prof. dr. mehmet karaca prof. dr. gülsün sağlamer doç. dr. selçuk

120
EĞİTİM Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk Şirin Prof. Dr. Emine Erktin Prof. Dr. Lerzan Özkale Dr. Y. Müh. (Mimar) Doğan Hasol Prof. Dr. Güngör Evren Prof. Dr. Ergün Toğrol Prof. Dr. Erol Kulaksızoğlu Prof. Dr. Ahmet Fahri Özok Prof. Dr. Doğan Kuban Bülent Yalazı Zeynep Afşeören Mevlüde Bakır Metin Tükenmez İstanbul Teknik Üniversitesi Vakfı Yayını NİSAN - HAZİRAN 2015 SAYI 68

Upload: phamnga

Post on 02-Feb-2017

292 views

Category:

Documents


24 download

TRANSCRIPT

Page 1: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

EĞİTİMProf. Dr. Mehmet KaracaProf. Dr. Gülsün SağlamerDoç. Dr. Selçuk ŞirinProf. Dr. Emine ErktinProf. Dr. Lerzan ÖzkaleDr. Y. Müh. (Mimar) Doğan HasolProf. Dr. Güngör EvrenProf. Dr. Ergün ToğrolProf. Dr. Erol KulaksızoğluProf. Dr. Ahmet Fahri Özok

Prof. Dr. Doğan KubanBülent YalazıZeynep AfşeörenMevlüde BakırMetin Tükenmez

İstanbul Teknik Üniversitesi VakfıYayını

NİSAN - HAZİRAN 2015 SAYI 68

Page 2: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk
Page 3: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk
Page 4: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

İTÜ: Bir Araştırma ve İnovasyon Üniversitesi Olarak 250. Yıla DoğruProf. Dr. Mehmet Karaca

Türkiye’de Yükseköğretim Nereye Gidiyor?Prof. Dr. Gülsün Sağlamer

PISA Ölçme Değerlendirme Programı Işığında Dünyada ve Türkiye’de Durum - Eğitim Sorunları ve Çözüm ÖnerileriDoç. Dr. Selçuk Şirin

Teknik Üniversitelerin Eğitime Katkısı: Tasarım Eğitimi-Eğitim TasarımıProf. Dr. Emine Erktin

2015 Yılında Türkiye’de Yükseköğretimin Sorunları Üzerine DüşünmekProf. Dr. Lerzan Özkale

Üniversitelerde Yabancı Dille Öğretim!Dr. Y. Müh. (Mimar) Doğan Hasol

Mühendislik Eğitimi, Sorunlar ve Yetkin MühendislikProf. Dr. Güngör Evren

Zamanın Örgüsü İstanbul Teknik ÜniversitesiProf. Dr. Ergün Toğrol

İTÜ Tarihinde Mimarlık Eğitiminin 167 ve Mimarlık Fakültesi’nin 70 Yılının Ardından: Dünden Bugüne ve YarınlaraProf. Dr. Erol Kulaksızoğlu

Türkiye’de Matematik Eğitimindeki Genel Düzey DüşüklüğüProf. Dr. Ahmet Fahri Özok

Yeni Söylem Yaratmak İçin Ona İnanmak GerekProf. Dr. Doğan Kuban

İklim Değişikliği İle İlgili Afetlerin Kentsel Dönüşüm İle Ele AlınmasıBülent Yalazı

Kentsel Dönüşüm Sürecine Mevzuat Açısından BakışZeynep Afşeören

Bizanslılar Depremi Nasıl Algıladılar?Mevlüde Bakır

Teknokent Dosyası

İTÜ’den Haberler

Mezunlardan

İTÜ Vakfı’ndan Haberler

Spor

Yayınlar

Briç

NİSAN-HAZİRAN 2015 | SAYI 68

...........................................................................................................................................................................................................................................

10

16

18

21

23

26

29

38

43

33

48

52

55

5862709698

102110114

İmtiyaz Sahibi:İTÜ Vakfı adına Prof. Dr. Mehmet Karaca

Yayın Kurulu:Prof. Dr. Yıldız SeyY. Müh. Naci EndemDr. Y. Müh. (Mimar) Doğan HasolProf. Dr. Mete TapanKenan ÇolpanHatice Yazıcı ŞahinliKenan Mete

Yazı İşleri Müdürü: Hatice Yazıcı Şahinli

Yayın Koordinatörü: Kenan Mete

Reklam ve Halkla İlişkiler:Fahri Sarrafoğlu

Grafik Uygulama:Murat Beşiktaş

Katkıda Bulunanlar:Zeynep Şahin Tutuk, Gülşah Seyhan,Osman Keskin, Altan Bal, Arzu Eryılmaz, Gözde Çalışır, Yavuz Dürüst, Engin Yıldırım

Yönetim Yeri:İTÜ Vakfı MerkeziİTÜ Maçka Yerleşkesi 80394Teşvikiye / İSTANBULTel: 0212 291 34 75 – 230 73 71Faks: 0212 231 46 33

Baskı:Azra MatbaacılıkLitros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi E Blok 1. Bodrum No.11 Topkapı Zeytinburnu / İSTANBULTel: 0212 674 10 51 – 612 79 27

Yayın Türü: Yaygın, Süreli

E-posta: [email protected]

Bu dergide yayımlanan imzalı yazılar yazarlarının görüşünü yansıtmaktadır. Dergiyi ve Yayın Kurulu'nu bağlayıcı nitelik taşımaz.

İTÜ Vakıf Dergisi’nde yayımlanan yazı ve fotoğraflardan kaynak belirtilmek koşulu ile alıntı yapılabilir.

VAKFI DERGİSİ

Page 5: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

5itü vakfı dergisi

Page 6: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

6 itü vakfı dergisi

Page 7: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

İTÜ Vakfı Yayınları

Genel Dağıtım: İTÜ Vakfı Yayınları

İtuyayinlari.com.tr

Online Sipariş: www.1773itu.com

Satış:0212 230 73 71 – 246 64 05

[email protected]

Lansman Fiyatı: 35 TL

YENİ

Mühendislik “Best Seller’ı”

Cisimlerin MukavemetiYenilenmiş 9. Baskı Çıktı…

Prof. Dr. Mustafa İnanİTÜ Vakfı Yayınları

ISBN: 978-975-7463-05-4

618 sayfa, 16.5x23.5 cm

Şubat 2015

İTÜ Vakfı, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin efsane hocalarından Prof. Dr. Mustafa İnan’ın İTÜ’ye ve Türkiye’de mühendislik dünyasına son armağanı olan CİSİMLERİN MUKAVEMETİ kitabının 9. Baskısını yayımlamaktan dolayı onur duymaktadır.

İlk baskısı 1967 yılında yapılan ve tüm mühendislik dallarının temel dersleri arasında yer alan “mukavemet” konusundaki bu eserin, gerek öğrencilerin ve gerekse mühendislerin göstermiş olduğu ilgi ile aranılırlığı gün geçtikçe artmıştır. Konuları ele alışı ve işleyişi açısından alanındaki yeri tartışılmaz olan bu eserin, öğrenci açısından tek kullanım zorluğu yazım dili idi. Doğal olarak 1960’ların “Türkçesi” ile günümüz Türkçesi arasındaki farklar öğrenciyi zorlamaya başladığı için bu baskıda kitabın bütünlüğü bozulmadan diline günümüz Türkçesi uyarlandı ve buna ek olarak birim sistemi bugün uluslararası birim sistemi olarak kabul edilen (SI) sistemine çevrildi. Bundan sonraki baskılarında son yıllarda “mukavemet” dersi kapsamına alınan birkaç konuyu daha katarak ve uygulamaları çoğaltarak bu eseri iki cilt halinde basmayı tasarlıyoruz. Dileğimiz Mustafa Hoca’nın dileği olan, bu kitabın tüm mühendislere ve mühendislik öğrencilerine ışık tutması ve yol gösterici olmasıdır.

Mustafa İnan, akademik hayatı boyunca yayınlamış olduğu makale, bildiri ve kitaplar ile birlikte İTÜ’de mühendislik alanında doktora çalışmalarını başlatmış ve çok sayıda doktora öğrencisi yetiştirmiştir. Bugün mekanik dalındaki çalışmaları ile tüm bilim dünyasında tanınan bilim insanları yetiştiren Mustafa İnan’a bu çalışmaları nedeniyle vefatının ardında TÜBİTAK tarafından “HİZMET ÖDÜLÜ” verilmiştir.

Bilimsel yaşamının yanı sıra, edebiyattan sanat ve müziğe, tarihten dilbilgisine kadar geniş bir alanı kapsayan genel kültürü ve bu konuda verdiği çeşitli konferanslarla Prof.Dr. Mustafa İnan’ın ünü bilim alanının dışına da taşmıştır. Tüm yaşamı ve başarıları ile gençlere yüreklendirici örnek olması için TÜBİTAK, Mustafa İnan’ın vefatının ardından yaşamının roman şeklinde yazılması için bir proje önermiştir. Bu proje Prof. Dr. Mustafa İnan’ın eşi Prof.Dr Jale İnan’ın yürütücülüğünde, usta yazarımız Oğuz Atay’ın kalemi ile gerçekleştirilmiş ve “Bir Bilim Adamının Romanı, Mustafa İnan” adı altında basılarak yıllar boyu gençlere yol gösteren bir eser olmuştur.

Page 8: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

8 itü vakfı dergisi

Page 9: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

9itü vakfı dergisi

Page 10: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi8

Sevgili Okurlar,

Bildiğiniz gibi her sayımızda güncel bir konu ile karşınıza çıkıyoruz. Bu sayımızda da güncelliği hiç bitmeyen “Eğitim”i seçtik ve konu-yu çeşitli açılardan irdeleyen yazarların sunumlarına ayırdık.

Eğitim konusunu bir yandan konunun uzmanlarının görüşlerine açarken, diğer yandan İstanbul Teknik Üniversitesi’nin bugünü ve geleceği için öngörülen hedeflerini açıklayan yazılara yer vererek kapsamı genişletmek istedik.

Eğitim dosyamızın ilk yazısı olan İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Ka-raca'nın “ İTÜ: Bir Araştırma ve İnovasyon Üniversitesi Olarak 250. Yıla Doğru” başlıklı makalesi ile yönetimin üniversitenin geleceğine nasıl baktığı, nelerin hedeflendiği ve özellikle inovasyonun önemi-ne değinilerek, üniversitenin ülke kalkınmasına destek olması ge-reğine işaret edilmesi, 21. yüzyılda önemli atılımların yapılacağını gösteriyor.

Yükseköğretim kurumları ile ilgili görüş ve eleştirilerin süregeldiği gündemde Prof. Dr. Gülsün Sağlamer’in “Türkiye’de Yüksek Öğre-tim Nereye Gidiyor?” sorusu, içinde bulunduğumuz koşullarla ve başka ülkelerdeki koşullarla yüzleşmek açısından önemli konuları ortaya çıkarıyor.

Eğitim alanında uzman olan iki akademisyenden rica ettiğimiz ya-zılar dergimize önemli katkılar yapıyor. Öncelikle kendilerine teşek-kür ediyoruz.

Doç. Dr. Selçuk Şirin yazısında, küreselleşmiş bir rekabet orta-mında eğitim sisteminin sadece ülke içi verilerle değerlendirileme-yeceğini ve ekonominin itici gücünün nitelikli bir eğitim olduğunu belirterek, OECD tarafından geliştirilmiş bir 15 yaş grubu öğrenci değerlendirme sistemi olan PİSA’nın, 2012 uygulaması sonuçla-rında Türkiye’nin yerini önümüze çıkarıyor ve “Ne yapmalı? sorusu-nun cevaplarını araştırıyor.

Prof. Dr. Emine Erktin ise günümüzde eğitim araştırmalarında “öğ-retim” odaklı yaklaşım yerine öğrenim odaklı yaklaşımın benim-senmeye başladığını ve önemli adımlar atıldığını, “Öğrenim Bi-limleri”nde araştırma yöntemi olarak tasarım temelli araştırmaların benimsendiğini söyledikten sonra, 21. yüzyılda eğitim anlayışını belirleyecek kavramın “tasarım” olduğunu söylemenin yanlış olma-yacağını vurguluyor.

“Yüksek Öğretimin Sorunları Üzerinde Düşünmek: Bütüncül Eğitim Politikası” başlıklı yazısı ile Prof. Dr. Lerzan Özkale önce ekonomik kalkınma - eğitim ilişkisi üzerinde duruyor ve mevcut durumu anla-tıyor. Ayrıca, Türkiye’de eğitim politikasının bulunmamasının çeşitli sakıncalar doğurduğunu belirtiyor ve yüksek öğretimde uygulana-bilecek yöntemlere dikkat çekiyor.

Üniversitelerde yabancı dille öğretim konusu uzun süredir tartışılan bir konu. Dr. Doğan Hasol, daha önceleri de çeşitli yayın organla-rındaki yazılarında değindiği bu konuyu bu kez de dergimizde ele alıyor; bu öğretimle Türkçenin yoksullaşacağı kanısını ileri sürüyor ve çeşitli sakıncalarını sıralıyor.

Eğitim dosyamız, özellikle mühendislik ve mimarlık eğitimi tarihini kapsayan üç yazı ile devam ediyor.

Prof. Dr. Güngör Evren “Mühendislik Eğitimi, Sorunlar ve Yetkin Mühendislik” başlıklı yazısında, mühendislik okullarının kuru-luşundan başlayarak günümüze kadarki gelişimini anlattıktan sonra, konuyu “Yetkin Mühendislik” kavramı ve Türkiye’deki uy-gulanışı ile tamamlıyor.

Prof. Dr. Ergün Toğrol “Zamanın Örgüsü İstanbul Teknik Üniver-sitesi” başlıklı yazısında, İTÜ’nün kısa bir tarihini verdikten ve bugün öğrenci tercihi açısından diğer yedi üniversite ile kıyas-lamasını yaptıktan sonra yabancı dilde eğitim, İTÜ tarihi, yerleş-keler ve eğitim konularına değiniyor.

Prof. Dr. Erol Kulaksızoğlu’nun “Dünden Bugüne ve Yarınlara” başlıklı yazısı ise ağırlıklı olarak Mimarlık eğitimi ve İTÜ Mimarlık Fakültesi tarihini ele alıyor. Eğitim sistemindeki değişiklikler ve Taşkışla’nın korunması ayrıntılı olarak veriliyor.

Eğitim dosyamızın son yazısı Prof. Dr. Ahmet Fahri Özok tara-fından hazırlanan “Türkiye’de Matematik Eğitimindeki Genel Düzey Düşüklüğü” konusuna değiniyor. Matematik ile ilgili genel anlatımdan sonra, Türkiye’de matematik eğitimi, matematiğin temel nitelikleri ele alınıyor ve eğitimin gelişmesi için “Ne yap-malı?” sorusu cevaplanıyor.

Yayın Kurulumuz 68. Sayı ile birlikte yeni bir dosya daha açı-yor. Okurlarımızdan gelen önerileri değerlendirerek İTÜ’de ye-tişmiş, görev almış ve başarılarıyla tanınmış kişilerle röportaj yaparak deneyimlerinden ve görüşlerinden yararlanmak… İlk uygulamaya Prof. Dr. Doğan Kuban ile başladık. Hocamızın ani-den çıkan isteğimizi kabul etmesi bizi çok mutllu etti. Kendisine çok teşekkür ediyoruz.

Deprem ve Kentsel Dönüşüm konuları ile ilgili olan üç yazı bu sayımızda Deprem Dosyası içinde yer alıyor. Bülent Yalazı’nın “İklim Değişikliği ile İlgili Afetlerin Kentsel Dönüşümle Ele Alın-ması” adlı yazısı konuyla ilgili eylem planı kapsamında ele alı-nıyor.

İkinci yazı olan“Kentsel Dönüşüm Sürecine Mevzuat Açısından Bakış” Zeynep Afşeören ‘e ait. Konuyla ilgili mevzuat, yazıda ayrıntılı olarak tanıtılıyor.

Üçüncü yazı ise “Bizanslılar Depremi Nasıl Algıladılar?” başlığı altında, Mevlüde Bakır tarafından ve zengin bir kaynakçaya da-yanılarak hazırlanmış bulunuyor.

İTÜ Arı Teknokent’in çalışmaları kurumun yeni girişimlerini içeri-yor. “İTÜ ARI Teknokent Girişimcilere Amerika Kapılarını Açıyor” adlı yazıda, yenilikçi firmaların yurt dışına götürülmeleri ve ora-da yeni iş ortaklıkları kurmalarının destekleneceği; İTÜ Çekirdek firmalarının StartupTurkey‘deki sunumları; Prof. Dr. Üner Çolak’ın bir özel sektör Ar-Ge kuruluşu ile, atıklardan enerji üretimine yönelik işbirliği projesi; ARI Teknokent firması Greenway'in yeni güneş enerjisi santrali haberleri yer alıyor.

İTÜ’den Haberler ve Vakıf’tan Haberler ile 68. sayıyı sonuçlan-dırıyoruz.

Bu sayıda

Saygılarımızla,Prof. Dr. Yıldız Sey

Page 11: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

9itü vakfı dergisi

D O S YA

EĞİTİM

Page 12: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

10 itü vakfı dergisi

İTİM

DO

SYA

SI

Üniversite merakın ve eleştirel aklın beşiğidir. Özünde öğretme çaba-sından çok anlamaya çalışma uğ-

raşı vardır. Her şeyin temeli bilgidir ve bil-giye ulaşılan, bilgiyi işleyen, yeni sorular üreten yer üniversitedir.

Üniversite yüzyıllardır varlığını sürdü-ren, sürekli değişen ve gelişen bir yapıdır. Üniversite kurumunun küresel düzeyde son yüzyıldaki evrimine bakarsak, 19. Yüzyılın öğretme faaliyetiyle öne çıktığını görürüz. 20. Yüzyılda üniversitelerin araş-tırma faaliyetleri, bilimsel literatürün zen-ginleşmesi için yapılan çalışmalar ağırlık

kazanmıştır; makale yazımına yoğunla-şılmıştır. İçinde bulunduğumuz yüzyıl ise üniversitelerin girişimcilik odaklı evrimi-ne sahne olmaktadır. Dünyada Oxford, Cambridge, Harvard gibi üniversitelerde gördüğümüz yeni bilginin keşfine odak-lanmış üniversiteler, yerini bilginin ve bilimin ekonomiyle bütünleşebildiği üni-versite modeline bırakmaktadır. Bu yeni üniversite anlayışının dünya çapında lo-komotifi Standford, MIT, UCLA üniversi-teleridir. Inovasyon odaklı üniversite anla-yışını getiren ve güçlendiren bu kurumlar, Türk üniversitelerinin geleceği için de rol

İTÜ: Bir Araştırma ve İnovasyon Üniversitesi Olarak

250. Yıla Doğru

Prof. Dr. Mehmet KaracaİTÜ Rektörü

Cumhuriyetimizin 100. Yılında kuruluşunun

250. Yılını kutlayacak olan üniversitemizde öğretim kalitesinin her geçen gün daha da yükselmesi, bilimsel çalışmaların artarak sürmesi, teknoloji ve inovasyon odaklı adımlar atılması temel hedeflerimiz arasındadır. Özellikle inovasyon, ülke menfaatlerinin korunması, mevcut kaynakların en etkin biçimde değerlendirilmesi, önceliklerin tespiti, istihdamın genişletilmesi ve etkin hizmet arzının gerçekleştirilmesi için zorunludur. İnovatif çalışabilmek ve bunu sağlayacak insan kaynağını yetiştirmek, günümüzde rekabetin yegane yoludur. Bu noktada İTÜ, sadece kurum olarak gelişmesi için değil, ülke kalkınmasına sunacağı destek için üstlenmesi gereken rolün bilincindedir…

İTÜ RektörüProf. Dr. Mehmet Karaca

Page 13: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi 11

model olmalıdır. Bilimsel bilgi teknolojik gelişimle birleşemediğinde etkisi sınırlı kalır. Teknolojik gelişim hem kalkınmanın hem de rekabetçi üstünlüğün anahtarıdır. Teknolojik gelişimin temel parçaları ise “inovasyon, girişimcilik ve ar-ge”dir. Tüm bunlar ışığında, İTÜ için teknoloji üretmeyi hem misyon kabul ediyor hem de kurum yapımızı bu misyona uygun bir vizyon ile şekillendiriyoruz.

‘İlk’leri başarmak İTÜ’lülük ruhunda varİTÜ, 242 yıllık tarihiyle dünyanın en eski üniversiteleri arasında yer alır. Ülkemizde gerek yükseköğretim gerekse bilimsel ve teknolojik ilerleyişin öncülerindendir. Sa-yısız ilkle dolu tarihi, gördüğümüz birçok teknolojik adımda bize kendini hatırlatır. Türkiye televizyon ile İTÜ sayesinde tanı-şır, bugün onlarca üniversite radyosu ku-rulmasının önünü açan adım 70 yıl önce İTÜ’de atılmıştır. Ülkemizin ilk küp uydu-sundan hidrojenle çalışan ilk teknesine kadar onlarca bilimsel ve teknolojik geliş-menin altında hep İTÜ imzası vardır.

Bugün de aynı anlayışı sürdürmeyi ilke ediniyoruz çünkü İTÜ’lülerin ruhun-da öncü çalışmalar yapmak, yeniyi ara-mak vardır. Bu arayışı, özellikle ülkemizin geleceği için önemli olan alanlarda des-tekleyecek şekilde belirli konular üzerine yoğunlaşarak ilerletiyoruz. Lokomotif rol üstlenmeyi amaçladığımız alanlardan biri

otomotiv. Özellikle yerli araç üretimi ve yenilenebilir otomotiv teknolojilerinin kul-lanımı konusunda akademisyenlerimiz, teknokent firmalarımız ve öğrencilerimiz olmak üzere tüm bileşenlerimizle çalışı-yoruz. Ülkemizin en kısa şarj mesafesiyle en uzun yol kateden elektrikli minibüsü İTÜ’de yapıldı. Geçen yıl test sürüşünü Sayın Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık’ın gerçekleştirdiği minibüsümü-zün, şarj süresini 2 saatin altına indirmek ve bir şarjla aldığı yolu da 400 km’nin üze-

Bilimsel bilgi teknolojik gelişimle birleşemediğinde etkisi sınırlı kalır. Teknolojik gelişim hem kalkınmanın

hem de rekabetçi üstünlüğün anahtarıdır. Teknolojik gelişimin temel parçaları ise “inovasyon,

girişimcilik ve ar-ge”dir. Tüm bunlar ışığında, İTÜ için teknoloji üretmeyi hem misyon kabul ediyor hem de

kurum yapımızı bu misyona uygun bir vizyon ile şekillendiriyoruz.

Page 14: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi

EĞİTİM DOSYASI

12

rine çıkarmak için çalışmalarımız sürüyor. Elektrikli minibüsümüzün, öncelikle İTÜ kampüslerinde kullanılmasını sağlamayı ve sadece üretimde değil uygulamada da örnek bir model ortaya koymayı amaçlıyo-ruz. İTÜ Güneş Arabası ekibimiz ise gü-neş enerjili ilk aile arabasını tasarlıyor. Bu projenin tamamen öğrencilerimize ait ol-ması değerini daha da artıyor. Yaz ayında çıkacağı tur ile tüm Türkiye’nin yakından tanıyacağı aracımız ARUNA, bizi Avustu-ralya’da gerçekleştirilecek yarışta da tem-sil edecek.

Öncü programlar, araştırma merkezleriİTÜ’nün ana hedefi “bilginin, bilimin ve teknolojinin uluslararası merkezi” olmaktır. Bu hedefe ulaşmayı sağlayacak en önem-li belirleyicilerden biri ise lisansüstü eği-timde nicelik ve nitelik açısından yüksek bir çıtayı yakalamaktır. İTÜ gerek yüksek lisans gerekse doktora programları ile otorite kabul edilen bir kurumdur. Hem uz-manlaşmış işgücü yetiştirmek hem de ev-rensel bilgi üretimine katkı yapmak, bizim gibi bir dünya üniversitesinin asli görevi-dir. Bu nedenle lisansın yanı sıra yüksek lisansta da yeni mühendislik alanlarının izinden gidiyor, çağın koşullarını izleyerek ülkemize yeni programlar kazandırıyoruz. Havacılık alanındaki yeni yatırımlar ve bu alanda uzmanlaşmış işgücüne duyulan ihtiyaçtan hareketle Türkiye’nin ilk Hava Taşımacılığı Yüksek Lisans Programını,

Deniz Mühendisliği Lisansüstü Programı 2015-2016 Akademik Yılı itibariyle öğren-ci almaya başlayacak. Ülkemizdeki gemi inşa sanayinin açık deniz yapıları sahası-na yönelme kararı üzerine yurtdışındaki örnekler incelenerek geliştirilen bu yeni programımız, sanayinin bu alandaki geli-şimini de destekleyecek.

Öte yandan araştırma merkezlerimiz, akademik varlığımızı ve bilimsel çalışma-larımızı güçlendiriyor. İTÜ’nün 250. yaşı-na, dünyanın önde gelen araştırma üni-versitelerinden biri olarak ulaşması, bizim için çok önemli bir hedef. Tıpkı akademik programlarımızda olduğu gibi araştırma merkezlerimizde de küresel geçerliliği olan yeniliklerin izinden gidiyoruz. Örne-ğin ülkemizin ilk Kutup Araştırmaları Mer-kezi bu yıl İTÜ’de açıldı.

THY ve Boeing işbirliğiyle hayata geçir-dik.Dünyada raylı ulaşım eğiliminin artma-sı ve ülkemizde bu alanda yapılan yatırım-lara ağırlık verilmesine paralel olarak Raylı Sistemler Mühendisliği Yüksek Lisans Programımızı açtık. Türkiye’nin ilk Açık

İTÜ’nün ana hedefi “bilginin, bilimin ve teknolojinin uluslararası

merkezi” olmaktır. Bu hedefe ulaşmayı sağlayacak en önemli

belirleyicilerden biri ise lisansüstü eğitimde nicelik ve nitelik açısından

yüksek bir çıtayı yakalamaktır. İTÜ gerek yüksek lisans gerekse

doktora programları ile otorite kabul edilen bir kurumdur.

Page 15: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi 13

İTÜ’de İçin Önemli Bir İlk: Eğitim ŞurasıÜniversitemizde 2014 yılında bir ilki ger-çekleştirerek “Eğitim Şurası” düzenlendi. İTÜ’nün eksikleri, eğitim – öğretim kali-tesinde durum tespiti, gelecek vizyonu üzerine odaklanan bu şuranın 2. toplantısı Mart 2015’te gerçekleştirildi. Hem İTÜ’nün akademisyenleri hem de farklı sektörler-den katılımcılar davet edildi. Derin bir fikir alışverişi ve özeleştiri ortamı oluşturmamız güzeldi. İkinci toplantı ile birlikte bir dizi tavsiye kararı alındı. Bu kararlar değerlen-dirilmesi için İTÜ Senatosu’na sunulacak. Ancak süreç bununla son bulmayacak. 3. toplantımızı bu kez diğer paydaşlar olan öğrencilerimizle ve asistanlarımızla yapa-cağız. Onların değerlendirmeleri ve tavsi-yeleriyle de daha ileri gideceğimize inanı-yoruz. Ülkemizde hatta dünyada, üniversite içi eğitim – öğretim kalitesine ve gelecek vizyonuna bu denli kapsamlı yaklaşım gös-teren başka bir örneğe pek rastlanmıyor.

Mühendislik Eğitiminde Mükemmeliyet MerkeziBu yılın mart ayında İTÜ Senatosu'nca, üniversitemizde bir ‘Mühendislik Eğiti-

Hibrit çalışma anlayışını kazandırmalıyızİTÜ, çağın koşullarını kavramak ve gelece-ğe göre kendini şekillendirmek zorunda. Bunun için üniversitemizin eksiklerini be-lirleme ve tamamlama yönündeki çalışma-larımızda, dünyanın artık tek boyutlu çalış-malara göre şekillenmediği gerçeği önemli bir yol gösterici. Öncelikle uzmanlaşma üniversiteleri ve hibrit çalışma anlayışını kavramak istiyoruz. Bunun için gelecekte daha da önem kazanacak alanlara göre akademik gelişim stratejimizi belirliyoruz. Gelecek hedeflerimizde malzeme bilimleri, havacılık ve uzay bilimleri ile enerji konula-rında öne çıkmak var. Özellikle enerji gittik-çe önem kazanan bir alan. Dünyadaki eko-nomik dinamikleri ve sınırları belirleyebilme gücüne sahip. Birçok alt dalı var ve hepsi de ayrı öneme sahip. Yenilenebilir enerji, enerji kaynaklarının verimli kullanımı, alter-natif enerji kaynaklarının geliştirilmesi gibi konularda çalışmak üzere, alanın çok sayı-da uzman yetiştirmesi gerekiyor. Malzeme bilimlerini de geleceğin stratejik alanları arasında planlamak gerekiyor. Endüstriyel gelişimi, yeni ürün - üretim biçimlerini şe-

minde Mükemmeliyet Merkezi’ kurulması kararı alındı. Detaylarını çok yakında hem İTÜ’lüler ile hem de kamuoyu ile payla-şacağımız bu adımın amacı; mühendislik eğitiminin geleceğini dikkate alarak yeni metodolojiler ortaya koymak, y ve z nesil-leri için hazırlık yapmak, akademik prog-ramları ve öğretim biçimlerini buna göre şekillendirmek. Dünya için de yeni bir olu-şum sayılan bu merkezlerin örnekleri sa-dece birkaç yerde var.

İTÜ, mühendislik eğitiminde dünyanın en önemli denetleyici kuruluşu kabul edilen ABET’e

(Accreditation Board for Engineering and Technology) 23 bölümü ile aynı zamanda

akredite olarak dünya çapında rekor kırmıştı. Halen dünyada en fazla akredite bölüme sahip

üniversiteyiz. ABET, İTÜ’lü mühendislerin diplomalarının

ABD’de birebir geçerli olmasını sağlıyor.

Page 16: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi

EĞİTİM DOSYASI

14

killendirecek temeller arasında malzeme bilimleri yer alıyor. İTÜ’nün bu alanlara akademik ve teknolojik yatırım yapan, ilgili alt dallarda uzmanlaşarak dünyadaki oto-riteler arasında yer alan bir üniversite ol-masını hedefliyoruz. Örneğin ülkemizin ilk Enerji Teknokentini, bu vizyonun bir parça-sı olarak 2014 yılında hayata geçirdik. Yine ülkemizin ilk Nükleer Enerji Bilgilendirme Merkezini açtık.

Uzmanlaşmanın yanı sıra hibrit çalışma anlayışını da kavramalıyız. Sadece aka-demisyenlerimizin değil öğrencilerimizin de hibrit anlayışı kazanmasını çok önemsi-yoruz. Çünkü dünya artık bir alana sıkışıp kalmış, sadece kendi alanındaki gelişme-lerle ilgilenen üniversite mezunlarına ihtiyaç duymuyor. Bunun için öğrenci kulüplerinin çeşitlenmesi ve birbiriyle iç içeliği, beraber çalışmalar yürütmeleri önemli. Hibritliğin anlamını ve birlikte çalışma kültürünü kavra-maları gerekiyor. Bu noktada fiziki olarak da bir arada bulunmaları, zaman geçirmeleri gerekiyor. Bu birlikteliği sağlamak için İTÜ Öğrenci Merkezi projesini hazırladık. Üni-versitemiz çok önem taşıyan, yakın ve orta vadede değerli geri dönüşleri alabileceği-

nı artırmak da yeterli değil, bu kaynakların rahatlıkla kullanılacağı, her an ulaşılabilir olacağı, verimli çalışılabilecek fiziki or-tamları da kurmak gerekiyor. Bu noktada bir diğer önemli projemiz, Mustafa İnan Kütüphanemiz için ek bina yaparak, fiziki kapasitemizi ciddi oranda artırmak. Bu-nun için de hem ek bina maliyetleri hem de yeni kitaplar için bağış kaynağı arayış-larımız sürüyor.

miz bu proje, disiplinlerarası çalışma kültürü-nü yerleştirmek için büyük bir adım olacak. Halihazırda kaynak arayışı süren proje sa-yesinde, öğrencilerimizin farklı bakış açıları geliştirmesi ve birbirlerinin deneyimlerinden yararlanması, ortak çalışmalar üretmesi için muazzam bir ortam oluşturacak.

İyi bir üniversitenin olmazsa olmazıAkademik açıdan başarılı ve sürekli ge-lişim gösteren tüm üniversitelere baktı-ğımızda aynı ortak noktayı görürüz. O da zengin bir kütüphane varlığıdır. İyi bir üniversitenin olmazsa olmazı çok iyi bir kütüphanedir. Araştırmayı, öğrenmeyi, keşfetmeyi desteklemek için bilgi – belge varlığımızı yükseltmemiz zorunlu. Çünkü İTÜ sadece iyi öğrenci yetiştiren bir üni-versite değil, aynı zamanda bir araştırma üniversitesi. Şu anda Türkiye’nin en büyük ikinci üniversite kütüphanesine sahibiz, hedefimiz ise 2016’ya kadar Türkiye’nin en büyük üniversite kütüphanesine ulaş-mak. 700 binlerde olan basılı kaynak var-lığımızı 2 yılda 900 binin üzerine taşıdık ama amacımız 2016 itibariyle 1,5 milyona ulaşmak. Ne var ki tek başına kitap varlığı-

Elektrikli minibüsümüzün, öncelikle İTÜ kampüslerinde kullanılmasını

sağlamayı ve sadece üretimde değil uygulamada da örnek bir

model ortaya koymayı amaçlıyoruz. İTÜ Güneş Arabası ekibimiz ise güneş enerjili ilk aile arabasını

tasarlıyor. Bu projenin tamamen öğrencilerimize ait olması değerini

daha da artıyor. Yaz ayında çıkacağı tur ile tüm Türkiye’nin yakından tanıyacağı aracımız ARUNA, bizi

Avusturalya’da gerçekleştirilecek yarışta da temsil edecek.

Page 17: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi 15

Uluslararası AkreditasyonlarİTÜ, akademik eğitim kalitesinin dünyanın önde gelen üniversiteleri ile eşdeğer oldu-ğunu gösteren uluslararası akreditasyonlara sahip. Bu akreditasyonlar dışarıdan değer-lendirme – danetleme yapılması ve kendi-mizi sürekli geliştirme sorumluluğumuzu desteklemesi açısından önem taşıyor. İTÜ, mühendislik eğitiminde dünyanın en önem-li denetleyici kuruluşu kabul edilen ABET’e (Accreditation Board for Engineering and Technology) 23 bölümü ile aynı zamanda akredite olarak dünya çapında rekor kırmıştı. Halen dünyada en fazla akredite bölüme sa-hip üniversiteyiz. ABET, İTÜ’lü mühendislerin diplomalarının ABD’de birebir geçerli olma-sını sağlıyor. Mimarlık alanında, ABD dışın-dan sadece iki üniversitenin sahip olduğu American National Architectural Accrediting Board (NAAB) akreditasyonunu aldık. De-nizcilik Fakültemiz International Maritime-Organization (IMO) akreditasyonuna sahip. Yabancı Diller Yüksekokulumuz ise yakın zaman önce CEA akreditasyonu aldı.

UOLP ile Hem İTÜ Hem ABD DiplomasıİTÜ, Uluslararası Ortak Lisans Programları (UOLP) ile Amerika’nın seçkin üniversitele-ri ile işbirliği yürüyor. UOLP, öğrencilerimize sadece iki önemli diploma değil çok kül-türlülük ve yabancı dili etkin kullanma be-cerisi de sağlıyor. Eğitimin 2 yılını İTÜ’de 2 yılını Amerika’da gören öğrencilerimiz, çok önemli deneyimler ve uluslararası iş – staj bağlantıları edinerek mezun oluyorlar. Yü-rüttüğü 10 program ile İTÜ, Türkiye’nin en fazla UOLP’yesahip üniversitesi.

değil Türkiye için önemli bir yenilik ve ilk olma özelliği taşıyor.

900 Erasmus AnlaşmasıErasmus değişim programını ilk uygulama-ya başlayan üniversitelerden biri İTÜ. Ha-len 900’ü aşkın ikili anlaşma yürütüyoruz. Norveç ve İzlanda hariç tüm Avrupa ülkele-ri ile anlaşmamız bulunuyor. Öğrencilerimi-zin Erasmus süresince aldığı tüm dersler, dönem dersleri arasında sayılıyor. Bu da öğrencilerimiz için büyük avantaj çünkü normal eğitim süresinde kayıp yaşatmıyor.

250. Yıla DoğruDünyada, yaklaşık 20 bin üniversite bulu-nuyor. Gerek tarihi mirası gerek iz bırakan çalışmaları gerekse büyük mezun ailesi ve onların başarıları açısından değerlen-dirildiğinde, İTÜ’nün basamağındaki üni-versitelerin sayısı sınırlıdır. Böylesi güçlü kurumlar için stratejik planlamalar ve bu planlamaların orta ve uzun vadeye yönelik olması çok mühimdir. Bu vizyonla, üniver-sitemizde yürüttüğümüz tüm çalışmaları titiz bir stratejik planlamaya göre şekillen-diriyoruz. Bu planlama ise üniversitemizin tüm paydaşlarının geri bildirimleri ve öneri-leriyle hazırlandı. Amacımız, üniversitemi-zin 250. Yılına dünya çapında bir araştırma ve inovasyon üniversitesi olarak girmesidir. Cumhuriyetimizin 100. Yılında kuruluşunun 250. Yılını kutlayacak olan üniversitemizde öğretim kalitesinin her geçen gün daha da yükselmesi, bilimsel çalışmaların arta-rak sürmesi, teknoloji ve inovasyon odaklı adımlar atılması temel hedeflerimiz arasın-dadır. Özellikle inovasyon, ülke menfaat-lerinin korunması, mevcut kaynakların en etkin biçimde değerlendirilmesi, öncelik-lerin tespiti, istihdamın genişletilmesi ve etkin hizmet arzının gerçekleştirilmesi için zorunludur. İnovatif çalışabilmek ve bunu sağlayacak insan kaynağını yetiştirmek, günümüzde rekabetin yegane yoludur. Bu noktada İTÜ, sadece kurum olarak geliş-mesi için değil, ülke kalkınmasına suna-cağı destek için üstlenmesi gereken rolün bilincindedir. Osmanlı Devletinde modern-leşmenin ve ilerlemenin temsili olan, Tür-kiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda yurdun dört bir yanını arı gibi çalışarak yeniden inşa eden İTÜ, bugün de köklerinden ge-len ülkeye, insanlığa ve bilime hizmet aş-kıyla çalışmaktadır. Hem öğretim hem de araştırma faaliyetlerinin temelinde, bu aşk yatmaktadır…

Yetkin Mühendislik FarkıAmerika’da, tarihi 1891 yılına uzanan Yet-kin Mühendislik Sınavı, dünya çapında geçerliliğe sahip. Bu sınavı Türkiye’de yapmaya yetkili tek kurum ise İTÜ. Yetkin Mühendislik birinci aşama sınavı (FE) ve lisans verilmesini sağlayan ikinci aşama sınavını (PE) gerçekleştiriyoruz. FE sınavı-na sadece İTÜ son sınıf öğrencilerimiz ve mezunlarımız katılabiliyor; PE sınavına ise mühendislik alanında en az 4 yıl iş tecrü-besi olan ve FE sınavını geçmiş olan İTÜ lisans veya yüksek lisans mezunları giriyor. Yetkin Mühendislik Sınavı sadece İTÜ için

Amerika’da, tarihi 1891 yılına uzanan Yetkin Mühendislik Sınavı, dünya çapında geçerliliğe sahip. Bu sınavı Türkiye’de yapmaya

yetkili tek kurum ise İTÜ. Yetkin Mühendislik birinci aşama

sınavı (FE) ve lisans verilmesini sağlayan ikinci aşama sınavını (PE)

gerçekleştiriyoruz.

Page 18: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi

EĞİTİM DOSYASI

16

dünyada saygın bir konuma taşıyabilecek midir? Bu kısa yazı kapsamında tüm bu so-ruları enine boyuna tartışmak olanaksız olsa da bazı görünen gerçekleri özetlemenin ya-rarlı olacağını düşünüyorum.

Türkiye’de yükseköğretim bugün hala 1982 yılında yürürlüğe giren 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile merkezi bir yapı içinde yürütülmeye çalışılmaktadır. Gerçi yürürlüğe girdiği günden beri üzerinde pek çok küçük değişiklik yapılmış olmasına kar-şın 2547 sayılı YÖK, ana ekseni olan merke-zi yönetim ilkesinden asla taviz vermemiştir. Geçen 30 yılı aşkın sürede yaşanan onca değişime karşın ana ekseni değişmeyen bu yasa üniversitelerimizin özerklik kazanması-na olanak vermemektedir. 1982’den bugüne Yükseköğretimde belirli alanlarda önemli gelişmelerin de sağlanmış olduğu bilinen bir gerçektir. Örneğin son yıllarda üniversitelerin performansı düşmüş olmasına karşın 2009 yılına kadar yayınlarda ve atıflarda sağlanan önemli artışlar, uluslararasılaşmada atılan adımlar, kurulan yeni üniversitelerle yükse-köğretimde okullaşma oranlarında sağlanan büyüme, Açık Öğretimde ulaşılan kapasite önemli gelişmelerdir.

Diğer taraftan YÖK, özellikle son yıl-larda kurulan çok sayıdaki üniversitelerin kalite kontrolunu yapabilecek bağımsız de-ğerlendirme ve akreditasyon kurumlarının kurulmasına henüz olanak sağlamamış, bu gelişmelere paralel olarak hesap verebilirlik mekanizmalarını da devreye alamamıştır. Bu durumda kendilerini diğer üniversitelerden

İnsanlığın gelişmesi şüphesiz ki çağlar boyu üretilen bilgi, keşif ve buluşlarla bir-likte kültür ve sanat alanındaki ilerleme-

lerle biçimlenirken bu gelişmeleri yaratan ve sürdürülebilirliğini sağlayan eğitim de yaşa-nan değişime bağlı olarak çağlar boyu ev-rilerek yapılanmakta, gelişmekte veya geliş-meye çalışmaktadır. Değişimin artan hızı ve genişleyen kapsamı eğitim ve öğretime yeni boyutlar kazandırmakta, eğitim ve öğretimi ve bu hizmetleri sunan kuruluşları/organi-zasyonları da çeşitlendirmektedir. Ülkeler ve kurumlar alışılmış kalıplara takılıp kaldıkça değişime ayak uyduramamakta, günümü-zün küreselleşen ortamında giderek marji-nalleşmekte ve âdeta haritadan silinmekte-dirler. Kalıpları sorgulayarak değiştirmeye çalışanlar, içinde bulundukları ortamlarda rüyalarını gerçekleştirme şansını yakalaya-bilirlerse küresel yarışa katılabilmekte ve değişim kültürünü yerleştirmeye çalışmak-tadırlar. İşte tam da bu noktada Türkiye ne yapmaktadır? Türkiyenin Yükseköğretimi ne-reye doğru yol almaktadır? Gidilen yol bizi

farklı bir kalite düzeyinde gören Türkiye’nin gelişmiş birçok üniversitesi uluslararası de-ğerlendirme ve akreditasyon kuruluşlarına başvurarak uluslararası akreditasyon almayı benimsemektedirler. İstanbul Teknik Üniver-sitesi 2000’li yıllardan başlayan girişimlerini 2003 - 2004 yılında sonuçlandırarak mü-hendislik ve mimarlık eğitimi veren bölüm-lerini-fakültelerini akredite etmiştir ve yerleş-tirdiği kalite kültürü ile bu akreditasyonların sürdürülebilirliğini rektörler, dekanlar değiş-mesine karşın sağlayabilmiştir. Bu açıdan İTÜ, ODTÜ ve BÜ ile birlikte Türkiye’de kalite kültürünün gelişmesine önemli katkılar yap-mış öncü üniversitelerden biridir.

Üzerinde durulması gereken bir diğer konu 2547 sayılı yasanın tanımladığı yönetim organlarının yapısı ile ilgilidir. YÖK, Yüksek Öğretim Genel Kurulunun kompozisyonunda Cumhurbaşkanı ve Hükümete (1/3+1/3=2/3 ) oranında üye belirleme yetkisi vermektedir. Cumhurbaşkanı ve Hükümetin ayrı politik partilerden gelmesi durumunda Genel Kurul içinde bir denge kurulması sağlanabilmek-tedir. Ancak YÖK Başkanını atama yetkisine de sahip olan Cumhurbaşkanlarının hükü-met ile aynı partiden geliyor olmaları kuv-vetler ayrılığının sağlayacağı denge ortamını yok edebilmekte, YÖK’ün tamamen iktidar partisinin kontrolüne geçmesine neden olabilmektedir. Böyle dönemlerde üniversi-telerin hareket alanı daralmakta ve özerklik konusunda önemli sorunlar yaşanmaktadır.

European University Association tarafın-dan özerklik konusunda Avrupa üniversite-

Türkiye’de Yükseköğretim Nereye Gidiyor?

Prof. Dr. Gülsün SağlamerİTÜ Mimarlık Fakültesi

Türkiye’de yükseköğretim bugün hala 1982 yılında

yürürlüğe giren 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile merkezi bir yapı içinde yürütülmeye çalışılmaktadır. Gerçi yürürlüğe girdiği günden beri üzerinde pek çok küçük değişiklik yapılmış olmasına karşın, 2547 sayılı YÖK, ana ekseni olan merkezi yönetim ilkesinden asla taviz vermemiştir. Geçen 30 yılı aşkın sürede yaşanan onca değişime karşın ana ekseni değişmeyen bu yasa üniversitelerimizin özerklik kazanmasına olanak vermemektedir...

Page 19: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi 17

leri almak, liyakate dayalı sistemlere öncelik vermek yerine, çağın gerekleri ile bağdaş-mayan politikalarla insan kaynaklarının kalite yönünde iyileştirilmesini ve dünyada yarışa-cak konuma getirilmesini geciktirmektedir.

Türkiye’de 2013 yılı itibariyle 71’i Vakıf Üniversitesi, 114’ü devlet üniversitesi olmak üzere 185 üniversite bulunmaktadır. Toplam yaklaşık 5.5 milyon öğrencinin % 6.4’ü vakıf üniversitelerinde, toplam öğrencilerin yak-laşık 1/3’ü Açık Öğretimde eğitimlerini sür-dürmektedir. Burada sayıları hızla artan vakıf üniversitelerinin halen ve önümüzdeki yıllar-da yeterli öğrenci çekmekte karşılaşacakları güçlükleri unutmamak gerekir. Toplam dok-tora öğrenci sayısı 55.120, toplam Yüksek Lisans öğrenci sayısı 176.000, toplam dok-tora derecesine sahip akademik personel 60.000 ve toplam akademik personel ise 133.000’dir (Çetinsaya, G., 2014). Türkiye

her yıl doktora derecesi alanların toplam sa-yısı itibariyle OECD sıralamasında sondan 4. sırada, her bin kişiye düşen doktora derece-li araştırmacı sıralamasında ise sondan 2. sırada yer almaktadır (OECD-KNOWINNO, 2013). Bütün bu göstergeler Türkiye’nin eği-tim alanında, özellikle yükseköğretimde ve araştırma-inovasyon alanlarında kapsamlı bir atılım yapması gerektiği gerçeğini orta-ya koymaktadır. Avrupa Birliği istatistiklerine göre AB araştırma kaynaklarını kullanan ülke sıralamasında Türkiye ya sonuncu ya da sondan ikinci veya üçüncü olabilmektedir. Ülke içindeki araştırma kaynaklarının sınırlı olması, ayrıca bu kaynakların dağıtımında yaşanan sorunlar araştırma kültürünün yer-leşme ve gelişmesine olanak vermemek-tedir. Bu nedenle uluslararası araştırma kaynaklarına ulaşmada da önemli sorunlar yaşanmaktadır.

leri üzerinde yapılan bir araştırmada (2009-2011) Türkiye maalesef üniversite özerkliği sıralamasında en arkalarda yer almaktadır (EUA, University Autonomy in Europe II, The Scoreboard 2011). Özerkliğin farklı boyutla-rının incelendiği bu araştırmada Türkiye 28 ülke arasında Organizasyonel Özerklikte sondan 2., Finansal Özerklikte sondan 6., Personel Atama Özerkliğinde sondan 8., Akademik Özerklikte ise sondan 4. sırada yer almaktadır. Koşulların 2011 yılından beri pozitif yönde gelişmediği de dikkate alına-cak olursa üniversitelerimizin içinde bulun-duğu ortamı daha fazla anlatmaya gerek olmadığı kanısındayım.

Rektör ve dekan atamalarından atama ve yükseltmelere kadar politikanın egemen olduğu, liyakatin unutulduğu bir yükseköğre-tim ortamı toplumun geleceğini oluşturacak insan kaynaklarının büyük bir bölümünün beklenen standartların çok altında kalması-na neden olmaktadır. Özerkliğin olmadığı bir yükseköğretimden uluslarası düzeyde ba-şarı beklemek olanaksızdır. Üniversiteler gi-derek liyakatten uzak keyfi yönetimlerin esiri haline gelme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Ül-kemizde karar vericiler OECD’nin PISA gös-tergelerindeki Türkiye’nin performansından hiç söz etmemekte, görmezden gelmekte ve kaliteyi dikkate almayan bazı sayısal ve-rilerle başarıyı ölçmeyi tercih etmektedirler . Türkiye 65 ülke arasında PISA’da 44. sırada yer almaktadır (2012 OECD PISA Results in Focus What 15-year- old know and about what they can do with what they know).

Son yıllarda Türkiye’deki Yükseköğreti-min bulunduğu durumu, küresel kuruluşların istatistikleri açıkça göstermektedir. Ülkenin genç nüfusu ve yükseköğretimdeki okul-laşma oranlarının düşük olması hükümetleri yeni üniversitelerin kurulmasına yönlendir-mektedir. Bu haklı gerekçe hazırlıksız ola-rak kurulan bu üniversiteleri sayısal açıdan problemi çözüyor gibi gösterse de sonuçta yeterli ve kaliteli öğretim üyesi, altyapısı ol-mayan bu yeni kuruluşlar kalite konusunda onarılamayacak sorunlar yaratmaktadır. Probleme sayısal büyüklük olarak bakılması sonucunda popülist yaklaşımlarla son 10 yıl içinde %121 büyüyen yükseköğretim sektö-rü mezun ettiği dünya standartlarından uzak diplomalı insanları nerede nasıl istihdam edeceğini bilememektedir. Yükseköğretimin uluslararası standartlara ulaşabilmesi için önce kaliteli insan kaynaklarına, sonra yeterli finans kaynaklarına sahip olması gerekirken Türkiye bu iki kaynağı da sağlayacak önlem-

Türkiye öğretime (% 4.1 TR- %5.6 OECD), yükseköğretime (%1.0 TR- %1.6 OECD) ve araştırmaya (%0.86 TR- %2.40 OECD- %2.06 EU) (Source: Education at a Glance: OECD Indicators. Paris: OECD) yeterli finansal kaynak ayırmamakta, insan kaynaklarının kalitesini artıracak önem-li değişimleri gerçekleştirme konusunda ciddi girişimlerde bulunmamakta ve girdiği bu çevirimden kurtulmak için çaba harca-yamamaktadır. Türkiye’de Yükseköğretim-de öğrenci başına ayrılan finasal kaynak-lar 1995’te 5241 USD iken 2011 yılında 9235 USD’a yükselmiştir. OECD ortalama-sı 17.929 USD, EU ortalaması ise 13.572 USD’dır . Ayrılan kaynakların dağılımında da performansa yönelik bir değerlendirme yapılamamakta ve kaynaklar bu nedenle verimli ve etkin bir biçimde kullanılamamak-tadır.

Türkiye’de 1000 kişiye 3 araştırmacı düşerken OECD ortalaması 7.68, EU ortala-ması 7.28, Kore de ise 11.92’dir. Türkiye’de araştırmaya GSMH’dan %0.86 pay ayrı-lırken bu oran OECD de %2.40, EU28 de %2.06, Kore de ise % 4.04’tür. Türkiye top-lam yayın sıralamasında 2000 yılında dün-yada 26.sıradan 2005 yılında 19. sıraya ve 2009 yılında 17. sıraya yükselmişken 2012 yılı itibariyle 20. sıraya gerilemiştir. Bunun da ötesinde 1995-2005 yıllarında toplam atıf sayısı 34.788’den 157.590’a çıkarken 2010 yılında bu değer 77.660’a, 2012 yılında ise 46.196’a gerilemiş bulunmaktadır (Çetinsa-ya, 2014). Yayınlarda sayısal yönden sırala-mamız gerilerken kalite açısından daha da büyük kayıplara uğrandığı anlaşılmaktadır.

Gerçeklerle yüzleşmeden kendimizi bazı sayılarla avutmanın son yıllarda nele-re mal olduğunu uluslararası göstergeler gözler önüne sermektedir. Türkiye G20 de bulunmakla övünebilmek için yukarıda sıralanan alanlarda daha üst düzeyde per-formans göstermek durumundadır. Aksi halde altı boş bir G20’nin bizi G10’a taşıma-sı, gerçekleşmesi olanaksız bir hayaldir. Bu durumda ülkemizdeki karar vericilerin ger-çeklerle yüzleşerek kapsamlı, kısa ve uzun vadeli atılımları planlayarak gerçekleştirme-leri; yandaş değil liyakate dayalı sistemlerin uygulanmasına, kaliteli insan kaynaklarının kaybının engellenmesine ve yeniden dev-reye sokulmasına, yenilerinin yetişmesine, yerleşmesine ve sürdürülebilir gelişmelerin sağlanması için gerekli yasal, yapısal ve fi-nansal reformların yapılmasına olanak sağ-lamaları zorunludur.

Türkiye her yıl doktora derecesi alanların toplam sayısı itibariyle OECD sıralamasında sondan 4.

sırada, her bin kişiye düşen doktora dereceli araştırmacı sıralamasında ise sondan 2. sırada yer almaktadır (OECD-KNOWINNO, 2013). Bütün bu göstergeler Türkiye’nin eğitim

alanında, özellikle yükseköğretimde ve araştırma-inovasyon alanlarında

kapsamlı bir atılım yapması gerektiği gerçeğini ortaya

koymaktadır.

Page 20: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi

EĞİTİM DOSYASI

18

PISA Nedir? OECD tarafından geliştirilen PISA ulusla-rarası bir eğitim-değerlendirme sistemidir. Temel amacı, her bir ülkenin 15 yaş gru-bundaki gençleri ne denli iyi eğittiğini or-taya koymaktır. PİSA 3 yılda bir katılımcı ül-keleri ölçer. En son yapılan PISA’ya, dünya ekonomisinin %90’ını temsil eden ülkeler katıldı. İşgücünün hızla küreselleştiği, üre-timin çok coğrafyalı bir yapıya dönüştüğü 21. yüzyıl ekonomisinde bir ülkenin eğitim sistemi yalnızca ülke içi verilerle değerlen-dirilemez. Rekabetin küresel olduğu yeni yüzyılın performans standardının da küre-sel olması zorunludur. Bu ihtiyaçtan yola çıkarak, ekonominin itici gücünün nitelikli ve eğitimli işgücü olduğunun altını çizen Ekonomik İşbirliği ve KalkınmaTeşkilatı (OECD), eğitim sistemlerini değerlendir-mek amacıyla uluslararası bir eğitim per-formans endeksi geliştirmiştir. Kısa adıyla PISA (The Programme for International

W hatsapp, 53 kişinin kurduğu 5 yıllık küçük bir şirket ama bu şir-ket Türkiye’nin Cumhuriyet tarihi

boyunca ortaya çıkardığı en büyük dört şirketin pazar değerinden daha yüksek bir değere satıldı. Birkaç ay önce çocuklar için geliştirilen bir madencilik oyunu olan Minecraft 2,5 milyar dolara satıldı! Hesap-lamaya korktum, zira bu oyun bizim Zon-guldak madenlerinden daha kıymetli olabi-lir. Bir kamyon domatesin, şu an bu yazıyı okuduğunuz sırada basit bir bilgisayar ya da telefon kadar etmediğini hatırlatmaya gerek yok. Dünyada artık yeni bir ekonomi kuruluyor ve bizim bu pazarda yerimiz yok! Olsaydık, NASDAQ’ta bir şirketimiz göster-melik de olsa işlem görürdü. Yunanistan’ın 20’yi aşkın, İsrail’in 70’i aşkın şirketi bu yük-sek teknoloji pazarında at koştururken biz neden yokuz?

Yukarıdaki sorunun cevabı PİSA testin-de mevcut.

Student Assessment) olarak anılan Ulus-lararası Öğrenci Değerlendirme Programı eğitim çıktılarını, örneklem bazlı verilerle değerlendirmektedir. Günümüzde PISA en güvenilir uluslararası eğitim sistemleri performans değerlendirme indeksi olarak kabul edilmektedir. Spesifik olarak, PISA ile fen bilgisi, matematik ve okuma beceri-leri ölçülmektedir. PISA’nın en önemli fay-dası, sonuçlar kamuoyuna açıklandığında tüm dünyada eğitimi bir numaralı gündem maddesi yapmasıdır. Karar vericiler, med-ya ve aileler, ülkelerindeki okulların öğren-cileri modern dünyaya ne derece hazırla-dığı sorusuna PISA verileriyle yanıt ararlar.

Türkiye’nin PISA Karnesiİlk olarak 2000 yılında başlayan PISA’ya Türkiye 2003 yılından beri katılmaktadır. 2000 yılında OECD ülkelerinin katılımıy-la gerçekleştirilen PISA’ya, son yıllarda OECD ülkelerinin yanısıra diğer pek çok

PISA Ölçme Değerlendirme Programı Işığında Dünyada ve Türkiye’de Durum

Eğitim Sorunları ve Çözüm Önerileri

Türkiye eğer katma değeri yüksek ekonomiye geçecekse bunun yolu muhakkak surette eğitimde reformdan geçiyor. Ancak eğitim sisteminde yapılacak tüm reformlar tek başına bir toplumu dönüştürmeye yetmez. Çünkü ileri teknoloji kullanmak sadece teknik bilgi gerektirmiyor. Bilgi ekonomisi aynı zamanda bilgiye bireylerin özgürce ulaşmasını ve insanların becerileriyle ortaya koyduğu katma değerin yasalarca güvence altına alınmasını gerektiriyor. Yani tahayyül özgürlüğü ve adil rekabet koşulları şart.

Doç. Dr. Selçuk ŞirinNew York Üniversitesi Öğretim Üyesi

Page 21: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi 19

loji yarışında yer alacak genç yetenekleri yetiştirmeyi bilmiyoruz.

Ne Yapmalı? Türkiye’de eğitimdeki en can alıcı sorun, reform yapma pratiğinin verilerden bağım-sız olmasıdır. Dünyanın her yerinde eğitim en çok tartışılan ve en çok reform edilen alandır. İnsan değişiyor, toplum değişiyor. Eğitim de buna göre elbette sürekli değiş-meli. Önemli olan reformların bu değişimi dikkate alarak yapılıp yapılmadığı ger-çeğidir. Bu noktada maalesef Türkiye’de eğitim adına yapılan reformlar verilerden uzak bir şekilde yapılmaktadır. Sorunların belirlenmesinden, çözüm alternatiflerinin rekabet etmesine, öne çıkan çözümlerin pilot uygulamasından etkinlik analizine dair her aşamada kararlar verilerle alın-malıdır. Maalesef bizim reform pratiğimiz bu sistematik yaklaşımdan çok uzaktır.

Geçtiğimiz yıl bu açığı kapatmak için TÜSİAD ve TÖDER (Tüm Özel Öğretim

ülke de katılmaktadır. 3 Aralık 2013 tari-hinde sonuçları açıklanan PISA 2012’ye 34’ü OECD ülkesi, toplam 65 ülke ve eko-nomi katılmıştır (Çin bir ülke olarak henüz PISA’ya katılmamakta, Çin’e bağlı ekono-milerden katılım olmaktadır). 2012 ölçü-münde, bu ülkelerde yaşayan, 15 yaş gru-bundaki 28 milyon genci temsilen 510.000 öğrenciden veri toplanmıştır.

18. Ekonomiyiz Ama Çocuklarımız Dünyada İlk 40’a Giremiyor! Türkiye’nin son 12 yılda katıldığı 4 PISA testinde diğer ülkelere göre bulunduğu konum aşağıdaki tabloda sunulmuştur. 2012 PISA sonuçlarında Türkiye OECD ülkelerinin ortalama puanının çok altın-da bir performans göstermiştir. Maalesef, OECD ülkeleri arasında Türkiye matema-tik ve fen alanlarında son sırada, okuma becerileri alanında ise Slovakya’yı aşarak sondan ikinci sırada yer almaktadır. PI-SA’ya katılan 65 ülke içinde ise, matematik alanında 448 puanla 44., fen alanında 463 puanla 43. ve okuma becerileri alanında 475 puanla 41. sırada yer almaktadır.

PISA’ya ilk olarak katıldığımız 2003 yı-lından bugüne kadar Türkiye’nin matema-tik başarı sıralaması neredeyse hiç değiş-memiştir. 2003 yılında PISA’ya katılan 41 ülke arasında sondan 7. sırada yer aldık. Diğer yıllarda PISA’ya katılan ülke sayısı artmış olsa da Türkiye’nin sıralamadaki yeri pek değişmemiş ve her bir ölçümde 43. sırada yer almıştır.

Aşağıdaki tablonun özeti şudur. Tür-kiye yıllar içinde PISA testlerinde puanını artırmış olsa da bu puan artışı rekabet et-tiği başka ülkelerle arasındaki farkın ka-panmasına katkıta bulunacak boyutlarda olmamıştır.

Çocuklarımızı 21. Yüzyıla Yetiştiremiyoruz!Bu sonuçlar niçin önemli? Önemli çün-kü artık beceri bazlı yeni bir ekonomiye geçiyoruz. Türkiye ekonomisi son 7 yıldır kişi başına 10 bin dolar milli gelir bandı-na sıkışıp kalmış durumdadır. Bu seviyeye belki yollarla barajlarla gelmiş olabiliriz ama bu seviyeden ilerisine gitmek için katma değeri yüksek üretime geçmek zorundayız. Bunun da yolu çocuklarımıza 21. yüzyıl becerileri kazandıracak bir eği-tim vermektir. Bu anlamda PISA sonuçları bize pek umut vermiyor. Bu verilerin altını çizdiği basit bir realite var. Yüksek tekno-

Kurumları Derneği) için Dr. Sinem Vatanar-tıran ile birlikte veriye dayalı reform yakla-şımına örnek teşkil edecek bir çalışmayı gerçekleştirdim (Raporun tamamına TU-SİAD sitesinden ulaşabilirsiniz.). Aşağıda o raporda sunduğumuz çözüm önerileri-nin bir özetini paylaşıyorum.

Okul Öncesi Eğitim Eğitim üzerine yapılan araştırmaların en net sonuçlarından biri okul öncesi eğiti-min, geri dönüşü en yüksek yatırım olduğu gerçeği. Maalesef, bu alan bizim eğitim sistemimizin en sorunlu olduğu alan. Tür-kiye okul öncesi eğitime katılımda yaklaşık % 30 ile AB ülkeleri arasında en son sırada yer almakla kalkmıyor, bizden sonra gelen ülkelerdeki katılımın yarısına bile ulaşamı-yor! Türkiye’nin eğitim reformu öncelikleri içerisinde en kalıcı sonucu verecek giri-şim kaliteli okul öncesi eğitimi tüm ülkede zorunlu kılmaktır. Bunun için okul öncesi eğitim öğretmeni yetiştirmekten, müfredat

2003 2006 2009 2012

Sıra Ülke Sıra Ülke Sıra Ülke Sıra Ülke

1 Finlandiya 1 Finlandiya 1 Şanghay-Çin 1 Şanghay-Çin

2 Kore 2 Hong Kong-Çin 2 Finlandiya 2 Hong Kong

33 TÜRKİYE 44 TÜRKİYE 43 TÜRKİYE 43 TÜRKİYE

Toplam Ülke

41 57 65 65

PISA 2003-2012 Fen Başarı Sıralamaları

2003 2006 2009 2012

Sıra Ülke Sıra Ülke Sıra Ülke Sıra Ülke

1 Finlandiya 1 Tayvan 1 Şanghay-Çin 1 Şanghay-Çin

2 Kore 2 Finlandiya 2 Singapur 2 Singapur

35 TÜRKİYE 43 TÜRKİYE 43 TÜRKİYE 43 TÜRKİYE

Toplam Ülke

41 57 65 65

PISA 2003-2012 Matematik Başarı Sıralamaları

2003 2006 2009 2012

Sıra Ülke Sıra Ülke Sıra Ülke Sıra Ülke

1 Finlandiya 1 Kore 1 Şanghay-Çin 1 Şanghay-Çin

2 Kore 2 Finlandiya 2 Kore 2 Hong Kong-Çin

35 TÜRKİYE 37 TÜRKİYE 41 TÜRKİYE 41 TÜRKİYE

Toplam Ülke

41 57 65 65

PISA 2003-2012 Okuma Becerisi Alanı Başarı Sıralamaları

Page 22: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi

EĞİTİM DOSYASI

20

tiği okullarda sınıf mevcudunu düşürmeli ve kişi başına düşen öğretmen oranını artırmalıdır. Bir başka deyişle, dezavan-tajlı öğrenciye okulda öncelik tanıyan uy-gulamalara öncelik verilmelidir. Bu hem sınıf mevcudunda iyileştirmeyle hem de kaliteli öğretmenlerin dar gelirli ailelerin gittiği okullara yönlendirilmesiyle mümkün olacaktır.

Üst Seviye Beceri Eğitimi Bizim sistem öğrencilere temel becerileri kazandırmak üzerine kurulu bir sistem. Ancak daha etkin rekabet için orta ve üst düzey becerilerde başarı kaydetmemiz gerekmektedir. Matematik, okuma beceri-leri ve fen alanında PISA testlerinde üstün başarı seviyesini (5 ve 6. düzeyler) yaka-layan öğrencilerimizin oranı yüzde 6 dola-yında. Bu oran OECD ortalamasının yarı-sı. Bilgi ekonomisinde rekabet etmek için çocuklarımıza ileri derecede matematik, fen ve okuma becerileri kazandırmak ge-rekmektedir. Bu amaçla eleştirel beceri ve muhakeme yeteneğine öncelik veren yeni bir müfredat, bu müfredata uygun ulusal sınav sistemi ve elbette bu eğitimi suna-cak öğretmen ve okul altyapısın bir reform paketi olarak gündeme gelmelidir. Temel becerilerle inovasyon ekonomisinde reka-bet etmek mümkün olmayacaktır.

STEM SeferberliğiPISA verileri içinde, ülkemizde bilim, tek-noloji ve inovasyonun geleceği açısından en endişe verici sonuç fen alanında en üst seviyede başarı gösteren öğrencile-rimizin neredeyse hiç olmamasıdır. Fen ve matematik alanları bilgi ekonomisinin dinamosudur. Bu alanlarda ileri seviyede eğitim veren okullarımızın sayısını ve niteli-ğini gözden geçirmemiz kaçınılmaz. Tıpkı ABD’deki STEM (fen, teknoloji, matematik,

geliştirmeye her alanda ciddi bir yatırım yapılması kaçınılmazdır. Geleceğimiz için eğitim alanında yapılacak en büyük yatı-rım bu alanda olmalıdır.

Öğretmenlik Profesyonel Bir Meslek OlmalıÖğretmenlerin iş yetkinliklerini ve iş tat-minlerini artırmadan herhangi bir eğitim reformunun başarıya ulaşması mümkün değildir. Asya ülkeleri ve Finlandiya'nın son yıllarda kaydettiği ekonomik başarının ardında yatan en temel faktör öğretmene yatırım yapılmış olmasıdır. Bu sistemlerde öğretmenlik profesyonel bir meslek olarak tanımlanmış, öğretmen seçimi, eğitimi ve sosyoekonomik statüsü buna göre organi-ze edilmiştir. Mesleğini yürüten her öğret-men için yüksek kaliteli meslek içi eğitim şartı konulmuştur. Ülke olarak eğitime ya-pacağımız yatırımlarda önceliği teknoloji yerine öğretmene kaydırmak doğru bir adım olacaktır. Sonuçta teknolojiyi de kul-lanan yine aynı öğretmenler olacaktır.

Merkezi Yönetimde Esneklik Türkiye PISA’ya katılan ülkeler içinde hem kaynak hem de müfredat belirlemede en merkezi sisteme sahip ülke. Japonya, Güney Kore, Şangay ve Hong Kong gibi PISA’da zirvede olan eğitim sistemlerin-de okul yöneticileri ve öğretmenler pek çok alanda karar verici konumda görev yapmaktadır. Okul yöneticileri başarı kri-terlerini belirlemekte, öğretmen alımlarını yönetmekte, ders kitaplarını seçmekte, müfredatı çeşitlendirebilmektedir. Türki-ye’deki sistem ise hali hazırda bütün ka-rarları lokal koşullardan uzak bir şekilde merkezde almaktadır. Türkiye gibi büyük bir ülkede bütün kararların merkezden alınması doğal olarak pek çok sorunu çö-zümsüzlüğe itmektedir. Bu anlamda mer-kezi yönetimin elinde olan bazı yetkilerin okul yönetimlerine aktarılmasının zamanı gelmiştir.

Dezavantajlı Öğrencilere Küçük SınıflarÖğretmen başına düşen öğrenci sayısı hem akademik başarıyı hem de öğrenci-lerin okula olan ilgisini artıran bir faktör. OECD ülkeleri arasında fakir öğrencilerin sayısı arttıkça sınıfların kalabalıklaştığı tek sistem bize ait. Türkiye OECD ülkelerinin çoğunluğunda olduğu gibi sosyo-ekono-mik açıdan dezavantajlı öğrencilerin git-

mühendislik eğitimi) reform girişiminde ol-duğu gibi bizim de acil olarak ulusal bir kampanya başlatmamız gerekmektedir. Teknolojinin, inovasyona dayalı üretimin esas olduğu yeni ekonomide rekabet et-memiz bu alandaki reformların başarısına bağlıdır.

