ofİr'e yolculuk - muhammet demİr

204
Ya da bir Ofir yolculuğu anlatısı Emeğin Sanatı E-Yayınları

Upload: emegin-sanati-yayincilik

Post on 23-Mar-2016

284 views

Category:

Documents


3 download

DESCRIPTION

Anlatı Dizisi - 1

TRANSCRIPT

Page 1: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

Ya da bir Ofir yolculuğu anlatısı

Emeğin Sanatı E-Yayınları

Page 2: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

1

Page 3: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

2

OFĐR’E YOLCULUK

MUHAMMET DEMĐR

Emeğin Sanatı EEmeğin Sanatı EEmeğin Sanatı EEmeğin Sanatı E----YayınlarıYayınlarıYayınlarıYayınları Emeğin Sanatı E-Kitaplığı

Anlatı Dizisi – 1 Ocak / 2012

Page 4: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

3

Ofir’e Mektuplar

MUHAMMET DEMĐR

Yayın, Tasarım ve Düzenleme:

A . Z. ÇAMUR

Emeğin Sanatı E-Yayınları

Emeğin Sanatı E-Kitaplığı

Anlatı Dizisi: -1

Ocak / 2012

Emeğin Sanatı E-Yayınları Emeğin Sanatı E-Dergisinin yan kuruluşudur.

Đlgili web adresleri: http://emeginsanatie-yayinevi.blogspot.com

http://emeginsanati.blogspot.com http://issuu.com/emeginsanati

Emeğin Sanatı E-Yayınları e-posta adresi: [email protected]

©Bu e-kitabın tüm hakları Muhammet Demir’e aittir. Bu kitap ve kitabın özgün özellikleri Eme-

ğin Sanatı kolektifine aittir.

Yazarın ve Emeğin Sanatı Kolektifinin izni olmadan hiçbir biçimde taklit edilemez, kopyalanamaz,

çoğaltılamaz. Ancak kaynak belirtilerek alıntı yapılabilir.

Page 5: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

4

Ofir’e Yolculuk Ya da bir Ofir yolculuğu anlatısı

Kitap Hakkında; Kahramanım bir devrimcidir, devrim yolcusudur. Bu-rada aslında bu devrim yolcusunun, Nasıl bir dev-rim? Nasıl bir insan? Ve nasıl bir insanla devrim? Gibi sorulara yanıt arama serüveni anlatılıyor. Devrim öncesi, anı ve sonrasına dair soruları, sorunları ve asıl olan eylemleri var. Ofir aslında ulaşılan değil ulaşıl-ması düşünülen bir mit. Yani Reel de SSCB mi, yoksa bambaşka bir evrensel komünist bir dünya toplumu, topluluğu mu? Ama öncelikle ve özellikle kimle. Ce-vabım; tabiî ki kişinin kendisini, ilkönce yeni insan dediğimiz yeni insanı kendinde var etmesiyle ola-naklı olarak kurguluyorum. Tüm serüven Ursula Le’nin Mülksüzler anlatısında dillendirdiği gibi, “Devrim ya kendimizdedir, ya da hiçbir yerdedir” tümcesinde düğümleniyor. Devrim ve devrim süreci sonunda ortaya çıkabilecek olası toplum. Asıl paradoks da bu zaten. Ki, devrim, devrimcilik ve devrimci parti vs. tabiî ki burada genel anlamda tek bir anlatı biçimini seçmiyorum. Ki özellikle de seçmiyorum… Muhammet Demir 01 Mayıs 2011 / Ankara

Page 6: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

5

Muhammet Demir 1970 yılında Ardanuç’da doğdum. Gazi Üniversitesi Đnşaat Teknikerliği mezunuyum. Kırşehir’de yaşama-ma rağmen. Halen Ankara’da çalışıyorum. Çeşitli öyküler yazıyorum. Bu kitap eksiklikleri olmasına kar-şın ilk yayınım.

Page 7: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

6

Ofir’e Yolculuk Ya da bir Ofir yolculuğu anlatısı

anlatı

Page 8: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

7

Ofir dostlarına... Bir gün tekrar Ofir yolculuğunda görüşmek üzere…

Page 9: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

8

GÜN

Evinin çatı katındaki kuş yuvasında hobi amaçlı ola-rak güvercin besleyen adam o gün öğlen sıcaklığı gelmeden güvercinlerinin hem hava almaları hem de uçmalarına izin vermek için kafesin kapısını açtı-ğında içerdeki güvercinler tek tek dışarıya çıktılar. Birbirinden farklı yüzlerce güvercin önce ürkek adım-larla daha sonra aldırmaz tavırlarla gökyüzüne doğ-ru kanat çırpmaya, birbirinden farklı akrobatik hare-ketlerle gökyüzünde taklalar atmaya başlamışlardı. Güvercinlerin sahibi adam her seferinde bu gösteri-den o kadar çok hoşlanıyordu ki. Sanki onlarla birlik-te o da kanat çırpıyor, onlarla birlikte taklalar atıyor-du gökyüzünde. Bu esnada güvercinlerin uçuş me-safesinin altında bir alanda kadınlı erkekli, çocuk, genç ve yaşlı binlerce insan toplanmıştı. Gökyüzün-de takla atarak kanat çırpan güvercinlerin gölgesi bu alandaki insanların üzerinde belli belirsiz ve sanki şemsiye gibi bir siluet oluşturuyordu. Her haliyle sıra-dan ve kalabalığı oluşturan binlerce kişiden ayrımsanamayacak bir kişi babacan bir sesle bu alanda toplanmış insanlara (söylevden çok söyleşi gibi) bir konuşma yapıyordu:

Page 10: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

9

”Amacımız dünyanın en değerli hazinelerinin bu-lunduğu Ofir ülkesine yolculuktur yoldaşlar. Her bi-rimiz kendi belirleyeceğimiz bir yöne doğru yolcu-luğa çıkacağız. Unutmayalım ki Ofir nihayetinde

ulaşılacak olan bir konak yeri değildir. Vardım de-diğimiz her konak varılacak yerin sadece bir ön

uğrağı olacaktır. Eğer Ofir’e ulaşmak istiyorsak, her şeyden önce bunu hak etmeliyiz. Hak etmediğimiz bir şeye sahip de olamayacağımızı bilmeliyiz. Ofir

birçok bakıma kendimizdir. Bu yolculuk çoğunlukla kendi kendimize karşıda bir yolculuk olacaktır. De-

yim yerindeyse Ofir’e doğru yol alacağımız tüm yolculuk süreci kendi iç dünyamıza da yapacağı-mız bir yolculuk olacaktır. Bu yolculuktan çoğumuz korkacak, daha yolun başlangıcında, yarı yolda ve hatta Ofir’e çok yakınlaştığımız bir anda dahi vaz-geçebileceğimiz bir süreç olacaktır. Bu duruma

düşsek dahi kendi kendimizden utanmayalım. Bir diğer yoldaşımızı da kınamayalım. Bu yolculuğu aramızdan çok az sayıdaki kişi başaracaktır. Ve hatta belki de hiç birimiz başarılı olamaya biliriz.

Çoğumuzun bu yolculuğa ömrü yetmeyecek. Sık sık yaşamın kendisi bizi ayartacak ve yaşamın içinde

kendimize bir vaha yarata bileceğiz. Bize ermiş, bil-gin gözüyle bakan birçok insan olacaktır. Bu

ayartmaya birçoğumuz hemencecik olmasa bile bir süre sonra kanacaktır. Bu nedenle hiç birimiz bir diğerimizi ayıplamaya hakkımızın olmadığımı bil-meliyiz. Hiç biriniz ardımızda bırakacağımız yaşa-mın ayarttığı bu eski yol arkadaşlarınıza kırılmaya-

cağız. Bu eski yol arkadaşlarımızdan da cesaret alarak daha bir hırsla Ofir’e doğru yol almayı hedef

olarak seçmeliyiz. Kendimize her halükarda gü-

Page 11: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

10

venmeliyiz. Bu yolculuğa yeni yeni insanlar katalım. Kendimiz dâhil hiçbir şeyin ne sahibi ne de efendisi olalım. Düşmanlarımızın ve bizi yolumuzdan çele-

ceklerin her türlü haince ve mertçe olmayan hamle ve hareketlerine karşı mertçe ve kalleşçe olmayan bir savaşın gereklerini yerine getirdiğimiz gibi yeri

geldiğinde düşmanımıza karşı bile mert, yardımse-ver, iyiliksever olmayı da bilelim. Çünkü bu bizim en büyük gücümüzdür. Đnsanın insana ve insanın do-ğaya karşı yabancılaşmasına karşı her durumda

karşı çıkıp, bunu en aza indirgemenin yollarını birlik-te üretelim. Yaşamı ve kendimizi örgütleyelim.

Unutmayalım ki kaybedeceğimiz hiçbir şeyimizin olmadığının ayırtına varırsak mutluluğu da Ofir yol-

culuğunu kolaylaştıracak yöntemini de yakalayabi-liriz ki buna emin olmalıyız. Tüm bu yolculuk süreci-nin sonunda, çıkarsız, eşitlikçi, çoğullukçu bir top-lum ve yaşam kurabiliriz. Đşte bu yer tam da Ofir’in kendisidir. Bu yere her yakınlaştığımızda bunlardan da birer parça bulacağız, bu parçaların bulunma-dığı yer de Ofir olamaz. Ofir tüm bu parçaların bü-tünlüğüdür. Kendimizi kendimizle ve herkesle her

konu, eylem ve düzeyde paylaşalım, paylaşmadan çekinmeyelim.”

Konuşmacı bir ara gökyüzündeki kanat çırpan gü-vercinlere doğru başını kaldırarak gözünü dikti ve daha sonra alandaki yoldaşlarına dönerek; “Ne diyelim yolumuz açık olsun...” dedi. Konuşma bittiğinde alandaki insanlar da teker teker dağılmışlar, güvercinler de yuvalarına dönmüşlerdi.

Page 12: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

11

Page 13: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

12

BĐRĐNCĐ ANLATI

Page 14: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

13

Sıradan bir günün akşamı...

Yorucu bir iş günü dönüşü eve geldiğimde an-nem bugün bir mektup geldiğini söyleyerek ba-na komodinin üzerindeki zarfı gösterdi. Bu mek-tup aylar öncesi eski bir arkadaşa hitaben yaz-dığım mektuba eski arkadaşın yazdığı cevap mektuptu. Çoktandır bu mektubu beklediğimi söyleyip anneme sarıldım. Kadıncağız şaşırdı. Annemden müsaade isteyip odama çekildim ve hemen mektubu açarak okumaya başla-dım. Ancak arkadaş benim umut ettiğim gibi bir mektup kaleme almamıştı. Hemen bu mektuba cevaben bir mektup/metin kaleme almaya gi-rişmiştim ki. Annemin beni çağıran sesini duy-dum. Kendi kendime kızarak zavallı kadıncağızı üzmeye hakkım olmadığını düşünerek “Peki an-ne” diye seslenerek hemen annemin yanına gitmeye davrandım… Annemden özür dileye-rek gönlünü almaya çalıştım. O da hemencecik yelkenleri suya indirmişti zaten. Günlük olaylar-dan bahsederek yemeğimizi yedik ve her ak-şam yaptığımız gibi benim demlediğim çayları-mızı karşılıklı olarak yudumladık. Annemi kırma-

Page 15: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

14

yacak bir içtenlikle odama çekilip gelen mek-tuba cevap yazacağımı söyledim. O da merak etmişti mektubu ama belli ki bana sormaya çe-kinmişti. Ben de mektupta yazılanları anneme aktardım. Onun da beni teşvik etmesiyle daha da yüreklenerek mektubumu yazmak için odama çekildim. Ve işte nihayet masamda oturmuş ve mektubuma başlamıştım: Merhaba GÜL, Mektubun bu akşam –16 Haziran akşamı – elime geçti. Hiç vakit kaybetmeden sana cevap yazmak-tan kendimi alıkoyamadım. Teknolojinin hızla gelişti-ğinin sıkça dillendirildiği, çokça kullanılan bir deyimle dünyanın küçük bir köye dönüştüğü iddia edilen bir yüzyılın bu son yıllarında 26 Mayıs’tan 16 Haziran’a kadar bir mektubun yerine ancak ulaşması bu ken-dinden menkul aslan demagoglara iyi ve yerinde bir cevap olmalıdır. Neyse şimdilik bir kalem geçelim. Sana nasılsın diye sormuyorum. Zaten mektubun bana ne halde olduğunu anlatıyor. Kapitalizm ken-disini bireyin bencilliği üzerine kuruyor. Bireyin özgür-lüğü ve o derecede de köleliğinin adeta kurumsal-laştığı bir yapının adıdır da kapitalizm ve kapitalizm için en değerli şey bencil bireylerin sonsuz çeşitlilikte serpilip boy vermesidir. Ki, biz komünistler ilk önce bu mevcut kapitalizmin tanrısallaştırdığı bireye, “saf bi-rey” olarak önem addetmekle beraber, bireyin top-

Page 16: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

15

lumsallığına vurgu yaparak, toplumsal bire-yi/toplumsallaşmış bireyi önemsiyoruz. Ki geleceğin sosyalist/komünist toplumu, toplumsal birey ve aynı anlama gelmek üzere toplumsallaşmış bireylerin ko-lektif dünyası olacaktır. Kafa ile kol, kır ile kent, kadın ile erkek, doğa ile insan, ezen ile ezilen ikili ilişkileri bir kez daha geri dönülmemek üzere sönümlenebilecektir. Eğer bir altın çağ aranıyor ise bu bugünden başlayarak bu zamanlarda aranma-lıdır. Son zamanlarda sıklıkla şu paradoksla karşı karşıya kaldım. “Herkes durduğu yerden bakar.” Evet, tüm hata paylarını geri plana atarak bu paradoksun doğru olduğunu varsayarsam, -yani durduğum yer-den bakarak- bu mektubu sana yazmamam gere-kiyordu. Fakat senin şu anki düşüncelerin senin de ifade ettiğin satırlarla “18–20 yaşlarında hissettiklerimi hissetmiyorum, artık ailemi kendimi düşünüyorum öncelikle” deme noktasına getiren hatta “Geçen yıllar her şeyi olduğu gibi, bende de çok şeyleri de-ğiştirdi. Öncelikle bazı kişi ve düşüncelere karşı gü-venim sarsıldı. Kişilere daha çok.” Bu sözleri sarf ede-cek kadar bir aşamaya yol açan pratik faaliyetin, aynı zamanda benim de pratik faaliyetim olduğu bilgisiyle düşündüğümde, acaba hata neydi, nere-deydi. Ben bugün içinde bulunduğum konumdan daima yeniyi yaratmak için sıçramalar çabasında iken, ya Gül arkadaş neden bu kadar -ki sen kendini karamsar olarak nitelemesen de- karamsarlık batak-lığında çırpınıyor diye düşünmeden edemiyor insan. Elbette ki yukarıda da ifade ettiğim gibi bu satırları durduğum yerden yazıyorum. Ve elbette ki her insa-

Page 17: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

16

nın düşünce ve faaliyetini belirleyen içinde yaşadığı toplumsal çevresidir. Bu perspektiften bakarsak se-nin şu içinde yaşadığın mevcut toplumsal çevrenin yabanlığından bir nebzede olsa uzaklaşıp, deyim yerindeyse toplumsal ferahlığa, yeniden biz kez da-ha bende varım diyebileceğin bir çevreye kavuş-man gerekiyor. Bu ise önceki mektubumda olduğu gibi bu mektup ve başka birçok yazışma ve bir ara-ya gelişlerle, evrensel kardeşlik toplumu için müca-dele yürüyüşünde yeni adımlarımızı bir kez daha yeniden ayarlayarak buluşabilmekle mümkün ola-caktır. Ve bu adımlarımızla insanlığın evrensel kar-deşlik toplumuna ulaşacağız. Buna tüm samimiye-timle inanıyorum. Aşağıdaki satırları okumaya geç-meden önce tüm yazdıklarımı bir kez de bu gözlükle okumanı tavsiye ederim. Yoksa aşağıdaki satırları okumaya geçme ve bu mektubu yırt/at/yak... Tekrar Merhaba GÜL, Alışılmış bir mektup sitilinden veyahut herhangi bir stildeki yazı türünden bağımsız olarak yazdığım için bağışlayacağını umarım. Bu mektupvari şey aslında hiçbir ve her bir düşüncenin tek bir yanına vurgu yapacaktır. Ancak unutulmamalıdır ki, her şeyde olduğu gibi, düşünce de bir yumaktır. Tam ulaştım derken yeniden başlanılan... Geçmiş politik mücadele hattımızın programatik olmasından çok, pratik faaliyetin icra edildiği zemi-nin özgünlüğünden ortaya çıkan ve başka bir bi-çimde ortaya çıkması da bugün bulunduğumuz yerden ele alınınca bu yaşadığımız kısırlıkların ortaya

Page 18: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

17

çıkması uzak da gözükmeyen bir faaliyeti ortaya çıkarttı. Bu hepimizin kolektif iradesiyle/iradesizliğiyle oldu. Bundan gocunmamak gerekiyor. Özellikle kadro, daha doğrusu insan malzememizin birkaç proleter haricinde çoğunlukla küçük burju-va/öğrenci unsurlardan oluşmasının bir sakıncasıdır ki, senin de iyi bir şekilde vurguladığın gibi “Bir takım çalışmalar içine girersin, omuzlarsın o işi an gelir de, ama ağzın laf yapmaz, demagojiyi beceremezsin, yaptığın işler görülmez, çok konuşup da hiçbir iş yapmayanlar takdir görür. Bir toplantıda bir arkadaş ‘eylem ile söylem birbirini tutmuyor, sorun burada’ demişti. ‘katılıyorum’ diye cevapladım onu, ‘ama bunu söyleyecek en son kişilerden biri sensin’ dedim, bozuldu bana, belki hatırlarsın. Hayatın her döne-minde yalaka tipler vardır, okulda, sokakta, işyerin-de, her yerde. Bunlar güçlü gördükleri ve de güçlü olanlara yaltaklanarak yaşarlar. Köşe başlarını tut-muşlardır, en iyi onlar yaşarlar, etkilidirler. Korkum o ki sistem değişiminden sonra ki yönetimlerde de bu insanlar olacaktır ve gene onlar yaşayacaktır en iyiyi. Asıl savaşanlar, can verenler, zulüm görenler geri planda kalacaktır, korkum bunlar.” Bu sonuçla-ra ulaşmak kelimenin en olumsuz anlamıyla müm-kündür. Ancak şimdilik buraya kadar diyorum. Biz ya bu deveyi böyle gütmek istemiyorsak, bu diyardan çekip gitmekle de bir çözüme ulaşamayacağımızı kavramamız, kavraman gerekiyor. Ne yazık ki bugün kendisiyle birlikte sınıflı toplum yaşamını, insanlığın tarihinde bir daha geri dönülmeyecek biçimde or-tadan kaldırma potansiyeline sahip olmak ülküsüne sahip çıkılması gereken proleterler ki bu proleter sen-sin, benim veyahut bir başka benzerimizdir. Kendi

Page 19: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

18

kurtuluşumuzun, yani emeğin kurtuluşunun politik araçlarını, teorisini, pratiğini hala bir başka “piç” sını-fın şu ya da bu biçimde kültüründen, yaşam biçi-minden kopamamış ve kendisine “komünist”, “dev-rimci” sıfatlarını takan, ama gerçek komünistlerle, komünist devrimcilikle hiçbir alakası olmayan, güce tapan, yer yer ve çoğunlukla yalpalayan, bu piç sınıf olarak küçük burjuva “devrimci”lere alanı terk edersek, davaya sırtımızı dönersek, davanın yüceli-ğinden çok, bu şahsiyetlerin şahsiyetsizce yapıp et-tiklerinden yola çıkarak mücadeleye ara verirsek, o zaman işte o zaman şu yukarıda senin mektubun-dan alıntıladığım sözcükler, sen mevcut deneyimle-rinden ortaya çıkan mevcut bilincin ile kim bilir bir daha politik faaliyette bulunmaya bilirsin ama ya çocukların/çocuklarımız, torunların/torunlarımız ve senin ve benim bir benzerin/benzerimiz herhangi bir proletere karşı sorumluluklarımız. Onların da bu tip sorunları yaşamaması için, sınıf mücadelesine bir proleter komüniste layık şekilde atılması için olumlu ve olumsuz tüm deneyimlerimizi aşkın bir şekilde ak-tarmak, tarihe ve kişi olarak kendimize karşı sorumlu-luğumuz değil midir? Geçmiş politik mücadelemiz, her şey bir yana bu proleter ahlak-sorumluluğu bize emanet etmemeli mi ne dersin? Somut durumumu-za bir de bu noktadan bakmak gerekiyor... Homeros Anadolu’da yetişmiş bir eskiçağ tarih-çi/ozanıdır. Kendi çağını aşarak evrenselleşmiştir. Homeros çoğunlukla Đlyada ve Odeessa adlı iki tari-hi-edebi eseriyle tanınır. O bu eserlerinde Troya sa-vaşlarını anlatmaktadır. Savaşı kazananların geri dönüşünde tek bir hedefleri vardır, Itaki’ye ulaşmak.

Page 20: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

19

U-topia “ulaşılmak istenen”dir. Ulaşıldığı biçimiyle bu Itaki ülkesi bizim için Reel Sosyalizmin ta kendisidir aslında. Ulaşılmak istenen hedef devrim –ki bu bir politik devrimdir- asıl hedef yani toplumsal devrime yakınlaşamıyor ise devrimin hemen ertesinde yozla-şabiliyor. Proleterlerin mücadele aracı her şeyden önce bir niyetten çok bir gerçeklik olarak bu müca-dele aracının -ki burada Murad edilen komünist par-tidir- ulaşılmak istenen toplumun küçük bir modeli olabilmesidir. Paylaşımcılık, kader birliği, eşitlik, öz disiplin yani kısacası “hayatın hayatım, canın ca-nımdır” ilkesi ile doygun bir karşılıksız feda duygusu-nun hayata geçirildiği, komünist bir organizasyon. Her organizma gibi canlı bir organizasyon olduğu ölçüde senin mektubunda altını çizdiğin aksaklıklar aşılabilir. Ancak asla sürecin dışında durarak değil, sürecin içinde sonuna kadar katkıda bulunup mü-cadele ederek. Itaki diyorduk, Ekim 1917’de prole-taryanın politik devrimini işçi-emekçi insanlık olarak yaşadık. 1991’lerde ise emp-kapitalist sisteme ek-lemlenmesini de gördük. Tabidir ki, SSCB’nin yani proletaryanın bu Itaki ülkesinin yozlaştığını, bunun birçok alt etmeninin olduğunu, tespit etmek gereki-yor. Ancak en büyük sorun devrimin donması, ilerle-yememesi vb. Bugünün devrimci sosyalistlerinin din-lenmemek üzere yürümeye karar verdiklerinin altını ısrarla çizmek gerekiyor. Dinlence bizim için Itaki’yi temsil etmeli, dinlenmemek ise Ofir olmalıdır. Ofir efsaneye göre Hazreti Süleyman’ın kullarını dünya-nın en değerli hazinelerini bulmaları için gönderdiği ve nerede olduğunu kendisinin dahi bilmediği bir yerdir. Bu yer bizim için özgür toplumsallaşmış birey-lerin serpilip geliştiği komünist bir dünya değil midir?

Page 21: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

20

Reel Sosyalist pratikten çıkarttığımız olumlu-olumsuz tecrübelerle biz bugünden bir kaçta olsa geçmişe göre önemli adımlar attık, atıyoruz. Henüz proleter komünistlerin bu adımları, bir bebeğin acemiliklerini içerse de, zamanla tecrübelerimiz ve deneyimlerimiz artacak, işte o zaman asıl savaşanlar ile diğerleri arasında ayrışma kaçınılmaz olacak ve işte o zaman proleter komünist toplumsallaşmış bireyler olarak burjuvazi ve yardakçısı sınıflara ve içimizdeki işbirlikçi-lerle de, tarihi bir savaşım olacaktır. Đşte o zaman için bu günden böylesine acemice de olsa adımlarımızı atıyoruz. Hic Rhodos, hic Saltha, Đşte Rodos işte Arşın, burada atlamak gerek diyen Eosop’un deveye hendek atlatmanın, Rodos’a sıçramaktan daha ko-lay bir şey olmadığının kavranması olacaktır... Şimdilik hoşça kal, sevgiyle kal, dostça kal... Mektubumu kaleme alıp bir kez daha gözden geçirip gerekli düzeltmeleri yaptıktan sonra çekmecemdeki zarflardan birisini alıp özenle katlayıp zarfın içine koydum ve arkasına arka-daşımın adresini yazdım. Daha sonra pul defte-rimden bir pul çıkartıp zarfın arkasına yapıştır-dım. Belki anlamsız bir seremoni gibi gelecek ama ben en çok bir mektup veya herhangi bir gönderinin bu seremonik tarafını sevmişimdir. Kim bilir belki “Đnançlıların Tanrısı” da balçıktan yoğurarak biçim verdiği hâsılı emek vererek ya-rattığı adına Đnsan dediği o ilk insan olan Âdem’i bitirdiğinde de böylesi bir haz duymuş olmalı. Neyse konumuz bu değil şimdilik geçe-

Page 22: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

21

lim… Mektubu ertesi gün postalamak üzere çantama koydum ve ışığı kapatarak günün yorgunluğunu atmak üzere yatağıma uzandım ne zaman uykuya daldığımı hatırlamıyorum… Sabah erkenden kalktığımda annemin çayı demlediğini ve sofrayı hazırladığını gördüm. An-neme “Günaydın Anneciğim” diyerek yanağı-na bir öpücük kondurdum. Her zamanki gibi yanakları kızarmıştı. Bu bana öylesine bir mutlu-luk veriyordu ki size kelimelerle dahi anlata-mam. Ki Nazım Hikmet’in Abidin Dino’dan res-metmesini istediği “Mutluluğun Resmin” den res-sam Abidin Dino’yu bilemem ama ben kendimi bu çalışmaya görev bilerek yapmaya çalıştı-ğımca birçok eskiz çalışmaları ve notlarımdan birisi de bu annemle yaşadığım duygudur… Annemle kahvaltımızı birlikte yaptıktan son-ra “Eyvallah Anneciğim, akşama görüşü-rüz” diyerek yine yanağına bir öpücük kondu-rup. Evden dışarı çıktım…

“BU ANLATILAN SENĐN HĐKÂYENDĐR”(*) Apartmanın kapısından dışarı adımımı attığım-da şansıma belediye otobüsü de tam durağa yanaşmak üzereydi. Hemen koşarak kalabalıkla birlikte kendimi otobüsün kapısından içeri attım ve otobüs bilet kartımı makineye okutup hızla her zamanki gibi otobüsün en arka bölümüne

Page 23: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

22

geçtim. Bugünlerde yoldaşlarla birlikte yeni bir yayın üzerinde çalıştığımız için oldukça heye-canlıydım. Çalışmaya yeni insanlar kazanmak için bir süredir çalışıyorduk. Bende yeni tanıştı-ğım bir emekçi kıza bir şeyler yazması için ön ayak olmuştum. Böylelikle hem onu içinde bu-lunduğu sıradanlıktan kurtaracak hem de daha aktivist bir kişi olmasını sağlayarak kendine gü-venini yeniden kazanmasını sağlayacaktım. Kim bilir bu yöntemle bir taşla birkaç kuş vurabile-cektim. Tabiî ki taş atarken kuşları ürkütmez-sem… Ama denemekten zarar gelmez ki insana değimli. Yine kendi kendimle konuşuyorum. Na-sılsa her zamanki gibi belediye otobüsü yolcu-luğum uzun sürecek. Bu zaman dilimini etrafı seyrederek de geçirebilirdim. Tıpkı belediye otobüsündeki çoğu yolcunun yaptığı gibi. Yine belediye otobüsündeki çoğu yolcunun yaptığı gibi geçen giden araçları da seyredebilirdim. Đster istemez bir otobüs dolusu insanla ortak bir havayı paylaşmak zorunda kalıyor insan. Ama bir yandan da bakılınca bir otobüs dolusu insan ve her birisi başka başka birer birey. Bir devrimci için bulunmaz bir fırsat. Bazen bu insanlarla ilgili ve bu popülâsyonla ilgili sosyo-psikolojik bir de-ğerlendirme ve inceleme yaparım sırf zaman geçirmek için değil elbette sınıfı ve toplumu daha yakından bilebilmek için. Ama bu ince-leme bana bugün pek de zevkli gelmiyordu. Bende yeni kız arkadaşın hazırladığı yazıyı oku-

Page 24: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

23

mak üzere çantamdan yazının olduğu kâğıdı çıkarttım ve okumaya başladım. Đsterseniz sizde benimle birlikte yazılanlara göz gezdirebilirsiniz. Artık Onurlu Bir Yaşam Đçin SAVAŞALIM! Şimal YILDIZ Kitap okumayı sever misiniz? Aşk romanları, psikolo-jik, korku, komedi, sosyolojik, politik... Ne tür olursa olsun kitapların birer bilgi hazinesi olduğu gerçekliği kabul edilmiştir. Kitaplar; öğretir, bilgilendir ve bilinç-lendirirler. Ve her insan okuduğu kitapta kendine ait bir şeyleri muhakkak bulur, kitabın kahramanı ile öz-deşleşir, doğru ya da yanlışı bulmaya çalışır. Yalnız kitap okumak bir sanattır... Neden? Çünkü her insan kitap okuyamaz, okusa da öylesine okumakla, oku-mak arasında bayağı fark vardır. Okuduğunuz kita-bın içeriğini kavramak, anlatmak istediği şeyleri özüyle anlamak ve onu yorumlamak bu noktada çok önemlidir. Son zamanlarda kitap satışlarında bir yükselme ol-duğu kitapevleri ve el tezgâhlarında satış yapan arkadaşlar tarafından onaylandı. Ancak doğrula-nan bir şey daha var; o da yine son zamanlarda satılan kitapların siyasi içerikli olması. Bu da demek oluyor ki artık insanlarımız hayatta neler olup bittiğini merak etmeye başladı. Örneğin son günlerde piya-saya yeni sürülmüş olan Ahmet Altan’ın “Đsyan Gün-lerinde Aşk” adlı kitabı yoğun ilgi görüyor. Okunmak için alınıyor.

Page 25: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

24

Đşte bu kitaplar arasında okunması gerektiğine inan-dığım ancak el tezgâhlarında bulmanızın imkânsız olduğu Yücel Sarpdere’nin kaleminden yazılmış olan “Vatandaş Abuzer” isimli kitabı. Bu kitap 1991 yılında Bursa’da yazılmış ancak 1992 yılında Evrensel Basım Yayım tarafından piyasaya sürülmüştür. Ve altı kez baskısı yapılmış olan bu kitap henüz hiç toplatılma-mış. Kitap oldukça sade, tam bir halk diliyle yazılmış. Şimdi kafanıza neden “Đsyan Günlerinde Aşk” kitabı değil de, “Vatandaş Abuzer” kitabını ele aldığım gibi bir soru yöneltmiş olabilirsiniz? Açıklayayım; Kitap 12 Eylül 1980 darbesinin sıkıyönetimini, o dönemde bu ülkeyi yöneten politikacılarını ve bir de hiçbir si-yasi görüşü olmayan vatandaş Abuzer’i anlatıyor... Ve kitapta geçen her bir olay günümüz Türkiye’si ile o kadar bağlantılı ki! Acı fakat gerçek ama sanki tarih tekerrür ediyor. Ve ne yazık ki o dönemi yaşa-yan, ama geçmişten ders almayan insanlar yine başımızda bu ülkeyi yönetip, bu ülke insanlarını her zaman olduğu gibi göz göre göre sömürüyorlar, öl-dürüyorlar... Ve bunu “Vatandaş Abuzer”i suçsuz yere cezaevine koyup, ona işkence edilmesine izin veren insanlar yapıyor. Kimdir bu Vatandaş Abuzer? Dediğim gibi hiçbir siyasi düşüncesi olmayan, ancak her şeyden kendi deyimi ile ikiyüzelli gram anlayan, haklı ve haksızı çok rahat bir şekilde ayırdedebilen cahil, okumamış ama tatlı dilli, saf ve temiz kalpli biri... Aslında tama-mıyla devlet yandaşı. Devletini ve ülkesini seven, onların çıkarları doğrultusunda konuşan, o tarzda hareket eden birisi. Ama her nedense onun söyle-

Page 26: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

25

diklerini ve yapmak istediklerini yanlış anlıyorlar. Bu-gün bizim söylediklerimizi ve yapmak istediklerimizi yanlış anladıkları gibi... Yani sözün kısası o günlerden bu günlere değin değişen bir şey yok! Ve bizler ise bütün bunları bile bile aynı cahil, beyinleri kalıplaş-mış insanların bizi yönetmelerine izin veriyor, yapılan haksızlıklara karşı çıkmıyoruz. Evet, onlar bizim söylediklerimizi ve yapmak istedikle-rimizi anlayamıyorlar... Oysaki o kadar onurlu bir ya-şam istiyoruz ki. Bu ülke ve bu ülkenin insanları için! Hatta bize onca zulmü edenler için bile... Ama “çı-kar” dünyası bunu görmelerini engelliyor... Ölüm oruçları sürüyor. Bu yazıyı okuduğunuzda kim bilir kaçıncı günü ola-cak? Bugün 265’inci günü! Dün 28’nci insan şehit düştü. O ve ondan öncekiler gibi hepsi onurlarıyla, şerefleriyle öldüler/öldürüldüler. Onlar onurlu bir yaşam için çocuklarının onurlarıyla büyüyebilmeleri için ölüyorlar, öldürülüyorlar! Hiç sormuyor musunuz kendinize neden ölüyorlar? Ne-den öldürülüyorlar? Ölmelerine neden göz yumulu-yor diye! Neden onların istedikleri yasak? O kadar kötü bir şey mi insanca, onuruyla yaşamak? Ve kö-tüyse neden T.C. Devleti bu insanlardan korkuyor ve F tipi denilen o ölüm hücrelerine sokuyorlar? Neden, neden? Evet, onlar onurlu bir yaşam için, çocuklarının onur-larıyla büyüyebilmeleri için ölüm oruçlarına yatıyor-

Page 27: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

26

lar, ölüyorlar. Đşkence istemiyorlar, sömürülmek iste-miyorlar, adaletsizliği, eşitsizliği istemiyorlar.. Ve ölüyorlar. Bizlerde bunlara, yanı başımızda olup biten bu olay-lara seyirci kalıyor DUR diyemiyoruz... (Sizleri bilmem ama benim her ölüm orucu şehidinde içim ürperiyor ve bu düzene küfredip, lanetler okuyorum. Ve ben bu insanlardan hiç birini tanımıyor ve görmüyorum. Yalnız onları, o ölüm orucu insanlarını onurları ile öl-dükleri için gözümde kutsallaştırıyorum.) TV’lerde ve gazetelerde yayımlanan devletin kendi çıkarlarına göre yayımlattığı yalan haberleri okuyup izleyerek o insanların ölmesine göz yumuyor ve ada-letsizliğin, bu iğrençleşmiş düzenin çarklarının dön-mesine izin veriyor! DUR diyemiyoruz. Başkaldırmıyor, isyan etmiyoruz!... Onlar gibi ölümü göze alamıyor, alan insanlarında yok olmalarına göz yumuyor DUR diyemiyoruz! Ne yazık ki ölen insanlardan bir tanesinin de, ağa-beyimiz, ablamız, dayımız, halamız, amcamız olabi-leceğini düşünmüyor ve hala başkaldırmıyoruz... Hadi bu ülkenin güzel insanları; Bizlerde artık bir şey-ler yapalım! Bizlerde birer “Vatandaş Abuzer” olup haksızlığa, onursuzluğa dur diyerek AYAĞA KALKALIM! Ölüm orucu direnişçilerine destek çıkıp bu iğrenç düzene karşı koyalım.

