmış ve Acemi Oğlanlar Ocağı 'nda eğitilmiş Hıristiyan ço­cuklarından oluşturulmuştur. . 1402 Ankara Savaşı yenilgisinden sonra bir süre yeni yerler fethedilemediği için de, Yeniçeri Oca­ğı ' nın gereksindiği sayıdaki çocuk, Çelebi Mehmed dönemin­den iti���!l· bu k.ez Osmanlı _l!)'fl!KU o lım_ Hıristiyanlar arasın-

-dan devş_irilmeye başlaı:i1IinıŞiır. �':!...9evş_i_!Q!e 5ocuklar d_<_l_,__tıpl�.ı. Tu_t.s�klar gibi önce Acemi Oğlanlar Ocağı 'nd; egitif�rek Yeniçe­i'IOC,\fı ;na alınmı�lar. yetenekli[eri daha sonra Enderun M ek te-

Page 96: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

bi 'nd� yetjştirilerek üstdüzey_yöne!ici yapılmışlardır. _ ---O rneğin, Osman Nuri Ergün, "Türk Maarif Tarihi;; adl ı çalış­masında, Tayyar:ade Ahmed ' in "Ata Tarihi" nin ikinci cildinde "Enden111 Mektehi 'nden tam 79 sadra:::ım, 3 Şeyhiiiislam ı·e 3(ı Kaptan- ı Der ya' 11 111 yetişmiş oldu,�unu" yazdığını belirtmekte­dir.

Mehmet Zeki Pakalın' ın, Tarih Deyimleri ve Terimleri Söz­lüğü ' nde verdiği bilgiye göre ise, ''Hafı: Refik Bey de, Endenm Mektehi' nden yetişmiş sadra:am sayısın ı 64 olarak" vermekte­dir.

Ancak, hemen şunu da belirtelim ki, kuruluşundan ta XVII . yy . sonuna kadar Osmanlı İmparatorluğu'nda sadrazamlığa ge­tirilmiş kişi sayısı da sadece 99 'dur. Üstelik, IV. Mehmed döne­minde, XVII. yy. ikinci yar ısının başlarında, devşirme usuliinı'in hütüniiyle kaldmldı,�ı ve Acemi Oğanlar Oca,�ı ile Enderun Mektehi' nin kapatı ldı,�/ düşünülürse, XV ve XVI. yy. lardaki Osmanlı sadrazamlarının neredeyse tamamının Yeniçeri Oca­ğından yetişmiş olabileceğini söylemek , galiba gerçeğe pek de aykırı düşmese gerektir, doğrusu.

Bu nedenle, ulema da, yukarda değindiğimiz gibi, saraya egemen olur olmaz hemen sadrazamlık kurumuyla oynamaya başlayarak Ocaklı sadrazamların bumunu kırarken, asıl Yeniçe­ri Ocağı 'nın yapısını kökten değiştirecek yeni uygulamalar baş­latmıştır.

Örneğin , daha III . Murad döneminde, Yeniçeri Ocağı 'na yal­nız devşirme Hıristiyan çocuklarının alınması ilkesini çiğnete­rek, birtakım yakınlarının "Şeh:::ade Mehmed' in siinnet dii.�ii­niinde hi:mette hulwıduklan için " Yeniçeri Ocağı 'na alınmaları konusunda Sultan III. M ura d' ın gerekli buyruğu vermesini sağ­lamışlardır.

Daha sonra, gene I I I . Murad döneminde İran ve Avu sturya savaşları sırasında da, bu kez "yeterli sayıda dCl'şimıe Hıristi­yan çocuğu hulunamadı,�ı " gerekçesiyle, bazı Müslüman ço­cuklarının Ocağa "kul kardeşi" adı altında alınmasını başarmış­lardır.

W ı

Page 97: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Nitekim Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarş ı l ı da, bu nedenler­Ic " Yeniçeri Oca,� ı ' nın asıl bo::ulnw,�a haşlaması /11 Murat/ ::u­manuıdan itibaren olmuştur diye yazmaktadır. ( Osmanlı Tarih, c-3, K-2, s .274)

Nitekim Ko�·i Bey de, bu olayı öfkeli bir dille, "Bu tarikle ye-11/ �·en ocu.�ı ' na su kodu/ar. Oca,�ın parlaklı,�I , gii::elli,�i ı ·e kanu­nu gilfi O tarihten beri oca,�a. milleti ı ·e me::lıebi bi/inme:: şehir o,�lanlan . Tiirk, Çingene, Tatar, Kı"irt, La::, yöriik, katıru, del 'c­ci, lwnmwl, a,�dac 1 , yankesici kat ılı p, ayin erkan bo::ul d 11. Ka­nun, htide yıkıldı . diye anlatmaktadır layihas ı 'nda.

Prof. Mustafa Akdağ' ın , ' 'Tı"irk Halkınlll Dirlik ı ·e Dii::enlik K al'gw·ı " adlı çalışmas ın daki saptamalarma göre de, d Cl' Şii-me olmayan bu kişi lerin bir kısmı, tarihe "Sulıte ayaklanma/an " di­ye geçmiş olaylara katılan medrese ö,�rencılerinden ( Suhre' ler­den) bazılarıdır.

Yani, tıpkı bugün şeriatçılarımızın İmam Hatip Lisesi 'ni biti­renlerinde de Harp Okuluna al ınması için çırpınmaları gibi, u le­ma da, ta XVI. yy. ortasında Yen içeri O ca,� ı ' nuı Acemi Oğlan­lar ve Enderun okullarının elinden alınıp medreseleştirilebilnıe­si için özel çaba harcamıştır galiba.

Bil indiği gibi, kapıkulu denilen ve Osmanlı hazinesinden maaş alan askerler yalnız yeniçeriler değildir. Cebeciler (ok, yay, kalkan, mızrak, cebe-zırh-, tüfek, barut , kurşun vb. gibi sa­vaş gereçlerini üreten, koruyan, onaran, savaşta cepheye getiren askerler), topçu/ar. top arabacılan . Altı böhi� halkı den ilen su­variler, tersane halkı denilen denizciler, s ınır boylarında görev­lendirilimş akıncılar, deliler vb. kapıkulu raifesi de Osmanlı ha­zinesinden maaş almaktadır.

Dolay ısıyla, u lemanın, artık devşirn1e olmayanların da atan­masını sağladığı yer, yalnız Yeniçeri Oca,�ı da değildir.

Nitekim, Kcltip Çelebi ' nin verdiği bilgilere göre, Kanuni ' den sonra öteki kadrolar da hızla şişmiştir. Örneğin, "Kanuni Sultan Sı"ileynwn · ın son :: amanlannda derfet lw::inesinden 11/(WŞ alan­Iann m(' l 'clldu .JO 400 iken" l l l . !VIurad döneminde bu rakam neredeyse bir kat artın ı � . 1595 ' dc 8/ 87rJ " i . / 609 ' da 9/ 2(fl " ri .

lJI

Page 98: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

l l Osman döneminde de yii: hini hu/muş" ıur. Yeniçeri Ocağ ı ' ndaki asker sayısı da, Prof. Uzunçarşı l ı 'nın

yaptığı hesaplara göre, "Kanuni döneminin sonuda, ll. Selim ' in tahta çtktştnda /] 300 iken . ///. Murad döneminde birden 27 hi­ne çtknuş, XVII. yy. başlannda 37 600 ' ii !m/muş . IV Murad dö­nemine gelindi,�inde tam 46 hine ulaşmışttr. " (Osmanlı Tarihi , c-3 , K-2 ,s .275-335)

Bu artışla, yeniçeriliğin Osmanl ı ' lardaki ücretli tek devlet görevi oluşu da, elbette büyük rol oynasa gerektir. Çünkü, İmpa­ratorluğun söz konusu yüzyılda içinde bulunduğu ekonomik ko­şullar da düşünülürse, Ocaklı olmak gerçekten de tam anlamıy­la bir güvencedir, bir ayrıcalıktır. Bu nedenle de, artık devşirme olmayanların da ocaklara alınmaya başlanıldığı duyulur duyul­maz mutlaka çok sayıda kişi çeşitli şekilllerde başvurmuştur. Ocaklı sayısının bunca kısa sürede bunca çok artmasına bakıla­cak olursa, bu atamalarda rüşvet de büyük rol oynamıştır mutla­ka. Nitekim, Prof. Uzunçarşıl ı da, "Osmanlt Deı 'leti Teşkilatl ll­dan Kaptku/u Ocak/an" adlı çalışmasında, bu yeni uygulama­nın, öteki görevlilerle birlikte Sarayda söz sahibi u lema için de "yeni hir gelir kayna,�t yaulfft,�ll l l" belirtmektedir.

Koçi Bey de, IV. Murad'a sunduğlı o ünlü /ayihas ında, I I I . Murad' ın başlattığı bu uygu lamayı yerden yere vururken, Yavuz Sultan Selim' in Mısır Seferi sırasında, defterdan n, l ı azine adına bir bezirgandan 60 bin filorin borç aldığını , daha sonra ödemek için çağırdığında da, bezirganın; "Padişahmun t'ilkcsindeki ma­/mı nu'i/kiim haddinden fa:/adtr. Lakin hir oğlumdan haşka kim­sem de roktur. Vndi,�im hu 60 hin filorin deı·letin olsun , yetn ki Su/talllnt o,�luma iki akçe ulufe/i hir cehecilik IHt_�tşlasll ı . de­mesi üzerine de durumu Padişaha ilettiğini, ancak Yavuz Sultan Selim ' in dehşetli öfkelenerek; "Şimdi hiiyiik atalanmill ruhu için hepinizi kat/ednim. Lakin, halk aras111da Sultan Selim Han hir he:irgôm malt için ö/diirtmiiş diye dedikodu çtkmasmdan korkanm. Yoksa, hepini:i ga:ahtnun ktltuy/a /okma /oknw eder­di m . Te: . he:irgônm parast rnilsin.1' Bir daha da hu i,�renç ya­ratt.�m teklifinden .1/i: etmeyin yammda lı,-ini:.dcn ltcr kim ki he-

Page 99: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

nim hu temi: ku//annıtn aras111a höy/e yabancılan sokmaya kal­kışır. fe/ah hu/nıasm t ' ' diye lanetlediğni anlattıktan sonra, "Be­:ir,�flna 60 hi n jilorisi derhal iade edildi. Lakin şimdi altmış hi n de,�il. altmış filoriye altı ceheci tayin ederler. " diye yazmakla­dır.

Daha önce bütün yeniçeriler evlenmemek ve kışlada yaşa­mak zorunda oldukları hald��-iİlMÜraddöneminde bÜ düzen de bozulmuştur. Artık isteyen i�teci'igfy��dekalmakta, hatta bazıla­rı çarşı ve paza-rda esnaflık bile yapmaJ.aad.ırlaı:. Dolayısıyla, za­ten savaşçı olmayan bu yeni ocaklı ların çoğu seferlere de katıl­nıamaktadır. Sefere kat ı lanlar arasında da cephede savaşmak ye­rine, cephe gerisinde salaş barakalar kurup ticaretle uğraşanlar bile olmaktadır. Örneğin, Hotin Savaşında, geride kalıp alış ve­rişle uğraşan, kahve işleten bu yeni ocaklı ların salaş işyerierini Mehmed Emin Paşa yıktırıp, yevmiyelerini kesince, derhal ayaklanan bu yeniçeriler, "Kahvecimi::in salaşını yıktırmak, hi­:e var [?if demektir. Vezir-i azam tayın ımı::ı kesti ve hi:i istiska/ etti, yem ı ·e yiyecek ı ·ernıeyip orduyu perişan etti. diyerek top­luca İstanbul ' a dönüp, kazan kaldırmışlardır.

N itekim, daha 1 62 2'de Lehistan Savaşı bozgunundan dönüş­te , SÜitan�tr·osman���dU"i'1"i:ii'-i�'duruİnu�u anlayabilmek için

·--�-··<;· .. -·- . . . yaptırdıgı yoklamada, kışlalarda rrievcut yeniçeri sayıs ı i le maaş defterinde kayıt l ı yeniçeri sayısının çok farkl ı olduğu görülmüş ve böylece birçok kişinin kıŞİaya bi le uğramadan ulufe aldığı veya bazı kişilerin o lmayan askeri' varmış gibi göstererek maaş­larını ceplerine attıkları anlaşılmıştır.

Sul tan I I . Osman ' ın ölmeden önce u lemanın yüzüne "Bu fit­ne erhahuu si: tahrik itnıişe hen:ersi: l " diyerek açıkca belirtti­ği gibi, bu durumun ortaya çıkmasından huzuru kaçan ve çıkarı bozulan u lema da derhal gerekli düzenleri kurup askerin kazan kaldırmasını sağlayarak Osmanlı tarihinde ilk kez bir sul tanın tahttan indiri lip öldürtülmesini gerçekleştirmiş lerdir.

Bu tarihten itibaren de, Yeniçeri Oca,�ı gerçekten. zengin u le­manın artık istediği zaman kiralayıp saray içi darbelerde key fin­ce ku l landığı bir ta�enın kuru luştur sanki, sözcüğün tam anla­mıyla.

l)l)

Page 100: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Örneğin Sultan I I . Osman ' ın tahttan inciiritip öldürülmesinin lıemen ardından da bu kez Mere lliiserin Paşa, "Oca,�ın ileri gelenleri ile Ondiirdiincii hö/iikten Tophaneli A lımed Çelebi ' nin eı ·inde hir gi:li göriişme yapıp" Hadım Gürcü Mehmed Pa­p 'nın yerine kendisini yeniden sadrazamlığa getirmeleri hal in­de " Yeniçeri kışiaiannın her birine yimıiheşer hin ak�·e ı ·e hö­/iikhaşılara ikişer yii:: filorin re ha::ı/amıa daha ::iyade ı·e adı gi:li tutulan iki hö/iikhaşıya da onar hin altlll ı ·ermeyi" kabul ederek aniaşmış ve gerçekten de Yeniçeri ler daha ilk ' 'diıwı gii­nii saha/ı çorha i�·meyip ka::an kaldırarak" , göreve gelmesinden tam 5 ay sonra Sadrazam Hadım Gürcü Mehmed Paşa 'y ı ayak­larına çağırmış ve "Bre Paşa. haşımı::da seni istemesii::! Çiinkii, hadım tmfesinden birisinin ı·c::arette hu/wınıasına u1::1 ge/me­sii::.' Anlaşıldı mı ? Yoksa. hmı�·er iişiiriip seni para/an::! " diye tehdit ederek mührü elinden almışlardır. S onra da Sultan Musta­fa'nın huzuruna çıkıp, Mere Hüseyin Paşa'nın ikinci kez sadra­zamlığa getiri lmesini gerçekten de sağlamışlardır, vakanüvisle­rin yazdıklarına göre.

Bir paşa konağında aşçı iken yeniçeri ocağına girmeyi başar­mış ve çalıp çırpıp hızla vars ı l laşarak rüşvetle kendini Mıs ır va­li l iğine getirtip paşalık sanı da almış, uyanık biri olduğu kuşku­suz Mere Hüseyin Paşa da, yalnız sözünü tutmakla yetinmeyip, "Ocak ::ahir/erine hi/' atlar giydirip, askere koyun parası Fere­rek. a,�a kapısına hin kelle şeker göndermiştir" teşekküriye o la­rak. . .

Görüldüğü gibi, Yeniçerilik, Batının gelişen sava� teknoloji­si ve yöntemleri karşısında yenik düşüp, artık yeni yerler fethe­dip zengin yağma olanakları bulamadığı için önemini tam yitir­mek üzereyken, bu kez de önüne iç politikada silalılı taşeron bir kuruluş olarak rol alıp zengin rüşvetler elde etme fırsatı çıkmış ve yeniden önem kazanmıştır.

Bu nedenle, Mere Hüseyin Paşa da, ocakl ı l ara yalnız rüşvet vermekle kalmay ıp, ası l esanıe defteri ticaretine, yani yeniçeri sayısı s ın ırl ı olduğu için değeri hergün biraz daha artan maaş cı'i::danı ticaretine devletin göz yummas m ı sağlamışt ır galiba.

ı ( ) ( )

Page 101: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Çünkü, o tarihten sonra bu kez de esame defteri (maaş cüzdanı) ticareti alabildiğine yaygınlaşmıştır gördüğümüz kadarıyla.

Yani, rüşvet veya başka yollarla kendisine arka çıkacak bir ulema bulup da ocaga' kaydıı1ı yaptır ma yı başaran kişi, üç aydan üç aya gidip ulufesini kendisi alabi ldiği gi bi, isterse bir tef eciye toptan veya belirli bir süre iÇin maaşını (esc;me dej(erini) kırdı­rabilmektedir.

Ayrıca, ölenlerin veya başka nedenlerle ocaktan ayrılanların adları da çoğu zaman defterden si linmemekte ve esame ka,�ttla­n (defteri) tefecilere satılmaktadır. Bu kağıtları satın alanlar, u lufe dağıtılırken, ellerindeki kağıtları göstererk, kuşkusuz ocak ağalarına gerekli rüşveti de verip, gerçekte olmayan yeniçeriie­rin maaşlarını da alabilmektedirler böylece.

IV. Murad, atası I I I . Murad döneminde önce kıilo,�lu, kul kar­deşi, a,�a çtra,�t vb gibi masımı adlar a ltında alınmaya başlanıl ­mış bu devşirme olmayanlar yüzünden yarım yüzyı l g ibi kısa bir süre içinde hızla yozlaşarak artık iç politikada kiralık zorba bir güç durumuna düşmüş Yeniçeri Ocaklarını tekrar eski saygınlı­ğına ve gücüne kavuşturabilmek için, devşirme düzenine yeni­den dönülmesi amacıyla birtakım girişimlerde bulunmamış, "hatta deı·şirme işine hile kanşttran ve rüşvet alan iki devşirme memurunu idam ettirmemiş" değildir. ( İs lam Ansiklopedisi, c-3 ,s .565)

Ama hiçbir şey değişmemiş, yozlaşma daha da hızlanmıştır. Örneğin, yukarda da belirttiğimiz gibi, IV. Murad döneminden topu topu çeyrek yüzyıl sonra, yeğeni IV. Mehmed (A vcı Meh­med) döneminde devşirme usulünden bütünüyle vazgeçilmiştir, gördüğümüz kadarıyla.

Gerçi, deı ·şirme usulünün hangi tarihte kaldırıldığına dair gü­nümüze ulaşmış bir belge yoktur, tarihçilerin bel irlemelerine gö­re.

Ancak. Osman Nuri Ergiin , "Tiirkil'e Maari(Tarihi ' ' adlı de­ğerli <;alışmasında, bu devşirme H ıristiyan çocuklarının Türkleş­t i r i lmes i ve Müslüm;mla�tır ı lması için özel olarak kuru l ıııuş Ace111i O,�! an/w Oca.� t · n ın 1 (ı(ı5 ' tc kapatıldığın ı he lirımekte ve

I l l i

Page 102: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

"1665'te mevcut ağalardan (öğrencilerden) hazi/an Enderun-u "'»V,,•-:,,<,.-�'-'i� �l""\100<'-<' Hümayun' a, hazrian da sipahi ve silahtar bölüklerine gönderi-lerek acemi o,�lanlar ocaklan kapatılmış, binaları da medrese­ye döndürülmüştür. " diye yazmaktadır.

Dolayıs ıyla, bu okulun kapatıl ış tarihini , dev�irme usulüne son veri liş tarihi olarak da değerlendirmek, gerçeğe pek de ay­kırı düşmese gerektir bizce.

Ayrıca, Mehmet Zeki Pakalın, Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü 'nün ' "Devşirme" maddesinde, bu okulların kapatılma­sından yedi yıl sonra 1 672 'de Kara Mustafa Paşa 'nın Polonyalı­larla imzaladığı Biieaş Antiaşması 'nda da, artık deı -şirme topla­nı lmayacağına dair bir madde bulunduğunu bel irtmektedir.

Bu gerçeği, ocaklı sayısındaki büyük dalgalanmalardan çı­karmak da olanaklıdır galiba.

Yukarda da değindiğimiz gibi , örneğin, Kanuni 'nin son y ı l la­rında 40400 olan ocak lı sayısı IV. M ura d' ın tahta çıktığı günler­de yüzbini çok aşmış, yeniçeri sayısı da 1 2 300'den 46 bine u laşmıştır.

Naima Tarihi 'nde anlatıldığına göre, bu durum karş ıs ında şa­şıran ve yeniçeri ocaklarının yeniden eski gücüne kavuşturula­bilmesi için mevcudun derhal azaltılarak, tekrar devşirme usulü­ne dönülmesi gerektiğine karar veren IV M ura d, eski yeniçeri katiplerinden Mehmet Efendi 'y i huzuruna çağımış ve 'Baka hi­re' Ocak defteri ho:ul muş olup , yeniçeri ler aras ma reayamn ço­luk çocukları , hamal, ırgad makulesi adamlar kanşnuştn: Bım­lan temi:le. Benim bilgim olmadan deftere hir kişi hile ya:ma! Yoksa, ke//eni uçururıtm!" diyerek yeniden yeniçeri katipliğine getirmiştir.

Ancak, sefer sırasında Tokat ' ta , "Padişalıımın huvru,�u ı -ar, yapamam. diyerek Sadrazam B oşnak Hüsrev Paşa ' nın bazı adamlarının ocağa kaydedi lmesine karşı ç ıktığı için, derhal gö­revden alınmış ve yerine o adamları hemen ocağa kaydeden Os­man Efendi getirilmiştir.

Ne var ki, Osman Efendi ' nin de, İstanbu l ' a döner dönmez, pacliph buyruğuna aykırı davrandığı için hemen kellesi vurul­mu�tur.

1 02

Page 103: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

İ lginçtir. Boşnak Hüsrev Paşa da, ola ki bu nedenle, güya ye­ni atandığı Diyarbakır valiliğine gidiyormuş gibi İ stanbul ' dan bir gizli görevle gönderilen Murtaza Paşa tarafından, daha To­kat'dayken öldürülmüştür.

Bu ödünsüz tutumuyla da IV. Murad, ocaklı sayıs ın ı . Kiltip Çelebi 'nin verdiği bi lgi lere göre kısa sürede yarı yarıya azalta­rak yüz küsur binden elli bine, yeniçeri sayısını da 46 binden 1 7 bine indirmiştir.

Ama bu sayı, IV. Mehmed döneminde, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın bozgunla sonuçlanan Viyana kuşatması ve ar­dından patlak veren savaşlar gerekçe gösterilerek hızla artırılını ş ve XVII. yy. sonlarına doğru yeniden yetmiş bini geçmiştir.

Bilindiği gibi, bu "lanetli" yüzyılın son sul tanı I I . Mustafa, 1 695 'te amcası II. Ahmed' in ölümünü duyar duymaz, hemen sa­ray kapılarından birinin önüne bir taht kurdurtup, kimsenin ge­lip kendisini sultan i lan etmesini beklemeden çıkıp oturmuş ve sadrazaını çağırarak; "Padişahların hangisi zevk-ii safaya ve ra­hata düşmüşse, tehaa rahat yüzü görmemiştir. Bundan dolayı zevk-ii safa ve rahatı kendime haram edip, büyük atanı Sultan Süleyman gihi bizzat ordunun başına geçip sefere çıkacaRınt. Ordu tez hazırlansın!" diye buyurmuştur.

Ama sadrazam, devletin ileri gelenleri, vezirler, u lema he­men; "Aman su/tanım! ?adi şahların ordunun başına ge�·ip se­fere çıkmaları devlet bütçesine büyük masraflar getirmektedir Halbuki yeniçeri/erin ulufe/eri için hile para yoktw: Memleket harap, reaya herhat olmuştur. Şu an hazinede hir sultanın sefe­re çıkmasına yetecek para ne gezer. . . diyerek yalvar yakar ol­muşlardır Sultanı bu sevdadan vazgeçirebilmek için.

imparatorluk, gerçekten de Sadrazam Merzifonlu Kara Mus­tafa Paşa'nın cihangir olma tutkusu uğruna 1 683 ' te giriştiği Vi ­yana kuşatmasından bu yana tam 1 2 yıldır, önce üç, sonra dört devletle aynı anda savaş halindedir ve ardı ardına büyük yenil­giler alını� . düşman neredeyse Edirne önlerine dek gelmiştir. Köprülüzadc Fazı! Mustafa Paşa 'nın sadrazamlığı sırasında ba­zı ba�arı lar kazanılmamış, düşman Bal kanlardan çıkarı lmaın ı �

1 03

Page 104: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

da deği ldir ya, y ı l lardır süren bu savaşlardan dolayı hazine söz­cüğün tam anlamıyla tamtakırdır. Ne var ki, Sultan II. Musta­fa 'y ı . büyük atası Sultan Süleyman gibi ordunun başına geçip sefere çıkmaktan alıkoymak gene de mümkün olamamıştır.

Gerçi, I I . Mustafa da, ilk iki seferinde birtakım başarılar ka­zanmı ştır. Ama ne var ki, üçüncü sef erde, 1 697 ' de Zanta sava­şında büyük bir yenilgi alınmıştır gene. Ve çaresiz, ı 6 yıl süren bu savaşlarda büyük zarariara uğranılmış , birçok toprak yitiril­miş o lmasına karş ın, ı 699 ' da Karlofça antiaşması imzalanmış­tır.

N itekim Prof. İsmail Hakkı Uzunçarş ı l ı da, bu büyük yenilgi­nin nedenlerini araştırırken, sorunun "Devşirme kanununun 1683 seferim/en önce kaldmlnuş olmasuıdan" kaynaklandığını, bu durumun da yeniçeri ocaklarının yapısının kökten değişmesi­ne yol açtığını belirterek, " Oca,�a her smıftan asker ya:ı ldı,�ı için Ocakta dii:::en (disiplin) kalnul(/ı,�ı gibi, bu toplama ta/imsi: kuvvetler çok defa kaçmaktan ı•e _W(�madan başka bir şey yap­madıklanndan saı·aşlarda yenilgiden başka SOiliiÇ almak hemen hemen mümkün olmuyordu . " diye yazmaktadır.

Çünkü, devşirme usulünün kaldırılması ve acemi oğlanlar ocağının kapatılması yüzünden artık yeni asker yetiştirilmedi­ğinden, ocaklar da asker açıklarını "sefer/erde hariçten toplama efrad ile" (erlerle ) karşılamaktalar, ancak ":::abt-11 rabt bilmeyen (disiplin tammayan) bu giirüh (siirii ) nwharebede çok defa hmp etmekten ziyade esnaflık ı•e çapulculukdan başka bir iş görme::: oldı(�ll" için, vatan savunması gene "eski yeniçeri çocuklarına kalmakta" dır. Ama ne var ki, bunlar da artık birliklerde küçük bir azınlık durumuna düştüklerinden ":aman :::aman bu baldırı çıplak gı'inlha tabi olmak :::omnda" dırlar.

"Ocak ni:amının bo:::ulma.wım sebeplerinden birisi de , ocaklı/an n esôme denilen maaş cii:danlanmn alınıp satılması­na miisaade edilmesidir: Bu esôme , yani ct"i:danlar kırdırı/mak suretiYle hariçten satın alınarak. alanlara karh bir gelir temin etmektedir " (Osmanlı Tarihi, c-4, B-1 . s .(ı ı 9)

' 'Ocak a.�alannm re hariçten bir lıarli kimse ilc del 'let rica-

1 04

Page 105: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

li ı ·e ULEMA' nuı höy/e satın alınmış hir hayli esôme ka,�l(/ı mr­dır "

Örneğin, 1 772 yılmda samş sırasmda cephede ölen ordu kadısı . u/emadwı Nimet Ef'endi' nin. terdesinde höy/e hir hayli, giinde hin ih rii::: akçe gelir getirir esôme ka.�l(/ı çıkmıştır. " (a.g.e . , s .62 1 )

"Bundan dolayı ocak a,�a/an ve ocak :::ahir/eri cephede ı ·eya hir haşka yerde yoklama yapı/masma, eratm sayı/nıasma i:::in ı·ermemektedirler · · Çünkü. "u/uf'e defterinde kayalı ı·e derietten maaş alan askerlerin ancak dörtte hiri cepheye gitmekte, öteki­ler riişı ·et l 'e iltimas/a istanbul'da kalmayı haşarmaktadırlar. "

Yeniçerilerin zaten neredeyse tamamının dışarda bir işi ve evi vardır. Osmanlının küçümsediği kasaplık, hama//ık, te/la/lık, kayıkçılık, manavlık, tel/ak/ık , kahveeilik filan gihi siifli işleri yeniçeriler yapmaktadır artık. B u yüzden, sefere katılmak bir yı­kım olmaktadır onlar için.

Bu savaşlarda da, eskiden devşirme çocuk toplamaları için Hıristiyan bölgelere gönderilen, adına serdengeçti veya turnacı­başı dedikleri gözü kara ve ağzı kalabalık yeniçerileri, çaresiz bu kez Anadoludaki il ve kazalara sık sık gönderip bayrak açtı­rarak, davul vurdurarak, toplayabildikleri haşıho:::uk/arla ordu­nun açığını kapatmaya çalışmışlardır güya.

İşte bu nedenlerle, Sadrazam Amcazade Hüseyin Paşa da, Karlofça Antlaşmasının imzalanmasından sonra, i lk işlerden bi­ri olarak Yeniçeri Ocağı'nın temizlenmesi girişiminde bulunmuş ve 1 70 1 'de yayımlanan bir fermanla, " Yeniçeri Oca,� ı · n m o sı­ralar yetmiş hi nden fa:::/a olan mevcudu yan yarıya a:::a/tı/arak 34 hine indirilmiştir" tir.

Fakat, büyük bir olasılıkla Karlofça Antlaşmasıyla birlikte Avusturya, Lehistan ve Yenedi k ile 25 ' er yıl l ık, Rusya ile de 3 y ı l lık ateşkes anlaşmalarının imzalanmış olmasının sağladığı barış ortamında, üstelik Yeniçeri Oca,� ı · 11111 hanştaki meı 'Clu!u diye ilan edi lerek asker sayısının b irden 34 bine düşürülmesi belki kazasız belasız gerçekleşt irilmiştir ya, ne yazık ki bu önlemlerin ömrü pek de uzun sürmemi�tir. Çünkü. aynı yüzyı lın

j ( ))

Page 106: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

ortalarında Yeniçeri Ocağı 'nın mevcudu yeniden yetmiş bini geçmhtir, gördüğümüz kadarıyla.

Üstelik, Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı 'nın "Osmanlı Devle­ti Teşkilatından Kapıkulu Ocakları" adlı çalışmasında verdiği bilgilere göre, yeniçeri sayısının hızla artmasının önemli neden­lerinden biri olan "e same defieri ticareti" de, bu yüzyılın ilk ya­rısında, I. Mahmud döneminde, 1 739 'dan itibaren devletçe de resmen tanınmış ve serbeslee alınıp satılmasına izin verilmiştir.

Yeniçeri Ocağının Ulemanın Öcüsü Haline Dönüşü . . .

Görüldüğu gibi, Yeniçeri Ocağı ' nın savaş teknikleri i le araç ve gereçlerinin, Batı l ı ların yeni ateşli silahları ve düzenleri kar­şısında artık çağdışı kalınağa başladığı I I I . Mehmed döneminde, 1 596'daki Eğri Savaşı bozgununda belli o lmuş, eski görkemli savaş gücünü tamamiyle yitirdiği de, aslında II. Osman döne­minde, 1 62 1 ' deki Hotin savaşında bütün açıklığıyla gün yüzüne çıkmıştır.

Ama ne var ki, ta 1 575 ' lerde Saray içi iktidarı ele geçirmiş olan ulema, bu gerçeği açık açık gördüğü, çok iyi bildiği halde, ilginçtir 1 826 'da, II. Mahmud' la anlaşarak kapatılmasına karar verinceye dek, tam iki yüz el l i yı l boyunca Yeniçeri Ocağı'nın iyileştirilmesi konusunda hiçbir girişimde bulunmamıştır.

Hatta, ordunun iyileştirilmesine çalışmak şöyle dursun, yu­karda da açıklamaya çalıştığımız gibi, tam karşıtı, fetihlerin ar­dı kesil ip, hazine parasal sıkıntıya düşmeye ve ü lkede birtakım toplumsal olaylar patlak vermeye başlayınca, sorunun, ordunun tirnar sistemiyle sağlanan kesiminden kaynaklandığına karar ve­rilerek, daha Kanuni döneminde başlatılan, Sadrazam Sokullu Mehıned Paşa tarafından III . Murad döneminde de sürdürülen, ikta sistemiyle ilgili girişimler, Sarayda iktidarı ele geçiren u le­maca derhal kundaklanmıştır.

Üstelik, yalnız bu girişimleri durdurmakla da ka lmamışlar, ikta sistemini asıl amacından saptıracak şekilde, önce tirnarların gazilere dirlik o larak verilmesi geleneğini değiştirip. boşalan ti­nıarları veya henüz dağıtılmamı� yeni yerleri artık n111kataa u su-

ı ()(ı

Page 107: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

lüyle açık artırmaya çıkararak dağıtmaya başlamış lar, daha son­ra da, 1 599 ' lardan itibaren timar (d irlik) sahiplerinin askeri hi:­met (saraş halinde orduya asker g6ndernıek) yerine tinwr gelir­lerini ha:ineye ödemeleri için haskt yapmaya başlamışlardır. (Prof. Niyazi Berkes, Türkiye İktisat Tarihi, c-2,s.205)

Öyle ki, henüz 14 yaşındayken elinden tutup tahta oturttuk­ları çocuk sultan I l . Osman ' ın, bir heves le ordunun başına geçip çıktığı Lenistan seferinden, hiçbir başarı elde edemedikleri için kırgın döndüğü Yeniçeri Ocağı 'nda artık birtakım " ts/ahat" gi­rişimlerinde bulunulması gerektiğini yüksek sesle düşünmesine ve çocukca kırgınlıkla da Ocak'ta sayım yaptırmasına bile ta­hammül edememişlerdir.

Derhal birtakım entrikalarla, Sultan, en iyi savaşçıların Mısır ve Şam'da bulunduğuna, dolayısıyla Yeniçeri Ocağı 'nda bir ts­/ahat y apmak yerine, Mısır ' a gidip yeni bir ordu kurmasının da­ha doğru olacağına inandırı lmış , hatta yeniçerilerin kuşkulanıp ayaklanmamaları için de, gezinin sanki Hac gezisiymiş gibi açıklanması sağlanıp, Sultan ' a yalan bile söyletilmiştir. Böylece " ts/ahat" konusu ustaca gündemden çıkarıldıktan sonra da, el altından Sultan ' ın Hac 'a değil Mısır ' a giderek, orada yeni bir ordu kuracağı ve başına geçip İstanbul ' a dönerek Yeniçeri Ocaklarını topa tutturup kapattıracağı dedikoduları ustaca y ayı­larak yeniçeriler kışkırtıl ıp ayaklandırılmış ve Sultan ' ın tahttan indirilerek öldürülmesi sağlanmıştır, kendisinin de ayaklanma s ırasında ulemanın yüzüne açık açık söylediği gibi.

Yani, ulemanın, ordunun yeniden eski gücüne kavuşturulma­sı amacıyla herhangi bir girişimde bulunması şöyle dursun, bu konuda bir başkasının girişimde bulunmasına da tahammülü yoktur, görüldüğü gibi. Üstelik, orduyu (veya Yeniçeri Oca,�t ' m ) iyileştirmek amacıyla herhangi bir girişimde bulunmaya niyetle­nenleri de, ilginçtir gene Yeniçeri Ocağı 'nın kendisini kullana­rak cezalandırmaktadırlar.

Kuşkusuz, yeniçerilerin de Ocağa yükleni len bu yeni işlev­den herhangi bir şikayetleri olmasa gerek ki, verilen görevleri gönü llü olarak derhal yerine geti rmektedirler.

Örneğin. "�·ocu,�wı sıt!tanlt,�t cai:dir. lakin mecnunun şer ' an

1 07

Page 108: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

mi: de,�ildir" şeklinde ulemanın verdiği bir fetva ile Divane I . Mustafa 'nın yeniden tahttan indirilip, yerine onbir oniki yaşla­rındaki IV. M ur ad 'ın tahta oturtu lması sırasında herhangi bir so­run çıkmadığı için Yeniçeri Ocağından herhangi bir görev isten­memiştir ama, IV. Murad ne zaman ki yirmi yaşına basıp, yöne­time el koymaya kalkışmıştır, çıkarı bozulan u lema hemen göre­ve çağırınıştır Ocağı.

B il indiği gibi, IV. Murad saltanatının sekizinci yılında artık yirmi yaşına basıp yönetimi ele almaya karar verir vermez, ilk iş olarak hemen Boşnak Hüsrev Paşa 'yı görevden alıp yerine Ha­fız Ahmed Paşa 'yı sadrazam yapmış, musahihlerinden Hasan Halife 'y i de yeniçeri ağalığına getirmiştir. Hiç beklemedikleri bu değişiklikler üzerine de, çıkarı bozulan ulema derhal hareket geçerek, yeniçerilerin "Bize Hiisrev Paşa' dan gayn serdar ge­rekmez!" diye ayaklanmalarını sağlamıştır.

Tam 1 7 kişinin kellesini isteyen yeniçeriler, önce Atıneyda­nı 'nda toplanmışlar, sonra Saray kapısına dayanıp içeri girerek IV. Murad'ı ayak divanma çağırmışlardır. Genç sultanın, bu 1 7 kişinin kendilerine verilmesinden yana olmadığını anlayınca da, " Verirsiz .. . Verirsiz . . . Elbette verirsiz. Yoksa, iş haşka olur!" di­ye tehdit etmişlerdir onu. Çaresiz, Sadrazam Hafız Ahmed Paşa huzura çağrılmış, ancak yeniçeriler Padişahın önünde birden üzerine saldırıp şehit etmişlerdir onu. Önce, biri arkadan bir kı­lıç darbesiyle başını ikiye ayırmış, sonra da hep birlikte üstüne üşüşüp, kı!tç ve hançer iişiirerek parça parça etmişlerdir Sadra­zamı. Bu olay karşısında dehşet içinde kalan Sultan, mendiliyle yüzünü kapatarak ağiaya ağiaya içeriye kaçmış ve ayaklanma­nın bir an önce sona ermesi için, başka umarı bulunmadığından, bütün bu olayların baş düzenleyicisi olduğunu bile bile Recep Paşa 'yı sadrazamlığa getirmiştir.

Ama, bu olayları bir türlü unutamamış ve yeniçerileri Recep Paşa ile birlikte kışkırttığına inandığı eski sadrazarnın Boşnak Hüsrev Paşa 'yı , gizlice planiayarak bir ay sonra, 1 63 2 yılı Mar­tında Tokat 'ta öldürtmüştür.

Bu olay üzerine, Sultanın kendi sini de kesinlikle bağışlama-yacağını anlayan Recep Pa�a, tek <;özümün IV. Murad ' ın tahttan

I OR

Page 109: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

indirilmesi olduğuna karar vermiş ve Yeniçeri Ocağı 'nı bir kez daha ayaklandırmıştır. Kazan kaldırıp, gene Saray 'a girerek Sul­tanı ayak divanına çağıran yeniçeriler: "Sen , Hii.1Teı· Paşa gihi yararlı hir ve::iri katiettirip kendi del'lerine yara açtın . Ce//at­lar/a birlikte . şimdi Hasan Halife' yi, Musa Çelebi ' yi, Defterdar Mustafa Paşa 'yı hi::e \'ermelisin . Gayri sana itimadınu:: kalma­mıştır. Sakın şeh::ade/ere de kıynuş o/mayasın . Çiinkii halk ara­sunta şehzade/eri ho,�durdu,�wıa dair de şayialar �·ıkmıştır. On­lar da hi::im efendimizin o,�u//andır. Şeh::ade/eri çıkanp hi::.e göster Yoksa i na nma:: ı:: . demişlerdir.

Küçük kardeşleri, dört şehzade B ayezid, Süleyman, Kasım ve İbrahim getirilerek gösterilmiştir. Ancak, bu kez de, "Sana gı'irenmezi::. Kefil isteri::! " diye tutturmuşlar ve güya Sadrazam Topa! Recep Paşa ile u lemadan Şeyhülislam Ahizade Hüseyin Efendi IV Murad 'a kefil olmuşlar da, böylece ayak divanı olay­sız kapanmıştır.

Ama, S araydan çıktıktan sonra, Hasan Halife 'yi , Defterdar Mustafa Paşa 'yı , Sultanın sevgili müsahibi Musa Çelebi 'y i , sak­landıkları yerleri bildireniere büyük ödül ler vererek yakalayıp Atmeydanı 'na getirip hemen öldürmü�ler, ardından da IV Mu­rad ' ı tahttan indirip yerine en büyük şehzade Beyezid' i tahta çı­karmak için hazırlıklara başlamışlardır. Ne var ki, Hasan Hali­fe 'nin yerine yeniçeri ağalığına getirdikleri Köse Mehmed Ağa ile asilerin elebaşılarından Rum Mehmed 'in, "Intikamımı::. ye­ta ince alınmıştır" diyerek karşı çıkıp, hazırlıkl arı Saraya haber vermeleri sayesinde olay bastırılmıştır.

B ir iki ay sonra da, herkesin eğlencede olduğu bir bayram günü, Sultan IV. Murad, sadrazam Recep Paşa'yı çağırtmış, "Gel hakalım topa/ ::or/w haşı!" diye kabul etmi�tir huzura. Sonra da, ilk ayak divanının yapıldığı gün dışarıya çıkmak üze­reyken, kendisine "Su/tamm ahdest alıp da öyle çıksaydmı::" dediğini anımsatarak, alaylı alayl ı Hele kôjlr. ahdest a/dm nu h i re ') " demiş ve hemen orada boğdurtup öldürterek. cesedini ka­pıda bekleyen adamların önüne attırınıştır. Böyle bir şeyi hiç beklemiyar o lsalar gerek ki, zorbalar Su ltanııı gazabmdan kor-

1 09

Page 110: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

k up. sessizce dağıl ıvermi�lerdi r hemen. Yukarda da belirttiğimiz gibi, Sultan IV. Murad daha sonra

da sanki bir ulema avına çıkmı�tır ülkede. Şeyhi.i l i s lam Ahizade Hüseyin Efendi'yi de, annesine gönderdiği bir pusulayı bahane ederek , oğluyla birlikte öldi.irtmüştür.

İktidarının en parlak döneminde, henüz 29 yaşına basmış basmamışken, IV. Murad' ın aniden hastalanıp ölüvermesinde de, ulemanın parmağı gerçekten hiç yok mudur acaba?

Çünkü, IV. Murad' ın bu ani ölümü üzerine, bizce hiç kuşku yok, camilerde, medreselerde, mescitlerde, türbelerde, tarikat dergahlarında gizli gizli çok sevinç duaları, teşekküriyeler okun­mu ş, kurbanlar kesi lmiş, sadakalar verilmiştir mutlaka, ulema­ca.

Üstelik, böyle genç yaşta hastalanıp öldüğü için de, ne ken­disinin tahttan indirilmesi konusunda, ne de, zaten hayattaki tek şehzade olan Deli İbrahim 'in tahta çıkarı lması konusunda Yeni­çeri Ocağı 'na gerek duyulmuştur.

Ama, Deli İbrahim de hacıların hocaların elinde artık iyice zıvanadan çıkıp, aklına estikçe sadrazam kellesi, ulema kellesi uçurtmaya başlayınca, ulema, onu da sekiz yıl sonra tahttan in­dirip, yerine en büyük oğlu yedi yaşındaki Mehmed' i babaanne­sinin kucağında getirterek tahta oturtabilmek için, gene Y eniçe­ri Ocağ ı 'nı göreve çağırmak zorunda kalmıştır.

Bi l indiği gibi, Sultan İbrahim, tahttan indirilmesinden kısa bir süre önce, 17 Eyl ü l 1 647'de, gene okunmak için bir hocanın evine giderken önüne çıkan ot yüklü bir köylü arabas ının yolu­nu tıkamasına dehşetli öfkelenmiş ve derhal Sadrazam S alih Pa­şa'yı çağırtarak hocanın evinde kuyu ipiyle boğdurtup öldürt­müştür.

Yerine sadrazaml ığa getirdiği Hezarpare Ahmed Paşa 'da, Pa­dişahın bu tutarsızlıklarını engellemeye çalışmak şöyle dursun, Prof. Uzunçarşıl ı 'nın dey imiyle "küpiinii doldurmak" için, ör­neğin SC/11 11 /r kürk ve anıber gibi tutkularını daha da kışkırtınca durum iyice kötüye gitmiş ve ulema, artık yeniçeri ağalarından da ri i � ,·e t olarak samur kürk istenilmeye başlanı lmasını fırsat bi-

ı J ( l

Page 111: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

J ip , 1 648 yı l ı Ağustosunda, Şeyhülislam Abdülkcrim Efendi'nin çağrısıyla Fatih Camii 'nde yeniçeri ağalarıyla bir ortak toplantı düzenleyerek, Sadra::.amın katlinin artık vacip oldu,�una dair fetva verip karar çıkartıp, Yeniçeri Ocağı 'nın ayaklanmasını sağlamışlardır. Yeniçeriler, önce Sadrazam Ahmed Paş a 'yı bu­lup öldürerek, cesedini Atıneydam 'ndaki çınar ağacının altına atmışlardır. Orada parça parça edildiği için de, adı tarihe, Fars­ça ' 'hin parça" anlamına Hezarpare olarak geçmiştir. S onra da, topluca Saraya gidilerek, Sultan İbrahim 'e salıanatının sona er­diği tebl iğ edilmiş ve yedi yaş ındaki oğlu kucakta getiril ip tahta oturtularak yerine sultan ilan edilmiştir. Bir odaya hapsedilen Sultan İbrahim de , onbir gün sonra öldürülmüştür.

Tahta çıktıktan sonra kardeşleri Süleyman, Selim ve Ah­med 'le birlikte sünnet olan çocuk S ultan IV. Mehmed' in salta­natının ilk y ı llarında ise, Yeniçeri Ocağı başkentten hiç ayrılına­yıp, sürekli sadrazam aziettirip sadrazam atatmıştır sanki . . .

Gerçekten de, Köprülü Mehmed Paşa'nın sadrazaml ığa geti­rildiği 1 656 yılına kadar, ilk 8 y ı l lık dönemde tam 1 3 kez sadrazam değiştirilerek, 1 6 yılda 14 sadrazanun atandığı IL M u­r ad döneminin rekoru bile kırılmıştır. Öyle ki, kendilerinden habersiz atanan Zumazen Mustafa Paşa ' nın sadrazamlığı topu topu 4 saat sürmüş, haberi duyan Ocaklılar ayaklanarak mührü elinden aldırtmışlardır hemen.

Bu dönemde ortaya çıkan bir başka yeni durum ise, artık sa­dece yeniçerilerin deği l , İstanbul 'daki s İpahilerin de iç politika­da etkin rol almaya başlamaları olmuştur, gördüğümüz kadarıy­la.

Örneğin, Hezarpare Ahmed Paşa'nın parça parça edi lip yeri­ne S of u Mehmed Paşa 'nın sadrazamlığa getirilmesi ve Sultan İbrahim 'in tahttan indirilmesinde Sipahiler de Yeniçerilerle bir­likte ayaklanmışlardır.

Ne var ki, İmparatorluğun artık iyice sınırlı kaynakları her iki grubu birden yeterince doyurmaya yetmemiş olsa gerek ki , daha ilk i şbirliğinde bozuşmalar ve Sultan İbrahim' i öldürmeyi de üstlendikleri için yeniçerilere kendi lerinden farklı davranı ldığı-

ı ı ı

Page 112: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

m ima ederek, "Padişahtmt:uı kat/i ne !tiiccet ii:ere olmuştur:)" (Sultan İ brahim hangi şer ' i hükme dayanılarak öldürtülmü�t(ir'?) " Ve:::ir-i a:am ile miifiiiden şer ' i damnu: mrdtr.1 deyip, bu kez de Sadrazam Sofu Mehmed Paşa'ya karşı ayaklanmışlardır, Prof. Uzunçarşı l ı ' nın verdiği bilgilere göre. Sadrazaının ve şey­hülislamın görevden alındıkianna dair padişah buyruğu bi le çı­kartmışlardır Saray'dan o baskıyla.

Ancak, Sofu Mehmed Paşa, "Emir padişahuıdtr Lakin kara­n a,�alar hiliir. E,�er a:limi:::i makul göriir/erse miilırii teslim ederii::: . diyerek hemen Yeniçeri Ocağı 'na sığmınıştır gene.

Yeniçeriler de, ola ki bu yeni konuıniarına bir ortak isteme­dikleri için, sanki o ana dek kendi leri bunu hiç yapmamışlar gi­bi, "Saraya !tiicum ile hall- l hiimaywı almak da nasil hir işmiş .? Ve:ir ı ·e mitftiiniin değil kat/edilmeleri, a:/edilnıelaine hile ra:1 de,�ii/ii:. Ti: dağ!lsmlar. Yoksa ciim/esini k1ran:!" deyip, hemen ayaklanmışlardır.

Sultan Ahmed alanına toplanmış sipahiler, dağılmak şöyle dursun, gönderilen habereiyi de öldürünce, yeniçeriler öfkeyle üzerlerine saldırmışlar ve aralarında kanlı bir çatışma çıkmıştır. Midhat Sertoğlu ' nun İs lam Ansiklopedisi 'ne yazdığı istanbul maddesinde belirtildiğinc göre de, "pek kan/1 hir şekilde hastl­n lan h u ayaklanmada 300 kadar acemi si pa lt i ö/miiş " tür.

Ancak ilginçtir, Naima Tarihi ' nde verilen bilgi lere göre de, Sadrazam Sofu Mehmed Paşa ile Şeyhülislam Abdülkerün Efendi 'nin yaşamlarını ve koltuklarını yüzlerce s İpahi kelle si uçurarak koruyan yeniçerilerden Koca Muslihuddin Ağa, Sİpa­hilerin suçlamalarını yanıtlarken, "Hal hi:im meşı ·aetimi:le ol­du , /c/kin kat/i hususunda reyimi: re miidalıa/emi::: yoktur. diye­rek, Sul tan İbrahim' i kendilerinin tahttan indirdiğini kabul et­miş, ancak öldürülmesi olayına kesinlikle hiçbir şekilde katıl­madıklarını, bu c inayeti bizzat ulemanın iş lediğini belirtmiştir.

Nitekim, bu olaydan kısa bir süre sonra Sadrazam Sofu Meh­med Pa�a ile yeniçerilerin de arası açılını�tır. Oysa, yeniçerilerin bir dediklerini iki cttirmemektedir Sadrazam. Ama, sİpahi leri de sar dı�ı etmi� olmanın özgüveniylc artık kendilerini daha üstün

1 1 2

Page 113: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

görmektedirler bazı ocak ağaları, dolayısyla dışardan birini rüş­vetle sadrazamlığa getirmektense, yönetimi bizzat ele almayı düşünmeye başlamışlardır.

Gerçekten de, Ocağın i leri gelenlerinden Kara Murat A,�a. önce çatışma sırasında kendisine sığınmış bir s İpahinin haber verilmeden öldiirtülmesini bahane ederek karşı gelmeye baş la­mış, sonra da Valide Kösem Sultan ' la anlaşarak, çocuk padişa­hın, sadrazamlığının daha dokuzuncu ayı dolmuş dolmamışken mührü Sofu Mehmed Paşa'dan alarak kendisine vermesini sağ­lamı ştır. Sofu Mehmed Paşa da, bütün maliarına ve paralarma e l konularak Malkara 'ya sürülmüş, orada öldürülmüştür. Kara Mu­rat Ağa da, Sadrazam Kara Mustafa Paşa olmuştur böylece.

Ne var ki, o yıl ramazan ayında kardeşleriyle birlikte sünnet edilirken kucağına alarak çocuk su ltanın kirvesi de olan Kara Mustafa Paşa 'nın sadrazamlığı, Ocak içinde birtakım kıskanç­lıklara ve sürtüşmelere neden olduğu için çok da uzun sürme­miştir.

Mührü alır almaz müneccim başı Hüseyin Efendi ' ye baktır­dığı yıldız falına göre kırk yıl sadrazamlıkta kalacağına yürek­ten inanarak göreve başlamışken, daha ertesi yıl Saraya gidip, "Aman su/tamm, zinhar miihrii yeniçeri ocağından hir haşka kimseye vermeyesin hir daha. Devletin son hu/mastna neden olursun diyerek mührü geri vermiştir, çaresiz . . .

Sadrazamlığa, gerçekten d e Saraydan biri, Melek Ahmed Pa­şa getirlmiştir. Ama onun saclareti de topu topu iki ay sürebi l ­miştir ancak.

Çünkü, Prof. U zunçarşı l ı 'nın verdiği bilgilere göre, hazine tamtakır olduğundan, göreve başlar başlamaz, tımariardan elde edilen gelirlerin yansım dirlik sahiplerinin 'hedef-i tımar adıy­la deı·/ete ödemelerini yasalaştırdığı için derhal Anadolu 'da ka­rışıklıklar çıkmıştır. (Görüldüğü gibi, Prof. Niyazi Berkes ' in yukariarda da alıntı yaparak belirttiğimiz- Türkiye İktisat Tarihi, c-2, s .205 'te 1 599 olarak verdiği bu tarihi, Prof. İ smail Hakkı Uzunçarşı l ı . Osmanlı Tarih i . c-3,K-2 s.400 'de 1 55 1 olarak \'er­mektcdir. Ancak. bu uygulama, doğrusu Avcı Mehmcd döne-

ı ı :ı

Page 114: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

minde başlamış olsa gerektir bizce de. ) Merkezde d e yeniçeri ağalarının oluru alınmadan hiçbir iş

yapı lmamaktadır. Bütün atamalar yeniçeri ağalarına verilen yüklü rüşvetlerle gerçekleştirilebilmektedir ancak.

Üstelik,artık iyice şımaran yeniçeriler u lufe ve rüşvetle de yetinmeyip, Arnavutluk'ta, Belgrad 'da filan kestirilmiş düşük ayarlı akçeleri İstanbu l 'da, Bedestan' da zorla satmaya kalkışın­ca, iş çığırından çıkmış, bu kez de esnaf ayaklanarak Sultanın kapısına dayanıp, Sadrazam ile 1 6 yeniçeri ağasının görevden alınıp öldürülmesini istemişlerdir.

Bunu haber alan yeniçeriler ise, ağalarının buyruğu ile gene derhal Atmeydan ı 'nda toplanmışlar ve Melek Ahmed Paşa 'nın yerine bu kez de bir başka yeniçeri ağasının, Kara Çavuş Mus­tafa Ağa'nın sadrazamlığa atanmasını sağladıktan sonra esnafı dağıtmışlardır.

Ne var ki, Kara Çamş Mustafa Ağa, "Mühr-ü hümôyrm aya­'�rma getiri/sin"' diyerek, almaya gitmediği için, derhal Siyavüş Paşa atanmıştır sadrazamlığa.

Ancak, Kösem Sultan, bu olaydan dolayı yeniçerilerin gön­lünün alınması gerektiğine inandığından, S iyavüş Paşa ile şey­hülislama Ocağa giderek ağaların güvenlerini kazanmalarının iyi olacağını söylemiştir. Bu buyruk üzerine Ocağa gelen Sadra­zam ' a da, Bektaş Ağa, "Bak paşa karmdaş! Sen hu işi ettin am­ma, iyi etmedin! Bizim müşaveremiz olmadan niçin mührü al­dl/1 ? Bundan höyle de hizi m meşveretimiz olmadan hir iş edeyim derse n, ı ·ezirli,�i edemezsin !" demiştir öfkeli öfkeli.

S iyavüş Paşa'da, sakin görünmeye çalışarak, "Padişah haz­retleri ne huyurursa, fermamna göre hareket ederim. Ferman padişahmdrr. Bizim de, sizin de hoynumuz ise krldan incedir · · demiş , hışımla dönmüştür saraya. Ardından yeniçeri ağalarının Ocağa onbin asker daha alınması yolundaki önerilerini de tartış­maya bile gerek görmeden geri çevirince, u lema ile yeniçeriler arasındaki ili�ki bütünüyle kopmuştur. İki taraf da, ötekini bir an önce temizleyebilmek için birtakım gizli anlaşmalar yaparak ha­zırlıklara başlamı�l ardır hemen. Kösem Sul tan ağaları, IV. Meh-

1 1 4

Page 115: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

med' in annesi Turhan Sultan da yeniçerilere karşı ulemayı des­teklemektedir.

Kösem Sultan ' ın kurduğu plana göre, yeniçeriler, açık bıra­kılacak kapıdan gece gizlice Saraya girerek, korumalarını temiz­leyip Sultan Mehmed ' i tahttan indirecek ve yerine Şehzade Sü­leyman' ı padişah i lan edeceklerdir.

Ancak, Kösem Sultan ' ın cariyelerinden biri kurdukları palanları gizlice haber vermiştir padişahın annesi Turhan S ul­tan'a. Bunun üzerine, hemen gerekli önlemleri alan Sultan ' ın adamları da ayak seslerini duyunca yeniçerilerin geldiğini sanıp sevinçle odasından çıkan Kösem Sultan ' ı y akalayıp, orada per­de ipleriyle boğup öldürmüşlerdir. Ardından, bütün kapılar ka­patılıp, Saray halkı silahlandırılmış ve Kösem Sultan' ın bütün adamlarının kellesi derhal uçurulmuştur.

Sabah da, bütün ulema, yöneticiler, vezirler Saray 'a çağrıl­mış ve ulenıadan Hanefi Ej'endi ile Hocazade Mesud Elendi ' nin önerisi üzerine Sultan Mehmed smıca,�- ı şeri/'i açtırmıştır, yeni­çerileri karşı halkı direnmeye çağırarak. Ve, ağaların katline fet­va verilmiştir.

Akın akın gelip Saray ' ın avlusunu, önünü, Atıneydam ' nı dolduran halka sipahilerle, kimi yeniçeri bölükleri de katı lınca, yalnız kalan ağalar yakalanıp görevden alınarak çeşitli i l iere sü­rülmüşler, sonra da kimi yolda, kimi gittiği yerde birer birer öl­dürülerek temizlenmişlerdir.

Bu olaydan sonra, gen;ekten de yeniçerilerin bir süre iç poli­tikada hiçbir etkinliği kalmamıştır gördüğümüz kadarıyla.

Nitekim, Prof. Uzunçarşı l ı 'nın verdiği bilgilere göre, S iya­vüş Paşa'nın yerine sadrazamlığa getirilen Giircii M e lımeel Paşa da, saclaretinin yedinci ayı daha dolmuş dolmamışken, çok yaş­l ı olduğu gerekçesiyle görevden alınıp, yerine Tarhoncu Ahmed Paşa 'nın getirileceğini anlayınca, yeniçerileri deği l , "sipahilcri tahrik etmiş" ancak bu girişimi duyulduğundan, derhal cezalan­dırılmış ve mühür el inden alınmıştır.

Okuması yazması da olmayan bu yaşlı Paşa' dan sonra, Sul­tan ' ın , "Bre Paşa. ne dersin : J Bu nıasanf'e para _ı·efişlimıeri la-

l l :'i

Page 116: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

ahhiit eder misin ? " diye açık açık pazarlık ederek sadrazamlığa getirdiği Tarlıoncu Ahmed Pa�a ile ardıl ı Dervi� Mehıned Paşa dönemlerine ise, birinin söz verdiği halde, kendi bütçesinden karşılamak yerine giderleri azaltmaya çalışarak yeniçerilerle si­pahilerin say ısmı dü�ürüp, donanmanın ödeneğini kesmeye kal­kışması üzerine Saraya çağrılarak sessizce öldürülmü�. diğeri­nin de birden hastalanıp felç geçirmiş olması yüzünden mühür kolayca alınıp veri ldiği için, zaten bir silahl ı güce gerek duyul­mamıştır.

Ama, Derv i� Mehmed Paşa'nın yerine sadrazamlığa getiri­len, tarihçi lerimizin okuma yazma bilmez, cahil, fakat kendini çok beğenmiş, şöhret düşkünü, bön biri olarak tanımladığı, o sı­ralar H alep valisi İbşir Paşa'nın elinden miilır-ii hiimayun' u ge­ri alabilmek pek de kolay olmamıştır doğrusu. Çünkü, sadrazam olduğunu öğrenir öğrenmez hemen başkente gitmemiş, sanki önce taşradaki ayaklanmaları bastırmağa çalışıyormuş gibi ge­rekçelerle Anadolu 'yu il il dolanıp, tam 4 ay sonra, ardında çe­şitli vaatlerle kandırılmış, tımarı elinden alınmış sipahilerden, işsiz kalmış segbanl ardan, levent de denilen çiftbozanlardan oluşan 20 bin kişilik bir serseriler ordusuyla dönmüştür İstan­bul 'a. Sanki sadrazamlığa gerçekten atanm ış olabileceğine inan­ınamaktadır. B ir tuzağa düşmemek için tetiktedir. Nitekim, bu nedenle olsa gerek ki, askerlerini Üsküdar 'da mevzilendirdikten sonra geçmiştir karşıya.

Padişahın, kendisini halası Ayşe Sultan' la evlendirmesi üze­rine de, o şımarıklıkla derhal zorbalığa başlamış ve ilk işi, rakip­lerinden kimini çe�itli oyunlarla İ stanbul dışına göndermek, ki­mini de öldürterek maliarına el koymak suretiyle saf dışı etmek olmuştur. Daha sonra da, kendi sinin sadrazamlığa getirilmesi ve başkentte bulunmadığı o 4 ayda mührün e linden geri alınmama­s ı için canıııı bile tehlikeye atan Kaptan-ı Derya Kara Murad Pa­şa ile sürtüşmüştür. Paşa'nın Sultan tarafından Saraya iki kez kendisine haber verilmeden çağrı lmı1 o lduğunu öğrenir öğren­mez ona da dü�nıan kesi lnıi� ye donamııanm ba�nıa geçip bir an önce scfere ç ıkması için düzenler k urmaya ba�la ııı ı� t ır.

l l (ı

Page 117: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Bu durumun farkına varan Kara Murad Paşa da, derhal kar­�ıgirişimlerde bulunmuş ve ilginçtir, kendisi de eski hir \'eniç·cri a,�ası oldu,�u halde ihşir Paşa 'yı sadra:amlıktan diişiirehilmek için Yeniçeri Ocağı ile değil , sipahilere haşl'llrmuş, onlarla iş­birliği yapmıştır.

Beraberinde getirip, Üsküdar'a yerleştirdİğİ sipahiler. seg­hanlar, leı ·entler de, hem kendilerine verilen sözlerin hiçbirinin tutulmamış olması, hem de Donanmanın İstanbul dışına çıkarı l ­masının hemen ardından kendilerinin de Yeniçeri Ocağı 'na kır­dırtılacakları dedikoduları yüzünden zaten Sadrazam ' a kırgın­dırlar.

Bu durumu iyi değrelendiren Kara Murad Paşa, Sadrazarnın gazabına uğramış öteki ulema ile birlikte gerçekten de ustaca, bu askerlerin Üsküdar 'dan İstanbu l ' a geçip Atmeydam ' nda top­lanarak ayaklanmalarını sağlamışlardır. Önce Sadrazaınla Şey­hülislamın konaklarını yağmalayan bu sİpahiler de, sonra Sara­yın kapısına dayanarak, mührün İbşir Paşa'dan alınıp, ikinci kez Kara M ur ad Paşa 'ya verilmesini gerçekleştirmişlerdir.

Kara Mustafa Paşa da, topu topu 3 ay süren bu ikinci sadra­zamlığında ilk iş olarak, hem Revarn ve Bağdat seferleri sırasın­da cepheden kaçtıkları için ad/an defterden silinmiş sipahileri yeniden ocağa aldırtmış , hem de yeni uygulamaya göre yaşlı ye­niçerilerin ölmeleri halinde yerlerine geçmek üzere "Ağa çırağı" adı altında Ocağa ücretsiz olarak yazdırdıkları ı ·eledeş denilen oğul larının veya yakın akrabalarının da yeniçeri olmalarını sağ­lamı�tır.

Böylece , Prof. Uzunçarşı l ı 'nın belirlemelerine göre, ' ' Tar­/umcu Ahmed Paşa ' mn sadra:amlı.�ı sırasında .mşumı pahasına 25 hi n 500' e i ndirmiş oldu,�u sipahi mevcudu \'eniden 50 hi ne 55 hi ne diişiirdii,�ii yeniçeri sm·ısı da RO hi nin ii:erine ç ·ıkmış " t ır.

Yani, bu kez de sipahiler al ikıran ba1kesen kesilmişlerdir Sadrazarnın ba�ına. Yüklü rü�vet lerlc sattıkları görev I ere atama­sı için her gün yüzlerce k i�iyi el lerinden t utup kar� ıs ın a dikil­mektedirler. Bir dedik lerinin iki cttiril mesine de kat lanamamak­tadırlar üstel ik .

Page 118: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Nitekim Kara Mustafa Paşa da bu yüzden, s İpahilerin zorba­l ığı karşıs ında daha fazla dayanamamış ve Sultan'dan Hacca git­mek için izin alarak üç ay sonra sadrazamlıktan istifa edip he­men ayrı lmıştır İstanbul ' dan.

Ardıl ı Sü leyman Paşa da sadrazamlığa ancak 6,5 ay dayana­bilmiş ve Sulutan ' ın bir eşref saatinde, artık yaşlandığı gerekçe­siyle görevden alınmasını sağlayıp, sİpahilerin elinden canını kurtarmış tır.

Çünkü, hemen ardından sadrazamlığa atanan Deli Hüseyin Paşa'nın G irit 'te bulunması nedeniyle, o gelinceye dek yerine vakil (geçici) olarak görevlendirilen Zurnazen Mustafa Paşa 'nın çeşitli dolaplarla ne yapıp edip miihr-ii h iimayun 'u ele geçirdiği haberi duyulur duyulmaz, sİpahiler derhal ay aklanmışlar ve Slu­tan ' ı ayak divam ' na çağırmışlardır kendilerinden habersiz yapı­lan bu atamadan dolayı . . .

Bu ayak diı ·am ' nda da, yanına vezirlerini v e u lemayı alarak ç ıkan Sultan ' a, tam 30 kişinin adının yazılı olduğu bir l iste ve­rip, hepsinin derhal öldürtülmesini istemişlerdir.

Kimi vakanüvislere göre, bu l is tede annesi Turhan Sul tan ' ın da adı vardır ve "Padişah boynuna makreme (mendi/) takıp ağ­layarak annesinin kendisine hağışlanmasmı rica etmiş" ancak sildirebilmiştir l isteden adını .

Gene vakanüvis lerin yazdıklarına göre, Sadrazam Zumazen Mustafa Paşa'nın, Sultan' ın l i stede adı bulunanların maliarına derhal el konularak sürgüne görderilmelerini buyurduğunu açık­laması üzerine de, sİpah iler "Hayır' Onlar katlolunmadıkça fe­ragat etmeziiz! . . Seni de sadrazam olarak zaten istemeziiz! di­yerek karşı çıkmışlardır. Padişah çaresiz razı olmuş ve yeni sad­razaını derhal görevden alarak, hostancı haşıya da hir hatt-ı hı"i­mayun yazıp l istedeki kişi lerin öldürü lmelerini buyurmuştur. Zurnazen Mustafa Paşa'nın saclereti de anca 4 saat sürebilmiştir böylece.

Bostancıbaşı, l istedeki kişilerden orada bulunanları derhal boğup öldürerek cesetlerini saray duvarının dışına atmıştır. Si­pahilerde. bu cesetleri Atıneydanı 'ndaki ç ınar ağaçlarının dalla-

l l ıi

Page 119: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

rına ayaklarından bağlayıp asarak sal landırdıkları için, bu o lay a kimi tarihçiler Çuıar Va k ' ast , kimi tarihçiler d e Doğu m itoloj i ­lerindeki meyvesi insan olan vahak ağacından esinlenerek \1o­ka-i Va km ki ye demişlerdir.

Bu olaydan sonra sipalıile1� kuşkusuz daha da azgınlaşmış­lardır. Artık astıkları astık, kestikleri kestiktir. Kasıp kavurmak­tadırlar ortal ığı .

Giderek gemi iyice azıya almışlar, sİpahilere karşı kötü dav­ranmış kimi vezir ve beyleri cezalandırmak üzere ordunun başı­na geçip Anadolu 'ya sefere çıkması için Sultan 'a da baskı yap­maya baş lamışlardır.

İ lginçtir, bu durum karş ısında iyice bunalan Saray ve ulema, çaresiz gene Yeniçeri Ocağı 'na başvurm uştur sİpahilerinden kurtulmak için. Sadrazam vekili ile şeyhülislam, Ocağın eleba­ş ı larından Kara Hüseyin Ağa 'y ı gizlice saraya çağırarak, bu du­ruma bir çare bulmasını istemişlerdir.

Ağa 'nın önerisi üzerine de, sanki ordu yeniçerilerin de sİpa­hi leri desteklemesi yüzünden Su ltan ' ın serdarlığında Anado­lu 'ya sefere çıkmak zorunda kalmış gibi, hemen ertesi sabah tuğlar cephanelik önüne dikilmiş ve seferle i lgi l i konuları görüş­mek üzere bütün yöneticiler, u lema, yeniçeri ağaları, sİpahilerin elebaşıları saraya çağrı lmışlardır. Öte yandan, meydan ağa! an da salondaki öneml i noktaları tutup, gerekli önlemleri önceden almışlardır.

Bu elebaşı lar, Padişahın huzurunda yapılan toplantıda da ge­ne ileri geri konuşmaya başlayınca, Şeyhülislam; "Padişah ii:::e­rine tahakkt'inı edip , devet ve reaya nizanıtm howp, ortalt,�t fe­sada vermeye kalktşanlamı şeriat kt!tct ile ortadan kaldmima­Ian racihtir. " diye fetvay ı vermiş ve Padişahın işareti üzerine de toplantıya katılan sİpahilerin elebaşı ları H asan' tn, Şam lt M e/ı­med' in , Yamak Ali ı·e Kara Osman ' ın hemen arada kafaları uçu­ru lmuştur. Dışarda bekleyen 20 kadar adamları da derhal öldü­rülmüşlerdir.

Bu olay, sİpahilerin gözünü kısa bir süre için de olsa, kuşku­suz yıldırmıştır. Ama sanırız. birkaç ay sonra yetmiş ini çoktan

1 1 9

Page 120: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

aşmış bir ihtiyarın, Köprülü Mehmed Paşa 'nı n sadrazamlığa ge­tiri lmi� olmasını gal iba fırsat bilip, eski olanaklara yeniden ka­vuşmak umudunun coşkusuyla, hemen ayaklanmak için bahane­ler aramaya baş lamış lardır gene.

Örneğin, yaşl ı oluşuna bakıp oyunlarına kolayca alet edebi­leceklerini sandıkları sadrazamın, daha ilk günden çok sert ön­lemler alarak, kimsenin hükümet işlerine bumunu sokmasına izin vermediğini görünce, daha üçüncü ayda değiştirmeye kal­kışmışlar, beceremeyince de gözdağı vermek için, bu kez sanki birikmiş ücretlerin i istiyorlarmış gibi topluca defterdamı kona­ğına gidip, taşlamı�lar, camlarını kırmışlardır. Bir ay sonra da ayaklanıp , yolda ayaklandıklarını da yanlarında zorla götürerek Atıneydam 'nda toplanmışlardır.

