neil gaiman - ithaki.com.tr · neil gaiman, 1960 yılında İngiltere’de doğdu. bugüne kadar...

17

Upload: others

Post on 03-Nov-2019

14 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Neil Gaiman, 1960 yılında İngiltere’de doğdu. Bugüne kadar pek çok fantazya romanı ve çizgi roman yazmıştır. Sandman serisi, Yıldız Tozu, Amerikan Tanrıları, Kıyamet Gösterisi, Yokyer ve Ko-ralin ve Gizli Dünya yazarın öne çıkan eserlerinden başlıcalarıdır. Hugo, Nebula, Bram Stoker ve Newbery Medal gibi pek çok ödül kazanan yazar, hayranları tarafından edebiyat dünyasının ‘rock yıldızı’ olarak görülmektedir. (Hâlâ 1.80 boyundadır ve siyah tişörtler giymektedir.)

Neil Gaiman’ın Anansi Çocukları romanı, British Fantasy Society’nin verdiği En İyi Roman ödülüyle Locus dergisinin verdiği En İyi Fantazi Romanı ödülüne değer bulundu.

NEIL GAIMAN

ANANSİ ÇOCUKLARIÇeviri

Murat Özbank

Anansi ÇocuklarıNeil Gaiman

Özgün Adı Anansi Boys

İthaki Yayınları - 861

Yayına Hazırlayan: Hazal Çamur - Burcu UluçayRedaksiyon: Yankı Enki

Kapak Tasarımı: Şükrü KarakoçGrafik Uygulama: Özge Kılıç

1. Baskı, Temmuz 2013, İstanbul

ISBN: 978-605-375-298-1

Sertifika No: 11407

© 2005, Neil Gaiman Türkçe Çeviri © Murat Özbank, 2013

© İthaki, 2013

Bu eserin tüm hakları Akcalı Telif Hakları Ajansı aracılığıyla satın alınmıştır.Yayıncının yazılı izni olmaksızın alıntı yapılamaz.

İthakiTM Penguen Kitap-Kaset Bas. Yay. Paz. Tic. Ltd. Şti.’nin yan kuruluşudur.Bahariye Cad. Dr. İhsan Ünlüer Sok. Ersoy Apt. A Blok No: 16/15 Kadıköy - İstanbul

Tel: (0216) 330 93 08 – 348 36 97 Faks: (0216) 449 98 34 [email protected] – www.ithaki.com.tr – www.ilknokta.com

Kapak, İç Baskı: Deniz Ofset MatbaacılıkGümüşsuyu Cad. Topkapı Center, Odin İş Merkezi No: 403/2 Topkapı-İstanbul

Tel: (0212) 613 30 06 - Faks: (0212) 613 51 97Sertifika No: 25001

Nasıl olduğunu bilirsin. Kitabı alırsın, ithaf sayfasını açar-sın, bir de bakarsın ki yazar, kitabı, yine sana değil bir başka-sına ithaf etmiş.

Bu kez değil ama.Çünkü henüz tanışmadık/birbirimizi uzaktan tanıyoruz/

birbirimize deli oluyoruz/uzun zamandır görüşmedik/bir şe-kilde dostuz/hiç tanışmayacağız, ama eminim ki buna rağmen birbirimizi hep çok seveceğiz...

Bu kitabı sana ithaf ediyorum.Nedenini ve sana ne dilediğimi en iyi sen bilirsin.

Not: Yazar, bu vesileyle, Zora Neale Hurston, Thorne Smith, P. G. Wodeho-use ve Frederick “Tex” Avery’nin ruhları önünde saygıyla şapka çıkardığını belirtmek ister.

.