Page 28: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

27

HADĐ BĐRLEŞELĐM! Artık onurlu bir yaşam için SAVAŞALIM! Doğrusu ilk kez yazı yazmaya başlayan birisi için baya güzel ifade etmiş ama tabiî ki siz okuyu-cunun gözlemini bilemem. Çünkü hem okudu-ğu bir kitabı hem de içinde devindiği hayatı ak-tarabilmiş bize kendince bir eylem yolu çizmeye çalışmış. Bizi eyleme davet etmiş. Sanırım iyi bir eylem insanı ve iyi bir eylem kalemşoru ola-cak… Bu arada zamanda bir hayli geçmiş oto-büs benim ineceğim durağa yaklaşmıştı. Bende yazıyı toparlayıp çantama koydum ve inmek için hazırlandım. Nihayet ineceğim durağa yak-laşmıştım. Đnmek için düğmeye bastım ve bek-lemeye başladım. Bu düğmeye basıp bekleme anlarında içimde bir korku başlar. Komik ama doğru. Ya otobüs bu durakta durmaz es geçer-se. Ama neyse ki bugüne kadar böyle bir şeyle karşılaşmadım. Bir de otobüs durağa yanaştı-ğında aniden hareket ederse diye korkarım hep ne bileyim alt bilinç işte. Hayattaki tek korkum bu olsun… Neyse işte otobüste durağa yanaştı ve hop indim işte otobüsten neyse ki bu seferde korktuğum olmadı. Gülmeyin ya… Otobüsten inince şehrin kalabalığına otobüsteki popülâs-yondan daha farklı çok daha heterojen bir ya-şama dâhil olduğumu biliyordum. Bu popülas-yon sürekli değiştiği ve devindiği için otobüsteki

Page 29: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

28

gibi bir ana sıkışmışlık yoktur. En nihayetinde otobüsün ring yaptığı hat belli idi ve her ne ka-dar arzu edilse de en az heterojen yapı otobüs-teki idi. Bir otobüs dolusu insan üzerinde üç aşa-ğı beş yukarı bir genelleme ve çıkarsama yapıl-sa da bu toplumu yansıtmayacaktı. Ne diyorum be yine daldım işte. Öncelikle Gül arkadaşa yazdığım mektubu göndermek için postaneye gitmem gerekiyordu. Evden çıkmadan önceki planım buydu. Hızlı adımlarla postanenin yolunu tuttum. Postane indiğim durağa yürüme mesa-fesiyle üç dört dakikalık bir yolculuğu gerektiri-yordu. Đlk üstgeçide doğru kalabalıkla birlikte yol aldım. Üst geçidin devamında şehrin adeta çi-çek tarlaları diyebileceğim çiçekçi dükkânları-nın olduğu sokağa açılıyordu. Bu sokakta ilerler-ken binlerce çiçeğin birbirine karışmış kokusunu içime çekmek bana tüm yaşam sıkıntılarımı unutturuyordu. Bu halde ilerlerken hangi mev-sim olursa olsun her zaman tezgâhında iri ve kırmızı elmalar olan bir pastane imalatçısının ve saklı bir çay evinin de içinde bulunduğu bina-daki manavın önünden geçer ve her zaman yaptığım gibi anneme ve kendime birer tane elma alır ve çantama koyardım. Tıpkı şimdi yap-tığım gibi. Sokağın sonunda ikinci bir üstgeçit vardı. Bu kent gerekli gereksiz yüzlerce üst geçit-le donatılmıştı. Tarihteki köprülü Mehmet Paşa gibi belediye başkanına da köprülü Đ. Melih Pa-şa lakabını takmıştı şehrin halkı. Bu halkın her

Page 30: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

29

şeye rağmen ve her şeye karşı bilinçli veya bi-linçsiz ama ironik olduğu şüphe götürmez bir protestosuydu. Ki bu protesto nedeniyle çoğun-lukla aptalca ve gereksiz olan üst geçitler ço-ğunlukla kullanılmıyor, tercih edilmiyordu. Bu bana yıllar önce öğrencilik yıllarında okuduğum bir Muzaffer Đzgü öyküsünü anımsatır. Öyküde bir kasaba yabancı bir ülkenin şehri tarafından kardeş şehir olarak seçilir. Kasabayı kendisine kardeş şehir olarak ilan eden şehrin yöneticileri-nin kasabaya geldiği gün kasaba pazarının ol-duğu gündür ve kasaba o gün için hayli kala-balıktır. Bu durumu gören ve kasabayı kardeş şehir ilan eden yöneticiler, kasaba pazarının olduğu günler hariç hiçte kalabalık olmayan bir noktaya alt geçit yapılmasına kara veririler. Bu konuda ise hiçbir itiraz ve uyarıya kulak asmaz-lar. Neyse gel zaman git zaman kasabaya bir alt geçit yapılır ama ne var ki hiç kimse kullan-maz, zaten gerekte yoktur. Kasabanın delisinin (kimin akıllı, kimin deli olduğu tartışılır) bir gün önayak olmasıyla birlikte alt geçit, kasaba hal-kının da zaman içinde umumi helâ olarak kul-lanmaya başladığı bir yer haline gelir. Bir gün yabancı şehrin yöneticisinin ziyaret gelip de alt geçidin halini görmesiyle başka bir ironi ile karşı-laşırız. Yabancı şehrin yöneticisi bu fiili durumu sanki kasaba halkının alt geçidi beğenmedikle-rine yorumlayarak yeni bir alt geçit ama bu se-fer daha da ihtişamlı bir altgeçit yapılacağını

Page 31: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

30

ifade etmesiyle noktalanır. Bu öyküdeki kasaba halkından bihaber olan bu şehrin insanları (mü-saadenizle ne yazık ki demeyeceğim ama) şimdilik o kadarda ileri gitmediler… Đkinci üst geçitten sağa doğru döndüğümde sol taraftaki binanın önündeki elinde bir demet çiçek tutan ve adeta bana gülümseyerek selam veren kent heykelini ben de her seferinde gülümseyerek selamlarım. Birçok kent sakini bu heykelinin önünden binlerce kez geçmiştir, önünde din-lenmiştir ama sorsanız yine de bilmezler. Kaldı-rımda ilerleyerek nihayet postaneye de ulaşmış-tım. Gişedeki memura Gül arkadaşa yazdığım mektubu çantamdan çıkartarak zarfı uzattım. Gişedeki memur o memur olmanın dayanılmaz rutinliği ile gerekli damgalama ve işaretlemeleri gerçekleştirerek diğer mektupların olduğu kutu-ya yerleştirdi. Nihayet yazdığım mektubun sahi-bine doğru serüveninin kendi adıma olan kısmını tamamlamıştım. Artık mektup başka bir serüve-ne yelken açmak için diğer binlerce mektubun arasına karışmıştı. Binlerce mektup binlerce umut ve yaşam izinin, izleğinin arasına… Memu-ra teşekkür ederek postaneden çıkmak için ka-pıya doğru yönlendim. Postaneden bulvara çıkmış, toplantının yapılacağı adrese doğru hızlı adımlarla tekrar yol almaya başladım. Çeşitli dolambaçlı yollardan geçtikten ve bir şekilde izlenmediğime kendi kendime ikna olduktan sonra buluşma yerine nihayet gelmiştim. Tek

Page 32: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

31

katlı gecekondunun kapısını anlaştığımız üzere çaldıktan sonra kapı gıcırdayarak açıldı…

“KOMÜNĐZM ĐÇĐN SAVAŞ”(**) Kapıyı açan yoldaşla hemen selamlaşıp kucak-laştık. Đçeriye adeta gizli mabedimize geçtiği-mizde diğer yoldaşlarında orada olduğunu gördüm. Hepsi de ayağa kalkmıştı. En dostane ve saf yanımızla teker teker selamlaşıp sarıldık. Çaylarda yeni demlenmişti. Çaylarımızı teker teker alarak her defasında adeta kavga hava-sında geçen ama sonunda eylem birliği ile çık-tığımız. En ikna olmayan yoldaşımızın bile en ik-na olmuş yoldaşımızdan daha çok mücadeleye ve kavgaya katıldığı bir grup olmuştuk. Ve dost-ta düşmanda bunu böyle biliyordu. Bugünkü toplantıda yayın organında çıkacak yazılar te-ker teker değerlendirmeye alacak, son rötuşlar konuşulacak ve yayın en kısa sürede çıkacaktı. Bende otobüste tekrar sizinle birlikte tekrar oku-duğumuz Şimal’in bir yazısı ile yine benim kale-me aldığım henüz okumadığınız yazımı yoldaş-lara sundum. Belediye otobüsünde birlikte oku-duğumuz Şimal Yıldız’ın yazısı üzerine şu değer-lendirmede ortak karar kılındı. Bu sayımızda bir yoldaşımızın Kitaplar, okumak ve özelde “Vatandaş Abuzer” isimli kitap üzerine kale-

Page 33: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

32

me alması gereken bir yazının, Sosyalist hareketleri ve militanlarının çalışmalarını da belirleyen F Tipi ce-zaevleri ve uygulamaları ile bu süreçte yoğunlaşan süresiz açlık grevleri ve ölüm oruçları ile ceza evleri-ne yapılan operasyonlar ve tüm bunlara bir komü-nist militan olarak samimi bir bakış açısı ile kaleme alınmış bir çağrı yazıyı, ya da bir çağrı mektubu oku-yacaksınız. Özellikle bu yazının orijinaline dokunul-mamıştır. Evet, “Artık Onurlu Bir Yaşam Đçin SAVAŞA-LIM” mı? Ne dersiniz. Đşte yukarıdaki gibi diyorduk okuyucuya. Yukarı-daki metindeki son cümleden de anlaşılacağı üzere özelikle kolektifimiz için“savaşmak” fiili ön plana çıkıyordu. Çünkü savaşmak fiili bir eylemi eyleme dönük bir çalışmayı çabayı önümüze koyarken aynı zamanda diğer hareketlerin hala takılıp kaldığı “direnmek” fiiline de bir karşıt du-ruşu temsil ediyordu. Bu nedenle olsa gerek üze-rinde uzlaştığımız yayının isimi alt başlığı “Đşçi Sını-fının Kurtuluşu Yolunda”olmak üze-re “SAVAŞ” olmasına karar verilmişti. Bu arada dilerseniz benim yazımı da hep beraber okuya-lım; “ŞĐMDĐ HER ZAMANKĐNDEN DAHA FAZLA”(***) Türkiye sosyalist hareketi, bugün tarihinin belki de en kritik dönemini yaşamaktadır. Sosyalist hareketin son on yılı, çarpıcı yıkılış ve çözü-lüşlerin yanı sıra silkiniş ve toparlanma çabalarına da

Page 34: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

33

tanıklık etti. Sosyalist hareket 12 Eylül’ün ağır darbe-lerine rağmen bu dönemden yeni bir silkiniş için ge-rekli asgari kadro birikimi ile çıkabilmiştir. Öyle ki, yak-laşık olarak 1985’den 1990’a kadar uzanan beş yıllık dönemde anlamlı ve canlı tartışmalar, giderek ör-gütlenme biçimleri gündeme gelebildi. Bu dönem-de Türkiye sosyalist hareketi bütün olumsuzluklarına rağmen görüş alanını genişletti, temel sorunlarına daha sağlıklı bir yaklaşımla eğilmeyi başardı. Örnek vermek gerekirse, bu dönemde sosyalist hareketin değişik kesimleri seçim çalışmalarına birlikte girebili-yor, üstelik bu bir aradalığı ikirciksiz ve açık bir Dev-rimci-Marksist konumdan dışa vurabiliyordu. 1990 yılıyla birlikte, başta Sovyetler Birliği olmak üzere eski sosyalist ülkelerde yaşanan çözülme süreçleri, Türkiye sosyalist hareketini ve kadrolarını çok derin-den etkiledi. Sarsıntı, bellekleri neredeyse tümüyle kazıdı, gerçekten yeni olanın içine yerleştirilebileceği çerçeveleri bile paramparça etti. Sonuçta 12 Eylül karanlığına direnebilen kadroların önemli bir bölü-mü, bir boşluğun içine düştü. Tüm dünyada yükselen sağ dalganın alıp götürdükleri dışında, direnebilen sosyalist kadrolar da bu savrulma ortamında daha çok kuşku ve güvensizlik biriktirdiler. Son çözümle-mede sağa açılabilen yönelimler geliştirdiler. Perestroykanın, glasnost’ un, yenidünya düzeninin, “radikal demokrasinin, sivil toplumculuk’ un ve sol liberalizm’ in, kısacası doğrudan doğruya sosyalizme ya da sosyalizmin “kötüsü” ne alternatif olarak sunu-lan küresel tezlerin iflası çabuk oldu. Denebilir ki, 1992 yılıyla birlikte, sosyalizmin ayakta kalabilen kad-

Page 35: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

34

roları dünyaya ve ülkelerine daha sağlıklı ve de ger-çekçi bir biçimde bakmaya başladılar. Sosyalizm umut olmaktan çıkmıştı, reel sosyalizmin çöküş süre-cini hızlandırmak için ortaya atılan tezlerin kofluğu artık daha net görülebiliyordu. Küreselleşme adı veri-len sürecin, biçimsel demokratikleşme girişimlerinin ötesinde, aslında işçi sınıfına ve sosyalizme cephe-den saldırıyı hedefleyen ideolojik özü açığa çıkmıştı. Dahası, Türkiye’nin evrensel dalgaya kapılarak ve batıdan kopmama zorunluluğu nedeniyle “demok-ratikleşebileceği” yolundaki umutlarda iyiden iyiye zayıflamıştı. Gerçeğe bu dönüş, Türkiye sosyalist hareketinin ayakta kalan kadrolarını yeni örgütsel arayışlara yö-neltti. Köklü denebilecek bir geçmiş ve nicel anlam-da ciddi kadro birikimine sahip bazı sosyalist gruplar, açık mücadele alanında belirli bir örgütsel forma ulaşılmadığı sürece şu ya da bu biçimde erozyona uğrayacaklarını gördüler. Ancak bir kısım tam tersi, kütleden kopuk bir kadro hareketi olarak, Đllegalite fetişizmi yaparak, Bürokratik, teknik çalışmalarla apolitik bir siyasal forma dönüşebilmektedir. Đçinde bulunduğumuz bu harekette niyeti bu olmasa da bu somut açmazdan kendisini kurtaramamıştır. Çünkü öncülük fiili yeterince anlaşılamamıştır. Daha açık ifade etmek gerekirse; 1- Öncülük, verili bir toplumsal sistemde ancak ve ancak çerçevesi belirlenmiş bir DEVRĐM TEORĐSĐ’NĐN içine yerleştirilebilecek bir fiildir.

Page 36: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

35

2- Öncülük tanımının içerisinde mutlaka belirlenmiş bir siyasal özne yer almak zorundadır. Bu siyasal özne bütün bir süreci kapsayan “Devrim Teorisi’nin içinde devingen ve değişken bir varlıktır. Bu nedenle ilegalite fetişizmi, açık alan örgütsel formlarının yaratılmasında gerekli esneklik ve politi-kaların oluşmasını engellemektedir. Böylece siyasal özne devingen ve değişken bir varlık olmaktan çıkıp, statik, stabil bir bürokratik aygıt durumuna dönüş-mektedir Daha açık söylemek gerekirse öncülük, devrim sü-recinin bütününü kapsar. Yani devrim öncesinde, devrim yükselişinde, devrimin vuruş anında ve iktida-rın alınmasından sonra işleyen canlı bir fiildir. Bu aşamaların her birinde öncülük fiilinin kapsamı ve anlamı, öznenin ise yapısı farklı olacaktır. Örnek ola-rak ifade etmek gerekirse; Burjuvazinin günümüzde ideolojik-kültürel kuşatmasına karşı açık alanda bu kabukları kıracak siyasal, örgütsel ideolojik araçlara gereksinim doğar. Böylece bir alan ortaya çıkar ve bu alana Marksist ideolojik, siyasal ve kültürel müda-hale bu araçlar kanalıyla gerçekleştirilir. Böylece Marksizm adına burjuva ideolojik- kültürel kabuklar-da gedikler açılmış olur. Devrim öncesi çalışma bi-çimlerine küçük bir örnek olarak Evrensel Kültür Mer-kezleri içerik olarak olmasa da biçim olarak başarılı-dır. Keza açık siyasal parti çalışmaları da içeriği dı-şında başka bir başarılı biçimdir. Günlük devrimci basın, haftalık devrimci basın içerik olmasa da biçim olarak diğer başarılı çalışma biçimleridir. Kadrolar bu

Page 37: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

36

alanlarda ki devrim öncesi çalışma biçimleri içerisin-de devingen ve değişken ve aynı zamanda işlev-seldir. Meşruiyet oluşturma ve kütleselleşme çalışma-larında önemli imkânlar bu şekillerde yaratılabilmek-tedir. Öteki türlü kendi kovuğunda devrim yükselişi bekleyen, bürokratik ilişkiler içerisinde boğulmuş, komünizmin genel doğrularını savunan statik bir kad-ro devingen ve değişken değildir. Soyut doktriner bir yanı vardır ya da tamamen bürokratik, teknik aç-mazların kişiliğinde buluşan bir karakteri temsil eder. Devrimi kitleler yapar önermesi öncülük fiilinin dina-mik içeriğini karşılamadığı için DEVRĐM TEORĐSĐ’NĐ kısırlaştırmaktadır. Devrimi kitleler yapar, devrimi işçi sınıfı yapar, devrimi öncü işçiler yapar, devrimi işçi sınıfı partisi yapar, devrimi öncü çekirdek yapar... Bu önermelerin hepsi doğrudur, ama bütünlüğünden kopartıp teker teker ele alındığında ise yanlıştır. Çünkü hepsi bir bütünün değişik köşelerini oluştur-maktadır. Biz bütün bu köşeleri içeren bir bakış açısı-nın doğru olduğunu kabul ediyoruz. Tek tek bu gö-rüşlerden birisine indirgenmiş çalışma biçimlerinin başarısız olduğuna inanmaktayız. Birçok sosyalist hareket siyasal toplumsal dinamikler içerisinde kitle-selleşme kanallarını zorlayan kadro hareketi olarak değil, kendi içine kapalı kendi dışına açılma kanalla-rı ve araçları olmayan bir çalışma biçimi benimse-meye çalışmışlardır. Örnek olarak son seçimler yuka-rıda söylenen köşelerin bütünlüğünü taşımayan tak-tiklerini içermiştir. Sol kadrocu bir anlayış akabinde sağ politikaları da beraberinde getirebilmektedir. Başka bir örnek ise çeşitli yayın organlarında ayak-lanma moduna girmiş işçileri engelleyen sadece

Page 38: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

37

sendika liderleriymiş gibi bir yorum yapılarak düzen-den umudunu kesmemiş işçilerden yapamayacak-larını beklemek şeklinde düşünceler dile getirilebil-mektedir. Hemen şimdi genel grev sloganlarının ol-ması gibi, “legal değil devrimci parti” gibi sloganları yükselterek siyasal dinamiklerin bu topraklarda 30 yıldır yarattığı bir takım geleneklerin evirilme deter-minizmini göz ardı etmek, siyasal ittifak ilişkilerini yok saymak, bu siyasal dinamikler üzerinde ideolojik he-gemonya oluşturacak araçları geliştirme konusunda yetersiz kalmak gibi siyasal darlıklara düşülmektedir. Yukarıda genel başlıklarıyla açımlamaya çalıştığım genel çerçeve ileriki süreçlerde genişletilmeye çalışı-lacaktır. Gelinen noktadaki sorun ve sonuçlara yol açan sebepler kendi açımdan doğrularımdır. Bu noktada zaten kendi yolumda yürürken yarataca-ğımız siyasal eylemlilik bu temel noktalarda biçimle-necektir. Yazım genel çerçeve olarak kolektifimizin bakış açısıyla yazıldığı için anlamlıydı. Dostlarım se-vinçle karşıladılar. Metinde aynı zamanda V.I.Lenin’in hayat arkadaşı ve Yoldaşı olan Nadya Krupskaya’nın bir son sözünü ilk söz ola-rak metnin başlığına koymuştum. Yani şimdi her zamankinden daha fazla devrimi istemek dev-rim için savaşmak hatta olası bir devrim gerçek-leştikten sonrada daha fazla bu devrimin kendi-sine karşı dönmesini engellemek için çalışmak daima o amatör ruhu yitirmeden devrim emek-çisi olarak çalışmayı anlatıyordu bu söz bana.

Page 39: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

38

Daha sonra diğer yazıların tartışılmasına geçildi. Yazı kurulumuzun ortaklaşa kaleme aldığı son eylemliliklere kısa bir bakış atan yazısının son cümlesi ise; “… Aslında çözümün diğer bir şekli sosyal devrimdir. Ne var ki bu sünepe devletin içinde yaşamını sürdü-ren Kemalist-yurtsever-demokrat-devrimci-sosyalist-komünist hareketleri de edil genleştirilmiştir. Biliyoruz ki hayat boşluk tanımaz. Bir zamanların ünlü deyimiy-le “Özgürlük Sokaktadır.” Olarak bağlanarak dergide baskıya hazır hale getirilmiş oldu. Nihayetinde işin zor olan kısmı tamamlanmıştı. Hızlıca işin teknik kısmı olan der-ginin basımıyla ilgilenecek yoldaşlar belirlenmiş, bir sonraki toplantı yeri ve zamanı karara bağ-landıktan sonra hepimiz rahat bir nefes almıştık. Tek tek her birimizin gözlerinden adeta tanrısal bir ışık fışkırıyordu… Sonra son bir çay ve yemek faslından sonra dağılmaya karar verdik. Yeme-ğimizin her zamanki menüsü bol sarımsak yoğurt soslu makarna idi. Bu konuda dostlar bana gü-venirlerdi. Bende onları hiç kırmaz ve bol bol yiyeceğimiz bir makarna hazırlardım. O müte-vazı ama devrimci atmosferde geçen buluşma toplantılarımızın yapıldığı evlerin mutfakların-da… Ben yemek hazırlarken 2 Temmuz da Si-vas’ta Madımak otelinde yakılarak öldürülen-lerden birisi olan Hasret Gültekin’e atfen hepi-mizin Hasret diye hitap ettiğimiz ki kendisinin de

Page 40: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

39

Hasret diye hitap etmemizi isteyen. Erdoğan yoldaşın güzel sesinden ve sazından nasibimizi alıyorduk. Yemeklerimizi yiyerek çaylarımız içtik-ten ve ayaküstü son konuşma ve temennilerimi-zi yaptıktan sonra her birimiz başka bir yöne ama geldiğimiz gibi tek tek mabedimizi arkamı-za bile bakmadan terk etmeye başlamıştık… Nihayet toplantı mekânından ayrılmıştım. Evden ayrıldığımda uzaktan ezan sesleri geliyordu. Bu ezan vakitlerini, şafak vakitlerini nicedir severim. Đnsanı içine alır adeta başka başka diyarlara götüren gemilere binmiş de deryalara açılmış gibi olurum. Ah bir de deniz tutmasa… Samimi bir şekilde ibadetini yaparak camiden çıkan işinden evine gelen, evinden işine giden, dük-kânının, simitçi tezgâhının başına yol alan insan-ları, konaklayacak başka bir yeri olmayan sokak insanlarını, sabahçı kahvelerinin mistik havasını yaşamak, nefes nefes içime çekmek hoşuma gider. Ve o şafak vaktinin yüreğime işleyen sızısı altında sıcacık bir simit alıp, sabahçı kahvele-rinden birisinde demli ve sadece o ibadet anı için şekerli çayımla birlikte simidimi yerim. Bu se-ferde öyle yapmak için bir simit alıp sabahçı kahvelerinden birisinde çayımla birlikte yemeye başladım… Samimi bir şekilde ibadetini yapan-lar dedim. Biliyorum farkındayım siz devrimcile-rin, sosyalist ve komünist devrimcilerin din ile kavgalı olduklarını bilirsiniz ki bu doğrudur da.

Page 41: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

40

Demiyor mu ki Karl Marks din afyondur diye. Evet “dinin toplumları uyuşturan bir afyon oldu-ğu” doğrudur. Ama ne var ki komünist parti ör-gütlemesinin de adeta “din gibi” olması da ge-rekiyor. Oradan itirazınızı duyuyorum bu ikisi bir çelişki değil mi. O konuda da halkısınız. Hoca Nasrettin gibi hissettim kendimi bir an. Örgütün din gibi olması din olarak olmasını ifade etmiyor. Din olarak algılandığında ortaya başka bir tari-kat çıkar, tekke çıkar ki komünistler bundan uzak kalmalı ve bunun böyle olmaması için sa-vaşmalıdırlar. Din olarak algılandığında ise baş-langıçta toplumlar için ifade edilen örgütün uyuşması ve sadece uyuşuk bir örgüt olarak kalmakla kalmayıp, adam gibi örgüt olmaya çalışan ve çabalayanların karşısında da bir çı-ban olarak çıkan bir şey olur çıkar. Yani diyalek-tiğin kanunlarından birisi gerçekleşmiş, “bir şey hem kendisi hem de kendisinden başka bir şey“ olup çıkmıştır. Burada kadim dostlarımdan birisinin de katılmış olduğu 12 Eylül sonrası ilk sa-londa toplanan 1 Mayıs kutlamasından bir sah-ne aklıma geldi. Salonda konuşmalar gerçekleş-tirilmektedir. Hafızam yanıltmıyorsa kürsüde sanı-rım Yalçın Küçük konuşuyor ve sosyalist devrim-den sonra yapılabilecek olası imar faaliyetlerin-den bahsediyor ve çarpık olan şehri topyekûn yıkmaktan bahsediyor falan filan. Hatta hızını alamayarak camileri, kiliseleri, havraları, yani ibadethaneleri de yıkmaya sıra gelince o za-

Page 42: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

41

mana kadar ön sıralarda şekerleme yapan Can Yücel birden ayağa kalkıyor ve yıktırmam diyor. Korkarım ki biz sosyalistler hala devrimden, sos-yalist devrimden ve sosyalist inşadan anladığı-mız yakmak yıkmak. Maalesef anti demokratik bir toplumsal kültürden beslenen bir ülkenin devrimcileri ve devrimci örgütleri de anti de-mokratik bir kültürü örgütünde ve devriminde içrekleştiriyor. Elbette ki Đttihat ve Terakki’den başlayarak 12 Eylül’e kadar, hatta üzerimize yıkı-lan reel sosyalizm duvarına kadar “devleti kur-tarmak için örgütlenme noktasından devleti yıkma noktasına kadar kolay gelinmedi” ama yıkmak her şeyi dümdüz etmekte değil, olma-malı… Bu düşüncelerle yoğunlaşmış bir şekilde hızlı adımlarla dolmuş duraklarına ilerleyip sa-bahın o ilk dolmuşuna ve o ilk koltuğa binerek düş emekçilerini ardımda bırakarak benim gibi şafak emekçileriyle eve doğru yol almaya baş-ladım...

SERSERĐ ŞAĐR… Ertesi gün şimalle buluşacağımız çay ocağına girdiğimde Şimal’ in henüz gelmemiş olduğunu gördüm. Çay ocağındaki çeşitli gazetelere ba-kıp oyalanmaya ve müzik kutusundan çıkan ezgileri dinlemeye bayılıyordum. Bu mekâna adım adım inerken merdivenlerinde hissettiğim

Page 43: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

42

taze pasta kokusu çok hoşuma gidiyordu. Kimi-niz için anlamsız gelebilir ama… Bir süre sonra Şimal’ de geldi. Hoş beşten sonra ona yazısının dergide çıkacağını söyledim. O kadar sevinmişti ki bunu kelimelerle anlatamam. Hemencecik iki çay istedim. Bana daha önce amatörce şiir yazdığından bahsetmişti, bende mahsuru yoksa okumak istediğimi belirtmiştim. Şimal çantasın-dan bana daha önce bahsettiği şiirlerini yazdığı defterini çıkarttı, bir de başka bir defter çıkarttı. Sonra bana “Amatörce bir şeyler karalıyorum. Đşte adına günce mi dersin, anımsama defterimi onu da okur bana iyi kötü bir eleştiri sunarsan sevinirim” dedi. Bende şiir ve diğer yazılarını ol-duğu defterlere göz gezdirirken ona, memnun olduğumu en kısa sürede inceleyerek belki de bir öneri/eleştiri yazabileceğimi. Hatta derginin ilk sayısıyla birlikte bu sunuyu kendisine iletebile-ceğimi belirttim. Bu hava içerisinde konuşmamı-zı sürdürüyorduk. Ama Şimal’ in her halinden yorgun olduğu hissediliyordu. Bende “Gel bu-gün çok yorulmuş olmalısın istersen seni durağa kadar yolcu edeyim.” Diyerek şiir defterini ve anı defterini çantama koydum ve birlikte aya-ğa kalktık. Çayların parasını ödeyerek merdi-venlerden o pasta kokuları içerisinde açık ha-vaya çıktık. Yol boyunca pek konuşmadık. Dışa-rıda insanların koşuşturmacası bitmiş, etraf çöp-lerden kâğıt, plastik, teneke toplayan sokak emekçilerine kalmıştı. Nihayet durağa gelmiştik.

Page 44: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

43

Bir süre sonra otobüsü geldi ve vedalaşarak onu yolcu ettim. Otobüsü hareket ederken bende yola koyulmuştum. Eve vardığımda annemin henüz yatmadığını beni beklediğini gördüm. “Ne diye yatmadın Anneciğim. Hep böyle ya-pıyorsun, biliyorum beni merak ediyorsun ama dinlenmelisin gel hadi yatağına uzan. ”Diyerek onu yatağına yatırdım. Yanağına bir öpücük koyarak uykusuna doğru yolculuğuna çıkarttım. Daha sonra odasının ışığını kapatıp her ihtimale karşı odasının kapısını aralık bırakarak odama çekildim. Kendime bir çay demleyerek Şimal’ in şiirlerini ve anı defterini okumaya başladım. Ka-ralama defterimi alarak ilk cümlelerimi yazmaya başladım. Đlk cümlem “Çok Hoş ve Tatlı bir şey-dir…” olmuştu. Sabaha doğru yazıyı tamamla-mıştım. Defterde onun doğum gününün tamda gazetenin çıkacağı güne denk düştüğünü gör-müştüm. Ne güzel işte ona bir doğum günü he-diyem de olur diyerek. Küçük bir kitapçık hazır-lamaya karar verdim. Ama artık yatmam gere-kiyordu. Her şeyi öylece bırakıp, uykunun tatlı yatağına uzandım… Ertesi gün bir önceki günün yoğunluğu ve yorgunluğu ile biraz geç kalkmış-tım. Annem kendince bir şeyler atıştırmış, beni uyandırmaya kıyamamıştı. Hem ellerinin kaslarını çalıştırmak hem de oyalanmak için elinde şişler-le bir şeyler örüyor bu arada da televizyona ba-kıyordu. Annemin yanağına bir öpücük kondu-rarak bugün nasıl olduğunu sordum. Gayet iyi

Page 45: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

44

olduğunu söyledi. Mutfağa geçip mükellef bir sofra hazırlamaya koyuldum Annem ve kendim için. Yemeğimizi yedikten ve bulaşıkları yıkadık-tan sonra odama çekildim. Bir süre sonra An-nemde yanıma gelmiş kanepeye oturmuştu sessizce. Bu süre içerisinde ben Şimal’in şiir ve yazılarına dair yazıyı bilgisayarımda dizmiş, şiirle-rini tek tek bilgisayara geçirmiş ve çıktı almıştım. Şimdi ise sıra çıktıları ciltlemeye gelmişti. Ama-törce bir cilt yaptıktan sonra işte kitapçık hazırdı. Annem tüm bu süreç boyunca kimi meraklı göz-lerle beni izlemişti. Anneme dönerek “Tatlı kadın bak bugün bir yoldaşa doğum günü hediyesi hazırladım. Kendi şiirlerinin olduğu bir kitapçığa bir önsöz yazdım. Ne olsun bizimde doğum gü-nü hediyemiz böyle olur.” Diyerek Şimal’in en hüzünlü şiirlerinden birisini Anneme okudum; YÜREĞĐM ACIYOR! / Şimal Yıldız Gittin Ve Bittim Ne yarınlar kaldı senden bana Ne de küçük bir umut Yüreğim acıyor! Gittin Ve Bittim Oysa çok şey istemedim senden

Page 46: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

45

Küçük bir sevgiden başka Yüreğim acıyor! Gittin Ve Bittim Nerde olduğunu bilmeden yaşıyorum Yaşamak denirse buna ya! Yüreğim acıyor! Gittin Ve Bittim Her şiirde hayalin var şimdi Oysa hayaller şiir olacaktı ya! Yüreğim acıyor! Gittin Ve Bittim Gidişini hatırlıyorum durmadan Yüreğim Acıyor! Annem “Bu kız çok hüzünlü şeyler yaşamış gali-ba. Baksana” dedi. Bende “Evet anneciğim bakarsın onu bu hüzünlerinden kurtarırız ne der-sin” dedim. Annemde ben de acıkmıştık. He-mencecik etrafı toparlayıp, akşam sofrasını An-nemle birlikte hazırlamaya giriştik. O geçmiş zamanlarda bize yıllarca adeta mabet olan evimizde Annemle birlikte o artık geçmiş za-manlarda çok mutluyduk…

Page 47: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

46

KIZILCA KIYAMET/GÜNBATIMI VE ŞAFAK… Gazetenin çıktığını yoldaşlar haber verdiğinde içim içime sığmayacak gibi olmuştu. Nihayet başarmıştık. Hemencecik buluşma yerine gide-rek birkaç nüsha alarak çantama koymuştum. Evden çıkarken Şimal’e hazırladığım kitapçığı da yanıma almıştım. Vakit kaybetmeden her zamanki çay ocağının yolunu tuttum. Çay ocağına girerek her zamanki köşeye oturdum. Bir çay istedim ve çantamdan gazetelerden iki adet çıkarttım. Gazetenin birisini çay ocağına bırakmak istiyordum. Garsona bu gazeteyi bıra-kacağımı söyledim. O da tabiî ki bırakabilirsiniz diyerek gazeteyi aldı ve göz gezdirmeye başla-dı. Bende gazeteyi satır satır çayımla birlikte adeta yudumlayarak okumaya başlamıştım. Baya zaman geçmişti. Birden Şimalin tatlı sesiy-le “Merhaba Engin” sesiyle irkildim. Şimal’de gelmişti. Ona gazetelerden birisini verdim. Ve içinde Şimalin şiirlerinden oluşan kitapçığın ol-duğu itinayla paketlenmiş paketi de çantam-dan çıkartıp. “Doğum günün kutlu olsun Şi-mal” diyerek Şimal’e uzattım. Şimal o kadar se-vinmişti ki anlatamam. “Paketi evde açar-sın” dedim. “Gerçi sana layık değil ama sevine-ceğini umuyorum” dedim. “Oda olur mu çok mutlu oldum hatta bugün kendi doğum günüm

Page 48: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

47

bile olduğunu unutmuştum” dedi. Bana bugün eve erken gitmesi gerektiğini söyledi. Bende ta-biî ki diyerek onu durağa kadar yolcu etmek ve ona refakat etmek için çay ocağından birlikte ayrıldık. Onu tekrar doğum gününü kutladığımı belirterek otobüsüne bindirdim. Bana yarın izin günü olduğunu işim yoksa buluşup buluşmaya-cağımız sordu. Bende tabiî ki neden olmasın diyerek teklifini kabul ettim. Yarın için buluşmak üzere vedalaştık. O otobüsle birlikte evine doğ-ru hareket ettiğinde ben de diğer yoldaşlarla buluşmak üzere yola koyuldum. Ertesi gün Şimal’le çay ocağında buluştuk. He-mencecik birer çay içip çay ocağından ayrıldık. Bana kitapçığı okuduğunu ve çok mutlu oldu-ğunu anlattı yol boyunca. Bugün benimle birlik-te şehri dolaşmak istediğini söyledi. Yılardır bu şehirde yaşadığını ancak bu şehri evle iş arası otobüste gördüğü kadarıyla bildiğini söyledi. Ben şehirlerin bireyin var olduğu sürece şehir olduğuna inananlardanım. Birey eğer yaşadığı şehri tanımıyor, tanımak için araştırmıyor ve adım adım karış karış şehri dolaşmıyor ise o şe-hirde yaşamasının da bir anlamı olamayacağı-na inanırım. Ve hala onca dolaşmama ve ne-redeyse adım adım dolaşmama rağmen şehrin gizli saklı bir şeyleri olduğunu biliyorum. Đnsan gibi şehirlerde birbirine benzemeyen birer orga-nizmalar. Đnsan nasıl bir psiko-sosyal varlık ise şe-

Page 49: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

48

hirlerde adeta birer psiko-sosyal hayatların yan-sımalarıdır. Görebildiğim ve gözlemleyebildiğim kadarıyla bu içinde yaşadığım şehir, içinde çe-şitli sosyal eşitsizlik ve çelişkilerin iç içe geçip harmanlandığı bir yapıyı içinde barındırıyor. Şehrin bazı yerlerine ne üst sınıfların alt sınıfların yaşadığı mahallelere adım atmaya cesaret edemediği ne de alt sınıflardan insanların üst sınıftan insanların yaşadığı mahallelere çöp top-layıcılık haricinde adımını atmadığı. Karşılıklı ola-rak iki sınıfında birbirini küçümsemekten çok aşağılayarak baktığı bir sınıfsal çelişkiler ve ça-tışmalar yumağı olduğunu deneyimlerimle öğ-renmiştim. Çünkü ekmeğimi kazandığım işim dolayısıyla tüm şehri tanıma fırsatım olmuştu, tanıma fırsatım oluyordu. Şehrin yıllar içinde üç merkezi oluşmuştu. Kentin alt sınıfları adına yakı-şır biçimde doğu kısımda buluşur, alışveriş ve her türlü ihtiyacını oralardan karşılardı. Bu kısım gö-rece daha iç içe geçmiş, sıkışık, harap durum-daydı. Alt sınıfların en çok tercih ettiği dolmuş durakları da buradaydı. En sıkışık trafik de bura-daydı, genelevde. Ama buna karşılık şehrin en tarihi mekânları da buradaydı. Örneğin içindeki şadırvanıyla canım sıkıldıkça adeta bir mabet gibi ziyaret etiğim çay ocaklarından birisi de şehrin bu kısmındaki taş hanın içindeydi. Sonra zaman zaman iş stresini atmak için gittiğim Açıkhava meyhanesinin olduğu şehrin en büyük parkı da şehrin bu kısmındaydı. Şaşırtıcı şekilde

Page 50: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

49

iç içe sıkışmış elektronikçiler, malzemeciler, matbaacılar, tamirciler, toptancılar, vb. dük-kânları ile ticaretin merkezi de buralardı. Hijyenik olarak en olumsuz olarak ne varsa buradaydı. Şehrin yine adına yaraşır biçimde üst sınıflarının toplandığı yerler ise batı kısmında yer alıyordu. Batı bu ülkede hijyen ile yan yana anılırdı ve bu-ralarda her şey derli toplu düzenli ve lükstü. Bü-yük alışveriş merkezleriyle, büyük otelleriyle, bü-yük binalarıyla, elçilikleriyle, villalarıyla, diskotek-leriyle ve gündüz geçe fuhuş yapan erkek ve kadınlarıyla. Hijyenikti hijyenik olmasına karşın aynı zamanda alt sınıfların sıradan ve olağan yaşantı biçimine o kadar dışsaldı ki. Đlginç top-lumun en azınlık ama en kanserli kesimi bura-daydı ve tüm toplumu kanser ediyordu. Birde her iki toplumun da dışladığı bir orta alan vardı şehrin merkezinde her iki toplumdan da ayrış-mış, kendi toplularına kültürlerine yabancılaşmış unsurların buluştuğu bir mekân vardı ki burası adeta şehrin aurasıydı. Burada toplumun değiş-tirilmesi ve dönüştürülmesi için adeta toplum mühendisliğine soyunmuş insanlar yaşardı. Bu-rada her şey ne hijyendi ne de değil. Şaşılası biçimde burada her şey ve herkes samimiydi. Maskelerinden sıyrılmış olarak bu mekânlara ge-lirler ve giderlerdi. Atilla Đlhan’ın sisler altındaki bulvarlarından eser yoktu buralarda. Burada tüm şehri saran sis perdesi şaşılacak biçimde aralanır. Gerçekler görülür. Toplumun değiştirilip

Page 51: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

50

dönüştürülmesi için adeta iman tazelenir, amentüler içilir di. Daha sonra içinden gelinen alt ve üst sınıf kimliklerimizi yaşadığımız mahalle-lerimize giderdik. Ama çok azımız dönüşmüş ve yeniden biçimlenmiş olarak. Mahallelerimizde burçlara bayraklarımızı dikerdik. Üç renkli bay-rağımızın kızıl tonu daha fazla olanını… Şehri bu düşüncelerle gün batımını en güzel seyredeceğimiz şehrin ortasındaki havuzun iki kıyısını birbirine bağlayan köprünün ortasında tamamladık. Güneş ufukta tüm ihtişamıyla kızıl-ca kıyamet içinde yavaşça batarken bizde yeni bir ufka doğru adeta şafakta güneşin kızılca kıyameti içinde yavaşça doğan güneş gibi bir hisle derinlere ve güzel günlere inancımızı taze-liyorduk. Bu şehri dolaşma serüveninde her ma-halleden bulabildiğimiz birer adet çiçek kopar-tarak Şimal’e vermiştim. Şimal de kitapçığın içe-risine her sayfaya birer tane olacak şekilde yer-leştirmişti. Parktan ayrılırken kızılca saçlı ve peri yüzlü bir çiçekçi kızın sepetinden bir kırmızı ka-ranfil alarak saçına taktım ve bu biçimde dol-muş durağına kadar Şimal’e eşlik ettim. Bu şehri dolaşma sürecinde o kadar konuşmuştuk ki. Adeta konuşmaktan bitap düşmüştük. Veda-laşma vakti gelmişti. Đkimizde memnun olmuştuk bu günkü serüvene. Birbirimize doyasıya sarıla-rak onu dolmuşa bindirdim. O dolmuşa binip yolculuğuna başladığında bende yolculuğuma

Page 52: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

51

kaldığım yerden devam etmek üzere yola ko-yulmuştum bile…

* * *

Page 53: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

52

ĐKĐNCĐ ANLATI

Page 54: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

53

Yine bir Perşembe günü, gelişi Çarşam-ba’dan belli olan... Haftanın her Perşembe günü -bazen periyotları aksasa da- yine o merdivenleri taze pasta koku-lu, merdivenlerden aşağıya doğru üç kat bod-rum kata doğru inilen tavanı basık ama her şe-ye rağmen her ikisinin de sevdiği o alçak tavan-lı, hasır tabure ve sehpalar duvarları boydan boya sedirlerle döşenmiş olan, duvarlarında eski kilimler, Yılmaz Güney, Nazım Hikmet ve Ahmet Arife ait poster/şiirler olan sevimli ve sıcak bir çay ocağında kadın yoldaşla buluştu. Bu sefer kadın yoldaş ondan erken gelmişti. Ve yine o sevdiği -sormamıştı ama kadın yoldaşının da sevdiğini tahmin ettiği- o köşede oturdular. Çay içtiler. Müzik kutusunda yine bildik ezgiler çalı-yordu. Buranın kendileri gibi müdavimlerinin o andaki ruh hallerine uygun olarak seçtikleri ezgi-lerin sesi altında bildik sohbetlerinden birisinin derinliğine daldılar. En son iki hafta önce gö-rüşmüşlerdi. Bu süreç içerisinde kadın yoldaş

Page 55: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

54

mevsime uygun bir hastalığa yakalanmıştı. Ve hastalığı hâlâ atlatamadığı görülüyordu. Yine üstlerinde melankolik bir hava vardı. Birbirlerini aylardır tanıyorlardı. O bu kadın yoldaşına diğer insanlardan biraz daha fazla değer veriyordu. Karşılıklı olarak oldukça fazla şey paylaşmışlardı. Aslında kadın yoldaşı kendisiyle birçok şeyini paylaşmıştı. Kendisinin ise kadın yoldaşıyla ken-disine ait paylaştığı şeyler çok az olmuştu, hatta o kadar bencildi ki tüm bu süreç içerisinde ka-dın yoldaşını defalarca üzmüştü. Çünkü o yaşa-dığı yıllar içerisinde, kendisine dahi yabancı ol-mayı başarabilen ve bu dolayımla insanları pek tanımayan deyim yerindeyse yabaninin birisi olmuştu. Patavatsızlığı bundandı. Buna ise ken-dince bir gerekçe bulmuştu, “Kendinde dü-rüst” olmak. Bu ise yaşanılan olgunun sadece bir kısmıydı. Gerisi karanlıklarda saklıydı. Ama her şeye rağmen karşılıklı olarak dostlukları, yol-daşlıkları sürüyordu. Gerçekten dostlukları ve yoldaşlıkları sürüyor muydu? Buna kendisi de inanamıyordu ama uzun süreden beri bir insan-la bu dereceye varan “Samimi” bir tarz ilişki kurmamıştı. Tıpkı o da kadın yoldaşı gibi insanla-ra güvenini yitirmişti. Hayır, hayır o asla insanlara karşı güvenini yitirmez, güvenini yitirdiğini sanırdı. Ama kadın yoldaşı genç yaşına karşın insanlara karşı tamamen güvenini yitirmişti. Đnsanlar onu sakatlamıştı. Hem neyine güvenecekti ki insan-ların. Hatta kendisi de başlangıçta bu ilişkiden

Page 56: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

55

pratik bir fayda ummamış mıydı? Bunu kendisi-ne itiraf etmesi ve kadın yoldaşa söylemesi hem o kadar acemice, beceriksizce ve aniden ol-muştu ki. Buna kendisi de şaşırmıştı. — Doğru tespit etmişsin, tamda okuyucuya ak-tardığın biçimde davranışlar sergiledim. John Steinbeck’in Fareler ve Đnsanlar kitabındaki Lennie gibi, sevmek isterken öldürmek gibi bir sonuçla karşılaştım. Ama onu öldürmek iste-memiştim. O öldü... Onu öldürdüm. Kime yakın-laşsam sonuçta onu öldürüyorum, ama kahret-sin ben hiç kimseyi öldürmek istemiyorum ki. O günden bu yana bu bencilliğini tamire uğra-şıyordu. Her seferinde biraz daha bozarak da olsun. Kadın yoldaşı ona karşı o kadar içtendi ki. Bu içtenliği tanımlamakta zorlanıyordu. Birde kadın yoldaşını kaybetmekten korkuyordu. Hak-sız da sayılmazdı. Bu günkü buluşmada en son aptallığının -kendisinin kendine ve yoldaşına karşı “Kendinde dürüstlük” olarak algıladığı- ka-dın yoldaşın kafasında yarattığı sorulara maruz kalmıştı. Ama o bu saçmalığının diyetini görüş-medikleri bu iki hafta içerisinde, her an kendi benliğini biraz daha kanatırcasına kadın yoldaşı adına kendi kendisinden öç almayı denemişti. — Evet, kendime karşı o kadar acımasız davra-nıyordum ki. Kendime yaptığım işkencelerden o

Page 57: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

56

kadar yorgun düşmüştüm ki. Kaybolmuştum. Kendimi bulamıyordum. Bir kuyuya kendi ipimle inmeye kalkışmıştım ve bu kendime güvenimin sonucunda dipsiz kuyuda kala kalmıştım. Kendi kendimden yardım istemiştim ve kendi kendime yardım eli uzatamamıştım... Şimdide kadın yoldaşı deniyordu ve dedim ya, o kadın yoldaşını yitirmekten korkuyordu. Haya-ta karşı bir başınaydı. Bir başına olmaktan bu-günlerdeki kadar korktuğunu hatırlamıyordu. Topu topu çevresinde bir tek bu yoldaş dediği kadın arkadaş kalmıştı. Onu da kaybetmek is-temiyordu. Kaybederse yaşayamazdı. Yok, yok yaşardı da umudu bir başka yol yürüyüşü için kırılırdı. Yok, canım abartıyorum, ona hiçbir şey olmaz, tıpkı yıllardır yaptığı gibi tekrar yeni dost-luklar kazanmayı dener. Yok, yok bu yaştan son-ra yeni dostlukları tekrar denemek için kendinde güç bulamaz. Güç bulamaz mı dedim. Çok kö-tümser oldum, kendime çekidüzen vermeliyim. Nerde kaldı o iyimserliğim. Hatırladığım kadarıy-la sizinle de paylaşmak istediğim ve söyleme-sem çatlayacağımdan korktuğum bir şey var, o bu sürece adım atarken o kadar çok sancı çekmişti ki. Buna tüm inançlarım üzerine yemin ederim...

