muhalefet kasim

20
sayfa 2’de sayfa 15’de Güzellik Sokakta Güzellik Sokakta 68’in Çağrısıyla Bağımsızlık İçin... Van’Da Çöken Neoliberal Güvenlik Devletidir sayfa 13’te sayfa 18’de Sözümüz Silahımızdır 6 Kasım’da Sözünü Birleştir, Gücünü Kullan sayfa 6’da G K A Z A N A C A Ğ I Z E L E C E Ğ İ Söz ve Karar Meclislerini Kuralım 10. sayfada Avrupa’da Eğitim Reformlarının Niteliği ve Toplumsal Muhalefet 12. sayfada ! Gençlik Muhalefeti Aylık Yayınıdır. KASIM 2011 SAYI: 3 DOSYA: ÜNİVERSİTELER ve MÜCADELE

Upload: genclik-muhalefet-goersel

Post on 14-Mar-2016

253 views

Category:

Documents


2 download

DESCRIPTION

muhalefet kasim bülteni

TRANSCRIPT

Page 1: Muhalefet Kasim

sayfa 2’de sayfa 15’de

Güzellik SokaktaGüzellik Sokakta 68’in

Çağrısıyla Bağımsızlık

İçin...

Van’Da Çöken Neoliberal Güvenlik Devletidir

sayfa 13’te

sayfa 18’de

Sözümüz Silahımızdır

6 Kasım’da Sözünü Birleştir, Gücünü Kullan

sayfa 6’da

GKAZANACAĞIZ

ELECEĞİ

Söz ve Karar Meclislerini Kuralım 10. sayfadaAvrupa’da Eğitim Reformlarının Niteliği ve Toplumsal Muhalefet 12. sayfada

!Gençlik Muhalefeti Aylık Yayınıdır.

KASIM 2011 SAYI: 3

DOSYA: ÜNİVERSİTELER ve MÜCADELE

Page 2: Muhalefet Kasim

2

Yazı ve güzü geride bıraktık. Muhalefet Zamanı’na göre ise ‘beşinci mevsim yürüyüşündeyiz’! Malatya’da kayısı,

Tokat’ta kiraz, Fatsa’da fındık, Rize’de çay bahçelerindeydik o zamanlar biz ‘Kayısı Kızılı Dayanışma Kolektifiydik’, ‘Kiraz işçileriydik’...

Yürüdük... Aynı zamanda konuştuk ve sorduk. Eylül’ü kendi zamanımızda ‘bahar’ ilan ettik. Yanlışları ve yanılgıları biriktirmektir aşk; yanlışlardan ve yanılgılardan doğruları doğurtmaktır devrim, diyorduk ya öyle yaptık. Kendimize ayna tutmaktan korkmadık, duru bir suyun üzerindeki silüetimize baktık. Ve yeniden yola koyulduk...

8 Ekim’de ‘Sokağın Meclisi’ne yine ‘isyan koşusuyla’ katıldık, 6 Kasım’da ülkenin dört bir yanında ‘sözümüzü birleştirmek’ için kampüslerde, sokaklardaydık. Van’da yaşanan acının ardından dayanışma için seferber olduk.

Bu sayımızda, bu mücadelenin sözünü ve eylemini aktarıyoruz.

Üniversiteler ve Mücadele dosyası, 6 Kasım’da üniversiteleri geri alma mücadelesinde bir adım olarak geliştirilen ‘Söz ve Karar Hakkı’ mücadelesine ilişkin bir tartışmaya yer veriyoruz. Önümüzdeki sayılarda da yeni bir mücadele tarz ve anlayışı olarak geliştirmeye çalıştığımız bu mücadeleye ilişkin pratikleri, tarihsel deneyimleri tartışmaya devam edeceğiz.

Muhalefet’te yer alan bir diğer konu da emperyalizmin Ortadoğu’ya yönelik yeni saldırıları ve AKP’nin işbirlikçi tutumu karşısında, 8 Ekim’de alanlara taşıdığımız anti-emperyalist mücadelemiz. ‘68’in çağrısıyla gerçekleştirdiğimiz bu eylem, ülkemiz tarihinde devrimci gençlerin mücadelesinin izlerine basarak bugün AKP’nin sürdürdüğü taşeronluk karşısında bir direniş çağrısıdır.

Ve elbette dünyanın sokaklarından yükselen özgürlük çığlığı! Wall Street’ten Yunanistan’a kadar yeni bir direniş coğrafyası kuruluyor. Direnmenin mümkün olduğunu ilan ederek bir direnme ve umut alanı inşa eden bu direnişleri de ‘güzellik sokakta’ diye selamlıyoruz! Bu sesin sarsıcı olduğu kadar yıkıcı ve dönüştürücü olması için hayatı bugünden kuşatarak yenileyecek mevzilerin yaratılmasına ihtiyaç var. Sözümüzün ve eylemimizin gücünde bugün başka bir dünyanın umudu var.