Sınav Yöntemi ve İçeriği DeğişmeliUlusal sınavlarımız eğitim sisteminin pu-sulası görevini yürütmektedir ve maale-sef bu pusula şu haliyle öğrencileri yanlış yönlendirmektedir. Tamamen çoktan seç-meli ve temel becerilere dayalı sınavlar öğrencilerin ezber yeteneklerini ölçmek-ten öte bir işleve sahip değil. O nedenle eğitim reformunun başarısı sınavların top-yekün gözden geçirilmesine bağlıdır. Tıpkı PISA’da olduğu gibi açık-uçlu sorulara ve muhakeme, eleştirel düşünce gibi üst be-ceri seviyelerine hitap eden yeni bir ulusal sınav sistemi kurmak zorundayız.

Eğitim De Bir Yere Kadar!Türkiye eğer katma değeri yüksek eko-nomiye geçecekse bunun yolu muhak-kak surette eğitimde reformdan geçiyor. Ancak eğitim sisteminde yapılacak tüm reformlar tek başına bir toplumu dönüş-türmeye yetmez. Çünkü ileri teknoloji kul-lanmak sadece teknik bilgi gerektirmiyor. Bilgi ekonomisi aynı zamanda bilgiye bi-reylerin özgürce ulaşmasını ve insanların becerileriyle ortaya koyduğu katma de-ğerin yasalarca güvence altına alınmasını gerektiriyor. Yani tahayyül özgürlüğü ve adil rekabet koşulları şart. Önümüzdeki dönemde eğer amacımız ekonomik ola-rak şu an içinde bulunduğumuz orta ge-lir tuzağından kurtulmak ise önce eğitim sistemimizde reform yapmalıyız. Buna ek olarak da özgürlükler, hukukun üstünlüğü noktasında, rekabet ettiğimiz dünyanın standartlarını kendi insanımız için de ya-kalamalıyız.

Doç. Dr. Selçuk R. Şirin

New York Üniversitesi’nde (NYU) araştırma

yöntemleri ve istatistik dersleri vermektedir.

ODTÜ’den lisans, SUNY-Albany’den yüksek

lisans ve Boston College’den doktora derecesi

almış olan Şirin’in 70’i aşkın akademik yayını

bulunmaktadır. Hürriyet’te köşe yazarlığı ya-

pan Dr. Şirin, İksara Veri Araştırma Analiz A.Ş.

ve Bahçeşehir Araştırma Yöntemleri Okulu

(BAYO) kurucusudur.Twitter: https://twitter.com/

SelcukRSirin

Spesifik olarak, PISA ile fen bilgisi, matematik ve okuma becerileri

ölçülmektedir. PISA’nın en önemli faydası, sonuçlar kamuoyuna

açıklandığında tüm dünyada eğitimi bir numaralı gündem maddesi

yapmasıdır. Karar vericiler, medya ve aileler, ülkelerindeki okulların, öğrencileri modern dünyaya ne

derecede hazırladığı sorusuna PISA verileriyle yanıt ararlar.

Page 23: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi 21

Gelişmiş bir toplumun uygarlığını sür-dürebilmesi ve geliştirebilmesi için yeni yüzyılın insanı nasıl eğitilmeli?

Yirminci yüzyılda hayal edilen, her açıdan gelişmiş, bir efsane de olsa “beyninin daha büyük yüzdesini kullanabilen”, bilinçli in-san türünü yaygınlaştıracak eğitim modeli, yirmi birinci yüzyılda hala ütopyadan öte-ye gidememişe benziyor. Bu durum dünya nüfusunun hatırı sayılır bir oranının ortaçağ düşünce yapısını sürdürmekteki ısrarı, doğa talanı, insan hakları ihlalleri, cinayetler, te-rör ve baskıcı yönetimler veya özentileri ile her gün yüzümüze vuruluyor. Bununla bir-likte bilim ve onun uzantısı olarak teknoloji, mühendislik, tıp gibi alanlardaki umut verici gelişmelerin, iyi örneklerin, düzgün yeterli ve yetkin bir temel eğitim, ortaöğretim ve yükseköğrenim eğitiminin sonucu olduğu da kabul edilmeli.

Temel eğitime bakıldığında, bilim ve teknoloji okuryazarı, düşünme becerilerine sahip, akıl yürütebilen, problem çözebilen aynı zamanda yüzyıllar boyu edinilen yerel ve küresel kültürel mirası özümsemiş, et-kin bir insan yetiştirmek üzere tasarlanan bir eğitimin önemi gelişmiş uygarlıkların olmazsa olmazı bir insan hakkı olarak tüm dünyada yaygın bir kabul görüyor. Bu bağ-lamda temel eğitimin hedeflerine erişiyi/başarıyı ölçerek farklı ülkelerdeki sonuçlarını karşılaştıran çalışmalar son yıllarda eğitim-cilerin olduğu kadar kamuoyunun da ilgisini çekiyor. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Ör-gütü’ne (OECD) üye ülkelerin katıldığı üçer yıllık dönemler hâlinde, 15 yaş grubundaki öğrencilerin kazanmış oldukları bilgi ve be-cerileri değerlendiren bir araştırma projesi olan Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA), Uluslararası Okuma Bece-rilerinde Gelişim Projesi (PIRLS), Uluslara-rası Matematik ve Fen Eğilimleri Araştırması (TIMSS) gibi karşılaştırma çalışmalarının sonuçlarının basında sıkça yer bulduğu gö-rülüyor. Bu çalışmalardaki ülkemize ilişkin bulguların okuma yazma, matematik ve fen bilgisi alanlarında 60 küsur ülke arasında 40’lı sıralara işaret etmesine odaklanılırken, sonuçlar “eğitim sistemimizin yazboz tahta-sına dönüşmüş olması” şeklindeki yüzeysel yorumlamalardan, eğitim bilimcilerin derin-

lemesine çözümlemelerine kadar birçok farklı düzeyde tartışılıyor. Esasen, bu gibi karşılaştırma araştırmalarına katılan bütün ülkeler sıralamadaki yerlerini sorguluyor. En üst düzeyde başarı gösteren Uzakdoğu ül-kelerinin ve Kuzey Avrupa ülkelerinin, öze-likle Finlandiya’nın eğitim sistemleri bütün dünyada mercek altına alınıyor.

Ortaöğretimin değerlendirilmesine iliş-kin çalışmalar temel eğitimde olduğu gibi yaygın uluslararası karşılaştırmalardan çok yükseköğrenime geçiş oranları ve meslek edindirmede ara eleman yetiştirme bağla-mında ele alınıyor. Niteliğe ilişkin yorumla-malar daha çok üniversiteye giriş sınavı üze-rinden tartışılıyor. Yükseköğrenime geçişte kullanılan merkezi değerlendirme çoğu za-man ortaöğretimin niteliğine ilişkin yegâne veriyi oluşturduğundan bir seçme sınavının sonuçları bir düzey belirleme değerlendir-mesiymiş gibi ele alınarak yorumlanıyor. “Matematikten ortalama 7 soru çözülmüş”, “Fende Türkiye ortalaması 3 soruymuş” gibi “çarpıcı” sonuçlar değerlendiriliyor. Üniver-site sınavı geçip öğrenciler yükseköğrenim kurumlarına yerleştikten sonra da bu yorum-lar çoğunlukla unutuluyor, bir sonraki yıla ka-dar rafa kaldırılıyor…

Yükseköğrenimin değerlendirilmesi son dönemlerde farklı ölçütleri esas alan dünya sıralamalarının yaygınlaşması ile kamuoyun-da da popülerlik kazandı. Daha önce bu konularla hiç ilgilenmemiş kişiler bile üni-versitelerin dünya sıralamalarındaki yerlerini konuşur oldular. Yayın sayıları, öğretim üyesi öğrenci oranları, tanınırlık gibi onlarca kıstas kamuoyunun dikkatine gelmeye başladı. Kuşkusuz bu değerlendirmelerin üniversi-telerin niteliğinin geliştirilmesine katkısı ola-caktır. Bunların yanı sıra bağımsız kuruluşlar tarafından akredite edilmek gibi, 47 ülkenin ve 850’den fazla yükseköğretim kurumunun katıldığı Avrupa Üniversiteler Birliği (EUA) gibi üniversitelere yükseköğrenimde niteliği arttırma ve araştırma politikalarında işbirliği ve eşgüdüm olanağı sağlayan kurumlara katılmak gibi etkinliklerin yükseköğreni-min değerlendirilmesi ve iyileştirilmesi için önemli fırsatlar sunduğu görülüyor.

Eğitimin temel eğitimden yükseköğre-nime her düzeyde değerlendirilmesi ve iyi-

Teknik Üniversitelerin Eğitime Katkısı:

Tasarım Eğitimi - Eğitim Tasarımı

Gelişmiş bir toplumun uygarlığını sürdürebilmesi ve geliştirebilmesi için yeni yüzyılın insanı nasıl eğitilmeli? Yirminci yüzyılda hayal edilen, her açıdan gelişmiş, bir efsane de olsa “beyninin daha büyük yüzdesini kullanabilen”, bilinçli insan türünü yaygınlaştıracak eğitim modeli, yirmi birinci yüzyılda hala ütopyadan öteye gidememişe benziyor. Bu durum dünya nüfusunun hatırı sayılır bir oranının ortaçağ düşünce yapısını sürdürmekteki ısrarı, doğa talanı, insan hakları ihlalleri, cinayetler, terör ve baskıcı yönetimler veya özentileri ile her gün yüzümüze vuruluyor.

Prof. Dr. Emine ErktinBoğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı

Page 24: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi22

EĞİTİM DOSYASI

Eğitim bilimlerinin meslek edindirme yönü eğitim bilimleri araştırmaları sayesinde gelişirken, bilimsel araştırma yönü de, sözü edilen çok disiplinli yapı ile bilimin doğası gereği sürekli bir devinim içerisinde geliş-mektedir. Yirminci yüzyılın başlarında doğa bilimlerinin yöntemlerinin davranış bilim-lerinde geçerli olması gerektiği düşüncesi psikometri ve eğitimde ölçme alnına önemli katkılar yapan istatistik teknik ve yöntemle-rin gelişmesine yol açmıştı. Zekânın boyut-larını, okul başarısına etki eden etmenleri irdelemeye yönelen çalışmalar ve benzeri araştırmalar bu yöntembilim sayesinde mümkün olmuştu.

Yirminci yüzyılın sonlarına doğru sosyal bilimler alanındaki bir paradigma değişikliği eğitim bilimlerine de yansıdı. Gerek eğitim bilimleri gibi davranış bilimlerinin inceleme konularındaki soyut kavramların ölçülme-sinde karşılaşılan güçlükler, gerekse antro-polojide olduğu gibi açıklanmaya çalışılan olguların karmaşıklığı belli bir araştırmacının birikimine ihtiyaç duyan, onun perspektifini esas alan ve bunun getirdiği sübjektifliği pek de dert etmeyen nitel yöntemleri zorunlu kıl-dı. Bu paradigma değişikliği zaman içinde yerini nitel çalışmaların nicel araştırmaların objektif verileri ile destekleyen karma yön-temlere bırakmışa benziyor. Böylece hem araştırmaların kalitesi hem de yöntembilimin gelişmesi söz konusu oluyor.

Eğitim araştırmalarının yöntemlerini bir an için bir yana bırakıp içeriklerine odakla-nalım. Eğitim alanının gidişatından hâliha-zırdaki çok disiplinli yapısının teknolojinin ve görüntüleme yöntem ve araçlarının ge-lişmesi ile daha da genişleyerek önünde sonunda bilişsel sinirbilim ile kesişeceğini kestirmek zor değil. Bilişsel bilim, öğrenme-yi açıklamak üzere çalışmalarını psikoloji, dilbilim, bilgisayar bilimleri, tıp ve zaman zaman eğitim uzmanları araştırmacılardan oluşan ekipler ile sürdürmektedir. Kuşkusuz

leştirilmesi için eğitim politikalarının belirlen-mesi gerekliliği açıktır. Her alanda olduğu gibi, hatta daha da fazla, eğitim politikala-rının bilimsel çalışmaların ışığında yürütül-mesinin önemi yadsınamaz. Hatta bunun aksinin söz konusu bile olmaması gerekir. Ne yazık ki eğitim politikalarının bilimsel araştırmalara dayandığı ideal hatta olağan durumdan bir hayli uzaktayız. Kimin hangi ara karar verdiği belirsiz eğitim modelleri-nin konunun uzmanlarının serzeniş, uyarı ve bazen feryatlarına rağmen uygulamaya konduğu durumlar özellikle temel eğitim ve ortaöğretim sistemlerinde sıkça görülüyor. Bazı zamanlarda bu modellerin işlemedi-ğinde, başta karşı çıkmış eğitim uzmanların-dan yardım istenmesi de, sistemlerin sıklıkla yeniden değiştirilmesi de alışık olmadığımız durumlar değil.

“Eğitimin eğitimcilere bırakılmayacak kadar ciddi bir iş olduğu” nüktesini duy-mazdan gelerek, eğitim bilimleri araştır-malarının geldiği noktadan bir sosyal bilim olarak söz etmek yerinde olur. Ülkemizde Eğitim Fakültelerinin kurulmasının eğitimin bir bilim alanı olarak kabul görmesinde kuşkusuz önemli bir rolü olmuştur. Eğitim araştırmaları eğitimin farklı boyutlarını ince-leyen alanların ortaya çıkmasına yol açmış-tır. Temeldeki rolünün öğretmen yetiştirme olduğu kanısı yaygın olmakla birlikte; nasıl Mühendislik Fakülteleri mühendis yetiş-tirmenin yanısıra teknolojinin gelişmesine bilimsel yaklaşımlarla katkıda bulunuyorsa Eğitim Fakültelerinden de eğitim bilimleri, matematik eğitimi, fizik eğitimi sosyal bil-giler eğitimi gibi alan eğitimleri ve eğitim teknolojileri gibi birçok farklı alana katkılar yapılmaktadır.

"Bilen öğretir" anlayışının çok gerilerde kaldığı günümüzde bir bilim alanı olarak eğitim çok disiplinli bir yapıda evrilerek ge-lişiyor. Söz gelimi, pedagoji bilgisinin ön pla-na çıktığı öğretmen yetiştirme dönemlerin-de alan eğitimini almış bir kişinin “pedagojik formasyon” adı altında bir sertifika progra-mını tamamlayarak öğretmenlik yapması olağan karşılanırdı. Ancak alan eğitimi deni-len konularda yapılan çalışmalar alan bilgisi ve pedagoji bilgisinin bir konuyu öğretmekte yetersiz kaldığını ve “pedagojik alan bilgisi” denilen yeni bir bilgi birikimine ihtiyaç du-yulduğunu göstermektedir. Sanal ortamların yaşamımızdaki yerini hızla arttırması ile “pe-dagojik teknolojik alan bilgisi” de öğretmen yetiştirme programlarında ve eğitim tekno-lojileri alanında yer bulmaya başlamaktadır.

bu çalışmalar eğitim bilimlerine önemli kat-kılar sunmaktadır.

Ancak günümüzde gelinen noktada, eğitim araştırmacılarının önünde baştan beri sözünü ettiğimiz eğitim politikalarının belirlenmesi, yürürlüğe konan politikaların işlerliğinin değerlendirilmesi ve geliştirilmesi problemleri durmaktadır. Bu aşamada eği-tim araştırma çalışmalarında geçmişin “öğ-retim” odaklı yaklaşımı yerine “öğrenme”ye odaklanan bir yaklaşımı benimseme yolun-da önemli adımlar atılmaktadır.

“Öğrenim bilimleri” (Learning Scien-ces) günden güne artan bir sayıda eğitim fakültesi ve eğitim araştırma merkezinde çalışmaların odağı olmaya başlamaktadır. Bu konuda farklı ülkelerde açılan lisansüs-tü programların bir işbirliği ağı oluşturduğu görülmektedir. “Öğrenim bilimleri” başta matematik ve fen bilgisi eğitimcileri, eğitim tasarımcıları ile psikoloji, bilişsel sinirbilim, bilgisayar bilimleri, dilbilim ve benzeri alan-lardan bilim insanlarının ortak çalışmalarını içerir. Burada öğrenmenin nasıl gerçekleş-tiği araştırılırken aynı zamanda daha etkin bir öğrenme için ne tür tasarımlar yapılması gerektiği ön plandadır. Eğitim politikaları bu tür çalışmaların ışığında belirlenmeli ve sı-nanmalıdır.

Öğrenim bilimlerinde araştırma yönte-mi olarak “tasarım temelli araştırmalar” be-nimsenmektedir. Bu, mühendislikte yapılan araştırma geliştirme çalışmalarında kullanı-lan araştırma yöntemlerinin bir karşılığı ol-malıdır. Tasarımın geliştirilmesi, sınanması, değerlendirilip iyileştirilmesi aşamalarından oluşan iterasyonları içermektedir. Bu alanda kuşkusuz teknik üniversitelerin hem araştır-ma deneyimlerine hem de tasarım eğitimi konusundaki bilgi birikimine ihtiyaç duyu-lacaktır. Tasarım eğitiminin bir araştırma konusu olarak mühendislik ve mimarlık fa-kültelerinde gittikçe artan sayıda araştırma ile irdelenmesi bir eğitim bilimi alanı olarak yükseköğrenim açısından önemli bir kaza-nımdır. Eğitim bilimleri bu bilgi birikiminden mutlaka yararlanacaktır.

Herhalde yeniçağın eğitim anlayışını be-lirleyecek kavramın “tasarım” olduğunu söy-lemek yanlış olmaz. Eğitim bilimcilerin eğitim tasarımlarının araştırılıp geliştirilmesinde tek-nik üniversitelerde elde edilmiş deneyimlere gereksinimi olduğu açıktır. Mühendislik bilim-lerinin eğitim bilimcilerin araştırmalarından almak isteyecekleri katkıları kendilerine bıra-kalım. Eğitimciler “fıtratları” gereği bilgi pay-laşımından her zaman büyük keyif alırlar…

Ne yazık ki eğitim politikalarının bilimsel araştırmalara dayandığı

ideal hatta olağan durumdan bir hayli uzaktayız. Kimin hangi ara karar verdiği belirsiz eğitim

modellerinin konunun uzmanlarının serzeniş, uyarı ve bazen

feryatlarına rağmen uygulamaya konduğu durumlar özellikle temel

eğitim ve ortaöğretim sistemlerinde sıkça görülüyor.

Page 25: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi 23

Başlarken

Küresel ekonomide kaydedilen gel-miş geçmiş en büyük krizin ardın-dan toparlanma çabaları sürerken,

krizin nedenleri üzerine yoğunlaşan iktisat alanındaki çalışmalar büyük dikkat çekiyor. Krizin ana kaynağı olan ABD ekonomisin-de görünür nedenin, yani finansal balon-dan başlayan açıklamaların ardına geçen çalışmalar, kurumsal ve yasal düzenleme-lerin veya düzenleme yokluğundan kay-naklanan gelir dağılımındaki bozulmanın yol açtığı dengesizliklerin üzerinde duru-yor. Krizden çıkış için yapılan öneriler ara-sında finansal kurumlara ilişkin kapsamlı düzenlemelerin yanında göze çarpan en önemli temel politika iyileştirme önerisi ise kanımızca eğitim alanında, zira fırsat eşitli-ğine ulaşmak için temel koşul emeğin nite-

liğinin artırılması. ABD ekonomisi için dahi çözümün büyük ölçüde eğitimde aranıyor olması, Türkiye’de bizlere sadece eğitim alanında çalışanlar olarak değil, tüm ülke ekonomisinin kalkınmasının anahtarı olarak fikir vermeli1.

Bu yazının amacı Türkiye’de birbirin-den son derece kopuk konuşulan (ya da konuşulmayan) ekonomik kalkınma ile eği-timin çok yakın bağını akılda tutarak, yük-seköğretim üzerine mevcut durumun bir değerlendirmesini yapmak, çözüm için kilit önemdeki noktalara ışık tutmaktır.

Mevcut Durum Önce mevcut duruma ilişkin kısa bir de-ğerlendirme için öğrenci başına harcama verilerine (OECD 2014), PISA 2012 testi sonuçlarına ve imalat sanayi ürünleri için-de teknoloji ürünleri payına bakmak yeterli olacaktır.

Buna göre (Tablo. 1) Türkiye’de öğrenci başına eğitim harcaması OECD ortalama-sından, değişik eğitim düzeylerinde ka-baca yarı yarıya ile dörtte bir oranlarında farklılaşıyor. En yüksek fark ilkokulda % 28 düzeyinde iken yükseköğretimde % 59’a geriliyor.

Harcamalardaki önemli farkın, öğren-cilerin çeşitli alanlardaki bilgi ve becerileri arasında da farka yol açması kaçınılmaz. Nitekim 15 yaş grubu öğrencilerinin temel bilgi ve becerilerini ölçen PISA 2012 testi

2015 Yılında Türkiye’de

Yükseköğretimin Sorunları Üzerine Düşünmek

Prof. Dr. Lerzan ÖzkaleİTÜ İşletme Fakültesi

Türkiye, içinde bulunduğu konumdan sıyrılabilmesi için eğitime daha fazla kaynak ayrılması zorunluluğunun farkına varmalıdır. 2023 yılı için, basit bir hesapla gerçekleşmeyeceği görülebilen ve birbiriyle çelişkili 2 trilyon dolarlık GSYİH ve dünyanın 10. ekonomisi olma gibi hedefler koymak yerine; Türkiye’yi bilgi toplumu yapacak, niteliksiz, emeğe dayalı-düşük katma değerli ürünler değil yüksek teknoloji ürünü mühendislik malları üreten bir ekonomiye dönüştürecek bütüncül eğitim politikası üzerinde çalışılmalıdır…

Tablo 1: İlkokul öncesinden yükseköğretime kadar öğrenci başına eğitim harcamaları karşılaştırması:

İLKOKUL ÖNCESİ: ORTAOKUL-LİSE:

İLKOKUL: YÜKSEKÖĞRETİM:

Türkiye Türkiye

Türkiye Türkiye

OECD ortalama OECD ortalama

OECD ortalama OECD ortalama

2412 $ 2736 $

2218 $ 8193 $

7428 $ 9280 $

8296 $ 13958 $

Page 26: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi24

sonuçlarına göre OECD ülkeleri ortalaması-nın 494 olduğu Matematik puanında Türkiye 448 ile 65 ülke arasında 44. geliyor. Oku-mada 475 (OECD ortalaması 496) ile 42., Fen’de ise 463 (OECD ortalaması 501) ile 43. sırada yer alıyor.Türkiye’deki karar alı-cılar, Türkiye, içinde bulunduğu konumdan sıyrılabilmesi için eğitime daha fazla kaynak ayrılması zorunluluğunun farkına varmalıdır. 2023 yılı için, basit bir hesapla gerçekleş-meyeceği görülebilen ve birbiriyle çelişkili 2 trilyon dolarlık GSYİH ve dünyanın 10. eko-nomisi olma gibi hedefler koymak yerine; Türkiye’yi bilgi toplumu yapacak, niteliksiz emeğe dayalı-düşük katma değerli ürünler değil yüksek teknoloji ürünü mühendislik malları üreten bir ekonomiye dönüştürecek bütüncül eğitim politikası üzerinde çalışıl-malıdır. Zira halihazırda yüksek teknoloji ürünlerinin imalat sanayi ürünleri ihracatı içindeki payına bakıldığında Türkiye % 1,8 ile hem OECD ortalamasının (% 16,5) hem de örneğin Güney Kore’nin (% 26,2) çok çok gerisindedir.

Öte yandan, Türkiye’nin ilk katıldığı PISA 2003 testine ilişkin olarak Dışişleri Bakanlığı web sayfasında yer alan “PISA testleriyle ülkemiz açısından edinilen diğer önemli bir tespit de çeşitli okullar ve farklı gelir gruplarından gelen öğrenciler arasın-daki başarı farklılıklarının OECD ortalama-sının oldukça üstünde gerçekleşmiş olma-sıdır” değerlendirmesi, yukarda ABD için sözü edilen gelir dağılımı bozukluğunun eğitimde fırsat eşitliğini bozucu etkisinin Türkiye’de de gözlemlendiğini ortaya koy-makta ve durum Dışişleri Bakanlığı tarafın-dan da kamuoyuna ilan edilmektedir (Kül, 2004). Eğilim, izleyen PISA testlerinde de aynen sürmektedir. Değerlendirme, bilgi ekonomisine geçiş için test sonuçlarından yararlanılmasının ve iyi ülke örnekleri ile karşılaştırmalı çalışmalar yapılarak, eğitim sistemimizde gerekli iyileştirmelerin yapıl-masının kararlaştırıldığı belirtilerek sona ermektedir. Oysa 2004’den bu yana Türki-ye’de eğitim alanında izlediğimiz gelişme-ler bunun tam tersini göstermiştir.

Eğitim Politikası Yoksunluğu Türkiye Milli Eğitim Bakanlığı’nın on yıldan fazla bir süredir gerçekleştirdiği uygula-malar bir eğitim politikası olarak adlandırıl-maktan çok uzaktır. Yükseköğretim konulu bu yazıda, önceki eğitim kademesine ilişkin ayrıntıya girilmesi hedeflenmiyor. Bununla beraber, ortaöğretimden gelen öğrencinin

Yükseköğretime Dair GözlemlerYükseköğretim modelleri incelenirken sa-dece Avrupa’da değil, dünyada öne çıkan İskoçya örneğinin başarısı, öğrenmenin “merak uyandırarak” yönlendirilmesine bağlanmaktadır. Kanımızca Türkiye’de eğitim sisteminin en büyük eksiği ve yük-seköğretimde bizlerin başa çıkmakta en çok zorlandığımız konu da merak eksi-ğidir. Geçmiş yıllarda Avrupa Ekonomisi dersinde Fransa üzerine dönem ödevi ha-zırlayan bir öğrencimin dünya turizm ge-lirlerinde ikinci olduğunu belirtmesi üze-rine “ilki hangi ülkeymiş” soruma hayretle “benim ödevim Fransa üzerineydi Hocam” demesi bu merak yoksunluğuna çarpıcı bir örnektir.

Yükseköğretimdeki öğrencilerin merak eksikliği bir yandan kendi öğrenmelerini yavaşlatır ve azaltırken, bir yandan da za-man zaman şikayet ettikleri öğretim üyesi niteliklerini olumsuz etkilemekte ve onların öğrenmelerini de sekteye uğratmaktadır. Oysa öğrenmenin önü hiç olmadığı kadar açık: MOOCS (Massively Open Online Courses) veya diğer web üzerinden erişi-lebilir ders kaynakları ile dünyanın en ünlü eğitim kurumlarında aynı derslerin nasıl işlendiği hem öğrencilerin hem öğretim üyelerinin erişimine açık. Derse bir de bu kaynaklardan hazırlanan öğrencilerin sınıf-larımıza gelmesinin hepimiz üzerinde ne büyük bir teşvik unsuru olacağını hayal et-mekten gerçekleştirme safhasına geçmek, Türkiye’de yükseköğretimin önemli bir dö-nemeci geçmesini sağlayacaktır.

Öğretim üyeleri ile öğrencileri bir araya getirecek bir başka yöntem de araştırmaya dayalı eğitimdir. Bugün gelişmiş ülkelerde giderek yaygınlaşan bu uygulama, araştır-ma kapasitesini lisans öğrencilerine kadar yayarak bilgi toplumunun oluşumuna da katkı sunmaktadır. Sadece lisansüstü öğ-rencilerini değil, lisans öğrencilerinin de en iyi % 5-10’luk diliminden dileyen öğrenci-lerin, öğretim üyelerinin yürütmekte olduk-ları projelere araştırmacı adayı olarak da-hil edilmesi, öğrenme merakını beslemesi açısından önemlidir. Türkiye’de buna örnek olabilecek uygulamalar bulunmakla birlikte sistematik hale gelmemiş olması önemli bir kayıp oluşturmaktadır. Araştırmaya dayalı eğitimin üniversitelerde yaygınlaşmasının bir başka faydası ise araştırma ile eğitim arasında süregelen kopukluğu gidermesi olasılığıdır. Mart 2015’de Royal Academy of Engineering tarafından yayınlanan bir

bilgi ve öğrenme becerileri, yükseköğreti-min başarısını belirlediği ölçüde yaşamsal önemdedir.

Yükseköğretim için YÖK koordinasyo-nunda tüm yükseköğretim kurumlarının katılımı ile hazırlanmış olan Ulusal Yeter-lilikler Çerçevesinin Türkiye için bağlayıcı olan EHEA (European Higher Education Area) Yeterlilikler Çerçevesi Dublin Ta-nımlayıcıları yerine EQF (European Qua-lifications Framework)’i model alması da bu nedenledir. Dublin Tanımlayıcıları ön lisanstan doktoraya kadarki dört yükse-köğretim kademesine ilişkin yeterlilikleri çerçevelerken, Avrupa Komisyonu’nun Avrupa Birliği (AB) ülkelerine tavsiye etti-ği EQF, ilkokul öncesinden başlayarak her düzey için alandan bağımsız yeterlilikleri tanımlamıştır. Türkiye’de mevcut gereksi-nimler göz önünde bulundurularak ikinci yaklaşımın daha sağlıklı sonuç vereceği kararlaştırılmış olmakla birlikte, yükseköğ-retim öncesi düzeylerin yeterlilikleri 2015 yılı itibariyle halen hazırlanmamıştır. Mes-leki Yeterlilikler Kurumu tarafından koor-dine edilen söz konusu çalışma mesleki eğitim için de yapılmış olup, Milli Eğitim Bakanlığı kapsamındaki eğitim düzeyleri-ne ilişkin çalışmanın ivedilikle tamamlan-ması büyük önem taşımaktadır.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın yeterlilikler çalışmasını tamamlamakta gecikmesinin nedeni kanımızca ciddi bir eğitim politi-kası üzerinde çalışılmamış olmasıdır. Son on yılda daha da belirgin hale gelmiş olan ancak kökeni çok daha eskilere giden bu politikasızlık, eğitime gündelik siyasetin şekil vermesi gibi son derece sakıncalı bir sonuç doğurmakta, bu ise birkaç yılda bir değiştirilen sınav sistemleri, statüsü değiş-miş okullar ve içeriği değişen müfredat yü-zünden “kafası karışmış” ve ezbere dayalı yöntemlerle çalışmaya alışmış öğrencileri yükseköğretime ulaştırmaktadır.

Yükseköğretim modelleri incelenirken sadece Avrupa’da

değil dünyada öne çıkan İskoçya örneğinin başarısı,

öğrenmenin “merak uyandırarak” yönlendirilmesine bağlanmaktadır.

Kanımızca Türkiye’de eğitim sisteminin en büyük eksiği ve yükseköğretimde bizlerin başa

çıkmakta en çok zorlandığımız konu da merak eksiğidir.

EĞİTİM DOSYASI

Page 27: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi 25

araştırmanın sonuçlarına göre İngiltere’de öğretim üyelerinin üçte ikisi mühendislik eğitimindeki yüksek eğitici niteliğinin ata-ma/yükseltmelerde hiçbir şekilde değer-lendirmeye alınmadığını düşünürken, aynı kurumlardaki yöneticilerin yine üçte ikisi bunun büyük öneme sahip olduğunu belirt-mişlerdir (Graham, 2015). Görülüyor ki bu sorun sadece Türkiye’de değil, eğitim sis-temleri örnek alınabilen ülkelerde de ciddi bir kopuşa yol açıyor. Araştırmaya dayalı eğitimin lisanstan başlayarak kurum/ülke kültürüne ve yapısına uygun bir modelle yaygınlaştırılması ciddi bir artı güç (sinerji) yaratacaktır.

Böyle bir süreç öğretim kadrosunun kalite iyileştirme etkinliklerini içselleştirme-sine de yarayacaktır. Zira Türkiye’de gerek kurumsal değerlendirme gerekse prog-ram akreditasyonu olsun, kalite iyileştirme süreçlerinin yararı ne yazık ki henüz tüm öğretim üyelerince bizzat deneyimlenerek içselleştirilebilmiş değildir. Bu ise kalite sü-recini sürekli bir nitelik/içerik iyileştirmesin-den çok “mekanik bir yapılması gereken-ler” bütününe indirgemekte ve o nedenle de öğrencilere kazandırılması hedeflenen yeterlilikler ile ilgili sorunlar çıkabilmektedir. Üstelik kalite süreçleri ulusal düzeyde he-nüz zorunlu hale gelmediğinden bu durum kuruluşunu tamamlamış, köklü yükseköğ-retim kurumları sınıflamasına dahil olan gö-rece az sayıdaki, kendi isteği ile dış kalite değerlendirmesinden geçen üniversiteler-de dahi ortaya çıkabilmektedir.

Bugün sayıları 193’e ulaşmış olan yük-seköğretim kurumlarının 82’sinin 2006 yılı ve sonrasında kurulduğu düşünülürse, YÖK’ün Türkiye’de kalite süreçlerini zo-runlu hale getirerek tüm yükseköğretim programlarında yeterliliklerin sınanmasının önünü açması daha uzunca bir süre ger-çekleşemeyebilir. Bir önceki YÖK Başkanı Gökhan Çetinsaya (2014) bu sorunlara dikkat çeken kapsamlı çalışmasında Tür-kiye’de yükseköğretimin durumunu karşı-laştırmalı istatistiklerle inceledikten sonra, özellikle kalite ve uluslararasılaşma yönün-de izlenmesi gereken yol haritasını ortaya koyuyor ve aşırı hızlı büyümenin yarattığı doktoralı öğretim elemanı açığının gide-rilebilmesi için bir stratejik plan gereğine işaret ediyor. Türkiye’de son altı yılda ikiye katlanan üniversite sayısıyla bugün öğre-tim elemanı başına öğrenci sayısı 20 iken, OECD ortalaması 14’dür (OECD, 2014). Çetinsaya 2013 yılı verileriyle yıllık 4.500

rak izlenebiliyor, böylelikle niteliksiz mezun verilmesi söz konusu olmuyordu. Bugün bu izleme işinin tanımlanmış süreçlerle yapıl-ması zorunludur ve üniversitelerin bütün dünyadan öğrenci ve araştırmacı/eğitici çeken ortamlar haline gelmesinin temel koşuludur.

Kaynakça- Çetinsaya, G (2014) Büyüme, Kalite, Ulusla-rarasılaşma: Türkiye Yükseköğretimi için bir Yol Haritası, Ankara: YÖK Yayını.- Graham, R. (2015) Does teaching advance your academic career? -Perspectives of pro-motion procedures in UK higher education- A report for the Royal Academy of Engineering Standing Committee for Education and Training.- Kül, Y. (2004) OECD Uluslararası Öğrenci De-ğerlendirme Programı (PISA) Testleri: Zorunlu Eğitimini Tamamlamış Öğrencilerin Değerlen-dirilmesinde Yeni Ufuklar,http://www.mfa.gov.tr/oecd-uluslararasi-ogrenci-degerlendirme-prog-rami-_pisa_-testleri_-zorunlu-egitimini-tamam-lamis-ogrencilerin-degerlendirilmesinde-yeni-u-fuklar-.tr.mfa (Erişim 23.04.2015)- OECD (2014)Education at a Glance.- PISA 2012 Results in Focus (2014) What 15-year-olds knowandwhatthey can do withw-hattheyknow, OECD.- Stiglitz, J. E (2015) The Great Divide - Unequal Societies and What We Can Do About Them – UK: Penguin Books.- Stiglitz, J. E (2012) ThePrice of Inequality, USA: W. W. Norton &Company. Inc.- Stiglitz, J.E. and Greenwald, B. C (2014) Cre-ating a Learning Society: A New Approach to Growth, Development, and Social Progress -Kenneth J. Arrow Lecture Series- New York: Co-lumbia Univ. Press.

Dipnot1) Artan gelir dağılımı eşitsizliği ABD’de nüfusun en zengin % 20’lik kesiminin çocuklarına sağla-dıkları eğitim olanaklarının, yüksek eğitim ücret-leri nedeniyle hiçbir şekilde en yoksul % 20’nin çocuklarına sağlanamaması ciddi bir kısır dön-gü yaratıyor. Yoksul kesimden öğrencilerin yük-seköğretimden yararlanmak için aldığı krediler, kendilerini üniversite eğitimi sonrasında yüksek bir borç altında sokuyor ve örneğin lisansüstü eğitime yönelmelerini adeta olanaksız hale ge-tiriyor. Bu ise artan işsizlik ortamında buldukları ilk işte ve görece düşük ücretle çalışmalarına yol açarak sarmalı daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor. Bu koşullar altında yoksul kesimden en zengin kesime erişimin önü geçmişte hiç olmadı-ğı kadar kesiliyor ve Amerikan rüyasının sonunu getiriyor (Stiglitz 2012, 2015). Çözüm konusun-daki kapsamlı bir çalışma Stiglitz ve Greenwald (2014)’a ait “Öğrenen Toplumu Yaratmak” kita-bıdır.

olan doktora mezunu sayısının 2019’da 10.000’e, 2023’de ise 15.000’e çıkartıl-ması gereğinden bahsetmektedir. Çalış-manın başlığında yer alan kalite ifadesi göz önünde bulundurulduğunda doktora çalışması gibi bir bilimsel üretim sürecinin on yıl içinde üç katına çıkartılması hedefi oldukça tartışmalıdır.

Bitirirken Türkiye’de eğitimin kısa bir değerlendir-mesinin yapıldığı bu yazı, yükseköğretimin halihazırdaki en ciddi sorunu olan eğitim kalitesi konusuna değinilerek bitirilecektir. Bir yükseköğretim kurumunun temel nite-liklerini ve olmazsa olmazlarını teyid eden ve aralarında İTÜ dahil Türkiye’den de 32 rektör tarafından imzalanmış olan Magna Charta Universitatum, akademik özgürlük ve kurumsal özerkliği temel yapı taşı ola-rak belirlemekte, ÜNİVERSİTE’yi evren-sel bilgiye ulaşma amacı doğrultusunda tüm coğrafi ve politik sınırları reddeden ve değişik kültürlerin birbirini tanımasının ve birbiriyle etkileşiminin yaşamsal gereğini kabul eden bir kurum olarak tanımlamak-tadır . Bu tanım üniversitenin doğası gereği uluslararası bir ortam olduğunu da içinde barındırmakta, bildirge bu konuyu sonuç paragrafında vurgulamaktadır.

Nitekim uluslararasılaşma 90’lı yıllardan başlayarak üniversitelerin öncelikli politika alanı haline gelmiş ve uluslararası dış ka-lite değerlendirmesi ise bunun adeta bir ön koşulu olmuştur. Yukarda sözü edilen kalite süreçlerinin içselleştirme sorunu aşıl-madan Türkiye’deki üniversitelerin gerçek anlamda uluslararası eğitim ortamına ek-lemlenebilmeleri mümkün değildir. İTÜ gibi kendi isteği ile dış kalite değerlendirmesin-den geçen üniversiteler bu konuda öncü görevlerini sürdürürken, kalite süreçlerine 19. Yüzyıl Avrupa üniversitelerinden örnek-lerle karşı çıkılması doğru değildir. Kitlesel eğitim öncesi üniversitelerde öğretim üyesi başına düşük öğrenci sayıları sayesinde, öğrencilerin bilgi ve becerileri bireysel ola-

Öğretim üyeleri ile öğrencileri bir araya getirecek bir başka yöntem de araştırmaya dayalı eğitimdir.

Bugün gelişmiş ülkelerde giderek yaygınlaşan bu uygulama araştırma

kapasitesini lisans öğrencilerine kadar yayarak bilgi toplumunun

oluşumuna da katkı sunmaktadır.

Page 28: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi26

EĞİTİM DOSYASI

öğrenmelerini ve bu yoldan bilimle ve dış dünyayla daha kolay bütünleşmelerini sağ-lamaktı. Bir başka gerekçe de, üniversiteye girişte öğrenci tercihlerini İTÜ’ye yönlendir-mek için özendirici olanaklar yaratmak ve böylece en iyi öğrencileri İTÜ’ye çekmek-ti... Öğrencilerin üniversite seçme kararla-rında burs, yurt, kampusun niteliği, yaban-cı dil gibi olanakların etken olduğu biliniyor.

Bir başka etken, yabancı öğrenci ka-bulü ve Erasmus, Socrates gibi öğrenci değişim programlarıdır… Bu Avrupa Birli-ği programları üniversite öğrencilerinin ve akademisyenlerin kısa süreli olarak farklı ülke üniversitelerinde deneyim kazan-malarını teşvik etmek üzere kurulmuştur. Bu programla ülkemiz öğrenci ve öğretim elemanları yurtdışında kısa süreli öğrenim olanağı bulurken, yabancılar da değişim kapsamında bizim üniversitelerimize gel-mektedir. Doğal ki bütün bu hareketlilik, “yabancı dil” gerektirmektedir; ancak ter-cihte dil tek etmen değildir; okulun düzeyi, niteliği daha önemlidir.

2009’da İTÜ Senatosu, “Yüzde yüz İngilizce Eğitim” doğrultusunda bir karar almıştı. Öğrenciler bu kararı tepkiyle karşı-ladılar sloganları ”İTÜ, AY-Tİ-YU Olmasın” şeklindeydi.

Karara, İTÜ’nün eski bir öğretim üyesi ve bir düşünür olarak Doğan Kuban’ın da

Son zamanlarda üniversitelerimiz, yabancı dille öğretime yönelmiş bu-lunuyorlar. Pek çok üniversitemizde

öğretim dili artık İngilizce’dir. Devlet üniver-siteleri ile vakıf üniversiteleri, öğretimi İn-gilizce olarak verme konusunda yarıştalar. Üniversitelerin Türkçeyi bir yana iterek ya-bancı bir dilde öğretim yapmaları Türkçe-nin yoksullaşmasına, giderek yozlaşması-na yol açacak tehlikeli bir gidişin habercisi sayılmalıdır. Ayrıca, dilin zenginleşmesinde üniversitelerin yadsınamaz bir yeri vardır. Yabancı kökenli sözcüklerin, terimlerin yerine yenilerinin bulunması, uluslararası alandaki yeni buluşlara, yeni bilimsel ve teknik kavramlara Türkçe karşılıklar üretil-mesi üniversitelerin önemli ödevlerinden biri olmalıdır.

İstanbul Teknik Üniversitesi de, 2000 yılına doğru, derslerin belli bir yüzdesinin İngilizce okutulmasına karar verdi. Gerek-çe, öğrencilerin ve mezunların İngilizce

tepkisi vardı: “Bugünlerde üniversite eğiti-mini 19.yy sömürgelerindeki gibi İngilizce yapmaya çalışıyorlar. Gençlerin konuşa-madıkları, yazamadıkları dille üniversitede okuyacaklarını sanan insanlar yetiştirmiş olmamız acıklıdır.”(1)

Bugün Türkiye’nin karşı karşıya olduğu sorunların başında, her kademede, “eğitim sorunları” geliyor. İlk ve ortaöğretimdeki ek-siklikler yükseköğretime de yansımaktadır. Ayrıca yükseköğretimin de özellikle, uygu-lanan popülist politikalardan kaynaklanan ciddi sorunları var. Bugün ülke yeniden 1960’lı yıllarda yaşanan ve 1971’de Anaya-sa Mahkemesi kararıyla kapatılan özel yük-sekokullar serüvenine benzer bir süreçle bir kez daha karşı karşıyadır. Bu kez, özel

Avrupa ülkeleri, ilk ve ortaöğretimi kendi dilleriyle sürdürürken,

öğrencilerine bir, hatta birden çok yabancı dili öğretmenin yolunu

buldular. Biz de bu konuya benzer yöntemlerle ağırlık vermeliyiz.

Yabancı dil sorununun üniversite öncesinde çözülmüş olması

gerekir. Yabancı dile üniversite giriş sınavlarında ağırlık verilmelidir. Dil

öğretmek üniversitelerin işi değildir.

Üniversitelerde Yabancı Dille Öğretim!

Son zamanlarda üniversitelerimiz, yabancı dille öğretime yönelmiş bulunuyorlar. Pek çok üniversitemizde öğretim dili artık İngilizce’dir. Devlet üniversiteleri ile vakıf üniversiteleri, öğretimi İngilizce olarak verme konusunda yarıştalar. Üniversitelerin Türkçeyi bir yana iterek yabancı bir dilde öğretim yapmaları Türkçenin yoksullaşmasına, giderek yozlaşmasına yol açacak tehlikeli bir gidişin habercisi sayılmalıdır…

Dr. Y. Müh. (Mimar) Doğan HasolHas Mimarlık

Page 29: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi 27

nusudur. Bugün pratikte sürüp giden prag-matik yaklaşımlardan farklı düşünenlerin sayısı az değildir. Bakın, Talat S. Halman bu konuda ne diyordu:“Türkiyemizde bilim dilimiz yetersiz olduğu için Fransızca yahut İngilizce eğitim vermek zorunda kalışımızı kabul edemiyorum, bir bakıma affedemiyo-rum.” Ve öneriyordu: “Dili bağdaştırıp bir-leştirmek, emperyalizmden ve yabancı bo-yunduruğundan kurtulmak, sonra, ulusal ve evrensel bir kültür ve bilim dili yapmak için ‘milli misak’ … ” (2).

Türkçenin bilim dili olarak eğitim verile-meyecek düzeyde olduğu şeklindeki kimi iddialara biliminsanları inanmıyorlar. Prof. Oktay Sinanoğlu, “yapısının matematik olu-şu” bakımından Türkçeyi, bilim dili olmaya en elverişli dil olarak görüyor (3). Bilişim devriminin ünlü adlarından Prof. Nicholas Negraponte, Türkçenin fonetik özellikleri bakımından, bilgisayar sistemlerinin ide-al dili olduğu kanısındadır (4,5). Türkçenin bilim dili olma yolunda sahip olduğu ola-nakları ve Türkçenin gücünü sayıp dökmüş pek çok bilim insanı vardır (6).

“Türkçe bilim dili değildir; uluslararası düzeyde bilim yapmak istiyorsak, bu an-cak İngilizceyle olur” demek tutarlı değildir. Eğitimi, gerekçesi ne olursa olsun, Türkçe yerine egemen dil İngilizceye dönüştürür-seniz, Türkçeden kaçışla, Türkçeyi yoksul-laştırmış olursunuz.

Tarihe göz atalım: 1839’da Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane

açıldığında, eğitim dili geçici olarak Fran-sızca idi; daha sonra, “Osmanlı lisanı üze-rine tahsil elbette hayırlıdır” denmiş ve 1870’te Türkçe eğitime geçilmiş. Prof. Dr. Ekrem Kadri Unat, 31 yıl süren Fransızca tıp öğretimi sırasında basılan Türkçe tıp ki-taplarının sayısı yarım düzineyi geçmediği halde, Türkçe öğretime geçildikten sonra, 1872-1883 yılları arasında 60 cilt Türkçe tıp kitabı yayımlandığını belirtiyor (7).

Buna paralel başka bir örnek şudur:

vakıflar eliyle kurulan, birçoğuyükseköğre-tim sorunlarını göğüslemekten uzak, anor-mal şekilde çoğalan üniversiteler söz ko-nusudur. Devlet okullarının sayısı da, eğitim kadroları, öğretim mekânları, araç-gereci ciddiyetle gözetilmeksizin, ‘istim arkadan gelsin’ anlayışıyla artmaktadır.

Gariptir… Düzeyi bu olan okullardan birçoğu öğretim dilinin İngilizce olacağı sa-vıyla yola çıkmakta, ilk yılı İngilizce hazırlık sınıflarıyla geçiştirerek, yükseköğretimi sür-düreceği kadrosunu adım adım oluşturmak için kullanmaktadır. Türkçe mesleki öğretim için bile yeterli kadro sağlamakta sıkıntı çe-kilirken, dersleri İngilizce (!) olarak verecek kadro arayışına girişilmektedir.

Burada önemli bir olguya daha de-ğinelim: Okullar için bir derecelendirme, akreditasyon sistemi etkin şekilde kurulup işletilmediği gibi mezunların mesleğe katıl-malarında da bir yetkinlik belirleme süreci söz konusu değildir. Dört yıllık bir eğitim so-nunda edinilen diploma, sınırsız bir mesle-ki yetki belgesi olmaktadır. Uygar ülkelerde böyle bir sistem söz konusu değildir. Bir an önce üniversite ve yüksekokulların düzeyi-ni belirlemek üzere bir akreditasyon süzge-ci getirilmesi gerekiyor. Böylece hem okul-lar arası haksız rekabet önlenecek hem de öğrenci hakları korunmuş olacaktır.

Yine Dönelim Yabancı Dille Öğretime… Öteden beri, iki değişik konuyu birbirine karıştırırız: Yabancı dil öğretimi mi, yok-sa yabancı dille öğretim mi? Amaç han-gisidir? Yabancı dil bir araç mıdır, yoksa amaç mı?...

Günümüzde üniversite öğrencilerinin en az bir yabancı dil bilmelerinin zorun-luluğunu tartışmak gereksiz. Aslında, gü-nümüzde her meslek sahibi, konuşacak, okuyup anlayacak kadar bir yabancı dil bilmelidir.

Öncelikle belirtelim ki dil öğrenmenin yolu, öğretimi yabancı dille yapmak yerine, yabancı dil öğretimine ağırlık vermekten geçer. Avrupa ülkeleri, ilk ve ortaöğretimi kendi dilleriyle sürdürürken, öğrencilerine bir, hatta birden çok yabancı dili öğretme-nin yolunu buldular. Biz de bu konuya ben-zer yöntemlerle ağırlık vermeliyiz. Yabancı dil sorununun üniversite öncesinde çözül-müş olması gerekir. Yabancı dile üniversite giriş sınavlarında ağırlık verilmelidir. Dil öğ-retmek üniversitelerin işi değildir.

Üniversite derslerini yabancı dille okut-manın yarardan çok zarar getirmesi söz ko-

Vaktiyle Avrupa’nın pek çok ülkesinde bilim dili Latince idi. Daha sonra Latinceden ulu-sal dillere geçişte ciddi bir bilimsel sıçrama yaşandı.

Adnan Binyazar bu değişimin Alman-ya’ya olan etkisine ve sonra da bizim duru-mumuza şöyle değinir: “… düşünce dilinin yerini Almancanın almasıyladır ki, ülkede onca düşünür, bilim insanı, sanatçı yetiş-miş, Almanya teknikte de en ileri ülkelerin yerini almıştır. Kültür tarihine bir göz atalım; Marx, Kant, Nietzsche, Leibniz, Goethe, Einstein, Freud nereli? Onlar dillerine kav-ramsal zenginlik kazandırırken, biz Osman-lıcanın çöplüğünde altın aradık…

Dilin kavramsal zenginliğe eriştirileme-diği toplumlarda düşünce gelişmiyor. Ol-duğumuz yerde oyalanıp gittikçe batağa saplanmamızın nedeni bu!”(8)

Atatürk döneminde, üniversitede öğre-tim Türkçe yaptırılmış, hatta konuk yabancı hocaların sözleşmelerine, belirli bir süre sonra Türkçe ders vermeleri koşulu kon-muştur. Ord. Prof. Dr. Ernst E. Hirsch anıla-rında bu olguyu dile getirir. Hirsch’in belirt-tiğine göre iş sözleşmesinin ilgili maddesi şöyledir: “Profesör, üçüncü yıldan sonra derslerini Türkçe olarak vermek için elin-den geleni yapmakla yükümlüdür” (9).

Hirsch’ in değindiği çok önemli bir gö-rev daha vardır: “Özellikle önemli sorun-lardan biri de tüm bilim dallarında o güne kadar kullanılagelmiş olan Arapça terimle-rin yerine konması öngörülen Öz Türkçe te-rimleri tartışmak ve tespit etmek... Bu terim tespiti, bütün fakülteleri ilgilendirmekteydi. Ben, Türkçe hukuk bilim dilini öğrendikten sonra, 1941 yazında bu terminoloji komis-yonunda çalıştım” (10).

İTÜ’deki öğrencilik yıllarımızda, Türki-ye’ye yeni gelmiş yabancı öğretim üyele-rinin dersleri bir doçent ya da asistan ta-rafından anında Türkçeye çevrilirdi; Prof. Horninger gibi yıllanmış hocalar ise ders-lerini kendi dillerinin vurgulamasıyla, ama çok düzgün tümcelerle Türkçe olarak ve-rirlerdi.

1970’lerde Üniversitelerarası Kurul, Tür-kiye’de üniversite dilinin Türkçe olduğunu benimsemiş, hatta Orta Doğu ve Boğaziçi Üniversitelerinin Türkçe eğitime geçmeleri için iki yıllık bir süre vermişti. Yine o yıllarda YÖK Genel Kurulu da, devlet üniversitele-rinde yabancı dille eğitim yapan bölümler açılmasına izin verilmemesini kararlaştır-mıştı. Bunlar uygulanmayan kararlar oldu. Aynı dönemde Milli Eğitim Bakanlığı da

“Türkçe bilim dili değildir; uluslararası düzeyde bilim yapmak

istiyorsak, bu ancak İngilizceyle olur” demek tutarlı değildir. Eğitimi, gerekçesi ne olursa olsun, Türkçe

yerine egemen dil İngilizceye dönüştürürseniz, Türkçeden

kaçışla, Türkçeyi yoksullaştırmış olursunuz.

Page 30: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

28 itü vakfı dergisi

EĞİTİM DOSYASI

yine Türkçe anlatılmasına götürecektir. Bu-gün birçok durumda, yabancı öğrencilere yönelik olarak, “aranızda Türkçe bilmeyen var mı?” sorusuna gelen yanıta göre ders-ler Türkçe olarak sürdürülmektedir.

6. Unat’ın belirttiği gibi, “Türk öğrencile-rine, Türk öğretim üyelerinin Türkçe yerine yabancı dille ders vermesi, yalnızca öğre-timi zorlaştırıcı değil, gülünçtür de.” Rona Aybay’ın deyişiyle de bu iş, “Türk’ün Türk’e yaptığı işkencedir”.

Türkiye’nin sorunlarını birbirimizle İngi-lizce ya da Fransızca mı tartışacağız? Öte yandan, düşünme eylemi en iyi şekilde anadille oluşur. Bir bilim ve kültür adamı öncelikle kendi anadilini çok iyi bilmeli, çok iyi kullanmalıdır. Toplumsal yapının bağla-yıcısı anadildir.

Dışarıdan, Fransa’dan bir örnek verecek olursak, Fransız Dilinin Kullanılmasına iliş-kin Yasa, “Anayasa uyarınca Cumhuriyet’in dili olan Fransız dili, Fransa’nın kişiliğinin ve ortak değerlerinin temel bir öğesidir”. “Eği-timin, çalışma yaşamının, karşılıklı ilişkilerin ve kamu hizmetlerinin dilidir” diye başlar. Yasanın 11. maddesi eğitimin, sınavların, yarışmaların, kamu kurumları ile özel kuru-luşlarda tez ve bildirilerin dilinin Fransızca olduğunu vurgular. Kısacası, eğitim dilinin Fransızca olduğu, yasanın daha birinci maddesinden başlayarak vurgulanmıştır. Yasa, eğitimin yanısıra reklamlarda, radyo ve televizyon yayınlarında Fransızcayı zo-runlu kılıyor, yabancı sözcükler kullanılma-sını yasaklıyor. Buna karşılık İngilizlerin de, Fransızların girişimlerine tepki olarak kendi dillerindeki Fransızca sözcükleri ayıklama girişimleri var.

İletişim çağının yaygınlaştırdığı ola-naklar ve küreselleşmeyle, bütün diller ve kültürler aynı hastalıklarla karşı karşı-ya. En yaygın tehlike, Amerikanlaşma ve İngilizce yoluyla tek bir kalıp içinde konu-şacak, düşünecek, yaratacak, kültürel çe-şitliliği yitirilmiş bir dünyaya doğru gidiş... Bu gidişe karşı, ülkeler boyutunda sürdü-

“Anadolu Liseleri”nde fen derslerinin Türk-çe okutulması yönünde bir karar almıştı. 33 demokratik kitle örgütü, Milli Eğitim Bakan-lığı’nın o girişimini desteklediğini aşağıdaki satırlarla bildiriyordu: “Bazı okullarda eği-tim yabancı dille verilirse Türkiye’nin dünya ile daha kolay anlaşacağı, Türkçenin bilim dili olmadığı, İngilizce ile daha iyi bilim ya-pılacağı gibi görüşler yanlıştır. Bu görüşler, emperyalizmin sömürge ülkelere dayattı-ğı anlayışın sonucudur. Her ülkede bilim, ancak o ülkenin diliyle yapılabilir. Yabancı dilde eğitim ve öğretim, eğitim bilimine ay-kırıdır. Bir insan dünyayı en sağlıklı biçimde ancak kendi diliyle algılayabilir ve anlatmak istediğini de en güzel kendi diliyle anlatabi-lir” (11). Bakanlığın aldığı karar da YÖK kara-rı gibi, uygulanmadı.

Bütün bu açıklamalardan sonra, yaban-cı dille öğretimin sakıncalarını şöyle özet-leyebiliriz:

1.Türkçenin kenara itilmesiyle yabancı dillerin egemenliği artacak, Türkçe bilim dili olmaktan çıkarak yozlaşacak ve yok-sullaşacaktır. Türkçe bugün, milyonlarca insanın konuştuğu, dünyada en çok konu-şulan diller arasında sayılan güçlü, sağlam yapılı bir dildir (12). Bize düşen, Türkçenin korunmasına ve zenginleştirilmesine özen göstermektir.

2. Kişi en iyi kendi dilinde düşünür. Ulu-sal kültür, ulusal dille yakın ilişki içindedir. Dil zayıflarsa kültür ölür.

3. Üniversitelerde, yabancı dille öğre-timi sürdürecek düzeyde yetişmiş, yaban-cı dil bilen, yeterli sayıda öğretim üyesi yoktur.

4. Üniversite çağına gelmiş öğrencile-rin yaşı, yabancı dil öğrenmek için uygun değildir. Lise çağı bile bu iş için geçtir. O nedenle öğrenme çok yavaş olacak, bir ya da iki yıllık dil hazırlık süreci, ilerideki mes-lek derslerinin doğru bir şekilde izlenme-sine olanak vermekte yetersiz kalacaktır. Bunun örnekleri bugün yabancı dilde öğ-retim veren ortaöğretim okullarında açıkça görülmektedir:

Bilim ve meslek derslerini izleyebilecek düzeyde yabancı dil bilmeyen öğrenci, dersi anlamakta ve soru sormakta zorlana-cak, utanacak, tartışamayacak ve sonuçta en önemlisi, öğrenemeyecektir. Böylece, kendi dilini, bir yabancı dili ve mesleği-ni ancak yarım yamalak bilen bir kuşakla başbaşa kalacağız.

5. Dil yetersizliği, sonuçta işi, örnekleri sıkça görüldüğü gibi, derslerin çoğunun

rülen değişik çabalar var: örneğin, kimi ülkelerde dükkân vb. yerlere yabancı ad-lar verilmesi yasaklandı. Yasaklamalarla nereye varılır bilemiyorum, ama biz bütün bu çabaların uzağında, öğretim dilimizi bile Türkçeden kaçırıp İngilizceye emanet etme yolundayız.

Üniversiter öğretimde yabancı dil için önerimiz şu olabilir: Bütün üniversitelerin lisans düzeyinde İngilizce öğretime odak-lanmaları söz konusu olamaz. Bu mümkün olmadığı gibi yukarıda belirtilen sakıncalar dikkate alındığında, gerekli ve yararlı da değildir. Yeterli donanıma sahip olduğunu kanıtlayan üniversitelerin, özellikle yüksek lisans ve doktora düzeyinde İngilizce öğre-tim veren bölümleri olabilir. Ve o bölümlere, SAT ve Toefl benzeri düzey belirleme sı-navlarıyla yerli ve yabancı öğrenci alınabi-lir. Tekrar edelim: Dil öğretmek üniversitede filoloji dışındaki dalların işi değildir.

Kaynaklar1. Doğan Kuban, Medeniyetler İttifakı, Şoven ve Aptal Bir Batılı Uydurmadır, Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji Eki, 1.5.2009.2.Talat S. Halman, Türkçe için “Milli Misak”; Türk Dili Dergisi, Sayı 541, Ocak 1997. 3. Mümtaz Soysal, Dilde Sömürgeleşme, Hürri-yet, 30.12.1994. 4. Emre Aköz, Milliyet, 4.10.1996. 5. Bizim Gazete, 17.12.1996. 6. Ayrıntılar için bkz. Rıza Haluk Kul, Kültür Der-gisi, Sayı 98, Mart-Nisan 1993. 7. Prof. Dr. Ekrem Kadri Unat, Türkiye’de Yaban-cı Dille Yüksek Öğretim Sorunu, Türk Dili Dergisi Sayı 541, Ocak 1997. 8. Adnan Binyazar, Dil, yine dil…, Cumhuriyet Pazar eki, 28.8.20119. Ernst E. Hirsch, Anılarım (Kayzer Dönemi, We-imar Cumhuriyeti, Atatürk Ülkesi), Tübitak, 1997, s. 215. 10. A.g.y. s.236 11. Cumhuriyet, 9.3.1997.12. Bence bir dili, Çin ve Hindistan örneklerinde olduğu gibi, çok sayıda insanın kullanmakta ol-ması pek de önemli değil. Önemli olan bilim, tek-noloji, kültür, ekonomi bakımından gereksinimleri karşılamak üzere öğrenilmek isteği uyandırması.

*Yazının hazırlanmasında, 1.”Her Şeyin Mimarı Var” adlı kitabımdaki “Yabancı Dil Öğretimi mi? Yabancı Dille Öğretim mi?” 2. 1 Ocak 2000 tarihli Türk Dili dergisinde yayımlanmış, “Dilin Zengin-leşmesinde Üniversitelerin Yeri”.3. “Her Üniver-site Eğitim Dilini Kendisi Belirleyecek(miş)” (Yapı dergisi S.332, Temmuz 2009) başlıklı yazılarım-dan yararlanılmıştır.Bkz: www.doganhasol.net

Türkiye’nin sorunlarını birbirimizle İngilizce ya da Fransızca mı

tartışacağız? Öte yandan, düşünme eylemi en iyi şekilde anadille

oluşur. Bir bilim ve kültür adamı öncelikle kendi anadilini çok

iyi bilmeli, çok iyi kullanmalıdır. Toplumsal yapının bağlayıcısı

anadildir.

Page 31: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi 29

Eğitim kuşkusuz ülkelerin ve dünya-nın kaderinde , çok önemli bir yere sahiptir. UNESCO başkanı olarak

Mayor'un şu sözleri dikkat çekicidir : "Eği-tim yalnız temel insan hakkı değil, fakat toplumumuzu rahatsız eden sorunların çözümü için bir anahtardır. Eğitimsiz halk topluma tam olarak katılamaz ve orada gerçek bir demokrasi olamaz. Demokrasi-siz, sürdürülebilir kalkınma var olamaz ve kurma misyonunu taşıdığımız barış kültürü de olamaz."

Elbette ki ana okulundan yüksek öğre-timin en üst düzeyine kadar, eğitimin her aşaması ayrı ayrı toplumu etkilemektedir. Ancak, özellikle yaşamakta olduğumuz bil-gi çağında yükseköğretim ve üniversiteler başlı başına belirleyici bir eğitim aşaması niteliğini kazanmıştır. Yükseköğretimde teknik alanının özel bir yeri vardır.

Teknik eğitim ve özellikle mühendislik eğitimi diğer alanlara göre farklı bir geliş-me izlemiş, bazı ülkelerde üniversite yerine yüksek okullarda yerleştirilmiştir.

Dünyada yükseköğretim, doğal olarak, ülkeden ülkeye farklı şekilde gelişmiştir.

Yükseköğretim ve üniversite için tartışma-sız bir başlangıç tarihi vermek kolay değil-dir. Ama, 1088 yılında öğrenciler tarafından kurulan, öğrenciler tarafından yönetilen, rektörü de öğrenci olan ve finanse edilen öğretim kurumu Bologna Üniversitesi adıy-la üniversitelerin başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Öncesinde ve sonrasında doğuda batıda çağın koşullarına göre üst düzeyde eğitim veren eğitim kuruluşla-rından söz edilse bile örgütsel durumları, diploma verebilmeleri ve süreklilikleri açı-sından başlangıç kabulüne uygun bulun-mamışlardır.

Üniversitelerin önemli özelliklerinden biri sürekli ve gelenek sahibi olmalarıdır. Ger-çekten, 1520 yılından önce kurulmuş olup kesintisiz olarak bugüne erişen 80 kuruluş-tan 70'inin üniversite olması anlamlıdır.

Mühendislik Okullarının Kuruluş ve GelişimiMühendis yetiştirme amacına yönelik çağ-daş anlamda mühendislik okullarının kuru-luşu 18. yüzyılın ortalarında gerçekleşebil-miştir.

Mühendislik Eğitimi, Sorunlar ve Yetkin Mühendislik

Prof. Dr. Güngör EvrenİTÜ İnşaat Fakültesi

Türkiye'de mühendislik eğitiminin son 30 yılını ve özellikle son 15 yılını dikkatle değerlendirince, sayısal büyümeler öne çıkmaktadır. Büyük sayılar arasında geleceğimiz açısından yaşamsal önem taşıyan kalite kaygısı ve bu yöndeki gelişmeler yer bulamamıştır. Tüm mühendislik alanlarını bu bağlamda gözden geçirmek yararlı olur. Ancak bu yazı kapsamında mensubu olduğum inşaat mühendisliği alanında sınırlı bir değerlendirmeyle yetinmek istiyorum. Diğer mühendislik alanlarında da benzer durumlar söz konusudur…

Page 32: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi30

EĞİTİM DOSYASI

niyle 3 yıl sonra kapatıldı. 1759 yılında ye-niden açıldı, fakat dikkate değer bir varlık gösteremedi.

İstanbul Teknik Üniversitesi'nin kökeni olan ve 1773 yılında kurulan Mühendis-hane-i Bahri-i Humâyûn, nitelikleri ve gü-nümüze erişen sürekliliği ile Türkiye'de mühendislik eğitiminin başlangıcı sayıl-maktadır. Bu kurum, deniz kuvvetlerine mühendis yetiştirme amacı ile kurulmuştu. 1795 yılında da kara ordusunun mühendis gereksinimini karşılamak üzere Mühendis-hane-i Berri-i Hümâyûn açıldı. Bu iki okul bir süre eğitimlerini birlikte sürdürdüler.

Türkiye'de sivil hizmetlerde yararlan-mak üzere mühendis yetiştiren ilk mü-hendislik yükseköğretim kurumu, 1883'de

İnsanların yaşamlarını kolaylaştıracak araçlar yapma isteği ve amacı insanlığın tarihi kadar eskidir.

Endüstri devrimi öncesinde dünyanın bir çok köşesinde daha çok usta-çırak yaklaşımıyla mühendis yetiştirilmiştir. Yani o çağlarda mühendislik hizmeti verenler okullarda eğitilmiş insanlar değillerdi. Ta-rihçi Herodotos, Miletli Thales'in mühendis-lik uygulamalarından söz etmektedir. Bilim tarihçileri Thales'i aynı zamanda bilimsel çalışmaları yapan ilk bilim insanı olarak ta-nımlamaktadır.

18. yüzyılda mühendislik eğitimi gerek-sinimi ciddi olarak kendini gösterdi. Çünkü kurumsal eğitime dayanmayan, usta-çırak yöntemi ile uygulama süreci içinde yetiş-miş kişilerin mühendislik hizmeti sunmaları yetersiz kalıyordu. Endüstri devrimi, tekno-loji açısından, üretim araçlarında köklü de-ğişimlerin gerçekleştiği bir dönemi başlattı. Bu durum mühendislik eğitiminin önemini belirgin biçimde ortaya çıkardı ve bu yön-deki gelişmeler hızlandı.

İlk mühendislik eğitim kurumu olan Fransa'daki "Ponts et Chaussées"nin kuru-luş yılı 1747'dir.

Ülkemizde, 1734 yılında, yani Ponts et Chaussées'den 13 yıl önce Üsküdar'da açılan Mühendishane dönemin koşulların-da bir mühendis okulu niteliğini taşıyordu. Ancak yeniçerilerin karşı koymaları nede-

yönetim açısından Mühendishane-i Berri-i Hümayun'a bağlı olarak kurulan, Hende-se-i Mülkiye'dir. Bu okul öğretim sistemi olarak Fransa'daki "Ponts et Chaussées" yi model almıştır. Öğretim üyeleri olarak Mühendishane-i Berri-i Hümayun'da ders veren subay ve öğretim üyelerinden yarar-lanılmıştır. Okul 1909 yılında Nafıa Vekâle-ti'ne bağlanarak Mühendis Mekteb-i Ali-si'ne dönüştürülmüştür.

1928 yılına gelindiğinde, Okul Yüksek Mühendis Mektebi adını almış ve çıkarılan kanunla tüzel kişilik kazanmıştır. Bu önemli gelişmeyi dönemin Nafıa Vekili Behiç (Er-kin) Bey, şöyle anlatmaktadır : "... En iyi ka-litede mühendis yetiştirmek için neler gere-kiyorsa onları yerine getirmek lâzımdı. Yeni bir kanun, mektebe esaslı bir inkişaf imkânı verecekti. Bunun için de mektep idaresine selâhiyet tanımak lâzımdı. Onları bir takım şahıs ve makamların tesirinden uzak tuta-rak her türlü imkân ve huzur içinde ilmî ve teknik çalışmalar ile başbaşa bırakmak ka-naatinde idim. İlmî gelişme için birinci şart, tesirden uzak ve tam bir serbesti içinde çalışabilmektedir. İlim ve teknik çalışmalar, görünür ve görünmez bir takım müdaha-lelerle kayıtlandığı takdirde hakikate ulaş-manın, müsbet neticeye varmanın imkânı olamaz. Bu hususta da mürşidimiz büyük Atatürk idi. Bu düşüncemi başta Atatürk ol-mak üzere o zamanki Başvekil İsmet İnönü ve kabinenin muhterem üyeleri büyük he-yecanla ve takdirle karşıladılar."