Page 58: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

57

Mutsuzluk ve kalp ağrısı... Tanıştıracağım bu kişi Engin işte, o bir Komü-nist’tir. — Merhaba bu satırları okuyan kişi ben Engin nasılsın. Beni anlatmak istemek gibi zor ve sancılı bir uğraşıya soyunan bu kızcağıza pek de yar-dımcı olduğum söylenemez. Bana beni hem bana hem de sana, sen okuyucuya anlatmak ve bu sayede bana bir kış günü armağanı ver-mek istediğini söyledi. Onu bunu yapmaması için tehdit bile ettim, ama o bunda kararlıydı. Peki dedim beni bana ve okuyucuya anlat. Evet, onu size biraz tanıtayım. —Tanıtmamı is-temeseniz gerçekten de size kırılmam ama eminim ki onu sizde tanıyınca benimseyeceksi-niz ama Sever misiniz? Sevmez misiniz? Bile-mem- Bir defasında Engin’e sormuştum, erken çocukluğuna dair ne hatırlıyorsun diye, ama o pek bir şey hatırlamıyordu. Sanırım erken çocuk-

Page 59: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

58

luğunu pek yaşamamıştı. Hatta erken çocukluk yıllarından hâlâ görüştüğü tek bir arkadaşına dahi çevresinde rastlamadım. Çocukluğunun ilk yedi yılının üç senesini A şehrinde, dört yılını ise babasının çalışmak için gittiği A ülkesinde L ka-sabasında geçirmişti. Sonra tekrar annesiyle bir-likte A şehrine dönmüşler, tüm bu zaman içinde bir çocuk olarak sıkıntılı bir uyum süreci yaşamak zorunda kalmış ve bu duruma maruz kalan her insan gibi, sonunda çevresiyle uyumsuz bir kişi olup çıkmıştı. Üstüne üstlük bin türlü çaba ve özveriyle kazandığı arkadaşlıklarını ve en önem-lisi konuşma dilini, lehçesini yitirmekle geçen bu dönem gerçekten de korkunç olmalı. Ben böyle bir şey yaşamadım ama onun gözlerinde bunu sık sık yakaladım. Ne yapsın o da kendi kendisini yitiremeyeceğine karar vererek, kendine dönük bir yaşam kurmuştu. Bu dünyada kendisi, eylem-leri ve hayalleri vardı. Bir defasında bana an-latmayı denedi ama hemen sustu. Korktu sanı-rım. Bu durumda doğal olarak hayata dair he-men hemen her şeyi kendi kendisine öğrenmişti. Bu ise eminim ki, kafasını çarpa kıra böyle oldu. Onu annesi büyüttü. Babası yılın otuz/kırk günü A ülkesinde izinli olarak A şehrine geldiğinde gördüğü, “Cebinde sıcaktan erimiş çikolata” tadında bir yabancıydı. — Evet, o çikolataları çok severdim. Hemen açar ve bir hamlede yerdim. O yıllarda amca-

Page 60: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

59

mın bakkalında satılan çikolataların yanında bu hem çok farklı, hem de o günkü koşullarda bir lükstü. Yaşamının dört yılını geçirdiği A ülkesinde çok mutlu olduğunu anımsardı. Arada sırada anne-sinin, kardeşinin, A ülkesindeki L kasabasında evlerinde oturdukları ninesinin ve kendisinin o gülümseyen renkli fotoğrafı ile bazen de annesi ve kendisine ait pasaporttaki suretine bakar ve kendisi gibi E n g i n olan düşüncelere dalarmış. Hayır, hayır hayıflanmazmış. Çünkü bunu sor-dum. ”Hiç hayıflanıyor musun” dedim. O ise o her zamanki muzip gülümsemesiyle; “Yoook” dedi. Bu yanıtı verirken gözlerinde ıstırap izleri vardı ama gözlerinde yakaladığım bu ızdırabın ne-denini bildiğimi ona söylemedim, söyleyeme-dim, bunu kendime sakladım… A ülkesinde iken bir bisikleti varmış. Asfalt yollarda hepsi kendi dili ve ülkesine yabancı olan arkadaşlarıyla kaydığı tekerlekli pateni varmış. Festivallerin birisinde aldıkları tarrrrr tarrrrr eden makineli tabancası varmış. Uzun süre -Türkiye’ye gelmeden bir süre önce o çitin altına, ziyaretten döndükten sonra oynamak için sakladığı (o bu gidişi hemen ertesi gün dönülecek bir ziyaret olarak biliyormuş)- o makineli tabancasının hayali hafızasından silin-memiş. Sık sık bu hayalle süslü rüya/kâbuslar gö-

Page 61: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

60

rürmüş. Birde A ülkesinde sıklıkla yediği sürpriz yumurtaları özlermiş. Kurmalı tosbağa otomobi-lini de. — Ama ağlıyorsun sen. — Yok, canım sana öyle geliyor, ben hiç ağla-mam ki. — Peki, peki öyle olsun. A şehrinde yaşadıkları semt bir gecekondu ma-hallesiydi. Yolları çamurla kaplıydı. Yağmurdan deforme olmuş sokaklar. Bugün yollar asfaltlan-dı. Ama o yıllarda bir köyü andırıyordu. O cicili bicili bir çocuktu. Henüz küfür etmeyi bilmiyor-du. Kavga etmeyi de. Hatta sık sık ona sorulan A ülkesinin dilinde bir şeyler söyler misin? Sorula-rından da bıkmıştı. A şehrine geldikleri ilk gün-lerde Selim’i sordu. Ama Selim ölmüştü. “Ölmüş mü?” “Ölüm ne demek” bilmiyordu. — Anne Ölüm ne demek bana ölümü anlatır mısın? Diye sordum. Ancak ne annem ne de bir başkası bana bunu tarif edemiyordu… Hayvan-ları çok seviyordum, özellikle de Kedileri. Çocuk-ken kardeşimle birlikte bir kedi yavrusunu ‘evlat-lık’ edinmiştik, bir kulağı hafifçe kırık bir kediydi, aslında sıradan bir sokak kedisiydi. Kedimize bir ad bile koymamıştık, oda bizim gibi yersiz, yurt-

Page 62: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

61

suz, kimliksizdi galiba o sebeple isim takmamış-tık, kedimizle birlikte yatıyorduk. Ama bir gün kedileri eve dönmedi, günlerce onu ortanca kardeşiyle birlikte köşe bucak ara-dı. Yoksa o da mı ölmüştü. O günden sonra herhangi bir hayvanı evlat edinmedi. Ölüm ona uzak kalmalıydı. Böyle düşünüyordu. Bu nedenle bu güne kadar hiçbir cenazeye katılmadı. Katı-lamadı. Yıllar sonra bir kez komşularının çocuğu tiner konulmuş bir odada çocukluk/ ilk gençlik heyecanıyla sigara içmek isterken yaktığı kibrit-ten parlayan alevlerle yanarak öldüğünde onun cenazesinin eve getirilişi sırasında ailesinin çocuklarının acısıyla sarsıldıklarını görmüştü. O bu ailenin bu çocuklarını pek sevmediklerini (özellikle de çocuğun annesinin) düşünürdü. —O günden sonra en çok sevdiği bisikletine bir daha binmedi- Ölümle sırf bu kadarcık yakın-laşmıştı. Birde yurtdışındayken Ester ninesini has-tanede ziyarete gitmişlerdi. Onu gerçek ninesi bellemişti ki Ester nine de ona bir torun şefkatiyle davranıyordu. Yıllar sonra onun ziyaretinden ya-rım saat sonra yaşlı kadının hayata veda ettiğini söylemişti annesi… Bana babasının A şehrine izinli olarak geldiği sırada, ondan ciddi anlam-da ilk defa bir şey istediğini söyledi, “Bana bir bisiklet alır mısın?” Babası da ona elden düş-me “Pinokyo” marka bir bisiklet almış.

Page 63: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

62

— Mavi renkli bir bisikletti. O gün o kadar mutlu olmuştum ki anlatamam. Bisikleti bugün trafikte göremeyeceğimiz, benzin kokulu, damalı eski bir taksi dolmuşun bagajın-da eve getirdiklerini anlattı. Eve gelir gelmez bisikletin sırtına atladığını, mahallenin tozlu yolla-rında dolaşmaya başladığını, sonra kendisini izleyen çocuklara acıyarak bisikletini onlarla paylaşmaya başladığını, bu sırada çikolata ko-kulu yabancının yani babasının onu gördüğünü, yanına çağırıp bir güzel haşladığını, ilginç hâlâ hatırlıyordu hiç ağlamamıştı. Sadece bu azar-lamaya o an için bir anlam verememişti. O günden sonra aşırı şekilde mutlu olmayacak, hislerini kontrol etmeye çalışacaktı. Çünkü her mutluluğunun sonunda acı çekiyordu. Bu olay-dan sonra o “Çikolata kokulu yabancı yani ba-bam” dediği yani babası ona ilelebet yabancı olarak kalacak, ondan bir daha hiçbir şey iste-meyecekti ve o günden sonra bana babasına; çok istemesine rağmen; “Baba / babacı-ğım” diye hitap edemediğini söyledi. “Babam o günden sonra benim için tüm diğer insanlar gibi yabancı kaldı” dedi. Bunu söylediğinde gözlerini benden sakındı. Biliyordum ki için için ağlıyordu. Ama annesi onun hayatta biriciğiydi. — O okuma yazma bilmeyen, sırtında çimento, kum, briket, kuyudan su taşıyan, harç karan o

Page 64: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

63

minnacık nasırlı elleriyle inşa ettikleri gecekon-dunun üçüncü defa yıkılmak istenmesine isyan edip, harç kardığı küreği kaparak belediye yı-kımcılarını kovalayan o kadın anne sevilmez mi hiç. Onu tanıyorum. Ama o şimdi hasta, o her şeyi sıfırdan yaratan mübarek elleri yakalandığı bir kas hastalığı “Myasteni” nedeniyle ara sıra tut-muyor. Ama yinede her türlü işi yapmaktan geri durmuyor. Tıpkı Engin’in annesinin kendi annesi Engin’in diğer bir değer verdiği insan annean-nesi gibi. Onu da tanıma fırsatına erişmiştim. Annesini ve anneannesini düşündüğünde hep göz pınarları yaşarır. Burnunu çeker. Tıpkı şu an olduğu gibi. Dur be koca çocuk beni de ağla-tacaksın… Ha bir de son aylarda yoldaş dediği kadının “Yaşam ve ruh sıkıntılarına çözüm bu-lamamak” onun göz pınarlarının yaşarmasına neden oluyor. Bunu biliyorum, çünkü birkaç de-fa rastladım. ”Yine ne oldu Engin” diye sordu-ğumda.”Hiç gözüme bir şey kaçtı da önemli değil” diyerek geçiştirmeye çalışıyor. Ama o ya-lan söylemeyi hiç beceremez ki... Babasına inat bisikletini, bilyelerini, bildiklerini, çok sevdiği leblebi tozunu, gofretlerini, Đlham marka gazozunu, (Belki sen okuyucu anlaya-mazsın ama bunlar bir çocuğun küçük evrenin-de en değerli şeylerdir) yaşamının sonraki yılla-

Page 65: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

64

rında ise hayatını, ömründe o ana kadar hiç karşılaşmadığı ve bir daha da karşılaşma fırsatı olmayacağı insanlarla paylaşmaya başladı. Yok, canım bu paylaşma değil bir hibeydi. Ve bu canını bile acıtmayacak, normal zamanlar-da üstünde bile durulmayacak olan bu azarla-mayla kim bilir “Komünist” oldu. Onu tanıyan çoğu insanın imalı bir şekilde dediği gibi “Kitap kurdu” oldu. Çok küçük yaşlarda yaşıtlarının dü-şünmediği şeyler hakkında kafa yormaya baş-ladı. “Düşünmeyi, düşmeden düşünme-yi” öğrendi. Kendince iyi bir şeyi kazandı. Bu kendisiydi. Kendisine karşı yabancılaşmayı aş-mayı bilmeye adım attı. Đnsanlığı düşündü. Ve aynı zamanda küçücük böcekleri de. Kendi ekonomik ve sosyal durumları iyiydi. “Ama ya diğer insanlar.”Onlara harçlıklarından, hayatın-dan bir şeyler vererek nereye kadar yol alabilirdi ki. “Đnsanların sonsuza kadar tıpkı o şarkıdaki gibi (*) hayatının bayram olması için, mutluluk için-de, yokluk/yoksulluk/yoksunluk nedir bilmeden yaşaması için” neler yapılması gerektiğinin yol-larını düşündü. O yaşıtları gibi değildi. Gittikçede yaşıtlarından uzaklaşıyordu. Ve bunları paylaşa-cağı yek diğer bir insan yoktu çevresinde. Ama kitaplarında vardı ve yine o dost kitaplarından düşünmenin tek başına yetmediğinin, bununla beraber eyleme geçmek gerektiğinin sesini işitti. Bu sese kulak verip tıpkı Lewis Carroll’un hikâye-lerindeki Âlice gibi harikalar diyarına daldı. Evet,

Page 66: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

65

hayat şimdi ummadığı derecede harikalarla doluydu. Her caddede, sokakta, bulvarda, pa-tikada, dehlizde, lâbirentte yeni yeni harikalarla karşılaşıyordu. Ve o günlerde diline okuduğu kitaplardan bir tümce takıldı. “Hey sen sıradaki insan, ne duruyorsun be çık artık sıradan.” Ve o bu kendisini içine almayan sıradan çıkmak için birçoklarının cesaret edemediği ufak bir adım attı. Đşte o artık bu adımla artık sıradanların sıra-sında değildi. Sıranın dışındakilerle birlikte kendi-ne ve topluma karşı soruları/sorumlulukları olan yek benzerleriyle bir aradaydı... Ben de bu ela gözlü adı gibi Engin olan ve lise son sınıftan beri numaralı gözlüklerinin ardından bakan bir çift miyop ela gözlü bu ço-cuk/delikanlıyı işte o günlerde tanıdım. Ailesin-den değilse de o anlık çevresinden uzaklaşmak için üniversite sınavını kazanmalıydı. Ama buna rağmen sınav gününe kadar bir tek test sorusu dahi çözmedi. Derslerine karşı ilgisizdi. Bir meslek tercihi bile yoktu. Ama zekiydi. En azından orta-lamanın üstündeydi. Sonuçta sınavda başarılı oldu. Puanı iyiydi ancak tercih listesini doldurur-ken öğretmenlerinin tüm yönlendirmeleri ve ıs-rarlarına karşın o kendine özgü ilkel inatçılığı ile kafasına göre bir tercih listesi hazırlamıştı. Sonuç-ta listedeki okullardan birisini kazanmıştı ya önemli olan da buydu. Ve vakit kaybetmeden okula kaydını yaptırdı. Đşte en azından bir süre ailesinden değilse bile çevresinden uzaklaşabi-

Page 67: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

66

lirdi. “Okulu ve bir başka okulda okumayı ve bunun için kendisini zorlamayı” hiç düşünmedi. Đlk defa “Kaderin kederli kollarına” kendisini sü-rüklemesi için “Kaderin akıntısı-na” bıraktı. “Sürükleneyim bakayım nereye ka-dar gideceğim” dedi. — Evet, öyle dedim ve kendimi bir kuş kadar özgür hissettim. Ama ben özgürlüğün sarhoşlu-ğuna kapılacak kadar kırılgan ve insanların iğ-rençliklerine karşı aşısızdım. Kısa süre sonra has-talandım ve hâlâ kurtulmuş değilim. Evet, Engin’i tanımam işte bu günlerde oldu. Yıllarca etkisi altında kalacağı kısa süren bir aş-kın tohumları okul günlerinde atılmıştı. Uzunca süre bu sevgiliyi unutmadı. Unutamadı. Fakat bir gün bir bıçak gibi kesip atma lüzumu hissetmiş. Bana anlattığına göre bu olay, bugün artık kul-lanılmayan şehirlerarası otobüs terminalinde gelişmiş. Đlişkilerine son bir şans ve yön arıyormuş. Kadın ona“Askere gitmesi” ve bundan sonra bu ilişkiyi, “Sonu hayat ortaklığına varan bir ilişki-ye” taşıyabileceklerini söylüyormuş. Engin, “Peki öyleyse bir yazı tura atalım, kim kazanırsa onun isteği olsun” demiş. Ve yazı tura atmışlar, ne ya-zık ki Engin kazanmış, ama kadın hâlâ ısrar edi-yormuş. Kadını otobüse kadar uğurlamış ve otobüs hareket ederken, o da bir gölge gibi kaybolmuş.

Page 68: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

67

— Bugün düşündüğümde ben aslında o gün bu ilişkide kendime yabancılaştığımı fark etmiştim… Yakındaki parka gittim ve ona ait tek şeyi, onun fotoğrafını yırttım ve havuzun suyuna fırlattım, artık o benim için sonsuza dek yabancı olarak kalacaktı... O güne kadar sevdiğim ve değer verdiğim insanların hatıralarının bir göstergesi olarak idrak ettiğim fotoğraflar benim için de-ğerini kaybetmişti. Hatırlıyorum da Annemle ara sıra eski fotoğraf albümüne bakardık. Siyah / beyaz / renkli / canlı / soluk yüzlerce fotoğraf arasında Annem ve benim için değerli hatırala-rın hapsolduğu anları temsil ediyordu. Bir fotoğ-rafta Annem ve kucağında ben vardım Annem o kadar gençti ki, başını eşarbıyla çenesinin al-tında olacak şekilde bağlamış gencecik bir ka-dındı bu fotoğrafta gencecik bir anne, bense minicik bir dev oğluydum annemin kucağında. Bir diğer fotoğrafta bu sefer babamın kucağın-daydım. Babam sandalyede oturmuş bense kucağındaydım, elimde ise yarısı yenmiş bir simit tutuyordum. Babamın ayakkabıları ne kadarda eski idi öyle. Ama genç bir erkek, mağrur ve ben babamın minicik dev oğluydum kucağın-da. Bir diğer fotoğrafta ise Annem, Babam ve ben vardım. Ben annemin kucağındaydım Ba-bam ise Anneme sıkı sıkıya sarılmış gözlerinde gurur okunuyordu ikisinin de işte diyorlardı sanki işte bu minik dev oğlan bizim oğlumuz diyorlar-

Page 69: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

68

dı, demek istiyorlardı bu fotoğrafa bakan herke-se. Başka bir fotoğrafta tek başınaydım artık büyümüş kocaman olmuştum. Annemin pasa-portunun yanındaki sütunda duruyordum. Mu-zip bir gülümseme dudağıma yapışmış halde. Annemde yan sütunda bana tebessümle bakı-yor işte diyor benim oğlum artık büyüdü koca-man oldu diyor. Sonra başka bir fotoğraf gözü-me ilişiyor. Bir evin bahçesinin çitinin önündeyiz. Annem eşarbını atmış, saçlarını fönle kıvır kıvır yaptırmış, üstünde krem rengi bir döpiyes, çokta güzel yakışmış ona, yanında ben varım yine yi-ne o muzip gülümseme dudağıma yapışmış. Yanımdaysa Ester ninem, Annemin kucağında ortanca kardeşim sarı tulumlarının içinde işte Annem ve Babamın ikinci gururları ikinci minik dev oğulları. Güneşli bir gün olduğu belli, belli ki yaz gelmiş. Her yer yemyeşil. Bir diğer fotoğraf bu sefer ortanca kardeşimle yan yanayız. Benim saçım yeni tıraş olmuş belli ki okula başlamışım. Kardeşimin ise saçları o kadar çok ki ikimizde fotoğraf makinesinin kadrajına bakıyoruz ve gu-rurluyuz. Karşıdan babamız ve annemiz bakıyor bize bizlerle gurur duyuyorlar. Bakın diyorlar ba-kın bizim dev oğullarımız büyümüş kocaman olmuşlar. Yine başka bir sahne bu sefer oyuncak trendeyiz. Lunaparkta üçümüzde ardı ardına binmişiz vagona en önde en küçüğümüz arka-sında ikincimiz sonrada ben üçümüzde o kadar mutluyuz ki ve bende yine o muzip gülümseme.

Page 70: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

69

Annem ve babam bize bakıyorlar ve elbette bizle yine gurur duyuyorlar. Başka bir fotoğraf polaroid makinemizle çekilmiş. Ailecek yıllarca yaşadığımız gecekondu evimizin tahtalı oda dediğimiz evimizin iki odasından birindeyiz. Ba-bam, Annem, Ortanca ve Küçük kardeşim ve yine o muzip gülümsemesiyle ben. Biz bir aileyiz diyoruz. Hep birlikte ve mutlulukla. Sonra hatıra-larım birer birer soluklaşıp kararıyor. Albümdeki fotoğraflarda anlamını yitiriyor… Bugün elimde kendime ve geçmişime ait hiçbir fotoğraf yok. Đnanın ki yok… O. Ne yazık ki o günden beri hâlâ bir sarmalın içinde burkulmaya devam ediyor. Bu sarmalın içinden kurtulmak ne kadar da zormuş. Ah ne ahmaklık, ne zavallılık. Mutluluk ona ne diye bu kadar uzak ve ona karşı bu kadar acımasız. So-run onda mı? Yoksa seçimini yaptığı insanlarda mı? Bir bilebilse. Yaklaşımlarıyla, tavırlarıyla, dü-şünceleriyle ne... Kahretsin ki ne yapacağını bi-lemiyor. Beyni bu anlarda yerinden fırlayacak-mış gibi oluyor. Mutsuzluk ve kalp ağrısı... Ona yardımcı olamamaktan kederliyim. Tıpkı onun da şu kadın yoldaşına karşı eli kolu bağlı kalmaktan duyduğu keder gibi...

***

Page 71: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

70

Page 72: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

71

ÜÇÜNCÜ ANLATI

Page 73: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

72

PERĐ YÜZLÜ Kızıl saçlı kız… —Bugün karnemi almak için okula gittim. Kar-nemi aldıktan sonra arkadaşlarla şehrin en eski parkına gittik. Parkta biraz oyalandıktan sonra arkadaşlarla daha sonra buluşmak üzere veda-laştım. Parkta kendi başıma dolaşırken havuzun kenarında oturmuş bir adam dikkatimi çekti. Havuzun sularına dalgın dalgın bakıyordu. Sanki bu dünyadan uzaklaşmış gibi bir görüntüsü var-dı. Elindeki bir kâğıda bakıyordu. Daha dikkatli-ce baktığımda bunun bir fotoğraf olduğunu fark ettim. Daha sonra fotoğrafı yırttığını ve ha-vuzun sularına savurduğunu gördüm. Merakımı giderememiş ve yanına kadar yaklaşmıştım. Be-nim varlığımı algılamıyordu bile. Yanına sessizce oturdum. Onun gibi bende havuzun sularına tamda onun baktığı yere bakmaya başladım. Acaba ne hissediyordu. Karşıda tam onun göz-lerinin odaklandığı yerde fıskiyeler vardı ve fıski-yelerden yükselen sular tam yukarıda adeta bir şemsiye oluşturuyorlar ve bu bir anlık görevini tamamlayan damlalar yere doğru yani çıkmış oldukları sulara doğru hızla düşerek yeni bir se-rüven için sıralarını bekliyorlardı. Güneşin bu dansa katıldığını ve mikro gökkuşakları yarattı-ğına da tanık olunuyordu. Ama tüm bunlar be-nim gözlerimle gördüğüm gözlemlerimdi. Peki,

Page 74: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

73

ama bu adam ne görüyordu. Kendimi daha fazla tutamayarak ona; “Merhaba” dedim. Ama o duyumsamıyordu galiba tekrar bu sefer omzuna dokunarak;“ Merhaba Adım Peri sizi rahatsız etmek istemem ama konuşabilir mi-yiz” dedim. Ve bu medeni cesaretime kendim bile şaşırdım ve itiraf etmeliyim utandım da. Oda bana benim yüzüme bakmadan; “Sana da merhaba, Rahatsız etmiyorsun” ve bir za-man sonra“ Benim adım da Engin… Engin Işık” dedi. Ve birden derin hislerle daldığı su damlacıkların dansından gözlerini ayırarak ba-na baktı. Öyle derin bakıyordu ki gözlerimin içi-ne bakışlarımı kaçırmak zorunda kaldım…

*** —Evet, terminalden kaçarcasına geldiğim bu parkta tekrar nefes alabildiğimin farkına vardım. Parktaki bu havuzu ve fıskiyeleri çok seviyordum ve gelip havuzun başına oturdum. Hayat gibi geliyordu bana suların dansı. Dalga dalga gelip kıyıya çarpıyorlardı. O kadar çok zaman bekli-yorlardı ki bu anı ve bir anda yok oluyorlardı iş-te. Beklide buna değerdi kim bilir. Bir başka se-fer için kim bilir daha ne kadar zaman geçe-cekti… Đnsanı dinlendiriyordu bu serüveni izle-mek. Sizde hak verirsiniz ki sadece bu bizim du-yumsamamız olabilir. Ama ya dalga, ya dal-gayla birlikte hareket eden su, ya suyu oluşturan

Page 75: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

74

o birçok damlalardan şu veya bu o bir tek damla… Sonra fıskiyeler çalıştırıldığında bu se-ferde göğe/ yukarıya/ yükseğe doğru harekete geçiyordu damlalar. Görevlerini tamamlamak için yine sıra beklemek zorundaydılar. Sanki bir askeri düzen ve disiplin altındaydılar. Ama ben hayatım boyunca ne anlamsız düzenleri nede anlamsız disiplinleri sevmişimdir… Sonra su ile birlikte damlalar yükselmeye başlıyor, yükseliyor, yükseliyor ve nihayetinde en tepede zirvedeler işte ama zirvede olmak bir an sürüyor damla için sonra tekrar gerisin geriye sulara dostlarının yanına dönüyor ve tekrar o zirveye çıkmanın hayalini sürüyor, deviniyor. Kendi hayatımı bu su damlasına benzetmeye çalışırken ve hayatımı film şeridi gibi tekrar canlandırmaya çalışırken tatlı bir kız sesinin bana ‘Merhaba’ dediğini du-yumsadım ki ben o anda o kadar uzaklarday-dım ki ah bir bilse. Tepki vermezsem hemen çe-kip gideceğini sanıyordum. Ama bir süre sonra aynı tatlı sesin bu sefer omzuma dokuna-rak ‘Merhaba, Adım Peri sizi rahatsız etmek is-temem ama konuşabilir miyiz’ demesiyle bu tatlı sesli kızın hiçte kolay kolay pes edecek birine benzemediğinin ayırtına vardım. Tıpkı benim gibi miydi ne. Sonra derin hayallerimden uzakla-şıp yüzüne bakmadan ‘Sana da Merha-ba’ dedim ‘Rahatsız etmiyorsun’ ve bir zaman sonra ‘Benim adım da Engin… Engin Işık’ dedim ve birden derin hislerle daldığım su damlacıkla-

Page 76: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

75

rının dansından gözlerimi ayırarak ona, doğru-dan onun gözlerinin içine baktım. Öyle derin bakıyordum ki gözlerinin içine istenç dışı olarak bakışlarını kaçırmak zorunda kaldı… O kadar tatlı bir yüzü vardı ki. Çillerle kaplı bir yüz. Saçları ise kıvır kıvır ve doğuştan kızıldı. Bir süre ona hay-ranlıkla baktığımı hatırlıyorum bu zaman içinde nedense ona kanımın ısındığını fark ettim. Elinde bir kitap tutuyordu. Dikkatlice baktığımda N.G.Çernişevski’nin Nasıl Yapmalı adlı kitabı ol-duğunu gördüm. ‘Đlginç; bu kitabı elinde taşımı-yorsundur umarım’ dedim. O da kızgın bir ses tonuyla; ‘Hayır, ne münasebet’ dedi ve kitabın okuduğu kadarlık bölümünü bana anlatmaya başladı. “Çernişevski bu eseri petropavlovski isimli çarlık zindanlarındayken 4 ay gibi bir sürede, sosyalist kuruluş sürecini tanımlamak için kaleme almış. Kimi pratik uygulamaların kitaptaki olaylar üze-rinden açıklanmasının yanı sıra, o günden bu-güne tartışması hala süren insanın doğası gereği eşitliği kaldıramayacağı konusu üzerinde dur-muş ve başarılı bir şekilde bir öykü kurgusu içeri-sinde açıklamış. Bu eserinde, ‘yeni insan’ın yara-tılması üzerine bir takım tezler geliştirmiş. Bu eser özelinde, Rus köylüsünün (ki evrensel anlamda tüm köylülerin) çıkarcılığı ve bencilliği, Rus insa-nının kirlenmişliği ve Rus toprak sahiplerinin bun-ları kendine fayda çıkarmak için kullanması vb. en ince ayrıntısına kadar verilmiş. Özetle Nasıl

Page 77: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

76

Yapmalı da bu insanları konu ediniyor Çernişevski. Bu öykülerde, gerek Vera Pavlovna’nın yaşam öyküsüyle, gerek Vera Pavlovna’nın ailesinin dünyaya çıkarcı bakış açısıyla, bu kirlenmişlikten kurtulmanın aslında ne kadar kolay ve gerekli olduğunun altını çiz-miş. Bu eser, zamanında Rusya’da Narodnik ha-reketinin temel taşını oluşturmakla beraber, V.Đ.Lenin’e de ilham kaynağı olmuştur. V.Đ.Lenin, sonradan tilmizlerinin adlandırdığı biçimiyle ‘Le-ninist’ örgüt teorisini geliştirip açıkladığı Ne Yapmalı’yı yazarken de bu eserden oldukça etkilendiği anlaşılıyor. Kısacası bu eser çağını aşıp evrenselleşmiştir.” Doğrusu beni oldukça çok şaşırtmıştı bu kız. “Yaşına göre oldukça iyi bir çözümleme ya-pıyorsun doğrusu beni şaşırttın” dedim. Bunu onu kırmadan ve küçümsemeden nasıl söyle-yebileceğim kaygısını taşıyarak söylemiştim. O da gururlu bir ses tonuyla. “Teşekkürler Engin” dedi. “Bunu ilk dile getiren sen değilsin” Sonra ben ona bir iki ilave yapmak gerektiğin-den bahsettim.

Page 78: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

77

“Örneğin kitap, defalarca çarlık sansürüne uğ-ramıştır ki bu da kitabı şifreli bir havaya sokmuş-tur. Kitap boyunca görünen bir aşk hikâyesin-den bağımsız olarak ana konuya bağlı ikinci derecede olay ardında yeni insanı tarif etmeye çalışıyor. Kitaptaki biraz da zorunlu olan gizem, sonlara kadar devam eder. Üç başkahramanın yanında kitaba on-on beş sayfa konuk olan bir Rahmetov vardır ki darma duman olmuş kahramanlara ve okuyucuya ışık olur gider. Dö-neminRusya’sının üniversitelerinde, özellik-le Narodnik hareket içinde büyük ilgi görmüş ve Nasıl Yapmalı’yı okumayan adam değil-dir anlayışı dahi hâsıl olmuştur. Öte yandan ya-zıldığı dönemde, aslında komün bir yaşama ve sisteme sembol olarak gösterilen Veroçka’nın dikiş atölyesini Çarlık Rusya’sında deneyen me-ramı anlamamış kadınlar da olmamış değildir! Kitap, hâlâ yeni insana giden yolun güzel, otu-raklı rehberlerindendir.” Sohbetimiz hızla ilerlemiş ve değişik yön ve tat almaya başlamıştı. Yeni insandan, gelecek top-lumlardan. Gelecek için bugün için yapılması gereken ivedi işlerden. Hâsılı örgütlenmeden. Ama öncelikli olarak insanın kendi kendisini ör-gütlemesinden bahsettiğimiz bir sohbet ve fikir alışverişi kulvarına gelmemiz o kadar hızla ol-muştu ki. Daha şimdiden kendi özge ruh sıkıntıla-

Page 79: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

78

rımı unutmuştum bile. Velhasıl terminalde daha bir saat önceki karşılıklı rest çekme ve sonrasın-da karşılıklı olarak tatsız terk ediş/edilişi unutmuş, yeni bir yöne doğru yol almam başlamıştım bi-le… Birden o anda “Hadi kalkalım yoldaş, sohbete yolda devam edelim”diyerek aynı anda birbi-rimize teklif etmemiz hiçte bizi şaşırmamış-tı.“Yoldaş” kelimesini o kadar içtenlikle söylemiş-tik ki birbirimize ve o kadar iyi gelmişti ki bu kızıl saçlı kızcağız Peri ve düşünceleri… En yakın ay çekirdeği satıcısından bir külah ay çekirdeği al-dık. Artık parkta ay çekirdeğimizi çitleyerek ilerli-yor ve sohbetimizi derinleştiriyorduk. Park şimdi bize bir bakıma Aristo Okulu olmuştu. Daha he-nüz ay çekirdeğimizi yeni bitirmiştik ki karşımızda şehrin en meşhur dondurma dükkânı olan ‘Şişmanın Yeri’ çıktı. Yine aynı anda sanki sözleşmiş gibi “Hadi yoldaş kâğıt helva arasında birer dondurma yiyelim mi” sözcükleri dudakla-rımızdan çıkmıştı. Đkimizde dolu dolu birer kâğıt helva arasında dondurmamız elimizde bir ban-ka oturarak sohbetimize kaldığımız yerden de-vam ediyorduk ki ben ona; “Bak yoldaş sana bir süre önce yazdığım bir metni okuman için vereceğim okumak istersen tabi ki” dedim.

