sâkî fanzin #1

30
SÂKÎ FANZİN EDEBİYAT VE FİKRİYAT FANZİNİ SÂKÎ EDERİ :1 TL “Kahve” Sayı 1—Mayıs 2015

Upload: saki-fanzin

Post on 05-Aug-2016

238 views

Category:

Documents


0 download

DESCRIPTION

 

TRANSCRIPT

Page 1: Sâkî Fanzin #1

S Â K Î F A N Z İ N

E D E B İ Y A T V E F İ K R İ Y A T F A N Z İ N İ

S Â K Î

E D E R İ : 1 T L

“Kahve”

Sayı 1—Mayıs 2015

Page 2: Sâkî Fanzin #1

2

S Â K Î F A N Z İ N

İletişim Bilgileri

E-Posta :

[email protected]

Web Sitesi :

sakifanzin.tk

Sosyal Medya:

facebook.com/sakifanzin

twitter.com/sakifanzin

E D İ T Ö R D E N

Yağmurların hiç de Nisan yağmuru gibi yağmadığı

bir Nisan ayını geride bırakırken, baharın sonuna yakla-

şıp yaza kendimizi hazırlıyoruz. Sadece biz mi? Hayır, tüm

doğa, tüm alem kendisini sıcak yaz aylarına hazırlıyor.

Sâkî Fanzin olarak ; sıcak yaz günlerinden, karlı kış

gecelerine, ilk ve son baharın her tonunda size arkadaş-

lık edebilmek için yola çıkıyoruz.

Biz kimiz? Edebiyat gönüllüsü birkaç genç. Okuma-

yı ve yazmayı seven birkaç genç.

Sâkî, içki sunan kimse anlamına gelmekte. Tasav-

vufta mürşid-i kamil anlamında kullanılmakta.

En sade şekliyle, susayana suyu veren kişidir Sâkî.

Biz de, soğuk kış gecelerinde bir demlik sıcak çay,

bahar aylarında bir yudum kahve, sıcak yaz aylarında ise

soğuk bir limonata ikram etmek üzere yola çıkıyoruz.

Sermayemiz, muhabbetimiz. Muhabbetle sıcakları

soğuğa, yazları kışa çevirebileceğimize inanıyoruz.

İlk sayımızın konusu, kahve. Ertan Tanyeri ağabeyi-

mizin söyleşisinde dediği gibi, kahve, muhabbete açılan

kapı. Biz de bu kapıdan girerek sizinle buluşmak istedik.

Sâkî Fanzin’in muhabbetimizin arayıcısı olması ve

daha nice sayılarda sizlerle buluşabilmemiz duasıyla...

Sâkî Fanzin

Genel Yayın Yönetmeni:

Mustafa Ali Aykol

Yayın Editörü :

Doğukan Bozkurt

Yazı İşleri Müdürü:

Yusuf Çetinadam

Fotoğraf Editörü :

Ezgi Nur Arslan

Son Okuma :

Mahmut Emre Bilgi

Ubeydullah Karakaş

Sosyal Medya Sorumlusu:

Said Emre Şirin

Teknik Sorumlular :

Ahmet Dertlioğlu

Mehmet Semih Çiğdem

Selin Engin

Sâkî Fanzin

Page 3: Sâkî Fanzin #1

3

S Â K Î F A N Z İ N

Ezgi Nur Arslan/Bir Yudum Kahve……….………………………………………………………4

Said Emre Şirin/Düşünmek ve Hayal Etmek…………………………………………….….6

Doğukan Bozkurt/Kahve ve Kahvehane Kültürü………………………………………….8

Mahmut Emre Bilgi/Çizgi………………………………………………………………………….11

Ahmet Dertlioğlu/Carent…………………………………………………………………………..12

Özge Beyenal/Nevbahar…………………………………………………………………………..13

Mehmet Semih Çiğdem/Bir Fincan Kahve…………………………………………………14

Mustafa Ali Aykol/Kalemi Kırılanların Şarkısı……………………………………………..15

Ertan Tanyeri ile Söyleşi…………………………………………………………………………….16

Şiirkez/Kalemin Söyledikleri……………………………………………………………………..20

Yeşil Kubbeli Tek Kubbe……………………………………………………………………………22

Ubeydullah Karakaş/Yetim……………………………………………………………………….24

Said Emre Şirin/Can Dostum……………………………………………………………………25

Mustafa Ali Aykol/Sosyal Bilimler Çalıştayı-Öteki……………………………………….26

Selin Engin/Hayâl…………………………………………………………………………………….28

İ Ç İ N D E K İ L E R

Sâkî Fanzin

Ertan Tanyeri : Kahve, muhab-

bete açılan kapıdır. S:14

Doğukan Bozkurt - Kahve ve

Kahvehane Kültürü S:6

Page 4: Sâkî Fanzin #1

4

Bir adam… Kendini hayattan soyutlamış, güneşi bile sabah yatak odasına

vuran ışınlardan gören bir adam. Dış dünyaya ait tek kişi küçük dostuydu. Belki de yüzüne baktığı tek insan oydu. Onunla da konuşmazdı ki zaten. Eline sıkıştır-

dığı 20 lirayla ona ne demek istediğini anlatırdı.”bana kahve al” demek isterdi.

Bu küçük dostu da ona kahve aldığı için severdi. Belki severdi ya da sever gibi

gözükürdü. Oysaki kahveyi herkesten çok severdi. Ona göre ne öbür dünya

önemliydi ne de şu mavi gezegen “Dünya” Ona göre önemli olan kendi yarattığı

dünyasıydı. Kahvesi, kahvenin suyunu kaynatmak için kullandığı kireç tutmuş

cezvesi ve okumadan karıştırıp saatlerce yüzüne baktığı eski kitapları…

Zil çalmıştı. Ayaklarını yere sürterek kapıya doğru ilerliyordu. Ufaklığın

elindeki torbayı koparırcasına çekip almıştı. Küçük dost paranın üstünü uzat-

mıştı fakat birden suratına kapı kapanmıştı. Bu sahneyi kaçıncıya yaşıyordu

kim bilir. Küçük dostun aklında hep bu adam vardı. Kimdi? Nereden gelmişti?

Neden konuşmazdı? Neden sadece kahve isterdi ondan? Bu soruların cevabını

elbet bir gün öğreneceği umuduyla kapının önünden ayrılarak kendi evine gitti.

Küçük dosttan aldığı kahveleri karanlık mutfağının tezgâhına doğru fırlat-

tı. Kitaplığından aldığı bir kitabı karıştırmaya başlamıştı. Kitabın bir sayfasında

takılı kalmıştı adeta. Saatlerce hiç kıpırdamadan bakmıştı o sayfaya. Birden

kendine gelip kahve içmek için mutfağa doğru ilerledi. Cezveye döke döke koy-

muştu suyu. Tek gözlü ocağın paslanmış mazgalının üzerine cezveyi yerleştir-

mişti. Kaynadığını anlayınca da kahvesini hazırlamıştı. Kahveyi o kadar çok se-

viyordu ki sıcacık kahvenin dumanında kendini kaybediyordu adeta…

Sürekli aynı şeyleri yapıyordu. Kahve içiyor, kitaplara bakıyor, kahve içiyor,

düşünüyor ve yine kahve içiyordu. Diğer günlerden farklı olarak Haftada iki kez

ona gelen küçük dostunun suratına kapıyı çarpıyordu. Neydi bu umursamazlık?

Nerden geliyordu? Sıkılmamış mıydı günlerce haftalarca hatta aylarca aynı şey-

leri yapmaktan? Bir imkânsız aşk mıydı onu bu hale getiren yoksa ailesini mi

kaybetmişti? Neden kimsesi yoktu? Küçük dostun aklına gelen deliliğini yitir-

miş sorulardı bunlar…

Artık hayatında değişmeler olmuştu bu adamın. Mesela kapıya gelen ona

kahve alan küçük dostuna kapıyı açmıyordu. Kitapları karıştırıp saatlerce bir

sayfada takılı kalmıyordu. Kahve içmeyi bile bırakmıştı. Sahi ne geçiyordu bu

adamın aklından? Ne geçiyordu da parkenin üzerine oturmuş düşünüyordu.

Yaptığı tek şey dizlerini kendine çekip elleriyle dizlerini kendine bağlamak ve

yere bakmaktı. Ne kadar süre öyle kaldı bilmiyorum. Ne kadar süre öyle kaldı

bilmiyorum.