İÇİNDEKİLER

BİRKi Bu Bölümde Çoğunlukla

İsimler ve Aile İlişkileri Anlatılır11

İKİKi Bu Bölümde Çoğunlukla

Cenazelerden Sonra Olan Şeyler Anlatılır

34

ÜÇKi Bu Bölümde

Bir Aile BuluşmasıAnlatılır

55

DÖRTKi Bu Bölüm Şarap, Kadın ve Şarkıyla

Dolu Bir Geceyle Biter75

BEŞKi Bu Bölümde Ertesi SabahınÇeşitli Sonuçlarını İnceliyoruz

92

ALTIKi Bu Bölümde Şişko Charlie’nin

Eve Taksiyle Bile Dönemediği Anlatılır120

YEDİKi Bu Bölümde Şişko Charlie’nin

Katettiği Uzak Mesafe Anlatılır156

SEKİZKi Bu Bölümde Bir Fincan Kahvenin Çok işe

Yaradığı Anlatılır187

DOKUZKi Bu Bölümde Şişko Charlie’nin Kapıya Bakması ve

Örümcek’in Flamingolarla Karşılaşması Anlatılır

208

ONKi Bu Bölümde Şişko Charlie’nin

Dünyayı Gezdiği ve Maeve Livingstone’unHoşnut Olmadığı Anlatılır

229

ON BİRKi Bu Bölümde Rosie’nin Yabancılara Hayır

Demeyi Öğrenmesi ve Şişko Charlie’nin Bir Misket Limonu Edinmesi Anlatılır

265

ON İKİKi Bu Bölümde Şişko Charlie’nin

Birçok Şeyi İlk Defa Yaptığı Anlatılır296

ON ÜÇKi Bazılarına

Uğursuzluk Getirir321

ON DÖRTKi Bu Bölümde Birtakım

Sonuçlara Varılır356

TEŞEKKÜRLER381

.

11

BİR

Ki Bu Bölümde ÇOĞUNLUKLA İsimler ve

AİLE İlişkileri Anlatılır

Çoğu şeyin başladığı gibi, bu da bir şarkıyla başlar.Ne de olsa önce söz vardı ve söz dediğinizin bir melodisi

olurdu. Dünya bu şekilde yaratıldı, boşluk bu şekilde bölüm-lere ayrıldı, topraklar ve yıldızlar ve düşler ve küçük tanrılar ve hayvanlar bu şekilde dünyaya geldi.

Hepsi şarkıyla söylendi. Şarkıcı önce, gezegenlerle ve tepelerle ve ağaçlarla ve ok-

yanuslarla ve küçük vahşi hayvanlarla işini bitirdi, sonra da büyük vahşi hayvanlar yine şarkıyla var edildiler. Varlığın sı-nırındaki uçurumlar ve av arazileri ve karanlık hep şarkıyla söylendi.

Şarkılar kalıcıdır. Şarkılar süreklidir. Bir şarkı doğru söy-lendiğinde, imparatorları maskara eder, hanedanları devirir. Şarkıların anlattıkları olaylar ve insanlar, toprağa, düşe ve yokluğa karıştıktan çok sonra bile yaşamaya devam ederler. Şarkıların gücü budur.

Şarkılarla yapabileceğiniz başka şeyler de vardır. Sadece dünyalar kurmaya ya da varoluşu yeni baştan yaratmaya ya-

12

ramaz şarkılar. Şişko Charlie Nancy’nin babası, mesela, dışa-rı çıktığında harika olacağını umduğu, ummanın da ötesinde harika olacağını bildiği bir gece geçirmek için şarkıları kulla-nırdı.

Şişko Charlie’nin babası bara girmeden önce barmen, o ge-ceki karaokenin büyük bir fiyasko olacağı kanaatindeydi; ama sonra ufak tefek yaşlı adam mekâna girdi, bir köşeye kurul-muş uyduruk sahnenin yanında oturan ve daha yeni bronzlaş-mış tenleriyle gülüşlerinden turist oldukları anlaşılan sarışın-lara doğru aldırmaz tavırlarla yürüdü. Onları şapkasını eğerek selamladı çünkü pırıl pırıl yeşil bir fötr şapkası ve limon sarısı eldivenleri vardı. Sonra kızların masasına yanaştı. Kızlar kı-kırdadı.