Page 80: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

79

Ki bu metin terminalde buluştuğum kadın arka-daşa yazılmış bir metnin kopyasıydı. “Ama” dedim “Bu metnin bazı yerlerinin özel anlam içerdiğini göz ardı etmelisin. Bu metin özelde Reel Sosyalizmden başlayarak Sosyaliz-min sorunlarına dair kendimce bir başlangıç ve hâsılı ön notlar çerçevesindedir bu gözlükle okursan daha yararlı olur kanısındayım. Hem daha sonra bakarsın uzun uzun tartışırız ne der-sin” diyerek cebimden kâğıtları çıkartıp ona uzattım. “Okuduktan sonra bana geri getirirsen memnun olurum çünkü bu bendeki tek kop-ya” dedim. O da sevinçle; “Çok teşekkür ederim Engin yoldaş” diyerek kâ-ğıtları aldı. “Başlığı da ilginçmiş ‘Yeni Zamanlar’ müsaadenle bir göz atabilir miyim” diyerek be-nim onayımı almayı beklemeden hızla okumaya başladı. Bu tavrına içten içe sevinmiştim. O anda “Pek tabii Peri yoldaş” diyerek onu onayladığımı bile duyumsadığını sanmıyorum…

YENĐ ZAMANLAR “Proletarya devrimleri, 19. Yüzyıldakiler gibi, kendi kendilerini durmadan eleştirirler; gidişlerini sık sık dur-durarak tamamlanmamış olan bir konuya yeniden

Page 81: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

80

el atarlar; tereddütleri, güçsüzlükleri ve ilk teşebbüs-lerinin basitliğini amansızca alaya alırlar, ta ki; geriye dönüşü olanaksız kılacak bir durumu yaratmış olsun. O zaman bütün koşullar haykırırı. Haydi, Halep ora-da ise, arşın burada”(1) “Hic Rhodus, hic Salta Haydi atla Gül burada, burada raksetmelisin” Eosope Merhaba Rosa, Osmanlıdaki komitalardan birinin adı şair Rigas’ın da kurucuları arasında bulunduğu Sinomasia adlı komi-tadır. Bu komita için bugün özellikle 17.yüzyıl Arnavut ve Rum halkları arasındaki kurulmuş olan akrabalık, komşuluk ve dostluk geleneklerinden ilham almıştır diyebiliriz. Bu ilhama mazhar olan gelenek bir bakı-ma Anadolu’daki kan kardeşliğinin de biz benzeri olan hissi akrabalıktır. Bu hissi akrabalık Beşa (Arna-vut geleneğinde ant içmek)’laşmak ile doruğuna ulaşır. Beşalaşmak genellikle Beşa’ların köy veya ka-sabanın orta yerinde olabildiğince yüksek sesle ‘ha-yatın hayatım, Canın Canımdır!’ haykırışıyla tüm top-luma ilan edilir. Rigas’ında içinde bulunduğu Sinomesia ve benzeri örgütler Osmanlı egemenlik yapısına karşı özelde ulusal dozda bir savaş ve dire-niş örgütleyebilmek için yola koyulurlar. Tarihsel çı-karları o günler için uyuşan Avusturya Fransız ve Os-manlı ‘şeytan’ üçgeninde yenilirler ve Osmanlı’ya iade edilirler. Şair Rigas ve yoldaşlarının sonu boğdu-rulmak suretiyle acı bir ölüm olur. Ki tarih Osmanlı ülkesini ve diğer Fransız, Avusturya, Rus, Alman ülke-lerini uluslaşma süreci içerisindeki dalgalanmalarla

Page 82: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

81

darmadağın etmiş. Rigas ve yoldaşlarının ruhu efsa-nedeki kuş gibi kendi küllerinden yeniden doğmuş-tur. Bu isyan ateşi Spartaküs’ün özgürlük ateşidir. Gö-rev sırası Anadolu’nun Proleter Devrimcilerindedir. Bizi ulusal olmayan sınıfsal bir savaş bekliyor. Bu onur-lu göreve talip olanlar var, aynı zamanda talip ol-mayı reddedenler de. Bu ayrışmayı yaparken me-kanik açıdan yaklaşmak Marksizm’in iyi bir öğrencisi olmaya çalışan birisi için hiçleşmek olur. Bundan ön-ceki olaylı metinde bazı noktaları aştığımızı iddia etsek de mevcut konjonktürün her türlü baskısından tam anlamıyla sıyrılamadığımızı iddia etmiştim. Za-man bunu kısmen onayladı. Bu baskıyı ne kadar azaltabilirsek ufkumuz da o kadar geniş olacaktır.(2) Yeniden ve bir kez daha iddia ediyorum. Bugün ne kadar çok marjinal olsak da, yeni bir sıçramanın, YENĐ ZAMANLAR’ın politik sınıf savaşımının potansiyel enerjisini bağrımızda taşıma misyonu her an yeniden ve yeniden örgütleniyor. “Halkın görenekleri alışkanlıklara dayanır; halk neye alışmışsa, onu akla uygun, haklı ve yararlı görür. Ve bir yüzyıl daha önce yeni bularak aynı derecede şiddetle karşı çıktığı şeyleri bir yüzyıl sonra şiddetle savunur.” (Belinski, Rus Düşünce Tarihi) Yukarıdaki alıntıda “halk” kelimesi yerine “insan, kişi, vb.” koyarak yeniden okumak yol açıcı oluyor. Tüm toplumsal ilişkilerimizden soyutlandığımızı hayal etti-ğimizde çok daha rahat anlayacaksındır. Kısaca değinmem gerekirse bir dönem hakkımda ilerici gö-rüşleri savunduğun doğruydu, ama bu o dönemin

Page 83: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

82

özgünlüğü bittiği noktada gericileşmenin de sebe-bidir. Değişmeyen tek şeydi değişim. Bu yanı sen ve benim ilişkimi tarif ede dursun. Toplumsal bir ilişkide sınayalım: Sıradan olmayan en azından “devrimci demokrat” olan arkadaş senin yanında ifade etti, “orası Çin, Rusya ve onlar Türkiyeli insanlara benze-mezler...” işte gericileşme (inançsızlık) tam da bura-da ortaya çıkıyor. Göreve talip olmak hakkını ver-mektir. Ki sen de “Hiçbir şey yapmadım diyorsun; bir şeyler yaptığımı iddia etmek, yapmamaktan kötü-dür.” O halde hakkını nasıl vereceğiz. Nasıl olmama-sı için birkaç şey kafamda biçimlendi. Tüm eksiği ile paylaşmak isterim. Kantinlerde entelektüel geveze-likler etmekle devrimcilik yaptığını, hatta hiçbir şekil-de kapitalist bir savaşımla bütünleşmemiş hatta da-ha özelinde yapılan kantin savaşımını bile içselleşti-rememiş bir yürüyüşün talibi insanlar bunu söyleye-ceklerdir. Liberal solcu olan bu insanlardan ne kadar kopulursa, o kadar çok marjinal olacağımız kesindir. RSDĐP başlangıçta tam da bu noktadadır. Onlar bir yandan ideolojik savaşım verirken örgütlü bir yürüyü-şü de düzenlemekteydiler. Đğneyle kazarak yapma-ya çalıştığımız da tıpkısı olmasa da benzeridir. RSDĐP’ in o dönemiyle ilgili olarak N.K.Krupskaya’ya baş-vurmak istiyorum: “O sıralarda etkin Marksistler (Narodnizm’den sıyrı-lanlar –e.ı-) başlangıçta zayıf da olsa bir örgüt oluş-turdular. Kendilerine Alman Đşçi partisi gibi Sosyal Demokratlar dediler.” ( 3) 1917 Ekim devrimine akan süreç böylesine az sayı-da, böylesine zor koşullarda kendine kanal aramış

Page 84: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

83

ve açmıştır. Görev vardır ve talip olma zamanıdır. Onlar talip olmasını bildiler. Ancak asla Rus çarı Petro gibi kişilere olduğundan farklı misyonlar biç-memek gerekir. Çünkü bu gelişmeyi engeller: “Kalbinin özlemiyle hiçbir zaman yetinmedin Ama anavatanını bir kadın gibi sevdin Arzularını, emeklerini ve sanatını Ona verdin, kabesinin çevresinde topladın Tüm saf ve dürüst hisleri yeni bir yaşama Neşe, sevgi ve bağımsızlık kutsaldır, Vatan keder ve çekişmeyle dolu dedin. Ancak ölüm saatinin çalması için çok erken Daha fazla engellenemeyecek o ışığını o soylu aklı Böylesi eşitsiz iktidarın kelimeleriyle konuşan Đnsanlığı kurtarmaya çabalayan kalbindir.”( 4) Aradan 1990’dan beri dört yıla yakın bir zaman geçti. Đnsanların hayatında tesadüflerin rolü oldukça önemli olabiliyor. Karşılıklı etkileme ve etkileşmeler hayatın daha sonraki dönemlerinin temellerini atabi-liyor. Meşhur bir Anadolu deyişi “boynuz kulağı geç-ti” der. Bu etkileşimdeki süreç tam da buna benzer bir sürece denk düştü benim için. Seninle tanıştıktan sonra bugün açıkça senden etkilendiğimi itiraf et-meliyim. Bana geniş bir ufuk açtın. Bugün ben bu ufku yaşamaya gayret ediyorum. Ki benden etkile-nen insanlar beni aştıkça seviniyorum. Her gelişme kendisinden önceki birikimin üzerine oturuyor. Ve o birikimin bağrında oluşuyor. Sınıflı top-lumların Đlkel komünal toplumdan yabancılaşarak

Page 85: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

84

birbiri ardına yeni toplumsal örgütlenme biçimlerini üretirken proletaryanın her toplum biçiminde kendi-sini daha da bileyerek gelişmesi gibi. Yukarıdakilerden sonra anlatmak istediğim (kavrat-mak da istemiş olduğum) bana karşı telaşlanman değil sevinç duyman daha sağlıklı bir bakış olmalı idi. En azından bir momentten sonra. Fakat telaşın, içinde bulunmak zorunda olduğun toplumsal ilişkile-rin basıncı tarafından belirlendiği içindir ki gericileşi-yor, dilim demeye varmıyor ama yine de diyeceğim bir bakıma onursuzlaşıyorsun. Tek kelimeyle yazık. Tam da burada Karl Marks’a kulak verelim: “Dünyanın yaratılışı, en büyük darbeyi jeogeniden aldı –Yani dünyanın bundan sonraki gelişmesini bir süreç bir kendini doğurma süreci olarak gösteren bilimden. Yaratılma teorisinin tek pratik yadsıması, Generatio aequivoca’dır (kendiliğinden üreme, kendi kendini oluşturma –ç-)”dır.(5) Bir kez daha beni affedeceğini umarak ukalalığa sığınarak sana bir öneride bulunacağım. Tabanca-dan çıkan bir mermi çekirdeğini durdurmak imkân-sızdır. Belki, ancak imkân dâhilindedir de pekâlâ. Eğer o mermiden daha hızlı hareket edilebilirse. Kı-saca benim yürüyüşümü durdurabilmen için ben-den çok daha hızlı olman yani kulağı geçen boynu-zu geçen kulak olman gerekiyor. Belki de efsanede-ki gibi boynuzu kesersin kim bilir. Gerçi buna talip değilsin Tam da bu durumun aşağıda yazılanlardan ne kadar farklıdır.

Page 86: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

85

“Alexander, üniversitede doğal bilimler okumak için Petersburg’a gitti. Orada Anna’dan bile gizleyerek devrimci çalışmalara katıldı. Ve yaz tatillerinde eve geldiğinde de bununla ilgili olarak hiç kimseye bir şey söylemedi. ... Evindeki son yaz boyunca Aleksander, Đlyich’le ko-nuşmaktan kaçınıyordu. Đlyich, solucanlar üzerine taziyle uğraşan – şafakta kalkıyor, saatlerce solu-canları gözlüyor, mikroskopla ilgileniyor ve deneyler yapıyordu- ağabeyini gözlemliyor ve şöyle düşünü-yordu. ‘Hiçbir zaman devrimci olamayacak’ hatası-nı çok geçmeden fark edecekti. Ağabeyinin trajik sonu onun üzerinde büyük bir etki bırakmıştı. ... Alexander 8 Mayıs (1887-m.d-)’de idam edildi. Ha-beri duyduğunda Đlyich şöyle demişti ‘Hayır biz aynı yolu izlemeyeceğiz. Başka bir yol izlemek gereki-yor’.”(6) Senin praksisinden izleyebildiğim kadarıyla ki sürecin. (Yemek boykotu, dernek çalışması, Gözaltı vd.) Le-nin’in düşüncelerinde açığa çıkanın bir benzerini bana da öğretmiştir. Başka bir yol arayışı, işte tam da burada Bolşevizm başlıyor. Narodnizm’den Bol-şevizm’e akıştır bu süreç. Ve biz de bunun aranışı içerisinde savaşıyoruz. Anadolu devrimcilerinin sor-ması gereken sorusu, Rus entelijansı’nın (aydın takımı –md-) özellikle Katerina’dan beri kendilerine sorduk-ları sorunun cevabını aramaktır. Tekrarlamak gerekir-se kendilerine sordukları soru şudur: “Rusların kendilerine sordukları soruların tümü ulusal

Page 87: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

86

(aynı zamanda uluslar arası –md-) kimlikleriyle ilgiliy-di; ‘Nereden geliyoruz nereye gidiyoruz?’, ‘Đnsanlığa yapabileceğimiz katkı nedir?’ ‘Bize verilen görevi yerine getirebilmek için neler yapabiliriz?’ Bu sorula-ra yanıt bulmaya çalışırken, düşünen Ruslar, kendi durumlarına daha ileri ülkelerin perspektifinden bakmak ve bu ülkelerin kuramsal kavrayış yönetme-lerini kullanmak gibi bir olanağa kavuşturan ‘geri kalmışlığın ayrıcalığı’ denilen özel bir ayrıcalıktan yararlanmış oldular” (7) Kısa bir nefes aldıktan sonra kaldığımız yerden de-vam edelim. “... Dolayısıyla, bu düşüncelerin alınıp benimsenme-sini izlemek, yalnızca akademik bir ilgi sorunu olma-yıp, Rus düşüncesinin içinde biçimlendiği ve hızla gelişmesini sağlayan düşünsel ortamın çıkartılması çabasının da önemli bir bölümünü oluşturur.” (8) Öğrenmemiz ve bunun çabasını Anadolu’da ya-ratmamız, kendi coğrafyamızın gelişimini kavrama-mız için öğretici bir soyutlamayı önümüz koyuyor yazar. Bu yazılanları özümsemek 72 yıl sonra bugün gelinen noktada pratik hataları olan Sovyet sistemi-nin derinlerinde yer alan diğer bir sivri ucunu tanı-mamıza olanak tanımıyor mu? Rus insanı daima uç-larda yaşamasını bilmiştir. Ufak bir örnek Dostoyevsky’dir. Bu sorun hemencecik üzerinden atlanabilir türden değildir. Daha düne kadar Reel olarak karşıtları için bile da-yanak noktası olan Sovyet iktidarı artık fiili olarak yok.

Page 88: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

87

Bugün proletaryanın devrimci bir diktatörlüğü Hz. Süleyman’ın kullarını yolladığı neresi olduğu bilinme-yen Ofir ülkesi gibidir. Ama bu ülkeyi bulmak bu-günden başlayarak sınıf savaşımının sert yöntemle-riyle yakınlaştırılacaktır. Başka bir yolu ‘80 öncesinin devrimci pratik deneyimini, proletarya teorisiyle yo-ğurarak ona ruh (Bolşevizm) katarak yaratılacaktır. Biz bir yerde “devleti kurtarmak için örgütlenmeden, yıkmak için örgütlenmeye kolay gelinmedi”ğini söy-lemiştir. Yıkmak, iktidar mücadelesi için ciddi çalış-mayla olanaklıdır. “Nous commençons et il finissent / Biz başlıyoruz, onlar bitiriyor” (D.Fonvizin, Rus Düşünce Tarihi) Bağrında yarattığın rüşeym (oluşum) halindeki dü-şünce hiç de bugünkü praksise denk düşmeye bilir-di. Kendimce cevabım: Birincisi kendi kişilik yapım olabileceği gibi ki ben bunu kabul etmiyorum an azından fazlasıyla etkin olduğunu kabul etmiyorum. Đkincisi geçmiş hayatımdan onurlu bir kopuş, onurlu bir seçenek olduğunu düşünüyorum. Tıpkı: “Bu ülkede daha önce yaşamaya başlamışlarsa, bizim de elimizde yaşamımızı başlatırken, hiç değilse istediğimiz herhangi bir biçimi seçme olanağımız ve ülkemizde kök salmış uygun olmayan ve kötü dav-ranışlardan kaçınmaya hakkımız var. Nous commençons et il finissent. (Biz başlıyoruz, onlar biti-riyor)” (D.Fonvizin) (9)

Page 89: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

88

Elbette birilerinin bitirmiş olduğu bir şeyler için sa-vaşmak olmaz. Ama yinede biz başlamak, bir yer-lerden başlamak zorundayız. “Topraktan insanlar bitiyordu, saban izlerinde ağır ağır kapkara öc alıcı bir ordu filizleniyordu; bu ordu pek yakında bütün toprağı çatlatacak olan gele-cek yüzyılların ürünleri için boy atıyordu.” (10) Bir defa daha Kropokin’in Etika’da ifade ettiği gibi çiçeğin çiçekleyeceğine bunun çiçek için ölüm bile olmasının bir şeyi değiştirmeyeceğine olan inancımı yineliyorum. Burada Hasan Hüseyin Korkmazgil’den bir şiir aktarmak istiyorum. Đlk okuduğum zaman ür-perten bir şeyler buldum. Bu ürpertiyi dostluğuna sığınarak seninle paylaşmak istedim. Şiire geçme-den önce H.H.Korkmazgil ile ilgili birkaç noktaya değineceğim. Şair, devrimci-demokrattır. Devleti eleştiriyor ama bulduğu çözüm mevcut istemi aş-maya yetmiyor. Benzerleri gibi Kemalizm’in solunda kalıyor, Kemalizm’i aşamıyor. Tüm bunlarla genel anlamda tam bir sol liberalist çizgidedir. Ancak ne var ki tüm bu nitelemeler onun dar anlamda ya da bunun biraz ötesinde sanatsal anlamdaki önemini geri plana atmıyor. Karl Marks için Hegel okumaları, dahası Hegel önelidir. Bu niteleme ve ciddiyetiyle eğilmek gerekiyor. Đspanyolca’sı ve Türkçe’sini alt alta yazdım. Okuyalım. “Yüreğim sızladığı zaman (Cuanda me duele el alma) Gece yarılarından sonra şafaktan önce (despues de la medianoche, antes del amanecer)

Page 90: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

89

Bilmediğim bir istasyondan, bilmediğim bir müzik geliyor kulağıma (duste una estacion que ignoro, una musica que descnozca) Uzak (lejona) Vahşi (Salvaje) Karanlık (Oscura) Gece denizleri gibi bir müzik (Una musica como los mares nocturmos) Batık gemileri gece denizleri gibi bir müzik (Como los barcos hundicios) Çağırıyor, çağırıyor beni durmadan (mellama, mellama sinparar) Ve belki de işte o zaman başlıyor sızlamaya yüreğim (Quizas, sez entonces, cuanda empieza a dolarme el alma)” (11) Son günlerde “Örgütlü hep, örgütsüz hiç” cümlesini kendi kendime tartışıyorum. En azından bir devrimci, örgütsüz (düşünsel olarak değil ama fiziki olarak ör-gütsel ilişkilerden muaf) da olsa yine de düşünsel üretimlerinde örgütlü olarak davrana bilir mi? Đllaki devrimci mücadele örgüt mekanizması içinde mi olmalıdır? Elimde bir noktaya kadar Marks ve tabiî ki Engels var. Hatta Nazım Hikmet, Hikmet Kıvılcımlı var. Ama bu bir noktaya kadar gelip dayanıyor. Böylesi-ne etkin bir varoluş ve yaratım Proletaryanın bir sa-vaşçısı olarak var olduğumuzu her halükarda kabul ve hissedersek anlam kazanıyor. Tersi ise çürümedir diye düşünüyorum.

Page 91: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

90

“Kendi kendinize sorun; bu kör bu ışığa nasıl katla-nabilir!” (12) Benimle, senin aramızdaki savaşım tüm bu zaman içinde tüm insani zaaflarımıza rağmen, tekrar belirti-yorum ki bir momentten sonra Aysbergin su altındaki suratını açığa çıkartmasını andırır. Viktor Hugo’dan seçtiğim şu satırlar öğreticidir. “Topraktaki oluşumun biçimi insana hareket edebi-leceği birçok yön gösterir. Đnsanın üstünde sanıldı-ğından çok daha fazla etkilidir. Kimi Vahşet dolu manzaraların varlığı insanda görme bozukluğu yara-tır ve yaratılışı suçlamaya kalkışırız. Bu tür manzara-larda doğanın ağır kışkırtmasıyla karşılaşmış gibi olu-ruz. Çöl bazen bilince, özellikle yarı aydın insan bilin-cine zararlıdır. Ama bu devasa bir bilinçse, işte o zaman Sokrat ya da Đsa ortaya çıkar. Cılız bir bilinçse ancak Atree’yi ya da Judas’ı yaratır. Bilincin cılızı çabucak bir sürüngene dönüşür. Karanlık ormanlar, çalılıklar, dikenler, ağaç dallarının altındaki bataklık-lar onun için kaçınılması mümkün olmayan birer sığı-naktır. Oralarda kötülüğün gizli etkisine teslim olurlar. Görme bozukluğu, nedeni bilinmeyen seraplar, za-man ve mekânın korkunçluğu insanı yarı dinsel, yarı hayvani bir korkuya sürükler ki o da, vahşeti doğurur. Katilin yolunu aydınlatan meşaleyi yanılsamalar tu-tar. Haydudun başı döner. Eşsiz doğanın yüce ruhları aydınlığa boğan, çılgın ruhları ise kötü eden iki yönü vardır. Đnsan cahil, çöl de seraplarla dolu olunca, yalnızlığın karanlığı zekânın karanlığına eklenir. Đnsa-nın yüreğinde uçurumların açılması da işte bundan-

Page 92: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

91

dır. Kimi kayalar, kimi hendekler, kimi bataklıklar: Kimi vahşi görünüşlü açıklıkların akşam karanlığı insanı delice insafsızca davranışlara iter. Đnsanın neredey-se, bazı yerlerin insanı kötülüğe sürüklediğini düşüne-si gelir. ... Geniş ufuklar insanı genel düşüncelere götürür. Dar ufuklarsa bölük pörçük düşüncelerin ilham kaynağı-dır. Bu da bazen büyük yürekleri küçük ruhlu insanlar olmaya mahkûm eder... Küçük düşüncelerin, bölük pörçük düşüncelerin bü-yük ve genel düşüncelerden nefret etmesi; bu iler-leme için verilen savaşın ta kendisidir. Memleket ve Vatan. Bu iki sözcük bütün Vendee Savaşının da özetidir. Yerel düşüncenin evrensel dü-şünceyle kavgası. Yurttaşa karşı köylüler” (13) Şu an için gerçek olan, kutsal kitaplarda anlatıldığı biçimiyle Havva’nın Âdem’in sol kaburgasından ya-ratıldığı/ortaya çıktığı gibi senin içinden çıkan ben seninle girmeye çalıştığım (tüm süreç boyunca) gir-diğim bu mücadele sonucunda tıpkı birer ikiz kardeş ama bir birinin zıddı iki kardeş gibi uçup gideceğiz. Aksi şu an için koskoca bir hülya olur. “Ve bu iki ruh, bu iki trajik kız kardeş, birinin gölgesi ötekisinin ışığına karışarak, birlikte uçup gittiler.”(14) Zaman her şeyin ilacımıdır? Bunun köşe taşlarını he-nüz oluşturmuş değilim. Fakat ne trajiktir ki zamanın-da THKP-C öncülleriyle taban tabana çatışmaya

Page 93: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

92

girmiş olan Mihri Belli 6 Mayıs ile ilgili köşe yazısında şunları söylüyor/yazıyor. “... Martirler; temsil ettikleri özveri ruhu genç kuşakla-ra aşılansın diye anılır. Taşımış oldukları bayrak elden ele geçsin, yere düşmesin diye, pek öyle olmadı. 68 kuşağından eskilerin çoğu, aradan geçen uzun yıllar boyunca bu düzenin kurallarına uyarak geçim derdine düştüler. 6 Mayıs ‘Martirleriyle’ saf tuttukları günler uzak geçmişte kaldı. Bulanıklaşmış bir hatıra oldu. Zamanla sararan eski fotoğraflar gibi. O geç-mişe tümden sırtını dönenler var. Dönmeyenler de var. Gençlikleriydi o şanlı geçmiş.”(15) Aynı dönemde Mihri Belli’nin “Martirler” dediği 6 Mayısta idam edilenlerin temsil ettiği 68’lilerin bir ko-luyla Kızıldere’de omuz omuza savaşmış bir diğeri ise Kızıldere Manifestosu için TV’ de 12 Mart adlı Belge-selde “Kapağı Atmak” deyimini kullanmaktadır. Belki de zaman her şeyi yerli yerine koyuyor. Ne söyledi-ğimiz değil ne yaptığımızdır önemli olan. Mevcut moment sanki mistik bir tülden ibarettir. Gerçeği, çırılçıplak gerçeği belki de hiçbir zaman göremeyeceğiz. Belki de buna ömrümüz yetmeye-cektir. Yoldaş V.Đ.Lenin, “Görmek istemeyen gözden daha kör bir göz yoktur” derken ne kadar da halkı-dır. Müdahale etmeyi hep daima kutsal bir görev olarak algıladım algılıyorum da. Ki bu yazı ile de bir çakıl taşının büyük bir kaya bloğunu durdurması gibi küçük ama mütevazı bir şeylere soyunduğumu sanı-yorum. Aslında açılabildiğim bir dost olman, belki de

Page 94: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

93

senden yararlanmam, bencilliğim bunda rol oynu-yor kim bilir. “Açıklık” diyordu bir yoldaş “Açtığı yarayı iyileştiren bir kılıçtır.” Ben de bunu yineleyerek sana yazdığım tüm yazılarımın açıklığa hizmet etmek için yazıldığı-nın söyleyebilirim. Açıklık için yaratmaya çalıştığım bu praksiste kendi kılıç yaramı iyileştirdim. Bu senin yaralarını iyice açmayı göze alarak da olsa böyle olmak zorundaydı. Bir önceki metinde seni yoldaşça yürüyüşe çağırmıştım. Maalesef net bir cevap ala-madım. Demek ki yüksekten uçan bir kartal olmayı istemedin. Kaybedecek zamanımız yok. Nasıl ki Ka-pitalizmin ve tüm diğer azınlık sınıf egemenlik biçim-lerinin bağrında doğup gelişen Proletaryanın 1917 Ekim devrimiyle azınlık sınıf iktidarlarını yıkıp tarihin çöp sepetine attığı gibi, ben de bağrından doğdu-ğum seni aşıp yıkıyor ve savuruyorum. Son sözüm ilk sözüm olmalıydı. DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN.

Peri kâğıttaki yazıyı okurken bende etrafımdaki insanları incelemeye yoğunlaşmıştım. Ayakkabı boyacıları, ay çekirdeği ve kâğıt mendil satıcıla-rı, tartıcılar, tatlıcılar, yani her türden seyyar satı-cılar ve en önemlisi sokakta çalışan çocuklar o kadar çoktular ki. Köşede kuytulukta tiner ve bir yapıştırıcı markası olarak ‘Bally’ koklayan, şarap ve bira içen, fuhuş pazarlığı yapan çocuk, genç, yaşlı, kadın ve erkek onlarca ve o kadar çok insan vardı ki. Toplumun burjuva toplumu-muzun ayaktakımları buralardaydı, bu mekân-

Page 95: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

94

lardaydı ve bizde bu insanlarla aynı havayı ve mekânı paylaşıyorduk. Kurtuluş o anda hepimiz için uzaktı ama bir o kadarda imkânsız değildi. Görev vardı ve yerine getirilmeliydi… Ben bu düşüncelerin iklimindeyken, Peri de ‘Yeni Za-manlar’ ismini verdiğim yazımı okuduktan sonra kâğıtları kitabının arasına -kutsal bir metinmişçe-sine- özenle katlayıp koydu. “Hımm ilginç şeyler seninle tartışacağımız çok şey var Bay Engin yoldaş” dedi muzip bir gülüm-semeyle. Ben de “Tartışmadan kaçanın kaşığı kırıl-sın” diyerek ona doğru kılıcımı çekmiştim bile. Birlikte etrafımızdaki insanlara aldırmadan kah-kahalarla gülüyorduk ki. Karşımızdaki kayıkha-neyi göstererek; “Hadi gel Engin sandala binelim” dedi. “Uzun süredir sandala binmemiştim” dedim. Hemencecik iki kişilik bilet alarak sandala bindik. Havuzun ortasındaki fıskiyelere o kadar yaklaş-mıştık ki rüzgârın ters esmesiyle hafiften ıslanmış-tık bile. Az kalsın kitap ve kâğıtta ıslanıyordu. Ama biz tüm bu olanlara aldırmadan kahkaha-larla gülüyorduk. Sandalı kıyıya yaklaştırıp kar-

Page 96: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

95

nımızı doyurmak için bir şeyler yemeye karar verdik. Çoğunlukla uğrayıp stresten uzaklaşmak için ara sıra takıldığım açık hava birahanelerin-den birisinde oturup bira eşliğinde et döner ye-meyi teklif ettiğimde doğrusu Peri’nin vereceği tepkiden çekinmiştim. Hemencecik kabul etti ve oraya doğru yürüdük kendimize ikişer adet bol etli, bol soğanlı, bol cin biberli ve bol turşulu döner ısmarlayıp masaya oturduk. Gelen gar-sona ikişerde -Alman yoldaşlara özenerek- dub-le boy bardakla bira ısmarladık. O sırada yerel bir gazete satıcısını fark ettim. Gazete satıcısına işaret ederek ondan bir gazete aldım. Gazete-ye göz gezdirirken bir fotoğrafa gözüm ilişti. Tabi ya bu bizim Karabatak değimli ‘Karabatak Se-lim’ haberin devamında şehir içi belediye oto-büsü bileti basarken yakalanan bir çeteden bahis olunuyordu. Demek ki yakalatmış kerata dedim içimden. Masadaki alet edevat bizim bir zamanlar bin bir zorlukla temin ettiğimiz araç gereçlerdi. Ve bizim ‘karabatak Selim’ sanki hiçbir şey olmamış gibi eliyle zafer işareti yapıp gülümsüyordu, diğer suç ortakları onun aksine kafalarını öne eğmişlerdi. Aslında ‘karabatak Selim’ oldukça yetenekli ve girişken bir arkadaş-tı. Sonradan kendi kendime insanın inançlarının gereklerini yerine getirmemesi ve onu amaçları dışında kullanmasının onu ne dereceye kadar düşebileceğine delil olduğuna kanıt getirip bu-ruk bir tebessüm attım gazetedeki fotoğrafa ve

Page 97: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

96

Selim’e. Sonra garsonun masamıza getirdiği bi-ralarımızı Peri ile birlikte ‘Gelecek güzel günle-re’ temennisiyle tokuşturup et dönerimizi yeme-ye koyulduk. Bu arada da devrimcilik ve dev-rimci inanç ve irade konusunda derin bir sohbe-te kulaç atmıştık bile. Karnımızı doyurup birazcık da olsun dinlendikten sonra artık kalkmaya ka-rar verdik. Köşede şipşak fotoğraf çeken yaşlı bir amca ile karşılaştık. “Gel Engin beraber bir fotoğraf çektirelim dost-luğumuzun başlangıcının hatırası olsun” diyerek beni birlikte fotoğraf çektirmeye zorladı. Çocukluğum zamanlarından hatırladığım artık tedavülden kaldırılmış olan 25 ve 50 kuruşluk metal paralardan hatırladığım iki heykeli orta-mıza alarak ufukta batmaya yüz tutmuş güneşin alaca kızıllığının fonunda fotoğrafımızı çektirdik. Fotoğrafı hemen alıp alamayacağımızı sordu-ğumuzda yaşlı fotoğrafçı bize ancak yarına ha-zır olabileceğini söyledi. Bizde acelemiz olmadı-ğını yarın alabileceğimizi söyledik. Bize yarın bu-ralarda olacağını, buralarda rast gelmezsek ile-rideki fotoğrafçılara ayrılan kulübede olacağını söyledi. Bu arada Peri yarın için ivedi bir işi oldu-ğunu müsait olursam fotoğrafı benim alıp ala-mayacağımı sordu. Bende pekâlâ bunun mümkün olabileceğini söyledim. Yaşlı fotoğraf-çıya ön ödemeyi yapıp el sıkışarak oradan ay-

Page 98: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

97

rıldık. Güneş iyice kaybolmuş yeni ay tüm çıp-laklığıyla gökyüzünde görünmüştü. Köprünün üzerinde bir teleskop kurulduğunu gördük. Te-leskop ikimizin de ilgisini çekmişti. “Gel Teleskopla gökyüzüne bakalım” dedim. Đlk önce Peri baktı teleskopla uzayın derinlikleri-ne sonra da ben uzay/evren o kadar sonsuzmuş ki ancak şimdi ayrımına varabiliyordum. O ka-dar çok gök cismi varmış ki. Đnsan kendisinin ev-rende ne kadar da küçük ve bir o kadar da yalnız olduğunun ayrımına varıyor bu anlarda. Ki dinsel ve totaliter görüşlerde sırf bu ufaklık, yalnızlık, hiçlik hissi ile insanı kuşatıp beslenerek adeta iğdiş etmiyor mu? Teleskoptan gözümü ayırdığımda hemencecik bu düşünceler de dağıldı birden. Đşte yine hayatın içindeydim ve işte ben bendim yine kendimdim. Teleskopu köprü üstüne kuran gence ücretini ödemiştim ki. Peri; “Oooo saat bir hayli geç olmuş beni evden me-rak ederler” diyerek benim kolumdan çekiştirdi. Hemen koşar adım otobüs durağına doğru yol almaya başladık. Yolda bir dahaki sefere nere-de buluşacağımızı da kararlaştırmaya çalışıyor-duk. Peri ancak iki gün sonra müsait olabilece-ğini söyledi. Ben Peri’ye zaten yarın fotoğrafları

Page 99: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

98

alabileceğimi iki gün sonra görüşebileceğimizi ama bir bulmacam olduğunu bu bulmacayı çözebilirse buluşmamızın mümkün olabileceğini ki bu bulmacayı çözemezse üçüncü gün bugün ilk karşılaştığımız yerde ve aynı saatte olacağımı söyledim. “Bulmacaları severim, söyle bakalım bulmaca-nı” dedi. “Bulmacam basit bu kentte elinde bir buket çi-çek tutan bir kent heykeli var hem de o kadar göz önündeki işte ben o heykelin yanında seni saat tam 19’u 17 geçe bekleyeceğim. Unut-mazsın değil mi?” dedim. Peri; “Tamam, biraz geç ama saat tam 19’u 17 geçe orada olacağım” dedi. Bu arada durağa varmıştık bile. Bir süre sonra otobüsü geldi. El sıkışıp sarılarak vedalaştık. Otobüs hareket ettiğinde bende yine o eski de-rin düşünce/hülyalara dalarak yola koyulmuş-tum…

*** —Otobüsün hareket etmesiyle birlikte Engin’in de yavaş/hızlı adımlarla yola koyulduğunu fark ettim. Kendisine el sallamamı bile fark etmemiş-

Page 100: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

99

ti. Yolculuk boyunca bilmeceyi düşünüyordum. Bu kent heykeli de neydi ne anlam ifade edi-yordu. En önemlisi nasıl bulacaktım burasını. Tüm hafızamı tekrar tekrar gözden geçiriyordum ama bir türlü çıkartamıyordum bu heykeli ve yeri… Eve yakın durakta otobüsten indim. Bu arada yağmur başlamış ve birden bire aniden bastırmıştı. Bu mevsimde böylesi bir sağanak yağmur ne görülmüş ve nede işitilmiş değildi. Neyse ki durakla ev arası bir koşumluk mesa-feydi, elimdeki kitabı ve içindekileri ıslatmama-ya özen göstererek koşar adım eve girerken bile bu kent heykelini ve Engin’i düşünüyordum… Öyle ilginç bir gün geçirmiştim ve ilginç bir bil-meceyle de gün sona ermişti… Neyse ki eve adımımı attığımda Anne ve Babamın evde ol-madığını gördüm. Girişteki aynaya Amcamlara gittiklerini ve merak etmememi yazan bir not bırakmışlardı. Tüm gece bu bilmeceyi ve Engin’i düşünerek sabaha karşı uykuya dalmışım… Ertesi gün boyunca ve buluşma günü tüm kent-te bu yeri aradım. Tüm tanıdıklara eş ve dostla-ra sordum ama kimse bilmiyordu. Son bir ham-leyle parka giderek o yaşlı adama sormayı dü-şündüm. Yaşlı adamı parkta fotoğraf çektirdi-ğimiz heykelin olduğu yerde Engin ile benim gibi iki kişinin fotoğrafını çekerken rastladım. Đlginç tam bu anda güneş ufka doğru hızla yaklaşmış,

Page 101: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

100

gökyüzü alaca kızıllığa girmişti. Yaşlı amcaya beni hatırlayıp hatırlamadığını sordum. Bana; “Elbette hatırladım. Sen Peri’sin bende seni bek-liyordum senin aradığın yere ana caddeden ulaşılıyor. Ana caddeye çık 07/11 numaralı be-lediye otobüsüne bin iki durak sonra in üstgeçit-le karşı kaldırıma geçip ilk sokağa dal ve yolu takip et karşına çiçekçi dükkânları çıkacak çi-çekçi dükkânlarının sonunda yine bir üst geçit var üst geçidin sonunda sola döndüğünde kar-şılaşacaksın o heykelle. Hadi Peri çabuk ol” dedi. Ve sanki ben orada değilmişim ve benimle biraz önce konuşmamış gibi bıraktığı yerden işine ko-yulmuştu. Bugün anımsıyorum da o anda benim adımı nereden bildiğine şaşırmış bir halde, te-şekkür etmeyi bile unutarak oradan uzaklaşmış-tım. Neyse ki ana yol çok uzakta değildi. Hızlı adımlarla yola koyulmuştum ama zaman o ka-dar da daralmıştı ki. Yetişemeyeceğimden kor-kuyordum. Yaşlı adamın dediği gibi duraktan 07/11 numaralı belediye otobüsüne bindim iki durak sonra indim üstgeçitle karşı kaldırıma ge-çip ilk sokağa daldım ve yolu takip ettim karşı-ma aniden çiçekçi dükkânları çıktı. Her taraf karanfil kokuyordu. Çiçekçi dükkânlarının so-nunda yaşlı fotoğrafçının bahsettiği işte o ikinci üst geçide de ulaşmıştım. Alelacele saate bak-

Page 102: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

101

tığımda buluşma saatine 1 dakikamın kaldığını gördüm. Koşar adım üst geçitten ilerledim son basamağı geçip sola döndüğümde birden irkil-dim. Đşte oradaydı tam karşımdaydı meşhur kent heykeli ve Engin… Bu duruma o kadar se-vinmiştim ki. Engin’in beni kucaklayarak; “Başardın Peri Yoldaş, seni kutlarım al bu karan-filler senin” Dediğini bugün bile hayal meyal ha-tırlıyorum. Öyle ki heyecandan kalbim küt küt atıyordu… Heyecanımı gören Engin benim koluma girerek ilerideki çay ocakların birisine kadar eşlik etti. Bu çay ocağı üç kat bodrum kattaydı ve merdi-venleri taze pasta kokuyordu. Çay ocağının kapısından girmiş ve sedire yan yana oturmuş-tuk ki; “Bize iki çay verir misin dostum” diyerek garsona seslendi. Garson ise; “Ona tabiî ki dostum çaylarınızı hemen getiriyo-rum” dedi. Müzik kutusunda güzel bir ezgi çalı-yordu. “Bu benim en çok sevdiğim şarkı Suliko” dedi ve mırıldanmaya başladı. “Sakvarlis saplavs vedzebdi /ver vnaxe dakarguliko. Sevgilimin mezarını arıyor-dum./Bulamadım kaybolmuştu./Yüreğim parça parça ağlıyordum. / Sen nerdesin sevgilim”

Page 103: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

102

Bana; “Suliko Gürcü şair Akaki Tzereteli’nin bir şiiridir aslında. Şiir ilk etapta her ne kadar bir aşk şiiri gibi görünüyorsa da, şairin bunu vatan yani Gürcistan için yazdığı biliniyor. Ancak o; ’Ben her şeyden önce Gürcüyüm, çünkü Gür-cistan’da doğdum, ama bu benim milliyetçi ve ırkçı olduğum anlamına, kendi halkımın mutlu-luğunu başka bir halkın zararına sağlamaya ça-lıştığım anlamına gelmez; benim düşüm bütün halkların karşılıklı dostluğa dayanan evrensel mutluluğudur.’(*) Deme cesaretini göstererek günümüzün pek çok Post/ Neo/Arkaik ön tanımlı Milliyetçi / Irkçı / Faşist / Nasyonal Sosyalist düşünce ve eylem adamlarından ve akımlarından hemencecik kendisini net bir çizgi ile ayrımsamaktadır. Hatta Stalin’in en sevdiği şarkılardan biri olduğu da rivayet edilmektedir…” Sözleriyle şairi anlatıyordu. Ben ise hala onu can kulağıyla dinlerken bir taraftan da yaşadığım bu deneyimin şaşkınlığındaydım. Bunu anlamış ola-cak ki; “Hadi Peri seni durağa kadar bırakayım. Eve geç kalma”

Page 104: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

103

Diyerek içtiğimiz çayların ücretini çay tabağına bırakarak elimden tutup beni ayağa kaldırdı. Durağa doğru yolculuğumuz boyunca fazlaca konuşmadık. Hâlbuki ona soracağım o kadar çok şey vardı ki. Ama Engin bana sadece önümüzdeki haftaya başlayacak olan Ankara Sinema Günlerinden ve programdan bahsetti. Đşim yoksa beni de davet ediyordu. Bende memnun olacağımı ifade ederek haftaya sabit buluşma yeri olarak belirlediğimiz kent heykeli-nin önünde buluşmaya karar verdik. Benim oto-büsüm geldiğinde o da yine yola koyulmuştu…

***

Ertesi hafta Engin ile Kent heykelinin önünde buluştuk. Bana ayaküstü Film gösterisinin bu-günkü programından bahsediyordu. “Bugün Rafi Bukaee’nin 1986 yılında çektiği ‘Avanti popolo’ isimli filmi var. Đsrail yapımı bir film” Diyerek filmin broşürünü bana verdi. Broşürde; ‘1967’de “Altı Gün Savaşı” bitip ateşkes ilan edildik-ten sonra iki Mısırlı asker Süveyş kanalına varabilmek için yola koyulurlar. Bu komik, neredeyse sürrealist yolculukları sırasında çeşitli nedenlerle çölde dola-şan insan gruplarıyla karşılaşırlar. Ölmüş bir Đsveçli

Page 105: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

104

barış gücü askerinin arabasında buldukları içkileri susuzluklarını gidermek için içince sarhoş olurlar. Kendilerine gerekli olan görüntüleri alamadan sava-şın bitmesine çok kızmış olan bir televizyon ekibiyle karşılaşırlar. Sonunda yolunu kaybetmiş olan bir Đsrail devriyesinin yanına sığınırlar. Bu tuhaf yolculuk za-manla kazanan tarafla kaybeden arasındaki farkın ortadan kalkmasına yol açacaktır.’ Yazıyordu. Ben broşüre göz gezdirirken Engin; “Film Locarno Film Festivali(*)’nde Altın Leopar ödülünü almıştı. Seninde bildiğin gibi Avanti Popolo Đtalyan halkının Mussolini ve partisinin temsil ettiği Faşizme karşı mücadelesinde ortaya çıkmış bir Direniş şarkısı, Türkçeye ‘Đleri Đşçiler’ ola-rak çevrilmiş. Neyse daha fazla anlatmayayım yoksa filmin büyüsü kaçacak” diyerek sözüne kısa bir nokta koydu. Daha sonra “Gel beraber Avanti Popolo’yu söyleyelim” diyerek. Marşı mırıldanmaya başla-dı. Bende ona eşlik ettim. “Đleri işçiler, yoldaşlar ileri, kızıl bayrağımız, dağları aşıyor, bayrağımız önde yürüyoruz, bayrağımız önde yürüyoruz, bayrağımız önde yürüyoruz, hedef sosya-lizm ve özgürlük.”