Ancak, padişah, ayak divanına çıkarak onları dinlemek yeri­ne, "Ciilusumdan hni hu sipalıi eşkıyasının fenalı,�ı haddi aş­mıştır " diyerek sert bir dil le ferman yayımlayıp, onların derhal temizlenmelerini buyurmuştur.

Sİ pahi lerin de adam göndererek kendileriyle birlikte kazan kaldırmalarını istedikleri yeniçeri ağaları ise, padişahın bu çağ­rısına uyup, "Fesat ı ·efltneden hi:: de hıktık. Padişalı ımı::ın em­rini hekliyorduk! ' ' diyerek hemen harekete geçmişler ve yakala­dıkları s İpahileri derhal katletmişlerdir.

Ancak ilginçtir, bu olayın hemen ardından, Venedikli lerin Çanakkale Boğaz ı 'na çıkartma yapacağı öğrenilir öğrenilmez acele düzenlenen sefer öncesinde de, S adrazam Köprüili Mch­med Paşa, sanki yeniçerilerin gene şımarıp Z9rbalaşmalarına ke­sinlikle izin verilemeyeceğini göstermek için-; özellikle, Çırpıcı Çayırı ' nda, ulu fe defterlerini getirterek bir bir yoklama yaptır­mış ve sefere katılmayan askerlerin adlarını derhal sildirtmiştir defterden.

Çanakkale Bağazı ' ndaki deniz savaşı sırasında da. Anadolu yakasındaki karargahından düşman gemilerini top ate�ine tuttu­rurken. bazı yeni� erilcrin teknelerini Gel ibolu yakasma yanaştı­np karaya çıktıklarını görünce, hemen bir kay ığa atlayıp karş ıya gcçmi� ve orada dcrhal kaçaklardan yedi sekiz yüzünün kcllesi-

ı 20

Page 121: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

ni vurdurmu�tur. Kaçıp yeniden gemis ine dönmeyenleri de bir bir toplatarak karargahta cezalandırmıştır. Savaş kazanıldıktan sonra da. bir yandan başarıl ı askerleri ödül lendirirken, bir yan­dan da. çarpışmanın başında kalyonunu baştan kara ettirip ka­çan . dolayısıyla üç kalyonun Venediklilerce yakılınasına neden olan Ferhat Paşa ile bölük komutanlarını, gene cepheden kaçmış ikinci filo komutanı Osman Paşa 'y ı , Tophaneli Mehmed Kaptan ile birkaç mavna kaptanını daha bu ldurtup, askerin önünde diz çökt ürterek kafalarını uçurtmuştur.

Bu davranışından dolayı Sadrazama karşı Yeniçeri Oca­ğ ı ' nda da, "Bu kocanın (Ihtiyarın ) hareketi hareket de,�ildir. Yeniçeri Oca,�ı ' na da kılıç koyup :::abitlerin katline başladı Bir gün evre! Intnun leelariki görlilmek gerekir. " şeklinde birtakım hoınurdanmalar başlamamış da değildir kuşkusuz.

Ne var ki, Köprülü Mehmed Paşa çok başarıl ıdır. Venedik donanmasını yendikten sonra Bozcaada'y ı ve Limni 'yi de al­mıştır.

Nitekim bu özgüvenle, orduda disiplini daha da güçlü hale getirebilmek için, gerek Yeniçeri Ocağındaki, gerekse sİpahiler arasındaki temizliği, seferden döndükten sonra da çekinmeden sürdürmüştür. Örneğin, buyruğuna karşın yeniçeriler in kışlamak üzere Edirne' ye gelmek istememelerinin yeniçeri ağası Ali Ağa ' dan kaynaklandığını öğrenince onu derhal görevden almış, eski görevine dönebilmek için bu kez de yeniçerileri ayaklandır­maya çalıştığm ı duyunca hemen Edirne'ye getirterek padişahın huzurunda öldürtmüştür.

Gene, s İpahi ağalarından Nakkaş Hasan Ağa'y ı da, Bozca­ada 'n ın alınmasında yararı görüldüğü için atadığı istanbul illii­sap a,�alı,�ı (Belediye başkanlığı) sırasında kentin güvenlik so­rumlusu paşa ile işbirliği yaparak kendisine karşı sİpahileri ayaklandırmaya kalkışmasm ı bu hizmetinden dolayı bağışlamış olduğu halde, Erde) seferine çıkmadan önce Edirne 'de yeniden çevresine topladığı çapulcularla çadırı basıp kendisini öldürme­ye kalkışınası üzerinederhal yakalat ıp, dört beş yüz arkada�ıyla birlikte öldi.irtmüştü r

1 2 1

Page 122: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Köprülü Mehmed Paşa ' nın yeğeni (kardeşi Hasan Ağa ' nın oğlu) , Amcazade Hüseyin Pa�a'nın sadrazamlığı sırasında vaka­nüvisl iğe getirdiği Naima da, kendi adıyla anı lan tarihinde bu olayla ilgili olarak, " Ve:ir-i ô:am, Bo,�a:dan Edirne 'ye gelince­ye kadar ve Edirne' de her gece yeniçeri ' 'e sipahilerin fesada nıüstait dişlilerinden ve meşhur elehaşılanndan kırk elli kişiyi gizlice öldürttü. Öyle ki Edirne' nin Tunca suyu kenannda bulu­nan haşsı: adam cüsselerinin adedi bir hayli idi. diye yazmak­tadır. (Naima Tarihi, c .6,s .3 1 5 )

Kuşkusuz, çıkarı bozulan yeniçeri ve sİpah i ağaları i l e birlik­te ulema da, Köprülü Mehmed Paşa 'nın bir an önce sadrazam­l ıktan düşürülmesi için sultana baskı yapmakta, dedikodular çı­karmakta, tuzaklar kurmaktadır. Nitekim, Paşa' nın serdar-ı ek­rem olarak ordunun başında Erde) seferine çıkmasını fırsat bil­miş ler ve Abaza Hasan Paşa'nın başına topladığı sipahilerle Anadolu ' da, " Vezir-i ôzam öldürülmedikçe ne sefere çıkan:, ne de ferman olunan yana gideriz. diye Sultana haberci göndere­rek ayaklanmasını sağlamışlardır.

Sultan' ın, "Ahdim olsun, !Jlmdan sonra katl-i ônı ile hepsini kılıçtan geçirtip hiç birini sa,� koymayacağını. Sizleri de kat/e­derim, lôkin elçiye zeval yoktw: Vann yıkı/m karşımdan! " ' diye­rek habercileri öfkeyle kovması ve ardından ayaklananların öl­dürülmesi için fetva alıp ferman çıkarması üzerine de, bu kez Abaza Hasan Paşa 'nın sİpahilerinin sanki pişman olmuş ve ulu­fesini almaya gelmiş gibi İstanbu l ' a dönerek, yeniçerileri de ayaklandırıp Sadrazama bir suikast düzenlenmesini planlamış­lardır. Ancak, başarıyla sonuçlanan Erde) seferinin ardından, Anadolu ' daki sİpahilerin de birden pişmanlık getirerek akın akın İstanbul ' a dönmeye baş lamalarından kuşkulanan Köprülü Mehmed Paşa bu yeni tuzağı öğrenince, hemen defterleri getir­tip sefere katılmamış yedi bin sİpahinin adlarını saptatmış ve bunlardan İstanbul ' a gelmiş olanları derhal toplatıp, daha sonra gelenleri de kentin giriş kapılarında yakalatarak binden fazlası­nı öldürtmüştür. Ötekilerin yakalanıp öldürülmeleri için de fer­man çıkartmı�tır.

1 22

Page 123: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Görüldüğü gibi, Köprülü Mehmed Paşa 'nın mühr-ü huma­yun'u alır almaz yaptığı ilk iş, yeniçeri ve sipahi_ ağalarının bur­nunu kırarak, öncelikle onların zorbalıkianna son vermek ol­muştur. Bu amaçla, hiçbir baş ıbozukluğa görmezden gelip ödün vermemiş ve gerektiğinde binlerce sİpahi i le yeniçeri kellesi uçurtmuştur gözünü bile kırpmadan. Daha sonra da Anadolu 'da­ki ayaklanmaları bastırma işine girişmiş ve öncelikle o ana ka­darki ayaklanmalara destek olmuş , y ardım etmiş, kanat germiş ne kadar yeniçeri, dirlik sahibi s ipahi, zaim , vezir, sancakbeyi , müderris, kadı , softa, hoca, kim varsa hemen yakalanarak öldü­rülmelerini buyurup, adım adım izietmiştir onları. Halkın elin­deki silahları toplatmıştır. Elinde şeceresi o lmayan hacı hoca ta­kımınm başlarına sardıkları yeşil sarıkiarı söktürmüştür.

Bu önlemler, yeniçeri ve sİpah i ağalarının ocakları artık iç politikada bir zorba güç haline getirmelerine son verdiği gibi, i l ­ginçtir, ordu içindeki disiplinin de yeniden sağlanmasına neden olduğu için, askerin savaşma gücünü de kendi liğinden yükselt­miştir, doğal olarak. Nitekim, bu nedenle Köprülü ' den sonra, oğlu Fazı l Ahmet Paşa'nın ve damadı Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın sadrazamlıkları sırasında da, ta 1 683 ' teki Viyana boz­gununa kada tam 22 yıl boyunca hiçbir ocakl ı ayaklanması ol­mamıştır.

Ama, Köprülü Mehmed Paşa daha ilk günden itibaren yeni­çeri ve sİpahi ağaları ile birlikte burunlarını kırıp, yetkilerini azalttığı için zaten nicedir bir köşede pusuda bekleyen u lema, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın cihangir olma tutkusuyla karşı çıkanları asıp keserek tek başına karar verip zamansız gi­riştiği Viyana kuşatmasının tam bir bozgunla sonuçlanmasını fırsat bilmiş ve Köprülüler döneminin artık sona ermesi için he­men girişimiere başlamıştır. Üstelik, sadrazarnın sefere çıkarken yerine İstanbul ' da kaymakan (veki l ) olarak bıraktığı yakın dos­tu Kara İbrahim Paşa'yı da. kendisinin sadrazam olmasına ça l ı ­şacaklarım söyleyerek kandırın ış lardır. Sonra da, gerçekten Sul­tan · ın , daha Belgrad ' dayken mührü elinden ald ırtı p Merzifonlu Kara Mustafa Pa�a · mn kelles ini uçurımasım sağlamı�lard ı r. Ye-

1 2_1

Page 124: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

rine de bir süre daha ölçülü davranınayı yeğledikeri için olsa ge­rek, kara İbrahim Paşa 'yı sadrazamlığa getirmişlerdir, tasarladı­kalrı gibi.

Ancak, üç ayrı cephede savaşıldığı halde, Sadrazam Kara İb­rahim Paşa, ola ki koltuğunu yitirmek korkusuyla, iki yıl boyun­ca İstanbul 'dan hiç ayrılmamış ve yerine, kendisine seçenek ola­rak gördüğü paşaları serdar (komutan) olarak atayıp göndermiş­tir. Ama ardı ardına alınan yenilgiler üzerine de Sultan kendisi­ni görevden almış, yerine Sarı Süleyman Paşa 'y ı sadrazamlığa getirmiştir.

Görüldüğü gibi, Köprülü Mehmed Paşa ' nın yeniden sağladı­ğı disiplin ordu içinde hala etkisin sürdürüyor olsa gerek ki, ne Kara İbrahim Paşa' nın göreve getirilmesinde ve al ınmasında, ne de mührün Sarı Süleyman Paşa ' ya verilmesinde Ocaklıların her­hahgi bir rolü söz konusu olmuştur.

Ne var ki, tıpkı Kara İbrahim Paşa gibi İstanbul 'dan ayrılmak istemediği halde, Sul tanın buyruğuyla ordunun başında savaşa katılmak zorunda kalan Sarı Süleyman Paşa'nı n kötü yönetimi ve hataları yüzünden Avusturya cephesinde durum tam bir fela­ket halini alınca, artık asker dayanamayıp sadrazaımı karşı ayak­lanmıştır. Sarı Süleyman Paşa 'nı n bunu öğrenir öğrenmez otağı­nı terkederek kaçması üzerine de, Halep beylerbeyi olarak cep­hede bulunan Siyavüş Paşa 'y ı "Seni re:ir-i ô:am ettik" diyerek zorla otağa getirip sadrazam ve serdar-ı ekrem (başkumandan) i lan etmişlerdir.

Su ltan ' ın , bu oldubitti ye karşı ç ıkınayıp sadaret mührünü acele Belgrad 'a gördererek cepheden ayrı lmamasını buyurduğu halde, Siyavüş Paşa hemen ordunun başında İstanbul 'a doğru yola çıkmış ve Şcyhülislam ' a yeniçeri ağalarının ağzından bir mektup yazdırıp, askerin bu su ltan tahtta oturduğu sürece artık savaşmak istemediğini. bu nedenle IV. Mehmed'in indirilerek yerine kardeşi Şehzade Süleyman ' ı su ltan ilan etmeye karar ver­diklerini bild irmiştir.

Şeylıü l i slam ' ın çağrısı üzerine g:izlicc toplanan ulemamn: · ·nu padişahtan hi: de memnun de.�ili: U lema n a mklar allina

1 2-l

Page 125: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

alıp, hir alay yeteneksi: kişiyi ileri çekti, hamsına diiştü, nasi­hat ka/ml etme: (sö: dinleme:) oldı1. B unun düşiiriilmesi hi:inı de muradımı:dır Fakat, askerin istanlml 'a gelince edepsi:ce (haşma buyruk) hareket etnıeyece,�ine sö: rerirseni: , si:e yar­dmıcı oluru::.. diye haber göndermesi üzerine de anlaşma sağ­lanmış ve Sultan IV. Mehmed tahttan indirilerek, yerine Şehza­de Süleyman, II. Süleyman olarak sultan ilan edilmiştir.

Ardı ardına alınan yenilgiler üzerine gene ulemayla anlaşıp sadrazam atayarak, sultan değiştirerek saray içi entrikalarda ye­niden etkin rol oynamaya başlayan Ocaklı lar, kuşkusuz, I I. Sü­leyman' ı tahtta oturttuktan sonra zorbal ığı bırakıp kışlalarına dönmemişlerdir hemen.

Hatta, İstanbul ' da sürdürdükleri zorbalıkları artık dayanıl­maz boyutlara ulaşınca kendilerine engel o lmaya kalkışan Sad­razarnın konağını basmışlardır. S iyavüş Paşa da, daha saclareti­nin dördüncü ayında, bu baskın sırasında vurularak ölmüştür. Yerine getiren Nişancı İsmail Paşa da, bu zorbaları cezalandır­maya kalkışınca, sadrazamlığı ancak 6 1 gün sürebilmiştir.

Bütün bu olayların, gene askeri ustaca kullanan ulemaca dü­zenlendiğini de, sanırız Su l tan II . Süleyman ile Şeyhülislamı Abdülvehhab Efendi arasındaki, Prof. Uzunçarş ı l ı ' dan aktardı­ğımiZ aşağıdaki konuşma bütün çıplaklığıyla gösterse gerektir doğrusu.

Ulema, Nişancı İsmail Paşa'nın yerine sadrazamlığa getiri­mesine de ola ki askerin baskısıyla razı oldukları, Ocaktan yetiş­me yeniçeri ağası Tekirdağlı Bekri Mustafa Paşa artık çıkarları­na dokunınaya başlayınca, hemen Şeyhülislama koşup, Avustur­ya cephesindeki yenilgileri de bahane ederek, sadrazaını görev­den alması için Sultan' a ricaya g itmesini istemiştir.

Şeyhülislam huzura çıkıp; "Sultamnı, efinı/e ulenıa elinizi öper. \'e:ir-i /i:amın hıyanet/ meydana çıkt(�mdan göreı·den almnıasmı di/erler. deyince de, Sultan II . Süleyman hayretler içinde kalmış ve: " Ya ef'endi! istanlmtda Ba,�dat Köşkıi ' nde hepini: hu:uruma gelip, ismail Paşa' n ın kötüiiik/erine sayarak, lnrnun ( B ekri Mustafa Paşa' n ın) kararlı lı.� ın ı . dine IHI,�It!ı,�mı ,

Page 126: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

akıllı lıf?ını , kavrama yetene,�ini sayıp dökerek, lıer alıva/ine ke­fil oldı�,�unu:::u söylemiştini::: . Uikin evvelki sözünüz şimdiye uy­madı. Bundan amacımz nedir:) " demiştir, sanki biraz da gizli bir alayla.

Sul tan II . Süleyman ' ın da, ulemanın, yeniçeri ocağını ustaca kullanarak çevirdiği bu dalapiarın farkında olduğundan kuşku bile duyulmasa gerek ki, Şeyhülislamın pişkin pişkin, "Hata et­mişi::: me ğer Sultamm! Umdı1,�umuz Ri hi, göründüğü gihi çıkma­mıştır. Ama görevden alınması f?eciktirilirse, hu islam ülkesinin düşman eline düşmesi ne neden olunur M utlaka az/i f?erektir. " demesi üzerine de;

"Bre !ala .. .Dün serdar ettik, hugiin azlolunmaz. H ele düşma­mn aya,�ı kesilsin . . . Günii gelince görüşerek uyf?un birine miilırü veririz. " diyerek, sanki onları atiatıp zaman kazanmaya çalış­mıştır.

Çünkü, öte yandan da, ulemanın Köprülü sülalesinden biri­nin, hele hele küçük oğlunun sadrazamlığa getirilmesini isteme­yeceklerinden, hemen birtakım dolaplar çevİrıneye başlayacak­larını kestirdiği için demek, gizlice haber s al arak Fazı ! Mustafa Paşa'yı İ stanbu l ' a çağırmış ve bir o ldubittiye getirerek mühr-ü humayunu vermiştir.

Mührü alır almaz i lk işi , Yeniçeri Ocağ ı 'nın, u lufe defteri ti­careti yüzünden ulemaca gene acele şişirilmiş kadrosunu temiz­lemek olan Fazı! Mustafa Paşa'nın sadrazamlığında, orududa tekrar disiplin sağlandığından, gerçekten de Avusturya cephe­sinde başarılar kazanılmaya başlanı lmış , Belgrad yeniden alın­mıştır. Ne var ki, saclareti topu topu 22 ay sürmüş, S lankamen savaşında, askerlerin önünde elde kıl ıç düşmanın ü zerine saldı­rırken kör bir kurşunla alnından vuru larak ölmüştür 1 69 1 yı l ı Ağustosunda . . .

Köprülülerden ş imdiye dek birkaç kez ağzı y anan ulema, Fazı! Mustafa Paşa'nın şehit düşmesini gerçekten fırsat bilip iyi değerlendirmiş olsa gerek ki, halen dört bir cephede savaşıldığı halde, acele harekete geçerek, Şeyhülislamı da devreye sokup, sadrazaml ığa gene bir paşanın deği l . medreseli bir u lemanın,

1 2 6

Page 127: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Kadı Ali Paşa'nın getirilmesini sağlamışlardır. Kadı Ali Paşa, harem ağası ile sürtüştüğü için sadrazam lığının daha yedinci ayında görevden alımnca da yerine bu kez Hacı Ali Paşa getiril­miştir.

l 695 ' te Sultan II . Mustafa'nın tahta çıkar çıkmaz, amcası II . Süleyman dönemindeki şeyhül islamlığı s ırasında, Sadrazam Si­yavüş Paşa 'nın öldürüldüğü ayaklanmada yeniçerileri kışkırttığı için, Fazıl Mustafa Paşa'nın sadrazamlığa gelmesinden kısa bir süre önce Erzurum'a sürülmüş olan hacası Feyzullah Efendi 'y i acele getirterek tekrar şeyhülislam yapmasıyla, u lema egemen­liği tam anlamıyla yeniden kurulmuştur. Artık sadrazamları bile şeyhülis lam efendi atayıp, görevden almaktadır. Vakanüvislerin yazdıklarına göre, Sultan da, son sadrazaını Rami Mehmed Pa­şa'ya, mühr-ü hümayun ' u verirken; "Bilesin . . . Şeyhülislam Fey­zullah hocamn reyinden taşra (onaytm almadan) hareket eder­sen itaha müstahik (ters/enmeyi, görevden almmayt hak etmiş) olursun. demiştir. Prof. Uzunçarşı l ı da, "Hükümetin atama ve görevden almalannda sadrazamlar şeyhülislamla görüşüp olu­runu almanuşlarsa, hu işlemler Sultan ll. Mustafa tarafmdan onaylanmanuşttr. " diye yazmaktadır.

Kısacas ı , diyelim IV. Murad veya Köprülüler döneminde ol­duğu gibi, zaman zaman yetkileri azaltılmış, hatta kısa süreler için devre dışı da bırakılmış olsalar bile, yüzlerce kurban ver­mek pahasına y ı llar boyu inatla sürdürdükleri gizli ve açık sava­ş ımlarla Osmanlı yönetimini XVII. yüzyılda bizce tam anlamıy­la ele geçiren u lema, görüldüğü gibi, bu süreçte yeniçerileri de

yeniden eski savaş gücüne kavuşturacak herhangi bir girişimde bulunmak şöyle dursun, tam karşıtı Ocağı hızla bir yapısal deği­şime uğratarak bir savaş örgütü olmaktan çıkarıp, artık kendi aralarındaki koltuk kavgalarında keyiflerince kullanabilecekleri, karşı tarafı korku tup sindirebilecek nitelikte, iri cüsseli, si lahlı bir öcü haline dönüştürmeyi ustaca başarmıştır doğrusu . . . Artık,

ulufedir, bahşiştir, armağandır, rüşvettir, her kim daha çok para

verirse, hemen ondan yana kazan kaldırarak, istediklerinin ger­çekleştirilmesini sağlamaktadırlar.

ı n

Page 128: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Örneğin, yukarda da belirttiğimiz gibi , Şeyhülislam Feyzul­lah Efendi 'nin kanadının altına girdiği için sadrazamlığa getiril­miş, kendisi de medreseden yetişme bir ulema olan Rami Meh­med Paşa da, iktidara tek başına egemen olmaya karar verir ver­mez, hemen Moralı Hasan Paşa ile işbirliği yapıp, gerekli yerle­

re gerekli rüşvetleri göndererek, askerin Şeyhülislama karşı ayaklanmasım başarmıştır.

Ulemanın Yeni Öcüleri : Tellaklar, Hamallar, Asker Yamakları . . .

Ama ne var ki, tarihçilerimiz, XVII . yy . daki bu gelişmeleri, yukarıda da değindiğimiz gibi, saray içi iktidara yönelik bir ide­olojik savaşım bütünlüğü içinde ele alıp değerlendirmek yerine, ısrarla bazı kötü niyetli şeyhülislamların, kazaskerlerin, kadıla­rın, müderrislerin, hacıların, hocaların, yönetimdeki otorite boş­luğundan da yararlanarak valde sul tanlarla, harem ağalarıyla, ocaklılarla el ele verip gerçekleştirdikleri ayrıksı, kişisel polisi­ye olaylarmış gibi irdelemeyi yeğlemişlerdir, her ne hikmetle ıse . . .

Oysa, ulemanın asıl amacının, köktendinci bir yaklaşımla da-veti bir an önce şeriatın tam uygulandığı bir yönetim biçimine kavuşturmak olduğunu, ta 1 623 yıl ındaki, Sadrazam Mere Hü­seyin Paşa'nın Fatih Camii Olay1 'nda bile görmemek gerçekten olanasızdır bizce.

B il indiği gibi , Sultan Genç Osman' ın yerine Divane I. Mus­tafa' nın ikinci kez tahta çıkarılmasından kısa bir süre sonra, Me­re Hüseyin Paşa Ocağın i leri gelenlerine yüklü rüşvetler vererek yeniçerileri ayaklandırıp, ulemaya haber vermeden ikinci kez sadrazamlığa gelmiştir. S ırtını yeniçeri ocağına dayamış olma­nın ş ımarıkl ığıyla da, ulemanın bumunu iyice kırabilmek için olsa gerek, bir gün divanda bir kadıyı önce kendisi tokatlamış,

sonra da dövdürtmü�tür. Kadı 'nın, ellerinden kurtulur kurt u lmaz kapı kapı dolaşarak

haber vermesi üzerine de, zaten kendisine diş bileyen ulema, he­

men ertesi sabah Fatih Camii 'nde toplanarak ayaklanmıştır.

1 2 H

Page 129: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Dört bir yandan akın akın gelen hocalada caminin hıncahınç dolduğunu öğrenince koşup gelen Şeyhülislam Yahya Efendi 'yi de sıkıştırmışlar. ' 'Sadrazanıla dammı::. mrdır Şer ' i lıiikiim ye­rine J;etinlsin.' " demişlerdir. Kalabalığın öfkesi karşısında şaşı­ran Şeyhülislam da, "Madem ki sadra:anıdır, gelmez. Bu du­rumda lıiiknıiin yerine getirilmesi de ::.ordur. Ama izin verin, hen mnp Padişaha durumu hildireyim. A::.ledildikten sonra gelsin, davası göriilsiin. diyerek canını el lerinden zor kurtarıp, dar at­mıştır kendini saraya.

Bunları duyan S adrazam gene hemen Yeniçeri Ocağ ı 'na sı­ğınmış ve ağalardan birkaçını , "Camide toplanan/ann ciinılesi­nin perişan edilmesi padişalıınıı::.ın huym,�udur. Ayrıca Va/de Sultan hazretleri de aym diişiincededir Aklım::.ı haşmı::.a topla­yın. demeleri için ikna edip camiye göndermiştir. Ancak, onlar konuşurken ulemadan biri, "Bre hırakm hu yave sö::.leri! Urun hre! " diye bağırınca, mollalar birden başlarına çullanıp si lle to­kat dövmüşlerdir ağaları

Sarıklı mol laların cüppelerini savura savura coşkuyla geldi­ğini gören halk da merakla doluştuğu için, caminin avlusu, çev­resi de ana baba gününe dönmüştür. Kalabalığın gittikçe artma­sı nedeniyle, Sadrazam bu kez de, olayları yatıştırması için ve­kili (nakibi) Gibari Efendi 'yi göndermiştir camiye. Ama onun

da, kürsüde koynundan çıkardığı, aynı içerikteki bir padişah buyruğunu okumaya başladığını anlayınca, sanki birkaç gün ön­ce Sultan I. Mustafa ' nın yeniden tahta çıkarılmasında şer ' an bir sakınca bulunmadığına dair kendileri fetva vermemişler gibi, hep bir ağızdan; "Padişalıımı::. lıenı nıecnundur, lıem de okuma yazması yoktur Bu da nereden çıkt ı ? Bu hatt-ı olsa olsa Başka­tip Ham::.a Efendi' nin Saraya getirdi,�/ Sınavher cari ye ya::.nıış-tır mutlaka! diye bağırınağa başlamışlardır birden.

Tam bu sıra mollalardan biri mihrabın yanında duran Akşem­

settin Hoca'nın sarığını bir sırığın ucuna takarak bayrak gibi açın ışıtır savura savura, sonra da caminin önüne çıkarıp dikmiş­tir. Yanına da tekkelerden getirdikleri yeşil bay-rakları dikmiş­lerdir sıra sıra öteki mollalar. Ardından da, tekbir getirip ci.ippe-

1 :2 1)

Page 130: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

lerini savurarak, koca kavuklarını saliaya saliaya çılgıncasına dönrneğe ba�lamış lardır bu bayrakların önünde. Biri de merdi­venin başına çıkmış, Kuran 'dan Fetih Sures i 'n i okumaya başla­mıştır heybctli sesiyle. Surenin okunınası bitince de. kendinden

geçmi� bu binlerce insan gene tekbirler getirerek "Cihat iste­ri: -' ., diye bağırmaya başlamışlardır hep bir ağızdan.

Ne kı, hiç birinin elinde silah yoktur henüz . . . Bu nedenle, akşama doğru gönderilen silahlı yeniçerileri gö­

rünce kalabalık çil yavrusu gibi kaçışmış, camide kalıp direnme­ğe kalkışanlar da kıl ıçtan geçiri lerek cesetleri lağımlara doldu­rulmuştur.

Ancak, Fetih Suresi 'ni dinledikten sonra kendinden geçerek tekbir getirmeye başlayan, yeşil bayrak açımış bu ulema, salt "Cilıad isteri:! C en k isteri: -' · · diye bağırmış, hi c; "Şeriat iste­ri:! " de dememiş midir acaba, gerçekten? . .

Gerçi, görebildiğimiz kaynaklarda bu konuya bir aç ıklık ge­tirilmemektedir, ama bizce mut laka "Şeriat isteri:! " ' diye de ba­ğırmış olsalar gerektir doğrusu.

Çünkü, gene aynı tarihçilerin verdikleri bilgi lere göre, he­men hemen aynı günlerde, Kiiçiik Kadı:ade denilen Balıkesir/i Melımed t.jendi adl ı u lemadan biri de, verdiği vaazlarda, ü lke­nin içinde bulunduğu sorunların şer · i şerife ay km daınını/ması yü:iinden kaynaklandığın ı , dolayısıyla kurtuluşun da ancak şeri­at ' la mümkün olabileceğini savunmaya başlamış ve kısa sürede hem devlete, hem de tarikatiara karşı oldukça güçlü bir muhale­fet cephesi oluşmasını sağlamıştır.

IV. M ur ad · m tütünü yasaklaması üzerine, "Tütiiniin haram oldu,�una" dair fetva vererek de sultanın gözüne girmeyi başar­mış ve tütün içtiği iftirasıyla çok kişiyi katiettirerek hem etkisini artırmış , hem de Ayasofya Camii 'ne vaiz olmuştur.

Descartes ( I 596- I 650), Pascal ( I 623- I 662), Galile ( I 564-1 642) , Spinoza ( I 632- 1 677) , Kepler ( I 5 7 1 - I 630) gibi bilginler­le aynı yıllarda yaşamış ünlü ulema Kadızade Mehmed Efendi, vaazlarıııda da. · ·Matematik rh. gihi po: itif" hilimlerin i!,�retilme­suun c:unın. meı -lidin ı ·h gii:el sesle re makamla okwı-

ı .11 )

Page 131: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

ma.\' 1 11 /n " ' 'tarikat/anlaki arin/cr S/Ut.wıda raksedilmesinin . Sl'­ma/un" sigara ı·e ka/ne iç-menin " d ine aykm, lwram ı·e giina/1 o/du.�lll lU. "Pergamherden sonra ortaya ÇikmlŞ uygulamalann (/Jidat ' /ann ) derhal ka/dm/ma.l· lnl ' ' .\m·unnlaktachr.

Ve dönemin ünlü Osmanlı ulemasının bir diğeri olan Sirasi Elendi diye lanınmış Ahdii/mecid Şeylif Elendi ile de, vakanü­

vislerin yazdıklarımı göre, "Hcu· Peygamher sa,� mf(/u·. de,�il midir:) Peygamberi anarken salialla/iii a/eyl1i ı ·e sel/em, arka­daşlan için de Tann onlardan u1:1 olsun (mdiya/lallii an/1 ) de­mek gerekli midir, de,�il midir? Ha:reti Peygamherin annesi ile ha/)([.\'1 iman/1 1111 , yoksa iman.1·1: 11 1 1 i>/miişlcrdir.7 Firal'lm nasil ö/miiştiir? Ha:reti H(ise\'in ' i şel1it elliren Ye:id 'e lanet edilmeli midir. edilmemeli midir:) Me:arltk/an :iyaret etmek cai: midir, de,�il midir ') Nafile ı ·e kandil nama:/an cemaat/e mi kduımall­chr? Kihann elini . eteğini, aya,�111 1 ÖfJerken , selamiill al1rken e,�ilinmeli midir, yoksa e,�ilinmemeli midir? " vb. diye tartışmak­tadırlar aynı günlerde.

Kadızade Mehmed Efendi ' nin ölümünden sonra da onun yo­lundan gidenler şcriaçi ll,�l savunmayı sürdürmüşlerdir. Osman­l ı tarihinde K adeadeliler veya Fakdar (Fakihler) diye anılan ve etki leri, Köprülü döneminde topluca Kıbrıs 'a sürgün edildikleri I 656 yı lına dek sürmü� bu vaizlerin en ünlüleri de Üstıi ıwıf Melımed Ele ndi' dir.

Tarihçilerin verdikleri bigilcre göre, Şam'da doğmuş ve ora­da medrese eğitimi görmüştür. Genç yaşta bir cinayet i�lediği için de, kaçıp İstanbul 'a gelmiştir. Yüzsüz ve yapışkan biri ol­masımı kar) ın, karşısındakini kolayca etkisi altına alacak, inan­dırıcı bir ses tonu vardır. Bu nedenle. İstanbu l 'da da kısa sürede ünlenerek Kadızade Mehmed Efendi 'nin genç vaizleri arasına g irmeyi başarmıştır. Mehmed Efeneli 'nin ölümünün ardından da Ayasofya camiine vaiz olarak atanmıştır.

Vaazlarını, Ayasofya'nın sonuıki mernıer kolonlanndan biri­nin dibine oturup. s ırtım dayayarak konu�tuğu için de adı Üstii­mnf Me/ımed Efendi 'ye çıkmıştır. Ve . uzun yı l lar. Üstüvaıü Mehmed Erenel i 'n in bir dediği iki ettiri lnıenıi� tir Osmanlı sara­yında . . .

Page 132: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Kadızadeli bu hocaların verdikleri vaazlara göre de : Ömeğin "Peygamber :amwunda çakştr re don yoktur. Dolaytstyla çak­şu· ı·e don giymek hidantr Hemen yasaklmıma!t ı·e herkes peş­temal kullanmaltdtr. " ' 'Kaştk kullanmak hidat't t r . Yemek elle ye­nilmelidir. Kaştk yapmak yasaklanmalt , kaştkçt!ar da bundan h6rle misı·ak (özel bir ağaçtan yapılmış bir çeşit diş fırçası) ı ·e teshi/ı yaptp satmaltdtr ' ' "Btytk u:atmak giinahttr. Btytklar sün­nete gijre kupt!tp ktsaltt!maltdtr. " "Ipek haramdtr, ipek/i kumaş giyilmemelidir. " ı o/J . vh.

Öyle ki . . . Prof. Uzunçarşı lı ' nın aktarmalarına göre, Naima Tarihi ' nde hu hocalardan birinin, yetiştirdi,�i genç oğlamyla ı ·uslat halindeyken (sevişirken), oğlamn uçkımınun ipek oldtı,�u-1111 gijrfince hemen, "Bu haram uçktmı çtkar. Viicuduma doku­nuyor. giinahUir oluyomm. ded(�i anlatılmaktadır. (Osmanlı Tarihi, c . 3, K. 1 , s .366)

Köprülü Mehmed Paşa'nın sadrazamlığa getirilmesine i lk tepki gösterenler de bu Kadızadeliler olmuştur nitekim. Göreve geti rilmesinin daha sekizinci günü , ilk cuma namazında, Fatih Camii ' nde, müezzinlerin duaları bir makama göre ezgili ezgili okuduklarını bahane ederek ayaklanmışlar ve namazdan sonra sokak sokak dolaşarak İstanbul 'un altını üstüne getirmişlerdir akşama kadar. Önlerine çıkan bütün tekkcleri yıkıp, molozlarını denize dökmüşler, yakaladıkları şeyh ve dervişlere iman ta:elet­mişler, direnenleri öldürmüşler ve ortalık kararmaya başlayınca, ertesi sahah gene Fatih Camii'nde toplanmak üzere sözleşip da­ğılmışlardır. Camiden de topluca Saray 'a gidip, onbeş yaşına ye­ni basmış Sultan' dan, bütün hidat' ların kaldırılması için bir fer­man çıkarmasını ve büyük camiierin fazla minarelerini yıkıp tek ınİnareli hale getirmelerine izin vermesini isteyeceklerdir. Çün­kü, Hazreti Muhammed dönemindeki camiler tek minarelidir ve camilere birden fazla minare yapmak da bir hidat'tır. Ü st elik, Sadrazam Mere Hüseyin Paşa dönemindeki cami olayından ders almış olsalar gerek ki, n' olur n' olmaz diyerek camiye de silah­lanarak gelmeye karar vermişlerdir.

Naima Tarihi ' nde anlatı ldığına göre, gerçekten, o gece giiriil-

ı :; 2

Page 133: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

riileri hiitiin isranhul' u sarmış ı ·e ertesi saha/ı sofraların kimi so­twlarla. kimi kiirdeleri ile. sofraları destekleyen iki yii:lii . dıi:­men e.l'llaj' da kölelerini silalılandmp yanlarına alarak. "Din daı·asuw gidiyoru: " diye erkenden grup grup Fati/ı Camii ' nin a rlu su nda topla nma ya ha şi a nu şi ard u:

Ancak, Sadrazam Köprülü Mehmed Paşa olayı öğrenir öğ­renmez hemen yeniçerileri gönderip elebaşılarını tutuklatarak, Saraya doğru yürüyüşe geçmelerine fırsat vermeden toplantıyı dağıttırmıştır.

Görüldüğü gibi, XVI. yy. ikinci yarısından itibaren ortaya ç ıkan toplumsal ve ekonomik sorunların çözümü , başlangıçta bütün Osmanlı yöneticilerince, orduda disiplinin bozulmasına yorulup, Ocakların savaş gücünün yeniden artırılmasında, dola­yıs ıyla devletin yeniden güçlendirilmesinde aranırken, XVII . yy. ortalarına doğru yönetirnde artık söz sahibi olan uleına, hem or­dunun yenileştirilmesi g irişimlerine açıkca karşı çıkmaya, hem de çözümün İslami yaşama ve gelenekiere yeniden tam anlamıy­la dönüşte aranması gerektiği tezini yüksek sesle savunmaya başlamıştır. Sanki, Ocakların sonradan Müslümanlaştırı lmış devşirme H ıristiyan çocuklarından oluşturulması uygulamasına son verdirtilerek, bir an önce daha köktenci Sünni-Hanefi bir dinci çizgiye getirilebilmesi için de, Saray ' da biraz söz sahibi olmaya başladıkları andan itibaren özellikle çalışmışlardır bu amaçla. İmparatorluğun içinde bulunduğu ekonomik ve toplum­sal sorunlardan, ancak bir din devleti haline dönüşmekle kurtu­labileceğine inanmaktadırl..ır çünkü.

Burada hemen şunu belirtelim ki, Osmanlı İmparatorluğu,

bizce de ta XIX.yy. ikinci yarısına dek, tarihinin hiçbir döne­minde, feodal bir imparatorluk olmadığı gibi , teokratikbir dev­let, bir din devleti de olmaınıştır kesinlikle.

Ni tekim Prof. Berkes de, Osmanlı İmparatorluğu 'nun hiçbir

döneminde 'Jeodal wt da teokratik olmadı,�uu" vurguladıkum sonra, "islam derleri ideolojisini \'iiriitmek Osmanlı tarihinde hi�· görii/memiştir Ulemanm hir siyasal akım karşısmda ' /m dinsel hir iştir: hir doktrin ya da ilc/lıiYat işidir: dnleti ilgi/en-

ı , , , .ı

Page 134: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

dim1e: ' dedikleri :aman da derfet adamlan Inmi an hiç dinleme­I/lişlerdir demektedir. (Türkiye 'de Çağdaşlaşma.s .25)

Çünkü, Osman lılar bizce de, dini, kişiyle i lgili bireysel bir olgu olarak ele almışlardır bütün tarihleri boyunca. Osmanl ı sul­tanlarının dini İslamdır. Osmanlı sultanları Sünni ve Hanefi ' dir­ler. Örneğin, bu Sünni ve Haneri sultanlar, Yeniçeri Ocağı 'nın ta kuruld uğu günden itibar en dinsel açıdan Bektaşi Ocağ ı ' na tes­lim ed i lmesinde herhangi bir sakınca görmemişlerdir yüzyıl lar boyu.

Görüldüğü gibi, dinin, toplumsal ve ekonomik sorunlarımız­Ia ilgili tartışmalarda bir siyasal ideoloji o larak gündeme get iri­lmesi ilk kez XV II . yy. ortalarında olmuştur. Dolyısıyla, bugün de siyasal gündemimizin ilk maddesini oluşturan asker-şeriatçt tartışmasının kökü, ta XVII.yy. ortalarına kadar gitmektedir.

İlginçtir, uleına, asker-şeriatçt tm"tlşmast diye adlandırdığı­mız iktidara yönelik merkezdeki bu siyasal kavgad a, Yen içeri Ocağı 'nı da daha XVII. yy. tam anlamıyla kontrol altına alarak kendine bağımlı hale getirmiştir, gördüğümüz kadarıyla.

Tarihçi Ahmet Refik de, XVII .yy. daki bu değişime işaret ederek, "Bu del 'irde memleketin en :orha . en coşkulu, en hare­ketli giicii Yeniçeri/erdi . Amma, onlar hile gayri hoca/ara (u/e­maya) hoyun e,�erlerdi" diye yazmaktadır. (a .g .e . , s .49)

Nitekim, Prof. Niyazi Berkes de ulemanın ücret, bahşiş, ar­mağan, rüşvet vb. gbi adlar altında yeni ç ıkarlar sağlayarak ger­çekleştirdiği XVII .yy. daki bu değişimi, "Yeniçeri/ik. hu huna­lmı koşullan altmda del'!et kullt(�ll olmaktan çtknuş, hir suıif, siyasal giiç ka:anmı hir pal 'li olmuştur " diyerek belirtmektedir. (Türkiye 'de Çağdaşlaşma, s. 74)

Gerçekten de, bu tarihten itibaren ulema ne zaman bir siyas­al darbağaza girmişse, hemen bir grup yeniçeri "Şeriat isteri:!" diye ayaklanıp, kelleler uçurarak bu darbağazın aşıl masını sağ­lamıştır.

Örneğin tarihçilcrce sonradan La/e Derri diye adlandırı lan, Nc,·sehirli Damat İbrahim Pasa 'n ın l 7 l 8- l 730 arasındaki l 2 ' , y ı ll ık sadrazam lığı dönemi. bu a�· ıdan çok ilginçtir.

1 �-l

Page 135: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Bi lindiği gibi, Osmanlıların B atı l ı ü lkelere sürekli büyükelçi göndermeleri de, ta III. Selim döneminde, XVIII . yy. sonraların­da ba�lamı�t ır. Daha önceleri, bazı büyük ülkelere f!Crektiği za­manlarda, belirl i görevlerle birkaç aylığına geçici büyükelçiler gönderilmi�tir ancak. Fransa 'ya gönderilen ilk geçici büyükelçi de, Yirmiseki: Çelebi Melımed Elendi' dir. Sadrazam Neveşehir­li Damat İbrahim Paşa, Fransa ile bir bağlaşma ( iit ifak) antiaş­ması imzalama olanağının bulunup bulunmadığını araştırması için, 1 720'de geçici büyükelçi olarak göndermiştir onu Paris 'e .

Geçici büyükelçiler de , görevlerinden döner dönmez Sul ­tan 'a bir rapor sunmak zorundadırlar ve bu raporlara "Sefaret­name" denilmektedir. Nitekim Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi de, onbir aylık geçici büyükelçil iğinden sonra, Paris ' ten döner dönmez hemen bir Sefaretname sunmuştur Sultan II. Ah­med'e .

Ancak, Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi 'nin Sefaretna­me'si Osmanlı sultanlarnıa sunulmuş sefaretnamelerin en ünlü­südür. Çünkü , Yirm isekiz Çelebi Mehmed Efendi, gerçekten de, "adeta yeni h ir diinya keşfetmiş gi hi takdir ve lıayranlıkla mılat­maktadır Paris' i" ve kendi yaşamlarınan farkl ı bir başka yaşa­mın daha olabileceğini ilk kez bu pencereden gören Osmanlı ay­dınlarının dünyasında, sözcüğün tam anlamıyla bir deprem etki­si yapmıştır bu Sefaretname.

Çünkü, Prof. B erkes ' in çok güzel bel irttiği gibi, bu insanlar, "kefere sözciif?ii altında topladıklan Avmpa lıalklanna ve deı·­letlerine karşı öylesine hiiyiik hiir ı'istiinliik duygusu içindedirler ki, on! ara kendi ekonomi 1 eri ni re si yasal örgiitl eri ni temel d en etkileyecek imtiya:lar rernıekte hile sakmca görmemişlerdir" o tarihe kadar. İçierine kapanmış, dış dünyadan habersiz yaşamak­tadırlar.

Ama, Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa çok iyi bir eğitim görmüş, şiir yazan, müzikten anlayan, sanatçı dostu, ye­nil iklere açık ve savaştan hoşlanmayan barışçı biridir. Sultan da, t ıpkı sadrazaını gibi sanata dü�kün. Necih m ah lasıyla �iirler ya­zan , yenilikçi. açık fikirli , barı�çı b iridir ve eğlencey i çok sev­mektcd ir.

I J:'i

Page 136: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Nitekim, İbrahim Pa�a'nın sadrazaml ığının i lk beş y ılında hiç savaş olmamı�t ır. Artık, kış gecelerinde saraylarda, yaz ge­celerinde de Kağıthane' deki Jale bahçelerinde sürekli eğlenceler düzenlemektedirler.

Lale, her ne kadar Osmanlı ülkesine ilk kez "IV Melımed :a­manında Amsturya Sefiri Şinıit Von Şiı-anılıonı tarafından geti­rilmiş" ise de, asıl I I I . Ahmed döneminde önem kazanmıştır. Öyle ki, "F elemenk'ten gelen Lı/ Iii -i Ez rak ad lt la/eden yetişti­ren/ere ihrahim Paşa ödüller hile vermiş" tir. İ stanbul 'da bazı Ialelerin sağanı artık bin altına çıkmıştır. En karl ı iş, Jale sağanı ticaretidir. "Az hir :amanda, 1 726 ' da, istanbul' da tanı 839 çeşit !ale .vetiştirilnıesi haşanlnııştır. " Lale sağanı karaborsası başla­m ıştır İstanbu l 'da. Bu nedenle, "Hükümet, Şey/ı Melınıed-i La­lezarf'yi serşükiıfeci (çiçekci haşı) tayin ederek, halıçe/erdeki re esnaftaki hütün !ale/erin cins ve miktarlannı deftere geçirimiş ve !ale karaborsası yapaniann da yakalanarak sürgün edilmesi lıakkmdaferman çıkartnııştır. " (Ahmet Refik Altınay, Ul.le Dev­ri, Milli Eğitim B asımevi, Ankara l 973 ,s .39-40-4 l )

"istanbul' unfl'tlıinden heri Türklerce gezinti yeri olarak kul­lam/an" , üzerinde "Bizans!tlardan kalma hir ka,�ıt yapınıyeri bulunduğu " için Osmanlıların Kağıthane dediği semt de, l 722'den itibaren birden değişerek, lale bahçeleri ve "Yirmise­kiz Çelebi Mehmed Efendi 'nin Paris ' ten getirdiği projelere gö­re yapılmış" köşklerle kasırlarla dolup, artık "yüksek tabaka ile yabancı ülke temsilcilerinin vazgeçilmez eğlence yeri" haline dönmüştür.

Ahmet Refik Bey ' in verdiği bilgilere göre, "Fransa ' daki Versait/es saraylannın ufak hirer numunesi olan" bu köşk ve kasrlardan bazılarının "planlannı da, Paris'ten, Fransız Sefare­li tercünıanı Mösyö Lönuı-ar getirmiş" tir. Artık İstanbu l ' a, "Av­rupa' dan , Asya · dan birçok mi mar gelmekte, gôlı Versay, gôlı is­fa han mimari tar:ında" binalar yapı lmaktadır. İstanbu l 'daki bu yeni B atı l ı yaşamın ünü , kısa sürede yurt dışına da taşmışt ır. Av­rupa 'nın önemli merkezlerinde bu ya�am , bu yeni dünya konu­şu lmakta olsa gerek ki, "Felcnıenk ef�·iferinden hiri nıairetinde

1 36

Page 137: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

(yanında görevli olarak) Van Mour adında hir ressanu da istem­bul' a getirmiş ' ' tir. I I I . Ahmed ile S araydan başka kişilerin de re­simler ini yapan "Van Mour, istanlml'da tanı otu::: yıl yaşımış ı ·c h urada, istanbul' da ölmüş" tür

Kuşkusuz, Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi 'nin Sefaretna­nıc'si ile Batıya açtığı bu pencereden giren yenilik, salt Sa ' dô­hôt' la da sınırlı kalmamıştır elbette.

Örneğin, Prof. Berkes ' in verdiği bilgilere göre, hemen he­men aynı günlerde, Katoliklikten ayrılıp Protestan oldukları için XIV. Louis ' nin şerrioden kaçarak Osmanlılara sığınan Hugu­enot' lardan De Rochefort adında bir subay da, Saraya "B ah-ı Ali Hizmetinde hir Fen Kilası Kurulması Üzerine Tasan " başlıklı bir proje sunarak, Avrupa yöntemleriyle subay yetiştirecek, yeni bir askeri birlik kurmayı önermiştir. B ir B atıl ı (kefere) tarafın­dan yapılmış ilk öneri olan bu projeyi de, Osmanlı yöneticileri 1 7 1 8 yı l ında gündeme alarak Divan 'da görüşmüşlerdir. (a.g .e . , s .49)

Bu tarihlerde Osmanlı S arayına girerek etkili olmayı başar­mış bir başka Avrupalı kişi de, bilindiği gibi ihrahim Müteferri­ka' dır.

Ama ne yazık ki, günümüze gerçek adı ve ailesi ile i lgili her­hangi bir bilgi u laşmamıştır. Türkiye 'ye gelişi konusundaki var­sayımlar da çeşitlidir. Örneğin tarihçiterimizin büyük çoğunluğu 1 67 4 ' de Macaristan' da fakir bir ailenin çocuğu olarak doğduğu, Kalvinis t mezhebine bağlı bir rahip okulunda öğrenciyken 1 692 veya 1 693 'de bir savaşta Osmanlılara tutsak düştüğü ve getirile­rek İstanbul ' da köle pazarında sa tıldığı, kölelikten kurtulmak için de daha sonra Müslümanlığı kabul edip İbrahim adını aldı­ğı kanısında oldukları halde, Prof. Niyazi B erkes tam karş ıtını, İbrahim Müteferrika'nın K alvinist değil Vnitarisi olduğu, Os­manlı ülkesine de tutsak edilerek değil, K atoliklerin şerrinden kaçarak gelip sığındığı ve Müslümanlığa da kölelikten kurtul­mak için değil , kendi di n anlayışına .'>'ak m hul d uğu için geçtiği görüşünü savunmaktadır. Bu nedenle de, Prof. Berkes ' e göre, ' 'ö:gı'in hir hi/im adamı olmasa hile , hem Batıdaki hem Do,�uda-

ı : n

Page 138: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

ki hi/im alaniamu iyi tant_wm " ve yalnız matbaacı l ık değil , fi­zik, coğrafya. tarih, askerlik gibi alanlarda da birçok bilgiye sa­hip, üstelik Kato/ik kilisesinin hoRna:ltRtlla karşt ç tknuş ·'ay­duı · · hir kişidir. Nitekim, İstanbul ' da, Hıristiyanl ığa kar�ı Müs­lümanlığı savımnan ' "Risale-i islam/ye" adında bir de kitap yaz­mı�tır.

Yani, hem Türkçeyi, hem İslamiyeti kısa sürede çok iyi öğ­renmi�tir. Saraya müteferrika olarak girmeyi de, ku�kusuz bu sa­yede kazanmı� olsa gerektir.

Miiteferrika ' l ık, günümüze u la�abi lmi� belgelere göre, Os­manlı sarayında en azından II. Murad döneminden beri kullanı­lan, /wdemelik diye nitelenebilecek bir hizmeti görenlere verilen addır. B a�langıçta, genellikle dev�irme vezir çocuklarının atan­dığı, sarayda padi�ah, sadrazam, vezir, h aseki sultan vb. lerinin hizmetindeki bu müteferrikaların sayısı da, ilginçtir Kanuni'den sonra hizmet alanı geni�letilerek, öteki devlet görevleriyle bir­l ikte hızla çoğaltı lmı�tıır. Örneğin, Mehmet Zeki Pakalın ' ın be­l iriemelerine göre, Kanuni dönemide 40 olan bu sayı, III . Mu­rad ' dan itibaren hızla çoğalarak XVI.yy. sonunda 433 ' ü , XVII . yy. sonlarında da 63 1 'i bulmu�tur.

Ancak, padi�ah, sadrazam ve Sultanların hizmetindeki saray müteferrikalığı , her zaman ayrı bir öneme sahip olmu�tur kuşku­suz.

Nitekim, İbrahim Müteferrika da, tarihimiz açı sından son de­rece önemli iki raporunu Sultan 'a sunma olanağını bu ayrıcalık­tan yararlanarak bulabilm i�tir mutlaka.

1 720' l i y ı l ların ba�ında sunduğu " Vesilet-iit Tthaa" adlı ilk raporu bil indiği gibi kitap basımı ile, Usul-ü! Hi k em [i Ni:am-t'il Ümem " ( Ulusların Düzenleri Üzerine Temel ilkeler) adlı ikinci raporu ise yönetim ve askerlikle ilgilidir.

"Vesilet-tit Tthaa" adlı raporunda, kitap basımının toplumsal yararlarını anlatarak, bu i�in İslam ülkelerinde halfi ba�lamama­sını Avrupalı lara göre geri kalmalannın ba�lıca nedenlerinden b iri olarak göstermekte ve bir matbaa kurması için kendisine izin verilmesini istemektedir. Prof. Serke s ' in Selim Nii:lıer Ger-

Page 139: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

çek 'ten aktarmak verdiği bilgi lere göre, ta 1 7 1 9 ' dan beri zaten matbaacı l ık konusunda birtakım denemeler yapmaktadır. İstan­bul ' daki Musevi harf dökümcüleri, bası mcı ları ve dizgic ileriyle ilişki içindedir.

Ancak, Prof. Berkes her ne kadar, "Mathaamn açt!mastna ulenwmn karşt çtktt.�uw dair hiç hir kaytt yoktur" dese de, doğ­rusu istenilen izin Saray 'dan pek de kolay çıkmamış olsa gerek­tir galiba. Çünkü, Se1wr iski( in verdiği bilgilere göre, Sadra­zam raporu okuyup beğendikten sonra, bir kez de padişaha sun­muş, ancak padi�ah da okuyup beğendiği halde, gene de izin ve­rilmeden önce ulemadan bir fetva alınmasına gerek duyulmuş­tur. Bu amaçla da, İbrahim Müteferrika' dan yeniden dilekçe ver­mesi istenilmiş ve fetvadan sonra ancak hatt- ı hümayun çıkarıl­mıştır. (Server R. İskit, Türkiye · de Matbuat Rejimleri, İ stanbul 1 939)

Bilindiği gibi, İbrahim Müteferrika da , Yirmisekiz Çelebi Mehıned Efendi 'n in Paris ' ten yeni dönmüş oğlu Sait Efendi ile bilindiği gibi, İbrahim Müteferrika da, Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi 'nin Paris ' ten yeni döndüğü oğlu Sait Eendi ile birlikte bir matbaa kurmalarına izin için l 726 y ılında bir dilek­çe vermiştir saraya.

Gerçekten de, Hıristiyan asıl l ı İbrahim Müteferrika' dan, fet­vanın çıkmasını istiyorsa, kendisine derhal anadan babadan Müslüman bir Türk ortak bulması aba altından sopa gösterilerek istenilmiş gibidir sanki. Çünkü, Server İskit ' in de belirttiği gibi, Sait Çelebi matbaanın açı lmasından hemen sonra üst görevlere getirilmiş ve basım işleriyle hiç uğraşmamıştır neredeyse.

Gene, rapor ikinci kez dilekçe olarak sunulurken, ola ki Sad­razam Damat İbrahim Paşa 'n ın uyarısıyla, bu direnci kırabilmek için, çoğaltılarak ulemadan bazı kişelere de gönderilmiştir gali­ba. Çünkü Prof. Berkes de, -gerçi bu konuda herhangi bir açık­lamada bulunmuyarsa da, Saraya ilk kez sunulacak bir raporun çoğaltılarak başka kişi lere de dağıtı labi leceği düşünülemeyece­ğine göre . mutlaka di lekçe olarak yeniden veri lişi sı rasında­"Ratwmn .1adm::amla birlikte )'e\'llı'ilislant re reis-til ulenw · w

Page 140: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

da swıuldu,�wıu ·· yazmaktadır. Doğrusu, Prof. Berkes ' in 'jetmmn da,fermamn da kolayca

çıktı,� ı" yargısına katılabilmek de zor olsa gerektir bizce. Nitekim, Prof. Uzunçarşılı 'nın verdiği bilgilere göre Damat

İbrahim Paşa da, bu başvuruyu, önce ulemadan bir encümen ku­rarak inceletmek gereği duymuştur.

Zaten, Şeyhülislam da, " lügat, mantık, heyet, tarih, coj!,raf­ya, fen, edebiyat, tıp, felsefe" vb. gibi "din dışı kitap/ann basıt­ması " koşuluyla matbaa kurulmasına fetva verebilmiştir ancak. Kuran ' 1 11 , hadislerin, tefsirlerin, ketanı ve fıkıh i le ilg!li k�tapla­rın basıtması kesinlikle yasaktır. Oysa, Şeyhülislam Yenişehirli Abdullah Efendi 'yi de, Damat İbrahim Paşa daha sadrazam ve­killiği sırasında bu göreve getirmiştir. Yani yakın çevresindendir ve yenilikçi, aydın biridir. Zaten Prof. Uzunçarşı lı da, "uyamk fikir/i hiri" diye tanımlamaktadır Şeyhülislamı ve "ulemamn muhtemel itirazlanm önleyehilmek için" böyle koşullu bir fetva verdiği görüşünde olduğunu belirtmektedir.

Hatta, bizce hiç kuşku yok ki, u lemanın tepkisini frenieyebil­mek amacıyla, dönemin ünlü ulemasından dört eski kadıyı da matbaaya musahhih (düzeltmen) olarak atamışlardır, güya bası­lacak kitapların Arapça yazım kurallarına uygunluğunun sağlan­ması ıçın.

Gene ilginçtir, dilekçeyi l 726 y ılında verdikleri halde, ilk ki­tabı, bilindiği gibi tam üç yıl sonra, 1 7 29'da basabilmişlerdir an­cak. Ne var ki, tarihçilerimiz, bu geeİkıneyi de genellikle mat­baa araç ve gereçlerinin sağlanmasındaki güçlüğe yararak açık­lamayı yeğlemektedirler her ne h ikmetse . . .

Vakanüvisler de, bir ulema tepkisinden kesinlikle söz etme­yip bu karara sadece hattat/ann (el yazısı ile kitap çoğaltanların) işsiz kalma korkusuyla karşı çıktıklarını yazmaktadırlar. Hatta Server İskit, yukarda adını andığımız kitabında, bu hattatların "kalem ve diı ·itlerini hir tahura koyarak sokaklarda gösteri yap­tıklanm " bile öne sürmektedir.

Fakat hemen �unu belirtelim ki , bütün bunlara karşın, salt şu üç yıll ık gecikme bile, bizce, birtakım matbaa araç ve gereçleri-

1 40

Page 141: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

nin sağlanmasındaki güçlüklerin değil , tam karşıtı , ulemanm bu fikre nasıl sert hir tepki gösterd(�inin yeterli kamtt sayılsa ge­rektir doğrusu . . .

İbrahim Müteferrika'nın aynı günlerde Padişaha sunduğu " Ustil-iil Hikem ft Ni:am-t'il Ümem" başlıklı ikinci raporda ise, yukarda da değinildiği gibi, Avrupa devletleri güçlenirken Os­manl ı devletinin niçin gerilediği konusu ele alınarak, yönetim ve askerlik hakkında yeni bilgiler aktarıl ıp, önerilerde bulunulmak­tadır.

Önce Avrupa ü lkelerindeki ve Rusya'daki düzenle ilgili ge­nel bi lgiler verilip, askerlik kurumları ve eğitim yöntemleri in­celenmekte, coğrafyadaki yeni keşiflerle Avrupa ticaretinin na­sıl h ızla geliştiği ve genişlediğ i, Amerika kıtasının bulunmasının bu açıdan önemi anlatılmaktadır. Ardından, fizik, astronomi, coğrafya vb. bilgilerin devlet yönetimi açısından önemi, Osma­lı ların ve İslam dünyasının bu bilgilerden uzak kalmalarının ne gibi tehlikeli sonuçlara neden olacağı ayrıntılı olarak verilmek­tedir. Son bölümde de, Avrupa'daki yeni askerlik anlayışı , tak­tikler, stratejiler, savaş teknolojisi , yeni silahlar hakkında bilgi­ler verilerek, artık gerek savaş teknolojisi , gerekse savaşma dü­zeni açısından çağdış ı bir duruma düşmüş olan Osmanl ı ordusu­nun da yeniden yapılandırılmasıyla ilgili önerilerde bulunul­maktadır.

İbrahim Müteferrika, Prof. Berkes 'in de belirttiği gibi, ger­çekten de Osmanl ılar için yol gösterici nitelikte, değerli biridir. "Osmanlt tarihi çerçevesi içinde, her yam ile ça,�daş Batmtn en ilerici yönlerini temsil etmektedir. Avrupa ' daki askeri, siyasal ve hi/imse! ilerlemelerden oldı(�U gihi, Rusya ' daki en son gelişme­lerden de haherlidir. "

Gene Prof. Herkes'ten öğrendiğimize göre, İbrahim Mütefer­rika, bu raporunda, Osmanlı (Türk) tarihinde ilk olarak monar­şi, aristokrasi, demokrasi, laisi:m ve şeriat gibi kavramlardan söz etmekte, ordunun yeniden düzenlenmesiyle ilgili önerilerde bulunurken de, Sultan I I I . Selim ' den neredeyse üç çeyrek yüz­yıl önce "Ni:am- t Ceclit" deyimini kullanmaktadır.

1 4 1

Page 142: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Ola ki, Rochefort "un "Bah-ı Ali Hizmetinde Bir Fen Kıtası Kurulnwsı Üzerine Tasan " adlı raporundan sonra İbrahim Mü­teferrika da aynı doğrultuda bir ba�ka rapor daha sununca, gene Prof. B erkes ' ten öğrendiğimize göre, gerçekten ele I 730' )ara doğru "Bostann ocağından seçilmiş 300 ge1ıce Haydwpaşa salırasında Al 'rıtpa u.wliiyle askeri e,�itim ı·erilmeye başlanmış­tır" kuşkusuz yeni bir askeri birlik oluşturmak amacıyla. (Age,s. 65)

Bi l indiği gibi, sarayların hem mulıaji::: kaulan olan, hem ele her türlü hizmeti(1jgören, su.ltanların en saciı!ç.)q,ılları hqstqn� · ı ­lar, devşirildikten soııra acemi oğlanlar .ocağı.ud.ı eğüilmiş Hı� ristiyan çocukları arasından seçilmektedirler . . Her sarayın ayrı bir bostancı ocağı vardİr. Bostancılar, ayrıca İ stanbul 'un saray çevrelerinin asayişinden de sorumludurlar. Sarayların bahçe ve bostan iş leriyle de uğraştıklarından, ta ilk günden beri onlara hostanu deni lmiştir. Yeniçeri Ocağı 'nın kaldırı lmasıyla bostan­cı ocaklarına da son verilmiş ve sarayın korunması için ocağın gençlerinden bir 11i:::amiye taburu oluşturulmuştur XIX.yy. baş-larında.

. , . · · ·

Yani, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, daha sadrazaml ığınlll i lk günlerinden i t ibaren, devlet olanaklarını da kullanarak, Batı­l ı yaşam biçiminin ü lkeye girmesine ve yaygınlaştırılmasına bü­yük çaba harcarken, öte yandan da Yeniçeri Ocağı 'nı n tekrar es­ki güneüne kavuşturulınasına çalışmak şöyle dursun, yeni bir or­du kurulması konusunda ilk kez somut girişimlerde bu lunmaya başlamıştır, görüldüğü gibi . Bu nedenle ulema, bu gelişmelerden mutlaka çok rahatsızdır. Ayrıca, matbaanın kuru lmasını engelle­yemedikleri için de zaten rahatsız o lsalar gerektir.

Nitekim, 1 730 y ı l ı Temmuz ayında İranlılar anlaşmayı bo­zup, Hamedan ' ı ve Tebriz ' i geri alınca, ulemanın beklediği fır­sat kendil iğinden doğmuştur. Örneğin, istanlml Kadısı Ziilali Hasan Efendi, Ayasofra mi:::i ispirzade Ahmed Efendi. öteki va­izler, artık sabah akşam cami lerde, bütün bunların ba�ımıza yö­neticilerimizin İs lami ya�amı bırakıp, Jale bahçelerinele içki içip �arkı söyleyerek eğlenceye dalmaları yüzünden geldiğini anlata-

1 42

Page 143: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

rak Sadrazama kar�ı halkı kı�kırtmaya ba�lamı�lardır hemen. Ortamı olu�turunca, zaten denetimlerindeki yeniçeri lerden bir grupla sadrazarul a sultanın kellesini uçurtup, yönetimi gene bü­tünüyle ele alacaklardır.

Yeniçeri Ocağı artık gerçekten de u lemanın el inde tam anla­mıyla kar�ılarındakileri korkutup sindirerek istediklerini yaptır­makla kullandıkları bir öcü güç haline dü�müş olsa gerek ki , ör­neğin vakanüvislerin yazdığına göre, Sadrazam Bahir Mustafa Pa�a da, 1 7 52 'de, birtakım dolaplar çev i ren harem ağasının gö­revden alındığını, ancak öldürtülmeyip sürgüne gönderdeceğini öğrenince, hemen ko�up Sultan I . Mahmut ' u "Aman su/tanım, e,�er a,�anın haşı hu sahah saray kapısına getirilme:::.se, alimal­lah kul (yeniçeri/er) çoriHt içme::, hilesi:: 1 " diye korkutarak, ağa­nın ba�ının vurdurtu lmasını sağlamı�tır. (Osmanlı Tarihi, c-4, K­I , s. 334, dipnotu)

Sadrazam Damat İbrahim Paşa da, bu gerçeği b i ldiği için, tek çözüm olarak Padi�ahın hemen Yeniçeri Ocağı 'nın başına geçe­rek İran ' a sefere çıkmasını görmüş ve bir oldubitliye getirmeye çalı�ırını� gibi sanki, elerhal hazırlıklara başlamı�tır. Ordunun konaklayacağı yerlere, sınır boylarındaki kale komutaniıkiarına haberciler çıkarı l ıp , fermanlar gönderilmiş ve Padi�ahın ordu­nun başına geçip ağustos ayında sefere çıkacağı duyurulmuştur.

Temmuz ayında, gerçekten de sefer hazırlıklarına başlanıl­mı�. bütün kapıkulu ocakları Üsküdar 'a geçiri l ip, ota,�-/ hiima­yun kurulmuş, padişah 111,�/an çıkarı lmıştır.

Ne v ar ki, ordunun Üsküdar ' da kendis ini beklediğini haber verıneye gelen S adrazam 'a , "Hayır. Slfere çıkmaktan va:::. geç­tim. demi�tir Sultan. Sadrazam, vezirler, yeniçeri ağaları, saray ileri gelenleri yalvar yakar olmuşlar, yoksa yeniçeriler ayaklanır diye korkutınağa çalı�mı� lar ve sanırız gerçekten de Çetin Al­tan ' ın 'Tarihte kimsenin aklına gelmemiş hir iş yapıldı . Samşa gitmeden , samşa çıkılıyormuş gihi gôrkemli hir tiyatro ha::ır­landı (Sabah gazetesi, 17 Ağustos 1 997 ) diye nitelemesi gibi, Sultanı hiç olmazsa bir oyun oynamaya, sefere çıkacakmı� gibi Üski.idar · a geçmeye razı cdebilmi�lerdir galiba ancak.

\ 4 .1

Page 144: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

C,'linki i , tarihçi Ahmet Refik Altınay da, olay ı , b ir operet sah­nes ini anlatır gibi anlatınaktadır; "Ü{·üncii Alı med' in, a,�ustosun ilk giinlerine do,�ru, parlak bir alayla Üsküdar 'a geçişi pek nwlıteşem re pek aldatıCI idi. Sultan , önce saltanat kadırgasıyla Bo,�a:a do,�ru açıldı . Biitiin donanmanm Üskiidar salıi/ini do­laştı,�/ görüldii . Bu geçit resmi tam dört saat siirdii . Üskiidar 'da da, alıaliyi kandırmak için her tiirlii redbire baş vuruldu. Üçı'in­cı'i Ahmed, önünde tu,�! ar {·ekiliyor, uzun sorguçlu peyk/erin siis W' bezekieri ortasmda, at ü:erinde gidiyordu . Arkada, saraym ileri gelen erkôm, Padişalım kıymetli taşlarla siislii kılıcım, ye­dek san�111 1 , aptesr ibr(�ini taşıyordu. Halkta, harp i/am hissi uyandırmak için . lıer türiii vasıra/ara müracaat ediliyordu. Sa-raym ince ve kadmlaşmış erkôm . . . Zırlılara biirünmiiş, m(iiferler giymiş Ak A,�alar, Harem A,�alan . . . Sonra Şeylıiilislam, ı'ilema ve devlet erkôm . . . A laya en ::i_vade revnak veren . iç o,�lanlanydı . Zırlılar ii::erine ipek/i sargı lar sarmış/ar; omıdanna altmlar, seclej7er ve incilerle siislii silalılar asmışlar; kadife/i ve sırmalı okdanlıklanna, valddı ok/ar do/durmuşlardı . A lay, bütün par­laklı,� ı , olanca debdebesiyle Üsküdar'dan geçti. Fakat, Kadı­köy' e gelir gelmez, birden da,�ılıverdi. Devlet erkôm , civardaki saray/ara, Bo,�aziçindeki yalı/anna gittiler. Askerin bir kısmı şehre döndii . Biitı'in bu alay, halkı aldatmak için bir tiyatro salı­nesi tesirini verdi. diye y azmaktadır. ( Ahmet Refik Altınay, Liile Devri , Milli Eğitim Basımevi , Ankara 1 973 , s. 1 03- 1 04)

Bu maskaralıktan kısa bir süre sonra, 2 8 Eylü l 1 730'da da, ulema, gerçekten Yeniçeri Ocağı 'ndan bir avuç serseriyi ayak­landırmayı başarmıştır hemen.

Ahmet Refik de, "Aiıalinin birinci tabakasım , hoca sınifı teşkil ediyordu . Bu smif manevi silalılarla, Yeniçeriler de mad­di silalı/ariyle alıali kütlesi ve Saray erkôm fizerinde nüfuz icra etmişlerdi . ' ' diyerek bu gerçeği belirtmektedir. (Age, s. 1 l O)

Güya Yeniçeri Ocağı 'nın 1 7 . bölüğünden, ama aynı zamanda da kahveci, bakka l , manav, tellak, tellal , kayıkçı esnafı, sözcü­ğün tam anlamıyla gerçekten de bir avuç serseri , 28 Eylül per­şembe günü sabahı . tarihçilerio de açık açık yazdığı gibi uleına-

1 44

Page 145: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

nın yönlendirmesiyle, Çarşı telialı Anıal 'lrt Patrona Halil. Ma­!ıa ı · Muslu , Kall1'eci A li , Oduncu Ahmet' in öncülüğünde, el lerin­de yalın kıl ıç, bayrak açıp, "Şer ilc davamı::: vardır. Ümmet-i Muhammed'den olanlar dükkanlann ı kapayıp hayra,�ımmn al­ti/Ja gelsinler! · · diye bağıra bağıra çarşı pazar dolaşarak, arkala­rma bir avuç da çapulcu toplayıp bağıra bağıra çarşı pazar dola­şarak, ar kalarına bir avuç da çapulcu toplayıp, B ayezid Ca­mii ' inin önünde toplanmışlar ve "Şeriat isteri::.! . . . diye ayak­lanmışlardır.