B İ R Y U D U M K A H V E

Sâkî Fanzin

Ezgi Nur Arslan

Page 5: Sâkî Fanzin #1

5

Küçük dostu bugün gelmemişti herhalde anlamıştı artık ona kapıyı aç-

mayacağını. Birden hızla kalkıp darmadağın evinde kâğıt ve kalem aradı. Eline geçen kâğıda bir şeyler yazdı. Kâğıdın üzerine bir anahtar bıraktı. Biraz yıpran-

mış pantolonunun arkasındaki ceplerini de kontrol etmişti. Sanırım parasının

cebinde olup olmadığını kontrol ediyordu. Hissediyordu o küçük dost bugün

buraya gelecekti ve bu kapıyı tekrar çalacaktı. Evin kapısına doğru ilerleyip de-

rin bir nefes alıp kapıyı açtı ve dışarı çıktı. Apartmandan inerken ayak sesleri

duyan küçük dost doğruca sokağa bakan pencereye koştu. Gözlerine inana-

madı. Bir daha ve bir daha baktı. Düşünmeden adamın evine doğru koşarcası-

na çıktı. Kapı açıktı ürkek bir şekilde atıyordu adımlarını. İki odası bulunan evi

tedirgin tedirgin gezerken emindi sokakta gördüğü oydu o adamdı. Salona

geçti bu sefer yerde bir defter yaprağından gelişi güzel yırtılmış bir kâğıt parça-

sı ve üzerinde anahtar. Anahtarı hızla yana itti kâğıdı elleri titreyerek aldı. Kâğı-

da şu cümleler dökülmüştü.

“Sevgili küçük dost;

Sevgili diye başlıyorum şaşırmış olabilirsin. Sanırım son zamanlarda(son

zamanlarda diyorum ama bu eve ne zaman geldiğimi hatırlamıyorum) gördü-

ğüm tek insansın. Meraklı bakışlarınla konuşmasak da bana söyleyeceklerini

söylüyordun zaten. Sanırım bilmen gereken kısmını sana anlatabilirim. Tek

edilmiş bir adamım ben. Ailem, sevgilim, arkadaşlarım tarafından. Neden diye

sorma sakın merak da etme ama şunu bil hata bende. Meraklı bakışların ara-

sında yer alan bir diğer sorunun cevabını verecek olursam eğer, sürekli kahve

içmemin sebebi; kahve ben demek ama acı bir kahve. Kahve demek yalnızlık

demek, terk ediliş demek, hüzün demek. Sana bu notu yazdıysam eğer, sen

her hafta benim zilime bastıysan ve ben senin suratına kapıyı çarptıysam bu-

nun sebebi kahvedir. Beni terk edilişimin aksine ayakta tutan şey sadece “bir

yudum kahvedir”.

Not: Anahtarı bıraktım ev senindir tek bir ricam var senden kireçlenmiş cezve-

mi ve kahve lekesi olmuş bardağımı yıkama, kitaplarıma gözün gibi bak.

“Hayat sana bir yudum kahvede kendini bulacak günler yaşatmasın.”

Sâkî Fanzin

Page 6: Sâkî Fanzin #1

6

Siz hiç boğuldunuz mu?

Biraz düşünün, çünkü ihtiyacınız olacak.

Sebepsiz üzüntü gibi bir anda vuracak.

Benim evim hep uzaklardaydı.

Kavuşunca anlam bulan uyaklar gibi.

Kavuşunca Allah’ı bulan mecnun gibi.

Herkesten çok bozuldum ben…

Bi’ kahveye hasret kaldım.

İsimsiz sinema bileti gibiydin gece seansında.

Bi’ kahveye hasret kaldım ve boğuldum da.

Tenha sokaklarda, gece seansında…

Yepyeni bir yüzle çıkageldim.

Herkes değişir dediler bir ben değişemedim.

Evim uzakta demiştim.

Hep uzakta demiştim.

Dünyaya bile sığamadım.

Gerisini siz hesap edin.

Düşündünüz değil mi?

Güzel, devam edin çünkü ihtiyacınız olacak.

Piyano sesiyle uyanan bebeklerim var.

İmreniyorum size biraz da.

Aslında ben hiç düşünmedim.

Ağzımdaki ateşi düşürmedim.

D Ü Ş Ü N M E K V E H A Y A L E T M E K

Sâkî Fanzin

Said Emre Şirin

Page 7: Sâkî Fanzin #1

7

Gece vakti sakın gelme yanıma.

Ben ağzımı açamam.

Göremezsin ateşimi o anda.

İstersen bir iki kelam ederim.

Ama boğulurusun bir anda.

Ben bi’ kahveye hasret kaldım aslında.

Sıcak desem değil belki şekersiz biraz.

Bir gece seansı bir piyano biraz da sen…

Eğer yetişebilirsen kahveler de benden.

Boğulurken hayal ettim kendimi

Düşünmek, hayal etmek farklı şeyler.

Bu yüzden hayal ettim belki de.

Ölümsüz bir dağ hayal ettin sen.

Yalan, dağın da ölümsüzlüğün kadar yalan.

Hepsi ama hepsi bir şehrin eseri.

Uzak bir şehrin memleketin sesi.

Evim de orada ama işte uzakta…

Üzülüyorum ben bir anda sebepsiz.

Nerede sen ve kahveler şu anda?

İnan boğuluyorum bi’ anda.

Mecnun da değilim Uyak da.

Tek isteğim sen ve kahvem şu anda.

Sâkî Fanzin

Page 8: Sâkî Fanzin #1

8

Kahve; kök boyasıgillerden, sıcak iklimlerde yetişen bir ağaç, bu ağacın

meyve çekirdeklerinin kavrulup öğütülmesi ve pişirilmesiyle elde edilen içecektir. Kahvenin ilk kez kimin bulduğu ya da kimin içtiğine bakacak olursak; ilk kez

kahveyi kimin içtiğine dair tarihsel bir kanıt yoktur. “En yaygın efsane

Khaldi adındaki çobana aittir: Yemen’de Khaldi adındaki bir çoban ay ışı-

ğında keçi sürülerini güderken, hayvanların bazı yeşil ve sarı meyveleri ye-

diğini görür. O ana kadar uyuklayarak gezen hayvanlarda, bu meyveleri ye-

dikten sonra bir canlılık görünür. Oradan oraya zıplayıp durur. Hatta meh-

tapta dans etmeye başlarlar ve herhangi bir yorgunluk belirtisi göstermezler.

Bunun üzerine Khaldi de bu yemişleri dener ve kendini dinç hisseder. Bu esrarlı meyvelerden keşişlere söz eder. Çoban ve iki keşiş sürünün otladığı

yerlere gönderilir ve bilmedikleri çalı türünden bu bitkiden bir kaç dal ko-

parıp içerler ve onlar da geceyi canlı, neşeli bir ruh halinde geçirirler. Ağa-

cın meyvelerini kaynatarak içen ve kendisinde aynı canlılığı hisseden Şeyh

de bitkinin içindeki kafeinin uyarıcı etkisini bularak onu tüm din adamlarına

tavsiye eder ve kahvenin hikayesi de burada başlar. Belirli saatlerde nöbet

tutmayı ya da dua etmeyi gerektiren manastır kurallarına uymayı kolaylaştı-

ran bu içecek tüccarların da ilgisini çekmiş ve yayılmaya başlamıştır.1

Araştırmacılar “Türk Kahvesini” şöyle açıklıyor; “Türkler tarafından bulu-

nan yepyeni hazırlama metodu sayesinde kahve, cezvelerde pişirilerek Türk

Kahvesi adını almıştır. Kahve, kısa zamanda çok beğenilerek saray mutfağın-

da yerini alıp, saraydan konaklara, ardından evlere girmiş, İstanbul halkının

kısa sürede tutkunu olduğu bir hale gelmiştir. Kahve ve içildiği mekan olan

kahvehaneler, zaman içinde sosyal yaşamın ayrılmaz bir parçası olmuştur.