Page 106: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

105

Bu arada sinemaya da varmıştık. Đlk gonk sesiyle birlikte salona yönelerek biletlerimizi yer gösteri-ciye uzatıp hızla salonda kendimize ayrılan yere oturmuştuk bile. Salon bizim gibi Film meraklıla-rıyla dolmuştu. Bizim gibi farklı din, dil, ırk ve dü-şüncelerden insanların oluşturduğu bir izleyici grubu vardı salonda. Genç ve ihtiyar, kadın ve erkeklerden oluşan bir topluluk bu ufacık salon-dan sanki taşmış insanlık ailesine karışmıştık. Film başlamadan önce Avanti Popolo filmini çeken Rafi Bukaee salona geldi. Rafi Bukaee sürgünde yaşamak zorunda kalan muhalif bir komünistti. Bize filmi çekim sürecinden bahsetmeye başla-dı. Öyle bir anlatımı vardı ki, dilini anlamasak bile onun filmi yaratırken ki hislerini ta derinden anlıyor/hissediyorduk. Bize filmle ilgili küçük bir sırdan da bahsetti. Filmin çekimi bitip, montajı hazırlandıktan ve film seyre hazır hale geldikten sonra anlamışlar ki filmde konuşulan Mısırlı asker-lerin Arapça lehçesi aslında Mısır’da konuşulan bir Arap lehçesi değilmiş, Filistinliler’in konuştuğu bir Arap lehçesiymiş. Ama bu rastlantısal Arap-ça lehçeye dokunmayıp öylece bırakmışlar… Sonra salon karardı ve filmi izlemeye başladık hep birlikte ve sessizce…

***

—Film bittiğinde biz ikimiz ve hepimiz hala filmin büyüsüyle salonda kalakalmıştık. Sanki o anda

Page 107: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

106

film bitmemiş filmdeki oyuncularla birlikte ileriye ufka doğru yürüyüşe katılmış, onlarla birlikte Avanti Popolo şarkısını söyleyerek akıyorduk… Peri ile bir zaman sonra sinemanın kafesinde oturmak için sinema salonundan dışarıya çıktık. Kendimize hemencecik cam önünde bir masa seçip, garsona iki bardak portakal suyu ve tost sipariş ettik. Peri ile birlikte filmi yorumlamaya başlamıştık. Đkimizi de filmdeki bir sahne etkile-mişti. O sahnede Đsrail ve Mısırlı askerler ki Mısırlı askerler Đsrail’li askerlerin esirleridir. Batmak üzere olan alaca karanlığın kızıllığı altında radyodan tesadüfen buldukları Avanti Popolo isimli şarkı eşliğinde ufka doğru yol alıyorlardı. Avanti Popolo’nun çağrısı insanlığın çağrısıydı… Sonra bugüne kadar bizi etkileyen filmlerden söz et-meye başladık. Ben en çok Emile Zola’nın Germinal romanından uyarlanan Claude Ber-ri’nin yönettiği, Claude Berri ve Arlette Langmann’ın senaryosunu uyarladığı ve Gérard Depardieu’nun başrollünde oynadığı Germinal filminin hayatımda önemli rolü olduğunu anlat-tım. “Filmi izlemeden önce Romanı alıp bir solukta okuduğumu hatırlıyorum. O gün için kendimle eşdeğer gördüğüm roman karakteri ise filmde Laurent Terzieff ‘in canlandırdığı anarşist Rus göçmen işçi Souvarine karakteriydi. Ancak film-de Souvarine yerine diğer karakterler ön plana

Page 108: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

107

çıkartılmıştı. Romandaki Souvarine karakteri bir kurgu ise de gerçek anlamda bir anarşist dev-rimci Durrutti’ydi. Ben Durritti’yi ‘Anarşinin Kısa Yazı’(*) kitabında anlatılanlardan öğrenmiştim. Kitap özellikle Durritti’yi tanıyan veya tanımayıp etkileyen onu benimseyen veya benimseme-yen birçok insanla yapılan röportaj ve yazılar-dan oluşturulmuştu. Sanki kitabı okurken Selda Bağcan ve Ahmet Kaya’nın seslendirdiği Koçero adlı türkü destanın tadı vardı. Çünkü Koçero gibi Durritti de herkesin durduğu yere göre değişiklik gösteren bir kişiydi, eylem ada-mıydı, anarşist-komünistti ama tek gerçek vardı o da kendisini devrime adamış bir dava ada-mıydı. Öyle ki bugünkü birçok Anarşistten ve Anarşist örgütten farklı olarak proleter kökenli ve toplumla uyumlu insanlar olduğunu görüyor-dum. Durritti’yi de Souvarine gibi çok sevmiş-tim… Ben itiraf etmeliyim ki her ne kadar filmi önemsesem de romandan daha çok zevk al-mıştım. Ki bugün bile hala kitabın sonundaki şu cümleyi hatırlıyorum, “Topraktan insanlar bitiyordu, saban izlerinde ağır ağır kapkara öç alıcı bir ordu filizleniyordu; bu ordu pek yakında bütün toprağı çatlatacak olan gelecek yüzyılların ürünleri için boy atıyor-du.” (*)

Page 109: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

108

Bu cümledeki fikir ve umut benim komünist çiz-gimi ta derinden belirleyecekti…” Peri’nin ise derinden etkilendiği ve izlemekten zevk aldığı film ‘Ülke ve Özgürlük’tü. “Ben Đngiltere’li yönetmen Ken Loach’un yönet-tiği ki ezilen sınıfları konu edinmesi ile tanınır… Engin yoldaş aslında filmin konusu oldukça ba-sit. Film Đngiltere Komünist Partisi’ne üye, enternasyonalist kaygıları ön plana çıkmış olan David Carr’ın adlı bir komünist ve etrafında kendisiyle birlikte devinen militanların öyküsü anlatılıyor. Film sonradan okuduğum ve duyduk-larıma göre Đspanya Đç Savaşı’nda, cumhuriyet-çilere destek olmak üzere bizzat katılan George Orwell’in, Uluslararası Tugaylar saflarında çatış-malara katılıp yaşadıklarını kitaplaştırdığı ‘Katalonya’ya Selam’(*) adlı eserinden fazlasıy-la esinlenilmiştir deniliyor. Bu gözlükle tekrar göz gezdirdiğimde David Carr aslında bir bakıma George Orwell’in kendisidir. Yine bu gözlükle bakılınca David Carr’da George Orwell gibi Đs-panya Đç Savaşı’nda Cumhuriyetçilerin tarafın-da savaşa katılmaya karar verir. Ama beni en çok etkileyen sahne ne diye soracak olursan. Troçkist’ler ve Stalinistler’in asıl alt edilmesi gere-ken taraf olan Franko’nun ve partisinin temsil ettiği Faşistler, faşizm değilmiş gibi her şeyi unu-tarak adeta bir akıl tutulmasıyla, karşılıklı olarak

Page 110: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

109

karşı karşıya konumlanmış bir binada karşılıklı olarak mevzilenmişler ve birbirlerine ateş aç-makta oldukları bir sahnedir. O esnada karşılıklı olarak atılan kurşunlardan sakınarak koşar adım sokaktan geçen orta yaşlı bir kadının birbirleriyle çatışan Troçkist ve Stalinistlere tarihi bir soru gibi haykırmasıydı. Hafızam beni yanıltmıyorsa ‘Birbi-rinize karşı savaşacağınıza faşistlere karşı ortak-laşa savaşın’ anlamında bir laf ediyordu. Ki Reel Sosyalizmin sorunu da bu değil miydi? John Red’in Dünyayı Sarsan On Gün kitabında anlat-tığı işçinin Sosyalist Devrimci öğrenci gence sila-hını göstererek dediği “Bak yoldaş iki sınıf var, Burjuvazi ve Proletarya” gibi. Đki temel sınıfın ol-duğunu unutarak, Somut ve soyut anlamı olmak üzere “silah”ımızı burjuvazi yerine kendi kendimi-ze karşı kullanmaktan çekinmeyerek, iç müca-dele ve yok etmelerle uğraştık ve sonuçta zayıf düşerek yenildik. Reel Sosyalizmin tarihi bir ba-kıma da bu değil mi. Ha bu arada sen de ‘Yeni Zamanlar’ adlı yazında haklı olarak buna da değiniyorsun…” Peri haklıydı. Birçok devrimci kalkışma sırf bu nedenden ötürü güdük kalmış, sekteye uğratıl-mış ve yenilmiş. Bizzat SSCB’nin temsil ettiği Komüntern tarafından bastırılmıştı. Đspanyol, Fransız, Yunan, hatta Türkiye sosyalist devrimle-ri…

Page 111: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

110

“Haklısın Peri Yoldaş” diyerek onu onayladığımı belirttim. “Bu arada az kalsın sana vermeyi unutacaktım. Sana ilk sayısı yayımlanan SAVAŞ adlı Devrimci Sosyalist yayını vereceğim tam da senin dillen-dirdiğin meselelere ait bir makalem bu sayıda yayımlandı”. Diyerek SAVAŞ dergisinin ilk sayısını uzattım. Dergiyi aldığında ışığı hiç sönmeyen gözleri daha bir parlamıştı. Hemen dergiyi ince-lemeye başladı. “Dur be acelen ne Peri yoldaş dergi kaçmıyor ya hem yeri burası değil evde inceler-sin” dedim. Ama o, o anda beni duyumsayamayacak bir isteriyle yazıyı okumaya başlamıştı bile.

YENĐ ĐÇĐN ÇIKARSAMALAR(*) Engin IŞIK Dünyada bir hayalet dolaşıyor. Komünizm hayaleti.! Bundan 83 yıl önce 7 Kasım 1917 günü kapitalizm-den komünizme geçiş çağının tarihsel adımı insanlı-ğın emeğin sömürüsü sistemine dayalı tüm eski top-lumsal sistemlerden, insanın insan tarafından sömü-rüsünün tüm biçimleriyle ortadan kaldırılacağı bir

Page 112: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

111

toplumsal sistem olacak biçimde komünizme ulaş-manın kapısını aralayan bir toplumsal eylem olarak, Ekim Sosyalist Devrimi proletaryanın fiili ve ideolojik önderliğinde gerçekleştirildi. Karl Marx’ın deyimiyle komünizmin alt aşaması olarak adlandırmakta sa-kınca olmadığı artık genel kabul gördüğü biçimiyle proletarya diktatörlüğü, Rusya şartlarında devrimin öncü partisi olarak ön plana çıkan Bolşevik Parti ve müttefiklerinin birçok iç ve dış zorlu mücadelelerinin sonucu olarak şekillenmek zorunda kaldı. Bu (1871 Paris komününden sonraki) ilk Sovyet Sosyalist Cum-huriyetler Birliği adını alan proleter iktidar 73 yıl gibi süre yaşadıktan sonra (şaşılacak biçimde !!!) tarih sahnesinden sessizce silindi. Karşıtlarının ve takipçile-rinin de (referans olarak) kendi duruşunu bu reel cumhuriyete göre tanımladığı bu çekim merkezinin varlığının ortadan kalkması, kendisini bu iktidar mer-kezine göre tanımlamakla varlığını sürdüren alt mer-kezlerin de siyasal sahneden hızla silinmelerine yol açtı. Bu (iktidarın kendisinin deyimiyle) reel sosyaliz-min ardında bıraktığı ve ayıklanmayı bekleyen de-neyim, birikim ve pratiğinin oluşturduğu moloz yığını içinden; yeni bir dünya, komünist bir dünya kurma mücadelesi için faaliyet gerçekleştirmek misyonu ile yola çıkan güncel ve gelecek Marksist-Komünist kuşaklara aktarılmasıyla sorumlu olmamız kaçınılmaz olmaktadır. Ekim devrimi insanlığın deyim yerindeyse kaderini de değiştirmiş. Kapitalist barbarlığın “vahşi” gelişmesini şu veya bu biçimde sosyalleşmeye zorlamış, sosyal-leşmek zorunda bırakmıştır. Birçok sosyal haklar, bu uğurda yüz yılı geçkin mücadele etmiş olan, gelişkin

Page 113: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

112

kapitalist ülke işçi-emekçilerinin olduğu kadar, bizim-ki gibi azgelişmiş ülkelerin o dönem itibariyle henüz bağımsız sınıf tavrı ve mücadelesi geliştiremeyen işçi ve emekçilerinin de bir bakıma tepeden inme ka-zanımları olarak yerel kapitalist ülkelerin iktidarların-ca da benimsenmek, yasalarla da olsa güvence altına alınmak zorunda kalınmıştır. Kapitalist-emperyalist dünya bu süreçte ikinci bir paylaşım savaşına girişmiş olmasına karşın içinde bulunduğu yapısal krizi savuşturmak için bir yöntem olarak be-nimsetilmek istenen Faşist Diktatörlük biçimindeki rejimler, Sosyalist Cumhuriyetin açık müdahalesi so-nucu püskürtülmüş, birazda bunun zorlaması sonucu olarak kapitalist dünyadan kopmalarla Halk Cumhu-riyetleri kurulmuş, gelişkin kapitalist-emperyalist ülke-lerde (ABD hariç) Sosyal Demokrat hükümetler (sos-yalizmin proleter diktatörlüğü sloganına sırtını dön-müş olan sosyal demokrat partiler ve yer yer komü-nist partilerin desteği ile) iktidara gelmişlerdir. Bu ge-lişmede ikinci paylaşım savaşında daha da güçle-nerek meşruiyetini kendi içinde ve emperyalist-kapitalist dünyada kabul ettiren sosyalist cumhuriye-tin, olası diğer azgelişmiş ve gelişmiş dünyada mey-dana gelebilecek yeni Ekim devrimlerinin potansiyel tehlikesine karşı bir korunma tedbiri olduğu savı etkin almaşıklardan belki de en önemlisidir. Burada ge-çerken özetle şunlar söylenebilir. Tüm bu süreçte taktik anlamda karşımıza çıkan ideolojik ve onun yansıması olarak politik mücadele kapsamında ka-pitalizm “vahşi” biçimdeki gelişmesini (ortak düşman olarak reel sosyalizme karşı savaşmak ve bu müca-deleyi kazanmak bağlamında) hızla terk etmiş ve “sosyal devletçi” biçime bürünmek noktasında ikti-

Page 114: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

113

sadi, ideolojik ve politik olarak hızla kendisini bu yeni cephe savaşımı durumuna dünya çapında uydur-makta gecikmemek noktasında sınıfsal uyanıklığını harekete geçirmiştir. 7 Kasım 1917’de proletaryanın sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya özlemi ile kendi iktida-rını var ettiği andan başlayarak okunduğunda, tüm sürecin burjuva cephesinden görünümü budur. Bu deyim yerindeyse; sınıf savaşımının her durumda kendisini yenileyerek geliştirdiğinin bir kanıtına bir örnek olduğunun ayırdın da olan biz marxist-komünistler için hiçte şaşırtıcı gelmemektedir. Bir tarafta burjuva-kapitalist dünya, diğer tarafta ise proleter-sosyalist bir dünya olarak ikiye bölünen ülke ve uluslar zaman içinde sosyalist dünyaya daha çok yakınlaşmış, iktisadi ve politik kurtuluşlarında sosya-lizm ve sosyalist dünya bloğu ile açık-gizli flörtte sa-kınca görmemişlerdir. Bu ise kendisini kelimenin en dar anlamıyla, anti-kapitalist ya da kapitalist olma-yan kalkınma yolu olarak tanım ve tasarımlanan bir üçüncü yol olarak dillendirilmiştir. Kapitalist olmayan bir kalkınma modeli eğer sosyalist değilse nedir? Ancak bu soruyu/ sorunu tartışmayı başka bir yazıya konu etmek gerekiyor. Şu veya bu yerdeki devrimci mücadeleler ise kendilerini (gerek iktidarda gerekse iktidar yolu için mücadelede olsun) “Halk demokra-sisi” düşüncesi noktasında emperyalizme karşı ba-ğımsızlık mücadeleleri eksenini orijin olarak alan ekim sosyalist devrimi sonrası yeniçağın önsel burju-va devrimleri anlamında ifade bulan ve öncülüğü köylülüğe kurtuluş için gerekli teorik referansı ise pro-letarya ideolojisine tanıyan “yeni demokrasi” nin de teorik arka planını oluşturmuştur. Kimi azgelişmiş ya

Page 115: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

114

da aynı anlama gelmek üzere üçüncü dünyanın teorisyen/liderleri kendilerini “millici sosyalistler” ola-rak tanımlamakta sakınca görmemişlerdir. Tüm bu süreç pratikte emperyalist-kapitalist sistemin hızla mevzi kaybettiği, sosyalizmin ise yeni mevziler ka-zandığı bir toplumsal-tarihsel dönemi insanlığa ya-şattığına tanık olundu. Reel sosyalizmin öncülleri olan Bolşevik parti liderleri-nin teorisinde içkin olmayan, olsa olsa taktik açılar-dan ele alınabilecek, fakat ardılları olan sosyalist önderliğin tabir yerindeyse teori katına çıkarttığı “barış içinde bir arada yaşama” siyaseti sonuçta reel sosyalist sistemi sağ bir çizgiye çekmeye, baş-langıçta kazanılan mevzilerin hızla emperyalist-kapitalist cepheye terk edilmesine yol açan bir dizi yanlışlıklara da zemin açtı. Yer yer ortaya çıkan ihti-lalci kopuş potansiyellerinin “biricik” Sovyetler Birli-ği’nin yaşatılması anlamında desteklenmemesinin günahları da olmak üzere, sosyalist bir toplumu de-miyorum komünist bir toplumu, genişliği ve niteliği her ne olursa olsun tek bir coğrafi sınır içerisinde inşa etmek gibi, kendisini çevreleyen burjuva dünya dü-şünüldüğünde dahi olanaksız olan ve Marksizm adı-na ama bir o derece Marksizm dışı bir teorik tahrifa-ta imza atmakla kalmayıp, komünist kuruluşu ve kur-tuluşu, emperyalist-kapitalist sisteme yetişme ve aş-ma anlamında her alanda karşıt sistemle yarış siya-setine kilitlenme, tekil olarak kısmi başarılar yaratmış olsa da birçok alanda bu yarışta başarısız olunmuş, sonuçta bu “reel sosyalizmin” başarısızlığı sosyalizmin aynı anlama gelmek üzere komünizmin ve tüm bun-ları tamamlayan bilimsel düşünce kaynağı olarak

Page 116: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

115

Marksizm’in başarısızlığı gibi bir yanılsamayı ve diğer bir tanımlama ile kötümserliğin (ya da bezginlik) ge-rek sosyalist cumhuriyet yöneticileri gerekse cumhu-riyet yurttaşları üzerinde genel bir ruh hali olarak ge-nelleşmesinde önemli rol oynamıştır. Öyle ki, Marksist teorinin teknokratça yorumunun etkisi altında iyimser ve bir o derece yıkıcı çizgide sıkışıp kalan reel sosya-lizm bu anlamda Marksizm adına kötü bir sınav ver-miştir. Bu kötü sınav sonuçta üretilen toplumsal artık değerin cumhuriyet yurttaşlarının sosyal hayat sevi-yesinin arttırılmasına harcanarak yeniden üretilmesi-nin potansiyel zenginliği yönteminin geliştirilmesi ye-rine, toplumsal artık değerin verimsiz alanlara akta-rılması-yatırılması ile karşı karşıya kalınmıştır. Dinamik-politik bir toplum yerine, bir tarafta toplum adına yönetenlerin ve diğer tarafta toplum adına yöneti-lenlerin yer aldığı, yer yer burjuva demokrasisinden bile geri kalan, sosyalizme ve aynı anlama gelmek üzere proleter diktatörlüğü/demokrasisine yabancı bir devlet aygıtının hangi iyimser niyetle olursa olsun varlığını sürdürmesinin boğucu havası kitleleri apoli-tikleştirmiş, geleceğini kurmaya dair kararlarda yer almaktan uzaklaştırılmış bir toplum biçiminin gerçek anlamda burjuva yabancılığını üretmiştir. Sonuçta bu yabancılaşma, cumhuriyet yurttaşlarının kamu olarak kendisinin olan maddi ve manevi değerlere yaklaşımında birey ve devlet yanılsamasını yeniden ve yeniden katlanarak üretilmesine yaramıştır. Bu tam anlamıyla yabancılaşmadır. Hatta komünizmin kuruluşu için kesin tarih bile saptamak aymazlığında bulunan, devrimin tüm kazanımlarını bir mirasyedi gibi tek tek yitiren reel sosyalist cumhuriyet, (ansızın !!!) bu devrimi yapan ve yaratan, yaşatmak için

Page 117: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

116

kanlarını akıtan işçi-emekçi yurttaşların ne yapıyor-sunuz? Dahi diyemeyecek kadar kendi devrimine yabancılaştırıldığı, deyim yerindeyse kansız bir geçiş-le kendisini “serbest piyasa ekonomisi”nin, aynı an-lama gelmek üzere emperyalist-kapitalizmin kanlı kollarına teslim edilmesine sessiz kalmış, ekim devri-minin davasına ihanet eden iktidarın suçuna ortak olmuştur. Buraya kadar özetlemeye çalıştığımız iktidarın alın-masından başlayıp iktidarın emperyalist-kapitalist sisteme eklemlenmesiyle sonuçlanan reel sosyalist iktidarın, başlangıcında önüne koymuş olduğu, ni-hayetinde insanın insan tarafından sömürüsünün tüm biçimleriyle ortadan kaldırılması göreviyle taç-landırılacak komünizm yürüyüşünün bazılarının ima ve iddia ettiğinin aksine, “gereksizliği” sonucunu çı-kartmamak gerekiyor. Yeni bir devrim ve yeni bir komünizm yürüyüşü ekim devriminin yapı işçilerinden farklı olarak daha bir deneyim ve kazanımlar ile yük-lü olarak, bu kez yola daha öte bir noktadan başla-yacaktır. Sonuçta adına ne denirse densin bu reel biçimiyle dahi yaşamış olan sosyalizm deneyimi, burjuvazinin ve onun toplumsal/siyasal biçimlenişi olan emperya-lizm-kapitalizmin uzun süre korkulu rüyası olmuştur. Hatta diyebiliriz ki, bugün dahi bu korkunun basıncı altında titremekte, tekrar emekten ve özgürlükten yana bir dünyanın olabilirliğinin korkusunu biran ol-sun üstünden atamamaktadır. Bunu ifade edişimizin ve inanışımızın sırf kendi kendimizi tatmin etme biçimi olduğunu söyleyecek ve düşünecek olanlara sade-

Page 118: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

117

ce güleriz. Nitekim SSCB’nin “yıkılması” ya da aynı anlama gelmek üzere tarih sahnesinden “geçici bir süre” çekilmesi sonucu, 1917 sonrası sosyalizmin alt edilmesi için tüm güçlerini odaklaştıran emperyalist-kapitalistlerin kaldıkları yerden işe başlamakta ikircim göstermemekte olduklarını, yüzlerine geçirmiş olduk-ları sahte maskelerini hızla suratlarından çıkarttıkları-nı, çirkin suratlarını açıkça göstermekte sakınca ve haya göstermediklerini her an görerek ve tüm duyu-larımızla hissederek yaşadık-yaşıyoruz. Daha düne kadar emperyalist-kapitalist sisteme eklemlenerek demokrasi, refah vb geleceğini düşünen eski reel sosyalist cumhuriyet ve halk demokrasisi yurttaşları daha bir çok hissettiler ama artık çok geçti. Çünkü o her şeye rağmen kendilerinin olan iktidarlarını sa-vunmak ve geliştirip dönüştürmekte çaba gösterme-leri gerektiği anda varlık göstermemişlerdi ki. Bunu sosyal halkların işçi-emekçilerin ellerinden birer birer yangından mal kaçırırcasına alındığı, daha düne kadar el üstünde tutulan “sosyal devlet”in lanetlen-diği, özelleştirme mantığı dizgesinde özellikle az ve orta gelişkinlikte ülkelerin kalkınması ve göreceli de olsa bağımsızlığının teminatı olan KĐT’lerin (bir farkla karlı olanlarının) satışına zorlandığı, IMF (Uluslararası Para Fonu), WB (Dünya Bankası), EU (Avrupa Birliği) gibi kuruluşlar eliyle reel sosyalist blok döneminde varlık kazanan geçici ateşkes döneminde elde edi-len ulusal varlıkların bir odağa gelişmiş emperyalist-kapitalist ülke tekellerinin kasasına herhangi bir yön-temin makyevelist etiği ilkesiyle gasp edilmesine hız verildiği, YDD ve Küreselleşme/Globalleşme yalanı adı altında ve adına emperyalist-kapitalizmin bilinen eski vahşetini dünyanın her yerinde açıkça sergile-

Page 119: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

118

meye başladığını, bölgesel savaş ve işgallerle onlar-ca yıl barış içinde yaşamış milyonlarca insan arasına nefret tohumları serpiştirilmiş ve bununla da yetin-meyerek yüz binlerce insanı birbirine karşı kışkırtıp katlettirmiş, bu katliamlarda ikiyüzlüce silahlarını de-nettirip parasına para katmış, utanmadan seyirci kalmış, bile bile sürecin uzamasına imkân tanımış, yüz binlerce insanın yersiz yurtsuz kalmasına hatta bir kısmından kendisine ucuz emek gücü olarak istih-dam etmiştir. Açıkça bir kez ve bin kez daha tekrar-lamak gerekirse, insanlık tarihinin barbarlık dönemi-ne yeni ve çok daha derin bir şekilde kendi adını lanet bir şekilde yazdırmakta gecikmemiştir. Đnsanlı-ğa, Ekolojik varlıklara ve evrene zararları bu derece açık ve bu derece korkunç olan bu akıldışı emper-yalist-kapitalist sistemin yıkılması ve yeni bir dünya kurulması için vakit dünden daha fazla daralmıştır. Bu yolda görev biz Marksist-komünistlere düşüyor. Sonsöz olarak şunu yinelemekte fayda var. Ekim devriminin bir hata olduğunu söyleyen, yazan tüm eski-yeni sosyalistlere inat ortada çok somut bir problem olarak duran sorun değişmemiştir. Đnsanlığın emek ile sermaye olarak ikiye bölündüğü bir dün-yada bu Antagonist (uzlaşmaz) çelişki ancak ve an-cak şu veya bu yerde devrimci eylemlerle çözüle-cektir. Bu ise en büyük demokratik katılım olan DEV-RĐM ile olanaklıdır. Ve bir kez daha geçen yüzyılın başında olduğu gibi insanlığın önüne koyduğu se-çenek değişmemiştir. Ya barbarlık içinde çöküş, ya da sosyalizm içinde kurtuluş. Yeniden dünya komü-nistleri ve işçilerinin seyir defteri olan Komünist Partisi Manifestosu’na dönecek olursak; (Avrupa yerine

Page 120: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

119

Dünya kelimesini koyarak) “Dünyada bir hayalet dolaşıyor, Komünizm hayaleti.”

Peri dergideki yazıyı adeta soluksuz ve susamış gibi okur/içerken bende etrafımdaki insanları incelemeye koyulmuştum. Sinemanın atmosfe-rinin de etkisiyle ilk gençlik yıllarımda izlediğim filmler aklıma gelmişti. Aklıma gelen bu filmler-den birisi film Đngiltere’de geçiyordu. IRA militan-ları bir Đngiliz ordu devriyesine mayınlı bir saldırı yapmak için yola mayın döşüyorlardı. Ancak ne var ki önceden varsaymadıkları bir olay gerçek-leşiyor ve bir okul servisi askeri konvoydan önce mayına çarpıyor ve içindekilerle birlikte havaya uçuyordu. Bu olaydan etkilenen ĐRA militanının devrimciliği, davayı ve hayatı sorgulama süreci başlıyordu. Kendisinin de bir çocuğu vardı eşin-den ayrı olsa da… Başka bir filmin görüntüsü geçiyor birden gözümün önünden bu sefer sahne Güney Asya’da bir kampta geçiyor. Sa-nırım Kamboçya, Kızıl Kmerler’in esir kampı. Eski rejim yıkılmış yeni bir rejim kurulmaya çalışılmak-tadır. Kamptaki bir mahkûm bir gül yetiştirmek istemektedir köhne kulübesinin bir avuç topra-ğında. Gül yetişir ama bir Kızıl Kmerler savaşçısı bu kızıl gülü ezer. Bir güle bile tahammül yok-tur… Sosyalizm bu kadar basit miydi?

Page 121: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

120

Filmden sonra bir porsiyon midye tava iyi gider diyerek onu yeni açılan midye tavacıya doğru sürüklemeye başladım…

* * *

Page 122: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

121

ANLATI DÖRT

Page 123: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

122

Yıllar sonra aynı ülkede ve aynı kentte... Yağmurlu bir günde sırılsıklam olmuş bir vaziyet-te eve doğru yürürken -ki saatlerdir yürüdüğü her halinden belli oluyordu- bende o sırada bir dolmuştaydım. Onu görünce dolmuştan indim ve yanına yaklaşım. ”Merhaba” dedim. O’da yürüyüşünü bozmadan bana “ Merha-ba” dedi. Şemsiyemin altına girmesini teklif ettim. Ama o istemedi. Birden bana döndü ve çantasından bir kâğıt çıkarttı. ”Al okursun… Benim yolum uzun ve şimdilik ya-nımda bir yol arkadaşı istemiyorum” dedi. Bende “Peki” diyerek kâğıdı aldım ve ilk gelen dolmuşa atladım. Dolmuş sıkışıktı. Eve varınca ilk işim kâğıttakileri okumak oldu:

MÜMKÜNDÜR/MÜMKÜN DEĞĐLDĐR --Aslında kafası karma karışıktı. Hatta ne yaptığını, ne düşündüğünü bile bilmiyordu. Dahası hayatta bu-güne kadar istemediği kadar bu sorunun cevabını bilmek istiyordu. Durmadan istiğfar ediyordu. Her

Page 124: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

123

yanı kusmuk olmuştu. Otobüste, otomobilde, oto-garda, otobanda, ortalık yerde, bir filmin orta yerin-de, bir sohbetin en anlamlı yerinde, her yerde kusu-yordu. Kinini, nefretini, aşkını, sevgisini, yalnızlığını ku-suyordu. Bundan utanmıyor, hatta narsis bir zevk alıyordu. Bir süreden beri yaşamının bin yılını bir ana sığdırmak istiyordu. Her şeyi bir anda yaşamak isti-yordu. Bir anda yeni bir hayat kurmak, bir anda mut-lu olmak, bir anda âşık olmak, bir anda sevmek isti-yordu. Ama tökezliyordu. Çünkü bin yıldır kullanma-dığı uzuv ve duygularıyla kötürüm olmuştu. Elimden tut diyemiyordu. Artık mümkündür dilsizdi. Ama kör ve sağır değildi. Aslında tüm bunlara rağmen istedi-ği her şey o kadar basitti ki. Her şeyin bu kadar basit olabileceğini dahi algılayamıyordu. Algı ne idi ki. Algılıyorsun o halde yaşıyorsun mu? Kim bilebilir? ”Tabi ki sen bilebilirsin.” --O uzun süredir bildiğini bile bilmiyordu ki. Bildiğini bile unutmuştu. Adresini şaşırmıştı. Aklını şaşırmıştı. Dünyanın orta yerinde şaşa kalmıştı. Yoğun bir hayat trafiğinin ortasında bir dört yol ortasında. Yaya kaldı-rımı, trafik polisi ya da bir trafik ışığının olmadığı bir noktadaydı. Hayat trafiği kesintisiz bir yoğunlukta işliyordu. Bu dört yol ortasına nasıl geldiğini bile hatır-lamıyordu. Hafızasını dahi kaybetmişti. Adını, kimliği-ni, kendi olan her şeyi kaybetmişti. ”Yok kaybetmemişti. Kendisinden yardım isteyen birilerine hayatını parça parça vermişti.”

Page 125: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

124

--Mümkündür; bu biçimde buraya ulaşmıştı. Yönünü de şaşırmıştı. Ah bir hatırlayabilse. Yok, yok bir karar verebilse, Đşte şurası şu yön diyebilse. Oraya yönele-bilse, Orada yitip gitse. Ah keşke onu birisi, birileri... ”Hey sen şaşkın buraya bu yöne geleceksin” dese. O zaman mümkündür; ”Ya yanlış bir tercihse” kurun-tusundan da kurtulurdu. Yaşam bir defa yaşanıyor-du. Ve biz bir kez ama. Bin defa bir kez ölüyorduk. Ölmeden evvel ve öldükten sonra kim bilebilir. Mümkündür. Ailem sizi düşünüyorum. Arkadaşlar sizi düşünüyorum. Ey (kimileri için beş para etmez) in-sanlar sizi düşünüyorum. Ey sevgili seni düşünüyorum. ”Evet, ben kendimi hiç mi hiç düşünmüyorum. Ki mümkündür. Kendimi, ailemi, arkadaşlarımı, sevgimi, sevgilimi hiç düşünmediydim.” ”Ya sonra.” ”Sonra mı dedin” ”Evet, sonra dedim” ”Sonrası mümkündür anlamsız bir boşluk” “Düştüm elimden tutar mısınız?” ”Mümkün değildir.” Bu yazılanları okuduktan sonra hızla evden çıka-rak yola koyuldum onu mahallenin girişinde ya-kaladım. Sırılsıklam olmuştu. Ne yazık ki hastala-nacaktı. Ona bu yazılanları sormak istemiştim ve

Page 126: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

125

bana ne diye verdiğini sormak istiyordum. Ama o sadece benim yüzüme hep o muzip gülüm-semesiyle baktı ve “Hadi evine git ıslanıp hasta olacaksın birde seninle uğraşmayayım, ben alış-kınım yağmurda ıslanmaya” dedi ve bana evi-min kapısına kadar eşlik etti. Aileme selamını iletmemi salık verdi. Pencereden onu sokağın başına kadar izledim. Yağmura rağmen dimdik yürüyordu. Ve lanet olası “Tanrı” sanki onu has-ta etmek istercesine “ Rahmetini” esirgemiyor-du… Neden mümkün olmasın ki Engin mümkün ol-mayacak hiçbir şey yok bu dünyada. Bu kadar zor mu insanlardan yardım istemek. Elimizden tutmalarını istemek. Düştüm demek. Evet, haklı-sın galiba çok zor. Nice insanlar gördüm yola kaldırıma düşmüş acı içinde kıvranan ve nice insanlar gördüm ilgisiz köşe bucak kaçıveren. Yardım elini uzatmayan. Yardıma muhtaç in-sanların yanından cüzzamlıymışcasına kaçan insanlar tanıdım. Ama biz yenilmeyelim. Yenelim yenile yenile yenmeyi öğrenelim. Selam sana hayalperest arkadaşım...

Her adımda yeni bir serüven... Sonra uzun süre ortalıkta görülmedi. Doğrusu meraklandırmıştı beni. Bir gün ansızın bir konağın

Page 127: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

126

çöplüğünde karşılaştık. Perişan bir haldeydi. Kir pas içerisindeydi. Konağın çöplüğünde akşamki ziyafetten artan yiyecek parçalarını özenle ayık-lıyordu. Yanına yaklaştım “Ne yapıyorsun bura-da hadi benimle gel sana bir şeyler ısmarlaya-yım ve üstüne başına çeki düzen verelim” de-dim. O bana yine o muzip gülümsemesiyle baktı ve kendisini yalnız bırakırsam bana müsait bir günde evimize gelip bu durumu da içeren bir masal anlatmaya söz verdi. Ama şimdilik kendi-sine müsaade etmemi, en kısa sürede masalını anlatmak için evime geleceğini, çoktandır beni ve ailemi ziyaret etme niyeti olduğunu söyledi ve bana “Hadi sen şimdi git ve beni bekle” de-di. Bende sözünü ikiletmeden oradan uzaklaş-tım. Uzaktan baktığımda bu binanın oldukça şahane olduğu gözüme çarptı...

Ve ummadığımız anda çıkıp gelen... Đki hafta sonra bir gün, annem “Kapı çalıyor” dedi. Kapıyı açtığımda Enginle karşılaştım. Elimi dostça sıktı. En son gördüğüm halinden oldukça farklıydı. Sırtında kahverengi bir ceket vardı. O siyah kot pantolonlarından birisini giymişti. Gri bir gömleği vardı. Gayet iyi görünüyordu. Her ikimi-ze de dostça selam verdikten sonra elindeki paketle mutfağa geçti ve bir şeyler hazırlama-

Page 128: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

127

ya başladı. Sanırım bize o çok sevdiği Makar-nadan hazırlıyordu. Tahmin ettiğim gibi bir ma-karna hazırlamaya başlamıştı. Mutfak malzeme-lerinin yerini sanki bu evin bir sakiniymişçesine hiç zorlanmadan buluyordu. Ne kapların yerini ne de yemek yiyip yemediğimizi sormamıştı. Ama yemek yemediğimizi tahmin etmişti. Bu arada çayın suyunu da bir hamlede ocağa koymuştu. Çaydanlığın üzerine önce az miktar-da su koyuyor, üstüne de bir buçuk yemek kaşı-ğı kadar çay koyup, çaydanlığın üstüne yerleşti-riyordu. Böylece çay kavrulmuyor ve nemlene-rek daha iyi bir kıvama geliyordu. Makarna suyu kaynamaya başlayınca özenle iki parçaya böl-düğü paketin tümünü suya boca etti. Ama kaynarken suyuna bir miktar tuzu eklemeyi ilave etmeyi unutmamıştı. Ben yemek yapmayı be-ceremem, doğrusu Engin bu konuda baya hü-nerli sayılır. Annemde hiç karışmadı. Engin’in huyuna o da benim gibi alışmıştı. Bazen onu benden daha fazla sevdiğini düşünürdüm. Son olarak makarna için güzel bir sos hazırlayarak yemeği bitirdi. Yemek artık hazırdı. Bize bu ak-şam için mükellef bir masa donatmıştı. Çok mut-lu olduğunu sezinlemiştim. Salatayı da kendi el-leriyle hazırladı. Bol limonlu, az sirkeli ve bir par-ça sıvı yağlı tam kıvamında bir salata gayet hoş duruyordu. Yemeğimizi yedik çaylarımızı içtik ve tekrar bir demlik çay koyarak sohbete daldık. Ve sonra aniden söz verdiği gibi bize bir masal

Page 129: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

128

anlatmaya geldiğini söyledi. Ve masalı anlat-maya başladı. TUZ MASALI YÂDA “SARAYLARA SAVAŞ KULÜBELERE ÖZGÜRLÜK” (*) Size anlatmaya söz verdiğim masalın adı TUZ olsun. Yâda “Saraylara Savaş Kulübelere Özgürlük” Gerçi bu masalı biliyorsunuz ama yine de ben anlataca-ğım. Evvel zamanın birinde bir bey yaşarmış. Onun-da tatlı mı tatlı kızları varmış. Bey bir yemekli davet sonrası -ki tanrısının her günü sarayda bir davet dü-zenlerdi-konuklarının yanında kızlarını huzuruna ça-ğırdı ve onlara bir soru soracağını, bu cevaba göre onlara nadide armağanlar vereceğini söyledi. Kızları ve davetliler pek sevindiler. Sorum şu dedi: Beni ne kadar seviyorsunuz. Kızlarından her biri dünyadaki değerli madenlerden birisine karşılık gelen niteleme-lerle babalarına sevgilerinin değerini belirtmekte yarışmaya başlamışlardı. Peki dedi babası o ana kadar suskun kalan -ona belli etmese de diğerlerin-den farklı ve akıllı olduğunu bildiği- kızına sen beni ne kadar seviyorsun, diğerlerinin cevaplarını dinle-din. Kızı babasına dedi ki; biliyorum benim cevabı-ma kızacaksın ama ben seni TUZ kadar seviyorum. Babası kızının bu cevabına hiddetlendi ve “Derhal konağımı terk edeceksin” diyerek sarayından kov-du. Konukları da Bey’e hak verdiler. Böyle kudretli bir adam hele hele bir padişah kadar önemli bir Bey değersiz bir toz parçasına eş değer görülür mü? hiç!... Kızcağızın “iyi yürekli” bir annesi vardı. Kızını uğurla-mak ona düşesiydi. Kızını uğurlarken bir parça elması

Page 130: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

129

da yanına katık etti. —Ne iyi bir anne değil mi? -Birde öğüt verdi; “Kızım sarayın arka kapısından bir lanetli gibi çıkacaksın ama unutmayasın karşılaşa-cağın ilk kişi kısmının ardına takıl ve o nereye giderse onu takip et” dedi. Ve kızını bir lanetli gibi sarayın arka kapısından uğurladı. Kız kapıdan sokağa adım atar atmaz annesinin öğüdüne uyarak karşılaştığı ilk kişi kısmının ardına takıldı. Bu peşine takıldığı kişi kışımı oldukça hırpani kılıklı birisiydi. Gide gide bir kulübeye geldiler. Hırpani kılıklı kulübeden içeriye daldı. Tabi ki kızcağızda arkasından… —Đnsanoğlu bir gariptir. Neyin ne zaman ortaya çıkacağını bilinemez. Kız-cağız dün bir konaktaydı, tıpkı kutsal metinlerde an-latılan bir cennette yaşıyordu, şimdi ise bir cehen-neme düşmüştü. Ama durun masal bu- Bu arada “Kaderin” onlara “Yürü ya kulum” -elmaslar olmasa nah yürürlerdi ya!- demesi ile gel zaman git zaman o kulübenin yerine babasınınkinden daha ihtişamlı bir konak inşa ettiler. Sonunda intikam saati yaklaş-mıştı. Bir gün tüm şehrin/ ülkenin ileri gelenlerinin çağrılı olduğu bir yemekli şenlik düzenlemeye karar verdiler. Tabi ki babasını da davet etmişti. Aşçılarına babasının en sevdiği yemekleri hazırlamaları talima-tını verdi. Ama bu yemeklerde bir şey eksik olacaktı “TUZ”. —Tuzsuz bir yemek dolayısıyla hayat tadı ve anlamından çok şey kaybedecektir ve yine geçer-ken bir kıssa: Sağlık nedeniyle mecburi olarak tuz-dan uzak durması gereken insanlara iyi davranın- Bey sevdiği hangi yiyeceğe el atsa tadı yoktu. Yine hiddetlenmiş ve ev sahibi ve sahibesini çağırmıştı. A birde ne görsün ev sahibesi kovduğu kızı değil miy-di? “Bu yemeklerin hali ne” diye sordu hiddetle. Kızı da ona kendisini saraydan kovduğu günü hatırlattı

Page 131: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

130

ve “Đşte gördün ne kadar önemli bir tozmuş şu TUZ” dedi. Babası ve tüm konuklar kızı takdir ettiler. —Unutmadan aynı dalkavuk misafirler kızın saraydan kovulması sırasında, da, aynı tavrı sergilemişlerdi- Engin “Masalımız burada bitti” dedi. “Ancak bu masalı dinleyen kişi kısmının aralarında şu diya-loglar geçtiği rivayet edilir.” Diyerek sözlerini sürdürdü; 1. Kişi; “Hiç kimse bir saray yerine bir kulübede ya-şamak istemez” 2. Kişi; “Evet haklısın türküde ‘çobanın kulübesi saz-dan samandan içine girilmiyor tozdan dumandan’ demiyor mu?” 3.Kişi; “Đki gönül bir olunca samanlık seyran olur da diyorlar ya buna ne diyeceksin.” 4. Kişi; “Bunları bırakında bana açıklayın, sabahın köründe bu yoksul hırpani kılıklı kişi kısmının sarayın arka kapısında işi neydi?” 5. Kişi; “O delikanlı sarayın çöplüğünde kısmetini arı-yordu. Çöplükte akşamki ziyafetten arta kalan yiye-cek artıklarını karıştırmakla meşguldü ve padişahın o akşamki hiddetiyle kovduğu kızı tesadüfen onun peşine takılıp, kulübesini şereflendirmeseydi ölünce-ye kadar mevzusu dahi edilmeyecekti”

Page 132: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

131

6. Kişi; “Ya diğer yoldaşları, kaderdaşları onlara bir faydası dokundu mu dersiniz” 7. Kişi; “Sanmam yeni yaptırdıkları sarayın çöplüğünü saymazsak tabi” 8. Kişi; “Evet hatırlıyorum o gün o civardan geçerken hırpani kılıklı insanlar ne kadar da çok ve sevinçliydi. Çünkü çöplükte hiç dokunulmamış yemekler vardı ve tadına şöyle bir bakıyorlardı. Tabiî ki tatsız tuzsuz yemeklerdi. Önce sarayın sahiplerine ve tüm ileri gelenlerin soyuna sopuna kalayı bastılar ve boynu eğik kâselerini doldurup kulübelerinin yolunu tuttu-lar” 9. Kişi; “Masallarda çoğunlukla masal özneleri ‘gemi-sini kurtaran kaptan’ ya da ‘benden sonra tufan’ vurdumduymazlığındadırlar” 10. Kişi; “Doğru söylüyorsun arkadaş, gökten elma hep masal öznelerinin kafasına düşer” 11. Kişi; “Keşke ‘yüce rableri’ kadar taş düşse” 12. Kişi; “Keşke düşse” 13. Kişi; “Umudunuzu yitirmeyin düşecek elbet” Hep birlikte; “Elbette düşecek”

Masal nerede başlar... Ya hayat...