Bu baldırıçıplak ların Saray önündeki yaygarasından ürken Sultan III . Ahmed de, belki tahtımı kurtarırım umuduyla, güya çok sevdiği damadı Sadrazam İbrahim Paşa ile birlikte, İbrahim Paşa'nın damadları Kaptan-ı Derya Kaymak Mustafa 'y ı ve Sad­razam yardımcıs ı ( Kethüda) Mehmed Paşa 'y ı boğdurtup, ceset­lerini bir öküz arabasıyla göndererek önlerine attırmıştır ertesi sabah. Bu olay karşısında kan kokusu almış kurt sürüsüne dönen çapulcular da, İbrahim Paşa ' nın cesedini bir atın kuyruğuna bağlayarak yollarda sürükleyip parça parça etmişlerdir. Eski Ha­leh kadısı Şakir Bey, para vererek gizlice top/atabildiği parça/a­n, gene geceleyin gizlice Şelı::.adehaşı ' ndaki çeşmenin yanma gömdürmüştür

Ulema-Yeniçeri işbirliğine Karşı Yeni Cephe: Batılılaşma (Askeri Okullar ve Münevver)

Patrona Halil ayaklanması , kuşkusuz yalnız Sadrazam İbra­him Paşa'nın cesedinin parça parça edilmesiyle de sınırlı kalma­mıştır, bilindiği gibi.

Bu çapulcuları ay aklandıran elebaşı ulema Ayasofya vaizi İs­pirzade Ahmed Efendi 'nin, küstah bir dille, yüzüne karşı , "Pa­dişalıım, si::. saltanattan çekilmedikçe hu kıyanıın da,�ılması nıu­lıaldir (olanaksızdır) . " demesi üzerine, Sultan III. Ahmed de he­men o gün saltanatauan çaki lmi�tir. canına dokunu lmamasını di­leyerek.

İlginçtir, darbe henüz sonuçlanmamış . çapu lcular Sarayın

1 -l:'i

Page 146: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

önünde hala "Şeriat isteri::. -' " diye bağındarken daha, u lema ik­tidara bir an önce el koyabi lmek için atamalara başlamı � ve Di­mne meşreh (deli) ihmhim Efendi adında bir medrese hocasını İstanbul kad ı l ığına, ayaklanmayı planlayan ulemanın elebaşıla­rından İstanbul kadısı Zii/a/1 Hasan Efendi ' yi Anadolu Kazas­kerl iğine, Mir::.a::.ade Şeyh Mchmecl Efendi ' y i , sürgüne gönder­dikleri Yeni�ehirli Abdullah efendi'nin yerine şeyhülislamlığa getirmişlerdir bir oldubittiyle.

İstanbu l ' un yeni kadısı Dinme nıeşreh ihrahim Efendi ' n in yaptığı i lk iş de, S adabad' daki, Kağıthane ve Alibey derelerinin iki yanına yapılmı� konak ve kasrların yakılması için çevresin­deki mollaları kışkırtmak olmuştur.

Sultan I. Mahmud 'un "Htristiyan alemine karşt re::.il oluru::." gerekçesiyle yakı l masına izin vermeyip tel lal çıkararak, "Sadô­hôd' da köşkii olanlar hi Isi n/er ve de bugünden hem üç gün içi n­de köşklerini kendileri sökiip , ytkstnlar! " diye bağırtması üzeri­ne de, bu kez çapulcu takımı köşk sahiplerinden daha önce dav­ranarak, yüzeliiyi aşkın konak ve köşkü bir anda yerle bir ede­rek yağmalamışlar, yetişmiş ağaçları bile köklerinden sökerek bütün bahçeleri tarumar etmişlerdir. S anki, darbenin asıl amacı da budur. İs lami yaşam biçimiyle hiç uyuşmayan bu yeni yaşam biçimini , gelişip yaygınlaşmasına fırsat vermeden ortadan kal­dırmaktır.

Çünkü ilginçtir, Sultan III . Ahmed'in belki tahtıını kurtarır ım düşüncesiyle S adrazam İbrahim Paş a'y ı ve iki damadını boğdu­rup çapulcuların önüne altırmasının dışında, ba�ka bir cinayet de i�lenmenıi�t ir bu ayaklanmada. Eski yöneticileri birtakım adala­ra sürgün etmekle yetinmhtir ulema. Sanki gerçekten de, asıl hedef Sadabad, dolayıs ıy la B at ı l ı Yaşam biçimidir.

Nitekim, Ahmet Refik de, bu olayı anlatırken, "O giin istcm­/J/1/' da Bart sana tt ad ma yapti an hiitiin hi na/ar �·at tr çattr ytktl­maya, H Ilardan he ri ya[;ma ı ·c ganimetten yoksun kalanlar tara­findan kuru tahta/au hile kap tşt lmaya haşlandt llocalaun Bart u rgarlt,�uıa karşt /J/1 diişmmıiiklamtdan Padişah hile korktu diye yazmaı...ı aclır. (Age. 1 65 )

ı .:ıf,

Page 147: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Demek toplumsal ya�amda herhangi bir etkisi henüz söz ko­nusu dahi değil ki, Batı adına ne varsa. her �eyin yerle bir edil­diği o gün İbrahim Mütefrrika 'nın basımevi akla bile gelmemiş­tir galiba. Ayrıca, bir kö�eye sıkışmı� küçük bir atölye olsa ge­rek ki, Patrona Halil ayaklanmasına kadar geçen iki yıl içinde de ancak 6 kitapçık basılabilmi�tir zaten.

Özetlersek, ta 1 5 8 2 yıl ında, I I I . Murad' ın sevgil i oğlu Şehza­de Mehmed (Sultan I I I . Mehmed) için tam 50 yük gümüş akçe harcatarak yaptırdığı , Osmanlı tarihinde o güne dek bir eşi daha görülmemiş, iki ay süren sünnet düğününde, konuğu yabancı hükümdarları İstanbul ' da iyi ağırladıkları için, "Ne dilerseniz dileyin benden -' " demesini fırsat bilip, devşirme Hıristiyan ço­cuklarının yanı sıra artık Müslüman çocuklarının da alınmasını sağlayarak Kapıkulu ocaklarının yozlaştırılmasını ustaca baş la­tıp, XVII . yy. ortalarında da çocuk sul tan Avcı IV Mehmed dö­neminde önce devi�rme usulünü toptan kaldırtıp, ardından 1 665 'te de Acemi Oğlanlar Ocağı ile Enderun Okulu 'nu toptan kapattırarak Yeniçeri Ocağı ' nı kökten bir yapısal değişime uğra­tıp tam anlamıyla kontrol altına almayı baş;muı ulema, XVI­I I .yy. daha başında, bu kez hiç beklemedikleri yeni bir düşman­la karşıla�mışlardır, görüldüğü gibi. Enderun okulundan yetiş­miş rakiplerden artık kurtulduk diye sevinirlerken, bu kez de karşıianna Katalik kilisesinin bağnazlığından (şerrinden) kaçıp , Osmanlıya sığınmış Batılı aydınlar çıkmıştır birden.

Fakat ilginçtir, Prof. Berke s ' in sözünü ettiği, bu yeni akımın öncüleri sayabileceğimiz, X IV Louis " n in 1 71 5 M artmda Protes­tan! ı,�/ Fransa ' da kesinlikle \ 'a.mklaması ii zerine ii/k e dışına ka­çan Hugueno( /ardan hir kısmının da Osmanlı ülkesine sı,�uıdı­'�mclan ve De Roclufort adında bir Huguenot subayının Su ltana sunduğu "Bah-ı Ali lli:metinde hir Fen Kıtası kurulması Ü:eri­ne Tasarı " adlı rapordan. ola ki herhangi bir yankı uyandırına­dığı için, o tarihte tutu lmu� vekayınamelerde de hiç bahsedilme­mektedir.

Nitek im. Dr. Adnan Adıvar da "Osmanlı Tiirklerinde ilim" adlı kitabında. Hamnıcr" iıı dalayl ı bir biçimde sözüııii e t t i ğ i n i

1 -l i

Page 148: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

belirttiği bu De Roclıef'ort için, "Bu :::at111 kim oldu,�111111 tespit et­nu',�l' nıul 'llf/(tk olamadtm , ansiklopedilerde, terceme-i lıal ki­taplannda hu ismc re hu tarihe uygun ı ·e tamnnuş hir isim yok­tur " demektedir.

Ancak, yukarda andığımız "Lôle Derri" adlı kitabında, "is­yana Yeniçeri/erin de iştirak etmeleri için mı"ilıim sebepler yok de,�ildi. ihrahim Paşa Ni:am-1 Cedid askeri yetiştirmeye haşla­nuştt . (s. I I 5 ) derken, bir dipnotla da, tam o tarihlerde, l 7 l 6-1 7 l 9 y ı lları arasında İstanbul 'da bulunmuş Fransız B üyükelçisi Marquis de Bonnac' ın "Sefaretname"adlı anılarını kaynak ola­rak göstermesine bakılırsa, Ahmet Refik ' in de De Roclıefort ' a b i r göndermede bulunduğundan kuşku duyutınasa gerektir gali­ba.

Üstel ik, Huguenor' ların Osmanlı ü lkesine gelip sığınmaları daha sonraki y ı l larda da sürmüştür. Örneğin, l 729'da Avustur­yalıların elinden kurtulur kurtutmaz öcünü almak için Osmanh­Iara sığınan Kont Bonnel'(l/ da Huguenot ' larla yakından ilgilen­miştir, Prof. Berkes ' in belirlemelerine göre. "Büyük hir ol astitk­Ia kendisi de Fransa 'dan kaçmtş hir Huguenot olan Sicilya dev­letinin istanbul temsilcisi Clıenier ' in 1 745'te Amsturya elçisine gönderdi,�i hir raporda, Kont Bonneval' tn, Roclıefort' un 2 7 yt! önce ya::dtğt hu raporun içeriğini aynntt!anna vanncaya dek hildi,�i helirtilmektedir. " Hammer de, zaten bu raporu kaynak olarak kullanmaktadır. I 762' de İstanbul 'da doğmuş ünlü Fran­sız şair An(/t·e C lıenier de, gene büyük bir olasılıkla, bu Cheni­er 'nin tarunu veya yeğeni bir Huguenot olsa gerektir. ( Age, s . 552)

Tarihimize Humharact Alımed Paşa adıyla geçmiş olan Kont Bonneml, XIV. Louis döneminde Fransız ordusunda subay iken, I 706 'da, 3 I yaşında ülkesinden kaçmak zorunda kalmış ve Avusturya 'ya sığınınıştır.

Avusturya ordusunun Fransa ve Osmanlılarla yaptığı savaş­larda birçok önemli başarı da kazanmış olmasına karşın, tam 22 yıl sonra Prens Öjen ile arası açı l ınca bu kez de Avustury a 'dan ayrılmak zorunda kalmış ve I 729 "da, 54 yaşınc!ayken, Avustur-

ı ..ıs

Page 149: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

yalı lara karşı savaşıp ii, ı ı ı ı ü alabilmek için \1üs lümanlığı kabul edip, adının değiştiril l l lcs ine h ı le razı olmu�ıur.

Ne var ki, tam İstanbul ' a !-'e lece� ı günlerde ulemanın gemi iyice azıya almış olması ve ard ı ı ı d : ı ıı Patrona Halil olayının pat­lak vermesi yüzünden, bir süre dL' Gü m ülcine' de kalmasına ge­rek duyulmuş ve ancak bir y ı l sona, Patrona Hal i l ' le arkadaşları bütünüyle temizlenip düzen yeniden sağlanınca, yeni bir Hum­haraCI OcaRı kurma görevi yle, kendisine heylerheyi sanı verile­rek İstanbul ' a çağrılmıştır.

Nitekim, Prof. Berkes de, Bostancı Ocağı 'ndan seçilmiş 300 gence Haydarpaşa sahrasında Avrupa usulü askerlik eğitimi ve­rilmeye başlanılmasının Yeniçerilerin kışkırtı lmasında önemli bir rol oynadığı kanısında olduğunu belirterek, "Bu a_vaklanma üzerine talimlere de derhal son verilmiştir. " diye yazmaktadır. (Age, s. 66) Yani, gelmeden önce adını değiştirip Müslümanlığa da geçmiş olsa, o günlerde, bir Hıristiyan ülke ordusunda yetiş­miş eski bir generalin S aray ' a çağrılmasının ne gibi olaylara yol açacağını kestirmek, öyle pek de zor olmasa gerektir doğrusu.

Kont B onneval ' in, veya Müslüman adıyla Humbaracı Ah­med Paşa' nın, İstanbul 'a yeni bir askeri birlik oluşturmak üze­re, özel bir anlaşmayla çağrıldığı da kuşkusuz olsa gerek ki, da­ha gelirken yanında Bosnalılardan seçtiği bir grup humbaracı as­keri de getirmiştir, kimi tarihçilerin belirttiklerine göre. Ola ki, bu gizli anlaşmayı da I 729- 1 73 1 y ı l ların arasında Bosna ve Ru­meli valisi olan Topa/ Osman Paşa yapmıştır ve 1 73 1 yılı Eylü­lünde Sadrazamlığa atandığında onları da beraberinde İstan­bul ' a getirmiştir, Sultanın olurunu alıp. "Bu iş için, kendisi gihi Müsliimani!Ra geçmiş üç Fransı::. suhayı ile Fransı: hükümeti tarafmdan gönderilen iki topçu subayını da )'anuıa ı·ermiştir. " (Berkes, age,s.66)

İlginçtir, Patrona Halil olayıyla Yeniçeri Ocağı 'nın artık ule­manın elinde tam anlamıyla bir taşeron kuruluş haline döndüğü­nün farkına varan Saray (Sultan ! .Mahmud), bir yandan Osman­lıya sığınmış yabancı subaylardan da yararlanarak kapıkul larına seçenek olu �turacak yeni bir orduyu tez elden kurabi lmek için

1 49

Page 150: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

çırpınırken, Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı ·nın verdiği bilgiye göre. (c.4,k. I . s .325) , öte yandan da ordunun segban ve sİpahiler bölümünü yeniden düzenleyerek eski gücüne kavuşturabi lmenin yollarını aramaya başlamışlar ve 1732 y ı l ı ba�larında tiınar sis­temiyle ilgili yeni bir ferman da çıkarmışlardır. Ancak ne yazık ki , tarihçilerimiz. bu ferman la getirilmek istenilen yenilikler hakkında fazla da bir bilgi vermemektedirler.

Görüldüğü gibi , Kont Bonneml, Osmanl ılar tarafından özel olarak İstanbul 'a çağrılan ve Saraya alınarak orduda görevlendi­rilen ilk Avrupalı keferedir galiba.

Üstelik gerçekten de, gelir gelmez hemen eğitime başlamış ve üç yıl gibi kısa bir süre içinde Üsküdar 'da. Ayazma Sara­yı "nda her biri yüz er i le 22 subay ve erba� olmak üzere I 22 ki­şiden oluşan 3 bölükli.i yeni bir topçu (humbaracı ) birliği kurma­yı başarmıştır.

Ancak, K ont Bonneral' ın Humbaracı Ahmed Paşa adıyla Os­manlılara yaptl'ğ ı hizmet, gördüğümüz kadarıyla Avrupa usulü­ne göre eğitilmiş yeni bir HumharaCI Oca,�t oluşturmakla da kalmamıştır yalnız.

"Bosna' dan getirdiği humharact!arla birlikte Bostann Oca­.� t ' ndan seçti,�i askerleri eğitirek yeni hir HumharaCI kttast oluş­turur re 1 733 .n/mda Üskiidar' da yeni hir humharaCI ktşlası yaptmrken ,fen re tatbikat okulunu da açmışttr . . , (Prof. Berkes, a .g .e . , s. 67)

Bi l indiği gibi , Yeniçeri Ocaklarına asker ve subay yetiştiren tek okul Acemi Oğlanlar Ocağı i le Enderun 'un daha I 600' lü yıl­ların ortalarında, çocuk sultan IV. Mehmed döneminde, u lema­nın kı�kırtması ve çevirdiği dolaplar yüzünden kapıtlmasıyla Osmanlı ordusu da çaresiz bütünüyle alaylı yöneticilere kalmış olsa gerektir giderek.

Bu nedenle bizce de hiç kuşku yok k i , K ont Bonnemf ' ın Os­manlı lara yaptığı en büyük hizmet, bu gerçeğin farkına varıp. İmparatorluğun içi nde bulunduğu soruların artık Avrupadan sağ­lanacak birkaç subayla kapıkulu ocaklarında bazı yenilikler ya­jKtrak değil . ancak askeri oku l lar aç ıp . h ula yeti�ı irilecek subay-

l "'i ( )

Page 151: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

larla yepyeni bir ordu kurarak a�ı labileceği gerçeğine Sarayı da inandırmı� olmasıdır.

Gerçi , tarihçi lerio verdiği bilgi lere göre, bu okulun ömrü ga­liba pek de uzun sürmem iştir. Çünkü. Mora' l ı TopaJ Osman Pa­�a 'dml sonra sadrazamlığa getirilen, aşk uğruna İstanbu l ' a gel­miş Venedik" l i bir daktorun oğlu Hekimoğlu Ali Paşa dönemin­de ele Saraydan gerekli desteği görmüş olmasına karşın, Kont Bonncval I 736 ' lardan itibaren gözden dü�müş, hatta Sadrazam Yeğen Mehmed Paşa tarafından I 738 'de Kastamonu 'ya sürgün bile ecl i lmi�tir.

Nitekim, Prof. Uzunçarşı l ı da bu konuda; " ' U:ak görür bir h iikiimdar olan 1 Mahmud, sal 'aşlardaki haşansı:lıRın nedeni­ni anlayarak. Al 'ntfW ordulan tarzmda bir ordu kurulmasuıa ke­sinlikle :orunluluk bulwıduRWW karar l 'erip. işe önce humhara­cı outRının kurulması ile başlamış ise de . isyandan (ulemanın gene ayaklanmasmdan) korktı(�U için asıl iyileştirilmesi gere­ken kapıkulu ocak/anna ı·e ö:ellikle de yeniçeri ocaRına dokun­amamıştu: " (a.g.e . , c-4, k- I , s . 325) diye yazmaktadır.

Fakat, I. Mahmud'un ardından tahta çıkan Sultan III . Osman döneminde, hiç beklen ilmedik ilginç bir gelişme daha olmuş, Katal ik kilisesinin şerrioden kaçıp Osmanlıya sığınan kefereler­den sonra, bu kez de Fransa hükümeti Osmanlı ordusuyla yakın­dan ilgilenmeye başlamıştır. Rusların Osmanlıyı yenip Karade­niz'e egemen olmaları Fransa'nın çıkarlarına ters düşmektedir. Bu nedenle, böyle bir olasıl ığa kar�ı en ciddi önlem olarak Os­manlı ordusunun güçlendirilmesine karar verilmiş ve bu amaçla da, İstanbul elçisi, Fransa kralı XV. Louis adına Osmanlı yöne­ticileriyle bir ön görüşme yapmak üzere görevlendiri lmiştir. An­cak, böyle bir yardımın Osmanl ılarca onur sorunu yapılıp şid­detle reddedileceği anlaşıl ınca da, bu kez ordu hakkında bilgi toplamak üzere Baron ele Toff adında bir asker özel o larak İs tan­bul 'a gönderi lemişt ir.

Örneğin, Prof. U :wıçarşılı da, her he kadar metnin iç inde " " :aten nicedir i.1 tanhul' da , elcilikte göreı·!i olarak bulunan . hem askn hem diplonıat Bamn de Tott' un . Osmanlı ordusu hak­A uıda bilgi totılanwkla giircl 'lendirild(�i" ni öne s [i rmcktc ise

i .'i ı

Page 152: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

de, aynı metnin altın da verdiği bir dipnotunda, "Simsal neden­lerle Fransa 'ya sı,�ınarak Fransı: ordusunda görer almış sol'lu bir Macar subayımn o,�lu olarak Fransa 'da do,�an Bamn de Tott'un , Fransa kralı XV Louis' nin buyn1_�uyla, \'eni atanan el­�·i Vergennes ile birlikte, 1 755 yılında, Osmanlı ordusu hakkın­da bilgi toplamakla göredendiri/erek ö:el olarak gönderildi_�i­ni" yazmaktadır. (Osmanlı Tarihi , c-4, k- 1 , s . 4 79 dipnot ve 480)

Ne ki, Pmf Mı'imta: Tur/1(111 da, sö: konusu yıllarda Fran­sa' mn Osmanlı slfiri olan de Vergennes' nin de damadı, Macar soylulanndan Bamn de Tott adındaki bu zat Türkç-e ö,�renmek maksadiyle istanbul' a gelmiştir diyerek, Baron ' un zaten nicedir İstanbul ' da bulunduğu görüşünü dalay l ı bir biçimde de olsa sa­vunmuyor değildir doğrusu. (Prof. Mümtaz Turhan, Kültür De­ğişmeleri, Devlet Kitapları, İstanbul 1 969. s. 202)

Ancak, i ster görevli olarak gönderilsin, ister dil öğrenmek amacıyla gelmiş olsun, gene Prof. Uzunçarşı lı 'nın aynı dipno­tunda verdiği bilgiye göre, B aron de Tott İs tanbul ' da 1767 ' ye kadar tam on küsur yı l kalmıştır. 1 767 ' de de, Fransa 'ya geri ça­ğırlmamış, Kırım 'a gönderilmiştir bu kez de.

Bi l indiği gibi, Bamn de Tott 'un da anılarında "asabi, :ayıf karakterli, son derece meraklı , kuşkucu" biri olarak tanımladığı III. Osman ' ın saltanatı uzun sürmemiş, 17 56 yı l ında ölünce, ye­rine III . Mustafa tahta çıkmıştır. Aynı y ıl , Fransa ile Avustur­ya 'nın bir antlaşma imzalaması üzerine S aksonya 'ya saldırarak yedi y ı l sürecek bir savaşı başlatmış o lan Prusya kralı II. Fried­rich, Rusya'nın da savaşa katı lmasıyla iyice zor duruma düşün­ce, Osmanl ı ların da Avusturya ve Rusya'ya karşı savaşa katıl­malarını sağlayabilmek için bir antlaşma yapma yol larını arama­ya başlamış ve bu amaçla İstanbul ' a özel elçiler gt;nclermiştir.

Görüldüğü gibi, Osmanlı ordusunun durumuyla artık yalnız Fransa değil , Prusyal ı lar da yakından ilgilenmektedirler.

Ama ne var ki, I 756 yı l ında sadaret mührünü alınış olan Sad­m:am Kom Ragıp Paşa hem barı�çı , hem de gerçekçi biridir . .ll hmer Cerder Paşa ' n ın Tarih- i Cc ı ·det ' de belirt tiği gibi, "Gerek

do,� u . gCJek R umeli selerlerinde hi::ur hulullltfJ Hlf JIIan işlerin

Page 153: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

esasım hildilfinden altı yıllık saclareti süresince sulh yolww tut­muş re harpten kaçınmış' ' tır. Prusya kral ı II. Friedrich' in antlaş­ma önerisini de hemen çevirmemiş, sürekli umud vererek, sada­reti süresince oyalamıştır onları . Hatta, Prusyalılarla bir an önce antlaşma imzalanarak Ruslara karşı savaşa giri lmesinden yana olan Sultan lll. Mustafa, "E,�er gare:::. ( düşündü,�ün şey) akçe ise, Edimekapı ' dan Rusçuk' a kadar iki geçeli altın di::erim. di­ye öfkeyle karşı çıkınca da, kendisine, "Aman sultamm . . .Deı•let­i aliyyeniz yapmış olduğu savaşlw·la, nasıl hir arslan olduğunu hütün düşmanianna göstermiştir. Fakat şimdiki hal de tımak/an aşmmış olup, şayet savaş esnasında düşman hu halini aniarsa durumumu:: müşkil olur Askere hir ni::anı ı ·erildikten sonra hu iş düşünüise gerektir. " diyerek oy alamıştır onu da. (Tarih- Cevdet, c- l , 1 1 5 )

İ lginçtir, Sadrazam Koca Ragıp Paşa'nın ölmesiyle, Yedi Yı l Savaş ı 'nın sona ermesi de, 1 763 yıl ında hemen hemen aynı gün­lerde olmuştur. Ve Prusya kralı II. Friedrich, Avrupanın o dö­nemdeki en büyük devletleri olan Fransa, Avusturya ve Rusya karşısında tek başına kalmasına karşın, büyük bir utku ile çık­mıştır o savaştan.

Sultan III . Mustafa ise, başlarda da değindiğimiz gibi, i !m-i n ücum' a çok düşkündür ve falcılara baktırmadan hiçbir i şe ka­rar vermemektedir. Nitekim, Prusya kralının Avrupa'nın üç bü­yük devletine karşı verdiği bu savaştan yengi ile çıkmasını da falcılarının (müneccimlerinin) becerisine yorduğu içindir ki, Sadrazam Koca Ragıp Paşa'nın ölümünün hemen ardında S aray tarihçisi Resmi Ahmed Efendi 'yi Prusya'nın başkenti Berl in ' e elçi göndererek, Kral dan, Rusya 'ya açacağı savaşta y o l göster­meleri için ınüneccimlerinin en ünlülerinden üçünü, kendisine bir süre için ödünç vermesini istemiştir.

Üstelik, I 750' 1erin başında, Rusların Karadeni z' e inmesini çıkarlarına aykırı buldukları için Osmanlı ordusunu güçlendir­ıneyi düşünen, bu amaçla B aron de Tott ' u İs lanbu l ' a özel olarak gönderen Fransızlar da. ilginçtir daha 1756 'dan itibaren birden politika deği�tirerek. artık bir Rus Osmanlı sava� ı çıkarmaları

Page 154: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

ıçın Osmanlı yöneticilerini sürek l i kı�kırtmaya ba�lamı�lardır sanki. Baron de Toı t ' un 1 767 ' de Pari s ' e geri çağrılmak yerine Kırını ·a gönderi lmesi de, doğrusu oldukça ilgi çekicidir.

1 755 'de Osmanlı ordusunu Rusya ·ya kar�ı güçlend irmek için güya yardım önerilerinde bu lunduğu halde, 1 756 'da birden Prusya ile o lan antlaşmasını boz up. Osman l ı ' nın iki ezeli düşmanı Avusturya ve Rusya ile antlaşma imzalamasından dola­yı Fransa 'ya galiba artık pek de güvenmeyen Su ltan I I I . Musta­fa, Rusya 'ya karşı savaş açılınasından yanadır zaten nicedir. Bu nedenle, Kral I I . Friedrich · in müneccim yerine "nasihar ' ' gön­dermiş olmasın ın da öfkesiyle, ola ki kendi müneccimlerinin fa­lma uyarak, 1 768 ' de patlak veren Kırım olay larını fırsat bilip, karşı çıkan sadrazamları da değişt irmek pahas ına. Rusya ' y a ace­le savaş açılmasına karar verdirtmiştir.

Rusların sanki birilerini kovalıyormuş gibi 1 768 'de durup dururken Osmanlı s ınırlarını aşıp Müslümanları da öldürerek Kırım 'da olay yaraımaları ile Fransızların İstanbul ' da görevli elemanları Baron de Tott 'u gene durup dururken 1 767 ' de Kı­rım 'a göndermiş olamaları aras ında gerçekten hiç bir i l işki yok mudur acaba?

Çünkü ilginçtir. savaşın daha yıl ı dolmuş dolmamışken, Fransızlarca tasarlandığı şekilde istenilen sonuçlar alınmaya başlanılmıştır sanki. Örneğin, orudunun ilk günden ardı ardına aldığı yenilgiler yüzünden Osmanlı lar çaresiz kalıp gene Fran­s ızlardan yardım istemiş olsalar gerek ki, sava�ın daha birinci y ı l ında, 1 769'da Baron de Toff, bu kez üstelik Sarayın davetiy­le, Sultan I I I . Mustafa 'nın askeri danışmanı olarak İstanbu l ' a gelmiştir. "Fransa ' dan . yeni hir ordunun h i r tlll önce kuntlahil­mesi için ha ş ka ı�:: manlar da isteni/nıiştir " "Fransa · dan isieni­fen topçu/ar, Ohen ad mda hir lopçu çeı·uşunun yönetiminde is­tan/m/ 'a gelerek 1 773 ' de işe haşlanuşlarllir "

Bamn de Torr da, tıpkı Kont Bonneval gibi, gelir gelmez, i lk i� olarak bir yandan yeni bir topçu birliğinin olu�turu l masına ça­l ı�ırkcn, öte yandan da bir dersane ( oku 1) açılması için giri�im­lcre baş lamıştır hemen.

Page 155: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Ancak, Konı Bonneval ' m gelir gelmez Müslüman olup adını değişt irmesine karşı l ık. Genl'ral Baron de François Toff Sa­ray· da tam I 7 yıl görev yaptığı halde ne Müslü manlığa geçimiş, ne de adını deği�tirmiştir. Üstel ik, Su ltan III . Mustafa ' nın 1 774 yılı başlarında ölmesinden sonra da, tahta ç ıkan I . Abdülha­mit ' in danışmanı olarak göreve devam etmiştir. 1 786 yılında Fransa 'ya dönmüş, 1 793 ' ıe de ü lkesi Macaristan ' da ölmüştür. Galiba salt bu bilgiler bile, General Tott 'un Osmanlı S arayına Fransa hükümeti tararından görevlendiri lerek gönderilmiş oldu­ğunu kanıtlamaya yetse gerektir.

Ama ne yazık ki, tam 40 yıl önce, 1 733 ' lerde K o nt Bomıe­\'(/1' ın kurdurduğu Üsküdar ' daki yeni humharacı ocaifı i le ·'Hendesehane' " den demek ortada pek de bir şey kalmamış ki , Baron de Toff da bu kez Kağıthane'de yeni bir topçu birliği oluş­turabilmek için eğitimleri başlatmış , Haliç'te Hasköy dolayla­rında yeni bir top dökümhanesi kurdurtmuş ve anı larında verdiği bilgilere göre de 1 773 'te, gene Hal iç ' te tersanedeki küçücük bir odada, kurulacak yeni ordunun gereksineceği teknik subayları yetiştirmek amacıyla "Riya:iye Mektehi" adıyla bir dershane açmıştır.

Doç. Kemal Beydilli 'nin "ilk Mı"ihendislerimi:den Sen·id Mustafa ve Nizôm-ı Cedfd' e Dair Risalesi" adl ı yazısında belir­ti lcliğine göre de, ·'o sıralarda Fransa' dan getirtilmiş olan mii­lıendislerden La Fiffi-C!al 'e ı ·e Monnier" bu dershanede ders vermiştir. Prof. Uzunçarş ı l ı da, ' ·as/en ingiliz olan Kampel Mustafa ile Türkiye'ye o yıllarda gelen Kermorvan adında hir Fransı:ın " ' da bu dershanede ders verdiklerini belirtmektedir.

ElliDil de Toff, anılarında: "Bonnel'a!' ın Hendesehane'sinden yetişmiş. hayafta olan bazı kişilerin , kendisinin de yeni bir okul açmasına karşı geldiklerini " ' yazmaktadır, yani Bonneval ' ın " 'Hendeselwne" adında bir dershane açtığını bilmektedir.

Ayrıca, Prof. Serkes de, Melmıecl Esat beyin " 'Mir' /it-ı Mii­lıendislwnc-i B er ri-i 1 himayun " ' adlı kitabını kaynak göstererek, Baron de Tott 'un İ sıanbu l ' a geldiği yıl larda , Sadrazam Koca Ra­gıp Pa�a ·mn da ' " 1/endese/wnc ' yi reniden açmak iç·in eski ii.� -

Page 156: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

rencileri ve on/amı o,�u//an/11 toplatarak Süt/üce yakınlannda Karaa,�aç'ta gi:lice okuttu,�unun s6ylenildi,�ini" yazmaktadır. (Age,s. 68)

Yani, B aron de Tott ' un açtığı dershaneye "Hendesehane" dememesi de, büyük bir olasılıkla Bonneval ' ın öğrencilerine karşı gösterdiği tepki yüzünden olsa gerek ki, 1 776 'da, I. Abdül­hamit döneminde yapılan yeni bir düzenleme ile dershane okul haline dönüştürülürken, adı da kimi kaynaklara göre "Hendese Odası " , kimi kaynaklara göre "Mühendishane " , kimi kaynakla­ra göre de ' 'Tershane Mühendishanesi" olmuş, daha sonra da okula "Mühendishane-i Bahri-i Hümaywı " (Deniz Kuvvetleri Mühendislik Okulu) adı verilmiştir.

Görüldüğü gibi Sultan I. Abdülhamid döneminde de, gerek yeni bir topçu birl iği oluşturmak için Fransa'dan getirtilen subay ve uzmantarla Kağıthane' de yoğun bir biçimde sürdürülen eği­tim çalışmaları, gerek kurulacak orduya çağdaş subaylar yetiş­tirmek amaycıyla açılan okulun geliştirilmesi girişimleri, 1 7 8 1 y ı lında Sadrazam Karavezir Seyyid Mehmed Paşa 'nın henüz 45 yaşındayken veremden ölmesi üzerine yerine gelen yeteneksiz sadrazamların bazı Fransız u zmanları kaçırmaları yüzünden, her ne kadar bir ara tavsar gibi olmuşsa da l 782 'de Sadrazamlığa gelen Halil Hamid Paşa döneminde yeniden hızlanmıştır.

Örneğin, göreve gelir gelmez "Mühendishane" nin (Mühen­dishane-i Balırf- i Hümaywı ' un) geliştirilmesi için Fransa hükü­metine başvurarak yeni u zmanlar isteyen Sadrazam Halil H am id Paşa, Prof. Uzunçarşılı 'nın verdiği bilgiye göre, tam o günlerde istanbul' a gelen ve Müs/ümanlı,�ı kabul ederek Mehmed adım alan Pmsya/ı bir istihkam mühendisini, maaşını kendi gelirin­den vererek okulda görevlendirmiştir

Gene Prof. U zunçarş ı l ı , yukarda andığımız yazısında Doç. Kemal Beydil l i 'nin adını "La Fitti-C/aı·e" şeklinde verdiği, De Laffire C/are ile Monnier adlı istihkam subay/anm da Sadra:am Halil Hamit Paşa ' nın getirterek. 29 Ekim 1 784 'ten itibaren , Mı'i­hedishane-i Balır-i llı'inwyun 'da oluşturdu,�u ayn bir istihkam b6/iimı'inde dersler ıwdirtti,�ini belirtmektedir.

Page 157: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Nitekim bu istihkam subayları öncelikle İstanbul 'un surları­nı inceleyip durumu hakkında raporlar sunmuşlar ve ardından İstanbul boğazının savunulması konusunda projeler hazırlamış­lardır.

Sadrazam Halil Hamid Paşa'nın asıl amacı , bir an önce, do­nanma için mühendis yetiştirecek bu okulun yanında, kara ordu­su için istihkam subayı yetiştirecek bir ikinci okulu daha açmak­tır. Ama ne var ki, Sadrazarnın bu girişimlerinden dehşetli rahat­sız olan çevreler, derhal cadı kazanlarını kaynatıp, Hali l Hamid Paşa 'nın Şehzade III. Selim 'i tahta çıkarmak için hazırlıklar yaptığı dedikodularıyla Sultanı kışkırtarak, 1 785 ' te görevden alınıp başının vurdurtulmasını sağlamışlardır. Yerine getirilen Ş ahin Ali Paşa ise, tarihçilerio yazdıklarına göre, Gürcü ası l l ı bir köle o lup, okuma yazma bilmeyen cahi l biridir. Zaten sadrazamlığı da 9 ay sürmüş, ancak I. Abdülhamit, yerine gene Gürcü bir köleyi, Koca Yusuf Paşa 'y ı sadrazamlığa getirmiştir.

Baran de Tott' un, tam 3 1 y ı l sonra, 1 786'da İstanbul 'dan te­melli ayrı lmasında, galiba hiç kuşu yok ki, okuma yazması bile olmayan bu cahil sadrazaml ar asıl rolü oynamış lardır mutlaka. Çünkü, Hali l Hamid Paşa 'nın 1 784' lerde tasarladığı kara istih­kam mühendisliği okulu, "Mühendishane-i Berri-i Hünıayun" (Kara Kuvvetleri Mühendislik Okulu) da ancak 9 y ı l sonra, 1 794 'te, I I I . Selim döneminde açı labilmiştir.

Bilindiğ i gibi, bir cihangir olarak doğduğuna yalnız I I I . Se­lim' in kendisi değil , daha çocukluğundan beri halk da inandırıl­mıştır. Çünkü, denilenlere göre, müneccimlerce hesaplanan bir eşref saatte ana rahmine düşmüştür, zaten burcu da "Hazret i Ali ' nin hurcu "dur. Sultan olur olmaz, İmparatorluğun üstüne yüzyı ldır çökmüş felaketler bulutu derhal dağılacak ve ardı adı­na yapılacak fetihlerle halk yeniden refaha kavuşacaktır. "işte hu nedenle, III. Selim' in tahta çıkışı inıparatorlu,�un hir başın­d an öhür haş;ma sevinçle karşı! anmış tır. "

Ne var ki, iki ezeli düşman Rusya ve Avusturya i le iki y ıldır süren ve ardı ardına alınan yenilgi ler yüzüden Sultan I. Abdül­haınid'in de felç geçirip ölmesine neden olan sava�ta, III . Selim

l :'i 7

Page 158: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

tahta çıkt ıktan sonra, güya Kırı m ' ın geri a l ınınası için saldırıya geçil ı ı ı iş . ama geri almak şöyle dursun, hiçbir başarı elde edile­mediği Balkanların da neredeyse yarısı yitirilmiştir.

Genç Sultan, başarısızlıkları salt sadrazamların beceriksiz­liklerine yorduğu için, her kalenin yitiri lişinden sonra sadrazam değiştirmiş, öyle ki "bir defasmda istihareye yatarak. bir defa­smdan da kura çekerek sadra::.am aramış" (Prof. Berkes, age, s . I I 4) olduğu halde gene de hiçbir olumlu sonuç alamamıştır. Bu nedenle, bu savaşın as ı l kötü sonucu, "Sultan III Selim ' in bir cihangir padişah olacağı yolundaki efsanenin ij7ası olmuştw: " , Prof. Enver Ziya Karai ' ın deyimiyle. (Osmanlı Tarihi, c-5, s . 2 1 )

Bi l indiği gibi, amcası I . Abdülhaınid ' in "Ö::.i kalesinin de Ruslarm eline geçtiği haberini okurken duyduğu derin acı yii­::.iinden felç geçirip ölmesi' ' üzerine 2 8 Mart 1 789'da tahta ç ıkan III . Selim, bir yandan Sadrazam Koca Yusuf Paşa 'ya, sadece Özi kalesiyle de yetinilmeyip 1784 'de Ruslara kaptırılan Kırı m ' ın da derhal alınması buyruğunu verirken, öte yandan da, daha sal­tanatının kırkı çıkmış ç ımamışken ' ' 1 789 yılı Mayıs ayı başla­mıda, bir cuma giinii ö,�le nama::.ını meşveret erbabı ile birlikte kı ldıktan sonra Sultan kasnnın Revan odasında , döneminin ile­ri gelen uleması , ve:::iri, hacıs ı . lıocası . ocak ağa/an , kapıcılar kethiidası ı •e.wir ile bir Meşveret Meclisi toplanuşflr" İmpara­torluğun içinde bulunduğu durumu görüşmek üzere.

Artık başka çare kalmadığı için, bu iki ezeli düşmanla 9 Ocak 179 2' de Yaş Antlaşmas ı ' nı imzaladıktan sonra da, kimi ta­rihçilere göre ::.amam n 200' e yak m i 1 eri gel en "önemli" ki ş isi n­den , bu konuda bir layi/1(1 hazırlamasını istemiştir

Oysa, Osmanlı İmparatorluğu 'nu III . Selim dönemide, Prof. Berkes ' in dediği gibi, "Fransı::: ihtilali ' ' kurtarmıştır asl ında. Ruslarla Avusturyalılar, Osmanlıları neredeyse bütünüyle Avru­pa'dan çıkarıp atmak üzerelerken, Fransız devrimi Avrupa'daki bütün krallıkları can derdine düşürdüğünden, İngiltere 'nin dev­reye girmesiyle, istemeden Osmanlı larla 1792 'de bir antlaşma imzalayarak sorunu ertelemişlcrdir.

Frww:: DeıTimi. hiç kuşku yok ki. o.�manlı ordusu ile ilgili

Page 159: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Krallık dönemindeki projeleri de rafa kaldırtmış olduğu için, Sul tan I. Abdülhamid · in .�on yı l larında, taht korkusu yüzünden zaten yava� yava� tavsatı lmağa ba�anılmı� olan reform girişim­lerini de, hiç olmazsa yeni uzmanlar gönderilmesi açısından bü­yük bir kes intiye uğratnı ı�tır mutlaka.

Nitekim. Prof. Karai 'dan öğrendiğimize göre, bu gerçeğin farkına varan, Fransız ordusunda henüz ünsüz genç bir subay olan Napo/yon B01ıapart da, Devrim yönetimine; "Rusya impa­ratoriçesi' nin Rusya-A\'ltslurya dostluk ha,�lannı kuvvetlendir­di,�i hir devirde, Tiirkiye' nin askerlik hakımından lıatm sayılır hir lıale gelmesi için, Fransa' mn elinden gelen herşeyi yapnıası kendi çıkamıadır. Bu derietin kahraman, fakat lımp sanatının prensıjJ!erinden anlamayan pek çok mi/is askeri vardır. Topç­uluk, Tiirkiye ' de henii:: çocukluk deı'! 'esindedir. Bugün orada hu alanda çalışan birkaç su!Jayımı: vardır. Fakat, olumlu hir SOilliÇ alabilmek için bunlar, ne sayı , ne de hi lgi hakımından yeterli­dir " diye bir dilekçe vererek, "he ş altı suhay arkadaşı ile bir­likte" Osmanlı ordusunu eğitip güçlendirmek tutkusuyla İstan­bul ' a gitmek istediğini bildirmiştir. (Osmanlı Tarih, c-5 , s. 25-26)

Gerçi , Napol_von B01ıapart Osmanlı ordusunu eğitmek veya yeni bir ordu kurmak üzere İstanbu l ' a gelememiştir ama, gene aynı kaynaktan öğrendiğim ize göre, daha sonraki yı l larda da Sultan III . Selim ' le sürekli iyi ili�kiler kurmak için çalışmış, ör­neğin "Mısır seferine çıkarken hile , fırsat diiştiikçe onu lıiirmet­le anmış. seferden sonra da ô:el mektuplar göndererek, ısiaiıat­çı girişimlerini destekledi,� ini hildinjJ , gönliinii almıştır "

Sultan III . Selim de, hem Fransa ile dostuğu Osmanlı İmpa­ratorluğu için bir zorunlu luk olarak görmektedir, hem de "as­kerlik alamndaki hilgi re haşanlanndan dolayı " zaten hayran­dır N apoiyon Bonapart \ı . Bu nedenle onun dostluk gösterilerine ilgisiz kalmak �öyle dursun, bundan büyük bir mutluluk da duy­maktadır. Örneğin. Napolyon Sonapart imparatorluğunu ilan et­tikten sonra İstanbuLı büyükelçi atadığı General Sebast iani ile arınağan olarak bir de re:-;mini gönderince kedisine. çok nıcm-

Page 160: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

nun kalmış ve Sadrazam ' ına; ' 'Bre henim l'e:irim . . . Sen hilme:­sin . Aıntpa'da dost dosta tasrir hediye eylemek mutena ôdetti1: Fransa imparatoru ' 111111 hediyelerinden mah:u: oldum Bana tasl'irini grindermesi pek hiiyiik dostluk ve samimiyer gösterisi­dir. Gayet ha: eyledim. diye yazmıştır.

Kuşkusuz, bu sıcak ilişkilerden yararlanılmamış da değildir. Örneğin, 1 794 ' te bir yandan Mühendishane geliştirilir ve Mü­hendishane-i Berri-i Hümayun adıyla yeni bir okul daha açılır­ken, öte yandan da, layihaların hemen hemen tamamında öneri­len Ni:am-1 C edi d adıyla yeni bir ordunun kurulacağı resmen açıklanmış ve bu amaçla Fransız Convention hükümetine 1 793 i le 1 795 ' te iki kez başvurularak öğretmen subay ve teknisyen gönderi Im esi İsteni Im iştir.

Nitekim gönderilen bu Fransız subay ve teknisyenlerle, Os­m anl ı tarihinde ilk kez bir H ıristiyan di l i , Fransızca, bu mühendislik okullarında yabancı dil olarak öğretilmeye başla­nılmıştır. Ders kitapları da Fransızca'dan çevriltilmektedir. B u uzman subay v e teknisyenler, eğitimin dört y ı l olduğu bu okul­ların üçüncü dördüncü sınıflarından askeri tarih dersinin dışın­da, topografya, trigonometri, balistik, istihkam, astronomi ve yüksek matematik gibi dersler de okutmaktadırlar.

Nizam- Cedit ordusunun kuruluş öyküsü ise daha dafi�·aklı ­dır. Ulemanın ve Yeniçerilerin karşı çıkmalarından korkulup çe­kinildiği için, sanki sarayların korunmasıyla i lgili , Bostancı Ocakları 'na bağlı "Bostancı Tiifenkçisi Ocağı " adıyla yeni bir ocak kuruluyormuş gibi gösterilerek başlatılmıştır çünkü. Hatta, Prof. Karai ' ın verdiği bilgilere göre, Rusların Karadeniz donan­masıyla önce Bağazın girişinde Levent yakınlarından karaya as­ker çıkararak İstanbul 'u kuşatmaya kalkışacaklarına dair du­yumlar alındığı için, bu yeni birliğin ilk kışiasının da özellikle Levent çiftl iğinde kurulduğu şeklinde dedikodular bile çıkar­mışlardır, Nizam-ı Cedit ordusunu halka daha sevimli göstere­bi lmek amacıyla.

Ne var ki , hemen hemen bütün tarihçilerce iyi eğitim almış. iyi yeti�tirilıniş . aydın , i leric i , yenil ikçi bir kişi olarak t anıınlan-

1 60

Page 161: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

sa da, bütün Osmanlı aydınlarının kişiliğini belirleyen güçlü çe­lişki. I l i . Selim · in kişi liğinin de temel belirleyicisi olmuştur so­nuçta. Yani . Prof. Serkes ' in deyimiyle, lll Selim de, ttp/\1 yeni­likçi ha ha st lll M ustaf'a g i hi. asimda riiyal ara , m ii necciml ere, iifi"iriikçiilere inanmaktac/tr ı ·e /m nedenle farkuıa hile \'(/rnwdan çerresini derı·işler. şeyh/er. nıiineccimlerle doldurmuştur.

Bu medreseli takımı ise, hiç kuşku yok ki, tıpkı Kadt: adeli­ler gibi, İmparatorluğun içinde bulunduğu sorunların şer ' i şeri­fe uygun yaşam hiçiminin yilirilmesinden kaynaklandığına yü­rekten inanmaktadırlar ve bu Batılı laşma grişimierine şiddetle karşıdırlar doğal olarak. Nitekim, Nizam-ı Cedit ordusuna karşı halkı kışkırt ırlarken de. tarihçilerio yazdıklarına göre, "Askere setre panta/on gi_rdirip imanma halen getireiı, iJnlerine nıuallim diye Frenk/eri ( Hıristiyanları) koyan padişaha elhette Allah yar­dtnu/ll çok görür " diyerek cami lerde verdikleri vaazlarda bu inançlarını açık açık gözler önüne sermektedirler.

Ve ne yazık ki, ulemanın kışırttığ ı bu bir avuç yeniçeri yama­ğı, aralarından seçtikleri Kahakçt Mustafa adl ı bir serserinin başkanlığında 1 4 Haziran 1 807 günü, "Ni::.am-1 Cedit'i istenıe­zü::.! Şeriat istert'i::.! . . Mt'ishiman olanlar hize katt!smlar! . . " diye bağıra bağıra artlarına topladıkları çapulcularla S arayın önüne gelip, Sultan III. Selim ' in Ni::.anı-1 Cedit'i kapatttğma dair bir hattı-ı hümayun yazmasını sağlayarak, B atılılaşma girişimlerini güya bir kez daha durdurmuşlardır.

Görüldüğü gibi, XVII .yy. da, devşirme Hıristiyan çocukla­r ından oluşmuş Kapıkulu Ocaklarına ve Enderunlu vüzeraya, ümeraya karşı iktidar kavgası verirken, büyük rüşvetlerle kirala­dıkları s i lahlı ocaklı ları ayaklandırıp, "Şeriat isteriz! ' ' diye ba­ğırtarak bir dizi Saray içi darbe yapıp, yeniçeri ağası ile Ende­runlu paşa kellesi kestire kestire, yeniçeri ocağını sonuçta tam anlamıyla bir çapulcular sürüsü zorba güç haline döndünneyi ustaca ba�aran u lema, XV III .yy. daha başında gerçekten de hiç beklemedikleri yeni bir durumla karşı karşıya gelmi�tir.

Bir yandan ülkeye hızla, İslami yaşam biçiminin karş ı t ı yeni bir yaşanı biç imi ithal edilmeye çalı 1 ı l ı rken Bat ı " claıı . bir yandan

ı (ı ı

Page 162: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

da, sanki artık bütünüy le umut kesildiği için, birtakım Hıristiyan subaylara. Kapıkulu Ocakarına seçenek olarak yeni bir ordu kurdurlu lmaya çalışı lmaktadır sessiz sessiz . . .

Gerçekten de, İmparatorluğun içinde bulunduğu sorunlardan kurtuluşunun ancak ordunun güçlendirilmesiyle sağlanabilece­ğille inan<m aydınlar, da artık Yeniçeri Ocağı 'ndan hiç söz etme­mektedirler sanki. Öyle ki, Prof. Enver Ziya Karai, XVIII . yy. or­talarında tam 1 6 yıl sultanl ık yapan Padişah lll. Mustafa'nın da, "Osmanlt imparatorlı�,�u · nun sürekli yenilmesinin ve gerileme­sinin asti nedeni olan. örgütleri bowlmuş bu yeniçeri ordusu­nun. arttk bir dii:ene sokulabilece,�ine inanmadtğtm o,�lu lll Selim ' e de sö_vled(�ini" yazmaktadırlar. (Age, s . 57) Gene Prof. Karai, Sultan /ll. Selim' in Ni:am-1 Cedit ' le asıl yapmak istediği şeyin de, "Yeniçeri/eri kaldtrnıak ve ulemantn m�ficunu ktrmak" olduğunu belirtmektedir. (Age, s . 6 1 )

Prof. Mümtaz Turhan da, ''Ulle Devrinden Tanzimat' a kadar olan bir astr!tk :aman zwfuıda garplt!aşma faaliyetleri, bari: bir şekilde ordımım yenileştirilmesi mev:uu etrafuıda topla mr. " "Zamamn devlet adam/an. mücedditleri (yenilikçi/eri) Avrupa karştsındaki mağlubiyetimi:in sebep/erini, esas itibariyle or­duda düzenin bowlmasuıda, garlmı üstünli(�ünü de askerlerinin _veni bir harp tekn(�ine göre _vetiştirilmiş olmasuıda bulurlar. Onun için orduyu ts/ah veya garlmı harp tekni,�ine, usuliine göre yeni bir ordu teşkil etmekle Aı·rupa ile aran11:daki farklll giderilece,�ine ve me seleni n böylece halledilece,�ine kanidiri er. " "imalathaneler, fabrikalar, tersaneler gibi yeni tesisler hep as­kerin ihtiyact olan kumaş, silah, mühimmat ve .wir harp mal­zemesi haztrlamak için kurulur; mektepler orduya hi:ım·lu un­surlar yetiştirmek maksadiyle açti u: " diye yazmaktadır. (Kültür Değişm·eleri, Devlet Kitapları, İstanbul 1 969, s . 295-296)

Açılan okullar, elbette ülkenin genel eğitim politikasıy la ke­sinlikle i lgili değildir. Ancak gene de, bu okullarda, Fransızca, tarih, coğrafya, matematik, edebiyat, felsefe vb. gibi dindışı dersler de okutulmaktadır ve dolayısıyla çok az sayıda da o lsa yeni tür bir aydın yetiştirilmekteclir. Ayrıca unutulmamalıdır ki,

ı (ı:2

Page 163: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Avrupa'nın büyük devletlerinde büyükelçiliklerin açılması da 1 795 ' ten sonra, III . Selim döneminde olmuştur ve ilk bü yükel­çilerin dil bilmemelerinin neden olduğu sorunlar yüzünden de, o ükelere dil öğrenmeleri için gençler de gönderilmeye başlanıl­mıştır hemen. Böylece de, ulemanın karşısında, artık Batıdaki gelişmelerden de az çok haberi olan, din dışı eğitim almış, dog­maya değil bilime inanan, B atıl ı anlamda aydın diyebileceğimiz yeni bir kuşak yetişmeye başlamıştır kendiliğinden.

İşte bu nedenlerle, gördüğümüz kadarıyla ulema da, XVIII . yüzyıl ın başından itibaren artık hidatlarla filan uğraşmak yerine, çaresiz, can havliy le bir yandan bu B atı l ı laşma düşüncesini çü­rütmeye çalı şırken, bir yandan da bu yaşam biçiminin somut öğelerini derhal yok edebilmek için uğraşmıştır neredeyse bütün bir yüzyıl boyunca.

Diyelim, III . Selim 'in Paris 'e elçi olarak gönderdiği ulema­dan H alet Efendi, oradan yazdığı mektuplarda, sürekli A vru­pa 'y ı kötülemekte, ' 'Zira Paris' e geldik. Uikin halka öı ·e (jre bi­tiremedi k/eri şu Frengistam daha göremedik. O tuhaf şeyler ve aktl!t frenk/er hangi Arrupa' d ad tr acaha :) " demektedir alay lı alaylı . Avrupa uygarlığı denilen şeyin Müslümanlıkla kesinilkle bağdaşmaycağını öne sürmektedirler. Yani, "Müslüman/ann alahilece,�i önemsiz hir iki şeyden haşka şey yoktur Arrupa' da" onlara göre. "Hikmet ' " ise, zaten Müslümanların yitirdiği mal­larıdır. Yoksa, "Aı'rupalt!ann hütün (ic/et ve ahlôktn , usulü ma­işet ve tarzt hayatlanlll kahul etmek" elbette zinhar caiz de,�il­dir Müslümanlar için.

Bu amaçla da, kışkırttıkları çapulculara. gene bir y andan "Şeriat isteriz.'" diye bağırtarak saray içi darbeler yaptırırılar­ken, öte yandan da saldırı ı ıp, artık B atıl ı yaşamın görünen yan­larını, köşkleri, kasrları, Jale bahçelerini yakıp yıktırmakta. set­re pantalon giyenieri cezalandırtmakta, kitap basımını engellet­mekte, yabancı uzmanları y ı ldırıp kaçırtmakta, "Bu ka,�[{/ara o çizgieri nire çiziyorlar ') P11.1 1 1la cctı ·cllc hiç saroş nu kazomltr-11 1 /Ş ? " diye ortalığı karıştırtarak okul ları eğitim yapılamaz duru­ma sokturınaktadırlar öncelikle.

1 63

Page 164: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Görüldüğü gibi, Osmanlı Sarayındaki iktidar kavgası, artık ulema ile, kendilerine XIX. yüzyılın ortalarından itibaren mii­neı · ı·er denilecek olan, İslami yaşama karşı B at ı l ı yaşamı savu­nan ve Batı l ı bir yeni ordu kurulması yanlı ları arasında geçmek­tedir.

Ve ilginçtir, XIX. yüzyıla girilirken, demek Yeniçeri Oca­.�� ' nın artık darbe yacak kadar bile gücü ve ürkütücü hörfü filan kalmamış , dolayısıyla da ulenw ile Ocak arasındaki taşeron an­laşması kendiliğinden sonra ermiş olsa gerek ki, Şeyhülislam Ataullah Efendi, sadaret kaymakamı Köse Musa Paşa ve Sudur­u Kirarndan öteki ulema kafa kafaya verip, Nizam-ı Cedit ' e kar­ş ı , çaresiz ta Rumeli Kavağı ' ndaki kale yamaklarını kışkırtmak zorunda kalmışlardır.

Ne acı. . .

Yeniçeriler Niçin Kılıçtan Geçirilmiş Öyleyse?

XIX. yüzyıla giri lirken ömrünü tamamlayarak işlevini bütü­nüyle yitirmiş, savaş gücü neredeyse sıfıra inmiş örgüt, sal t ka­pıkulu ocakları da değildir elbette. XVI. yüzyılın sonlarından itibaren ulemanın yol göstericiliğinde getirilen değişiklikler ve yeni uygulamalarla, tarım topraklarındaki ikta sistemi de hızla yozlaştırılarak, dirlikler en fazla rüşveti ve vergiyi ödemeyi yü­kümlenenlere verildiği için, ordunun beşte dördünü oluşturan segbanlık kurumu da, XVII. yüzyıl ın sonlarına doğru artık hiç kalmamıştır.

Ordunun bu açığı da, seferlerden önce, yukarda da değindi­ğimiz gibi, eskiden Hıristiyan çocuklarını zorla devşiren serden­geçtiler, turnacıhaşı l ar Anadolu'ya gönderi lip, bayrak açtırıla­rak, davul vurdurtularak, tellal çıkarılarak toplanan Müslüman, Türk çocuklarıyla kapatılmaktadır.

Örneğin, III . Selim, tahta çıkar ç ıkmaz, Rusya ve Avustur­ya 'ya karşı süren sava�ı bir an önce kazanıp sona erdirmek ama­cıyla bir lerman yayımlayarak; " 'Ordu ı·e donanman kunetlen­dimzek iç·in /o ilc oO HIŞ arasındaki kişilerden gere.�i kadar as-

1 64

Page 165: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

ker toplanmasın ı" buyurmuştur hemen. "Reayadan :orta alman heygirlerle" güya süvarİ birlikleri oluşturulmaktadır. "Donan­nıa , deni:e açı laca,�ı :aman önıriinde silalı kullanmanıış, saraş görmemiş köyiii raifesi yle, çoluk çocukla doldurulnıaktadır. " Yani , "ordu , dii:ensi:, disiplinsi: hir insan ht!ahalı,� ı" halinde­dir. Dolay ısıyla da, düşmanın daha ilk saldırısında bozguna uğ­rayıp, dağılıvermekte, kaçışmaktadır.

Ayrıca, burada hemen şunu da belirtel im ki, dirlik salıi pt eri­ni, sefer halinde orduya belirli sayıda iyi eğitimli asker sağlama­nın dışında, bölgenin kalkındırılmasından ve asayiş inden de so­rumlu tutan bu ikta sisteminin XVI. yüzyıl ın sonlarından itibaren yozlaştırılmaya başlanılması , bizce yalnız orduyu felç etmekle de kalmamış, XVIII . y iizy ılda Osmanlının başını zaman zaman büyük dertlere sokan "Ayan/ık" kurumunun kendiliğin­den oluşmasına da yol açmıştır. . .

Yücel Özkaya 'nın, "ayan/ık" konusundaki doçentlik tezinde de belirttiği gibi, Arapça "ayan" kavramı , "hir yerin ileri gelen­leri" anlamında, ta kuruluş yı l larından beri kullanılmaktadır Os­manlı İmparatorluğu'nda. Bu kavramla, "kentlerde , köylerde , orduda, aşiret/erde, deı·let kademelerinde önem ka:anmış, ileri gelen kişiler kasdedilmektedir. "

Prof. İsmail Hakkı Uzunçarş ı l ı 'nın verdiği bilgilere göre de; "Bunların e\'\•elce del'ler ii:erinde lıiç hir tesir ı ·e niijiclan yok­tur. Malıal/in ileri gelenlerinden olduklan için, gerekti,�inde kendilerinden yararlanılmaktadır. Ancak, 1 682 ' de ha ş/ayan Al'llsturya savaşı ' nın daha sonra Lelıistan, Veneclik re Rus­ya' 11111 da katılmasıyla dört ceplıeye yayılıp, tanı 16 yıl siirmesi yü::ünden imparatorluk hiiviik hir mali sıkıntı içine diişünce, 1694 ' den itibaren deı·let gelirlerinin kimi yerlerde malıal/i eşra­fa kayd-ı lıayar şartıyla satı lması , ha:ı kişilerin :engin olufJ , ya­ı·aş yaraş niifu: ı ·e kudretlerini artırmalanna neden olmuştur Ama gene de bunların X\'11 yii:yı lda lıiikiimet ii:erinde etkili olahilecek derecede niifu: salıibi olduklan görülme:. 1 7fı8' de Sultan lll Mustafa ' nın açrı,�ı Rus seferinde, para ı ·e asker ge­rehiniminden dola \'1 , hiikiimetin ka:a idarelerini ellerine geç·ir-

Page 166: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

miş ôyônlara da başvurması re böylece ka:::alann ı'i:::erinden hı'i­kı'imet kontroliinı'in kalkması, bunları şımartma,�a haşlamışnr K arnw-ca Ant/aşması ' ndan sonra, ho:::ulan idari sistem yeniden dii:::enlcnmed(�i i�·in de, 1 787 'de I Ahdı'ilhamid döneminde baş­layan A\'1/sturya ve Rusya .wraşı , ka:::alann idarelerini ôyônla­mı iyiden iyiye ele geçirip , egemen olmalarına yol açmış, htm­dan sonra da ôyôn :::01·halığı riniine geçilmez hir hôl alıp, ll. Mahmut dönemi ne kadar sı'irmı'iştiir. " (İs lam Ansiklopedisi , c-2, s . 4 1 )

Yücel Özkaya da, "Ayan/ık örgiitii XV! ll. yı'izyılın ortalanna kadar Anadolu' nun birçok bölgesine heniiz yayılmadığından re devleti u,�uraştıracak kadar önemli hir mesele haline gelmedi­ğinden , ı ·ekôyinamelerde daha öncesi ile ilgili yeteri kadar hilgi hulımmamaktadır. " diye yazmaktadır.

"Deı1et, XV/ll. yüzyılda ôyônlığın gelişmesini ve kuvvetlen­mesini adeta teşvik etmiştir Merkezi otoritenin zayıfladığı, dola­yısiyle istanlml' un ve savaşların ihtiyaçlanmil Anadolu' dan te­minini n hayli gı'iç olmaya başladığı hu devirde , ihtiyaçların ri­/ayet ileri gelenleri vasıtasiyle sağlanması cihetine gidilmiş, hu da ileri gelenlerin çabucak kuvı ·erlenmesine ve ôyôn olmalarına sehep olmuştur. Aynyeten , Anadolu'daki soya/ ve iktisadi sıkın-11/ar, çalkantılar hu kurumım her yere yayılmasına l'e çok kuı·­vetli hir hale gelmesine de hı'iyiik etki yapmıştır. Örneğin, taşra­da görevli devlet memur/an, vali/er, kadı/ar, naipler ve diğerle­ri j(da ka:anç temin etmek için yerli aileler ile anlaşma yolıma gitmiş ı·e bunlardan en fa:::la parayı verenlere, m/i/er 'ôyônlık buyruldu ' su, kadılar da resmi kadı mektubu vererek ôyôn olma­larını temin etmişlerdir. Böylece, halkın isteği ile ôyôn olma ku­ralı yerine, daha kolay olan, para ile m/i ve kadı yı sat m alarak ôyôn olma usuhi geçerli olmuştur. " ( Yücel Özkaya, Osmanlı İmparatorluğu 'nda Ayanlık, Türk Tarih Kurumu Yayını, 1 994)

Fuad Köprülü de, · 'Bu kelimenin , Osmanlı imparatorlu­.�u · nda helir/i hir karrunu ij{ıde eden idari hir terim halini al­ması X\' lll. yı'i:::yılın ikinci ı·e XIX ı·ı'i:::yılın ilk yarısındadır " di­ye yazmaktadır.

ı (ı(ı

Page 167: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Ancak, XVII . yüzyı ldan önceki durumu hakkına günümüze ulaşmış bi lgiler pek yeterli olmasa da, anlaş ıldığı kadarıyla. fiyfinlık, kasaba halkı tarafından seçilen, halkla hükümet arasın­daki ilişkilerde tarafiara aracılık eden; asayi�in korunması, ver­gilerin toplanması, orduya gereksindiği sayıda asker ve erzak sağlanması vb. gibi iş lerde görevlilere yardımcı olan, bir anlam­da muhtarlık gibi küçük bir yerel yöneticilik olsa gerektir önce­leri.

Ne var ki, bu masum kurumu da, XVI. yüzyılın ikinci ya­rısında S araya girmeyi başaran ve iktidarı tam olarak ele gcçire­bilmek için hemen ikta sistemiyle sorumsuzca oynamaya başla­yan ulema, birtakım küçük çıkarlar uğruna öteki görevler gibi artık parayla alınır satılır bir makam haline gtircrek, ayan/ann da zamanla, tıpkı Dr. Frankenstein öyküsündeki gibi, artık ken­dilerinin de baş edemeyecekleri güçte birer canavar haline dö­nüşmesine neden olmuşlardır, galiba farkına bile varmadan.

Nitekim, Prof. Uzunçarış ı l ı 'nın verdiği bilgilere göre, bizce hiç kuşku yok ki bu amaçla, 1 779 ' da S aray 'dan bir hatt-ı hüma­yun çıkarttırarak "ayan/ık huyruldusu" verme yetkisini vali ve kadıların el inden alıp bizzat sadrazama bağlamışlardır. Hatta, 1 786'da bir hükümet kararıyla ayan/ı ğı kaldırıp, yerine gene se­çimle gelecek "Şehir ketltiidalıiJ,ı" diye yeni bir kurum oluştur­ınaya bile çalışmışlar, ama başaramamışlardır.

XIX. yüzyıla girildiğinde, ü lkenin neredeyse yarısı bu zorba ayanlar arasında paylaşılmış gibidir sanki. Yozgat, Çorum, bir ara Kayseri, Sivas, Amasya, Tokat, Ankara, Konya yöreleri Ça­panoğulları 'nın; Manisa, İzmir, Aydın Karaosmanoğulları 'nın; Antalya Tekeli İbrahim' in; Payas Küçük Alioğulları 'nın; Bozok Cebbaroğulları 'nın; Bilecik Kalyoncu Mustafa 'nın; Arnavutlu­ğun bir bölümü Tepedelenli Ali Paşa 'nın; İşkodra Kara Mahmut Paşa'nın, Mısır Mehmet Ali Paşa 'nın yönetimindedir. Halep el­den çıkmışır. Bağdat 'da Kölemenler egemenliklerini i lan etmiş­lerdir. Mckke ve Medine 'yi Vehhabiler ele geçirmiş lerdir. Gü­mülcüne ay anı Tokatçıkl ı Süleyman ' ın, Rusçuk aya nı Tirsinikli­oğul ları Ömer ve İsınail ağaların, S i l istre ve Deliorman ayanı

ı (ı7

Page 168: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Yıl ıkoğlu Süleyman ' ın, Serez ayanı İsmail Bey ' in 1 5-20 bin ki­şi lik özel orduları vardır. Yani İstanbu l hükümetinin otoritesi iyi­ce zayıflamıştır, birçok yerde sözü geçmemektedir artık

Nitekim. III . Selim · in Ni:am- 1 C ed it girişimini, Çetin Al­tan ' ın deyimiyle ' ' Trah:on dolayianndan derlenip getirilmiş 2 hin yamak askerini'' (Sabah gazetesi, 1 7 Ağustos 1 997) çocuk­su tuzaklada kışkırtıp ayaklandırarak can havliyle zar zor hal le­den ulema, bil indiği gibi. karşısında birden, elleriyle yetiştirdiği bu devlerden birini, Rusçuk t'lyan1111 bulmuştur, Kabakçı Musta­fa ayaklanmasında.

Prof Berkes de, bu olayla i lgili olarak, "Ayônlar için . padi­şahllktan haRiniSIZ hir haneden prensiiRi kurmaktansa, çok 1cakta olma_w111 hoşkentteki derietin haşuıa geçmek art1k düşii­niilehilecek hir amaç olmuştu. diye yazmaktadıdr. (Age, s . 1 3 1 )

Ulema çia, zaten böylesi bir olasılığı bekliyor olsa gerek ki, III. Selim ' i indirip, yerine IV.. Mustafa'yı şu.ltan ilan. e�t.irirken, üstüne; "Burada ya:::t/1 şartiann hepsi tarafmuzdan göriitmi·iş­tiil: Altt111 im:alayan Şeylıülislam. Sadrazam vekili ve ulemamn imzalann1 re mühiirlerini Padişah olarak tasdik ederim. Kulla­nm !m sözleşmedeki şartlara uyduk/an sürece, devlet işlerine kanşmad1kça, emir/erime ı ·e suhaylanna itaat ettikçe, Tann ve Peygamher ad1na sö: ı ·eririm ki, kimse sorumlu ve suçlu sayt!­maycaktlr " diye yazdırıp imzalattıkları, "şer ' i hüccet'' denilen bir bildiri yayınlamış lardır. Padişahın onayından sonra Şeriat Mahkemesine de tesci l ettirdikleri ve bir şeriat hükmü olarak dcrhal orduya da dağıttırdıkları bu bildiri veya şer ' i sözleşmeye göre de, III. Selim şeriata aykırı olarak Nizam-ı Cedit adında ye­ni bir bid ' at uydurup, devleti ' ' kofirieri tak/id ederek 1/mstiyan­lann kurallanna göre yönetmeye kalkiŞtiR I " için, onu tahttan in­diren ocaklı lar şeriata ve örfe uygun davranmışlardır ve bundan böye del'let , Yeniçeri O caRI · 11111 denetiminde, koruı·ucuiiiRllllda şeriata uygun olarak Yiinelilecektir.

İstanbu l 'daki bu o laylarla ilgili haberlerin ve "hüccet-i şcr ' iren1n" Tuna kıvıs ında Rushırla savaşmakla olan orduya

Page 169: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

ula�ması üzerine de, Pehlivan Ağa adında bir yeniçeri ağas ı , der­hal bulabidiği ocaklı larla III . Selim' in son sadrazamı Hilmi İb­rahim Pa�a 'nın otağına saldırmış ve yerine Çelebi Mustafa Pa­�a 'yı sadrazam ilan etmi�ir. Ardından da, ordudaki Nizam-ı Ce­dit yanlı larını temizlemek için girişimiere başlamıştr. Sultan IV. Mustafa da, bu oldubitliye bir tepki göstermemiş, zorbaların ele­başısı Kabakçı Mustafa 'yr turnacıbaşıl ığa, yardımcıları Arnavut Ali 'yi Anadolu kaleleri nezaretinde ağalığa, Bayburtlu Süley­man ' ı da tersane amirl i�ine getirirken, Çelebi Mustafa Paşa'nın sadrazamlığını da içine sindirip onaylamıştır. Çelebi Mustafa Paşa da, sadrazamlığı onaylanır onaylanmaz Pehlivan Ağa'yı vezirliğe yükseltip paşa yapmıştır hemen.