Böylece dünyada hiç bir içeceğin sahip olmadığı ölçüde bir kültür de doğ-

muştur. 2

K A H V E V E K A H V E H A N E K Ü L T Ü R Ü

Sâkî Fanzin

K A H V E H A N E K Ü L T Ü R Ü

Kahvenin çok sevilen bir içecek olmasının sonucunda kahve tüketimine yö-

nelik mekanlara ihtiyaç duyulmuştur. Türkiye’de olduğu gibi, Avrupa’da da kahve

evleri toplumun her kesiminden insanı çekmiştir. Yeni bir sosyal etkileşim doğu-

yordu. Bira evlerine alternatif arayan tüccarların da işlerini yürütebilecekleri

1 Ulla Heisse ,1996, “Kahve ve Kahvehaneler” Dost Kitabevi yayınları, Ankara, s.46

2 MEGEP, 2006, “Yiyecek İçecek Hizmetleri Kahve Hazırlama ve Servisi”, Ankara Milli Eğitim Bakanlığı, s1.

Doğukan Bozkurt

Page 9: Sâkî Fanzin #1

9

mekanlara ihtiyaç vardı. Kahve evleri soyutlanarak, çalışan ressamların ve

yazarların da birbirleriyle ve dünyayla bağlantı kurabilecekleri türden yerlerdi. Kahve evleri, halkın fikirlerinin açığa çıkacağı yerler olmaya başlıyordu.3 Bu alın-

tıya dayanarak kahvehanelerin halkın farklı kesimlerini bir araya getirerek toplum-

sal olarak katkı sağladığı söylenebilir. Kahvehanede gerçekleştirilen faaliyetler in-

sanların sosyalleşmelerine olanak vermiştir. Kahvehaneler bir anlamda “sohbet

mekânı” olmuştur. Osmanlı döneminde kahvehanelere kullanımlarına bağlı olarak

farklı adlar verilmiştir. Bunlar:

Mahalle Kahvehaneleri: 16. Yüzyıldan itibaren yaygınlaşan bu kahvehane-

ler namaz saatini bekleyenlerin mekanı olarak ortaya çıkmıştır.

Esnaf Kahvehaneleri: 16. Yüzyıldan itibaren ortaya çıkan bu kahvehaneler

İstanbul’un ticaret merkezi sayılacak yerlerinde kurulmuştur.

Yeniçeri Kahvehaneleri: 17. Yüzyılın ortalarından itibaren daha çok Boğazi-

çi sahillerinde görülmeye başlanmıştır. Bu kahvehanelerin önemi, bazı ayak-

lanmaların merkezi olmasından gelmektedir.

Semai (Çalgılı) Kahvehaneler: 1826’dan itibaren görülmeye başlayan rama-

zan ayına özgü bu kahvehanelerin Cuma akşamları ve kış mevsiminde açıldı-

ğına ilişkin kayıtlara rastlanılmaktadır. Kendine has süslemeleri bulunan bu

kahvehanelerin tavanı tek tahtası bile görülmeyecek şekilde elvan kağıtların-

dan yapılan güller ve beşik örtüsü tarzında kağıt zincirlerle donatılmaktaydı.

Sâkî Fanzin

3 Burçak, Evren, 1996, “Eski İstanbulda Kahvehaneler”, Milliyet yayınları, İstanbul s.42

Page 10: Sâkî Fanzin #1

10

İmaret Kahvehaneleri: Camilerin yanlarında kurulan namaz vaktini bekle-

yenlerin oturduğu bu kahvehaneler daha sonra kıraathane şekline dönüşmüş-

tür.

Tiryaki Kahvehaneleri: İstanbul’un en eski kahveleri 17. Yy. başlarında

çoğalmaya başlayan Süleymaniye’deki tiryaki çarşısı kahveleridir. Bu

kahvehanelere kültürlü ve bilgili kişiler gelmekte idi. Bir diğer özelliği ise

duvarlarındaki taş işçiliğidir.

Esrarkeş Kahvehaneleri: İstanbul’da özellikle Tahtakale, Tophane, Silivrikapı semtlerinde bulunan kahvehanelerdir. Mekanı mesken edinmiş sı-

ra dışı, düşkün ya da ermiş gibi tanımlanan kişiler ile anılan mekanlardır.

Seyyar Kahvehaneler: Çarşı ve pazarda iş yapanlara kolaylık sağlamak

amacıyla yer alan kahve ocağı ayaküstü satış dükkanı işlevi görmekteydi. Bu

ocakta kahve pişirilmekte ve dükkanlara servis yapılmakta idi. 4

Kahvehaneler eskiden “kültür mekanı” konumundayken, şimdilerde “boş vakit geçirenlerin mekanı” olmuştur. Bunun en büyük sebepleri işsizlik ve ekono-

mik yetersizliklerdir. Kahvehaneler geçmişteki kültürel etkisini sürdürememekle

birlikte şuan ki çoğu kahvehane halk tarafından kötü bir izlenime sahiptir. Bu me-

kânlarda musiki dinlenmesi, çeşitli edebi yazılar, şiirler okunması ya da Karagöz

Hacivat gibi tiyatro gösterilerine günümüzde pek rastlanmazken, iletişim, buluş-

ma, dinlenme, gazete okuma, gündemi takip etme, boş zaman değerlendirme, eğ-

lence ya da sözlü kültür unsurlarının devamını sağlayan bir mekân olması gibi özellikler halen geçerliliğini korumaktadır.5 Alıntıda da belirtildiği gibi eskiden

kahvehanelerde musiki dinlenmesi, şiirler okunması ve Karagöz Hacivat gibi ti-

yatro gösterileri ve daha bir çok etkinlik günümüzde kaybolmuşur. Bunun en bü-

yük sebebi kahvehanelere olan talebin azalmasıdır. Günümüzde kahvehaneye

olan talebin bu kadar az olmasının bir sebebi de kahvehanelere alternatif yerlerin

açılmasıdır.

Sâkî Fanzin

4 Burçak, Evren, 1996, “Eski İstanbul’da Kahvehaneler” Milliyet Yayınları, AD yayıncılık A.Ş. , I. Baskı, s. 47-91

5

Şahbaz,Selin, Aydın, 2007, “Geçmiten Günümüze Kahvehaneler,Kahvehanelerin Sosyal Yaşamdaki Yeri ve Önemi” Yüksek Lisans

Tezi

Page 11: Sâkî Fanzin #1

11

Sâkî Fanzin

Page 12: Sâkî Fanzin #1

12

Dan ve tekrardan

Zihnim özgür olmak için sağ

La ve tekrarla

Karanlık öfkesiyle geldiğinde unutulur kan rengi sokaklar

Kaldırır ellerini yukarıya

Doğudan batıya

Bağırır tekrardan

Ya yeterse aklında

Aklına

Tane tane birikmiş bu çöplüğün hatrına

Arafla cennet arasında

Pilden bir kulübe yaptım

Artık ne kadar dayanırsa

Unutursa sağ

Ya da yakınırsa

Ben belayım zihnin ordularına

Beraberinde bir bahane taşırım

Yok olur o da ne kadar yok olacaksa

Sol ve tekrar sol

Anahtarında gizlediğim

Bu dünyanın ütopyasına

Yan yeterse yan

Ne sunsam yetersiz zihnin ordularına

Pilden değil kilden bu arada.

Carent

Sâkî Fanzin

Ahmet Dertlioğlu

Page 13: Sâkî Fanzin #1

13

İndiğimde Hak katından, öptüğümde topraklarını şehrimin, olaydım bir

ağaç derdim manolya isterim… Manolya kokusunun yoğun olduğu bazı gece-ler vardı. Teyzemin soğuk limonatası, rüzgarın hafif eserek yapraklardan çı-

kardığı o ses, sarının üzerine mor mürekkep fırlatılmış gibi duran menekşeler,

camgöbeği rengi unutmabeniler, eftal-i çemenlerin en güzeli papatyalar…

Vazgeçilmeyen dünyada tüm bu güzellikleri ortaya çıkaran bahardır as-

lında. Değişmeyen tek şey ise her baharın gelişinde içimizde oluşan, bizi deli

eden o histir. Nitekim Nâbî şöyle der;

“Geldikçe nakd-i huşumuz sarf eder gider

Çoktur bizim muhasebemiz nevbahar ile”

Bahar her yüzyılda insanda aynı benzer hisleri uyandırır. Nâbî ’den yak-

laşık 250 yıl kadar sonra Orhan Veli’de benzer mısralar yazmıştır.

“Deli eder insanı bu dünya

Bu gece, bu yıldızlar, bu koku

Bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç”

Genellikle gecenin ilerleyen saatlerinde yetişkinler ellerine çaylarını alır-

lardı. Onlar ellerine çaylarını aladursun amcamda hemen gitarını getirirdi. Başlardı şarkı söylemeye. Yetişkinler başta nazlansa da sonunda onlarda eş-

lik ederdi şarkılara.

Geceden bahsetmişken, gecenin masalsı bir yanı vardır. Hele ki yazla-

rı.Yıldızların belirli olduğu gecelerde güneşin önüne siyah satenden bir per-

denin çekildiğini, yıldızların ise ağaçların o perdeye açtığı küçük küçük delik-

lerden giren güneş ışığı olduğunu hayal ederdim.

Gündüzleri ise çimenlerde koşarak gökteki pamuk şekerlere uçurtma-

mızı değdirmeye çalışırdık. Bazen ise misket, dalya, körebe oynardık.

Belki de bunun için nevbahar, müşkülpesent insanların bile unutulmaz

anlar yaşadığı mevsimdir.

“Nisandır en zalimi ayların”

Ve yine de eksik etmez sol cebimizde soğuk akşam şarkılarının hürme-

tini.