Page 133: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

132

Engin bize “Nasıl buldunuz” diye sordu. Annem-de ben de beğenmiştik. Yine de o gün orada ne işi olduğunu sormadan edemedim. Bana bu masalı duyunca masalda anlatılan evin bir benzerinin bu kentte olduğunu hatırladığını söy-ledi. Ve garip bir duyguyla bu evi gözetlemeye başladığını ve bir süre sonrada o mekândan ayrılamadığını söyledi. Tıpkı masalda anlatılan olayın benzerini her gün yaşıyor olduğunu his-settiğini söyledi. Ve “Đnanır mısın” dedi bana; “Bir gün masalda anlatılan o kişi ile karşılaştım. Ona doğru atıldım. Kirli ellerimle yakasına yapış-tım ve ona tıpkı şu son kısımdaki soruları sordum. Ama beni hizmetçileri fena halde patakladılar. Ben dayak yerken o da kahkahalarla gülüyor-du. Karısı olacak o aşüfte de onunla birlikte gü-lüyordu. Tüm kent bana gülüyordu. Ben bir ma-salın arkasına takılmıştım. Biz bir masalın ardına takılmaya devam etmeliyiz. Öcümüzü almalı-yız...” Biz masalın büyüsüne dalmışken o yerin-den kalkmış ve mutfağa yönelmişti. “Dur ne ya-pıyorsun” demeye kalmadan yemekten arta kalan bulaşıkları yıkamaya koyulmuştu bile. Bu-laşıkları yıkayıp duruladıktan sonra kendisi için müsaade isteyip annemin ve benim elerimi sıktı ve her şey işin teşekkür ederek kapıdan çıktı, yine geldiği gibi yani bir gölge gibi sokakta kayboldu. Onun bu garip tavırlarına alışmıştık. Ben yatmadan önce Engin’in anlattığı şu masalı düşündüm. Günlerdir masamda duran kitaptan

Page 134: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

133

birkaç satır okumak için kitabı elime aldım. Şöy-le yazıyordu: ”Her şey birdenbire oldu.” —Düşün ki bulutsuz bir havada (yağmaz ya) yağan bir yağmur altında sırılsıklam ıslanmak. Aşktan değil-se de yan yana olmaktan da değilse de iki yabancı kişi, bir şehrin en işlek bulvarının karşılıklı kaldırımından birbirinin tersi yönlerde birbirlerinin varlığından ha-bersizce aynı hikâyeyi, aynı megafondan çıkan ıslığı, o aynı eski zaman melodisini, melodideki umutlu yaşamın izini, o yaşam izindeki gürül gürül akan ha-yatı ve o hayatın içinde olduğu ölçüde kanlarının kıpırtısını düşünmekle yaşamak arasında bir bilinç yoğunluğundadırlar. Yâda öyle olduğunu farz ede-lim. —Ne! Farz mı edelim. Neden... —Ben... Yahut ben... Yahut yine ben.. —Ah siz rica etsem şemsiyenizi elinizden fırlatıp at-maz mıydınız? Yağmurda ıslanmaz mıydınız? Gün-lerce ateşler içinde yorgan döşek yatmaz mıydınız? Ve iyileşir iyileşmez aynı bulvarda...” —Pardon SĐZ O’sunuz. O bulvarda elindeki şemsiye-sini atan ve iliklerine kadar ıslanan ve günlerce yor-gan döşek yatan kişisiniz. Biliyor musunuz, günler haf-talar ve yıllar boyunca sizi bekledim. Her yerde sizi aradım.

Page 135: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

134

—Evet, o benim. —Pardon birlikte ıslanmaya ne dersiniz.. —Ya siz ne dersiniz. ”Birden bire, birden bire, Her şey birdenbire oldu.” Engin’in o yağmurlu gündeki ruh halini şimdi daha iyi anlıyordum...

Kim bilir, belki de hayatın başladığı yer-de masal da başlar... O günden sonra Engin’den uzun süre haber alamadım. Bir gün evlerine uğradım. Kapıyı an-nesi açtı. Beni buyur etti. Evde küçük kardeşi de vardı. Engin’i sordum. Uzun süredir ortalıkta gö-zükmediğini ve merak ettiğimi söyledim. Kardeşi bana onun uzun süredir eve uğramadığını söy-ledi. Ancak geçenlerde eve tanımadıkları kızıl saçlı ve peri yüzlü bir kızın geldiğini ve Engin’den bana iletilmek üzere bir not kâğıdı bıraktığını söyledi ve bana; ”Peşimden gel” dedi.

Page 136: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

135

Engin’in çalışma odası olarak kullandığı odaya geçtik. Kardeşi notu koyduğu yerde bulmaya çalışırken ben de odayı incelemeye koyulmuş-tum. Kapının sağında bir dolap kitaplık olarak düzenlenmişti. Kitaplar ve not defterleri gayet düzenli şekilde sıralanmıştı. Politik kitaplarla, ro-man, hikâye kitapları ayrı ayrı konulmuştu. Takip etmeye çalıştığı dergiler ise en üst raftaydı. Ki-taplığın en üst kısmında iki tane daktilo vardı. Birisi beyaz renkli, diğeri ise siyahtı. Beyaz olan daktiloyu hatırladım onu yıllar önce okul ödevi-mi yaparken bana bir süreliğine vermişti. Diğer daktilo yeniydi sanırım. Odada birisi yatak ola-rak düzenlenmiş iki tane kanepe vardı. Kitaplık-ta Karl Marks, Friedrich Engels, Vladimir Đlyiç Ulyanov bilinen adıyla “Lenin” ve Rosa Luxemburg’a ait kartpostallardan arka fon ola-rak Marks’ın ki Siyah, diğerlerininki kırmızı karton olmak üzere resimler vardı. Birde Nazım Hikmete ait gazeteden kesilme yine arkası kartonla des-teklenmiş resimler vardı. Duvarda tek bir çerçe-ve vardı. Ortanca kardeşinin ilk karikatür çalış-malarından birisiydi. Ve onun altına asılmış olan bir mandolin vardı. Bir suntadan hazırlanmış yıl-lar öncesinde katkıda bulunmuş olduğu politik derginin 11. sayısının kapağında kullandıkları Wassily Kandinsky’nin bir resminden renkli foto-kopiyle büyütülmüş bir resim aslıydı. Resimde orak, çekiç ve yıldızın yaşamla bütünleşmesi içerisinde toplumsal yaşamın çeşitli kesitleri res-

Page 137: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

136

medilmişti. Đnsanlar o kadar canlıydı ki... Bir kö-şede müzik seti bulunuyordu kasetçalarda bir kaset vardı, Ruhi Suya ait bir kaset. Müzik setininin üstünde bir kristal vazo ve içinde hâlâ tazeliğini koruyan kırmızı bir karanfil vardı. Ken-dimi tutamayarak kokladım. Üst kısmı pikap ola-rak düzenlenmiş ahşap dolapla çerçevelenmiş bir müzik setiydi. Ve birde çalışma masası vardı. Üzerinde beyaz renkli bir Lap-top vardı. Kutu gazoz tenekesinden -ki kendisi yapmıştı- bir ka-lemlik bulunuyordu. Masanın bir köşesinde de Lap-top’a bağlı yazıcı bulunuyordu. Her şeyi tıpkı kendisi gibi derli toplu duvarları beyaz bo-yalı bir odaydı. Bu sırada kardeşi; ”Buldum işte not bu” diyerek bana uzattı. ”Teşekkürler” diyerek kâğıdı aldım. Notta şöyle yazıyordu: Selam Cemre, Aranmak, dinlenilebilmek, kaybolmamak, konuşa-bilmek, eleştirebilmek, eleştirilmek istiyorum. Mu? Dedim. Ama o kadar zor günler geçiriyorum ki. Yapayalnız-lığımın ortasındayım. Tutunacak bir şeyler arıyorum. Hayatta en çok korktuğum ve eksikliğini duyduğum şey her şeyin bir sanı olmasına dair değil miydi?

Page 138: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

137

Çünkü sanmak içeriği itibariyle ortada cereyan eden olay, olgu ve nesnelerin gerçekliğini kavramak anlamına gelmez. Çoğunlukla hayatı ve hayatımı izlemekle eylemek arasında salınıyorum. Çocukluğumdan bir TRT çocuk korosu şarkısında; “Sen hiç gördün mü üç kulaklı bir insan” der hatırla-dın mı? Daha sonra şarkı şu sözlerle devam eder. “Olur, mu hiç üç kulak dön de bir aynaya bak” Far-kına çocukken varmasak da şu zaman diliminde bu sözlerde hem komik hem felsefik hem de ironik bir tat var... Sende de oldu mu? Bilmem hayatımın bir döneminde aynalara bakmaktan korktuğum çekin-diğim de oldu. Ama aynı zamanda aynı vurdum-duymazlıkla sanki bir Narsis gibi; aynalara hoyratça baktığım zaman dilimleri de oldu. Aman “Tanrım” ne kocaman bir burun, ne çirkin bir surat, ne asil bir bu-run, ne güzel bir surat... Mı? Dedi(n)m. Mi? Dedim. Doğru bu ve belki birde “Öteki dünyada” yapayal-nız kalmaktan korkuyorum. Korkmaktan korkuyorum. Hatta korkmaktan, korkmamaktan korkmaktan kor-kuyorum... Ya!? Böyle işte. Bana bir masal anlatır mısın? ..! Đstenç dışı olarak; “Tabi dedim, tabi ya bize ma-salını anlattı.”

Page 139: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

138

Kardeşi yüzüme tıpkı Engin gibi muzipçe gülüm-sedi. Sonra; ”Her şey için teşekkür ederim” diyerek evden çıktım. Onu nerede bulacağımı biliyordum. Doğruca onunla karşılaştığım o masalın geçtiği köşkün oraya gittim. Evet, işte Engin oradaydı. Tıpkı da-ha önce burada onunla karşılaştığım kıyafet-teydi. Beni görünce yine o tanıdık muzipliğiyle gülümsedi. Aniden kayboldu “Hey nereye kay-boldun” demeye kalmadan aniden omzumda bir el hissettim irkilerek arkama baktığımda o hâlâ gülümsüyordu. Çok şaşırmıştım. Kıyafetini ne zaman değiştirmişti. Çünkü şimdi kıyafeti bizi ziyarete geldiği gündeki gibiydi. ”Benimle gel” dedi. Onu takip etmeye başladım. Hiç konuşmuyor-duk. Bu halde sokaklar, caddeler, bulvarlar, alanlar, patikalar, tüneller, üstgeçitler, alt geçit-ler, garlar, banliyö istasyonları, metro istasyonla-rı, limanlar, otogarlar, havalimanları aştık, bin-lerce kilometre yol katettik, binlerce yer gördük, binlerce insanla karşılaştık, binlercesinin hatırını sorduk, binlerce insan onu tanıyordu, binlerce insanın elini sıktık. Gizli basımevlerinde illegal ya-yınların basımına yardım ettik, birçok ülkenin birçok alanlarında, evlerinde, bulabildiğimiz her

Page 140: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

139

yerde işçi-emekçilerle toplantılar düzenledik, dünyanın birçok yerinde birçok duvara slogan-lar yazdık, birçok toplu taşım aracında aniden ortaya çıkıp bildiriler dağıttık, konuşmalar, ey-lem çağrılan yaptık, yağmura, kara, soğuğa, güneşe aldırmadan, legal/illegal gazete, dergi, broşürler dağıttık, birçok kez tutsak düştük, bir-çok kez tutsak edildiğimiz zindanlardan kaçma-yı başardık, tutsak edilmiş birçok yoldaşımızın kurtarılması için planlar hazırladık, eylemler ger-çekleştirdik, birçok yoldaşımız ölüm oruçlarına yattı, birçok yoldaşımız kendisini yaktı, birçok kez ölüm oruçlarına katıldık, birçok kez kendimizi yaktık, dünyanın birçok yerinde kentlerde ve kırlarda, fabrikalarda, atölyelerde, evlerimizde, tarlalarımızda, dağlarda, ormanlarda, kolluk güçleriyle çoğunlukla derme çatma silahlar ve genellikle silahsız olarak çatıştık, onların her türlü ölüm makineleri vardı ama buna karşın yiğittik, son nefesimizde, son gücümüzde bile umutları-mızı haykırdık, umut dolu mesajlarımızı kanımızla duvarlara yazdık, birçok kez işkence gördük, tecavüze uğradık, diri diri yakıldık, diri diri gö-müldük, diri diri asit kazanlarına atıldık, uçaklarla binlerce kilometre yükseklikten boşluğa bırakıl-dık, kurşuna dizildik, idam edildik, yıllarca tabut-luklara hapsedildik, yıllarca lağımların içinde, gemilerin sintinelerinde bekletildik, çırılçıplak so-ğukta bırakıldık, cereyanda bırakıldık, nükleer, kimyasal, biyolojik silahlar üzerimizde denendi,

Page 141: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

140

insanlık dışı deneylerde üzerimizde denendi, gaz odalarında topluca boğulup, fırınlarda yakıldık, yağlarımızdan sabun yapıldık, birçok kez öldü-rüldük ama biz binlerce çoğalarak dirilmeyi bil-dik, umudumuz hep vardı, ozalitten, fotokopi-den, serigrafiden, taş baskıdan, teksirden yarar-lanarak afişler bastık, afişler astık, birçok defa âşık olduk, ama insanlığın kurtuluşuna olan aş-kımız hiçbir zaman sönmedi, hatta daha da art-tı, TV, radyo istasyonlarını, gazeteleri, parlamen-to binalarını, elçilikleri, fabrikaları, atölyeleri, bor-saları, bankaları, yiyecek silolarını işgal ettik, kamulaştırmalara katıldık, kamulaştırdığımız yi-yecek malzemelerini, tıbbi malzemeleri, ihtiyacı olan insanlara dağıttık, eğitim seferberlikleri dü-zenledik, ev ev, atölye atölye, fabrika fabrika, tarla tarla, şehir şehir, ülke ülke, eğitime bilgiye susamış işçi-emekçilere-yoksullara bize yasak olan bilgiyi içmeyi öğrettik, kana kana içtik, bi-linçlendik, kana kana içtiler, bilinçendiler. Đsyan-lar gerçekleştirdik, katliamlara uğradık, üzeri-mizden tanklar geçirdiler, tanklara karşı dimdik durmasını da bildik, bunu gören kolluk güçleri-nin emrindeki güçler de bizlere katıldı, çoğaldık, çoğaldık, Đşçi-emekçi düşmanlarının elebaşlarını kaçırdık, sorguladık, serbest bıraktık, ama onlar bizi ilk yakaladıkları yerde kurşuna dizmekte te-reddüt etmediler, biz daima yüz yüze şövalyece savaştık, onlar alçakça, haince sırtımızdan vur-masını bildiler, içimizden hainler de çıkarttık,

Page 142: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

141

döneklerde, ama onlarla baş etmesini de bildik. Spartaküs’ün köle ordusunda yer aldık, Fransız devriminde de bulunduk, devrim bize ihanet ettiğinde Fransa’da Lion’da işçi ve emekçiler olarak başkaldırdık, Louis Auguste Blanqui’nin savaşçılarının arasındaydık bize “Irmağın karşı-sında ne olduğunu tartışacağımıza ırmağı yüze-rek geçmeyi” teklif etti ona katılarak ırmağı bir-çok kez yüzmeyi denedik, 1871 de Paris’de kiraz zamanlarında Paris komününde 72 gün boyun-ca proleter iktidarımızın ilk adımını attık, hatala-rımızın sonucunda yenildik, bu sefer önce 1905 daha sonra 1917’de Rusya’daydık her şey bir günde gerçekleştirildi gibi görünse de geçmişin onbin yıllık mücadelesi ve geleneği ile ilk tokatı attık, sonra ikinci tokatla iktidar tamamen işçi-emekçilerin eline geçti, tüm kirli anlaşmaları yırt-tığında Aleksandr Zinovyev o meydandaydık, Alman devrimi patlak verdiğinde de oradaydık Rosa Luxemburg’un ve Karl Liebnect’in katle-dilmesine engel olamadık, birçok defa Lenin’i dinledik, Küba’da 17 Temmuz hareketiyle dev-rime katıldık, Ernesto Che Guevara ile daha faz-la devrim için Bolivya’ya gittik, ihanete uğradık öldürüldük, Vietkonglularla ABD’yi alt ettik, Mao Zedong’un uzun yürüyüşüne katıldık, Nikara-gua’da Sandinistalarla omuz omuza savaşarak devrimi gerçekleştirdik. 1968 de Paris sokakla-rındaydık. 1973 de Şili de Salvador Allende Pinochet’in askeri darbesi ile öldürüldüğünde

Page 143: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

142

ve tüm muhalefet işkence altına alındığında oradaydık. Filistin’de intifadaydık, Güney Afri-ka’da ırkçılığa karşı savaştaydık, Đspanya’da faşist Franko’ya karşı savaşım cephesindeydik, Portekiz’de karanfil devriminde bulunduk. 15–16 Haziran’da Đşçi-emekçilerle Đstanbul’u işgal ettik, 6 Filo’yu protesto ettik, Doğu mitinglerine katıl-dık, Nurhak’ta Sinan yoldaşla birlikte çatıştık, Mahirlerle Kızıldere’de kolluk güçleriyle çatıştık. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, Askeri darbelerinde sokak çatışmalarında, darağaçlarında, kay-betmelerle karşı karşıya kaldık. 1990’da Zongul-dak’tan Mengen’e kadar çoğalarak aktık. Đha-neti bir kez daha yaşadık. Gazi Mahallesinde katledildik. Sivas’ta Madımak otelinde yakıldık. Her darbede sokaklarda, darağaçlarında kat-ledildik. Çok yendik çok yenildik, ama savaş-mada ustalaştık… Aniden bir rüyadan uyanır gibi yolculuğa baş-ladığımız aynı yere döndük...

Bir yürek çırpıntısı... Đşte zaman... Tüm bunlar o kadar hızlı gelişmişti ki. Zaman hâlâ o ilk yola çıktığımız andaydı. Bana dönerek omuzlarımdan tuttu ve ta gözlerimin içine baka-rak şunları söyledi.

Page 144: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

143

”Sana benimle gel demiştim. Ama sen gelme-din.” Başımı öne eğmiştim. Başımı kaldırıp tam ona cevap verecektim ki. O yoktu. Kaybolmuştu. Köşkte ortada yoktu. Yerinde bir halı saha vardı ve insanlar futbol oynuyorlardı. Duvarlarda umut dolu sloganlar yerine ilan-ı aşk grafitleri vardı. Köşede şarapçılar, tinerciler ateş yakmış-lar, hem ısınıyor hem de kafayı çekiyorlardı. On-lara yaklaşıp buradaki köşkü sordum, yüzüme aval aval baktılar ve “Bize bir şarap ve tiner pa-rası vermek istersen hayır demeyiz” dediler. Hır-kamın cebimdeki bozuklukları onlara uzattım. Đçlerinden kızıl saçlı yaşlı bir kadın; ”Sen Engin’i arıyor olmalısın, bende bir zamanlar onun izini sürmeye çalışmıştım... Buraya senin gibi kadın, erkek birçok kişi burada olduğunu sandıkları bir köşkü sorarlar, ama burada hiçbir zaman bir köşk olmadı. Sende tıpkı bir zamanlar benim yaptığım gibi ve diğerleri gibi onun çağ-rısına kulak verip onun izini takip etmelisin” Diyerek cebinden bir ağız mızıkası çıkartıp çal-maya başladı. “Peki” diyerek şaşkın bir şekilde yolları arşınlamaya başladım. Arkamı dönmeye korkuyordum. Yine de kendimi tutamayarak arkama baktığımda, az önceki ateş yanan ye-rin olduğu yerde sisler içinde silueti görülen bu

Page 145: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

144

dünyadan farklı bir dünya silueti vardı. O dün-yaya doğru yöneldiğimde birdenbire kayboldu ve şimdi o kısımda tenleri ve saçları farklı farklı kızlı erkekli çocuklar halka olmuş bir oyun oynu-yorlardı. Beni de oyuna davet ettiler, bende bir süre bu oyna katıldım. Sonra izin isteyerek tekrar yola koyulduğum esnada yaşlı kadının mızıka-sından çıkan ezgi yine kulağıma takılmıştı. Bu ezginin izini sürerek tıpkı köşkün olduğu yerde Enginle yaptığımız yolculuğa çok benzeyen bir şekilde sokaklar, caddeler, bulvarlar, alanlar, tüneller, üstgeçitler, patika yollar, alt geçitler, garlar, banliyö istasyonları, metro istasyonları, limanlar, otogarlar, hava limanlan aştım, binler-ce kilometre yol kat ettim, binlerce yer gördüm, binlerce insanla karşılaştım, binlercesinin hatırını sordum, binlerce insan beni tanıyordu, binlerce insanın elini sıktım. Simit satan bir satıcı, ”Hanımefendi buyurun bu simit size Engin’den, size rastlarsam onun sizi beklediğini, yapmanız gerekenin ezgiyi takip etmek olduğunu söyle-memi söyledi” dedi. Ve kayboldu. Artık hiçbir şeye şaşırmıyordum. Simidimi ısırırken her halinden aç olduğu anlaşı-lan birisine simidimi verdim. Simidi alır almaz kayboldu. Kent o kadar kalabalıktı ki artık ezgiyi duyamıyordum bile. Pamuk şeker satan bir satı-cı,

Page 146: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

145

”Hanımefendi buyurun bu pamuk şeker size En-gin’den, size rastlarsam onun sizi beklediğini, yapmanız gerekenin ezgiyi takip etmek oldu-ğunu söylememi söyledi” dedi. Ona “Peki ama ezgiyi duyamıyorum ki” demeye kalmadan o da kaybolmuştu. Pa-muk şekerimi annesinin kucağındaki bir kıza verdim. Annesi teşekkür ederek kayboldu. So-kak lambasının altında, elindeki kitabı okumaya dalmış bir kent heykelinin köşesinde, minicik elle-riyle kâğıt mendil satan bir kız çocuğu vardı ba-na; ”Abla bu kâğıt mendil size Engin’den, size rast-larsam onun sizi beklediğini, yapmanız gereke-nin ezgiyi takip etmek olduğunu söylememi söy-ledi” dedi ve kayboldu. Kâğıt mendili ömrünü sokaklarda geçiren bir grup sokak çocuğuna pay ettim. Onlarda kay-bolmuşlardı. Bir banka oturdum ve bu bilmeceyi düşünüyordum ki, bir boyacı çocuk, pabuçları-mı boyamaya başlamıştı bile, ona dur ne yapı-yorsun demeye kalmadan, o bana; ”Hanımefendi pabuçlarımızı cilalamamı bana Engin söyledi, size onun sizi beklediğini, yapma-nız gerekenin ezgiyi takip etmek olduğunu söy-lememi söyledi” dedi.

Page 147: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

146

Bu esnada oturduğum banka kızıl saçlı ve peri yüzlü bir kız oturmuştu, kulağında bir Walkman vardı, sesini o kadar çok açmıştı ki ben bile du-yabiliyordum. Lütfen sesini kısar mısınız demek için hazırlanıyordum ki kızıl saçlı yaşlı kadının mı-zıkasıyla çaldığı ezgiyi duyumsadım ve bu kızıl saçlı kızı buraya Engin’in kasten gönderdiğini anladım bu esnada onunda benim yüzüme bakıp gülümsediğini fark ettim bende ona gü-lümsedim. ”Đşte takip etmen gereken ezgi bu” dedi ve tam bu anda kızıl saçlı kız ve boyacı çocuk kaybol-du. Kulağımda ezgiyle, banktan kalktım ve yola koyuldum. Kentin altını üstüne getirdim tam vazgeçmek üzereyken gözüme iri ve kırmızı el-malar satan bir manav ilişti, hemen bir elma se-çerek satın aldım ve ücretini ödedim. Đlk ısırıktan sonra bu ezginin çok yakınımda ki şu karşıdaki binadan geldiğini duyumsadım. Adım adım yaklaşmaya başladım. Đşte şimdi tam ezginin içindeydim. Apartmana girdim. Merdivenlerden aşağıya doğru inmeye başladım. Şimdi ezgi ile birlikte ortalıkta buram buram pasta kokusu his-sediliyordu. Dinleyin kim bilir belki sizde duyum-sarsınız: —Hayat bir saklambaç oyununun izindeydi belki de. Hani önümde, arkamda, sağımda, solumda, te-pemde, ayak tabanlarımın altında olanların ilk el-den ebelenip sobeleneceği bir oyundan içre.

Page 148: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

147

—Ve O SĐZ —Ben zavallı yalnız serseri, küstah, masum bir kural-sız. Ben müzmin bir yalnız hayalperest. —Ya O SĐZ —Ben yahut biz hiç kimseye benzemez çılgın, nan-kör bir kedi gibi. —Ya O SEN. —Bizler yahut biz elbet ben melankolik bir gerçekçi. Aydınlığı arayan bir kan ve ölüm meleği. —Ya O SEN, SĐZ, SĐZLER. —Bizler karanlıkta aniden yanan bir mum ışığı gibi kendi dibini aydınlatmaktan aciz —SĐZ, BĐZ ve Yalnızlığımız. —Alanlarda yığınlar. Yığın öncüsünün birinin elinde Megafon. Megafondan yükselen bir ıslık. Islıkta bir eski zaman melodisi. Melodide bir umutlu yaşam izi. O yaşam izinde gürül gürül akan bir hayat. Hayatın içinde kanın/kanımız kıpır kıpır. —Evet, BEN, SEN ve Birde ”…çığlık çığlığa şarkı söy-leyen / yanmış yıkılmış bir kadın öyle sessiz öyle ağ-lamaklı…”

Page 149: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

148

Her ezgi bir yolculuk, her yolculuk bir sürpriz... Burası bir çay ocağıydı, alçak tavanlı, hasır ta-bure ve sehpalar ile boydan boya sedirlerle dö-şenmiş, duvarlarında eski kilimler, Yılmaz Güney, Nazım Hikmet ve Ahmet Arife ait poster/şiirler olan sevimli bir yerdi. Bu binanın önünden o ka-dar sıklıkla geçmiştim ki. Burada bu binanın bodrumunda bir çay ocağının olduğunu tah-min bile edemezdim. “Aaa bu Engin işte orada oturuyor.” O da beni gördü bana el salladı. Ya-nına gittim. Ayağa kalktı elimi sıktı ve ”Sonunda gelebildin demek otur” dedi. Kendi çayı bitmişti benimkiyle birlikte çayını ta-zeledi. Bu basık tavanlı çay ocağına gelirken merdivenlerde taze pasta kokusu hissettiğimi söyledim. Đşte bu nedenle Engin’in uzun süredir ilk defa güldüğünü gördüm. Katıla katıla gülü-yorduk. Engin; ”Bende bu mekânın bu kokusunu seviyo-rum. Bir süre sonra sende alışır müptelası olursun. Birde bu oturduğum köşeyi seviyorum. Unutma ki” dedi. —Bunu gözlerimin içine bakarak söy-

Page 150: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

149

lemişti.- “Ben yabancılaştığım ortamlardan hemen uzaklaşırım. Sende buna dikkat etmelisin” dedi. Ve sustu. Etrafımı inceliyordum ki birden buraya kadar gelirken karşılaştığım tüm insanlarında burada olduklarını gördüm. Bu şaşkınlıkla ona buraya gelirken ki yaşadıklarımı sormak bile aklıma gelmedi, zaten o da sormadı. Bu halde karşılıklı olarak suskun bir şekilde müzik kutusundan yayı-lan ezgileri dinledik. Sonra benden daha sonra uzun uzun sohbet etmek için söz vererek şimdilik müsaade istedi. Kadın yoldaşı ile buluşacağını söyledi. Karşılıklı olarak tokalaştık. Hesabı ödedi ve kapıdan bir gölge gibi çıktı. Arkasından baka kaldım. Bir süre sonra bende kalktım. Bu esnada garson kız bana sarı bir zarf ve karanfil verdi, hayret bu kız yine kulağında Walkman olan peri yüzlü o kızıl saçlı kızdı. Ve o anda garson kız, müşteriler, ezgi, müzik kutusu, çay ocağı her şey kayboldu. Kentin dışındaki çöplükte buldum kendimi. Đnsanlar çöplükten o günkü kısmetlerini arıyorlardı. Đnsanlar ve diğer canlılar. Havada ilk etapta hissedilen bir gaz kokusu vardı. Mekân-dan bağımsız olarak insanların yüzlerinde sanki Engin okunuyordu. Birisine şehre giden ana yolu sordum, yaptığı işinden başını kaldırmaya bile tenezzül etmeden güneşin battığı yöne doğru yarım saat yürürsem ana yola çıkabileceğimi

Page 151: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

150

söyledi. Dediği gibi yaparak yola koyulmuştum ki, bir süre sonra sırtımı geldiğim yöne doğru döndüğümde çöplüğün olduğu yerde, yine daha önce karşıma çıkan bir sis bulutu içinde siluet halinde gördüğüm o bambaşka dünya vardı. O kadar canlı, o kadar bayram yeri gibi bir dünyaydı ki birdenbire içimde bu yenidün-yadaki yaşama dâhil olmak isteği duydum. Bu duyguyla, karşımdaki bu yenidünyaya bir adım atmak istediğimde aniden kayboldu ve orada şimdi uçsuz bucaksız uzanan ve içinde binlerce tür çiçek olan uçsuz bucaksız çiçek tarlaları vardı. Çeşitli çiçeklerden bir demet oluşturdum ve birden elimdeki çiçek demeti ansızın binler-ce çeşitli renklerde bezenmiş kelebekler olup uçuşmaya başladılar. O anda gökyüzünde bir gökkuşağı belirdi. O yöne doğru uçuşuyorlardı. Bende peşlerinden koşmaya başladım ve onlar-la birlikte tam gökkuşağının altından geçecek-ken her şey kayboldu karşımda camdan bir du-var vardı. Sonra tekrar güneşin battığı yöne yani arkama doğru döndüğümde, kentin en işlek caddesinin tam ortasında buldum kendimi. Az kalsın eziliyordum. Herkes tuhaf tuhaf bana ba-kıyordu. Bir vitrinin önünden geçerken kendime baktığımda, saçımda çeşitli çiçeklerden örül-müş bir taç vardı. Her şey o kadar tuhaf ve il-ginçti ki...

Page 152: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

151

Sen sen ol sakın ha tuhaf olana ka-pıl(ma)... Kendimi toparlamak için içinde kafeteryası olan Hiper markete girdim. Kafeteryanın tuvaletinde elimi yüzümü yıkayarak kendime gelmeye çalış-tım. Tacımdaki çiçekleri ve karanfili çantama koydum. Sonra kafeteryada portakal suyu içtim. Kendimi nihayet toparlamıştım. Sonra Hipermar-ketin marketine girip alışveriş yaptım otobüs du-rağına kadar yürüdüm. Otobüs geldiğinde içi tıklım tıklım doluydu. Nihayet eve gelmiştim. Elimdeki öteberiyi mutfağa bıraktım. Odama geçip, sarı zarfı masamın çekmecesine, çan-tamdaki çiçekleri günlüğümün arasına ve ka-ranfili de vazonun içine koyarak salona geçtim. Annemin telaşlı olduğunu gördüm. Beni merak etmişti. Onu yanaklarından öperek sakinleştir-dim. Erkek arkadaşımın aradığını söyledi. Onu sakinleştirerek arkadaşımı sonra arayacağımı söyledim. Annemle birlikte yemeği hazırlayıp sofraya oturduk. Havadan sudan konuştuk. Bu-laşıkları yıkadıktan sonra erkek arkadaşımı yani Arda’yı aradım. Hemen buluşmak istediğimi, mümkünse bize gelmesini söyledim. Anneme Arda’nın geleceğini söyleyerek ocağa çay koydum. Erkek arkadaşımın adı Arda, aynı ma-

Page 153: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

152

hallede oturuyor. Şimdilerde seyyar olarak kitap satıyor. Bir süre sonra Arda da geldi. Annemden izin isteyip Arda ile odama geçtik. Ve ona gün boyunca yaşadıklarımı bir bir anlattım. Önce bana inanmak istemedi. Çünkü benim mantıklı bir kişi olduğumu söylerdi. Đyi ki ona zarftan bah-setmemiştim. Yoksa bahsetmeli miydim? Dü-şündüm de zarftan nasıl bir sürpriz çıkacağını bilemiyordum. Aslında Arda’ya güveniyordum ancak ilk defa onunla kendi aramda bir sır ol-masını istedim. Bu yüzden zarfı ondan gizledim. Ve salona döndük karşılıklı olarak çaylarımızı içtik. Arda’yı uğurladıktan sonra anneme “Đyi geceler” dileyerek odama çekildim ve gizem dolu bir günün anısı olan şu sır dolu sarı zarfı ma-samın çekmecesinden çıkartarak heyecanla açtım. Eyleme, bilgiye ve özgürlük/ölümsüzlüğe dair. Merhaba Cemre, Sıradan bir gününün öğle sonrasında bu satırları ka-ralıyorum. Canınızın istediğince bir adım dahi atamadığınız. O meşhur deyimle “Özgürlüğün” ki görece özgürlükle-rinizin bir süreliğine de olsun elinizden alındığı bir yerde mutlu olunabildiği ölçüde mutluyum. Oldukça büyük ve derece derece artan sürgit bir can sıkıntısı

Page 154: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

153

gölge gibi peşimi bırakmıyor. Saçlarımdaki aklar her geçen gün biraz daha fazlalaşıyor. Umut ise yeşer-miyor. Ne şarkılar, ne sözler, ne temenniler umuttan yana. Her bir şeyin üzerinde ölü toprağı sinmiş. Silke-lesen olmuyor, yıkasan olmuyor. Özlem her şeye, ağıt her şeye. Sizleri mutlandıracak, dolayısıyla ken-dimi mutlandıracak hiçbir şey yazamayacak bir noktadayım. Öyle bir moment ki, “Evrenin sonsuzlu-ğu içerisinde” ne kadar ufak olursa olsun, içinde ba-rındırdığı enerji bu sonsuzluğu paramparça edip umutlu, mutlu bir sonsuzluk yaratacak derecede dopdolu. Bu iki paradoksun ortasında, boşlukta salı-nıyorum. Bir saat gibiyim, kurulmasam duracak olan bir saat. Burada onca kalabalık içerisinde yapayal-nızım. Fikirce, yaşça uyumlulaşabileceğim bir tek insan yok. Tüm konuşmalar fasit bir çember etrafın-da dönmek mecburiyetinde. Ve ben her seferinde bu fasit çemberin yörüngesinden çıkması için yaptı-ğım tüm müdahalelerime karşın henüz kısır bir çer-çeve içerisinde devinen, el değmemiş, hayatı tanı-mayan, cahil yanlarıyla epeyce mücadele etmem gerekecek. Đnsanı insan yapan emektir. Bu bir yana bir iki aklıselim fikirdaş bulamadıkça, fikri krizi atlat-mak uzun vadede gerçekleşecek bir düş olabilir. Burada insanın en tabi hakkı olan yaşamın, baharın, yeniden doğuşu anlatan Newroz’un o tatlı, o hoş kokusu bile alınamıyor. Yağmurdan sonraki o mis toprak kokusu bile alınamıyor. Kokan tek şey tüm şu kahreden baskı aygıtının çürük ve dünyanın en iğ-renç kokularından da iğrenç o ölüm öncesi kokusu. Her şey bu iğrençlikte kokuyor. Ne kadar yuğsam da bu koku temizlenmiyor. Daralıp pencereleri, kapıları açsam da kurtuluş, bu cehennemi âlemden

Page 155: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

154

kurtulunduğu gün olacak. Evet, o günler, o mümkün olması imkân dâhilinde olan o günler gelecek mi? Ya. Bu her an iğrençleşen günler geçecek mi? Soru-lar ve sorunlarla yüklü zamanlar geçse. Baharım gel-se. O tabiatın mutluluk kokan, sevgi, sevinç kokan günleri gelse. Siz dostlara asıl şu günlerde ihtiyacım var. Beni unutmayın, bana mektuplar yollayın, umut dolu, yüklem dolu mektuplar olsun. Yürekli, sevinçli, sevgi dolu olsun. Hayat olsun, hayatın binlerce te-miz, duru kokularıyla dolu mektuplar olsun. Yaşamın en saf haliyle dolu umut dolu mektuplar olsun. Sağlık olsun bu mektuplarda, çünkü henüz her şeyin baş-langıcında, bu dört tarafı tepelerle çevrili çanakta tüm bunlara ihtiyacı var şu zavallı dostunuzun. Eğer ki ben hâlâ dostunuz isem. Geçmiş günlerin hatırı var ise. Durun birde şu sese kulak verelim. Hey dostum bir de senden dinleyelim, durduğun yerden hiçbir süse ve abartıya meyletmeden anlat: —Şey doğrusunu söylemek gerekirse her birimizin bu durumdan rahatsız olduğumuz malum. Her birimizin birçok ve sonsuz beklentilerimiz var. Henüz bizim için burası hayatın başlangıcında önemli bir dönüm nok-tası. Ha burada maddi ve manevi sıkıntılar çekiyoruz ve ölesiye olmak üzere normal yaşamımızı özlüyoruz. Zorunlulukların çemberinden sıkılıyoruz. Zorunlulukla-rın kıskacından kurtuluş bizim için şimdilik ham bir hayal olsa da buradaki deli aklı ile yapılan ne idüğü belirsiz yaşamdan ne kadar erken, ne kadar sağlıklı bir şekilde kurtulursak o kadar iyi olacak diye düşü-nüyoruz ve öyle davranıyoruz. Hayatımızın bundan öncesi ne kadar da boşmuş, burada bunları yaşa-

Page 156: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

155

masaydık anlayamayacaktık. Dolayısıyla bundan sonraki hayatımıza daha sağlıklı, daha sımsıkı, daha omuz omuza tutunacağız. Burada bunu öğrendik. Dahası yaşama sımsıkı sarılmalıyız, yoksa düşeriz. Ki burada düşmekten daha kötü bir eza yok. Toplum-da karşılığını kolay kolay ayırt edemeyeceğimiz bir-çok olgu ve olay burada çırılçıplak karşımıza çıkıyor. Bunu görüyoruz ve görmek kavramakla pekiştirilirse gelişme kaçınılmaz olur, bunu biliyoruz. Yani diyece-ğim o ki, biz sonuçta insanız ve bunu denemeseydik hayatta eksiklikti kalacaktık. Şimdi ise eksik değiliz. Mutluluktu aradığın senin, dostlarından mutluluk si-pariş ediyordun. Đşte dostlar mutluluğa açılan bir iz. —Evet, teşekkürler dostum. Oradan bir şey mi söyle-diniz. Evet, evet siz. Öncelikle adınızı alabilir miyim? —Tabiî ki; adım Delia Stenberg Guzman, ben şunu söylemek istiyorum. ‘Varmak, yolda bir duraklama-dır; Attığımız adımları tanımak, önümüzde kalan adımları hesaplamak için belirlediğimiz bir noktadır. Varmak, yeniden başlamak için bir soluktur!’ daha ne diyeyim. —Sağ olun bayım, ilginize teşekkürler. —Ben de bir şeyler söylemek istiyorum. Aslında sizler bir takım şeyleri abartıyorsunuz. Yaşam bir süreklilik arz ediyor. Bu süreklilik içinden siz doğrusunu ifade

Page 157: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

156

etmek gerekirse cımbızla, sizce önemli bir noktayı alıp ve bu yetmezmiş gibi, tüm diğer bağıntılarından soyutlayarak incelemeye çalışıyorsunuz. Yani labo-ratuar ortamına benzer bir tecrit ortamının hijyen yapısında incelemeye çalışıyorsunuz yaşamı. Fakat yaşam hiç de laboratuar ortamına benzemiyor. Orada önceden kontrol ve tahmin edemeyeceği-miz birçok etmence etkilenen, dönüşen ve dönüştü-rülen bir olgu ve durumlar bütünlüğünce çevrili bir şekildeki etkiye maruz kalıyor. Yani yaşam sürekli öğ-reticidir. Cıvıl cıvıldır. Somurtkan, statik, statükocu ve dahası donuk değildir ve dahası var dostlarım. Olgu-ları daha anlamlı kavramak, duruma daha değişik boyutlardan bakmak gerekiyor ki, bu bile tam an-lamıyla olguyu kavramamızı engelleyebiliyor. Bunu ırmağın akışı ve bu ırmağa ikinci bir defa girmeye benzetiyoruz. Tecrübe edebilirsiniz, iki defa aynı ır-mağa girilemez, çünkü hem ırmak hem de kişi ve cisim olarak biz değişmişizdir. Sürekli değişim diye de özetleyebileceğimiz bu olgu her şeyin akıcı, değişim içinde olduğunu anlatır. Hülasa, biz diyoruz ki sürekli akan bu yaşamı anlamaya kalkışmak anlamsız bir uğraşıdır. Lokman üstat gibi ölümsüzlüğü boşuna aramayın, doğum ölüm, ölüm doğum. Şimdilik ver-diğimiz ad olarak “kader” hiçte tanrısal ya da keli-menin en dar anlamıyla yabancı bir olgu değil, kendimizin tam anlamıyla bilincine vararak kendimizi ifade ettiğimiz, eylemde (toplumsala varan ve öznel olarak bireysellikle sınırlı) bulunduğumuz kısacası kendimizden olan şeylerin bütünüdür. Đnsanın insana ezgisi bu yabancılaşmadan kurtulmakla mümkün-dür. Yabancı olan, kendine ve eylemine dolayısıyla insanlık toplamına yabancı olan yaşamı kavraya-

Page 158: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

157

mayacak. O toplamı dönüştüremeyecektir. O ölçü-de de dünyanın ve doğal olarak kendisinin sınırlarını aşamayarak yok olacaktır. Yani kısaca özetlenen bir deyimle “benden sonra tufan” diyen insan; bir nes-ne, bir hiç konumuna düşecektir. Hayır. Benden ön-ce varolan ve benden sonrada var olmaya devam edecek olan şu insanlık toplamına iman ederim ki; Ben yaşadım, yabancı olarak değil. Varlığımın ve eylemimin, bilincine vakıf olarak yaşadım diyebilmek için. Eyleme davet, bilgiye davet, özgürlük-ölümsüzlüğe davettir bizimkisi. Eyleme, bilgiye ve özgürlük-ölümsüzlüğe dair… Sanırım merdivenleri pasta kokulu çay ocağın-da Engin’in bana salık verdiği şu yabancılaşma konulu ikazı daha iyi anlıyordum. Bu düşünceyle uykuya dalmışım...