Başta eski sadrazam Hilmi İbrahim Paşa olmak üzere, gerek İstanbul ' daki zorbaları n, gerekse orduda Pehlivan Ağa Paşa 'nın elinden kurtulan Nizam-ı Cedit yanlıları ise, kaçıp Alemdar Mustafa Paşa 'nın Rusçuk' taki çiftliğine sığınarak, canlarını zor kurtarmışlardır.

I 768' deki Osmanlı Rus savaşında bölüğün bayrağını taşıdı­ğı için kimi tarihçilerce Alemdar, kimi tarihçilerce de Bayraktar diye adlandırılan Rusçuklu Mustafa Paşa, uzun süre Rusçuk iiyiinı Tirsiniklioğlu İsmail Ağa'nın yanında çalışmış, onun ölü­münden sonra da Rusçuk ay anı olmuştur. III. Selim' in tahttan indirilmesinden kısa bir süre önce de, Rus savaşındaki başarıla­rından dolayı kendisine paşalık sanı veril miştir.

Gene, kimi tarihçiler her ne kadar "açtk fikir/i biriydi" "Ni­:anı-t C edir' i destekliyordu " diye yazıyor olsalar bile, okuma yazma bilmeyen bu kişinin II I . Selim' e duyduğu yakınlık, sanı­rız Paşalık sanını kendisine onun vermiş olmasından dolayı bir gönül yükümlülüğünden kaynaklansa gerektir ası l .

Vakanüvislerin yazdığına göre, kendisine verilmesini bekle­diği sadrazamlığa Çelebi Mustafa Paşa 'nın getirilmesi de, bu olayda etkin bir rol oynamıştır mutlaka. Ancak, Alemdar Musta­fa Pa�a 'y ı asıl etkileyenlerin ise. zorbaların elinden kaçıp kendi­sine sığ ınan, tarihe "Rli.\ Çllk yôdinlan " diye geçmi� kişiler ol­duğu da galiba ku�kusuzdur.

Page 170: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Prof. Uzunçarşı l ı 'nı n belirlemelerine göre, bu kişilerin I I I . Selim ' i yeniden tahta çıkarmak için Alemdar Mustafa Paşa ile birlikte Rusçuk'ta kurdukları komitenin adı da "Rusçuk Yarô-111 ' dır zaten.

Ola ki, Alemdar Mustafa Paşa 'ya da, III. Selim ' in yeniden tahta çıkarılması halinde kendisinin de sadrazamlığa getirilece­ğine dair bu koruitede söz verilmiştir. Çünkü, I I I . Selim daha 1 789'da Rusçuk ayanı Çelebi Süleyman Ağa'nın oğlu Şerif Ha­san ' ı paşa yapıp, Cezayirli Hasan Paşa 'dan sonra sadrazamlığa getirmiş bulunduğuna göre, artık ayanların da sadrazam olmala­rında herhangi bir engel yoktur. Bu nedenle olsa grek, Prof. Ber­kes de "Alemdar Mustafa Paşa ' 11 111 amacı zaten sadrazam al­makt ı" diye yazmaktadır.

Nitekim, bu komitenin görevlendirdiği kişilerle, Şeyhülislam Ataul lah Efendi, Köse Musa Paşa ve Kabakçı Mustafa çetesinin, zorbalıkianna son vermek amacında olduğuna Sarayı ve Sadra­zarnı inandırarak, 1 6 bin kişilik ordusuyla İstanbul 'a gelen Alemdar Mustafa Paşa, önce "üç yüz kişiyi kılıçtan geçirtip , önemlilerinin kellelerini Saray kapısul/n önüne astımrak kenti zorhalardan temizledikten ve ulemamn elebaşılarını sürgüne gönderdikten " sonra B abıali ' y i basarak, m ührü Sadrazam Çelebi Mustafa Paşa 'nın eliden zorla alıp, kendisini sadrazam i lan etmiştir. Daha sonra da Saraya gidip IV. Mustafa 'y ı tahttan indirmiş, ancak I I I . Selim biraz önce öldürülmüş olduğu için, ağlayarak, cellatların elinden son anda kurtardığı II. Mahmud'u tahta oturtınuştur çaresiz . . .

Görüldüğü gibi, bu olay, iki acı gerçeği birden, aynı anda u! em anın gözlerinin önüne serivermiştir bütün çıplaklığıy la.

Birincisi; o güne dek taşradaki bir olgu şeklinde değerlendi­rip pek de orıemsemedikleri ayan/ık kurumUllllll artık merkezi iktidara da göz koymuş olmasıdır. Taşralı bir ayan, karşıtları ay­dınlarla (Nizam-ı Cedit yanlılarıy la/münevverlerle) işbirliği ya­parak hiç beklemedikleri bir anda yönetime el koyuverıniştir, görüldüğü gibi.

İkincisi ise; Yeniçeri Ocağı 'n ın (Kapıkulu ocaklarının) yü-

ı 7 ( )

Page 171: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

rekler acısı durumudur. Zaten nicedir yeni savaş tekniklerine gö­re eğitilmiş ve yeni araç gereçlerle, ateşli si lahlarla donat ılmış B atı l ı ordular karşısında direnemez duruma düşmüş olan Yeni­çeriler, artık ne saray içi iktidar kavgalarında taraflardan biri adına taşeron kuruluş olarak ürkütücü bir işlev üst lenecek nite­liğe sahiptirler, ne de taşralı bir ayanın derme çatma askerleri karşısında bir varlık gösterebilmişlerdir.

Ancak, Yeniçeri Ocağı ' nın ulemayı asıl şaşırtan y anı ise, sa­vaş gücünü ve hörl1ü görüntüsünü yitirmesi değil , sanırız yüzel­l i yı ldır farkına bile varmadan çıkarları uğruna habire körükle­dikleri yapısal değişimle Ocağın neredeyse bütünüyle artık bir Bektaşi tekkesine döndüğünün ilk kez bu olaylar s ırasında farkı­na varmaları olmuştur bizce.

B ilindiği gibi, tarihçilerimiz arasında, Yeniçeri Ocağ ı 'nın ku­rulduğu günden itibaren dinsel açıdan Bektaşi tekkesine teslim edildiği çok yaygın bir kanı ise de, başlangıçta penciyek usulüy­le alınan, sonrada devşirme usulüyle toplanan Hıristiyan çocu la­rını Türkçe öğrenmeleri ve Müslümanlaştırılmaları için önce başkentlerin çevresindeki köy lü lerin y aniarına veri ldiğ i , ardından S arayda Acemi Oğlanlar Ocağ ı ' nda eğitildiği ve İstan­bul çevresindeki köylerle, Acemi Oğlanlar Ocağ ı ' nda ders veren hocaların da neredeyse tamamının Sünni olduğu düşünülürse, ta XIX. yüzyıla kadar yeniçerilerin arasında B ektaşiliğin ve Alevi­liğin baskın bir inanç olduğunu söyleyebilmek galiba pek de ko­lay olmasa gerektir.

Kuşkusuz, Ocaklı olmak, düzenli bir maaş verilmesi yüzün­den mutlaka, hala güvenceli ve aranılan bir iştir, ama hem veri­len ücret pek yüksek değildir, hem de fetihlerin ardının zaten ni­cedir kesilmiş olması nedeniyle galiba pek de çekici değildir ar­tık. Bu yüzden, arada bir de savaşa g itmek pahasına bu düşük ücretli hizmete ancak fakir çocukları başvuruyor o lsalar gerek ki, Prof. Berkes de, · 'Ordu, \'eniçeriliife alınmanwsı gereken fa­

kirleşmiş esnaf re /.:ii\' /ii ile dolu\'ordu " diye yazmaktadır. (Age. s . 74)

Nitekim Naima da. yukarda bel i rttiğimiz gibi. daha X V I I .

1 7 1

Page 172: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

yüzyı lın i lk yarı s ında IV Murad'ın bu durumundan şikayetçi ol­duğunu ve Yeniçeri katiplerinden Mehmet Efendi 'yi huzuruna çağırarak, " Yeniçeri/er arasıno reayamn çoluk çocuk/an, ha­mal, ugad makulesi adamlan karışmıştır Bunları te::: temi:::le -' " diye buyurduğunu yazmaktadır.

Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa da, bazı yakınları, Yeniçe­rilerin kendisine karşı bir suikast hazırlığı içinde olduklarını ge­lip haber verince, "Birtakım manav, kayıkçı , lehlehici güru/lli ne yapahi/irmiş hana ? " diyerek alay etmiştir onlarla, um ursama­m ıştır bile.

"Sultan /ll. Selim de, kendisini tıraş etmeye gelen iki herhe­rin , Humharacılar Ocağı ' nda ulufe/i topçu askerleri olduklan­nı ij,�renince çok şaşırmıştır. " Cevdet Paşa tarihi'nde belirtilcli­ğ ine göre.

Kısacası, u lemanın sorumsuzca başlattığı, sonra da gelir kay­nağı olacağını anlayınca tutkuyla körüklediği bu yapısal değ i ­ş im, XIX. yüzyıla gelindiğinde Yeniçeri Ocağ ' nın tamamının esnaf ve reaya çocuklarıyla dalınasına neden olmuştur, görüldü­ğü gibi. Bu süreçte, Doğu Avrupa ve Balkanlardaki fethedilmiş yerler de artık yavaş yavaş yitirilmeğe başlandığı için, giderek devşİrİlecek Hıristiyan çocuk bulmak da zorlaştığından, bu ya­pısal değişim biraz da kendiliğinden h ızlanmıştır ku�kusuz. Ay­rıca, gene görüldüğü gibi, yalnız Ocağın esnaf ve reaya çocuk­larıyla dalınasına neden olmakla da kalmamış , evlenmelerine, geceleri ev lerine gitmelerine ve dışarda bir iş tutmalarına da izin verildiğinden, bu çocukların biraz kıdem kazanınca hemen es­naflaşmalarını da sanki zorunlu kı lmıştır bu yapısal değişim.

Bilindiği gibi, esnaflık, Türklerin Anadolu 'ya geldikeri gün­den itibaren, Selçuklular döneminden beri Alıi/er tarafından ör­gütlenmiştir. Bu konunun uzmanı Prof. N eş et Çağatay, "Alule1: Anadolu' da kurup geliştirdikleri esnaf ve sanatkarlar meslek, yardım re dayanışma teşekküller/ sayesinde, do,�udan ardı ardı ­na gelen Tiirk lıalkımn rahatça verleşmelerini, iş gıiç salı/hi ol­malarını ı·e giiren içinde yaşama/arım lıa::: ırladılar " demekte­dir.

1 7 2

Page 173: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

"Ahi leri n kurdu,� u esnaf ı ·e sanotUiri ar hi rli k/ eri ni n koyduk­lan ekonomik re sosyal içerikli ana kurallar da daha sonralan hu alanda lıazırlanan yasaların, tiizük ı ·e yönetme/ikierin teme­lini oluşturw: Onların koydu,�u hu kurallann izlerini Osmanlı Eyafet Kanunname/eri'nde hile görürüz . " Osmanlı imparator­lu,� u' nda ·· 1 727' ye kadar da Esnaf teşkilatına, Ahi teşkilatı den­miştir. 1 727' de 'Gedik' oluyor hu. Gedik kelimesi de Türkçedir. Daha sonra ira/yancadan geçme Loggia kelimesi, dilimizde Lonca olmuş. Gedik ile Alıilik arasmda hiçhirfark yoktur. Çün­kü, Ahiler de meslek \ 'e sanat yerlerini sahit tutuyor, ötekiler de. Onlar da fiyat ı ·e kalite kontrollerini yapıyor, IJllnlarda. Bu du­rum da 1 si ahat F ermam ' na kadar siirmiiştür. " ( Ahilik ve Esnaf, İstanbul Esnaf ve Sanatkarlar Demekleri B irliği Yayını, İs­t . l 986, s. 87- 1 1 2 )

Gene bilindiği gibi, İmparatorluğun kurucusu Osman Bey ' in kayınbabası Edehali' nin de etkili bir şeyhi olduğu Ahi/if.:, aslına bir meslek örgütü olmaktan önce bir tasavvufi örgüttür ve özel­likle de B ektaşi ocağı ile y akından ilgilidir.

Kuşkusuz, salt bu nedenle bütün esnafın Bektaşi olduğunu söyleyebilmek elbette olanaksızdır, ama Bektaşiliğin esnaflar arasında gene bu nedenle bayağı yaygın olabileceğini düşünmek de gerçeğe pek aykırı düşmese gerektir galiba.

Öte yandan, bir kısmı ta XI. yüzy ılda hayvanlarını Hıristiyan topraklarında otlatmaları için Müslüman Türklerce zorla bu ya­na sürülmüş ve Şamanlıklarını burada da yüzyıllar boyu sürdür­müş, bir kısmı da daha sonraki yüzyıllarda, bitmeyen Moğol sal­dırı ları yüzünden uzun süredir yaşadıkları İran' dan kaçıp bura­ya gelmiş insanlardan oluşan, Balkanlardaki ve Anadolu 'daki göçebe reaya arasında da, Alevilik ve Bekteşi l ik zaten oldukça yaygındır, bilindiği gibi.

Nitekim Prof. Berkes de, " Yeni�·erilik d emek, şinu/i hiif.:iimet karşıtlı,�ı demekti. Bu tutumu, .1·iyasa-şeriat hileşimine karşii hir mezhep olan Bektaşilik hes/emeye haşladı , hu dönemde Yeniçe­rilik Bektaşilik demek oldu. diye yazmaktadır.

Görüldüğü gibi. Yeniçeri Ocağı da , sünni ulema için, yaralı

ı n

Page 174: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

olmak şöyle dursun tehlikeli bir hal almıştır artık. Hele hele, Alemdar Mustafa Pa�a'nın, göreve başlar başla­

maz hemen Anadolu ve Rumel i 'deki bütün ayanları çağırıp, "M eşıwet-i Amme" adı altında bir toplantı düzenleyerek, onlar­la hükümet adına "Sened-i ittifak" adlı bir anlaşma imzalaması, öteki tehlikenin de hangi boyutlarda olduğunu gözler önüne se­rivermiştir bütün çıplaklığıyla.

Doğrusu, Osmanlı tarihinin bu döneminde yaşanmış olaylar, bizce polisiye roman yazarlarını bile kıskandıracak nitelikte kur­gulamalarla doludur gerçkten de.

Örneğin, kendisini küçümsediği ve sürekli başına buyruk davrandığı için zaten kırgın olduğu sadrazam' ına karşı , genç sultan II. Mahmud'u , ustaca dedikodularla kışkırtıp, Sened-i ir­tifak' la elinden birtakım yetkilerini daha aldığına inandırıp, tam anlamıyla düşman etmişlerdir önce.

Ardından, Alemdar Mustafa Paşa'nın, Rusçuk yaranlarının aklına uyup, gene Levent ve Ü sküdar kışialarında hemen eğiti­me başlattığı "Sekhan-1 Cedit" adlı küçük bir askeri birliği fır­sat bilip, kapıkulu ocaklarını kapatacağı dedikodularıyla, zaten öfkeli olan Yeniçerileri Sadrazam' a karşı kışkırtıp ayaklandır­mayı da kısa sürede başarmışlardır.

Sened-i ittifak' ın imzalanmas ının daha kırkı dolmadan da, hazırlanan plana göre " Yangm mr!" diye topluca bağırıp dışarı çıkararak öldürmek üzere, yeniçerilerin bir akşam evini kuşat­masını sağlamışlardır gerçekten de.

Dışarıya çıkaramayınca da, bu kez silahlı saldırıya geçmişler ve Sadrazam, ev halkı ile birlikte, onca yeniçeriye karşı tam bir gece bir gündüz direnmiştir. Birkaç kez haber salmasına karşın, ilginçtir, kimse yardımına gelmemiştir bunca uzun süre içinde, her ne hikmetle ise . . . Bakmış başka umar yok, konağın badm­mundaki cephaneliği ateşe vererek, kendisi ve ev halkı ile birlik­te iiçyüz yeniçeriyi de havaya uçurmuştur, bilindiği gibi . . . Sad­razamlığ ı , topu topu üçbuçuk ay kadar sürebilmiştir ancak Rus­çuk ay anı Alemdar Mustafa Paşa 'nın . . .

Sıra ayanlara gelmiştir.

1 7-l

Page 175: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Am ne var ki, tam o günlerde Napolyon, Rus çarı Alexandr ile İstanbul boğazının geleceği üzerine pazarlıkların da yapıldı­ğı bir antla�ma imzalayınca, Osmanl ılar da, çaresiz yeniden İn­gilizlerle anla�arak, Rusya 'ya sava� açılmasına karar vermişler­dir. Bu nedenle de, Prof. Berkes ' in deyimiyle, "ll. Mahmud' un , t ti Sened-i İttifak' ı n kendisine onay/atı/dı,�ı gün aklına koydu­,� u " ayanlar sorunun çözümü kendiliğinden ertelenmiştir doğal olarak. Ancak savaşta zaman zaman onların yardımiarına da ge­reksinim duymuş olduğu halde, Ruslarla antlaşma imzalar imza­lamaz, Prof. Karai ' ın anlatımıyla, "Otoritesini imparatorlı(�Un her tarafından geçirehi/nıek için , hu ôyôn/ara karşı esaslı hir gi­rişmiştir " hemen. (Age, c. S, s . I S4)

Kiminin pusuya düşürülüp öldürülmesi , kiminin tutuklanıp başka yerlere sürülmesi, kiminin mukataası iptal edilerek dirli­ğinin (çift liğinin) elinden alınması, kiminin İstanbu l ' da oturma­ya zorunlu kıl ınması vb. gibi çeşitli yöntemlerin uygu landığı bu savaş, kuşkusuz y ı llarca sürmüştür. Hatta, kimi yerlerde ayak­lanmalara, kimi yerlerde iç savaşlara bile neden olmuştur. Örne­ğin, Tepedelenli Ali Paşa, yeniJip öldürüldüğü halde, bu ayak­lanma daha sonra Yunanistan bağımsızlık savaşı haline dönüp, büyük sorunlar çıkarmıştır İmparatorluğun başına. Mısır valisi Mehmet Ali Paşa, üzerine gönderilen birlikleri yenince Şam ve S ür iye 'yi de e le geçirmiş ve ta Anadolu 'nun içlerine kadar iler­lemeyi başarmıştır. Anadolu 'nun içlerinde de küçük küçük bir­çok ayaklanmalar patlak vermiştir ardı ardına.

Ama, y ı l lar sonra da olsa, otorite sağlanmıştır sonuçta. Ve sıra Yeniçeri Ocağı 'na gelmiştir artık. "25 Mayıs 182() günü, Sadra:anı , Rumeli Ka:askeri, İstan­

bul Miiftiisii , S adaret K etiılidası , defterdar, d(//phane lUt: 1r1, top­lume na:lr/ ve ülkenin 6teki ileri xc/en u/eması , Şeyhü/is/am/11 ninde toplanarak" ( Os. Tar. c. S , s . 1 46) o güne dek Sadrazam Alemdar Mustafa Pa�a 'nın halledilmesi, Rusya savaşı ve ayan­ların temizlenmesi dolayısıyla kendilerine muhtaç olduklan i(in sürekli erteledikleri Yeniçeri Oca,�ı sorununu görüşmü�lerdir.

Dönemin ünlü ulenıasından Esat Efendi de , "Yeniçeri Oca-

1 7)

Page 176: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

ğı 'nın nas ı l bir Bektaşi tekkesi haline dönüşerek din dü şmanı, Müslümanl ık dü�manı bir konuma" girdiği konusunda iddiana­rneyi yazmıştır hemen . . Üss-ü Zaler · · adı altında.

Esat Efendi ' ye göre, herhangi bir tarihi ilişki olmadığı halde, "Bektaşi/er, ocak/ılan, Osmano,�ullarr askeri hi:imle pfrdaştır diyerek kandırıp, Yeniçeri Oca,�ı · lll ele geçirmişlerdir" Ocak bu yüzden bugünkü duruma düşmüştür. "Bektaşile1; yeniçeri ta­ıfesine dayanarak sal re hilinçsi: halkı yamş yamş İslamlıktan çıkarmaktadır. Dindar kişi/e,-in öteki tarikatiara ( Nakşihendi, Kadiri, vh. ) adadı,� ı tekke ve zaviyelerin adlarrili Yeniçeri/ere :orla Bektaşi adianna Çel'irterek :aptetnıişlerdir Halk arasında dinsizl(�i yaymakta , tekke ı·e :ariyelerde alemler dü:enleyerek içki içmekle, nama: kılmamakta , · ranwzanlar�la oruç yemekte, sünnet e/ılinin inançlarryla açıkca alay etmektedirler. Yeniçeri­ler Bektaşiler/e birleşerek hem devlete, hem dine karşı çeşitli ihanet işlerine girişmektedirler. " (Prof. B erkes, age, s. I 57-1 5 8)

Dolayısıyla, Hıristiyanlardan da daha tehlikeli bu mülhid (dinsiz) fitne ocakları mutlaka tez elden ortadan kaldırı lmalı , te­mizlenmelidir.

Gerçekten de, u lemanın, Padişahın buyruğuyla 25 Mayıs I 826 'da Şeyhülislamın evinde yaptığı toplantıdan sonra hemen hazırlıklara girişiimiş ve 20 gün gibi kısa bir süre içinde Yeniçe­rilerin, dedikodular üretilip tuzaklar kurularak kışkırt ı l ıp, saf saf, 1 5 Haziran 1 826 'da kazanların, Etmeydanma çıkarmaları sağlanmıştır.

Kazanın Etmeydanma çıkartı ldığı haberi gelir gelmez de. Sultan I I . Mahmud ulemayı hemen Topkapı S arayı 'nda toplaya­rak; "Bre, hu yeniçeri/erin hareketi padişahlamıa karşı hir is­yan de,�il midir? Öyle ise, şeriat ımı: hu asilerin ce:alandırılma­sı için ne yol giisterir ? ' ' diye sormuş ve u lemadan, "El cemp . . . B u hahislerin kat/i mciptir" fetvasını al ınca da, derhal Bektaşi tekkeleriyle Yeniçeri Ocağı 'nm ortadan kaldırılması için ferman yayınlayıp, "Sanca,�- ı şenfin" çı karı lmasın ı buyurmu�tur.

Ve ne acıdır ki, ulema tarihçilerinin bile belirtt ikleri gibi. ni-

! Hı

Page 177: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

c edir "arada h ir keçeye pa la çalmak \ 'e h ir testiye h ir /.:cı�· kurşun atmak" tan öte doğru dürüst bir askerlik eğitimi fi lan görmeyen, neredeyse tamamı süfli işlerle uğraşan, asker derneğe bin tanık ister, ayaktakımı esnaf olmuş bu zavall ı lar topluluğu, Sancağ-ı şerifin a ltına bağınş çağınş toplanmış üzerlerine gelen si lahsız halka karşı dahi saidırınayı akıl edememiştir. Etmeydanı 'nın or­tasına toplanıp kendilerini savunmaya çalışmışlardır ancak.

Saray ise, top ateşine tJ.Itmuştur onları. Böyle bir şeyi hiç beklemedikleri için, top merrnileri başları­

na düşmeye başlayınca, can havl iyle çil yavrusu gibi kaçışmış­lardır dört bir yana. Bu kez de, üzerlerine yalın kılıç, atlı bostan­cı lar salınmıştır.

Çetin Altan ' ın sık s ık vurgul adığı gibi, Sultan I I . Mahmud, "Dünya tarihinde hir hemeri daha olmayan" buluşla, şöyle ve­ya böyle, "229 taburdan oluşan 1 40 hin kişilik kendi öz ordusu­nu kılıçtan geçirtmiştir. " (Sabah gazetesi, 6 Haziran I 998)

Ve, u lema tarihçileri "Vak' a-i Hayriye" (Hay ırlı vaka) diye adlandırmışlardır bu olayı. S anki, Sünnilerce bayram olarak kut­sanmıştır o gün. B atıl ı laşma adına, "/si ahat" diyerek, "devlet memurlarımn, askerlerin , saray hizmetçi/erinin, harem a,qaları­nuı hircr: Fransız, hircız Mısırlı garip kılıkiara girmesini ve sa­n,qı atıp fes giymesini, del'ler dairelerine resminin asılmasınt, artık Müslümanların da resmi yemeklerde şarap içmesini zorun­lu kılan" fermanlar yayımlamış olmasına karşın, gene de u zun uzun alkışa tutmuşlardır Sultan II . Mahmud' u, bu yüzden.

Bu o layın hemen ardından da, İ stanbu l 'daki bütün Sünni ta­rikat şeyhleri Saraya çağrılarak bir toplantı düzenlenmiş ve "Bektaşilik tarikatı yasak edilmiştir" hemen.

Sonra da, "Üsküdar. Eyiip re Rumelihisarı gihi yerlerdeki Bektaşi tekkelerinin siinnet ehli tarikatiara rerilmesine, son 60 yıl içinde Anadolu ı ·e Rumeli 'de yapılan hı"itiin Bektaşi tekkete­rinin yıktınlmasına , hiitiin Bektaşi yayınlan ile, şeriatea caiz ol­nwdı,qı i�·in hlitıin Bektaşi mkıflamw el konulmasına . 1 1 1al mr­lıklarımn öteki siinni tarikatiara rerilmesine istanhul ' daki he c t

Bektaşi zari\'clcrinin de Asakir-i Man.1 urc•-i Mulıalltl ltcdi i'C' k1ş-

1 7 7

Page 178: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

/ası _mpılmasına" oy birl iği ile karar verilmiştir. Bu karar üzerine de, "Bektaşi/erin kodanıanları derlıal idam

edilmiş, geri kalanları da Anadolu ' nun çeşitli _rerlerine siiriil­miişlerdir" yakalandıkça. (Ord.Prof. Enver Ziya Kara i , Osman­lı Tarihi, c- 5, s. 1 50 1 Prof. Niyazi Bcrkcs, Türkiye 'de Çağdaş­laşma, s. 1 59)

1 7 .1.(

Page 179: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Osmanlı ' da Aydın Kavramı

ve Ulema (IImiye Sınıfı)

Toplumsal Kalkınma ve Osmanlı Aydını

Prof. Serkes 'in verdiği bilgiye göre, 1 832 'de Peşte 'de fakir bir Musevi ailesinin çocuğu olarak doğmuş ve I 857 'de yaşamı­nı kazanmak ve Türkçesini geliştirmek amacıyla, elinde Avus­turya-Macaristan ileri gelenlerinden al ınmış birkaç mektup , İs­tanbul ' a gelip altı yıl paşa konaklarına yabancı dil dersleri ver­miş, daha sonra da görevli olarak derviş kıl ığında Orta Asya 'y ı dolaşmış, Abdülhamit ' in ajanlarından, Osmanlı aydınları arasın­da Reşit Efendi diye de tanınan Macar Türkolog Arminius Vanı­her_'r', 1 867- 1 870 y ı l ları arasında Londra'da, Namık Kemal. Ziya Paşa ve Ali Suavi ile bir kahvede sık s ık buluştuklarını belirte­rek; "Kahı·ede hu efendiler/e ülkelerinin toplumsal, siyasal, din­sel sonm/anm saatlerce tartışırdım. Gündüzleri konuşmalann havası ı lını l ı . hatta uykulu gihi olurdu. Fakat, akşam üzeri rak ı şişeleri heyecan/annı kahartınca ham can/amrdı . Saym efendi­lerin gözleri par/ar, hir :::aman/ar o kadar güçlü olan ı ·e gene a}'­m güçte dirilece,�ine inandıklan Osmanlı devletinin içinde hu­/undu,�u durımı karşısında du.vduk/an acımn ı·e hasretin tonu yükselirdi. Samşçı ced/erinin haşan/anna karşı hes/edikieri hayranlık ı·e ad/anm andık/an İslam dini kahramanianna kar­şı duydukan saygı hemen ortaya çıkardı . diye anlatmaktadır Osmanlı aydınlarının toplumsal sorunlara yaklaşımlarını böyle alaylı bir dille, 1 893 yı l ında Deutsche Rundschau'da çıkını� bir yazısında .

Osmanlı aydın larının toplumsal sorunlara bakı�larındıt. ara­dan üç yüzy ı l gibi bir süre geçmi� olmasına kar�ın, pek de öyle

1 7 l)

Page 180: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

önemli bir değişim olmamıştır, görüldüğü gibi. XIX. yüzyılın sonlarında da, sorunlarla karşılaşınca hemen geçmişe özlem duymaktadılar gene ve çözümü, devleti yeniden eski görkemli günlerine kavuşturabilmekte aramaktadırlar. Dolayısıyla, bütün bu sorunların, zamanla ordunun savaş gücünün yitirilmesinden kaynaklandığı konusunda da hiçbir Osmanl ı aydınının kuşkusu yoktur yani.

Aralarındaki fark, ordunun eski savaş gücüne yenien kavuş­turulabilmesi konusunda savundukları çözü m önerilerindedir, bilindiği gibi . Örneğin, kimileri çözümün, ikta sisteminde birta­kım değişikliklerin yapılmasında ve Yeniçeri Ocağı 'nın B atıl ı yeni savaş tekniklerine göre yeniden düzenlenmesinde oldu­ğunu savunurken, kimi aydınlar (ulema) da, sorunun devşirme Hıristiyan çocuklarından ve ordu içinde İslami gelenekiere bağ­lılığın gevşemesinden kaynaklandığını öne sürmektedirler ısrar­la.

Sorunların toplumsal ve ekonomik yapıdan kaynaklanıyor o labileceği o lasıl ığı ise, görüldüğü gibi, hiçbir Osmanlı aydının aklından geçmemiştir. İkta sisteminde yapılan veya yapılması önerilen değişikl ikler de, kesinlikle üretimle, üretim i li şkisiyle filan değil , dirlik sahiplerince savaş halinde sağlanan segbanlar­daki ni tel düşüşle ilgilidir. sadece . . .

B ir Osmanlı Sultanına ilk ekonomi dersini de, galiba Dr. Sig­mund Spit:er vermiştir ta l 850' 1erde.

Dr. Sigmund Spitzer, tıp fakültesini yeni bitirmiş genç bir he­kimken Viyana'da açılan bir s ınavı kazanarak, Askeri Tıbbi­ye ' de anatoın i dersleri vermek üzere İstanbu l ' a gelmiştir 1 839 'da. Ağır bir hastal ığa yakalanan Sultan Abdülmecid ' i iyi­leştirdiği için de, I 845 'te S aray hekimliğine atanmıştır. Ailesine yazdığı mektuplarda anlattığına göre de, ola ki 1 85 7 ' 1erde bir gün, odasına gelen Sultan Abdülnıecid, duvardaki bir resmi gös­tererek ne olduğunu sormuştur kendisine. Liı·e1pooi-Manchesrer demirrolunda ç·aiiŞWI frenierin resmi olduğunu öğ.rendikten sonra da, "Kendi iii kesinde de hörle demir rollan ı·e trenler gör­mek istedi,� ini" açıklayıp, t1nw ç·ok para la:rm. Ha:ine ' de de

1 RO

Page 181: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

hu rak. AıTupa' da o/clu,�u gihi bunlar için ayn şirketler kurmak gerek" deyince de, Dr. Spitzer; "Böyle hir şirketin kumlahilme­si için ö:el sermaye, lıiikiinıete giiı·en Fe özel miilkiyet giirence­si gerekt(�ini" söyleyerek bir Osmanlı sul tanına hükümet gü­vencesi, sermaye birikimi ve özel mülkiyet üzerine ilk liberal ekonomi dersini veren Avrupalı kişi olmuştur, gördügüınüz ka­darıyla.

Ne var ki, Sultan Abdülmecid gene de, İmparatorluğun eski görkemli günlerine dönebilmesi için, toplumsal yapıyı değiştire­cek nitelikte ü lkedl�ki üretim ve mülkiyet i lişkileriyle ilgili bir­takım ekonomik reform girişimlerinde bulunmak yerine, I 8 Şu­bat I 856 günü, Babıal i 'de toplanan, aralarında Avrupa'nın bü­yük devletlerinin elçileriyle birl ikte Rum ve Ermeni Patrikleri, Hahambaşı 'n ın da bulunduğu birkaç bin kişilik bir kalabalık ö­nünde, tarihe ''ls/ahat Femıa11 1 " diye geçen bir Hatt-t Hiimayun okutarak, I 839 Tanzimat Fermanı ile başlatılan doğrultuda bazı yönetsel değişiklikler yapma yolunu yeğlemiştir, bilindiği gibi.

Yani, Osmanlı aydınının ülke sorunlarına bakış açısında, u le­manın " Vak' a-i Hayrirc" diye niteleyerek büyük bir coşkuyla alkışladığı Yeniçeri Ocağı 'n ın toptan ortadan kaldırılmasından sonra herhangi bir değişiklik olduğunu söyleyebilmek de pek olanaklı deği ldir galiba. Çünkü, I 838 'de İngilizlerle imzalanan Ticaret anlaşmast 'ndan bir yıl sonra, I 839'da okunan Tanzimat F ermant (Gülhane Hattı) ile ü lke sorunlarının çözümü bütünüy­le Batılı ü lkelere bırakılmıştır artık. Ve, Osmanlı İmparatorluğu tarihinde ik kez I 854 yıl ında, Kırım savaşı dolayısıyla bir ya­bancı devletten, İngiltere ' den karşılığında Mısır ' dan elde edi le­cek vergi gelirlerini bırakarak 2,5 milyon Osmanlı altını borç al­mıştır. Ancak, bu borcun alınmasının üzerinden henüz bir yıl bi­le geçmiş geçmemişken, para çarçur ediliverince, savaşın gider­lerini karşı layabilmek için bir kez daha borçlanılmış ve I 855 ' te Suriye ile İzmir gümrük gelirlerine karşı l ık 5 ,65 milyon Osman­lı altını dış borç daha alınmıştır. I 875 ' I ere gelindiğinde ise, 2 I yı l gibi oldukça kısa bir süre içinde alınan dış borçların, her yı l ödenmesi gereken y ı l l ık faizlerinin toplamı bi le 14 mi lyon Os-

ı s ı

Page 182: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

manlı alt ınını bulmuştur anık. Oysa, İmparatorluğun bütün yı l ­l ık geliri I 7- I 8 milyon Osmanlı altını dolaylarındadır. (Prof. Re­fii Şükrü Suvla, Tanzirnal Devrinde İstikrazlar, Tanzimat, İstan­bul I 940, s. 270-2 I 7) Böyle ce Osmanlı aydınının da ekonomi bil imiyle ilgi lenmesine zaten gerek kalmamıştır sanki.

Gerçekten de, aynı günlerde, Osmanlı tarihinde ilk kez, uy­gulanan bir ekonomi politikasından dolayı Saraya karşı örgütlü bir muhalefet hareketine girişmiş Genç Osmanlı/ann bile düze­ni değiştirmeyi amaçladıklarını söyleyebilmek kesinlikle olana­ksızdır. Nitekim, Namık Kemal ' ler, Ziya Paşa ' lar, Ş inas i ' ler bi­le Batıl ı ların kendileri için kullandıklar ı "./ön Türkler" deyimini dahi, galiba biraz da ilericilik, derrimeilik anlamı içermesinden kuşkulandıkl arından, hiç benimsememişler ve sürekli kendile­rinden "Genç Osmanlı/ar· · diye söz edilmesini yeğlemişlerdir bilindiği gibi. Prof. Berkes de, bu aydınlar için, "1867-70 yılla­n (Aıntpa "da) ulusal ö:gürlük ve liheral rejim damlannın en kı:ıştı,�ı günler olduifu halde . Yeni Osmanlılar (Jön Türkler) del'rinıci ve ulusçu olmadıklan gihi, Batıdaki anlamda anayasa­cı liberaller hile deifillerdi. " diye yazmaktadır. ( Age, s. 280)

Zaten Avrupa'ya kaçmaları da, Osmanlı devlet düzenini ve toplumsal yapıyı değiştirmek için bir devrimci örgütlenıneyi orada gerkçekleştirınek amacıyla filan deği l , kesinlikle biraz ca­hil Abdülaziz ' in h ışınından korktuklarından, daha çok da o sı ra­lar Paris'te bulunan, kendisini Mısır valiliğine atamadıkları için Saraya küskün Mustafa Fazı ) Paşa'nın ısrarlı çağrısı yüzünden olmuştur. Nitekim, Londra' da bulundukları süre içinde, başlarda da değindiğimiz gibi. Karl Marx ' la yı l larca aynı sokakta otur­muş oldukları halde, herhangi bir devrimci örgütle ilişki kurmak şöyle dursun, tam karşıt ı , sanki inadına daha da tutucu davranıp , çıkardıkları gazetelerle Osmanlı sulıanına, düzenin sürdürülebil­mesi için, sürekli akıl verıneye çalışmışlardır.

Görüldüğü gibi, ilk "Gen�· Osmanlı/ar" da, bütün tarihi bo­yunca kendini kendiliğ inden devlet le özde�leşt irıniş tipik Os­man l ı aydı ııı dananışı� la. Saraya muhalefet yaparken bile düze­ni de�i�ı i rı ı ı ey i zinhar ak ı lndan geçirmcden. tehlikede gürdüklc-

Page 183: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

ri devlet geleneğine sahip çıkmak için ç ırpınmışlardır sadece, Sarayı uyarmak için muhalefet yapmışlardır. Çünkü, Tanzimat ve Isiahat Fermanları ile Sultanın yetki lerinin de neredeyse ta­mamını devralmış olan hükümetlerin sorumsuzca verdikleri ödünler yüzünden, Avrupa devletleri artık ü lkenin iç işlerine de el atmaya baş layınca, sorunların çözülmesi �öyle dursun, İmpa­ratorluğun Osmanlı birliği de, Hıristiyan uyruğun kışkırt ı l ıp ayaklandırılmasıyla kolayca dağıtı lmıştır. Bu nedenle Genç Os­manlı/ar, bu bürokratik diktatörlüğü denetleyerek bir ölçüde de olsa kırıp, kötü gidişe belki son verir umuduyla meşruti sisteme can havliyle sar ı lmışlardır, bilindiği gibi. Nitekim, II. Abdülha­mid, önceden yapılmış anlaşma gereğince I 876' da tahta ç ıkar çıkmaz Kanun-u Esasi' yi kabul edip, ilk Osmanlı Meclis-i Me­husam'nı toplayınca da Genç Osmanlt/ar muhalefeti kendiliğin­den sönmüştür doğal o larak.

Abdülhamit ' in, 1 9 Nis�n 1 877'de patlayan savaşta Rus or­dusunun kısa bir süre sonra Yeşilköy önlerine kadar gelmiş ol­masını bahane edip, 19 Mart 1 877 'de açtığı Meclis ' i , daha y ı l ı dolmamışken 13 Şubat I 878 ' de kapatarak, ü lkede tekrar katı bir mutlakiyet rejimi kurması üzerine yeniden canlanan İkinci Genç Osmanlılar muhaleleti de, gene i lginçtir hiçbir zaman bir düzen değişikliğini, bir devrimi falan düşünmemiştir kesinlikle.

Abdülhamit ' in her geçen gün biraz daha dayanılmaz hal alan bu acı masız diktatörlüğüne karşı ilk olarak Me/.:teh-i Tıhhiye öğ­rencilerinin 1 889' 1arda "İttihad-ı Osman/" adıyla kurdukları , daha sonraki yı l larda "İttihat ve Tera/.:/.:i" adını alan bu muhale­fet hareketine kaıılanları , Batıl ı lar toptan "Jön Tiir/.:/cr" olarak adlandırmışlardır bilindiği gibi.

I 895 ' te İstanbul 'da patlak veren Ermeni olayları üzerine giz­li "İttihat ı·e Tera/.:/.:i" de, adını açıklayarak duvarlara birtakım beyannameler asınca, Abdülhaınid' in hafiyeleri derhal harekete geçmiş ve örgütün ileri gelenlerinden bazılarını tuıu klayarak. Trablusgarp 'a , Şam ·a, Manast ı r 'a sürmü�lerdir. Yakalanııı ayan­lardan birçok ki�i de Fransa 'ya. İngiltere 'ye, İsviçre · ye. l\1 ı s ı r · a kaçmı�tır. Selilll Nii:.lıer Gc!{ek' in saptamalarma göre . hu l.; i � ikr

Page 184: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Paris ' t e , Londra'da, Cenevre 'de Kahire 'de, tam 95 adet gazete çıkarmı�Lırdır o günlerde. Aralarında Arap, Arnavut, Çerkez vb. gibi Türk olmayanların, hatta Müslüman bile olmayanların da bulunmasına karşın, "/nihat ı ·e Terakki" örgütünün üyesi, ileri geleni bu kişilerin tamamını "./ön Tiirkler' ' diye adlandırmış lar­dır B atıl ı lar.

Gerçi aynı örgütün üyesiyıniş gibi gözükseler de, i lginçtir, bu kişi lerin aralarında bir görüş birliğinin varlığından veya bel irli bir siyasal program üzerinde aniaşmış olduklarından söz edebi ­)rnek de kesinlikle olanaksızdır ancak.

Ömeğin, bu yeni .1 ön Türk muhalefetinin önde gelen adları olan Alunet Rıza Bey' in, Mi:ancı Murat Bey' in ve Prens Saha­hallin ' in savundukları fikirler arasında, Kanun-u Esas i ' nin yü­rürlüğe sokularak Mecl is-i Mebusan ' ın yeniden açılmasını iste­menin dışında hiçbir ortak yan yoktur.

Diyelim, İttihat ve Terakki'nin Paris şubesinin de kurucusu olan Ahmet Rı:a Bey' e göre, İmparatorluğun içinde bulunduğu sorunlar tarımın ilkel l iğinden kaynaklanmaktadır. Daha öğrenci­lik y ı l larında vardığı bu kanıyla da Paris 'e gitmiş, tarım oku­muştur. Okulu bitirip İstanbul 'a döndükten sonra da Tarım B a­kanlığında çalışmıştır bir süre. Ne ki, B akanlığın durumunu ya­kından görnüce, bu kez de tarımın kalkındır ı lmasının ancak köylülerin eğitimiyle gerçekleştirilebileceği ni düşünüp Eğitim Bakanlığına geçmiş, bir süre de orda çalışmıştır. I 889'da da, Fransız devrim.inin yüzüncü y ı l ı dolayısıyla Paris ' te açı lan ser­giye görevl i olarak gitmiş, ancak sergiden sonra görevinden is­tifa ederek dönmemiş tir. Paris ' te kaldığı bu süre içinde de , bir yandan ünlü Fransız pozitivistlerinden Pierre Lajfitle' in dersle­rini iz lerken, bir yandan da İttihat ve Ter�ki ' nin Paris şubesinin kurulmasını gerçekleştirmiş ve ilk başkanı olmuştur. I 895 'te de, ikinci Jön Türk hareketinin ilk yayın organı "Meşl'erd' i çıkar­mıştır. Pozitivistlerle i lişkis inden dolayı arkadaşlarının arasında bile adı "dinsi: " e çrkmış olduğu için de, gerek bu gazetedeki yazılarında, gerekse Ahdiillıanıid' e gönderdi.� i nıuhtıraların­da . . po:itil'i:::nıclen kesinlikle söz etmem i� ve İmpartorluğun ge-

I R4

Page 185: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

ri kalmışl ığınlll tarımın ilkel liğinden kaynaklcmdığını vurgula­yıp, Abdülhamid 'e meşruı iyetin hem kötü birşey olmadığını, hem de kendisine karşı bir şey olmadığını anlatmaya çalışarak, ilkokuldan üniversiteye uzanan geniş bir eğitim politikası uygu­lamasını önermiştir sürekl i .

Mi:ann Murat Bey i se , Dağıstanlıdır, Kafkasy a ' da doğmuştur. Lise öğrenimini Stavropol 'da tamamladıktan sonra Moskova 'ya üniversiteye gönderilirken kaçmış, 1 873 'te İstan­bul ' a gelmiştir. Fransızca ve Rusça bildiğinden Dışişlerine çev­irmen olarak alınmıştır hemen. 1 886 'da da İstanbu l ' da "Mi: an" adında bir gazete çıkarmaya başlamış ve bu tarihten itibaren Mi­:ancı Murat olarak ünlenmiştir. Prof. Serkes de; "Ahdii/hanıit :amannıda yükselerek yeni yurdımda tamnmış hir ya:ar \'e Mül­kiye okulunda profesör oldu . " diye yazmaktadır. Gerçekten de Mekteh-i Miilkiye-i Sultani' de "İ/nı -i Servet" (İktisat) dersleri vermiştir bir süre. Ancak Abdülhamid'e ters düşünce, 1 895 'te Paris 'e kaçmak zorunda kalmış ve Jön Türk hareketine katılarak etkin bir rol almıştır. Hatta, Ahmet Rıza Bey ' i dinsizlikle suçla­yanlarca bir ara İttihat ve Terakki Cemiyeti 'nin Paris şubesinin başkanlığına bile getiri lmiştir galiba. Ne var ki, Paris 'teki sür­gün yaşamı da çok sürmemiştir verilen bilgilere göre. 1 897 'de, Abdülhamid' in gönderdiği haberlere kanıp, hemen dönmüştür İstanbul 'a , Maliye 'de görev almıştır. Bu uzlaşması yüzünden de Jön Türk arkadaşlarınca şiddetle eleştiri lmiştir. İ lginçtir, gene Prof. Serkes ' in saptarnalarına göre, "liberal ve nıeşrıttiyetçi" bi­ri olarak tanınan mizancı Murat Bey, yazılarında da zaten çözüm olarak, "Ahdü/lıanıid' in lıalifeli,�inde hütün İslam dünyasım bir­leştirecek, İslami şeriatın uygu/anaca,�ı hir meşrıtti yönetimi" önermiştir ı srarla. Parlamenter sistemin İs lamiyete aykırı olma­dığı inancındadır, çünkü Kuran ' ın Ali İ m ran ve Ta/ak surelerin­de nıeŞl "eret usulünden söz edilmektedir. Bu nedenle, Abdülha­mid' le ters düştüğü tek nokta, meclisi kapatmış olmasıdır. Gö­rüldüğü gibi, Pan-İslam izmi savunan Jön Türklerin önderlerin­den Mizancı Murat ' ın da, devrimci olmak fi lan şöyle dursun, ne düzenle bir sorunu vardır. ne de Abdülhamid' le, aslında . . .

Page 186: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

İkinci Jön Türk hareketinin bir diğer ünlü önderi de, bi l indi­ğ i gibi Prens Sahalwttin ' dir. Ancak, adından da anla� ı lacağı gi­bi, Prens Sabahattin de zaten Saraylıdır. Annesi, Abdülhamid ' in kızkardeşi Seniye Sultan 'dır. Babası mahmud Celalettin Pa�a da, Gürcü Halil Rif at Paşanı oğludur ve Abdülhamid tarafından Adalet Bakanı yapılmıştır. Ne var ki , V. Murat ' ı yeniden tahta çıkarmak için düzenlenen bir kampioya katıldığı suçlamasıyla gözden düşmüş ve Abdülhamid' le arası açılmıştır. I 899'da oğulları Sabahattin ve Lutfu llah' la birlikte Avrupaya kaçmak zonuda kalmıştır bu yüzden. Annesi sultan olduğu için kendisi­ni Paris ' te 'Prens' diye t<ınıtan Sabahattin ise, bir rastlantı sonu­cu Frederic Le Play' in kurduğu okul çevresiyle tanı� mı ş, daha sonra da Le Play okulundan l 886'da bir grup arkadaşıyla ayrı­larak 'Sosyal Bilim ' adında bir dergi çıkarmış ve ayrı bir okul kurmuş Edmond Demo/i/IS i le tanışmıştır. Ve , kimi çevrelerce kendisine parasal yardımda da bulunduğu öne sürülen Edmond Demolins 'in etkisinde kalarak, o günlerde Avrupa için de olduk­ça yeni ' toplumsal sorun/ann toplumsal yapılardan kaynaklan­dı,�ı · görüşüne katı l ıp , Osmanlıların da bu durumdan kurtulabii­melerinin ancak toplumsal yapıda köklü bir değişikliğin gerçek­leştirilmesiyle mümkün olabileceğini, bu amaçla da "adem-i merkeziyet ı·e teşehhiis-ı'i şahsi" (tek merkeze bağımlı olmayan ve özel girişimci) bir politika izlenmesi gerektiğini savunmaya başlamıştır co�kuyla . . . Prens Sabahattin'e göre, · ·o güne kadar yapılmış reform girişinılerinin haşanlı olamayışmuı nedeni, ne Mithat Paşa'dır, ne de Ahdülhamid'tir Osmanlmın toplumsal yapısının nitelıAidir. Asti dava Ahdülhamid' i derirmek de,�il, Do,� ulu toplum tipinden Batılı toplum tipine geçmektir. " (Prof. Berkes, age,s . 390)

Görüldüğü gibi, zaten Sarayl ı olan Prens Sabahatti n' in de as­l ında ne Saray la, ne de Abdülhamit ' le bir sorunu vardır.

Üstel ik, Osmanlı yönetimini şiddetle eleştirmelcrine karşın , ne Abdülhamid onlarla il i�kisini kesmiş, ne de onlar Abdülha­mid'le il işkilerini kesmişlerdir sanki. Örneğin, ilk y ı l larda, yapı­lacak birtakım girşimimlerle o ülkelerin hükümetlerine bu mu-

l X6

Page 187: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

halefeti susturtabileceğini dü�ünmüşse de, bazı engel ler çıkart­mayı başarmasına kar�ın, yayınları toptan durduramayacağını anlayınca, Abdülhamit bu kez özel kuryeler göndererek Jön Türklerle pazarlığa oturmuş ve gazete çıkarınaya son vermeleri halinde hepsini bağışlayacağım, hatta ülkeye döneceklere de he­men, yeteneklerine göre kendilerine yakışır görevler verileceği­ni bildirmiştir. Nitekim, yukarda da değindiğimiz gibi Mizancı Murat, bu pazarlık üzerine Mi::.an adlı gazetesini çıkarmaya son vererek ülkeye dönmüş ve Maliye B akanlığ ı 'nda çalışmaya baş­lamıştır. Daha sonraki yı l larda da eniştesine, İttihat 'ç ılarla işbir­liği y apmayı bırakıp ülkeye dönmesi halinde kendisini bağışla­yacağına dair haber göndermiş, ancak, Mahmut Celalettin Pa­şa'nın Meclis-i M ebusan ' ın yeniden açılması koşuluyla dönebi­leceğini bildirmesi üzerine de, onu derhal ölüm cezasına çarptır­m ıştır. Damat Mahmut Celalettin Paşa ise, I 903 ' te Brokse l 'de yoksulluk içinde ölmüştür. Prens S abahattin de, ancak I 908 'de, İkinci Meşrutiyet ' in ilanından sonra dönebilmiştir İstanbul ' a.

I 900 yı l ında bir bildiri yayımlayarak, ilk kez, bütün Jön Türklerin katılacağı bir kongre toplanması fikrini ortaya atan, 4 Şubat I 902 ' te Paris'de, Türk dostu bir Fransızın evinde toplanan kongrede de İttihat ve Terakki Cemiyeti Paris Şubesi Daimi Ko­mite üyeliğine seçilen Prens Sabahattin, bu kongreden sonra Jön Türk hareketinin parçalanması üzerine de, arkadaşlarıyla "Te­şehhiis-ii Şahsi ve Ademi Merkeziyet Cemiyeti" adı altında ayrı bir örgüt kurarak başına geçmiştir.

Görüldüğü gibi, Osmanlı İmparatorluğu ' nun sorunlarına ye­ni ve değişik açıdan bakan, özgün öneriler getiren, İkinci Jön Türk hareketi içindeki tek kişi de Prens Sabahatttin'dir.

Gerçi , "adem-i merke::.iyet" fikri, o güne dek neredeyse bü­tün Osmanlı aydınlarınca savunulan İmparatorluğun eski gör­kemli haline kavuşabi lmesi için merkezi hükümetin yeniden güçlendirilmesi görüşüyle çelişmek şöyle dursun, galiba güçlü bir merkezi otoritenin yönetim biçimi olan imparatorluk kavra­nuna da ters düşse gerektir. Ancak, gündeme ilk kez gcı i r i l ıı ı i� yeni bir görüş olduğu da kuşkusuzdur.

I R7

Page 188: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Gene, İmparatorluğun bugünkü durumunun toplumsal yapı­dan kaynaklandığını ve sorunların ancak ekonomi politikasının değhtirilmesiyle çözüınlenebileceğini Osmanlı tarihinde dile getiren i lk kişi de Prens Sabahattin olmuştur, gördüğümüz kada­rıyla.

Gerçi Ahmet R ıza Bey de, sorunların, tarımın ilkelliğinden kaynaklandığı görüşündedir. Ancak, tarımın bu ilkellikten kur­tulması için ülkede halen geçerli olan tarımsal üretim i l işkileri ve toprak mülkiyeti konularıyla hiç i lgi lenmeyip, sorunun çözü­münün eğitimle ilgili olduğunu öne sürerek, ilkokuldan üniver­siteye köklü bir eğitim reformu gibi öneriler getirmesine bakıla­cak olursa, doğrusu Ahmet Rıza B ey ' in de soruna ekonomik açı­dan yak laşmış o lduğunu söyleyebilmek, galiba olanaksızdır.

Fakat, öte yandan Prens Sabahattin de, sorunun ekonomik ol­duğunu söyleyip, toplumsal yapının değiştirilebilmesi için libe­ral ekonomiye geçilmesini önerirken yalnız teşehhüs-ii şah­s i' den (özel girişimciliğin erdemierin den) söz etmektedir zaten. Başka bir ekonomik öneri getirmemekte, toplumsal yapımız ve­ya mevcut ekonomik ilişkilerle ilgili herhangi bir değerlendir­mede bulunmamaktadır. Yani, ne bir ekonomik çözümleme yap­maya girişmiştir, ne de ekonomik bir saptama yapmıştır.

Kuşkusuz, Prens Sabahattin de ekonomist değildir. Doğrusu­nu isterseniz, Osmanlı aydınları arasında, değil bir ekonomist­ten, ekonomi bilimi ile şöyle biraz yakından ilgilenmiş birinin varlığından söz edebilmek de olanaksızdır galiba. Zaten uzman yetiştirecek yüksek okullar da henüz yoktur ülkede veya yeni yeni kurulmasına çalışılmaktadır. Örneğin, bir üniversite kurul­ması fikri ilk kez I 845 y ılında ortaya atılmış olmasına karşın, ancak I 874 y ı l ında, Mekteb-i S u ltani 'de (Gal atasaray Lisesi 'nde) iki sınıf boşaltılarak Mekteh-i Hukuk ve Mekteh-i Tumk ı ·e Maabir (Yol lar ve Köprüler Mektebi) adı altında iki yüksek okul açı lmıştır güya. Çünkü, bu okullara önce u lema . Hukuk'ta ' 'Roma Hukuku" Yol lar ve Köprüler ' de de "Fi:ik" okutulduğunu öğrenir öğrenmez şiddetle karşı çıkmış, sonra da Abdülhamit. sallanatının daha birinci y ı l ında, 1 877 'de , u lema-

Page 189: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

nın isteği üzerine, her ikisini de kapatmıştır. Tarihçilerio "İktisat eden fakir olma:" dediği için " iktisatç ı" olarak niteledikleri ve Abdülhamit ' in de tam 7 kez sadrazamlığa getirdiği Küçük Sait Paşa da, daha ilk sadrazamlığı sırasında, I 879' 1arda, ülkeye "nıali bilgilere sahip kimseler yetiştirmek" amacıyla Divan-ı Muhasebat binasının bir odasında açtırdığı "Mekteh-i Fümm-u Maliye" adl ı okul da, ne yazık ki ancak üç yı l eğitim yapabil­miştir. (Prof. Karai, Osm. Tar. c-8, s . 396)

Ancak, Mizancı Murat B ey, Maliyeci Cavit Bey ve benzeri kişilerin anılarından veya haklarında y azılmış monografilerden çıkarıldığı kadarıyla da, y üzyılın sonlarına doğru , örneğin I 87 8' de yeniden eğitime başlamış M ektehi-i Hukuk'ta; I 859'da iki yı l l ık kısa eğitimlerle devlete memur yetiştirmek amac ıyla kurulmuş, l 877-78 ' 1erde eğit im yı l ı beşe çıkarılmış Mekteh-i Mülkiye- i Sultan/' de hatta daha sonraları Harp Akademisi i le Yüksek Öğretmen Okulu 'nda "İ/m-i Servet" adı altında, kimi kaynaklara göre "İktisat" kimi kaynaklara göre de "ekonomi politik" diye nitelenebilecek bir ders de okutulmamış değildir doğrusu.

Osmanlı İmparatorluğu 'nda ta XIX. yüzyılın sonlarına kadar temel eğitim kurumu olan medreselerde, eğitim, bilindiği gibi neredeyse bütünüyle ezbere dayalıdır. Bu nedenle, ders kitabı kavramı da pek yaygın değildir. Sutan I I . Mahmud'dan itibaren açılan, dindışı eğitim veren nıektepler, rüştiye ve İdadilerde oku­tulacak derslerle ilgili kitaplar da, gördüğümüz kadarıyla ilk kez Abdülhamit döneminde, belirli bir plan ve program çerçevesin­de u lemaya yazdırtılmıştır. Dolayısıy la, X IX. yüzyılın sonlarına doğru, üstelik topu topu bir iki okulda ve haftada olsa olsa bir veya iki saatliğine okutulmaya başlanılmış yeni bir dersin kita­bının da hemen yazdırtılmış olması, galiba gerçekten de, kesin­likle söz konusu bile edilmemelidir.

Gerçi , Prof Zafer Toprak. Tarih Vakfı Yurt Yayınları arasın­da I 995 y ılında çıkan "Milli İktisat- Milli Burjum:i" adlı kita­bında, Osmanlı aydınının Balkan Savaşı yenilgisinin onur k ırık­lığıyla bir cankurtaran simidine sar ı l ı r gibi dört elle sarıldığı

I R9

Page 190: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

"milli iktisat" deyimini de benimseyip, "Tiirk/er İngili::: iktisa­dının tutsa.�ı kalarak, iktisana da taklitçi/ikten kurtulamamışlar­dı " diye suçladıktan sonra, "O güne de,�in orta ı·e yiisekokullar­da okutulan iktisat derslerine/e, Adam Smith, Leroy Beaulien, Charles Gide gihi iktisatçı/ann eserlerinde göriilen klasik ö,�re­tiler giindenıe gelmişti. " (s . 1 46) diye yazarak, iktisat dersleri­nin yalnız Mekteb-i Hukuk, Mektebi-i Mülkiye vb. gibi (bir çe­şit) yüksekoku llarda da değil , riiştiye ve idadi/erde de okutu/du­ğunu, üstelik bu derslerde dönemin moda iktisatçı larının görüş­lerinden de söz edildiğini öne sürmekte ise de, ilginçtir, ne bir kaynak göstermektedir bu konuda, ne de bu "İ/m- Servet" dersi i le ilgili bir kitabı gördüğüne dair herhangi bir açıklamada bu­lunmaktadır.

(Burada hemen şunu da belirtelim ki, Sayın Profesör; İttihat ve Terakki iktidarının, hem Balkan Savaşı yenilgisinin öfkesi, hem de Yusuf Akçura 'n ın o günlerde Orta Asya 'dan getirdiği Türkçülük düşüncesinin romantik coşkusuyla önünü ardını faz­la da düşünmeden, ticaretin Hıristiyan azınlığ ın elinden alınarak Müslümanlaştırılması girişimleri sırasında, ola ki ilk kez de par­ti ideologu Ziya Gökalp 'çe politik bir s logan olarak kullanı lmış , "Milli İkisat' ' deyimini, her ne kadar kimi yerlerde "Bir tür ne­omerkantilist iktisat politikası" veya "kapitilasyon/arm zorunlu kıldı,� ı liberal iktisadi ilişkilere tepki" şeklinde açıklamalarda da bulunsa, bilimsel bir ekonomik terim olarak benimseyip, ona "devletçi ekonomi/kapa/ı ekonomi" anlamını yüklemekle de kalmamış, i lginçtir, "Bütün Türklük tarihinden hi/inen kadarıy­la, 'Tiirk milli iktisadı ' 11111 en uzun süren aşaması çohan/ıktır" (s. I 7) diyerek, bu deyimi toplunı/ann içinde hu/wıduk/an ha­şat üretim ilişkileri ile i lgili bir terim anlamında kullanmakta da sakınca görmemiştir. Ayrıca, Sayın Profesöre göre, İttihat ve Te­rakki 'nin bu "milli iktisat" politikasıyla imparatorluk da, ' li he­ral ekonomiden mzgeçip. devletçi hir ekonomiye geçmiştir' ye­niden. Çünkü, Sayın Profesörün, İkinci Meşrutiyet ' le bir ekolıo­mik deıTimin de gerçekleştirild iğindcn ve bu devrimle "dalw ilk nilardan itibaren 'kapıku/u' gcle11e,�i radsımp. hirercili.�in Os-

l lJO

Page 191: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

man/ı top/umumm temel felsefesi yapt!arak ve 'teşebbiis-ü şah­.1 i ' görüşü de Osmanh toplıtnı yaşamının temeli haline getirile­rek" İmparatorluğun "mali der/et" anlayışından " iktisadi der­/et" anlayışına � ıppadak geçirildiğinden de hiç kuşkusu yoktur. Gördüğümüz kadarıyla, İttihat çı aydınların I 908 ' den sonra çık­mış, önce "serbesti-i ticaret" "serbesti-i mübadele " "serbesti­i rekabet" sonra da "iktisad-ı milli" vb. gibi, Farsça "serbesti" ve Arapça "milli" sözcüklerinin bolca kullanıldığı tamlamalarla bezeli çok sayıdaki (güya) ekonomi yazılarının "ha mas i" söyle­mi, Osmanlı toplumunun ekonomik ilişkileriyle ilgili gerçekleri salt İstanbul 'da çıkmış iki bin tiraj l ı gazete haberlerinden, gene İstanbul ' da kurulmuş şirketler le i lgili istatistiksel bilgilerden ve bazı hükümet kararlarından yakalamağa çalışan Sayın Profesö­rü biraz gereğinden çok etkilemiştir galiba . . . )

Çünkü, Prof. Toprak' ın, yalnız Mekteb-i Hukuk ve Mekteb-i Mülkiye de peğil, rüştiye ve İdadilerde de ilm- servet derslerinin okutu lduğu, hatta aydınlar arasındaki "koruyucu ya da serbest dış ticerer tartışmalannın 1 908' e de,� in büyük ölçüde bu ders ki­ta plannda da yer a/dı,� ı " (Age, s. 30) şeklindeki savlarına katı­labilmek bizce gerçekten alanaksızdır.

B ilindiği gibi, Osmanlı İmparatorluğu ' ndaki, Batı l ı anlamıy­la ortaokul düzeyinde ilk eğitim kurumu olarak niteleyebileceği­miz rüştiye, İstanbul ' da 1 838 y ıl ında açılabiimiştir ancak.

Osmanlı İmparatorluğu 'ndaki ilk eğitim bakanl ığı da, ilk rüş­tiyeden tam 8 yıl sonra, I 846'da "Mekatib-i Umumiye Nezareti" adıyla kurulabilmiştir.

Rüştiyelerde verilen eğitimin yüksek öğrenim veya meslek eğitimi için yeterli olmadığı anlaşıl ınca da, lise olarak niteleye­bileceğimiz ilk idadi ise, eğitim bakanlığının kuru lmasından tam çeyrek yüzyıl sonra, ta I 873 ' te açı labilmiştir, Yukarda da belirttiğimiz gibi, Mekteb-i Hukuk gibi yüsek okul lar da zaten bir yıl sonra, 1 874'te kurulmuşlardır. Ne var ki, yüksek öğrenim görecek veya yüksekokullarda ders verecek nitelikte yeterl i bilgiye sahip öğrenci ve öğretmen bulmakta zorluk çekildiği için, bu okul lardan beklenilen sonuç zaten elde edi Ic m emi� ve.

l l) ı

Page 192: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

yukarda da değindiğimiz gibi , 1 877 ' de Sul tan Abdülhamit tara­fından bu gerekçeyle ( tasarruf gerekçesiyle) kapatı lmı�lardır. (Prof. Enver Ziya Karai ' ın verdiği bilgiye göre, aynı y ı lda açı l ­mış ' 'Turu/.:-u Maahir-yo//ar ı · c köprii/cr-Mc/.:tchi" adl ı i lk sivi l mühendisl ik okulunun kapatılmasının bir diğer önemli nedeni de, 43 öğrencisinden büyük bir kısmının Hıristiyan oluşu imiş . ) Nitekim, Prof Bayranı Kodaman da; (Tan:::.inıat dcıTindc o/du­ifu gihi, 1876-1 909 arasmda da ilk ve orta dereceli okıtilann öif­rctnıcn kadrolanmil hüyük hir kısmı m medrese kökenli /.:imse/cr oluşturmuştur " diye yazmaktadır. (Prof. B ayram Kodaman, Ab­dülhamit Devri Eğitim sistem i , Türk Tarih Kurumu 1 99 I , s . 1 54)

Prof. Zafer Toprak'ın, 1 988 y ı lında Cem Yayınları arasında çıkan "Türkiye Tarihi" adlı ortak kitabın 3. cildine yazdığı " İk­tisat Tarihi" başlıklı bölümde belirt i ldiğine göre de, yüksek okullardaki ilm-i servet derslerini genellikle "Sakız/ı Ohamıcs Paşa, Portakal Mihai/ Paşa" vb. gibi azınlık aydınları vermiş olsalar gerektir zaten.

Ayrıca, i lk idadi her ne kadar 1 87 3 yı l ında açılmış ve İstan­bul' daki idadi sayısı bile 1 876 'ya kadar ancak dörde veya beşe çıkmış ise de, XIX. yüzyılın sonlarına kadar, taşrada da İdadile­rin açılmaya başlaması üzerine ülkedeki idadi sayısının neredey­se yüzü bulduğu da unutu lmamalıdır. Yani , salt bu sayıda öğret­men bulabilmek açısından, İdadilerde de ilm-i servet okutulmuş olabileceğini düşünmek bile olanaksızdır galiba.

Ancak, Prof. Zafer Toprak' ın böyle bir yanılgıya düşmesine de, ola ki 1869 tarihli Maarif-i U mu mi Ni:::.anınanıcsi neden ol­muştur sanırız. Çünkü, yüksek öğrenim için öğrenci yetiştir­mekle rüştiyclerin yetersiz kaldığı anlaşı lınca, bir üst orta öğre­tim kurumu olarak İdadilerin açılmasına karar verilen bu Ni:::.anı­nanıc ' de, İdadilerde akutu lacak dersler arasında "İ/nı -i Senct-i Mi/d' diye bir dersten de söz edilmektedir. Bu Ni:::.anınanıc'yi hazırlayanlar da id(u/i diye adlandırdıkları bu yeni orta öğretim kurumunun modelini ve eğitim programını, İstanbu l 'da bir y ı l önce, 1 H68 ' de, Fransızl arın kurduğu Me/.:teh-i Sultani'den (Ga-

1 92

Page 193: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

latasaray Lisesi ' nden) almış lardır galiba hiç kuşku yok ki . . . Anıınsanacağı gibi, Sultan Abdülaziz, belki yeni bir borç bu­

luruz diyerek Ali ve Fuad Paşa ' ların zorlamasıyla, 1 867 y ı l ında III . N apoiyon ' un çağrı sını kabul edip, u lemanın büyük buluşu olan "miiharek ayaklan kcl/ir topraklanna hasıp da günaha gir­mesin diye çift taha111 1 1 1 1 1 arasına Marmara kumu doldurulmuş ayakkahı/any/a" Pari s 'e gitmiştir. Orada Fransız bankerlerin­den belki umulduğunca yeni borçlar sağlanamamıştır ama, Fransı: E,�itim Bakam Victor Dumy 'nin uğurlarken el ine tutuş­turduğu yeni bir eğitim projesiyle dönmüştür yurda ve Fransız hükümetinin seçip göndereceği M de Sa/ve' ın yönetimindeki "otuz kırk nefer mua//im/e" öğretim dil i Fransızca o lacak bir okul kurması için, hemen Galatasaray kışla-i lıümaywıu 'nu bo­şalttırıp Fransız elçisi M onsieur Bourre' a teslim etmiştir. 1 Ey­lül I 868 ' de açılan bu okulda, Fransa'dan gelen eğitim programı­na göre okutulan dersler arasında da, Fransızca, Grekçe, Latin­ce, matematik, kozmoğrafya, mek<ınik, fizik, kimya, biyoloji i le birlikte bir de "Ekonomi" vardır. Bu modele göre tasarlanmış İdadilerde akutulacak dersler arasında sayılan "İ/m- i Servet- i Mi/e/'' de, hiç kuşku yok ki "Ekonomi" kavramının o günkü an­layışa uygun Osmanlıca çevirisidir.

Kısacas ı , "ekonomi" kavramının da Osmanlı aydınının gün­demine ilk kez XIX. yüzyılın sonlarına doğru girm iş olduğu, ga­l iba tartışı lmasa gerektir. Ancak, Osmanlı aydınının, 1 908 ' den sonra da "ekonomi denilince, tıpkı Tanzimat dönenıinde o/du,�u gihi, gene hemen dış ticaretin geliştirilmesini, yahann sermaye girişinin desteklenmesini, gelirlerin artılması için de ı ·ergi/er/e, özellikle de gümrük ı·ergi/eriy/e oynamayı anladı,� ı" konusunda da sanki hiçbir iktisat tarihçisinin kuşkusu yoktur, gördüğümüz kadarı y la. Yani, Osmanlı aydınları arasında, ekonomiyi biraz bi­len, ü lkenin ekonomik yapısı ile ilgili geniş çerçeveli bir çözüm­leme y apıp yorum yazabilecek birini bulabilmek, galiba gerçe­kten de olanaksızdır.