Sâkî Fanzin

Nevbahar Özge Beyenal

Page 14: Sâkî Fanzin #1

14

Kahve içmek sizin için de ayrıcalıklı bir zevk ise biraz hoş beş edelim.

Sevgili için gönülden gönüle muhabbet köprüsü. Dostun dosta vefası. Hatta sevgiliye

duygularını ifade etmenin de yolu olur bir fincan kahve!

Hele varsa kahve falı bakma marifetiniz doyumsuz olur duyguların aktarımı. Küçücük

fincanın içine bakıp dünyaları görür ve dünyalar dolusu dilekleri dile getirirsiniz. Kahve falı,

tıpkı bildiğimiz ama kendimize itiraf edemediklerimiz gibidir…

En özel anılarımızda yeri vardır bir fincan kahvenin. Kız isteme anı, dost ziyaretinin

şahidi, okuduğunuz kitabın yareni…

"Bir fincan kahve bu yahu!" deyip geçmemeli."Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı

vardır." denince kırk yıllık sürenin insan hayatındaki yerini bilmek lazım."Gönül ne çay ister,

ne kahve. Gönül dost ister, kahve bahane." Söylenecek sözü olanın ısrarını "Bir kahve

içimi...” ile ifadesine ne demeli? Israrın nazik halidir "Bir acı kahven de mi yok?"

"Gözlerinin kahvesinden koy ömrüme, kırk yılın hatrına sen kalayım." der Cemal

Süreya. Ne der acaba burada? Cinaslı bir cümle ve göz rengi olan kahveyle, içtiğimiz kahveyi

ne güzel bağdaşlaştırmış.

“Çayın kalabalıkla arası iyidir, kahve yalnızlık ister." Doğru. O halde şimdi biz ne

yapmalıyız? Kahvenin de kalabalıkla içilmesini mi sağlamalıyız? Yoksa onu bir başına mı

bırakmalıyız? Kahvenin de kalabalıkla içilmesini sağlasak daha mı iyi olur acaba?

Kahve yalnızlık ister.. Peki sanatçılar kahve içiyor ve yalnızlığı seviyorlarsa bu onların

halkın içine girip halkla kahve içmesine engel midir? İlla da kahve diyorlarsa halkın içine gi-

rip çay yerine kahveyi yaygınlaştırsınlar. Hem halkla ilişkisi artar sanatçının hem de halkın

kahveyle. Bu sayede kahve kültürünü aşılarız herkese.

Bir yere gittiğinizde, (burası okul, hapishane, yetimhane vs. olabilir) size çay verilmesi

mi daha hoş olur kahve verilmesi mi? Çay klasiktir. Kahve verilmesi ise çok daha zariftir.

Düşünsenize bir okula gidiyorsunuz size “Kaç şekerli olsun” yerine “Orta mı, şekerli mi?”

diye soruluyor. Hele kahvenin o kokusu. Bir okulda deterjan yerine kahve kokması alışagel-

miş şeylerden değildir elbette. Hep okul örnekleminden gittik. İyi de ettik galiba.

“Aldanma kahvenin kara rengine,

Benzemez hiç gecenin zifrine.

Bu yüzden mutluluk çöker yüreğine.

Dost dosta ikram ettiğinde.”

Gayret bizden, tevfik Allah'tan.

B İ R F İ N C A N K A H V E

Sâkî Fanzin

Mehmet Semih Çiğdem

Page 15: Sâkî Fanzin #1

15

Yazmak istediğim şeyler var.

Yıllar önce yazamadığım,

Ve bunun bahanesine saklanıp,

Yıllardır yazmaktan kaçtığım.

Kelimelere karşı olan korkumla,

Yazarak yüzleşeceğim.

Ve özgürlüğü tatmak için iliklerime kadar,

Bir gün mutlaka hapse gireceğim.

Biliyorum. Her zamanki gibi,

Hiçbir kelime karşılamayacak aklımdan geçenleri.

Ama üstadın dediği gibi,

Eğer yazmazsam, çıldıracağım.

Sâkî Fanzin

K A L E M İ K I R I K L A R I N Ş A R K I S I

Mustafa Ali Aykol

Page 16: Sâkî Fanzin #1

16

E R T A N T A N Y E R İ : K A H V E , M U H A B B E T E A Ç I L A N K A P I D I R

-Kahve hayatınıza ne zaman ve nasıl girdi? Size yadigar mı?

=) Ben üçüncü nesilim burada. Babam ve daha öncesinde dedem var. Yani bir de Türklere ait bir

içecek. Yani her Türkün bu bahsini yaptığımız kahve içme adabını, işte, kahvenin nereden alın-

ması, ne şekilde alınması gerektiğini, her Türk'ün bilmesi gerekir. Bugün internet sitelerine girdi-

ğimiz zaman bir İngiliz sitesinde gösteriyor Türk kahvesi nasıl yapılır diye. Bir Türk gencinin de

kahvenin nereden alınması gerektiğini, neden Türk kahvesi olduğunu, günde işte kaç adet, kaç

fincan içmesi gerektiğini, yemeklerden sonra kahve içmesi gerektiğini, neden kız istemeye gidil-

diği zaman kahve götürüldüğünü bilmesi gerekir. Yani geleneklerinin özelliklerini, bize fayda ede-

cek olan özelliklerini özümsemesi bilmesi gerekiyor. Kahve kültürü işte sunumuyla ve hazırlan-

masıyla geçen sene Unesco’nun çatısı altına girdi. Unesco'nun çatısı altında, Türkiye’de on iki

tane nesne var ve bunlardan biri deTürk kahvesinin kültürü. İşte bu adabıyla geleneksel özellik-

leri yine Unesco’nun çatısı altında. Ve Türklerin de bilmesi gerekiyor. Ben de burada üçüncü ne-

silim. Babam bu işle uğraşıyordu. Dedem bu işle uğraşıyordu.

-Tan Yeri ismi nereden geliyor?

=)Soyadı kanunu olduğu zamanlarda koyuyor bu ismi dedem. Dükkanın bulunduğu yer sabah

güneşe uyanıyor ve dükkana doğru vuruyor. Dedem soyadını o şekilde koyuyor. Buraya da o ad

veriliyor.

-Her mekanın bir ruhu vardır. Bu mekanın ruhunun izlerini müşterilerinizde nasıl görüyorsunuz?

=) Burası müşterilerine geleneksel Türk kahvesinden hiç uzaklaşmadan o yörenin, oranın ağız

tadına uyacak şekilde kahvesini kavurur. Devamlı taze taze kavurur, fazla öğütür. Dükkana ka-

zandırılan bir edep vardır. Senelerin vermiş olduğu bir düstur vardır. Ticari bir ahlak vardır. E, ta-

bii ki o kahve bitkisine ve fincana da yansıyor. Kişi orada taze o kavrulmuş,öğütülmüş kahveyi

kese kağıdıyla evine alıyorsa o ruhu hissediyordur orada. Onun verdiği elbette bir ruh var.

-Osmanlıdaki kahve kültürü hakkından neler söyleyebilirsiniz?

=) Osmanlı'nın kahveyle tanışması Yemen'in bizim topraklarımız olmasına dayanır. İlk kahvenin

içildiği yer Mekke’deydi. Gene Mekke bizim topraklarımızdaydı.

Sâkî Fanzin

Page 17: Sâkî Fanzin #1

17

Sonra İpek Yolu'ndan bizim topraklarımızdan İstanbul’a geldi. E geldi kahve

kavruldu, koyu kavruldu. O zamanın Şeyhülislamı çok koyu kavrulmuş bizim

dinimize göre uygun olmaz dedi. Bir ara yasaklandı. Ondan sonra kahve içi-

len mekanlarda sosyalleşmeden dolayı bir dönemde, 3. Murad döneminde

yasak edildi. Çünkü yeniçeri kahvehanelerinde kahvenin içilmesiyle gelişen

sosyalleşmeyle birlikte belki onun getirdiği sıkıntılar oldu. İşte farklı muhab-

betlere de sebep oldu. Ama tabii ki kahveye Türk kahvesi ismi oturdu. O ka-

dar oturdu ki Osmanlı, Viyana kapılarına dayandığı zaman bile Viyana kuşat-

masında yanında kahve çuvalları vardı. Yanında kahvesini kavuruyordu,

öğütüyordu ve içiyordu. Yani o kadar kahve kültürü oturmuştu. Çay demle-

me kültürü de Türklere aittir. Yani çayın demlenerek ince belli bardakta, o

kırmızı beyaz geleneksel tabakta içilmesi. Kahve ondan önce de bizim beş

yüz altı yüz yıllık çaydan önceki kültürümüzdü yani.