Đçimizi ısıtacak bir merhaba desek... Sabah epeyce dinlenmiş olarak kalktım. Ertesi günlerde böyle geçti. Bir hafta içi kendim için alışveriş yapmak ve Arda ile buluşmak için şehre indim. Pasajları dolaşıyordum. Birden Engin’in gizemli kadın yoldaşıyla karşı karşıya geldim. Demek ki burada çalışıyordu. Teklifsiz-ce “Merhaba” diyerek elimi uzattım. O da ga-yet rahat bir şekilde “Merhaba” dedi ve elimi sıktı. Ben makyaj yapmayı sevmem, ama o ol-dukça abartılı bir makyaj yapmıştı. Boynunda

Page 159: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

158

siyah boncuklarla üçgen şekli verilmeye çalışıla-rak işlenmiş bir kolye vardı. Kasada şişman ve kel birisi oturuyordu, bu kişi sanırım iş yerinin sa-hibiydi. O da abartılı biçimde peş peşe sigara tüttürüyordu. Bir de bir başka kız çalışıyordu o da abartılı bir makyaj yapmıştı, o da sigara içi-yordu, biraz kilolu ve kısa boylu birisiydi. Engin’i sordum. “Ha Engin mi? Biz onunla artık görüş-müyoruz. Siz bir şeyler alacaksanız yardımcı olabilirim” dedi. Bunu işinin ehli bir tezgâhtar edasıyla söylemişti. “Sağ olun” dedim. “Kafama takıldı, Enginle görüşmemenize neden olan ola-yı bana anlatımlısınız” dedim. Bende bu arada yüzsüzlüğü ele almıştım. Hayret tepki vermedi. Bundan da cesaret alarak konuşmak isterse ad-resimi ve telefonumu bırakmak istediğimi söyle-dim. Bana “Sizinle görüşeceğimizi sanmam ama isterseniz verin” dedi ve çantasından bir sigara paketi çıkarttı. Son bir adet sigarası kalmıştı. Ucu yukarıya dönük şekilde duruyordu. Bunun so-nuçta kadınca bir takıntı olan ‘dilek sigara-sı’ olduğunu biliyordum. “Sigara içermişi-niz” diyerek bana uzattı. Ama ben “Teşekkürler ben sigara içmiyorum” dedim. “Ne güzel, ama ben bir türlü bırakamıyorum” dedi. Ve bu son sigarayı alarak yaktı. Ve artık boşalmış olan pa-ketin üzerine adresimi ve telefonumu düzgün bir yazı ile not etti. “Hayırlı işler” dileyip oradan ay-rıldım. Bana bu davranışları o kadar küstahça gelmişti ki. Bu kızgınlık ve kırgınlıkla kendime ya-

Page 160: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

159

pacağım alışverişi unutmuştum. Kendimi Ar-da’nın seyyar kitap tezgâhı açtığı sokakta bul-dum. Ayaküstü hoşbeş ettikten sonra Arda ba-na acil olarak halletmesi gereken bir işi olduğu-nu söyledi. Benim şimdilik bir işim olmadığını işini halledene kadar tezgâhın başında bekleyebi-leceğimi söyledim. Bu teklifime çok sevindi ve yarım saat içinde döneceğini anlatırken, bu arada tezgâhtaki kitapların fiyatlarının arka ka-pağın içinde yazılı olduğunu, zabıta gelirse ar-kadaşların yardımcı olabileceğini söyledi ve ya-nağıma bir öpücük kondurarak hızla uzaklaştı… Arda yokken ben de tezgâhtaki kitapları karış-tırmaya başladım. Çoğu insan son zamanlarda çıkan ve medyanın pohpohladığı kitapları soru-yordu. Kimisi ise seyretmekle yetiniyordu. Tez-gâhtaki çoğu kitabı okumuştum. Lunaçarsky’nin Özgürlüğüne kavuşturulan Don Quişot(*) isimli tiyatroda sahnelenmek için hazırlamış olduğu kitabına tekrar göz gezdirdim. Nede güzel özet-lemişti Lunaçarsky Ekim devrimini ve yeni bir dünya kurma özlemini ve hep arada kalan, hep muhalif olan insanları. Ama devrim arada kal-maya tahammül edemezdi, inançları ne kadar ulvi olursa olsun, gerektiğinde şiddeti kullanmak zorunda kalmanın sancısına da katlanmak ge-rektiğini bilen devrimci insanları ve bu sancıya aşılı olmayan Don Quisot ve onun benzeri insan-ları… Birden karşımda yine o peri yüzlü Kızıl saçlı

Page 161: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

160

kız öğrenciyi görünce şaşırdım, Sanki hiç tanış-mıyormuşuz gibi; “Biz bir grup arkadaş mahalle-deki kültür derneğinde bir tiyatro oyunu oyna-mak istiyoruz. Acaba sizde içinde tiyatro metni olan bir kitap var mı?” diye sordu. “Evet, var” diyerek elimdeki kitabı uzattım. “Bu Lunaçarsky’nin Özgürlüğüne Kavuşturulan Don Quisot isimli kitabı ihtiyacınızı görebi-lir.” Dedim.“Siz bu kitabı okudunuz mu?” diye sordu. “Evet, okudum çok iyi bir çalışma, ister-seniz oyunun hazırlığı aşamasında size yardım dahi edebilirim” dedim. “Sahi mi? Kendi adıma çok sevinirim. O zaman Çağlar Mahallesindeki Merhaba Kültür Evinde bizi bulabilirsiniz. Benim adım Peri. Kitabın ücreti nedir?” Demek bu kızıl saçlı kızın adı Peri imiş. Kendisi gibi. Kitabın arka kapak içine baktım fiyatı yazmıyordu. “Kaç liran var Peri” dedim. “Bir liram var” dedi. “Peki, an-laştık, kitap benden olsun” dedim ve kitabı uzat-tım. “Teşekkürler, ilk toplantımız haftaya Per-şembe” diyerek sokakta kayboldu. Son günler-de ne tuhaf şeyler yaşıyordum. Bu yarım saat içinde bu sayede zihnimi rahatlatmıştım. Arda söz verdiği gibi yarım saat içinde gelmişti. Arda gelince ona adının Peri olduğunu söyleyen kızıl saçlı bir kız öğrenciye Lunaçarsky’nin Özgürlü-ğüne Kavuşturulan Don Quisot isimli kitabı hedi-ye ettiğimi, haftaya perşembeye birlikte tiyatro oyunu çalışacağımızı söyledim. “Đyi yapmışsın, senin adına sevindim” dedi. Hemen eve gide-

Page 162: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

161

ceğimi söyledim. Bana “Bir şey mi söyleyecek-tin, bir sıkıntın veya paylaşmak istediğin bir şey-ler varsa bana anlatabilirsin” dedi. Ondan ba-kışlarımı kaçırarak “Yok bir sıkıntım falan yok” dedim. “Peki, öyle olsun” dedi. Vedalaştık. Sokaktan ayrıldım ve karşıma ilk çıkan büfeden bir gazete alıp eve dönmek için otobüs durağı-na doğru yola koyuldum. Đş çıkışı olduğu için otobüs tıklım tıklımdı. Gazeteyi okumak için eve gitmeyi bekleyecektim. Nihayet eve gelmiştim. Annem elimin boş olduğunu görünce “sen bu sabah alışverişe gideceğini söylememiş miy-din”diye sordu. Bende “Başka bir sefere kal-dı” dedim. Annem yemeği hazırlamıştı. Hemen sofraya oturduk. Pek az atıştırdım ve odama çekilip bir süre radyo dinleyip yattım...

Hu hu... Kimse yok mu? Hafta sonu anneme yardım amacıyla temizlik yapıyordum. Camları silmek için gazete kâğıdı ararken şu Engin’in yoldaşını gördüğüm gün al-dığım ama okumayı unuttuğum gazete gözü-me ilişti. Gazeteyi parçalarken bir yandan da göz gezdiriyordum ki, birden bir ses işittim. Etra-fıma baktım kimseler yoktu. “Merhaba benim Engin” diye bir ses duyduğuma emindim. Yine o aynı ses “Hey şaşkın elindeki gazete kâğıdının

Page 163: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

162

sol alt köşesine baksana” dedi. Ya da ben öyle duyumsadığımı sandım. Đstem dışı olarak sol alt köşeye baktım. Gerçektende orada bir resim vardı. Resimde kadınlı erkekli birçok insan sureti vardı. Đşte oradan kalabalığın içinden bana el sallayan birisi olduğunu fark ettim. Aaa bu bu Engin. Ama bu nasıl olur bu bir gazete ve iki bo-yutlu bir nesne ve üstelik cansız bir nesne. Ama ama bu el sallayan kişi elle tutulacak kadar gerçek. “Meeerhaba”dedim şaşkınlıkla. Oda bana “Tekrar merhaba” dedi. “Az kalsın benim-le camları silecektin ve sonsuz kadar yok ede-cektin” dedi gülümseyerek. Ve muzipçe gülüm-semesini sürdürdü. Bana“Đstersem oraya yanına gelebileceğimi” söyledi. Ben “Şaka yapıyorsun sanki tüm bunların şaşkınlığını atlatamamışken mi?”Diye sordum. “Ve üstelik bu imkânsız bir şeyken” dedim. O ise“Hayır aslında bende baş-langıçta tüm buradaki insanlar gibi, tıpkı senin gibi düşünüyordum ama işte şimdi buradayım, buradayız”dedi. “Đstersen ben oraya gele-yim” dedi. Ve işte şimdi tam karşımdaydı. “Tek-rar merhaba” diyerek elimi sıktı. “Şimdi gözlerini kapa” dedi. Gözlerimi kapadım. “Şimdi gözlerini aç” dedi ve gözlerimi açtığımda işte biraz önce gazetedeki resimde gördüğüm insanların ara-sındaydım. Hepsi benim duyabileceğim bir ses tonunda tek tek “Merhaba aramıza hoş gel-din” dediler. Bende onlara“Merhaba” dedim. Engin yine o muzipçe gülümsemesiyle “Đşte sa-

Page 164: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

163

na söylemiştim imkânsız diye bir şey yok-tur.” Ona sanki yeriymiş gibi“Kadın yoldaş”la neden görüşmediklerini sordum. “Onu sana bir ara anlatırım söz” dedi. “Şimdi burada bir eylem var, biliyorsun bugün 1 Mayıs, bizlerde burada ‘Bir gün değil yeni bir dünya istiyoruz’ kararlılığıy-la yürüyoruz, yürümemizi engellemeye çalışıyor-lar ama boşuna, bugün değilse yarın tekrar ama mutlaka başaracağız. Şu anda tüm dün-yada işçi ve emekçiler, komünist devrimcilerle birlikte onuz omuza bu dilekle tüm dünyada alanlarda. Kimi alanlarda ise şiddetli çarpışma-lar oluyor. Bizlerde burada hazırlıklıyız. Bak bu çantalar taşla, Molotof kokteyliyle dolu. Şimdi hep birlikte enternasyonali söyleyeceğiz. Milyar-larca işçi, emekçi ve devrimci aynı anda tek bir yürek, tek bir yumruk olarak haykıracağız. Kimi-miz sol kolunu dimdik, kimimiz ise sağ kolunu bir orak şekline getirerek ama ellerimiz yaratan el-lerimizi bir yumruk şekline büründürerek, şu sözle-ri; Uyan artık uykudan uyan, Uyan esirler dünyası, Zul-me karşı hıncımız volkan, Bu ölüm-dirim kavgası, Yı-kalım bu köhne düzeni, Biz başka âlem isteriz, Bizi hiçe sayanlar bilsin, Bundan sonra her şey biziz. Farklı dillerde de olsun aynı inançla söyleyece-ğiz. Ve biz Türkiyeli işçi, emekçi ve devrimciler Nazım’ın;

Page 165: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

164

’Ölenler dövüşerek öldüler, güneşe gömüldüler, vak-timiz yok onların matemini tutmaya, akın var güneşe akın, güneşi zapt edeceğiz güneşin zaptı yakın’ Diye ant içeceğiz. Sende katıl bu sözlere.” Bende enternasyonali söyledim, bende andı içtim. Ben ilk defa 1 Mayıs’a katılıyordum. Bu nedenle Engin alanda bana refakat ediyordu. Sık sık alanda bir ileri bir geri dolaşıyor, sık sık du-ruyor, beni birileriyle tanıştırıyor, bildiri, gazete, kuşlama kâğıtlarından alıyor, bildiri, gazete da-ğıtıp, elindeki kuşlama kâğıtlarını havaya savu-ruyordu. Bana da bir demet verdi. Bende ha-vaya savurdum. Çok mutluydum. Çok mutluy-du. O gün ilk defa evimin dışında insanlığın, emekçi insanlığın toplamıyla kol kola, omuz omuza olduğumu hissettim. Nazım’ın dediği gibi hem bir ağaç gibi tek ve hürdüm, hem de bir orman gibi kardeşçe. Engin’in yüzünde de bunu okudum. Tüm alanı dolduran dostlarda da. Ba-rikatları aşarak, devletin sivil-askeri kolluk güçle-riyle çatışarak, kentin sokaklarını, caddelerini, bulvarlarını ve meydanlarını bir süreliğine de olsun zapt ettik. Zincirlerimizi kırmaya cüret et-miştik. Yaralanan ve ölenlerimiz oldu. Omuzları-mızda tıpkı andımızda olduğu gibi güneşe doğ-ru taşıyorduk. Alanda birçok yoldaş tanıdım. Hemen birbirimize ısınıyorduk. Engin birçoğuyla slogan olsun, siyasi tavır olsun, taktik olsun tartışı-

Page 166: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

165

yordu. Ama bu hiçbir zaman kavgaya ve küs-künlüğe varmıyordu. Aynı keskinlikle kolluk güç-lerine taş, Molotof kokteyl atıyordu bu insanlar-la. Bende Molotof kokteyl attım, yerden daya-nışma halinde söktüğümüz kaldırım ve kilit taşın-dan attım. Kolluk güçlerinin eline düşen birçok yoldaşımızı kurtarma çalışmalarına katıldım… Sonunda akşama doğru gruplar olarak ortak karar alarak dağılıyoruz denildi. Ve aniden işgal altındaki alanlar boşalmıştı... Enginle kendimi lüks bir otelin lokantasında bul-dum. Đnsanlar kuşkulu gözlerle bize bakıyordu. Bizde hem onların bu şaşkın haline hem de kendi halimize makaraları bırakmış biçimde katı-la katıla gülüyorduk. Yemeğin ücretini ödeye-cek paramız kıt kanaat yetişiyordu. Engin istifini bozmadan cebinden bir bildiri çıkarttı. Bildiri-de ‘Komünist bir dünya kuraca-ğız’ yazıyordu. “Üstü kalsın” diyerek şef garsona bildiriyi uzattı. Ve çok rahat bir tavırla lokanta-dan çıktık. Henüz bir saat öncesine kadar çatış-tığımız işgal ettiğimiz ve çekildiğimiz alanlarda dolaşmaya başladık. Temizlik ekipleri olanca gayretiyle çalışıyorlardı. Beyaz eşya satan dük-kânlardan birisinde televizyonlara baktık. Tüm haberlerde bugünkü 1 Mayıs eylemleri hakkın-da haberler yer alıyordu. Ne kadar taraflı olsa da yayınlar yine de 1 Mayıs’ın anlamını ortadan kaldıramıyordu. Yani Engin’in alandaki tüm tar-

Page 167: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

166

tışmalarında ortaya çıkan ana fikir gibi “1 Mayıs Đşçi-Emekçilerin Bayramı Değil Aksine Burjuvazi ve Tüm Đşbirlikçi Sınıflara karşı KAVGA GÜNÜNÜ-DÜR” Birden temizlik yapan bir işçinin süpürgesi-nin önünden bir karanfili kurtararak saçıma iliş-tirdi ve “Sana her şey için teşekkür ede-rim” dedi. Ben de “Asıl ben sana teşekkür ede-rim Engin” dedim. “Ha unutmadan seninle şu ‘kadın yoldaş’ hakkında konuşmak için bir gün mutlaka seni evinizde rahatsız edeceğim” dedi. Ve elimi sıkarak bana “Uğurlar ola” dileğinde bulunup yine dimdik yürüyerek uzaklaştı. Ve kö-şedeki ilk sokaktan bir gölge gibi kayboldu. Ve tam bu anda ben kendimi evde buldum. Elimi saçıma uzattığımda Engin’in eylem alanındaki eylem artığı yığınlarından kurtardığı karanfil ye-rinde duruyordu. Rüya görmediğime asıl şimdi inanmıştım. Gazete parçası da hala elimdeydi. Ama gazetenin sol alt köşesinde artık bir resim yoktu. Yerinde 1 Mayıs’taki Türkiye ve dünyada-ki çatışmalardan bahseden bir yazı vardı… Çok yorulmuştum. Temizlik yapacak gücüm kalmamıştı. Duş almam gerekiyordu. Duştan sonra kendime bir çay demledim çayımı içtik-ten sonra karanfilimi bir bardağa koyup yata-ğımın başucuna yerleştirdim. Ve sonra dinlen-mek üzere yatağıma uzandım. Karanfili o günün anısına günlüğümün içinde saklamaya karar vererek uykuya daldım...

Page 168: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

167

Çiçek çiçekleyecek, çiçeklemek çiçek için ölüm bile olsa... (*) Ertesi gün, A şehri dışında çalışan bir arkadaşı-mın beni uzun süre önce yanına davet etmesini de fırsat bilerek, bir haftalığına onun yanına gitmeye karar verdim. Yanında bir hafta kaldım, bu süre içerisinde hayli dinlenmiş olarak A şehri-ne döndüm. Giderken hiç kimseye Arda’ya da-hi haber vermemiştim. Eve döndüğümde An-nem bana bir ziyaretçim olduğunu söyledi. Beni kim ziyaret edebilirdi ki. Şaşırmıştım. Giysilerimi değiştirip oturma odasına girdiğimde gözlerime inanamadım. O gelmişti. Engin’in kadın yoldaşı. Merhabalaştık. Ona doğrusu çok şaşırdığımı çünkü son karşılaşmamızda beni ciddiye alma-dığını düşündüğümü, hatta benim arkama dö-ner dönmez not aldığı sigara paketini buruştu-rup çöpe attığını düşündüğümü söyledim. Ben-den özür diledi. Aslında tıpkı düşündüğüm gibi yaptığını ama akşam dükkânı kapatırken çöpü atacağı sırada çöp kovasından paketi aldığını söyledi. O günlerde çok sıkıntılı olduğunu, bu nedenle istemediği bir takım davranışlar sergi-lediğini, aslında hiçte bu yaradılışta birisi olma-dığını aktardı. Affettiğimi söyledim. Bana Engin’i görüp görmediğimi sordu. Bende “Ha-

Page 169: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

168

yır” dedim. —Birlikte yaşadığımız şu garip olayı anlatmadım- Kendimin de merakta olduğumu söyledim. “Zaten bir haftadır şehir dışınday-dım” dedim. Anneme “Engin’in arayıp arama-dığını” sordum. “Hayır, kızım” dedi. Bunun üzeri-ne bana Engin’in uzun süredir karşılaştığı “En iyi dost” Onca patavatsızlığına rağmen “Đyi bir in-san, özel bir insan” olduğunu söyledi. Bende ona katıldığımı ifade ettim. “Đnanır mısın tıpkı bir gölge gibiydi. Ne zaman nerede ne biçimde karşıma çıkacağını tahmin edemezdim. Çözüm-lenmesi zor bir insandı. Düşünceleri ve kimliği med-cezirler çiziyordu. Durgun olan o görüntüsü altında sanki fırtınalar, boranlar vardı bunu his-sediyordum. Hiç kızdığını görmedim, ama içinde hep bir öfke vardı. Tüm kurulu düzene karşı öfke-liydi. Hayatı programlıydı ama o hayata ve ha-yatına karşı programsızdı. Aynı anda birçok yer-de gibiydi. Sürekli hareket, sürekli çalışma içeri-sindeydi. Birçok hayatı eşzamanlı yaşıyor gibiydi. Her şeyden öte bu yaşama ait değil gibiydi. O kadar iyiydi ki. Dili ve söylemi o kadar ironikti ki. Kendisini tamamlıyordu. Dedim ya, o hayatım-da tanıdığım en anlaşılmaz, en karanlık kişilikti. Sanırım ne yazık ki, onu sonsuza kadar kaybet-tim. O gün beni otobüs durağına bıraktıktan sonra bir gölge gibi ara sokaklara dalıp kaybol-du. Sürekli kulağımda onun şu sesi yankılanıyor; ‘Ben yabancılaştığım ortamları hemen terk ede-rim sizde böyle yapmalısınız’ Bu ilişkide sonunda

Page 170: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

169

yabancılaştı sanırım ve kayboldu. Tıpkı öğlen güneşinde gölgemizin kayboluşu gibi. Neyse bilmiyorum ne kadar doğru kaçar ama size, bi-zim ikimizin arasında ki özel bir materyali vere-ceğim. Onun benim şiirlerimi okuduktan sonra hazırlamış olduğu, şiirlerimin de içinde olduğu bir kitapçık. Ama istemezseniz ısrar etmeyeceğim. Ama okumanızı istiyorum. Okuduktan sonra ba-na çalıştığım işyerime bırakırsın. Hem bu arada bir çayımı da içersin. Şimdilik kalkmam gereki-yor. Yol yorgunluğunuz vardır.” Kanepenin üzerinde tüm bu süreç içinde fark etmediğim bir paketi bana uzattı ve kalktı. An-nem ve benim elimi sıkarak kapıya yöneldi. Onu kapının önünde sokağın başına kadar takip et-tim. Sanki tüm yaşamın ağırlığı omuzlarına çök-müş gibiydi. Oysa o kadar gençti ki. Yemeğimizi yerken anneme arkadaşımın yanında geçirdi-ğim günleri anlattım. Birlikte sinemaya gitmiştik, Filmin adı Leon’du bir kiralık katille ailesi polis tarafından öldürülen bir çocuğun zorunluluklar tarafından belirlenmiş dostluk öyküsünü anlatı-yordu. Ben filmi izledikten sonra Leon’un bir çi-çek olduğuna karar verdim. Çünkü filmin so-nunda Leon’un her yere yanında taşıdığı çiçek, Leon, devletin kolluk güçlerince öldürülünce küçük kıza kalıyordu. Küçük kızda onu okulun parkına ekiyordu. Kropotkin’in yıllar önce yine

Page 171: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

170

Engin’den işittiğim şu sözlerinin anlamını şimdi daha iyi kavrıyordum. Şöyle ifade etmiş Kropotkin; “Çiçek çiçekleyecek, çiçeklemek çiçek için ölüm bile olsa.” Sofrayı kaldırırken an-neme arkadaşımın bunu saymadığını bir gün mutlaka ikimizi de beklediğini söyledim. Bulaşık-lardan sonra anneme ve kendime orta şekerli bir kahve yaptım. Doğrusu Engin’in kendi gibi esrarlı olan şu kadın yoldaşa hazırladığı kitapçığı merak ediyordum. Fakat okumayı ertesi güne bıraktım. Duş alıp yatağa uzandım ve başımı yastığa koyar koymaz da uykuya daldım...

Sahiden de, her zaman çiçek çiçekle-yecek... Mi? Gece bir ara susadığımı hissettim. Su içmek için kalktım, mutfağa gittim. Dolaptan su kabını çı-karttım, masada duran su bardağına suyu dol-durduktan sonra su kabını buzdolabına tekrar koydum. Suyumu içtiğimde, “Afiyet olsun” diye bir sesle irkildim, az kalsın sü-rahi ve bardağı yere düşürecektim. “Korkma benim Engin.” Đşte Engin yine karşımdaydı.

Page 172: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

171

“Ankara dışına gitmişsin, eğlendin mi bari.” ”Evet, eğlendim. Sinema’ya gittik, Leon isimli bir filmi izledik.” “Ya ne güzel, bende izlemiştim, küçük kız çok az konuşan Leon’a bir soru soruyor, diyor ki; ‘hayat her zaman bu kadar zor mu, yoksa çocuklukta mı böyle’, Leon ise tek bir sözcükle yanıtlıyor, ‘her zaman’ diyor. Evet, hayat her zaman zor-dur. Öyle değil mi?” Dedikten sonra, elimden tutarak; ”Gel benimle” dedi. Yine yaşadığım dünyadan uzaklaşmıştım. “Bak bugün işçi ve emekçiler bir devrim gerçek-leştirdi. Biz devrimciler sadece yol gösterici ol-duk. Çoğu kez onlar bizden daha aktif, daha inançlı ve iradeli davrandılar. Binlerce ölü verdi-ler, bizde yüzlerce ölü verdik. Devrim sürecinde ölen tüm devrim savaşçılarını, şu karşıda gördü-ğün delik deşik olmuş duvarın altına ve etrafına gömdük. Şu siyah granit kayaya kızıl yakuttan harflerle tek tek isimlerini kazıdık. Seçtiğimiz renk-lerdeki niyetimiz şuydu. Siyah bir zemin seçtik, çünkü siyah bizim için insan ruhunun karanlığını temsil ediyordu. Sonra kızıl harfler seçtik bu da

Page 173: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

172

bu insan ruhunun karanlığının aydınlığa çıkması için, kanın kızıllığına ihtiyacı olduğuna bir gön-dermeydi… Ve sonunda başarıldı. Đnsanlık on binlerce yıllık karanlığının esaretinden, devrim için savaşta kanını son damlasına kadar akıta-rak bu aydınlık günleri kazandı. Hatırlarsan hep tekrarladım, imkânsız diye bir şey yoktur diye. Đşte şimdi o imkânsız denen günleri yaşıyoruz. Tüm kenti, tüm ülkeyi ve tüm dünyayı değiştire-ceğiz. Sadece bu doğal anıtlar beklide hep sa-bit kalacak ve beklide bir gün veya an an yok olup gidecekler. Bu anıt haricinde ne bir heykel ne bir idol olacak insanların hayatında. Hiçbir mezar ve mezar taşı da istemiyoruz. Ölülerimizi yakacağız ve küllerini savuracağız denizlere, nehirlere ve toprağa. Şimdilik tek amentümüz bu… Devrim gerçekleşmesine rağmen hâlâ ikili bir iktidar var. Kısa zamanda bu ikili iktidardan birisi gerçek iktidara tam olarak hâkim olacak. Bir kısım eski yol arkadaşlarımız, işçi ve emekçile-rin kendi iktidarını kurmalarının maddi temelleri-nin henüz oluşmadığını söyleyerek, karşı-devrimci iktidarı destekliyorlar. Biz ise işçi ve emekçilerin kendi iktidarlarını kuracak güce ve bilince sahip olduklarını söylüyoruz. Hemen he-men işçi ve emekçilerin tek destekçisi biziz. Bu-gün devrimi gerçekleştiren sınıfların temsilcileri-nin oluşturduğu mecliste bir oylama gerçekle-şecek. Tüm toplumun geleceğini belirleyeceği için çok önemli bir toplantı bu. Henüz doğrudan

Page 174: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

173

demokrasi yolları tıkalı ama zamanla buda yer-leştirilecek. Paris Komünü’ nün ilkelerine sadık bir işçi demokrasisini idealize ediyoruz. Bu oylama-nın sonucuna göre mevcut geçici iktidar, iktida-rı ya işçi ve emekçilere teslim edecek ya da işçi ve emekçiler bir dahaki sefere kadar iktidarın dışında kalacaklar. Đşte şu binada devrimi ger-çekleştirenlerin temsilcileri tarafından bir oylama gerçekleşiyor. Bak bak işte sonuç açıklandı… Evet, bir kez daha işçi ve emekçiler iradelerini kendi iktidarlarından yana kullandılar. Artık yeni bir dünya kuruluyor. Bu devrim günlerinin baş-langıcında biz bir avuç komünist, devrimin işçi ve emekçilerin elinden alınmasına canımız pa-hasına engel olmaya ant içmiştik. Bu süreçte hem eski egemen iktidar bloğuna, hem de kendi içimizdeki işbirlikçilere karşı bir iç savaş döneminden geçeceğimizi biliyorduk. Hatırlarsın 1 Mayıs gösterilerinde çıkan çarpışmalarda bu-lunan birçok dostu tanıyorsun. O dostlarımızdan maalesef birçoğu artık yaşamıyor. Hayatta ka-lanların birçoğu bizimle birlikte mücadele edi-yor. Đşte ezilenlerin on binlerce yıllık özleminin ürünü bu, bugün iktidarın işçi ve emekçilerin eli-ne verilmesini tescil eden bu kararla birlikte, artık bu devrimi, bu politik devrimi, toplumsal devrim-le taçlandırma sürecine girmiş bulunuyoruz. Ve artık hiçbir çocuk, hayat bu kadar zor mu de-meyecek.”

Page 175: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

174

Tüm bunlar olurken kentteki hummalı hareketli-likle birlikte biz de deviniyorduk. Tüm kentte ve ülkede işçi ve emekçilerin o güne dek lüzumu olmadıkça pek ortalıkta görülmediği köşelerine dek yayıldığını görüyordum. Kentler ilk kez ken-dini yaratanlarla, imar edenlerle kucaklaşmıştı. Devrim sürecinde savaşarak ölenlerin anısına sunulan anıta bende bir demet karanfil bırak-mak istediğimi söyledim. Bana ilk rastladığımız yerden bir demet karanfil aldı. Anıta bu karanfili koyarken içinden bir tanesini seçerek saçıma taktı. ”Artık geç oldu seni eve bırakayım” dedi. Şimdi evdeydik. Bana; “Đyi uykular, sonra tekrar görüşürüz” dedikten sonra kayboldu. Odama gittim, karanfili başu-cumdaki vazoya koydum ve yattım...

Denemelisin, denesene, deneyeceğim... Ertesi gün komşuların ziyaretinden kitapçığı okumaya fırsatım olmadı. Çok geç bir saate paketi açtım. Kitabın asıl kapağını örten beyaz bir kâğıt üzerine içi boş siyah harflerle yan yana ve alt alta sıralanmış “Serseri şair” yazıları ile dü-

Page 176: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

175

zenlenmişti. Asıl kapak ise kırmızı fon kartondan yapılmıştı. Đç sayfada “Serseri Şair, Şimal Yıldız, 1998–2002” yazıyordu. Daha sonraki sayfa-da “Çok Hoş ve Tatlı Bir Şeydir” başlıklı 9 sayfalık bir metin vardı. Engin Işık olarak imzalanmıştı. Đronik bir dilde yazılmıştı. Yazı bittikten sonra ise şiirler başlıyordu. Elimde tuttuğum 48 sayfalık bir kitapçıktı. Doğrusu baya özenilerek hazırlanmış bir kitapçıktı. Ki Engin’den de bu beklenirdi. Me-rak ettiniz ise birlikte okuyalım:

Çok Hoş ve Tatlı Bir Şeydir (*) Tüm kutsal metinler insanı okumak ile yükümlü kılıyor. Kelimenin ilk elden düşündürdüğünden maada bir anlamı var olmalı. Bu metinde bir bakıma bunu yapmayı deneyeceğim. Bu yükümlülük; Dünyayı, yaşamı, yaşamımızı, varoluş nedenimizi sorgulama-mıza dair bir emir ya da bir diğer nitelemeyle yorum-lamaya/eylemeye yönelmek anlamı taşıyor diyebili-rim. Bu tanımlama ışığında iddia etmekten kendimi imtina etmeyeceğim bir gerçeklik var ise o da şudur; Bir insanı bir başka insanın gözüyle okumak kendi açımdan oldukça zor bir eylem olmaktadır. Ama ne var ki insanın zorlukların alevden çemberinin içinden tıpkı bir sirk aslanının geçtiği gibi geçmesi ve bu ey-leminden dolayı hayretlerle karışık bir hayranlıkla karışık alkışlarla ödüllendirilmesi de gerekli değil mi-dir? Ki bunu kim istemez. Neden mi? Çünkü... Çünküsü şu ki... Ama ben bunu açıklamaktan mü-saadenizle şimdilik kendimi imtina etmek istiyorum. Dolayısıyla bu okuma eyleminin bir diğer zor ama

Page 177: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

176

asil olan yanı kendi konumum itibariyle bu kendisini okumaya çalıştığım kişi dolayımı ile o kişinin cinsel olarak karşı cinsi temsil etmesidir. Karşı cinsten bir kişinin okunmasının kendi açımdan zorluğu içinde bulunduğum ve karşı cins olarak adlandırdığım kişiye karşı olan diğer bir karşıt cins olarak “öteki” olmak-tan kaynaklanan bir diğer olarak yabancı bir bakış ve yaklaşım dolayımı ile bakışta ve yaklaşımdaki zor-luktan kaynaklanmaktadır. Ben de doğal olarak okumaya çalıştığım kişi için “öteki” olarak kalmanın zorluğunu yaşayacağım. Bu zorluğu düşünsel ve fiziki olarak bu kişiyle paylaşacağım. Bu paradoks bile olsa. Sanırım tam da burada siz okuyucuya “öteki” beriki” kavramlarına biçtiğim payeyi birazcık açım-lamam gerekeceği tepkisini, hissini duyuyorum. Sizi fazlaca merak etmekten kurtarayım ve bu kavram-lara verdiğim önemi açımlayacağım. Sıkı durun. Brecht tiyatrosunda (epik tiyatroda denilmektedir), yarattığı “Y-efekti”nden yararlandım. Buradaki bü-yük harfle “Y” Yabancılaşmanın “Y”sidir. Yabancı-laşma kavramı Karl Mark’ın özellikle öne çıkarttığı ve kapitalizmin işleyiş mantığına ilişkin ve içkin bir somut-luktur diyebilirim. Marksizm’den etkilenen ve yarala-na bir kişi olarak tıpkı benim gibi Brecht’de bu Mark-sizm içinde içkin olan kapitalizme ilişkin olan temel belirlemeyi; Tiyatro gibi bire bir izleyici ile temas kur-ma ve onu oyunun içine çekip oyunun bir öznesi olma konumuna sokarak, tiyatroyla öğrenme ve tiyatro ile öğretme gibi kendi içinde spesifik ama teorinin geneline bakıldığında temel yapı taşı işlevi gören ve bu spesifik tartışmanın basit bir aktörü ol-ma konumundan insanı çıkartarak, insanı bilfiil aktör konumuna, yerindeyse insanı teorinin griliğinden

Page 178: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

177

çıkartarak pratiğin yeşilliğine sokmakta ve orada sınamaktadır. Tıpkı Eosoup’un aktardığı gibi. Đşte De-ve Đşte Hendek. Naçizane olarak bakışım ve çıkışım noktası olarak bu “Y-efekti”ni bu metne taşımaya çalıştım değerli okuyucu. Sırf bu metne özgü bir du-rum değil. Örneğin “Mümkündür/Mümkün değildir” metnini ele alırsak, bu metnin alıcısı olan kişiler bu metinde kendilerini bulduklarını hayretle itiraf etmek-tedirler. Đşte bu metinde de bu zor görevle karşı kar-şıya olmanın tüm zor, sancılı ama bir o derecede de tatlı bir uğraşıya daha doğrusu çabaya giriştim. Ama siz hala şu soruyu sormakta haklı olmalısınız. Kardeşim zorun ne? Evet, zorum nedir? Doğrusu bu-nu öğrenmek için vakit ayırıp tüm metni “bir zah-met” okumanız gerekecek. Ama yine de şunu be-lirtmek isterim. Uzun süredir usumda ve dilimde ol-duğunca bir tümceyle tüm süreci tanımlayabilirim. “Çok hoş ve tatlı bir şeydir” Evet çok hoş ve tatlı bir şeydir tümcesinden yola çıkan bir perspektif ana ekseni oluşturmaktadır. Acaba bu benim için nedir? Bu cümleyi ikili bir anlamda evirebilirim. Đlki çok hoş ve tatlı bir şey başlı başına yaşamın kendisi olabilir. Ama yaşam başlı başına sırf kendisi olarak ele alınır-sa yani tüm canlı bağıntılarından kopartılırsa olduk-ça soyut kalır. Dolayısıyla tüm soyutlamalar gibi so-ğuk kalır. Genel kanının aksine ben kişisel olarak bu ıssızlıktan ve soğukluktan hoşlanmam. Normal olan her birey de hoşlanmamalıdır. O halde bir ikinci an-lamla taçlandırmak gereklidir. Doğrusu da bu olma-lı. Çok hoş ve tatlı olan şey “o” kişi olmalıdır. Yukarı-daki tanımlama ile “öteki” olan. Ama sırf “öteki” yi temsil eden “o” kişi de yaşamdan ayrıksı olarak var olduğu sürece bir karşıt eğilim olarak oldukça somut

Page 179: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

178

ve adeta çıplak olarak kalacaktır. Ben bunu da etik olarak görmemeliydim. O halde bir bütünleşme ge-rekli. Ben bütünlük için bir önerme olarak şunu orta-ya atma cüretinde bulunacağım. Yaşamla “öte-ki””olan “o” kişiyi ve “o” kişinin karşısında bir başka “öteki” olan kendimi sürece dâhil etmek ve dolayı-sıyla tüm süreci yeniden tanımlamak ve yeniden üretmekten geçiyordu. Bu bir önceki önermelerden temelde önemli bir aşkınlık ifade eder. Ama aynı zamanda insanla insan ve insanla doğa arasındaki somutta yaşanan yabancılaşmanın da ortadan kaldırılmasında önemli bir adım olmaktadır. Bu tüm insanlık tarihinin bir esriklik olarak var olageldiği süre-ce de müdahaledir. Özetle yaşamı kendimize göre “öteki olan “o” kişi ile çok hoş ve tatlı bir şey haline getirebilirdim. Getirmeliyim de. Yoksa kişisel tarihimi-zin kesiştiği bu momentte başka türlüsü tufan olurdu. Özetin özeti bu metinle yapmaya çalıştığım naçiz girişimimin pratik sonucu bu olmalı, buna hizmet et-meli. Doğal olarak metnin başlığı bu düşünsel pratik-ten çıkıyor. Geçerken şunları da aktarmakta fayda var. Bu süreci izlerken yani bu metne konu olan “o” kişiyi yani bana göre “öteki” yi yani “o”nu ve dolayı-sıyla “öteki”ne yani “o”ya göre bir başka “öteki” olan “sen” yani “ben”i. Yahu buda nereden çıktı dedirtecek bir alt metinde şu biçimde yazılabilirdi: Yaklaşık altı aylık bir süre içerisinde yoğun olarak belli bir mesai ve mesafe kat ettik (iyi ki katletmedik). Şöyle bir geçici özetleme veya iç dökme ne kadar hoş kaçar bilemiyorum. Dostluklar paylaşıldıkça ar-tan bir olgu değil miydi? Eğer karşılıklı olarak böyle