Bilindiği gibi. " 'Üç Tar:-ı Simset ' " adlı yazısından dolayı B a­tı l ı çevrelerce de " Tiirk�·ii/iik akımının kurucusu. haşkam H' wı-

1 ') 1

Page 194: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

\"/ClSI sayılan Yusuf Akçura Kazan' l ıdır ve I 906 yıl ında arka­daşlarıyla "Rusya Müslümanlan Birli,�i" adı altına bir parti ku­rarak seçimlere katılmış ve birinci Duma ' ya mil letvekili olarak girmeyi başarmıştır. Ancak Çar Nikolay 'ın 3 Haziran I 907 'de Duma'y ı kapatması üzerine Kazan ' a dönen Akçura, Çar ' ın bu kararını eleştİren bir yazısından dolayı tutuklanacağını anlayın­ca kaçıp bir süre Kırım 'da saklanmış ve I 908 'de İkinci Meşruıiyeti ' in i lan edildiğini öğrenince de yeniden İstanbul ' a dönmüştür hemen. ı 9 I I ' de de, İstanbul ' da hem "Türk Yurdu" adında bir dernek kurmuş, hem de " Türk Yurdu" adında bir der­gi çıkarmaya başlamıştır. Dergide, ü lkenin iktisadi durumu ve Anadolu Türklerinin ekonomik yapısıyla i lgili yazılar da yayım­lamak istemektedir. Çünkü, gene kendi deyimiyle, "bir milletin, memleketine sadece askerlik Fe nıenıuriyetle sahip olanıayaca­'�llla" yürekten inanmaktadır. "Bir de temellük-i iktisadi ( ekono­mik egemenlik) \'ardır Bugün bir milletin iktisadi i stilası ile as­keri istilası arasında maddeten birfark bulunmadı,� ı artık iyi bi­linmektedir. " Ama ne var ki, Yön dergisinde belirtildiğine göre, "Memleketin bütün tamnmış iktisatçıianna başvurdu,�u halde, vaatten başka bir şey alanıamış " t ır. (Yön dergisi , 29 Mayıs ı 963, sayı 76 , s . 8 )

Prof. Berkes de, " Yusuf Akçura'nuı 'natıka- pel'l'a:' (güzel konuşan, dü:gün \'e etkileyici sö: söyleyen) deyimiyle kastetti,�i C mit Bey gibı iktisatçı lan Türkiye' ni 11 ekonomi k sorunlan ü:e­rine ya:ı l'eremeye ça,�ırdı,�ı halde ya:nıadıklamıdan, esnafın durumu ü:erine iktisatçı olmayan bir ya:arw bir tek ya:ısından başka bir ya:ı bulanıadı,�uıdan" yakındığını söyleme!<tedir.

İ lginçtir, gene Prof. B erkes ' in verdiği bilgi lere göre, tam o günlerde, ı 9 I I 'de, İstanbul 'da yayımlanan Tanin, Tası·ir-i Efkôr ve .lewıe Turc gibi gazetelerde "Parvus Efendi" imzas ıyla, Os­manlı İmparatorluğu 'nun ekonomik sorunları üzerine yazılar çıkmaya ba� lamıştır. Yusuf Akçura da, hemen Parvus Efendi 'yi bulmu� ve kendi dergisinde de ekonomik konularda yazı lar yaz­masım istemiş ki, gerçekten de Türk Yurdu dergisinin 9 Haziran ve 22 Haziran 1 9 I 2 tarihli sayılannda Parvus Efendi' nin iki ya-

I LJ4

Page 195: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

zısı çıkmı�tır. Ancak, Yusuf Akçura, bu Parvus Efendi ' nin kim olduğunu da çok iyi bilse gerek ki. yayımladığı ' 'K örtii/er ı·e Devlet" adlı i lk y azısının başına koyduğu dergi imzalı "sunu" yazısında, iktisatçılarımızın bilgileri İmparatorluğun sorunlarını araştırmaya yetmediğinden. ülkenin ekonomik sorunları üzerine yazı yazacak bir iktisatçı bulamadıkları için, Tanin ve Jeune Turc gazetelerinde çıkan ya�ılarından ekonomiyi ve tarihi yo­rumlamayı iyi bildiğini gördükleri Parvus Efendi 'y i "Tiirk Yur­du" yazı ailesine aldıklarını belirttikten sonra, "Vakw Parl'Us Efendi' nin iktisadi ve içtinıai me sf eklerinin ha:ı nıiihinı noktafa­mıa 'Tiirk Yurdu' iştirak edenıe:se de. halkı semıck. elden gef­d(�i kadar fakir halka yardım etmek gihi en nıiihinı hir esasta kendisiyle hir ihtilafımı: yoktur " diye bir açıklamada bulunma gereği de duymuştur.

Çünkü gerçekten de Par\'Us Efendi bir Osmanlı Ermenisi fi­lan olmayıp, gene Prof. Berkes ' in anlatımıyla, "Latince 'kiiçiik' anlamına gelen hir tak ma adla Tiirkiye ' de ekonomi ii:crine ya­nlar ya:an hu kişinin Al 'rupa ' da hi/inen adı Afexandre Hefp­hand' dır 186 7 yılında Rusya ' da do,� muş, Almanya' da doktora yapmış, 1 905 Rus del'rinıine katı fdı,�ı için yakalanıp Sibirya' ya siiriifnıiiş. oradan kaçarak Alnıanya re İsı ·içre' de sosyalistlerle hirlik olmuş, hu siire içinde Kaustsky, Trotsky, Rosa Luxenıhurg ı·e Lenin gihi tanınmış sosyalistlerle çalışmış, fakat hunfamı hepsiyle sosyalist teori ve stratejisi açısmdan ayrılıklara diiş­miiş hiridir ı ·e 1 91 O Kasım ' ında da Tiirkiye ' ye gel nıişti1: Romen sosyalist i 1/risto Rakovsky ı ·e 1 908' de Selanik mehusu da olmuş Vfahof Efendi gihi Makedonya devrimciteri aracılı,�ıyfa İttihat ı ·e Terakki Partisi' nin öndcrfcriyfe . Tiirkçıifcrfe tamşmıştır he­men . Ya:ıfarı Osmanlı aydınları ii:crinde etkili olmuş. hiiyiik il­gi görnıiiştiir. " (Age, s. 46 I ) "Tiirkiye 'de haşfayan Alnıanya ile gi:fi ilişkileri. 9 Ocak 1 915 'te İstanbul'daki Alman efçifıAi11de göreı·li Dr. Zinınıcr aracılı,�ıyfa gr)riişti(�ii Büyiikefçi Wallgenfıe­in ' 1111 girişimferi ii:erine ça,�rıfdı,�ı Berlin ' de de siirnıüş ı ·e Af­man nıakanıfarıyfa işhirlıAi sonucu. Lenin ı·e arkadaşlarılilll nıiihiirfii hir \ '(/gonfa, Alnıanya ii:erinden İsı ·i�Te 'den Rusra' _m ge�·irif111esini sa,�fanııştır ( Age.s. 6 I 6. dipnot .6J)

Page 196: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Görüldüğü gibi , Parvus Efendi ünlü bir komünisttir ve ilginç­tir "Parnts E(endi'' takma adını kullanan bu ünlü komünist A/e­xandre lsrae/ He/phand de, İstanbul 'da yayımlanan bu Türkçe yazılarında kesinlikle sosyalizmden söz etmemiş, tam karşıtı, Türkler için yapılacak tek şeyin , kapitülasyonlardan ı ·e dış horç­Iardan hir an önce kurtu/manm çaresini hu/up, Osmanlı İmpa­rator/uifu ' mm yerine hir ulus devlet kurmak oldu.� u görüşünü savunmuştur ısrarla. Çünkü, Parvus Efendi ' ye göre, Osmanlı İmparator/uifu Avrupa sermayesinin sömürü alanı haline geldi­if i için höy/e [.:eri kalmıştır; dış harç ve yabanci sermaye sömür­geleştirmenin temel araçlarından o/duifu için, yeni dış harç ve yabancı sermaye bularak da hu durumdan kurtulahi/menin o/a­na,�ı yoktur; dış harçların koşulları da :aten her geçen [.:Ün bi­raz daha aifırlaştırı/acaktır; Türk aydım ise, gördü,� ii kadarıyla, hem hu bilgilerden yokswıdw; hem de halkından kopuktur, ger­çeifi bilmemektedir. Dolayısıyla Avrupadan sa,�/anahi/eceifini sandıkları yeni dış horç/m·/a toplumu hızla kalkındırorak Avru­pa uygarlı,�ına kavuşturabi/ecek/eri pa/avrasına kolayca sarı/­mışlardu:

O günlerin, hemen hemen aynı görüşleri savunmuş bir diğer ünlü ekonomi yazarı da, iktisat tarihçilerinin verdikleri bilgilere göre, Tekin Alp ' dir. "İkinci M eşrutiyetin en ve/ut ya::.ar/arından biridir Tekin Alp . " " 1 91 5 güzünde 'milli iktisada doifru' düstu­ruy/a yayımlanmaya başlayan İktisadiyar Mecmuası ' m n başya­zarı o/duifu gihi, İttihatçı/arın da iktisadi konulardaki ideo/ogu­dur. " "İktisadiyat Mecmuası ' m n yam sıra Türk Yurdu, İslam Mecmuası ı·e Yeni Mecmua' da da birçok yazısı çıkmıştır. " I 9 I S ' te İslam Mecmuas ı 'nın 22. sayısında çıkmış "Milli İkti­sat" adlı yazısında, "Türklerin de siyaset al am nda yetişmiş kah­ramanları eksik de if i/dil: Fakat maalesef� mili iktisatçıları hiç yoktw: Bu nedenle, Türkler de hir an önce milli hir iktisat oluş­turma/ı, milli iktisatçılar yetiştirmelidir. " diye yazan Tekin Alp, bütün yazı larında da "milli iktisat" görüşünü savunmuştur. (Prof. Zafer Toprak, Mil l i İktisat-Mil l i Burjuvazi. Tarih Vakfı Yayını , İ stanbul 1 995 . s. 14- 15)

ı <J(ı

Page 197: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Ama i lginçtir, Tekin Alp de, tıpkı Parı'tlS Efendi gibi, İkinci Meşrutiyet döneminde yaşamış bir gerçek kişi değil, bir takma ad dır. Avrupalılarca Mos es (M o i:) C o hen adıyla bilinen İstan­bu ll u bir Musevidir.

Görüldüğü gibi, Osmanlı aydınına i lk ciddi ekonomi-politik derslerini, ünlü komünist A/exandre Helphand, nanı- ı diğer Par­ı·us Efendi ile Moses Cohen, nanı-ı d(�er Tekin Alp vermiştir ga­liba gerçekten de.

Hatta ilginçtir, "ilk ciddi ekonomi- politik dersini vermekle" de kalmamışlar, sanırız "ekonomi" kavramını Osmanl ı aydını­nın dağarcığ ına ilk sokanlar da onl ar olmuştur, gördüğümüz ka­darıyla.

Nitekim, Ord,Prof. Enver Ziya Karal 'da; "Gülhane Hattım ilan edenler, sadece Avrupa' 11111 hazı hukuk ilkeleri ile müesse­selerini aklarnıayı diişiinmüşlerdir. Ahdülaziz devrinin haş/l(·a özelli,� i. Avrupa usulünde ku\'\'etli hir ordu ile hir donanma mey­dana getirmek için çalışmak olmuştur. A hdü/hamit ll. del'rinde ise, i mparator/uk hudutlannın daralmasına ra,� men, azamet/i hir memur makinesi oluşturulmuştur. Sözün kısası , ne ll. Ahdü/­hamit' den önce, ne de omm istihdat devrinde Batının maliye ve ekonomi müesseselerini kökiii hir şekilde anlayan ı ·e anlatahi/en hir insan yetişmiş tir. " diye yazmaktadır acı bir dille.

Sonra da, Abdülhamit'in tam 7 kez sadrazamlığa getirdiği Sait Paşa' nın anılarından aktarak; "Avusturya Başhakam K ollf Andraşi' nin 30 K asım 1 87 5 'te verdi,� i n ota üzerine, Sadrazam Mahmut Nedim Paşa' 11111, ülke ekonomisinin kalkındın/ması ça­re/erini araştırmak üzere, Osmanlı tarihinde ilk kez kurdurdu,�u Ticaret. Ziraat ı ·e Endüstri Meclis-i Kehiri adlı komüsyonun, da­ha ilk /ayihasını hazırlar hazırlamaz derhal da,�ıtı/dı,�ım " Sait Paşa ' mn sadra:amlı,�ı sırasında, 1879 'a ilk kez kurulan "Tica­ret re Ziraat odalannın 1 894 ' de kapatı larak 'Orman, Maadin ı ·e Ziraat Ne:areti ' adıyla hir hakanlık haline getirild(�ini , an­cak \'llemi/ hir hakanlık sayı/nıadı,�ı için Nazınnın hakanlar ku­ruluna alınnıadı,�ını . hakanlıkfen heyetinde de :aten ya/m: hir nıii/ıcndisin lm/wıdu,�unu" belirmektedir. (Age . . 438)

1 97

Page 198: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Bu nedenle. Sakt::!t 0/ıamıes Paşa ' nı n , iktisat tarihçilerimi­zin belirttiklerine göre, 1 88 I y ılında yayımlanmış, bugünkü di­le "uluslararast iktisada giriş veya ulus/ann ::enginli,�i ile ilgili ilk bilgiler" diye aktarılacak "Mebadi-i İ/m-i Sen·et-i Mi/e/'' ad­lı kitabı, galiba gerçketen de, iktisattan söz eden Osmanlı ülke­sindeki ilk kitap olsa gerektir.

Gene 1 880'1 i y ı l larda iktisattan söz eden i kinci kişi de, ola ki Mikaci Portakal Paşa ' dır.

Daha sonra iktisattan söz eden i ki kişi ise, Rusya'dan gelmiş Türk kökenli iki aydındır. B iri, yukarda da değinildiği gibi, I 873 y ı lında İstanbu l ' a gelen ve 1 886 'da Mi::an adında haftalık bir gazete çıkaran, orta öğrenimini Rusya'da yapmış, Dağıstanlı Mi::anct Murat Bey, diğeri de I 865 ' te Kazan' da doğmuş, orta öğrenimini Rusya'da tamamladıktan sonra I 887 'de İstanbu l ' a gelerek Mekteb-i Mülkiye 'y i bitirmiş , sonra da hemen Harp Akademisi 'ne Rusça ve İ lın-i Servet hacası o larak atanmış Mu­sa Mehmetcan!to,�/u Aky(�it::ade 'clir.

Ve ilginçtir, XIX. yüzyılın son çeyreğinde ekonomi bilimiyle ilk kez karşılaşan Osmanı aydını, artık her ne hikmetle ise, libe­ralizmi hemen tek seçenek, tek kurtarıcı kabul edip, can kurtar­ma simidine sarılırmış gibi dört elle sarılmışlardır ona.

Örneğin, Sakızlı Ohannes Paşa, Mikael Portakal Paşa, Mali­yeci Cavit Bey gibi aydınlar, Prof Korkut Borata ı • ' ın deyimiy­le, "büyük ölçüde ça,�daş liberal Franst:: iktisatçt lamıdan kay­naklanan kitaplan nda, ekonomiye devlet müdahalesine ı ·e koru­maya şiddetle karşt çtkarak içte re dtşta, 'liberal' iktisat politi­kalartillll parti::anltğtnt yapnuşlar'' dır. (Türkiye Tarih, c.4, s . 2 7 ı )

Prof. Zafer Toprak da, "O dönem aydm/amıa göre , libera­lizm Osman!t toplumu için tek kurtuluş yoludur. O ytllarda libe­ral olmak değişimden yana o/makttr. " d iye yazmaktadır. (Türki­ye Tarihi, c . 3 , s . 2 I 5)

Ancak, liberalizınin "parti::anlt,�111 1 " yapan bu Osmanlı ay­dınları , kendilerinden geçercesine. ülkenin içinde buluduğu geri kalını� l ıktan kurtulu�u için tek çarenin "serbest dtş timrct. yu-

1 9�

Page 199: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

hancı sermaye ve dış harç" olduğunu savunurlarken, Tanzi­mat' tan bu yana zaten bu politikaların uyğulandığı Osmanlı İm­paratorluğu'nun XX. yüzyıla giril irken ne durumda olduğu kon­sunda, gene, Prof. Boratav ' dan öğrendiğınize göre, E.G.Mears de "Modern Türkiye" adl ı kitabında, 1 924 yıl ında, "Yaha11c1 sermayenin etki alanının Osmanlı İmparator/uifu' ndan daha ge­n iş o/duifu hir haşka haifımsız devlet herhalde yoktur. Bu miras, sadece ekonomik girişimleri ilgi/endirmek/e kalmaz, ülkenin bü­tün politik ve toplumsal hayatını etkisi altına a/w . . Siyasi dene­tim saiflamanın en güvenceli ve en hasit yöntemlerinden hiri sermaye kaynaklan üzerinde egemenlik saif/amaktır .. . Eski Os­manlı İmparator/uifu, şaşılacak derecede dış mali çı,kar/ara ipo­tek edilmiş durumda idi . " diye yazmaktadır oysa.

Osmanlı aydınının tanışır tanışmaz dört elle sarıldığı bu libe­ralizm sevdasına i lk karşı çıkanlar, "ülkelerin düzeyleri eşit ol­madıkça, serbest pazarda güç/ünün zayıfı ezeceifini" söyleyerek şiddetle eleştirenler de, ilginçtir, gene Orta Asyalı aydınlar ol­muştur. Örneğin, Mizancı Murad, "yerli sanayii gözetici önlem­ler alınmazsa, ülke yakın hir gelecekte hir 'ecnehi pazarı ' hali­ne dönecektir" diye yazmaktadır. Musa Mehmetcanlıoif/u Akyi­ifitzade, yazılarında, kitaplarında, dersler inde, "iktisadi fayda­nın yanı sıra, siyasal ve ulusal çıkarların da gözetilmesi" , " ikti­sadifayda ile ulusal çıkar haifdaşmadıifı zaman maddi servetten özveride bulunulması" "serbest pazar ulusun geleceifini tehdit edecekse, koruycıt dış pazar politikası izlenmesi" gerektiği gö­rüşlerini savunmaktadır ısrarla. (Prof. Toprak, Mil l i İktisat-Mil­l i Burjuvazi, s . 29)

Ünlü komünist Parvus Efendi 'nin, 1 9 1 2 ' lerde, Osmanlı aydı­nının tartışma gündemine daha bilimsel bir biçimdegetirdiği gö­rüşler, galiba hiç kuşku yok ki, ilk kez X IX. yüzyılın sonlarında İs tanbu l ' a gelmiş bu Orta Asyalı Türkler tarafından ortaya atıl­mıştır, bir anlamda.

Görüldüğü gibi, tıpkı Türkçü/ük düşüncesi gibi, ekonomik egemenlik, ekonomik ha,�ımsı:lık düşüncesi de ilk kez Orta As­yalı Türkler tarafından getirilmi� Anadolu 'ya . . . Ne garip . . .

1 99

Page 200: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Kimdir Bu Osmanlı Aydım?

Tarihçilerio yazdıklarına göre, bir c ihangir o larak doğduğuna kendisi de inandığı için. iki yıldır süren Avusturya-Rusya sava­ş ının yazgısının, tahta çıkar çıkmaz kendiliğinden hemen deği­şeceğinden hiç kuş us u yoktur lll . Sel im' in. Ancak, cephelerden gene yenilgi haberleri gelmeye devam etmiştir. Bu durum karşı­sında şaşıran Su ltan, çaresiz, Prusya i le bir antlaşma imzalamak belki çözüm olur diye düşünüp, u/ema ile vüzerayı çağırmış ;

-Bre efendiler! . . B re paşalar ! . . dem iştir. Hele söyleyin, Rusya ve Avusturya'ya karşı Prusya i le bir antlaşma imzalamak nasıl olur acep? Ne düşünürsünüz?

U/emadan Rumeli Ka:askeri Teıfik Efendi, kimsenin konuş­masına fırsat vermeden atı lmış;

-Bu Prusya dedikleri yer de neresidir? Hangi memlekettir acep hünkarım? diye sormuştur hemen.

Prusya'nın neresi olduğunu Kaptan Paşa kendisine anlattıkan sonra da;

-Do,�rusunu isterseni:, biz u/emamn, devletlerin durumu hakkmdaki bilgisi bira: sathidir. Kaptan Paşa ve öteki devlet ri­ca/i işte karşını:cia hiinkannı. On/ann bilgileri bizler gibi de,�il­dir. Bu kadar seferde bu/wımuşlardw Bizden şeriarta ilgili me­se/e/er suat olunursa. va:ıfemizi derhal yerine getiririz, demiş­tir pişkin pişkin. (Ahmet Refik, Osmanlı 'da Hoca Nüfuzu,s . 1 65- 1 66)

Görüldüğü gibi , Osmanlı u/emasımn (aydınının), Fransız devriminin yaşandığı günlerde, XIX. yüzyıla giril irken, Avurpa coğrafyasından bile haberi yoktur.

Üstelik, "Ka:askerlik. ilmiye sınıfının en iist görevlerinden birisidir. " Aynı zamanda askeri yargının da en üst sorumlusu ol­dukları için Kazasker/er, ta i lk günden, I . Murad'dan beri Divan toplantı larına da katılmaktadırlar. Fatih döneminde Anadolu ve Rumeli diye ikiye ayrıldıktan sonra da, Rumeli Kazaskerliği da­ha önemli sayı lmı� ve Rumeli Kazaskerleri Divan toplantı ların­da hep Sadrazamlll sağında oturmu�lardır. bu nedenle XVII . yy.

2()()

Page 201: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

dan itibaren Sadr-t Rum (Rum sadrazamı ) denilmi�tir onlara. İl­ıniye sınıfı için Rumeli Kazaskerliği 'nden sonraki orun Şcyhü­lis/am!tk ' tır.

İlıniye sınıfı için Osmanlı İmparatorluğu 'ndaki önemli gö­revlerden bir diğeri de Müneccimhaşt!tk ' tır. Ü lemadan birinin "Müneccinıhaşt!tktan sonra gidehi/eceifi yer ya Rumeli Kazas­kerliğidir, ya da Süleymaniye Müderrisliifidir" yani

Müneccimhaş t ' ların görevleri de, yardımcıları ile birlikte "takvim/eri haztrlamak, Ramazatı İnısakiyesini heliriemek ve yt!dtz!ann durumianna hakarak uifur/u gün ve saatleri önceden saptaytp sultaniara hildirmek"t ir. Örneğin, Tacizade Cafer Çe­/ehi 'nin yazdığına göre, Fatih de, İstanbul'un fethini sağlayan büyük hücumu müneccimbaşının belirlediği uğurlu gün ve saate başlatmıştır. Kuşkusuz, y ıldıziarı gözleyerek yapmaktadırlar bu işleri de. Yt!dtz fa!t , XVII . yüzyıldan itibaren "İ/m-i nücum " adıyla medreselerde de önemli bir ders olarak okutulmaya baş­lanılınıştır zaten.

Ancak, Ahmet Refik Altınay ' ın yazdıklarına göre, Münec­cimbaşıların hazırladığı bu takvirnler, her zaman gerçeğe tam da uymadığı için, zaman zaman sultanların bile başına iş ler açmış­tır galiba. Örneğin, Sultan lll. Ahmed, Ramazanın ilkbalıara rastladığı 1 726 yı l ında, Lale Devri ' nde, Müneccimhaşt Küçük­çelebizade As tm Efendi' nin haztrlaytp swıdu,�u takvime harak "F elekten hirkaç gün daha çalmak için" Şaban ayının 26 's ın­da, Cuma günü , namazdan sonra, yaranlarını da yanına alarak Cağaloğlu 'ndaki Ferah-ôhôd Sarayt ' na gitmiştir. Pazartesi ak­şamı da, son gündür diyerek, "Vezir-i ôzam, Şeyhülis/am. Ka­zasker/er ,Defterdar, Reissü/küttah, Defteremini, hü/ôsa ; Türki­ye ' nin hiitıin gelir menha/an m avuçlan içinde tutan, halk111 st­ktntt ve sefa/etine yahanct , geceleri saz ve ahenk içinde çtraifan (çiçekler aras11ıa reya kap/unıhaif/amı s/1'{/anna dikilmiş mum ı·e kandiller/e ayd11ılattlan /ale bahçelerinde) fast l/ariyle geçi­ren devlet rica/i hep oraya top/anmtş ' ' tır. Güneş batarken de la­le bahçelerinde gene sofralar kurulmuş, "def, tanhur ı ·e keman sesleri Feruh-ôh/id kom/unnt inietmeye haşlanuşttr" biraz son-

20 1

Page 202: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

ra. Ne var ki, sakilerio fır dönerek sundukları şarapla kendilerin­den artık iyice geçmişlerken, yatsı ezanma doğru birden fal taşı gibi açı l ı verm iştir devlet ricalinin gözleri şaşkınlıktan. Mi nare­lerin kandilleri yanmış tır, her ne hikmetle ise . . .

Denilenlere göre, sofu biri olan Ayasofy a'nın baş kayyımı (temizlik işleri sorumlusu, baş hademesi) Arnavut, gece iki ada­mı ile birlikte "Rama::.an hilali göründü!" diye bağrışarak soka­ğa fırlamış ve önüne kattığı çoluk çocukla topluca kadının huzu­runa çıkıp, kandillerin yaktırılmasını, teravih namazının kılın­masını i stemiştir. Sonra da, gene topluca giderek kandilleri yak­tırmıştır.

Padişahın huzurunda zor durumda kalan Münccimhaşı Kü­çükçelehizade Asım Efendi ise, bütün bunların birkaç yobazın başının a ltından çıktığını, aslında kendilerine sorulmadan bu yo­baz Amavut 'a kandillerin yaktınlmaması gerektiğini savunmuş­sa da, Ramazanın gerçekten hangi gün başladığı anlaşılamamış­tır. Ama, Sultanın sofrasının içine edilmiştir.

Nitekim Şair Nedim de; "Bilmem hende mi, şahitde mi, tak­vimde mi? 1 Hele hir kizh var ortada, hudur sıdk-i ke/aml E/ıl-i ke)fin birisi der ki, "Behey Su/tanım! 1 Aydın ay, heliii hesah, ol­madı Şa' han temaml Bir iki mihla,�-ı herş ili uruh öldürerek 1

Geldiler, eylediler höy/e ciha111 sersam" 1 Bai!,teten sahit olup gwTe; firaşmda imam, 1 Hah içün yatmış iken erdi teravihe kı­yanı. (Bilemem hata bende mi, tanıklarda mı, yoksa takvimde mi? Ama gerçek olan şu ki, bir yalan var ortada. Ehli keyf in biri, "Aman S ultanım, hesap ortada, daha Şaban ayı tamamlanmadı, lakin bir iki kaşık afyon. macunu yutmuş birileri geldiler serse­me çevirdiler dünyayı" derken, art ık uyumak için döşeğine yat­mış imamsa, tanıktarla aydınlığın ansızın belirlendiğini duyun­ca, teravih narnazına kalkmış hemen) diyerek, gır gır geçmiştir bu o layla.

Ahmet Refik Altınay da, rama::.anm o gece haşladı,�ından Ayasofra ile Ca,�alo,�/u çerresi dışında , İstanbul halkının da ha­beri ol!ıwdı,�ım belirttikten sonra, ' 'Heyet ilminin (güya) hu der­ece ilerlemiş olmasına ra,�men, Müshinwn/ann ramazam re

202

Page 203: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

hayranu , asırlardan heri hir türiii teshit edilememiştir. Bu acı­nacak hal yiizünden. hozuk hava/ann ramazam hayrama, hay­ranu ramazana karıştırdı,�/ �·ok olurdu. diye yazmaktadır. (La­le Devri. s. 58)

XVIII. yüzyılda dahi , hala şöyle doğru dürüst bir takvim ha­zırlayabilecek bi lgiden yoksun, neredeyse tamamı Avrupa coğ­rafyasından bile habersiz, u/ema denilen bu kişi ler, gerçekten nasıl bil im adamlarıydılar acaba?

B ilindiği gibi, " u/ema" ' bi l im adamı ' anlamındaki Arapça "alim" sözcüğünün çoğuludur. Ve, medreseyi bitirip hoca, v aiz, müderris, kadı , kazasker, şeyhül i s lam, müneccimbaşı vb. gibi dinle i lgi l i üst görevlere getirilenlere de "U lema" denilmekte­dir.

Ne var ki, XVI. yüzyıl ın sonlarından itibaren, Osmanlılarda bu ilke de çiğnenmiş ve yüksek rütbe l i ulemanın çocuklarına ba­zı ayrıcalıklar tanınarak ,kimileri daha beşikteyken bi le ulema sayılmaya başlanılmıştır.

Örneğin, OrdProf İsmail Hakkı Uzunçarşılı ' nın "Osmanlı Devletinin ilmiye Teşkilat/ adlı çalışmasında verdiği bilgilere göre, o yı l larda yaşamış tarihçi Ali, "Künhü' 1-ahhar" adlı ki ta­bında, "Padişah hocalan of?ullan ile şeyhıliislam of?/u yaşı on­dört onheşe gelince önce elli akçe/i, kazasker of?ulları önce kır­kar akçe/i, eya/et kadılan of?ullan da önce yirrniheşer veya otu­:w· akçeli medrese/ere hiç sıra hek/emeden , küçük yaşta müder­ris oluverir/erdi. " diyerek bu gerçeğe işaret ettikten sonra, o kiş­ler le i lgi l i olarak da; "Hiç hir medresede sıra tahsi/i görmeden heşikte iken müliizım ( stajyer), sö: söylemeye kudreti o/duf?u :a­man müderrislik ( öf?retim üyelif?i) a/ma,�a yol açılır ve hü/uf? ya­şına gelince mollalığa (büyük hilginlif?e) do,�ru yol alır, tıraşı gelinceye kadar menası h (devletin yüksek görev/eri)ve medaris i (medrese/eri) do/aşır ve tışan geldikten sonra (saka/ı çıkmca da ) he ş yüz akç·e/i nıel'lniyyete (eya/et kadılı,�uıa) ulaşıp ı·e nadi­ren eline kitah alsa hile o da mulıazarat (tarihe ait fikra/ar) , c ön k (hal k o :an/ o miiiı şiir/eri) ve gaze/iyattan iharet kalır. " di­ye yazmaktadır. (Age, s. 69-70)

Page 204: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Kuşkusuz, bu ayrıcal ıktan yararlananlar, yalnız yüksek orun­l ardaki ulema çocuklarıyla da sınırl ı kalmamıştır zamanla. Gene tarihçi Al i 'nin yazdıklarına göre, paşalara, saray ağa/anna, ye­niçeri a,�a/amıa sırtım dayayahi/en yetenekli ' ' ediid-ı etriik" de (Türk çocuklan da) herhangi hir yolla medreseye gidip, okuyup yazmadan ve yaru/madan "mü/iinm ve müderris ı ·e kadı " olma­ya başlamışlardır daha sonraki y ı llarda.

Prof. Uzunçarşıl ı 'nın saptarnalarına göre, " 1 598' den itiba­ren , müderrisliğe ve kadılığa atama yöntemi de iyice hozıt!­muş" tur. "O tarihe kadar medreseleri bitiren ö,�renci/er mü­/azemet/e ( slajyer olarak) müderris ve kadı olmak için, ilgilisine haş vurup mat/ap defterine kaydolarak nöbet usulüyle sıra bek­ler/erken, h u tarihten itibaren mü/azemetlik de alenen para ile elde edi/me.�e baş/anılmıştır. Voyvoda/ar, suhaşılan on hin akçe mukahilinde mü/azemet satın alarak tahsil görmeden kadı olma­ğa başlamışlardır. " "Bu yüzden il timaslı birçok ce hele (cahil­ler) ilmiye mesle,�ine girmiştir. " (Osmanlı Devletinin İ l ın iye Teşkilatı , Türk Tarih Kurumu I 988,s . 48-49)

Tarihçi Ahmet Refik de, bu konuyla i lgili olarak, XVII. yüz­y ılda "İimiye rı'ithesi çocuklara hile verilir olmuştu. Bunlar için medrese araştm /masına hiç gerek görü/mezdi. Birçoklan daha heşikteyken /üzum/u kimseler olurlar, 'konuşmalarında kudretli olacaklan şüphe götürmez' o/du,�u için de önemli devlet görev­lerine getirilir/erdi. Hoca/ardan ço,�u mansıhım (devlet görevi­ni) parayla satin almıştı. Bu yüzden de okuma ya:::ma ihtiyacı duymaz/ardı . Bilime rağhet olmadığı için müderris/erin ve asis­taniann (mü/anm/ann ) ço,�u cahil kimse/erdi. Mansıplar ço,�u kez rüşvetle satın a/ımrdı . Parası olan en büyük mansıha kavu­şurdu. " diye yazmaktadır. (Osmanl ı 'da Hoca Nüfuzu, s. I 40)

İlıniye sınıfındaki bu yozlaşmaya karşı birtakım girişm- lerde de bulunulmamış deği ldir kuşkusuz. Örneğin, Prof. Uzunçarşı ­l ı 'nın verdiği bilgilere göre, Lale Devri 'nde, Sultan III . Ah­med · in sadrazamlarından Damat (Şehit) Ali Pa�a, "M o ra seleri­ne çıkarken yerine sadara­t karmakamı o/amk /m·aktı,�ı Melmıed Poşa 'n ın . Şeyhiiiislam

�04

Page 205: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Menteş::::ade Ahdürrahinı Efendi' ye haskt yaparak on ya şma he­nii:::: hasmtş o,�lunu elli akçe/i hir medrese müderrisliğine tayin ettirdiğini" öğrenince, seferden döner dönmez hemen, ''pek a,�tr l'e an sö::::lerle şeyhülislamt hnpaladt,�t gihi, çocı(�Un ad11 1 1 da nu"iderrislik defterinden sildirtmiştir. "

III . Ahmed'ten sonra tahta çıkan I . Mahmud da, "dürüst hir zat olan A nadolu kazaskeri Sen· id Mürteza Efendi' yi" , bu duru­mu düzeltmesi için "Şeyhülislam yapmış" ve l 750'de "ehliyeti olmayanlara müderrislik ve müliizemet verilmemesi hakkında" bir de hatt-ı hümaywı yayınlamıştır.

Ancak, "Şeyhülislam Sen·id Mürteza Efendi, hu hususta ha­tım gönüle hakmayarak epifaaliyet gösterip hir dereceye kadar muvaffak olmuş ise de, yüksek ilmiye nithesini haiz ulemantn ev­ladt olan zadegiin sl/lıfıntn miirettep tahsil görmeden müderris olmalan usulünü kaldırmayt haşaramanuş " tır.(Age, s .52)

Görüldüğü gibi , XVI. yüzyılın sonlarından itibaren başlayan yargı ve eğitim düzenindeki bu bozulma, bu yozlaşma, salt yö­netimin kötülüğünden veya bazı ulemanın para hırsından kay­naklanmış basit, eğreti (arızi) bir durum olmadığı için, padişah fermanlarıyla, şeyhülislam dürüstlüğüyle filan doğal olarak dü­zeltilememiş ve durdurulamamıştır. Çünkü, olgunun temelinde yatan gerçek, hiç kuşku yok ki, ulemanın XVI. yüzyıl ın ikinci

yarısından itibaren saray içi iktidar kavgasına etkin olarak katılmaya başlası, yani siyasallaşmasıdır.

Nitekim, Prof Bayram Kodaman da, bu gerçeğe işaret ede­

rek, "Müderrisler, yani ulemii S/11/ft , maddi ve siyasi menfaaller elde etmek için ilmi, sanatı l'e medreseyi vasıra olarak kullandı­lar Medrese ilim yumsı . müderrislik ve hocalık meslek olmak­tan çıkt ı . Medrese siyasetle meşgul olmaya başladı l'e siyaset medreseye girdi. Bu şekilde çöken medrese, kendisiyle birlikte del'! eti l 'e toplumu da çi)kiişe sürükledi. Medrese hu durumu hiç fark edemed(�i gihi ,fark edenlere de firsat vermedi. Ne kendini yeni/emeye teşehhüs etti. ne de kendi dışında hir yenili,�e. de,�i­şiklıAe fırsat tanıdi . diye yazmaktadır.

Burada, Prof. Bayranı Kodaman' ın, aym siireçte ger�·ekleşen

20)

Page 206: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

mkıjlardaki de,�işikli{;in de medrese/erin yozlaşnıasında çok bii­yük hir rol oynadı,�ı konusundaki özgün saptamasma yürekten katıldığımızı belirtmek isteriz, doğrusu.

Bizce de; "Osmanlı dii::eninin ho::ulmasıyla top/ımı ve fert­ler de kendilerini eskisi kadar emniyet irinde hissetmeme ye, is­tikhallerini giiı·enli bulmamaya haşlanuşlardır. B unun sonucu olarak da , geleceklerinden emin olmayan şahts ı·e aileler, kendi mal ı ·e mülklerini (güvenceye alabilmek için) ö:e/ şartlw"/a vak­federek, vakıf müessesesini geçim kayna,�ı haline getirmişlerdir. Böylece, vakıf müessesesi, hedefinden saptınlarak, sosyal nite­liifini kaybetmiştir. Vakıflarda meydana gelen hu bozulma da, hemen ona half/ı (tamamı vakıflara bağl ı ) olan medrese/ere de yansımıştır. " (Prof. Dr. Bayram Kodaman, Abdülhamid Devri Eğitim S istemi, Türk Tarih Kurumu, 1 99 l ,s .X)

Görüldüğü gibi, neredeyse bütün tarihçilerimiz, devlet gö­revlerinin rüşvetle dağıtılınaya başlan ılması üzerine, ulema ol­mak için artık medresede okumaya, hatta okuma yazma bilrne­ğe bile gerek kalmaması yüzünden, u lemalık kurumunun da XVI. y üzyılın sonlarından itibaren yazlaştığı konusunda fikir birliği içindedirler.

Yani, kuruluştan Kanuni döneminin sonuna kadar uygulanan medrese e,�itimi ve ulemaya gösterilen ilgi ile verilen önem Kanuni 'den sonra da iki yüzyıl daha sürdürü lebilse, XIX. yüz­yılda Osmanlı İmparatorluğu 'nun da Avrupa ülkeleri düzeyinde olacağından hiçbir aydınımızın kuşkusu yoktur sanki.

Oysa, gerçekten öyle midir acaba? Medrese/erin hu yozlaşmadan önce yetiştirdiifi ulemaya da,

bugünkü anlamıyla bilim adamı diyebilmek ne denli olanak­lıdır? Ne tür bir eğitim verilmektedir o medreslerde?

Gerçekten, medrese nedir, ne tür bir eğitim kurumudur?

Medrese Nedir?

Ku�kusuz, salt bize özgü, Osmanlı ların oluşturduğu bir

eğitim kurumu değildir medrese.

206

Page 207: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

.lohs. ?edersen, İslam Ansiklopedisi 'ne yazdığı "Mescid" maddesinde, "Miishiman tarihçiler medresenin tarihini yazmak­ta giiçlük çekmektedirler. Medreseyi Nizam-iii Mii/k' ün kurdı(�U ileri siirü/mekte ise de . e/-Makri:::i ile e/-Suyuti, ondan önce de medrese/erin hu/ımdu,�unu sövlemektedirler. Görü/di(�ii gihi. medreseler yeni hir şey de,� i/dir. " demektedir. Ancak, "medrese, lrak'ta, Horasan 'da, Elce:::ire 'de vh. Ni:am-ii/ Mii/k del'rinde ı ·eya ondan pek a::: h ir :::aman sonra gelişmiş" tir. Anadolu' da da medreseler ilk ke::: Selçuklular döneminde kurulmuştur.

Yani, Osmanlılar. medreseyi de Selçuklulardan devralmışlar, bir eğitim kurumu olarak Anadolu ' da hazır bulmuşlardır. Os­manl ı devletinin kurulduğu y ı l larda, XII I .yy . sonlarında Anadolu 'da eğitim veren birçok medrese vardır. İlk Osmanlı medresesini de, ikinci sultan Orhan Gazi XIV.yy. ikinci çey­reğinde İznik'te kurdurmuştur vakanüvislerin verdikleri bil­gilere göre. Oradaki kiliselerden birini medrese haline dönüştür­terek, gerekli vakıfları yapmış ve müderrisliğine, Mısır ' da öğ­renim görmüş Mevlana Davut Kayseri 'y i getirmiştir. Bursa'nın fethinden sora Osmanlı beyliğinin yönetim merkezi İznik ' ten Bursa' ya taşınınca da, gene Orhan Gazi, bu kez Bursa'da "Manastır Medresesi" diye ünlenen bir yeni medrese daha kur­durmuştur. 1 363 'den itibaren de yeni başkent olan Edirne 'de

yeni medreseler kurdurulmuştur sultanlarca. Bu nedenle bizce de hiç kuşku yok ki, medrese/e1; Osmanlı

İmparatorluğu ' nda da Müslüman uyruk için ta ilk günden beri halka açık tek ör gün eğitim kurumu olsa gerektir.

Prof" Sadrettin C e/ii/ Am el de, "Tanzimat" adlı ortak kitaba

yazdığı ' 'Tanzimat Maarifi" adlı incelemesinde, "Osmanlı dev­letinin teessiisiinden (kuruluşımdan) Tanzimat' 111 i lam na kadar memleketin i1jan \'e adalet hayatına do,�rudan do,�ruya ı ·e mwı­hasıran, idaresine kısmen hakim olan medrese/erin , sivil ı ·e as­keri hayatın istedi,�i idareci/eri, hi/kimleri, miitehassıs/an yetiş­tirmek suretiyle , faydalı lıi:met/er görmiiş olduk/anna hiik­medi/ehilir demektedir.

Ord.Prof" M.Şeref"ettin Yairkara da, gene aynı kitaptaki " Tan-

�07

Page 208: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

::::imattan Evvel l 'e Sonra Medrese/er'' adlı incelemesinde "med­rese/erin, Osmanlt/ardaki yegane ilim memhaı o/dı(� llllii " belirttikkten sonra, "Osmanlı hükümdarları ile ı ·e:::: irleri tarafidan hina olunan (İnşa ettirilen) camiierin yanlarında h irer medrese yapllrmak da istisnası olmayan hir şekil meselesi idi. diye yazmaktadır.

Tarihçi Ord.Prof.M.C aı ·it Baysun da, İ slam Ansik­lopedisi 'nin "Mescid" maddesine yazdığı "Osmanlı devri med­rese/eri" başlıklı bölümde, "Osmanlı devletinin kuruluşunu müteakip hükümdarlar ve devlet adamları, haşka İslam mem­leket/erindeki örneklerine uygwı medreseler tesisine haşladı/m: İlk devre Osmanlı medrese/eri. daha evvel Amasya, Konya, Kay­seri, Karaman ve Aksaray gihi Anadolu şehirlerinde haşladı,�ım gördi(�ümü:: tedris faaliyetinin devamı te/akki o/wıahilir. " demektedir.

·

Görüldüğü gibi, medreselerin, Osmanılarda da daha ilk gün­den itibaren Müslüman halk için ü lkedeki tek örgün eğitim kurum olduğu konusunda bilim adamlarımızın da kuşkusu yok­tur kesinlikle. Ancak i lginçtir, gene de kesin bir dil kullanmayıp,

"hükmedi/ehilir" "te/akki o/wıahilir" (öyle sayılabilir) gibisin­den olas ı l ıklı fiillerle konuşmayı yeğlemektedirler ne var ki ..

Yani, medreselerin, Müslüman halk için ü lkedeki tek örgün eğ­itim kurumu olduğu konusunda kuşkuları yoktur da, sanki bu medreseler in nasıl birer eğitim kurumu olduğu konusunda yeter­li bilgiye sahip olmadıklarından, çaresiz böyle olasılıklı yorum­larda bulunmaktadırlar galiba.

Çünkü, hemen üzülerek belirtel im ki, Osmanl ı ların i lk dönemlerindeki medreselerle i lgi l i , günümüze u laşabilmiş, yukarda özetlediklerimizden öte bir bilginin var olduğunu söy­leyebilmck de sanırız gerçekten olanaksızdır, gördüğümüz kadarıyla.

Ola ki bu yüzden de, bütün tarihçilerimiz ve eğitim bilim­ci lerimiz, medrese konusundaki incelemelerinde, ilginçitir, bu

dönemi bir iki türnce ile geçişiirdikten sonra sözü hemen Fatih· in kurdurduğu medreselere getirmekteler ve Fatih ile

20X

Page 209: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Kanuni döneminde İstanbu l 'da kurulmu� medreselere büyük övgüler dizerek, onlar hakkında uzun uzun ayrıntılı bilgiler ver­mektedirler önceden söz birliği etmi�cesine.

Örneğin, bu konudaki hala önemli kaynak kitaplardan biri olan beş ciltlik " Tiirk Maarıf Tarilı i" adlı yapıtında Osman Nuri Ergin de, "Ila/k Mektep/eri " başl ığı altındaki bölümde önce "Sühyan Mektep/eri" hakkmda topu topu 14 sayfa tutan genel bilgiler verdikten ve okula başlama törenleriyle ilgili anılarını anlattıktan sonra, "Eski Medrese/er" kısmında, daha ilk parag­rafta, "Osmanlı İmparator/uifunda medrese açılması hükümetin kuruluşu ile haşlar; İ:nikte, Bursa ' da . Edinıe' de ve Anadolu ile Rumeli ' nin haşka şehir re kasaha/amıda ilk :amanlarda açılan medreseler/e oralarda okutulan dersler hu eserin �·erçeresi dışmda ka/dıifından hurada Fatih ' in medresesinden haş­/ayacaifım" diyerek konuya girmektedir. (Türkiye Maarif Tarihi, İst. I 939, c-2. s .82)

Gördüğümüz kadarıyla bu konunun bizce tek uzmanı OrdProf İsmail Hakkı U:wıçarşılı da, değerli çalışması "Os­manlı Devletinin ilmiye Teşkilat/ adl ı incelemesinde, ilk Os­manlı medreseleri 'ne topu topu iki sayfa ayırmakta ve hemen Fatih' in Sahn-ı Sernan Medreseleri 'ni uzun uzun anlatarak bi lgi

vermeye başlamaktadır Osmanlı medreseleri hakkında. Ord. Prof. M. Şerefettin Yairkaya "Tanzimat" adı ortak

kitaptaki " Tan::.inıattan El'l'el re Sonra Medrese/er" başl ıklı yazısında konuya Fatih ' in medreselerini anlatarak girmektedir.

Pmf Sadrettin C el/i/ Ant e/' in gene aynı ortak kitaptaki "Tan­zimat Maar�fi" adlı uzunca incelemesinde ilk Osmanlı med­reselerine ayrılan bölüm de, topu topu başlardaki bir iki küçük paragraftan ibarettir.

Ord.Pr(}f M.Caı·it Bayswı da, İs lam Ansiklopedisi ' rıe yaz­

dığı "Osmanlı Del'ri Medrese/eri" başlıklı incelemesinde, ilk Osmanlı medreselerini ba�larda birkaç paragrafta özetledikten

sonra hemen Fatih ' in medreselerine geçmektedir. B u konudaki diğer değerli çalı�malar. örneğin Calıit Bal­

tacı ' nı n / 5 - J (ı . ;\sm/u 0.1manlı Medrese/eri" Mu::.atf'er Giik-

2( )l)

Page 210: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

men' in "F ali/ı Medrese/eri" ise, adlarından da anla�ılacağı gibi zaten Fatih-Kanuni dönemi medreselerini ele almaktadırlar özell ikle.

İ lginçtir, üniversitelerimiz de ta I 990 ' Iara dek medreseler konusunda herhangi bir bilimsel çalışma yapmamışlardır galiba. Gördüğümüz kadarıyla, Doç.Dr Hasan Akgiindii : " ün ı 990 yı lında Diyarbakır ( Dicle) Üniversitesi 'nde savunduğu "Teşkilat re idare Baki l l l indan Osmanlı Medrese Sistemi" başlıklı doktora tezi, üniversitelerimizde bu konuda yapılmış ilk çalışmadır sanırız.

Ama ne var ki, bu doktora çalışmasında da, Osmanlı med­reseleri bir bütün halinde değil , daha sonra yeniden gözden geçirilip genişletilerek yapılmış kitap halindeki baskısının "Giriş" yazısında belirtildiği gibi "Osmanlı medrese sistemi daha çok Fatih \ '(' Süleymaniye Külliyeleri ekseninde yo,�unlaş­tırı larak çö:ümlenmeye çalışılmış" tır gene. (Klasik Dönem Os­manlı Medrese Sitemi, U lusal Yayınları, İ stanbu l ı 997 , s. 32 )

ı 997 yıl ında İ z Yay ınları arasında çıkan 2 ciltlik "Osmanlı Medreselerinde ilim " adl ı kitabın başında " Yayıncımn Sunuşu" başlıklı yazıdan öğrendiğimize göre, ı 990 ' l ı y ı l larda, medresler

konusundaki bir başka doktora çalışmasına da, "islam K on­feransı , islam Tarih ve KültürAraştırma Merke:i" nde Cevat i:­gi başlamıştır.

Gene ayın yazıdan öğrendiğınize göre, ı 983 yı l ında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri bölümünü bitiren Cevat İzgi, aynı yıl İ slam Konferans ı , İ slam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IR CI CA)' de çalışmaya başlamış , daha sonra da Mısır ' a ve Kuzey Kıbrı s 'a gönderilerek Ka11İre Hidiv Kütüphanesi ile Lefkoşe II . Mahmud Kütüphanesi 'ndeki yazma eserleri incelemesi sağlanmıştır. Bu süre içinde IR­CICA' de Prof. Ramazan Şe şen ' in yönetiminde başladığı med­

rese konusunraki doktora çalışmasını tamamlamış, ancak tezini savunacağı günlerde bir trafik kazası sonucu genç yaşta ölmüş­

tür. Ne var ki. yayıncıs ının, "Osmanlı medreselerinde kısmen de

2 1 0

Page 211: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

olsa matematik ı·e fen hi/im/eri denilen disiplinlerin de okutu/­du,�ımu" kanıtlamak amacıyla yapıldığını söylediği Cevat İz­gi 'nin, görünüş olarak hayağı oyulumlu, savunamadığı için akademikleşmed(�i öne sürülen bu doktora çalışması da, t ıpkı Doç.Dr. Hasan Akgündüz'ün çalışmasında olduğu gibi, ilk

dönem Osmanlı medreselerini, "Osman!t Bey!(� i ' nin kuruluşun­dan yaklaşık 32 yıl sonra, ilk Osman!t medresesi, Orhan Ga:i tarafindan LU 1 ' de İ:nik'te yaptınldı . Zamanla medrese/erin sayısı artmca teşkilatianma ihtiyacı do,�du. Teşkilatianma yönünden Osmanlı medreselerini heş hö/iimde incelemek miim­kiindiiı: " " Yetmiş yılı aşan il k deı ·irde, Osmanlı medreseleri kuruluş merha/e/erini tamamlamış ı·e Yıldınm Biiye:id deıTinde ilk defa teşkilatlanmaya tahi tutulmuştur. " diyerek, Anadolu 'da Selçuklulardan kalma birçok medresenin bulunması gerektiğini de hesaba katmadan, birkaç satırla geçiştiriverdiklten sonra, gene birkaç satırla, " Yetmiş yıla yaklaşan ikinci deı ·irde de. Os­man!t medreseleri S emiini ye' nin kuruluşuyla ikinci ı·e ası 1 te şki­/at/anmasım yapmıştır " deyip, hemen Fatih ' in kurdurduğu Sahn- 1 Semaıı medreseleriyle ilgili, bütün araştırmalarda aynen yİnelenmiş bilgileri aktarmaya başlamaktadır. (Osmanlı Med­reselerinde i lim, İz Yayıncılık, İ stanbul I 997, c- 1 , s. 35-36)

Osmanlı medrese) erindeki öğretim yöntemleri ( tedrisat usulü) ile öğretim izlencesi (müfredat programı) de, " ilk defa Ali Kuşçu veya Ali Kuşçu ile Mahmud Paşa ı ·eyahut ya/nı: Mahmud Paşa tarafmdan" yani Fatih döneminde düzenlenmiştir zaten.

(s. 6 1 ) Soruna sadece dinsel açıdan yaklaşıp, Osmanlı uygarlığının

da salt İ slam uygarlığının bir parçası olduğu görüşünü savunan

ve medreseleri bu anlamda bir Şıfre Çö:ücü olarak gördüklerini açık açık söyleyen köktendinci çevrelerin bu konuyla 1 990' 1ar­da başlayan, güya akademik düzeydeki ilgisi, gördüğümüzü

kadarıyla bu kadarla da kalmamıştır üsetelik. Örneğin, I 997 y ı lında Tlirk Tarih Kurumu yayın ları arasında

çıkan aynı adlı kitabıııa yazdığı önsözden öğrendim ize göre, Ah­met Gii/ adlı biri de, I 990 ' 1 ı yı l larda. medrese konusunda. "Os-

2 1 1

Page 212: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

ll l endi Medrese/crinde E,�iti111 -Ö,�rctim re Bunlar Aras111da fJ/im ' l- Hadisleri Yeri " ba�lıklı bir tez daha hazırlamı�ıtr.

Ancak, hemen �unu belirtelim ki, Ahmet Gül ' ün , gör­düğümüz kadarıyla bu çalı �madaki asıl amacı , kitabın daha i lk satırlarından anla�ılacağı gibi . Osmanlı medreselerindeki eğitim ve öğret imi eği tbilimsel açıdan ele alıp irdelemek filan deği l , tam kar�ı t ı , önsözde de açık açık belirti ldiği �ekilde, zaten Sel­çuklular döneminele Nizamü' l Mülk tarafından "Şi' llik propa­gandasını kırarak Siinni inancı yaymak' için kurulnm� olan medreseler aracı l ığıyla Sünniliğin propagandasını yapmaktır kesinlikle.

Nitekim, kendisinin de, hangi akademik kurumda verildiği konusunda bir açıklamada bulunmadan, Yrd. Doç.Dr. Vehbi Ecer ' in danı�manl ığında, Prof. Dr. Amet Uğur 'un yardımlarıyla hazırladığını söylediği bu çalı�mada da, tıpkı ötekiler gibi, ilk Osmanlı medreseleri ile Fatih ' in kurdurduğu medreselerdeki eğitim ve öğretimle i lg i l i bil inen bilgi ler topu topu iki sayfada özetieniverdikten sonra, Selçuklular ve Bey likler döneminde Anadolu 'da kuru l mu� medreseleri e, Osmanlı İmparator­luğu ' nda Belgrad'dan Mekke'ye dek çe�itli yerlerde kurulnm� medresderin dökümüne geçilmi� ve bu medreselerden bazılarında ders vermiş müderrislere uzun uzun övgüler dizil­mi�tir.

İ lginçtir, kitapda, tez olduğu savlanan bu çalı�manın yapıl­dığı bil imsel kurumun adından hiç söz edilmediği gibi, hazır­layıcısı Ahmet Gül ' ün bilimsel kimliği hakkında da herhangi bir bilgi verilmemi�t ir, artık her ne hikmetle ise . . .

Görüldüğü gibi, laik veya köktendici, bütün tarihçi ve ara�­tırmacı larımız, Osmanlı medreselerindeki eğitimin niteliği ve öğretim örgütlenmesi söz konusu olunca, hemen Fatih-Kanuni dönemini ele almaktadırlar. Fatih öncesi , "Osmanlı m ed­resc/crinin de kuruluş aşamasını tanıanı/ad ı,� ı " dönemdir. Kanuni 'den sonra ise, gene bütün tarihçi ve ara�tırınacı larımıza göre. medreselerimiz hızla yozla�mı�lar ve birer eğitim kurumu olma niteliklerini yitirn1i�lerdir. Örııcğin.Prof. Sadrettin CeiJI

2 1 2

Page 213: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Antel 'e göre, "her tiirlii terakk/ye engel olan cehalet. taassup re fesat ocaklan haline" gelmi�lerdir. Ord.Prof. Şerefettin Yalı­

kaya'ya göre, artık "miiderrisler arasmda hile iki satır ra:::ıyı do,� m ya:::amayan re do,�ru okuyamayan/ar nadir de,�/! dir Ah­

met Refik' e göre, "ilmiye riithesi artık �·ocuk/ara hile ı -eri/ir ol­muştur. Bu yü:::den okuma ya:::maya da ihtiyaç duyu/nıamaktadır Bilime ra,�het olmadı,�ı için miiderrislerin ı ·e nwidlerin (yardım ­cılannın, asistanlannın) ço,�u cahil kimselerdir .' ' (Age, s . 1 40) Prof. Bayram Kodaman 'a göre, "medreseler zamanla heşik ule­masının eline diişmiiş re her tiirlü yeni ve müshet diişiinceye kapısını kapatm ış " ' tır. (Age,s .X)

Doç . Dr. Hasan Akgündüz de, "insan aklın ın iiretti,�i de,�er­ler yerine valıyin rehherli,�ni temel almış islami eliişiince sis­temiyle" kurulu� ve yükselme çağındaki Osmanlı başarısının "şıji"e çö:üciisii ' ' saydığı medreselerin, XVI.yüzyıl ortalarından itibaren "sa�ı rlaşma re riitinleşme siirecıne girdi,�/" görüşündedir. Ancak, Doç. Akgündüz'e göre, bu olu�umun nedeni medrese-endemn çelişkisinden kaynaklanmaktadır. "Os­malı medeniyetinin yiikselme ça,�ındaki iç re dış çevre de,�işim­leri farklılaşırken . sistemi yeniden firetmek durumunda olan medrese. hiçimsel gelişmişli,�ine karşın , içsel hir yrdaşma siirecine girmiş re hiitiincül nitelikli sosyo-kiiltiirel de,�işnıenin gerisinde kalmıştır " Çünkü, "geleneksel otorite ilişki dii:::enine hy-pass uygulanmış re endenm sisteminin yetiştirdi,�/ kul hiirok­rasisi öne çıkarı larak, medrese kaynaklı ulemawt kamu kesimin­de helir/i tahdirler getirilmiştir. · · XVIII yüzyılda ba�layan

"hatılılaşma karmaşasi içinde de" hızla yozla�mış ve "klasik Osmanlı asırlanndaki olumlu re stratejik katkıda /)/{lunnw" i�­lcvini giderek bütünüy le yi ıirmi�ı ir. Bu olumsuz geli�mc de. Os­manlı İmparator luğu 'nu kaçın ı lmaz bir biçimde sona sürük­lemi� ıir.

Doğrusu. Doç. Dr. Akgiindüz 'ün i�arct ettiği ml'!lu·s('-l'/1-demn �·elişkisi bizce de. Osmanlı tarihi a�· ı s ından üzerinde önemle durulması gereken noktalardan biri olsa gerek t i r Ne var

t.. i. medreselerin X V I .y� . ortaları ndan i t ibaren � o;la�m�ıya b�ı� -

Page 214: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

lamasının nedenini bu çelişkiye bağlamak da gerçekçi bir yak­laşım deği ldir kesinlikle. Çünkü, I l . Murad 'dan itibaren en­derundan yetişenler saray içi yönetsel görev dağı l ımında gerçek­

ten de her geçen gün biraz daha ağırlık kazanmı� olsalar bile, unutulmamalıdı r ki, bu dönemde de neredeyse bütün yargı ör­

gütü gene medreseiiierin kontrolünde kalmıştır ve I I I . Murad'dan itibaren ulemanın saray iç i iktidarı e le geçirmesiyle de, önce yeniçeri ocağına Müslüman çocuklarının da alınması

sağlanıp, XVII .yy. da devşirme usu lüne bütünüyle son ver­dirilerek enderun okullarının işlevi kendiliğinden bitirilmiştir, bil indiği gibi.

Dolayısıyla, medreselerdeki bu olumsuz gelişmelerin neden­leri de, kesinlikle kendisinde, eğitim ve öğretim sisteminde, ver­

diği eğitimin niteliğinde aranmalıdır bizce. Ama, Osmanlı İmparatorluğu 'ndaki ana temel eğitim kuru­

mu olduğu konusunda hiç kuşkusu bulunmayan aydınlarımızın medreseyi yeterince bildiğini söyeleyebilmek de, görüldüğü gibi kesinlikle olanaksızdır. Gerçekten, medreseler nasıl bir eğitim

kurmudur acaba? Ü lkenin dört bir yanındaki yüzlerce cami av­lusunda açılmış bu medreselerde nasıl bir eğitim verilmektedir? Bu eğitim kuruınianya devletin il işkisi nedir? Bu okullardaki eğitim izlencelerini belirli bir eşgüdüm içinde düzenleyen bir

otoritenin varlığından söz edebilmek olanakl ı m ıdır? Medreseler arasında, önceden belirlenmiş ölçütlerle saptanan, eğitimin niteliğiyle ilgili bir aşama sıralaması var m ıdır gerçekten? Şayet varsa, ülkenin dört bir yanına dağılmış bu medreselerden han­

gisinin hangisinden daha üstün olduğunu kim saptaınaktadır? Gördüğümüz kadarıyla, Osmanlı İ mparatorluğu 'ndaki med­

reselerin say ısıyla ilgili kesin bir rakam bulabilmek de olanak­s ızdır çünkü .

Öyle ki, başkentteki ( İ stanbul ' daki) medresderin sayıs ı

konusunda bi le ril'([yet muhtelijt.ir. Örneğin, Osman Nuri Er­

gin ' in Türk Maarif Tarihi 'nde verdiği bilgiye göre, "El "!iya Çelehi, / 630" da İstanhu/ ' da 1 2 99 Siihyan nıektehinin (il­koku/wı) hu/udı(�lllllt . . yazmaktadır. Ancak, "Çelehi" nin haher

2 1 4

Page 215: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

rerd(�i rakamiann bazan sa.�dan bazan soldan birer hanesi daima fazladır" çünkü "Tanzimat 'tan sonra bu nıektep/erin ıs­/ahma teşebbüs edi/d(�i sırada sayılannın 360 dolayında o/­du,�u görü/müş" tür.

Ord.Prof. Uzunçarşı lı 'nın belirlemelerine göre de, gene "Eı ·­liya Çelebi, XVII. asır ortalanna do,�ru Eyüp, Galata ı ·e Üs­küdar ' da 135 dar ii' /-hadis /m/undu,� 111111 yazmaktadır. Bwı/amı arasında medrese/erin de /mlıuıdı(�lllıa şüphe yoktur. "

"Şeyhülis/am Zekeriya Efendi ' nin İstan/ml kadısı bu/wıdı(�ll sırada yaptırdı,�ı bir defter yazımına göre de, XVII. yüyı /ın or­talarında İ staniJU/' da 1 656 muaf/imhane mrdır, bunların bir hay/isi medrese olsa gerektir. "

Gene Prof. Uzunçarşıl ı , " Vakanül 'is Esat Efendi' nin kütiip­lıanesindenki bir kitapta da , İstanbul 'da , sur içinde R8 aşa,�ı medrese, 28 padişah re hanedan medresesi , Eyüp 'te de 7 med­rese o/dı(�llllllll " belirtildiğini yazmaktadır (Age, s. 1 7 )

Prof. Ömer Lütfi B arkan 'ın belirlemelerine göre d e , " 1 550-

60 arasında, Anadolu eva/etindeki medrese sayısı 1 1 0 , müderris SaSIYISI da 1 2 J ' dir"

Oysa, gene Prof. Uzunçarşı lı 'nın verdiği bilgiye göre, XV 1. yüzyıl sonlarında, lll. Murad döneminde İstanbul' a gelen Fran­sız Michel Bondier ise , aym tarihlerde bütün Osmanlı ülkesinde 120 medrese ve 9 bin ii,�renci bu/undu,�unu yazmıştır.

Ancak, yukarda sözünü ettiğimiz ··osmanlı Medreselerinde Eğitim Öğretim ve Bunlar Arasında Darü ' I-Hadislerin Yeri" ad­lı kitabında Ahmet Gül de, Anadolu 'da Selçuklular ve Beyler döneminde kurulmuş 1 2 1 adet, Osmanlılar döneminde de Saf­ya'dan Şam ' a, Mekke ' den Belgrad' a kadar imparatorluk s ın ır­ları içinde kurulmuş 236 adet olmak üzere tam 327 medrese ve 30 darü ' I-hadis saptadığını, kimi leri hakkında da uzun uzun bil­

giler verip, adlarını sayarak öne sürmektedir. Görüldüğü gibi, Osmanl ı ü lkesindeki medreselerle ilgili

merkezde tutulmuş herhangi bir kayıt yoktur. Bu konudaki bil­giler de, günümüze u laşabilmiş, şer ' i kayıtlardan, vakıf senetle­

rinden, bazı vakanüvislerin notlarından, anılardan dcrlenebi l -

Page 216: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

mektcd i r ancak. B u nedenle de. medreseler arasında bugünkü anlamda bir yönetsel ve eğitsel eşgüdümün ve bir otoritenin var­l ığından sözedebilmek galiba kesinlikle olanaksızdır gerçekten de. Günümüze ulaşabilıniş ep sağlıklı bilgiler de , kuşkusuz, Fa­tih ve K anuni döneminde İstanbu l 'da kurulmuş medreselerle i l ­gil i fernıanlar, vakıf senetleri, yasalar, şeyhülislam fetvaları, ka­zasker kararları ve benzeri gibi merkez kayıtlandır. Taşradaki

medreseler de zaten, kadılar aracılığıyla öğrendikleri bu ferınan­lara, y asalara, şeyhülislam kararlarına vb. bakarak kendilerine yine kendileri bir yön çizerek konumlarını belirlemektedirler ola ki.

Fak ak, günümüze ulaşabilnı i� bu belgelerden örgütsel yapı­larını . yönetim biçimlerini , eğitsel niteliklerini biraz ayrıntıl ı bi­çimde öğrenebildiğiıniz, Fatih ve Kanuni ile yakınlarının İstan­bu l 'da kurdurmuş olduklan bu medreseler, gerçekten taşradaki medreselere ne denli örnek olabilirler acaba?

Örneğin. il/um 7d:eli ile Selim ilkin ' in birlikte hazırladıkla­r ı , I 993 yılında Türk Tarih Kurumu Yayınları arasında çıkmış "Osmanlt imapomtorlu,� u ' nda !:,�itim ı ·e Bilgi Üretim Sistemi­n in Oluşumu \'(' Diinlişlin 1 1 i" adlı ortak kitapta, m edrese/n, " 16 . rii:::yıl Osmanlt toplr111111111111 din ı ·e hukuk alanındaki e n rargrn riiksd ii,� reTim kımmıu" olarak nitelenınektedir. (s. l I ) Gerçek­ten, XVI . yüzyı ldaki bütün medreseler Osmanlı ülkesindeki yüksek öğretim kurumları mıdır? Medreseler. din alanındaki yüksek öğretim kurumları ise, örııe�in Kanuni döneminde, yu­karda andığımız çalışmasında Ahmet Gül 'ün verdiği bilgi lere

göre hem kendisi , hem de sadrazanıı Sofu Mehmed Paşa, yeni

vakıflar kurarak ayrı ayrı birer tane de Dôn'i ' 1-l/wlis yaptı rma gereksinimini niçin duymuşlardır öyleyse?

Ayrıca. gene aynı çal ı şmanın 27 sayfasında medresefa için

" orra r\�rclim kun//JI/1 . . da denilmektedir. J1l'Jımct Zeki Pakalnı da. ' 'Osmanlı Tarih Deyimler ve Terinı­

leri S i it l li�ü' 'ndc. mcdrese ' n i n "dar-/il jiinun . rani lin n ·crsite rninc kul/ant/tr hir tahir . . nldu�unu y :ı zmakıadır.

O� '"· [)"(.· f)r O/ka � H kutu r · ı ıı Fnılcmn Mektehi" adlı

� ı (ı

Page 217: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

doktora tezinde verdiği bilgiye göre, Arapça "ders" sözcüğün­den türetilmi� "medrese rcrimi 'ders okunan ( ı ·eya okuru/an) \'er ' anlam111a gelmektedir" ve ' 'kendi içinde ilk, orta ı ·e riiksd kadenılere ayni nu ş {Ir. "

Prof. Mustafa Akdağ da, 'Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası" adlı incelemesinde, XVI .yy. ikinci yarısında başlayan Osmanlı İmparatorluğu 'ndaki toplumsal çalkalanmanın neden­leri arasında "suhte ayaklanma/amu " sayarken, medreseleri de

"orta ı ·e yüksek' ' olarak iki gruba ayırmaktadır. Hatta Sayın Pro­fesör, sanki biraz da Türkiye'nin bugünkü durumundan esinle­nerek, "imJWUiforlu,�un . sö:ünii etti,�inıi:z. dönemde, öğretimle­rini haşan ile hitirip ' m:ife ' için del 'ler kapiSinda s1raya giren­lere ı ·erilehilecd elıl-i şer ' lik ( kadiiik ı·e hen:eri gihi) görel'ler­le ilgili kadrolanil in .wy1s1 hakk1nda hir hilgi�ni: _yoksa da, ralı­silini hitirenlerin .wy1smm derietin ihtiyaç/amu hayli aşm1ş ola­U(�/ lll .1·wuyoru: ' ' diyerek, olsa olsa yöntemiyle, suhte ayaklan­malarının da, Anadolu ve Rumeli'deki orta medreseleri bitiren­lerin , yüksek medreselerde yer bulamayıp önlerine y ığı lmaların­dan kaynaklandığını öne sürmekt�dir.

Görüldügü gibi. bütün ara�tırmacı ve tarihçilerimiz, söz bir­liği etmi�cesine medreselcrin orta ve yüksek olmak üzeri iki ay­rı grupla ele alınarak değerlendiri lmesi gerektiği konusunda fi­kir birliği içindedirler. Ancak, bu medreselerin hangi ölçütlerle gruplandırıldığı , orta medreselerdeki eğitimin niteliği, süres i, kendi içinde de bir derecelendirmenin bulunup bulunmadığı, ta�radaki ba�ka hangi medreselerin yüksek olduğu vb. gibi ko­ı ıularda herhangi bir bilgi vermemektedirler.

Doç .Dr. Ülker Akkutay da, yukarda adını andığımız doktora çal ı �masında. bu ona medresderlc ilgili olarak, "Genel MN/re­se/er' ' diye ba�lı klanclırdığı bölümde. "Bunlar daha çok ilk ı ·e orta kedemeyi teşkil eden medreselerdir. Bu medrese/erde , hi/im dallan/lu grire hir ihl i.w.1laşma sö: konusu olmayljJ, isic/mi hi­limla ile d(�cr hi/un/er hirlikrc okutulu wrdu. diyerek. gene Iıiç ku�ku ) ok k i . olsa olsa \'i intemir/e konuyu gcçhıir i\'ermek­

tcdir.

� 1 7

Page 218: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Günümüze u laşmış belgelere göre de, Fatih ' in kurdurduğu Sahn-ı Sernan medreseleri külliyesi içindeki bu orta medresele­re "Tetimnıe Medrese/eri" denilmektedir. Nitekim, Prof. Uzun­

çarşı l ı da, ' 'Salın medreselerinin arka taraflamıda viiksek tahsi­le yani Salın-ı Senımı medreselerine danişmend (ö,�renci) yetiş­tirmek üzere (hir şeyin tamamlanması için i!al'e olunan şey an­/anıına)Tetimme ı ·eya (Salın ' a ulaştıran ya da Salın için yetişti­ren an/amma) Mılsıla-i Salın ismiyle salın medreselerinden kü­çük olarak sekiz medrese inşa edilmişti. Bu. Tetimme ı·eya Mu­sı/a-i Salın medreseleri derece itibariyle orta tahsil medreseleri demekti. " diye yazmaktadır. Ne var ki , bu Tetimme medresesi öğrencilerine "sofra" denildiğini, bu öğrencilere her ay mum parası ve öteki giderleri için heşer akçe verildiğini ve öğrenci­lerin ögretmenliğini de Salın ö,�rencisi danişmend/erin yaptığını belirtmekten öte, bu medreseleri e ilgili başka hiçbir bilgi verme-mektedir.