-Kahve içmenin adabı var mıdır?

=)Yani tabii kahve öncesi, bak kahvaltı etmedim (gülüyor) kahve altına bir

şey istiyor. Kahveyi boş mideyle içmemek gerekiyor. Baş hususlarından biri

o. Sonra suyla başlamak gerekiyor. Kahvaltı ettikten sonra ağzında reçel

tadı var veyahut turşu tadı var, sarımsak tadı var, suyla bir çırpıştırıyorsun

ağzını, temizliyorsun. Resetlemek gibi kahveye hazırlık yapıyorsun.

-Kahve almanı adabı var mıdır?

=)Kahve almanın da bir adabı vardır. Kahvenin kavrulduğu, öğütüldüğü dük-

kanlardan almak gerekiyor. Bak kadın geliyor işte, annesi var doksan iki ya-

şında, buradan başka yerden kahve içmiyor, içemiyor diyor, Bosnalı, Saray

Bosnalı, kahve tiryakisi, seçiyor, bu bir alma adabı. Geliyor oradan, donatı-

mın oradan ta kalkıyor yürüye yürüye geliyor. Oradaki kuruyemişçiden bek-

lemiş kahveyi doksan iki yaşındaki annesi beğenmiyor, istemiyor.

-Türkiye’de kahve geleneği yöreden yöreğe değişiklik gösterir mi?

=)Değişir. Kavurma derecesiyle değişir. Bazı yöreler mesela diyelim ki Gü-

neydoğu Anadolu bölgesi, o Hatay falan oralarda Araplar var. Araplar biraz

daha koyu içerler. Kahve çekirdeklerinin koyu kavrulmuşunu. Marmara böl-

gesi, buralar daha orta kavrulmuş içerler.Kıbrıs mesela orta açık içer. Yani

böyle açık kavrulmuş içerler.

-Kahve fincanın küçük olmasının özel bir nedeni var mıdır?

=) Şimdi tabii kahve sözlüğünde çok küçük bir fincan vardır diyelim ki buna

bülbül fincan denir. Yani fincanın boyutu olarak. E yani kahve tiryakisi hani “

Gönlü ne kahve ister, ne kahvehane. Gönül muhabbet ister. Kahve bahane.”

Yani Türk kahvesi için diyelim ki Türkler günde her yemekten sonra birer ta-

ne içme adabı vardır. E oldu da muhabbete uyacak içtiyse üç tane kahve

fincanını küçük tutabilir. Buna bülbül fincan diyoruz. Ama diyelim ki kallavi

fincan var. E kallavi de oldukça büyük boyutta bir fincandır. Kahve tiryakisi o

anda da dolu dolu kahve içmek istiyorsa o zamanda kallavi fincanı tercih

eder.

Sâkî Fanzin

Page 18: Sâkî Fanzin #1

18

-Yabancıların Türk kahvesine yaklaşımı nasıl?

=)Oldukça iyiler. Türk kahvesini duydukları anda hemen Türk kahvesini isti-

yorlar, biliyorlar. En güzeli hiç geri durmuyorlar. Türk kahvesinin bir gelene-

ği, bir kültürü var. Mekandan dolayı onu da anlıyorlar. Ve hemen taze kahve

içmenin keyfine varmak istiyorlar.

-Türk kahvesinin yanında küçük bardakla getirilen suyun ve Türk lokumun

manası nedir?

=Osmanlı saray kültüründe kahve sunumunu dört kişi yapardı. Yani diyelim ki

kahveci başı kahveleri kavurur, kahvenin örtüsünü serer ondan sonra diyelim

ki ayrıca pişiren, e sonra sunan, teminki dediğim gibi kahve hatırlık anlamında

suyla başlanır. Önce ağızda başka bir tat varsa su içersek ağız kahve tadına

hazırlanır. Osmanlıda diyelim ki şekerin olmadığı dönemler vardı. Türkiye de

şeker yoktu. Neydi doğal tatlandırıcı olarak gülle yapılan lokumlar. Yani e Os-

manlının geleneksel tatlarından diyelim ki l-lokumumuz, akide şekerlerimiz e

lokumda acı kahvenin kırk yıl hatırı vardır. Ee tabii ki yanında doğal gülle ya-

pılan lokumda ona farklı bir aya veriyor. Osmanlı saray kültüründe su güllü

lokum, kahve sunum şeklinde sunuluyordu.

-Siz kahveyi getirirken yanına neden çikolata koyuyorsunuz?

=) Kahvenin yanına çikolata da yakışıyor. Kakao o da kahve gibi yine içerisin-

de, faydalı bir ürün, kahvenin içerisindeki kafein vücudun bir ihtiyacıdır. Ya

kahve içeceksiniz kafeininizi alacaksınız ya da diyelim ki asitli bir içecek içe-

ceksiniz onun içindeki kafeini alacaksınız. Veya da ilaç içeceksiniz, ilaç sana-

yi kafeini kullanır. Ve de o şekilde kafeini alacaksınız. Ya da doğal kahvenizi

içeceksiniz. Yani şekersiz içtiğiniz sade kahvede vücuda hiçbir katkı yok yani

şeker almıyorsunuz. Hiçbir kalori almıyorsunuz. Sadece vücuda kafein alıyor-

sunuz. Su içtin, soda içtin bir de sade kahve içtin vücut hiç kalori olmaz. Sade-

ce sade kahve içersin vücut kafein alır. Yani çikolata da o da bir kakao ikisi de

birbirine yakışıyor. Kakao da diyelim ki faydalı bir bitki. Kakaodan alacağın

kahveyle birlikte vereceği onun vücuda enerji var. Yani kahve içmek gereki-

yor ki beyinle kalp sistemli bir şekilde çalışsın.

-“Bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır.” bu sözle ilgili ne düşünüyorsunuz?

Geçmişte diyelim ki üç kişiyiz oturuyoruz. Kahvelerimizi içeceğiz, bir fincan için elli tane kahve çekirdeğinin yan yana gelmesi gerekiyor. O elli tane kav-

rulmamış çiğ çekirdeği kavuruyorsunuz. Yirmi dakika yirmi beş dakika diye-

lim ki kavurdunuz. Onu sıcak sıcak değirmene boşaltamıyorsunuz. Onu bir

on dakika on beş dakika dinlendiriyorsunuz. Soğumasını bekledikten sonra

onu değirmeninizde öğütüyorsunuz, el değirmeninde. Öğütüyoruz kahvesi

sonra soğuk suda ağır ateşte cezvede pişiriyorsunuz. Ve fincanınıza dökü-

yorsunuz. . E o arada kavrulma sırası, soğuma sırası, öğütülmesi, cezvede

soğuk suda ağır ateşte pişirilmesi kırk yıl hatırına sebep o emek ve zahme-

tinden dolayı.

“Yabancılar,

Türk

kahvesini çok

iyi biliyor ve

duydukları an

istiyorlar.”

Sâkî Fanzin

Page 19: Sâkî Fanzin #1

19

E, o arada kavrulma sırası, soğuma sırası, öğütülmesi, cezvede soğuk suda ağır ateşte pişirilmesi kırk

yıl hatırına sebep o emek ve zahmetinden dolayı. Hani “ Gönlü ne kahve ister, ne kahvehane. Gönül

muhabbet ister. Kahve bahane.” o da o hazırlama esnasında geçen süre içerisinde tabii ki bir muhab-

bet oluşuyor. Ve arkasından o kadar güzel bir muhabbet oluşuyor ki yani “fal inanma falsız kalma” gi-

bilerinden de bir deyim var. Yani arkasından uzatmak isteniyor muhabbet. Hani şunun falına da bir ba-

kalım. Çünkü muhabbet kahve bahanesiyle oluşuyor. Bir de üzerine diyelim ki falda ilave edilmeye çalı-

şılıyor.

=) ”Çayın kalabalıkla arası iyidir, kahvenin yalnızlık ister.”

-Tabii yani. O zaten kendince oturmuş. Çayla ilgili mazimiz dünden bugüne. Kırk elli senelik altmış se-

nelik bir çay demleme mazimiz var. Ama bizim kahve kültürümüz, sosyalleşme kültürümüz... Yani Os-

manlı altı yüz yıldır sosyal leşmiş. Starbucks daha kırk senedir elli senedir sosyalleşmiş. Avrupa’nın

kahveyle tanışması yani Viyana kuşatmasından sonra Avrupa kahveyle tanışmış. Yani papazlar diyor-

muş ki, bizim gençlerimiz iyi ki bu Türk içeceğiyle, Türk içkisiyle tanıştı. Bizim gençlerimiz içkiden yer-

lerde sürünüyordu. İyi ki Türk içkisiyle tanıştık, demiş. Yani tabii ki Türkler değiştiklerinde oturdukların-

da kahve içme adabı o kadar çiftler de yaygın ki bir kızı isteme gibi en önemli diyelim ki bir mevzuda

bile yani o anda çay değil yani kahve. Kahve çaya nazaran daha bir şey istiyor, yüksek bir kültür istiyor.