4 Şubat 1928 tarihinde mühendislik eğitimi sorununa çözüm bulmak üzere üç gün süren kongre düzenlenmiştir. Bu kong-rede belirlenen esaslara göre 28 Mayıs 1928 tarihinde 1275 sayılı "Yüksek Mühen-dis Mektebi Hakkında Kanun" çıkartılmıştır. Bu kanunla tüzel kişilik kazanan ve "Yüksek Mühendis Mektebi" adını alan kurumda "Yol ve Demiryolu" bölümüne ek olarak "Su" ile "İnşaat ve Mimarî" bölümlerinde de öğ-retim verilmeye başlanmıştır.

1934 yılında başlatılan makine ve elekt-rik mühendisliği öğretimi ile Yüksek Mü-hendis Mektebi'nin öğretim alanı genişle-tilmiştir.

1941 yılında Bayındırlık Bakanlığı (Nafıa Vekâleti)'nden ayrılarak Milli Eğitim Bakan-lığı’na bağlanan kurum Yüksek Mühendis Okulu adını almıştır. Özellikle Osman Tevfik Taylan'ın müdürlük görevine getirilmesin-den sonra okul atılım niteliğinde gelişmeler göstermiştir.

1944 yılında okul üniversiteye dönüştü-

UNESCO başkanı olarak Mayor'un şu sözleri dikkat çekicidir: "Eğitim

yalnız temel insan hakkı değil, fakat toplumumuzu rahatsız

eden sorunların çözümü için bir anahtardır. Eğitimsiz halk topluma

tam olarak katılamaz ve orada gerçek bir demokrasi olamaz. Demokrasisiz, sürdürülebilir

kalkınma var olamaz ve kurma misyonunu taşıdığımız barış kültürü

de olamaz."

1088 yılında öğrenciler tarafından kurulan, öğrenciler tarafından yönetilen, rektörü de öğrenci olan ve finanse edilen öğretim kurumu Bologna Üniversitesi.

Page 33: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

31itü vakfı dergisi

mal öğretim, 14'ü ise ikinci öğretim progra-mı olmak üzere toplam 57 adet inşaat mü-hendisliği lisans programına 3481 öğrenci kabul edilmiştir. Bu üniversitelerden 52'si devlet, 5'i ise vakıf üniversitesidir. 2007-2008 öğretim yılı için giriş taban puanları-nın en yüksek değeri 358.902, en düşük değeri ise 280.123'tür.

2014-2015 öğretim yılında 70 devlet, 33 vakıf üniversitesi ile 11 Teknoloji Fakül-tesi içinde olmak üzere 114 üniversitede inşaat mühendisliği öğretimi yapılmaktadır. Bu üniversitelerde 47'si ikinci öğretimde ol-mak üzere 185 programa 10.363 öğrenci alınmıştır. Görülüyor ki, bu dönemde 7 yıl öncesine göre inşaat mühendisliği öğretimi yapılan üniversite sayısı tam iki katına, ikin-ci öğretim ve İngilizce öğretim programları-na kabul edilen öğrenci sayısı ise yaklaşık üç katına çıkmıştır. Taban puanlarının en yükseği 498.062, en düşüğü 196.359'tür. 2007-2008 öğretim yılı ile karşılaştırılınca; öğrenci sayısının çok yükseldiği, taban pu-anının düştüğü ve en yüksek taban puanıy-

rülmüştür. 1946 yılında çıkarılan 4936 sa-yılı kanunla İTÜ özerkliğe sahip üniversite kimliğine kavuşmuştur.

Yüksek Mühendis Okulu'nun son Mü-dürü olan Osman Tevfik Taylan İstanbul Teknik Üniversitesi'nin ilk Rektörü olmuştur.

1940'lı yıllar artık kendini kanıtlayan bir bilim yuvası, parlak günlere hazırlayan bir dönem olmuştur. Bu dönemde çağdaş mü-hendislik öğretiminin yolunu açan önemli ders planı ve ders içeriği düzenlemeleri ya-pılmıştır. Bu düzenlemelerin belirgin özelliği temel bilim ve temel mühendislik dersle-rinin ağırlık kazanması ve son yılda yapı, su, ulaştırma alanlarında kollara ayrılarak belirli ölçüde uzmanlaşmanın sağlanma-sıdır. Bu öğretimden mezun olanlara "yük-sek mühendis" diploması veriliyordu. Bu uygulama 1969-1970 öğretim yılına kadar sürmüş, bu dönemde iki kademeli sisteme geçilmiştir.

1975 yılında iki kademeli sisteme geçiş, (temel /temel mühendislik/ /uygulama /sos-yal bilim) derslerinin oranlarını ayarlamak ve haftalık ders saatlerini uygun düzeyle-re indirmek ve çağdaş eğitim gereklerine uyum sağlamak amaçlarına yönelik olarak önemli düzenlemeler yapılmıştır.

Son 30 Yılda Mühendislik Eğitimi Gelişimi: İnşaat Mühendisliği ÖrneğiTürkiye'de mühendislik eğitiminin son 30 yılını ve özellikle son 15 yılını dikkatle de-ğerlendirince, sayısal büyümeler öne çık-maktadır. Büyük sayılar arasında gelece-ğimiz açısından yaşamsal önem taşıyan kalite kaygısı ve bu yöndeki gelişmeler yer bulamamıştır. Tüm mühendislik alanları-nı bu bağlamda gözden geçirmek yararlı olur. Ancak bu yazı kapsamasında mensu-bu olduğum inşaat mühendisliği alanında sınırlı bir değerlendirmeyle yetinmek isti-yorum. Diğer mühendislik alanlarında da benzer durumlar söz konusudur.

1992 yılında inşaat mühendisliği öğre-tim kadrosunun %80'i BÜ+İTÜ+KTÜ+OD-TÜ+YTÜ’de toplanmışken, toplam öğren-cilerin %53'ü bu üniversitelerde öğrenim görüyordu. 1993 yılında bu üniversitelerin öğrenci payı %40'a düşmüştür. 23 üniver-siteden 11'inde öğretim üyesi 5 ya da 5'in altında idi. Bazı anabilim dalları öğretim üyesinden yoksun bulunuyordu.

1993-1994 öğretim yılında, inşaat mü-hendisliği eğitimi yapılan 25 üniversiteye 2176 öğrenci alınmıştır.

2007- 2008 öğretim yılında 43'ü nor-

la en düşük taban puanı arasındaki yelpa-ze ciddi ölçüde açılmıştır.

Görülüyor ki, son yıllarda üniversite ve mühendislik fakülteleri sayısal olarak sıç-rama niteliğinde bir büyüme göstermiştir. Aynı gelişme öğretim üyesi açısından sağ-lanamamış, öğrenci niteliği giderek düş-müş ve genelde öğretim koşulları ve öğre-tim kalitesi kötüleşmiştir.

Sonuç yerine... "Yetkin Mühendislik" kavramı üzerineGünümüzün mühendisinden beklenenler, kuşkusuz geçmiştekinden , daha ileridedir. Geleceğin dünyasında mühendislik, top-lumları yönlendiren en etkin meslek alanla-rından biri olacaktır. Bu nedenle mühendis-lik eğitiminin gözden geçirilmesi ve yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Verimli ve gü-venli bir üretim, doğayı ve çevreyi koruyan, sürdürülebilir bir kalkınma ancak çağdaş olanak ve yöntemlerle iyi yetişmiş mühen-dislerle gerçekleştirilebilir. Ahmet İnam, mühendisin donanımının hiçbir meslekte bulunmadığını belirttikten sonra şu görüşle-re yer vermektedir :" Hem bilim, hem bilimin uygulaması olan teknoloji, hem toplum, hem ekonomi ve üstelik estetik ve kültürel boyutu kattığınız zaman, mühendislik mesleğinin gerçekten 21. yüzyılda belki önümüzde-ki yüzyılda da dünyayı dönüştürmeye en yakın aday olabilecek bir meslek olduğunu düşünüyorum."

Bu görüşler bağlamında üniversitele-rimizin mühendislik bölümleri mezunlarını ülkemizi gelecekteki beklentileri doğrultu-

Son yıllarda üniversite ve mühendislik fakülteleri sayısal olarak sıçrama niteliğinde bir

büyüme göstermiştir. Aynı gelişme öğretim üyesi açısından sağlanamamış, öğrenci niteliği

giderek düşmüş ve genelde öğretim koşulları ve öğretim kalitesi

kötüleşmiştir.

Page 34: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

32 itü vakfı dergisi

EĞİTİM DOSYASI

Engineering) sınavı, mühendislik alanında en az 4 yıl iş deneyimi olan ve FE sınavı-nı geçmiş olan İTÜ lisans ve yüksek lisans mezunları için yapılacaktır. Bu deneyim ve birikimlerin ışığında, daha fazla gecikil-meden yetkin mühendislik uygulaması için yasal dayanağı olan düzenlemelerin yapıl-ması konusu üzerinde çalışılmalıdır.

Türkiye'de halen mühendislik tanımı ya-pan, yetki ve sorumluluklarını belirten yasa, 28 Haziran 1938 tarihli 3458 sayılı "Mühen-dislik ve Mimarlık Hakkında Kanun" dur. 77 yıllık bir yasa, doğaldır ki, o günün bilim ve teknoloji koşullarına göre hazırlanmıştır. Bir 77 yıldaki bilim ve teknoloji gelişimlerini düşünün, bir de bu yasaya sığdırılmaktan

sunda yeterli sayabilmek olanaksızdır. Mü-hendislik eğitimi veren kurumların tümünü, istenen nitelikteki mühendisleri yetiştire-cek düzeye eriştirme düşüncesi gerçekçi değildir. Nasıl yapıldığına ve niteliklerine bakılmaksızın her yapılana "yapılmış yapıl-mıştır" anlayışıyla değer biçen bir kültür ve alışkanlığın kalitesizliği cezalandırması ve iyiyi ödüllendirmesi beklenemez. Yani, ge-rekli önlemler alınmadığı taktirde, kalitesiz-lik kendisini sürdürecek ve kaliteyi engel-leyecek ortamı bulabilecektir. Bu durumda mühendislik diplomasına sahip olan herke-se mühendislik yetkisi verilmesi uygulama-sı sürdürülemez.

Bu nedenle mühendislik yetkisi kullana-bilmek için diplomanın yeterliliği konusunu ciddiyetle ele almak zorunlu hale gelmiştir. Mühendislik yetkisi diploma alındıktan son-ra, ABD ve Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, deneyim süreci içinde bir eğitimin sonun-daki sınavlarla yeterliliklerini kanıtlayanlara verilmelidir.

TMMOB'nin ve İnşaat Mühendisleri Odası (İMO)'nın bu konudaki çalışmaları-nın başlangıcı 20 yıl öncesine uzanmakta-dır. İMO Yasası'na dayanan ve 1 Temmuz 2005'te yürürlüğe giren Yetkin Mühendislik Yönetmeliği ile uygulamayı başlatmıştır. Yönetmelikte amaç; "kişiler ve kamu yararı ile etik ilkelerine uygun, bilimsel gerekler ve çağdaş tekniklere dayalı, üstün nitelikli ve güvenilir mühendislik hizmetlerinin su-nulması ve bu hizmetlerle ilgili yanlış uy-gulamaların önlenmesini sağlamak" olarak belirtilmiştir. Açılan dava sonucunda, yö-netmelik için Danıştay tarafından 2005 yı-lında yürütmeyi durdurma ve 2007 yılında da iptal kararı alınmıştır. Ardından 2007 ve 2009 yıllarında yinelenen yönetmelik giri-şimleri de başvuru üzerine Danıştay'ın iptal kararı ile sona ermiştir. Bu süreç uygula-ma olanağına kavuşamasa da TMMOB'de önemli bir bilgi birikiminin oluşmasını sağ-lamıştır.

İTÜ ise, Türkiye'de ilk kez ABD'nin Yet-kin Mühendislik sınavı yapan kurumu Ulu-sal Yetkin Mühendislik Sınav Konseyi (Na-tional Council of Examiners of Engineering and Surveying) ile yapmış olduğu anlaş-maya dayanarak İTÜ mezunları için yetkin mühendislik sınavlarını yapmaktadır. 2012 ve 2013 yıllarında İTÜ son sınıf öğrencile-rinin katılımıyla yetkin mühendislik birinci aşama FE (Fundamentals of Engineering) sınavını gerçekleştirmiştir. Nisan 2015 'de ikinci aşama PE (Principles and Practice

vazgeçilmeyen mühendisliğimizi. Küçük düzenlemelerin, düzeltmelerin değil, kök-ten çözümlerin zamanıdır artık.

KaynaklarOmay, E., Mühendislik Eğitiminin Sosyo-Ekono-mik Temeli, Teknik Eğitim; Dünü Bugünü ve Ge-leceği Kongresi, İTÜ,1983.Çeçen, K., İstanbul Teknik Üniversitesi'nin Kısa Tarihçesi, İTÜ Bilim ve Teknoloji Tarihi Araştırma Merkezi, İstanbul 1990.Evren, G., "Türkiye'de İnşaat Mühendisliği Öğre-timinin Son 30 Yıl İçindeki Gelişimi", İnşaat Mü-hendisliği Alanında Son Otuz Yıldaki Gelişmeler, İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi, Ara-lık 1984. ------------, İnşaat Mühendisliği Eğitiminde Türki-ye Gerçeği, TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası, Eylül 2008.Çıtıpıtıoğlu, E., Wasti, T., "Profesyonel Mühendis-lik" Ünvanı Hakkında Görüşler, Türkiye Mühen-dislik Haberleri, Ekim 1993.-------------, TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Yetkin Mühendislik Uygulaması, Türkiye Mühen-dislik Haberleri, 2005/3. Kafesçioğlu, R., Yüksek Mühendis Mektebi'nde Eğitim ve Yönetim, İTÜ Bugün ve /Gelecek, İTÜ Vakfı Dergisi, Nisan-Mayıs 2014.-------------, İnşaat Mühendisliği Eğitimi Vizyon Raporu 2014, TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası,2014.-------------, 2014-2015 Yılı İnşaat Mühendisliği Bölümü Kontenjanlarının Dağılımı, TMMOB İn-şaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi bilgi notu, Mart 2015. İnam, A., Mühendislik Bilinci, Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji Dergisi, 11 Ocak, 2008.

Günümüzün mühendisinden beklenenler, kuşkusuz

geçmiştekinden , daha ileridedir. Geleceğin dünyasında mühendislik,

toplumları yönlendiren en etkin meslek alanlarından biri olacaktır. Bu nedenle mühendislik eğitiminin

gözden geçirilmesi ve yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Verimli ve güvenli bir üretim, doğayı ve çevreyi koruyan,

sürdürülebilir bir kalkınma ancak çağdaş olanak ve yöntemlerle

iyi yetişmiş mühendislerle gerçekleştirilebilir.

Page 35: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

“Meşru mazeret makbul değildir”

1922 yılında Mühendis Mektebi’nin öğretim yönetmeliğinde böyle bir madde varmış. Babam, Yusuf Na-

zir Toğrol, başparmağının kopmasına yol açan bir kaza nedeniyle on beş gün mek-tebe gelememiş, Topoğrafya ara sınavını kaçırmış. Sağlık raporu meşru mazeret oluşturduğu için kabul edilmeyince, bütün sınavları verdiği halde mezun olması müm-kün olmuyormuş. Mektep kurulu toplanmış, yönetmeliğin amir hükmü nedeniyle bir şey yapılamayacağına karar vermiş. Ho-cası Mimar Kemalettin Bey, kurulun tekrar toplanmasını sağlamış, yönetmelik hükmü-nün mantıksızlığını savunmuş; karar değiş-memiş. Evde anne, anne-anne, dede var. Onlara da açılamamış. Sonra dede duru-mu anlayıp sorguya çekince çare aramış, aklına sınıf arkadaşı olan, o zamanki Sad-razam’ın müsteşarı gelmiş. Ona gitmiş, an-latmış. O da “Meşru mazeret nasıl makbul olmaz, ben bu konuyu Sadrazam Paşa’ya anlatayım” demiş. O tarihte olay kime an-

latıldı ise “böyle şey olmaz!” demiş. Sadra-zam da bu maddeyi yanlış bulmuş, Nafia Nazırı’na söylemiş, (O tarihte Mektep halâ Nafia Nezareti’ne bağlı) “Bunu halledin” demiş. Nazır da Mektep Müdürü’nü ara-mış, “Halledin” demiş. Sonunda yönetme-liğin hükmünü aşmak için şöyle bir çare bulmuşlar: Topoğrafya dersinin okutulduğu yıldan başlayarak okutulan bütün derslerin sınavlarını tekrar verdirmişler. Mühendis Mektebi’nde babam, 1912’de Mektebe başlayıp bir yıl öğrenim görüp Balkan Sa-vaşı (1912-1913) yüzünden Mektebin bir yıl kapalı kalması nedeni ile öğrenimine ara vermiş, Mektep açılınca iki yıl okumuş, bu kez Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) çık-mış, askere almışlar, dört yıl sonra terhis ol-muş, tekrar Mektebe başlamış, yönetmelik maddesi de aşılınca 1922 yılında mezun olmuş.

İstanbul Teknik Üniversitesi’ni ne kadar tanıyoruz? Tanımamızı engelleyen ön yar-gılar var mıdır, nelerdir? İnanıyorum, İTÜ Vakfı Dergisi’nin sayın okuyucularının hep-sinin İstanbul Teknik Üniversitesi ile ilgili

Zamanın Örgüsüİstanbul Teknik Üniversitesi

İstanbul Teknik Üniversitesi, yurdumuzun en eski ve en başarılı eğitim-öğretim kurumlarından birisi olarak kendisinden beklenenler gerçekleştirebilecek, yükseköğretimdeki gelişmeleri yönlendirebilecek altyapıya sahiptir ve gelişmelere öncülük edecek konumda bulunmaktadır. Üniversite’nin en büyük eseri mezunlarıdır. Mühendislerin birtakım temel değerlere sahip olması gerekir. Mezunlarımızın sahip oldukları, tutarlı kişisel ve meslekî ahlâk her türlü takdirin üstündedir…

Prof.Dr. Ergün TOĞROLİTÜ İnşaat Fakültesi

Mühendis Mektebi’nin ilk sivil müdürü Mehmet Refik Fenmen.

1928 yılında Nafia Vekili Behiç Erkin’in çabası ile mektebe tüzel kişilik verildi, adı “Yüksek Mühendis Mektebi” oldu.

33itü vakfı dergisi

Page 36: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

34 itü vakfı dergisi

EĞİTİM DOSYASI

retim yapan kurumlar ve üniversiteler bu-lunmaktadır.

Üniversiteleri diğer yükseköğretim kurumlarından ayıran en önemli özellik, üniversitelerin sadece bir konuda meslek diploması veren kurumlar değil, fakat öğ-rencilerine yüksek değerler kazandıran eğitim kurumları olmalarıdır. Üniversite öğ-rencilerinden beklenenler, insan haklarına saygılı, insanî değerlere sahip bireyler ola-rak yetişmeleridir. İnsanî değerler, ahlâk ve kültürdür. Eğer bir yükseköğretim kurumu öğrencilerine bu değerleri kazandıramı-yorsa kapısına hangi tabelayı asarsa assın üniversite sayılamaz.

Genellikle, ülke nüfusunun her 1 milyon kişisi için bir üniversiteye gereksinim oldu-ğu söylenilir. Bazı durumlarda, yerel kalkın-mayı teşvik etmek ve desteklemek için de üniversiteler kurulmaktadır. Doğal olarak böyle durumlarda kamu kaynaklarından büyük yatırıma gereksinim duyulur. Geliş-miş ülkelerde dahi, bu amaçla kurulmuş üniversiteler vardır. Finlandiya’da Juensu Üniversitesi, Fransa’da Perpignon Üniver-sitesi gibi.

anıları, Üniversite’nin geçirdiği dönemler ve gelişmeleri konusunda bilgileri vardır. 1950’de, liseyi bitirdiğim zaman, başarılı lise mezunları için İTÜ tek adresti. Öğren-ci sayısı azdı, yükseköğrenim kurumlarının sayısı azdı, mezunların iş olanakları azdı; ama orta öğrenim şimdikinden daha kaliteli idi ve İTÜ ülkenin en başarılı öğrencilerini alıyordu. Mezunları arasından birçok bü-yük bilim adamı, toplumda temayüz etmiş birçok insan, Başbakan, Cumhurbaşkanı olmuş politikacı çıktı. İTÜ’nün toplumdaki bugünkü yeri, 1883 yılında Mülkiye Mühen-dis Mektebi’nin kurulmasından günümüze kadar, görevli öğretim üyelerimizin ve me-zunlarımızın çabaları, emekleri, yurt içinde ve yurt dışındaki başarılı çalışmaları ile ger-çekleştirildi. İstanbul Teknik Üniversitesi, örnek bir üniversite oldu.

YükseköğretimGenel olarak eğitim-öğretim kurumları üçe ayrılır: İlköğretim, ortaöğretim ve yükseköğ-retim. Yükseköğretim kurumlarının içerisin-de akademiler, teknik okullar, polis koleji, sağlık koleji gibi özel konularda eğitim-öğ-

Üniversitelerin iyi veya daha iyi olma-larına karar verilmesi karmaşık bir konu-dur. Doğal olarak, böyle bir sınıflandırma yapılabilmesi için, “başarı kriterleri”nin tanımlanması gerekir. Öğretim Üyelerinin yaptıkları bilimsel yayınların, aldıkları atıf-ların sayılması bir kriter olarak görülebilir, tek kriter değildir. Bir başka kriter öğrenci tercihleridir. Şurası da dikkatlerden kaçma-malıdır ki, başarılı görünmek isteyen birçok kurum, şu veya bu şekilde, başarı kriterle-rini çarpıtmaktan kaçınmamaktadır. Belki, bu çerçevede devamlılık iyi bir gösterge olabilir.

Günümüzde, büyük üniversitelerin eği-tim-öğretim alanındaki görevleri yanında topluma karşı olan görevleri ön plana çık-maktadır. Gerçi, üniversitede yapılan araş-tırmalar, öğretim üyelerinin zaman zaman verdikleri bilimsel raporlar, açıkladıkları dü-şünceler bir anlamda toplumun yararınadır. Gene de, daha genel çerçevede, üniver-sitenin toplumdaki izlenimi, etkisi, çağdaş üniversite anlayışı ile özdeşleşmektedir.

Burada, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin yükseköğrenimdeki yerini, yükseköğretim kurumlarına başvuran adayların sayılarına bakarak irdeleyebiliriz. ÖSYS Merkezi’nin 2014 yılı raporuna göre, yükseköğrenim

Üniversite Birinci tercih Toplam yerleştirilen öğrenci sayısı

Birinci tercihi olanların yüzdesi

İTÜ 542 2940 0.18

Boğaziçi Üniv. 937 1860 0.50

İ.D. Bilkent Üniv. 572 2301 0.25

Hacettepe Üniv. 1906 7035 0.27

Koç Üniv. 253 969 0.26

ODTÜ 802 3535 0.24

Sabancı Üniv. 80 756 0.11

Yıldız T.Ü. 338 3640 0.09

Üniversite Yerleştirilen toplam

Tercihler

1. 2. 3. 4. 5.

İTÜ 2940 542 (0.18) 482 (0.16) 403 (0.14) 299 (0.10) 259 (0.09)

Boğaziçi Ü. 1860 987 (0.50) 359 (0.19) 200 (0.11) 111 (0.06) 84 (0.05)

İD Bilkent Ü. 2301 572 (0.24) 537 (0.23) 390 (0.17) 220 (0.10) 152 (0.07)

Hacettepe Ü. 7025 1906 (0.27) 1103 (0.16) 703 (0.10) 555 (0.08) 389 (0.06)

Koç Ü. 969 253 (0.26) 226 (0.23) 170 (0.16) 110 (0.11) 66 (0.07)

ODTÜ 3535 862 (0.24) 755 (0.21) 518 (0.15) 334 (0.09) 242 (0.07)

Sabancı Ü. 756 86 (0.11) 107 (0.14) 129 (0.17) 92 (0.12) 89 (0.12)

Yıldız T.Ü. 3640 338 (0.09) 404 (0.11) 407 (0.11) 377 (0.10) 319 (0.09)

Tablo 1: Yerleştirilen adayların birinci tercihleri

Tablo 2: Yerleştirilen adayların 1.,2.,3.,4.,5. tercihleri

İTÜ’nün toplumdaki bugünkü yeri, 1883 yılında Mülkiye Mühendis

Mektebi’nin kurulmasından günümüze kadar, görevli öğretim üyelerimizin ve mezunlarımızın

çabaları, emekleri, yurt içinde ve yurt dışındaki başarılı çalışmaları

ile gerçekleştirildi. İstanbul Teknik Üniversitesi, örnek bir

üniversite oldu.

Page 37: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

35itü vakfı dergisi

artmasına, başka sorunları birlikte getir-mesine yol açmaktadır.

Özetle şunu söylemek isterim ki, küçük yaşta yabancı dil öğrenmemiş, Türkçe’yi iyi bilmeyen, yabancı dil öğrenmek için vakti ve istidadı olmayan öğrencilere, kendisi de yabancı dili zor konuşan öğretim üyeleri ile eğitim-öğretim yaptırmak, yapılabileceğini varsaymak zaman ve kaynak israfıdır.

Popüler ÜniversiteBir tarihte komşu bir ülkeyi ziyaret ettiği-miz günlerde, Rektör seçimi yapılıyordu. Rektör ve 6 yardımcısı için, siyasi partiler tarafından desteklenen, belediye seçimle-rini andıran kapsamlı bir mücadele vardı. Sokaklarda afişler asılı idi, gömleklerinde destekledikleri tarafı gösteren işaret ve yazılar taşıyan öğrenciler sokaklarda dola-

kontenjanlarına başvuran 2.126.684 aday-dan1.987.488’i sınava girmiş, testlerde doğru cevap verme yüzdesi (son üç yılda) % 40 civarında olmuştur. 140 ve daha yu-karı puan alanların yüzdesi, kız adaylar için %46, erkek adaylar için %87; 180 ve daha yukarı puan alanların yüzdesi kız adaylar için %72, erkek adaylar için %66 olmuştur.

ÖSYS Merkezi tarafından verilen bil-gilere göre, adaylar, 207 yükseköğretim kurumu için başvuru yapmıştır. Bu kurum-lardan 104’ü devlet üniversitesi, 69’u vakıf üniversitesi, 8’i meslek yüksekokulu, 31’i yurt dışındaki yükseköğretim kurumlarıdır. Devlet üniversitelerine 58.177, vakıf üniver-sitelerine 96.301, yurtdışındaki üniversite-lere 1593 öğrenci yerleştirilmiştir.

Çeşitli üniversitelere başvuran ve yer-leştirilen öğrenci adaylarının sayıları ve birinci tercihine yerleştirilenlerin sayılarını gösteren bir karşılaştırma Tablo 1’de özet-lenmiştir.

Tercihlerin ne ölçüde karşılandığını gör-mek için yapılan başvuruların kaçıncı tercih olarak o kurumu istediğini gösteren daha ayrıntılı bir tabloya bakmak gerekir (Tablo 2).

Yabancı Dilde Eğitim Son yıllarda, biraz da öğrenci tercihlerini yönlendirmek amacıyla, bir çok yükseköğ-retim kurumunda yabancı dilde eğitim-öğ-retim yapılmasına başlanılmıştır. Yabancı dilin küçük yaşta kazanılması daha kolay ve daha kalıcıdır. Yükseköğretim yaşına gelmiş bir öğrenciye yabancı dili öğret-mek zor ve zaman alıcı bir çabadır. Müm-kündür; dil laboratuvarları, anadili yaban-cı dil olan öğreticiler ve öğrencilerin dil öğrenimine konsantre olacak zamanları varsa. Örnek olarak Boğaziçi Üniversite-si’nde eğitim-öğretimin İngilizce dilinde olması gösterilir. Robert Kolej, bir devlet üniversitesi olmak üzere devredilirken tek koşul, eğitim-öğretim dilinin muhafa-zası olmuştur. Üniversite’nin ilk yıllarında ortaöğretimden başlayarak yabancı dil öğrenmiş öğrenciler bu sisteme kolaylık-la intibak etmişlerdir. İngilizceleri yetersiz olan öğrenciler, öğrenimlerini Meslek Yük-sekokulu’nda Türkçe olarak sürdürmüştür. 1982’den sonra Üniversite’nin bütününde İngilizce eğitim-öğretime geçilince, Hazır-lık sınıfına ağırlık verilmesi gerekmiş, Ha-zırlık öğrenimi iki yıla çıkarılmış, sınavların hazırlanması için uzmanlardan oluşan bir “Testing Office” kurulmuştur. Hazırlık sını-fının iki yıla çıkarılması, öğrenci sayısının

şıyordu. Seçim konusunu bu kadar büyüt-menin üniversiteye ne kadar yararlı olduğu tartışılabilir.

İstanbul Teknik Üniversitesi’nde Rektör seçimi daima yapılmıştır. Yüksek Mühen-dis Mektebi haline dönüşürken kurumun yönetmeliğinde Alman“Technische Hochs-chule” sisteminin esas alındığı anlaşılmak-tadır. Şöyle ki, üniversite idari ve mali konu-larda, atanmış bir Genel Sekreter (Curator) tarafından yönetilmekteydi. Bu sistemde, Rektör daha çok akademik konularda söz sahibi idi. Bir başka söyleyişle, Rektör makamında bulunmasa da üniversitede işler yürüyordu. Fakülteler malî bakımdan bağımsızdı. Bütçelerini TBMM’den alırlar ve ita amiri Dekan olurdu. Buna karşılık, Kürsüler, Fakülte Kurulları ve Senato yetkili kurullardı.

Kadro sıkıntılarının birçok üniversitede yakınmalara yol açtığı bir dönemde Ekim 1960’da 115 sayılı Kanun, 1973’te 1750 sayılı Kanun, eylemli/eylemsiz, üniversite doçenti/üniversite profesörü gibi kavram-ları getirdi; kadro sıkışıklıkları, ya da terfi etmek için kürsü başkanının emekli olması-nın beklenmesi zorunluluklarını bir ölçüde ortadan kaldırdı.

2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu, mevcut sistemi radikal bir şekilde değiştir-di. İdarî ve malî konularda, ita amiri olarak üniversitenin tüm yetkisi Rektör’e verildi. Kurulların, daha önceki yıllardaki düzenle-

Üniversitelerin iyi veya daha iyi olmalarına karar verilmesi karmaşık

bir konudur. Doğal olarak, böyle bir sınıflandırma yapılabilmesi için, “başarı kriterleri”nin tanımlanması

gerekir. Öğretim Üyelerinin yaptıkları bilimsel yayınların, aldıkları atıfların sayılması bir

kriter olarak görülebilir, tek kriter değildir. Bir başka kriter öğrenci

tercihleridir.

Mühendishane-i Berri-i Hümayun Sahra Topçu talebeleri.

Page 38: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

36 itü vakfı dergisi

EĞİTİM DOSYASI

madan mektep müddeti beş seneye iblağ olundu. İlk sınıf 1304 (1888)’de beş sene tahsil –üzerinden mezun oldu. Mektebe yir-mi kişi dahil olduk 13 efendi mezun oldu. …Sene arasında hususi imtihanlar var idi ve tahrîrî olurdu. Umumî imtihanlar şifahî olurdu. O vakit imtihanlar diğer askerî mek-teplerde olduğu gibi Şaban ayı içerisinde olur ve Ramazan’da talebe sılaya gider ve-yahut istirahat mezuniyeti olur ve Bayram ertesi derslere başlanırdı. … İmtihanlar çok sıkı idi. Mümeyyizler hem askerlerden hem Nafia Nezareti'nden idi…. Talebelerin almış oldukları maaş: 1. Sene 30, 2. Sene 60, 3. Sene 80, 4. Sene 110, 5.sene 180 kuruş idi. Elbiseler dahili ve harici idi. Dahililer şayak ceket pantolon ve mes, kundura idi. İç çamaşırlarını da verirlerdi. Harici elbise ikinci nevi alâkazmir çuhasından ceket ve pantolon ve içi kırmızı çuha kaplı kollu ve kukulatalı şayak kaput ve fes verirlerdi…Tedrisat günde üç ders idi. Perşembe gün-leri iki ders idi. Ameliyat da vardı. Topoğraf-

yici yetkisi kalmamıştı. YÖK çok geniş bir şekilde eleştirildi. Eleştirenler, bazen ‘2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nu, bazen ‘Yükseköğretim Kurulu’nun icraatını, bazen de mensubu bulundukları “yükseköğretim kurumu"nu eleştiriyorlardı. 1991’de Rek-tör’ün seçimle gelmesini amaçlayan bir kanun tasarısı, TBMM’deki görüşmeler so-nunda, üniversitelerin 6 aday seçmesi, bu 6 adayın Yükseköğretim Kurulu tarafından 3’e indirilerek Cumhurbaşkanlığı’na sunul-ması, Cumhurbaşkanı’nın bu üç adaydan birisini Rektör ataması biçimine girdi. Şimdi bu sistem uygulanmaktadır.

İstanbul Teknik Üniversitesi’nin TarihiTürkiye’de mühendisliğin gelişmesi yazı-lırken İstanbul Teknik Üniversitesi’nin tarihi önemli bir yer tutmaktadır. 1773 tarihinden başlayarak önce Mühendishâne-i Bahrî-i Hümâyûn, daha sonra kara mühendisliği okulu olan Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyûn kuruldu. Üçüncü Selim, Mühendishânelerin ve Kumbaracı Ocağı’nın yönetim şeklini, kadrosunu, görevlerin ve malî kurallarını belirleyen bir kanunname yayınladı. Mühen-dishâne hocalarının dış etkilerden korunma-sı amacı ile 1795 kanunnamesinde, ”Hangi tarikten olursa olsun tarikleri kaydolunmayıp cünh-i azimesi veyahut terki veyahut emr-i hak zuhuru vuku bulmadıkça azli ve infisal-den vareste olarak teyiden hoca olmaları meşrut kılına …” denilmektedir. Bu hükümler hocaları baskılara karşı korumakla kalmadı, eğitim-öğretim düzeyinin yükselmesine de yaradı.1825 yılında Yeniçeri Ocağı’nın kaldı-rılması ile Mühendishâne-i Bahrî ve Mühen-dishâne-i Berrî birbirinden ayrıldı, birincisi Heybeliada’ya taşındı.

18.Yüzyılda mühendislik askerlik mes-leğinin bir bölümü idi. Askerî olmayan mü-hendislik eğitim-öğretimi 1883’de kurulan “Hendese-i Mülkiye Mektebi” ile başladı. Karaca (2012), ilk sınıfın 1 Kasım 1884’te eğitime başladığını yazmaktadır. İstan-bul’da yayınlanan gündelik gazeteleri tara-dık, ilkokul açılışlar dahi kaydedilmişti. Mü-hendis Mektebi’nin açılışı ile ilgili bir habere rastlamadık. Belki de o kadar önemsenme-mişti. Hendese-i Mülkiye Mektebi’nin ilk mezunlarından olan dedem Şevket Gü-nal’ın hatıralarında (Uluçay, Kartekin, 1958) açılış tarihi 1299 (1883) olarak verilmekte-dir. Mektebe kaydolan öğrenciler, bugünkü tanımı ile ‘tam burslu” idi. “Hendese-i Mül-kiye 1299’da teessüs etti. Dört sene üzeri-ne tesis edildi. Henüz dört sene ikmal olun-

ya için araziye çıkılır idi….Bazı kitaplar tab olunmuştu ve bir kısımları için hocanın tak-riri üzerine not tutulur ve talebe dersi o not-lardan hazırlardı. Kitaplar Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyûn matbaasında tab edilmiş-ti…Mektep mezunları, Nafia Nezareti’nde Nazır’ın huzurunda Demiryolları, Turku-u Muabir Müdürleri vesair erkân hazır olduğu halde çekilen kur’a üzerine 13 mezundan 3’ü Demiryolları Komiser Muavinliğine, 10’u Vilâyet Başmühendis Muavinliklerine biner kuruş maaşla tayin edildiler…”

Mektep Harbiye Nezareti’ne bağlı idi. Mezunlarına askerî rütbe veriliyordu. 1909 yılında Mektep Nafia Vekâleti’ne bağlandı, adı Mühendis Mektebi oldu. İlk sivil mü-dürlüğe Mehmet Refik Fenmen getirildi. Mektep Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Sa-vaşı sırasında büyük güçlüklerle karşılaştı, 1915 ve 1921 yıllarında hiç mezun verme-di. 1909-1928 yılları arasında 237 mühen-dis mezun oldu.

1928 yılında Nafia Vekili Behiç Erkin’in çabası ile mektebe tüzel kişilik verildi, adı “Yüksek Mühendis Mektebi” oldu.1929 tarihinde kabul edilen yeni yönetmelikte, “Mektep Müdürü” unvanı “Rektör” ile de-ğiştirilmiş, Müderrislerin (O zamanki pro-fesörler) kendi aralarından üç senede bir seçecekleri üç adaydan birinin “Nafia Ve-kili tarafından tayin ve memuriyeti Cumhur Reisi tarafından tasdik edilmek suretiyle” göreve getirilmesi kabul edilmişti.

1933 yılında Darülfünun’un kaldırılması ve İstanbul Üniversitesi’nin kurulması sıra-sında, kanuna “Yüksek Mühendis Mekte-

Son yıllarda, biraz da öğrenci tercihlerini yönlendirmek amacıyla, bir çok yükseköğretim kurumunda

yabancı dilde eğitim-öğretim yapılmasına başlanılmıştır. Yabancı

dilin küçük yaşta kazanılması daha kolay ve daha kalıcıdır.

Yükseköğretim yaşına gelmiş bir öğrenciye yabancı dili öğretmek zor

ve zaman alıcı bir çabadır.

Mühendishane-i Berri-i Hümayun (Halıcıoğlu).

Page 39: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

37itü vakfı dergisi

gelişmekte olan bilim ve tekniğin gereği uyarınca bir kısım laboratuvarları moder-nleştirmek ve yenilerini kurmak için te-şebbüse geçmiştir…. Program gereğince, binaları tamamlanacak olan fakültelerimiz, inşaatın tümünün bitirilmesi beklenmeden, yeni kampüse taşınacaklar ve öğretime yeni tesislerde devam edeceklerdir….” Bu ifadelerden Üniversite’nin bütünü ile yeni kampüse taşınmasının amaçlandığı anla-şılmaktadır.

Ayazağa Yerleşkesi'nin geleceği ile ilgili ikinci karar 2547 sayılı Yükseköğre-tim Kanunu çerçevesinde yükseköğretim kurumları yeniden düzenlenirken ortaya çıktı. O tarihte, Maçka’da İnşaat, Mimarlık, Elektrik, Makine Fakülteleri fiilen çalışıyor, adeta yeni bir üniversitenin çekirdeğini oluşturuyordu. Yükseköğretim Kanunu, bir üniversitede aynı isimde iki fakülte olma-sına karşı idi. Maçka’daki fakülteler için birkaç seçeneğin öne sürüldüğü anlaşılı-yor. Bunlardan birisi, İstanbul Üniversitesi bünyesinde Mühendislik Fakültesi olmak, ya da Ayazağa Yerleşkesi’nde yeni bir üniversite oluşturmak. O zaman İstanbul Teknik Üniversitesi yönetiminde söz sa-hibi olan Öğretim Üyelerinin çabaları ile Taşkışla, Maçka, Gümüşsuyu, Ayazağa yerleşkeleri birleştirildi. Fakülteler, labo-ratuvarlar yeni yerlerine taşındı. Ne Aya-zağa Yerleşkesi’nin oluşturulmasında, ne de Yükseköğretim Kanunu’ndan meydana gelen yeni durumda öğretim elemanları-nın görüşlerine başvurulmadı.

İngiltere’de 1986 yılında yükseköğretim ile ilgili mevzuatın düzenlenmesine öna-yak olan Bayan M. Thacher’e fahri doktora verilmesi için, adet olduğu üzere oylarına başvurulan Oxford Üniversitesi’nin (M.A.

bi’nin İstanbul Üniversitesi teşkilatı arası-na almaya İcra Vekiller Heyeti mezundur” maddesi konuldu; fakat uygulanmadı.

1936 yılında Nafia Vekili Ali Çetinka-ya’nın döneminde “Konya Ovası Sulama İdaresi” ile ilgili kanuna eklenen bir madde ile Mekteb’in tüzel kişiliği kaldırıldı.

1941 yılında Mektep Bayındırlık Bakan-lığından alınarak Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlandı, adı Yüksek Mühendislik Oku-lu oldu. 1944 yılında çıkarılan bir kanunla İstanbul Teknik Üniversitesi kuruldu. 1883 yılında Hendese-i Mülkiye Mektebi’nin ku-ruluşundan 1934 yılına kadar, Mektep esas olarak inşaat mühendisliği öğretimi yaptı.

Yerleşke Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nin yeni bir anlayışla kuruluşu akademik çevrelerde büyük bir heyecan yarattı. İlginç yenilikler vardı. Üniversite’nin bir Mütevelli Heyeti vardı. Öğretim Üyeleri’ne 10 ay çalışıp 12 ay maaş alma, iki aylarını araştırma, kitap yazma, seyahat etmeleri olanağı tanınıyor-du. Bir süre sonra, bileşik kaplar kanunu gerçekleşti, öğretim üyeleri on iki ay çalışıp on iki ay maaş almaya başladılar. Mütevelli Heyeti’ni toplum yaşamında çeşitli konular-da seçkinleşmiş, üniversiteye yeni hedefler gösterebilecek kişiler yerine diğer üniversi-telerin öğretim üyeleri oluşturmaya başladı.

Değişikliklere rağmen ODTÜ başarılı bir yükseköğretim kurumu olmuştu. O ta-rihlerde, birçok kimse, başarının kaynağı-nı üniversitenin yerleşke sahibi olmasına bağlıyordu. Sanıyorum, bu düşüncelerle, Sayın Süleyman Demirel’in ilk Başbakan-lığında kendisine başvuruldu ve Ayazağa Yerleşkesi’nin tahsisi sağlandı. Ayazağa’ya kısmen veya tamamen taşınılması tartışma konusu idi. Senato üyesi olan hocam Ord.Prof.Dr-Ing. Hamdi Peynircioğlu’nun Taş-kışla ve Gümüşsuyu binalarının bir ‘şehir üniversitesi’ olarak muhafaza edilmesini, Ayazağa’da İTÜ destekli yeni bir üniversi-te kurulmasını savunduğunu hatırlıyorum. Bu görüş fazla rağbet görmemiş olacak ki, Ayazağa’da planlama ve yapım çalış-malarına hemen başlanıldı.“Cumhuriyet’in 50. Yılı, Üniversite’nin kuruluşunun 200. Yılı” nedeni ile hazırlanan broşürde, Rektör Prof.Dr. Galip Sağıroğlu, “1967 yılından bu yana, artan öğrenci sayısını göz önünde tu-tan Senatomuz, bu önemli ihtiyacı karşıla-mak amacıyla yeni bir üniversite kampüsü-nün kurulmasını kararlaştırmış ve İTÜ’nün kapasitesini üç katına çıkarmak, her gün

ünvanı taşıyan) mensupları, oyları ile fah-ri doktora verilmesini önlemişlerdi. Acaba Ayazağa Yerleşkesi’ne kısmî nakil konu-sunda bir oylama yapılamaz mıydı?

Üniversite ve İnşaat Mühendisliği Eğitimi Son yıllardaki siyasal ve teknolojik gelişme-ler, günümüz toplumlarını etkilemekte ve yükseköğretim kurumlarından beklentileri-mizi artırmaktadır. Çağdaş toplumlar, üni-versiteleri daha etkin, daha verimli olmaya zorlamakta, bir yandan da hesap verebilir olmalarını beklemektedir.

Bilim ve teknolojideki hızlı gelişmeler, ekonominin büyük önem kazanması, artan demokratikleşme çabaları, genel ve yükse-köğretime talebi büyük ölçüde artırmıştır. Yükseköğretim kurumları, bugün daha ge-niş, daha çeşitli bir öğrenci nüfusuna hiz-met vermek durumundadır.

Toplum üniversitelerden eğitim-öğretim-de öncü olmalarını, meslek eğitimini yön-lendirmelerini, ileri araştırmalar yapmalarını bekler. Üniversiteler masraflı kurumlardır, iyi üniversitelerin masrafları daha da çoktur. Bu bakımdan üniversiteye yönlendirilen kay-nakların beslenmesi, artırılması önemlidir.

Herhalde, İstanbul Teknik Üniversi-tesi, yurdumuzun en eski ve en başarılı eğitim-öğretim kurumlarından birisi olarak kendisinden beklenenlerl gerçekleştire-bilecek, yükseköğretimdeki gelişmeleri yönlendirebilecek altyapıya sahiptir ve gelişmelere öncülük edecek konumda bu-lunmaktadır. Üniversite’nin en büyük eseri mezunlarıdır. Mühendislerin bir takım temel değerlere sahip olması gerekir. Mezunları-mızın sahip oldukları, tutarlı kişisel ve mes-lekî ahlâk her türlü takdirin üstündedir.

TeşekkürBu makaleyi yazmak için teşvik eden Sayın Yük.Müh. Naci Endem’e teşekkür ederim.

KaynaklarBeydilli, K. (1995) Türk Bilim ve Matbaacılık Tari-hinde Mühendishâne Matbaası ve Kütüphânesi Eren Yayıncılık, 550 sf.Karaca, M.(ed) (2012) İstanbul Teknik Üniversi-tesi ve Mühendislik Tarihimiz İTÜ Maden Fakül-tesi, 312 sf.Sağıroğlu, G. (1973) İstanbul Teknik Üniversitesi Ayazağa Kampüsü, 1972-1984. 17 sf.Toğrol, E. (1976) İTÜ İnşaat Fakültesi Cumhuri-yetin Ellinci Yılı KitabıMatbaa Teknisyenleri Koll.Şt., 252 sf.Uluçay, Ç, E.Kartekin (1958) Yüksek Mühendis Okulu Bersoy Matbaası, 749 sf.

Toplum üniversitelerden eğitim-öğretimde öncü

olmalarını, meslek eğitimini yönlendirmelerini, ileri

araşırmalar yapmalarını bekler. Üniversiteler masraflı

kurumlardır, iyi üniversitelerin masrafları daha da çoktur. Bu bakımdan üniversiteye yönlendirilen kaynakların

beslenmesi, artırılması önemlidir.

Page 40: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi

EĞİTİM DOSYASI

38

2014 sonunda Fakültemizin 70. kuru-luş yılını kutladık. 70 yıllık gurur verici böyle bir öykünün yeterince değer-

lendirilebilmesi bakımından, bu öykünün dününü ve yarınlarını bir bütünlük içinde ele almak gerekiyor:

Ülkemizde üst düzey eğitim alanında, Medrese döneminde de Darülfünun dö-neminde de “bağnazlık”, “bilim” üzerinde bir baskı unsuru oluşturageliyor, zıtlaşma-lar yaşanıyor, bilimsel girişimlere çoğu kez karşı çıkılıyor, bu giri-şimler engelleniyor.

• Selçuklular döneminde 11. yüzyılda Bağdat’ta 1067’de ilk yüksekokul ya da ilk üniversite kuruluşu sayılabilecek Nizamiye Medresesi açılıyor. Sayıları giderek artan Nizamiye Medreselerinde hâdis, fıkıh, kelâm gibi dinî bilimle-rin diğer konulara nazaran giderek ağırlık kazandığı görülüyor.

• 1550’den sonra Osmanlılar tıp, riyaziye, ilâhiyat alanlarında eğitim veren Medreseler açıyorlar.

• 1578’de İstanbul’da Topha-ne’de Takiyeddin Efendi’ye rasat-hane kurduruluyor, ancak dinci kışkırtmalar üzerine bu rasathane 1580’de yerle bir ediliyor.

17. yüzyıldan sonra, Medreselerde yozlaşma ve gerileme başlıyor, aklî ilimler önemsenmiyor, din kökenli konular esas alınıyor.

• 1839’da Tanzimat Fermanı’ndan sonra 1863’te İstanbul’da ilk Darülfünun yeni bir binada eğitime başlıyor, burada Müderrisler deney yapmaya başlayınca kıyamet kopuyor ve Darülfünun 1870’de kapatılıyor.

• İkinci Darülfünun ancak 1898’de açılabiliyor. Hukuk, tıp, edebiyat ve fen bi-limleri alanlarında eğitim veriliyor. Darülfü-nun’un yanısıra Medreseler de din ağırlıklı eğitimlerine devam ediyorlar ve Medrese-ler Cumhuriyet döneminde 1926’da ka-patılıyor. Sonradan dinî konularda ilâhiyat Fakülteleri ve İmam-Hatip Okulları devre-ye giriyor.

• Darülfünun’larda eğitim meslek okul-ları düzeyini aşamıyor, bilim ve araştırma-ya öncelik verilemiyor. Bu nedenlerle Cum-huriyet döneminde Darülfünun etkinlikleri, 1933’te sonlanıyor ve batı anlamında eği-tim ve araştırma yapmak üzere İstanbul Üniversitesi açılıyor.

Oysa batı’da 18. yüzyıldan önce, dinde ve bilimde reformlar yaşanıyor, kalkınma atılımlarının düşünsel temelleri oluşuyor, aydınlanma dönemi ardından 19. yüzyıl

sanayi devrimi gerçekleşiyor. Bu kapsam-da batı’da:

• 1245’te bilimsel özerklik tanınan ilk üniversite nüvesi kuruluyor. Hem de kilise tarafından, kiliseden bağımsız özgür bir bilimsel eğitim öngörülerek.

• 15 ve 16. yüzyıllarda, antik kültürlen-meye dayalı hümanizm etkisiyle edebiyat, sanat ve bilimde yenilenme ve reform an-lamında rönesans yaşanıyor, 1517-1520 arasında da Martin Luther öncülüğünde dinde reform gerçekleşiyor.

• 1618-1648 arasında, kilise destekli imparatorluklara karşı 30 yıl savaşları ya-şanıyor, sonunda Protestanlar dinsel ve si-yasal bağımsızlık kazanıyorlar, 1789 Fran-sız devrimi sonrasında seküler yaşam ve laik devlet görüşü yerleşmeye başlıyor.

Bizde ise, 1924’te hilafetin kaldırılma-sından sonra 1937’de anayasamızda laik-lik ilkesi yer alabiliyor.

• 1454’te matbaa’nın devreye girişiy-le kültür birikiminin halk kitleleri arasında yaygınlaşması sonucu bilim ve teknoloji alanlarında aydınlanma, araştırma ve atı-lımlar 18. yüzyılda daha da gelişiyor ve 19. yüzyılda sanayi devrimi gerçekleşiyor. Biz-de ise sanayi devrimi yüzyılı bütünüyle hiç yaşanmıyor.

• Bizde Mühendislik ve Mimarlık ala-nında ise, özellikle 1683 Viyana bozgunu ve ardından 1711 Prut yenilgisinden sonra, bilim ve tek-nolojide çok geri kalınmış olduğu fark ediliyor, öncelikle ordu safla-rına daha yetkin eleman yetiştir-me amacıyla askerî okullara fen ve riyaziye dersleri konuyor.

• Bizde matbaanın ancak 1720’de devreye girmesinin ar-dından, Ordu’da bir reform ola-rak Bostancı Ocağı’ndan 300 genç seçilerek onlara batı anla-mında eğitim verilmek isteniyor. Ancak Yeniçeri ayaklanıyor ve bu gençlerin çoğu öldürülüyor, girişim yarım kalıyor. (Daha ge-çenlerde, 2014 sonunda, Pakis-tan’da Taliban tarafından 148 öğrencinin katledilişi ile çağrışım

İTÜ Tarihinde Mimarlık Eğitiminin 167 ve Mimarlık Fakültesi'nin 70 Yılının Ardından Dünden Bugüne ve Yarınlara

1847’de Mühendishane-i Berrî-i Hümayûn’da, “Harbiye” ve “Mimar” sınıfları oluşturularak eğitim verilmeye başlanıyor… …1944’te 4619 sayılı özel kanunla Yüksek Mühendis Okulu yerine İstanbul Teknik Üniversitesi açılıyor. Mühendislik Fakülteleri ile Mimarlık Fakültesi kuruluyor…

24 Aralık 2014. İTÜ Mimarlık Fakültesi’nde 70. Yıl kutlaması. Ön sıra soldan: Prof. Ruhi Kafescioğlu, Prof. Dr. Erol Kulaksızoğlu, Dekan Prof. Dr. Sinan M. Şener.

Prof.Dr. Erol KulaksızoğluİTÜ Mimarlık Fakültesi

Page 41: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi 39

yapan bir gericilik olayı. Gericiliğin bizleri kaç yüzyıl geriye götürebileceğinin bir ör-neği)

• 1793’te Nizam-ı Cedid adı altında ku-rulan yeni ordu’ya karşı da Yeniçeri gene ayaklanıyor, bu ordu da dağıtılıyor.

• Tüm bu gerici başkaldırılardan ders alınarak en sonunda 1826’da Yeniçeri Ocağı yok edilerek kaldırılıyor, ancak o zaman yeni ordu kurulabiliyor. 1834’te de, ordu’ya subay yetiştirmek üzere Mekteb-i Harbiye devreye giriyor.

• Diğer yandan ordu’ya teknik eleman yetiştirilmesi de zorunlu görülerek 1773’te Mühendishane-i Bahrî-i Hümayûn ve 1795’te Mühendishane-i Berrî-i Hümayûn açılıyor.

• 1847’de Mühendishane-i Berrî-i Hü-mayûn’da “harbiye/topçu” ve “mimar” sı-nıfları oluşturularak eğitim verilmeye baş-lıyor. Ayrı sınıf halinde mimarlık eğitimini yürüten Alman muallim Jachmund/Jas-mund’tur. (Bu oluşma, ülkemizde ayrı bir sınıf/ayrı bir dal niteliğinde “mimarlık eği-timi”nin başlangıcı sayılabilir. Bu açıdan bakıldığında, bizler bugün mimarlık eğiti-minin 167. yılını da aynı zamanda kutluyor olmalıyız.)

• 1883’e gelindiğinde bu kez Hende-se-i Mülkiye mektebi açılıyor. Bu mektep 1884’te Halıcıoğlu’ndaki yeni binasına taşındığında, bir ilk olarak “sivil devlet hizmetleri” için “mühendis” ve “mimar” yetiştirmek üzere ayrı şubeler halinde eği-time geçiliyor. “Mimarlık Şubesi” eğitimini de gene muallim Jachmund yürütüyor. Bu okulun mimarlık şubesinden 1891’de Ke-malettin Bey birincilikle mezun oluyor.

Mimar Kemalettin Bey, bir ara Jach-mund Hoca’nın muavinliğini yapıyor, sonra Almanya’ya eğitime gönderiliyor, aynı okul-da ve 1882’de kurulmuş bulunan Sanayi-i Nefise Mekteb-i Âlisi’nde Hocalık dışında ayrıca devlet bayındırlık işlerinde ve ser-best olarak da çalışmalar gerçekleştiriyor, yarattığı eserlerle “millî mimarlık” dönemi öncülerinden biri olarak ün kazanıyor.

• Bu gelişmelerin ardından, 1909’da Mühendis Mekteb-i Âlisi kuruluyor.

Bu okul 1928’de Mühendis Mektebi adını alıyor. Bu arada 1933’te Darülfünun kaldırılarak yerine İstanbul Üniversitesi açılmıştır.

• 1941’te Mühendis Mektebi, Yüksek Mühendis Okulu adını alıyor ve bu okulda 3 yıllık ortak eğitimi izleyerek 4-5-6. sınıf-larda farklı şubeler halinde mühendislik

ve mimarlık eğitimleri veriliyor. 3 yıllık şube eğitim kısmı, sonradan 2 yıla indiriliyor, toplam 5 yıllık eğitim uygulanmaya baş-lıyor.

• 1943’te Taşkışla binası harap halde MEB’na, ardından MEB tarafından da Yük-sek Mühendis okuluna tahsis ediliyor.

• 1944’te 4619 sayılı özel kanunla, Yüksek Mühendis Okulu yerine İstanbul Teknik Üniversitesi açılıyor. MEB’na bağlı bu üniversitenin Mimarlık Fakültesine Emin Onat Dekan olarak atanıyor. (Bu nedenle 2014’te Fakültemizin 70. Kuruluş yılını kut-lamaktayız.)

• 1946’da çıkarılan 4936 sayılı Üniver-siteler kanunu uyarınca İTÜ tüzel kişilik ve özerklik kazanıyor. Mimarlık Fakültesine, Emin Onat bu kez Dekan olarak seçiliyor.

• 1943’te İTÜ’ye tahsisi yapılmış olan Taşkışla binası, 1943-1950 yılları arasında, İTÜ Merkez binası ve aynı zamanda ora-ya yerleşecek Mühendislik Fakülteleri ile Mimarlık Fakültesi programlarına uygun bir düzenlemeye göre başarılı bir restoras-yon geçiriyor, 1950’de hizmete giriyor. Prof.Bonatz Hoca, restorasyonu biten bu bina içinde duydukları huzur ve mutluluğu, Ba-umeister Dergisi’nin Ağustos 1950 özel sayısında övgü ile dile getiriyor.

• İTÜ Mimarlık Fakültesinin eğitim programı, o dönemlerde Avrupa’nın İsviç-re, Almanya gibi ülkelerindeki programlarla eşdeğer, çağdaş içeriktedir.

Akademik Örgütlenme, Bina Bilgisi, Yapı Bilgisi, Şehircilik, Yapı Statiği-Beto-narme, Mimarlık-Sanat Tarihi alanlarında kurulmuş “Kürsü Şeflikleri” halindedir. Bina Bilgisi alanında E.Onat, C.Holzmeister, P. Bonatz Hocaların yönetiminde Bina Bilgi-si I-II-III kürsüleri, Yapı Bilgisi alanında M.Gökdoğan ve O.Safa Hocalar yönetiminde Yapı Bilgisi I-II kürsüleri, ayrıca Şehircilik ve Mimarlık-Sanat Tarihi ile Yapı Statiği – Betonarme Kürsü Şeflerine bağlı kürsüler olarak toplam 8 kürsü vardır.

1883’e gelindiğinde bu kez Hendese-i Mülkiye mektebi açılıyor. Bu mektep 1884’te

Halıcıoğlu’ndaki yeni binasına taşındığında, bir ilk olarak

“sivil devlet hizmetleri” için “mühendis” ve “mimar”

yetiştirmek üzere ayrı şubeler halinde eğitime geçiliyor.

1847. Mühendishane-i Berrî-i Hümayûn’da “Harbi-ye” ve “Mimar” sınıfları.

1884. Halıcıoğlu’nda yeni binasında Hendese-i Mülkiye’de “Mühendislik” ve “Mimarlık” şubeleri eğitimi.

1910. “Mimarlık” şubesi mezunları ve Hocaları Mimar Kemalettin Bey.

1944/4619 s.kanunla kurulan İTÜ’’de ilk açılış töreni - İTÜ’de Fakülteleşme.

1946/4936 s. Kanunla İTÜ’ye tüzel kişilik- Rektörlük ve Fakültelerde Rektör ve Dekanlıklar için özgür seçimler.

Page 42: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi

EĞİTİM DOSYASI

40

Bu dönemde, akademik yükselmeler-de “Kütahya Evleri”, “Kayseri Evleri” gibi yerel mimarî incelemeler, tipolojik bina bilgileri, yapısal kuruluş ve yapı detayları bilgisi, yapı statiği ve betonarme hesapla-ma esasları konularında “yeterlik tezi” ça-lışmaları geçerlidir.

• 4936 sayılı Üniversiteler kanunu ile, yetişen ilk kuşaklardan başlayarak “Dok-tora zorunluluğu” geliyor. 1 ya da 2 yıllık “Aday Asistanlık” dönemini izleyen 4 yıl-dan sonra ancak 1 yıl ek süre tanınıyor, ardından doktorayı başaramama halinde kurumla ilişki sonlanıyor. Bu dönemde, Fakültede “bilimsel araştırma” dolayısıyla eğitimde “bilimsellik” ağırlık kazanıyor. Bu düzen 1973’e kadar sürüyor ve sonra bir eğitim reformu gerekiyor.

• 1950-1960 arası DP döneminde Hü-kümet’in giderek antidemokratik bir gidiş içine girmesi üzerine ülkede yaşanan hu-zursuzluk ve çıkan karışıklıkların ardından 1960 darbesi yaşanıyor.

Bu koşullar altında 1960’ta çıkarılan 114 sayılı kanunla 147 öğretim üyesinin ve bu kapsamda Fakültemizden de bazı Kürsü Şefleri ile Hocaların üniversite ile ilişkileri kesiliyor, Hocalarımızın çoğu Al-manya’ya giderek eğitim veriyorlar, ancak 1962’de çıkan bir kanunla tekrar görevleri-ne dönebiliyorlar.

Gene 1960’da çıkarılan 115 sayılı ka-nuna göre, Asistan ve öğrenci temsilcileri Yönetim Kurulu’na çağrılabiliyorlar.

• 1966’da Fakültemiz yeni Kütüphane-si’ne kavuşuyor.

• 1968’de birçok Avrupa ülkesinde gençlik, kurulu düzene karşı “reform” istek-leri ile ayaklanıyor, büyük karışıklıklar yaşa-nıyor. Avrupa Hükümetleri gençliğin haklı istekleri karşısında beklenen reformları ya-pıyor, çözüm üretiyor, huzur sağlanıyor.

Bizde ise, “reform” ve “bağımsız Türki-ye” sloganlarıyla kurulu düzene karşı çıkan gençlik hareketleri hoşgörü ve anlayışla karşılanmıyor ve ne yazık ki bu hareketle-rin üzerine şiddetle gidiliyor, bastırılmak is-teniyor. Gençlik hareketleri giderek sağ-sol çatışmalarına dönüşüyor, bir türlü yanıt bu-lamayan gençler aşırı taşkınlıklara, çılgın-lıklara başlıyorlar, işler çığırından çıkıyor. Sonunda, 1972 ordu muhtıra ve müdaha-lesi, sıkıyönetim geliyor, yakalanan gençlik liderleri idam ediliyor.

Oysa Batı’da, gençliğin istediği reform-ların yapılmasının ve huzura kavuşulması-nın ardından, o günlerin 1968 gençliğinin

içinden bugünün Avrupa Birliği’ni kuran, yaşatan önderler yetişiyor.

• 1968 gençlik olaylarının, ülkemizde 1972 müdahale ve korkunç baskıları altın-da çok üzücü bir şekilde sonlandırılmak istenmesinin ardından bu kez üniversiteler için de yeni bir baskı ve denetim düzeni öngörülüyor ve 1973’te 1750 sayılı yeni bir üniversiteler kanunu dayatılıyor.

Bu kanuna göre Üniversitelerarası eş-güdüm, gözetim, denetim amaçlı YÖK, ÜAK, ÜDK gibi üst kurullar oluşturuluyor. Bu kurulların ilgili mercilere görüş bildirme ötesinde başka işlevleri yoktur. Üniversite yönetimleri için özgür seçim esastır, yöne-tici atama henüz yoktur. Fakültelerde Pro-fesörler Kurulu kaldırılıyor. Sıra ile Rektör seçme usulü ve paralel Kürsü / aynı adı taşıyan Kürsü düzeni kaldırılıyor, 4 yıllık lisans ve 2 yıllık lisansüstü eğitim sistemi getiriliyor.

Bu kanuna göre Fakültede yeni bir aka-demik örgütlenmeye gidilmesi artık zorunlu hale geliyor. Ayrıca “yeterlik” ve “doktora” dönemlerinde Fakültede oluşmuş bilimsel ve eğitsel birikimin de yeni bir yapılaşma-ya yönlendirilebilmesi özlemlerinin de aynı zamanda değerlendirilebilmesi gerekiyor. Tüm bu amaçları dikkate alan uzun çalış-malar sonunda 1973’te Fakültede bir eği-tim reformu’na gidiliyor:

Lisans ve Lisansüstü eğitimleri ile araş-tırma çalışmalarına yanıt verebilmek üzere 5 Anabilim Dalı ve bu Anabilim Dallarına bağlı farklı bilim alanlarında/aynı adı taşı-mayan akademik birikimleri yansıtan 13 kürsü kuruluyor: M.Tasarım grubu olarak Bina Bilgisi, M. Tasarım Yöntemleri, Bina Programlama, Çevre Analizi ve Endüstri-leşmiş Bina Tasarımı, Mekân Örgütlenmesi ve Donatımı bilim dallarında 5 Kürsü, Yapı Bilgisi grubu olarak Yapı Elemanları ve Malzeme, Yapım ve Yapı Sistemleri, Fizik-sel Çevre Kontrolü bilim dallarında 3 kürsü, Şehircilik (şehir – bölge – ülke planlama) grubu olarak Planlama Teorileri ve Meto-du, Şehirsel Bölgeler ve Ulaşım, Şehirsel

1944’te 4619 sayılı özel kanunla, Yüksek Mühendis

Okulu yerine İstanbul Teknik Üniversitesi açılıyor. MEB’na

bağlı bu üniversitenin Mimarlık Fakültesine Emin Onat Dekan

olarak atanıyor.

1950. Taşkışla’nın İTÜ’ye tahsisi ve restorasyonu-nun ardından İTÜ Mimarlık Fakültesi Taşkışla’da.

İTÜ Mimarlık Fakültesi’nin kurucu Hocaları öğrencileri ile bir arada.

1981. İlk YÖK toplantısı-Rektör ve Dekan atamaları- Üniversite Fakülteleri ve Fakültemize eğitim programı dayatmaları – Fakültemiz bu programı reddediyor.

1986-1989. Taşkışla’nın otel yapılmak istenmesi olayı – Öğretim üyelerince iptal davası süreci boyunca Taşkışla’da otel inşaatı iskeleleri – Eğitim sürerken inşaat tacizleri.

Page 43: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi

Tasarım ve Şehir Yenileme bilim dallarında 3 kürsü, Tarihî Çevre grubu olarak Mimar-lık Tarihî ve Restorasyon bilim dalında 1 kürsü, Statik ve Betonarme bilim dalında 1 kürsü olmak üzere toplam 13 kürsü.

• 1980 dönemine kadar bu bilim dalla-rında lisans ve lisansüstü programlar ge-liştiriliyor ve uygulanıyor, tez ve araştırma çalışmaları birikimi sağlanıyor, bu alanlar-da akademik kadrolar yetişiyor, bilimsel eserler kazanılıyor.

• Bu arada 1975’te Fakültede ilk Dö-ner Sermaye çalışmaları başlıyor, öğretim elemanlarının uygulama ve araştırma de-neyimlerinin oluşması yönünde yeni bir kurumlaşma doğuyor.

• 1977’de Fakülte 109 no.lu amfisine kavuşuyor.

• 1975’te başlayarak 1980’de bitirilmek üzere İTÜ Ayazağa Kampüsü projelendir-me çalışmaları tamamlanıyor. Bu projelere dayanılarak uygulamalara başlanmadan önce, 1973-74 öğretim yılında Ayazağa Kampüsü Yerleşme Düzeni kapsamında yönetimim altında 5 farklı çözüm araştır-dığımız öğrenci çalışmalarını sergiliyor ve yayımlıyoruz. Bu uyarıcı çalışmalar hiç dikkate alınmıyor ve türlü sakıncalarına değinilen kare iç avlulu şema aynen uygu-lanıyor.

Kare avlulu şemaya göre Kampüsün yaklaşık 1/3’ü uygulanarak hatalar göz-le görülür hale geldiğinde, 1986’da ikinci bir inceleme yaparak Fakülte’de ve ayrıca Rektörlükte tüm ilgililere birer sunuş veri-yorum. Haklı görülmeme rağmen uygula-malara aynen devam ediliyor.

Bir süre sonra sakıncaları anlatılma-ya çalışılmış bu şema sürdürülemiyor ve terkediliyor. İTÜ Ayazağa Kampüsü’nde bugün, kare avlulu şemaya göre uygulan-mış kısımlar dışında arta kalan alanlarda, sonraki dönemlerde noktasal yapılaşmalar halinde oluşmuş iki farklı yerleşim biçimi-nin bir düzensizlik, karmaşa ve sorunlar yumağı halinde yan yana gelişi önleneme-miş bulunuyor.

• 1973-1980 arası dönemde de, ne ya-zık ki kurulu düzende beklenen reformlar yerine getirilmemiş, huzur sağlanamamış olduğundan öğrenci olayları gene durul-muyor, eğitim büyük ölçüde aksıyor, yarı-yıllar yitiriliyor, terör olayları tırmanıyor, can güvenliği kalmıyor. Sonunda, bu olumsuz gidişe son verme gerekçesiyle, 12 Eylül 1980’de askeri darbe yapılıyor. Ardından, Üniversitelere de çekidüzen vermek, onla-

rı da denetim altına almak üzere 1981’de 2547 sayılı Y.Ö. Kanunu çıkarılıyor ve YÖK kuruluyor. YÖK 1982 Anayasası kapsamı-na da alınıyor.

Bu kanun ile mevcut kürsüler kapa-tılıyor, bazı Fakülteler birleştiriliyor. Bu kapsamda, İTÜ Mimarlık Fakültesi ile İTÜ Maçka MMF Mimarlık Bölümü İTÜ Mimarlık bünyesinde birleştiriliyor. Rektörlük ve De-kanlıklarda, üniversite elemanlarının seç-tikleri adaylar arasından YÖK sıralamasını izleyen atanma sistemi geliyor. Asistanlık yerine Araştırma Görevliliği esas alınıyor.