·

İlginçtir, gene bütün arşatırmacı ve tarihiçilerimizin söz bir­liği etmişcesine, Fatih Kanunnamesi 'nden aktararak belirttikleri gibi, medreselerdeki iç derecelendirmelerde geçerli olan tek öl­çüt de , sanılacağı gibi okutulan derslerin niteliğiyle ilgili değil , müdenisine (öğretim üyesine) ödenen ücretlerdir. Yani, en çok ücret alan müdenisin ders verdiği medrese de, en yüksek med­resedir.

Örneğin, bu Kanunnameye göre, Semaniye medreselerinin "Haşiye-i tecrid" denilen ilk sınıfının müdenisinin yevmiyesi 20 veya 25 akçedir. "Miftalı " denilen ikinci sınıfın müdenisine günde 30 akçe verilmektedir. Müdenisine günde 40 akçe verilen üçüncü sınıfa zaten "Kırk/ı " denilmektedir. "Hariç" denilen dördüncü sınıfın müdenisine 50 akçe yevmiye verildiği için, ki­mi kaynaklarda adı "E/Iili" olarak da geçmektedir. Padişahl arın, sultanların, şehzadelerin ve padişah kızlarının yaptırdıkları med­reselere de "Dahil" denilmektedir ve müdenislerinin yevmiye­si 50 akçedir.

Fatih ' in kurdurduğu Sahn-ı Sernan medreselerinin müdenis­

lerine de genellikle 50 akçe yevmiye verilmektedir. Ancak, kül-

2 1 R

Page 219: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

liye kayıtlarında belirtildiğine göre, bazı müderrislere 60 akçe yevmiye verilmiştir. Nitekim, gene bu kayıtlara göre; ' 'Ayasofya kilisesinin yamnda inşa o/ıman medrese de Sahn-1 Semwı dere­cesinde sayılmış ve miiderrisine 60 akçe yeı •miye verilmiştir"

Ne ki, 1 550' lerde Kanuni, Süleymaniye Camii külliyes in-de biri Daru ' I-hadis, 6 medrese yaptırıp, müderrislere 60 akçe, Da­rü ' 1- hadis müdenisine de yüz akçe yevmiye verince, Osmanlı ülkesindeki en yüksek medrese Süleymaniye medreseleri ol­muştur hemen, tarihçilerin yazdıklarına göre.

Gerçekten, İstanbul ' daki bu uygulamalar, Fatih ' in Ali Kuşçu ve Molla Hüsrev 'c hazırlattığı, medreselerdeki derecelendirme­ler ve müderrislerin yevmiyeleri ile ilgili bu yasa hükümleri, Kanuni dönemindeki değişiklikler, kısa sürede taşradaki medre­selere de yansıınış ve hemen uygulanınaya başlanılmış mıdır acaba?

Her ne kadar Prof. Uzunçarşılı da bu görüşü savunuyor olsa bile, doğrusu, bu uygulamaların, örneğin Anadolu'ya da hemen yansıdığını düşünmek pek de gerçekçi bir yaklaşım sayılınasa gerektir galiba. Çünkü, ıarihçilerin belirlemelerine göre, bu ya­sa ve uygulaınalarda medrese hocaları için ısrarla yindenmiş ol­masına karşın, "müderris " sözcüğü bile, uzun yıllar sadece İs­tanbul ' daki medreseler in hocaları için kullanılmıştır ancak. ' ı aş­radaki medresderin hocalarına, ta XVI.yy. sonlarına dek gene "molla" denilmeğe devam edilmiştir. (İ . Tekeli- S. İlkin, age, s. 1 7 )

Ayrıca, unutmayalım ki padişah vakıflarınca İstanbul 'da mü­derrislere ödenen, örneğin medresenin ilk sınıfı o lan "Hôşiye-i tecrid" müderrisine verilen günlük 25 akçeden 750 akçe aylık ücretli bile, yeniçeri ulufesinin 5-6 akçe olduğu, bir koyunun 25-30 akçeye alınıp satıldığı o günlerde düzenli verebilecek taşrada

kurulmuş zaten kaç vakıf vardır acaba? Kısacası, Sahn-ı Sernan ve Süleymaniye medreseleri ile taş­

radaki medreseler arasında bir eşgüdümün, bir yönetsel ve eğit­

sel birliğin varlığından söz edebilmek şöyle dursun, gördüğü­müz kadarıyla, diyelim Fatih döneminde, Mahmud Paşa, Davud

2 1 9

Page 220: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Pa�a. Çardanlızade İbrahim Paşa. Hadım Ali Paşa gibi sadra­zamların kurdurdukları İstanbul 'daki medreselerle bile araların­da. padişah medreselerinin onlardan beğendikleri müderris leri transfer etmelerinin dışında bir bilgi alış verişinin, bir ilişkinin

bulunduğunu söyleyebilmek zordur doğrusu . Görüldüğü gibi, medrese/er. kesinlikle bugünkü anlamda Os­

manlı İmparatorluğu 'nun uyruğunun eğitimi ve öğretimi ile ilgi­li bir resmi eğtim kurumu değildir.

Doç .Dr. Ülker Akkutay ' ın da, yukarda sözünü ettiğimiz dok­tora çalışmasında belirttiği gibi, "Selçuklu imparatorluğu' nda oldı(�ll gihi, Osmanlı inıparatorlu,�u· nda da, 1 9 . yü:yılın orta­lanna gelinceye kadar, halkın e,�itimi re ö,�retimi faaliyeti der­Ietin görer alam dışında hırakılmıştır. E,�itinı ı ·e ö,�retim, sade­ce hir hayır işi, hir dini gi)rer olarak kahul edilmiştir. Bu neden­le de . sadece hayırsever kişilerin kurduk/an 'mkıflar' aracılı­.�ıyla yürütı'ilmüştür. · ·

Dolayısıyla, Osmanlı ülkesinde devlet bütçesinden inşa etti­riimiş bir cami bulunmadığı gibi , ta kuruluştan 1 9 1 3 ' lere kadar devletçe yaptırılmış tek bir medrese de yoktur. Devlet bütün ta­

rihi boyunca hiçbir müderrisin ücretini ödememiştir. Hiçbir medresenin işletme giderlerini bütçesinden karşılamamıştır.

Bu yüzden, Osmanlı İmparatorluğu 'nun, ta kuruluştan 1 857 yılına kadar, tam beşbuçuk yüzyıl boyunca, diranda (bakanlar kurulunda) halkın eğitimiyle ilgili işlerden sorumlu bir veziri de olmamıştır. Yani, XIX. yy. ortalarına kadar, Osmanlı ların bugün­kü anlamda bir eğitim bakanı da yoktur.

1 838'de, II . Mahmud döneminde açılan, hem medrese dış ın­da ve matematik, fizik gibi din dışı derslerin de okutulduğu, hem

de devlete bağl ı , giderleri devlet bütçesinden karşılanan, devlet­çe inşa edilmiş Osmanlı ülkesindeki ilk temel eğitim kurumu

Riiştiye ' ıı iıı yönetimi için, aynı yıl bir de "Mekatih-i Riiştiye Ne­:aı·eti" adıyla yeni bir daire oluşturulmuştur ilk kez. Rüştiye sa­

y ıs ı ç·oğalınca da. artık her okulun başına ayrı bir müdür atana­

rak. bu daire de 1 � .'i 7 y ı l ında "Maari(i Unuımiye Ne:areti" adı ­yla bir bakanlık haline dönü�türülmü� \ C Ahdurmlmwn Sami

Page 221: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Paşa ilk Osmanlı Maanf Na::ın olarak başına getirilmiştir. Bu okulların sayılarını hızla çağaltmak için, eğitim ve öğre­

timin Osmanlı tarihinde ilk kez Meclis-i Viikelô ' da (Bakanlar Kurulu 'nda) temsil edi len ayrı bir bakanlık şeklinde örgütlen­ınesi girişimleri sürdürülürken de, daha 1 85 1 yıl ında, Padişah buyruğu ile, "hu okullarda uygulanacak e,�itim programiamu saptamak. okutıt!acak ders kitapamu hazırlatmak \ 'eya çeı ·irt­mek" vb. gibi işler için de ' 'Enciimen-i Daniş" adında yeni bir

kurul oluşturmuşlardır. Görüldüğü gibi, bu tarihe kadar Osmanlı devletinin, ülkesin­

deki eğitim kurumlarının uyguladıkları öğretim izlencelerini dü­zenleyecek, akutulacak dersleri saptayıp. kitaplarını hazırlaya­cak, yapılan eğitimin nitel iğini denetleyecek herhangi bir örgü­tü yoktur. Bu nedenle, Sultanların, şehzadelerin, paşaların özel gelirlerinden ayırıp kurdukları vakıflarca yaptırılmış medrese­lerdeki eğitimin niteliğini de, orada ders veren müderrisler, bağ­l ı oldukları camiierin imaınları, hocaları, hacıları, ola ki vakıf

yöneticileriyle birlikte belirlemektedirler. Bu medreselerdeki eğitimin doğrultusunu saptayan ve aralarında bir eşgüdüm sağ­layan tek otorite İslam dini dir. Kuran ' dır, Hadislerdir, Sünni İs­lam inancıdır. Yani, her medresenin ayrı bir eğitim-öğretim ku­rulu (talİm-terbiye kurulu) olduğunu, dolayısıyla da her medre­senin kendine özgü ayrı bir öğretim izlencesi (ınüfredat progra­mı) uygulandığını söylemek, gerçeğe hiç de aykırı düşmese ge­rektir.

Bi lindiği gibi, medreselerdeki eğitimin nitel iğiyle ilgili yeni bir eğitim programı hazırlatan ilk kişi Fatih olmuştur.

Hiç kuşku yok ki Bizans İmparatorluğu 'na son vermiş kişi olmanın benzersiz özgüveniyle ve ola ki, medrese eğitiminin ar­tık bir imparatorluk haline gelen devletin gereksinimlerine yanıt

vermeyeceğini bildiği için, fetheder etmez İstanbul 'da bir eğitim

seferberliği başlatıp, 8 kiliseyi birden medrese haline getirterek, Fatih'teki Sahn-ı Sernan medreselerinin temelini atarken. Sad­razam Mahmud Pa�a 'ya medreselerdeki eğitimin niteliğiyle il­

gili yeni bir program hazırlatması buyruğunu da verııı i�tir.

22 1

Page 222: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Fatih 'in bir amacı da. fethedip Osmanlılara yeni başkent yap­tığı İstanbul ' u , kurduğu imparatorluğa yakışır bir bilim ve kül­tür merkezi haline getirmektir. Bir yandan vezirlerine de yeni okullar açtırırken, öte yandan, örneğin İtalya'dan ünlü ressamlar

Verona ' lı M a/{('o Pasti, F erra ra · lı K onstaniço ve Venedikli Gemi le Bel/ini' yi İstanbul ' a getirtın iş , Beliini 'ye portresini yap­tırmıştır. Sarayda bir nakkaşhane (minyatür atölyesi) kurdur­muş, bilgi ve görgüsünü artırması için Nakkaşhaşı Sinan Bey ' i İtalya' ya göndermiştir. Leonarda da Vinci ile mektuplaşmakta­dır. B üyük olas ı l ıkla 147 1 ' de, Akkoyun/u Uzun Hasan' ın barış elçileri olarak gönderdiği Ali Kuşçu, İdris- i Bit/isi gibi bilim adamı ve tarihçilerio İstanbul ' a yerleşmelerini sağlamıştır.

Ali Kuşçu , 1400 ' lü yı lların başlarında Timur 'un torunu Uluğ Bey döneminde Orta Asya'da, Mavera-ün nehr 'de doğmuş, ilk öğrenimini Semerkand'da tamamladıktan sonra, bir süre Bursa­lı Kadızade-i Rumi'den ders almıştır. Daha sonra da, aynı za­manda çağının ünlü bir bilim adamı olan Sultan Uluğ Bey ' in öğ­

rencileri arasına kat ılmayı başarmıştır. Ünlü bir matematikçi ve astronomdur. 1 449 yı lında Uluğ Bey 'in öldürülmesi üzerine, Rasathane müdürüyken, "Hac' a gidiyorum" diyerek Semer­kand'dan ayrılmış ve kendisini davet eden Akkoyunlu Sultanı Uzun Hasan ' ın yanına gitmiştir. 1 470' lerde de Fatih 'in çağrısı­nı kabul ederek İstanbul ' a yerleşmiş ve özellikle matematikle gökbilim dalında dersler vererek birçok öğrenci yetiştirmiştir.

Sadrazam Mahmud Paşa da aslında Türk değildir. Küçük yaşta tutsak alınmış, babası Rum annesi Sırp bir Hıristiyan ço­cuğudur. Mehmed Ağa adında biri tarafından "Esir Pazarı " nda satın alınmış, Müslümanlaştırılarak Türkçe öğretildİkten sonra, Saray 'da Enderun Mektebi' nde yetiştirilmiştir. Adni mahlasıyla şiirler de yazan, gerçekten iyi eğitim almış külrtürlü biridir.

Sultan, kendisinden medrese eğitiminin niteliği konusunda da bir çalışma yapmasını isteyince, hemen Ali Kuşçu ile döne­

min bir diğer ünlü müderrisi Molla Hüsrev ' i görevlendirmiş ve Fatih' in özel bir vakıf kurarak yaptırdığı Sahn-ı Sernan medre­

seleri için, eğitime yeni bir anlayı� la yeni bir model getiren ün-

Page 223: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

lü raporu hazırlatmı�tır. Tarihçilerimizin, daha sonra bütün Os­manlı medreseleri için geçerli olduğunu savundukları bu yeni anlayışa göre ele, medreselerde artık aritmetik, geometr i , astro­

nomi, kozoıografya, felsefe, edebiyat gibi dersler de okutulmak­tadır. Prof. Uzunçarşıl ı 'nın anlatımıyla, medreselerdeki bağnaz­lı ğı kırabilmek için, "medrese sinin programına fikir münakaşa­sı yapan keliinı ilmini koydımmuş ve alimiere hu konuda şerhler (hir kitap üzerine yazılmış açıklamalar) ve hoşiyeler (a�·ıklama­lar iizerine yazılmış aç. klamalar) yazdırmış" tır. Çünkü, "İ/m-i keliinı nıuhakeme ve ak/i deliliere dayandığından, dar görüşiii mezhepler ]Jll i/me karşı mücadele etmektedir" ler. Örneğin, "Kuzey Afrika ' daki Murahitin hükümdar/an, İmam-ı Ga::ali' nin eserini yaktırmışlar" dır. "Hatta, Maliki mezhebine mensup alimler kelanı ile iştigalin kü.fr olduğunu hile " söylemişlerdir. Fatih de bu nedenle, yalnız medrese programına "keliim" dersi­ni koydurtmakla da kalmamış, ünlü ulemadan Ali Tusf ile Hocazade Bursa/ı Muslihuddin Mustafa Efendi 'ye "Kelamn İmanı - ı Gazali ile ilm-i ilahici ve şiddetli keliim diişmam İhn Rüşd arasındaki iinhi tartışma üzerine, Gazali' nin haklı olduğu­nu savunan risaleler de yazdırtmış" tır.

Ancak ne acıdır ki, Fatih-Kanuni dönemindeki sultanların gücü karşısında sinip boyun kıran ulema takımı, XVI.yy. ikinci yarısında sarayda yeniden şöyle biraz söz sahibi olmaya başla­y ınca, güya çok saygı duydukları, İstanbul 'u fethettiği için kutsadıkları Fatih' in bu girişimlerini de ilk fırsatta sona erdir­mişlerdir.

Örneğin, XVII.yy. da yaşamış Kiltip Çelebi 'nin yazdığına göre, XVI. yy. sonlarına doğru, "hazı şeyhülislamiann dini inanç/anna aykın oldu,�u gerekçesiyle Fatih döneminde meclre­se programına alınmış ilm-i hikmet (felsefe) dersleri yasaklan­mış" tır. İ/m-i keliim derslerinde de, artık sadece "İlhan/ı/ar dö­neminde yaşamış Kadı Adudüddin-i İyci' nin 1 350' lerde yazdığı 'Meı ·iikıf' ad lı kitabına Şeri-i Cı'ircani' nin yazdığı şerh " okutu­lur olmuştur.

Nitekim İlhan Tekeli ile Selim İ/kin de, yukarda andığıınız or-

Page 224: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

tak <;alışmalarında, "Fatih . medrese/ai n e,�itinı progranılanlll da reniden dii::.en/etnıiştir. Arinıetik, hendese (geometri), heyet (astrononıi) gibi ak/i hi/im/ere daha ç·ok ya ı ·erilnıiştir. Ama te­melde akıl ile şeriatın ıdaştm/masında yeni bir fornıii/asymıa gidi/emenıiştir Ri salefa ra::.dırrp , tartışmalar yaptırması na kar­şın. (Fatih de) /m konuda köktenci bir adını atanıanııştır. Bu kök­tenci adım att!nıayınca, ya da att!anıaymca ak/i bilimlerin ilai­deki yıllarda daha da ihmal edilmesi kolay olmuştur. " diye yaz­maktadırlar.

Görüldüğü gibi, temel görevi Anadolu 'ya yeni gelmiş ve bü­yük çoğunluğu hala Şaman, ya da Şi i , Orta Asyalı bu göçebele­re Hanefi mezhebinin Müslümanlık anlayışını öğretmek olan bu medreselerde din dışı derslerin de okutulması konusunda, Fatih, Kanuni gibi sultanların bile güçleri, iktidarları süresince geçerli olabilmiştir ancak.

Burada bir kez daha yineleyelim ki, Osmanlılar medreseyi de Selçuklulardan devralmışlardır ve Osmanlı medreselerineki eği­tim felsefesi, yukarda da belirtildiği gibi, A hmet Gii/ 'ün "Os­manlı Medrese/ainde E,�itinı-Ö,�retim ve Bunlar Arasında Dii­m'/-Hadislain Yai" adlı kitabında açık açık yazıldığı şekilde, Büyük Selçuklular döneminde, Şii inancın İran yarımadasına hızla yayılmasına karşı bir önlem olarak, Sünni-Hanefi inancın propagandasını yapmak ve S ünniliğin yaygınlaşmasını sağla­

mak amacıyla, ilk kez Nizamü ' l-Mü lk tarafından oluşturulmuş-tur.

"İnsan akltillll ürett(�i de,�er/a yerine vahyin rehber/(�ini te­mel almış" Doç .Dr. Hasan Akgündüz de, Hz. Muhammed' in, bir

hadisinde "Her çocuk İslam fıtratı ü::.ae do,�ar, sonradan anası ile hahası onu ya yahudi, ya hıristiyan veya nıecusi yapar. " de­diğini aktararak eğitimin Müslümanların gözünde ayrı bir anla­mı olduğunu belirtmekte ve medrese eğitiminin temel amacının

da bu nedenle İslam düşüncesini yaymak olduğunu savunmak­tadır.

Ccmt İzgi de, Osmanlı medreselerinde matematik, fizik, kimya gibi bil imlerin de okutulduğunu kanıtlamak için yazdığı

Page 225: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

"Osmanlı Medreselerinde İ/im" kitabının başında Osmanlı medreseterindeki öğretim izlencesi (müfredat programı) hakkın­da bilgi verirken, Fransız elçisi Marquis de Vi//eneuı ·e 'ün isteği üzerine 1 74 1 yı l ında kaleme alınmış, ancak yazarı bilinmeyen "KeılJkih-i Seh' a" ( Yedi Yıldız) adlı kitaptan aktarmalar yap­

maktadır. İşte bu ak tarmalara göre de, medreselerde; "İl me yeni başlayan hir öğrenciye önce, anlayışı kadar iman telkin edil­mektedir. Ergenlik çağına girmiş ise, üzerine namaz farz oldu­ğwıdan, kendisine Fat i ha ve birkaç su re öğretilmektedir. S ahi (henüz huluğa ermemiş çocuk) ise, her şeyden önce hesmete ile 'Rahhi yessir' duası yapıldıktan ve el�fba cüzü, yani Arap aifa­hesi öğreti/dikten sonra heceye geçilerek Amme cüzünün (K u­ran ' 111 78. suresinin) okutulmasına haşlanılmaktadır. Ardından . hir müveccidden (Kuran' m usulüne göre okunmasım öğreten hoca) Kuran öj?reni/erek hatmedi/mekte ( ezher/enmekte )dir. Ve hir hüyük mecliste hafız/ar/a kwTa (Kuran' 1 usuhine göre oku­yan/ar) huzurunda Kuran haşmdan sonwıa kadar altı ya da ye­di saatte din/etilmekte ve daha sonra şükrane için biiyük hir zi­ya{et verilerek, katılanlara hediyeler dağlfı lmaktadır. Bu sırada sahi (çocuk) daha sekiz ı·eya dokuz yaşlamıdadır. Bundan son­ra, faydalı ilimlerden alet ilimlerine haşlam/maktadıı: Önce SARF (Arapça dilhilgisi) okutu/mak ta, ard md an N AHİV (söz di­zi mi) ilmine geçilmektedir. Bu esnada şer' i hükümleri hoş hıra­kılmayıp haftada hir iki giin FlKlH ilminin başlangıç kitaplann­dan hiri, örneğin yalnız namazla ilgili sorunlan içeren Halebi adlı hir kitap okutu/maktadır. Nahiv' den sonra MANTlK ilmi gelmekte ve ( Prof. Uzunçarşı lı 'nın verdiği bilgilere göre, Yunan­ı kadim filozoflarından Ferferyus 'un kitabından aktararak XIII. yy. sonlarında Esirüddin-i Ebheri 'nin yazdığı) İsagoci adlı hir kitap ile şerh ve hoşiyeleri okutu/maktadu: Sonra, tartışmalarda yanlıştan sakınma/an için ADAB ilmine haşlanılmaktadır. Ar­dından HİKMET ilmi gelmektedir. Müslümanlarm anıeli hiknıe­ti (pratik felsefesi) ./ik ılıtan ibaret olduğundan, anıeli hikmetten hahsedi/meyip na:ari hikmet (teorik felsefe) okutulmaktadır Bundan sonra da . .filcGJjlar/a kelamcılcmn me:::lıcplaini anr-

Page 226: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

nikierin anlamı ile /ügat ve nahive uygunluk/an) , hcvan (anla­tımdaki teşhilt , istim·e. meca: ve kinayeyi inceleyen hi/im), hedi (sö:ciik/erin anlam re yapısmdaki sanatsal siis/eri inceleyen hi­/im ) , kıral (okuma) , din usu/ı'i, nii:ı]/ sehep/eri ,fkıh (şeriat bil­gisi). kıssa/ar. nôsi h-mensılh (geçer si: kılan ı ·e ge�·ersi: olan) . Kımln ' daki miihhem ı ·e miicmeli (belirsi: ı ·e ö:hi sö:! eri ) a�·ık­/ayan hadisler olup, ö,�renciler bu ilimierin hepsini birer birer hatmetnıiştir " (Cevat İzgi , Osmanlı Medreselerinde İlim, İz Ya­yıncılık, İ stanbul 1997, c-1, s. 70-75 )

Görüldüğü gibi, Osmanlı medreselerinde bütün tarihi boyun­

ca sadece Kuran ve hadisler üzerine tef\·ir, usu/-ii fikı h ,fıkıh, ke­/am ve Arap dili gibi dersler okutulmuş ve çocuklara Sünni-Ha­nefi inancı doğrultusunda İslamiyetle ilgili bilgiler verilmiştir.

Prof. Uzunçarşılı , Fatih'in Sahn-ı Sernan medreseleri için bi­le "İiahiyat. İslam Hukuku ve Arap Dili Edebiyatı fakii/teleri idiler Henii: müsbet ilimiere mahsus olan tıp ve riya:iyat (ma­tematik) fakülteleri yoktıt. demektedir. Belirttiğine göre, tıp ve riyaziyatla ilgili özel medreseler ilk defa Kanuni döneminde ku­rulmuştur, ancak onların da ömrü çok fazla sürmemiş olsa gerek ki, bu medreselerdeki eğitimle i lgili her hangi bir bilgi günümü­ze u laşamamıştır. Prof. Uzunçarşılı da, "Riya:iye ı ·e tıp meclre­selerinde hangi derslerin gösterildi.�ine dair şimdilik bir ma/u­matınm yoktur. " diye yazmaktadır.

İlginçtir, gene Prof. U zunçarşı l ı 'nın verdiği bilgilere göre, "XVI. yy. hüyük alim/erinden" 1 5 6 1 'de ölmüş Taşköprü/üzade Ahmed İsamüddin Efendi de, "Şakayık" adlı kitabında özyaşa­möyküsünü verirken medreselerde okuduğu dersleri ayrıntıla­

rıyla uzun uzun saydığı halde matematikten, astronomiden filan hiç söz etmemektedir.

Yani, Fatih 'ten hemen sonra, II. B ayezid döneminde öğreni­

me başlayan Taşköprülüzade 'nin medreselerde hiç matematik

okumamış olmasına bakılırsa, "Kevôkib-i Seb' a" da sözü edi­len, "medrese/erde, hendese dersinde Semarkand/ı Şenısa/din Melmıed' in Eşkôl-i Tes ' is ile Öklidis' in kitabı mn, hisôb dersinde de Bahirye adlı kitahın" okutulmasına, olaki gerçekten de Fatih

:?.Hı

Page 227: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

detmek, Allah' ı re sıfatları hakkında olan dini inançlan dü:::e/t­mek re incelemek i�·in KEL4M ilmine geçilmektedir Bu derste . Allah ' m rar!t,�ınt ishat konusunda olan İsbat-ı Vacip kitahı ile birlikte (yukarda da belirti/d(� i gibi, 1350' /erde ya::: t!mış) M evô­kıf ile şerh ı·e hoşiyeleri okutulnwktadır. M el 'fikıf. her ne kadar ke/ônı ilmi ise de, alet ilinılerinin ciim/esini, hikmet (felsefe) . hey' et (astmnomi) , hendese (geometri) ı ·e lıisôbı (aritmetik) de içermektedir. Hendese ilminde (gene Prof. Uzunçarşıl ı 'nın ver­diği bilgilere göre, Semerkand' l ı Şemseddin Mehmed' in, Okli­dis 'in kitabının sunuş bölümü ile üçgenleri anlattığı bölümler­den aktarmalar yaparak yazdığı) Eşkô/-i Tes ' is (temel şekiller) adlı bir kitap mn/ır, onu okumaktadır/aı: Ondan sonra Öklidis ' i okumaktadır/ar. Hisabda (İran/ı u/enw Bahauddin el Anıili ' nin XVJ.yy. da ya:::dı,�ı Bahaiyye de denilen Hu/asatu' /-Hisab adlı kitabı ) Bahôiyye vardu; onu okumaktadırlar Hey' et ilmi (astm­nomi) hayalden ve fara:::iyattan ibaret olup hendeseye nisbet/e güçce o/du,�wıdan onu sonraya altkoyup miistaki/en ders etmek­tedirler. Ke/ôm ilminden sonra da F1K1H USULÜ ilmine başla­nt!maktadır. "

Prof. Uzunçarşılı ' ya göre de, "Osmanlı medreselerinde oku­tulan derslerin en nıiihinımi Hanefi fıkhı olup , bu derste okutu­lan kitap da, 1 197' de vefat etmiş Maveraünnehr' li Şeyhiiiislam Burhaneeldin Merginani' nin ya:::dı,�ı Hidaye isimli kitaptır, pek meşhurdur ve İ s lam hukuku cihetinden iimnıiihattan (ana kitap­t ardan) sayt!maktadır. "

"Alet ilinıleri tamamlandıktan sonra HADİS USULÜ ilmin­de bin beyitten ibaret olan Elfivye 'yi e:::berlemektedirler. Ardın­dan H ADİ S ilmine başlayıp , biri altı yü::: bin , di,�eri iiçyü::: bin ha­disten (Peygamberin sö:::/erinden) tasnıf edilmiş (grup/andm/­mış) re Allah ' ın kitabından sonra kitap/ann en sahihi (en ger­çe,�i . en sa,�/am ) o/am Bulwri \ '(' Miislim kitap/arım okumakw­dt!ar. Ondan sonra ise , en iistiin dilek re en yiice istek olan TEF­SİR ilmi gelmektedir Te(1ir ilminin me/m i/eri (temeli ! de. liigaf (sidiikbilim ) . smf (di/bilgisi ) . nahir (sii::: di::: imi) , iştikak (a\'111 kiikten tiiremiş sii:::cük/erin hirhirlairle ilişkileri) . IIUtall i (sii::: -

Page 228: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

döneminde ve Fatih ' in karşı konulamaz gücü yüzünden başla­nılmış, ama ne var ki bu derslerin ömrü de ancak Fatih 'in ömrü kadar olmuşur galiba.

Kanuni de, matematik derslerinin Fatih ' in ölümünden hemen sonra eğitim programlarından çıkarılmış olduğunu bildiği için

mi acaba, gücünü kullanıp, matematik dersini yeniden zorunlu kılmak yerine, ayrı bir "Riya:::iyat Medresesi" kurma yolunu yeğlemiştir, kim bilir? . .

Ama ne acıdır ki, bu özel medresenin ömrü de galiba Kanu­ni 'nin ömrü kadar olabilmiştir ancak, gördüğümüz kadarıyla.

Bu nedenle, Osmanlı medreselerinin tarihini ele alırken, 14 70- 1 560 arasını "Fatih-Kanuni dönemi" diyerek bir bütün halinde değerlendirebilmek de pek gerçekçi bir yaklaşım olma­sa gerektir sanırız.

Çünkü , Fatih dönemi ile Kanuni'nin "Riya:::iyat Medresesi" dışında Osmanlı medreselerinde ce bir geometri gibi derslerin de okutulduğunu söyleyebilmek gerçekten olanaklı mıdır acaba? Doğrusu, kuşkuluyuz . . .

Nitekim, Osmanlı medreselerinde bütün tarihi boyunca ce bir, geometri, astronomi vb. gibi bilimlerin de okutulduğu görüşün­de olan C emt İ:gi bile, bu konuda sağlam bir kanıt bulamadığı için olsa gerek ki, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi ' nce

Ekmeleddin İhsanoğlu 'na armağan olarak yayım lan an bir kitaba yazdığı "Osmanlı Medreselerinde Aritmetik ı ·c C ehir E,�itimi ve Okutulan kitaplar" adlı incelemesinin daha başında, tezini, olsa olsa yöntemiyle, "Aritmetik (hesap) ilmi, nama::: vakitlerinin ve kıh/enin tayininde ve miras taksiminde, muame/ata dair ha:::ı mesele/erde gerekli olması dolayısıyla medresede ö,�retilen ilim­ler arasında yer almıştır. " diyerek savunabi lmektedir ancak. (Osmanlı Bilimi Araştırmaları, İst. Üni. Edebiyat Fakültesi Ya­

yın ı . İstanbul 1 99 5, s . 1 29) Bulabi ldiği tek tanık da, ilginçtir 1 78 1 - 1 786 yıl ları arasında

İstanbul 'da bulunmuş bir İ talyan din adamıdır. Ahhe Toderini adlı bu papazııı anılarında, "Tiirk/erin aritmektikte pek derinleş­tiklerini. hu il/Ili Arapça kaynaklar ii:erinden �·ocuk/uk/amıdan

Page 229: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

itibaren medreselerde öğrendikleri ni ı ·e bu konuda (XV lll yy. daki) Avrupa matematikçilerini hile şaşırtacak derecede bilgili olduklannı" yazdığım belirtmektedir. Ancak, gene kendisi , aynı

yazıda, "Osmanlı medreselerinin müfredat programılll en ayrın­li/ı bir şekilde ıwen" tek belge olarak değerlendirdiği "K edi­kih-i S eb ' a" da, aritmetik ve geometrinin "malısusar kahilinden (ak ı/la kavranabilir) olup , çok fikre i htiyaç göstermedi,� i" için bilimden sayı lmayıp, "medrese/erde miistaki/ ders olarak oku­tu/madığmın" belirtildiğini de yazmaktadır.

Üstelik, hemen ardından "bu düşünce tartışılmaya muhtaç­tır" diyerek "K en/ki h-i S eb' (/' nın verdiği bu bilgiye de şiddet­le karşı ç ıktığı , sanki İtalyan papazın dediklerini doğrulayıp, ka­nıtlamak amacıyla kaleme alınmış bu yazısının sonunda, gene

kendisi, "Medrese/erde okur/uan ileri bir aritmetik değil, günlük hayattaki pratik işlerde ı ·e jikılı ilminde (jerai:delmiras hölüşü­münde) yararlı olan dört işleme dayanan bir aritmetik olup, medreselerde ana ders de,�il, yardımcı ders/erdendir. " diye yaz­mak zorunda kalmıştır, ne acıdır ki . . .

Fakat ilginçtir, Sayın yazar, gene aynı incelemesinde "Os­manlı u/emasmın hesap i/mini, daha ziyade matematiği meslek edinmiş kimselerden ö:e/ olarak ö,�rendik/eri miişahade edil­mektedir. " dediği halde, sanki bütün bu yargılara kendisi varma­mış gibi, daha sonra, bu kez medrese konusundaki bilinebilen genel bigilerle birlikte, kimi ulemanın bu konuda yazdığı didak­tik manzumeleri, tuttukim tarih notlarını , risalelerini filan uzun uzun aktarıp, bu bilimierk de ilgilendiği söylenilen u lema bi­yografilerinden ve bu konuda İslam ülkelerinde kaleme alınmış kitaplardan alıntılarla, bu yazısını alabildiğine genişletip, ger­çekten de görünüş olarak göz doyurucu oylumda güya bu savı kanıtlayan, "Osmanlı Medreselerinde İli m" adlı iki ciltlik bir ki­tap daha hazırlamıştır.

Ne var ki, bu çalışmasında da, Osmanlı medresclerindeki müfredat programı hakkında günümüze ulaşmış önemli kaynak­lardan biri olarak nitelendirdiği İslıak h. H asan et- Tokadf' nin de. Na:nuı' 1- U/ı/m adlı kitabında geometri için, "/lende.1·e ilmi

Page 230: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

muhahttr (din yönünden herhangi bir sakmcast yoktur). Riiğtp, Zai' a ad lt eserinde. hendese ö,�renmek isteyen bir kadt ile ilgi­li bir hikaye nakleder. Kadtya . 'Bu yaşta hendese ilmiyle ne ya­pacakstn ? ' dire sormuş/ar. Kadt da . 'Kalbimde kendisine karşt hir diişmanltk olmasm diye bu fenni bilmek istiyorum. demiş . " diye yazdığım aktarmaktadır. Yani , kadı , medresede hendese okumamıştır ve bu bilime bakış ı , gerçekten de sözcüğün tam an­lamıyla dehşetengi:dir, gene kendi dilleriyle (Age, c-1 s. RO)

Bir başka aktarmaya göre, XVII .yy. da yaşamış adı bilinme­yen bir ulema da, "Risale fi ' I-Hey' e" adlı kitabında, gördüğü dersleri sayarken, "Şerhii ' 1 Eşkali' I-Hendese" yi de dinlediğini belirtmektedir. Yani , geometri dersi okumamıştır, geometrik şe­killerle ilgili bir konuşma dinlemiştir sadece. (Age, c- 1 , s. l 00)

Ahmed Cevdet Paşa, Te:::akir adlı kitabında verdiği bilgilere göre, müderris olduktan sonra, karşılığında onlara şeriatla ilgili özel dersler vererek, Hendesehane-i Berriye (Kara Kuvvetleri Mühendishanesi) lıocast miralay Nuri Bey' den hisab, cebir, hendese, logaritma, usul-i lıendese, Hüseyin Rtfkt Bey'den M ec­mil' at u' /-Mühendisin , Oktallf Ri sa/esi, İshak Efendi' den U/um-1 Ri yii:::iyye dersleri alnuşttr. (Age, c- 1 , s . 1 06)

Saçaklızade Melımed bin Ebubekir el Maraş/ de, " Tertibu' l­U/um" adlı kitabında, "hisiib, hendese, hey' et ve ane gibi ilim­leri n, medreselerde ':::aman elverdikçe' öğreti/diğini" yazmakta­dır. (Age, c- 1 , s. 1 99)

Görüldüğü gibi , Osmanlı medreselerinde matematik, fizik vb. gibi dın dışı bilimlerin de okutulduğunu söyleyebilimek, gerçekten olanaksızdır. Okutuluduğu söylenilen medreselerde de, gene görüldüğü gibi, şayet :::aman kalu·sa, yani müderrisle­rin keyfine göre, o bilimle ilgili birkaç basit bilgi verilmekle, ör­neğin aritmetik dersinde dört işlemin öğretilmesiyle yetinilmiş­tir sadece, hiç kuşku yok ki . . .

Hatta, gördüğümüz kadarıyla, diyelim bir müderris buluna­madığı için okutulamamış olsa bile, hesap, hendese, hey 'et vb. gibi bilimlerin bütün medresderin eğitim programlarında, hiç olmazsa yardımcı dersler şeklinde bulunduğunu söy leyebilmek de kesinlikle olanaksızdır doğrusu.

2�0

Page 231: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Çünkü, gene bu çalışmaya aktarılmış kimi belgelere göre, herhangi bir müderrisin derslerinden birinde, ola ki boş bulunup

bu bilimlerden de söz etmesi olas ılığına karşı bazı medreseler­de, daha kuruluş sırasında vakıf senedine yazılmak suretiyle, bu

bilimlerin okutulması kesinlikle yasaklanmıştır. Örneğin, 1 1 7 . sayfadaki bir alıntıda, "Kara Timurtaş Pa­

şa' 11111 o if/u Umur Bey tarafından (ll. M ur ad döneminde) B erRa­ma'da yaptm/an medresenin ı ·af...fiyesinde, medresede sadece nakli ilimierin okutulmasım ll, kat' i_vet/e ak/i ilimiere giri/meme­sinin şart koşulduifu kaydedilmektedir. " denilmektedir.

Gene aynı yerde, "Sultan //. Murad tarafından 1435 'te Edir­ne' de Tunca ımıaffı kıyısında yaptınlan Dan'i/hadis medresenin vakfiyesinde de, müderris/erin medresede kesinlikle felsefi ilim­ler/e iştigal etmeyeceklerinin yazılı o/duifu" beliıtilmektedir.

İlginçtir, Osman Nuri Ergin ' in "Türk Maarif Tarihi" adlı kap­samlı çalışmasında verdiği bilgilere göre de, bir Osmanlı med­resesinde bir müderrisin matematik dersleri vermesi için özel olarak atanırtası da, l 729' larda, ilk kez Lale Devri 'nde, Batılı­laşma girişimleri sırasında olmuştur. Sadrazam Nevşehirli Da­mat ihrahim Paşa ile eşi Fatma Sultan' ın birlikte kurdukları, Şehzade Camii çevresindeki bir medresenin vakıf senedinde; "Medreseye 1 00 akçe yeı·miyeli hir müderristen haşka, h ir de 1 O

akçe yemıiyeli hir hisah hocasının" atanacağının kaydedildiği belirtilmekte dir.

Doğrusu, medresderin s ınıflandırılmasında ve müderrislerin değer sıralamasında kullanılan tek ölçütün ücret olduğu düşünü­lürse, Osmanlı medrese eğitiminde matematik bilimine ne denli önem verildiği de, salt müderrisine ödenen bu 1 O akçe yevmiye­den bütün çıplaklığıyla aniaşılsa gerektir galiba.

Ayrıca, Cevat İzgi de, bu çalışmasında, "Osmanlı medrese ve l'alfiye/erinde elfitim kadrosunu oluşturan müderris ı·c nıuid (yardımcısı ) yamnda h ir d e hisiih hocasının görev/endirildiifi ne dair haşka hir örne,�e rast/anmamıştır " diye yazarak, bu olgu­yu da, Lale Devri ' ndeki Batılılaşma sevdalılarının geleneksel yapıyı bozmaya yönelik bir başka girişimi (hevesi) şeklinde de­ğerlendirmektedir sanırız.

23 1

Page 232: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Hatta, bu bil imlerin medreselerde okutulması şöyle dursun,

Ahmet Refik'ten öğrendiğimize göre, ulema,bu konulardaki ki­tapların medresdere vakfedilmesine bile fetva vermemiştir.

III . Ahmed döneminde cephede şehit düşen Sadra::.anı Ali Paşa' nın, ölümünden önce kitaplarını da vakfettiği anlaşıl ınca, böyle bir vakfın dinen caiz olup olmadığı Şeyhiiiislam İsmail Efendi ' den sorulmuştur. O da; "Kişi, sahip olduifu ilmi kitaplar l'akfolsun deyup müreve/liye (vaktf yöneticisine) teslim ettikten sonra ölmüş olsa hile,felsefe, nücum (ytldtz ilmi) ve yalanlarla dolu şiirler ve tarihe ilişkin kitaplan vakfa girme::.. O gibi kitap­Iann val-fedilmesi dinen caiz deifildir. " diye fetva vererek, bu bilimlerin kütüphanelere girmesini bile engellemiştir. (Ahmet Refik Altınay 'dan aktaran Alpay Kabacalı, Cumhuriyet gazete­si)

Burada hemen şunu da belirtelim ki, tarihçilerin verdikleri bilgi lere göre, 1 7 1 3 'te sadrazamlığa getirilen ve 1 7 1 6 'da A vus­turya savaşında cephede şehit düşen Sadrazam Şehit Ali Paşa, Anadolu ' da doğmuş bir köylü Türkmen çocuğu olmasına kar­şın, bir rastlantı sonucu 1 690'ların başında, bir Paşanın yardı­mıyla küçük yaşta Saraya alınmış ve enderunda yetiştirilmiştir. Yani medreseli deifildir. Ancak, "akil, kamil, alim ve faztl" biri­dir. Birçok şair ve müzisyen gibi Şair Nedim 'e de sadrazamlı­ğında büyük destek olmuştur. Ayrıca, Ord. Prof. Uzunçarşı l ı 'nın belirtmesine göre, "Avct !V Mehmed döneminde medrese haline getirilmiş Galatasaray' 1 da, yeniden E nderını okulu yapnuşttr. " U lema'nın öfkesi de, ola ki bu nedenledir . . .

Ahmet Refik de, b u olayı aktardıktan sonra, "Bu anlaytş, an­cak ha tt kültürü ile , po::.itıf hi/imler öifrenilerek tedavi edilebilir­di. Bu ise Osman/i toplumunda olanak dtşt idi ." diye yazmak ta­dır. (Osmanlı 'da Hoca Nüfuzu, s. 1 58- 1 59)

1 700 ' lü y ılların başlarında Maraş ' ta doğmuş, öğrenimini

Maraş'ta tamamlayıp icazet (diploma) aldıktan sonra İstanbul 'a ge lerek medreselerde müderrislik yapıp ders vermiş, ardından çeşitli kadılıklarda bulunmuş, XVIII. yüzyıl ın ünlü ulemasından

Slimhül::.ade Vehbi Efendi' nin , Şair N abi 'nin, oğlu Ebulhayr

Page 233: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Mehmed Çelebi 'ye ahlaki öğütler veren "Hayriyye" adl ı didak­tik mesnevisine nazire olarak (öykünerek) oğlu Lütfuilah için yazdığı "Lütfi)·e-i Vehbi" ( Yehbi 'nin Bağışı) adl ı divanı da, u le­manın felsefe, mantık, hendese, hey 'et gibi bilimiere bakışını bütün çıplaklığıyla göstermesi açısından, bilindiği gibi, çok ün­lüdür.

Güya, oğlu Lütfuilah 'a öğütlerine, "Bilim sahibi ol. Bilim maldan daha def?erlidir. Malım yitirebilir veya çaldırabilirsin, ama kafandaki bilgiyi kimse alamaz . " diye eğitimin ve bilimle­rin önemini vurgulayarak başlamaktadır, ama söz din dışı bilim­Iere gelince hemen gardını alıp çekmektedir kılıcını. Örneğin, ilm-i hikmet için, "Fe/sefiyata tevagu/ eyleme 1 Ruz-u şeb anı te­cmmü/ eyleme 1 Hikmet-i ha/ik' i bilmek mah/uk" , yani "Felsefe ile fa::/a uf?raşma, düşünüp durma gece gündüz, Tanrının sırrını bilmez kul, evrenin sırrını Aristo da Platon da anlamaz, ileri sü­rı"i/en kanıtlar hep yanlıştır, dof?anın snTına kimse ulaşamaz. " diyerek, felsefeyi kesin bir dille yasaklamaktadır. B ir kuşku ve kuruntu çemberi olarak nitelediği İ/m-i hendese için de, "İtibar eyleme pek hendeseye 1 Düşme ol daire-i vesveseye . . . Manfettil� sözünıı"iz yok ama 1 bi/ef?itsin onu mimar-ı bina " , yani "geomet­riye de pek yüz verme, bırak mimarlar uf?raşsın onunla" demek­tedir. İ/m-i kimya da "flazreti Musa' n ın bir mucizesidi1� ondan başkası bu işe akıl erdiremez , zaten şimdeye dek de kimseyi zen­gin etmemiştir. "

Görüldüğü gibi, ünlü "alim" ve şair Sümbü/zade Vehbi Efen­di de felsefe, geometri, kimya vb. bilimlerin öğretilmesinde ke­sinikle yararı görmemektedir.

Oysa, ola ki Sümbülzade Vehbi Efendi 'nin bu satırları yazdı­ğı günlerde, yeni bir topçu birliği kurması için S u !tan III. Mus­tafa'nın çağrısıyla askeri danışman olarak İstanbul 'a gelen Ba­ran de Tott da bilindiği gibi, bir yandan Tophane'yi yeniden dü­zenletip, yeni teknikiere göre, "ardı ardına gül/e atabi/en " top­lar döktürürken, öte yandan da, I 773 yılında Haliç tersanesinde­ki küçük bir odada, orduya teknik eleman yetiştirmek amacıyla

Osmanlı tarihinde ilk kez "Rim::ı\e Mektebi" adıyla medrese

Page 234: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

dış ında bir okul açmıştır. Ne var ki, bu girişime de, kendisine hendeseci diyen bir grup ulema şiddetle karşı çıkmıştır. Bunun üzerine, Sultan, danışmanından karşı ç ıkanların bilgilerini ölç­mesini istemiş, ancak açılan s ınava da sadece 6 kişi girmiştir. Baran de Tott, "Padişahın büyük memurlarından seçilmiş iki mümeyyizin huzurunda yapılan" bu s ınavla ilgili olarak anıla­

rında; "Bu imtihanda kısaca , h ir mü sellesi n üç :::avi yesi mecmu­unun (bir üçgenin iç açılarının toplamının) ne olduf!unu sordum; içlerinden sadece hiri cesaret edip, 'nıüse//esine (üçgenine) göre deRişir' diye cevap verdi. İmtiham dahafa:::la u:::atnıa,�a ge­rek kalmadıltı anlaşılmıştı . Fakat şunu da söylemeliyim ki, bu ki­şilerin hemen hepsi de yeni mektehe yazı/maRa talip oldular. " demektedir. (Mümtaz Turhan , age, s. 202)

Ama, gene Baran de Tott ' un anılarında anlattığına göre, bir üçgenin iç açılarının toplamının kaç derece ettiğinden habersiz bu ulema takımı, " Yeni teknikle dökülmüş bir topun Padişahın hu:urunda yapılacak ilk denemesi sırasında, Fransız askerleri­nin topun namlusunu domu::: kılından yapılmış hir fırça ile yaf!­ladıklanm görünce olay çıkartmaya kalkışmıştır" hemen . . .

Bi lindiği gibi, Baran de Tott ' un kurduğu tek derslikli bu okul da daha sonra I . Abdülhamid döneminde geliştirilerek "Mühen­dishane-i Bahri -i Hümayun" (Deniz Kuvvetleri Mühendislik Okulu) adıyla bir yüksek okul haline getirilmiştir. Ama üzülerek belirtelim ki, ne bu okuldan, ne de 1 794 'te III . Selim dönemin­de "Miilıendislwne-i Be1-ri -i Hümayun" (Kara Kuvvetleri Mühendislik Okulu) adıyla kurulmuş ikincisinden beklenilen

sonuçlar elde edilebilmiştir. Çünkü , bu okullara alınacak nitelik­te, yani aritmetiğin temel bilgileri olan, eskilerin deyimiyle "amal-i erhaa · · (dört işlem) ile "kenar cetveli" ni ( çarpım tab­losu 'nu) medresede okuyup öğrenmiş öğrenci bulunamamıştır.

Nitekim, Prof. Celal Antel de, 'Tanzimat Maarifi" adlı in­celemesinde, "Devletin mülki ve askeri ihtiyaçlan için açılmış olan Yüksek ihtisas mekteplerinde (Miihendishanelerde) de ta/ı­sil o kadar fena idi ki, Sultan ll Mahmud 182 6 ' da Rusya · ya karşı auı,�ı harpre. ne Bahri_\·e mektehinden yetişmiş hir kaptan.

Page 235: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

ne de Mühendishaneden verişmiş hir :ahir ( suhay) hu/ahilmiş­tir. " diye yazmaktadır. ( Age, s . 444)

Çünkü , ' '1. Mahmud döneminden lll Selim dönemine kadar. yükseköğretim okullan olarak açılan hu fen ı · c askerlik okul­/anna, verilecek yı'iksek ö,�renimi alacak dü::eyde öğrenci hu/wıamamaktadn: "

Dr. Adnan Adımr ' ın " Osmanlı Türklerinde Ilim '' adlı değer­li çalışmasında çok güzel belirttiği gibi, bilimlerin XVIII. yüz­y ıldaki gelişmelerinden Türklerin haberi bile yoktur. Fizik, kim­ya, matematik gibi, bilimlerdeki yeni gelişmelerin adlarını bile duymamışlardır. "Riya:iyat adma hô/ô hendese mukaddeme/eri (giriş kitap/an) , hesap adına da (XVI yiizyılda yazılmış) risa/e­i hehaiye şerhleri (açıklama/an) ellerde dalaşmaktadır "

Dolayısıyla, medreselerden yetişenler, şayet okulu bitirdik­ten sonra özel ders alarak öğrenmemişlerse aritmetik ve fen gibi konularda birşey bilmemektedirler. Örneğin, F atma Aliye Hamm da, babası Ahmet Cevdet Paşa' nın, "Medrese/erde öc�­retilmekte olan ilimler/e yetinmeyip, ehi/ ve erhahı olan kim­selerden okutulmayan dersleri de öğrenmeye gayret ettiğini" ve "hesap, /ogaritme, cehi1; hendese" gibi bilimleri, "Mühendis­hane-i Berriye mua//imi Miralay Nuri Bey' den , karşılığında Arapça dilbilgisi vh konularda dersler vererek öğrendiğini" yazmaktadır. (Fatma Aliye Hanım, Ahmet Cevdet Paşa ve Zamanı, Pınar Yayınları, İ st. 1 994, s. 3 1 )

Prof. Niyazi B erkes' in belirttiği gibi, "Bu yı'izden de, h u fen ve askerlik oku/Ianna kırk, elli, hatta altmış yaşlamıda sakallı öğrenciler hu/unahi/mektedir" ancak, (Türkiye ' de Çağdaşlaş­ma, s. 1 76) Bu öğrenciler de, okulu bitirdiklerinde, doğallıkla hemen emekli olmaktadırlar zaten. Orduda görev alabilmelerine biyolojik olarak olanak yoktur.

Görüldüğü gibi, medrese/er, bugünkü anlamda halkın eğitimi ile ilgili örgün genel öğretim kurumu değildir kesinlikle.

Tam karşıtı, dini bilgiler vererek Sünni-Hanefi İslam inancını

yaygınla�tırmayı amaçlayan ve Osmanlı devletinde örfi hukuk­la birlikte uygulanmı� şer ' i hukuk için, Sünni-Hanefi inancı

Page 236: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

doğrultusunda şer ' i hukukçu yetiştiren bir çeşit meslek okuludur sözcüğün tam anlamıyla.

İ slam Ansiklopedisi 'nin "'Mescid" maddesinde verilen bil­gilere göre, İslamiyet ' te , halka Müslümanlığı öğretmek ve Kuran ' ı ez berietmek amacıyla eğitim de daha ilk günden itibaren camide yapılmaya başlanılmıştır. Yani cami, hem top­lantı salonu, hem mahkeme, hem konukevi, hem de okuldur. Cami ile okulun ayrılması ise, ilk kez XI. yüzyılda olmuş, Fatımller, Ş ii l ik inancını daha da yaygınlaştırabi lmek için Kahire 'de "Dar al-ilm " adıyla ayrı bir eğitim kurumu oluştur­muşlardır. Dar al-i/m ' ler aracı lığıyla Şiiliğin hızla yaygınlaş­ması karşısında da, bu kez Sünniler, Şiil ik propangandasını kır­mak ve kendi inançlarını yaygınlaştırmak amacıyla medreseler açınağa başlamışlardır. "Medrese/er, her şeyden önce fıkıh okur­mak içn kurulmuş o/duk/armdan, her medrese de hir mezlıehi temsil etmektedi1: " Bu medreselerde de Kuran, hadis, Arapça ve fıkıh okutulmaktadır. " 1 1 62 yılında Kalıire valisi Alımed Paşa ' mn Az har camiinde sordı(�U has it ri yaziye ve hey' et sorımiarım lıiçhir şeyh cevap/andıramamıştn; çünkü hwı/ar da ancak miras hukukunun Merektireceifi kadar hesap okumuş/ar­dır. " Görüldüğü gibi, medrese eğitiminin temel amacı, ilk gün­den beri Sünni mezheplerin propagandas ın ı yapıp yaygınlaş­masını sağlamaktır.

Hiç kuşku yok ki, Osmanlı medreselerinin temel amacı da, genel kültür vererek halkı eğitmek ve bugünkü anlamda bilim adaını yetiştirmek filan değil , Hanefi mezhebinin propagan­dasını yapıp yaygınlaştırarak, ü lkenin Hanefi şeriatma göre yönetilınesini sağlamaktır.

Öyle ki, medreseyi de bu açıdan ele alıp irdeleyen, Hanefi Doç.Dr. Hasan Akgündüz, yukarda :mdığımız çalışmasında, "//. Murad döneminde Falıreddin Acemi adlı hir fakilıin (fıkıh hi/­gininin) ilk ke::. şeyhiiiislam /akahıya yan resmi hir ilim otorite­si konumwıda giireı-!endirilmesini" bile, "yeniden a/eı-lenen şiilik hareketini hertaraf ederek. şiili.�e karşı siimıi hi/inci ı ·e hiitiinleşmeyi hı::./andımwk" amacıyla yapıldığı şekl inde yorumlamaktadır. (Age, s. 309)

Page 237: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Ayrıca, hemen şunu da belirtelim ki , "ilim " sözcugu , ulemaca kesinlikle "hi/im " an lamına kullanılmamaktadır. Zaten, .!oh s. ?edersen de, İslam Ansiklopedisi 'ne yazdığı "Mes­cid" maddesinin daha başında "ilm " sözcüğünü "Buhar i' ni 11 de siirekli olarak hadis anlamında kıt!/andı,�ım " belirtmektedir.

Prof. Niyazi Berkes de, "İ/im sö:::ci(�ü hi/im demek değildir. İ/im , nakil ve akıl yo//any/a, yani Kitap (Kuran) ı·e Sünnetten (Hadislerden) gelen, kıyas (karşılaştırma) ve icma (içtihad) ile yorumlanarak geliştirilen Şeriat hilgisi demektir. Bu hilgiye sahip olana ii/im denir. U lema terimi de hunun çoğu/udur. Bu il­min öğretildiği okulım adı da Medresedir. " diye yazmaktadır. (Age, s. 1 74)

Nitekim, Osman Nuri Ergin de, "Türkiye Maarif Tari hi" ad­lı 5 ciltlik çalışmasının "Eski Medrese/er" bölümünün sonunda, çok sert bir dille, "Bu medrese/erin mem/ekete, Türk/üğe ve ilim alemine ne hizmeti ve faydası olmuştur:) Belli haşlı hangi alim­leri yetiştirmişir? Bunlar arasında heyne/mi/el (uluslararası ) şöhret/e haiz kimseler var mıdır? ',. diye sorduktan sonra, gene aynı sert dille; "Bun/an uzun uzadıya araştırmaya gerek yok, 'Hiç kimseyi yetiştirmemiştir' demekle yerinmek daha uygwı olur. " demektedir. (Age, c- 1 , s . 94)

Fakat ilginçtir, laik ayduı/anmız hile, ola ki biraz da ' bilim adamları' anlamına yordukları "u/ema" sözcüğünün gizemli çekiciliğine kapılıp, köken/erinin, bunca süre içinde eğitsel açıdan şöyle birazcık olsun ciddi biçimde incelemeye de gerek görmedikleri medrese/ere dayanıldığını söylemekten hala gizli bir övünç duymaktadırlar sanki . . .

Oysa, tamamının, ne Sünni-Hanefi mezhebinin belgilerinden (şiarlarından) doğru dürüst haberlerinin olduğu, ne de İslam şeriatını tam olarak bildikleri söyenilebilir. Arapçalarını ezber­lemek şöyle dursun, Kuran ' la hadislerin Türkçelerini okudukları dahi kuşkuludur. Bu nedenle, medrese diliyle "ilm " sahibi değillerdir kesinlikle ve "u/cma" sayılabilmeleri elbette söz konusu değildir. Dolayısıyla, bu aydınların kökenierinin med­

reseye dayandığını söyleyebilmek de, bilimsel olarak olanaksız-

Page 238: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

dır. . . Tıpkı onlara ' 'aydın 1 ente/ektiie/" diyebilmenin olanaksız olduğu gibi . . .

Aydınlarımızın, gördüğümüz kadarıyla günümüze ulaşm;ş bu konudaki tek ciddi belge olan, Fatih ' in Sadrazam Mahmud Paşa ile Ali Kuşçu ve Molla Hüsrev 'e hazırlattığı "Kanwı­name" ye bakıp genelleyerek, medreseler in halkın eğitimiyle il­gili genel kültür veren bir örgün öğretim kurumu olduğunu, an­cak XVI. yüyı lın sonlarından itibaren yobaz hocalar yüzünden

yozlaşarak bilimsel niteliğini yitirdiğini ı srarla savunmaları da, doğrusu bu konuda düştükleri bir diğer önemli yan ılgıdır bizce.

Nitekim, Ord,Prof. Uzunçarşı l ı , "XVI. asır sonlarına do,�ru hem müderris kalitesi itibariyle ve hem de tedrisat ve ta/ehe cihetiy/e medreseler hozu/ma,�a başlamış ve seneler geçtikçe hu bozukluk artmak suretiyle devam etmiştir Medrese/erin hozu/­masmda tefekkürü (düşünceyi) faaliyete geçirecek olan matema­tik, ke/ônı ve felsefe (hikemiyat) gihi ak/i ilimierin terk edilerek bunların yerine tamamen nakli ilimierin kaim olması birinci de­recede ômi/ olmuştur. " diye yazmaktadır. (Osmanlı Devletinin ilmiye Teşkilatı , s . 67)

Ord. Prof. M.Cavit B aysun da, İslam Ansiklopedisi 'n deki "Osmanlı Medreseleri" maddesinde aynı görüşü savunmakta ve "Hesap, hendese, hey' et ve hikmet XVI. asrın sonlarından itibaren, dini akide/ere muha/ıf(aykırı ) görü/di(�iinden, ka/du·ı/­mıştır. " demektedir.

Oysa, Prof. Baysun 'un gene aynı maddede verdiği bilgilere göre, "Medrese/erde okutulan hi/imler üçe ayrılmaktadır; Tefl·ir, hadis ve fıkıh ulum-u ôliye (yüce/dinle ilgili hilim/er)dir; ke/ôm, he/agat, mantık, s mf ve na hiv ulum-u ali ye (aletle ilgiliiteknik bilgiler l'eren hilim/er)dir: hesap, hendese, hey' et ve hikmet (fel­sefe) ise c/iz' iyattan (önemsiz hilgi/erden)dir. "

Yani, XVI. yy. sonlarına kadar okutulduğu savlanan bu ders­lerde de, gerçekten namaz saatlerinin hesaplanması ve kıblenin sapıanmasına yardımcı olacak birkaç basit bilgiden öte bir şey öğretilmiyar olsa gerektir zaten.

Page 239: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Medrese ve imparatorluk

Fakat ilginçtir, aydınlarımızın, Osmanlı devletinin XV. yüz­y ılın ortalarında İ stanbul 'u fetbederek bir imparatorluk haline dönüşmesini sağlayan kültürel temelin de medreselerce hazır­landığı konusunda hiç kuşkusu yoktur, gördüğümüz kadarıyla.

Avrupa'da, üstelik Orta Asyalı göçebe bir topluluğun, Roma İmparatorluğundan sonraki en büyük ve en uzun ömürlü impa­ratorluğu kurabilmesini, salt savaşçı l ık yetenekleriyle açıklaya­bilmek de, elbette olanaksızdır. Osmanlı İmparatorluğu da, hiç kuşku yok ki, Orta Asyalı göçebe imparatorluklardan da çeşitli kalıtlar taşıyan ve Asyalı olduğu kadar da bir Avrupa imparator­luğudur sonuçta, bizce de.

Birkaç anakara üzerine yayılmı� bu im paratorlukların ise, na­sıl bir kültürel temele oturdukları ve kendilerine özgü yeni uy­garlıklar yarattıkları da, eski Mısır, Yunan ve Pers imparatorluk­larından, Roma İmparatorluğu 'ndan, İ slam İ mparatorluğu 'ndan

, yeni çağlarda İngiliz, Avusturya-Macaristan ve Rus imparator­luklarından çok iyi bilinmektedir. Nitekim, denizaşırı topraklar üzerindeki egemenliklerini de, hiç kuşku yok ki, temelierindeki bu köklü kültürler ve yarattıkları yeni uygarlıklar sayesinde sür­dürebilmişlerdir yüzyıllar boyu.

Dolayısıyla Osmanlılar da, üstelik medreseli tarihçi lerin "Ti­mur Fl"tması" "Topa! Kasırga" "Mo,�ol İstilas ı" gibi Holly­wood senaristlerini bile kıskandıracak dramatiklikte tamlama­

larla adlandırdıkları ve yengiden sonra Moğol askerlerinin Ana­dolu 'yu taş üstünde taş bırakmayacak şekilde yağmaladıklarını söyledikleri 1402 Ankara savaşının ardından yaşanan onküsur yı l l ık fetret dönemine kar�ın, gene de kısa bir süre sonra İstan­bul ' u fethedip, Bizans 'a son vererek bir imparatorluk haline gel­

meyi, mutlaka sahip oldukları köklü kültür ve uygarlıklar saye­sinde gerçekleştirmişlerdir.

Osmanlı uygarlığının temelini oluşturan bu yeni imparator­

luk kültürü de, gene hiç kuşku yok ki , Türkmen boylannın Orta Asya'dan sürükleyip getirdiği göçebe Şaman kültürü ile Selçuk-

239

Page 240: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

lulardan miras kalan İslam kültürünün, fethedilen tekfurluklar­daki Bizans kültürü ile karışımından Osmanlılarca tam birbuçuk yüzyılda gerçekleştirilmiş yeni bir bireşimdir, bizce de . . .

Örneğin, daha üçüncü sultan döneminde, XIV. yüzyılın son­larına doğru , I. Murad ' ın kurduğu Yeniçeri Ocajtı ve bu ocaklı­larla dirlik (tiınar) sahiplerinin sağladığı askerlerden oluşan ye­ni Osmanlı ordusu, dünya askerlik tarihi açısından da, bizce hiç kuşku yok ki bir dönüm noktası sayılsa gerektir.

Bi lindiği gibi , o tarihe kadar Osmanlı Beyliği'nin savaş gü­cü, kendi aşiretinin erkekleri yle, kendileriyle işbirliği yapan öte­

ki Türkmen aşiretlerinin gönderdiği savaşçılardan oluşmaktadır. Nitekim, başl arda da belirtildiği gibi, Sultan I. Murad da, gene böyle bir fetih seferi sırasında Karaman beyinin beraberinde ge­tirdiği "hir nice kılıksız kıyafetsiz" aşiret savaşçı larına bakarak, yanındaki komutanlara: "Askerimizin hir maskarası eksik idi. Sajt olsun, soylu cömertlijtiyle ol hizmeti de Karamanojtlu gör­müş. demiştir.

Ücretli askerlik, elbette Osmanlılarla başlamış değildir. Ta­

rihçilerin belirttiklerine göre, eski Çin kaynaklarında ücretli as­kerlikten söz edilmektedir. Roma ordusunda üretli askerler var­dır. Yani, ücretli askerlik uygulamasının tarihi çok eskilere kadar

gitmektedir. Ancak, 9- I O yaşlarındaki sağlıklı tutsak çocukları seçip, özel

olarak eğitip yetiştirerek savaşçı yapmak ve onlardan yeni bir ücretli (sürekli) ordu kurmak, kesinlikle Osmanl ı uygarlığının bir ürünüdür. Asl ında, "penç-ü yek" denilen bu usül de, İ slami­yetİn ilk günlerinden beri, tutsak pazarlarında her beş Hıristiyan savaş tutsağından birinin ederini savaşçıdan devlete vergi olarak almak suretiyle zaten uygulanagelmektediL Ne var ki, hazineye gelir sağlamak yerine, vergi karşıl ığı olarak, eğitip savaşçı yap­mak üzere bu tutsaklar arasından sağlıklı çocukları seçmek, hiç kuşku yok ki, Osmanlı larca gerçekleştirilmiş bir yeni bireşim (sentez)dir.

Dünya askerlik tarihi açısından Osmanlı ordusunun özgün olan yanı sadece " Yeniçeri Ocajtı " da değildir üstelik. Kuşku-

240

Page 241: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

suz, ordunun asıl vurucu gücü, çekirdeği Yeni�·eriler ' d ir. Ancak ordunun yüzde seksenini Seghanlar oluşturmaktadır ve onların sağlandığı düzen de kesinlikle Osmanlılarca gerçekleştirilmiş yeni bir bireş imdir.

B ilindiği gibi, fetbedilen topraklann tasarrufu konusunda İs­lamiyetin ilk günden beri uyguladığı "ikta " sistemini de; Os­ınanlılar tıpkı tutsaklarla ilgili uygulamadaki şekilde, arazi-i öş­riyye ve arazi-i haraciye ' lerden hazineyG vergi toplamak yerine asker sağlamayı yeğlediklerinden değiştirerek, toprakların tama­mını arazi-i miri sayıp, bütünüyle kendilerine özgü "has, :::e­

amet, "timar" diye bölümleyip, dir/ik" veya "timar" s istemi

dedikleri yeni bir usulde, orduya beşte dördü oranında ve çoğu suvari , iyi eğitim görmüş asker sağlayacak biçimde uygulamış­lardır yüzyıllar boyu.

Tutsaklar arasından seçilip devlet adına alıkonulmuş bu Hı­

ristiyan çocuklarını asker olarak yetiştirmek için de Sarayda, ge­ne aynı günlerde "Acemi Oğlanlar Ocağı " adıyla bir askerlik okulu kurmuşlardır. Daha sonra da, bu okulda başarılı olmuş ye­tenekli çocuklardan subay ve üst düzey yönetici yetiştirmek üze­re, gene Sarayda, "Enderun Mektehi" adıyla bir de yüksek okul açmışlardır.

Askerlik okullarının tarihi, ola ki çok eskilere kadar gitmek­tedir. Ancak, burada hemen şunu da belirtelim ki, asker yetişı ir­mek için özel okullar açma uygulaması XIII. ve XIV yüzyıllar­da Avrupa'da da henüz pek yaygın değildir, bildiğimiz kadarıy­la. Ayrıca, bu okullar, Osmanlıların ta XVIII . yüzyılın ikinci ya­rısına dek ülkede devlet bütçesiyle açtıklan tek okullardır.

Görüldüğü gibi, bu yeni Osmanlı ordusunun çekirdeği , çağı­na göre oldukça önemli bir adım sayılması gereken yeni bir okulda yetiştirilirken, ana gövdesi de o tarihe kadar dünyada bir benzerinin daha gerçekleştirilmiş olduğu kuşkulu yeni bir sivil toplum örgütlenmesiyle eğitil ip yetiştirilmektedir.

Osmanlıların XIV yüzyılın sonlarında gerçekleştirdiği bu

büyük ba�an, elbette bir rastlantı değild ir. Örneğin, I. Murad,

önlerinde büyük hayvan sürü leri , Oıta Asya 'dan atalarının s ır-

24 1

Page 242: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

tında, üstü örtü lü arabalarda çoluk çocuk savaşa savaşa yürümüş gelmiş ve nicedir Çanakkale önlerinde bekleyen binlerce Türk­meni de, daha saltanatının üçüncü yılında, bugün bile ancak bir­

kaç devletin gerçekleştirebileceği büyüklükte usta işi bir örgüt­lenmeyle, bir çırpıda bağazın karşı y akasına, Trakya 'ya geç­irtmeyi başarmıştır. Tarihçilerio belirtikierine göre: " 1 363 ' de Cenevizlilere altmış hin altm navlun vermek suretiyle mühim miktarda Türk göçmenini Anadolu' dan Trakya' ya nakl ettirmiş­tir. " (Osmanlı Tarihi, c- 1 , s . 1 66)

I . Murad ' ın bu başarısı da, bizce en az Fatih ' in 2 1 -22 Nisan 1 453 'te, tarihçiler Tacizade 'ye göre 50, Kritovulos'a göre 67,

Ha/kandil' e göre 70, Barham 'ya göre 72 ve Dukas 'a göre de tam 80 gemiyi bir gecede, karadan yürüterek Beyoğlu 'nu aşırtıp Kasımpaşa'dan Haliç 'e indirtınesi kadar önemli bir olay sayılsa gerektir doğrusu.

Kuşkusuz, Fatih de, İstanbul 'u fethedebilmek için yalnız ge­mileri karadan yürütmekle de kalmamış, bir yıl öncesi, bir yan­dan 4 ay gibi bugünkü olanaklara göre bile oldukça kısa bir sü­rede, "duvar kalm/ığı yirmi heş hatve, kulelerinin yüksekliği 30 kadem olan" Rumeli hisarını Mimar Müslihiddin 'e yaptırırken, öte yandan da döneminin en büyük toplarını Edirne' de deneme­

ler yaptırarak bir Hıristiyan mühendise, Macar Urhan'a döktür­

ıneyi başarmıştır, bilindiği gibi. Gene aynı tarihçilerio belirttiklerine göre de, Rumeli hisarı­

nın yerine karar vermeden önce boğazdaki akıntıları inceletmiş, en dar yeri belirlemek için iki sahil arasını ölçtürtmüş, topogra­

fik harita üzerinde de Haliç 'ten Beykoz'a kadar bütün bağazı kontrol altında tutacak tepeyi saptatmıştır.

Yani, İ stanbul 'un fethi de, kimi çevrelerce ısrarla benimsetil­meye çalışıldığı gibi hadislerle, dualada sağlanmış bir tansık (mucize) değil, hiç kuşku yok ki, tam anlamıyla yeni bir kültür

ve uygarlığın başarısıdır. Söz konusu dönemdeki Osmanlı kültürü ve uygarlığı salt as­

kerlikle i lgili alanlarda da değildir, elbette. Müzik, edebiyat ala­nında da büyük gelişmeler sağlanmıştır. Örneğin, l l . Murad, bir

242

Page 243: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

yandan Enderun okulunu geliştirirken, öte yandan da Osmanlı müziği üzerine kuramsal kitaplar yazdırmış , ünlü müzisyenleri ve şairleri Saraya almı�tır. Örneğin, Meydan Larousse ansiklo­pedisinde belirtildiğine göre, "//. Murad, kendisinden Osmanlt nıü:iğiy/e ilgili hir kuranısal kitap ya:mastnt istediğinde, 'Aman hünkiinm, bu işi henden çok daha iyi yapacak Hact Ali, Sinan, Hüseyin , Ali , Eymen re Muhammed var' diyerek altt kişinin adt­nt daha saynuşttr Ht:tr hin AIHiu//ah. Gene tarihçilerio verdiği

bilgilere göre, II. Murad, bu musikinin en büyük ustası sayılan Abdülkadir Meragi' yi davet ederek, uzun süre sarayında ağıda­mıştır.