“Eğleniyor musunuz hanımlar?” diye sordu. Kızlar kıkırdamaya devam etti. Evet çok iyi vakit geçiriyor-

lardı, teşekkürler, burada tatildeydiler. “Daha yeni başladık, hele bir bekleyin,” dedi adam onlara.

Kızlardan yaşlıydı, hem de çok ama çok yaşlıydı; fakat za-rafetin ta kendisiydi adeta. Saraylıları çağrıştıran kibar tavırla-rıyla, böyle şeylerin hâlâ önemsendiği geçmiş bir çağdan fırla-mış gibiydi. Barmen rahat bir nefes aldı. Barda böyle biri varsa, gece iyi geçecek demekti.

Barda karaoke vardı. Dans vardı. Yaşlı adam, o gece uydu-ruk sahneye şarkı söylemek için bir değil, iki kere çıktı. Sesi güzel, gülümsemesi mükemmeldi ve dans ederken ayakları uçuşuyordu. İlk seferinde sahneye “What’s New Pussycat?”i* söylemek için çıktı. İkinci kez sahneye çıktığındaysa Şişko Charlie’nin hayatını mahvetti.

X

Şişko Charlie, annesi artık bir daha açmamak üzere kesin-kes kapattığı bir defter varsa (ve bahis konusu bey buna itiraz edecek olursa, itirazını alıp münasip bir yerine sokabilirdi),

* Bir Tom Jones şarkısı. –yhn

13

onun da bahtsız bir hata sonucu bu yaşlı keçiyle yaptığı evlilik olduğunu, ertesi sabah evi terk edeceğini, çok uzaklara gide-ceğini ve aklı varsa adamın onu takip etmeyeceğini dünya ale-me ilan ettiğinde on yaşından biraz küçüktü. Büyüyüp, daha çok egzersiz yapmaya başladığı on dört yaşına kadar geçen süre zarfındaysa; yani hayatının sadece birkaç yılında, “şişko” olmuştu. O şişko değildi. Hatta doğrusunu söylemek gerekir-se, toplu bile sayılmazdı. Sadece köşeleri biraz yuvarlaktı, o kadar. Ama Şişko Charlie ismi, tenis ayakkabısının tabanına yapışmış bir sakız gibi üzerine yapışıp kalmıştı. Kendisini in-sanlara “Charles” ya da yirmili yaşlarının başlarında yaptığı gibi Chaz ya da imza atarken, C. Nancy diye tanıtırdı, ama na-file: O isim, duvardaki çatlakları ve buzdolabının arkasındaki dünyayı işgal eden hamam böcekleri gibi, yaşamının her yeni sayfasına sızardı ve, beğenin ya da beğenmeyin –ki o beğen-mezdi–, bir de bakardınız yeniden Şişko Charlie oluvermiş.

Mantıklı değildi ama, bunun sebebinin babası olduğunu biliyordu Şişko Charlie. Çünkü bu ismi ona babası takmıştı ve babası bir şeye bir isim taktı mıydı, o isim yapışır kalırdı.

Bir zamanlar Şişko Charlie’nin büyüdüğü Florida’daki so-kağın karşısındaki evde yaşayan bir köpek vardı. Uzun bacak-ları ile dik kulaklarıyla ve bebekken burun üstü duvara tos-lamış gibi duran suratıyla, kestane rengindeki boxer cinsi bir köpekti bu. Başı dik, kuyruğu kalkıktı. Köpekler dünyasında, bir aristokrat olduğu her halinden belliydi. Köpek yarışmala-rına girmiş, Türünün Birincisi, Klasmanının Birincisi ve hatta Yarışmanın Birincisi gibi madalyalar kazanmıştı. Köpek, Ye-dinci Campbell’s Macinrory Arbuthnot ismini kullanmaktan haz duyardı; sahipleriyse, kendisiyle samimileşmeye cüret et-tiklerinde, ona kısaca Kai derlerdi. Bu böylece sürdü gitti. Ta ki bir gün Şişko Charlie’nin babası, verandasındaki döküntü salıncakta tembel tembel birasını yudumlarken, komşunun bahçesindeki palmiye ağacından bahçenin çitlerine kadar uza-nan bir tasmanın ucunda, bir aşağı bir yukarı, salına salına gezen köpeği görene dek.