• YÖK, 1982-83 döneminden itibaren, aynen uygulanmak üzere, hazırlattığı tip öğretim programları dayatıyor. Bu koşul-lar altında Fakültemizce, YÖK’ün dayattığı eğitim programına karşı çıkılarak bu prog-ram reddediliyor. Birleştirilen her iki Fakül-tenin mevcut programlarını tek bir ortak eğitim – intibak programında birleştiren, aynı zamanda mimarlık eğitiminde reform özlemlerine de yanıt verici bir atılım ger-çekleştiriliyor. YÖK, diğer kurumlardan da gelen tepkiler üzerine dayatmalarından resmen vazgeçmek zorunda kalıyor.

Bu suretle, 1973 eğitim reformundan sonra Fakültemizde 1982’de de, ikinci bir eğitim reformu gerçekleştiriliyor ve başa-rıyla uygulanıyor.

• 1986-1989 arasında, Taşkışla bina-mızın otele dönüştürülme olayı yaşanıyor. Buna karşı çıkıldığında Fakültemiz tama-men yapayalnızdır. Buna rağmen benimle birlikte direnen bir grup öğretim üyesi dava açıyoruz, ve dava kazanılarak Taşkışla’nın otele dönüştürülme girişimi engellenebili-yor ve sonunda Taşkışla İTÜ’de kalabiliyor.

• Ardından İTÜ’nün Maçka binalarına da el konulmak istendiğinde, tüm İTÜ aya-ğa kalkıyor, birleşiyor. Bizler bu binalar için de İTÜ’nün haklarını korumak için çaba veriyoruz. İTÜ Rektörlüğü ancak 1992’de aldığı Senato kararıyla “çok kampüslülü-ğü” ve kent içi yapılaşmayı kabul ediyor ve Mimarlık Fakültemizin Taşkışla’da yerleşik kalmasını onaylıyor.

1986-89. DAVA SÜRECİNE DESTEK ÇABALAR: Taşkışla’yı sahiplenen Fakültemiz öğrencileri.

Öğrencilerimizin orta avluda sahneledikleri tepkisel oyun.

Öğrencilerinin sahneledikleri tepkisel oyunu izleyenler arasında ön planda Hocaları.

1989. İptal davasının kazanılması ve kesinleşmesi.

1990. Kurulan TEK Derneğince sağlanan zorunlu onarımlar ardından bugünlere ulaştıran çabalar.

Fakültemizde kent planlama, kentsel dönüşüm, kent yenileme,

çevre koruma, trafikten arındırılmış yaya bölgeleri, Taksim gibi büyük kent odaklarında meydan ve çevre

düzenleme benzeri konularda incelemeler yapılmalı, çözümler

üretilebilmelidir.

41

Page 44: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

42 itü vakfı dergisi

EĞİTİM DOSYASI

lendiklerini izliyorum. Üstat Gehry ya da Zaha Hadid’in her iki doğrultudaki eserle-rinde de bu açıkça gözlemlenebiliyor.

Bu konuda, yeni yeni bilgisayar prog-ram ve yöntemlerinin araştırılması, bu su-retle, insan beyninin sonsuz yaratıcılık et-kinliğinin, bilgisayar ortamı kolaylıkları ile sınırlanmaması, engellenmemesi gerektiği kanısındayım.

1973’te Fakültemizde kurulan ve 1981’de YÖK tarafından kaldırılan Mimari Tasarım Yöntemleri ve Bina Programlama Kürsüleri bu yönde de araştırmalar yapı-labilmesi, çözümler üretilebilmesi için de öngörülmüş olmalıdırlar. Bu kürsülerden yetişmiş olanlardan, ayrıca sonradan kuru-lan MimED gibi kurumlardan da bu yönde de katkı sağlayıcı çabalar beklenmelidir.

• Akademik Yükselme Kriterleri, Ulus-lararası Akreditasyon sorunu, YÖK’ün var-lığı-yokluğu ve özgür Üniversite konuları üzerinde de tartışmalar, özeleştiriler yapı-labilmeli, çözümler önerilebilmelidir.

• Fakültemizin buraya kadar özetleme-ye çalıştığım 70 yıllık geçmişinin ardından, Ülkemizin bugün içinde bulunduğu buna-lımlı ortamdan kopuk olarak Fakültemizin geleceğini düşünebilmek olanaksızlaşıyor.

Böyle bir dönemde, ülke olarak daha güçlü ve bilinçli konumda olmamız gere-kirken, ülkemizde ne yazık ki çağdışı bir geriye dönüş, bunalım ve baskı ortamı ya-şanıyor.

Böyle bir gidiş devam ederse, kurtu-luş ve kuruluş savaşımlarımız sonunda ulaşmış olduğumuz tüm kazanımların yok olması, zayıflamamız ve tamamen güdü-lenebilir konuma düşmemiz önlenemeye-cektir.

Bugün ülkemizin içinde bulunduğu or-tamda, toplumumuz sanki bir “kanıksama”

• Bu yaşananlar dikkate alınarak, Taş-kışla’nın korunması ve yaşatılmasında sürekli rol üstlenebilecek bağımsız bir ek kurumlaşma olarak, 1990 yılında Taşkışla Eğitim ve Kültür Derneği kuruluyor.

• 1982-1983 Eğitim Reformu’nun ve buna bağlı akademik örgütlenmenin uy-gulanmaya başlayışından sonraki yıllarda;

1983’te Şehir ve Bölge Planlama Bö-lümü, 1993’te Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü, 2002’te Peyzaj Mimarlığı ve İç Mi-marlık Bölümleri açılıyor.

• Bu gelişmelere karşın, İTÜ genelin-de ve Fakültemizde, kanunun açıkça ön-gördüğü akademik örgütlenme modelinin/sisteminin tamamlayıcısı ve belirleyicisi niteliğinde bir zorunluluk olan, Anabilim Dallarına bağlı Bilim Dalları, nedense bir türlü kurulmuyor ve bunda ısrar ediliyor. Bunun sonucu olarak bilimsel üretim, ki-şisel tercihler yönünde kotarılan Doçent-lik ve Profesörlük tezleri ile araştırmalara bağlı kalıyor. Bu nedenle zorunlu alanlarda derinleşmeler sağlanamıyor, boşluklar olu-şuyor. Bu alanlarda, öykünülen ABD sis-temindeki gibi gerektiğinde yerli-yabancı otoriteleri istihdam edebilmek üzere yeterli malî olanaklardan yoksunluğumuz unutu-luyor. Dolayısıyla, kıta Avrupası’nda yaygın ve ülkemizin koşullarına daha uygun olan kendi akademisyenlerini kendi bünyesin-de yetiştirebilme önceliği bir sorun olarak boşlukta kalıyor.

• Y.Ö. Kanunun dayattığı yönetim ve ka-rar alma düzeninin, uygulamada bir takım sıkıntıların yaşanmasına neden olduğu da görülüyor. Örneğin, Bölümlerin ve alt birim temsilcilerinin katılımıyla oluşan üst kurullar-da her zaman uzlaşı sağlanamıyor, atılımlar aksayabiliyor veya huzursuzluklar gideri-lemiyor. Yönetim düzeninde yaşanan diya-logsuzluk ve kopuklukları giderecek daha tutarlı, katılımcı bir düzen sağlanıncaya ka-dar, örneğin sorunlu konuların / çözümlerin, geniş katılımlı çalışma gruplarında ortaklaşa etraflıca incelenerek uzlaşı tabanında olgun-laştırılması, ondan sonra karar kurullarına sunulması benzeri yollara gidilmiyor.

• 1991-1994 yıllarında, Bilgisayar des-tekli tasarım eğitimi başlayarak gelişiyor, zorunlu ders haline geliyor.

Bugün ben kişisel bir gözlem olarak, bilgisayar destekli tasarım programları or-tamında ortaya çıkan projelerin giderek bir kübizm ve rasyonel mimarlık dönemi geo-metrik biçimlenişlerine, ya da eğrisel yü-zeyli yeni bir sanal dünyaya doğru sürük-

hastalığına tutulmuştur. Toplumumuzun te-mel kurumları, üniversitelerimiz dahil, bir suskunluk içinde, gündeme ard arda sürü-len konuları, olayları izleme ve bekleme ile yetinir bir görünüm veriyorlar.

• Böyle bir olumsuz gidiş karşısında, tüm kurumlar, üniversitelerimiz ve Fakül-temiz dahil, en azından, kendi alanlarında söz sahibi oldukları konularda kendilerin-den beklenen çabaları toplumdan esirge-memeli, çözümler üretebilmeli, kamuoyu-na yansıtabilmelidirler.

Örneğin, Fakültemizde kent planlama, kentsel dönüşüm, kent yenileme, çevre ko-ruma, trafikten arındırılmış yaya bölgeleri, Taksim gibi büyük kent odaklarında mey-dan ve çevre düzenleme benzeri konularda incelemeler yapılmalı, çözümler üretilebil-melidir. Bu amaçla süreli çalışma grupları oluşturulabilmeli, öğrenci projeleri yaptırı-labilmeli, sonuçlar sergilenebilmelidir.

Geçmiş yıllarda başarıyla denenmiş olan, Fakülteye bağlı Şehircilik ve Planla-ma, Yapı Araştırma, M.Tasarım alanlarında yan kurumlar niteliğinde Enstitüler yeniden kurulabilmeli, bu suretle üniversitenin uy-gulama alanlarına ve topluma karşı görev-leri doğrultusunda sürekli ve aydınlatıcı etkinlikler daha kapsamlı nitelikte sağla-nabilmelidir. Bu suretle Fakültemiz, temsil ettiği ve söz sahibi olduğu konularda alan hâkimiyetini ve toplum karşısında saygınlı-ğını koruyabilmelidir.

Son SözBurada değinilmeye çalışıldığı gibi, Fakül-temizin bugünlerine kolay ulaşılmamıştır. Bugünkü varlığımız ve kazanımlarımız için nice savaşımlar verilmiştir. Bu nedenle bi-rey ve kurumlar, içinde bulunulan durum ne olursa olsun, en kötü koşullar altında dahi, bugün ve her zaman, varlıklarını dai-ma hissettirebilmeli, özellikle yetkin olduk-ları alanlarda söz sahibi olma ve çözüm üretme çabalarını toplumumuzdan esirge-memeli, suskun kalmamalı, toplumumuzun bilinçlenmesine katkıda bulunmalıdırlar. Aksi halde toplum yalnız ve çaresiz kal-maya devam edecek, cehalet ve gerileme devreye girecek ve herşeye egemen ola-caktır. Bu nedenle, ancak toplumsal bi-linçleşme oluştuğu oranda herşeyin doğru yörüngesine oturmaya başlayabileceği unutulmamalıdır.

Mensubu olduğumuz bu yüce Kuru-mun, tüm güçlükleri yenerek daha nice yılları aşmasını yürekten diliyorum.

Bugünkü varlığımız ve kazanımlarımız için nice savaşımlar

verilmiştir. Bu nedenle birey ve kurumlar, içinde bulunulan durum ne olursa olsun, en kötü koşullar altında dahi, bugün ve her zaman, varlıklarını daima hissettirebilmeli, özellikle yetkin oldukları alanlarda söz sahibi olma ve çözüm üretme

çabalarını toplumumuzdan esirgememeli, suskun kalmamalı, toplumumuzun bilinçlenmesine

katkıda bulunmalıdırlar.

Page 45: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi 43

Başlığa uygun ayrıntılara girmeden önce matematiğin bazı temel nite-liklerine değinmek uygun olacaktır.

Matematiğin uygarlık tarihi içindeki yeri ve her ülkenin temel kültüründeki önemi bütün bilim insanlarınca ve iyi eğitilmiş herkes için bilinen bir gerçekliktir.

17. yüzyılın başında Francis Bacon ve René Descartes modern bilimin doğuşu hakkındaki düşüncelerini ifade ederken matematiğin çok önemli bir rol oynayacağı-nı ifade etmişlerdi. Bilindiği gibi bilimsel dü-şüncenin gelişimi de matematiğin yardımı olmadan düşünülemez.

Bilgimiz sınırları içinde tüm evrende insan beyninden daha karmaşık ve daha mükemmel bir yapı yoktur. Matematik ise in-san beyninin mantık ve sezgi yoluyla ortaya koyduğu en önemli eseridir. Son onyıllardaki büyük bilimsel gelişmelere rağmen beynin sırrı birçok fonksiyonu için henüz çözüle-bilmiş değildir. Zaten çözülebilmiş olsaydı beynimiz umulandan daha az karmaşık bir yapı göstermiş olacaktı. Matematik insan

beyninin en üst düzeyde kendi kendisiyle hesaplaşması, sorulan sorulara mantık ku-ralları içinde yine kendi kendine cevap ara-masıdır. Örneğin bir matematik problemi çö-zerken hiçbir etki altında kalmadan ve hiçbir dış yardım almadan ve sadece kendi kendi-mizle başbaşa olduğumuzda matematiğin aksiyom, postüla, kuram ve teoremlerinden yararlanarak sonuca ulaşmaya çalışırız. Bu haliyle matematik kendi kendimizi sorgula-mamızı, daha önce doğru veya yanlış adım-lar atıp atmadığımızı ve sonuca ne kadar yakın veya uzak olduğumuzu en sağlıklı bir şekilde bize gösterir. Matematik bireye dü-şünmeyi öğretir. Örneğin politikada olduğu gibi hiçbir demagoji ve yalan matematikte geçerli değildir. Matematik aracılığıyla bilim-sel düşüncenin kurallarını içselleştirmiş olan bir kimse ise yalan ve demagojiyi kolaylıkla gerçeklerden ayırdeder.

Uçağı, asma köprüleri, bir kuyruklu yıl-dıza inebilen uzay araçlarını, tüm dünyadaki hazır bilgileri bize sunabilen cep telefonla-rını ve günlük yaşantımızı kolaylaştıran ve

Türkiye’de Matematik Eğitimindeki Genel Düzey Düşüklüğü

Bir başka bilim alanındaki temel kavramlardan (Örneğin fizik, kimya, ekonomi, psikoloji, yöneylem araştırması, üretim planlama ve kontrol vb. gibi) daha zor bir yapıya sahip olmayan matematik, kullanılabilecek tüm matematik ilkelerinin aynı anda bilinmesini ve çözülecek problemlerde kullanılmasını gerektirir. Bu ise hem iyi bir hafızayı hem de bilinen bilgilerden yararlanılarak yaratıcı yeni sentezler yapabilmeyi gerektirir.

Prof.Dr. Ahmet Fahri ÖZOKİTÜ Endüstri Mühendisliği Bölümü

Bir dikdörtgenin uzun kenarının kısa kena-rına oranını ifade eden Altın Kural'ın sayısal

gösterimi.

Kanımızca matematiğin en yalın, en güzel ve en önemli denklemlerinden biri de bu denklem-dir. Sayıların inşasında temel olan 0 ve 1 gibi

sayılar ile trigonometrik ögeleri de içermektedir.

Fermat denklemi.

Eski uygarlıklarca da bilinen ve özel bir hikayesi olan Pi sayısı.

xn + yn = zn

Page 46: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi

EĞİTİM DOSYASI

44

ve üç elmanın ortak özelliği olan üç sayısı nesnelerin niteliğinden tamamen bağımsız olarak elemanter bir özelliktir ve bir soyut-lamadır. Beynimizin soyutlama yeteneğine göre biz matematik kavramlar sayesinde (Örneğin sanal sayılarla yapılan işlemlerde olduğu gibi) bazen sanaldan gerçeğe dö-nüşen sonuçlar da elde edebilmekteyiz.

Matematiğin temel kavramları çok ele-manter olmalarına rağmen bu gerçek mate-matiğin çok kolay ve basit olduğu anlamına da gelmez. Örneğin daha önce de belir-tildiği gibi “sayı nedir?” diye soyut bir soru sorulduğunda, cevabının çok kolay olmadı-ğını hepimiz biliriz.

Matematik özel simgeleri aracığıyla, so-mut olguları bile soyut terimlerle dile getire-rek genel yargılara varabilme gücünü verir. Matematik ve matematikçinin ne olduğu konusunda eski uygarlıklardan günümüze değin birçok tartışma süregelmiştir. O aynı zamanda her bilimin temelinde yatan bilim-sel bir düşünce olma yanında bilim ve sanat açısından da çok yönlü bir ilişkiye sahiptir. Günlük yaşantımızda gereksinim duyduğu-muz birçok maddi soruna çözüm bulması yanında, matematik daha önce de belir-tildiği gibi hiçbir maddi sonuca ulaşmayan entelektüel bir yaratma çabasına da hizmet eder. Örneğin matematiksel parametreler arasında bir ilişkiyi ortaya koyma ve bunu teorem olarak ispatlamaya çalışma çabası buna örnek olarak verilebilir. Bir problemin

yaşam kalitemizi artıran tüm araç ve gereci diğer bilim alanlarındaki (malzeme, makina, elektronik vb.) gelişmelerle birlikte fakat on-lardan çok daha önemli olarak bir üst disip-lin ve tüm bilimlerdeki ortak dil ve araç olan matematiğe borçluyuz. Bir uzay aracını 10 yıldan fazla uzayda dolaştırabilmek, hızını ayarlayabilmek ve yörüngesini hesaplaya-bilmek ancak matematik sayesinde müm-kün olabilmiştir. Hemen tüm mühendislik problemlerinde doğru karar vermenin yolu ancak matematiksel işlemler sonucu elde edilen bilimsel düşünceden geçer. Bilme-liyiz ki yeni ve yaratıcı teknoloji üretebilen her ülkede matematik eğitiminin düzeyi de yüksektir. Bugün Türkiye'de katma değeri yüksek teknolojik ürünleri yeterince üretemi-yorsak bunda başta matematik olmak üzere temel bilimlere yeterince önem vermeyişimi-zin önemli bir rolü vardır.

Bir başka bilim alanındaki temel kav-ramlardan (Örneğin fizik, kimya, ekonomi, hukuk, psikoloji, yöneylem araştırması, üre-tim planlama ve kontrol vb. gibi) daha zor bir yapıya sahip olmayan matematik, kul-lanılabilecek tüm matematik ilkelerinin aynı anda bilinmesini ve çözülecek problemler-de kullanılmasını gerektirir. Bu ise hem iyi bir hafızayı hem de bilinen bilgilerden yararla-nılarak yaratıcı yeni sentezler yapabilmeyi gerektirir.

Sosyal antropolojinin tarihine baktığımız-da kültürü uygarlığın bir alt bölümü olarak ele alırsak, tarih boyunca matematiği kültür-lerinde içselleştirmiş olan ulusların ölümsüz eserler bıraktığını, devasa yapıların binler-ce yıldır ancak matematik sayesinde ayak-ta kaldığını görebiliriz. Bir başka deyişle matematikle içi içe olan topluluklar yaşam biçimi ve entelektüel faaliyetler açısından daima diğer toplumlardan ileri bir uygarlığa sahip olmuşlardır.

Birçok bilimsel ve kültürel konunun matematikle içi içe olduğunu düşünürsek, insanların soyutlama yeteneği ölçüsünde matematiksel kuramları ortaya koyduklarını gösterebiliriz. Zira matematik temel karak-teri itibariyle bir soyutlamadır. Bilimin her alanda gelişmesi, -sosyal bilimler de da-hil olmak üzere- ve ileriye dönük tahminler yapılabilmesi ancak matematik sayesinde mümkün olabilmiştir.

Matematik insanlığın yaratığı en basit sistematik disiplin olarak gerçeğin çok sınırlı bir bölümünde yoğunlaşmış olmakla birlik-te, sağduyumuzla ulaşamayacağımız son-raki aşamalara ışık tutmaktadır. Üç insan

çözümünde ilk aşamada problemi anlama, yaratıcı düşünce ile sezgi ve imge gücü ge-rekirken ikinci aşamada belli kural ve yön-temler ışığında mantıksal bir süreçle ula-şılan önermelerin kesin ve açık bir şekilde ortaya konması gerekir. Bunun ise tartışma-sız tek yolu matematiktir. Mantıksal doğrulu-ğun temel niteliği ise analitik olmasındandır.

Bir bilimsel temel olarak ifade etmek ge-rekirse, çok sayıda parametrenin karmaşık ilişkilerini matematiksel olarak ifade etmek istesek bunu kişisel sezgi yoluyla değil adım adım mantıksal bir süreçle elde etmemiz gerekir. Doğal bilimlerde olduğu gibi ma-tematiksel sonuçlar da nesnel doğruların tartışma götürmez gücüne sahiptir. Sosyal bilimlerde olduğu gibi farklı bakış açısına göre şöyle veya böyle olabilen yorumlar matematikte söz konusu değildir.

İnsanların ortak anlayış ve bilinci mate-matikteki önermelerin anlamlarını kavrama-mıza ve ortak bilincimizin gelişmesine yar-dımcı eder. Felsefe, sanat, tarih ve edebiyat gibi insan bilimleri, matematik esaslara da-yanan bir bilimsel bakış açısıyla ele alınma-dığı sürece mantıklı dayanaklardan yoksun çelişkiler yumağı olmanın ötesine gidemez. İnsanlığın tarih boyunca yarattığı eserlerin en güvenilir ve sağlam ürünü olan mate-matik, yine insanoğlunun eseri olan kültür kavramının çok önemli bir ögesi olarak eski çağlardan günümüze değin gelişerek varlı-ğını sürdürmüştür.

Eski çağlarda matematik bilmek ve onun dayandığı aksiyom ve postülalar konusunda soyut olarak tartışabilmek, bunu yapabilen toplumları diğer toplumlardan daha üstün kılmıştır. Zamanımızda matematiğin çeşitli alanlarında bir yılda yüksek lisans, dokto-ra gibi tez konuları ile makalelerde yakla-şık ikiyüz bin teoremin ispatlandığı ifade edilmektedir. Bu disiplinin bütün alanların-da söz sahibi olup önermelerin doğruluk ve yanlışlığı üzerinde fikir sahibi olabilmek sözkonusu değildir. Seçilen uzmanlık alanı-na göre derinleşmek mümkün olduğundan her matematik öğreticisinin temel olarak an-cak matematiğin tarihsel gelişimi ve temel felsefesini bilmesi ve bunu öğrencilerine aktarabilmesi oranında matematiğin öğre-tim düzeyinde bir yükselmenin söz konusu olabileceğini söylemek mümkündür. Doğa olaylarını açıklarken onun yasaları ile ma-tematik arasındaki hayret verici uyum ör-nek olarak verilebilir. Deneyimlerimizden bağımsız olarak ileri doğru matematiğin türetilmesi, akıl ile matematiğin bir başka

Spiraldeki geometri ve estetik.

Page 47: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi 45

çözebilmesi mümkün değildir. Örneğin, orta öğretimde basit problemleri çözerken dahi o problemlerin ele alabileceğimiz temel noktalarını ve uygulayabileceğimiz adımla-rını hem kuramsal hem de uygulamalı ola-rak; yani problemleri farklı yollarla çözerek ve bunlar üzerinde öğrencilerin yorum yap-masını sağlayarak konuları işlemek gerekir.

Yapılan incelemeler ve elde edilen sınav sonuçları göstermektedir ki ülkemizde ilk, orta ve yüksek öğretimde genel bir eğitim düzeyi düşüklüğü yanında, özellikle mate-matik eğitiminde farkedilir bir düzey düşük-lüğü söz konusudur. Bu düzey düşüklüğü-nün temel nedenlerinden bazıları aşağıdaki başlıklarda özetlenebilir:

1- İlk ve orta öğretimde her milli eğitim bakanına göre değişen eğitim programları dolayısıyla yerleşmiş bir matematik öğretim sisteminin olmaması,

2- Üniversite sınavlarının sadece ders-hanelerde hazırlanılan ve test- sınav siste-mine göre düzenlenmiş olması,

3- Öğrencilerin dijital ortamda çok sa-

değişle mantık ile matematiğin kabul edi-lebilir uyumunda ortaya koyar. Doğa insan etkileşiminden kaynaklanan ilkel matema-tiksel kavramlar giderek gözlenmesi müm-kün olmayan ileri sonuçlarından yararlanma olanağı doğmuştur.

Matematik, mantıksal yapısının dışında iç yapısı şiirsel güzelliği ve kapsamlı felse-fesi yeterince anlaşılmadığı sürece sadece sayılar ve semboller yığını olmaktan öte gi-demez. Onun olağanüstü güzelliği ve yalınlığı ona tüm bilimlerin üs-tünde her zaman ışıklara donanmış ve insana heyecan veren âdete gi-zemli bir yücelik kazandırmaktadır.

Türkiye'de Matematik EğitimiİTÜ Makina Fakültesi'ne 1959 yı-lında öğrenci olarak girdiğimde bu Fakültenin öğretim programlarında matematiğin çok büyük bir ağırlı-ğı vardı. Daha sonraki Asistanlık yıllarımda da matematiğin güzel-liğini, felsefesini ve insan düşün-cesindeki yerini giderek daha çok kavramaya başladım. Matematik sadece işlem yapmaktan ve bazı kavramları öğrenmekten daha farklı ve derin birşeydi benim için. Bunun üzerine asistanlığım sırasın-da üniversite giriş sınavlarına girip İstanbul Üniversitesi Teorik Mate-matik Bölümü'nü bitirdim. Doğ-rusunu söylemek gerekirse, anladıkça ve onun iç güzelliğini keşfettikçe matematik-dil, matematik-şiir, sanat ve bilimde yaratıcılık gibi konulara daha büyük bir heyecanla ilgi duymaya başladım. Tarihsel gelişim içinde matematiğin derinliklerini keşfedip ve onu her gün yeni bir heyecanla inceledikçe, ma-tematik eğitiminin öğrencilere nasıl verilme-si gerektiği konusunda daha çok düşünme gereğini duydum. İTÜ Endüstri Mühendisli-ği Bölümü'nde 1989 yılından 2008 yılına ka-dar bulanık mantık ve modelleme derslerini verdim. 1982 yılından itibaren de yine aynı bölümde 33 yıldır Mühendislik Matemati-ği dersini vermekteyim. Son zamanlarda özellikle gözlemlediğim olgu öğrencilerde matematik bilgisi düzeyinin büyük ölçüde düştüğüdür.

En alt düzeyden başlayarak matematik eğitimi, onun tarihsel ve felsefi temelleri göz önüne alınarak yürütülmelidir. Sadece ezbe-re dayanan, belli soruların çözümlerinin an-lamadan ezberlemeye çalışmış öğrencilerin temel bilgilerine dayanarak yeni problemler

yıda uğraşları dolayısıyla, analitik düşünce sistemine yeterince zaman ayırmamaları,

4- Üniversitelerimizde havuz sistemi dolayısıyla çok farklı niteliklere sahip öğ-rencilerin aynı derste bir arada bulunmaları ve sadece diğerlerinden daha yüksek not almış olanların AA veya BA ile geçme ola-nağının doğmuş olması,

5- Öğrencilere matematikte yoğunlaş-malarını sağlayacak temel problemlerin öğ-

renimleri sırasında gösterilememiş olması,

6- Ülkemizdeki genel yakla-şım ve hakim olan değer yargıları sisteminin giderek din odaklı hale gelmesi,

7- Bu konuda ayrılan kaynak-ların düzenlenmesi ve harcanması konusunda uzmanlardan yararlanı-lacak yerde, politik nedenlerle ge-nel halk eğilimine göre ayarlanmış programlarla hareket edilmesi.

Ne Yapmalı?Türkiye matematik eğitimin geliş-mesi için yukarıdaki yedi madde-de sıralanan aksaklıkları birbirleri ile ilişkisi açısından ve bir sistem yaklaşımı ile incelemek gerekir. Bunun için aşağıdaki konuları tar-tışmaya açmak uygun olur düşün-cesindeyim.

1- Öncelikle Türkiye’deki ma-tematik eğitiminde bir sorun olduğu konu-su politik irade dahil (Hükümet, Milli Eğitim Bakanlığı, YÖK) tüm taraflarca ( üniversite yönetimleri, matematik öğretim üyeleri ve ni-hayet öğrenciler) tarafından kabul edilmeli.

2- Bu konuda ısrarlı bir çaba gösterilmeli; yurt içinde gençleri bilimsel düşüncenin en önemli temeli olan matematiğe yöneltmek için yarışmalar, kongreler düzenlenmeli.

3- Matematik bütün kavramların sürek-li bir şekilde zihinde tutulmasını gerektirir. Sosyal bilimlerde birbirine bağlı olgular söz-konusu değilse birbirinden bağımsız olarak bir önceki konuyu öğrenmeden bir sonraki konuyu öğrenebilmek mümkün olabilir. Ma-tematikte ise birbirine bağlı bir mantıksal süreç söz konusudur. İlkokuldan itibaren ilk temel kavramları iyice öğrenmek, ortaokul ve lisede de bunu devam ettirerek, üniver-site ortamında ezbercilikten uzak bir temel inşa etmek gerekir.

4- Üniversite girişte test sisteminin uy-gulanmasında genelde olamayacak şıkların elimine edilmesine dayandığından analitik

Eski uygarlıklarda matematiksel söyleşi.

Seçilen uzmanlık alanına göre derinleşmek mümkün

olduğundan her matematikçinin temel olarak ancak matematik, tarih ve felsefe bilmesi ve bunu

öğrencilerine aktarabilmesi oranında matematiğin öğretim

düzeyinde bir yükselmenin söz konusu olabileceğini

söyleriz.

Page 48: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi

EĞİTİM DOSYASI

46

nin sırlarını keşfetmek ve buradan hareketle evrenin tasarımında matematiğin ön planda olması gerektiği sonucuna götürmüştür. Ha-taların azaltılması, çıkartılacak sonuçların doğruluğu, yerine göre kullanılacak mate-matiksel yöntemlerle mümkün olabilir. Onu bir korkulacak konu olmaktan çıkartıp zevk alınacak hale getirmenin yegâne yolu da ta-rihsel gelişimi ve felsefesiyle belki derslerde sık sık tekrarlayarak öğrencilere aktarmak-tan geçer.

Bugün üniversite öğrencilerinin çoğu-na matematik derslerin nasıl işlendiğini sorsanız, belki çoğuluğu derslerde ispat

yönteminin genellikle kullanılmadığını söyleyeceklerdir. Bu ise matema-

tiğin en büyük özelliği olan zihnin kendi kendisiyle he-

saplaşması ve analitik bir düşünce sistemi olarak matematiğin inşası dü-şüncesine aykırıdır. İspat

fikrini benimsemiş birisi ayrıca mesleki yaşamda hangi olayla karşılaşırsa karşılaşsın ikna edici delliler olmadan demagoji ve ya-

lanla gerçeklerin üstünü örtme girişiminde bulunmaz. Çünkü matematik delil olmadan bir şeye inanmanın mümkün olmadığını bize gösterir. Matematiğin bir başka önemli özelliği onun sembolik bir dilinin olmasıdır. Örneğin bir fonksiyon ifadesi söz ile anlatı-labilecek birçok kavramı kısaca ifade ede-bilme olanağı sağlar. Bu gerçek, matema-tiksel kavramları bilmeyenlerin bazı ifadeleri anlayamamasına da yol açar.

olarak teoremlerden yararlanıp işlem ya-parak sonuca ulaşmak mümkün olama-maktadır. Bu halde ise ezbere dayanan bir matematik söz konusu olmakta, bu ise matematiğin temel kavramlarını öğrencilerin anlayamamasına neden olmaktadır.

5- Üniversite giriş sınavlarına çok sayıda öğrencinin girmiş olması sonucu, test sınavı bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Test sorularını hızlıca cevaplandırma zorun-luluğu ise derin analitik düşünmeyi engelle-mektedir. O halde analitik düşünce bugün-kü sistemde mümkün gözükmemektedir.

6- Soyut düşünce matematikte en ileri dü-zeye vardığına göre, bu soyut genelleme ye-teneğinin küçük yaştan itibaren nasıl olup da geliştirilebileceği çok ayrıntılı ve uzun uğraş gerektiren bir konudur. Bilim ve sanatın çeşitli alanlarında da soyut düşünce söz konusu ol-makla birlikte, anlamayı gerektiren matema-tik, kişiye bağlı olmaktan ziyade her bireyin kendi mantıksal sorumluluğu içindedir.

7. Genel olarak "Bilimsel Düşünce'ye" saygı ve Disiplin tüm toplum bireylerinde içselleştirilmiş olmalı ve bunun için kitle ile-tişim araçları dahil tüm devlet olanakları se-ferber edilmeli.

Bu konuda insanları rahatlatan ve dog-malara dayanan inançla, bilimsel düşün-ce arasındaki ayrıma dikkat etmek gerekir. Sorgulamadan inanmaya dayanan doğma, mantıksal süreçleri izlemeden kesin olarak inanmamayı gerektiren bilim arasındaki çe-lişkiyi bilinçle öğrenmek gerekir. Çalışmak, öğrenmek, uğraş vermek, düşün-mek, tam herşeyin üstesinden geldim, öğrendim, anladım derken birden bire yanılgının boşluğuna düşmek mate-matik öğrenmenin kade-rindendir.

Her konuda olduğu gibi herhangi bir alanda derinleşebilmek önce o ala-nın temel ilkelerini iyice haz-metmeyi gerektirir. Bu iyice hazmetme süreci olmazsa onun üstüne yeni şeyler inşa edilemez. Ma-tematik bir bilgi deposu olarak sadece öğ-renmeye değil öğrenilecek temel kavramlar-la yeni kavramların inşasına yönelebilmeyi öğretmelidir. Bu ise ezbercilikle kesinlikle mümkün olamaz.

Matematiğin evrensel geçerliliği güneş ışıkları kadar net ve pırıl pırıldır.

Matematiğin entelektüel gücünü muhte-melen ilk defa keşfeden Yunanlılarda, evre-

Ulusal düzeyde matematik eğitimimi-zi yeniden ele almanın önemi Türkiye’de bilimsel düşüncenin gelişimine de yardım edecektir. Tıpkı felsefe eğitiminde olduğu gibi insanların düşünebilmesi ve sorgula-yabilmesi ancak sorgulaya bilme ilkelerine sahip olmalarıyla mümkündür. Burada ise en temel rol tartışmasız matematiğe ait-tir. Matematiğin meydan okuyucu, tahrik edici ve insan düşüncesini yeni dünyalara yöneltici özellikleri, bu özelliklerin kazanıl-ması halinde başka alanlara yansıyacak ve böylelikle ülkenin entelektüel sermayesinin gelişmesine yardım edecektir. Zira, ülkele-rin gücü ne toprak büyüklüğü, ne insan sa-yısının çokluğu ne silah gücü ne de başka faktörlere bağlıdır. Bu konudaki en önemli etmen entelektüel sermayedir. İnsan gü-cünü eğitmenin, onun doğru yolu bulma-sının ülkesi için en doğru olanı yapabilme-sinin erdemli ve etik ilkeler de gözönüne alınarak ancak bilim sayesinde mümkün olduğunu düşünürsek matematiğin önemi daha da artar. Bu konu ülke çapında ele alınmalıdır. Zira her gün karşılaştığımız problemleri çözebilmek ve ülkenin uzun erimli sorunlarının üstesinden gelebilmek ancak bu sayede mümkün olabilir.

Kaynaklar1. Klein, M. (1978) “Mathematics in Western Cul-ture” Oxford University Press.2. Odifreddi, P. (2004) “The Mathematical Cen-tury”, Princeton University Press.3. Özok, A.F. “Matematik ve Kültür”, ( İTÜ 1990-91 Akademik Yılı Açılış Dersi), İTÜ Vakfı Dergisi, 1990-3, s. 17-23.

Doğada geometri ve simetrinin uyumu.

Pisagor tableti

Page 49: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

İTÜ Vakfı Yayınları

Genel Dağıtım: İTÜ Vakfı Yayınları

İtuyayinlari.com.tr

Online Sipariş: www.1773itu.com

Satış:0212 230 73 71 – 246 64 05

[email protected]

Tanıtım Fiyatı: 25 TL

YENİ

Matematikçiler, Fizikçiler, Mühendisler için…

LİNEER SINIR-DEĞER PROBLEMLERİ VE ÖZEL FONKSİYONLAR1. Baskı Çıktı

Prof. Dr. Mithat İdemenİTÜ Vakfı Yayınları

ISBN: 978-605-4778-95-9

439 sayfa, 16.5x23.5 cm

Şubat 2015

Yazarın İstanbul Teknik Üniversitesi, Yeditepe Üniversitesi ve Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nde aynı ad altında vermiş olduğu derslerin notları esas alınarak hazırlanmış bulunan bu kitap, öğrenciye, özel fonksiyonlar olarak tanınan fonksiyonların ve çekirdeklerinde bu fonksiyonların yer aldığı integral dönüşümlerin temel özelliklerini, onların klasik teorik fiziğin lineer sınır-değer problemleri ile ilişkilerini göz önünde bulundurarak sunmayı amaçlamaktadır. Değişik dillerde yazılmış bulunan mevcut kitapların hemen hemen hepsinde birbirinden ayrı şeylermiş gibi sunulan özel fonksiyonların ve integral dönüşümlerin hepsi, bu kitapta, dalga denkleminin değişkenleri ayrılmış çözümleri olarak bir çatı altında toplanmakta ve böylece, verilmiş bir problemi çözmek için izlenmesi gereken en uygun yöntemin hangisi olduğu, kendiliğinden, berrak biçimde ortaya çıkmaktadır. Kitap, bazısı ayrıntılı biçimde çözülmüş, bazısı da yeter derecede yol gösterilerek ayrıntıları okuyucuya bırakılmış çok sayıda örnek problem içermektedir. Bu problemlerde verilen sonuçlar, aynı zamanda araştırmacılar için yararlı referans niteliğindedirler.

Page 50: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi48

Yeniye nasıl ve nereden başlayacağız? Yeni bir söylemden! Yeni söylem yaratmak için ona inanmak gerek. Fakat bu inanç telefonlu ve otomobilli ortaçağcıların bilgi ve bilinçlerinin çok uzağında. Burada nasıl çözüleceğini bilemediğim bir eksiklik var. Günde 25 kadının öldürüldüğü toplum sağlıklı düşünceye olanak vermiyor. Bu toplumsal cinnet ortamında mimarlık mı düşüneceğiz…?

PO

RT

RE

DOĞAN KUBANSöyleşi: Pelin Derviş

FOTO

ĞR

AF:

CE

MA

L E

MD

EN

Page 51: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi 49

pıları, resimleri ve heykelleri göstererek sanata duyarlılığımızı artırmaya çalışırdı.

İkinci sene Yüksek Mühendis Mekte-bi, Teknik Üniversite’ye dönüştü. Mimarlık Fakültesi kuruldu (1944). Yüksek Mühen-dis Mektebi’nden kalan eski öğrenciler ve o yıl alınan yeni öğrencilerle herhalde toplam öğrenci sayısı 100 kişiyi geçme-yen bir fakülteydi. En kalabalığı birici sı-nıftı, eski-yeni toplamı 32 kişi idi. Gümüş-suyu’ndaki binanın üst katındaydık. Bir tarafta hocalar, öbür tarafta dershaneler. Üçü Alman olmak üzere toplam altı pro-fesör vardı. Burası bir ev, biz bir aile idik.

Alman hocalarla dil konusu nasıl aşılıyordu derslerde?Almanca bilen asistanlar vardı, onlar çevirirlerdi. Clemens Hol-zmeister’i Celile Hanım diye bir doçent vardı, o çevirirdi. Paul Bonatz’ı başka biri, Gustav Oels-ner’i galiba Kemal Ahmet Arû çe-viriyordu. Emin Onat’ın iki doçenti vardı. Orhan Safa ve Kemal Ahmet Arû GSA’dan gelmişlerdi. Asistan olunca Profesör Paolo Verzone’nin Fransızca verdiği dersleri de ben çevirdim.

Verzone, Türkiye’ye mimarlık tarihi ve restorasyon dersini, üni-versite düzeyinde getiren kişidir. Biz mimarlık tarihini üniversitede doğru dürüst okumadık. Restoras-yon da görmedik. O zaman her şey yeni başlıyordu. Hocalar aka-demisyen değil profesyonel mi-

marlardı. Fakat genelde İstanbullu uygar aile çocukları idi. Dil biliyorlardı. Cum-huriyetin ilk kuşakları, en aydın kişilerdi. Çağdaş dünyada üniversite öğretiminin ne olduğunu biliyorlardı. Onat İsviçre’de okumuş, çok zeki ve yetenekli bir adam-dı. O küçük grup pek çoğu Anadolu’dan gelen öğrencilere çağdaş dünyayı öğret-ti. Ve onların arasından Fakülte’nin gele-ceğini ellerine teslim edecekleri insan-ların yetişmesi için büyük bir özveri ile çalıştılar.

İTÜ’nün bugünkü mimarlık eğitimini sizin döneminizdeki eğitime kıyasla biraz daha değerlendirebilir misiniz?İlk fark sayısal. 32 kişilik bir sınıf. 1993’te emekli olduğum zaman, Mimarlık Fakül-tesi (profesörü, doçenti ve talebeleriyle birlikte) 1000 kişi değildi. Şimdi Fakülte

Matematikte iyi olan öğrenciler, biraz da gösteriş için, onu seçerlerdi.

Emin Onat, bizim akrabamız olur. An-kara’ya geldikçe bize uğrardı. “Ne yapa-caksın, nereye gideceksin?” diye bana sordu. Yüksek Mühendis Mektebi’ne gi-deceğimi söyledim. “Aferin” dedi. O da orada okumuş, sonra İsviçre’de ETH’dan mezun olmuştu. “Peki ne olacaksın?” Hiçbir kararım yoktu. Her derste iyi bir öğrenci olduğum için tarihçi veya asker olmayı düşündüğüm olmuştu, dış işle-riyle, felsefe ve matematikle ilgileniyor-dum. Fakat bir şey bilmiyordum doğru-su. Mühendis Mektebi’nin şöhreti çekici

idi. “Gemi İnşaat Mühendisi olacağım” dedim. “O da nereden çıktı, Türkiye’de gemi mi yapılıyor?" dedi. O sırada Yüksek Mühendis Mektebi’nde gemi inşaat mü-hendisliği falan yoktu. “Peki ne olayım?” dedim. “Mimar ol” dedi. “Peki” dedim.

Sınavı kazandım. O zaman Mimarlık Fakültesi de yoktu. Mimarlar, İnşaat Fa-kültesi içindeki küçük bir gruptu. Bütün öğrenciler üç yıl birlikte matematik, fizik, kimya, malzeme, mühendislik dersleri okur, sonra üç yıl ihtisas yaparlardı. Okul-dan Yüksek Mühendis olarak mezun olu-nurdu.

Girdiğimiz yıl (1943) İnşaat Fakülte-si’nde mimar olmak isteyen sekiz kişiy-dik! Bir Avustralyalı teknik resim hocamız vardı. O zaman projeksiyon falan yoktu. Kitaplardan kestiği resimlerle hazırladığı levhaları duvarlara asmıştı. Bize eski ya-

Pelin Derviş: Mimarlık öğrenimi gör-meyi neden ve nasıl seçtiniz? Doğan Kuban: Bu benim seçimim de-ğil. Çalışkan bir öğrenci idim. Anado-lu’da büyüdüm. Babam askerdi. İlkokul-da üçüncü sınıfı Elazığ’da, dördüncü ve beşinci sınıfı Eğirdir’de, altıncı sınıfı ise Denizli’de okudum, köylerde yaşadım. O zamanları hala bir cennet gibi hayal ediyorum. Geri kalan yılları Ankara Gazi Lisesi’nde tamamladım. Liseyi bitirdiğim zaman üniversite olarak iki kurum vardı. Biri Yüksek Mühendis Mektebi, diğeri İstanbul Üniversitesi. Çalışkan ve mate-matiği iyi bilenler Yüksek Mühendis Mek-tebi’ne giderdi. Sınavla girilen tek yüksek okul oydu. O dönemde gerçekten iyi lise sayısı 20’yi geçmiyordu. İyi bir fen öğ-rencisi olarak liseyi bitirince Yüksek Mü-hendis Mektebi’ne girmeye karar verdim.

Yeni söylem yaratmak için ona inanmak gerek

Page 52: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi50

PORTRE

muyor. Anıtlar Kurulu’nun en büyük kav-gası resmi makamlara karşı olmuştur.

Peki, biraz da güncel mimarlığa gelelim isterseniz. Gene belki sizin mimar olarak mezun olduğunuz ya da okuduğunuz yıllarla kıyaslayabilirsiniz.Sayısız kıyaslama ölçütü olabilir. 1945 sonrası. Biz her şeye yeni başlamıştık. Değişmeye başlayan bir dünyada yaşı-yorduk. Holzmeister klasik gelenek için-de yetişmiş bir adamdı ama modernistti. Bonatz, yetenekli ve iyi bir mimardı ama

Nazilere daha yakın bir ‘Neocu’ydu. Tür-kiye’de İkinci Ulusal’ı icat eden Bonatz gibi adamlardır. Sedad Hakkı Bey (Se-dad Hakkı Eldem), modernist başladı. Emin Onat ve Sergi Evi’ni yapan Şevki Balmumcu da öyle. Hep modern üslupla başladılar. Fakat sonra Nazi Almanyası model oldu. Holzmeister Türkiye’ye bir Nazi üslubu getirmedi. Ernst Egli ve Bru-no Taut da getirmediler.

1947’de Holzmeister’a bir apartman projesi çizdim. Şimdi Divan Oteli’nin oldu-ğu sırada (Eski Surp Agop Mezarlığı) yeni bir apartman ve büro dizisi başlıyordu. Ben de o sıralar Wright’tan etkileniyordum. Wri-ght’vari bir tasarım hazırladım. Holzmeister suluboyayı çok severdi. İyi perspektif çizer-dim ama pek boyama marifetim yoktu. İranlı bir arkadaşım iyi suluboya yapardı. Sabah-leyin çizimi ona götürdüm, boyattım. Ho-cayı aldatmak için değil. Öyle sevdiği için. Hoca baktı, kendi yaptıklarından da uzak bir tasarım. “Buna, Bonatz olsa numara

3500 kişiymiş. Bunun yeterli bir eğitim yoğunluğu yaratacağına inanmıyorum. O dönemde iki tane 16’şar kişilik sınıf var-dı. Bonatz yahut Holzmeister gelir, her öğrencinin başına oturur, eleştirirlerdi. Şimdi öğrenci başına 5 dakika bile oldu-ğunu sanmıyorum. Mimarlık Fakültesi’ne girenler gerçekten seçme zekalardı. Dün-ya görgüleri, çevre deneyimleri ve duyar-lıkları ise kuşkusuz çok sınırlı idi.

Biraz da Türkiye’deki koruma ortamından konuşalım mı?ICOMOS’un (Uluslararası Anıtlar ve Sit-ler Konseyi) Türkiye’de kuruluşu, Verzo-ne’nin doçenti ve İtalyanların biraz tanı-dıkları biri olduğum için benden istendi. 1965’te yeni profesör olmuştum. Ve Ver-zone’den sonra Restorasyon derslerini de ben veriyordum. ICOMOS hükümetler dışı bir statüde kuruldu. 1951 yılında kuru-lan Anıtlar Yüksek Kurulu’nda çok efendi insanlar vardı. Tarihçi, arkeolog, müzeci, aydın ve korumanın toplumsal ve kültü-rel öneminden haberli insanlar. Avrupa’ya gitmiş, bir- iki yıl resto-rasyon öğrenimi görmüş sadece Ali Saim Bey vardı (Ali Saim Ülgen). Şimdi üniversitede resto-rasyon uzmanı ol-duktan sonra “Ben uzmanım” diyenler-den duyarlık, kültür ve sorumluluk açısından çok daha ileriy-diler. Kurulda üç-dört mimar vardı. Diğer üyeler “Siz tartışın, yanıtları sergileyin, biz oylayalım” derlerdi. Başka bir dünyaydı. Bitti o dünya! Herkes ‘uzman’ oldu, daha doğrusu hiçbir şey olmadı.

Bugün Türkiye’de dehşet verici bir restorasyon etkinliği var. Koruma ölçüt-leriyle, tümü saldırı ve cinayet. İyi niyetli! Hele ayrıntıya girince, insanın tüyleri di-ken diken oluyor: Mozaikler, ortaçağ taş yontuları, mukarnas onarımları, boyalı bezemeler. Yakında tarihi mirasa bir ce-naze duası okuruz. Bilgi, sevgi, ehliyet, yetenek. Bunları ithal edemeyiz. Şimdiki uzmanların içinde de duyarlı olan, so-rumluluk hissedenler var kuşkusuz. Ama kime dinletecekler? Kaldı ki seçen cahil ve bilinçsiz olunca seçilenler uzman ol-

1926 yılında Paris’te doğdu. İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden 1949 yılında mezun oldu. Aynı üniversitenin Mimarlık Tarihi kürsüsünde asistan oldu. Tezini Türk Barok mimarisi üzerine yaptı. 1954-55’te İtalya’da Rönesans mimarisi üzerine çalışarak “Osmanlı Mimarisi’nde İç Mekan Teşekkülü ve Rönesans’la bir Mukayese” adlı çalışmasıyla doçent oldu. 1962-63’te Fullbright bursuyla Amerika’da Michigan Üniversitesi İslam Sanatı bölümünde misafir öğretim üyesi olarak bulundu. 1963-64 yıllarında Harvard Fellow’u olarak

Washington’da Dumbarton Oaks Bizans Araştırmaları Merkezi’nde Anadolu Bizans Mimarisi üzerine çalıştı. 1965’te “Anadolu Türk Mimarisinin Kaynak ve Sorunları” adlı kitabıyla profesör oldu. 1967’den sonra Michigan ve Minnesota üniversitelerinde İslam Sanatı ve Mimarisi, 1980-81’de MIT’de misafir Ağa Han profesörü olarak İslam Mimarisi Tarihi dersleri verdi. 1965-75 yıllarında Harvard Üniversitesi’nin sponsorluğunu üstlendiği İstanbul’daki Kalenderhane Camisi kazısı ve restorasyonunda (Prof. L. Striker’le birlikte) direktör

Bugün Türkiye'de dehşet verici bir restorasyon etkinliği var. Koruma ölçütleriyle, tümü

saldırı ve cinayet. Hele ayrıntıya girince, insanın tüyleri diken

diken oluyor.

PROF. DR. DOĞAN KUBAN

Page 53: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi 51

bela olarak sardılar. Ama kendileri çoğun-lukla az katlı evlerde otururlar.

Bizde ilk yüksek yapı Mimar Enver To-kay’ın 24 katlı Kızılay Emek İşhanı’dır. İstan-bul’da o sırada yüksek yapı yoktu. Cephe tasarımı, yüksek blok tasarımı zordur. Cam üretimi gelişmemişti. Şimdi binlerce yük-sek bina yapılıyor. Bir sürü kopya. Arala-rında iyi olanlar da var. Cam üretimi arttı. İnşaat mekanik. Cephe etüdü gerekmiyor. Birkaç günde yüzlerce metrekare cam cephe yapılıyor. Biz cephe etüdü yaparak bir ömür geçirdik. Bence yapı tasarımı dibe vurdu. Çok katlı yapılar çirkin. Hele sitele-

vermez ama ben sana 20 veriyorum!” dedi. Bonatz taş kaplama duvar tasarla-

maya zorlardı. Ona Ankara’da bir Devlet Kitaplığı projesi yaptım. Önerdiğim vazi-yet planı şemasını beğendi. Fakat ilk iki katı taş kaplama olacak diye tutturdu. On katlı kitap deposunun ilk iki katında ders yapılacak, salonlar vesaire olacak ve o katlar taş kaplanacaktı. Her şeyi doğru yapmaya çalışıyorum. Taş kaplama için Osmanlı’yı, Selçuklu’yu inceledim. İki ay taş duvar çizdim. Sonunda Bonatz “Çok güzel bir şema ile başladı ama geliştire-medi” dedi. Ben de kızdım, “Siz bana iki ay taş kaplama çizdirdiniz!” dedim.

Günümüz mimarisine gelelim. Dün-yanın her tarafını dolaştım, Amerika’da yaşadım, yüksek binaların her türünü gördüm. Ama yüksek binada oturma-dım. Kimse ailesiyle, bağlasan oturmaz o binalarda. Arsa pahalı, çok kat yapmak ucuza gelir. Ama işletme ve inşaat paha-lıdır. Bunu dünyanın başına Amerikalılar

rin vaziyet planları, akıl almaz bir toprak spekülasyonu ve kontrolsüzlük nedeniyle, utanç verici bir fenomen.

Mezun olduğum zaman Türkiye’de 500 mimar vardı. Şimdi 50.000’e yaklaşmış. İyi ve yetenekli genç mimarlar, hoş tasarımlar var. İyi kopyalar bile var. Fakat yoğunluk, plansızlık kentleri yaşanmaz hale getirdi. Arsa ve kat spekülasyonu olduğu için ne-fes alınacak ortamlar değil. Dışarıdan alı-nan enerji ile ucuz da olamaz. Elektrik ke-silince yaşam duruyor. Her tarafı cam olan yapı sağlıksız. Klima pahalı. Büyük kent de pahalı. Bunların sosyal, psikolojik, ekono-mik, hatta teknolojik sorunları yarım yüz yıl önce tartışılıyordu. İlkesel açıdan, atom bombası gibi dünya geleceğini karartan nesneler olarak yüksek yapıyı ve megalo-polisi tümüyle reddediyorum.

Kentler, bizim gibi zavallı ülkelerde, ula-şımları, kötü havası, yeşil tahribi ile “Dünya-nın sonu geldi!” diyen felaket habercileridir. Kanımca İstanbul boşalmazsa Türkiye’nin

sonunu politik partiler-den önce getirebilir.

Türkiye’de oto-mobil bir oyuncak. Planlama olanağı bile vermiyor. Bizim gelişmemiş toplu-mumuzda müthiş bir spekülatif enerji var. Tarih, estetik, hukuk kimsenin umurunda değil. Kent toprağı ‘yağma Hasan’ın bö-reği’. İstanbul’da park yok; kaldırım da yok.

Hepsini otomobiller istila etti. Planı dışladı-lar. Plancı “Bu ağacı kesmeyin” diyor, işin-den atıyorlar.

Eski dünya bitti. Bitirenler de büyük büyük dedeleri gibi yaşamak istiyorlarmış. Kabe’yi İstanbul’a getirdiler. Tabii otomobilli olarak! Pastanın üstüne Kuran resmi koyup yediler. Bunlar toplumsal şizofreni göster-geleri.

Yeniye nasıl ve nereden başlayacağız? Yeni bir söylemden! Yeni söylem yaratmak için ona inanmak gerek. Fakat bu inanç telefonlu ve otomobilli ortaçağcıların bilgi ve bilinçlerinin çok uzağında. Burada nasıl çözüleceğini bilemediğim bir eksiklik var. Günde 25 kadının öldürüldüğü toplum sağ-lıklı düşünceye olanak vermiyor. Öldürenler de intihar ediyorlar. Bu toplumsal cinnet or-tamında mimarlık mı düşüneceğiz?

olarak çalıştı. Kalenderhane, Tahtakale Hamamı, Kazakistan’da Yesevi Türbesi, Türkmenistan’ın Merv kentinde Sultan Sancar Türbesi restorasyonlarının danışmanı olarak çalıştı. İstanbul, İzmir, Gaziantep, İznik, Kastamonu, Sivas ve Erzurum kentleri tarihi çevre koruma rapor ve projelerini yaptı. 1975’te Mimarlık Tarihi ve Restorasyon Enstitüsü’nü kurdu ve başkanlığını yürüttü. İTÜ’de Mimarlık Tarihi ve Restorasyon kürsüleri başkanlığı (1958-93) ve Mimarlık Fakültesi dekanlığı yaptı (1974-77). Ağa Han Mimarlık Ödülü yürütme komitesinde çalıştı (1978-83).

1968-83 yılları arasında Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu üyesi (1981-83’te başkan yardımcısı) oldu. 1993’te emekliye ayrıldı. Kültür Bakanlığı, Mimarlar Odası ve Tübitak Hizmet ödülleri aldı. 1994 yılında American Institute of Architects’e yabancı şeref üyesi seçildi. “Sinan’ın Sanatı ve Selimiye” (1997) adlı kitabı ile Aydın Doğan ödülü aldı. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Piriştina’ya danışmanlık yaptı. Kent ve mimarlık üzerine yayımlanmış pek çok kitabı bulunan Kuban TÜBA şeref üyesidir.

İlkesel açıdan, atom bombası gibi dünya geleceğini

karartan nesneler olarak yüksek yapıyı ve

megalopolisi tümüyle reddediyorum.

Page 54: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi52

Giriş

Ülkemizin 1950’li yıllardan beri yaşa-dığı hızlı kentleşmenin bir sonucu olarak çarpık kentleşen şehirlerimiz,

aynı zamanda halkın satın alma gücünün düşüklüğünün bir göstergesi olarak yapı kalitesinin düşüklüğü ile birleştiğinde, baş-ta depremler olmak üzere afetlere karşı da-yanıksız bir görünüm arz etmektedir.

Bu sebeple yayımlanan 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun ile afetlere karşı riskli ya-pıların bulunduğu alanların, bu alanların dışında kalan münferit yapıların da sürece dâhil edilmesi suretiyle, sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerini teşkil etmek üzere iyi-leştirme, tasfiye ve yenilenmeleri amaçlan-maktadır.

Bu amaç çerçevesinde, ülkemizi sar-san deprem afetleri sonucunda daha ev-vel yayımlanan Deprem Yönetmeliği ve Yapı Denetim Kanunu gibi kazanımların elde edildiği 1990 yılı öncesinde yapılmış yapıların en az yarısının güvensiz olduğu varsayımından hareketle ortaya konan 6,5 milyon konutun 2023 yılına kadar yenilen-mesi hedeflenmiştir.

Kentlerimizin afetlere karşı dayanıklı hale getirilmesi amacıyla güdülen bu he-defin büyüklüğü ele alındığında dönüşü-mün çevresel etkilerinin de değerlendiril-mesi ihtiyacı ortadadır. Ancak, kentlerimizin mevcut hali ve halkımızın yaşam tarzları ele alındığında dönüşüm sayesinde kentlerimi-zin mevcut çevresel etkilerinin azaltılması fırsatı da bulunmaktadır.

Bu önemli bir fırsattır, zira depremler kadar iklim değişikliğinden kaynaklı olarak yaşanacak özellikle kuraklık ve sel baskın-ları gibi küresel ısınmanın sonuçları da ge-leceğin şehirlerinde karşı karşıya kalaca-ğımız fiziki ve sosyal afetlerdir. Bu hususta alınması gereken tedbirler için Bakanlığın İklim Değişikliği Ulusal Eylem Planına baş-vurulması gerekmektedir.

Kentsel Dönüşümün esas ölçeği olan yerleşmeler boyutunda, ülkemiz İklim Değişikliği Eylem Planı içerisinde belirti-len sektörler olan Enerji, Binalar, Sanayi, Ulaştırma, Atık, Tarım, Arazi Kullanımı ve Ormancılık gibi sektörlerin her birisine etki edebilecek tedbirler alınması olasıdır.

Kentsel Dönüşüm ve İklim Değişikliği Ulusal Eylem Planı2011-2020 dönemini kapsayacak şekil-de Temmuz 2011’de yayımlanan Türkiye Cumhuriyeti İklim Değişikliği Ulusal Eylem Planı’nda sera gazı emisyon kontrolünün uygulanacağı sektörler itibariyle uygulana-cak hedefler geliştirilmiştir. Bu noktada altı çizilmesi gereken husus ise, kentsel dönü-şüm belirli bir yaşam döngüsü içerisinde takip edilecek bir süreç olarak ele alındı-ğı takdirde her bir adımında bu sektörel hedeflere katkı sağlayabilecek olmasıdır. Özellikle ölçeği itibariyle sadece bir yapı yenilemesi işi olmayıp şehirlerin belirli kı-sımlarının yeniden oluşturulması gibi iddialı bir hedefe hizmet etmekte, böylece yaşam tarzlarının yeniden ele alınabilmesi potan-siyelini taşımaktadır. Buna göre öncelikle kentsel dönüşüm süreci tanımlanmalıdır. Şekil 1’de bu süreç görülmektedir.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Altyapı ve Kentsel Dönüşüm Hizmetleri Genel Müdür-lüğü tarafından eylem planında tanımlanan tedbirlerin dâhil edilebileceği bir Ekolojik Yerleşme Birimi Standardı hazırlanması için gerekli girişimler başlatılmış bulunmak-tadır. Bu çalışmalar 6306 sayılı Kanun kap-samında yürütülecek kentsel dönüşüm ça-lışmaları çerçevesinde yeni bir uygulama dili oluşturulmasını hedeflemektedir.

Ancak, belirtilen bütün bu tedbirlerin her birisinin uygulandığı alana yaptığı po-zitif ve negatif çevresel etkilerin bilinebil-mesi, buna göre hangi tedbirlerin o yerle-şim için daha doğru ve ne oranda faydalı olacağına ilişkin karar vericileri yönlendire-cek bir uygulama aracı ile desteklenmesi

İklim Değişikliği ile İlgili

Afetlerin Kentsel Dönüşüm İle Ele Alınması

2011-2020 dönemini kapsayacak şekilde Temmuz 2011’de yayımlanan Türkiye Cumhuriyeti İklim Değişikliği Ulusal Eylem Planı’nda sera gazı emisyon kontrolünün uygulanacağı sektörler itibariyle uygulanacak hedefler geliştirilmiştir. Bu noktada altı çizilmesi gereken husus ise, kentsel dönüşüm belirli bir yaşam döngüsü içerisinde takip edilecek bir süreç olarak ele alındığı takdirde her bir adımında bu sektörel hedeflere katkı sağlayabilecek olmasıdır…

Bülent YalazıÇevre ve Şehircilik BakanlığıAltyapı ve Kentsel Dönüşüm Hizmetleri Genel MüdürlüğüYüksek Şehir Plancısı

DE

PR

EM

DO

SYA

SI

Page 55: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi 53

proje için projenin farklı aşamalarında ye-nilenmektedir. Örneğin, yatırım kararlarının

alındığı aşamada, projelerin kesinleşti-rildiği aşamada ve yatırımın tamam-

lanıp kullanıma geçildiği aşamada farklı veri hassasiyetine sahip

değerlendirmeler yapılmak-tadır. Zira nihai performans kadar yatırım ve tasarım ka-rarlarının alındığı çeşitli aşa-malarda karar vericilerin, projenin performasına ilişkin fayda maliyet analizleri ya-pabilmeleri gerekmektedir. Çünkü bu toplumsal bir sü-

reç olup toplu karar alabilmeyi gerektirmektedir. Bu sebepten,

proje kapsamında kullanıcıların projelerinin çevresel etkileri ve ma-

liyetlerine dair fikir alabilecekleri bir simülasyon programı elde edilmesi ve

web üzerinden halkın kullanımına sunul-ması da hedeflenmiştir.

Bu anlamda çevresel sürdürülebilirlik kadar ekonomik ve sosyal sürdürülebilirlik kavramları da ortaya çıkmaktadır. Çevresel sürdürülebilirliğin ölçütü olan yaşam dön-güsü değerlendirmesine karşılık, ekono-mik sürdürülebilirliğin ölçütü olarak yaşam boyu maliyet kavramı ön plana çıkmaktadır. Sosyal sürdürülebilirlik ise yerleşme sakin-lerinin beden ve ruh sağlıklarının korun-ması ve bunların sosyal maliyetlerinin mi-nimumda tutulması fikrine dayanmaktadır.

Yerleşme boyutu ise, konut ve konut dışı yapıların ve altyapıların performansla-rının toplamına odaklanmaktadır. Böylece, alandaki ulaşım ve altyapı taleplerinin sı-

zemelerine ilişkin TS EN 15804 ve gerekse yapı işlerine ilişkin TS EN 15978 standartla-rı tarafından temel alınan yaşam döngüsü aşamaları Şekil-2’de görülmektedir.

Yapılar için ise, yapı malzemesi olan ve olmayan tüm girdilerin belirli bir yaşam ömrü (ör: 50 yıl) zarfında yapı için öngörü-len senaryolara göre yapıda oluşturduğu toplam çevresel etki ele alınmaktadır. İş-levsel olarak birbirleri ile kıyaslanabilecek yapıların öngörülen senaryolar çerçevesin-de çevresel performansları ortaya konmak-tadır.

Yaşam döngüsü değerlendirmeleri bir

gerekmektedir. Zira her bir tedbir, bir ya-tırım gerektirecek olup bunun maliyetinin yerleşmenin sakinlerine yükleyeceği yükümlülüklere değip değmeyeceği kısa vadeli ölçütler ile değil daha kapsamlı değerlendirmeler ile kıyaslanabilmektedir.

Yaşam Döngüsü DeğerlendirmesiYerleşmelerin sürdürülebilir olması, yani alınan tedbirler sonucunda sıradan bir yer-leşmeden belirli oranlarda daha az çevresel etkilerinin olması halinde mali destekler ile teşvik edilmeleri söz konusu olduğunda, bunların belgelen-dirilmesi yasal bir gerekliliğin öte-sinde bir zorunluluk haline gelecektir. Bu amaçla yukarıda belirtilen standart çalışmasının bir bileşeni olarak bir ulusal belgelendirme altyapısının kurgulanması da söz konusudur. Ancak kentsel dönüşü-mün uzun ve yıllara yayılan bir süreç olma-sı sebebiyle, bu altyapının Yaşam Döngüsü Analizi etrafında şekillendirilmesi ise teknik bir gerekliliktir.

Bu noktada, yapı işlerinin sürdürülebi-lirliği çerçevesinde gerçekleştirilen bilimsel araştırmalar ve geliştirilen standart ve reh-berlerden istifade edilmesi ise kaçınılmazdır. Standardizasyon örgütleri CEN ve ISO, yapı işlerinin ve yapı malzemelerinin çevresel et-kilerini tanımlayan temel standartları ortaya koymuş olup, Avrupa Komisyonu bu temel kararların nasıl uygulanması gerektiğine dair rehberler hazırlamaktadır. Gerek yapı mal-

Şekil 1: Kentsel dönüşümün yaşam döngüsü

Şekil 2: Yaşam Döngüsü Aşamaları

Page 56: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi54

DEPREM DOSYASI

değerlendirmede ele alınması gereken bir diğer unsurdur. Zira en ekolojik yerleşme biriminin, yaşam döngüsü çerçevesinde aynı zamanda en düşük maliyetli (yapım, işletim, yıkım) olduğunun da gösterilmesi gerekir. Örneğin, alandaki atık su ve evsel atık miktarlarının sınırlanması bile alana iliş-kin kamusal harcamalarda ciddi bir düşüşe yol açacaktır. Ama özellikle alandaki ulaşım taleplerinin sınırlaması doğrudan sakinlerin cebine yansıyacak boyutta olacaktır. Halkı iş, okul ve diğer hizmetlere bağlayan yeter-li yaya ve toplu ulaşım ve iletişim hizmet-leri bu sonucu doğurabilecektir. Atık suyun değerlendirilmesi yöntemi olarak bahçe ve katlardaki ortak alanlarda tarımsal üretim gerçekleştirilmesi de benzer bir ek değer yaratımına imkân verecektir.

Ancak doğal olarak ekonomik açıdan pozitif bir Net Güncel Değeri (NPV) haiz bir projenin ilk yatırım maliyeti, negatif bir değeri haiz bir projeye göre nisbi olarak yüksek olacaktır. Bu nisbi değerin yatırım sahipleri tarafından üstlenilmesi ise belirli ölçüde teşvik edilmelidir.

Tamamlayıcı DüzenlemelerHalen 6306 sayılı Kanun kapsamında kendi evini yıkıp yapanların, Bankalardan alacağı kredilere ilişkin olarak 2012/3803 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile, Dönüşüm Gelirleri Özel Hesabından yıllık %4’e kadar faiz desteği verilmektedir. Kredilendirilecek gayrimenkullerin sürdürülebilir olmalarını teşvik etmek amacıyla bu oranın yükseltil-mesi, hatta bu gayrimenkuller sürdürülebi-lir bir yerleşme içinde bulunuyorsa daha da yükseltilmesi gibi bir düşünce bulunmakta-dır. Bu oranın değeri ise 6306 sayılı Kanun çerçevesinde yeni bir Bakanlar Kurulu ka-rarı alınmasını ya da mevcut kararın gün-cellenmesini gerektirecektir.

nırlanması ya da verimliliği ön plana çık-maktadır. Alandaki ticaret, işyeri ve donatı imkânlarının artırılması, su ve atıksu başta olmak üzere diğer tüm altyapının toplumsal maliyetlerinin azaltılması öngörülmektedir. Böylece yapıların ötesindeki çevresel etki-lere de odaklanılmakta ve toplumsal hayat tarzımızın gerçek çevresel etkileri ortaya konabilmektedir.

Görüldüğü üzere malzeme boyutundan imar kararlarına varan bir yelpazede çev-resel, ekonomik ve sosyal sürdürülebilirlik unsurlarını iklim değişikliği potansiyeli çer-çevesinde ölçebilecek bir altyapı toplamı-na ihtiyaç duyulmaktadır. Yapı malzemeleri için çevresel ürün beyanı (EPD), binalar için çevresel bina beyanı (EBD), yerleşme-ler için de çevresel yerleşme beyanı (ESD) gibi kavramlar altında etkileri ölçecek TS ISO 14025 temelli olması gereken bu altya-pının, projenin paydaşı olması beklenecek bir üniversite marifetiyle hayata geçirilmesi hedeflenmektedir.

En Ekolojik Yerleşme BirimleriAma önemli olan, uygulamanın proje paydaşlarının toplu kararları ile şekillen-dirilmesi gerekliliğidir. Kat Mülkiyeti Ka-nunu ile tanımlanan Apartman Yönetimi, Ada Yönetimi ve Toplu Yapı Yönetimi gibi birimler bu konuda değerlendirilmesi ge-reken unsurlardır. Enerji ve su tasarrufuna ilişkin yatırımların çoğu maliyetin payla-şımı ve verimliliği gereği bireysel yapı-lardan ziyade ada boyutunda olmalıdır. Buna göre bir yapı belgesinin muhatabı ada ölçeğinde örgütlenen bir Ada Yöne-timi olmalıdır. Aynı şekilde bir yerleşme belgesinin muhatabı da asgari olarak yerleşme ölçeğinde örgütlenen bir Toplu Yapı Yönetimi olmalıdır.