Yıldırım Bayezid ' in oğlu Süleyman Çelehi de, daha fetret döneminde, 14 IO ' larda, sultanlığını ilan eder etmez hemen Os­manlı divan şiirinin ilk ustası Ahmed/'yi saraya almış ve divan katipliğine getirmiştir. Bir başka divan şairi Ahmed Dai 'ye de kadılık vermiştir.

Bostanzade Yahya Elendi 'nin "Tuhfetu' u/ Ahhah" adlı tari­hinde belirttiğine göre ll Murat zaten "şiir yazan ilk Osmanlt su/tam" dır. Şairleri, edipleri, müzikçi leri saraya alıp korumuş­tur. Hatta, "şair ve edip/ere ytlltk olarak hir tahsisat da ı·ermiş­tir ve h u usü/ Kanuni' nin sadrazamt ihrahim Paşa' 1 1 111 ölümüne kadar sürnıüş" tür. (Prof. Uzunçarşılı, Osm. Tar. c-1, s. 528) Di­van şiirinin bir başka büyük ustası Şeyh/'ye, Geneeli Nizilmi 'nin "Hüsre\ ' ile Şirin"ini Türkçeye çevirtmiş ve kendisinden buna nazire olarak bir me s nevi yazmasını istemiştir. Ama ne yazık ki, Şeyh/, bu mesneviyi bitirerneden ölmüştür.

Askeri müzik kavramı , yani "mehter taktnu " ve "mehter müziği" de, bilindiği gibi bütünüyle Osmanlı uygarlığının bir ürünü ve insanlığa katkısıdır. Çünkü , ta XVIII . yüzyılın ortaları­na kadar, "Al 'rupa ordulan kuşkusuz işaret verici enstrunıan/a­n ve samşa girilirken hwı/an çalmastili hi/nıektedirler, ancak çeşitli enstrunwn/amı bir araya gelmesinden oluşan hir mt: tka taktnıt kullan nu ş de,�i//er" dir. Askeri müziği "kendi ordusunda da, Osman/t!amı ç111gmıkit detJ.nek/er. çoban k am/lan . zurna­/ar. dal' l t! l 'e diinıhe/ek/erden oluşan mehter taktmtnt örnek ala-

24:1

Page 244: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

. , .ak ilk uygulayan Po/om·a Kralı Jan Sohieski olmuştur. 1 74 1 ' de de Al 'llsturralı/ar mehter mü:i.�ini ordulannda kullanmaya baş­lamışlardır On/an Pntsya/ı/ar ı·e Ruslar i:/emiş, :anıan/a hiitiin Aı 'I 'IIJW benimsemiş" tir. (Georg Schreber, Türklerden Kalan, M ili iyet Yayınları, İst. ı 982, s. 309)

Daha sonraki yıllarda da, gene kendi gelenek ve görenekleri­

nin öteki etnik grupların gelenek ve görenekleriyle karışımından yepyeni bireşimlerle, "ôdah- ı muaşeret" ten me:ar taşı söylemi­ne kadar bütünüyle kendine özgü, yepyeni bir mutfak kültürü, ahşap yalı re konaktan, bizce yeryüzündeki en güzel formu ya­kalamış olan taş canıilere kadar yetkin bir mimarlık yaratmayı başarmışlardır, hiç kuşku yok ki . . .

Hele hele mimarlık . . . Gerçekten örnek bir yapıt olan Fa­tih ' in Rumeli hisarından sonra, "yan kuhhe/er/e merkezi kuhhe­yi destekleyip genişleterek daha büyük alaniann üstiinü örtme­yi" başaran Osmanlı mimarlığı, çağdaş mimarlığın kurucuların­dan Amerikalı büyük usta Frank L/oyd Wright 'a " Yeryüzüne iki mimar gelmiştir, biri Osmanlı Sinan, ötekisi hen" dedirtecek denli büyük mimar, Süleymaniye, Selimiye gibi başyapıtları yapmış Sinan ' ı yetiştirmiştir.

Ama ilginçtir, Osman Nuri Ergin, beş ciltlik "Türk Maarif Tarihi" adl ı çalışmasında, medreseleri incelerken, "Osmanlı İm­paratorlu,�u' nda /m müesseseleri yapacak mühendis ı ·e mimar­lar nerelerde ve nasıl yetişiyordu? Bunu kat' i olarak hilmi yo­nc . " diye yazmaktadır. (Age, c- 1 , s. 1 27)

Ayrıca, Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı ve hemen hemen bütün öteki araştırmacıların söz birliği etmişcesine "K anun i ' nin medreselerinde ayn riya:iyat re tabiiyat medreselerinin de hu­/ımdu,�unu" öne sürmelerine de şiddetle kmşı çıkarak, "Profe­sör İsmail Hakkı 'n ın dediğinin re d(�er mulıarrirlerin de teyit ve tekrar ettiklerinin aksine olarak Süleymaniye medreseleri ara­.wıda riya:iyat re tabiiyat için ihtisas medreseleri o/madı,�ı gibi ( .) Kanuni' nin l 'akfiyesinde de danittıp ile dariiihadisten baş­ka ihtisas medresesinden ha his yoktur " demektedir. (Age, c- ı , s . 86)

Page 245: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Bu nedenle, aydınlarımızın çoğunun hala tartışmaya bile ge­rek görmeden savunduğu gibi, arada bir de Timur yenilgis inin bulunmasına karşın, Osmanlıların topu topu üç çeyrek yüzyıl gi­bi kısa bir süre içinde bir uç beyliğinden bir imparatorluk haline gelmesini sağlayan bu yeni kültür ve uygarlık birikimini gerçek­ten medreseler mi oluşturmuştur acaba? Doğrusu kuşkuya düş­mernek olanaksızdır.

Örneğin, İlhan Tekeli ile Selim İ/kin de, yukarda andığımız ortak çalışmalarında, " 1 6 . yüzyılda Osmanlı/ann hi/im a/amnda yaptıklan ciddi karkılar deniz co,�rafyası a/anındayd1 . ?iri Re­is ' in dünya haritası , "Kirah- ı Bahriye" si, Seydi Ali Reis ' in "Muhir" i gihi �·alışma/ann dikkati çeken hir öze//iifi de, hun/a­n yapaniann ne Medreseden, ne de Endenmdan ge/mesidir. " demektedirler. (Age, s. 22)

İ lhan Tekeli ve Selim ilkin ' in de belirttiği gibi, Osmanlıların XVI. yüzyılda bilim alanında yaptıkları bir diğer katkı da, İstan­bul ' da bir gözlemevi (rasathane) kurma girişiminde bulunmala­rıdır.

Sarayın müneccinıhaşı olan Takiyiide/in hi n Ahmed, 1 575 ' ler­de Sultan I II . Murad 'a başvurarak, Uluif Bey ' in :ic· ' ini -:ayiçe­sini- (yıldızların durumunu ve hareketlerini gösterir cetvelİ) ta­mamlayıp, müneccimlerin temel görevi olan rakam rakı-imi (yı­lın ay ve günlerini gösterir takvim) ile ahkclm takvimini (yıldız­larla gökcisimlerinin durumlarından anlam çıkararak y ılın eşref saatlerini ve ramazanı, imsakiyeyi, bayram günlerini belirleyen takvimi) daha sağlıklı hazırlayabilmek için İstanbul 'da bir gö:­/emevi (rasathane) kurulmasını istemiştir.

Takiyiide/in Mehmed hin A hmed, 152 1 'de Kahire 'de doğmuş, Mısırlı bir bilginin oğludur. Öğrenimini orada tamamlamış ve ünlenmiştir. 1 570' lerde de, Sultan II. Selim zamanında m ünec­cim olarak İstanbu l ' a gelmiş ve 157 1 'de, gene Sultan II. Selim zamanında Saraya müneccimbaşı olmuştur. Matematik ve astro­nomi alanında döneminin ünlü bil im adamlarındandır. Önerisi üzerine gerçekten de Saray 'dan izin çıkmış ve 1 576 yılında Top­hane 'nin üstündeki tepede bir gözlemevi yapımına baş lanılmış­tır.

Page 246: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Ne var ki, ufenıa daha ilk günden karşı çıkmıştır İstanbul 'da bir gözlemevi yap ılmasına. Öyle ki, 1 577 'de bir

kuyrttkfuyıfdı:m göninme si ni. 1 578 'de de İstanbul ' da büyük bir \ 'e/w salgınllllll çıkmasım bile, bu gözlemevi inşaatının uğursuz­luğuna yormuşlardır.

Gözlemevi inşaatının başlamasından kısa bir süre sonra,

1 577 'de şeyhülislamlığa getirilen Kadızade Şemseddin Ahmed Efendi de, İstanbul 'da bir gözlemevi yapılmasına şiddetle karşı­dır.

II . Bayezid döneminde i lmiye sınıfının ileri gelenlerinden bi­

ri olan ulemadan Kadı Mahmud Efendi 'nin oğlu Kadızade Şern­seddin Ahmed Efendi, Yavuz Sultan Selim' in tahta çıktığı yı l , 1 5 1 2 'de Edime 'de doğmuş ve öğrenimini Kanuni döneminde

medresede tamamlayarak müderris olmuştur. İstanbul medrese­lerinde uzun süre hocalık yaptıktan sonra da 1 563 'de İstanbul kadılığına getirilmiş, ancak tutucu kişiliği yüzünden bir yıl son­ra, 1 5 64'te Sadrazam olan Sokullu Mehmed Paşa tarafından gö­revden alınarak Edime'ye sürülmüştür.

Başlarda da belirttiğimiz gibi, Kanuni'nin ölümünün hemen ardından Osmanlı sarayında yoğun bir iktidar kavgası başlamış­tır. Kapıkullarını temizleyip yönetime egemen olabilmek ama­

cıyla daha II. Selim döneminde suhteferi (medrese öğrencileri­ni) ayak/andırarak bu kavgayı başlatan u/e ma (ilmi ye sınıfı ) , III. M ur ad ' la saraya girmeyi de kolayca başarın ca, artık sırtlarını Sultana dayayıp usta işi entrikalarla, kiminin yetkilerini kaldır­tarak, kiminin işlevine son verdirterek Saray içi iktidarı hızla ele geçirmişlerdir gerçekten de . . .

Kadızade Şemsedin Ahmed Efendi de, hiç kuşku yok ki, ule­

manın bu kavgadaki elebaşlarından biri olsa gerektir. III . Murad döneminde u lemanın bu kavgadaki baş hedefi de,

anıınsanacağı gibi Sadrazam Sokuffu Mehmed Paşa 'dır ve 1 577 ' lere gelindiğinde Paşa 'nın yetkileri artık bayağı kısıtlan­mıştır çeşitli oyunlarla. Nitekim, Kadızade Şemseddin Ahmed

Efendi 'nin, 1 577 'de, Paşa 'ya rağmen, üstelik şeyhülislamlığa getiri lmesi de bu gerçeğin kanıtıdır mutlaka.

24(ı

Page 247: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Fakat ilginçtir, onca tepki göstermesine karşın Kadı::ade Şemseddin E(endi de şeyhülislam olduğu halde bu gözlemevinin yapılmasını engelleyememiş ve sanki Sadrazam Sokullu Meh­

med Paşa 1 579 'da bir cinayete kurban edilip ortadan kaldırıldık­tan sonra ancak, Sultana "Gökleri ra sad etmeni n URursuzluk ge­tirecej?i, dolayısıyla dinen caiz olmadıM' şeklinde bir fetva ve­

rip ikna ederek 1 580 yılının şubat ayında gözlemevinin tamam­

lanmış bütün binalarını yıktırtmış ve "rasadla ilgili her türlü ça­lışmayı" yasaklatmıştır. (Doç. Dr. Hasan Akgündüz, Osmanlı

Medrese S istemi, s. 1 85)

Kısacası, İlhan Tekeli ve Selim ilkin 'in "Bilim alanmda cid­di katkılarda bulunmuş Osmanlıların medreseli olmadıkları" şekl indeki saptamaları da bir yana, görüldüğü gibi, medreseliler

herhangi bir bilim alanında ciddi bir katkıda bulunmak filan şöyle dursun, bu alanlarda yapılmış çalışmaları da, dine aykırı

olduğu gerekçesiyle, kesinlikle engellemeye çalışmışlardır güç­leri ye ttiği sürece . . .

Ayrıca unutmayalım ki , gözlemevi yapımını, şiddetle karşı

çıkarak durduran ve tamamlanmış binalarını da yıktırıp yerle bir

ettiren bu şeyhülislam ve ulemanın tamamı Kanuni döneminde medrese eğitimi görmüştür. Hatta, ola ki çoğu da Sahn-ı Sernan

veya Süleymaniye medreselerinden birini bitirmiştir. Yani, tarihçilerimizin neredeyse tamamının ısrarla savundu­

ğu, medrese eğitiminin Fatih-Kanuni döneminde çok farklı ol­

duğu ve birçok bilim adamı yetiştirdiği, ancak XVI. yüzyılın

ikinci yarısından itibaren matematik, hey 'et, felsefe gibi dersle­

rin dine aykırı olduğu gerekçesiyle artık okutulmaması yüzün­

den eğitimin bozulduğu görüşüne katılabilmek de doğrusu ol­dukça zordur.

Görüldüğü gibi, bir göçebe aşiret beyliğinin yüzelli yılda bir

imparatorluk haline gelmesini sağlayan bu yeni kültür ve uygar­

lığın yaratıcısı, medreseden başka kaynaklar olsa gerektir, bizce

hiç kuşku yok ki . . .

247

Page 248: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Divan Şiiri, Medrese ve Osmanlı Aydım

Osmanl ı İmparatorluğu 'nda, kentin demografik yapısının korunması amacıyla kaçak giren bekarların saptanıp köylerine gönderilmesi veya savaş yıl larında birtakım kıtlıklara meydan verilmemesi için İstanbul 'da zaman zaman ev yazımı , aile reisi yazım ı , erkek yazımı gibi defterler tutulmuşsa da, ülke çapında bir nüfus say ımı, gördüğümüz kadarıyla hiç yapılmamıştır. Pars Tu,�laet' nın verdiği bilgiye göre, güya 1 83 1 y ıl ında bir sayım yapılmışsa da, onda da sadece "Rumeli ve Anadolu'daki erkek­ler sayılmış" tır. Bu nedenle Osmanlı toplumundaki okuryazarla­rın sayısı ve bu konudaki gelişmelerle ilgili bir bilgi bulabilmek

de, doğal olarak olanaksızdır. Ancak, bu sayı da çok düşük olsa gerektir, kuşkusuz. Nitekim, Prof. Serke s ' in verdiği bilgiye göre, Şair Ziya Pa­

şa da; ta 1 868 ' lerde "Müslüman ha/km sadece % 2 'sinin okur­yuzar olduj?unu tahmin edehilmekte" dir.

Tam otuz yıl sonra, 1 899'da yapılmış eğitimle ilgili bir sayı­ma göre de, "bütün ülkedeki kız ve erkek rüştiye ve idadi okul­lanndaki öj?renci sayısı 36 050, medreselerdeki öj?renci sayısı 85 168, yani Müslüman kesimdeki toplam öj?renci sayısı da an­cak 121 218 ' dir" zaten. Oysa, gene aynı sayım sonuçlarına gö­re, örneğin "Hıristiyan azmlıj?m okullarındaki öj?renci sayısı ikisinin toplammdan daha fazla, 123 210 'dur. "

Tarihçiler, her ne kadar Osmanl ı İmparatorluğu 'nun XVI. yüzyıl sonlarındaki alanının 6 milyon m2, nüfusunun da % 60' ı Müslüman, % 40' ı öteki dinlerden 6 0 milyon dolaylarında oldu­ğunu öne sürmekte iseler de, daha sonraki yı l larda büyük toprak

yi timleri yüzünden nüfus ta da büyük düşüşler olmuştur mutlaka. Ancak, 1 927 sayımına göre, sadece Anadolu ve Trakya'nın bir bölümünün nüfusunun 1 3 ,6 milyon olduğu düşünülürse, Os­

manlı İmparatorluğu 'nun XIX. yüzyıl sonlarındaki nüfus unun da doğrusu en az 20-25 milyon dolaylarında olması gerektir ga­liba.

Bu durumda. Müslüman veya değil toplam öğrenci sayısının

248

Page 249: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

nüfusa oranı da, zaten o/c: l küsur dolaylarında olmaktadır ancak. Müslüman öğrencilerin Müslüman nüfusa oranı ise, binde sekiz dokuz dolaylarında, daha da düşüktür.

Ayrıca, yukarda da değinildiği gibi, medreselilerin, hatta mü­derrislerinin bile tamanının okuryazar olduğu kuşkuludur. Eği­tim bütünüyle ezbere dayalı olduğu için, aslolan yazmak değil,

ezberi düzgün okumaktır. Bu nedenle, okuryazarlık kavramı ile medrese kavramı da özdeşleştirilmemelidir kesinlikle. Burada bir kez daha y ineleyelim ki, medreseler in temel işlevi de, kitle­yi eğiterek okuryazar yetiştirmek filan deği l , Sünni-Hanefi inan­cını yaygınlaştırmak ve Osmanlı yargı sistemini elde tutarak yö­

netime egemen olmaktır. İ lginçtir, gördüğümüz kadarıyla, ulema dışındaki Osmanlı

okuryazarlarını da, Enderun 'dan yetişenlerle birlikte, özel ders­lerle kendini eğitmiş aydınlar oluşturmaktadır. Hatta, özel ders alarak kendini yetiştirenler, sanki çoğunluktur. Bu nedenle, özel ders yöntemini, Osmanlı kültür yaşamının asıl öneml i ör gün

eğitim kurumu olarak değerlendirmek, sanki gerçeğe de pek ay­kırı düşmemektedir.

Örneğin, matematik, astronomi, felsefe, tarih, coğrafya vb. gibi bilimler ancak özel dersler alınarak öğrenilebilmektedir çünkü.

Tarihçilerimizin belirlemelerine göre: "Astronomi ilmi (ilm-i heyet) esaslı olarak Ali Kuşçu ' nun Türkiye'ye gelmesiyle başla­mıştır. " (O sm. Tar. c- 1 , s. 606) XV yüzyılın ikinci yarısına ka­dar Osmanlı medreselerinin bazılarının sadece ilk s ınıflarında, aritmetik olarak "amal-i erbaa " denilen dört işlemi öğretmek, geometri adına da "eşkal-i tesis" denilen şekillerle ilgili birkaç genel bilgi vermekten öte matematik okutulmamaktadır. Os­manlı larda "Ri yaziye mektebi halinde il k tedrisat yapan re ta/e­be yetiştiren de Ali Kuşçu ' ' olmuştur. Hatta, konumu nedeniyle kendisi gidip özel ders alamadığı için " Ünlü sadrazam Sinan Paşa, ÖRrencisi Tokatlı Molla Lütji"yi Ali Kuşçı/ya gönderip özel ders aldırarak, ondan" ve notlarından riyaziyat ı ·e astrono­nıi öğrenmiştir. (Osm. Tar. c-2, s. 596)

:?49

Page 250: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Nitekim, Osmanlıların yetiştirdiği ilk Türk matematikçisi olarak bilinen, 1 337 yıl ında Bursa ' da doğmu ş , Bursa kadısı Mahmud Çelebi 'nin oğlu olduğu için Bursa h K adı:ade-i Rumi adıyla ünlü Musa Paşa da, ilg inçtir, Bursa 'da matematik dersi alma olanağı bulamamış olsa gerek ki, XIV. yüzyılın ortalarında Orta Asya' ya, Timur ' un ülkesine giderek Semerkand ' da mate­matik ve astronomi bilgini olmuş ve 1 4 1 2 'de, Uluğ Bey döne­minde Semerkand'da ölmüştür. (Burada hemen şunu da belirte­lim ki; kimi tarihçilerimiz, galiba ikisinin de Sursalı oluşuna ba­kıp, Kadızade-i Rumi 'nin çocukluğunda Molla Gürani'den ma­tematik ve astronomi dersleri aldığını, kimi tarihçilerimiz de Se­merkand ' da Ali Kuşçu 'nun hocası olduğunu yazmaktadırlar. Ancak, gene aynı kaynaklarda verilen bilgilere göre, Kadızade­i Rumi, Molla Fenari' den tam 1 3 yaş daha büyüktür, yani çocuk­luğunda ondan ders almış olması olanaksızdır, 1 4 1 2 ' de Semer­kand'da öldüğünde de Ali Kuşçu henüz 9- 1 0 yaşlarında bir ço­cuktur, dolayısıyla Kadızade-i Rumi, Ali Kuşçu ' nun değil, Ali Kuşçu'yu yetiştiren Uluğ Bey ' in hocası olsa gerektir.)

"Ali Kuşçu 'dan sonra da, torunlan Kutbıiddin Mehmed ile Mirim Çelebi özel riyaziye dersleri vererek öj?renci yetiştirmiş­lerdir. "

Osmanlı tarihi ile ilgili, halen bilinen en eski eser de, Şair Ahmed/' nin "İskendername" sinin, "Dasitiin-t Tel'Grih-i Müluk­i Al-i Osman" adlı 3 34 beyitlik son bölümüdür.

Asıl adı kimi kaynaklara göre Tiiceddin İbrahim, kimi kay­naklara göre de Taceddin Ahmed olan, Osmanlı divan ş iirinin kurucularından Şair Ahmed/ de, özel ders alarak kendini yetiş­

tirmiş Osmanlı aydınının ilk örneklerinden biridir. "Molla Fe­na rf' den , Şifa ya:an Hact Paşa' dan, Şeyh Ekmelüddin ' den ders alarak !tp, geometri, astronomi, tarih ö,�renmiş, Germiyanoj?lu Emir Süleyman ' a da ö,�retmenlik yapnuşttr. Anadolu' da din dt ­ŞI edebimt alanmda di\'(111 sahibi ilk şair olarak kabul edilmek­tedir. "

İ lk tarihçimiz Aştk Paşa:ade de, XV. yüzyı lda yetişmiş , med­

reseli olmayan Osmanlı aydınlarındandır, bilindiği gibi.

Page 251: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Ayrıca, medreselerde bütün dersler Arapça okutulduğundan öğrencilere de daha ilk günden sadece Arapça öğretildiği halde, özel ders alarak kendini yetiştiren Osmanlı aydınları Arapça'nın dışında başka dilleri de öğrenmektedirler genel l ikle.

Örneğin, Katip Çelebi. Batı kaynaklarından da yararlanabil­mek için, Arapça ve Farsçadan başka Franstzca ve Latince de öğrenmiştir. B ir kapıkulu suvarisinin çocuğu olduğu için önce

Enderun'a giren Katip Çelebi, daha sonra babasının ısrarı üzeri­ne medreseye geçmiş ve "K adızade Mehmed Efendi' den te/sir, ihyau' /-u/um (bilimleri geliştirme) ve ketarndan M eva kı/ şerh i ve fikthtan Dürer ve Birgivi ' nin Tarikat-i Muhammediye'sini" okumuştur. Ancak, "Kadızttde'nin bilgisi yüzeysel olup, ak/i bil­giye def?er vermemesi, kendince düşünceler yürütmesi sebebiyle bu tedris (eğitim) zeki ve araştu·macı Katip Çelebi'yi tatmin et­memiştir. " (Prof. Uzunçarşılı, Osm. Tar. c-3 , k-2, s. 539) Çare­siz, tarih, coğrafya, harita, riyaziye, hendese konularında özel dersler almış ve kendini yetiştirmiştir. Daha sonra da, tıb, riya­ziye, felsefe ve astronomi konusunda dersler vererek geçimini sağlamıştır. Batılı kaynaklardan yararlanarak da birçok kitap yazmıştır.

Gene, Köprülü sütalesinden Sadrazam Fazıl Ahmed Paşa'nın yakın çevresinden Ebu Bekir Dimeşki de, aynı yıllarda Latince

öğrenerek, "Joan Bleau' nun Atlas Major adlı coğrafyastm Ter­cüme-i Coğrafyay-ı K ehir" adıyla Türkçeye çevirmiştir.

Bilindiği gibi, Prof. Uzunçarşı lı 'nın yazdığına göre Fatih de, "birkaç lisa1ıa vaktf' tır. Prof. Halil İnalcık, Fatih ' in " Yunanca ve S/avca da hild(�ini" yazmaktadır. İtalyanca bildiğini öne sü­

renler de vardır. Şairler arasında ise, Arapçadan başka Farsçayı da okuyup ya­

zacak denli çok iyi bilmeyen, gal iba hiç yok gibidir. Zaten özel eğitimle kendini yetiştirmiş Osmanlı aydınları

iç indeki en büyük grubu da şairler oluşturmaktadır gördüğümüz kadarıyla.

Çünkü , ' "anıal-i erbaa" türünden basit bilgilerin öğretilmesi düzeyinde de olsa, matematik bile zaman zaman bazı medrese-

25 1

Page 252: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

!erin ilk sınıflarında eğitim programiarına ola ki alınmıştır da, edebiyat kesinlikle okutulmamıştır galiba gerçekten de hiçbir medresede. Daha doğrusu, şiir hiç okutulmamıştır, galiba? . .

' 'Edebiyat" sözcüğü de zaten, dilimizde ilk kez XIX. yüzyı­lın sonlarında, Batıdaki örneklerine bakarak edebiyatımızdaki ilk roman ve öyküleri yazan genç yazarlarca kullanılmıştır, ede­biyat tarihçilerinin verdikleri bilgilere göre. O tarihe kadar, "şi­ir" sözcüğü, "edebiyat' ' anlamına da kullanılmıştır.

B il indiği gibi, Hanefilik, Kuran ve hadisiere sıkı sıkıya bağ­lı bir mezheptir ve şeriat hükümlerinin toplumsal yaşamda tam uygulanmasını istemektedir. Bu nedenle, temel amacı Hanefilik inancını yaymak ve yönetime egemen kılmak olan medreseler­de şiirle i lgili bir dersin olmamasını da doğal karşılamak gerek­tir aslında. Çünkü, Kuran ' ın çeşitli surelerinde şairleri son dere­ce ağır bir dille suçlayan ayetler vardır.

Örneğin, Kuran ' ın "Enbiya (Peygamberler) Suresi" nin be­şinci ayetinde "Dediler Hayır! Bunlar saçma sapan rüyalardır. Hayır! Onu kendisi uydurnıuştur. Hayır! O bir şairdir Haydi, önceki peygamberler gibi o da bize bir mucize göstersin. denil­mekte, daha sonra da Hazreti Muhammed 'e inanmayıp, ona şa­ir diyen bu kişilerin de cezalandırılacakları belirtilmektedir.

Bi l indiği gibi, dönemin ünlü Arap şairleri başlangıçta Mu­hammed' e şiddetle karşı çıkmışlardır.

Edebiyat tarihlerinde belirtildiğine göre, Arap şiiri VII . yüz­y ılda en parlak dönemini yaşamaktadır. Aruz vezni de bu dö­nemdeki Arap şiirinin bir buluşudur ve şairlerin aruz vezni i le yazdıkları bu ş iirlerden en beğenilenleri Ka be duvarına asılmak­ta, onlara da "Muallakat " (asılmış/ası l ı ) denilmektedir. Dolayı­sıyla, şiirleri Kabe duvarına asılmış bu ünlü şairler, halkın üze­rinde de çok etkilidirler. Bu şairlerden "Muallakat-I Seb ' a" (Ye­di asılı) diye adlandırılan yedi şair de Arap şiirinin kurucusu sa­yılmaktadır ve bu şairlerden Antere bin Şeddad, İmrü-el Kays, Ümeyye bin Ebiu 's Sa/et. Lebid bin Rebia Ebu Akl gibi en ünlü­ler İ slaıniyete şiddetle karşı çıkarak, Kuran ' ın gökten inmediği­ni, O 'nu da bir şair olan Muhammed ' in yazdığın ı öne sürmüş­lerdir.

Page 253: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Enbiya Suresi ' nin inmesinden sonra da bu şairler karşı çık­mayı sürdürmüş olmalılar ki, bu kez "Şair/er" adıyla bir sure daha inmiş ve bu "Şu ara Suresi" nin 223. ayetinde "Onlar şey­ta na kulak ı ·erirler ve onla mı ço,�u yalanctdtr!GI: " 224, 225 ve

226. ayetlerinde de "Şair/ere ancak a:g111/ar ( saptki ar) uyarlar. Onlar11ı her alanda aşmlt,�a kaçttklamii (her I 'Gdide sersenıce dolaş tp durduklamii ) görme: misin ? Hiç şüphe yok ki, onlar yapnıadtklan şeyleri de söylerler. " denilerek, şairler ağır bir dil­le, şeytana uymuş, sapık, büyücü, insanları kötü yola sürükle­yen, günahkar kişiler olmakla suçlanmışlardır.

Yasin Suresi 'nin 69. ayetinde de: "Bi: ona şiir öf:retnıedik. Bu ona :aten yaktşnıazdt " denilmektedir.

Hazreti Muhammed'in bir hadi sinde "Öyle şiir vardtr ki, hik­nıettir; öyle beyan l'([rdtr ki, sihirdir. " bir başka hadisinde de "Benden sonra peygamberlik o/aydt , onu hak yolunda giden bir şaire verirdinı . " dediğini aktararak, Kuran'daki bu ayetlerin şi­iri ve şairi toptan kötülemeyip, sadece cahiliye dönemi şairleri­ni ( İslamiyere karşt çtknuş şairleri) kastettiğini öne süren Hane­fi aydınları da yok değildir elbette.

Ancak, Hanefi inancı doğrultusunda eğitim veren Osmanlı medreselerinde, Kuran'daki bu ayetlere uyularak, bütün tarihi

boyunca edebiyat dersinin, hatta Arap edebiyatı dersinin okutul­mamış olduğu da, galiba ıartışılmasa gerektir doğrusu.

Nitekim Prof. Fuad Köprülü de: "Medrese, şiiri ve nıusikiyi hep haranı saynuşttr. " demektedir. (Türk Edebiyatı Tarihi, Ötü­ken Yayınevi, İ stanbul 1980, s. 1 28)

Ç�nkü, "Bu cahiliye şairlerinin İslamiyere karşt ateşin ve al ayit hicivler ya:nıalan , ya/nt: hunlamı def:il, o dönemdeki bii­tü n şiirlerin yasaklamh haranı sayt!nıastm icab ettirnıiştir" Ge­ne Prof. Köprülü 'nün değerlendirmelerine göre, İslamiyerin ya­yt !tp topluma egemen o/nıastyla :aten şiire de gerek kalnıanuş­ftr. "Kur' an hükümleri, insaniann manevi hayatlariii l taminıe kôfi geldif:inden, hayatm maddi faaliyetleri de arttk eskisi gibi şiirin gelişmesine meydan btmknıanıaktadtr Hele, Hulefô-yt Raşidfn deı ·rinde kttalar fetltedcn din/ herean karşwnda, aşk ı ·c

Page 254: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

şarap şiirlerinin deı ·am111a zaten imkan yoktur " (Age, s. 1 02) Edebiyat tarihlerinde de belirtildiği gibi, Arap şiiri İslamiyet­

le birlikte gerçekten de bir duraklama dönemine girmiştir. Erne­viler döneminde İslamiyet öncesi şiir geleneklerine dayalı yeni

bir neo-klasik şiir yaratma girişimlerinde bulunulmuşsa da, Ab­basiler döneminde iyice gerilemiş ve yerine, konusunu Ku­

ran'dan, hadislerden, din ulu larının yaşamlarından veya Tev­rat 'tan, Zebur' dan, İncil 'den alan yeni bir İslami şiir oluşturul­maya çalışılmıştır. Dinsel duygu ve düşünceleri işleyen bu yeni şiirle de, eski Arap şiirinin kaside, gazel, mesnevi, rubai gibi na­zım biçimlerine karşılık, Hz. Muhammed'i öven "Naat" Tanrı­nın yüceliklerini anlatan "Münacaat" gibi yeni nazım biçimleri doğmuştur.

Atalarımızın İslamiyeti kabul ettiği yı l larda, coşkulu genç bir Müslümanın aruz vezni ile yazmağa çalıştığı didaktik bir man­zume olan, yazılı edebiyatıınızın ilk yapıtlarından "Kutadgu Bi­lig " de, bu yeni İslami şiirin tipik örneklerinden biri sayılsa ge­rektir bizce.

Ancak, gene edebiyat tarihlerindeki bilgilere göre, İs lamiye­tİn suçlayarak susturduğu cahiliye dönemi Arap şiiri, İ slamiyeti kabul etmelerinin hemen ardından, IX. yüzyılda, ilginçtir bu kez de İran şiirini etkisi altına almış ve bu yeni şiir, Mua//akat-1 S eb' a şairlerinin ölçüsü aruz vezniyle X. yüzyıldan itibaren bü­yük bir gelişme göstererek, XI. yy.da Firdeı·si , XII. yy.da Ömer Hayyam, Nizami, XIII. yy.da Şeyh Sadi-i Şirazi, XIV. yy.da da Hafız gibi, dünya şiirinin de büyük ustalarını yetiştirmiştir.

Osmanl ı divan şiiri de, tıpkı İranlı larda olduğu gibi, Türkle­rin İslamiyeti kabul etmelerinden sonra, ancak Arap şiirinin de­ğil İran şiirinin etkisi altında kalarak yarattıkları, ama gene de

eski Arap şiirinin devamı bir şiirdir, hiç kuşku yok ki. Din dışı bir ş iirdir.

Bu nedenle, aslında medreselerde edebiyat dersinin okutulup okutulmamış olması da bir yana, salı bu içerikteki bir eğitimle şiir yazabilmek, şair olabilmek de olanaksız olsa gerektir zaten.

Elbette. aynı dönemde Osmanlı uleması ve Hanefi mutasav-

Page 255: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

vıflarınca, Muhammed ve Tanrı üzerine, aruz vezni ile klasik şi­ir kalıplarında, ınesnevi tarzında destanlar, naatlar, münacaatlar da yazılmamış değildir. Bu yapıtların en ünlüsü de, bilindiği gi­

bi, Yıldırım B ayezid döneminde Bursa ' da, Ulu Cami ' de imam olduğu söylenilen Süleyman Çelebi 'nin XIV. yüzyıl sonlarında aruz vezni ile mesnevi tarzında yazdığı Hz. Muhammed'in do­ğumundan ölümüne yaşamını ve yüceliğini anlatan neredeyse 800 beyitlik "Mevlür" tür. Ancak, bu manzumeleri, yazınsal de­ğer açısından divan ş iiriyle birlikte düşünebilmek bile söz konu­

su değildir kesinlikle. Osmanlı divan şairlerinin de, galiba hiç kuşku yok ki tama­

mı, bizce bu nedenle özel dersler alarak kendilerini yetiştirmiş­lerdir mutlaka. Hatta birçoğu, medreseye de hiç gitmemiştir, gördüğümüz kadarıyla.

Osmanlılarda, şairlerin yaşamöyküleriyle ilgili bilgi ler veren "Te:kire" adlı kitaplar, bilindiği gibi, XVI. yy. ortalarından iti­baren yazılmaya ba�lanılmıştır. İlk "Şuara Tezkiresi " de, Edir­ne/i Sehf Bey' in , 1 53 8 'de yazdığı "Heşt Behişr" (Sekiz Cennet) adlı kitabıdır. Daha sonra 1 568'de de, divan sahibi şair Aşık Çe­lebi, Sultan II. Selim 'e "Meşairü's Şuara" (Şairlerin Duyuları) adlı bir tezkire sunmuştur. Kimi kaynaklara göre, LatijT'nin "La­r(fı Tezkiresi " denilen şuara re:kiresinin de 1 546'da Kanuni 'ye sunulduğu belirtilmektedir. Bağdatlı Ahdf'nin de, 1 5 80 ' lerde Sultan III . Murad'a sunduğu "Gü/şen-i Şuara" (Şairler Bahçe­si) adlı bir tezkiresi vardır. XVII. yüzyılda da, Şeyhülislam Ebüssuud Efendi 'nin yardımcılarından Şeyh Beyan/ Mustafa Efendi; babası da ünlü ulemadan, aynı zamanda müderris ve ka­dı Kınaleade Hasan Çelebi; uzun süre Mısır kadıl ığında bulun­muş gene ulemadan Mustafa Rizayi Egendi; tasavvuf ehli Kat­zade Abdülhay Fai:i, Gitfti Ali Efendi, Rifai, Kefevi, i::eri, Edir­ne/i Rı:ai gibi çoğu medreseden yetişmiş birçok kişi çeşitli şu­ara re:kireleri yazmışlardır.

Fakat ne yazık ki, bunca tezkire yazılmış olmasına karşın, di­v:.m şairlerinin yaşamöyküleriyle ilgili bugün elimizde yeterince sağlıklı bilgi bulunduğunu söyleyebilmemiz de doğrusu olanak­sızdır.

Page 256: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Örneğin, aynı yıllarda birçok şuam tezkiresi yazılmış olma­sına karşın, XVI. yüzyıldaki Ruhi, Fuzuli, Fazlt, Hakani, Taşit­calt Yahya, Tacizade Cafer Çelebi, Hayali gibi, XVII. yüzyılda­

ki Naili, Nef' i, Nergisi, İsmeti, Nedim-i Kadim, Neşati gibi ünlü divan şairlerinin bile doğum tarihleri bilinememektedir. XV. yüzyılda yaşamış Şeyhi, Ahmed-i Dai gibi Osmanlı divan şiiri­nin kurucuları olan şairlerin yalnız doğum tarihleri değil , ölüm

tarihleri de bilinememektedir hala. İ lginçtir, XVIII. yüzyılda yaşamış Nedim, Enderunlu Fazt!,

Vastf, Haşmet gibi şairlerin de doğum tarihleri hakkında günü­müze kesin bir bilgi ulaşmamıştır.

Bu konudaki kaynaklarda, genellikle; örneğin "XV II. yüzyt! divan şairi N ai li' nin hayalt hakktnda hi lgiler yok denilecek ka­dar azdtr. " veya "Neşati' nin doj?um tarihi hilinememektedit: Zaten hayalt hakkmdaki bilgilerimiz de fazlaca dej?ildir. " gibi ifadeler bolca kullanılmaktadır bu nedenle.

Ayrıca, kimi şairler hakkında günümüze u laşmış bilgiler de bazan çok çeşitlidir ve genel likle de birbirleriyle çelişkilidir. Ör­neğin, Halil Erdoj?an Cengiz, XVIII . yy. divan şi irinin büyük u s­tası Nedim ' in, 1 730 yılında, Patrona Hali l ayaklanması sırasın­daki ölümü ile i lgili birbirinden çok farkl ı üç görüş saptadığını belirtmektedir. Şair Nedim , kimi belgelere göre: "Patrona Halil ayaklanmast strasmda damdan dama kaçarken aya,�t kaymtş ve düşüp ölmüştür. " En yaygın kanı budur. Ama, kimi belgelere göre de: "İçkiye fazlaca düşkün olma st sehehiyle, ayaklanmayt duyunca titreme hastalt,�ma yakalanarak ölmüştür. " Kimi bel ­gelere göre ise : ayaklanmanın olduğu gün değil, daha sonra,

"Damat ihrahim Paşa' mn ı ·e yakmlanmn başianna gelenler­den korkarak vehim (kurımtu) hastaltj?ma tutu/up ölmüştür " Bu nedenle Halil Erdoj?an Cengiz de: "Nedim' in gerçekte nast! ve neden öldii,�ü kesinlikle bilinmemektedir " diye yazmaktadır.

(Divan Şiiri Antolojisi, Milliyet Yayınları, İst. 1 972, s. 594) Görüldüğü gibi, bu şairlerin nasıl bir eğitim gördüğünü sap­

tayabilmek de olanaksızdır. Örneğin, gene Şair Nedim için, Hal i l Erdoğan Cengiz, her-

Page 257: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

hangi bir kaynak göstermeden " iyi eğitim görmüştür" diye ya­zarken, Meydan Larousse'da "nasıl bir eğitim gördüğü kesinlik­le bilinmiyor" denilmektedir. Behçet Necatigil ise, Edebiyatı­mızda İsimler Sözlüğü 'nde "Nedim ' in de medrese eğitimi gör­düğünü" öne sürmektedir.

Gene, bütün edebiyat tarihçilerinin ortaklaşa belirttikleri gi­bi, sürekli Hil le , Kerbela, B ağdat yöresinde yaşamış ve başka ü lkeye hiç gitmemiş Fuzuli 'nin de, medrese eğitimi gördüğüne dair günümüze herhangi bir bilgi ulaşmamıştır ama, küçük yaş­tan itibaren çok iyi bir eğitim aldığı, Türkçenin yanı sıra Arapça ile Farsçayı da çok iyi konuştuğu ve bu üç dilde şiirler yazdığı konusunda da kimsenin kuşkusu yoktur, gördüğümüz kadarıyla.

Çağdaşı ve hemşerisi Bağdat/ı Ahdf de, 1 5 80 'de III. Murad' a sunduğu "Gü/şen-i Şuara" adlı tezkiresinde, Fuzuli 'nin, Arapça ve Farsçayı da şiir yazacak denli iyi öğrenmenin dışında, "Ha­dis ve tefsirleri i le, hendese (geometri), heyet ( astronomi) ve hik­met (felsefe) de bild(�ini" yazmıştır. Cevdet Kudret de, Nevzat Yesirgil takma adıyla hazırladığı "Fuzuli" adlı bir monografide, bu bilgileri aktardıktan sonra, Şairin, "söylenti/ere göre Arabi ilimleri Rahmetullah 'tan. edebi ilimleri de şair Habibf'den aldı­ğı özel derslerle öğrend(�ini" belirtmekte ve "Bunlardan başka felsefe, tıp, kimya, Arap ve Fars şiiri ile dini ilimlerde de geniş bilgisinin olduğu çeşitli konulardaki eserlerinden ve şiirlerinden anlaşılmaktadu: " diye yazmaktadır. (Nevzat Yesirgil, Fuzuli , Varlık Yayınları Türk Klasikleri Dizisi-7, İst. 1 952)

Yukarda da yinelendiği gibi, Osmanl ı divan şiirinin kurucu­su ve ilk Osmanlı Tarihi yazarı Ahmed! de, özel dersler alarak kendini yetiştirmiştir ve İran şiiri i le Arap şiirini çok iyi bilme­nin dışında, tıp, astronomi, geometri ve tarih de bilmektedir.

Osmanlı divan şiirinin bir diğer öncüsü Ahmed-i Dai de, çağ­claşı Ahmed! gibi aldığı özel derslerle "şeriat, lugat, ar uz, riya­ziye, heyet, tıb, tarih ve başka alanlarda ansiklopedik bilginler­den olup, telıf, tercüme, nazım, ne sir onyedi kadar eseri vardır" ve "şiir/erinin dışında bilimsel çalışmalarıyla da önemli" dir.

Ahmedf'nin öğrencilerinden, aynı dönemin ünlü şairi Şeyh/

257

Page 258: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

ise, buradaki eğitimle de yetinmeyip, "İran ' da tıp öğrenmiş, döndükten sonra da hekimliğiyle ün yaparak, Germiyan Beyi II. Yakup' un özel hekimi olmuştur. 1415 yılında Osmanlı Sultanı Çelebi Mehmed' i iyileştirdiği için de, kendisine Tokuz/u köyü ti­mar olarak verilmiştir " Ancak, "köyüne giderken , yolunu kesen eski tirnar sahiplerinden iyi bir dayak yemiş ve bu olay üzerine de , hiciv edebiyatımızın başta gelen eserlerinden biri olan 'Har­name' adlı mesnevisini yazmıştır durumu Sultana duyurmak için. Mesnevide, olmayacak düşler peşinde koşarken elindekini de yitiren, boynuz umarken, kulaktan da olan bir eşeğin başına gelenler anlatılmaktadır. "

Görüldüğü gibi, divan şairlerinin, bizce hiç kuşku yok ki hepsi, Arapça ve Farsça ile edebiyatlarını çok iyi bilmenin dışın­da, matematik, astronomi, felsefe, tıp, tarih vb. gibi din dışı alanlarda da özel dersler alarak kendilerini yetiştirmişlerdir. Ki­mi tarihçidir, kimi dil bilginidir, kimi hekimdir, kimi coğrafya­cıdır.

Çünkü, şiir yaşamın bütünüdür, çok boyutludur, dolayısıyla salt dini bilgilerle şiir yazabiirnek de olanaksız olsa gerektir. Ya­ni , şiir zorlamaktadır şairleri . . . Bu nedenle, divan şairleri zorun­lu olarak ulemadan daha kültürlüdürler bizce de, hiç kuşku yok ki . . . Entelektüeldirler.

Divan şairleri, bu yüzden mi medrese eğitimini pek de fazla öneınsememişlerdir, kim bilir. . .

Çünkü, dinsel bilgi ile, yöneten yönetilen i lişkisine kutsal kimlikli bir yasallık (meşruiyyet) kazandırılarak siyasal otorite­nin belirli bir süre için korunması ve sürdürülmesi ola ki sağla­nabilir, ancak bu disiplinle dış dünyanın bütün gerçekliğiyle kavranabilmesi söz konusu dahi olmasa gerektir. Çünkü, dış ger­çekliğin bütün bağlam ve bağlantılarıyla kavranabi lmesi ancak

bir özgür (bilimsel) düşünce ile, disiplinle olanaklıdır ve bu öz­gür düşüneeye de, ancak felsefeyle ulaşılabilir. Felsefesi somut kavrarnlara dayalı ve imgesel olan Doğu toplumlarında ise, bel ­ki de hala en özgür düşünce disiplini, unutmayalım ki , edebiyat­tır.

258

Page 259: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Bu nedenle, Osmanlı devletinin artık bir imparatorluk haline dönüşme sürecine girdiği tarihle, şairlerin Saraya alınması tari­hinin çakışması, kesinlikle bir rastlantı değildir bizce.

Yukarda da yinelendiği gibi, Osmanlı divan şiirinin ilk büyük u stası Ahmedf'dir. 1 3 3 0 veya 40' lı yıl larda Kütahya'da doğduğu sanılan Ahmed/, Gerınİyan Beyi Süleyman Şah 'a sunmak üzere XIV. yy. sonlarında yazdığı ünlü yapıtı "İskendername" yi, Sü­leyman Şah 'ın ölümü üzerine, Yıldırım Bayezid' in oğlu Süley­man Çelebi ' ye sunmuş, o da şairi nedimleri arasına alıp, divan katibi yapmıştır.

B i lindiği gibi, Yıldırım Bayezid' in en büyük oğlu Şehzade

Süleyman Çelebi, 1 402 Ankara savaşında yeni idiklerini anlayın­ca, yanındaki asker ve kumandalarla kaçıp, 1 403 'te Bizans im­paratoruy la bir anlaşma imzalayarak Edirne ' de sultanlığını ilan etmiş ve 1 4 1 O ' da kardeşi Musa Çelebi ' ye yeniJip öldürülünceye dek de Osmanlı sultanı olarak saltanatını sürdürmüştür.

Süleyman Çelebi, yalnız Abmedi'y i Saraya almakla da kal­mamış, dönemin öteki şairlerini de çevresinde toplamıştır. Örne­ğin, Ahmed-i Dal de Süleyman Çelebi 'den büyük yakınlık gör­müş ve onun adına ş iirler yazmıştır. Nitekim, Prof. Fuad Köprü­lü de, "Emir Süleyman, şair/ere ·karşı çok lütufkar oldu,�u için Ahmed/, Ahmed Dal gibi tanınmış şairler ona kasideler söyle­mişlerdir. Onun narnma Mehmed bin Şeyh Mustafa adlı birinin yazdığı Türkçe Kavsname risalesinden başka, yine Mehmed adlı bir şair de Tuhfename yahut Aşkname adlı mesnevisini ona itlwf etmiştir. " demektedir. (Türk Edebiyatı Tarihi, s. 355-356) Prof Uzunçarşı/ı da bu konuda: "Edirne' de Emir Süleyman Çele­bi' nin çevresine toplanmış olan şair ve edipler Rumeli' deki kül­tür hareketlerini kuvvetlendirmişlerdir. " diye yazmaktadır.

(Osm. Tar. c- l , s. 528) Kardeşi Musa Çelebi 'nin, ağabeyi Süleyman Çelebi 'yi yen­

dikten sonra ilan ettiği sultanlığına l 41 3 'te son vererek Osman­lı devletini yeniden topadamayı başaran Sultan Mehmed Çelebi de kendisini iyi leştirdiği için Şeyhi'ye tirnar vermesi örneğinden anlaşıldığı kadarıyla, şairlere birtakım yakınlıklar göstermiş ol-

259

Page 260: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

sa gerektir elbette. Fakat, Osmanlı devletinin bir imparatorluk haline dönüşebilmesi için gerekli entelektüel birikimi sağlaya­rak asıl ivıneyi kazandıran da, galiba hiç kuşku yok ki Sultan II. Murad olmuştur.

Prof. Fuad Köprülü de : "Türk dili ve edehiyatmm gelişmesi­ne en çok hizmet eden Sultan ll. Murad olmuştur. Büyük hir dev­let adamı olan ve bazen şiir de yazan hu hükümdar i/me, şiire, musikiye tutkundu. Onun , başta devrin büyük üstadt Şeyh/ olmak üzere, Rumi, Hüsamf, Şemsi, Hassan , Safi, Ezherf, Nucumf, Ne­dim/, U/vf, Zaifi gihi birçok şairi vardı . " demektedir (Age, s.

356-357) Prof. Uzunçarşılı da aynı görüştedie "Emir Süleyman Çele­

hi ile ll. Murad, memleketteki fikir hayatma önem vererek, alim ve şairleri himaye etmişlerdir. Ahmed/, Şeyh/ Sinan, A hmed Dal, Atay/, Cemaif gihi şahsiyet/er, hu himayeye mazhar olmuş şair ve alimlerdendir. Özellikle ll. Murad, Türkçe /isan ve edehiyattn gelişmesi için ça!tşmtş, musikiyi de himaye etmiştir. " diye yaz­maktadır.

Üstelik, II. Murad, yalnız şairleri korumak ve onları sarayda görevlendirerek nedimleri arasına almakla da kalmamış , oğlu Mehmed' in eğitimini de şairlere bırakarak, Osmanl ılarda şehza­

delerin şairlerce eğitilmesi geleneğini de başlatmıştır, gördüğü­müz kadarıyla. Döneminin iki büyük şairi Ahmed-i Dal ile Ah­met Paşa 'y ı , oğlu Mehmed'in (Fatih' in) musahibi ve hocası ola­rak görevlendirmiştir.

Bilindiği gibi, bu tarihten itibaren artık ta XIX. yy. ortaları­na, II. Mahmud 'a kadar şiir yazmamış Osmanlı sultanı da yok gibidir. Fatih, Avnf takma adıyla şiirler yazmıştır. Fatih ' in oğul­ları Cem Sultan i le II . Bayezıd ' ı da aynı şairler yetiştirmiş olsa­lar gerek ki, her ikisi de şairdir. II. Bayezıd, Adli takma adıyla şiirler yazmaktadır, Cem Sultan gerçekten de ünlü ve değerli bir şairdir. Ayrıca, "Türkçe ve Farsça iki divam olan Cem Sultan' ın kaside, gaz el ve murahhalarında Ahmet Paşa ' nın etkisi açtkca görülmektedir. " (Behçet Necatigil, age. )

Sultan II. B ayezıd ' ın oğul ları Şehzade Abdullah i le Meh-

260

Page 261: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

med ' in hocalığını da, Fatih ' in sarayda görevlendirerek musahip­liğine getirdiği, XV. yüzyılın büyük şairi Necati yapmıştır.

Sultan II. B ayezıd ' ın yerine tahta çıkan oğlu Selim'in hoca­lığını da, babasının Saraya alarak musahipleri arasına kattığı ün­lü şairler Zat/ ile Tacizade Cafer Çelebi yapmış olsalar gerek ki, Yavuz Sultan Selim, Tacizade Cafer Çelebi 'yi beraberinde Çal­dtran Seferi'ne de götürmüştür. Yavuz'un da, bilindiği gibi Fars­ça bir divanı vardır ve Türkçe şiirler de yazmıştır. Vakanüvisle­rin verdiği bilgi lere göre, gözlük kullanan i lk Osmanlı sultanı da Yavuz' dur.

Kanuni döneminde ise, Sarayda şiirle, edebiyatla uğraşma­yan kimse yok gibidir. Kendisi Muhibbf mah lasıyla şiirler yaz­maktadır. Zarf'den başka Hayall ve Baki'yi de nedimleri arasına almış, önemli görevlere getirmiştir. B aki'ye, aynı zamanda "Şa­ir/er Su/tam" sanı verilmiştir Sarayda. Oğlu Şehzade Meh­med ' in düğününde yazdığı kasideyi çok beğendiği için Faz/I'y i ödüllendirmiş, ardından oğlu Şehzade Selim'in yanına katip ola­rak vermiştir. Şehzade Bayezid ile Mehmed de edebiyatla yakın­dan ilgilidirler ve şiirler yazmaktadırlar.

Şair Nev' f, III. Murad ' ın oğlu Şehzade Mustafa'ya ders ver­miştir.

Ama ne yazık ki, II. Murad 'la başlayan "şair/erin de şehza­delere hoca/tk etmesi, özel dersler vermesi" geleneğine, gördü­ğümüz kadarıyla XVII. yüzyılın başından itibaren, sultanların şehzadelikleri sırasında yönetim deneyimi kazanmaları için san­cakbeyliği yapmaları geleneğiyle birlikte son verilmiştir. Bi lin­diği gibi , III. Murad'ın oğlu III. Mehmed, şehzadeliğinde san­cakbeyliği yapmış son sultandır. Çünkü, oğlu I. Ahmed, kendi­sinden sonra tahta çıktığında henüz 14 yaşında olduğu için, şa­irlerden ders alabilmesine veya şehzadeliği sırasında sancakbey­liği yapmasına zaten olanak yoktur.

Fakat ilginçtir, çocuk yaşta tahta çıktığı için şehzadeliği sıra­sında şairlerden özel dersler alma olanağı bulamayan I. Ahmed, bu açığını sultanlığı sırasında hızla kapatmış olsa gerek ki, topu topu 28 yaşında ölmesine karşın, sultanların şiir yazma gelene-

2 6 1

Page 262: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

ğini sürdürerek Ahmed Han ve Bahtf mahlaslarıyla bir divanı dolduracak kadar şiir yazmıştır. Bir divanı vardır yani.

Ancak, Osmanlı tarihinin çocuk ve deli sultanlar dönemi olan bu lanetli yüzyılda, I. Ahmed'den başka şiir yazan bir sul­tan da olmamıştır ne acıdır ki . . .

XVIII . yüzyılın başından itibaren yeniden yaşama geçirildi­ğinde de, gene çok i lginçtir, sanki bu kez de Osmanlı İmparator­luğu 'nu eski görkemine kavuşturacak yenilikçiliğin, reformcu­luğun bir zorunluluğudur bu gelenek. Ya da, bir simgesidir, bir göstergesidir artık.

Bütün bir yüzyıl boyunca, çok açık bir biçimde, reform giri­

şiminde bulunan, örneğin matbaanın kurulmasına izin veren, as­kerlerin çağdaş yöntemlerle eğitilmesi için dışardan Hıristiyan uzmanlar getirten, bu yabancı uzmanlara toplar döktüren, asker­

lik okulları kurduran yenilikçi sultanlar, şairleri yeniden nedim­leri arasına alıp Sarayda görevlendirirler ve şair olabilmek için çırpınırlarken, i lginçtir, bu giri şimleri engellemeye çalışanlar da dehşetli şair ve şiir düşmanı kesilmişlerdir sanki.

Gerçekten de, III . Osman ve I. Abdülhamid dışında şiir yaz­mamış Osmanlı sultanı yoktur XVIII. yüzyılda.

Örneğin, XVII I . yüzyılın ilk sultanı II. Mustafa, sanki bu ge­leneği yeniden canlandırmış ve kah Meftun/, kah İkhalf mahlas­

larıyla şiirler yazmıştır. Hıristiyan uzmanları ilk kez Saraya ala­rak raporlar hazırlatan, İbrahim Müteferrika'ya gerekli izni ve­ren Sultan III . Ahmed, bilindiği gibi Şair Nedim' i baştacı etmiş ve şiirlerinde Necih mahlasını kullanmıştır. Mühendislik okulu­nun temelini atan II. Mahmud Sehkatf: "Mühendishane-i Bahri­i Hümayun"'u kuran I I I . Mustafa Cihangir: oğlu , XVIII . yüzyı­lın son sultanı III. Selim de İlhamf mahlaslarını kullanarak şiir­ler yazmışlardır.

Sarayda nedimler arasına alınarak, çoğu üst görevlere getiril­miş, divan katibi, hatta reis-ül küttah (divan katiplerinin başı) yapılmış bu şairler, doğal o larak Sultanların yaran toplantıları­na, meşveret meclislerine de katılmaktadırlar kuşkusuz.

Fatih-Kanuni döneminde, gördüğümüz kadarıyla yalnız ya-

262

Page 263: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

ran toplantılarına, meşveret meclislerine katılmakla da kalma­mışlardır hatta, divanda (hükümet toplantılarında) da söz sahibi olmuşlardır. Örneğin, Fatih' in ilk sadrazamlarından Mahmud Paşa, yukarda da belirtildiği gibi, ünlü bir şairdir ve Adnf mah­lasıyla yazdığı iki divanı vardır. B ir diğer sadrazamı, ünlü Fatih Kanunnamesi "Kanunname-i Al-i Osman" ı düzenleyip yayım­layan Karamani Mehmed Paşa da şairdir ve şiirlerinde Nişanf malılasını kullanmıştır. Ve bu iki şair, Fatih ' in ı 45 ı 'den 1 48 ı 'e kadar olan 30 yıllık iktidarında, toplam tam 20 yıl sadrazamlık yapmışlardır.

Yavuz Sultan Selim' in sadrazamlarından Pir Mehmed Paşa da şairdir ve şiirlerinde Remzf mahlasını kullanmaktadır.

Yavuz Sultan Selim' in iktidarının son 2 y ılında sadrazam olan Pir Mehmed Paşa, Kanuni döneminde de sadrazamlığını 3

yı l daha sürdürmüştür. Yani, Kanuni 'nin de sadrazamlarından­

dır. Ayrıca, Kanuni döneminin ünlü denizcilerinden Seydi Ali Re­

is de Kfıtibf mahlasıyla şiirler yazmış ünlü bir şairdir. Şair sultanlar, S arayda görevlendirdikleri şairlerle zaman za­

man halvet edip, şiir üzerine, şiirin sorunları üzerine de müsaha­belerde bulunmuşlardır ola ki . . . Ancak, bu şairlerin, yaran top­lantılarında, meşveret meclislerinde de salt şiir üzerine konuş­tuklarını, şiirin sorunları üzerine görüşler belirttiklerini ise , dü­şünmek bile söz konusu olmasa gerektir elbette.

Kısacası, Osmanlı devletinin yazgısında asıl belirleyici rolü şiirin, edebiyatın oynadığı da, galiba gerçekten kuşkusuzdur doğrusu.

Üstelik, şairler ve özellikle de şiir, ilk İvıneyi başiatacak kül­türel tabanın oluşturulmasına önemli katkılarda bulunmakla da kalmayıp, İmparatorlukla da bütün tarihi boyunca yazgısına yön verecek nitelikte bir yaşamsal nedensellik ilişkisi içinde olmuş­lardır, gördüğümüz kadarıyla.

Kuşkusuz, imparatorluk ivmesine ilk hareketi veren bu kül­

türel birikimin bunca kısa sürede sağlanmasında, Süleyman Çe­lebi 'nin büyük bir olasılıkla ho bi olarak saraya aldığı şiirin dı-

263

Page 264: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

şında, II . Murad'ın gerçekten ustaca kurumlaştırdığı başka top­lumsal olgular da vardır elbette.

Örneğin, "Enderun" okullan da, bu oluşumda son derece önemli rol oynamış bir diğer temel etken olsa gerektir. Gerçi, bazı tarihçiler, bu okulun da, Yeniçeri ve Acemi Oğlanlar Ocağı ile birlikte I. Murad döneminde kurulmuş olduğunu savlamakta­dırlar. Ancak ne var ki, gene aynı tarihçiterin söz birliği etmiş­cesine belirttikleri gibi, Enderun okulu da amaçlanan işlevi ye­rine getirebilecek asıl kimliğine II. Murad döneminde kavuştu­rolmuş ve kurumlaştırılmıştır.

Ayrıca, Ülker Akkutay da, bu konuda üniversitelerimizde ya­pılmış galiba tek çalışma olan "Doktora Tezi" nde, kesin bir dil­le, "Enderun okulunun ll. Murad döneminde kurulduğu hususu açıklığa kavuşturulmuştur. " demektedir.

Enderun Okulu

Üzülerek belirtelim ki, bizce, Osmanlı tarihinin temel dina­miklerinin kavranabilmesi açısından son derece önemli bir ku­rum olan Enderun okulu konusunda da, bugün yeterli bir bilgi­

ye sahip olduğumuzu söyleyebilmemiz olanaksızdır. Ziya Gökalp ' in de "Medrese, içine aldığı Türkleri gayri Türk

yaparken (Araplaştırırken): Enderun, derununa aldığı gayri Türkleri (Hıristiyan/arı) Türkleştirmişti1: " diyerek tanımladığı bu okullar, salt devşirme Hıristiyan çocuklarını Müslümanlaştır­mak ve Türkleştirmek amacıyla mı kurulmuştur gerçekten?

Bil indiği gibi, I. Murad döneminde kurulan Yeniçeri Ocağı­na asker olarak yetiştirilmek üzere "penc-ü yek" yöntemine gö­re devlet adına alıkonulan tutsak Hıristiyan çocukları, önce ya bir Müslüman ailenin yanına verilerek, ya da "Gelibolu Çardak arasında işleyen gemilerde bir akçe yevmiye ile beş on yıl çalış­tırılarak" Türkçe öğrenmeleri ve Müslümanlaşmaları sağlan­

maktadır. Sonra da Acemi Oğlanlar Ocağı'na alınıp, asker ola­rak yetiştirilmekte ve Yeniçeri Ocağı'na gönderilmektedirler. Bu eğitimi başarıyla tamamlayan yetenekli çocuklar da, Enderun

264

Page 265: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

okuluna alınmaleta ve orada subay, saray görevlisi, yönetici vb. olarak yetiştirilmektedirler.

Mehmet Zeki Pakalın da, "Osmanlı Tarih Deyimleri ve Te­rimleri Sözlüğü" nde, Enderun okulunun ilk kez I. Murad döne­minde, Edirne'deki sarayda kurulduğunu ve "eğitim süresinin 14 yıl olduğunu" belirtikten sonra, "Devşirme kanunu yürürlük­te olduğu sürece acemi oğlanlar arasında zeka, istidat (yete­nek), kı/ık kıyafet itibariyle düzgün olanlar öğrenci olarak alı­n1 1·d1 . Devşirme kanunu kaldm/dıktan sonra, öğrencilik sadece kölelere kalmışti. Burada eğitim görenlerin gelecekleri parlak olup, devlet görevleri hemen hemen sadece bu okuldan çıkanla­rın tekelinde olduğu için, devletin üst görevlilerinden de çocuk­larını artık bu okula verenler çoktu . " demektedir.

Görüldüğü gibi, gerek Acemi Oğlanlar Ocağı, gerekse Ende­run okulları, Yeniçeri Ocağı'na asker ve subay yetiştirmek ama­cıyla Saray'da devletçe kurulmuş ve sadece tutsak ya da devşir­

me Hıristiyan çocuklarına açık, medreseden çok farklı, kendine özgü bir yapıda okullardır.

Nitekim, Ülker Akkutay da, Ankara Üniversitesi, Dil , Tarih, Coğrafya Fakültesi 'nde hazırladığı doktora tezinde: N. M. Pen­zer ' ın "Son derece titiz bir program çerçevesinde hareket eden bu kuruluşların eğitim tarihinde tek örnek olduğunu" I 965 yı­lında Londra'da yayımianmış "The Harem" adlı kitabında be­lirttiğini, Menavino'ya göre de, "bu saray okullarının çağdaş bir gözleminin, bu sistemin birinci derecede bir eğitim sistemi olduğunu" gösterdiğini yazmaktadır.

Gerçekten de bu okullardaki eğitim, Ülker Akkutay' ın da be­

lirttiği gibi, salt teorik bilgi yüklerneye veya ezbere dayalı kla­sik bir eğitim olmayıp, işbaşı eğitimi diyebileceğimiz çağdaş an­lamda bir eğitimdir. Örneğin, Müslüman ailelerin yanından Ace­mi Oğlanlar Ocağı'na gelen öğrenciler, derhal yeniçerilerin so­rumluluğuna verilmekte ve onlardan "savaş hünerlerini öğren­me/eri" sağlanmaktadır. İyi birer savaşçı olmaları için kışlada

sürekli sporla da uğraşmaktalar, çeşitli sporlar yapmaktadırlar. İ lk yıllarda, Müslümanlıkla i lgili bilgilerinin geliştirilmesi

265

Page 266: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

için i lmihal, tevhid, akaid, amel, Kuran, hadis gibi teorik din derslerinin okutulmasının yanı sıra, M. Zeki Pakalın ' ın yazdığı­na göre, Sarayda sultan huzurunda görev yapataklarından, ken­dilerine, oturup kalkma, yeme içme, saygılı davranma, "yere tü­kürmeme, öksürürken mendille ağzt kapatma, kirli giysilerle do­laşmama" gibi görgü kuralları da öğretilmektedir. Daha sonra da, yeteneklerine göre ayrılmaktalar ve işyerlerinde çalıştırıla­rak meslek öğrenmeleri sağlanmaktadır. "Devlet kesimevlerinde kasapltk; devlet peksirnet ve fodla (yoksullara dağtttlmak üzere kepekli undan yaptlan bir tür ekmek) }inn/arında pişiricilik, ha­murkarlık, pastactlık; devlet yoğurthanelerinde, bozahanelerin­de , peynirhanelerinde hamalltk; devlet inşaatlannda yol, köprü yaptm/armda işçilik" "SG/·ayda ahçı yamağt ve baltactlık" yapmaktadırlar. "Saray ve cami inşaatlannda genellikle acemi oğlanlar çalıştmlmaktadu: Edirne'de Sultan Selim camiinin de­mir işlerini acemi oğlanlar yapmtştu: Tabakhane/er, saraya ait tekneler, ambar/ar, mand1 1·alar da acemi oğlan/ann çaltştml­dtklan yerlerdir. " (Ülker Akkutay, Enderun Mektebi, Gazi Üni­versitesi Yayını, Ankara 1 984, s . 54-57)

Nitekim, bu nitelik.lerinden dolayıdır ki , Ülker Akkutay da, daha doktora tezinin başında, bu okulların "Türk-İslam medeni­yetinin en önemli kuruluşlanndan biri olduğunu" belirterek, on­

lar için "tereddütsüz bir eğitim mucizesi" demektedir. Ancak, hemen şunu da belirtelim ki , Sarayda görevlendirilen

öğrenciler de, kesinlikle uşak olarak kullanılmamaktadırlar. "Saray hizmeti için gerekli olan köleler, ya kaçmlmakta, ya kö­le pazarlanndan sattn altnmakta, ya da ganimet veya armağan olarak saraya gelmektedir. " (Age, s. 43)

Acemi Oğlanlar Ocağı 'ndaki bu eğitimden sonra da, padişa­hın huzurunda yapılan elemelerde başarılı olanlar, Saraydaki Enderun okuluna alınmaktadırlar. Burayı başarıyla bitirenler de, subaylığa terfi ederek, Yeniçeri Ocağı 'na kaydedilmektedirler.

_ M. Zeki Pakalın 'ın yaptığı bir alıntıda belirtildiğine göre, Haftz Refik Bey de "Edebiyat-I Umumi ye Mecmuast" nda, "En­derun rneklehinde eğitimi bitirenlerden savaşçt stfattyla kırkt

266

Page 267: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

gönüllü, yirmisi çuhadar (padişahın yanındaki üst düzey görev­li) olmak üzere altmış neferi de, ilk defa Çelebi Sultan Mehmed Han Hazretlerinin maiyet-i hümayunlarına kabul buyurduğu­nu" ve böylece "enderunluların savaşlara sultanların yanında katılmaları geleneğini de baş/attığını " yazmaktadır. (Age, c- I , s . 5 39)

Görüldüğü gibi , Hafız Refik Bey'in verdiği bu bilgiye göre, I. Murad döneminde Edirne'deki sarayda açılan bu Enderun okulunun, daha i lk günden itibaren, Müslümanlaştırılmış ve Türkçe öğretiimiş bu Hıristiyan çocuklarından çok iyi savaşçılar yetiştirdiği kuşkusuzdur.

Ancak, bir imparatorluk haline dönme yörüngesine girmiş olmanın sancısıyla demek, Osmanlı devletinin gereksinimi artık yalnız iyi yetiştiritmiş subay değil ki , II. Murad döneminde, ger­çekten de bu okuldaki eğitim anlayışında bir devrim yapılmıştır, gördüğümüz kadarıyla.

B ilindiği gibi , ülkedeki halka açık tek eğitim kurumu olan medreselerde, sadeec Sünni-Hanefi inancı doğrultusundaki İ sia­rniyetle ilgili dini bilgiler öğretilmekte, kimi medresderin prog­ramiarına zaman zaman konulmuş biraz hesap, biraz nücum (astroloji )den başka din dışı bilimlerle edebiyat, hele hele ş iir kesinlikle okutulmamaktadır.

Anlaşıldığı kadarıyla, I. Murad ' ın kurduğu bu yeni okulda da, ola ki ulemanın baskısıyla, bu gelenek gene bozulmamıştır ta II. M ur ad' a kadar. Savaşçı olarak yetiştirilen bu yeni Müslü­maniaşmış Hıristiyan çocuklarına, dini bilgilerini geliştirecek derslerden başka, din dışı bi liınlerle ilgili herhangi bir ders oku­tulmamıştır.

I I . Murad ise, gerçekten de sözcüğün tam anlamıyla bir dev­rim yaparak, şiir ve inşa (nesi1"), musiki, astronomi, geometri, aritmetik, coğrafya, tarih , mantıkJelse/e vb. gibi o çağdaki bü­tün din dışı bilimlerin okutulmasını da zorunlu kılmıştır bu yeni okulda.