Yani oraya göre adap istiyor. Yani ona göre hazırlayacaksın kendini.

Sâkî Fanzin

Söyleşi & Fotoğraflar : Özge Beyenal– Mehmet Semih Çiğdem—Selin Engin

Page 20: Sâkî Fanzin #1

20

Öfkene tercüman oluyorum bu yüzden bitiyor mürekkebim.

Satır satır yazıyorum teninle terin arasında bırakıyorum şiirleri.

A.D.

Kızdığım şeyler bir kalemin çatlağından sızıyor.

Evirilip çevrilip yüzüme bulanıyor tüm yanlışlarım.

S.E.Ş.

Ve farz edelim uyuyarak geçirdim bu hayatı.

Ad veriyorum bu bir kâbus olmalı.

A.D.

Kâbus demen için çok erken uykuya yeni daldık.

Biz bu yola düştük düşeli yeni sıfatlar aldık.

S.E.Ş.

Parçalanıyor süsleri mavi bir kapanın.

Ve bağırıyorum varlığımı yalnızlık balkonundan.

A.D.

Sesin derinlere indikçe şairler aldı ilham.

Ses tellerin güçlü olsun dostum ilham aldım ondan.

S.E.Ş.

Tek arka mahalleden haber var.

Vişne suyuna bulanmış çocukluğumda yaralar.

A.D.

Kabuğunu kaldırdığın yaralara hakkın yok ağlamaya.

Bir mahalle tanıyorsun sadece gerek yok saklanmaya.

S.E.Ş

K A L E M İ N S Ö Y L E D İ K L E R İ

Ahmet Dertlioğlu

Said Emre Şirin

Sâkî Fanzin

Page 21: Sâkî Fanzin #1

21

Ve bam telinden çalan klasik bir müzik sesi maktulun.

Sıçrıyorum lüzumuyla kabuk bağlamış yaraların.

A.D.

Hafızam almıyor yokluğun akına bulanmak ironisi.

Ve inan bana en beyazlar mezarımda bembeyazlar.

S.E.Ş.

Yumurta akına bulanmış annemin çığlık sesi.

O günden beri unuttum cesareti.

A.D.

İçimin hissi yok oldu evren denen siyahlıkta.

Ve o siyahlık yumurta akı gibi bir beyazlıkta.

S.E.Ş.

Esaretim şarkılar söylüyor zincirlere.

Yalvarıyorum parmaklıklar bırakın beni.

A.D.

Dedim ya dostum güçlü tut ses tellerini.

Kırıp geçeceksin zincirleri ve esareti.

S.E.Ş

Sırtımda hayallerimden oluşan çanta.

Mavi kokulu gökyüzüyle baş başa anılarım.

A.D.

Farklı şehirlerde aynı gökyüzü isterim.

Ve ben hep gökyüzünü, yeşili ve şehrimi istedim.

S.E.Ş.

Sâkî Fanzin

Page 22: Sâkî Fanzin #1

22

Ya düşmeseydim yollara

Ya da hiç âşık olmasaydım

Adamın başı masaya yapıştı. Ellerinden destek alarak başını masadan kaldırdı. Ma-

sada duran kahve fincanını görüyordu. Bir fincan kahve yaktı. Kahvesinin dumanı geceyi

kaplamak üzereydi. Üzerinde kekre bir burukluk vardı ama

-‘hayırdır inşallah’

Bir fırt daha çekti kahveden. Adımları hızlanmıştı. Neyi unutmaya çalışıyordu? Neyi unuttu-

ğunu hatırlamak için yavaşlamıştı. Düşünce sisleri etrafını sardıkça daha da dalgınlaşıyor-

du. Aslında bu sislerden hoşlanmıyor da değildi hani. Ruhunu gıcıklayan bir şeyler vardı bu

siste. Kahve fincanını koltuğunun altına sıkıştırıp bırakıverdi kendini sislerin arasına. Yok

yok üzerine binivermişti aslında. Karda yürüyen ayakkabılar gibi iz bırakıyordu, ama sade-

ce ayakkabı başka bir şey yok, öylece ayaksız, gövdesiz, başsız yürüyen ayakkabı. Finca-

nın boşaldığını fark etti. Sislerden doldurdu bardağına. Artık kahve değil sis içiyordu.

-‘Sis lezzetli mi?’

Diye sordu. Ama o hâlâ bir şeyler unuttuğunu düşünüyordu. Belki unuttuğu şeyi hatırlamış-

tı ama unutuş nedenini bulup hayrete düşmek istiyordu. Sahi dünyada hayrete değer pek

çok şey vardı. Mesela metroya yetişmek için koşturan insanlar.

‘Sahi neden bu insanlar durmadan bir yerlere koşturup duruyorlar?’

Veya bir banka oturmuş adamın yüzü. Daha önce bu yüzü hiç görmemişti. Çıkık elmacık

kemikleri vardı. Gençlik yıllarından kalma gibi görünen nokta nokta yaralar halinde çukura

benzer yanakları vardı. Yüz tonu ise iyi demlenmemiş kahve kıvamındaydı. O yüzü de di-

ğerlerinin yanına koyup devam etti yudumlamaya. İçinden şunu geçirmişti:

-‘hayret’

Daha fazla insan görmeyi umut ediyordu çünkü unuttuğu şeyleri onlara sormak istiyordu.

Kafası karışmıştı.

-‘En iyisi bir deniz havası almak belki kafam dağılır.’

Diye düşünmüştü. Niçin kafasının dağılmasını ister ki insan? Esasen kafasını toparlamak

istemişti. Kahvesini dalgalara sürdü. Nihayet bir rıhtıma varabilmişti. Denizde bu gece sis-

liydi.

-‘Deniz ne düşünür?’

Diye iç geçirdi. Ufka doğru bir yolculuk yapmak istiyordu. Fakat ufukta yanıp sönen yeşil

bir ışıktan başka bir şey görünmüyordu. Daha önce ucunu görmediği hiçbir ipi tutmamıştı.

Şimdi bu ipe sarılmak ahmakça olduğunun düşünüyordu. Denizin düşünmekten yorulma-

sını beklemeyedurdu.

…………..

Nihayet asırlar sonra sisler yavaş yavaş açılmaya başladı. Yeşil artık daha net yanıp sönü-

yordu. Kalbinin ritmiyle ışığın ritmini eşitledi. Kalbinin ritmi yeşil ışığı seyre daldı.

Y E Ş İ L K U B B E L İ D Ö R T K U B B E

Sâkî Fanzin

Page 23: Sâkî Fanzin #1

23

Neden sonra fark etti yeşil ışık bir rıhtımın ucuna bağlıydı. Denizin düşüncesi nihayet dura-

lınca rıhtımda kendisine bakan adamın varlığını gördü. Sislerden seçebildiği kadarıyla

adam sağ elinde bir cisim tutuyor gibiydi. Sol elini ise havada durduğunu gördü. Birden bi-

re dehşetle irkildi. Çünkü kendi elinin de aynı adam gibi havada asılı olduğunu fark etti.

Bunun bir ayna yahut göz yanılması olduğunu sürekli kendisine telkin edip sakinleşmeye

çalışıyordu.

-‘Artık karşı rıhtıma gitmeme hiçbir güç engel olamaz.’

Demişti. Ne olabilirdi ki canım alt tarafı karşı rıhtıma gidip, aynaya bir taş atıp geri döne-

cekti. Aynanın arkasında ne olduğunu merak etmişti. Karşıya yürüyerek geçerken, su her

zamankinden daha soğuk gelmişti. Üstelik kıyafetleri de hâlâ üzerindeydi.

-‘korkuyor muyum yoksa? Yok, canım korkacak ne olabilirdi ki? Alt tarafı bir ayna’

Diye söylendi son adımlarını atarken. Evet, adım atmıştı.

-‘Eeeee, ayna?’

Eliyle yerdeki taşlara dokunmaya yanıp sönen feneri susturmaya çalışıyordu. Aynadan eser

yoktu.

-‘Peki, o adam? Adam… Mi? Sorularımı yanıtlayabilecek kişi o olmalı. Evet, evet kesin bir

şeyler biliyor olmalı. Sonuçta beni buraya çağıran o.’