Page 180: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

179

olduğunu kabul edersek şöyle bir okumaya geçebi-liriz. Ülkenin birinde ihtiyar-genç bir adam yaşarmış. Adamın çoktandır hayatında özel bir dostu yokmuş. Eskiden varolanların tümünü şu ya da bir biçimde hayatının ana ekseninden uzaklaştırmışmış. Ancak gerçekten ve “o”nun kendisine, ikisinin birlikte karşı-lıklı olarak gelişmelerine açık, ufku geniş, evrensel bir dayanışma ve paylaşma eksenli özel bir dostluğu var etmenin karşılıklı faydasına daha bir sıkı sıkıya inanır olmuş. Gel zaman git zaman hayatta daha birçok insanla tanışmış, tartışmış onlarla uzunca me-sailer harcamış ama hala umduğu, umut ettiği, ummaktan vazgeçemediği yeni yeni arayışlarla ye-niden ve yeniden arayışlara yönelmiş. Ta ki “o”nun la karşılaşana kadar. Evet umudunu kestiği günler-den birinde tatlı bir kızla karşılaşmış. Aslında bu kızı dolayımlı olarak tanıyormuş. Ama o güne kadar kar-şılaşma fırsatları olmamış. Onun oldukça kötü şeyler yaşadığını duyduğunda mecburi bir durumu olmasa hemen o anda yardımcı olmayı istemişti. Ama o gün günübirlik geldiği şehirden o günün akşamında zo-runlulukların çemberinde olması gerektiği şehre dönmesi gerektiği için bir şey yapamamıştı. Ama zorunlulukların çemberinden kurtulduğu günlere ni-hayet kavuşmuştu. Karşılaştıklarında “O”nun usunda canlandırdığı “O”ya şaşırtıcı derecede benzediğinin farkına vardı. Ve bir kez de “O”nun la denemeye karar verdi. Ama bu süreç oldukça sancılı olacağa benziyordu. Çünkü bir insan olarak ciddi hayal kırık-lıkları yaşamıştı ve “O”nu hayata kazandırmak ger-çekten emek istiyordu. Ama kendi değil miydi emekten ve emek harcamanın insanlaşma için bir

Page 181: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

180

nosyon olduğundan bahseden. O halde kavgaya atılmalıydı... Bir garip monolog: — Đkimizin arasında süre giden bir tarz dost-luk/arkadaşlık/sırdaşlık ilişkisinin artık tanımlanması gerekmiyor mu? Bu ilişkinin anlamlı bir geleceği ve gelişmesi olmamalı mı? Đkimizin ilişkisinin her şeye rağmen hala o ilk saflığını koruması ve kendini bu saf haliyle aşkınlaştırması anlamlı, yapıcı, yaratıcı ola-maz mı? — Yaşadıklarını, sıkıntılarını, az çok arzularını biliyo-rum. Bana “ağabey” sağlığında ve samimiyetiyle güveniyorsun biliyorum anlıyorum, önemsiyorum, seviniyor ve bu önemsemeyi seviyorum. Ve tüm bunlar benim sana karşı pirüten sevgimi arttırıyor. Aynı zamanda hem ulaşılır hem de ulaşılmaz olan med-cezirlerini de seviyorum. Çocuksu olmaktan duyduğun hazzı paylaşıyorum. — Ancak tüm bunların bir sanı olmasından korkuyo-rum. Acaba bu kadar narin ve samimi bir kızcağızı incitirsem korkusu, onu benden uzaklaştırırsam kor-kusu, onu onca hemcinsimin üzerinde yarattığı ha-yal kırıklıklarının sonucu oluşturduğu mutsuzlukların yanına bir de bu şekilde mutsuz edersem korkusu beni bazı şeyleri yapmaktan alıkoyuyor, endişelendi-riyor. Ve kısıtlı da olsa birlikte bir tarz karşılıklı eğlene-rek ve karşılıklı öğrenerek geçirdiğimiz mutlu saatle-rin, mutlu şekilde geçmesi için belki de içimdekileri

Page 182: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

181

söyleyemiyorum. Ama her halükarda hissettirmeye çalışıyorum. — Ve her şeyden önce bu tatlı kız bana “sen” ola-rak değil “siz” olarak hitap ediyor. Ben her durumda herkese “sen” diye hitap ederken bu “siz” sırıtıyor. Ve bu bir duygunun ifade tarzını engellemekten başka bir işe yaramıyor. Ve bazen dilimin ucuna ka-dar gelen “seni seviyorum” lakırdısı “e başka” gibi bir abukluğa eviriliyor. — Soralım bakalım senin için ben bir “siz” olmaya mı? Yoksa ben senin için bir “sen” olaya mı layığım? — Seni sevdiğim kadar sen de beni sever misin? Be-nimle hayatımı/hayatını paylaşır mısın? Hayatımızı karşılıklı olarak paylaşalım mı? Monolog burada biter. Metne konu olayları, sevinçleri, hüzünleri, dertleri ve en önemlisi bir kişinin manifestosunu izlerken çok önemli bir materyalden yararlanma fırsatım oldu. Bir günce Bu günce dil olarak yalın olmasına karşın, anlatım tarzı olarak gizli bir iç dili olan ve bu dola-yımla da kapalı bir metinler, nesirler dizgesiydi. Ço-ğunluğu konu kişinin duygu yüklü şiirlerinden oluşan bu çalışma ara sıra yazılmış yine duygu ve yüklem dolu metinlerden oluşuyordu. Ve keza sevdiği şair-lerden oluşturulmuş dizeler, sevilen veya o anda bu-lunulan mekânda canlı ya da kaset ve CD’den din-lenilen şarkı/türkülerden sözler, o an için ve kim bilir belki de ebediyete kadar kendisini etkileyecek ve

Page 183: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

182

yön, perspektif çizecek, çizdirecek özlü sözler ve önemli anlara düşülmüş tarihli notlardan oluşmuştu. Benim için şimdilik “öteki” olan bu kişi kendisine mahlas izim olarak “serseri şair” nitelemesini layık görmekteydi. Bu bile başlı başına bir ilgi konusu ola-maya layık değil mi? Asıl okuma yapılan yerin dışın-da defterde ilgili kişinin yapmış olduğu ya da yap-mayı tasarladığı bir okuma listesi göze çarpmaktay-dı. Bu okumalara konu öykü ve romanlar yerli ve yabancı tandanstaydı. Ve Rus, Fransız, Kuzey Ameri-kan, Đngiliz, Türk, yazınında “Sol”a açık bir okuma çalışmasını, çabasını göstermekteydi. Ancak bu okumalarla karşılaştırıldığında bu okumaların tan-dansına taban tabana zıt bir liste gözüme takıldı. Bu bir şarkı/şarkıcılar listesiydi. Bu şarkı ve şarkıcılar liste-sinde önceki okuma listesine referansla oldukça absürd bir yön vardı. Her şeye rağmen bir arka plan yaratmada bana faydalı oldu. Ancak bu şarkı ve şarkıcılar ile ilgili alınan notun ilgi kişiye bire bir atfe-dilmesi doğru olmasa gerek. Çünkü bu alınan not haydi haydi bir dostuna ait olabilir. Bunu ilgi kişiye sormak gerekmez miydi diye bir soru yöneltebilirsiniz ve bu noktada da halkısınız. Ama ben bunu sorma-yacağım. Bu güncenin son sayfasında notla bölümü yer almaktaydı. Burada okumaya konu ilgi kişinin kendince önemli gördüğü tarihler ile karşılarında tek satırlık açıklamalar düşülmüştü. Bunlar aynı zaman-da hem sevinç hem de hüzün tarihlerini gösteren notlardı. Okurken ne yalan söyleyeyim hüzünlendim. Her hüznün sonu gibi itiraf etmeliyim ki bir iki damla gözyaşı da döktüm. Đşte bir genç kızın umutları, ha-yalleri, düş kırıklıkları, yaşama sımsıkı sarılmak iste-mekte gösterdiği insansal çaba. Keşke çok daha

Page 184: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

183

önce tanışabilseydim, karşılaşabilseydim. Seni ne kadar çok üzmüşler. Dostum “serseri şair”. Bu somut doküman dışında metne konu kişi ile yapılan özel sohbetler, gidilen mekânlar, yapılan etkinlikler, alı-nan armağanlar da bu okumada etkili oldu. Hatta bu okumada yardımcı olan güncenin okunması es-nasında bazı bazı konu ilgi kişinin geçmişte yaşadığı an ve anlara ait olan ve geçmişi bugün yeniden üretecek bir takım etkinliklerden de faydalanmaya çalıştım. Örneğin sevilen bir yemek, kırılan bir bar-dağın bir benzerini almak, saçma da olsa yapmak-tan hoşlanılan herhangi bir faaliyet gibi. Đçinde kal-dığını hissettiği bir takım “uhde” ler. Bu son deyim ilgi kişinin kendisine aittir. Dolayısıyla doğal olan bir şey var ki bunu da aktarmaktan geçmek kendimce bir zaaf olurdu. Bu çabada, anlama anlatma çabasın-da bu okumayı ve bunu kaleme alınması çabasını yapan bir kişi olarak benim ruh halim, heyecan, se-vinç ve hüzünlerim. Kendi içinde bulunduğum top-lumsal formasyonum da etkili olmak zorundaydı. Sıkılıkla ilgili kişiyle ve çevresiyle tartışılacak, tanışıla-cak, nüanslara ve ayrıntılara dikkatli bir bilim insanı gibi eğilinmeye çalışılacaktı. Ne diyelim bu süreçte sanılanın aksine yolum hep açık oldu. Şimdi “Serseri Şair” in şiirlerini okumaya geçebiliriz. Ne anlamlı şeyler yazmışsın, ne içten şeyler yazmışsın, ne kadar da kendin gibi şeyler yaz-mışsın. Ve noktayı koymadan, yüreğini eline ala-rak, o muzipçe gülümseneni takınarak, bir göl-ge gibi kaybolmuşsun. Bilirim sen bir yörüngeye bağlı kalmazsın. Sen birçok hayatlar yaşarsın,

Page 185: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

184

yaşamalısın da. Çünkü bu sensin Engin Işık. Yani bir deniz gibi engin, ışık gibi sonsuz. Sen hep “Rüzgâr kanatlı atlılar” dan biri olmalısın. Düşsen de ah çekmezsin bilirim. Sabaha kadar pencerenin önünde. Ne güzel de taklit ederdin iki gözlü gecekondunuzun tek lüksü olan Si-yah/beyaz TV’de çocukken seyrettiğin filimdeki yaşlı komünist kadını. Bu kadının(*) Berlin Duvarı-nın yıkılışının ertesi günlerinde yeni bir dünyaya açılan Doğu Almanya’da torununa tarif eder-ken ki insanı; “Đnsan bir yıldızdır bak kollarını ve ayaklarını iki yanına aç gördün mü işte yıldız” Đnsanı simgeleyen yıldızlara bakarak ve kâh hü-zünlenip ağlayarak, kâh neşelenip gülümseye-rek uykuya dalmışım...

Şafakla gelen… Her yeni gün… Yeni bir dünya doğuyordu. Kızıl bir şafakla gelen yeni bir gün. Kahvaltımı yaptıktan sonra kitapçı-ğı aynı paket kâğıdına sarıp soluğu adını yeni öğrendiğim Şimal’ in çalıştığı işyerinde aldım. Ben yanına uğradığımda dükkânı yeni açmış, temizlik yapıyordu. Bu kitapçığı benimle paylaş-tığın için teşekkür ettim. Kitapçık hakkında dü-şüncelerimi kendime saklamak istediğimi söyle-dim. Ve hızlı adımlarla oradan uzaklaştım. Ne-dendir bilmiyorum ama daraldığımı hissetmiştim.

Page 186: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

185

Tüm günümü şehrin sokaklarını aşındırmakla ve kitapçıkta yazılanları düşünmekle geçirdim. Eve geldiğimde o kadar halsizdim ki. Anneme er-kenden yatacağımı söyledim ve odama geçip yatağıma uzandım. Ama gözümü bir damla bile uyku tutmamıştı. Sabaha doğru uykuya daldığımı belli belirsiz hatırlıyorum… Đki gün boyunca ateşli bir şekilde yatmışım. An-nem telaşlanıp eve bir doktor çağırmış. Doktor ateşimi kontrol ederek anneme son günlerde ne yaptığımı sormuş. O da bir arkadaşımı ziyaret için şehir dışına gittiğimi söylemiş doktora. Dok-tor da hava değişimine bağlı bir rahatsızlık ge-çirdiğimi, kısa sürede iyileşeceğimi söylemiş. Bunları hatırlamıyorum… Đkinci gün akşama doğru gözümü açtığımda Annem yanımdaydı. Bana sevinçle ışıldayan gözlerle “Geçmiş olsun kızım” dedi. Kendisi his-settirmemeye çalışsa da gözlerinden benim için ne kadar çok üzüldüğünü az çok okuyabiliyor-dum. Bana hemencecik sanki hep bu anı bekli-yormuşçasına sıcacık bir çorba getirerek yudum yudum içirmeye çalıştı. Çorbadan sonra ise doktorun verdiği ilaçlardan içirdi. O kadar şef-katliydi ki. Sonra tekrar daldığımı hatırlıyorum… Ertesi gün kendimi daha iyi hissediyordum. Sa-londaki kanepeye taşınmış ve artık ziyaretçi bile

Page 187: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

186

kabul edebiliyordum. Erkek arkadaşım Arda ve peşi sırada da da sözleşmiş gibi Şimal uğradı. Çok sevinmiştim. Annem “Kusura bakma kızım sen sayrılı şekilde yatarken Arda sık sık eve geldi, Şimal ise iki defa aradı ama ben sana telaşım-dan iletemedim” dedi. Her ikisine de teşekkür ettim. Özellikle Şimal’e çünkü onu bir daha gö-rebileceğimi tahmin etmediğimi söyledim. Ama şu an gerçekten de çok mutlu olduğumu söy-ledim. O da bu tahminim için yerinmediğini bi-lakis bu ilgim için kendisinin de sevindiğini söyle-di. Bu arada annem çayları hazırlamıştı bile Ar-da ve Şimal anneme fırsat bırakmadan çay ser-visi işini ellerine aldılar. Şimdi evi şen şakrak bir sohbet havası kaplamıştı. Yaradılışımda yıldızı-mın bu kadar düşük olmasına hep birlikte sitem ettik. Ama bu sayede yeni bir dost elde etmiş-tim. Bu dostum Şimal’di ama benim Şimal ile Arda’yı tanıştırmama gerek kalmadan onlar yıllardır birbirlerini tanıyan iki dost gibi bu ayrıntıyı çoktan geçmişlerdi. Aramızda sadece Engin yoktu. Annem ikisini de akşam yemeğine kal-maları için ısrar etti. Annemin ve tabi ki benim de ısrarlarına dayanamayarak bir şartla kabul edebileceklerini söylediler. Yemeği hep beraber hazırlamak kaydıyla. Annem de bu isteklerini kıramayarak pes etmek zorunda kaldı. Şimal bize tıpkı Engin gibi güzel bir makarna ve bol sirkeli bol limonlu bir çoban salata hazırladı. An-nem güzel bir köy tarhanasından çorba yaptı.

Page 188: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

187

Arda’ya ise sofrayı hazırlamak düştü. Ben ise yattığım yerden çenemle onlara eşlik etmiştim. Yemeği yedikten sonra Arda ve Şimal Annemi atlatıp bulaşıkları paylaştılar ve eh bize müsaa-de diyerek vedalaşma vaktinin geldiğini söyle-yerek geldikleri gibi gittiler. Annemle yine yapa-yalnız kalmıştık. TV seyretme alışkanlığım olma-masına rağmen zaman geçirmek için TV’yi aç-mış ve kanallar arasında geziniyordum. Hemen hemen tüm kanallarda en rezilinden magazin programları ve düşük kaliteli yerli ve yabancı filimler vardı. Bir ara dalmışım. Gözümü açtığım-da karşımda Engin’i buldum. Rüya görüyorum herhalde diyordum ki, sıcacık elini alnımda his-settim. “Bugün gayet iyisin. Annen yoktu. Birkaç kez geldim sayrılı bir şekilde yatıyordun. Dostlar da seni merak ettiler. Sana bol bol selam söyle-diler” dedi. Ben hala rüyada olduğumu sanı-yordum ki ona dokundum. Evet, bu bir rüya de-ğildi. Capcanlı olarak karşımda duruyordu. O muzip gülümsemesiyle oydu işte o Engin. “Beni düşündüğünüz için teşekkür ederim” dedim belli belirsiz. “Sanırım hava değişiminden olacak, hep böyle olur, ne zaman bir seyahatten dön-sem hastalanırım işte. Yıldızım düşük doğmu-şum” diyerek geçiştirdim. Ama son cümleyi söy-lerken hafifçe gülümsemiştim. “Biliyorum” dedi Engin. “Sanırım bugün Şimal ve Arda ile de bu konuda yaradılışına sitem ediyordunuz” dedi. Şimal’in adını hecelerken gözlerinde hüzün var-

Page 189: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

188

dı. Ama hemencecik kaybolan bir yel gibi bir şeydi bu hüzün. Sonra “Bak ne güzel bir manza-ra değil mi?” dedi. Tebessümle ve coşkulu bir ses tonuyla söylemişti. Tam da bu esnada evde olmadığımızı fark ettim. Gerçekten de bulun-duğumuz yer çok harikaydı. Fabrikalar, tarlalar, atölyeler, sokaklar, alanlar insanlarla doluydu. Đnsanlar hem çalışıyor hem eğleniyorlardı. “Bir fotoğrafını çekmemi ister misin, sonra sen de benim bir fotoğrafımı çekersin olmaz mı?” Dedi. “Peki” diyerek fotoğrafımı çekmesine razı oldum. Uygun bir açıdan tüm bu sanki bir bayram yeri gibi cıvıl cıvıl yaşamı içine alacak bir biçimde fotoğrafımı çekti. Sonra ben onu bu yaşamın ne içinde ne dışında olabilecek biçim-de fotoğrafladım. “Son zamanlarda fotoğraf çekmeye merak sardım. Burada iş zamanımızın çok kısa bir dilimini alıyor. Đş dışında herkes he-men hemen her konuda ilgisi dâhilinde bir şey-lerle uğraşıyorlar. Kadınlar, erkekler, çocuklar ve kadın erkek yaşlılar özgürce yaşamını sürdürü-yorlar. Herkesin üstünde uzlaştığı yazılı olmayan bir sözleşme var. Hemen hemen her karar tüm topluluğun bireylerince ortaklaşa karara bağla-nıyor. Ne şef var nede serf. Kadın, erkek, çocuk ve yaşlı hiç kimsenin üzerinde angarya yok. Đç savaş yıllarında çok acılar çektik. Omuz omuza devrim için savaştığımız birçok kişi, grup ve parti ikili iktidar döneminde iktidarın işçi ve emekçile-re geçmesiyle birlikte bize karşı, karşıdevrimle

Page 190: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

189

birlikte ittifak kurup savaştılar. Bu süreçte hemen hemen tek başımızaydık. Ama işçi ve emekçi halk bir defa haklı davasına inanmıştı ve sonun-da birlikte tüm karşı-devrimci güçleri yendik. Ve işçi-emekçi cumhuriyetinin kuruluşunu gerçek-leştirdik. Đşçi ve emekçilerin üstün gayretleri so-nucu, kısa sürede çok büyük atılımlar gerçekleş-tirildi. Dünyanın diğer bölgelerindeki mücadele-lere, ne kadar zor durumda olursak olalım des-teğimizi sunduk, kısa sürede karşı-devrimci ku-şatmayı kırdık. Peş peşe devrimlerle, işçi-emekçi iktidarları yavaş yavaş karşı-devrimci kampı ku-şatmaya başladılar. Eski egemen sınıfa ait en son kaleyi de ele geçirdikten sonra, sosyalist cumhuriyetler birlikleri sönümlenmeye başladı-lar, yüzlerce yıl sürdü, adım adım ilerlendi, yeni bir bilinç, yeni bir insan yine kendi deneyimleriy-le var olmaya başladı. Đşte bugün artık sınıfsız bir toplumda yaşıyoruz. Birçok dil ve birçok ırk ol-masına karşın hiçbir üstün dil ve ırkın olmadığı bir toplum yaratıldı. Cinsiyet ayrımı da ortadan kalktı. Tüm ilişkiler, birliktelikler özgürce gerçek-leştiriliyor. Hiç kimsenin özel mülkiyeti yok. Herkes her ihtiyacını karşılayabiliyor. Kıskançlık ve nefret gibi arkaik kavramları tanımıyoruz. Đnsanla insan arasındaki yabancılaşmanın ortadan kaldırılma-sıyla eş zamanlı ilerleyen insanla doğa arasın-daki yabancılaşmada alt edildi. Đmkânsız olarak görüleni gerçekleştirmede kararlıydık.” Bu sırada uçsuz bucaksız bir karanfil tarlasının yanından

Page 191: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

190

geçiyorduk, uzakta bir yerde bir duvar var-dı. “Hatırladın mı? O duvarı hâlâ koruyoruz. Dev-rimci savaşımda öldürülen yoldaşların anıtı ve bu anıtın etrafını karanfil tarlasına çevirdik.” Ve tarladan kızıl bir karanfil kopartıp saçıma iliştirdi. Sonra. “Gel seni evine bırakayım” dedi. Şimdi kanepede karşılıklı olarak oturuyorduk. Bu arada annemde içeriye girdi. Engin “Merhaba teyze sizi rahatsız etmiyorum ya” dedi. An-nem “Ne demek oğlum ne rahatsızlı-ğı” dedi. “Zaten bizde seni merak ediyor-duk.” “Bir saat önce Arda’yla, Şimal’de bura-daydı” dedi. “Ya öyleymiş dedi.” Ve çantasın-dan elde yapılmış bir çerçeve içerisinde bir fo-toğraf ve bir fotoğraf albümü çıkarttı. Çerçeve-deki fotograf biraz önceki yerde çekilmiş bir fo-toğraftı bu. Sanki ben dâhil herkes capcanlıydı-lar. Bana oradan el sallıyorlardı. Hatta şarkıları ta buraya kadar ulaşıyordu diyebilirim. Teşekkür etim. Sonra bize; “Bu fotoğraflar ve albüm ile ilgili düşüncelerimi aktarmamı ister misin?” dedi. “Elbette isterim” dedim. Ama önce bize Engin usulü bir çay demleyeyim” dedi. Ve mutfağa yöneldi. Çay demlenene kadar bizi merakta bırakmakta elinden geleni yapıyordu.

Page 192: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

191

Sonra çaydanlığı ve çay bardaklarını ala-rak “Nerede kalmıştık” diyerek söze başladı: “Fotoğraf dedim de. Fotoğraf: içinde bulunulan zamanın küçük bir anını yansıtır. Doğal ortam içinde “çekilen” elde edilen fotoğraf kurgudan yoksundur ve gerçeği yansıtır. Kurgu ise şu elinizdeki fotoğraf-larda olduğu gibi yapaydır. Bu fotoğrafları bu şekliy-le okumak gerekiyor. Hayatta da çoğunlukla kurgu-lar dolayımı ile var olma mücadelesi sergilemiyor muyuz? Her ilişkimizde oldukça yapay değil miyiz? Tıpkı şu fotoğraflar gibi. Peki, doğallık mümkün olmaz mı? Buna şimdilik pek yanıt veremiyorum. Ama olası diyebilirim. Özeti şu ki, varım demek yetmiyor, varlı-ğını diğer ben varım diyenlerle paylaşıp hep bera-ber kaynaşmak gerekiyor. Hayatımızın geçip giden yılları, anları hepsi de birer gerçektiler. Ama şu yaşananlar. Oysa bu yaşadıkla-rımız da birer gerçektir ve acıları da sevinçleri de gerçekten ve doya doya yaşıyoruz. Anımsayıp hü-zünlenen, anımsayıp tebessüm eden de yine bizleriz. Biz ufak insanlar. Dünyası incir çekirdeği ile sınırlı, uğ-raşısı incir çekirdeği ile yoğun biz insanlar. Bu insanlar şimdilerde ağız dolusu gülemiyor. Oysa... Fotoğraflar korkunç, baktıkça korkuyoruz. Hayatta da bazen ve sıklıkla öyle değil mi? Korkularımız korkmaya dair olsa. Korkmaktan korksak, koktuğu-muzu alt etsek. Alt ettiğimiz kendi iğrenç bencilliği-miz olsa. Bencillikten, bencillerden korkmayıp sıyrıl-sak, alt etsek...

Page 193: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

192

Fotoğraf umuttur. Umut ise her yerde, umut mukad-der, mukadder olan ise hiç de kader değil, birer gerçek. Buradan baktığınızda siz dostların fotoğrafları net değil. Flu. Neden böylesine flu biliyorum. Bildiğim her şey beni hüzünlendiriyor. Hüznün sonu ise yeni bir serüven, yeni bir hayatın başlangıcı. Amaç şimdilik hüzünlenmekten ıraklaşmak, arınmak, ola ki sonuç umduğumuz gibi olsun. Çünkü hayatta sıklıkla karşı-mıza çıkan ummadıklarımız değil mi? Ummadığımız şeyler ne kadar az ise o kadar mutlu olacağız. Daha az ummakla dolu günlere selam olsun.” ”Bu kadar gevezelik yeter, sana geçmiş olsun Cemre, kendine iyi bak” dedi. Anneme de “Hoşça kal teyzeciğim” diyerek kapıya yöneldi. O kapıdan çıktığında bende yeniden uykuya dalmıştım bile...

Oysa ne kadar kolaydır... Birazcık zorluk-lara göğüs gerebilsek... Ertesi gün artık kendimi tamamen iyileşmiş ola-rak hissediyordum. Ama annem birkaç gün da-ha bana iş yapmayı yasakladı. Annemin hayat-taki tek yakını bendim. Babam beş yıl önce

Page 194: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

193

kanserden ölmüştü. Evin tek çocuğu bendim. Annemin güzel kızı Cemre... Söz verdiğim halde gençlerin tiyatro çalışması-na katılamamıştım. Merhaba kültür merkezine bir Perşembe günü uğradım. Beni gayet hoş bir şekilde karşıladılar. Benden izlenimlerimi almak istediklerini söylediler. Ben de gayet güzel bul-duğumu söyledim. Birlikte çok güzel bir çay içtik. Oyunu iki hafta sonra sahneye koyacaklarını ve beni de özel olarak davet ettiklerini söylediler. Bende teşekkürlerimi sunarak, çalışmalarında başarılar dileyip oradan ayrılmak üzereydim ki, kapıdan Engin girdi. Herkese merhaba dedikten sonra, bana “Ne tesadüf sende mi buradasın, iyileşmiş ve kendini toparlamışsın. Bu oyunu gençlere sen tavsiye etmişsin. Kurgulamak ta bana düştü. Nasıl beğendin mi?” dedi. Çok beğendiğimi söyledim. Ama artık gitmem ge-rektiğini söyledim. “Güle güle Cemre, ben iki hafta sonra ki temsilde olamayacağım ama muhakkak gel” dedi... Đki hafta sonra oyunu izlemek üzere Merhaba Kültür Merkezine gittim. Oldukça kalabalık ve coşkulu bir seyirci kitlesi vardı. Gençler beni her-kese övgüyle tanıştırıyorlardı. Engin’in dostu, bi-zim de dostumuzdur diyorlardı. Oyun oldukça ilgiyle ve alkışla karşılandı. Ben oyun sonrası izin isteyip ayrıldım. Bana Engin’in eğer oyunu izle-

Page 195: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

194

meye gelirsem şu karanfili vermelerini tembihle-diğini söyleyerek bana bir karanfil verdiler... Hep vardı... Yanı Başımdaydı... Bir gün Enginlerin evine uğradım. Kapıyı Engin açtı. Doğrusu şaşırmıştım. “Merhaba Cemre, içeri girsene” dedi. Bende ona “Merha-ba” dedim. Bana çalışma odasına geçmemi, ocağa çay koyacağını söyledi. Odası son gör-düğüm biçimdeydi. Masasının üzerinde birkaç kitap yığılıydı. Ama bilgisayarı ve o siyah daktilo yoktu. “Daha önce gelmiştin, pek bir değişiklik yok geç bir yere otur” dedi. “E anlat bakalım ne yapıyorsun” diye sordu. Bende ona bu süreç içerisinde oldukça garip, şaşırtıcı ve hoş şeyler yaşadığımı anlattım. Ve Şimal’in bana okumam için verdiği şu meşhur kitapçığı okuduğumu söy-ledim. “Ya sahi mi, nasıl buldun” diye sordu. Bende ona çok güzel bulduğumu söyledim. Ancak merak ettiğimi, neden artık Şimalle gö-rüşmediklerini sordum. Bir an için daldı ve sonra gülümseyerek. “Biliyor musun sanırım özdeyiş doğru ‘zaman en iyi ilaçtır’” Sonra konuşmayı bambaşka konulara yöneltti, umutlarından, ha-yallerinden, düş kırıklıklarından ve her şeye rağ-men mücadeleden bahsetti. Bunları o kadar içten ve inançla söylüyordu ki. Heyecanlanıyor. Ayağa kalkıp taklit etmeye çalışıyor. Đlgili kitap-ları bulup tek tek okuyor. Resimlere, şemalara, krokilere başvuruyor. Anlatıyor, anlatıyordu. Tüm

Page 196: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

195

bunların arasında iki defa çay demlemişti. Peş peşe çayını yudumluyordu. Bana ekmek arası bir şeyler hazırladı. Ve saatler süren bu sohbet sonunda “Đşte Cemre ‘zaman en iyi ilaçtır’ anlı-yor musun” dedi. “Evet, Engin anlamak istiyo-rum” dedim. Gülümseyerek, “Đyi sevindim, en azından anlamaya çalışacağını söylemekte bir şeydir” dedi. “Ben artık kalkayım” dedim. “Bana geldiğin için sevindim” dedi. “Bana her konuda hiçbir sıkıntı ve kuşkuya kapılmadan gelebile-ceğimi” söyledi. “Al bu karanfil senin olsun, bir süre eve uğramayacağım burada solma-sın” Anneme ve Arda’ya ve karşılaşırsam Şi-mal’e selam söylememi salık verdi. Sonra bana apartmanın kapısına kadar eşlik etti. “Paran var mı?” diyerek elime bir miktar para tutuşturdu ve gülümseyerek “Borcun olsun” dedi. Ben de “Tamam, dediğin gibi olsun” dedim...

Zaman en iyi ilaç... Mı? ... Yıllar Sonra... Onun hakkında söyleyebileceklerim bu kadarla sınırlı, çünkü o günden sonra Enginle yıllarca karşılaşamadım. Ailesi de nerede olduğunu, ne yaptığını bilmiyordu. O sanırım, o komünist top-lumla, bu gün arasında mekik dokuyordu... Bu arada Arda ile ben evlendik. Şimal’de Ar-da’nın arkadaşı Ulaş’la evlendi. Bizim bir oğlu-

Page 197: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

196

muz ve kızımız oldu, adlarını Engin ve Işık koy-duk, Şimallerin ise çok istemelerine rağmen ço-cukları olmadı. Bizim gecekondunun yerini bir müteahhide kat karşılığı vererek iki daire karşılığı bir apartman inşa edildi. Bir dairesine de Şimal-ler taşındı… Bu yılbaşı gününü hep beraber kut-lamak için bizim evde toplanacağız. Ben bu akşam için gerekli alışverişi yaptıktan sonra eve yeni geldim. Özür dilerim kapı çalındı. Bana bir-kaç dakika izin verirsiniz değil mi? … Fazla bekletmedim sanırım. Kapıyı açtığımda, kızıl saçlı bir kız kurye benim adıma bir paket ol-duğunu söyledi. Paketi alıp ilgili yeri imzaladım. Paketin gönderildiği yerde bir pul vardı. Đlginç bu puldaki resmi hatırlıyorum. O Engin’in oda-sındaki duvardaki resmin aynısı. Ama paketin gönderildiği bu yerin yaşadığımız bu dünyanın neresinde olduğunu çıkartamadım. Ofir diye bir yerden gönderilmiş. Tabi ya şu meşhur Ofir ülke-si. Hani şu Engin’in bahsettiği Hazreti Süley-man’ın kullarını yolladığı dünyanın en güzel ha-zinelerinin bulunduğu, neresi belli olmayan yer. Böyle bir yer varmış demek… O zaman bu pa-ket Engin’den olmalı. Hemen paketi açayım… Paketin içinde, ikinci bir paket ve bir fotoğraf var, bu benim yıllar öncesinde çektiğim Engin’in bir fotoğrafı. Arkasında ise bir not var. Notta;

Page 198: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

197

”Merhaba Cemre, ben Engin lütfen bu hedi-yemi kabul et. Daha doğrusu bu hediyem size, hepinize yılbaşı hediyem ve saat 24.00’de açın, şimdiden mutlu yıllar” Diye yazıyor. Paketi yılbaşı masasının ortasına yerleştireceğim. Bakın Arda, Şimal ve Ulaş’ta geldiler. Bir süre sonra Oğlum Engin ve kızım Işık’ta gelir...

Yeni bir yılı karşıla... O gün gayet güzel eğlendik. Oğlum Engin gitar çalıyordu, kızım Işık ise o güzel sesi ile şarkılar söylüyordu. Bizde ara sıra şarkılara katılarak söy-ledik, hep beraber şarap içtik, kadeh kaldırdık, ama hepimiz masanın ortasını işgal eden En-gin’in kendisi gibi esrarengiz hediyesini merak ediyorduk. En çokta Engin ve Işık. Çünkü kendi-lerine isim ‘babalığı’ eden bu esrarengiz kişiyi onlarda merak ediyorlardı. Bende geçenlerde yeni yıl kartı almak için çarşıda dolaşırken gö-züme çarpan bir kartpostaldaki şiiri okudum on-lara. Şiir “Kardan Adam Bu Dünya” ismini taşı-yordu. Đsmini daha önce hiç duymadığım Umut Erkan Şirin adlı genç bir şaire aitti. Đsterseniz sizin-le de paylaşayım.

Page 199: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

198

KARDAN ADAM BU DÜNYA / Umut ŞĐMŞEK Ekmekten önce başladı özgürlük Kavgamız. Acılar ki tutuşmuş yeryüzünü Yakarken Bulutlarda çırpındı kanatlarımız Öfkelerimiz de oldu Yassı bir çakıl taşı ile fırlattık Kaygıları azaltıp umudu arttırdık Sürekli Hiç vazgeçer miydik yaşamdan Ellerimizde karanfil yerine Başak başak buğday Türkülerimizde devinen sevda değil Özlemdi Gökkuşağı bedenimizdeki giysi Taşlardaki yosunlar gibi Sarıldıkça sarıldıkça sarıldık y a ş a m a Kağnı tekerleklerinin izinde Çimen tohum Çoban kavalının deliklerinde Titreşen ses Kayaları çatlatan çiğdem kadar Hakkımızdı yaşamak Sonra sizler doğdunuz çocuklar Umutlandık şafağı beklemeden Alın! Bir dünya bırakıyorum size Kardan adam değil Ç o c u k l a r! ... Saat 24.00’ü vurduğunda sevinçle birbirimizin yeni yılını kutladık. Ben “Kimsenin aksi bir teklifi

Page 200: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

199

yoksa bu paketi ben açayım, ne dersiniz” diye sordum. Ve paketi açmaya başladım. Đçinden amatör bir ruhla hazırlanıp ciltlenmiş bir kitapçık çıktı. Kapağında kullanılan resim benim yeni yıl için aldığım kartpostaldaki resimdi. Kapağında “Ofir’e Yolculuk / Ya Da Bir Ofir Yolculuğu Anla-tısı” yazıyordu… Heyecanla kitapçığın kapağını açtığımda ilk cümle; “Ofir dostlarına... Bir gün tekrar Ofir yolculuğun-da görüşmek üzere…” Diye bir temenniyle başlıyordu. Hepimizi yine büyülemişti Engin. Ben kitapçığı kızım Işığa uza-tarak bize tane tane okumasını istedim. Ve Işık kitapçığı okumaya başladığında bizler yine o eski zamanlara Engin ile yapmaya çalıştığımız yolculuğa yeniden başlamıştık. Yeniden ama bu defa daha bir bilinçli olarak…

BĐTTĐ mi?

***

Page 201: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

200

Elbette bitmedi… Geçenlerde Ofir’e doğru yolculuğa çıkmak için davet ettiğim eki dostlarıma kendilerinin de içinde bulunduğu bir kitapçık yolladım. Uzun zamandır onlara bilinçli olarak benim ile temas kurmalarına fırsat vermedim. Elbette ki bu uzun-ca zaman içinde onlar hakkında çeşitli izlenim-ler ve haberler almayı ihmal etmedim. Onlar kendilerince bir hayat kurmuşlardı. Bu büyüyü bozmak istememiştim. Ben ise kendi deneyimle-rim ile baş başa idim yine her zamanki gibi. Ama biliyorum bir kitapçıkla da olsa onlara kendimi hatırlatmayı tercih ettim. Belki de hata ettim ne dersiniz. Olsun artık gerişi yok nasıl olsa bu saatten sonra. Ama hep son bir çift söz da-ha vardır. Okumak istersiniz diye…

Page 202: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

201

Page 203: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

202

KĐTAPTAKĐ REFERANS VE ALINTILAR 1 Karl Marks, 18.Brumeri, Yorum yayınları, Sf:... 2 Çoğul yazmak zorunda kalıyorum, sen çoğulları tekil olarak okuyabilirsin. 3 N.K.Krupskaya, Eğitim Üzerine, Yorum yayınları, Sf:30 4 N.K.Krupskaya, Eğitim Üzerine, Yorum yayınları, sf: ... “Lenin’in babası Đlya Nikolevich’i çok seven Nekrasov, Dobrolyubov’a bir şiir adamıştı” -Krupskaya- 5 Marx ve Darwin, Dünya Solu, Sayı:8, Şubat 1992, Sf:81 içinde alıntı. 6 N.K.Krupskaya, Eğitim Üzerine, Yorum yayınları, sf:47, 48, 51 7 Andrzej Walicki, Rus Düşünce tarihi, V yayınları, Sf:XV. 8 Andrzej Walicki, Rus Düşünce tarihi, V yayınları, Sf:XV. 9 Andrzej Walicki, Rus Düşünce tarihi, V yayınları, Sf:... 10 E.Zola, Germinal, Oda yayınları, Sf:524 11 Hasan Hüseyin Korkmazgil, Oğlak, Bilgi yayınları, Sf:126 – kapak- 12 Viktor HUGO, 1793 devrimi, Kaynak Yayınları, Eylül 1984, Sf:204 13 V.HUGO, 1973 Devrimi, Kaynak Yayınları, Eylül 1984, Sf:218 14 V.HUGO, 1973 Devrimi, Kaynak Yayınları, Eylül 1984, Sf:436 15 Mihri BELLĐ, Özgür Ülke, 15 Temmuz 1994

* De te fabula narratur. Karl Marks, 1. Cilt Đçinde ** (Đtalyan Kızıl Tugayları’nın Bir Sloganı) *** (Nadya Krupskaya, Eğitim Üzerine Adlı Kitap Đçinde) **** (Şenay’ın 1973’te seslendirdiği “Hayat bayram olsa” adlı şarkı.)

Page 204: OFİR'E YOLCULUK - MUHAMMET DEMİR

203

EMEĞĐN SANATI E-KĐTAPLIĞI

Şiir Dizisi:

1- Kalp Örsünde Karanfil - ALĐ ZĐYA ÇAMUR 2- Arsız Akrostiş - SERKAN ENGĐN 3- Diplerin Zirvelere Uçurumlardır Yolu - ADNAN DURMAZ 4- Acının Ucu - HAMZA ĐNCE 5- Yıldızlı Gece Kanamaları – ĐRFAN SARĐ 6- Öfkeye Tutunmak – ERCAN CENGĐZ 7- Semahlar, Horonlar, Gowendler – YAŞAR DOĞAN 8- Militan Bir Ağrı – MELĐH COŞKUN

Anlatı Dizisi:

1- Ofire Mektuplar – MUHAMMET DEMĐR

Düşünce Dizisi:

1- Gölge Boksu – SERKAN ENGĐN

http://emeginsanatie-yayinevi.blogspot.com

http://issuu.com/emeginsanati