Şüphesiz bir yerel yönetim de bir yer-leşme belgesinin muhatabı olabilir. Özellik-le, rezerv yapı alanı ve imar hakkı transferi gibi araçlar ile yürütülecek projelerde alı-nacak daha büyük ölçekli kararların muha-tabı plan yapma yetkisini haiz idarelerdir. Bu doğrultuda yönlendirici olması itibariyle proje ile; yerinde güçlendirme, yerinde yı-kıp yapma, yakın rezerv alan, kopuk rezerv alan ve kentteki diğer boşlukların değer-lendirilmesi gibi farklı senaryoların hangile-rinin birbirlerine kıyasla çevresel etkilerinin daha düşük olacağının, başka bir ifade ile daha ekolojik olacaklarının belirlenmesi de hedeflenmektedir.

Ancak ekonomik sürdürülebilirlik de bu

Bunun yanı sıra, kentlerimizin mevcut yerleşme dokusu ile belirlenen bu hedef-lere ulaşılmasının mümkün olmadığı de-ğerlendirilmektedir. Kentsel Dönüşüm çer-çevesinde gereğine göre Uygulama İmar Planı ve/veya Kentsel Tasarım ile yeniden oluşturulacak yapı adaları ve mülkiyet yapı-lanması bir gerekliliktir. Gerek kentlerimizin mevcut çarpık yapısının giderilmesi, gerek-se alanların sürdürülebilirliğinin artırılabil-mesi amacıyla konut dışında ilave sosyal donatı hatta ticaret kullanımları eklenmesi gerekmektedir. Bu yatırımların kamuya ila-ve yükler getirmeden sakinleri tarafından yapılmasını teşvik etmek üzere, sadece bu kullanımlar için ilave imar hakları veril-mesi de bir gerekliliktir. Girişimcinin yerel yönetimlerin kendisi olması halinde ise bu haklar doğrudan kamunun mülkiyetinde değerlendirilebilecektir.

Ancak, bu hakların ne oranda verilece-ği ise yine yapacağı pozitif çevresel etki ile orantılı olmalıdır. Zira yapılacak yatırım belirli bir büyüklüğe vardıktan sonra çev-resel etkileri negatife dönmeye başlayabilir. Buna göre, plan kararlarının verilmesi ön-cesinde bu yatırımların çevresel etkilerinin belgelendirilmesi yerinde bir uygulama yöntemi olacaktır. Bahsi geçen planlama çalışmalarının yönlendirilebilmesi amacıyla 6306 sayılı Kanun’un Uygulama Yönetmeli-ği’nde bu amaçla güncellemeler yapılması yerinde olacaktır.

SonuçKentsel dönüşüm, yaşam alanlarımızın sür-dürülebilirliğinin artırılması çerçevesinde ciddi fırsatlar yaratmaktadır. Ancak uygula-manın yönlendirilebilmesi amacıyla yaşam döngüsü analizine dayalı ciddi bir belge-lendirme altyapısı ve uygulama rehberle-rinin yayımlanmasını gerektirmektedir. Zira mevcut kent dokumuzun dönüştürülmesi, yapı malzemesi boyutundan en üst düzey-de kent planlarına varan ölçeklerde alına-cak tedbirleri gerektirmektedir. Ayrıca, bu tür eylemleri destekleyecek yasal ve idari düzenlemelerin yapılması da bir gerekli-liktir. Tüm bu tedbirler Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca yayımlanan 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesine dair Kanun’un sağladığı yasal çerçevede alınabilecek durumdadır. Bu doğrultuda başlatılan “Ekolojik Yerleşme Birimi” stan-dardı çalışması ve pilot proje uygulaması-nın yanı sıra ilave düzenlemelerin yapılması da gerekmektedir.

Yapı işlerinin sürdürülebilirliği çerçevesinde gerçekleştirilen

bilimsel araştırmalar ve geliştirilen standart ve rehberlerden

istifade edilmesi kaçınılmazdır. Standardizasyon örgütleri CEN

ve ISO, yapı işlerinin ve yapı malzemelerinin çevresel etkilerini

tanımlayan temel standartları ortaya koymuş olup, Avrupa

Komisyonu bu temel kararların nasıl uygulanması gerektiğine dair

rehberler hazırlamaktadır.

Page 57: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi 55

lenmesi, yapı kalitesinin arttırılması, kentlerin sağlıklaştırılması, amaçlarıyla çeşitli mevzu-at düzenlemeleri yapılmış ve stratejiler be-lirlenmiştir. Bunların hepsi doğrudan kentsel dönüşüm uygulamasına yönelik olmasa da, gerek afet riski gerekse de kentsel risklerin (yapısal ve yaşanabilir şehirler) giderilmesi-ne yönelik hazırlanan mevzuatlardır.

Ancak, bu düzenlemelerin bir kısmı gerek mevzuatlardaki eksiklikler gerekse uygulama sürecinde yaşanan sorunlar ne-deniyle istenen amaca ulaşmamış, bazı uygulamaların sonuçları da amaca hizmet etmek yerine yeni sorunlar doğurmuştur.

Bu yazıda, temelde bu yasal düzenle-melerin uygulama sorunlarından ziyade, sadece kronolojik olarak sürecin gelişimi vurgulanmaktadır.

7269 Sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısiyle Alınacak Tedbirler-le Yapılacak Yardımlara Dair Kanun: 15.05.1959 tarihinde yürürlüğe giren kanu-nun amacı “Deprem (Yer sarsıntısı), yangın, su baskını, yer kayması, kaya düşmesi, çığ, tasman ve benzeri afetlerde; yapıları ve kamu tesisleri, genel hayata etkili ola-cak derecede zarar gören veya görmesi muhtemel olan yerlerde alınacak tedbirler-le, yapılacak yardımlar”ın düzenlenmesidir.

Kentsel dönüşüm kavramı son yıllarda ülkemizde çok fazla konuşulan konu-ların başında gelmektedir. Kentleri-

mizin gerek afet riski gerek yapısal sorunla-rı, gerekse de kentsel donatıların yetersizliği nedeniyle yaşanmaz hale gelmesi kentsel dönüşümü zorunlu kılmaktadır.

Ülkemizde özellikle 1950’li yıllardan sonra yaşanan sanayileşme sonrasında köyden kente yaşanan göç hızlamıştır. Hızlı göç, kent merkezlerinde kaçak yapılaşma ve yapı kalitesinin düşmesi gibi sorunları da beraberinde getirmiştir. Bunun yanı sıra yaşanan afetler de gerekli tedbirlerin alın-masını zorunlu kılmıştır.

Tüm bu sorunlar kentlerimizin yaşanabi-lirliğini azaltmıştır. Bu nedenle afetler oluş-tuktan sonra gerekli tedbirlerin alınması ve hasar giderme, kaçak yapılaşmanın engel-

Bu kanun, afet öncesi zemin tespitine ve afet sonrası yapılacaklara ilişkin hüküm-leri içermekte olup doğal afetler sonrası yapılacak konut ve diğer yardımlar, borç-landırma usulleri belirtilmektedir. Temelde, oluşan afetler sonrası zarar gidermeye yö-nelik devletin yürüteceği iş ve işlemleri be-lirlemiştir.

Ancak, gerek Kanunun içerik olarak pek çok konuya ilişkin hükümleri içermesi, ge-rekse yayımlandığı 1959 tarihinden bu yana yaşanan afetler sonrasında yapılan reviz-yon ve eklemelerin fazla olmasından dolayı uygulanmasında güçlükler ortaya çıkmıştır. (1960/1968/1981/1985/1992/1993/1995)

775 Sayılı Gecekondu Kanunu: Hız-lı ve çarpık yapılaşma sonucu 20.07.1966 tarihinde yürürlüğe giren Kanun, gecekon-duların ıslahı, tasfiyesi, yeniden gecekondu

Kentsel Dönüşüm Sürecine Mevzuat Açısından Bakış

Afetler oluştuktan sonra gerekli tedbirlerin alınması ve hasar giderme, kaçak yapılaşmanın engellenmesi, yapı kalitesinin arttırılması, kentlerin sağlıklaştırılması, amaçlarıyla çeşitli mevzuat düzenlemeleri yapılmış ve stratejiler belirlenmiştir. Bunların hepsi doğrudan kentsel dönüşüm uygulamasına yönelik olmasa da, gerek afet riski gerekse de kentsel risklerin (yapısal ve yaşanabilir şehirler) giderilmesine yönelik hazırlanan mevzuatlardır…

Zeynep AfşeörenÇevre ve Şehircilik BakanlığıAltyapı ve Kentsel Dönüşüm Hizmetleri Genel MüdürlüğüDaire Başkanı

Page 58: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi56

yapımının önlenmesi ve bu amaçlarla alın-ması gereken tedbirleri belirlemektedir.

Ancak ilan edilen gecekondu önleme bölgelerinde yeniden imar mevzuatına aykırı yapıların yapılmasının önlenmesine ilişkin hüküm yetersiz olup gecekondu so-rununa bir çözüm üretememiştir. Yeni bir mülkiyet sorunu doğurmuştur.

2981 Sayılı İmar ve Gecekondu Mev-zuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler Hakkında Kanun: İmar ve gecekondu mevzuatına aykırı olarak inşa edilmiş ve inşa halindeki bütün yapılar hak-kında uygulanacak işlemleri düzenlemek ve bu işlemlere dair müracaat, tespit, de-ğerlendirme, uygulama ve duyuru esasla-rını ve ilgili diğer hususları belirlemek üzere düzenlenen mevzuat, 24.02.1984 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Bu Kanun kapsamında yapılan ıslah imar planları ile kentin sorunlu bölgeleri iyileştirilmeye çalışılmış, ancak bu tür yerle-şimler düzenli ve yeterli kentsel standartla-ra hiçbir zaman ulaşamamış, sosyal donatı alanları, yollar ve yeşil alanlar standartların çok altında kalmıştır. Günümüzde afet riskli alanlar genellikle bu tür alanlardan oluş-maktadır.

3194 sayılı İmar Kanunu'nun 39’uncu maddesi (Maili İnhidam): İmar Kanunu 03.05.1985 tarihinde yürürlüğe girmiş olup Kanun’un bu maddesi ile sadece yıkık veya yıkılacak derecede tehlikeli yapılara ilişkin ilgili idarelerce yapılması gerekli işlemler belirlenmiştir. Tehlikeli yapıların maliklerce yıkılması, yıkılmadığı taktirde belediye veya Valiliklerce yapılan yıkım işleminin giderleri-nin yapı sahibinden tahsili öngörülmektedir.

Ancak tahliye ve yıkım işlemlerine ilişkin finansman düzenlemesi bulunmadığından uygulanmasında güçlük çekilmektedir.

595 Sayılı KHK (Yapı Denetimi Hakkın-da) ve 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun: 1999 depremi sonrası yürürlüğe girmiştir. 19 ilde pilot uygulama öngörül-müş, Yapı Denetim kuruluşları kurulması ve denetim işlerinin süreci düzenlenmiştir. 24 Mayıs 2001 tarihli Anayasa Mahkemesi Ka-rarıyla iptal edilmiştir.

29.06.2001 tarihinde 4708 sayılı Yapı Denetimi Kanunu yürürlüğe girmiş olup can ve mal güvenliğini teminen, imar plânına, fen, sanat ve sağlık kurallarına, standartlara uygun kaliteli yapı yapılması için proje ve yapı denetimini sağlamak ve yapı deneti-mine ilişkin usul ve esasları düzenlenmiştir.

kaybetmeye yüz tutmuş; kültür ve tabiat varlıklarını, koruma kurullarınca sit alanı olarak tescil ve ilan edilen bölgeler ile bu bölgelere ait koruma alanlarının, bölgenin gelişimine uygun olarak yeniden inşa ve restore edilerek, bu bölgelerde konut, tica-ret, kültür, turizm ve sosyal donatı alanları oluşturulması, tabiî afet risklerine karşı ted-birler alınması, tarihi ve kültürel taşınmaz varlıkların yenilenerek korunması ve yaşatı-larak kullanılmasını amaçlamakta olup oluş-turulacak yenileme alanlarının tespitine, teknik altyapı ve yapısal standartlarının be-lirlenmesine, projelerinin oluşturulmasına, uygulama, örgütlenme, yönetim, denetim, katılım ve kullanımına ilişkin usûl ve esasları belirlemiştir.

16.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren kanunun amaç maddesinde, doğal afetle-re karşı tedbirler alınması vurgulanmakta olup temelde sit alanı ilan edilen alanlara ilişkin uygulama yapılmasına dair hüküm-ler bulunmaktadır. Bu kanun düzenlemesi ile Kentsel Yenileme kavramı mevzuata gir-miştir.

5543 Sayılı İskan Kanunu: 26.09.2006 tarihinde yürürlüğe girmiş ve bu kanun ile 14/6/1934 tarihli ve 2510 sayılı İskan Kanu-nu yürürlükten kaldırılmıştır.

Temelde afet ya da kentleşme ile ilgili bir düzenleme olmasa da göçmenlerin, gö-çebelerin, yerleri kamulaştırılanlar ile millî

Öncelikle pilot illerde geçerli olan düzen-leme 01.01.2011 tarihi sonrası tüm illerde geçerli olmuştur.

Ancak yeni yapılacak yapılara ilişkin bir düzenleme olup, mevcutta bulunan yapıla-ra ilişkin herhangi bir hüküm bulunmamak-tadır.

5104 Sayılı Kuzey Ankara Girişi Kent-sel Dönüşüm Projesi Kanunu: 12.03.2004 tarihinde yürürlüğe girmiş olup 10 maddelik bir kanundur. Amacı kuzey Ankara girişi ve çevresini kapsayan alanlarda, kentsel dö-nüşüm projesi çerçevesinde fiziksel duru-mun ve çevre görüntüsünün geliştirilmesi, güzelleştirilmesi ve daha sağlıklı bir yerle-şim düzeni sağlanması ile kentsel yaşam düzeyinin yükseltilmesidir.

Proje sınırları kapsamında düzenlenen alana özgü bir kanun niteliğindedir. Dönü-şüm alanında inşa edilecek resmî ve özel her türlü yapı, altyapı ve sosyal donatı dü-zenlemeleri ve kamulaştırma işlemleri ile Projenin amacına uygun gerçekleştirilmesi-ne yönelik usul ve esasları kapsar.

Sınırlı bir alana ilişkin özel bir Kanun ol-duğundan ülke bütününe yönelik çalışma-ları kapsamamaktadır.

5366 Sayılı Yıpranan Tarihi Ve Kül-türel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun: Yıpranan ve özelliğini

DEPREM DOSYASI

Page 59: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi 57

güvenlik nedeniyle yapılacak iskân çalış-malarını, köylerde fiziksel yerleşimin düzen-lenmesine ilişkin uygulamaya esas şartları ve alınacak tedbirleri, iskân edilenlerin hak ve yükümlülüklerini düzenlemektir. Devlet eliyle iskanda; devletin büyük projelerini gerçekleştirmek için yeni yerleşim alanları oluşturmak hedeflenmiştir. Ancak afetten dolayı zarar görebilecek yapılar için bir dü-zenleme bulunmamaktadır.

2985 sayılı Toplu Konut Kanunu’nun ek 7. Maddesi; 05.05.2004 tarihinde yürür-lüğe girmiş olup bu maddeye göre TOKİ, gecekondu bölgelerinin tasfiyesine veya iyileştirilerek yeniden kazanımına yönelik olarak gecekondu dönüşüm projeleri geliş-tirebilmekte, inşaat uygulamaları ve finans-man düzenlemeleri yapabilmektedir.

Özellikle 2000’li yılların ortasından iti-baren bu madde kapsamında TOKİ birçok bölgede Belediyelerle protokol yaparak ko-nut üretmiş, dönüşüm uygulamaları gerçek-leştirmiştir.

5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 73. Maddesi; Bu madde etkin halini 17.06.2010 tarihinde almış, son şekli 29.05.2012 tari-hinde yürürlüğe girmiştir. (6306 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik kapsamında)

Belediyelere, kentsel dönüşüm alanı ilan etme ve projeleri uygulamaya yönelik yetkiler verilmiştir. Afet riskine karşı tedbirler

kredi faiz desteği gibi finansal destekler ön-görülmektedir.

Yerel Yönetimlere kentsel dönüşüm uygulamaları için önemli görev ve yetkiler vermekte olup yerel yönetimlere de finansal destek verecek düzenlemeler yapılmıştır. Afetler oluşmadan önce zarar azaltmaya yönelik gerekli tedbirleri ve pratik ve hızlı müdahaleyi sağlayacak uygulama araçları içermektedir.

Onuncu Kalkınma Planı (2014-2018); 06.07.2013 tarihli 28699 sayılı Mükerrer Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. “Rekabetçiliği ve Sosyal Uyumu Geliştiren Kentsel Dönüşüm Programı” yer almakta olup bu kapsamda 5 bileşen oluşturulmuştur. Bu bileşenler; “Şehirlerin rekabet gücü ve yaşanabilirliğin arttırılma-sı”, “Yerli ve yenilikçi üretim”, “finansmanın kolaylaştırılması”, “Konut sahipliğinin arttı-rılması”, “sosyal uyumun güçlendirilmesi“ temelindedir.

Son Söz:Afet ülkemizin en önemli gerçeklerinden biri olup yukarıda da belirtildiği gibi risk azaltma, hasar giderme, kentleşme, yapı kalitesinin arttırılması, iskan gibi birbiriyle temelden ilgili konularda problemler oluş-tukça yasal düzenlemeler yapılarak so-runlar giderilmeye çalışılmıştır. Ancak bu mevzuatların bir kısmına ilişkin uygulamalar istenilen sonucu vermekten uzak kalmıştır.

Özellikle 6306 sayılı Kanunun yürürlü-ğe girmesiyle daha çok konuşulan Kentsel Dönüşüm kavramı bu temelde büyük önem arz etmektedir. Afet odaklı dönüşüm süre-ci bu kanun ile tanımlanmış ve uygulama süreci bütüncül olarak belirlenmiştir. Gerek alan bazındaki uygulamalar, gerekse de yapı bazındaki bireysel uygulamalar uy-gulama araçları ve destek alternatifleri ile tanımlanmıştır. Başta deprem olmak üzere, doğal afetlerin büyük bir kısmının engel-lenmesi mümkün olmadığından afet zarar-larını azaltıcı tedbirlerin alınması en önemli çözümdür. Yara sarma değil yara almama anlayışı ile yerleşim yerlerimizi, yapılarımızı, kente değer katan başarılı uygulamalar ile afetlere hazır ve dayanıklı bir hale getirmek can ve mal kayıplarımızın engellenmesi adına büyük bir zorunluluktur. Bu nedenle önyargılardan uzak bir şekilde toplumun her kesiminin birlikte çalışması ile yürütüle-cek kentsel dönüşüm uygulamaları ile an-cak istenen sonuca ulaşılabilir.

alınmasına yönelik hususlar içermemekte olup Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Alanı kavramı kanunun uygulama alanıdır.

Bu kanun kapsamında belediyeler bir çok uygulama yürütmekte olup süreçte Büyükşehir Belediyelerinin daha etkin rolü öngörülmektedir.

Bütünleşik Kentsel Gelişme Strate-jisi ve Eylem Planı (2010-2023): Yüksek Planlama Kurulu’nun 25.10.2010 tarih ve 2010/34 sayılı kararı ile kabul edilmiş ve 4 Kasım 2010 tarih ve 27749 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. “Sürdürülebilir ve Çeşitlendirilmiş Arsa ve Konut Üretimini ve Sunumunu Gerçekleştirmek” ve “Sosyal, Kültürel ve Ekonomik Boyutlarla Bütünleşik Bir Kentsel Yenileme ve Dönüşümü Sağla-mak” eksenleri altında kentsel dönüşüme ilişkin Strateji ve Eylemler belirlenmiştir.

6306 Sayılı Afet Riski Altındaki Alan-ların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun: 31.05.2012 tarihinde yürürlüğe giren kanu-nun amacı; afet riski altındaki alanlar ile bu alanlar dışındaki riskli yapıların bulunduğu arsa ve arazilerde, fen ve sanat norm ve standartlarına uygun, sağlıklı ve güvenli ya-şama çevrelerini teşkil etmek üzere iyileş-tirme, tasfiye ve yenilemelere dair usul ve esasları belirlemektir.

Çeşitli tarihlerde hazırlanan ve yasa-laşmayan Kentsel Dünüşüm Yasa tasarıları temelinde hazırlanan kanun özellikle 2011 yılı Van depremleri sonrası yapı bazındaki düzenlemeleri de içerecek şekilde yasalaş-mıştır.

Afet odaklı bir dönüşüm kanunu olup vatandaşların kendi yapılarının dönüşümü-nü destekleyici düzenlemeler içermekte, vergi ve harçlardan muafiyet, kira yardımı,

Özellikle 6306 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesiyle daha çok konuşulan Kentsel Dönüşüm

kavramı bu temelde büyük önem arz etmektedir. Afet odaklı

dönüşüm süreci bu kanun ile tanımlanmış ve uygulama süreci

bütüncül olarak belirlenmiştir. Gerek alan bazındaki uygulamalar,

gerekse de yapı bazındaki bireysel uygulamalar, uygulama

araçları ve destek alternatifleri ile tanımlanmıştır.

Page 60: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi58

DEPREM DOSYASI

Bizans İmparatorluğu Anadolu coğ-rafyasındaki aktif fay hatları üzerinde hakimiyet sürmüş ve tarihi boyunca

da, özellikle imparatorluğun iki önemli şeh-ri olan başkent Konstantinopolis ile Antak-ya, sürekli depremlere maruz kalmıştır. Bi-zans’ta meydana gelen depremler hakkında kaynaklardan elimize ulaşan bilgiler oldukça fazladır. Bizans kaynaklarının verdiği bilgile-re ek olarak, kronik tarihler, azizlerin yaşam hikâyeleri, dini hitabeler, ilahiler ve dini tak-vimler gibi dinsel kaynaklar da depremler hakkında bilgi vermektedir. Bu kaynaklardan edindiğimiz bilgiler bize depremlerin oluş nedenlerine ilişkin teoriler yanında, halkın, kilisenin ve imparatorların deprem sonrasın-daki tutumları hakkındaki bilgileri iletmekte-dir. Ancak, bu kaynakları incelediğimizde dikkat etmemiz gereken noktalardan bir tanesi, kaynakların verdikleri bilgiler açısın-dan zengin olmaları yanında aynı zamanda verdikleri bilgilerin sınırlı olduğudur. Bizans erken ortaçağ döneminden elimize ulaşan bütün kaynaklar küçük veya büyük şiddet-li bütün depremler hakkında detaylı bilgiler verirken, onüçüncü ve ondördüncü yüzyıl-lara ait kaynakların sağladığı bilgiler daha sınırlıdır.

Peki Bizanslılar depreme neyin sebep olduğunu düşünüyorlardı? Depremlerin oluş sebeplerine ilişkin olarak yapılan bilimsel ve dinsel açıklamalara ek olarak, Bizanslılar ta-

rafından naturalist teoriler de ortaya atılmış-tır. Bizanslılar tarafından, Aristo’dan itibaren depremin oluş sebeplerine ilişkin yapılan bi-limsel ve dini açıklamalar bilinmekteydi. Antik çağlardaki yazarların eserleri (Miletli Thales, Democrit, Anaxagoras gibi) kaybolmuş olsa da, Aristo ve Seneka’nın eserlerinden bu ta-rihçilerin çalışmaları hakkında fikir edinmemiz mümkün olmaktadır. Aristo ve Seneka tarafın-dan savunulan Greko-Romen görüşüne göre, depremler yeraltındaki büyük boşluklarda oluşan hava hareketleri sonucunda meyda-na gelmekteydi. Özellikle Aristo, denize yakın bölgelerin depreme daha elverişli olduğu gö-rüşünü de savunarak, en şiddetli depremlerin deniz akıntısının güçlü, toprağın geçirgen ve derin olduğu bölgelerde olduğunu savun-muştur (Oeser, 1992; Guidoboni vd, 1994).

Günümüze ulaşan Bizans kaynaklarını incelediğimizde, depremin oluş sebeplerini araştıran ilk kişinin dördüncü yüzyılda yaşa-yan tarihçi Ammianus Marcellinus olduğunu görmekteyiz. Ammianus’a göre, isimsiz bir pagan tanrısı depremlerin oluşmasına sebep olmaktaydı: “Dini törenlere ait kitaplar ve dini makamlarda bulunanlar tarafından deprem-lere tanrıların sebep oldukları konusunda birşey söylenmemiş, gerçekte bir tanrının adının verilmesinden korkulmuştur. Tanrıların hangisinin depreme neden olduğu bilinme-mekle beraber, isim vermek Tanrı’ya karşı bir suç işlemek olarak düşünülebilir (A.Marcelli-nus, The History).”

Ammianus’un bu görüşüne karşıt olarak, altıncı yüzyılda yaşayan Kosmas Indikop-leustes Aristo’nun deprem teorisini reddede-rek, depremlerin havanın etkisiyle oluşma-dığını ve yer sarsıntılarının sadece Tanrı’nın kontrolünde olduğu görüşünü savunmuştur (Kosmas Indikopleustes, Topographie Ch-rétienne). Altıncı yüzyılda yaşayan diğer bir tarihçi Agathias ise, 15 Ağustos 554’te mey-dana gelen ve etki alanı Konstantinopolis’ten Antakya, Filistin ve Arap Yarımadası’na ka-dar uzanan deprem, Agathias’ı, Aristo’nun özellikle denize yakın bölgelerin depremden daha çok etkilendiği görüşünü yeniden dü-şünmeye sevketmiştir. Agathias, insan ak-lının almadığı konularda yorum yapmanın mümkün olmadığını, insanın göremediği ve etkisinin olmadığı konularda kesin bir yargı-

Doğa Olayı mı, Tanrı’nın Gazabı mı?

Bizanslılar Depremi Nasıl Algıladılar? Mevlüde BakırİTÜ Sanat Tarihi Bölümü

Bizanslıların yüzyıllar boyunca depremlerin oluş sebeplerini farklı şekillerde yorumladıklarını söyleyebiliriz. Kimi zaman bilimsel ve dini sebepler öne çıkarken, kimi zaman da toplum içerisinde popüler inanışlar öne çıkmıştır. Ancak, Bizanslılar arasında depremlerin oluş sebepleri için yaygın olan görüşün, insanların günahlarından dolayı, Tanrı’nın ilahi adaleti ile insanları cezalandırması olarak algılandığını belirtebiliriz…

Depremi tasvir eden Yunanca el yazması 211, Atina Milli Kütüphanesi Michel Kaplan, Bizans’ın Altınları (Yapı Kredi Yayınları, İstanbul: 2001).

Page 61: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi 59

kâinatın yıkılacağı evrensel bir depremin ola-cağı görüşüne de inanmıştır (Michael Attale-iates, Historia).

Depremlerin oluş nedenlerine yönelik diğer bir görüşte, insanların depremleri ge-lecek olan tehlikelerin habercisi olarak gör-meleridir. Bu tarz bir yaklaşım ilk olarak Şu-bat 363’te meydana gelen Konstantinopolis depremini anlatan Ammianus Marcellinus ile karşımıza çıkmaktadır. Ammianus, İmparator Julian döneminin (361-363) sonunu ve sa-vaştaki yenilgisini önceden bildirdiğine ina-nılan olağandışı ve astronomik olaylardan bahsedilmesinin, ve depremin, imparatorun Partlılar üzerine sefer yapmaya hazırlandı-ğı sırada meydana gelmesinin iyi bir işaret olarak algılanmadığını belirtir (A.Marcellinus, The History). Kronik ve tarihçilerin eserle-rinden anladığımız kadarıyla, depremlerin bir kehânet alâmeti olarak görüldüğü görüş bu tarihten sonra da devam etmiştir. 1 Hazi-ran-17 Temmuz 1296’da meydana gelen ve Konstantinopolis ile civarını etkileyen depre-min Venedik saldırısının bir habercisi olarak görülmesi görüşü George Pachymeres tara-fından savunulmuştur (George Pachymeres, Relations). Buna karşılık, 17 Ocak 1332’de Konstantinopolis’te meydana gelen deprem sonrasında olan güneş ve ay tutulmalarıyla yıldırımlar, Nikephoras Gregoras tarafından, İmparator Andronikos Palaeologos’un ölü-mümün habercisi olarak düşünülmüştür

ya varılmasını ummayı anlamadığını, aslında herşeyin ilahi gücün kontrolünde olduğunun bilinmesi gerektiğini belirtmiştir (Agathias, The Histories).

Yedinci yüzyılda yaşayan Theophylaktos Simokattes 583’te Konstantinopolis’te mey-dana gelen depremini ve insanların tepkisini anlatırken, Aristo’nun deprem teorisine refe-rans yaparak, “eğer Aristo’nun bize anlattık-larını kabul edilebilir olarak gören varsa, onu aklından dolayı tebrik etmemiz gerekir, ama bunun tersini düşünen varsa bu fikri baba-sına iade edelim” demiştir (Theophylaktos Simocattes, Historiarum).

2 Eylül 967’de Bolu ve Konstantinopolis çevresini etkileyen depremi anlatan onuncu yüzyıl tarihçilerinden Leo Deacon, depre-min Tanrı’nın isteğiyle olduğunu belirterek, matematikçileri depremin oluş nedenlerini açıklamak için, kendisinin yanlış ve gereksiz gördüğü Yunan teorilerini savunmakla suçla-mıştır (Leo the Deacon, Historiae). Onbirin-ci yüzyılda yaşayan Michael Psellos ise 24 Eylül 1063’te Konstaninopolis, İznik ve Balı-kesir’de meydana gelen depremi anlatırken aynı görüşü savunmuştur: “Deprem bir ce-zalandırma değil, kâinatın değişen düzenine karşı bir uyarıdır ve Tanrı bu şekilde kızgınlı-ğını göstermiştir. Kâinatın tek hakimi Tanrı’dır ve kâinatın düzenini bozduğumuz taktirde, O da bizim düzenimizi bozacaktır.” Psellos’a göre, Aristo’nun depremin oluş nedenlerine ilişkin belirttiği teoriler geçerlidir, ancak, rüz-garı estiren de yeryüzünü sallayan da gene Tanrı’dır (Michael Psellos, Monodies).

Depremin oluş sebeplerinin dini neden-lerle açıklanmasının imparatorluğun son yüz-yıllarında bile geçerliliğini koruduğunu söy-leyebiliriz. Ortodoks Dininin Hazineleri adlı eserinde, depremin oluş nedenlerine ilişkin görüşlerini anlatan onikinci yüzyıl tarihçilerin-den Niketas Choniates, depremlerin aslında Tanrı tarafından insanlara Tanrı korkusunu öğretmek amacıyla gönderildiğini söylemiştir (Niketas Choniates, Annals).

Depremlerin oluş sebeplerini dini ve bi-limsel nedenlere dayandıran görüşlere karşıt olarak, onbirinci yüzyıl tarihçilerinden Mic-hael Attaliates Aristo’nun deprem teorisini-nin doğru olma ihtimalini kabul etmiştir. Ona göre, “depremin oluş nedenlerine yönelik olarak hem ilâhi hem de bilimsel açıklama-ların bir doğruluk payı vardır. Depremlerin rüzgârın esmesiyle ve suyun hareketleriyle olduğunu savunan görüş mantıksız değildir. Ancak, bu oluşum Tanrı’nın isteğiyle olan bir harekettir.” Michael Attaliates aynı zamanda

(Nicephoros Gregoras, Byzantinae). 1452-1453’te meydana gelen ve sebebi anlaşı-lamayarak olağandışı olarak tanımlanan depremler ve doğaüstü olaylar, tarihçi Krito-boulos Imbros tarafından Konstantinopolis şehrinin Osmanlılar’ın eline geçeceğinin ha-bercisi olarak yorumlanmıştır (Kritoboulos of Imbros, Critobuli).

Depremin sebebini yıldızların hareketleri-ne bağlama görüşü de Bizanslılar arasında yaygın olan bir görüştür. İmparator Manuel Komnenos’un anlattığı bir rivayete göre, Konstantinopolis şehri kurulurken İmparator Konstantine astrolog Valens’e şehrin yıldız haritasına göre şehri kurarken hangi gün-lerin dikkate alınması gerektiğini sormuş ve şehri depremlerin, yangınların ve isyanların önceden haber verilmediği bir günde kur-mak istemiştir. İmparator Manuel Komnenos astrolojiye inanan bir kişi olması sebebiyle, şehrin kurulması aşamasında İmparator Konstantine’in yıldızlara ve Tanrı’ya sığın-masını garipsememiştir. Fakat, bu görüş, Michael Glykas’ın önderliğindeki bir grup tarafından, Konstantinopolis şehrinin koru-yucusunun yıldızlar değil, Meryem Ana ile İsa olduğu ve Tanrı’nın toprağı sarstığı görü-şünü savunmlarına sebep olmuştur (Dagron, 1981; Vercleyen, 1988; Magdalino, 1992).

Dokuzuncu yüzyılda Konstantinopolis şehrinin patrikliğini yapmış olan Photios, depremlerin varoluş nedenlerini açıklayan bilimsel ve dini görüşlerin aksine, aslında depremlerin yeryüzündeki suların çokluğun-dan meydana geldiğini savunmuştur. Aynı görüş, onuncu yüzyılda yaşayan tarihçi Sy-meon Magister tarafından da tekrarlanmıştır (Symeon Magister, Chronographia).

Bilimsel ve dini açıklamaların yanısıra bazen depremlerin oluş nedenlerine ilişkin olarak popüler inanışlara da rastlamaktayız. Kaynaklardan, Yahudilerin Tanrı’ya karşı yap-tıkları saygısız davranışlardan dolayı dep-remlerin meydana gelmesine sebep olduk-larına inanıldığı gibi, homoseksüellerin de depreme sebep oldukları düşünülmektedir (Corpus Iuris Civilis; Vercleyen, 1928).

Bizanslıların genel olarak, depremle-rin Tanrı tarafından işledikleri günahlardan tövbe etmek üzere rehber olması amacıyla gönderildiğine inandıklarını söyleyebiliriz. Deprem, onlar için ilahi bir cezalandırmaydı. Kaynakların depremi nasıl tanımladıklarına baktığımızda, bu doğa olayının “Tanrı’nın gazabı, ilahi öfke” (Θεομηνíα, συμφορí) ola-rak tanımlandığını görüyoruz. Bu tanımlama-ların hepsini burada belirtmemiz maalesef

16. yüzyılda Mount Athos’ta Kıyamet Günü’nü anlatan deprem betimlemesi A. Guillou, La Civilisation Byzantine (Paris: 1974).

Page 62: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi60

DEPREM DOSYASI

bilgiler sınırlıdır. İmparatorlar, kimi zaman halk ile birlikte Aya Sofya Kilisesi’nde ayine katılmışlar, Noel gibi dini törenlerde taclarını takmamışlar, kimi zaman da matem simgesi, göstergesi olarak Hipodrom’da geleneksel olarak düzenlenen yarışları iptal etmişlerdir. İmparatorluk makamı nezninde, deprem son-rasında başkent Konstantinopolis ile impara-torluğun diğer şehirleri arasında sergilenen tutumun aynı olduğunu söyleyebiliriz. İmpara-

torlar deprem sonrasında halka gösterdikleri manevi destek yanında finansal açıdan da destek olarak, yıkılan şehirlerin ve zarar gö-ren eserlerin onarımı, yeniden yapılması için destek olmuşlardır. Bu vesileyle, depremin hem fiziksel hem de psikolojik sonuçlarının üstesinden gelmeyi amaçlamışlardır.

Sonuç olarak, Bizanslıların yüzyıllar bo-yunca depremlerin oluş sebeplerini farklı şekillerde yorumladıklarını söyleyebiliriz. Kimi zaman bilimsel ve dini sebepler öne çıkar-ken, kimi zaman da toplum içerisinde popü-ler inanışlar öne çıkmıştır. Ancak, Bizanslılar arasında depremlerin oluş sebepleri için yay-gın olan görüşün, insanların günahlarından dolayı, Tanrı’nın ilahi adaleti ile insanları ce-zalandırması olarak algılandığını belirtebiliriz. Bizans kaynaklarını incelediğimizde ve günü-müz ile karşılaştırdığımızda, insanların depre-min oluş sebeplerine ilişkin inandıkları sebep-lerde bir farklılık olmadığını söyleyebiliriz.

KAYNAKÇA– Agathias, Historiarum, ed.R.Keydell, CFHB, (Berlin:1967); Eng.tr.Joseph D.Frendo, The Histo-ries, CFHB, (Berlin:1975). – Ammianus Marcellinus. The History, trans.J.C.Rolfe (Harvard University Press,1972). – Aristotle. Meteorologia, trans.H.D.P.Lee (Harvard University Press,1952).

mümkün olmamakla beraber, vereceğimiz birkaç örnek bu konuda genel bir fikir edin-memize yardımcı olacaktır. İmparator The-ophanes zamanında (408-450) meydana gelen deprem, altıncı yüzyıl tarihçilerinden John Malalas tarafından “İznik şehri Tanrı’nın gazabı ile beşinci kez sallandı” olarak anla-tılmıştır (John Malalas, Chronographia). The-ophanes Confessor ise, 29 Kasım 529’da Antakya’da meydana gelen depremi “.... Aynı sene, 29 Kasım Çarşamba günü, günün üçüncü saatinde, Antakya şehri Tanrı’nın gazabına uğradı” olarak an-latmıştır (Theophanes Confessor, Ch-ronographia). Ekim 1343’de meydana gelen ve sarsıntılarıyla beraber oniki ay boyunca devam ederek, Konstan-tinopolis ile Trakya çevresini etkileyen deprem Nicephoras Gregoras tarafın-dan “Tanrı toprağı iki defa salladı” ola-rak anlatmıştır (Nicephoros Gregoras, Byzantinae). Kaynakların depremleri anlatış şekillerinden çıkardığımız diğer bir sonuç da, meydana gelen her dep-remden sonra Bizanslılar’ın dünyanın sonunun geldiğine inandıkları, bunun onlar için Kıyamet Günü olarak algı-lanmasıydı. Bu görüşlerini de, deprem sonrasında gökyüzünde beliren haç işareti ve yıldız ile (Mayıs 525 Antakya, 15 Ağustos 554 Konstantinopolis ve İznik, 6 Mart 1033 Konstantinopolis depremleri sonrasında) desteklemişlerdi.

Depremlerin Tanrı tarafından ilâhi bir ce-zalandırma olarak gönderildiği görüşü, kilise tarafından da yoğun bir şekilde desteklen-miştir. Bu görüş, Konstantinopolis şehrinin dini takvimi olan ve onuncu yüzyılda derle-nerek, şehirde yapılan anma törenlerini an-latan Synaxarium Ecclesiae Constantinopo-litanae’de de belirtilmiştir. 26 Ekim 740’da meydana gelen ve Konstantinopolis, İzmit ve İznik’i etkileyen depremi anlatırken “.... aynı gün günahlarımızdan dolayı olan dep-remin acılarını sarmak için biraraya geldik” denilmiştir.

Peki, deprem sonrasında halkın ve impa-ratorların tavırları nasıldı? Deprem sonrasında halk kiliselere koşarak, dua ve ilâhiler eşliğin-de günahlarından arınmaya çalışmışlardır. Halkın umudunu yitirdiği bu zor zamanlarda, kendisini peygamber ilan eden kişiler olduğu gibi, halkın içinde bulunduğu zor durumdan yararlanmaya çalışan büyücülerin, hırsızların ve yağmacıların da olduğunu söyleyebiliriz. Deprem sonrasında imparatorların tutum ve tavırları hakkında kaynaklardan bize iletilen

– Corpus Iuris Civilis, ed.R.Schoell (Berlin: 1928). – Dagron, G. “Quand la terre tremble…,” Travaux et mémoires 8 (1981), pp.87-103.– E.Oeser, “Historical Earthquake Theories from Aristotle to Kant,” in Historical Earthquakes in Central Europe, eds.R.Gutdeutsch, G.Grünthal and R.Musson, Abhandlungen der Geologischen Bundesanstalt 48 (Vienna:1992). – Frank Vercleyen, “Tremblements de terre à Cons-tantinople: L’impact sur la Population,” Byzantion

58 (1988), pp.155-173.– George Pachymeres, Relations Historiqu-es, ed.A.Failler, trs.V.Laurent, 2 vols (Paris: 1984). – Guidoboni, E.,Comastri, A., Traina, G. Catalogue of Ancient Earthquakes in the Mediterranean Area up to the 10th Cen-tury (Rome: Istituto Nazionale di Geofisi-ca,1994).– John Malalas, Chronographia, ed.L.Din-dorf, CSHB, (Bonn:1831); – Kosmas Indikopleustes. Topographie Ch-rétienne, ed.Wanda Wolska-Conus, Vol.I., (Paris: 1968).– Kritoboulos of Imbros, Critobuli Imbriotae

Historiae, ed.D.R.Reinsch, CFHB, (Berlin/New York:1983); trans.Charles T.Rigg as History of Mehmed the Conqueror (Prin-ceton: Princeton University Press,1954). – Leo the Deacon. Historiae, ed.C.B.Hasi,

CSHB, (Bonn:1828).– Michael Attaleiates, Historia, ed.W.Brunet de Presle & I.Bekker, CSHB, (Bonn:1853).– Michael Psellos, “Monodies inédites de Michel Psellus”, ed.P.Gautier in Revue des Études Byzan-tines 36 (1978), pp.83-151.– Nicephoros Gregoras, Byzantinae Historiae, ed.L.Schopenus, CSHB, 3 Vols., (Bonn:1829-30-35); German translation with commentary by J.L.van Dieten, Nikephorus Gregoras, Rhoäische Geschichte, (Stuttgart, 1973-).– Niketas Choniates, Annals, trans.Harry J.Ma-goulias as O City of Byzantium: Annals of Nike-tas Choniates (Detroit: Wayne State University Press,1984).– Oxford Dictionary of Byzantium. eds. Alexander P.Kazhdan & Alice-Mary Talbot, et al. 3 Vols. ( New York: Oxford University Press,1991).– Paul Magdalino, The Empire of Manuel I Kom-nenos, 1143-1180 (Cambridge University Press, 1992).– Synaxarium Ecclesiae Constantinopolitanae. ed. H.Delehaye in Propylaeum ad AASS Novembris (Brussels:1902).– Symeon Magister, Chronographia, ed.I.Bekker, CSHB, (Bonn:1838).– Theophanes Confessor, Chronographia, trans.C.Mango & R.Scott as The Chronicle of Theop-hanes Confessor, Byzantine and Near Eastern History A.D.284-813 (Oxford: Oxford University Press,1997).

26 Ekim 740’ta meydana gelen Konstansinopolis depremini anma törenleri (T.F. Mathews, The Early Churches of Constantinople (Pennsylvania University Press, 1971).

Page 63: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk
Page 64: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi62

İTÜ ARI Teknokent yeni açıkladığı des-tekleme programı ile tüm teknoloji giri-şimcilerine, dünyanın teknoloji merkez-

lerinden Chicago’da ofis, pazarlama ve iş geliştirme hizmetleri sunuyor. Amerika’daki yatırımcılarla Türkiye’den girişimciler ara-sında köprü kuruyor.

Türkiye’nin en gelişmiş teknoparkları arasında yer alan İTÜ ARI Teknokent, Türki-ye’deki teknoloji girişimcilerini uluslararası pazarlarla buluşturmaya hazırlanıyor. Dün-yanın en başarılı kuluçka merkezlerinden Chicago 1871’de ofis açan İTÜ ARI Tekno-kent, teknoloji üreten yenilikçi firmaları yurt-dışına taşımak için sadece bu yıl 1.8 mil-

yon TL harcayarak, girişimci firmaların yeni iş ortaklıkları kurmalarını destekleyecek. Böylece Türkiye’den çıkan girişimci tekno-loji firmaları Amerika pazarının ve uluslara-rası yatırım almanın kapısını aralayacak.

Kabul etmesi zor, avantajları benzersizITU ARI Teknokent’in ofisini açtığı Chicago 1871, Amerika’nın önde gelen donanım, nanoteknoloji, biyoteknoloji ve robotik gi-rişimcilerine en sahipliği yaparken, Nort-hwestern, Chicago ve Illinois Üniversite-leri ve dünyaca ünlü Techstars kuluçka merkezlerine ve iş geliştirme ofislerine de ev sahipliği yapıyor. 4.700 m2 üzerine ku-rulmuş Chicago 1871’in en büyük özellik-lerinden biri ekosistemi içerisine alacağı kurumları uzun bir süreç içerisinde farklı değerlendirme kriterlerine göre incelemesi ve sonrasında merkeze kabul etmesi. Bu yöntem ile uzun soluklu ve sağlam iş ortak-lıkları kuran merkez, kabul ettiği kurumlara eğitim, uluslararası yatırımcıyla buluşma, mentorluk ve danışmanlık hizmetleri, dün-ya genelinde panel ve konferanslara katı-lım, ofis ve konferans salon kullanımları gibi çok önemli avantajlar sağlıyor. Yaklaşık iki yıldır söz konusu değerlendirme sürecin-den geçen İTÜ ARI Teknokent, böylece

Amerika’nın en seçkin girişimcilik merkez-lerinden birinde girişimcileriyle yıl boyun-ca ve doğrudan yer alma imkanına sahip oluyor.

İTÜ ARI Teknokent Genel Müdürü Ke-nan Çolpan konuya ilişkin yaptığı açıkla-mada, yeni teknoloji geliştiren girişimcilerin dünyaya açılan kapısı olma yolunda atılan bu adımın mutluluk verici olduğunu ifade ederken; “Chicago 1871’te ofis açmak ol-dukça zor. Buraya kabul edilmek için çok farklı aşamalardan geçmek gerekiyor. ITU ARI Teknokent olarak uzun bir süredir dahil olduğumuz bu süreci başarıyla tamamlaya-rak ofisimizi açtık. Türk teknoloji girişimcile-rine rekabetin üst düzey yaşandığı ancak vaat ettikleriyle eşsiz imkanlar sunan Ame-rika’da bir destek eli sunuyoruz. Girişimci-lerimizin bu eli tutarak Türkiye’den çıkan uluslararası bir marka olmalarına olanak tanıyacak olmak bize gurur veriyor” dedi.

Önümüzdeki dönemde uluslararası bir marka çıkarma ve Türk girişimciliğini ge-liştirme misyonu doğrultusunda yurt dışı yatırımlarına devam etmeyi planlayan İTÜ ARI Teknokent, bu tip uluslararası merkez-ler açmaya kısa süre içinde San Francisco, Boston, Berlin ve Şanghay’da yeni merkez-lerle devam edeceğini bildiriyor.

TE

KN

OK

EN

T D

OS

YAS

I İTÜ ARI Teknokent Girişimcilere Amerika Kapılarını Açıyor

Dünyanın en başarılı kuluçka merkezlerinden Chicago 1871'de ofis açan İTÜ ARI Teknokent, teknoloji üreten yenilikçi firmaları yurtdışına taşıyarak, yeni iş ortaklıkları kurmalarını destekleyecek.

Page 65: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi 63

İTÜ ARI Teknokent’in bu yıl ikincisini düzenleyeceği “ITU GATE Uluslararası Hızlandırma Programı” için başvurular

başladı. İTÜ ARI Teknokent’in 2015 bü-yüme hedefleri doğrultusunda küresel pazarlara açılmasının önemli bir ayağı-nı oluşturan program, ürün ve servisleri uluslararası piyasalarda yer almaya hazır teknoloji tabanlı firmalara, iş geliştirme desteği ve uluslararası müşteri ve yatı-rımcılarla bir araya getirme imkanı sunu-yor. “ITU GATE Uluslararası Hızlandırma Programı” için son başvuru tarihi ise 1 Mayıs 2015.

Programa katılacak olan firmalara öncelikle uluslararası tecrübeye sahip profesyoneller tarafından tamamen üc-retsiz olarak, iş modeli geliştirmeden pazar araştırması ve analizine mini MBA eğitimleri verilecek. 6 haftalık eğitim sü-reci mentorluk, iş geliştirme atölyeleri ve müşteri odaklı sunum teknikleri ve yatı-rımcıya sunum hazırlıkları gibi farklı konu-ları da kapsayacak. Eğitimi başarıyla ta-mamlayan firmalar arasından seçilecek olanlar daha sonra İstanbul, Chicago ve San Francisco’da uzman ve yatırımcılar-la bir araya gelerek onlara sunum yapma fırsatı yakalayacak.

İTÜ ARI Teknokent, programın yurt dışı ayağında katılımcı firmalara geçti-ğimiz ay açtığı ve dünyanın en başarılı kuluçka merkezlerinden Chicago1871’in içinde yer alan ITÜ ARI Teknokent Chi-cago ofisinde iş geliştirme imkanı da su-nacak. Hem Chicago hem de San Fran-cisco’da firmaların sektörüne özel doğru kişilerle randevu alınmasına yönelik des-tek ve danışmanlık sağlayacak.

“Yurtdışı Piyasalarına Açılmak Hayal Değil”“ITU GATE Uluslararası Hızlandırma Programı” kapsamında girişimci firmala-rın uluslararası platformlarda yatırımcılar-la buluşma fırsatı yakaladıklarını belirten İTÜ ARI Teknokent CMO’su Deniz Tun-çalp, “Geçtiğimiz yıl başladığımız ve ba-

Girişimciler için pasaportlarını hazırlama vakti geldi:

ITU GATE’in Yeni Dönemi İçin Başvurular Başladı!

İTÜ ARI Teknokent'in 2015 büyüme hedefleri doğrultusunda küresel pazarlara açılmasının önemli bir ayağını oluşturan ITU GATE Uluslararası Hızlandırma Programı, firmaları uluslararası platformlarda yatırımcılarla buluşturuyor.

Page 66: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

64 itü vakfı dergisi

TEKNOKENT DOSYASI

şarılı sonuçlar aldığımız programa bu yıl da devam ederek, Türkiye’deki girişim-cilerin uluslararası arenada kendilerini tanıtmalarına destek olmaktan mutluluk duyuyoruz. Henüz ilk senemizde elde et-tiğimiz başarılı sonuçlar bizi dünyanın en saygın üniversitelerinin de kuluçka mer-kezlerinin bulunduğu Chicago1871’in içinde kendi ofisimizi açmaya yöneltti. Süreç sonunda ITÜ ARI Teknokent Chi-cago ofisimizi hizmete soktuk. Teknoloji tabanlı girişimci firmalarımızın dünyanın en iyi kuluçka merkezlerinin ekosistem-lerinde mevcut ve potansiyel yatırım-cılarla bir araya gelmesinin bu alanda sürdürülebilir bir başarı yakalamalarında önemli bir adım olduğunu düşünüyoruz. Bu süreçte biz de kendilerine verdiğimiz eğitimlerden danışmanlığa, strateji geliş-tirmeden işbirlikleri kuracakları yatırımcı-larla tanıştırmaya kadar her konuda yan-larında oluyoruz” değerlendirmesinde bulundu.

ITU GATE Uluslararası Hızlandırma Programı’nın ilk döneminde yatırımcıla-rın, Türkiye’den gelen girişimcileri yeni-likçi ve merak uyandırıcı buldukları göz-leminde bulunan Tunçalp,”Amerika’ya

Perakende sektöründe ürün perfor-mansı ve karlılığı arttırıcı bulut tabanlı çö-zümler üreten Big Data Analytics şirketi Invent Analytics (www.inventanalytics.com) ise 2015’te ABD pazarına girmeyi hedefliyor. ITU GATE’in San Francisco ayağında IBM Venture Capital Invest-ment Competition’ın finallerine kalan ve finallerde ikinciliği kazanan Invent, ABD’li perakendecilerle masaya oturdu. 2015’in ilk çeyreğinde 1 milyon doların üzerinde hizmet sözleşmesi imzalayarak seneye hızlı başladı. Bu başarı hikayeleri hem yaptığımız işin doğruluğunu bir kez daha göstermiş oluyor hem de gelecek hedef-lerimizi büyütmemizde bizlere büyük bir motivasyon kaynağı sağlıyor. ITU GATE sayesinde birçok başarılı girişimcinin uluslararası pazarlara açılarak büyük ba-şarılar yakalayacağına inancımız tam. Bu alanda kendini geliştirmek isteyen tüm firmaları programımıza bekliyoruz.” dedi.

ITU GATE “Rocket Your Business” hakkında daha fazla bilgiye http://www.itugate.com linkinden ulaşılabiliyor.

Bilgi için: Erdem Dicle/Mehveş Erdo-ğan/Artı İletişim Yönetimi / 0212 347 03 30/ [email protected]

giden 9 firmadan biri olan ve hastane-lerdeki verimliliği artırmaya yönelik radyo frekansı ile tanıma (RFID) temelli çözüm sunan Borda’nın bugün Türkiye’de 21 hastane ile anlaşması bulunuyor. Önü-müzdeki dönemde de toplam 6 milyon dolarlık satış bekleyen Borda, ABD’deki hızlandırıcı programını tamamladıktan sonra beş potansiyel müşteriye ulaştı. Zebra (Motorola Solutions) ile bir ortaklı-ğa imza atıp, ABD'de 2 bin 500’den fazla hastaneye ulaşacak bayi/distribütör fir-ma ile anlaştı.

ITU GATE Uluslararası Hızlandırma Programı ilk döneminde Amerika'ya

giden 9 firmadan biri olan ve hastanelerdeki verililiği artırmaya

yönelik çözüm sunan Borda, beş potansiyel müşteriye ulaştı;

Zebra d ABD'de 2 bin 500'den fazla hastaneye ulaşacak bayi/

distribütor firma ile anlaştı; Invent Analytics, ABD'li perakendecilerle

masaya oturdu...

Page 67: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

65itü vakfı dergisi

Bu yıl 100'ü aşkın girişimi 150'den fazla yatırımcı ile buluşturan Avras-ya'nın en büyük internet ve girişim-

cilik etkinliği Startup Turkey'de İTÜ Çekir-dek'ten firmalarından Tüccarefendi, Kuax, Tabtoy Studios, ITU Gate firmalarından Ka-tıhal, Imona, SBS, Ingenous İTÜ ARI Tek-nokent firmalarından Gumush sunum yap-tı. Türkiye'deki 300 kayıtlı melek yatırımcı arasından dokuz adayın ve Startup Turkey finallerine kalan 15 girişimin değerlendiril-diği gecede ITU Gate firmalarından Inge-nious Startup Turkey'de son 15'e kalarak finalde sunum yaptı.

Startup Challenge Finalistleri kıyasıya yarıştıDünya çapında umut vadeden girişimci-lerin yarışına sahne olan Startup Turkey, iki gün boyunca “Startup Challenge” adı verilen girişimci sunumlarıyla, dünyanın

Jüri oylaması sonunda finale kalan 15 girişim arasından Ferruh Mavituna’nın eki-biyle birlikte geliştirdiği web uygulamaları-nın güvenlik açıklarını tarayan ve raporlayan yazılım Netsparker birinciliği elde etti. Ür-dün çıkışlı sosyal oyun geliştiricisi Play3a-rabi ikincilik ödülünü alırken, farklı müzik servislerini tek noktada birleştirerek dijital müzikteki parçalanmış yapıyı ortadan kaldı-ran Türkiye çıkışlı müzik platformu Cubic.fm de üçüncü oldu.

Etohum'un Kurucusu Burak Büyükde-mir, aynı zamanda Kemal Akçalı ve Caner Soyer tarafından kurulan, inşaat ve mimarlık sektörleri için özelleştirilmiş bir artırılmış ger-çeklik uygulaması olan Pandora'nın, Startup Turkey'e katılan yatırımcılar ile 260 bin TL'lik yatırım sözleşmesine imza attığını duyurdu.

Melek Yatırımcı Ödülleri sahiplerini bulduBu yıl girişimci ekosisteminin en önemli parçalarından biri olan melek yatırımcıları ödüllendirmek ve melek yatırımcılığı teşvik etmek amacıyla ilk kez verilen Melek Yatı-rımcı Ödülleri, 120'den fazla aday arasın-

dan seçildi. Prof. Erhan Erkut, Kenan Çolpan, Dr. Recep Bildik ve Hakan Ertürk gibi sektör oyuncularını yakın-dan tanıyan jüri üyelerinin oluştur-duğu kısa listede yer alan ilk dokuz aday, Hasan Aslanoba, Joachim Behrendt, Mehmet Bodurgan, Ziya Boyacıgiller, Ahu Büyükkuşoğlu Ser-ter, Emre Kurttepeli, Selçuk Saraç, Tahir Zaimoğlu ve Umur Özal olarak belirlendi.

Melek yatırımcıların geçmiş per-formanslarından portföy büyüklük-

lüklerine, girişimcilere yönelik mentorluk süreçlerinden yatırımcı ağı üyeliklerine ve üniversiteler ile sivil toplum işbirliklerine ka-dar 15'e yakın farklı kriter ile değerlendirilen dokuz aday, son olarak melek yatırımcılar hakkında girişimcilerle yapılan mülakatlar sonunda belirlendi.

Türkiye melek yatırımcılık ekosistemine katkılarından dolayı Melek Yatırımcı Ödül-leri'yle onurlandırılan melek yatırımcılar ve melek yatırım kurumları ise şöyle:

Yılın Melek Yatırım Kurumu Ödülü: T.C. Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı ve TEB Özel Bankacılık

Yaşam Boyu Onur Ödülü: Hasan As-lanoba, Emre Kurttepeli ve Ziya Boyacıgiller

Yılın Melek Yatırımcısı Ödülü: Joac-him Behrendt

dört bir yanından gelen 67 girişimi dünya çapında ün salmış yatırımcılar karşısında ağırladı. Kitlesel fonlamadan halk ulaşım bilgilendirme sistemlerine, mobil oyun geliştiricilerden yenilikçi online yayıncılık çözümlerine kadar pek çok farklı alanda geleceğin teknolojilerini yaratma hedefiyle yola çıkan 15 girişimci, aşamalı elemeler sonunda dünya devlerinin önünde Startup Turkey finallerinde ter döktü.

Girişimciler, Sean Percival (500 Star-tups), Kentaro Sakakibara (Samurai Incu-bate), Mike Butcher (TechCrunch) ve Vitaly Golomb'dan (CCC) oluşan zorlu bir jüri önünde ikişer dakikalık sunumlar ile ürünle-rini, ekiplerini ve iş modellerini yatırımcılara ve internet canlı yayınıyla dünyaya anlatma fırsatını yakaladı.

İTÜ Çekirdek Firmaları Startup Turkey'de Büyük İlgi Gördü

İTÜ Çekirdek'ten firmaları, Avrasya'nın en büyük internet ve girişimcilik etkinliği Startup Turkey finaline kalarak sunum yaptılar.

Page 68: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

66 itü vakfı dergisi

TEKNOKENT DOSYASI

Dünya nüfusundaki artış, bir yandan enerjiye olan talebi tırmandırırken, di-ğer yandan atıkların çoğalmasına yol

açıyor. Yeryüzünü giderek daha yaşanamaz hale getiren atıklardan, en düşük maliyetle, en etkin biçimde kurtulabilmek için, tüm dünyada alternatif teknolojiler geliştiriliyor. İTÜ Enerji Enstitüsü Nükleer Araştırmalar Yenilenebilir Enerji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Üner Çolak tarafından İTÜNOVA TTO bünyesinde, bir özel sektör Ar-Ge ku-ruluşu işbirliği ile gerçekleştirilen TÜBİTAK destekli proje, “tehlikeli” sınıfındakiler de dahil olmak üzere, atıkları sıvı yakıt, gaz ve gübre elde edecek biçimde dönüştürecek santraller kurulmasını hedefliyor.

Günümüzde hızla artan enerji maliyet-leri de gösteriyor ki, enerji üretimi ile ona olan talep arasındaki uçurum giderek de-rinleşiyor. 1982 yılında İTÜ’de Türkiye’nin ilk Metalurji Fakültesi’nden mezun olduk-tan sonra, master ve doktorasını ABD’de tamamlayan; 1989’da Türkiye’ye dönüp Hacettepe Üniversitesi Nükleer Enerji Mer-kezi’nde öğretim üyeliği yapan ve son 3 yıl-dır da İTÜ’de enerji alanında yeni malzeme ve teknolojilerin geliştirilmesi konusunda çalışmalar yürüten Prof. Dr. Üner Çolak, gelecekte şartların daha da zorlaşacağı-na işaret ediyor. Prof. Dr. Çolak bu duru-mu, “Çin ve Hindistan’ın nüfusu milyarın üzerinde. Sonra da Afrika gerçeği var. Bu aslında dünyada enerji tüketiminin giderek daha da artacağını gösteriyor. Türkiye’de kişi başı enerji elektrik tüketimi yıllık 3200 kilowatsaat mertebesinde. Dünya ortala-ması ile hemen hemen aynı düzeyde. Bazı ülkelere bakıyoruz, bizim neredeyse 15’te,

30’da birimiz mertebesinde elektrik tüketi-mi. Dolayısıyla onların da epey yol kat et-mesi gerekiyor. Yani enerji, ileride çok daha önemli hale gelecek” şeklinde özetliyor.

Aslında dünyada nüfusun artmasıyla beraber bir başka problem daha gündeme geliyor. O da, atıkların artması. “Atık-ları eğer biz bertaraf edemezsek, dünya yaşanılmaz bir hale gelecek. Dolayısıyla bizim sürdürülebilir yaşamımız için birincisi enerji sağlamamız, ikin-cisi atıkları herhangi bir problem yaratmayacak şekilde bertaraf ede-bilmemiz lazım” diyen Prof. Dr. Üner Çolak, İTÜNOVA Tek-noloji Transfer Ofisi çatısı altında, üniversite sanayi iş-birliğinin çarpıcı bir örneğini oluşturacak biçimde, bu alanda “bir taşla birkaç kuş” he-defleyen bir proje gerçekleştiri-yor. Prof. Dr. Çolak, projeyi tanım-larken, “En güzeli atıkları bertaraf ederken, enerjiyi üretebilmek. İşte benim çalıştığım proje buna ait” saptamasını yapıyor. “Atıktan ener-ji dönüşümü, yeni bir proses değil. Dünyanın pek çok yerinde kullanılı-yor. En yaygını ise, atıkların yakılması. Ama evsel atıkların içinde genellikle, her tür organik malzeme var, nem miktarı yüksek, yanması kolay değil. Ama bertaraf etmek çok önemli olduğu

İTÜ'lü Mühendisler Daha Temiz Bir Dünya İçin Çalışıyor

İTÜ Enerji Enstitüsü Nükleer Araştırmalar Yenilenebilir Enerji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Üner Çolak, İTÜNOVA TTO işbirliğinde, artan nüfusla dünyanın büyük bir sorunu olan atıkları bertaraf ederken enerji üreterek, “bir taşla birkaç kuş” hedefleyen bir proje gerçekleştiriyor. İTÜNOVA TTO bünyesinde, Ar-Ge kuruluşu işbirliği ile gerçekleştirilen TÜBİTAK destekli proje, "tehlikeli" sınıfındakiler de dahil olmak üzere, atıkları sıvı yakıt, gaz ve gübre elde edecek biçimde dönüştürecek santraller kurulmasını hedefliyor…

Page 69: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

67itü vakfı dergisi

için, kurutulup yakılması maliyeti göze alı-narak gerçekleştirilen bir proses” diyen Prof. Dr. Çolak, projesini “Benim uğraştığım farklı bir yanı. Atıkları sıvı yakıta dönüştür-mek üzerine çalışıyorum” diye açıklıyor.

Yokluktan teknoloji doğdu…Geçmişi, sıvı yakıta ihtiyacın karşılana-madığı İkinci Dünya Savaşı’nın yokluk yıl-larına kadar giden “sıvılaştırma teknoloji-si”nin, Ortadoğu ve Afrika’da sömürgesi bulunmadığı için petrol bulmakta zorlanan 1940’ların Nazi Almanyası’nın, savaş yakıtı için kömürü sıvılaştırılması ve gazlaştırılma-sı ile ortaya çıktığını anlatan Prof. Dr. Üner

de, atıktan sıvı hale dönüştürmeyi sağlıyor. Çünkü molekül uzunlukları kısaldıkça, daha sıvı, daha gaz haline gelebilen moleküller oluşuyor. Bu yine çok çok yeni bir düşün-ce değil. Ama, dünyada ticarileşmesi ger-çekleşmemiş bir teknoloji. ABD de bir grup bununla ilgili çalışmış. Şimdi biz, aslında onlarla da beraber çalışıyoruz. Amacımız, özellikle bertaraf etmemiz için para harca-mamız gereken negatif değerli atıklar. En yaygını arıtma tesislerindeki çamur. Bu, tehlikeli atık sınıfına girebilecek nitelikte bir atık. Bunun ortadan kaldırılması gerekiyor. Çünkü çevreye zararlı. Bunları günümüzde kurutup, çimento fabrikalarında para kar-şılığında yakarlar. Yani onu yaktırmak için para ödersiniz. Bizim amacımız o maliyet-leri ortadan kaldırmak ve sonuçta o iste-mediğimiz atıkları da bertaraf etmek. Yan ürün olarak da, sıvı yakıt elde etmek. Aynı zamanda bu atıkların içinde, özellikle azot içeren belli bileşikler var. Bu da bize, özel-likle zirai amaçlı kullanılabilecek, besin de-ğeri yüksek gübre olarak faydalı hale dönü-şüyor. Dolayısıyla hem sıvı, hem gaz yakıt, aynı zamanda bir miktar o atığın niteliğine göre sıvı ve katı gübre sağlanmış oluyor.”

Pilot tesisin bu yıl kurulması hedefleniyorSon yıllarda bu teknolojiye olan ilginin daha da arttığını, İskandinav ülkelerinin endüstri ormanları oluşturduğunu, örneğin Finlandi-ya’nın ağaçtan sıvı yakıt dönüşümü sağla-dığını, Danimarka’nın 20 yıllık amortisman maliyetini göze alıp, evsel atıkları yakmayı tercih ettiğini kaydeden Prof. Dr. Çolak, “Bizimki çok daha yararlı, çünkü depola-yıp metan gazı üretmek gibi sakıncalı bir prosesle uğraşmayacağız. Yakma maliyeti gibi bir maliyete de girmiyoruz. Çok daha yüksek karlı biçimde, hem atığı bertaraf ederken, hem de yararlı ürünleri elde etme amacını güdüyoruz” vurgusu yapıyor. Prof. Dr. Çolak, ilk aşamada deneysel başlayan çalışmaları, bu yıl bir pilot tesise dönüştür-meyi hedeflediklerini belirtiyor.

Inovasyon ve teknoloji, katma değer üretmekte sınır tanımıyor. Artık, teknolojiye yön verenler, tek getiri ile ve tek hedefle yetinmiyor. Zararlı atıkların yok edilmesi ile ilgili maliyeti ortadan kaldırmak bile önemli bir ekonomik değer ifade ederken, üstüne sıvı ve gaz yakıtlar ile gübre gibi çıktılar elde edebilmek, teknolojinin aynı zamanda ne denli büyük bir yatım potansiyeli taşıdı-ğını, bir kez daha gözler önüne seriyor.

Çolak, ırkçı Güney Afrika döneminde de, bu teknolojinin ticarileştirildiğini belirtiyor. O dönemde Güney Afrika’ya uygulanan ambargonun, bu teknolojinin Almanlar’dan satın alınarak, ülkenin büyük akaryakıt şir-keti South Africa Sentetic Oil’i ya da bilinen adıyla Sasol’u ortaya çıkardığını kaydeden Prof. Dr. Çolak, Sasol’un ise 4-5 yıl önce teknolojiyi ABD’ye ihraç ettiğini belirtiyor. Almanya ve Güney Afrika’nın zengin kömür kaynaklarına dayandırdığı bu teknolojinin, günümüzde petrol fiyatları karşısında eko-nomik hale geldiğini, bunun yanında ok-sijensiz ortamda yanma sağlayan piroliz teknolojisi gibi gazlaştırma teknolojilerinin de kullanılmaya başlandığını anlatan Prof. Dr. Çolak, “Bu teknolojilerin ortak sorunu kuru malzeme ihtiyacı. Yani yüksek sıcak-lığa çıkarmak için, eğer çok yüksek nemli bir malzeme varsa, önce onu kurutmamız lazım. Tabi o da enerji tüketimi yüksek bir proses. Enerji üretirken, bir miktarını orada tüketmek gerekiyor” diyor.

Bu alana ilgi duyan bir holdinge bağlı

Ar-Ge şirketi-nin, Türkiye’de

çeşitli araştırma ve girişimlerde bulunduk-

tan sonra, bilgi birikim-lerinden yararlanmak

amacıyla, işbirliği için kendilerine başvurduğunu anlatan Prof. Dr. Üner Ço-lak, İTÜNOVA TTO’nun profesyonel desteği ile

geliştirmekte oldukları yeni teknolojiyi ise şöyle ak-

tarıyor: “Bizim üzerine uğraştığı-mız teknoloji, tamamen su içeren

ortamda, yüksek sıcaklık ve basınçta, uzun organik mo-lekülleri parçalatarak, daha kısa zincirler oluşumunu ve

böylece organik molekülleri

Page 70: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi68

ile kurulan Mersin’deki Ar-Ge tesisimizin kurulumu 8 ay gibi kısa bir sürede tamam-lanmıştır. Dünyada sadece birkaç ülkede uygulanan Kule Tipi Yoğunlaştırılmış Gü-neş Enerjisi (YGE) teknolojisi henüz yeni bir sistem olmasına rağmen verimlilik ora-nı diğer güneş enerjisi ile elektrik üreten sistemlere nazaran çok daha yüksektir.

Greenway, 2014 yılında, Türkiye’nin en prestijli teknoloji ödülü olan TÜBİTAK, TTGV ve TÜSİAD tarafından düzenlenen XI. Teknoloji Ödülleri’nde Büyük Ölçekli Süreç Kategorisi’nde birincilik ödülünü kazanmıştır.