Bir yandan söyleniyor bir yandan da etrafını saran sisleri eliyle dağıtarak yolunu bulmaya

çalışıyordu. Çok gitmemişti ki karşısına bir tepecik çıktı. Tepenin üstünde dört ayaklı yeşil

kubbeli bir yapı görüyordu ama tam olarak ne olduğunu kestiremedi. Sadece yeşil kubbeyi

değil onu çağıran kişiyi de görmüştü. Hızlı adımlarla tepeye tırmandı. Artık yeşil kubbe da-

ha net gözüküyordu fakat o kaybolmuştu. Üstelik hâlâ ne olduğunu bilmiyordu bu yeşil

kubbenin. Arkasını döndüğü zaman orada yaşama isteği doğdu içinde. Her gün sisler çeki-

lirken yan tarafta gölge gibi kalan köprüyü seyredebilir, hatta bazı sabahlar onun altına kü-

rek çekerek gider, dönerken de balık avlayabilirdi. Her gün kahvaltıda lezzetli balıklar ye-

mek hayatın anlamı bu olmalıydı.

-‘iyide ben balık sevmem ki’

Peki ya yeşil minare onu ne yapacaktı? Üstelik dört tane sütünü vardı. Boşalan kahve fin-

canını yıkadı ardından kubbeye doğru yürümeye başladı. Ağzı mayışmıştı.

-‘bir yudum kahve alsam iyi olur’

Yeşil kubbeli dört sütuna gelmişti… Gelmesine ama artık gerisin geriye dönmek ve olanları

unutmak için neler vermezdim diye düşündü. Fakat bu düşünce kubbenin iki sütunu ara-

sından bakınca birden uçuvermişti. Artık binlerce sis görüyordu. Gri, mavi, siyah, bordo,

pembe, yeşil, siyah… Her birinin içinde sayısız dünyalar yer almaktaydı. Artık bir sisin üzeri-

ne binip farklı tatlardaki kahveleri denemeliydi. Heyecanına dayanamadı.

-‘hiç vakit kaybetmemeliyim, yola düşmeliyim!’

Diye bağırıyordu artık. Sesi o kadar yükseldi ki karşı rıhtımda kendisini izleyen kahve fin-

canlı adam dahi hayretler içindeydi. Kendi sisinden inip iyice gerildi gerildi… gri sisin üzeri-

ne atladı. İşte ne olduysa o anda oldu, sisler çekildi ve adam dört sütunun tam ortasında

duran masaya çullanıverdi. Çarpmanın etkisi miydi bilinmez adam unuttuğunu hatırladı.

-‘Adamın başı masaya yapıştı’ Ben Ben Olanım

Sâkî Fanzin

Page 24: Sâkî Fanzin #1

24

Erken yaşta yorulmuş bedenler... Sanki hayatın bütün yorgunluğu üze-

rinde... Mazlum bir yüz ifadesi... Ama keskin gözler... Herkesin aklına aşık bir

kişi gelir. Kimse yetim demez ilk anda. Çünkü yetimlerle hemhal olan bir top-

lum değiliz. Sadece zihnimizde esmer , mutsuz bir çocuk profili canlanıyor.

Aslında yetim olmak bazılarıma verilmiş bir ceza değildir. Ayaklarına kai-

nat serilerin Peygamberimiz de bir yetimdi. Küçük yaşta bir kolunu kaybetti.

Zaten diğer kolu da kopuktu…

Yetimler toplumda dışlanan bireyler değil tam aksine toplum kazandırıl-

mış bir topluluk olmalı. Osmanlı. Tam bir yetimhane. Yetim beslemek, üzerine

hadis olan bir eylem. Peki biz neden bu sevaptan nasip alamıyoruz. Gözleri

yaşlı bir köşeye çekilmiş birer birer damla akan bu yetimler sadece bir şefkat

eli bekliyor. Zarafetin madde ile buluştuğu nokta. Zariflerin en zarifi. Ayakları

altına cennet serilmiş mahlûkat. İşte bu insanlar bundan mahdumlar. Çoğu

zaman yüzüne bakmadığınız, hayatını minicik bedenlere adamış bu büyüden

mahrum insanlar. Bu mahrumiyeti bizim doldurmamız lazım. Onlara şefkat

elini uzatmamız lazım.

Şahsım adına yetimhanenin önünden bile geçmedim. Benim ayıbım ,

genel olarak insanlık ayıbı... Resul de uzaktı bu mahlukattan. Rabbi ile arası-

na kimse girmedi. Yetimler kutsal insanlar. Rabbi ile arasında kimse yok. Ka-

çımız Rabbi bu kadar düşünüyoruz. Onların tek yaptığı bu. Şu fani dünyada

yaşamadan gidecekler bu tadı. Gelin şu az kalan anneler gününde bir yetim-

haneye gidelim. Gözyaşlarına bir nebze mendil olalım. Elimizi uzatalım onla-

ra... Belki de asıl yetimler Rabbine bir hayli uzak olan bizlerizdir...

Y E T İ M

Sâkî Fanzin

Ubeydullah Karakaş

Page 25: Sâkî Fanzin #1

25

Öncelikle şunu belirtmek istiyorum ki; her sayımızda yapacağım film kri-

tiklerimde sizi asla yüzüstü bırakmayacağım. Çok bilinmeyen fakat güzel film-

lerle sizleri buluşturmaya çalışacağım.

Türkçeye ‘Can Dostum’ olarak çevrilmiş 2011 yapımı bir Fransız filmi ile

karşı karşıyayız. IMDB’den 8,6 puan almış. Filmde geçirdiği bir kaza sonucu sa-

kat kalan aristokrat Philippe, cezaevinden yeni çıkmış Driss’i işe alır. Herkes

Driss’in bu iş için uygun olmadığını düşünür ama Philippe ona inanır ve şans

verir. Zıt dünya görüşlü bu iki insanın dostluk ilişkisi işleniyor filmde..Hani der-

ler ya nasıl bittiğini anlamadım, bu da öyle. Yani sıkılma gibi bir lüksünüz olma-

yacak izlerken. Bunda oyunculukların içtenliği ve senaryonun işlenişi de büyük

pay sahibi. En önemli etken tabili filmin gerçek bir yaşam öyküsünden alınmış

olması. Soundtrack’ının beni benden aldığı doğrudur hala açıp dinlerim müzik-

lerini.

Bir yorum okumuştum ‘’ hiç bitmesin isteyeceksiniz ‘’ diye imkânsız gibi

geliyor ama gerçekten izlerken o kadar sıcak hissediyorsunuz ki keşke bitme-

seydi diyorsunuz. Ve sonunda öyle bir gülümsemeyle filmi bitiriyorsunuz. Ruh

haliniz nasıl olursa olsun bugün bu filmi izleyin. İyi seyirler.

F İ L M K R İ T İ Ğ İ - C A N D O S T U M

Sâkî Fanzin

Said Emre Şirin

Page 26: Sâkî Fanzin #1

26

25-26 Nisan tarihlerinde Türkiye Eğitim Vakfı İnanç Türkeş Özel Lisesi

(TEVİTÖL) tarafından okulun Gebze’deki kampüsünde düzenlenen 4. Sosyal

Bilimler Çalıştayı’na katıldım. Sakarya Cemil Meriç Sosyal Bilimler Lisesi’nden

kalabalık bir ekiple katıldığımız çalıştay ve TEVİTÖL okulu hakkındaki görüşle-

rimi, düşüncelerimi, eleştirilerimi ve temennilerimi sizinle paylaşmak istiyo-

rum.

Çalıştayın bu seneki konusu “Öteki” idi. Öteki konusu; hukuk, tarih, sos-

yoloji, antropoloji, ekonomi, mimarlık, politika, siyaset, uluslararası ilişkiler,

felsefe, müzik, medya ve psikoloji dallarında ilgili atölyelerde ele alındı.

Çalıştayın ilk günü; 25 Nisan Cumartesi sabahı, Sakarya’dan Gebze’ye

yola çıktık. Yolculuk boyunca yaptığımız keyifli sohbetler ve okumalarımız bize

çalıştay öncesi bir ön hazırlık imkanı verdi. Okula vardığımızda, çok sıcakkan-

lılıkla karşılandık. Birkaç şey atıştırdıktan sonra konferans salonundan çok

bir sergi salonunu andıran mekana geçtik. Bu noktada, okulun fiziki şartları-

nın ne kadar iyi olduğunun altını çizmemek büyük eksiklik olur.

Geçtiğimiz salonda, açılış konuşmalarından sonra her bir atölyede

moderatörlük yapacak olan akademisyenler kendilerini birkaç cümle ile tanı-

tıp “Öteki” kavramını hangi açılardan ele alacaklarını açıkladılar.