İlginçtir, gördüğümüz kadarıyla, II. Murad, Enderun okulu­nun eğitim programını kökten değiştirirken, sanki yalnız Os-

267

Page 268: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

manlı Sarayı için daha kültürlü subay ve yöneticiler yetiştirme­

yi değil, yargıyı da medreseiiierin elinden almayı amaçlamıştır. Çünkü, din dışı derslerle birlikte, Kuran, İ lmihal, tevhid akaid, amel gibi derslerin yanı sıra İlm-i te/sir, Hadis, Fıkıh, Feraiz, İl m-i kelôm, meanf, usul, bed i' beyan vb. gibi, çoğu şer ' i hukuk­la ilgili, medreselerde okutulan temel dersleri de zorunlu kılmış­tır.

II . M ur ad 'ın bu girişimleri gerçekten de kısa sürede son de­rece olumlu sonuçlar vermiş olsa gerek ki, gene Hafız Refik Bey, "Fatih Sultan Mehmed Han hazretlerinin , bizzat bulundukları Belgrat ve Bu,�dan savaşlarında enderunluların kılıçiarım çekip Osmanlılık uğruna nasıl savaştık/arına ve ardı ardına şehit düş­tüklerine tanık olunca, İstanbul' daki sarayda da bir okul daha açılmasım irade buyurduğunu" yazmaktadır.

Ülker Akkutay da, doktora te zinde, "Fatih' in İ stanbul' u fet­hiyle Osmanlı de\Jeti çok gelişmiş, tf!şkilatı da oldukça genişle­mişti. İmparatorluğun çeşitli görevlerini yerine getirebilecek bilgili ve yetenekli idarecilere ihtiyaç vardı . Ayrıca Saray halkı­mn bütün işlerini idare edebilecek elemanlar da gerekiyordu. Bu büyük ihtiyaç karşısında 'Saray Mektepleri' kurulmaya başlan­mışti/: " demektedir.

Görüldüğü gibi, galiba gerçekten de, Fatih döneminde Salın­

ı Sernan medreseleriyle yeni bir model yaratılarak ülkedeki bü­

tün medresderin kendiliğinden yeniden yapılandırılmasına çalı­şılırken, aynı anda Endurun okulunda da bir yeni yapılanmaya gidilmiştir.

Tarihçiterin belirttiklerine göre, Fatih, İstanbul 'u fethedip başkent yapar yapmaz, Bayezit'teki Eski Saray'da bir de Ende­run okulu açtırtmış, 1 468 veya 1 478 'de Topkapı Sarayı 'nın ya­

pımının tamamlanmasından sonra da Eski Saray ' ın tamamını bu okula bırakmıştır.

Bu yeni okulun adı da, artık "Enderun-i Hümayun" dur. Kuşkusuz, bu yeni okulun yapımında ve örgütlenmesinde de

Edirne'deki okul örnek alınmıştır. Ancak, Edirne 'deki okul, ar­tık Enderun-i Hümayun ' a öğrenci yetiştiren bir hazırlık okulu

268

Page 269: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

durumuna girmiştir. Tutsak veya devşirme Hıristiyan çocuklarının bir kısmı İ s­

tanbul'da alıkonulup, Eski Saray'daki hazırlık okulunda (ende­run'da veya yeni adıyla, S aray Okulu 'nda) eğitilirken, bir kısmı da Edirne 'ye gönderilmektedir. Bu okullarda başarılı olan öğ­renciler de bir üst okul durumundaki Enderfın-i Hümayfın 'a alınmaktalar ve öğrenimlerini orada sürdürmektedirler daha sonra.

imparatorluk büyüdükçe, doğal olarak gereksinim daha da artmış, bu nedenle, Fatih' ten hemen sonra oğlu II. B ayezid dö­

neminde, İ stanbul'da, Galata' da, yeni bir Saray okulu açılmıştır.

Yani, Galata Saray okulu da, tutsak veya devşirme Hıristiyan ço­cuklarını eğiterek Enderfın-i Hümayun' a öğrenci yetiştiren İ s­tanbul'daki ikinci hazırlık (Saray) okuludur.

Kanuni döneminde ise, İ stanbul 'da iki Saray okulu birden

açılmıştır, gördüğümüz kadarıyla. Çok sevdiği Sadrazaını İbra­him Paşa 'nın, gene çok sevdiği Defterdan İskender Çelebi 'yi Bağdat ' ta astırdığını öğrenince çok öfkelenen Sultan, sefer dö­nüşü hemen onun da kellesini vurdurtmuş ve her ikisinin de maliarına el koydurtarak, saraylarında iki enderun okulu birden açtırtmıştır. Böylece, İbrahim Paşa Saray Okulu ve İskender Çelebi Saray Okulu i le 1 536 'da İ stanbul'daki Saray okullarının

sayısı dörde çıkmış, Edirne' deki okuila birlikte de, Enderun-i Hümayun 'a öğrenci yetiştiren Saray okullarının (enderunların) sayısı beşi bulmuştur.

Ülker Akkutay ' ın belirlemelerine göre de, toplam öğrenci sa­yısı, Fatih döneminde Saraydaki okullarda 400, Edirne'de de 300 olmak üzere 700 dolaylarında iken, bu rakam II. Bayezid döneminde 900'e, Kanuni döneminde ise, iki bin dolayiarına çıkmıştır.

Acemi Oğlanlar Ocağı 'nda askerlik ve müslümanlıkla ilgili

temel bilgileri edinmiş "İç oğlan/arı " da denilen bu öğrenciler

de, "Hazırlık okullarında askerlik ve savaş hünerleriyle ilgili bilgilerini geliştirir/erken, ilgi ve yeteneklerine giire dil, edebi­yat, çeşitli el sanat/arı, zenaat, hatta nakkaşlık, hattatlık gibi

269

Page 270: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

alanlardan birinde de kendilerini yetiştirme olanağını bulmak­ta" dır! ar. D olay ıs ıyla, Enderı1n-i Hümayfin' a giremeyenler de, bu becerileri sayesinde ya Yeniçeri Ocağı 'na veya öteki kapıku­lu ocaklarından birine savaşçı olarak kaydedilmektedirler, ya da edindikleri yeni mesleklerine göre Saraydaki atölye veya imalat­hanelerden birinde çalıştırılmaktadırlar.

Görüldüğü gibi, bu hazırlık okulları aslında salt Enderfin-i Hümayfin' a öğrenci yetiştiren okullar da değillerdir. Yani, o

okullarda da Osmanlı İmparatorluğu 'nun gereksindiği nitelikli elemanlar yetiştirilmektedir. "Örneğin, Sultan A hmed Ca­mii' nin mimarı Sedekar Mehmed Ağa da bu Saray okulunda ye­tişmiştir. Önce mızrap vurdurularak eline (ve zevkine) maharet kazandırılmış, sonra sedefkarlar atölyesinde çalışmış, hendese öğrenmiş ve sarayda ders veren Mimarbaşı Koca Sinan' ın ya­nında mimar olarak yetişmiştir. "

Mimar Sinan da, bilindiği gibi bir devşlrmedir. Tarihçi lerio verdikleri bilgilere göre 1 5 1 2 'de İstanbu l 'a getirilmiş ve önce Acemi Oğlanlar Ocağı 'nda, sonra enderunda (Saray hazırlık

okulunda) yetiştirilmiştir. Yavuz Sultan Selim' in seferlerinde gösterdiği üstün başarılardan dolayı da başmimarlığa getirilmiş­tir. Bu örnekten anlaşıldığı kadarıyla, Saray okulunda ders de vermektedir.

Medreselerde sadece medreseden yetişmiş u lema ders verdi­ği halde, bu okullarda, görüldüğü gibi Sarayda görevli ulema ve

ulema dışındaki bilim adamları hünkar hocaları, mimarlar, mü­zisyenler, sanatçılar da ders vermektedirler. Ülker Akkutay' ın belirlemelerine göre, örneğin Edirne'deki enderun okulunda, II . Murad döneminde, "Molla Güranf, molla Sirek (Molla Zeyrek olsa gerek) , Hocazade ve Katipzade ( Hatipzade olsa gerek)" gi­bi ulemanın yanı s ıra "matematikçi M irim Çelebi ve şair Ahmed Paşa" da ders vermişlerdir.

Bazı kaynaklarda adı "Hırvat Mahmud Paşa" olarak da ve­rilen, Fatih ' in ünlü sadrazaını Mahmud Paşa da, çocuk yaşta tu­tsak alınarak Edirne'ye getirilmiş ve II. Murad döneminde Ace­mi Oğlanlar Ocağı 'na alınarak Edirne'deki enderun okulunda

270

Page 271: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

yetiştirilmiştir. Burada şair Ahmed Paşa'dan da ders almış olsa gerek ki, kimi edebiyat tarihçilerinin değerlendirmelerine göre, Mahmud Paşa'nın Adni mahlasıyla yazdığı şiirlerinde, Ahmed Paşa'nın da etkisi açıkca görülmektedir.

Nitekim İlhan Tekeli ile Selim İlkin de, yukarda anılan çalış­malarında, "Dip/oma vermesi, belli bir amaç için belli bir prog­rama göre eğitim yapması , eğitilen/erin sistemde yük/eneceği görevlerin belirli olması açısından Endurun Mektebi bir yüksek eğitim kurumu olma özelliklerine sahiptir. " diye nitdedikleri enderun okulları ile medresedeki eğitimin de, temelde "dört ba­kımdan farklı olduğunu" belirtmektedirler.

"Bunlardan birincisi, Türkçe ve edebiyat konusunda verilen derslerdir. İkincisi, eğitimin bir asker ve yöneticinin bilmesi ge­reken coğrafya, harita yapımı, tarih, siyaset ve muharebe sana­tı vb. konuları da kapsamasıdır Üçüncü farklılık, hattat lık, ci lt, tezhip , oymacılık, minyatür yapımı, mimarlık vb. güzel sanatlar etkinliklerini de bünyesinde barındırmasıdır. Dördüncü farklılık ise, musiki eğitiminin musikişinaslar (besteciler) hanendeler (yorumcular), musiki aletlerini çalan ve yapan sanatkarlar ye­tiştirmesidir. " (Age, s. I 9-20)

Görüldüğü gibi, medreselerle enderun okulları arasındaki asıl farklılık, gerçekten de Türkçe ve edebiyat derslerinden kay­naktansa gerektir bizce de.

Medreselerde, Kuran dili Arapça olduğu gerekçesiyle, eğitim Arapça yapılmaktadır, dolayısıyla daha ilk sınıftan itibaren öğ­rencilere Arapça öğretilmeye çalışılmaktadır, bilindiği gibi. An­cak, Osmanlılar da Arap abecesi kullandıkları için, Arapça oku­

ma yazma öğrenen kişi, dolaylı olarak Türkçe okuma yazma da öğrenmiş olmaktadır kuşkusuz. Ama o kadar . . . Çünkü, medrese­lerde Türkçe dersi hiç olmamıştır.

Oysa, enderun okullarında bütün öğrencilere din dersleriyle birlikte Arapça da öğretildiği gibi, Türkçe ve Türk edebiyatı derslerinin yanı sıra, Osmanlı divan şiirinin İran şiirinden kay­naklanmış olması nedeniyle Farsça öğretiterek İran edebiyatı da okutulmaktadır.

27 1

Page 272: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Ülker Akkutay, bu uygulamayı da "devşirme Hıristiyan ço­cuklarının Türkleştirilmesi ve Müslümanlaştırılması " politikası­na bağlamakta ve ' 'Türk dili ve kültürünün bu çocuklarda haki­miyetini sağlamak için Türkçe derslerin saatleri çoğa/tılmış, Türk edebiyatı derslerine ve Osmanlı Türkçesinde önemli yeri olan A rapça ile Farsça ya önem verilmiştir. " diye yazmaktadır.

Doğrusu, enderun okulu, belki gerçekten I. Murad dönemin­de bu amaçla kurulmuştur ama, II. Murad'dan sonra izlenen eği­tim politikasının da aynı amaca yönelik olduğu görüşüne katıla­bilmek galiba olanaksızdır. Çünkü bizce de, izlenen bu eğitim politikası, İ lhan Tekeli ve Selim İlki n 'in belirttikleri gibi, "XV/. yüzyılda dünyanın en güçlü imparatorluklarmdan birini yarat­mayı başarmış bu kurumsal düzeni yeniden üretebilecek" dona­nımda aydınlar yetiştirmeyi arnaçiasa gerektir kesinlikle.

Nitekim, gene İ lhan Tekeli ve Selim ilkin ' in ustaca saptadık­ları gibi, "Osmanlı bürokrasisine özgü bir yazım ya da kitabet kültürünün yaratı lması " da, hiç kuşku yok ki, enderun okulla­rında XV. yüzyılın ortalarından itibaren uygulanan bu eğitim po­litikasının en belirgin ürünüdür, bizce de. (Age, s . 2 I )

Osmanlıların da, bütün Anadolu Türkmen beyliklerinde ol­duğu gibi , bir imparatorluk haline dönüşünceye kadarki resmi

dilleri, anadilleri olan Oğuzca, yani Türkçedir elbette. İ stan­bul ' un fethinden sonra ise, önce bir yazı dili (kiıabet), ardından da, Tanzimat'tan sonra Lisan- ı Osmani veya Osnıanlıca diye ad­landırılan yeni bir dil yaratılmıştır ve bu yeni dilin yaratıcıları da, kesinlikle medrese değil, enderun okulları ile divan şiiridir.

Bu nedenle, Osmanlı devletinin, enderun okulları ve divan şiiriyle birlikte, aynı süreçte koşut bir gelişme göstermesi, elbet­te bir rastlantı değildir.

Fatih, babası II. Murad'ın yeni bir yapıya kavuşturttuğu en­derun okulunun, sadece sayısını çağaltmak ve eğitsel niteliğini yükseltmekle de kalmamıştır çünkü. Ülker Akkutay 'ın da belirt­tiği gibi , bu okulları, yalnız devşirme çocukların kapıkulu ocak­ları için subay olarak eğitildiği asker okulları olmanın ötesinde, devletin geleceğini yeniden üre te bilecek gerekli aydın kadroları

272

Page 273: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

yetiştiren bir kurum haline dönüştürmeyi de başarmıştır. Bu okullardan yetişmiş, devşirme kökenli, Saraydeki yüksek dere­celi yöneticilerin çocukları da alınmaktadır artık. "Enderwı oku­lu, gerçek kimliğine Fatih Sultan Mehmed döneminde kavuş­muştw: " bizce de.

"Kanuni Sultan Süleyman döneminde ise, Saraydaki, yüksek dereceli Türk ve Müslüman görevlilerin çocukları da bu okulla­ra alınmaya başlanmıştu: " (Age, s. 8 1 )

Artık "Osmanlı İmparatorluğunun bütün sivil memur/arını , devlet ileri gelenlerini, askeri görevlilerini, Yeniçeri Ağasrnı , Sadrazamı, Kubbealtı vezirlerini, defterdarını , beylerbeyilerini, vali/erini" bu saray okulları yetiştirmektedir. Mimarlar, müzik­çiler, hattatlar, nakkaşlar, minyatürcüler hep bu okullardan yetiş­miştir.

Enderun okullarından yetişmiş divan şairleri de elbette yal­nız Enderunlu Fazı/ ve Enderunlu Vasıf değildir. "Divan şairle­rinin birçoğu da bu Saray okullarmdan yetişmiştir. " (Age, s . 1 24)

Bu divan şairleri de, enderunlu aydınların ürünü olan yeni Osmanlı yazışma (kitabet) dilinden yarattıkları yeni şiir di liyle, İmparatorluğun Osmanlıca denilen resmi dilini oluşturmuşlar­

dır, hiç kuşku yok ki . . . Nitekim, Ahmet Harndi Tanpınar da, "Onbeşinci yüzyılın

ikinci yarısı ile onaltıncı yüzyılın ilk yarısı, şiir tarihimizin en olgun (feyzli) dönemidir. Yeni bir şiir dilini yaratmak işini üzeri­ne alan bu dönemin şairleri, büyük bir dikkatle ve gayretle dilin üzerinde duruyor/ardı. Aruzun sesini türkçenin organizmasma mal etmek onların hem ideali, hem de çalışmalarına yön veren büyük disiplindi. Daha o dönemde ust�sı olan İran şiiri ile Türk şiiri arasmda bir yarış başlamıştı. Bu gayretle dil, her büyük şa­irde bir kere daha yeni bir aşama kazanıyordu. " diye yazmak ta­dır. (Ahmet Harndi Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler, Dev­let Kitapları, İ st. I 969, s . 1 47)

Kısacası, "XVI. yüzyılda dünyanın en güçlü imparatorlukla­rmdan. birini yaratmayı başarmış" bu kültürel temelin oluştu-

273

Page 274: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

rulmasında en büyük rolü enderun okullarının oynadığından ga­liba kuşku duyulmasa gerektir.

Ama ne var ki, enderun okullarını bugün yeterince bildiğimi­zi söyleyebilmemiz de olanaksızdır doğrusu.

B ilindiği gibi, Enderun "iç, binanın içi", Bi run ise "dış, bina­nın dışı" anlamlarına gelen Farsça iki sözcüktür. Osmanlılar da, padişah sarayının içine "enderun" , dışarısına "birun" demişler­dir, bu nedenle. Örneğin, sarayda hizmet edenlerin genel adı "Enderun halkı " , hanedana Saray dışında hizmet edenlerin ge­nel adı da "Birun halkı" dır. Saray da, hem padişah ailesinin ko­nutudur, hem de Osmanlı devlet yönetiminin merkez binasıdır. Divan toplantıları da, padişahın veya olmadığı zamanlarda onun

izniyle sadrazarnın başkanlığında Saray 'da yapılmaktadır. Saraya alınan tutsak Hıristiyan çocuklarının eğitimi için I .

Murad döneminde kurulan okul da Saray içinde olduğundan "Enderun Mektebi" denilmiştir başlangıçta. Ama zamanla, kimi kayıtlarda, "enderun" diye de söz edilmeye başlanılmıştır bu okullar dan.

Bu yüzden de "Enderun" veya "Enderun-i Hümayun" de­yimleri her üçü ile i lgili, hem hanedan konutu , hem hükümet merkezi, hem de devşinne okulu ile ilgili yönetsel ve yapısal an­lamları içerir olmuştur kendi liğinden. Deyimierin bu çok anlam­lılığı da, bu kurumların gerçek kimliklerinin günümüze ulaşabil­miş belgelerden yeterince kavranabilmesini doğal olarak zorlaş­tırmaktadır. Üstelik, bu kurumların büyük ölçüde zaten içiçe oluşları durumu daha da karrnaşıklaştınnaktadır kuşkusuz.

Sanırız haHi bu konuda üniversitelerimizde yapılmış tek bi­limsel çalışma olan Ülker Akkutay 'ın doktora tezi de, gördüğü­

müz kadarıy la deyimierin bu çok anlamlılığından ve kurumların zaten içiçe oluşundan, Enderun okulları konusunda yapılmış bir

ilk çalışma şeklinde değerlendirilse gerektir doğrusu. Nitekim, Prof. Bayram Kodaman da, bu doktoranın yayım­

lanmasından 4 yıl sonra i lk baskısı yapılmış "Abdülhamid Dev­ri Eğitim Sistemi" adlı çalışmasının girişinde, "Osmanlı maari­finde Enderun Mektebi'nin yeri ve öneminin tam olarak bi/indi-

274

Page 275: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

ği kanaatinde değiliz. En azından şu sorulara cevap aramak ge­rekir: Enderun Mektebi' nin eğitim ve öğretim felsefesi ile top­lum ve devlet felsefesi arasındaki münasebet nedir? Osmanlı toplumunda enderunlu tipi nasıldı ve bu tipin toplumda yeri ve rolü ne olmuştur? Enderunlu-medreseli: enderunlu-diğer grup­lar arasındaki münasebetler ne şekildedir? Bu gibi sorulara, ancak sosyolojik, psikolojik ve siyasi bir yaklaşımla cevap aran­dığında, Enderun Mektebi' nin toplumdaki yerinin dive değeri­nin aydınlığa çıkacağından şüphe yoktur. " diye yazmaktadır. (Prof. Dr. Bayram Kodaman, Abdülhamit Devri Eğitim S istemi, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1 99 1 , s . IX)

Osmanlıların Gizli Tarhi: V lema Şiire de Düşman . . .

Bil indiği gibi , Osmanlı sarayında olayları tarih sırasına göre

yazıya geçirmekle görevlendirilen memura "vakanüvis" denil­

mektedir ve tarihçilerio verdikleri bilgilere göre, ilk resmi Os­manlı vakanüvisi Naima' dır. Bu göreve XVIII. yüzyılın başla­rında Sadrazam Amcazade Hüseyin Paşa tarafından atanmış , ün­lü tarihini de S adrazarnın buyruğu ile yazmıştır. Nitekim, Amca­zade Hüseyin Paşa adına sunulmuş (ithaf edilmiş) "Naima Tari­hi" diye bilinen tarihin asıl adı da, "Ravzatü' 1-Hüseyn fi Hüla­satı Ahbfiri' 1-Hafikayn" (Hüseyin ' in , Doğu ve Batı Haberlerini,

Olaylarını Özetleyen B ahçesi)dir. Daha önceleri ise, u lema yazdığı tarihi veya kitabı önce Sul­

tana sunmakta ve şayet beğenilirse, karşılığında kendisine yük­lü bir "atiyye-i seniye" (büyük bahşiş) verilmektedir geleneğe

göre. Ulemanın yazdığı ünlü tarihlerden biri de, "Bostanzade Tari­

hi" diye bilinen, Bostanzade Yahya Efendi 'nin yazdığı ' 'Tarih-i Saf Tuhfetu ' 1-Ahbab" (Dostlar Armağanı Saf Tarih)dir.

B ostanzade Yahya Efendi'nin yalnız kendisi ulemadan değil, birkaç kuşak atası da ünlü ulemadandır. B üyük babası, Kanuni döneminin kazaskerlerinden Bostan Efendi, babası da III. Mrad döneminde iki kez şeyhülislamlığa getirilmiş ünlü Bostanzade

275

Page 276: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Mehmed Efendi' dir. Kendisi de, kardeşleri gibi medresede yetiş­miş ve Hal ep, Galata, B ursa, Edirne kadılıklarından sonra, I 6 I 3 'te, Sultan I. Ahmed döneminde, İstanbul kadılığına, ertesi yıl , I 6 14 'te de Rumeli kazaskerliğine getirilmiştir. Tarihini de, verilen bilgilere göre, Kazaskerliği sırasında yazmış ve I. Ah­med'e sunmuştur.Başlarda da değinildiği gibi, I. Ahmed, I 603 yılında babası öldüğü zaman, henüz 14 yaşında bir çocuktur. Ama, Osmanlı ailesinde daha büyük yaşta bir erkek bulunmadı­ğı için, çaresiz kucaklayıp getirip tahtta oturtmuşlardır. Bir an

önce bir Şehzade yetiştirilmesi için de, çocuk dememiş, hemen evlendirmişlerdir. I 3 yıllık evlilik yaşamında da tam I 6 çocuğu olmuştur. 28 yaşına basmasına daha 6 ay varken de, e lli gün sü­ren bir mide hastalığından ölmüştür. Tarihçilerio belirttiklerine göre de, kolay etki altında kalan, dolayısıyla çabuk karar değiş­tiren, acımasız, aşırı dindar, vefasız biridir.

Ama, Bostanzade Yahya Efendi, kendisine sunduğu bu "Saf Tarih" inde Sultan ' ı : "Sultan Ahmed Han, tahta çtkttğında kud­retinin, sultan/tk ufkunda bütün parlakltğtyla tştmast, i nsanitğın huzurunu sağlamtştır. Yiğitfiği ve bileğinin kuvveti, yazt ile an­/atma sınırının dtşmda ka/tr. Çektiği yay gökkuşağt gibidir ve bir başkast çekmeye güc yetiremez. Keskin ktlıcı ile vurduğu kal­kanlar güneş gibi parlar, İskender aynast gibi dünyayt gösterir. Edirne' de iken, Allah ' a stğınıp bir topuzftrlatmış, iki fersah ( 10 km) öteye gitmiştir. İstanbul surlarıntn üzerinden dtşanya atttğt oku n birkaç fersah ötede izi görülmüştür. Yürüyüşü bile bir pa­dişaha uyacak biçimdedir. Bütün bunlara baktltrsa, dedesi Sul­tan Murad Han ' a (lll. Murad' a) benzediği anlaşti tr. Ama, Sul­tan Murad Han' dan bin derece yüksek, bağtşlaytct ve seçkindir. Boyu ondan daha uzundw: Sevimli yüzü ve gülümseyişi, nur sa­çan güneş kadar aydmlıktu: Ne ki, Tann vergisi heybeli ve bü­yüklüğü karştsında, her canlt titrer. Divan'da görevli iken, yüce tahttntn eteğine yüzümü süre1; ancak heybelinin aşmltğmdan te­miz yüzüne bakmaya güç yetiremezdim. " diye anlattığına bakı­lırsa, bu tarihinden dolayı I . Ahmed'den, gerçekten de çok yük­lü bir "atiyye-i seniye" almış olsa gerektir doğrusu.

276

Page 277: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Fakat buyruğunda çalıştığı Sultanı, ne denli acımasız biri ol­duğunu iyi bildiği için mi kim bilir, böyle mangalda kül bırak­maz bir Doğulu söylemiyle alabildiğine abartarak anlatan bu ün­lü ulema, ilginçtir, kitabında, Osmanlıların II. Murad dönemin­de başlamış bu gizli tarihine birtakım anıştırmalı göndermeler­de de bulunmuyor değildir sanki gördüğümüz kadarıyla.

Karşılığında yüklüce bir bahşiş alabilmek amacıyla, bir Os­manlı sultanına sunulmak üzere özel olarak kaleme alınmış bu tarihlerde, padişahlardan biri hakkında açıktan bir eleştiri yapıl­mış olması, elbette söz konusu bile değildir. Bu nedenle, "Os­manlı padişahları arasında şiir/e ilk uğraşan odur. Zamanında, şairler parlaklık kazanmış/ardır. Onlara saygının her türlüsü gösterilmiştir " derken, Sultan I I . Murad 'ı sanki dolaylı bir d il le eleştirmektedir bizce.

Çünkü, Bostanzade Yahya Efendi 'nin, kitabındaki şiir ve şa­irlerle i lgili sözlerine bakılacak olursa, şiirden ve şairlerden hoş­landığım söy leyebilmek, gerçekten olanaksızdır.

Örneğin, kitabının ikinci bölümünde Emevi halifelerini anla­tırken, "Şeriat ho::ucu işlemlere ilkin onun gününde başvurul­muştur. " diyerek suçladığı Muaviye'nin, şeriata aykırı davranış­larının kanıtı olarak da, "Hırsızlık yaptığı ortaya çıkan bir şairin eli kesilecekken , yazıp sunduğu bir şiiri çok heğendiği için ba­ğışlamış olmasım " göstermekte ve onu, "Tanrı günahmı bağış­lasın ve cennetinin efendil(�inden etsin inşallah" diye lanctlc­mektedir.

Gene, "Allah ' ı inkar eden melunlardandır" diyerek nefretle andığı onbirinci Emevi Halifesi I I . Yezid ' i aşağılarkcn de, tıpkı dam üstünde saksağan dermiş gibi, "Lanetlenmiş bu adam, şair ruh/u olmakla çok ::ina eder, durmaksızın siivüp sayardı . diye

yazmaktadır. İ lginçtir, I. Ahmed ' in "Ahmed Han" ve "Bahtf" mahlasla­

rıyla yazılmış şiirlerinden bir de divanı bulunduğunu bilmeme­sinin olanaksız olmasına karşın, "aydınlık yüzii de,�irmi, teni he­yaz, boyu sultanlık bahçelerinin selvisi gibi" "lter sl)zü bir inci dizisi olup" "bu müstesna yaradı/ış kendisine Allalı tarafından

277

Page 278: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

üfürülmüştür" diyerek yere göğe sığdıramadığı velinimetinin

şairliğinden, şiir yazdığından da hiç söz etmemektedir her ne­dense. Ancak, şiir ve şairler hakkında yazılmış tek kötü sözcük de yoktur kitabında elbette.

Ama, "Bayram/aşma törenlerinde elini öpen şair/ere de, sayRı olsun diye tahtında kalkıp otururdu. " diyerek, onu gene de şairlere ve ş iire olan düşkünlüğünden dolayı gizli gizli eleştir­

ınektedir sanki. Sultan II . Murad ' ı "ilk defa hadımları vezir yapan odw: Da­

ha önce ulema vezir olurdu. " diye eleştirirken de, sanki "şair" diyerek velinimetini öfkelendirmekten ve bahşişten olmaktan korktuğu için "hadım/ar" demeyi yeğlemiş gibidir.

Çünkü, "haremağalığt " kurumu da II . Murad döneminde oluşturulmuştur ve III. Murad dönemine kadar, haremde hizmet eden bu hadımlar beyaz oldukları için A kağalar denilmiştir on­lara. Zenci haremağalarının Osmanlı sarayına girişi III. Murad döneminden itibarendir.

Kuşkusuz, tutsak alınan Sırp, Boşnak, Rum vb. Hıristiyan çocuklarından hadım edilerek enderunda yetiştirilmiş bu Akağa­lardan kimileri daha sonra yükselerek vezir, hatta sadrazam bile olmuştur.

Örneğin, Hıristiyan kökenli bir devşirme Akağa olan Hadım Hasan Paşa, üstelik Bostanzade Yahy a Efendi 'nin bu satırları yazmasından kısa bir süre önce, I. Ahmed'in babası Sultan III . Mehmed döneminde Sadrazamlık yapmıştır. Gene, Hıristiyan kökenli bir başka devşirme Akağa olan Hadım Mesih Paşa da, I . Ahmed'in dedesi III. Murad ' ın sadrazamlarındandır.

Fatih ' in oğlu I I . Bayezid döneminde 1 5 0 1 'de sadrazam ol­muş akağa Boşnak Hadım Ali Paşa'nın; Yavuz Sultan Selim'in sadrazamlarından 1 5 1 7 Ridaniye savaşında şehit düşmüş akağa Boşnak Hadım Sinan Paşa 'nın; Kanuni dönemi sadrazamların­dan akağa Hadım Süleyman Paşa 'nın ise, I I . Murad döneminde vezirliğe getirilip paşa yapılmış olmaları, yaşları açısından ola­naksızdır.

Müneccimbaşı Tarihi 'nde de, her ne kadar, I I . Murad döne-

278

Page 279: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

mindeki Yama savaşında şehit düşenler arasında "Tavaşi Şelıa­bettin Paşa diye birinin bulunduğunun da zikredildiği" nden söz edilmekteyse de, başka kaynaklarda bu kişi hakkında herhangi bir bilgiye rastlanılamamıştır.

Zaten, Prof. Fuad Köprülü de, İ slam Ansiklopedis i 'nin "Ha­dim" maddesinde, "Ne 1 5 . , hatta ne de 1 6 . yüzyıllarda sGI·ayda­ki tavaşilerin (hadım/arın) devlet işleri üzerinde etkili oldukları­na dair elimizde hiçbir kayıt koytur. " diye yazmaktadır.

Ancak, II. Murad'dan itibaren artık u lemanın dışında, üstelik yalnız Enderundan yetişenierin de deği l , şairterin de vezirliğe getirilclikleri ise, galiba kuşkusuzdur. Örneğin, devşirme bir Rum çocuğu olan ve İstanbu l ' un fethinden sonra Fatih' in sadra­

zamlığa getirdiği İshak Paşa , Il. Murad döneminde Enderunda yetiştiritmiş ve vezir yapılmıştır. Gene, Rum veya S ırp kökenli bir devşirme olan Zağanos Mehmed Paşa da, I l . Murad döne­minde vezir olmuş enderunlulardandır. Ünlü şair Ahmed Pa­şa'ya da, paşalığı ola ki II. Murad döneminde verilmiştir. Bu ör­nekler daha da çoğaltılsa gerektir.

Ayrıca, enderun okulundan yetişenlerle, özel ders alarak ken­dini yetiştirmiş şairterin n. Murad 'dan itibaren getiri lclikleri üst görevler, gördüğümüz kadarıyla yalnız vezirlik de değildir üste­

lik. Örneğin, Fatih döneminde sadrazamlığa getirilmiş Hırvat

Mahmud Paşa, Rum Mehmed Paşa, Sırp Gedik Ahmed Paşa gi­bi II . Murad döneminde Saraya almarak enderunda yetiştiri tmiş devşirmelerin daha önceki yaşamlarıyla ilgili günümüze ulaşm ış her ne kadar fazla bir bilgi yoksa da, bu kişilerin sadrazamlığa getirilmeden önce birtakım önemli devlet görevlerinde denen­miş oldukları da galiba tartışılamasa gerektir.

Enderunlu olmayan şairterin sarayda katiplik, reis-ı'il kiittab­lık (Genel sekreterlik), yargıda kadılık, kazaskerlik gibi göre­vlere getiritmeleri ise, Çelebi Süleyman döneminde başlamıştır. Bi lindiği gibi, Çelebi Süleyman, Edirne'de sultanlığını ilan eder etmez şair A hmed/' yi divan katipliğine getirmiş , şair Ahmed-i Dal'ye de kadılık verm iştir. Daha sonra Fatih şair Ahmed Pa-

279

Page 280: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

şa'yı kazaskerliğe getirmiş, şair Necati ' yi divan katibi yapmış­tır. Mesih/, S adrazam Hadım Ali Paşa'nın divan katipliğine ge­tirilmiştir. Nailf divan-ı hümayun katipliği, İsmet/ de kadılık ve Rumeli kazaskerliği yapmıştır.

Görüldüğü gibi, II . Murad' ın eğitim s isteminde yaptığı kök­lü değişimle din dışı derslerle birlikte, İslamiyet ve şer' i hukuk­la ilgili medreselerde okutulan dersleri de görmüş enderunlula­rın yanı sıra, artık özel dersler alarak kendini yetiştirmiş şairler de yargı ile i lgili görevlere atanmaktadırlar.

Ancak, burada hemen şunu da belirtelim ki, edebiyatla, hele hele şiirle yakından ilgilenmiş, şiirden, edebiyattan da anlayan medreseli sayısının parmakla sayılacak kadar az olmasına karşı­lık, gördüğümüz kadarıyla, kendi kendini yetiştirmiş divan şair­leri arasında İ slamiyeti ve özellikle de Hanefi fıkhını en az bir medreseli kadar iyi bilmeyen kişi de gerçekten yok gibidir gali­ba.

Bostanzade Yahya Efendi de, "hadım" derken, bizce hiç kuş­ku yok ki, bu tarihten itibaren yargı ile i lgili görevlere de getiril­

rneğe başlanılan enderunlularla, kendi kendini yetiştirmiş divan şairlerini kastetmiştir.

Nitekim, Prof. Uzunçarşılı da, bu gerçekle ilgili olarak, "Üst görevlere getirilen devşirme ricalin çoğalması üzerine yönetici­ler arasmda bir rekabet başgöstermişti. " (Osm. Tar. c-2, s. 9) diyerek, hem I I . Murad' la başlayan bu uygulamaya, hem de Bostanzade Yahya Efendi 'nin öfkesinin asıl nereden kaynaklan­dığına ışık tutannışcsına, medreselilerle, enderunlular ve divan şairleri arasındaki gizli iktidar kavgasının bu tarihten itibaren baş lamış olduğuna işaret etmektedir bizce.

Doç. Dr. Hasan Akgündüz de, yukarda adını andığımız, "İ n­san ak/mm ürettiği değerler yerine , valıyin (Kuran' 111) rehberli­ğini temel alan" radikal İslamcı bir görüşle hazırladığı Osmanlı eğitim sistemi ile ilgili doktora tezinde, "İlmiye smifmm (ule­manın), kuruluş dönemi olarak kavram/aştm/an ilk yüz elli yıl­daki geniş nüfuz alanı , Fatih'in iktidar yıllarmdan itibaren güç­lenen enderun kaynaklı kul smifı tarafından önemli ölçüde sınır-

280

Page 281: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

landınlmıştu: " demektedir. (Age, s. 77 ) Ancak, Doç. Akgündüz'e göre, "bu dengenin enderun çıkış­

lılar lehine giderek daha da bozulması " ise, sadece Türklerin devletten giderek dışlanmalarına, "Türk tebaanın ikinci plana itilmişlik duygusuna kapılmasına" neden olmuştur. "Gayr-ı müslim tebaanın devlet tarafından düzenlenen bir süreçle siya­si-idari katılımını sağlamış olan kul bürokrasisi modeli zaman­la, devletin sırtım dayadığı müslüman kesim/e ilişkisini kesinti­ye uğratmıştır. "

Görüldüğü gibi, radikal İslamcı bu Doçent de, II. Murad'dan itibaren, yönetsel görevlerden sonra artık yargısal görevlere de u lema yerine enderunluların ve şairlerin getirilmesinin, merkez­de birtakım sorunlar yarattığını kabul etmekte, ancak "kendim için bir şey istiyorsam, namerdim" mantığıyla tıpkı, bu uygula­manın medreselilerle enderunlular arasında gizli bir iktidar kav­gasına da yol açmış olabileceğinden kesinlikle söz etmeden, sanki o yıllarda insanlarda etnik kimlik bilinci söz konusuymuş gibi, konuyu saptırarak, bu olgunun İmparatorlukla Türkleri kar­şı karşıya getirdiğini iddia etmektedir.

Ne var ki , birkaç paragraf sonra, kendisi de , bu kavgaya bir göndermede bulunurmuşcasına, "U lema sınıfının, kul bürokra­sisi güçlendikten sonra idari sistemden bütünüyle dışianmış ol­duğu anlamı da çıkarılmamalıdır " demek gereğini duymuştur.

Ayrıca, biraz da aşağılayıcı bir dille, "kul bürokrasisi" diye adlandırdığı bu yeni durumu irdelerken yaptığı çarpıtma, gördü­ğümüz kadarıyla bu kadarla da kalmamış, ilginçtir, ulemadan ol­mayan şairlerin de, katipliklerin yanı sıra kadılıklara ve kazas­kerliklere getirilmiş olmalarına karşın, onları görmezden gelip, tam karşıtı, herhangi bir açıklamada bulunmaksızın "divan şiiri­nin de medrese kaynaklı bir edebiyat olduğunu" savlayarak, ona da sahip çıkmaya kalkışmıştır. (Age, s. 1 82) Ve, bu Doçente gö­re, divan edebiyatı : "Türklüğün tefekkür (düşünce) tahayyül (imgeleme) ve heyecanını yansıtmakta" dır. " 'Osmanlı asırları boyunca halk edebiyatı, tekke kaynaklı edebiyat ve me s nevi ede­biyatı ile birlikte gelişen medrese kaynaklı bir edebiyat" tır.

28 1

Page 282: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Oysa, Mehmet Zeki Pakalın 'ın verdiği bilgilere göre, "mü­nevver zümrenin (ulema dışındaki Osmanlı aydınlarının) aruz vezniyle yazdığı bu şiir/ere" de, "Tanzimat'tan sonra " , ola ki II . Abdülhamid döneminde "Divan Şiiri" denilmeye başlanılmıştır. Ş iirlerde genellikle padişahlarla devlet adamlarının methedil­mesi ve şairterin de bir kısmının Enderunda yetişmiş olması do­layısıyla bu şiire "Saray edebiyatı veya Enderun edebiyatı di­yenler" de vardır.

Osmanlı edebiyat eleştirmenlerince de, "Münevver zümrenin zevkine hitabeden ve münevver zümre tarafından meydana geti­rilmiş" bu edebiyat, "zihnf unsurlarla, muayyen hünerlere da­yandığı için ilham noktasından ve/Ut (doğurgan/yaratıcı) olma­yan" "çok zümrevi" ve "özellikle de teknik ve dünyaya bakış açısından taklit bir edebiyattu: " gene aynı kaynaktaki aktarma­lara göre.

Bil indiği gibi, divan şiiri i lk kez XIX. yüzyılın ikinci yarısı­nın ortalarında Tanzimat aydınlarınca, Namık Kemal, Ziya Paşa gibi şairlerce eleştirilmeye başlanılmıştır. Daha sonra II . Abdül­hamid döneminde de, İdadilerin açılması dolayısıyla tarihimizde ilk kez yazdırılan edebiyat ders kitaplarında, bu eleştiriler daha da ileriye götürülerek, üstelik "münevverlerin münevverler için yazdığı bir şiir olduğu" suçlamasıyla, sanki divan şiirinin bel­leklerden silinmesine çalışılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu 'nun resmi dili Osmanlıcanın kurucusu ve Osmanl ı düşüncesinin oluşmasına yüzyıllar boyunca son derece önemli katkılarda bu­lunmuş bu şiirin, üstelik XIX. yüzy ılın ikinci yarısından itiba­ren, gene Osmanlılarca böyle birden belleklerden bile silinmesi­ne çalışılırmış gibi aşağılanması, gerçekten kolay kolay anlaşılır

şey değildir. Oysa, XIX. yüzyılın daha başlarında divan şiiri de bitmiştir

artık. Bu şiirin son temsilcileri, örneğin Enderunlu Vasıf I 824 yılında, Keçecizade İzzet Molla da 1 829 yılında ölmüşlerdir. B u tarihlerden sonra d a birtakım şairler aynı kalıplarla şiir yazmayı sürdürmeye çalışınışiarsa da, Tanzimat ' la birlikte, XIX. yüzyılın ikinci yarısında divan şiiri artık kesinlikle sona ermiştir.

282

Page 283: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Dolayısıyla bu düşmanlığın da, hele hele ders kitabı kavra­mının ve Osmanlı aydınlarına hazırlatılması düşüncesinin i lk kez Abdülhamid döneminde gündeme getirilerek, bütün kitapla­rın medrese hocalarına (u lemaya) yazdırılmış olduğu düşünülür­se, ta II. Murad döneminde başlamış u lema ile enderunlular ve şairler arasındaki gizli iktidar kavgasının kalıntısı bir eski kin­den kaynaklandığından kuşkuya düşmernek de olanaksızdır ga­liba.

Çünkü, ulema, gördüğümüz kadarıyla, bireysel çıkarları ça­tışmadığı veya siyasal koşullar zorunlu kılmadığı sürece, ende­runlularla, galiba işlevlerinin ve görev alanlarının birbirlerinden

çok farkl ı oluşu nedeniyle, genellikle sarayda belli bir denge içinde birarada bulunabildiği halde, divan şairleriyle sürekli sür­

tüşmüştür sanki. Örneğin, ulema ne zaman sarayda söz sahibi

olmuşsa, ne ilginç rastlantıdır ki, şairler in ayağı saraydan hemen kesilmiş gibidir.

Başlarda da değinildiği gibi, ulemanın sarayda yeniden söz sahibi olmasını sağlayan III . Murad da Muradf mahlasıyla şiir­ler yazmaktadır ve Şair Nevi' yi sarayda oğlu Şehzade Musta­fa'nın öğretmeni olarak görevlendirmiştir. Şehzade Mustafa ile birlikte tam 19 kardeşini aynı anda öldürterck tahta çıkan en bü­

yük oğlu III. Mehmed de şehzadeliği sırasında şairlerden ders almış olsa gerek ki, Riyazi Efendi 'nin Şuara Tezkires i 'nde ver­diği bilgiye göre, o da Adli mahlasıyla şiirler yazmaktadır. Ne var ki, Eğri savaşından sonra ulemanın saraydaki egemenliği da­ha da güçlenince, şairler sanki tamamen çıkarılmışlardır saray­dan. Örneğin, Bostanzade Yahya Efendi, tarihinde, güya kendi­si de şair olan I. Ahmed döneminde sarayda bir şairin de bulun­duğundan kesinlikle söz etmemektedir.

Koca XVII. yüzyılda şairlerin sarayda yeniden söz sahibi kı­l ınarak görevlendirildiği tek dönem ise, topu topu IV. Murad'ın, sanki İmparatorluğun kurtuluşu için Osmanlı sarayını ulema sultasından bir an önce kurtarmaya çalışırmış gibi ardı ardına ulema kellesi uçurttuğu son 8 yılı olmuştur ne i lginçtir ki . . .

Örneğin, IV. Murad, yalnız ünlü Nef' i ve Haleti'y i sarayda

283

Page 284: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

görevlendirmekle de kalmamış, divan şiirinin bir başka büyük ustası Şeyhülislam Yahya'yı da, ulemanın onca fitne fücuruna rağmen iki kez Şeyhülislamlığa getirmiştir. Saltanatının son 6 yılında sürekli şeyhülislamı olan şairi, ayrıca Revan ve Bağdat seferlerine de götürmüştür beraberinde.

Şeyhülis lam Yahya da aslında medresede eğitim görmüş, müdenis olmuş, ardından çeşitli kadılıklarda ve kazaskerlikler­de bulunmuş, ulema sınıfından biridir.

Ama bütün bunlara karşın, saraydaki ulema sınıfı, göreve getirilmesine şiddetle karşı gelmişmiş. Örneğin, daha ilk yılın­da, IV. Murad' ın tahta çıkmasına sanki karşıymış gibi bir dedikodu çıkartarak, S u lt anın şair i şeyhülislamlıktan almasını sağlamışlardır. Ne var ki, Sultan, iki yıl sonra yeniden şeyhülis­lamlığa getirmiştir onu.

Ulema, gene çeşitli fitne fücurlarla onu ikinci şeyhülislam­lığından da ayrılmak zorunda bırakınca, genç IV Murad, şairi yanına çağırıp, "Bunlar seni azi itdiler, amma ben azi itmedim. Çiftliğine (dirliğine) git, bize dua ile meşgul ol. Padişahın padişah olduğu vakit, sen de kemiikiin (eskisi gibi) müfti olur­sun . " demiştir öfkeyle. Gerçekten de, iki yı l sonra, bu u lemadan çoğunun kellesini uçurtup iktidarı tam ele geçirince, onu yeniden şeyhülislamlığa getirmiş ve saltanatının sonuna dek şeyhülislam kalmasını sağlamıştır.

Ne var ki, IV. Murad' ın ansızın ölümünden sonra, bu kez de bir şiirindeki "Mescidde riyii-pfşeler etsün ko riyiiyi!Meyhaneye gel kim ne riyii var ne miiriiyt' beyitinden dolayı cadı kazan­larını yeniden kaynatmaya başlamışlar, Naima Tarihinde verilen bilgilere göre, Hurşid Çavuşoğlu adlı bir u lema, Fatih Camii 'ndeki bir vaızında "Ey ümmet-i Müslüman, her kim bu beyti okursa, kiifir olur. Zira bu beyt küfr-ü sarihtir " diyerek onu kil.fir bile i lan etmiştir.

IV. Murad 'ın şeyhülislamiarından Ahizade Hüseyin Efendi ile iki kez sadrazamlığa getirdiği Hafız Ahmed Paşa da şairdir. Ahizade Hüseyin Efendi, medreseele yetişmiş, müderrislik,

kadılık, kazaskerlik yapmış ünlü bir ulemadır ve aynı zamanda

284

Page 285: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Hüdayf mahlasıyla şiirler yazan iyi bir şairdir. Hafız Ahmed Paşa ise, enderunda yetişmiş, "bilgili, kalem sahibi, şair ve edip" biridir. Ne var ki, ikisi de öldürülmüştür.

Adından da anlaşılacağı gibi, aynı zamanda "hafiz" da olan Hafız Ahmed Paşa, buna rağmen daha birinci sadrazamlığı sırasında ulemanın gazabına uğrayarak, B ağdat seferinde valiy­le anlaştığı için kenti fethetmediği dedikodularıyla hemen görevden aldırtılmıştır. IV. Murad'ın , yirmi yaşına basıp iktidarı tam anlamıyla ele alır almaz Hafız Ahmed Paşa'yı yeniden sad­razamlığa getirmesi üzerine de, başlarda ayrıntılarıyla yinelen­diği gibi, ulema derhal Yeniçeri Ocağı 'nı ayaklandırarak sarayı

bastırmış ve sadrazamı, padişahın gözlerinin önünde parça par­ça ettirerek öldürtmüştür. Ancak, tarihçilerimizin bütün bu olay­ları Topa! Recep Paşa'nın sadrazam olabilmek için düzen­

lediğinden kesinlikle kuşkusu yoktur. Hatta, IV. Murad' ın da, öcünü almak için, olaylardan kısa bir süre sonra, duruma yeniden egemen olur olmaz önce Topa! Recep Paşa' yı, ardından da ayaklanma s ırasında onunla işbirliği yaptığına inandığı Şey­

hülislam Ahizade Hüseyin Efendi 'yi öldürttüğü görüşündedirler. Gerçi, tarihçilerimiz bu konuda kesinlikle ser verip sır ver­

memektedirler. Ama, IV. Murad acaba gerçekten öç alma kör­lüğüyle mi öldürtmüştür şair Hüdayf' yi , yoksa ulema, çeşitli

oyunlarla aklını çelip, S ultan'a, Şeyhülislam Ahizade Hüseyin Efendi ' yi de, şair olduğu için mi öldürtmüştür? Doğrusu, araş­tınlsa gerektir bizce.

Çünkü, bir şi irinde "Bize mülhid (dinsiz) diyenin kendüde iman olsa/ Dahieden d inimize ( dinimiz e karışan) bôri miisülman olsa" diyen, XVII. y üzyılın son şair şeyhül islamı Bahayf Efen­di 'yi de, daha genç yaşta, Halep kadılığı sırasında, Hoca Saadeddin Efendi ' nin torunu, ünlü bir ülema olmasına karşın,

bizce hiç kuşku yok ki salt şiirlerinden, şairliğinden dolayı, IV. Murad'a, "tütüne düşkünlüğü yüzünden işini görecek hali yok­tur" diye jumaller gönderip, Halep' ten Kıbrıs 'a sürgün ettirerek

cezalandırmışlardır. Osmanlı divan şiiri, XVII. yüzyılda da Nef' iden, Şeyhülislam

285

Page 286: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Yahya'dan, Haletf' den, Bahayf'den başka, Nev' izade Atayf, Nail-f Kadim, Fehim-f Kadim, Neşatf, Fasih Ahmed, Nabi gibi büyük ustalar yetiştirmeyi sürdürmüştür elbette. Ancak, diyelim Köprülü Fazı! Ahmed Paşa'nın aynı zamanda Mevlevi derviş leri olan Neşati Ahmed Dede ile Fasih Ahmed Dede'yi müsahib­liğine alıp özel katipliklere getirmesi ; Musahip Mustafa Paşa'nın 1 665 'te Urfa'dan İstanbu l 'a gelen Nabi'yi kendisine katip yapması; Fazı! Ahmed Paşa'nın gazabına uğrayıp Edir­ne'ye sürülıneden önce Nail-i Kadim' in bir süre maden kalemin­de katip olarak çalışması gibi birkaç ayrıksı (istisnai) olayı say­mazsak, ulemanın va! de s ultanlarla elele vererek, IV. M ur ad' ın

son 8 yıllık saltanatının dışında, yönetime tam anlamıyla ege­men olduğu, İmparatorluğun çocuk ve deli padişahlar dönemi XVII. yüzyılın geri kalan kısmında saraya şairerin de alındığına, söz sahibi kılındığına, görevlendirildiğine dair, kesinlikle her­hangi bir işaret yoktur tarihlerimizde, gördüğümüz kadarıyla.

Şairlerin S arayda yeniden gözükmeleri de, ta XVIII . yüzyılın başlarındaki, İmparatorluğun değilse bile İstanbul ' un kap­ılarının Avrupa'ya açıldığı ve doğal olarak ulemanın yetkilerinin kısıldığı Lale Devrine, III. Ahmed dönemine rastlamaktadır, ne ilginçtir ki . . .

B ilindiği gibi, Şair Nabi de, koruyucusu Musahip Mustafa Paşa'nın ölmesi üzerine' İstanbul ' dan ayrılarak Halep'e gidip yerleşmiş ve ancak 25 yıl sonra, 17 1 O' da, III. Ahmed dönemin­de, sadrazam olan Halep valisi Baltacı Mehmed Paşa ile birlik­te dönmüştür İstanbu l ' a ve hemen darphane emirliğine getiril­miştir.

N abi 'nin, üstelik altmış küsur yaşındayken, XVIII. yüzyılın başında yeniden İstanbul 'a dönmesin de, galiba kendisinin yetiş­tirdiği şairlerden Rami'nin 1 703' te Rami Mehmed Paşa olarak sadrazamlığa getirilmiş olması kadar, bizce "şair, münşi (yazar), hattat'' bir kişi olan III . Ahmed' in tahta çıkması da mutlaka

önemli bir rol oynamış olsa gerektir doğrusu. Tarihçilerio daha sonraki yıllarda "La/e Devri" diye adlan­

dırdıkları III. Ahmed ve Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim

286

Page 287: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Paşa döneminde Saray, sözcüğün tam anlamıyla şairlerle, müzikçilerle, hattatlarla, nakkaşlarla, yerli yabancı bilim adam­larıyla bir sanat ve kültür merkezi haline getirilmiştir gerçekten de. Her ne kadar, o günlerde İstanbul ' daki İngiliz e lçisinin eşi Lady Montagu, ünlü mektuplarında "İyi bir şair değilse de, memleketin güzide şairlerinden yararlanmayı iyi bilmişti1: " demekte ise de, Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa da sonuçta

iyi veya kötü, şairdir. Nedim , dönemin simgesi haline gelmiştir. Daha sonra I. Mahmud döneminde şeyhülislamlığa da getirilen, İstanbul kadısı İshak Efendi, üç dilde şiirler yazan iy i bir şairdir. Divanı vardır.

III . Ahmed ' den sonra tahta çıkan ve kendisi de Sebkatf mah­lasıyla şiirler yazan, şair, besteci I. Mahmud' un sadrazamların­

dan Hekimoğlu Ali Paşa da şairdir, "Ali" mahlasıyla şiirler yaz­maktadır. Şeyhülis lam İshak Efendi 'den başka, gene aynı

dönemde şeyhülislamlık yapmış Pirizade Mehmed Sahib Efendi de şairdir ve şiirlerinde "Sfıhib" malılasını kullanmaktadır.

I. Mahmud döneminde Anadolu ve Rumeli kazaskerliklerin­de bulunmuş, 1 755 yılında beş ay kadar da şeyhülislamlık yap­mış Abdullah Vessaf Efendi de Abdi ve Vessaf mahlasıyla şiirler yazmaktadır ve Şeyh Galib' in ünlü "Hüsn-i Aşk" ı , Vessaf ' ın

"Hayal-i Behçet Abfid" adlı binbeşyüz beyitlik şiirinden et­

kilenerek yazdığım öne sürenler de vardır. Osmanlı tarihindeki ilk teknik yüksek okul "Mühendishane­

i Bahrri-i Hümayun" u kuran, aynı zamanda "Cihangir" mah­lasıyla şiirler yazan ilerici sultanlardan III. Mustafa 'nın tam 7

yıl sadrazamlığını yapmış Koca Ragıp Paşa da ünlü bir divan şairidir. "Divamndaki şiir/eri, Nabi yolunda, hikmete dayanan, didaktik parça/ardır. Birçok beyiti, halk arasında atasözü gibi yayılmıştu: Bu özelliğiyle Ragıp Paşa' nın şiiri, N abi 'yi Ziya Paşa' ya bağlayan bir köprü olarak değerlendirilmektedir "

Dönemin Fıtnat Hamm' 1a birlikte önemli şairlerinden Haş­met'i de, Sarayda hafiz-i kütüb (kitaplık memuru) olarak görev­lendirmiştir.

Koca Ragıp Paşa'nın şeyh ü lis lamlığa getirdiği Küçük

287

Page 288: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Çelebizade İsmail Asım Efendi de, genç yaşında Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın oluşturduğu sanat ve bilim kurulların­da görev almış, üç dilde şiirler yazan bir şairdir. "Nabi ile Nedim' in etkisinde yaZIImış, hem haklma ne, hem şu hane güzel şiirleri vardır. "

III. Mustafa'nın şeyhülislamiarından Pirizade Osman Sahib Efendi de, tıpkı babası Şeyhülislam Pirizade Mehmed Salıib Efendi gibi şairdir ve ş iirlerinde babasının da kul landığı "Sahib" malılasını kullanmıştır.

İy i bir şair olan ve şiirlerinde "İlhamf" malılasını kullanan, Osmanlı tarihinin yenilikçi sultanlarından III. Selim 'in tahta

çıktıktan kısa bir süre sonra şeyhülislamlığa getirdiği Mehmed Şer({ Efendi de, kızkardeşi Fıtnat Hanım gibi iyi bir şairdir ve üç

dilde şiirler yazmaktadır. B ir divanı vardır.

III . Selim'in şeyhülislamiarından Yahya Tevfik Efendi de geniş kültüre sahip aydın biridir ve üç dilde şiirler yazmaktadır, tarihçilerio verdikleri bilgilere göre.

Yukarda da değinildiği gibi, medrese eğitimi görmemiş ol­salar bile, İ slamiyeti en az bir medreseli kadar, bir ulema kadar

iyi bildikleri tartışılmaz bu divan şairleri de, zaman zaman şiir­lerinde dinsel konuları i ş lemişler, dini kasideler yazmışlar, mes­nevilerine naatlar ve münacaatlar eklemiş lerdir. Ancak, gerek bu

örneklere bakarak, gerekse bunca şeyhülislamın da şair olmasın­dan hareket ederek divan şiirinin bir dini şi ir olduğunu söy­leyebilmek kesinlikle olanaksızdır elbette.

Abdülbaki Gölpınarlı hocanın da, "Divan edebiyatında hemen her şairde, hatta Nedim ' de bile tasavvufi eğilimler var­dil: Fakat hiç biri, örneğin Yunus gibi yalnız tasavvufa dayan­mamıştır. " diyerek ( 1 00 Soruda Tasavvuf, Gerçek Yayınevi, İst. I 969, s . 1 74) belirttiği şekilde, divan şi irine dini şiir (zühdi ede­

biyat) diyemiyeceğimiz gibi, tasavvuf şiiri diyebilmemiz de söz konusu değildir kuşkusuz.

Hatta, Atil la Özkırımlı'nın verdiği bilgilere bakılacak olursa, böyle bir olasılığı tartışmak bile saçmadır, anlamsızdır. Çünkü, "Şarap (mey), divan edebiyatının ana konularından, en çok kul-

288

Page 289: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

lamlan mazmunlarındandır. Bu yaygın kullanı/ış divan edebiy­atının bir mey edebiyatı olduğu yargısına bile yol açmıştır. " Nitekim Agah S ırrı Levend de, "Mey, divan şiiri için her şeydir · dilberdi1� sevgilidi1� maye-i cünun ( çılgınlığın mayası)dır, gev­her-i can (yaşamın özü)dür, deva (ilaç)dır. Her türlü hassa (gerek duyulan şey) onda mevcuttur " diye yazmıştır. (Atilla Öz­kırımlı, Türk Edebiyatı Ansiklopedisi, Cem Yayınevi, c-3, s. 85 I ) Bu nedenle, divan şairlerinin gözünde meyhanenin ayrı bir yeri, bir önemi vardır, sanki kutsaldır. Örneğin, Fuzuli, mey­haneler için "Mübarek mülkdür ol mülk viran olmasın yarab" demektedir.

Yukarda da yinelediğİrniz gibi, Şeyhülislam Yahya 'ya göre de, "meyhanede ne riya vard11� ne mürayi"

Nedim, ünlü beyitinde "Meyhane mukassi (kasvetli) görünür taşradan (dışardan) amma/ Bir başka fe ra h başka fetafet var içinde" demiştir bilindiği gibi.

Agfihi"ye göre: "Ey sufi, mescid de meyhane de birdi1: " Necati de: "Ş ol şehr içinde durma ki hazik tabib yok/Bir dahi

şol mahalde ki meyhane olmaya" yani eli usta doktoru olmayan kentin bir de meyhanesi yoksa orada hiç durma demiştir.

İlginçtir, divan şiirinde yalnız mey ve meyhane övülmemiş,

softalık, din e, i badete aşırı düşkünlük, kaba s of uluk, yobazlık da şiddetle eleştirilmiştir öte yandan. Nitekim, Atilla Özkırımlı, an­siklopedisinde, "Divan şiirinde zahit' i eleştirrnek neredeyse gelenekselleşmiştir. " demektedir. Gerçekten de, Nef' i, Şeyhülis­lam Yahya, Gaybf, Haşim, Muhyf, Nail/, Sabit, Koca Ragıp Paşa, Esrar Dede, Haşim Baba v.b. gibi çoğu medreseden yetiş­miş, özellikle de XVII. ve XVIII. yüzyıl divan şairleri arasında, zühdiliği ve zahidleri eleştirmemiş kimse yoktur sanki.

Prof. Fuad Köprülü de, "Gelişen tasavvuf cereyanının İslam aleminde büyük bir kuvvet kazanması ve tarikatların çoğalıp yayılmasının, medreseye karşı tekkeyi oluşturduğunu" "Med­resedekilerin , müslümamm diyenierin bile çok az bir kısmım 'Ehl-i Cennet' saymalarına karşılık, tekkedeki/erin yetmiş iki millete bir gözle bakmasının" ve "medresenin şiiri ve musikiyi

289

Page 290: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

haram saymasına karşılık, tekkenin raksı , musikiyi, şiiri baştacı etmesinin " de bu iki kurum arasında büyük bir uçurum yarat­tığını belirttikten sonra, "Medreseden yetişen sU.filer ile tasav­vufa intisab etmiş medresetiler bu derin uçurumu kapatmağa çalışmışlardi/: " diyerek açıklamaktadır bu durumu.

İ lginçtir, öteki edebiyat tarihçilerimiz ise, bu olgunun tarikat­lar arasındaki çelişkiden kaynaklanmış olabileceğini bir olasılık şeklinde bile ele almaya cesaret edemeden, tıpkı bugünkü yöneticilerimizin "İrtica yok, mürfeci var" demeleri gibi, "bu eleştiriterin kesinlikle dinle bir ilgisinin bulunmadığını " , sadece birtakım yobazları hedef seçtiğini savunmaktadırlar ısrarla. Yani, medreseye kesinlikle toz kondurmamaktadırlar, her ne hikmetle ise . . .

Gerçekten, Yavuz S ultan Selim'in, "musahibi" olarak beraberinde Çaldıran Seferi 'ne götürdüğü, ünlü divan şairi

Tacizade Cafer Çelebi ' yi, İstanbul ' a dönüldükten sonra, Amas­ya'daki ayaklanmada yeniçerileri kışkırtan kişinin o olduğuna dair dedikodular çıkartılarak, gene Yavuz'a astırtılmasında, medreselilerle divan şairleri arasındaki bu gizli iktidar kav­gasının hiç mi rolü olmamıştır? Dedikoduları çıkaranlar, Saraya duyurup, Sultanı gazaba getirecek kadar yakınında olanlar kim­

lerdir?

Tarihçiterin verdikleri bilgilere göre, Kanuni 'nin sadrazam­larından İbrahim Paşa'yı gazaba getirerek, XVI. yüzyılın büyük yeteneklerinden genç şair Figani 'y i , henüz 25-26 yaşlarında var yokken astırtacak kadar ağır "iftiralarda bulunan rakipleri" gerçekten kimler olabilir acaba?

Kanuni döneminde Sarayın "Şeyh-ül Şuara" sı, dini konular­da hiç şiir yazmamış Baki, acaba kimlerin gazabına uğrayarak III. Murad döneminde hemen gözden düşmüş ve s ürgün

cezasına çarptırılmıştır? Sonra da, güya bağışlanarak Üs­

küdar 'da oturmaya zorunlu k1lınmıştır? Şair Nef' f, medreseli tarihçiterin altını çize çize ısrarla belirt­

tikleri gibi, gerçekten salt sözünde durmayıp yeni bir hivic daha yazdığı için mi, ü stelik o günlerde henüz sadrazam da olmayan

290

Page 291: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

B ayram Paşa tarafından odunlukta boğdurtularak öldürülmüş­tür? Ardı ardına ulema kellesi uçurttuğu günlerde IV. Murad' ın musahibi olarak sürekli yakın çevresinde bulunması, bu cinayet­te hiç mi rol oynamamıştır acaba? Bu cinayetlerden dolayı, ken­disi de bir cinayete kurban edilerek cezalandırılmış olamaz mı yani?

Şair Nail/'nin, Osmanlı tarihinin saygın sadrazamlarından Köprülü Fazı! Ahmed Paşa'nın; Şair Haşmet ' in de Sadrazam Koca Ra gıp Paşa 'nın durup dururken gazabına uğrayıp, görev­lerinden alınarak sürgün edilmeleri, gerçekten salt kişisel öf­kelerin ürünleri midir acaba?

Şair Nedim ' in Patrona Halil ayaklanması sırasında canını kurtarmak için damdan dama atlayarak kaçarken düşüp öldüğü de, salt şairi aşağılamak, küçük düşürmek için medreseli tarih­çilerce özellikle uydurulmuş olamaz mı?

Kısacası, Osmanlı İmparatorluğu 'nun oluşumu ile divan şiiri arasında yazgısal bir nedensellik i lişkisi bulunduğundan kuş­kulanabilmek bile oanaksızdır galiba. Gerçek Osmanlı tarihi de, şiir tarihinde gizli bulunsa gerektir bu yüzden.

Ve, Prof. Köprülü ' nün saptamasıyla "sufi olarak yetişmiş veya sonradan tasavvıifa intisab etmiş" bile o lsalar, bunca med­reselinin şiir yazması, nasıl divan şiirinin bir "zühdi edebiyat" veya "tasavvuf edebiyatı " olduğunu kanıtlamıyorsa, kuşkusuz ulemanın şiir sevdij?ini de kanıtlarnamaktadır kesinlikle.

Ve, ulema şiire de düşmandır, hiç kuşku yok . . .

Osmanlı Tarihinin Şifre Anahtarı da Galiba "Ulu Hakan"dır . . .

Ne garip rastlantıdır ki, XVIII. yüzyılın ikinci yarısında, im­paratorluk, bir yandan da can ha viiyle B atılı uzmanlara askerlik okulları açtırarak direnmeye çalışmasına karşın, sanki bir eğik düzeyde kayarmış gibi artık hızla gerilerken, şiir de tıpkı bir mum gibi, parlaklığını yitirip sönmeye başlamıştır yavaş yavaş.

XIX. yüzyıla girildiğinde de, arık bütünüyle bitmiştir divan

2 9 1

Page 292: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

şiiri, tıpkı yeniçeri ocağının bitmesi gibi . . . Ve ne acıdır ki, gene tıpkı yeniçeri ocağının yerine yıl larca yeni bir ordu kurulama­ması gibi, divan şiirinin yerine de yeni bir şiir yaratılamamıştır ta Tanzimat sonrasına kadar.

Bu nedenle, Osmanlı sarayındaki gizli iktidar kavgası da, kendiliğinden sona ermiştir doğal olarak. Artık ulema rakipsiz­dir. Dolayısıyla, diyelim II. Mahmu d'un saraydaki görevlilere Fransız usulü üniformalar giydirmek, yabancıların düzenledik­

leri toplantılarda Müslümanların da şarap içmelerine izin ver­mek, devlet dairelerine resmini astırmak gibi çocuksu reform girişimlerini bile fazla önemsememekte, hoşgörüyle karşılayıp

göz yummaktadırlar. Ne var ki, II. Mahmud'un ölümünün hemen ardından, Mısır

valisi Mehmed Ali Paşa'nın askerleri, henüz kurulmakta olan Osmanlı ordusunu yenmiş, Anadolu içlerinde i lerlemektedir.

Aynı günlerde, Kaptan-ı derya Firari Ahmed Paşa bütün Osman­lı donanmasını kaçırıp, İ skenderiye'de Mehmed Ali Paşa'ya tes­lim etmiştir. Osmanlı İmparatorluğu 'nun artık ne ordusu vardır, ne de donanması . . . Henüz onsekiz yaşındaki genç sultan Ahdül­mecid de, Mısır ' la aralarındaki sorunu ancak İngilizlerin çözeceğine inandığı için, çaresiz, daha önce Londra ve Paris el­çiliklerinde bulunmuş Mustafa Reşit Paşa'yı dışişleri bakanı

yapmıştır. Mustafa Reşit Paşa da, Fransa ve İngi ltere 'nin desteğini an­

cak öyle sağlayabileceğine inandığından , İmparatorluğun

yapısını tepeden tırnağa, kökten değiştirmeyi vadeden Tanzimat Fermanı 'nı okumuştur.

Gerçi Tanzimat Fermanı 'nda edebiyatla ilgili bir bölüm yok­tur. Ama, gerek toplumsal yapıda yavaş da olsa gerçekleştirilen bazı reformlar, gerekse yüksek öğretİrnde yabancı dil öğreni­minin zorunlu kılınması ve Avrupa'ya öğrenci gönderilmesi gibi nedenlerle yeni bir edebiyat da fi l izlenmeye başlamıştır doğal olarak.

Örneğin, Tanzimat edebiyatının kurucularından, Mustafa Reşit Paşa'nın "ulum-u iktisadiye \'e maliye" okuması için

292

Page 293: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir

Paris 'e gönderdiği Şinasi, orada "edehiyata dalmış" ve şair olarak dönmüştür yurda. İlk Türkçe oyunu yazmıştır. Sakalını kestiği için "Meclis-i Maarif' üyel iğinden atılıp, maaşından ve ulemalıktan edilince de, Agah Efendi i le l 860'ta ilk Türkçe gazeteyi, Tercüman-ı llhm/'ı çıkarmıştır.

Tanzimat ş iirinin öteki kurucuları Namık Kemal ve Ziya Paşa da, siyasal düşüncelerinden dolayı daha i lk günden Saraya ters düşmüşlerdir. l 865 ' lerde "Genç Osmanlılar Cemiyet/" adında

bir gizli örgüt kurdukları için de 1 867 ' de yurt dışına kaçmak zorunda kalmış lardır Sultan Abdülaziz'in gazabından korkup.

Ancak, Tanzimat şiiri de, her ne kadar hak, hukuk, özgürlük, uygarlık, vatan, vatan sevgisi , Osmanlıl ık gibi kavramları Os­manlıcada ilk kez kullanmışsa da, ne yazık ki kendine özgü yeni

bir şiir dili kuramamıştır. Eski geleneklerle, Batılı yeni şiir tek­nikleri ve anlayış ı arasında bocaladığından ş i irsel değerinden de çok şey yi tirmiştir doğal olarak. Bu nedenle de, özellikle Abdül­hamid döneminde, artık şi irin yerini hızla nesir almıştır Tan­zimat edebiyatında. Şiir bile nesirde aranmaktadır. Örneğin, o dönemin moda edebiyat türü de mensur şiir' dir.

Bil indiği gibi, Osmanlı şi irine "D/I '([n Şiiri" adı da bu dönemde takı lmış ve edebiyatçı larımızın, edebiyat tarih­

çilerimizin bu şiiri yerelen yere çalarak, toplumsal ya�amımız­dan çıkarıp atmaya çalı şmaları da bu dönemde başlamıştır.

Abdülhamid dönemi, bu anlamda da birçok şifre saklasa gerektir doğrusu.

Ye, bizce hiç kuşku yok ki, bu dönemde saklı şifre anahtar­ları iyi kavranılmadan, Osmanlıyı gerçek kimliğiyle tanıyahil­menin de olanağı yoktur kesinlikle . . .

B İRİNCİ KISMIN SONU

293

Page 294: Sis Çanı Yayınları - Turuzturuz.com/storage/Turkologi/2018/3167-1-Kod_Adi-Ulu...-Bre koca sakallı ... Mektep olmadan maarıf olur mu bre! .. diye kahkahayı basarız hemen, bir