Günümüzde enerji ihtiyacının gide-rek artması ve fosil enerji kaynak-larının tükenmesi, firmaları yeni

enerji kaynakları yaratmak amacıyla pro-je üretmeye yönlendirmektedir. Bu çalış-malar çoğunluklu doğal enerji kaynakları üzerinde yoğunlaşmaktadır. Greenway,-Türk mühendislerinin 7 yıllık bir AR-GE çalışmasının ardından 2012 yılında Mer-sin’de Türkiye’nin ilk “kule tipi yoğunlaş-tırılmış güneş enerjisi” santralini kurdu. Türkiye, özellikle güney kesimleri yoğun-laştırılmış güneş enerjisi sistemi için ol-dukça elverişlidir. Tamamı yerli sermaye

Kule Tipi Yoğunlaştırılmış Güneş Enerjisi Enerjisi (YGE) Temel çalışma prensibi,heliostat adı ve-rilen yansıtıcı yüzeylerin gün içerisinde güneşi takip ederek güneş ışınlarının yansıtılarak kulede odaklanmasıdır. Kule üzerindeki alıcıya gelen ışınlar yüksek

TEKNOKENT DOSYASI

GREENWAY’den Türkiye’nin İlk

Kule Tipi Yoğunlaştırılmış Güneş Enerjisi Santrali

Güneş enerjisi teknolojisi alanında yeni bir sistem olan ve yüksek verimlilikle çalışan Türkiye'nin ilk 'Kule Tipi Yoğunlaştırılmış Güneş Enerjisi (YGE) Santrali", Greenway'in Ar-Ge çalışmalarının bir sonucu olarak Mersin'de kuruldu. İTÜ Enerji Teknokenti bünyesinde çalışmalarını sürdüren Greenway'in yazılım ve donanımını özel olarak tasarladığı GreenBox, özel bir algoritma ile belirli aralıklarda güneşin pozisyonunu hesaplıyor, aynaları uygun yöne çeviriyor ve gereken kalibrasyonları akıllı yazılımı sayesinde yapıyor. Yönetim Kurulu Başkanı Serdar E. Erduran bu yeni sistemin çalışma prensibi ve avantajlarını İTÜ Vakfı Dergisi için değerlendirdi...

Greenway, 2014 yılında, XI. Teknoloji Ödülleri’nde Büyük Ölçekli Süreç Kategorisi’nde birincilik ödülünü kazanmıştır.

Page 71: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi 69

yeşil veya fosil enerji kaynaklarıyla be-raber entegre olarak kurulup işletilebilir. Böylece güneşin olmadığı zamanlarda depolama maliyetine girilmeden elektrik üretimi devam edebilir. Greenway’in YGE sistemi ve bileşenleri hafif, dayanıklı ve

sıcaklık ve basınçta kızgın buhar elde edilmesini sağlıyor. Elde edilen kızgın buhar türbinlerde elektrik enerjisine dö-nüştürülüyor. Buhar, elektrik üretiminin ana kaynağıdır. Elektrik enerjisi üretimin-de çoğunlukla ilk önce buhar, daha sonra da buhar türbini kullanılarak elektrik elde edilir. Kule tipi YGE ile direk olarak gü-neşten kızgın buhar elde etmek mümkün hale gelmiştir.

GREENWAY Dünyada YGE Teknolojisine Sahip Üç Firmadan Biriİspanya, İsrail ve Amerika’da kule tipi YGE santrali bulunmasına karşın Mer-sin’deki tesisin dünyadaki benzerlerin-den bazı farklılıkları bulunmaktadır. Te-sisin kablosuz iletişime sahip olması en önemli özelliklerinden biridir. Yazılımı ve donanımı Greenway tarafından özel ola-rak tasarlanan GreenBox kontrol kartı ile birimler kablosuz iletişim kuruyor. Gre-enBox, özel bir algoritma ile belirli ara-lıklarda güneşin pozisyonunu hesaplıyor, aynaları uygun yöne çeviriyor ve gereken kalibrasyonları akıllı yazılımı sayesinde yapıyor.

Sistem, kolaylıkla hibrit olarak diğer

montajı kolay olacak şekilde LEGO sitilin-de tasarlamıştır.

Ayrıca Avrupa’daki çeşitli kuruluşlarla yapılan ortak proje ile buhar depolama sistemi geliştirilmesi üzerinde çalışmalar yapılmaktadır. Bu sistem gündüz üreti-len fazla buharın depolanarak gece de elektrik üretiminde kullanılmasını sağla-yacaktır. Projenin hayata geçirilmesi du-rumunda güneş ile çalışan sistemlerdeki en büyük sorunlardan biri olan günde 24 saat aralıksız üretimde kalamama duru-mu ortadan kalkmış olacaktır. Bu açıdan bakıldığında tesisimiz bu konuda da dün-yadaki emsallerinden farklı olacaktır.

İTÜ ARI Teknokent’i Tercih NedeniGreenway, İTÜ Enerji Enstitüsü ile be-raber yürüttüğü çalışmalarına daha kolaylıkla devam edebilmek ve ARI Teknokent’in sunduğu avantajlardan ya-rarlanmak amacıyla Enerji Teknokent’ini tercih etmiştir. Enerji Enstitüsü ile yakın olmamız proje çalışmalarımız açısından büyük kolaylık sağlamaktadır.

Enerji Enstitüsü ile beraber yürüttüğü-müz çalışmalarımızda öğretim üyelerinin de katkılarıyla İTÜ’nün araştırma altyapısı ve birikiminden faydalanmaktayız.

İTÜ Enerji Enstitüsü öğretim eleman-ları ve öğrencileriyle proje bazında iş-birliği çalışmalarımız artarak ve gelişerek devam etmektedir. İTÜ öğrencilerine staj ve iş konularında imkanlarımız ölçüsünde yardımcı olmaktayız.

Page 72: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

Çelik ürünlerin üretimi, geliştirilmesi ve test aşamalarında hizmet verecek Türkiye’nin ilk Çelik Test ve Araş-

tırma Merkezi, ilklerin üniversitesi İTÜ’de kurulacak. Çelik sektörünün yanı sıra çelik kullanan ana sektörlere de hizmet verecek olan merkezde; test analiz maliyetlerinin düşürülmesi, sektörün rekabet gücünün artırılması, ar-ge ve inovasyon kapasitesi-nin geliştirilmesi, yurt içi ve yurt dışı satışlar için gerekli uygunluk değerlendirmelerinin yapılması üzerine çalışmalar yürütülecek. İTÜ, uzman ihtiyacını karşılamak adına ala-na yönelik lisansüstü eğitim programları da geliştirecek.

İstanbul Kalkınma Ajansı’nın desteğiyle çelik sektörü özelinde hizmet verecek mer-kezin fiziki kurulumu için İTÜ, İstanbul Kal-kınma Ajansı, Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM), Çelik İhracatçıları Birliği ve sektörel dernekler tarafından imzalar atıldı. 10 Şu-

bat 2015 tarihinde gerçekleştirilen imza tö-renine İstanbul Valisi ve İstanbul Kalkınma Ajansı Başkanı Vasip Şahin, Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca, TİM Başkan Vekili Mustafa Çıkrıkçıoğlu, ÇİB Yönetim Kurulu Başkanı Namık Ekinci ve Çelik Boru İma-latçıları Derneği’nin yanı sıra birçok sektör temsilcisi katıldı.

Törende konuşan İstanbul Valisi ve İs-tanbul Kalkınma Ajansı Yönetim Kurulu Baş-kanı Vasip Şahin, "Çelik sektörü inovatif ola-rak en çok gelişmesi gereken sektörlerden biri. Dolayısıyla projeyi destekledik. Hede-fimiz çelik sektörüyle başladığımız desteğin diğer sektörlere de örnek olması” diye ko-nuştu. ÇİB Yönetim Kurulu Başkanı Namık Ekinci ise Türkiye’nin en çok ihracat gerçek-leştiren sektörleri arasında çeliğin bulun-duğunu anımsatarak, merkezin İstanbul'un bilim ve teknoloji üssü haline gelmesinde ve Türkiye’nin yanı sıra çevre ülkelere de hitap

İTÜ’den Türkiye’nin İlk Çelik Test ve Araştırma Merkezi

Çelik ürünlerin üretimi, geliştirilmesi ve test aşamalarında hizmet verecek Türkiye’nin ilk Çelik Test ve Araştırma Merkezi, ilklerin üniversitesi İTÜ’de kurulacak. İTÜ, uzman ihtiyacını karşılamak adına alana yönelik lisansüstü eğitim programları da geliştirecek.

İTÜ

'DE

N H

AB

ER

LE

R

Page 73: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi 71

eden bir ekonomi başkenti olmasında etki sağlayacağını söyledi. TİM Başkan Vekili Mustafa Çıkrıkçıoğlu da Türkiye Cumhuri-yeti’nin 2023 hedeflerine işaret ederek, bu hedeflere ulaşmak için inovasyon, ar-ge, ta-sarım ve markalaşmaya daha fazla yatırım yapılması gerektiğini vurguladı.

Rekabet gücü artacakİTÜ Ayazağa Yerleşkesine kurulacak mer-kez, kamu, özel sektör ve üniversite işbirli-ği kapsamında İstanbul’da güdümlü proje desteği almaya hak kazanan ilk proje oldu. Mart ayı içinde inşasına başlanacak mer-kezin yapımı 2 yıl sürecek. Merkezde çelik sektöründe katma değeri yüksek çelik ürün-lerinin üretimi ve geliştirilmesi hedefleniyor. Merkez; test, analiz ve malzeme karakte-rizasyonu hizmetleri vererek üniversiteler, araştırma kuruluşları ve diğer kamu kurum-larıyla ar-ge ve inovasyon projeleri geliştire-cek, mesleki ve teknik eğitimle danışmanlık hizmetleri sağlayacak ve bu sayede bir sek-törel veri merkezi olarak faaliyet yürütecek. Çelik kullanan ana sektörlere de hizmet ve-recek olan merkezde; test analiz maliyetleri-nin düşürülmesi, sektörün rekabet gücünün artırılması, ar-ge ve inovasyon kapasitesinin geliştirilmesi, yurt içi ve yurt dışı satışlar için gerekli uygunluk değerlendirmelerinin yapıl-ması gibi birçok çalışma gerçekleştirilecek. Ayrıca, merkezin insan kaynağını karşıla-mak üzere ilerleyen dönemlerde sektöre yö-nelik yüksek lisans ve doktora programları açılması da gündemde.

Karaca: Ülkemiz KazanacakRektör Prof. Dr. Mehmet Karaca projeye çok önem verdiklerini belirterek merkezin çelik sektörüne önemli katkı sağlayacağı-nı söyledi. İTÜ’nün bir ar-ge ve inovasyon üniversitesi olduğu vurgusunu yineleyen Karaca, bu niteliğin farklı sektörlerde atılan adımlarla güçlenmeye devam edeceğini belirtti. Çelik sektörünün gelişiminin ülke adına büyük önem taşıdığını kaydeden Karaca, şöyle konuştu: “Ülkemizde çelik sektörünün özellikle analiz ve test aşama-larında yurtdışı bağımlılığını ortadan kal-dırmak, prosedürleri en aza indirgemek ve yaşanan zaman kaybını ortadan kaldırmak adına ciddi bir adım atıyoruz. Merkez eko-nomimize katkı, firmalara kolaylık sağlaya-cak. Ancak bunun da ötesinde, bir ar-ge merkezi olarak faaliyet gösterileceği için yeni fikirlere ve sektörün gelişimine önemli bir kapı açacak.”

Havacılık ve uzay teknolojilerinde Türki-ye’nin önde gelen üniversitesi İTÜ, yeni bir ar-ge projesi daha başlattı. Dünyaca ünlü Safran Group (Aerospace-Defence-Secu-rity) ile anlaşma imzalayan İTÜ, yeni nesil uçak motorlarında kullanılacak malzeme-lerin geliştirilmesi için çalışacak.

Uluslararası Savunma Sanayi Fuarı - IDEF’15 kapsamında İTÜ – Safran Group arasında ar-ge anlaşması imzalandı. İmza törenine, Savunma Sanayi Müsteşarı Dr. İsmail Demir, İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karaca ve Safran Group Ar-Ge Müdürü Eric Bachelet katıldı. Anlaşma ile Safran Group, Türkiye’deki ilk üniversite-sanayi işbirliğini İTÜ ile gerçekleştirmiş oldu.

Öğrenciler için önemli fırsatİTÜ ve Safran, yeni nesil uçak motorların-

da kullanılacak seramik matrisli kompozit malzeme geliştirme çalışmaları yürütecek. Yüksek sıcaklık ortamında servis veren seramik matrisli kompozitlerin özelliklerini geliştirmek üzere yapılacak ar-ge çalış-maları, 2 yıl sürecek. Proje süresince farklı disiplinlerden araştırmacıların yanı sıra öğrencilerin de görev alacağı çalışmalar gerçekleştirilecek.

Çevre dostu havacılıkProjede nano-mimarilerin mevcut kom-pozitlerin yapısına eklenerek çok fonk-siyonluluk elde edilmesi hedefleniyor. Hafifliklerinin yanı sıra mekanik ve ısıl dirençlerinden dolayı aranan kompozit malzemeler sayesinde yakıt tasarruflu ve çevre dostu bir hava taşımacılığına katkı sağlanması amaçlanıyor.

Çevre Dostu Hava Taşımacılığı İçin İTÜ-Safran İşbirliği

Page 74: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi

İTÜ'DEN HABERLER

72

leceğe taşımak” dedi. Özellikle son 2 yıldır yeni atılan adımlarla girişimcilik ve inovas-yonu destekleyen programlar geliştirdik-lerine işaret eden Karaca, öğretim üyesi projelerine verilen destek miktarı ve proje sayısının artırıldığının da altını çizdi. Kara-ca, “Üniversiteyi anlayan bir sanayi, sana-yiyi anlayan bir üniversite modeli kurmak arzusundayız. Ülke kalkınmasının sürdürü-lebilirliği için akademik ve endüstriyel ge-lişimin birbirini tamamlaması zorunludur” dedi. Karaca, İTÜ’nün işbirliği anlaşmaları-na hassasiyetle yaklaştığını, dünya marka-larıyla somut ve başarılı adımlar atmayı ter-cih ettiğini belirterek, “Bu açıdan da Yıldız Holding ile birlikte yürüteceğimiz projelerin yeni değerler üreteceğine inanıyor, bunun için heyecan duyuyoruz. Dünyanın en eski üniversiteleri arasında yer alan yükseköğ-retimdeki aralıksız 242 yıllık tarihiyle İTÜ ve dünya pazarındaki prestijli konumuyla başarılı uluslararası markaları bünyesinde barından Yıldız Holding’in, akademik çalış-malar ve ar-ge faaliyetleri yürütmesine iliş-kin bu protokolün, öncü bir rol üstlenerek

“İTÜ – Yıldız Holding Akademik İşbirliği Protokolü”nün imza töreni, 30 Nisan 2015 Perşembe günü İTÜ Rektörlüğünde ger-çekleştirildi. İTÜ adına Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca’nın, Yıldız Holding adına Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Ali Ül-ker’in imzaladığı protokol ile iki üniversite – sanayi işbirlikleri kapsamında çok aşa-malı büyük bir işbirliği başlatıldı. Törene, İTÜ Rektör Yardımcıları Prof. Dr. İbrahim Özkol, Prof. Dr. Mehmet Sabri Çelik, Kimya Metalurji Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Beraat Özçelik, Kimya Mühendisliği Bölüm Baş-kanı Prof. Dr. Gürbüz Güneş, İTÜ Genel Sekreteri Prof. Dr. Tayfun Kındap ile Yıldız Holding Global İnovasyon Başkanı Ahmet Anbarcı da katıldı.

‘Üniversiteyi anlayan sanayi, sanayiyi anlayan üniversite’Törende konuşan İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karaca, İTÜ’nün 250. Yılına doğru geri sayıma geçen bir üniversite olduğuna işaret ederek, “Amacımız tam bir araştırma ve inovasyon üniversitesi olarak İTÜ’yü ge-

yeniliklere kapı açması amaçlıyoruz” diye konuştu.

‘Omega-3 üzerine Almanya ile ortak çalışma’Yıldız Holding Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Ali Ülker, kurumların bilim ve akademi çevreleriyle dirsek temasında olmasının, birlikte ortak projeler üzerin-de çalışmasının önemini vurguladı. Ülker, “Global bir gıda şirketi olarak akademik iş-birlikleriyle topluma fayda sağlayacak işler yapmak ve bu konuda da öncü olmak isti-yoruz. Dünyanın mücadele ettiği sorunlara çözüm bulabilmek için yeni yaklaşımlar gerekiyor. Geleneksel entelektüel alanlar global toplumun karmaşık sorularına ce-vap bulabilmek için değişiyor. Global so-runlara çözüm üretirken ancak el ele verdi-ğimiz ortak çözümler etkili oluyor” şeklinde konuştu. İstanbul Teknik Üniversitesi’nin gıda alanında yaptığı araştırmalarla dün-yada da saygın bir yere sahip olduğuna işaret eden Ali Ülker, “Uzun yıllardır pek çok projede İTÜ’den destek aldık, birlik-

İTÜ – Yıldız Holding Akademik İşbirliğiİTÜ ile Yıldız Holding arasında, akademik ve endüstriyel kalkınmada öncü rol üstlenecek

kapsamlı bir protokol imzalandı. Protokol sayesinde, lisansüstü eğitim çalışmaları, ar-ge projeleri ve üniversite-sanayi işbirliğinde yeni ufuklar açacak ortak akademik çalışmaların yürütülmesi hedefleniyor.

Page 75: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

73itü vakfı dergisi

Protokol neleri kapsıyor?Yıldız Holding’de kısa dönem staj yapan İTÜ’lü öğrencilerden staj sonunda seçi-lenlere 1 yıl boyunca yarı zamanlı çalışma imkânı, eğitimini tamamlayan öğrencilere ise tam zamanlı işe alımlarda öncelik su-nulacak. Yıldız Holding’in, ulusal ve ulus-lararası fonlarla desteklenen projelerinde öncelikli tercih İTÜ’lü öğretim üyeleri ile işbirliği yapılması olacak. Yüksek lisans ve doktora tez çalışmalarını sürdüren İTÜ’lü öğrenciler, ortak ilgi alanına giren konularda Yıldız Holding tesis ve laboratu-

Eğitim Gemisi, askeri ve sivil deniz sistem-lerinin geliştirme aşamasında denizde de-nemelerinin yapılması için uygun alt yapılar ile özel analiz ve test laboratuarlarını bünye-

sinde bulunduracak. Üniversite ile sanayi işbirliği için

yeni bir rol model olacak Test ve Eğitim Gemisi maliyet etkin olarak test imkanı sunmak yanında, mo-düler sistemlerin geliştirilmesine

de olanak sağlayacak. ASELSAN tarafından İstan-

bul Kalkınma Ajansı’nın finan-sal desteği ile tedarik edilmesi

öngörülen Test ve Eğitim Gemisi,

te araştırmalar yaptık. Bu çalışmayı şimdi bir protokolle kalıcı hale getiriyoruz. Pro-tokolün ilk adımı olarak, uluslararası bilim, teknoloji ve sanayi paydaşlarının bir araya geldiği çok boyutlu bir çalışma üzerine yo-ğunlaştık. Almanya’dan Kiel Üniversitesi ve Breko GmbH şirketi ile Türkiye’den İs-tanbul Teknik Üniversitesi ve Yıldız Hol-ding’in inovasyon şirketi NorthStar Inno-vation, insanlardaki omega-3-yağ asitleri düzeyini arttırmayı hedefleyen fonksiyonel ürün üzerinde çalışacak” dedi.

Yeni ürünlere yön verecekİTÜ Gıda Mühendisliği Bölümü ile Yıldız Holding arasındaki ortak projeler kapsa-mında, son olarak yağ-su emülsiyonlarının stabilitesinin arttırılması üzerine bir çalışma gerçekleştirilmişti. Gıda bilimi ve teknolo-jisinin sınırlarını genişleten bu çalışma ile elde edilen bilimsel veriler, Yıldız Holding’in ilgili kategorilerinde ürün geliştirme ekipleri tarafından yeni ürün geliştirme çalışmaları için yön verici oldu. Bir başka ortak çalış-ma ise çikolatada doğal olarak bulunan ve çok sayıda bilimsel çalışma ile insan sağ-lığına olumlu etkisi kanıtlanmış olan bazı antioksidantların incelenmesine ilişkindi. Protokol ile benzer çalışmaların artırılması da sağlanacak.

ASELSAN ve İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) arasında 13 Mart 2015 tarihinde Test ve Eğitim Gemisi Niyet Anlaşması imzalandı.

ASELSAN Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Kaval ile İTÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Sabri Çelik tarafın-dan imzalanan Test ve Eğitim Ge-misi Niyet Anlaşması ile her iki ku-rumun da ihtiyaç duyduğu modern bir geminin ortak bir proje ekibi tarafından birlik-te projelendirilmesi, tasarlanıp ürettiril-mesi ve birlikte kullanılması he-defleniyor.

2016 yılı içinde inşa-sına başlan-ması hedef-lenen Test ve

varlarını kullanabilecek ve tez çalışmala-rını gerçekleştirmek için hammadde, sarf malzeme desteği alabilecek. Ayrıca yük-sek lisans çalışması boyunca 2 yıl süreyle, doktora çalışması boyunca 4 yıl süreyle öğrenciler Yıldız Holding bünyesinde yarı zamanlı çalışma hakkı kazanabilecek. İTÜ Gıda Mühendisliği Bölümünde belirlenen bir laboratuvarın Yıldız Holding tarafından organize edilerek, pilot tesis ve labora-tuvar kurulumu üniversitenin tabi olduğu mevzuat hükümleri doğrultusunda sağla-nabilecek.

İTÜ Gemi İnşaatı ve Deniz Bilimleri Fakül-tesinin katkıları ile ASELSAN tarafından iş-letilecek. Test ve Eğitim Gemisi ASELSAN ve İTÜ dışında ürün geliştirmek isteyen şir-ketler ile diğer üniversitelerin eğitim amaçlı kullanımına da açık olacak.

Test ve Eğitim Gemisi, ürün geliştirme yanında Denizcilik Fakültelerindeki öğ-

rencilerin yeni nesil sistemleri, daha geliştirme aşamasında tanımasına ve kullanmasına imkan vererek Türk denizci-lerinin modern imkanlar ile eğitim görmesini de sağ-

layacak. Test ve Eğitim Gemisi doğal afetlerde

Lojistik Destek Plat-formu olarak yararla-nılabilecek kapasite, olanak ve yetenekle-re de sahip olacak.

ASELSAN ve İTÜ Eğitim Gemisi Anlaşması

Page 76: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi

İTÜ'DEN HABERLER

74

İTÜ’den Rusya ile Nükleer Eğitim İş Birliği

GE Garaj Açıldı

İTÜ Enerji Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Altuğ Şişman ise anlaşmanın uzun süredir yapılan karşılıklı görüşmeler neticesinde en fazla ortak faydanın sağlanacağı şekilde yapılandırıldığını söyledi. İTÜ Enerji Enstitü-

ceği bir üretim merkezi olacak GE Garaj, haziran ayına kadar her hafta çarşamba ve perşembe günleri hizmet verecek. GE Garaj’da; 3D Tarayıcı, Arduino, 3D Yazıcı-

İTÜ, Rusya Federasyonu’nun nükleer araş-tırmalar konusunda en güçlü üniversitesi NSNU-MEPhI ile iş birliği yaptı.

İTÜ ile Rusya Ulusal Nükleer Araştırma-lar Üniversitesi - Moskova Mühendislik Fi-ziği Enstitüsü (NSNU-MEPhI) arasındaki iş birliği anlaşması, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nda düzenlenen törenle imzalan-dı. İmza törenine, Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca ve NSNU-MEPhI Rektörü Prof. Dr. Mikhail N. Strikhanov ile iki üniversiteden yetkililer ve Bakanlık temsilcileri katıldı.

Lisansüstü desteğiRektör Karaca, yapılan işbirliği ile İTÜ Enerji Enstitüsü ve NSNU-MEPhI arasında araştır-ma ve lisansüstü eğitimde ortak çalışmalar yapılacağını belirterek, akademisyenlerin değişimi, lisansüstü öğrencilerin tez aşa-masındaki değişimleri ve ortak yayınlar gibi çeşitli iş birliklerinin organize edilebileceğini kaydetti.

İTÜ’nün General Electric (GE) Türkiye ile yaptığı işbirliğinin en önemli parçası olarak "GE Garaj" Ayazağa Yerleşkesinde açıldı.

İTÜ GİNOVA’nın ev sahipliğinde İTÜ Ayazağa Kampüsü Deprem ve Afet Yö-netimi Enstitüsü'nde gerçekleştirilen açılış töreni, katılımcılara GE Garaj’da yaptırılan tanıtım gezisi ile başladı.

Endüstriyel tasarımcıların, mühendisle-rin, girişimcilerin ve akademisyenlerin bir araya gelerek fikirlerini ürünlere dönüştüre-

sünün yakında NSNU-MEPhI öğretim üyele-rine de ev sahipliği yaparak nükleer alanda ortak bir lisansüstü programı başlatacağını ve böylece ortak araştırmalar için köprü oluşturacaklarını belirtti.

lar, Laser Kesici, CNC Tezgahı, Vinil Kesici, Enjeksiyon Kalıplayıcı, Masaüstü CNC yer alıyor. İTÜ öğrencilerinin ve girişimcilerin bu makineleri uygulamalı olarak deneyim-leme olanağı bulacağı GE Garaj atölye ça-lışmaları, seminerler ile desteklenecek.

İlk Seminer GE İnovasyon ve Pazarlama BaşkanındanAçılış için Türkiye’ye gelen GE Dünya İnovasyon ve Pazarlama Başkanı Beth Comstock, ise GE Garaj Atölye Çalışmaları kapsamında ilk semineri veren isim oldu. “Endüstrinin Geleceği ve İnovasyonda Yeni Yaklaşımlar” konulu seminere; öğren-ciler, akademisyenler ve farklı sektörlerden iş dünyası profesyonelleri katıldı. Comsto-ck, inovatif bakış açısının geleceğin dün-yasındaki önemine değindiği seminerinde, öğrencilere tutkularının peşinden gitmeleri-ni tavsiye etti.

İTÜ GİNOVA Müdürü Prof. Dr. Şebnem Burnaz ise seminerin ardından Beth Coms-tock’a teşekkürlerini iletirken, etkinliğe ev sahipliği yapmaktan mutluluk duyduklarını belirtti. Burnaz, GE Garaj’ın ayrıcalıklı bir çalışma olduğunu vurgularken, inovatif fi-kirlerin gelişmesinin destekleneceğini söy-ledi.

Page 77: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi 75

düzenlenen toplantıya, Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca, Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Sabri Çelik ve genç araştırmacılar katıldı.

Toplantıda akademisyenlerle soh-bet eden Karaca, araştırma programları-

köklü üniversitelerinden biri olarak, amacı-mız yeni teknolojilerin keşfedilme sürecinden itibaren tüm aşamalarında sektörel paydaş-larla işbirliği yaparak yer almak. İTÜ bilimsel ve teknolojik çok sayıda yeniliğe imza atmış, ülkemizi yeni teknolojilerle tanıştırmış bir kurum olarak bugün de pek çok geleceğe yönelik çalışma yürütüyor. Şimdi ise dünya-nın gündemindeki böyle önemli bir konuda, geleceğin teknolojilerini yapılandıracak ak-törlerden biri olmak için çalışıyoruz” dedi. İTÜ’nün akademik bir kurum olarak başlıca görevleri arasında nitelikli insan kaynağı ye-

AB’nin Araştırma ve Yenilik Çerçeve Prog-ramı olan “Horizon 2020 Programı”, İTÜ akademisyenlerine tanıtıldı.

İTÜ AB Merkezi Araştırma Ofisi tarafın-dan 28 Nisan Salı günü Ayazağa Yerleş-kesi - Kültür Sanat Birliği Küçük Salonda

İTÜ, Türkiye’nin bilgi toplumu olma yolculu-ğunda hak ettiği yeri alması, hatta dünyada lider ülkelerden biri olması adına 5G çalış-malarını çok önemli ve tarihsel bir fırsat ola-rak değerlendiriyor.

Türkiye’nin iletişim teknolojilerinde sade-ce kullanıcı ve ithalatçı konumundan çıkıp hızla teknoloji geliştiren ve satan konuma gelmesi için Elektrik-Elektronik Fakültesi ve Bilişim Enstitüsü’nün işbirliği içinde, “5G Ça-lışma Grubu” oluşturuldu.

Yaklaşık 1 yıldır 5G üzerine araştırma-larına devam eden İTÜ, ileri teknolojilerde öncü olma misyonuyla yeni bir çalışma baş-lattı. Bilişim, elektronik ve telekomünikasyon alanında uzman akademisyenlerden oluşan “İTÜ 5G Çalışma Grubu” kuruldu. Bu saye-de, sadece ülkemiz değil dünya için de yeni olan bu teknolojiyle ilgili teknolojik bileşen-ler, standartlar ve insan kaynağı konusunda araştırmalar yürütülecek.

İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karaca, “250. Yaşına doğru ilerlerken dünyanın en

na başvurmak isteyen akademisyenlere Rektörlüğün her zaman destek olduğunu söyledi. Araştırmacıların projelerini ulusla-rarası platformlarda tanıtmaları ve destek almalarının hem kendileri hem de İTÜ için ne denli önemli olduğuna değinen Karaca, “İTÜ bir araştırma ve inovasyon üniversi-tesi diyoruz. Bunu sağlayacak, bu varlığı güçlendirecek adımı atacak olanlar akade-misyenlerimiz. Başka türlü bu niteliği taşı-yan bir üniversite olmamız mümkün değil” dedi. Rektör Mehmet Karaca, toplantıda akademisyenlerin sorunlarını ve taleplerini de dinledi.

Horizon 2020 ProgramıAvrupa’nın küresel rekabet edebilirliği-ni güçlendirmeyi amaçlayan Horizon 2020’de, 2014-2020 yılları arasında yürütü-len tüm araştırma ve yenilik programlarının bütüncül bir sistem altında toplanması he-defleniyor. Bilimsel Mükemmeliyet, Endüst-riyel Liderlik, Rekabetçilik ile Toplumsal Sorunlara Çözümler olmak üzere üç ana başlık altında yapılanan Hoziron 2020’nin toplam bütçesi 72,5 Milyar Avro.

tiştirmenin olduğuna dikkat çeken Karaca, şunları kaydetti:

“5G’nin Türkiye’de şekillenmesi sürecin-de aktif yer almak istiyoruz. Bunun standart-ları, frekansları ve alt teknoloji bileşenlerinin belirlenmesi gibi birçok aşamayı ele alaca-ğız. Ama en önemlisi, bu alanla ilgili uzman işgücünü yetiştirmek hedefindeyiz. Bunun için öncelikle insan kaynağı eksikleri nedir, hangi akademik programlar geliştirilmeli konularına eğileceğiz. 5G üzerine hem sek-törde hem de akademik anlamda çalışacak insan kaynağını yetiştirmeye yönelik yüksek lisans ve doktora programları açmayı hedef-liyoruz.”

İTÜ Elektrik Elektronik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Serhat Şeker de mobil internet pa-zarının giderek büyüdüğüne ve bu temeldeki teknolojilerin insan hayatının her alanını ko-laylaştıracağına dikkat çekti. Şeker, “Mobil internet, nesnelerin interneti, makineler arası iletişim ve bulut teknolojilerinin potansiyeli hem ülkemizin ekonomik kalkınması hem de bilimsel ve teknolojik ilerleme adına çok önemli. İTÜ, bilimsel ve akademik ilerlemede inisiyatif alarak, bu alanda Türkiye’de yapıla-cak araştırma çalışmalarının mimarları ara-sında yer alma amacındadır” dedi.

Akademisyenlere “Horizon 2020 Programı” Tanıtımı

Bilgi Toplumu Yolculuğunda “İTÜ 5G Çalışma Grubu”

Page 78: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi

İTÜ'DEN HABERLER

76

dünyada hak ettiği yeri bulamadığını be-lirterek, “Şehircilikte altyapıdan üstyapı-ya kadar bütün alanlarda meteorolojinin yeri olması gerekiyor. Ülkemizde binaların sadece barınma amaçlı inşa ediliyor. Bu nedenle şehirlerde yaşadığımız kronik sorunlarla karşı karşıyayız. Meteoroloji ve çevre gibi bilimler ülkelerin gelişmişliği ile bağlantılı olarak ilerliyor. Meteoroloji imar

23 Mart Dünya Meteoroloji Günü kutlamaları kapsamında İTÜ Me-teoroloji Mühendisliği Bölümü tarafından “Şehircilik Meteorolo-jisi Çalıştayı” ve “Meteoroloji Mü-hendisliği Brifing Odası” açılışı gerçekleşti.

Şehircilik ve meteoroloji konusunda uzman ve akade-misyenlerin katıldığı “Şehircilik Meteorolojisi Çalıştayı” Mete-oroloji Mühendisi Çetin Gül’ün bağlama dinletisi ile başladı. Meteorolojik açıdan şehirlerin değerlendirildiği çalıştayın açı-lış konuşmasını, İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ahmet Duran Şahin yap-tı. Meteorolojinin disiplinler arası bir bilim olduğunu ve özellikle Mimarlık, Şehir ve Bölge Planla-ma Bölümleriyle ortak çalışmalar yapılması gerektiğini vurgulayan Şahin, “Meteoroloji hayati öne-me sahip bir alandır. Meteoroloji, afetlerden korunmak için, su kaynaklarının korunması için, ulaşım, havacılık, denizcilik gibi birçok alanda etkin bir role sahiptir” dedi.

‘Meteoroloji şehircilikten ayrı düşünülmemeli’Meteoroloji Mühendisleri Odası Başkanı Fırat Çukurçayır da meteoroloji biliminin

yasasında, kanunlarda ve yö-netmeliklerde yer bulmalı” diye konuştu.

‘İstanbul laboratuvar gibi’Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca ise meteoroloji biliminin hemen her alanı ilgilendirdiğini vurgu-layarak, açılışı yapılan Brifing Odası’nın meteoroloji mühen-disliği için gerekliliğine dikkat çekti. Brifing odası sayesinde öğrencilerin verileri nasıl de-ğerlendirmeleri gerektiğini öğ-reneceklerini söyleyen Karaca, meteoroloji biliminin ve meteo-roloji mühendislerinin sektörde daha etkin rol alması için Rek-törlük olarak her zaman destek sunacaklarını vurguladı. Kara-ca, iklimin ve meteoroloji bili-minin çağlar boyunca önemini hep koruduğuna işaret ederek “Binlerce yıl önce insanlar iklim

değişiklikleri yüzünden göçebe hayat sü-rüyorlardı. Günümüzde yerleşik toplumlar halinde yaşıyoruz ve iklim değişikliklerine uyum sağlamak zorundayız. Şehir iklimi araştırmalarında en önemli laboratuvar İs-tanbul’dur aslında” dedi.

Hava olaylarının tahminiŞehircilik Meteorolojisi Çalıştayı açılış ko-nuşmalarının ardından Meteoroloji Mühen-disliği Brifing Odası açılışı yapıldı. Açılış kurdelesini Rektör Prof. Dr. Mehmet Kara-ca ve bir öğrenci kesti. Açılışın ardından Prof. Dr. Sibel Menteş kısa bir sunum ya-parak Brifing Odası hakkında bilgi verdi.

Atmosferin seviye seviye katmanlarını gösteren 13 ekranlık harita duvara sahip İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Brifing Oda-sında önemli hava olaylarının önceden tahmini yapılabilecek. İstanbul ve önemli il merkezleri için hava tahmini konusun-da kamu ve özel kurumlara meteorolojik destek verilebilecek. Aynı anda pek çok haritanın yorumlanabileceği laboratuvar, öğrencilere teorik bilgileri pratiğe geçi-rirken görsel bir destek sunacak. Şu an kullanılan haritaların uluslararası hava is-tasyonlarından alındığı laboratuvarda en kısa zamanda İTÜ’nün ürettiği haritalar üzerinden hava tahmini yapılabilecek.

Meteoroloji Mühendisliği Brifing Odası Açıldı

Page 79: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi 77

sinde ülkemizin bu alandaki gelişiminde öncü rol üstlenecek.

Sektöre Canlılık2015-2016 Akademik Yılı itibariyle öğ-renci kabul etmeye başlayacak prog-ram, özellikle yurtdışından gelen gemi ve yat siparişlerinde düşüşler yaşayan sektörün, açık deniz yapılarının inşası-

larında uzmanlığı yükseltmek amacıyla atılan adımlara bir yenisi daha eklendi. Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi içinde Meteoroloji Mühendisliği Brifing Odası açıldı.

Öğrencilerin bilgi ve becerilerini artıra-cak ve teorik bilgilerini pratiğe geçirirken görsel bir destek sağlayacak Brifing Oda-sında, 13 ekrandan oluşan meteorolojik harita duvar yer alıyor. Atmosferin seviye katmanlarını gösteren haritalar, aynı anda

Türkiye’nin ilk Açık Deniz Mühendisliği Lisansüstü Programı, mühendislik eğiti-minin 242 yıllık adı olan İTÜ’de açılıyor. Ülkemizdeki gemi inşa sanayinin açık deniz yapıları sahasına yönelme kararı üzerine yurtdışındaki örnekler incelene-rek geliştirilen program, sanayinin bu alandaki gelişimini destekleyecek adres olacak.

İTÜ, değişen ülke ve sektör koşulları-na göre akademik yeniliklere imza atma-yı sürdürüyor. Bu kapsamda, İTÜ Gemi ve Deniz Teknolojisi Mühendisliği Bölü-mü bünyesinde Açık Deniz Mühendisliği Lisansüstü Programı hayata geçirilecek. Gemi inşa sanayinin önümüzdeki yıllar-da açık deniz yapıları sahasına yönelme kararı alması üzerine İTÜ’ye kazandırılan program, yetiştireceği uzmanlar saye-

Türkiye’nin ilk ve tek Meteoroloji Mühen-disliği Bölümüne sahip İTÜ, meteorolojik tahminler yayınlamaya ve önemli hava olaylarının tahmin ve analizinde yeni çalış-malar yapmaya hazırlanıyor. İTÜ Meteoro-loji Brifing Odası, kamu ve özel kurumlara meteorolojik bilgi desteği de verebilecek.

Harita duvarİTÜ’de Meteoroloji Mühendisliği Bölümü-nün eğitim kalitesini artırmak ve çalışma-

na yönelmesini destekleyecek profes-yonelleri yetiştirecek. Ders programları ve içerikleri, İTÜ Gemi İnşaatı ve Deniz Bilimleri Fakültesi akademik kadrosu ta-rafından yurt dışındaki başarılı program-ların incelenmesiyle oluşturuldu. Ayrıca, akademisyenler, sanayiciler ve öğren-cilerden geri beslemeler ve öneriler de alındı.

yorumlanabiliyor ve bu sayede daha hızlı hava tahmini yapılabiliyor.

Dünyada yıldırım ve şimşek takibiAvrupa Meteorolojik Uyduları İşletme Teş-kilatı’nın (EUMETSAT) sahip olduğu uydu veri ve görüntülerini gerçek zamanlı ola-rak yansıtabilme özelliğine sahip Brifing Odasında, önemli hava olaylarının gerçek zamanlı takibi yapılabilecek. Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün işlettiği meteorolo-jik radarların veri ve görüntüleriyle birlikte, hava tahmin harita ve ürünlerine ulaşılabi-lecek. Ayrıca Brifing Odası, küresel olarak yıldırım ve şimşek olaylarının takibine ola-nak sağlayacak.

İstanbul ile başlayacakMeteoroloji Mühendisliği Bölümünde geç-tiğimiz yıl açılan WRF sayısal hava tahmin modelinden elde edilecek harita ve gra-fiklerin Brifing Odasına sunulmaya baş-lanması ile birlikte öncelikle İTÜ merkez yerleşkesi ve İstanbul olmak üzere, daha sonra da diğer il merkezleri için hava tah-minleri yayınlanacak. 24 saat çalışılabile-cek laboratuvarda kamu ya da özel sektö-re hava tahmini hizmeti verilmesinin yanı sıra önemli hava olaylarının öncesi ve son-rasında meteorolojik destek sağlanacak.

İTÜ, Açık Deniz Mühendisi Yetiştirecek

İTÜ’den Meteorolojik Tahmin ve Analizde Yeni Adım

Page 80: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi

İTÜ'DEN HABERLER

78

tına çıkacağını gösteriyor” dedi. Bilgin, şu bilgileri aktardı:

“Ulaştırma, sanayileşme, konut, turizm, tarım politikalarının birbirini tamamlaya-cak bir nitelikte olmasını zorunlu kılmakta-dır. Kent nüfusunda yaşanan her artış ise daha fazla taşıt trafiği olarak geri dönmek-tedir. Bakınız ülkemizde sadece geçen yıl ülkemizde trafiğe yeni çıkan taşıt sayısı 888 bin 974 oldu. Bu yılın sadece ocak ayında 137 bin 334 yeni araç trafiğe girdi. Bu araçların yaklaşık üçte biri İstanbul tra-fiğine kayıtlıdır.”

'Toplu ulaşımda yenilenebilir teknolojiler önemli'Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca ise ulaşımın büyükşehirlerde güncelliğini hiçbir zaman yitirmeyen özellikle, İstanbul’un gündemini sürekli meşgul eden bir konu olduğuna işa-ret ettiği konuşmasında, İTÜ’nün yer aldığı ulaşım projelerinden de bahsetti. Karaca, toplu ulaşım alternatiflerini ve kapasitelerini artırmanın çok önemli olduğunu ancak kent içi ulaşımda nitelikli ve erişilebilir toplu ula-şım alternatifleri sunmak kadar yenilenebilir teknolojilere yönelmenin de gerekliliğine dikkat çekti. Karaca, şunları kaydetti:

“İTÜ olarak bu teknolojileri geliştirmek

İTÜ, Yalova Üniversitesi, Bahçeşehir Üni-versitesi ve E'PR Yerel Yönetim Ajansı iş-birliğiyle düzenlenen “Kent İçi Ulaşım Ça-lıştayı” 24-25 Mart tarihlerinde İTÜ'nün ev sahipliğinde gerçekleştirildi.

Ayazağa Yerleşkesi Süleyman Demi-rel Kültür Merkezinde yapılan çalıştaya, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Baka-nı Feridun Bilgin, Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca, Yalova Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Niyazi Eruslu, Bahçeşehir Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Şenay Yalçın, Bursa Bü-yükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı Yu-suf Ziya Yılmaz, Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş, yerel yöneticiler, aka-demisyenler ve ulaşım sektörü temsilcileri katıldı.

3 araçtan 1’i İstanbul’daBakan Feridun Bilgin, 2023 yılında kadar ülke genelindeki bütün büyük şehirlerde kent içi ulaşıma yönelik izlenecek eylem planlarından bahsetti. Kent içi ulaşım soru-nun giderilmesi için toplumda toplu taşıma araçlarının kullanımına ilişkin kültürün yer-leşmesi gerektiğini söyleyen Bilgin, “Nüfus artışı ve büyüme eğilimleri, 2023 yılında toplam taşıma düzeyinin bugünkünün 3 ka-

için çalışan bir üniversiteyiz. Türkiye’nin ilk elektrikli minibüsünü tasarladık hala gelişti-riyoruz; şu anda bir şarjla en az 400 km yol alabiliyor. Şarj süresini kısaltma ve mesafe-yi uzatma yolundaki çalışmalarımız sürüyor. Tamamlandığında üniversitemizdeki ring servisleri elektrikli minibüsle gerçekleştir-meyi hedefliyoruz. Ayrıca ülkemizin güneş enerjili ilk aile arabasını da öğrencilerimiz tasarlıyor. İsmi ARUNA. İnşallah bu yaz ta-nışacaksınız, ülkemizi bu araçla yurtdışında da temsil etmeye hazırlanıyoruz. Biz yeni-lebilir ulaşım çözümleriyle örnek olmayı da amaçlıyoruz” dedi.

Çözüm raylı sistemlerdeÇalıştayın ilk oturumu büyükşehir beledi-ye başkanları tarafından gerçekleştirildi. Başkanlar sunumlarında, şehirlerinde kent içi ulaşıma yönelik yapılan çalışmalardan bahsetti. Farklı şehirlere ilişkin yapılan tüm sunumlarda, çözüm noktası raylı sistem ağının genişletilmesi üzerinde birleşti. Kent içi ulaşımının bütün yönleriyle ele alındığı ve çözüm önerilerinin masaya yatırıldığı çalıştayda Kentsel Ulaşımda Planlama, Trafik Yönetimi ve Denetimi, Ulaşım Alt Ya-pıları, Toplu Taşıma- Raylı Sistemler, Lojis-tik, Denizyolu ve Organik Ulaşım gibi konu başlıklarıyla gerçekleştirilen oturumlarda, çok sayıda sorun uzmanlar tarafından ele alındı.

Kent İçi Ulaşım Çalıştayı İTÜ'de Yapıldı

Page 81: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi 79

başka zaman algılarının açığa çıkarılması hedefleriyle 1,5 yılı aşkın araştırma proje-sindeki gözlem ve deneyimler; sosyoloji,

3 bin metreden daha derindir. Bu nedenle denizlerin çeşitli maksatlar için kullanılması önemli zorlukların üstesinden gelinmesini gerektirmektedir.”

Dr. Faltinsen, deniz dalgaları, rüzgar ve akıntı gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının oldukça önemli olduğuna da dikkat çekerek, bunun hem bugünün hem de geleceğin gündemi olduğunu söyledi.

Prof. Dr. Odd Magnus Faltinsen HakkındaOdd Faltinsen, 1968 yılında Bergen Üni-versitesinden mezun olduktan sonra 1971 yılında Michigan Üniversitesinde Gemi İn-şaatı ve Deniz Teknolojileri Mühendisliği alanında doktorasını yaptı. Faltinsen, Nor-veç Bilim ve Teknoloji Üniversitesi Deniz Hidrodinamiği Departmanında hidroelastik de dahil olmak üzere her türlü deniz yapı-larındaki yükler konularında çalışmalar yü-rütüyor. Prof. Faltinsen’nin dünya çapında bir başvuru kaynağı olarak kullanılan kitabı “Sea loads of Ships and Offshore Structu-res” Korece ve Çince’ye; “Hydrodynamics of High-Speed Marine Vehicles” kitabı da Çince’ye çevrilmiştir.

Çevre ve Şehircilik Uygulama Araştırma Merkezi tarafından Çanakkale Zaferinin 100. Yılı kapsamında, “Türkiye’de Anma ve Anıtlaştırma Yolları” başlıklı panel düzen-lendi. 18 Mart 2015 Çarşamba günü Mi-marlık Fakültesinde gerçekleştirilen etkin-likte, “Zamanın Mekânsal Kurguları: Anma, Anıtlaştırma Biçimleri ve Anma Mekânları” araştırmasının çıktıları paylaşıldı.

Panel, Çevre ve Şehircilik Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdür Doç. Dr. Hayriye Eşbah Tunçay ve Mimarlık Fakültesi Deka-nı Prof. Dr. Sinan Mert Şener’in açılış konuş-malarıyla başladı.

Disiplinlerarası bakış açısıyla Türki-ye’deki anma yolları ve anıtlaştırma bi-çimlerini Çanakkale üzerinden anlamaya çalışmak ve anmalara yönelik ülkemizde-ki çağdaş temsillerin, tasarım dillerinin ve

Norveç Bilim ve Teknoloji Üniversitesi'nden Prof. Dr. Odd Magnus Faltinsen, 30 Mart Pazartesi günü İTÜ’ye konuk oldu. Prof. Faltinsen,"Challenges in Marine Techno-logy Related to Food, Energy, Transportati-on and Inrastructure" konulu seminer verdi. Üniversitemizin Bilim, Sanat ve Teknoloji Seminerleri serisi kapsamında, Gemi İnşa-atı ve Deniz Bilimleri Fakültesi tarafından düzenlenen seminere çok sayıda öğretim üyesi ve öğrenci katıldı.

Prof. Faltinsen konuşmasında, dünya denizlerinin beslenme, enerji ve ulaşım açısından sağladığı olanaklar ile üstesin-den gelinmesi gereken güçlüklere dikkat çekti. Artan dünya nüfusu her gün daha fazla yiyeceğe ihtiyaç duyduğunu fakat in-sanların deniz ürünlerinden yeterince fay-dalanamadığını söyleyen Faltinsen şunları aktardı:

“Denizlerden daha fazla besin elde et-mek için büyük bir potansiyel mevcuttur. Toplam biyolojik üretim kalori cinsinden kara ve deniz arasında eşit olarak bölün-müştür. Fakat insanların tüketimi için üre-tilen yiyeceklerin sadece yüzde 2’si deniz kaynaklıdır. Dünya denizlerinin yüzde 80’i

peyzaj ve tasarım üzerinden katılımcılara aktarıldı.

İlk oturum konuşmalarında Gelibolu yarımadasında bütünsel bir temanın ol-maması ve birbirinin kopyası anıtlaştırma örnekleri eleştirilirken, toplumda iz bırakan olaylar ve anıtlaştırmalar konusunda dün-yadan örnekler ile karşılaştırma yapıldı. Anma mekânlarının yılın 365 günü hayatın içinde ve bireylere hitap edecek tasarım-lara sahip olması gerektiği vurgulanırken, peyzajın tasarım unsuru olarak kullanılması gerektiğinin altı çizildi.

Oturum sonlarında güncel bir anma yolu denemesi olarak sunulan, sanatçı Ayşe Gül Süter’in video enstalasyonu ve İTÜ TMDK Müzik Teknolojileri Bölümü öğ-rencilerinin ses enstalasyonu katılımcılar-dan oldukça ilgi gördü.

“Türkiye’de Anma ve Anıtlaştırma Yolları” Paneli

Bilim, Sanat ve Teknoloji Seminerleri 'Deniz' Temasıyla Sürdü

Doç. Dr. Hayriye Esbah Tunçay

Page 82: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi

İTÜ'DEN HABERLER

80

ne Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mehmet Ala-ittin Arpacı, Çıtak Ailesi, akademisyenler ve öğrencilerin katıldığı konferans, internet üzerinden de canlı yayınlandı. Açılış ko-nuşmasını yapan Dekan Prof. Dr. Arpacı, Makine Fakültesi’nin 70. Yılı için bir se-miner dizisi başlattıklarına işaret ederek, “Her hafta bir seminer yapma gayretiyle

Prof. Şengör “Bana bugüne kadar bilim-sel araştırmalarımda en büyük desteği sağ-layan sizlere, üniversiteme ve İTÜ'deki arka-daşlarıma en içten teşekkürlerimi bildirmek benim için en büyük zevktir. Bu hiç kuşku-suz hepimize yansıyan bir başarıdır.” dedi.

Prof. Dr. Celâl Şengör daha önce Aca-demia Europaea (ilk Türk), ABD Ulusal Bilimler Akademisi (ilk Türk), Rus Bilimler Akademisi (Ord. Prof. Dr. Fuad Köprülü'den sonra ikinci Türk) ve Leopoldina Alman Ulu-sal Bilimler Akademisi (Ord. Prof. Hamit Na-fiz Pamir'den sonra ikinci Türk) üyeliklerine de seçilmişti.

İTÜ Makine Fakültesi tarafından, Dr. Cavit Çıtak anısına bu yıl 8. kez “Dr. Cavit Çıtak Teknoloji Konferansı” gerçekleştirildi. 15 Nisan Çarşamba günü Makine Fakültesi Orhan Öcalgiray Konferans Salonunda dü-zenlenen konferansta, mikro robotlar konu-şuldu.

Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca, Maki-

İTÜ Maden Fakültesi ve Avrasya Yerbilim-leri Enstitüsü öğretim üyesi Prof. Dr. Celâl Şengör Avusturya Bilimler Akademisi'nin muhabir üyeliğine seçildi. Şengör, Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal'dan sonra bu akademiye seçilen ikinci Türk oldu.

Akademide, Avusturya vatandaşı olma-yan bilim insanları muhabir üyeliğe seçiliyor. 750 üyesi olan akademi, İngiltere'deki Royal Society ve Almanya'daki Leopoldina'yı mo-del alarak 1847'de kuruldu. Bu yılki bütçesi 97 milyon Avro olan akademi, Avusturya'da üniversitelerden sonra en kapsamlı bilimsel araştırma kurumu olma özelliği taşıyor.

çalışıyoruz. Önemli konuları ele alıyor, de-ğerli isimler ağırlıyoruz” dedi. Arpacı, Dr. Cavit Çıtak hakkında da konuklara bilgi aktardı.

Doğadan Esinlenen Robot TasarımlarıArdından, Max Planck Enstitüsü ve Car-negie Mellon Üniversitesinde çalışmaları-nı sürdüren Prof. Dr. Metin Sitti “Minyatür Robotlar” konulu konferans verdi. Sitti, kan damarları gibi küçük boyutlu alanlara sığabilen minyatür ve hareketli robotların tıp, biyomühendislik, mikro üretim, güven-lik ve denetleme gibi alanlarla yeni ve ra-dikal uygulamaları mümkün kılabileceğini belirtti. Milimetrik ve santimetrik boyuttaki robotları anlatan Sitti, duvara tırmanan, su üstünde yürüyen, kanatlarla uçan ve havaya zıplayıp süzülen robotlar gibi do-ğadan esinlenen tasarımlar ve bunların üretim – denetim süreçleri hakkında bilgi verdi.

Hap RobotTıbbi uygulamalarda kullanılmak üzere ta-sarlanan, ağızdan yutulan ve mide içinde görüntü alabilen, biyopsi yapabilen, ilaç verebilen kapsül boyutundaki robotları da tanıtan Sitti, neredeyse gözle görüneme-yen, manyetik ya da bakteriler tarafından itilen yeni mikro robotlar hakkında da bilgi verdi.

Mikro Robotlar Dünyasına Yolculuk

Prof. Dr. Celâl Şengör Avusturya Bilimler Akademisi'ne Seçildi

Page 83: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi 81

yarışmada ilk 3 derecede yer alabilmenin önemli olduğunu söyleyen Yelken, şöyle konuştu:

“Tüm ekip arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Çok ciddi rakiplerimiz vardı, özellikle Ruslar teknik anlamda yarışmaya çok iyi robotlar getirmişlerdi. Türkiye’den katılımın çok az olduğu bir yarışmaydı. Ödülümüz verilirken bayrağımızı dalga-landırmak bizi çok gururlandırdı. Verdiği destek için üniversitemize de çok teşek-kür ederiz.”

Robot Challenge HakkındaRobot Challenge, katılımcıların kendi oto-nom ve mobil robotlarını yaptıkları, dünya çapındaki en büyük etkinlikler arasında yer alıyor. Dünyanın her yanından robotik ko-nusunda ilgili insanları bir araya getirerek, geniş kitlelere yaratıcılıklarını sergileme fır-satı sunuyor. 14 farklı yarışma kategorisiy-le, yeni başlayanlar kadar deneyimli robot tasarımcılarına, her yaştan katılımcıya da mücadele zemini sağlıyor. Bilişim, elektro-nik, mekanik ve yapay zeka alanında ayla-rın emeğine karşılık, katılımcılar ödül olarak robotlarını hevesli izleyicilere tanıtma şan-sı yakalıyor. Son yıllarda robotik alanında dünya çapındaki en büyük etkinliklerden biri haline gelen Robot Challenge’da, 2004 yılından bu yana 56 ülkeden 2 binden fazla robot yarıştı.

Arı Teknoloji Geliştirme Kulübü (ARIGE), uluslararası çaptaki en büyük ve en prestijli robot yarışmaları arasında yer alan “Robot Challenge”da İTÜ’yü temsil ederek, Avru-pa üçüncülüğü aldı.

Avusturya'nın Viyana şehrinde düzenle-nen ve yaklaşık 500 robotun katıldığı ulus-lararası robot yarışmasında, İTÜ’yü Makine Mühendisliği Bölümü öğrencisi Ümit Yel-ken ve Erdem Şen, Elektronik ve Haberleş-me Mühendisliği Bölümü öğrencileri Talha Gülbudak, Erkan Şen ve Abdüssamet Hati-poğlu ile Endüstri Mühendisliği Bölümü öğ-rencisi Elif Almira Sözlü'den oluşan takım temsil etti. “Puck Collect” kategorisinde yarışan ve bu kategorideki tek Türk takımı olan İTÜ ekibi, “The Bee of Vienna” isimli robotu ile Avrupa üçüncülüğü elde etti.

‘İyi bir ekip çalışması’Makine Mühendisliği Bölümü 3. sınıf öğren-cisi Ümit Yelken, daha yüksek bir derece alabilecekken yaşadıkları çeşitli olumsuz-lukların kendilerini zorladığını belirterek, “Yarışmaya hazırlanmak için sınavlarımız-dan, derslerimizden çok fazla taviz verdik. Yarışmanın ilk günü teknik bir arıza sonucu tüm elektronik aksamımız yandı. Ancak ekip çalışması olarak gerçekten çok iyi olduğumuz için hızlı bir şekilde tüm elekt-ronik aksamımızı yeniledik” dedi. Ekibin elinden geleni yaptığını ve böyle prestijli bir

Robotikte Avrupa Üçüncülüğü

Türkiye’de bu yıl ilk kez düzenlenen IoT Line Fair - Nesnelerin İnterneti ve Akıllı Ürünler Fuarı kapsamında düzenlenen yarışmada, öğrencileri-miz iki derece aldı. Aynı tarihlerde düzenlenen robot yarışlarından ise yine dereceyle döndü.

18 Nisan 2015 tarihinde üniver-sitemiz ev sahipliğinde düzenlenen IoT Line Fair kapsamında çok sayı-da akademik toplantı ve proje ser-gileri gerçekleştirildi. Türkiye’den alanla ilgili birçok projenin yer aldığı fuarda, Elektronik Mühendisliği Yük-sek Lisans öğrencisi Güray Yıldırım, Elektronik ve Haberleşme Mühen-disliği Lisans öğrencisi Burak Acar ve Elektrik Mühendisliği Lisans öğ-rencisi Oğuzhan Gençel’den oluşan takım “Burun” ve “Düşenin Dostu” projeleriyle ikincilik ve üçüncülük dereceleri aldı.

Fuarı takiben 19 Nisan 2015 ta-rihinde Bahçeşehir Üniversitesinde düzenlenen “BAU Robotics” etkin-liğine katılan öğrencilerimiz, Mic-rosoft İnternet Çözümleri kategori-sinde “İnternet Will Bee” projesiyle ikincilik elde etti.

Geleceğin Teknolojilerinde İTÜ’lülerin Adı

Page 84: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi82

İTÜ'DEN HABERLER

rında temsil edecek. İTÜ’lülere ve ülkemize yeni bir gurur yaşatmayı hedefleyen öğ-rencilerimiz, “Avusturalya’daki 3 bin km’lik WSC yarış parkurunu bitirebilen ilk Türk ekibi olarak Türkiye’nin yenilenebilir ener-ji ve elektrikli araç teknolojileri konusunda geldiği noktayı göstermek istiyoruz” diyor.

ARUNA için farklı bölümlerden 26 İTÜ

T ürkiye Ağustos 2015’te, ülkenin ilk 4 kişilik güneş enerjili arabası “ARUNA” ile tanışacak. Kilometre-

de 1 kuruşluk enerji yakan ARUNA, 70 km/saat hızla giderken, ev tipi su ısıtıcısı kadar enerji harcıyor. Türkiye’nin 'en fazla kupaya sahip güneş arabası ekibi' unvanına sahip İTÜ Güneş Arabası Takımı (İTÜ GAE) yeni araç için hem heyecanlı hem de iddialı: “ARUNA ile yerli otomobil çalışmalarının ciddileşmesine katkıda bulunacağımıza inancımız tam.”

Ağustos ayında İstanbul’dan başla-yarak Türkiye turuna çıkacak ARUNA, 16 il gezdikten sonra tekrar İstanbul’a döne-cek. Ekimde ise kıtalar aşıp Avusturalya’ya gidecek ve ülkemizi 1987’den bu yana düzenlenen World Solar Challenge yarışla-

öğrencisi çalışıyor. Projelerini ve hedefle-rini, İTÜ GAE Ekip Lideri Elektrik Mühen-disliği Bölümü Öğrencimiz Burak Oklar ve İTÜ GAE Organizasyon Sorumlusu İnşaat Mühendisliği Bölümü Öğrencimiz Murat Kütük anlattı:

“Güneş Enerjili Aile Aracı” Türkiye

için bir ilk olacak ve dünya çapında ya-rışacaksınız. Ekibe neler hissettiriyor?

- İlk olması hem bizim ekibimiz hem de üniversitemiz için önemli bir tanıtım kayna-ğı olacak o yüzden heyecanlıyız. 10 sene boyunca tek kişilik 7 araç ürettik. 4 kişilik bir araç üretecek deneyimimizin olmaması bizim için dezavantajdı. Tasarım başlayın-ca çok da eksiğimiz olmadığını gördük. Sadece bazı şeyleri değiştirmemiz gereki-yordu. Başta bizi korkutsa da şu anda öyle bir korkumuz kalmadı, çalışmalara doludiz-gin devam ediyoruz. Katılacağımız World Solar Challenge (WSC), Avusturalya’da 18-25 Ekim 2015 tarihlerinde düzenlenecek.

Ağustos'ta Türkiye Turunda

İTÜ’lülerin Yeni Gururu

Page 85: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi 83

70 km/saat hızla gider-ken, güneşten enerji almadan yaklaşık 500 km yol almak. Bu hız-

la giderken evde kullanılan bir su ısıtıcısı kadar güç harcıyoruz. Katılacağımız yarışın kuralları gereği 60 kg’lık bir lityum-iyon ba-taryaya sahibiz. Bu miktar normal bir araç için oldukça düşükken ARUNA için normal kullanımda 500 km’lik menzil demek. Bun-da aracımızın günlük araçlara göre 3 kat daha aerodinamik olmasının çok büyük et-kisi var.

Benzinli araca göre maliyet kıyasla-ması yapılabilir mi?

- Aslında değişen akaryakıt fiyatları düşünüldüğünde km/kuruş hesabı yap-mak çok sağlıklı bir yöntem değil ancak petrol fiyatlarının oldukça düşük olduğu şu dönemde bile km/kuruş oranında ol-dukça ileride olduğumuzu söyleyebiliriz. Ortalama bir benzinli aracın 7 lt/100 km yakıt tükettiğini düşünürsek kilometrede 30 kuruş yaktığını görüyoruz. Aruna ise ki-lometrede 1 kuruşluk bir elektrik tüketiyor. Bu hesaba güneşten alınan ve geri kaza-

Yarış 3 farklı sınıfta düzenleniyor. Geçmişte Challenger sınıfında yarışıyorken, şu anda Cruiser sınıfına geçtik. Birkaç takımın daha bu sınıfa geçmesini bekliyoruz. Oldukça heyecan verici bir konsept. Tek kişilik araç-lardan sonra yarışa ilaç gibi geldi.

Aracın hangi aşaması daha çok uğ-raş istiyor? Tasarım boyutu mu, üretim safhası mı?

- Kabuk tasarımı konusunda epey prob-lem yaşadık. Aracımızın özgün bir tasarıma sahip olmasını istedik. Bu süreçte birçok aracı inceledik; çizgileri nasıl, aerodinamik özellikleri nasıl, birçok araçtan feyz aldık. Bu güne kadar ürettiğimiz araçların verimli olması için aerodinamik olması ön planda idi. Bu aracımızda fonksiyonellik de önem kazandı.

Bu tip aracın dünyada örnekleri var mı?

- World Solar Challenge yarışları 1987’den bu yana 2 senede 1 defa olmak üzere Avusturalya’da düzenleniyor. Boc-hum Üniversitesi 2011 yılında ilk defa sıra-dan güneş enerjili araç tasarımlarının dışına çıkarak Cruiser sınıfında bir araç ürettiler ve büyük beğeni topladılar. BOcruiser adlı araçlarına atıfta bu-lunarak Cruiser sınıfı eklendi. Bochum Üni-versitesi araçlarını 4 kıtada toplam 23 bin km sürerek Guinness Rekorlar Kitabı’na girdi. 2013 yılında Eindhoven Üniversitesi Amerika turu gerçekleştirdi. New South Wa-les Üniversitesi de ürettikleri araçla başka bir dalda Guinness Rekorlar Kitabı’na girdi. Şu anda da araçlarını yollarda yasal olarak kullanabilmek için çalışmalar yapıyorlar. Yeni bir sınıf olmasına rağmen dünyada bir-çok örneği var.

‘Temmuz’da yürür hale gelecek’

ARUNA’nın özelliklerini anlatır mısınız?

- World Solar Challenge kurallarına göre 6 metrekare güneş paneli sınırımız var. Bu aracımızda yaklaşık olarak 5 metrekare kul-lanacağız. Bu da bize anlık olarak maksi-mum 1.2 kW güç sağlıyor. Yaklaşık 11 saatte sadece güneş enerjisi ile şarj edebiliyoruz. Oldukça büyük bir akü grubu olması nede-niyle uzun sürüyor. Alternatif olarak atölye-mizde kuracağımız 7.5 kW’lık şarj ünitesi ile 2 saatte şarj etmeyi planlıyoruz. Amacımız

nımlı fren sistemi (regenerative brake) de eklendiğinde bu miktar 0.8 kuruşa kadar düşüyor.

Araç şu anda hangi aşamada?- Aruna’nın tasarımı 2015 ocak sonun-

da bitti ve kalıp üretimi için ana sponsoru-muz Hexagon Studio’ya teslim edildi. Bir aksilik olmazsa nisan başında kalıplarımız elimizde olacak ve karbonfiber gövdenin üretimine başlayacağız. Elektronik devre kartlarımız elimize ulaştı, elektik ekibimiz tüm sistemi hazır hale getirmek için üze-rinde çalışıyor. Mekanik tasarımlar da sona ulaşmak üzere ve üretime gönderilecek. Haziran ayının montaj ayı olarak geçmesini planlıyoruz. 1 Temmuz’da ise aracımızı yü-rür hale getireceğiz.

‘ARUNA Geliyormuş!’

Araç tamamlandıktan sonra Türkiye Turuna çıkacaksınız…

- WSC’a gitmeden önce Türkiye’de 6 bin km yol alarak WSC mesafesini iki kere turlamak istiyoruz. Aynı zamanda sponsor-larımızın, aracımızın ve İTÜ’lülerin çalışma-larının tanıtımı için de bir fırsat olduğuna inanıyoruz.

Tur ne zaman başlayacak?-Türkiye Turumuzu ağustos ayının ikinci

haftası başlatmayı planlıyoruz. Şu an tah-mini başlangıç tarihimiz 10 Ağustos olarak düşünülüyor.

Güzergâh belli mi?- Tanıtımı İstanbul’dan başlatarak FSM

köprüsünü geçeceğiz ve Ankara’ya doğru

Page 86: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi

İTÜ'DEN HABERLER

84

Hocalarımız akademik yayın konusunda bizi teşvik ediyor. Biz de bundan memnu-nuz, bu şekilde anılmak çok hoş bir duygu.

10. yılda en önemli hedefiniz nedir?- Öncelikli hedefimiz aracı yollara çıkar-

mak ve Türkiye Turunu başarıyla tamamla-mak. Sonrasında ise 3 bin km’lik WSC yarış parkurunu bitirebilen ilk Türk ekibi olarak Türkiye’nin yenilenebilir enerji ve elektrikli araç teknolojileri konusunda geldiği noktayı göstermek istiyoruz.

Aslında çok yorucu, zahmetli, uzun

süren çalışmalardan bahsediyoruz. Ça-lışmaların sürdürülebilmesi için fedakâr-ca çalışılması gerektiği çok açık…

- Kesinlikle doğru, zaman zaman bizi olumsuz etkileyen şeyler de yaşıyoruz. Mesela; 2013 yılında Avustralya’da ger-çekleşen yarışta araca yanlış yağ konul-masından dolayı yarış aracına eşlik eden aracımızda yangın çıktı ve arkadaşlarımız çölde mahsur kaldı. Bu bizi etkileyen bir olay oldu. Bir diğer olay ise 2014 TÜBİ-TAK Formula-G yarışı öncesinde yaşadık. Aracın tüm testlerini yaptıktan sonra Etiler yolunda bir test daha yapma kararı al-dık. Test sırasında virajı alamayarak kaza kaptık. Yarışa iki haftamız vardı. Biz bu iki haftalık sürede biraz dinlenmeyi umarken tekrar çalışmaya başladık ve aracımızı eski haline getirdik. Yarış haftası da şansımız yaver gitmedi. Ekip üyelerimiz ilk defa ya-rışıyordu, tecrübesizdik. Sıralama turların-da birkaç spin attık ve bunun sonuncunda

yol alacağız. Sonrasında Samsun, Trabzon, Erzurum, Erzincan, Sivas, Malatya, Gazian-tep, Adana, Kayseri, Konya, Antalya, İzmir, Bursa, Çanakkale ve Edirne’den geçerek tekrar İstanbul’a döneceğiz. Turun son aya-ğı olan Edirne-İstanbul arasını güneş battık-tan sonra kat ederek güneş arabasının gece de yol alabildiğini göstermek istiyoruz.

Tur için özel bir bilgilendirme ya da gi-dilen illerde etkinlik düşünüyor musunuz?

- Tur öncesinde kapsamlı bir tanıtım programı gerçekleştireceğiz. İstanbul ça-pında billboardlarda ve yazılı-görsel ba-sında çokça yer alarak halkımıza “Aruna geliyormuş!” dedirtmek istiyoruz. Gittiğimiz her ilde de şehir merkezi veya sembolik bir yerde tanıtım gerçekleştirmeyi planlıyoruz.