14

“Amma da şapşal bir köpek bu ya,” dedi Şişko Charlie’nin babası. “Tıpkı Donald Duck’ın arkadaşı Goofy’ye benziyor.”

Ve böylece bir zamanların şampiyon köpeği bir anda değiş-ti ve dönüştü. Şişko Charlie için bu hadise sanki köpeği ba-basının gözlerinden görmek gibi bir şey olmuştu ve şöyle bir düşününce o da “hakikaten de Goofy gibi şapşal bir köpek bu ya!” demişti kendi kendine. Köpek sanki pelüşten yapılmıştı.

Yeni ismin tüm sokak boyunca yayılması çok uzun sürme-di. Yedinci Campbell’s Macinrory Arbuthnot’ın sahipleri tüm güçleriyle direndiler, ama nafile. Bir kasırganın karşısına di-kilip onu dinmeye ikna etmeye çalışsalar daha çok şansları olurdu. Yoldan geçen yabancılar bile durup, bir zamanların gururlu köpeğini “Merhaba Goofy. Aferin benim şapşal oğlu-ma?” diye sevmeye başlamışlardı. Kısa bir süre sonra sahipleri köpeği artık yarışmalara sokmaz oldular, zira cesaretleri kırıl-mıştı. “Şapşal bir köpek,” diyordu hakemler, “Goofy gibi...”

İşte böyle. Şişko Charlie’nin babasının verdiği isimler yapı-şır kalırdı. Acı gerçek buydu.

Şişko Charlie’nin babasının en kötü özelliği bu değildi ama. Büyüdüğü yıllarda, babasının birçok özelliği en kötü se-

çilmeye adaydı: Gözünün hep dışarıda olması ve ellerinin hiç rahat durmaması –en azından mahallenin kadınları öyle der, babasını annesine şikâyet ederlerdi, sonra da evde kıyamet kopardı–; sigar adını verdiği ve sürekli olarak içtiği o küçük siyah purolar, ki kokuları elini sürdüğü her şeye sinerdi; garip bir çeşit step dansından zevk alması, ki Şişko Charlie bu dan-sın 1920’li yılların Harlem’inde yarım saatliğine moda olup, sonra gözden düşmüş olduğundan kuşkulanırdı; dünya poli-tikası konusunda mutlak ve giderilmesi imkânsız cehaleti ve bununla birlikte, anlaşıldığı kadarıyla, televizyondaki kome-di dizilerinin gerçek insanların gerçek yaşamlarına ve gerçek yaşam mücadelelerine yarım saatlik bir pencere açtığına tüm benliğiyle inanması. Şişko Charlie’ye göre bunların hiçbiri tek

15

başına babasının en kötü özelliği değildi, ama teker teker her biri en kötüye kendisince bir katkı yapardı.

Şişko Charlie’nin babasının en kötü özelliği, utanç verici olmasıydı.

Elbette herkes anasından, babasından utanır. İşin olmazsa olmazıdır bu. Ana-baba olmanın doğasında, sadece var olarak utanç vermek vardır; aynı şekilde, belli yaştaki çocuklar da doğaları gereği, ana babaları sokakta onlarla konuşmaya yel-tense bile utançtan yerin dibine geçerler.

Gelgelelim, Şişko Charlie’nin babası bu işi ince bir sanat haline getirmişti ve Şişko Charlie’ye en basitinden tutun da –mesela Şişko Charlie’nin ıpıslak bir yatağa girdiği günü unut-ması mümkün değildi– en çetrefillisine kadar eşek şakaları yapmaktan ne kadar zevk alıyorsa, onu utandırmaktan da bir o kadar hoşlanırdı.