Ön konuşmalardan sonra, salonda Herkül Millas’ın senaryosunu yazdı-

ğı, Nefin Dinç yönetmenliğinde çekilen “Öteki Kasaba” adlı belgesel-filmi izle-

dik. Ankara’da doğan Rum asıllı Herkül Millas’ın Türkiye’de ve Yunanistan’-

daki gözlemlerini anlatan bir filmdi. Herkül Millas, Türkiye’de Yunanların nasıl

düşman olarak görüldüğünü / gösterildiğini, ötekileştirildiğini; Yunanistan’da

da Türklerin aynı şekilde nasıl ötekileştirildiğini çok açık bir şekilde göstermiş

bu çalışmada. Herkesin izlemesi gereken bu çalışma, bazı katı tabularımızı

yıkıp sorgulamamıza imkan veriyor.

Belgesel filmin ardından salondaki kalabalık, kendi alanının atölyeleri-

ne dağıldı. Atölyelerde, o alanda uzman akademisyenler eşliğinde “Öteki”

kavramı derinlemesine ele alındı.

S O S Y A L B İ L İ M L E R Ç A L I Ş T A Y I : Ö T E K İ

Sâkî Fanzin

Mustafa Ali Aykol

Page 27: Sâkî Fanzin #1

27

Benim katıldığım ‘Politika’ atölyesinde Bilgi Üniversitesi’nden Elif Sandal

Önal’ın eşliğinde “Öteki” kavramını tartıştık. Türkiye’nin farklı yerlerinden gelen

yaşıtlarımla, tamamen özgür bir ortamda böyle bir tartışma imkanı bulmak be-

nim açımdan çok keyifliydi.

26 Nisan günü, önceki güne göre katılım daha az sayıda olsa da, yaşıtla-

rımla ötekiyi sorgulamaya ve ötekinin düşmanlaştırılmasının önüne nasıl geçe-

bileceğimizi konuşmaya devam ettik. Sonunda çalıştay raporu hazırlandı.

Atölyelere farklı şehirlerden ve okullardan katılanların yanında, okulun öğ-

renci ve öğretmenlerinin de bu satırlarda yer almayı hak ettiklerini düşünüyo-

rum. Hepsi, sıcakkanlı tavırlarıyla bizimle ilgilendiler. Ayrıca politika atölyesinin

moderatörü Elif Sandal Önal’ın yanında, okulun tarih öğretmenleriyle yakın ileti-

şim kurma şansı yakaladım. Okulun biri Dersimli diğeri Çerkez olan tarih öğ-

retmenleri ile resmi tarih ve ideolojik eğitim üzerine uzunca süre muhabbet et-

me ve fikir alışverişi imkanı buldum.

Çalıştayda tanıştığım öğrenci ve öğretmenlere, bu sene arkadaşım Uğur

Uzun ile birlikte hazırladığım “İnanca Saygı Düşünceye Özgürlük” projesinden

bahsettim. Her birinin görüşlerini, eleştirilerini ve temennilerini dinledim.

Öğrencilerine liberal bir eğitim ortamı sağlayan, bu tarz önemli

çalıştaylara ve faaliyetlere imza atan bu okul ve bu okulun kadrosu, her şeyden

önce bir teşekkürü hak ediyor. Tartışma kültürünün çok da var olmadığı toplu-

mumuzda, özgür bir tartışma ortamında bulunmak, farklı fikirlere saygı duyan,

amacı kendi fikrini kabul ettirmek değil de fikir alışverişi olan güzel insanlarla

bir arada bulunmak çok güzeldi.

“Öteki”nin, aslında hayatımızı güzelleştiren bir öğe olduğunun farkına var-

mamız ve “öteki”yi düşman olarak görmememiz ümidiyle.

Sâkî Fanzin

Page 28: Sâkî Fanzin #1

28

Evde duramadığım, dışarıda hiç duramayacağım bir hava var. Bulutlar kasıl-

mış, güneş ikinci bir yüzünü gösteriyor; bulanık. Yapraklar dövünüyor kendi ken-

dine. Eğilip eğilip kalkıyor ağaçlar. Bu rüzgar onları da beni de derbeder ediyor.

Canım sıkkın. Çay bile teselli etmiyor beni; şiire de haksızlık etmemek için bak-

mıyorum. Bakarsam biliyorum, şiir şiir olmayacak. Vesvese olup içimi büyütecek.

Sanırım rüzgâr fazla kızgın, bir baksam, orada bir olay mı var acaba? Rüz-

gâr böyle etmez çünkü o dingin ve dalgındır. Kırmaz, okşar. İhtiyaçtır çoğu za-

man. İnsanı için için gürletir, bazen de birdenbire söndürüverir mum gibi. Anlatı-

lamayan dertleri de söker insanların zihninden, gerektiğinde tokat da atar. Beni ra-

hatlatacak, önümden bir yürüse; içim açılacak. Bir ceza veya bir ödül değil de; bi-

raz da kendinden bir fısıltı. Bilmiyorum, fısıldamak istediği şeyler olmalı mutla-

ka! Ah, anlıyorum… Bugün hava böyle, çünkü rüzgâr anlatamadıklarını fısıldıyor.

Nerelerden gelip, nerelere gidiyor? Kahkahalar mı var kucağında, hıçkırık-

lar mı? Ne istiyorsun, ne diyeceksin rüzgâr? Şemsiyelerimizin ters olması gerekti-

ği mi, kafamızın saçlarımız gibi karışık olması mı gerek? Hadi sakinleş ve fısılda

kulağıma dileğini. Bekle… Bir dakika bekle beni! Paltomu giyeyim, şapkamı, at-

kımı. Heyecanla çıkıyorum dışarıya. Rüzgâr karşılıyor beni. Hani olur ya… İnsan

bir anda boşluğa düşer gibi, Beyaza boyanır gözü, elleri tutmaz. Ağzına kadar kı-

vançla dolar!..Vuruyor yüzüme, püff püff! Sakinlik nedir bilmiyor sanki. Sıkkın

olan canım daha da kasılıyor. Rüzgârın da bir derdi var, anlıyorum.

Sonra… Kapanan gözlerimi yavaşça açıyorum. Sanki istediğim, ihtiyaç

duyduğum tek şey yakın olmadığım halde gelen deniz kokusu. Kendi etrafımda

dönüyorum. Rüzgar paltomun içini dolduruyor. Düğmelerim kapanmıyor, kapansa

da rüzgarı içime alsam. Belki o zaman özgür olabilirim!

Sayfa 28 B Ü L T E N B A Ş L I Ğ I

H A Y Â L

Selin Engin

Page 29: Sâkî Fanzin #1

29

İçimdeki çölün iki ucunda da hâlim başka. Bir yanda FIRTINALAR

FIRTINALAR

FIRTINALAR

koparken, bir yanda….. durgunluk….. Şimdi o sakin kumların üzerinde ayakta

bekliyorum. Kumlar sıcak, rüzgar.. Hayır! Rüzgar yok! Esinti..usul.

Ağır ağır adım atıyorum.

-Gel denize doğru yürüyelim.

Çünkü deniz mavidir. Mavi olmak güzeldir. Üzerimizdeki kat kat giysiye bak.

Nasıl kurtuluruz bunlardan?! İnsan, üzerindekilere bir bak! Şu griden kurtulalım,

‘mavi’ olalım. Denizin yansımasından görebiliriz kendimizi. Neden orada arama-

yalım o halde?

Rüzgar, sen hıncını dalgalardan çıkar, ben üzerime yapışan kumlarda uzun uzadı-

ya yatarak kıyıda beklerim seni. İçimizdeki sıkıntılardan kurtulalım, kıyıya vura-

lım. Üstümüz başımız ıslansın da, içimizi görsün herkes…

***

Elimdeki kahve soğumuş. Yüzümdeki, hayallerimin bıraktığı gülüş de soğuyor

birden. Gözlerim aşağıya düşüyor hayal kırıklığıyla. ‘Hayal’ kırıklığı.

Bu hayal de bitti.

Hayal, bitti.

Öylece camdan balarken yaşadığım hayal…

Şimdi dinle…

Birkaç adım.

Paltonun hışırtısı.

Birkaç adım daha.

Ev kapısının gıcırtısı.

Rüzgar..B u l u t l a r..

Yağmur’,’,’,’

Sayfa 29 C İ L T 1 , S A Y I 1

Page 30: Sâkî Fanzin #1

30

Sâkî Fanzin’i Bulabileceğiniz Mekânlar

SAKARYA

Albatross Kafe

Arka Plan Sanat Galerisi &Kafe

Kapının Dışı

Hangah Kafe

KOCAELİ

Mavi Siyah Kafe Kültür Sanat

Kitap Pastası

KafeKedi

Talpa Kütür Sanat Kafe

İSTANBUL

Şahmaran Kafe

Mîr Kafe