‘Çölde mahsur da kaldık, kaza da yaptık’10 yılda çok önemli başarılar kazan-

dınız. Ekibinizde hiç bitmeyen bir istikrar ve heyecan var. İTÜ GAE’nin farkı ne?

- 2014 TÜBİTAK Formula-G yarışına 18 kişi katılmıştık. 5 arkadaşımız ayrıldı. Bu sene birçoğumuz son sınıfa geçecek ya da mezun olacak. Bu nedenle ekibin devamlı-lığını sağlamak için ekibimize 13 arkadaşı-mız daha katıldı. Şu an 26 kişiyiz. Farkımı-za gelince; hangi bölümden gelirse gelsin ekipte herkesin heyecanı üst düzeyde tu-tuluyor. Sağlıklı ve doğru bir iş bölümü ya-pılıyor. Burada güzel bir aile ortamımız var. Hani siz üstünüze düşen görevi yapmazsa-nız kardeşiniz üzülecek duygusu yaşıyor-sunuz... O da çalışma hevesinizi hep canlı tutuyor. Ayrıca tecrübeli üyeler yeni üyelere büyük destek verip, bilgi aktarımı yapıyorlar. İTÜ GAE’nin en büyük farkı bu...

Sadece proje bazlı değil akademik odaklı da çalışıyorsunuz. Bu anlamda da önemli bir başarıya ulaştınız.

-Evet, akademik çalışmalarda en üst düzeye 2013 yılında ulaştık. Budapeşte’de bir konferans gerçekleştirdik ve İngilizce dergi makalesi yazdık. Şu an yayınlanma işlemi sürüyor. Özellikle bitirme tezlerine çok önem veriyoruz. Bu sene Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesinde düzenlenecek Kom-pozit Konferansına bir bildiri yazıyoruz. Her sene bir akademik yayın çıkarmaya özen gösteriyoruz. Bu konuda hocalarımızın payı oldukça büyük. Öğrenciler olarak hem derslerle uğraşıyoruz, hem projeye vakit ayırmamız gerekiyor. Aslında projeyle uğra-şıyoruz, derslere vakit ayırmamız gerekiyor.

final yarışına 11. sırada başladık. Tüm bu olumsuzluklara rağmen yarışı 2. sırada ta-mamladık.

‘Dünyadaki örneklerden farklıyız’

Yanınızda yer almayı düşünen spon-sor firmalara çağrınız var mı?

- Bu araç Türkiye’de bir ilk olacak. 4 kapılı sedan bir araç olması yönüyle dün-yadaki örneklerden de farklılaşıyoruz. Biz yapabileceğimize inanıyoruz. Sadece vaat-lerle gitmiyoruz, elimiz oldukça güçlü. Aracı üretmeye başladık ve 1 Temmuz’da yola

çıkacağız. Sponsor olan firmalar için büyük bir tanıtım imkânı olduğunu düşünüyoruz. Aynı zamanda da Türkiye’nin en başarılı öğrenci projelerinden birine destek vermiş olacaklar.

Görüşülen bir firma var mı? Seri üre-tim çok uzak bir ihtimal mi?

- İTÜ bünyesinde yer alan ve kar amacı gütmeyen bir öğrenci projesi olarak Aru-na’yı seri üretime geçirmemiz mümkün de-ğil maalesef. Ancak planladıklarımızı başa-rıyla gerçekleştirdiğimiz takdirde gerçekten de günlük hayatta rahatlıkla kullanılabile-cek bir otomobil ortaya çıkaracağız. Belki babayiğit olamayacağız ancak Türkiye’nin yerli otomobil çalışmalarına damga vura-cağımıza ve kamuoyunun konuya bakışını değiştirerek yerli otomobil çalışmalarının ciddileşmesine katkıda bulunacağımıza inancımız tam.

Söyleşi; www.itu.edu.tr'den aktarılmıştır.

Page 87: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi 85

Mimarlık öğrencisi Emre Üngör, “Re-tire into One’s Shell - Kendi Kabuğuna Çekilmek” projesiyle birincilik ödülünün

Koçtaş tarafından 5. kez dü-zenlenen ulusal düzeydeki “Açık Fikir İç Mekan Tasarım Yarışması”na İTÜ öğrencileri damga vurdu. Öğrencileri-miz, birincilik ve ikincilik dahil olmak üzere toplam 9 ödül aldı.

Bu yıl “Yatma Mekânı ve Buradaki Saklama İhtiyacını Karşılayan Elemanların Ta-sarımı” ana temasıyla açılan yarışmaya, Türkiye çapından çok sayıda üniversitenin mi-marlık, iç mimarlık ve endüstri ürünleri tasarımı bölümlerinde okuyan öğrenciler başvurdu.

sahibi oldu. İkincilik ödülü ise İç Mimarlık Bölümü öğrenci-leri Ece Hapcıoğlu ve İbrahim Tekin Karatepe’ye verildi.

Teşvik Ödülleri ve man-siyonları da yine İTÜ öğren-cileri aldı. Mimarlık Fakültesi öğrencileri Burcu Berberoğ-lu, Yasemin Begüm Zinzade, İrem Naz Kaya ve Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü öğrencisi Onur Tekin Teşvik Ödülü kazandı. Yine Mimar-lık Fakültesi öğrencilerinden

Türker Naci Şaylan, Cihangün Kaan Ha-cımemişoğlu ve Sara Cansın Güngör ise mansiyonların sahibi oldu.

Tasarım Yarışmasında İTÜ Öğrencilerine 9 Ödül

800 Robot, İTÜRO’15’te Yarıştı

şinin ziyaret ettiği olimpiyatlarda, 800 robot yarıştı. Yarışmalar; “Çizgi İzleyen, Basketbol, Mikro Sumo, Yangın Sön-düren, Merdiven Çıkan, Labirent, Renk

İTÜ Kontrol ve Otomasyon Kulübü (OTO-KON) tarafından bu yıl 9. kez düzenlenen İTÜ Robot Olimpiyatları’nda 800 robot yarıştı.

İTÜ Ayazağa Yerleşkesi Süleyman Demirel Kültür Merkezinde 3 gün süren İTÜ Robot Olimpiyatları, robotik alanda çalışan öğrencileri, akademisyenleri ve endüstri temsilcilerini bir araya getirirken çok sayıda panel, seminer ve atölye ça-lışmasına da ev sahipliği yaptı.

Farklı yaş gruplarından binlerce ki-

Seçen, Kendini Dengeleyen, Senaryo ve Serbest” olmak üzere 10 kategoride yapıldı.

Eray’dan yine dereceKüçük robot dâhileri, her yıl olduğu gibi yine olimpiyatların en ilgi çekici yarışmacı-ları oldu. Daha önce İTÜ Robot Olimpiyat-ları dahil 6 yarışmada birincilikler alan 12 yaşındaki Eray Aktokluk, tasarladığı üç ayrı

robotla labirent, yangın, basket-bol ve renk se-çen olmak üze-re 4 kategoride yarıştı. Eray, La-birent ve Yan-gın Söndüren kategorilerinde birincilik, bas-ketbol katego-risinde ikincilik elde etti.

Page 88: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi

İTÜ'DEN HABERLER

86

Liselilerin Yenilikçi Fikirlerine 7 bin Ziyaretçi

TÜBİTAK Finalistleri Ankara YolcusuBu yıl 46.’sı gerçekleştirilen “TÜBİTAK Or-taöğretim Öğrencileri Arası Proje Yarışma-sı’nın bölge finaline, 4. kez İTÜ ev sahipliği yaptı. 61 okuldan 180 öğrencinin katıldığı İstanbul Avrupa Bölge Finalinde, 30 Mart – 1 Nisan 2015 tarihleri arasında sergilenen projelerin kazananları, 2 Nisan Perşembe günü gerçekleştirilen tören ile açıklandı. Bölge finalistleri, Ankara’da gerçekleştirile-cek büyük finalde yarışacak.

de TÜBİTAK tarafından gerçekleştirilen yarışmanın Avrupa Bölgesi için 10 farklı branşta 745 başvuru yapıldığını, İTÜ’ye davet edilen 100 proje arasından sözlü mülakatlar sonrasında puanlama esası-na göre dereceye girenlerin belirlendiğini belirtti.

Çağımızın anahtar kavramlarının giri-şimcilik ve inovasyon olduğunu belirten Özkol, öğrencilere bu kavramların izini sürmelerini ve özümsemelerini önerdi.

‘Çağımızın anahtarı girişimcilik ve inovasyon’2 Nisan Perşembe günü İstanbul Teknik Üniversitesi Ayazağa Yerleşkesi – Süley-man Demirel Kültür Merkezinde gerçek-leştirilen ödül töreninin açılış konuşmasını, TÜBİTAK Ortaöğretim Öğrencileri Araştır-ma Yarışmaları İstanbul Avrupa Bölgesi Koordinatörlüğünü yürüten Rektör Yardım-cımız Prof. Dr. İbrahim Özkol yaptı.

Özkol, Türkiye’nin 12 farklı bölgesin-

46. TÜBİTAK Ortaöğretim Öğrencileri Arası Proje Yarışmasının bölge finalinde İstanbul Avrupa Yakası, Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ’dan gelen 61 okul, 3 gün bo-yunca İTÜ Ayazağa Yerleşkesi – Süleyman Demirel Kültür Merkezindeydi.

Bilgisayar, biyoloji, fizik, sosyoloji, psi-koloji, tarih, matematik, kimya, coğrafya ve

de oldukça ilgi gösterdiği bölge finalinde, Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca da stantları gezdi. Öğrencilerin projeleri hakkında bilgi alan Rektörümüz, gençleri merak duyduk-ları ve yenilik üretmenin peşinde oldukları için tebrik ederek, finalde başarılar diledi.

Etkinlik süresince SDKM giriş kata ku-rulan İTÜ mesaj panosuna ise birbirinden

edebiyat kategorilerinde toplam 100 proje sergilendi. Öğrencilerin prototipler, maket-ler, afişler aracılığıyla tanıttığı ve yenilikçi fi-kirlerin peşinde koştuğu projeleri, 3 günde 5 binden fazla kişi ziyaret etti.

Dışarıdan sağlanan katılımın yanı sıra İTÜ öğrencilerinin ve akademisyenlerinin

Page 89: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi 87

ni olmadığını ve bölge finaline kalmanın da önemli bir başarı olduğunu söyleyen Kara-ca, Michael Jordan’ı örnek vererek binlerce atış kaçırdıktan sonra kazanmaya başladığı-nı söyledi. Karaca, “Önemli olan hata yapa-rak, elenerek, yarışmalara katılarak öğren-mek ve bir yerlere gelebilmektir” dedi.

7 bini aşkın ziyaretçiKonuşmaların ardından, İTÜ TMDK Hazır-layıcı Birim Lise Devresi Repertuvar Sınıfı-

‘Kaybetmek, hata yapmak kazanmaya giden yoldur’Rektörümüz Prof. Dr. Mehmet Karaca ise her yıl sergiyi gezdiğini, projeleri öğrenciler-den dinlediğini ve giderek daha da etkile-yici fikirlerle projelerle karşılaştığını belirtti. İTÜ’nün projelerin gerçeğe dönüşmesini ve ticarileşmesini desteklediğini, girişimcili-ğe uygun bir ortam sağladığına da dikkat çeken Karaca, “Hayalleri gerçekleştiren bir üniversiteyiz” dedi. Bu yarışmanın kaybede-

nın verdiği mini konser ile keyifli bir müzik arası veren konuklar, ardından ödül heye-canı yaşadı.

İstanbul Avrupa Yakası, Edirne, Kırkla-reli ve Tekirdağ’dan gelen 61 okul’dan 100 proje; prototipler, maketler, afişler aracılı-ğıyla tanıtıldı. Öğrencilerin yenilikçi fikirlerin peşinde koştuğu sergiyi, 3 günde 7 binden fazla kişi ziyaret etti. Bölge finalinde birinci olan projeler, mayıs ayında Ankara’da yapı-lacak büyük finalde yarışacak.

BİlGİSAYAR: “Veri Madenciliği İle Maden Kazaları Risk Tayini” - İstanbul Suat Tecimer Anadolu lisesi

BİYolojİ: “Pavlov Refleksinin Tigmomorfogenez Yoluyla Lens Culinaris, Phaseolus Vulgaris, Cicer Arietinum Tohum Türlerine Uygulanması ve Çimlenme Üzerine Etkisinin İncelenmesi” - İstanbul Özel Bahçeşehir Fen ve Teknoloji lisesi / “Flow Sitometri ile Ülkemizin Doğal Florasında Bulunan Hypericum Perforatum L. Popülasyonlarının Çekirdek DNA İçeriği ve Ploidi Düzeylerinin Belirlenmesi” - Tekirdağ Ebru Nayim Fen lisesi

CoğRAFYA: “Ya Kararmazsa?” - İstanbul Özel Bahçeşehir Fen ve Teknoloji lisesi

FİzİK: “Leap Motıon Aracılığıyla İşaret Dili Tercüme Cihazı” - “Kineterapi” - İstanbul Özel Bahçeşehir Fen ve Teknoloji lisesi

KİMYA: “Sulardaki Cıva Tayini için Ekonomik ve Kullanışlı Sensör Geliştirilmesi” - İstanbul Çapa Anadolu Öğretmen lisesi

MATEMATİK: “3 ve 4 Boyutta Küp Kesitleri” projesi ile İstanbul Özel Darüşşafaka Lisesi / “Nesbitt Eşitsizliğinin Geometrik Olarak İncelenmesi” - İstanbul Özel İstanbul Fatih Fen lisesi

SoSYolojİ: “Büyükşehirlerde Çocuk Suçlarının Sebeplerinin Araştırılması Yeni Sahra Mahallesi Örneklemi” - Galatasaray lisesi ve İstanbul Özel Amerikan Robert lisesi / “Okul Başarısında Öğretmen Faktörü: İbni Sina Anadolu Lisesi Örneği ve Bir Model Önerisi - Bisal Eğitim Modeli” - İstanbul Özel Çınar Fen lisesi

TARİh: "El Yazması Bir Esere Göre Osmanlı Devleti'nde Silahşorluk Eğitimi” - İstanbul Beşiktaş Bilim ve Sanat Merkezi / “Korunan Bellek - T.C. Başbakanlık Osmanlı Arşivi Konservasyon ve Restorasyon Şube Müdürlüğü Örneğinde Türkiye'de Kağıt Konservasyonu ve Restorasyonu” - İstanbul Özel Darüşşafaka lisesi

PSİKolojİ: “Bir Benlik Arayışı Olarak Selfie” - Tekirdağ Ebru Nayim Fen lisesi

TÜRK Dİlİ vE EDEBİYATı: “Atasözü Öğretimde Alternatif Yöntemler” - İstanbul Bilim ve Sanat Merkezi

Dereceye giren okullar ve projeleri:

renkli yorumlar bırakıldı. Öğrenciler hem ya-rışmanın heyecanı hem de İTÜ’ye duydukları hayranlığı içeren çok sayıda mesaj yazdı.

Sergi eşliğinde kokteylÖğrenciler ve öğretmenler, 31 Mart Salı günü İTÜ Rektörlüğünün verdiği kokteylde de bir aradaydı.

TÜBİTAK Ortaöğretim Öğrencileri Araş-tırma Yarışmaları İstanbul Avrupa Bölge-si Koordinatörlüğünü yürüten İTÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. İbrahim Özkol da pro-jelerle yakından ilgilenerek, sergi süresince öğrencileri yalnız bırakmadı.

Page 90: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi

İTÜ'DEN HABERLER

88

sonsuz şükranlarımızı arz ediyoruz” diye konuştu. Koç, şunları kaydetti:

“Bundan tam 40 yıl önce ulusal mü-ziğimize atılmış olan tohum filizlenmiş ve bereketli meyvelerini her gün artırarak ver-miştir. Nitekim bugün burada, yurdun 4 bir yanından 40. yılımızın heyecanını yaşa-

Ülkemizin ilk Türk Müziği Konservatuvarı olan İTÜ Türk Musikisi Devlet Konserva-tuvarı (İTÜ TMDK), kuruluşunun 40. yılını 1 Mart Pazar akşamı gerçekleştirilen gör-kemli bir törenle kutladı.

İTÜ Maçka Yerleşkesindeki tarihi bi-naya kırmızı halı geçişiyle alınan konuk-ları, konservatuvar tarihinden siyah be-yaz fotoğraflarla bezenen fuaye karşıladı. Yaklaşık bin kişinin katıldığı gecede, 40. Yıl Özel Konseri ile Türk Müziği ziyafeti sunuldu. İTÜ TMDK’dan mezun sanatçı-lar Sevcan Orhan ve Orhan Hakalmaz’ın sunuculuğunu üstlendiği konser, 40 yıla kısa bir yolculuk yaptıran film gösterimi ile başladı.

Ardından açılış konuşması için sahne-ye çıkan İTÜ TMDK Müdürü Prof. Adnan Koç, konservatuvarın 1975 yılında büyük bir özveri ve gayretle kurulduğuna dikkat çekerek, “Sıfır noktasından itibaren, han-gi olumsuz şartlarda, ne gibi yokluklar ile mücadele edildiğini ve bunlarla nasıl baş edildiğini anlamak, idrak etmek, günü-müz şartlarında çok zordur. Ancak şun-dan eminiz ki; ulusal müziğimizi koruma, geliştirme, yayma ve geleceğe aktarma adına, o günün cefakâr neferlerinin can siperane savunmaları, bugün burada top-lanmamızın yegâne sebebidir. Bu neden-le başta banimiz Ercümend Berker olmak üzere geçmiş tüm yönetimlerde görev alan ve bu uğurda emeği geçen herkese

maya gelen onlarca değerimiz var. Sayıla-rı 3 bin 500’ü bulan mezunlarımız; devlet kurumları bünyesindeki koro, topluluk ve orkestralarda Türk Halk Müziği, Türk Sa-nat Müziği ses ve saz sanatçısı, besteci, dansçı, çalgı yapımcısı, tonmayster, müzi-kolog, aranjör, üniversitelerde öğretim ele-manı gibi meslekler ile sadece alanlarına katkı sunmakla kalmıyorlar, aynı zamanda ulusal ölçekte sanat ve müzik gündemine yön veren aktörler olarak toplumda rol alı-yorlar. Bu da şunu gösteriyor ki biz büyük ve güçlü bir aileyiz. Ve bu büyük potansi-yel, 1982 yılında İstanbul Teknik Üniver-sitesi’ne bağlanarak İTÜ garantörlüğünde gerek lisans gerekse lisansüstü seviyede, yüksek standartlarda eğitim veren bir güce dönüşmüştür.”

40. Yılda 2 MüjdeKoç, Milli Eğitim Bakanlığı ve Yükseköğ-retim Kurulu tarafından onaylanan “Mü-zik Ortaokulu”nun Eylül 2015 tarihinden itibaren öğrenci kabulüne başlayacağı müjdesini de vererek, İTÜ Geliştirme Vakfı Okulları Beylerbeyi Ortaokulu ile işbirliği yapıldığını ve artık Türk Müziğinin yeni ne-ferlerinin çekirdekten yetişeceğini söyle-di. Bir başka müjde olarak ise 40. Yıl Özel Albümlerinden bahseden Koç, “Rektörlü-ğümüzün olağanüstü desteği sayesinde Konservatuar tarihinde bir ilk olarak kendi öz kaynaklarımız ile meydana getirdiğimiz THM alanında Pür Nida, Klasik Türk Mü-ziği alanında ise Meşk-i Sefa ve Aşkname albümlerini sizlerle paylaşmanın gururu-nu ve sevincini yaşamaktayız” dedi.

‘Artık Çıtamız Daha da Yükselecek’Koç’un ardından söz alan Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca da İTÜ TMDK’nın biriki-mine işaret ederek, “40 yaş çok önemli

İTÜ Konservatuvarı 40 Yaşında

Page 91: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi 89

hep çok farklı baktım, çok önemsedim. Şimdi inşallah sizlerle beraber, mezunla-rımızın da desteğiyle daha güçlü bir yere geleceğimizi umuyorum” diye konuştu. Yavaşca'ya Sahnede DoğumgünüMustafa Kemal Amfisinin ev sahipliği yap-tığı konserin ilk yarısında, Cihangir Terzi ve Yeşim Altınel Çoban’ın şefliğinde İTÜ

bir yaş. Olgunluk yaşı, erdem yaşı, hatta peygamberlik yaşı der büyükler. Ben 40. yılın Konservatuvarımız için dönüm noktası olduğunu düşünüyo-rum. Birikimi var, enerjisi var… Artık bundan sonra farklı bir çıtaya yükseltmemiz gereki-yor” dedi. Ulusal müziğimizin çok zengin olduğuna dikkat çekerek, “Mükemmel bir kül-tür medeniyetinin üzerinde oturuyoruz. Sazlarımız, sözle-rimiz, hoyratlarımız, nice de-ğerlerimiz var” diyen Karaca, öz müziğimiz üzerine çalışma yapmanın önemini vurguladı. Konservatuvarın YÖK kararı ile İTÜ’ye bağlandığını hatırlatan Karaca, “Çok şanslıyız; iyi ki varsınız, iyi ki teknik üni-versiteye bağlanmışsınız. Üniversitelerin müziği ve sanata çok ihtiyacı var, kuruma çok farklı bir ruh katıyor. Ben 1992 yılın-dan beri teknik üniversitedeyim ve geldi-ğimden beri konservatuvara bu nedenle

TMDK Koro ve Orkestrası, THM ve TSM şarkıları ile sah-nedeydi.

İlk bölümün sonunda İTÜ TMDK’nın kurucularından olan Türk Müziğinin duayen ismi Prof. Dr. Alaeddin Yavaşca’ya doğumgünü sürprizi yapıldı. Büyük usta sahneye davet edildi ve kendisi için hazırlanan doğumgünü pastasını kesti.

Solistler geçidiKonserin ikinci yarısı ise so-listler geçidi ile sürdü. Mü-nip Utandı, Melihat Gülses,

Adnan Çoban, Esma Başbuğ, Çiğdem Yarkın, Orhan Hakalmaz, Adile Kurt Ka-ratepe, Gökhan Tepe, Sevcan Orhan ve Cumali Özkaya TSM ve THM şarkıları ile sahnedeydi. Konserin kapanış şarkısı ise tüm solistlerin yanı sıra İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karaca ve İTÜ TMDK Müdürü Prof. Adnan Koç’un da sahneye çıkmasıy-la hep birlikte söylendi.

İTÜ TMDK’dan Dev Sesleri Buluşturan CD'lerbölgelerden 15 türkü seçil-di. Türküleri; Zara, Volkan Konak, Erol Parlak, Cem Doğan, Cengiz Özkan, Nursaç Doğanışık, Erdal Erzincan, Sevcan Orhan, Orhan Hakalmaz, Cumali Özkaya, Adile Kurt Kara-tepe, Celal Bakar, M. Sa-lih İnan, Deniz Güneş ve

Fatma Şahin seslendirdi.

Meşk-i Safa ile Tarihe YolculukKlasik Türk Müziği albümü Meşk-i Safa ise sanat müziğinin zengin varlığından yapı-lan titiz bir seçkiyle hazır-landı. Sanat Yönetmenli-ğini Yrd. Doç. Dr. Adnan Çoban’ın üstlendiği ve kronolojik bir repertuvara sahip olan albüm, Klasik Türk Müziğinin geçmiş-ten bugüne uzanan bir-birinden güzel şarkıla-rını aynı CD’de topladı. Şarkıları; Münip Utandı,

İTÜ Türk Musikisi Dev-let Konservatuvarı (İTÜ TMDK), kuruluşunun 40. Yılına özel 3 albümlük bir arşiv serisi hazırladı. Tür-kiye’nin coğrafi ve kültürel zenginliğini yansıtan, müzi-ğimizin kronolojik bir özeti olma niteliği taşıyan CD’ler için birçok usta sanatçı bir araya geldi.

İTÜ TMDK 40. Yıl kutlamasına özel, Türk Halk Müziği, Klasik Türk Müziği ve Çoksesli Makam Müziği türlerinde olmak üzere 3 al-büm hazırladı. İTÜ TMDK Orkestrası ile usta sesleri buluşturan albümler için, Türkiye’nin ve müziğimizin zenginliğini yansıtacak nite-likte özel bir repertuvar çalışması yapıldı.

Dört Bir Yandan Türküler Pür Nida’daTHM türündeki Pür Nida, Anadolu’nun derin köklerinden beslenen halk türküleriyle yur-dun dört bir yanından renkler taşıyor. Sanat Yönetmenliğini İTÜ TMDK Müdürü Prof. Ad-nan Koç’un yaptığı albüm için Erzurum'dan Yozgat'a, Kırıkkale'den Kütahya'ya farklı

Esma Başbuğ, Çiğdem Yarkın ve Adnan Ço-ban seslendirdi. Aşkname Yakında SatıştaÇoksesli Makam Müziği türündeki Aşkna-me’nin ise yayına hazırlık aşaması sürüyor. Aşkname’nin Sanat Yönetmenliğini, İTÜ TMDK Müzikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Atilla Coşkun Toksoy yürütüyor. Aşkname de kısa süre içinde serinin 3. albü-mü olarak satışa sunulacak.

Başarılı BaşlangıçPür Nida ve Meşk-i Safa, 3 Mart itibariyle mağaza raflarında ve dijital platformlarda

satışa sunuldu. iTunes, TT-NET Müzik, Turkcell Müzik, Deezer, Spotify gibi önemli dijital müzik platformlarının tümünden ulaşılabiliyor.

Yayına girdiği andan iti-baren büyük ilgiyle karşıla-nan albümlerden Pür Nida, iTunes en çok dinlenen al-bümler listesinde ilk 10'da yer aldı.

Page 92: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

İTÜ'DEN HABERLER

90 itü vakfı dergisi

çözüm üretmeleri ve ürettikleri çözümleri mentorlarının da destekleriyle bir iş planına dönüştüre-rek jüri önünde sunum yapmaları istendi. Bu kapsamda; enerji, sağlık ve endüst-riyel internet alanında daha fazla enerji verimliliği sağlayacak fütüristik bir dünya veya üretimden pazarlama ve satışa kadar verimliliği artıracak fütüristik bir endüstri-yel dünya hayal etmeleri ve tasarlamaları beklendi. Konular üzerine fikir üreten öğ-renciler, kamp sonunda hazırladıkları pro-jeleri jüriye sundular.

Jüride yer alan isimler; GE Sağlık Kü-resel Ürün Müdürü Bertay Fişekçi, İTÜ İş-letme Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi ve İTÜ GİNOVA Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Nihan Yıldırım, TEB Girişim Evi Girişim Bankacılığı Müdürü İbrahim Coşkuner, In-

İTÜ Girişimcilik ve İnovasyon Merkezi (GİNOVA) ev sahipli-ğinde, lise öğrencileri İTÜ’de inovasyon kampına girdi. Ge-neral Electric (GE) Türkiye ve Genç Başarı Eğitim Vakfı işbir-liği ile 28 Mart Cumartesi günü düzenlenen “2. GE – Genç Başarı İnovasyon Kampı”, öğ-rencilerin girişimcilik ve yara-tıcılık yeteneklerini keşfetme-leri yolunda yeni ufuklar açtı.

İTÜ’de gerçekleştirilen GE - Genç Başarı İnovasyon Kampı’na, 8 farklı liseden 64 öğrenci katıldı. Öğren-ciler; enerji, sağlık ve endüstriyel internet konularında geliştirdikleri yenilikçi fikirler ile yarıştı. Proje sunumları öncesi İTÜ GİNO-VA Genel Müdürü Prof. Dr. Şebnem Burnaz öğrencilere açılış konuşması yaptı. Girişim-ciliğin öneminden, İTÜ GİNOVA’nın mis-yonundan bahseden Burnaz, yenilikçi fikir üretebilmenin geleceğin dünyası için ne denli değerli olduğuna dikkat çekti. İTÜ Ta-nıtım Koordinatörlüğü de öğrencilere kısa bir sunum yaparak; İTÜ’nün ar-ge, girişim-cilik ve inovasyona verdiği öneme işaret ederek, bu kapsamdaki çalışmaları anlattı.

Tema enerji verimliliğiKampta, öğrencilerin GE tarafından ken-dilerine verilen konularından birine yönelik

tel Kurumsal İlişkiler Yöne-ticisi Onur Yıldırım, Borsa İstanbul Özel Pazar Yöne-ticisi Recep Bildik, Vestel Elektronik Genel Müdürü Metin Salt, Arkan & Engin Corporation Finans Danış-manı ve Genç Başarı Gönül-lüsü Doğan Taşkent oldu. Jüri, değerlendirme sürecin-de iş planı, yaratıcılık, sunum tekniği ve takım ruhu ölçütleri dikkate alınarak değerlendir-me yapıldı.

Birincilik geri dönüşüm projesininTüm gün süren kamp sonunda, ambalaj atıklarının geri dönüştürüldüğü ve kulla-nıcıların ulaşım kartlarına yüklendiği akıllı bir cihaz ile geri dönüşümü teşvik etmeyi hedefleyen “AT-MAK” adlı proje birinci se-çildi. Birinci takım, GE GENIUS programı kapsamında 3 gün boyunca GE liderle-rinden çeşitli eğitimler alacak, toplantılara katılabilecek ve Gebze’de bulunan Türki-ye Teknoloji Merkezi’ni ziyaret ederek GE teknolojileri ile tanışma fırsatı bulacak. Diğer taraftan, kazanan takıma GE lider-leri ve mevcut stajyerler tarafından koçluk programı kapsamında kariyerlerine yöne-lik eğitimler verilecek ve danışmanlık ya-pılacak.

Lise Öğrencileri İçin İTÜ'de İnovasyon Kampı

Page 93: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi 91

törü Prof. Dr. Mehmet Karaca yaparak, gösterilen duyarlılığa teşekkür etti. Daha sonra atölyenin eğitmenliğini üstlenen, İTÜ Rektör Danışmanı - Tekstil Teknolojile-ri ve Tasarımı Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Telem Gök Sadıkoğlu, öncelikle çiçek-ler ve çiçek tasarımı hakkında katılımcıları bilgilendirdi. Çiçek tasarımının çok eski ve köklü bir alan olduğuna işaret eden Sadı-koğlu, farklı kültürlerde farklı biçimlerde ortaya çıktığından bahsetti. Atölye çalış-masında kullanılacak çiçekleri de tanıtan Sadıkoğlu, temel bilgileri verdikten sonra katılımcılar rengarenk vazoların içinden di-ledikleri çiçekleri seçti. Büyük bir heyecan ve özenle kendi tasarımlarını yapan konuk kadınlar, zaman zaman Sadıkoğlu’ndan da destek aldı.

İTÜ Rektörlüğü'nün “Çiçeklenen Burslar” kampanyası için iş ve cemiyet hayatının 12 tanınmış ismi çiçek tasarım atölyesinde bir araya geldi. İlk kez çiçek tasarlayan yardım-sever kadınların tasarımları, etkinlik sonra-sında açık artırma ile satıldı. Elde edilen gelir İTÜ'lü kız öğrenciler için bursa dönüşecek.

İTÜ Rektörlüğü’nün Başarım Sensin Derneği ile yaptığı işbirliği ile 16 Mart Pazar-tesi günü “Çiçeklenen Burslar” kampanyası düzenlendi. İş, sanat, moda ve medya dün-yasının başarılı kadınlarının katılımıyla İTÜ Ayazağa Yerleşkesinde çiçek tasarım atöl-yesi düzenlendi. Atölyeye; Başarım Sensin Derneği Yönetim Kurulu Üyesi - A&D Art And Design Tasarım ve Mobilya Sahibi Ahu Orakçıoglu, Moda Tasarımcısı Arzu Kaprol, Gazeteci Balçiçek İlter, Ses Sanatçısı ve İTÜ Mezunu Melihat Gülses, Capital Dergisi Yayın Yönetmeni Sedef Seçkin Büyük, TÜRDEV Yönetim Kurulu Başkanı - Gündüz Group Yönetim Kurulu Başkan Yardım-cısı İTÜ Mezunu Ruken Mızraklı, Kütahya Porselen Yönetim Kuru-lu Başkanı Sema Güral Sürmeli, Moda Tasarımcısı Gizem Turan, Tasarımcı Gönül Paksoy, Res-sam - Tasarımcı Souadad Al-Si-gab Kandemir, Tasarımcı Nida Bulut ve İdil Fırat katıldı.

Etkinliğin açılışını İTÜ Rek-

Keyifli anlara sahne olan atölyenin so-nunda verilen kokteyle, cemiyet hayatının birçok tanınmış ismi katıldı. Atölyenin ka-tılımcıları ile destek veren kuruluşlara İTÜ adına teşekkür belgelerini Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca takdim etti. Karaca, İTÜ’nün sosyal sorumluluk projelerinde yer almasını çok önemsediklerini, kadınla-rın başrolde olduğu çalışmaların ise ayrı-ca önem taşıdığının altını çizerek, destek veren herkese teşekkür etti. Konuklar ise İTÜ’nün ev sahipliğinde böyle anlamlı bir etkinliğe katılmaktan duydukları memnu-niyeti paylaşarak, bu vizyona sahip olun-masından ve ortak iş yapabilmekten gurur duyduklarını belirtti.

Başarım Sensin Derneği Başkanı Şule Argüder ise dernek adına tüm katılımcılara

ve Rektör Karaca’ya teşekkür plaketi takdim etti. Argüder, “İTÜ ile birlikte bu projeyi gerçekleştir-mekten çok mutluyuz. Sizlere de yardımseverliğiniz ve desteğiniz için teşekkür ederim. İyilikleriniz karşılığını bulacak” diye konuştu.

Etkinlik, çiçeklerin ünlü mü-zayede yöneticisi Uğur Batur tarafından satışıyla sona erdi. Elde edilen gelir, Başarım Sensin Derneği çatısı altında bulunan İTÜ’lü kız öğrencilere burs olarak aktarılacak.

İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı (İTÜ TMDK) Öğretim Üyesi Doç. Dr. Tol-gahan Çoğulu, usta ozanı-mız Aşık Veysel’in büyük eseri Kara Toprak’ın ezgile-rini Singapur’a taşıdı.

Çoğulu, 14 Mart’ta Sin-gapur Üniversitesi Gitar Orkestrası ile birlikte iki ayrı konserde sahne aldı. Tasarladığı mikrotonal gitar ile hem ülkemizde hem de yurtdışında oldukça ses getiren ve Margaret Guth-man Müzik Ödülü kazanan Çoğulu, Singapur’daki 60

kişilik gitar orkestrasının konuk sanatçısıydı. Çoğu-lu’nun mikrotonal gitarıyla sahneye çıktığı konserde, düzenlemelerini orkestra şefi Robert Casteels ve Tolgahan Çoğulu’nun bir-likte yaptığı Aşık Veysel’in adıyla özdeşleşen eseri “Kara Toprak” müziksever-lerle buluştu. Yaklaşık 400 kişinin izlediği konserde, Vivaldi’nin “RV 93 Gitar Konçertosu" ve Şef Caste-els'in mikrotonal gitar için yazdığı solo eseri “KHI” da seslendirildi.

Kız Öğrencilerimizin Eğitimine Çiçek Gibi Destek

Mikrotonal Gitar Aşık Veysel'i Singapur’a Taşıdı

Page 94: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi

İTÜ'DEN HABERLER

92

Evi” inşası başladı. Yeşil Kundu-ra'nın desteğiyle gerçekleştirile-cek proje, Türkiye üniversiteleri için bir ilk olacak.

Ayazağa Yerleşkemizde, açık tenis kortları ile servis alanı arasında bulunan alanda Bisiklet Evi inşasına başlandı. Pro-

misi, öğrencilerimiz tarafından ziyaretçilere tanıtıldı.

Program, Şehitler Abidesi’nin ziyareti ve çelenk konulması ile sürdü. Zaferin mi-marlarından Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Çanakkale Savaşı’nın tüm komutanları ile isimsiz kahramanlar olan şehitler anısına saygı duruşunda bulunuldu.

Şehitliğin ardından Çanakkale Gemi Trafik

İTÜ Yeşil Kampüs projesinin en önemli bi-leşenlerinden biri Ayazağa Yerleşkemizi bir “bisiklet kenti” haline getirmek. Bu amaçla hızla süren bisiklet yolları yapımının yanı sıra önemli bir adım daha atılıyor. Bisiklet satışı, tamiri, kiralaması olmak üzere tüm hizmetlerin bir arada sunulacağı “Bisiklet

Denizcilik Fakültesi öğretim üyeleri ve öğ-rencileri, 18 Mart Çanakkale Deniz Zafe-rinin 100. Yıldönümünü kutlamak ve Ça-nakkale şehitlerini anmak için, fakültenin SİSMİK-I adlı eğitim gemisi ile Çanakka-le’ye gitti.

16-18 Mart 2015 tarihleri arasında ger-çekleşen gezide, SİSMİK-I eğitim gemisi ilk olarak Kepez Limanına demirledi. Ça-nakkale 18 Mart Üniversitesi Deniz Bilim-leri Fakültesi öğretim üyeleri ve öğrencileri tarafından karşılanan SİSMİK-I eğitim ge-

jenin, mayıs ayı sonuna doğru tamamlan-ması hedefleniyor.

İki katlı olacak bisiklet evinin giriş katı, tamir atölyesi ve kiralama için kullanıla-cak. İkinci kat ise satış mekânı olacak ve İTÜ’lülere özel avantajlı fiyatlar sunulacak. Kiralama ünitelerinde yer alacak bisikletler arasında akademisyenlerimizin tasarımları da yer alacak.

Teknik Üniversite İçin Yeşil GelecekİTÜ Rektörlüğü’nün 2013 yılında çok aşa-malı ve uzun soluklu bir proje olarak baş-lattığı “Yeşil Kampüs” projesinin en önemli

bileşenlerinden biri, bisikletli ve yaya sayısının artmasına yönelik düzenlemeler.

İTÜ’lülerin yerleşkede daha çok zaman geçirmesi, özgürce pedal çevirmesi, rahatlıkla yü-rümesi ayrıcalığını sunmak için yürütülen yoğun çalışmalar ile toplam 5 kilometrelik bisiklet ve yürüyüş yolu yapılacak. Şimdi-ye dek bu yolun 2 kilometresi

tamamlandı; 1,5 kilometrelik kısmı için ise çalışmalar sürüyor. Ardından kalan 1,5 kilo-metre için de yeni çalışma başlayacak.

Hizmetlerini ziyaret eden İTÜ’lüler, burada yapılan sunumlarda merkezdeki sistemin işleyişi hakkında bilgi aldı. Bu sırada öğre-tim üyeleri ve gemi personelinden oluşan bir diğer ekip de Liman Başkanlığını ziyaret

etti. Ziyaretler, Çanakka-le 18 Mart Üniversitesi Deniz Bilimleri Fakültesi Müzesi’nin gezilmesi ile noktalandı.

18 Mart Salı günü ise Kepez Limanından hareket edilerek, deniz-de şehitler anısına tören düzenlendi. SİSMİK-I Eğitim Gemisi ile Meh-

metçik Abidesi önünde saygı duruşunda bulunuldu, İstiklal Marşı okundu ve ardından denize çelenk ve duman kandili bırakıldı.

Denizdeki törenin tamamlanmasının ardından dönüş yoluna geçildi ve 19 Mart 2015 Perşembe sabahı SİSMİK-I yeniden İTÜ Denizcilik Fakültesinin bulunduğu Tuz-la’ya demir attı.

İTÜ’ye Bisiklet Evi

İTÜ Denizcilik Fakültesi SİSMİK-1 ile Çanakkale’de

Page 95: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

aile ile başlayan eğitim sürecinin kadın er-kek algılarımızı belirlediği, kültürel ve sos-yolojik dinamiklerimizin güç-hak-inanç-er-kek-kadın kavramlarına getirdiği toplumsal bakış acımızın "kadına cinsel taciz" olgu-sunun belirleyici ana karakterleri olduğunu söyledi. Cem Demirbaş son olarak farkın-dalık yaratmak ve önleyici çalışmalarla top-lumda ortak akıl ve tepki uyandırmak adı-na cinsel taciz ve ayrımcılıkla ilgili her tür faaliyetin başta üniversiteler olmak üzere toplumsal yaşamın her alanında gerçekleş-tirilmesi gerektiğini vurguladı.

Yrd. Doç. Dr. Ayşe Akalın konuşmasın-da kadına yönelik tacizin genel sosyolojik anlamlarına değindi. Akalın, “Bugün Türki-ye toplumunun hızla değişmesi sebebiyle, geleneksel ile modern toplum arasında açık ya da doğrudan yaşanan çatışmalar, aralarındaki gerilimi kadın kimliğinin üze-rine yüklemektedir. Güncel bağlamın böy-lesi olduğu bir durumda İstanbul Teknik Üniversitesi gibi toplumda her zaman öncü rol üstlenmiş kurumların da kadına yönelik şiddet ve tacizin önlenmesinde merkezi bir rol üstlenmesi gerekmektedir. Bu doğ-rultuda yakın zaman Senato'dan geçen ve uygulamaya giren ‘Cinsel Taciz ve Ayrımcı-lığı Önlenme Yönergesi’ hem idari hem de

İTÜ BMT-KAUM tarafından Dünya Kadınlar Günü kapsamında 9 Mart 2015 tarihinde ‘Üniversitelerde Cinsel Taciz ve Ayrımcılık’ adlı panel düzenlendi. Açılış konuşmasını Prof. Dr. Fatma Arslan’ın yaptığı panelde İşletme Fakültesinden Doç. Dr. İpek İlkka-racan Ajas veYrd. Doç. Dr. Çiçek Ersoy, İnsanve Toplum Bilimleri Bölümünden Yrd. Doç. Dr. Ayşe Akalın, İTÜ Psikolojik Danışma ve Rehberlik Merkezinden Cem Demirbaş ve İTÜ Kadın Araştırmaları Kulü-bü’nden Aslı Ateş panelist olarak yer aldılar. Etkinlikte ayrıca cinsel taciz ve ayrımcılığa ilişkin broşür ve kitapçıklarla, İTÜ BMT-KA-UM’ un Aralık ayında yayına başlayan der-gisi Mimoza’nın ilk sayısı dağıtıldı.

Doç. Dr. İpek İlkkaracan, oturum başka-nı olarak paneli açarken İTÜ'de yeni kabul edilen Cinsel Taciz ve Ayrımcılığı Önleme Yönergesinin, İTÜ'de toplumsal cinsiyet eşitliğini geliştirmek açısından öneminden ve diğer üniversiteler için örnek teşkil ede-ceğinden ayrıca bu çerçevede Türkiye'de kurulan CTS (Cinsel Taciz ve Saldırı) daya-nışma, haberleşme ve işbirliği ağından ve İTÜ’nün buradaki rolünden bahsetti.

İkinci olarak Cem Demirbaş, gelişim psikolojisi açısından ele alındığında bireyin

sembolik olarak büyük önem taşımaktadır. Ancak burada unutulmaması gereken şey, dünyanın en iyi ve açık görüşlü genelgesi-nin dahi onu uygulamaya sokacak anlayış değişikliği olmaksızın yetersiz kalacağıdır. Kadına yönelik tacizin en yaygın özelliği, söz konusu suçun faili ile değil mağduru ile anılan bir "utanç hali" şeklinde ortaya çıkmasıdır. Bu durum da mağdur kişilerin kolaylıkla ortaya çıkamamasına ve böylece de tacizin gündelik olarak süregelmesine sebep olmaktadır. Bu yüzden kadına yö-nelik tacizin önlenmesine yönelik eylem planları ancak ve ancak kurumsal kültürün de bu yönde değişmesi ile mümkündür. "Utanç" hissi, kadının omuzlarında alınıp tacizin failine doğru yönlendirilmelidir” diye ekledi.

Yrd. Doç. Dr. Çiçek Ersoy, Cinsel Taciz ve Ayrımcılığı Önleme Kurulunun hukukçu üyesi olarak yaptığı konuşmada cinsel taciz ve saldırı fiilinin hukuki sonuçlarını anlattı. Cinsel tacizin TCK’na göre suç niteliğin-de olduğundan, buna ek olarak aynı fiilin özel hukuk açısından da tazminat borcu doğurabileceğinden bahseden Ersoy, ko-nuşmasında özellikle faile karşı üniversite bünyesinde açılan disiplin soruşturmala-rında nasıl bir usul izlendiği, hangi fiillerin taciz suçunu oluşturduğu, soruşturma ta-raflarının temel hakları ve ispat aracı olarak ne tür delillere dayanılabileceğini açıkladı. Çiçek Ersoy, son olarak cinsel tacizi önle-me kurulu inceleme ve raporlarının hukuki niteliğinden bahsederek soruları cevapladı.

Son olarak Kadın Araştırmaları Kulübü temsilcisi Aslı Ateş kulüplerinin faaliyetlerin-den ve yönerge ile ilgili öğrencilerin taleple-

rinden bahsetti.

BTM-KAUM Dünya Kadınlar Günü Etkinliği

93itü vakfı dergisi

Page 96: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi

İTÜ'DEN HABERLER

94

İTÜ Rektörlük Sanat Galerisi (İTÜ RSG), sa-natçılarla atölye çalışmalarının bir yenisini gerçekleştirdi. “Kamyoncular” adlı belgesel fotoğraf sergisi 26 Mart’ta İTÜ RSG’de açı-lan Fotoğraf Sanatçısı Altan Bal, 29 Nisan’da “Fotoğrafı Anlamak, Fotoğrafla Anlatmak” başlıklı bir atölye çalışması gerçekleştirdi. Fotoğrafa ilgi duyan herkese açık ve ücretsiz olarak gerçekleştirilen atölye çalışmasına ka-tılanlara İTÜ tarafından katılım belgesi verildi.

Fotoğraf meraklılarına yönelik Atölye du-yurusunda amaç şu şekilde özetlendi: Her fotoğraf doğası gereği ‘gösterir’, etkili fotoğ-raflar ise göstermekle kalmaz aynı zamanda ‘anlatır.’ Güçlü fotoğrafların ortak noktası ise fotoğrafçının ‘gösterdiğinden’ yola çıkarak kendini anlatmasıdır. Fotoğrafçının onlarca seçiminden oluşan bir fotoğrafı tam olarak anlayabilmek için fotoğrafa bakmanın temel başlıklarını bilmek gerekir. Tıpkı dili kullan-mak için dilbilgisi gerektiği gibi… Çünkü bu başlıklar, fotoğrafçının ‘grameri’dir. ‘Fotoğrafı Anlamak-Fotoğrafla Anlatmak’ atölyesinde, gördüğümüzü fotoğrafça anlatmanın temel-lerinden başlayarak fotoğrafla nasıl anlata-cağımızı-fotoğrafla nasıl anlayacağımızı bir-çok örnek ışığında tartışacağız…”

İTÜ RSG'den Altan Bal ile Fotoğraf Atölyesi

İTÜ Rektörlük Sanat Galerisi, kapılarını bu kez belgesel fotoğraf sergisine açtı. Fotoğraf Sanatçısı Altan Bal’ın 3 yıllık emeği ile ortaya çıkan “Kamyoncular” sergisi, yaşamını yollardan kazanan ve hayatı özlemek üzerine kurulu olanların öyküsünü siyah beyaz karelerle anla-tıyor.

Kamyoncular sergisinin açılışı, 26 Mart Perşembe akşamı İTÜ RSG’de verilen davetle yapıldı. Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca, akademisyenler ve öğrencilerin yanı sıra Bal’ın bir dönem birlikte çalıştığı Yönetmen Yeşim Usta-oğlu, profesyonel ve amatör birçok fo-toğrafçı açılışa katıldı.

Fotoğraf Sanatçısı Altan Bal, 2008 yılında İstanbul’da, 2012 yılında Alman-ya’da açılan ve her ikisinde de oldukça ses getiren “Kamyoncular – Belgesel

Altan Bal Belgesel Fotoğraf Sergisi

“Kamyoncular”

Page 97: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi 95

Altan Bal Hakkında1977 İstanbul doğumlu Altan Bal, derece

ile girdiği Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf Bölümünden

yine derece ile mezun oldu. Belgesel fotoğrafçılık üzerine yoğunlaşan çalışma-

larını 4 kişisel, 2 karma sergide sanatseverlerle buluşturdu.

“Bekar Odalar”, “Kağıt Toplayıcılar” ve “Kamyoncular” projelerine imza attı.

İstanbul Fotoğraf Bienali ve Ulis Uluslara-rası Fotoğraf Festivalinde çalışmaları ser-gilendi. 2000 yılında Yunus Nadi Fotoğraf

Ödülünü, 2002 yılında Kodak Türkiye Fotoğraf Yarışması Profesyonel Kategori

Büyük Ödülünü kazandı. 2015 yılında Nikon Türkiye Marka Elçisi seçildi.

Altan Bal, fotoğraf kariyerinin yanı sıra belgesel film çalışmaları da yürüttü. 2010 yılında çektiği “Gümrü Kukla Tiyat-

rosu” adlı belgesel film, 2011 İstanbul Film Festivali’nde gösterildi. 2013 yılında

Özden Demir’in yönetmenliğini yaptığı “Net 1789” filmiyle Ankara Film Festiva-

li’nde “En İyi Görüntü Yönetmeni Ödülü” aldı. Aynı film ile 2012 İstanbul Tasarım

Bienali’ne katıldı. “Veda Makamı” adlı kısa filmde görüntü yönetmenliği, “800

Km Engelli” filminde ikinci kameramanlık ve yardımcı yönetmenlik yaptı. Film Kül-

tür Bakanlığı Belgesel Ödülü aldı.

Altan Bal, profesyonel fotoğraf- video çalışmalarına İTÜ’de devam ediyor.

İFSAK’ta eğitmenlik yapıyor, seminer ve atölye çalışmaları gerçekleştiriyor, ama-tör fotoğrafçılara özel ders veriyor. Bal, farklı kategorilerde fotoğraf derslerinin

yer aldığı uzaktan eğitim veren www.onlinefotografokulu.com adlı

sitenin de sahibi.

Fotoğraf Sergisi” ile 26 Mart – 19 Nisan 2015 tarihleri arasında İTÜ RSG’ye ko-nuk oldu.

Bal’ın deyimiyle “kelle koltukta yolla-ra düşen, her iklimde direksiyon salla-yan” insanların öyküsünün 71 fotoğrafla anlatıldığı sergi İFSAK’ın desteğiyle açıldı.

‘Görmek yetenek işidir’Rektör Prof. Dr. Karaca, belgesel fo-toğraf alanında Türkiye’de az sayıda iş üretildiğine dikkat çekerek, Bal’ın çalış-malarının oldukça emek isteyen bir pro-jenin ürünü olduğunu söyledi. “Bakmak

var, görmek var… Fotoğraf çekmek ka-dar neyi çekeceğini görebilmek de ye-tenek işi. Bu sergide bu yeteneği açıkça görüyorsunuz” diyen Karaca, Kurumsal İletişim Biriminde görev yapan Bal’ın İTÜ ailesinin bir parçası olmasından ayrıca gurur duyduklarını belirtti. Altan Bal’ın prestijli ödüller sahibi olduğuna işaret eden Karaca, “Yunus Nadi Fotoğ-raf Ödülü, Kodak Türkiye Profesyonel Kategori Fotoğraf Ödülü almış ve daha birkaç gün önce Nikon Türkiye Marka Elçisi seçildi. Bunlar herkese verilen ödüller, unvanlar değil, çok kıymetli” dedi.

Page 98: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi96

IEA’nın önde gelen yayını olan ve enerji analizi ve projeksiyonlarıyla ilgili en gü-venilir kaynak kabul edilen yıllık World

Energy Outlook raporunu da hazırlayan Bi-rol’un sorumluluk alanına giren IEA Enerji İş Konseyi ise yasama organlarına enerji piyasalarıyla ilgili konularda işletme açı-sından bakış sunuyor. Uluslararası basın-da sık sık makaleleri yayımlanan ve enerji konusunda uluslararası otorite olarak kabul edilen Fatih Birol ayrıca uluslararası zirve-ler ve konferanslara da çağrılı konuşmacı olarak katılıyor.

Dr. Fatih Birol, enerji tartışmalarına yap-tığı katkılardan ötürü kariyeri boyunca pek çok ödül aldı. Son olarak, Forbes dergisi tarafından dünyanın enerji konusundaki en nüfuzlu dördüncü kişisi seçildi. 2009 yılın-da, Hollanda Ekonomik İlişkiler Bakanlığı ve Polonya Ekonomi Bakanlığı’ndan aldığı ödüllerin yanında, Almanya Federal Liyakat

Dr. Fatih Birol, 1995 yılında IEA’ya ka-tılmadan önce altı yıl süreyle Viyana’da Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) bünyesinde görev yaptı.

Dr. Fatih Birol, 1958’de Ankara’da doğdu. İstanbul Teknik Üniversitesi Elekt-rik-Elektronik Mühendisliği Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Viyana Teknik Üni-versitesi’nde enerji ekonomisi dalında li-sansüstü ve doktora çalışmalarını tamam-ladı.

Nişanı ile ödüllendirilen Birol, 2007 yılında Avusturya Cumhuriyeti Altın Onur Madal-yası’na, 2006 yılında ise Fransa Akademik Şövalyelik unvanına layık görüldü. 2005 yılında Uluslararası Enerji Ekonomisi Birli-ği’nin “Mesleğe Olağanüstü Katkı” ödülünü kazanan Birol, 2004 yılında ABD Enerji Ba-kanlığı’ndan ve 2002 yılında Rusya Bilimler Akademisi’nden de ödüller aldı. Birol, en son Japonya İmparatoru Akihito’nun pres-tijli ‘Yükselen Güneş’ ödülünün sahibi oldu.

Dr. Fatih Birol Uluslararası Enerji Ajansı İcra Direktörlüğü’ne seçildi

Dr. Fatih Birol, Uluslararası Enerji Ajansı İcra Direktörlüğü’ne oybirliğiyle seçildi. İTÜ Elektrik-Elektronik Fakültesi Mezunu Fatih Birol, Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) İcra Direktörlüğü’ne seçilmeden önce Uluslararası Enerji Ajansı’nın baş ekonomisti ve kurumun enerji ve iklim değişikliği politikasının ekonomik analizinden sorumluydu.

ME

ZU

NL

AR

DA

N

Page 99: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi 97

Bir tanesi Azerbeycan’dan gelecek olan gaz, ikincisi Irak’tan petrol ve doğalgaz kaynaklarını Türkiye üzerinden geçirebi-liriz ve bazılarını kendimiz de kullana-biliriz ve satabiliriz; üçüncüsü de Doğu Akdeniz’de İsrail’de çok ciddi doğalgaz kaynakları var. O da Türkiye üzerinden dünyaya satılabilir. Yani Türkiye bu üçü-nü birleştirebilse önümüzdeki 5 yıl içeri-sinde dünyanın en önemli enerji kavşağı haline gelir, ki bu hem Türkiye’nin eko-nomisine çok büyük bir ivme kazandırır, maliyetler daha ucuz olduğu için hem de Türkiye’nin dünyadaki ve bölgedeki jeopolitik önemini kat be kat artırır.

Nükleer enerji konusunda ne yapılması gerekiyor?Üç şeye dikkat etmek lazım: Birincisi, partnerlerimizi hem ülke hem firma ola-rak çok iyi seçmemiz, iyi ve adı duyul-muş partnerlerle çalışmamız lazım. İkin-cisi, seçeceğimiz teknolojiler. En yeni en gelişmis teknolojileri seçmek lazım. Üçüncüsü de olmazsa olmaz prensip, güvenlik... Güvenlik konusunu son dere-ce ciddi bir şekilde ele alıp, tüm bunları bilimsel bir çerçeveye oturtmak lazım.

Enerji alanında çalışmak isteyen mühendis adaylarına tavsiyeleriniz…Bence enerji, şu an dünyada en göz-de meslek dallarından bir tanesi. İleriye baktığımız zaman da enerji alanında ça-lışacak mühendislere talebin daha da artacağını söyleyebilirim. Çünkü sorunlar daha büyüyor ve komplike hale geliyor. Bu bakımdan mühendislerin, -bu elekt-rik olabilir makine, çevre, inşaat olabilir- hepsinin enerjiyle ilgisi var. İstekleri ve eğilimleri varsa enerji konusuna bir göz atmaları gerektiğini dünüyorum. Şu nokta da çok önemli; benim tecrübem, insanla-rın en büyük şansı sevdikleri bir işte çalış-mak. Bu bakımdan bu seçimi yaparken, sadece gelecekte nasıl bir iş bulabilirim diye değil, zevkle çalışabileceğim bir iş mi? diye düşünmeleri lazım. Mühendis adayları için enerji sektörünün çok güzel bir alan olduğunu düşünüyorum.

İTÜ web sitesinde yayımlanan söyleşiden (video) özetlenmiştir.

Türkiye’nin enerji alanındaki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?Biz her şeyden önce enerji fakiri bir ül-keyiz. Bunu bilmemiz lazım. Petrolümüz, doğalgazımız, kömürümüz yok. Enerji tabii ki büyüyecek, nüfus arttıkça daha fazla enerjiye ihtiyaç duyulacak. Bu demektir ki daha fazla enerji ithal ede-ceğiz. Dışa olan bağımlılığımız daha yüksek seviyeye gelecek. Ama bu, dün-yanın sonu değil. Mesela Japonya’nın veya Kore’nin enerji kaynakları bizden bile az ama buna rağmen gelişmişler. Ne yapmak lazım? Bir kere bu gerçe-ği kabul ettikten sonra ne yapılabilir, bu durumu nasıl düzeltebiliriz, diye düşün-mek lazım. Bunlardan birincisi, bence elektrik üretiminde nükleerin payının ol-ması. Bu konuda bir çok üniversitemize ve İTÜ’ye de önemli görevler düşüyor. Çünkü nükleer enerji bugün elektriği hiç kesintiye uğratmadan ve çevreye ne-gatif bir etkisi olmadan öğretilebilecek bir teknoloji. İkincisi, Türkiye’de yeni-lenebilir enerji kaynaklarından özellikle rüzgar, su ve güneşten ekonomiklik çerçevesinde mümkün olduğu kadar fazla faydalanılmalı. Üçüncüsü, ener-jiyi daha verimli hale getirmek ve daha verimli kullanmak lazım. Türkiye’de çok fazla eneji israf ediyoruz. Bunu da gün-deme almak gerekiyor. Türkiye için enerji fakiri diyoruz ama etrafımızda enerji zen-gini bir çok ülke var. Bu ülkelerde hem çok fazla enerji kaynakları var hem de bu enerji kaynakalarının üretim maliyeti çok ucuz. Mesela, Amerika’da çok fazla kaya gazı var ve bu Amerika’nın ekono-misine çok büyük bir motor gücü kazan-dırıyor, çünkü çok ucuz. Bütün dünya bunu konuşuyor şimdi. Bizim yanıbaşı-mızda Irak’taki gazın fiyatı kaya gazın-dan bile ucuz. Yani çevremizde hem çok fazla enerji kaynağı olan ülkeler var hem de bunların maliyetleri son derece ucuz. O bakımından Türkiye’nin önünde çok tarihi bir şans var. O da Türkiye’nin, dünyanın enerji kavşağı olma şansı. Önümüzdeki 5 yıl çok önemli. Bu 5 yıla baktığımız zaman üç önemli ülke var çalışabileceğimiz ve anlaşabileceğimiz:

İTÜ’de öğrenim görmek size ne gibi katkılar sağladı?İTÜ bana çok önemli iki özellik ka-zandırdı: Birincisi, matematik mantığı ve dünyaya kantitatif açıdan bakma

özelliği. İkisi de çok önem-li. Yani belli bir formasyon verdi analitik düşünme ya-pısını geliştirdi. Bu analitik düşünme yapısını bir kere aldığınız zaman, bugün benim uğraştığım enerji meselelerinden tutun da bir futbol maçını izlerken bile size yardımcı olabile-cek çok önemli bir gözlük veriyor size. İkincisi de, İTÜ’de sadece mühendisli-ği değil Türkiye’yi ve Türki-ye’nin bütününü düşünme özellikleri de kazandım. En azından ilham aldığımı dü-şünüyorum.

Kariyerinizde bugünkü konuma nasıl ulaştınız?Çok çalıştım, hâlâ çok çalı-şıyorum. Birincisi bu. İkinci-si de biraz şans yardım etti, biraz da bazı riskleri göze alarak verdiğim kararlar… Mesela Türkiye’den Viya-na’ya gitmek, Viyana’dan Paris’e gitmek... Ben Tür-kiye’de elektrik mühendi-si olarak çalıştığım zaman oldukça iyi bir konumday-dım. Ama doktora yapmak için Viyana’ya gittim. O zaman bu karar oldukça riskliydi. Viyana’da çok önemli bir şirkette Petrol

İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nde (OPEC) çalışıyordum. Hayat boyu kontrat ver-mişti bana. Ama OPEC’i bırakıp Paris’e Uluslararası Enerji Ajansı’na sadece 13 aylık bir kontratı alarak gittim. Çünkü o çok istediğim bir işti. 13 aylık kont-rat aldım ama şu anda 19 yıldan beri aynı yerdeyim ve başladığım seviye ile şu anda geldiğim seviye arasında çok büyük bir fark var.

Fatih Birol: Türkiye dünyanın enerji kavşağı olabilir…

Page 100: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi98

T emeli 1984 yılında atılan ve kurulu-şunun 30. yılını geride bırakan İTÜ Vakfı’nın 60. Mütevelli Heyet toplan-

tısı 30 Mart günü İTÜ Maçka Sosyal Te-sislerinde yapıldı. İTÜ Vakfı’nın Mütevelli Heyet toplantısına, kurucularla, İTÜ mezun ve mensuplarından oluşan çok sayıda üye katıldı. Vakfın 2014 yılı Yönetim Kurulu fa-aliyet raporu ile bilanço ve gelir-gider tab-losu, Denetim Kurulu raporu görüşülerek onaylandı, Yönetim ve Denetim Kurulları ibra edildi, 2015 yılı Çalışma Programı ve Tahmini Bütçesi görüşmeye açılarak onay-landı. Toplantıda, Vakıf Senedi’nde bazı değişiklikleri içeren tadil metni de Mütevelli Heyet üyelerinin görüşüne sunularak oylandı.

Mütevelli Heyeti’ne, Resmi Sene-din ilgili maddesi gereğince yeni üye seçimi yapıldı. İTÜ Vakfı Yönetim Ku-rulunca önerilen Prof. Dr. Ramazan Evren, Prof. Dr. Tayfun Kındap, Kim-ya Müh. Yalım Çakıroğlu, Uçak Müh. Serhat Özeren, İnşaat Müh. Necip Naci Doğru, Makine Müh. Mehmet Osman Soyoğul, İnş.Yük.Müh. Tayfun Selen, Metalurji Müh. Ahmet Kamil Erciyas, Mak.Yük.Müh. Şevki Yöntem ve Mak.Müh. Suat Necat Öney için yapılan oylama sonucu, bu isimler Mütevelli Heyet üyeliğine seçildiler. Kurulduğu dönem büyük bir heyecan yaratan ve zaman içinde İTÜ’nün sos-yal ve kültürel ortamına yeni bir soluk getiren, İTÜ’ye ve öğrencilere verdiği destekle amacını gerçekleştirmekte olan İTÜ Vakfı’na, yeni Mütevelli Heyet üyeleri-nin yeni bir güç katacağına inanıyoruz.

Toplantıda konuşan İTÜ Rektörü ve İTÜ Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Meh-met Karaca, Vakıf Yönetim Kurulu ile ça-lışmaktan duyduğu gururu vurgulayarak,

Vakfın son dönemdeki ciddi bütçe artışına ve büyüyen hedeflerine dik-kat çekti. İTÜ Vakfı ve iştiraki olan 3M ARGE A.Ş.’nin İTÜ’ye yaptığı kat-kıların ve Maçka Sosyal Tesisleri ile Verda Üründül Kız Öğrenci Yurduna yapılan yatırımların çok önemli oldu-ğunu belirten Karaca, söz konusu yatırımlarla her iki birimin İTÜ’lülere yakışır hale geldiğini belirterek, bu çalışmalar nedeniyle Yönetim Kuru-lu’na ayrıca teşekkür etti.

İTÜ’de eğitim-öğretim ve Ar-Ge alanındaki çalışmalar ve gelişmeler hakkında da bilgi veren Rektör Kara-ca, yurt, yayın ve tarihi bina restoras-yonları gibi sorunlara dikkat çekerek, bu sorunların çözümünde mezun ve mensupların desteğine ihtiyaç duyul-duğunu vurguladı.

Toplantıda, İTÜ Vakfı çalışmalarına yap-tığı katkılardan dolayı İTÜ Genel Sekreteri Tayfun Kındap’a, İTÜ Vakfı Yönetim Kuru-lu’nca bir teşekkür plaketi sunuldu.

Mütevelli Heyet üyelerinin çeşitli konu-larda görüş ve önerilerini aktardıkları dilek-ler bölümü ile toplantı sona erdi.

İTÜ

VA

KF

I'ND

AN

HA

BE

RL

ER Mütevelli Heyeti’ne

Yeni Üyeler Seçildi

Rektör, İTÜ Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı

Prof. Dr. Mehmet Karaca konuşmasında İTÜ'deki

çalışmalar ve hedefleri aktardı.

İTÜ Genel Sekreteri Prof. Dr. Tayfun Kidap’a, İTÜ Vakfı’na yaptığı katkılar nedeniyle teşekkür pla-keti verildi. Soldan sağa: Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca, İTÜ Vakfı Yönetim Kurulu Başkan Yardım-cısı Y. Müh. Naci Endem ve İTÜ Genel Sekreteri Prof. Dr. Tayfun Kindap.

Page 101: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi 99

İTÜ Vakfı Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi, İTÜ öğrencilerine burs deste-ği sağlamak amacıyla, müzikseverleri İTÜ’nün unutulmaz hocalarından Prof. Dr. Mustafa GEDİKTAŞ anısına düzenlenen “Türk Müziği” konserinde buluşturdu.

Konserin solistleri, Türk Müziğinin gü-nümüzdeki popüler iki ismi Mine GEÇİLİ ve Bekir ÜNLÜATAER, sevilen eserlerin yer aldığı zengin bir repertuarla dinle-yici karşısına çıktı. Bu konserle Prof. Dr. Mustafa Gediktaş bir defa daha sevgi ve

özlemle anılırken, konserden sağlanan gelir de, gençlerimize eğitim yolunda ışık tutmak üzere Burs Fonu’na aktarıldı. Konser, önceki yıllarda gerçekleştirilen anma konserlerinde olduğu gibi Sayın Tülin Gediktaş’ın katkıları ile gerçekleşti-rildi.

İTÜ Vakfı Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi, 26 yıldan bu yana düzenlediği sayısız etkinlikten elde ettiği gelirle bin-lerce İTÜ öğrencisine verdiği burslarla karşılıksız eğitim desteği sağlıyor.

İTÜ Maçka Sosyal Tesisleri konaklama bi-rimi, büyük boyutlu bir tadilat döneminin ardından yenilenerek “İTÜ Maçka Oteli” adı ile kapılarını açtı. Tüm odalar, kori-dorlar ve lobide gerçekleştirilen tadilat çalışmalarının ardından modern çizgiler taşıyan bir konsept tasarımla donatıla-rak 4-5 yıldızlı otel konforuna bürünen birim hizmet vermeye başladı.

İTÜ Maçka Oteli, mevcut hali ile TV, klima ve mini bar’lı 2’si suit olmak üzere 36 oda ve 79 yatak kapasitesi ile hizmet sunuyor. İstanbul dışındaki İTÜ mezun-ları, mezun ve mensuplarımızın konukları ile diğer üniversite mensuplarını ağırla-makta olan İTÜ Maçka Oteli, şehir mer-kezindeki lokasyonu, ulaşım kolaylığı, kültür-sanat merkezlerine yakınlığı nede-niyle öncelikli tercih ediliyor.

Otel’in modern bir tasarım anlayışıyla yenilenerek, konukların İTÜ’ye yakışır bir ortamda ağırlanmasını sağlayan bu çalış-ma, İTÜ Vakfı iştiraki olan 3M ARGE A.Ş. tarafından gerçekleştirildi.

Prof. Dr. Mustafa Gediktaş Anısına Konser

Maçka Sosyal Tesisleri Yenilendi

'İTÜ Maçka Oteli' Konuklarını Bekliyor

Page 102: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi100

İTÜ VAKFI'NDAN HABERLER

İTÜ mezunu Dr. Y. Müh. Sedat Ürün-dül’ün Vakfımıza yaptığı bağışla, eşi anı-sına 1992 yılında yaptırılan İTÜ Ayazağa Yerleşkesi’ndeki Verda Üründül Kız Öğ-renci Yurdu yenilendi. İTÜ Vakfı iştiraki 3M ARGE A.Ş. tarafından gerçekleştirilen çalışma ile binanın tüm dış cephesi ve iç mekanlar yenilendi, odalar ve diğer birimler günün şartlarına ve öğrenci ge-reksinimlerine uygun biçimde donatıla-rak daha konforlu hale getirildi. Açıldığı tarihten itibaren dönem dönem İTÜ Vakfı tarafından yenileme çalışmaları yapılmış olan yurt, geniş kapsamlı son çalışma ile yeni bir çehreye bürünmüş oldu.

İTÜ Vakfı tarafından yapımı gerçekleş-tirilen Verda Üründül Kız Öğrenci Yurdu, 5072 sayılı yasa gereğince 2011 yılında Rektörlüğe devredildi. Üçer kişilik oda-lara sahip yurt binasında 111 öğrenci barınıyor.

Ayazağa Yerleşkesi’ndeki Çim Halı Saha İTÜ Vakfı iştiraki 3M ARGE A.Ş. tarafından yenilenerek spor etkinliklerine açıldı. Çim Halı saha kiralanmak suretiyle çeşitli futbol etkinliklerinde kullanılabiliyor.