“Nasıl yani?” diye sordu Şişko Charlie’nin nişanlısı Ro-sie, bir akşam. Normalde babasından hiç bahsetmeyen Şişko Charlie, yaklaşmakta olan düğünlerine babasını da davet et-menin neden çok ama çok kötü bir fikir olduğunu anlatmaya çalışıyor ama pek de beceremiyordu. O sırada, Güney Lond-ra’daki bir şarap barında oturmaktaydılar. Şişko Charlie, uzun yıllardan beri babasıyla arasına girebilecek en iyi iki şeyin dört bin mil ile Atlantik okyanusu olduğuna kanaat getirmiş du-rumdaydı.

“Bak şimdi...” dedi Şişko Charlie ve maruz kaldığı aşağılan-maları sırayla aklından geçirirken, ayak parmaklarının gayri ihtiyari kıvrıldığını hissetti. İçlerinden birini seçti. “Şey, bir defasında, ben çocukken, okul değiştirdiğimde babam bana, üstüne basa basa, çocukken ‘Başkanlar Günü’nü nasıl hevesle beklediğini anlatmıştı, çünkü bir kanun varmış ve o kanun uyarınca o gün okula en sevdikleri başkanın kıyafetleriyle gi-den çocuklara kocaman bir torba şeker verilirmiş.”

“Aa. Ne iyi bir kanunmuş o,” dedi Rosie. “Keşke İngiltere’de de öyle bir kanun olsa.” Rosie Birleşik Krallık’ın dışına hiç çık-

16

mamıştı; tabii bir defasında genç tatilciler kulübüyle bir adaya yaptığı seyahati saymazsanız ki, Rosie bu adanın Akdeniz’de bir yerlerde olduğuna yemin edebilirdi. Coğrafyası pek iyi olmasa da, sıcak kahverengi gözleri ve iyi bir kalbi vardı Rosie’nin.

“Hayır efendim, hiç de iyi bir kanun değil. Hatta öyle bir kanun yok. Tamamen babamın uydurması. Zaten bir sürü eyalette Başkanlar Günü’nde okullar tatil olur, tatil olmayan eyaletlerde de en sevdiğin başkan gibi giyinmek diye bir adet yoktur. Başkan gibi giyinmiş çocuklara ne kongre kararı ge-reği kocaman bir torba şeker verilir ne de ilerleyen yıllarda, ortaokul ve lisede ne kadar popüler olacağın, tamamıyla hangi başkan gibi giyineceğine bağlıdır. Sıradan, silik tipler ilk akla gelen başkanlar gibi giyinirler; Lincoln, Washington veya Jef-ferson gibi… Ama John Quincy Adams veya Warren Gamaliel Harding veya işte öyle daha az bilinen başkanlar gibi giyinen-ler ileride çok popüler tipler olurlar. Ve Başkanlar Günü’nden önce bu konudan bahsetmek uğursuzluk getirir. Ya da daha doğrusu, uğursuzluk filan getirmez de, babam öyle demişti.”

“Kızlı erkekli herkes mi başkanlar gibi giyiniyormuş?”“Tabii, ne sanmıştın? Erkekler de, kızlar da. Dolayısıyla

ben de Başkanlar Günü’nden evvel bir hafta boyunca, en doğ-ru başkanı seçebilmek için Dünya Ansiklopedisi’nden başkan-lar hakkında okunabilecek her şeyi okudum.”

“Babanın seni kandırıyor olabileceği hiç mi aklına gelme-di?”

Şişko Charlie başını salladı. “Babam sana kafayı taktığında aklına öyle bir şey gelmez, gelemez. Dünyanın en iyi yalancı-sıdır o. İnandırıcıdır.”

Rosie, Chardonnay şarabından bir yudum aldı. “Peki so-nunda okula hangi başkan olarak gittin?”

“Taft. Yirmi yedinci başkan. Babamın bir yerlerden buldu-ğu kahverengi bir takım elbiseyi giydim. Pantolonun paçala-rını kıvırdım, önüme de bir yastık sokuşturdum. Yüzüme bir