Geçtiğimiz dönem bu saha için futbol camiasında ilgi uyandıran bir işbirliğine imza atıldı, Barselona Futbol Kulübü ile yapılan işbirliği anlaşmasıyla, geleceğin yıldızlarını yetiştirmek üzere bir Futbol Oku-lu açıldı. Bu çerçevede, Çim Halı Sahada sürdürülen Futbol Okulu’nda Barselona Kulübü antrenörleri tarafından 7-14 yaş grubuna verilen eğitimle geleceğin yıldız-ları yetiştiriliyor.

Verda Üründül Kız Öğrenci Yurdu Yenilendi

Ayazağa Çim Halı Saha’da Barselona Futbol Kulübü ile Futbol Okulu

Page 103: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi 101

Şükran Soner İTÜ Vakfı'nda Dünya Kadınlar Günü’nün Konuğu Oldu

ğın vurguladı. Soner, “Din kurallarıyla kadının örtünmesinin özgürlük savaşı gibi olduğunu söyleyen bir kadın hareketi çıktı. Konu, kadı-nın sokağa çıkma özgürlüğü olarak savunul-du. Ama Cumhuriyet değerleri de geriye püs-kürtülmeye başlandı." dedi.

Kadın üzerinden siyaset Dünya sendikacılık hareketi içinde ortaya çı-kan “sava mucizesi” kavramından da bahse-den Soner, okuma yazma bilmeyen kadınla-rın, bir sendika çatısı altında toplandığını ve milyonlarca üyeye ulaştığını hatırlatarak şu bilgileri verdi: “Yaptığı iki önemli iş vardı bu sendikanın. Birincisi, banka kurdu. Çok komik paralarla kadınlara borç veriyorlar, o parayı kadınlar zorla ödüyorlar. Amaç, en ucuz, en çok sömürülen kadın emeğini istenilen boyut-ta, yoğun bir şekilde üretime sokmak. Özellik-le yoksul ülkelerde bu kuralsız çalıştırılma ile kadın ve çocuk emeği sömürüsünü bir yanıyla pozitif olarak destekliyor gibi görünüyor ama negatif olarak geriye götüren bir olay yaşandı. Dünya sendikacılık hareketinin sonraki keşfiy-le eyvah, dediler. Bizim bu büyük savaşımızı kadını vitrinde kullanarak, kadın üzerinden siyaset yaparak kadının ve çocuğun kural-sız düzende sömürülmesinde araç yaptılar, diye… Bugün türbanlı feminist kadınlarımız da aynı dertten yakınıyorlar. Bizi çok kötü

8 Mart Dünya Kadınlar Günü, İTÜ Vakfı Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komite-si’nin düzenlediği, Gazeteci-Yazar Şük-

ran Soner’in konuşmacı olarak katıldığı etkin-likle kutlandı.

İTÜ Vakfı Sosyal ve Kültürel Hizmetler Ko-mitesi’nin Geleneksel 8 Mart Dünya Kadınlar Günü etkinliği İTÜ Maçka Sosyal Tesislerinde gerçekleştirildi. Gazeteci-Yazar Şükran So-ner’in misafir konuşmacı olarak katıldığı et-kinliği Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi üyeleri, İTÜ Vakfı Genel Sekreter Yardımcısı Kenan Mete ve çok sayıda davetli izledi. İTÜ Türk Musıkisi Devlet Konservatuvarı öğretim elemanlarından Ayşegül Kostak Toksoy ve Hatice Doğan Sevinç’in etkinlik kapsamında verdiği mini Türk Müziği konseri güne ayrı bir renk kattı.

İTÜ Vakfı Sosyal ve Kültürel Hizmetler Ko-mitesi Başkanı Şadiye Karadoğan’ın açılış ko-nuşmasından sonra söz olan Gazeteci- Yazar Şükran Soner, Cumhuriyet’in kadına kazandır-dığı değerler üzerinde durdu.

Kadın sömürüsü ile çocuk sömürüsü yeniden hortladı Şükran Soner, konuşmasında dünyada ve Türkiye’de kadın haklarının geriye gitmeye başladığını belirterek, kadın ve çocuk emeği sömürüsünün dünyada yeniden ortaya çıktı-

kullandılar, toplumsal yaşama getirdiler ama bizi eşit yapmadılar diye… Aslında dünya çapında kuralsız düzenin çok daha yaygın yeni çıkış arayışlarında bu sistemde en çok kadın sömürüsünün kullanıldığı sonucuna va-rıldı. Amerikan işçileri Konfederasyonu’ndan bir hukukçu arkadaşımın paylaştığı verilerine göre; Jordan marka Nike, Endonezya’da üç buçuk milyon kadın ve çocuk işçi eliyle üre-tiliyordu. Onların iki buçuk yılda aldığı ücret toplamı, Michael Jordan’a bir yılda verilen rek-lam telif ücretine eşdeğerdi. O tarihte bizim piyasaya baktım. Jordan marka ayakkabıların diğer Nike ayakkabıların üç buçuk katı fiyatına olduğunu gördüm.”

Dünyada ilk feminist anayasa metni Afganistan’da yazıldıSoner, konuşmasının devamında şunları söy-ledi: “Dünyada aslında ilk feminist anayasa metni Afganistan’da yazılmış. Afganistan ana-yasasındaki metnin yazımında savaş vermiş kadın örgütü başkanının sürgünde olduğunu söylemeye gerek yok zaten. Dünya çapında yaşadığımız bu süreç aslında evrensel uygar-lık ve demokratik insan hakları kazanımlarının hepsinde 1970’ler püskürtme yaşanan yıllar.

Karamsar değilim!“Dünyanın her yerinde, her ülkede insan hak-ları ve demokrasi sorunu var. Özellikle ülkemiz açısından çok karamsar değilim…” diyen So-ner, bu dönemde dünyada ödenen bedellere bakıldığında en az bedel ödeyen ve en az savrulan ülkelerden birinin Türkiye olduğunu söyledi. Henüz geri dönüşü olmayan be-deller ödemedik ama çok risk altındayız ve hedef noktasındayız. Biz kırıldığımızda İslam dünyası açısından çok ürkütücü bir geriye sürüklenme söz konusu olacak. Ama yine dünyanın her yerinde en çok bedeli ödeyen kadınların kendi koşulları içinde bir duruşları da var. Çarşaflı ya da türbanlı, siyasal İslam-cı radikal örgütlerdeki kadınlar, çok eşliliği ve imam nikahını kabul etmediler. Hiçbiri Cum-huriyet’in medeni haklarından vazgeçmeyi akıllarının ucundan bile geçirmedi. Bu da bir kazanım. Bu da bir ortak payda... Bir diğer kazanımımız da artık eskisinden daha çok ilgiliyiz. Nasılsa bize bir şey olmazın olmadığı-nı anladık. Ve şimdi herkes kendi çapında bir yerlerde direniyor.

Konuşmasının ardından katılımcıların so-rularını yanıtlayan Şükran Soner’e, Komite ta-rafından bir teşekkür plaketi sunuldu. Etkinlik, her yıl olduğu gibi, Komite üyelerinin kendi elleriyle hazırladıkları ikramlarla sürdü.

Page 104: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi102

olarak Süper Lig’e çıkması şampiyonaya katılan üniversiteli tenisçiler arasında ilgi ve övgüyle karşılandı.

Türkiye’de üniversite spor organizas-yonundan söz edildiğinde genellikle pro-fesyonel dünyanın dışında kalan amatör oyuncuların mücadelesi şeklinde bir algı oluşur. Oysa Manavgat’taki organizasyonun “Türkiye Tenis Şampiyonası” kalitesinde geçtiğine yerinde tanıklık ettim. Asıl işleri tenis oynamak olan, Türkiye’nin çeşitli tenis kulüplerinde belli bir antrenman disiplini ve devamlılıkla tenis oynayan sporcular üniver-site oyunlarını bir Türkiye Tenis Şampiyo-nası’na dönüştürdüler. Bu bağlamda grup maçlarını birinci bitirip Süper Lig’e çıkma karşılaşmalarında İzmir Ticaret Üniversite-si’ni 2-1 yenerek başarılı olan kızlarımızın yanında Süper Lig’deki yerini koruyan erkek takımımızın da başarılı olduğu kabul edil-melidir. Mesleği spor olan ve aynı zamanda Spor Yüksek Okulu olan Marmara Üniversi-tesi’nin Süper Lig’den 1. Lig’e düştüğü göz önüne alındığında tenisçi öğrencilerimizin başarısının değeri daha iyi anlaşılabilir.

Baştan söyleyeyim, Avrupa ve Dünya Kupaları da olmak üzere birçok uluslararası düzenlemenin içinde günlerce, haftalarca kaldım ama Manavgat’taki tenis şampi-yonası denli hoş bir spor ortamına ilk kez tanık oldum. Tenis sporunun doğasındaki saygınlık bir yana, üniversiteli öğrencilerimi-zin çekişme (rekabet) sırasında birbirlerine gösterdikleri saygıyla birlikte bu saygı orta-mının arasına serpiştirdikleri zeka parıltısı içeren takılmalar, eğlencenin tadını çıkar-tarak yarışma içinde kalabilme, birbirlerini küçük yaşlardan başlamak üzere tanıdıkla-rından kime nasıl davranılacağını bilmeleri, herkesin birbirinin işini kolaylaştırmak için çaba göstermesi, düşenlerin çok da aldır-madıkları, şampiyon olanların sevinçlerini olduğundan daha büyük göstermedikleri (abartmadıkları) bir tenis ortamı… Tenisin araç olduğu bir ortamda yarıştıkça oyna-yan, oynadıkça yarışan, bir başka deyişle işin içine eğlenceyi ve oyunu yerleştiren bi-linçli bir o kadar da sporcu gençlerimiz…

Evet, oynarken eğlenen, eğlenirken iş yapan hoş bir ortamın içinde kaldım Ma-

İTÜ Vakfı Dergisi’nin 67. Sayısı yayıma hazırlandığı günlerde Antalya’nın Manav-gat ilçesinde Türkiye Üniversite Sporları

Tenis Şampiyonası başlamak üzereydi. 13-17 Mart 2015 günleri düzenlenen şam-piyonada üniversitemiz kız takımı 1. Lig er-kekler ise süper Lig’de mücadele edecekti. Organizasyonun düzenlendiği otelin kortları toprak olduğundan, bizim öğrencilerimiz ağır ders yükü nedeniyle İTÜ’nün Ayazağa Yerleşkesi’ndeki sert zeminli kortlarında bile yeterince antrenman yapamadıkları için, bu eksikliği giderebilmek amacıyla onları bir gün önce göndermeyi planladık. Vakıf üni-versiteleri ya da özel üniversitelerin sporcu-lara burs vermeleri, İTÜ gibi ders yükü ağır devlet üniversitelerinde yarışan sporcuların işini zorlaştırmaktadır. Bu bağlamda hem kız hem de erkek takımlarının konumunu ko-ruması bile başarı olarak algılanılabilecek durumda iken kız takımımızın şampiyon

İTÜ’nün Şampiyon Tenisçileri

Türkiye’de üniversite spor organizasyonundan söz edildiğinde genellikle profesyonel dünyanın dışında kalan amatör oyuncuların mücadelesi şeklinde bir algı oluşur. Oysa Manavgat’taki organizasyonun “Türkiye Tenis Şampiyonası” kalitesinde geçtiğine yerinde tanıklık ettim…

Metin Tükenmez

SP

OR

Kızlar Soldan Sağa: Bahar Sancaklı (Kimya Metalurji Fak.), Selen Deniz İğcioğlu (Maden Fak.), İzel Ece Yılmaz (Takım kaptanı-İnşaat Fak.), Aslınur Çalışıyor (Fen Edebiyat Fak.)Erkekler Soldan Sağa: Serhat Naci Çetindemir (Takım kaptanı-Tekstil Fak.), Cem Cingil (İnşaat Fak.), Berk Dehrioğlu (Bilişim Fak.), Öğr. Gör. Metin Tükenmez (Tenis takımları sorumlusu-Beden Eğitimi Bölümü), Sercan Posacı (Makine Fak.), Mümin Göker Gayretli (Elektrik Elektronik Fak.), Buğra Altuncu (Mimarlık Fak.)

Page 105: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

103itü vakfı dergisi

Üniversite Sporları Federasyonu tarafın-dan düzenlenen "Türkiye Üniversitelera-rası Salon Okçuluk Şampiyonası"na katı-lan Okçuluk Takımımız, Türkiye İkinciliği de dahil olmak üzere 3 derece ile döndü.

5 – 7 Mart 2015 tarihleri arasında Eskişehir Anadolu Üniversitesi ev sa-hipliğinde düzenlenen Şampiyonaya, 31 üniversiteden 144 oyuncu katıldı. Şam-piyona kapsamında okçular bireysel ve takım halinde ayrı kategorilerde yarıştı.

Öğrencilerimiz Nurullah Talha Görü-cü, Doğaç Tarı ve Gökberk Yılmaz’dan oluşan İTÜ Klasik Yay Erkek Takımı Tür-kiye İkinciliği elde etti. Gözde Fırtın, Ce-ren Güngör ve Rüveyda Gargı'dan oluşan Klasik Yay Bayan Takımı ise Türkiye Dör-düncüsü oldu. Mix Takım kategorisinde ise öğrencilerimiz Nurullah Talha Görücü ve Gözde Fırtın’dan oluşan takımımız, sı-ralama atışlarında topladıkları puanlarla Türkiye Altıncısı oldu.

10. İstanbul Lale Festivali kapsamında Türkiye’de ilk kez düzenlenen, Üniversite-ler Arası Plaj Futbolu Turnuvası "İstanbul Cup 2015", 12 üniversitenin katılımıyla 6 - 12 Nisan 2015 tarihleri arasında ger-çekleşti. “En Centilmen Takım Ödülü” alan İTÜ Plaj Futbolu Takımı, 3.’lük kupasının da sahibi oldu.

navgat’taki Tenis Şampiyonası’nda. Oyun oynayan dolayısıyla hareket halinde olan insan bedeninin güzelliği, en yüksek ifade-sini oyunda bulmaktadır. Oyun, en gelişmiş biçimleri içinde insana bahşedilmiş estetik algılama yeteneğinin en soylu unsurlarını oluşturan ritim ve armoni ile doludur. Oyun ile güzellik arasında çok sayıda bağlantı ol-duğunu üniversiteli tenisçilerin oyunlarında gördük. Her oyun, her şeyden önce gönüllü bir eylemdir. Üniversiteli tenisçilerimizin çe-kişmelerinden, yarışmalarından bize kalan ana fikir şudur aslında: Oyun yaşamı süs-lemekte, yaşamın boşluklarını doldurmakta ve bu bağlamda vazgeçilmez olmaktadır. İnsan için çok çeşitli tanımlamalar, betimle-meler yapılmaktadır. Ancak ben Üniversite-ler Tenis Şampiyonası’nda Homa Ludens’i gördüm yani gülen insanı. Puan yitirmek bir yana maçı kaybederken bile yüzü gülen, rakibini öven insan yapısını…

Futboldaki ayak oyunlarını düşündü-ğümde bana olağandışı bir durum gibi gel-di. Denebilir ki “Hocam sonuçta üniversite şampiyonası, bundan daha doğal ne ola-bilir ki?” Ben nice üniversite futbol şampi-yonaları gördüm içinde şiddet barındıran… Hatta üniversitenin fakülteler arası maç-larında hakemlere yerleşke içinde çeşitli atletizm rekorları kırdıran nice futbol karşı-laşmaları gördüm. İnanıyorum ki güzellik tenisin doğasında var…

Bir profesyonel futbol takımında (İstan-bulspor) düzenli olarak futbola başladığım yıl Kasım 1973’dür. Yani o günden bu yana futbolun içindeyim. 1980 yılında Anadoluhi-sarı Gençlik ve Spor Akademisi’ni bitirdik-ten sonra ise çoğu spor dalının da yakının-da bulundum. Ülkemizin kirli futbol ilişkileri içinde temiz kalmayı başarmış az sayıda insanlardan biri olduğumu düşünüyordum. Manavgat’taki tenis şampiyonasındaki te-mizlik ve hoşluğu görünce ne denli kirlen-diğimin farkına vardım. Belki de Özdemir Asaf’ın özlü sözü bu noktada yerine otur-maktadır: “Bütün renkler kirleniyordu, birin-ciliği beyaza verdiler.”

Okçuluk Takımı Türkiye İkincisi

En Centilmen Takım İTÜ’den

Her oyun, her şeyden önce gönüllü bir eylemdir. Üniversiteli tenisçilerimizin çekişmelerinden, yarışmalarından bize kalan ana

fikir şudur aslında: Oyun yaşamı süslemekte, yaşamın boşluklarını

doldurmakta ve bu bağlamda vazgeçilmez olmaktadır.

Page 106: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi104

Yeni Başlayan Kadın kategorisinde 2. olan Selin Çiftçi, 4. gün de 1. olurken, Yeni Baş-layan Erkek kategorisinde Halil İbrahim Karagöz 4. günde 2. oldu. 21 Yaş Kadın A kategorisinde Ezgi Baştürk yarışmayı 3. olarak tamamladı.

İstanbul Spring Cup'tan da 5 MadalyaİTÜ Orienteering Kulubümüz, İstanbul Or-yantiring İl Temsilciliği'nin desteğiyle 13-

Türkiye Orienteering Federasyonu tara-fından 26 Şubat-1 Mart 2015 tarihlerinde Alanya'da düzenlenen “Antalya Oryantiring Günleri ve 3.Kademe Mustafa Karataş Ya-rışması”na katılan İTÜ Orienteering Kulübü 4 madalyayla döndü.

Kulübümüz, 6 sporcuyla katıldığı yarış-mada 1 altın, 2 gümüş ve 1 bronz olmak üzere toplamda 4 madalya kazandı.

4 gün süren yarışmanın 3. gününde

İTÜ Spor Kulübü sporcusu ve İTÜ Geliş-tirme Vakfı Okulları Ekrem Elginkan Li-sesi öğrencisi Tutya Yılmaz, 03-05 Nisan 2015 tarihleri arasında İzmir’de düzen-lenen Artistik Jimnastik Kulüpler Arası 1. Etap Yarışmasına İTÜ Spor Kulübünü

14-15 Mart 2015 tarihlerinde Macera Aka-demisi tarafından İstanbul’un Sultanahmet, Belgrad Ormanı ve Kapalıçarşı gibi tarihi mekânlarda düzenlenen yarışta da yerini aldı.

3 gün süren yarışta 8 sporcusuyla ya-rışan İTÜ Orienteering Kulübü toplamda 5 madalya aldı. Mert Sugür 1. gün Yeni Başlayan Erkek kategorisinde 1.lik, Ezgi Baştürk 21 Yaş Kadın kategorisinde ilk gün 3.lük, 2. gün ve 3.gün 2.lik, Ahmet Kork-maz 21 Yaş Erkek kategorisinde 3.gün 1.lik kürsüsüne çıktı.

temsilen katılmış ve 54,35 puan alarak Türkiye birincisi oldu.

Tutya Yılmaz, aldığı birincilikle Olim-piyat Komitesinin 12-28 Haziran 2015 tarihleri arasında Bakü’de düzenleyece-ği ve Avrupa’dan 50 ülkenin 20 branş-ta 6050 sporcu ile katılacağı 1. Avrupa Oyunları’nda, Artistik Jimnastik Bayan-lar Kategorisinde ülkemizi tek başına temsil etmeye hak kazandı.

Tutya Yılmaz, İtalya'da düzenlenen 2014 Akdeniz Oyunlarında da şampi-yonluk kazanmış ve İTÜ Spor Kulübünün uluslararası başarılarına yenisini ekle-mişti.

SPOR

Orienteering Kulübü’nden 9 Madalya

Tutya Yılmaz Artistik Jimnastikte Türkiye Birincisi

Page 107: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi 105

dolu Rangers”ın karşı karşıya geldiği maçın sonunda, kupayı kaldıran taraf İTÜ oldu.

Son derece çekişmeli ve zorlu geçen maçın ilk yarısını Anadolu Rangers, 24-

Ünilig Korumalı Futbol Süper Lig’in final maçı, 3 Mayıs Pazar günü Samsun’da oynandı. İTÜ Amerikan Futbol Takımı “İTÜ Hornets” ile Eskişehir Anadolu Üni-versitesi Amerikan Futbol Takımı “Ana-

14’lük farklı bir skorla önde kapattı. Son ana kadar kıyasıya mücadele eden İTÜ ise ikinci yarıda açığı kapattı. Dördün-cü çeyreğin son dakikasında oyunun üstünlüğünü ele geçiren İTÜ Hornets, baskılı hücumun sonucunda yakaladığı pozisyonu sayıya çevirerek, maçı 28-27 kazandı.

İTÜ Hornets, geçen yıl final maçında ODTÜ ile karşılaşmış ve Türkiye Kupası-nın sahibi olmuştu.

diğini yineleyen Rektör Karaca ise öğren-cilerimizi tebrik etti ve hediyelerini takdim etti. Rektör ve öğrenciler, kulübün ba-

“MIYC Campus Cup 2015”e katılan Yel-ken Kulübümüz, 2 kupayla döndü. Mart ayında Marmaris’te gerçekleştirilen ya-rışlara, 19 üniversiteden 23 takım katıl-dı. İTÜ Yelken Kulübü, kendi klasmanda 2.’lik, genel klasmanda ise 3.’lük kupası-nın sahibi oldu.

Kulüp öğrencilerimiz, başarısını Rek-tör Prof. Dr. Mehmet Karaca’yı makamın-da ziyaret ederek paylaştı. 10 yıldır kulüp olarak birçok yarışmada İTÜ’yü temsil ettiklerini ve başarılar elde ettiklerini an-latan kulübümüz, çalışmaları hakkında Rektör Karaca’ya bilgi verdi. Spor ve sanat alanındaki başarıları çok önemse-

şarısının yükselerek devam etmesi için sponsorluk arayışı konusunda da fikir alışverişinde bulundu.

Yelken’de Çifte Kupa

İTÜ, Amerikan Futbol Türkiye Şampiyonluğunu üst üste 2. kez kazandı

Page 108: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi106

ve gece boyunca izleyenleri büyüledi.İzocam Genel Müdürü Nuri Bulut ge-

cede yaptığı açılış konuşmasında, 1965 yılında başlayan yolculuğumuzda 50. yılı-mıza ulaşmış olmanın heyecanını yaşıyo-ruz dedi. “Kuruluşumuzla birlikte yalıtım

sektörünün ülkemizdeki tarihini de başlat-mış olmak bizler için ayrıca gurur kaynağı-dır. İzocam’ın kurulduğu günden bu yana ürettiği tüm yalıtım ürünleri toplandığında, bu üretimin ülke ekonomisine ve çevre-ye sağladığı fayda oldukça çarpıcıdır. 50

yılda, sunduğumuz ürünlerle 200 milyon ton petrole eşdeğer enerji tasarrufunun gerçekleş-mesinde katkıda bulunduk. 650 milyon ton CO2’in atmosfere salımını önledik. Ürünlerimizle ülke ekonomisine 50 yılda, 110 milyar dolarlık enerji tasarrufu sağladık. Elbette ki başarımızın ardında tüm İzocam ailesinin ve paydaşlarımızın ilkeli, düzen-li, özverili çalışması da yatıyor. 2015 yılında, tüm değerli pay-daşlarımızın bu güne dek sağ-ladıkları katkıları sayesinde 50. yılımızı kutluyoruz.”

Türkiye’de yalıtım sektörüne 50 yıldır yön veren İzocam, bu özel yılı için Çırağan Palace Kempinski’de düzenlenen bir re-sepsiyonda davetlilerini ağırladı. Alghanim Grup ve Saint Gobain’in üst düzey yöneti-cilerinin de bulunduğu resepsiyona, yalıtım ve inşaat sektörlerinin önde ge-lenleri, İzocam bayileri, sektörel dernekler ve İzocam üst yöneti-mi katıldı.

İzocam’ın 50. Yıl Resepsi-yonu’nda, Fazıl Say'ın “İlk Şar-kılar” albümünün vokali olan ve sesiyle geniş kitleleri kendi-sine hayran bırakan Serenad Bağcan sahne aldı. Bağcan’ın güçlü sesi ve özgün yorumu ile seslendirdiği şarkılar davetlilere keyifli anlar yaşattı. 40 kişilik dev kadrodan oluşan dansçılar ve orkestra ise İzocam için hazırla-nan özel bir repartuarda buluştu

Eryap, Wooler ürün gru-bunda ürün gamına ekledi-ği 2 yeni ürün ile taş yünü sektöründeki iddiasını sür-dürüyor. Wooler Flexible Alu Boru Levhası ve Wo-oler Door Yangın Kapısı Levhası ile farklı kullanım yeri ve amacına göre ge-niş bir alanda hizmet ede-

cek tamamen yerli ve doğal kaynaklar kullanılarak üretilen

çözümler sunuyor.Wooler Flexible Alu Boru Lev-

hası; bacalarda ve yüksek sıcaklıktaki sanayi borularının ısı yalıtımında kullanılmak üzere 100 kg/m3 yoğunlukta ve 25mm kalınlığında üretilen, 950mm x 8400 mm ebatlarına sahip, alüminyum folyo kaplı taş yünü levhadır. Ürü-nün rakiplerinde olmayan kanallı yapısı saye-sinde alüminyum folyo yırtılma riski olmadan 100mm-300mm aralığında tüm çaptaki boru-lara rahatlıkla kaplanabilmektedir.

Wooler Door Yangın Kapısı Levhası levha-sı ise; 600-1000mm eninde, 1500-2500mm boyunda isteğe uygun ölçülerde üretilmekte olup, 150 kg/m3’lük yüksek yoğunluğu saye-sinde yangın kapılarında mükemmel yangın yalıtımı sağlamaktadır.

İzocam 50. Yılını Çırağan’da Kutladı

SE

KT

ÖR

DE

N H

AB

ER

LE

R

Eryap’ın Son Ürünü

Wooler TaşyünüEryap’ın son ürünü olan Wooler taşyünü;

ısı, ses ve yangın yalıtımının üçünü birden sağlayarak diğer yalıtım ürünleri arasında fark yaratıyor. Wooler ısı yalıtımı özelliği sa-yesinde; ısıtma ve soğutma masraflarında %50’ye varan tasarrufun yanı sıra yaşam alanlarındaki konfor ve hijyenik şartları ar-tırıyor. Ses yalıtımı özelliği sayesinde; kent-leşmenin doğal bir sonucu olan gürültünün özellikle hastane, okul, ofis vb.ortamlarda günlük hayatımızda sağlığımızı ve konforu-muzu tehdit eden boyutlarını en aza indiriyor.

Page 109: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

İTÜ Vakfı Yayınları

Genel Dağıtım: İTÜ Vakfı Yayınları

İtuyayinlari.com.tr

Online Sipariş: www.1773itu.com

Satış:0212 230 73 71 – 246 64 05

[email protected]

2005“Yunus

Nadi Sosyal Bilimler

Araştırması”

Ödülü

Yazıları ve Rölöveleriyle

Sedat Çetintaş

Yazar: Prof. Dr. Ayla ÖdekanISBN: 975-561-252-1 Basım Yılı: 2004 Boyutlar: 27 x 39 cm Cilbent kutu içinde 79 sayfa metin + 108 sayfa rölöve föyleri.

Sedat Çetintaş, mimarlık tarihimizde sanatsal ve mimari değeri güçlü rölöve ve restitüsyonların yaratıcısı, 19. yüzyıl kültürü ile beslenmiş 20. yüzyılın ilk yarısında yaşayan bir Cumhuriyet aydını. O, Selçuklu dönemi ile Erken ve Klasik Dönem Osmanlı mimarlığı tutkunu bir ‘Ülkügüder’. Sedat Çetintaş, anıtsal yapıtları çizimleriyle günümüze taşımakla kalmamış, yazılarıyla da mimar olarak toplumsal duyarlılığı sürekli diri tutmuş bir aydın. Ülküsü bir ‘Corpus’ oluşturmak. Amacı doğrultusunda yaklaşık 200 adet rölöve ve restitüsyon üretmiş. Bu ürünlerden 108’i İTÜ Mimarlık Fakültesi Arşivi’nde bulunmaktadır. Bu kitap da, Sedat Çetintaş’ın bu arşivde yer alan yapıtlarını toplu olarak okuyucuya ulaştırmayı ve araştırmaya açmayı hedefliyor. Buna ek olarak, çizimleriyle tanıdığımız Sedat Çetintaş’ı yazılarından da okuyarak ‘ülkügider’liğinin insancıl boyutlarına da erişme olanağı veriyor. Bu nedenle, kitapta yazar sık sık Çetintaş’ın kendi anlatımlarına yer veriyor. Böylece kendi sözcük ve anlatım dilini okuyucuyla paylaşarak Çetintaş’ın özellikle eski yapıları koruma konusundaki savaşçı kişiliğini açığa çıkarıyor. ‘Sedat Çetintaş’ın inanılmaz rölöveleri karşısında insan şaşırıyor. Şaşırmamız rölövelerin insan emeğinin ürünleri oluşundan. Hele bilgisayara dayalı bir tasarım kuşağı içinde olduğumuz günümüzde, bu çizimler doğal olarak inanılmaz geliyor’ diyor, Prof. Dr. Ayla Ödekan.

Page 110: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

108 itü vakfı dergisi

Umut Okulu, Yaşayan Kütüphane, Nar Harekatı, Benimle Oynar mısın?, En-geller Durmasın, Bir Başka Yol, Ha-

yata Bir Adım… Bu başlıklar, İTÜ Gönüllü-lük Kulübü’nün hayata geçirdiği, karşılıksız kelimesinin en anlamlı kılındığı projelerden bazıları.

Toplumsal duyarlılık ve farkındalık yarat-mak, ‘sivil toplum’ bilincini yaygınlaştırmak, gençliğin kişisel gelişimini sağlamak ve İTÜ öğrencilerinin toplumsal sorunların çözü-müne yönelik çalışmalarda etkin rol alması-nı sağlamak amacıyla yola çıkan Gönüllülük Kulübü, bu çerçevede toplumsal sorunların üzerine eğilerek fırsat eşitliği, sosyal haklar, gençlik, çevre ve toplum bilinci ile ilgili çe-şitli gönüllülük faaliyetleri yürütüyor.

Kulübün, gönüllere dokunan bu çalış-maları kapsamında yetiştirme yurdundaki çocuklar periyodik olarak ziyaret edilerek ders dışı eğitimler sunuluyor; Türkiye’nin çe-şitli bölgelerinde birleştirilmiş köy okullarına yardım kampanyaları düzenleniyor; ayrım-

hükümlü ve tutuklu çocuk ve gençlerin bu süreçte gelişimlerinin olumsuz etkilerini en aza indirebilmek amacıyla infaz kurumları-na düzenlenen periyodik ziyaretlerle tiyatro, müzik, sinema&belgesel ve oyun atölyesi düzenleniyor.

Gönüllülük Kulübü Köy OkullarındaGönüllülük Kulübü’nün projelerinden biri olan “Umut Okulu Projesi” ile Anadolu’nun dört bir köşesindeki okullara ışık saçmaya devam ediyor. Kulüp üyeleri, kendi olanak-ları ile oluşturdukları bütçelerle, yaptıkları duyurular ve girişimlerle topladıkları kitap ve kırtasiyeden oluşan okul malzemelerini, ya grup olarak bizzat yollara düşerek okul-lara götürüyorlar, ya da kargo ile gönderi-yorlar.

Ziyaret ettikleri okullarda, kitapla kucak-laşan öğrencilerin heyacanını ve sevincini görmenin eşsiz bir deneyim olduğunu vur-gulayan Gönüllülük Kulübü üyeleri, “Umut Okulu Projesi” kapsamında bu yıl içinde 80 civarında okula yardım ulaştırmayı başar-dı. Mayıs 2005 sonuna kadar ise bu sayı 100 okulu aşacak. “Umut Okulu Projesi”-ni yürüten üyeler “Bu ay da bizden yardım bekleyen 20 okulumuza yardım ulaştırmak istiyor ve sizlerden destek bekliyoruz.” çağ-rısı yaparak, “Yaptığımız tüm işler için bizle-ri Facebok, Twitter ve Instagram’dan takip ederek görebilirsiniz.” diyorlar.

“Umut Okulu Projesi” kapsamında Ni-san ayı içinde kitap ve kırtasiye yardımı gönderilen 10 okul:

Korucu Köyü İlkokulu Gölbaşı / ADANA, Alaattin Sucular İlkokulu Erciş / VAN, Zafe-riye İlkokulu Cihanbeyli / KONYA, Ayrancı İlkokulu Doğubayazıt / AĞRI, Üzümlük İlko-kulu Eruh / SİİRT, Ilıcaksu İlkokulu Domaniç / KÜTAHYA, Soma 13 Mayıs Madenciler

cılığa yol açan önyargılarla ilgili farkındalık yaratmak üzere kitap yerine insanı okuma-yı deneyimleyen Yaşayan Kütüphane et-kinliği düzenleniyor; hastanede uzun süre kalmak zorunda olan çocuklar ziyaret edi-lerek onlarla eğlenceli ve eğitici etkinlikler gerçekleştiriliyor; engelli bireylerin hayatını biraz olsun kolaylaştırmak üzere çözümler üretiliyor; olanaksızlıklar nedeniyle dersa-neye gidemeyen lise öğrencilerine üniversi-te giriş sınavlarına yönelik dersler veriliyor;

‘Karşılıksız’ Kelimesinin En Anlamlı Hali: İTÜ Gönüllülük Kulübü

ÖĞ

RE

NC

İ KU

PL

ER

İ

Page 111: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

109itü vakfı dergisi

İlkokulu Merkez / AĞRI, Aşağı Bağcılar İl-kokulu Pervari / SİİRT, Salman Köyü İlkokulu Mutki / BİTLİS, Arıklı Köyü İlkokulu Kızıltepe / MARDİN.

“Ver Bi’ Pati” ProjesiİTÜ Gönüllülük Kulübünün bir diğer projesi de “Varolanı korumak ve uyum içerisinde kalmak” anlayışıyla başlattığı “Ver Bi’Pati” projesi.

Gönüllülük Kulübü üyeleri, ilk defa gerçekleşen bu öğrenci yaklaşımını şu cümlelerle anlatıyor: “Bu projede öncelikli amacımız, kampüslerimizdeki hayvan dost-larımızın yaşam koşullarını iyileştirerek stan-dartlarını yükseltmek ve bu sayede bizlerle uyum içerisinde yaşamalarını sağlamak.

larımız devam ediyor. Köpeklerimizin her birinin sağlık karnelerinin çıkartılıp aşılarının takip edilmesi için çalışıyoruz. Bunların ya-nısıra; kampuslardaki köpeklerimizin bizler-le uyum içerisinde yaşamalarını sağlaya-bilmek adına köpek davranış uzmanlarıyla, bizlere danışmanlık yapmaları için anlaştık. Onların da birlikte yaşadığımız kampüsü-müzün birer bireyi olduğunu vurgulamak için her biri için tasma siparişi verdik.

Gönüllü arkadaşlarımızın çoğalması ile daha güzel işler başarabileceğimize inanı-yoruz…”

Bize düşen ne? Tüm çalışmalarını ya-kından izleyip, inanılmaz çabalarını gör-

düğümüz Gönüllülük Kulübü öğrencilerimizin özveri ile yürüttükleri bu çalışmalara destek vermek, geleceğimizi aydınlatacak girişimlerine kat-kıda bulunmak…

Bilgi ve iletişim için www.gonullu.itu.edu.tr sayfalarını ziyaret edebilirsiniz.

Gönüllü arkadaşlarımızdan oluşan eki-bimizle çalışmalarımıza ocak ayında baş-ladık. Okulumuzdaki hayvanların düzenli beslenmeleri konusunda önemli adımlar attık. İTÜ Vakfı aracılığıyla aldığımız 650 kg kuru mama bağışı sayesinde, besleme ekibimiz her gün belirlenen lokasyonlarda mama dağıtımı gerçekleştiriyor. Siparişini verdiğimiz mama odakları ve su kapları ile beslenmelerini hem çevreye rahatsızlık ver-meden hem de daha düzen-li biçimde gerçekleştirmeyi amaçlıyoruz.

Dostlarımızın sağlık kont-rollerinin düzenli olarak yapıl-ması konusunda da çalışma-

Page 112: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi110

YAY

INL

AR

"Bu sözlü tarih kitabı, Ersin’e, aileme ve Yapı Merkezi’ne karşı

duyduğum sorumluluk neticesinde ortaya çıktı.” Projenin fikir-annesi ve yöneticisi olan Y. İnş. Müh. Ülkü Arıoğlu, MÜHENDİS'e yaz-dığı Önsöz'ü şöyle sürdürüyor: "Ersin’in ... azim ve heyecanının, ailemizin ve Yapı Mer-kezi’nin gelecek kuşaklarına, aynı zamanda genç mühendis ve müteşebbislere de örnek olabileceğini düşünüyorum."

Ersin Arıoğlu'nun okul arkadaşları, hoca ve öğrencileri, işarkadaşları, ortakları, inşaat sektöründe veya toplumsal projelerde bir-likte çalıştığı dostları, aile bireyleri ve tabii bizzat kendisi ile yapılmış görüşmelerin ka-yıtları, MÜHENDİS adlı ve 11 bölümlü kita-bın ana malzemesini oluşturuyor. Bu sözel birikimin belge, kupür ve fotoğraf desteğiyle içiçe kurgulanması, metnin ve öykünün ke-sintisizce akmasını sağlamış oldu.

Kitabın ilk iki bölümünde Ersin ve Ülkü Arıoğlu'nun çocukluk anıları, Osmanlı döne-mine uzanan aile tarihçeleriyle birlikte anlatılı-yor. İmparatorluğun çöküşü ve Cumhuriyetin kuruluşu sırasındaki savaş, göç ve toplumsal dönüşümlere dair tanıklıklar ise, kitabın yaşam öyküsüyle sınırlı kalmayıp, Türkiye'nin yakın ta-rihindeki önemli dönüm noktalarını da içerdiğini haber veriyor. Nitekim sonraki bölümlerde de İTÜ'deki öğrencilik ve asistanlık dönemi, sonar Ersin-Ülkü Arıoğlu birlikteliği ile Yapı Merkezi'nin eşzamanlı kuruluş ve büyüme süreçleri, 27 Ma-yıs 1960 ve 12 Eylül 1980 öncesi ve sonrasın-

kadar uzanmaktadır? Bu temel soru, "TMB Etik İlkeler Belgesi"nin anlatıldığı alt-bölüm-de cevabını buluyor.

"İyi inşaatçı" olmanın koşulları, kriz yö-netimi, yurt içinde ve dışında inşaatçının yaşadığı ekonomik, politik, lojistik vb. Sorun-lar gibi pek çok mesleki konunun yanısıra; kitabın çeşitli bölümlerinde nitelikli eğitim, nitelikli bilgi üretimi, nitelikli demokrasi, si-yasetin bilimle ve bilimin siyasetle ilişkisi, kişi-şirket-toplum ölçeğinde gerekli zihniyet değişimleri, "ölçü organizasyonu" kavramı gibi genel ve temel konular da sorgulanıp tartışılıyor ve somut önerilerle besleniyor.

Kitabı farklı kılan diğer bir özellik ise, "aile şirketi" yapısındaki tüm kuruluşların şu ortak problemine cevap aranması: Ebeveyn-evlat ilişkisi ile yönetici-iş arkadaşı ilişkisinin iç içe geçme olasılığı ve sakıncaları. Kitabın iki bö-lümü, ailedeki ve şirketteki "birlikte büyüme" süreçlerine "dışarıdan" ve "içeriden" tanıklık edenlere ayırılmış.

Kısacası MÜHENDİS; çok geniş konu ve ilgi alanı yelpazesiyle, her daldan öğrenci-lerin, her meslekten genç-yaşlı meraklıların, akademisyenlerin, siyasetçilerin ve doğal olarak inşaat mühendisleri ile tüm inşaatçıla-rın keyifle okuyabilecekleri bir kitap…

daki toplumsal çalkantılarla eşzamanlı yürüyor.Arıoğlu'nun aktif-siyaset dönemini ve

"milletin vekili" olma çabasını anlatan bö-lüm ise, tercih ve kararlarını bilimsel verilere, objektif ve özgün fikirlere dayandırmayı ilke edinmiş bir mühendisin, keyfilik ve sübjektif-liğin kol gezdiği siyaset ortamında, mutlu/ve-rimli olmaya çalıştığı yılların "garip-ama-ger-çek" öyküsü gibi...

MÜHENDİS'te, inşaat sektörünü doğ-rudan ilgilendiren temel ve hayati konulara ağırlıklı yer verilmiş. "İstanbul betonlarının kalitesi" hakkındaki ilk bilimsel araştırmada, deprem bölgelerindeki yapılarla ilgili ayrıntılı incelemelerde, "durup dururken çöküveren" bir apartmanla ilgili rapor vb. Çalışmalarda sergilenen sosyal ve siyasal "acı" gerçekler, mesleği/statüsü ne olursa olsun her okurun ilgisini çekecek nitelikte. Bu olumsuz örnek-lere mukabil, "yapıda bilim ve teknoloji" ilke-siyle kurulan Beton Laboratuvarı ve AR-Ge Bölümündeki yüksek-kaliteli beton üretimle-ri, "doğal ve kültürel çevreye saygı" ilkesiyle geliştirilen tasarımlar gibi olumlu çalışmalar dikkat çekiyor. Aynı bölümde, çok önemli bir soruya da cevap aranıyor: İnşaat mühen-dislerinin ve genelde tüm sektörün sorum-luluk alanı, nereden başlamakta ve nereye

"MÜHENDİS" - Ersin Arıoğlu’nun Yapı Merkezi ile Bütünleşen Hayatı

Yapı Merkezi Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ersin Arıoğlu'nun Yapı Merkezi ile bütünleşen hayatını anlatan MÜHENDİS kitabının 9 Nisan 2015 tarihinde, kurucularından biri olduğu Irmak Okulları Kültür Merkezi’nde yapılan tanıtım toplantısında konuşmasını yaparken.

Yapı Merkezi Yayınları, 2014. 398 sayfa

Page 113: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi 111

culuk diğerinin aynısı olmaz…”Yolculuk; biraz burukluk, biraz telaş,

biraz kaygı, biraz korku, biraz heyecan, biraz sıkıntı, biraz gerginlik, biraz merak, biraz özgürlük, biraz yalnızlık barındırır. Ama unutmayın hakiki dostlara ancak zor yollarda rastlanır…

“Yalnız gezme” korkutucu görünse de kendinizi daha iyi ta-nırsınız, sorunları çözme becerisi kazanırsınız, lisanınızı ilerletirsiniz, yerel halkla kaynaşırsı-nız; anlık sürprizler sizi sevindirir, anlık terslikler sizi üzer ama inanın hiç-bir gezgin aslında yolda

kalmaz… Bir şekilde hep hedefine doğ-ru devam eder.

Ara sokaklarda amaçsızca yürümek ve kaybolmak zevklidir. Evleri, meydan-ları, mezarlıkları, pazarları, anıtları, hey-kelleri, kanalları, tapınakları, avluları, köprüleri, istasyonları uzun uzun sey-retmek de zevklidir. Gezmek bir bakıma hayallerin içinde yuvarlanmaktır…”

tematik dersiyle ilgili gereksinimlerini karşı-layacağını umuyoruz.

Matematik 1 Çözümlü Problemleri; Gi-riş, Limit ve Süreklilik, Türev, Türev Uygula-maları, İntegral, İntegral ve Uygulamaları, Transandan Fonksiyonlar, İntegrasyon Tek-

nikleri ve L’Hospital Kuralı, Genelleştirilmiş İntegraller, Kutupsal Koordinatlar ol-mak üzere 10 bölümden oluşmakta ve her bölüm sonunda Çözümlü Prob-lemler yer almaktadır.

Matematik 1 Çözüm-lü Problemleri kitabının,

1. Baskıdan itibaren tüm basımlarının telif hakları, Yazar Ayşe Peker Dobie tarafın-dan, İTÜ öğrencilerine burs verilmek üzere İTÜ Vakfı’na bağışlanmıştır.

“Yol Türküleri” adını verdiği 15. Gezi kitabı ile bir rekora da imza atan Orhan Kural, “Bu gezi kitabını, altmış yetmiş yıl önceleri bir yandan klarnet çala çala mahalle aralarında dolaşarak bakır sini içinde satılan o renk renk macunlara benzettim. Ülkeler ile bulundukları coğ-rafyalar da renk renkti” diyor. “Yol Türkü-leri” kitabında Almanya, Cayman Adaları, Erme-nistan, Guam, İskoçya, İspanya, Jamaika, Pa-lau, Polonya, Reunion, Sao Tome&Principe, Slovakya (Bratislava) ve Yeni Kaledonya’dan ilginç bilgiler, renkli ka-reler aktaran Kural, kitabın önsözünde gitmek ve gezmek eylemine dair düşün-celerini de şu cümlelerle paylaşıyor: “Gitmek; hep başka yerlere, uzaklara se-yahat etmek siyah-beyaz bir rüyadır. Ne-dense hep gidemediğim yerlerde daha mutlu olacağımı hayal ederim. Yolculuk; hep yeni yüzlere, yeni görüntülere, gizle-re ve düşüncelere hamiledir. Hiçbir yol-

Matematik I Çözümlü Problemleri kitabı, yazar Yrd. Doç. Dr. Ayşe Peker Dobie'nin on yılı aşkın bir süredir, İstanbul Teknik Üniversitesi Fen ve Mühendislik Fakülte-lerinin birinci sınıf öğrencilerine vermekte olduğu Matematik I dersinin notlarından derlenmiş bir problem kitabıdır. Her bölümde, öncelikle yeterli ölçüde gerekli olan teorik bilgi verilmiş olup bu bilgi, konu ile ilgili çok sayı-da basitten daha zora sıralanmış çözümlü problemlerle pekiştiril-miştir. İkinci baskısı kutupsal koordinatla-rı kapsayacak biçimde genişletilmiş olan bu problem kitabının, üniversitelerin ilgili bölümlerinin birinci sınıfında verilen ma-

Yol Türküleri

Matematik 1 Çözümlü Problemleri 7. Baskı

Ayşe Peker DOBIEİTÜ Vakfı YayınlarıYayın Tarihi: 2015Sayfa Sayısı: 475ISBN No: 978-975-7463-11-5Fiyatı: 22 TL

Orhan KuralDinç Ofset YayınlarıYayın Tarihi: 2015Sayfa Sayısı: 208ISBN No: 978-605-4318-07-0

Page 114: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

112 itü vakfı dergisi

YAYINLAR

İstanbul Teknik Üniversitesi ve Mühendislik Tarihimiz - 2. baskı, 2013

Theory and Practice of Ship Handling

Cisimlerin MukavemetiYenilenmiş 9. Baskı

Teknik İngilizce2014. 5. Baskı

Mimarlıkta Değerlendirme 2004 Yüksek Matematik

Ord. Prof. Ata Nutku-Türk Gemi İnşaatı Endüstrisi ve Mühendislik Eğitiminin Önderi - 1.baskı, 2013

Müzikoloji ve Kaynakları 20142. Baskı

Dalga Kırınımında Analitik Yöntemler Cilt:I-II - 2011

Otomatik Konteyner Terminalleri ve Terminal Yönetim Bilgi Sistemleri

Lineer Cebir Çözümlü Problemleri - 2009 İTÜ Tarihçesi

Writing Research Papers - 2.baskı, 2006

Diferansiyel Denklemler 2010

Gemi İnşaatı ve Deniz Teknolojisi Mühendisliği Tarihi

Elektromanyetik Alan Teorisi Çözümlü Problemleri Cilt:I-II - 2009

Fizik 1

Yazıları ve Rölöveleriyle Sedat Çetintaş - 2004

Mimarlıkta Estetik Değerlendirme

Matematik 1 Teoremler, İspatlar, Problemler - 2008 Analiz

Planlamada Sayısal Yöntemler - 2005 Genel Fizik Deneyleri

Essentials Of Research Paper Writing - 2.baskı, 2013

Ebrunun Mermer Yüzü

Kompleks Değişkenli Fonksiyonlar Teorisi - 2008

Gemi Formunun Hidrodinamik Dizaynı

Uçuşun Yüzüncü Yılında Modern Aerodinamiğin Temelleri - 2006

Sözlü Yazılı ve Bilimsel Anlatım Teknikleri

Matematik I Çözümlü Problemleri - 7. Baskı, 2013

ORFF Yaklaşımı, Elementer Müzik ve Hareket Eğitimine Giriş - 2014

Elektromanyetik Alan Teorisinin Temelleri - 2006

İstanbul Boğazı Güneyi ve Haliç'İn Geçe Kuvaterner Dip Tortulları

Lineer Sınır-Değer Problemleri ve Özel Fonksiyonlar

Enstrüman Yapım Eğitiminde Oransal Ölçeklendirme

İstanbul Teknik Üniversitesi ve Mühendislik Tarihimiz - 2. baskı, 2013

Kinzo Inoue

Mustafa İnan

Pamela Edis

Mete Tapan Cevdet Koçak

Aydın Eken

Yrd. Doç. Dr. Recep USLU

Alinur Büyükaksoy,Gökhan Uzgören, Ali Alkumru

Yavuz KeçeliVolkan Aydoğdu (Çok yakında kitabevlerinde)

Mehmet Ali Karaca Kazım Çeçen

Editörler: Dilek Vidana Tavaşoğlu, Süeda Albayrak, Suzan Arıman

Faruk Güngör Reşat Baykal (Çok yakında kitabevlerinde )

Gökhan Uzgören, Alinur Büyükaksoy, Ali Alkumru Hüseyin Güven v.d.

Editör: Ayla Ödekan Mete Tapan

Mehmet Ali Karaca Ratıp Berker

Vedia Dökmeci Mustafa Çetin

Editörler: Dilek Vidana Tavaşoğlu, Süeda Albayrak, Suzan Arıman

Hikmet Barutçugil

Mithat İdemen Kemal Kafalı

Ülgen Gülçat Ö.Bayramıçlılar, N.Ak

Ayşe Peker Dobie Atilla Coşkun Toksoy

Mithat İdemen Engin Meriç

Mithat İdemen

Eren Özek (Çok yakında kitabevlerinde)

150 TL 50 TL

35 TL 17 TL

10 TL 10 TL

50 TL 15 TL

25 TL

15 TL 10 TL

15 TL

Flotasyon Suna Atak 10 TL

25 TL

35TL 8 TL

150 TL 10 TL

25 TL 10 TL

10 TL 8 TL

17 TL 150 TL

15 TL 10 TL

17 TL 8 TL

22 TL 15 TL

11 TL 10 TL

25 TL

Muallim İsmail Hakkı Bey ve Musiki Tekamül Dersleri 2006

Nermin Kaygusuz 10 TL

İTÜ VAKFI YAYINLARI

Page 115: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

113itü vakfı dergisi

Matematik I Çözümlü ProblemleriY.Doç.Dr.Ayşe Peker Dobie7. Baskı

Matematik ITeoremler, İspatlar,ProblemlerY. Doç. Dr.Mehmet Ali Karaca2. Baskı

Ord. Prof. Ata Nutku Türk Gemi İnşaatı Endüstrisi veMühendislik EğitimininÖnderiY. Müh. Aydın Eken

MimarlıktaDeğerlendirmeProf. Dr. Mete Tapan

Lineer Sınır-Değer Problemleri ve Özel FonksiyonlarProf. Dr. Mithat İdemen

Cisimlerin MukavemetiProf. Dr. Mustafa İnan

İstanbul Teknik Üniversitesi ve Mühendislik TarihimizEditör: Prof. Dr. MehmetKaraca2. Baskı

ElektromagnetikAlan TeorisininTemelleriProf. Dr. Mithat İdemen3. Baskı

Theory and Practice of Ship HandingKinzo Inoue

Yazıları veRölöveleriyleSedat ÇetintaşProf. Dr. Ayla Ödekan

Muallim İsmail HakkıBey ve Musiki TekâmülDersleriProf. Nermin Kaygusuz

5. Essentials of Research PaperWritingDilek Vidana TavaşoğluSuzan ArımanSüeda Albayrak - 2. Baskı

DiferansiyelDenklemlerProf. Dr. Faruk Güngör4. Baskı

Planlamada Sayısal YöntemlerProf. Dr. Vedia Dökmeci

İTÜ VAKFI YAYINLARI SATIŞ YERLERİ:İTÜ Vakfı (İTÜ Maçka Yerleşkesi), Çantaylar Kitabevi (İTÜ Ayazağa Yerleşkesi), YEM Kitapevi,

Pandora, EDGE Akademi (Ankara)Ayrıntılı bilgi için: www.ituyayinlari.com.tr Sipariş: [email protected]

Teknik İngilizcePamela Edis5. Baskı

Page 116: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

114 itü vakfı dergisi

Hazırlayan : Süleyman Kolata

[email protected]

BRİÇ TURNUVALARI 2015 İstanbul Açık İkili Şampiyonası 28-29 Mart tarihlerinde ya-pıldı. 299 çiftin katılımıyla gerçekleşen turnuvada dereceye giren çiftler şöyle :

1. Kudret Metin – Hasan Yirik %59,732. Levent Özgül – Tayfun Özbey %59,603. Okay Gür – Gökhan Yılmaz %59,58Kadın 1 : Pınar Ayaz – Mey Zaim %56,14Karışık 1 : Aslı Acar – Erhan Evcimen %56,08Senyör 1 : Özkan Avcıoğlu – Rauf Temizel %54,40Genç 1 : Nihat Albayrak – Cem Celep %47,21

17. si düzenlenen İskenderun Briç Festivali patton takımlar ve ikili turnuva şeklinde 3-5 Nisan tarihlerinde gerçekleştirildi.

37 takımın katılımıyla gerçekleşen Patton takımlar turnuvasının şonuçları :

1. YARIKKAYA 89 VP2. 100. YIL ÇANAKKALE 86 VP3. İSMO 84 VP91 çiftin katılımıyla gerçekleşen İkili turnuvanın sonuçları : 1. Tevfik Gürkan – İlkay Özge %63,182. Süleyman Kolata – Merter Kapulu Boybek %61,26 3. Mustafa Özgür – İbrahim Teke %60,66

11. si düzenlenen Tüpraş Briç Festivali BAM takımlar ve ikili turnuva şeklinde 10-12 Nisan tarihlerinde gerçekleştirildi.

39 takımın katılımıyla gerçekleşen BAM takımlar turnuvasının sonuçları şöyle :

1. PATAGONYA 34 VP2. TEZ 33 VP3. KORKMAZ 32 VP153 çiftin katılımıyla gerçekleşen ikili turnuvanın dereceye gi-

renleri şöyle :

1. İhsan Tosun – Volkan Denizci %62,402. Yusuf Kahyaoğlu – Orhan Ekinci %58,943. Yavuz Ferah – Levent Karabaş %58,43Senyör 1 : Ergun Korkut – Enver Durulmuş %56,58Tüpraş 1 : Nami Yılmaz – Hüseyin Büyükyıldız %55,85Karışık 1 : İsmail Kandemir – Sevil Nuhoğlu %54,97Kadın 1 : Dilek Yavaş – Nur Kumkale %53,69Genç 1 : Eren İmdat – Burcu Üsküp %49,5218. Manisa Egemenlik ve Mesir Briç Turnuvası 23-24 Nisan

tarihlerinde gerçekleştirildi. 21 takımın katılımıyla gerçekleşen Patton takım turnuvasının

sonuçları şöyle:1. MANİSA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE 72 VP2. EGE 71 VP3. BASEK 67 VP128 çiftin katılımıyla gerçekleşen ikili turnuvanın sonuçları şöyle:1 Işın Kandemir – Kenan Özkurt %62,242. Akif Dağdelen - İbrahim Kılıç %61,353. Süleyman Kolata - Ömer Kızılok %60,272015 Türkiye Üniversitelerarası Briç Şampiyonası Balıkesir Üni-

versitesi’nin ev sahipliğinde 14 açık ve 10 kadın takımının katı-lımıyla 26-28 Nisan tarihleri arasında gerçekleşti. Dereceye giren üniversiteler şu şekildedir :

Açık Takımlar :1. Koç Üniversitesi 106,94 VP2. Akdeniz Üniversitesi 99,37 VP3. Orta Doğu Teknik Üniversitesi 92,17 VPKadın Takımlar : 1. Anadolu Üniversitesi 146,05 VP2. Akdeniz Üniversitesi 145,15 VP3. Balıkesir Üniversitesi 143,53 VP

Dereceye giren bütün takım ve çiftleri tebrik eder, başarılarının devamını dileriz.

Üniversitelerarası Briç Kadın Takımlar Şampiyonu Anadolu Üniversitesi Takımı Üniversitelerarası Briç Açık Takımlar Şampiyonu Koç Üniversitesi Takımı

Page 117: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

itü vakfı dergisi 115

AV7654

AQ108

V6

8

82

54

Q8754

Q1063

R109

V9732

9

ARV5

Q3

R6

AR1032

9742

K

G

----- DB -----

76

AQ

V6

-

-

-

Q875

Q10

-

V97

9

A5

-

-

AK103

97

K

G

----- DB -----

17. Hatay Büyükşehir Briç Festivali’nden bir el.El no: 15Dağıtan: Güney

Kolata EsEr BoyBEK altunBozarBatı Kuzey Doğu Güney- - - pas1 kör 1 pik 2 karo pas2 kör 2 pik kontur pas3 NT pas pas pas

Öncü BoyBEK arıKan KolataBatı Kuzey Doğu Güney- 2 pik pas 4pikPas pas pas

Batı küçük pik atak eder, elden 10’lu ile olan Kolata, kör oynar ve yerden Rua’yı kazanır. Trefl oynar ve valeyi koyar, trefl asını çekince kuzey bir adet pik atar. Oynayan şimdi kör oynar.

Kuzey 10’lu ile alır, eğer diğer 2 büyük körünü çekerse, oynaya-nın son körünü sağlayacaktı. Onun için pik As çeker ve pik devam eder. Son durum şöyledir artık:

Piki elden alan deklaran trefl As’ını, karo As ve Rua’sını çekerek, son trefl ile eli güneye verir. Elinde sadece karodan Q8 kalan gü-ney, karo sekizlisini yere vermek zorunda kalır.

Böylece 3N+ tam olur, 100 üzerinden 87 puan Kolata-Boybek çiftine gider.

QV109654

-

XA64

1064

A8

ARV875

QV10

V9

R7

Q10

R98

AR8753

32

96432

7532

Q2

K

G

----- DB -----

Kör atağını yerden As ve Rua’yı oynayan Boybek, elden 2 adet trefl atar. Yerden 2 turda karo damını ve valesini oynayarak Rua empası yapar.

Bu anda pik asını da çeken Boybek, tekrar sağ kalan vale körü oynar. Elinde pikden sadece R kalmış olan Doğu çaresizdir. O çakarken deklaran son kayıp treflisini de kaçar.

İyi oynanmış bir oyun sonucunda 4 pik + 2 olur ve maç puanlarının 82’si Boybek-Kolata çiftine gider.

Aynı Turnuvadan bir el daha:

El no: 9Dağıtan: Kuzey

Page 118: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

İTÜ VAKFI DERGİSİ

İÇERİK: İTÜ Vakfı Dergisi her sayıda özel bir "Dosya Konusu"nun yanısıra, özgün bilimsel makale, araştırma yazıları ve derlemelere; İTÜ’deki tüm disiplinler ve disiplinlerarası konularda güncel bilimsel makalelere; bilimsel ve teknolojik gelişmeler ve yeniliklerle ilgili haberlere; İTÜ öğretim elemanlarının akademik başarı, yenilikçi proje ve buluş, yayın haberlerine ilişkin metin ve görsel malzeme katkılarına açıktır.

YAzI BoYuTu: İTÜ Vakfı Dergisi’ne gönderilecek makaleler 4 sayfa; 1850 sözcük (15 bin karakter) sınırını aşmamalıdır. Dipnotlar ve kaynaklar bu sınırlamaya dahildir.

METİn YAzIM ÖzEllİKlERİ: Dergiye gönderilecek metin, Microsoft Word programıyla yazılmalı, yazıda 12 punto boyutu kullanılmalı, yazı karakteri olarak Times New Roman veya Arial tercih edilmelidir.

GÖRSEl MAlzEME: Gönderilen yazıda kullanılacak fotoğraf, şekil, tablo vb. görsel malzemenin sayısı makaleler için 5’i, haberler için 1’i aşmamalıdır. Görsel malzeme, kesinlikle metin içine yerleştirilmemeli, ayrıca iletilmelidir. Renkli, siyah-beyaz fotoğraf görsel gönderilebilir. Görsel malzemenin dijital imaj dosyası olarak JPG, TIFF, PSD formatlarında sunulmalı ve

çözünürlükleri 300 DPI’dan düşük olmamalıdır.

YAzAR İSMİ: Gönderilen makale, haber vb. metinlerde yazar ismi, unvanı ve çalıştığı kurum/görevi belirtilmelidir.

METİn BAşlIğI: Makalelerde başlık bulunmalıdır.

DİpnoT: Dipnotlar sayfa altında değil, metnin sonunda yer almalıdır. Metin içinde dipnot göndermeleri yer alacaksa, sıra numarası ile belirtilmeli ve metin sonunda da aynı sıra numarası ile yazılmalıdır.

KAYnAKlAR: Metin sonunda yer almalı ve sıra numarası verilmelidir. Metin içinde kaynaklara gönderme varsa, parantez içinde gösterilmelidir. Kaynakça

yazım düzeni; yazar soyadı, adı, basım tarihi, yayın adı, çevirmen adı-soyadı, yayınevi, basım yeri şeklinde olmalıdır.

Metin ve görsel malzeme elektronik ortamda e-posta ile veya CD’ye kayıtlı olarak, aşağıdaki iletişim adresimize gönderilmelidir.

[email protected] veya [email protected]

Tel. 0212 291 34 75 – 230 73 71

Page 119: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

TAȘ

YÜN

ÜN

ÜN

PRE

STİJL

İ AD

I

TÜRK

İYE'

NİN

KAPL

AMA

ALAN

I EN

HIZL

I BÜY

ÜYEN

TAȘY

ÜNÜ

MAR

KASI

.

T. +

90 2

12 2

13 1

5 15

ww

w.w

oole

r.com

.trw

ww

.er-

yap.

com

.tr

BİZİ

TER

CİH

EDE

N D

İĞER

REF

ERAN

SLAR

IMIZ

DAN

BAZ

ILAR

IİS

TAN

BUL:

AN

D PL

AZA

/ MAR

MAR

A PA

RK A

VM C

İNEB

ON

US P

ROJE

Sİ /

SABİ

HA

GÖKÇ

EN H

AVAL

İMAN

I / U

ÇAK

HAN

GARI

İNȘA

ATI /

MAL

İYE

KOM

PLEK

Sİ /

ZEN

IUM

DAT

A M

ERKE

Zİ N

EWİS

TA /

AHL

PAT

SAH

ALAR

I / R

İNGS

İS

TAN

BUL

PROJ

ESİ S

POR

SALO

NU

İNȘA

ATI /

VAL

LE L

ACUS

/ K

ALEK

ENT

/ O

KUL

PROJ

ELER

İ / K

ULEL

İ ASK

ERİ L

İSES

İ AFY

ON: A

LİA

OTE

L AN

KARA

: HO

RIZO

N LI

FE /

KO

RMAN

SİT

ESİ /

UPT

OWN

İNCE

K /

KOÇ

KULE

LERİ

MAT

OTE

L AN

TALY

A: K

ARM

İR O

TEL

/ CAR

YA B

ELEK

OTE

L / D

REAM

WO

RLD

OTE

L / V

ERTI

A O

TEL

ARTV

İN: İ

MAM

HAT

İP L

İSES

İ İN

ȘAAT

I AYD

IN: P

AMUK

ÖRE

N JE

OTE

RMAL

EN

ERJİ

SAN

TRAL

İ / K

UȘAD

ASI 2

00 Y

ATAK

LI

DEVL

ET H

ASTA

NES

İ BAL

IKES

İR: E

LBİS

OTE

L BO

LU: G

ÖYN

ÜK T

ERM

İK S

ANTR

ALİ /

İZZE

T BA

YSAL

ÜN

İ.DİȘ

HEK

İMLİ

Ğİ F

AK B

URDU

R: B

URDU

R M

.AKİ

F ER

SOY

ÜNİV

ERSİ

TESİ

İZM

İR: İ

ZMİR

ALİ

AĞA

DOĞA

LGAZ

KO

MBİ

NE

ÇEVR

İM S

ANTR

ALİ /

KO

NAK

İL Ö

ZEL

İDAR

E Bİ

NA

İNȘA

ATI /

BO

RNOV

A AN

ADO

LU L

İSE

İNȘA

ATI /

İZM

İR A

LİAĞ

A DO

ĞALG

AZ K

OM

BİN

E ÇE

VRİM

SAN

TRAL

İ / Ö

DEM

İȘ İM

AM H

ATİP

LİS

ESİ M

UĞLA

: YAT

AĞAN

TER

MİK

SA

NTR

ALİ /

GO

LDEN

SAV

OY H

OTE

L / C

ENN

ETKÖ

Y KO

NUT

PRO

JESI

RİZ

E: R

İZE

SPO

R SA

LON

U İN

ȘAAT

I / C

EMAL

KAH

VECİ

ÖZE

L KO

NUT

PRO

JESİ

SAK

ARYA

: HEN

DEK

100

YATA

KLI D

EVLE

T H

ASTA

NES

İ İN

ȘAAT

I....

VAN

KARA

KOL

İNȘA

ATI

25. M

EKAN

İZE Pİ

YADE

TUGA

YI

BORN

OVA

PAZA

R YE

İNȘA

ATI

KAVU

KLAR

AVM

RESİ

DENC

E

İZM

İR A

LİAĞ

ATE

RMİK

SANT

RALİ HA

BAȘ

A.Ș.

VAN

ARDA

HAN

ZORL

U CE

NTER

BATI

ȘEHİ

RPR

OJES

İİS

TWES

T

BAGF

AȘBA

NDIRM

AAY

VALIK

DEVL

ETHA

STAN

ESİ

KOÇ

KULE

LERİ

ANKA

RAÇA

NKAY

AEV

LERİ

TOSY

A DE

VLET

HA

STAN

ESİ

RAM

ADA

OTEL

NEXT

LEVE

L

ÇUM

RA

ȘEKE

R FA

BRİK

ASI

MET

CEM

M

ERSİ

N Çİ

MEN

TO

FAB.

WES

TGA

TEOD

TÜTE

KNOP

ARK

YALI

PARK

OT

EL

İNȘA

ATI

TOKA

TÇİ

MEN

TO

FABR

İKAS

INE

VȘEH

İREM

NİYE

TM

ÜDÜR

LÜĞÜ

İN

ȘAAT

I

FUAR

KO

NGRE

MER

KEZİ

G.O.P.

ÜNİVE

RSİTE

Sİ EK

BİNA

DİYA

RBAK

IR HA

VALİM

ANI

İNȘA

ATI

HİLT

ON

OTEL

TORO

SGÜ

BRE

FABR

İKAS

I

SARI

KAM

ASKE

DOĞU

KI

ȘLAS

IKA

RSDE

VLET

HAST

ANES

İ

YÜZÜ

NCÜ

YIL

ÜNİV

ERSİ

TESİ

REKT

ÖRLÜ

KBİ

NASI

ERİK

ÇE

GAZİA

NTEP

KO

NAKL

ARI

2. H

AVA

İKM

ALBA

KIM

MER

K

KOÇA

K Vİ

LLAL

ARI

KIRI

KHAN

DEVL

ETHA

STAN

ESİ

ADAN

AÇİ

MEN

TOFA

BRIK

ASI

ESKİ

ȘEHİ

RTE

RMİK

SANT

RALİ

ESKİ

ȘEHİ

R ȘE

KER

FABR

İKAS

I

AȘKA

LEÇİ

MEN

TOKA

RAYO

LLAR

I YA

PIM

İȘİ

HAVA

LİMAN

I OT

OPAR

K İN

Ș.

ZORL

UJES

DENİ

ZLİ

OTOG

ARSU

NSET

OT

EL

RİYA

KAY

A OT

EL

MAX

XRO

YAL

SÜTA

ȘFA

BRİK

ASI

DENİ

ZLİ

AFYO

N

MOD

ERN

KART

ON

SİOOT

OMOT

İV

ANTA

LYA

TRAB

ZON

ERZU

RUM

KAST

AMON

U

ANKA

RA

KONY

A

AKSA

RAY

GAZİ

ANTE

P

DİYA

RBAK

IR

SAM

SUN

TOKA

T

KAYS

ERİ

NEVȘ

EHİR

MER

SİN

ADAN

A

HATA

Y

KARS

İZM

İR

BERE

KET

ENER

Jİ JES

REGN

UM

HOTE

L

GÜRA

LPR

EMIU

MHO

TEL

BALI

KESİ

RTİ

MSA

HAR

ENA

ORHA

NELİ

TE

RMİK

SANT

RALI

BURS

AÇİ

MEN

TOFA

BRİK

ASI

ALIA

HOTE

LBU

RSABÜ

YÜKȘ

EHİR

BELE

DİYE

BİNA

SI

YHT

İSTAS

YONU

ASKE

LOJM

ANLA

RVİ

ZE KIRK

LARE

ESKİ

ȘEHİ

R ȘİȘ

ECAM

FA

BRİK

ASI

ESKİ

ȘEHİ

R

QUAS

ARPR

OJES

İ

RÖNE

SANS

OFİS

PARK

PROJ

ESİ

İSTA

NBUL

BİLE

CİK

TEKİ

RDAĞ

Page 120: Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk

5 kıtada 60 ülkeye yayılan ihracatı ve ABD’deki üretimiyle

globalleşen bir yıldız

Bakır İhracatında Lideriz.Sarkuysan, 2014 yılında da İstanbul Maden ve Metaller İhracatçı Birlikleri tarafından verilen “İhracatın Yıldızları Ödülleri”nde “Bakır Teller ve Örme Halatlar İhracatı” kategorisinde 1. sırada yer aldı.

www.sarkuysan.com

Şirketler Topluluğumuz