Ve MUHALEFET.... Yine ayrılık uzun sürdü. ‘Ne zaman kısa sürmüştü ki’ diyenler haklı! Arada bir çıkar bir haldeyiz şimdilik. Ama biliyoruz ki şimdi her gün her yerde daha çok muhalefet gerek ve elbette daha çok MUHALEFET... O yüzden bu kez diyoruz ki, yeni yılın hemen öncesinde Aralık’ı 26’ısında görüşmek umuduyla arkadaş...Ve şimdi ‘hani bizim Muhalefet niye çıkmadı’ diyen cezaevindeki arkadaşlara 9 Aralık’ta görüşmek üzere sevgiyle selamlar...

Atatürk Bulvarı No: 127/10 Bakanlıklar/Ankara

www.genclikmuhalefeti.orgwww.facebook.com/genclikmuhalefeti.orghttps://twitter.com/#!/muhalefetinsesi

0312 425 13 16

Başka Bir Dünya İçin Refleks dergisinin ücretsiz ekidir.

Merhaba...

Page 3: Muhalefet Kasim

3

1. Dünyadaki birçok ülkede ve Türkiye’de yükselen son dönem öğrenci/eğitim hareketleri ve bu hareketlerin karakteristik özellikleri konusunda kısa bir değerlendirme yapabilir misiniz?

Dünyada ve ülkemizde gelişen genç-lik eylemlerini en genel anlamda neoliberalizmin saldırılarına bir karşı çıkış olarak değerlendirmek mümkün. Özellikle 2007’de yaşanmaya başlayan küresel ekonomik krizin ardından gündeme getirilen yeni saldırı politikalarına karşı güvencesizleşmeye ve geleceksizliğe karşı sosyal-kamusal hakların savunulması eksenli bir direniş gelişmeye başladı.

Bu dünyanın farklı bölgelerindeki isyancı gençlik hareketlerinin de hissettiği temel kaygıdır. Bugün geniş gençlik kesimleri kapitalizmin yıkım politikaları karşısında güvenli bir gelecek olanağı görmemek-tedir. Bu kaybedilmişlik ve düzenin politikalarına duyulan güvensizlik her gün daha çok insanın umudunu sokağa yönlendirmektedir. Tunus’ta üniversite mezunu bir işsiz gencin son sığınağı olan işporta tezgahının polislerce elinden alınması karşısında kendini yakması ve ardından gelişen toplumsal ayaklanma, bunun tetiklediği Mısır’daki isyan bu dalganın şimdiye kadarki uç örnekleridir.

Ülkemizde yükselen gençlik hareketleri ise benzer özellikler içermekle birlikte kendine özgün yanlarıyla bunlardan biraz daha farklıdır. Emperyalizme bağımlı yukarıdan aşağıya çarpık kapitalistleşme süreçleri içerisinde şekillenen ülkemizde kapitalizmin küreselleşme sürecine eklemlenmesi de bu doğrultuda gerçekleşmiştir. AKP, 12 Eylül faşist darbesi ile başlayan piyasalaşma süreçlerini sürdürmekle birlikte kendisinden öncekilerden farklı olarak da bir kurucu misyon üstlenmiştir. Bir yanıyla kamusal alanın tasfiyesine da-yanan sömürü politikaları ile birlikte -bununla bütünleşik olarak gelişen- İslamcılık doğrultusunda yeni Türkiye düzeni-nin kurulmasına dönük önemli adımlar atılmıştır. Ülkemizde gençlik hareketinin temel karakteri de bu yeni düzene karşı çıkma temelinde şekillenmektedir.

Bütün bu direnişlerin asıl önemli yanı ise içinde taşıdığı gelecek umududur.

Tarihin sonundan tarihin hareket etme-ye başladığı bir çağın kapısı aralanmaya başladı. Sokakları yeniden güçlendiren de yeni bir gelecek arayışına dönük arzunun kendisidir. Gençliğin gerçek manadaki devrimci hareketliliği bu gelecek arayışının parçası olarak şekillenecektir.

2. Parçası olduğunuz harekete dair aşağıdaki soruları da kapsayan genel bir değerlendirme yapabilir misiniz?

a. Bu hareketlilik ilk nasıl başladı? Neden ve nasıl bir araya geldiniz?

Ülkemizin gerici sağ akımların etkisi altında karanlığa sürüklenmesine karşı kuşkusuz azımsanmayacak bir direnme eğilimi de her zaman var oldu. Hareketimiz asıl olarak gerici-faşist sağ akımların genç-lik ve toplum üzerindeki baskısının geriletilmesinin bir yolu olarak gençlik içindeki parçalı ve dağınık tepkilerin devrimci bir gençlik siyaseti etrafında bir araya getiri-lerek gençliğin merkezi demokratik öz örgütünün yaratılmasına dönük iddia temelinde gelişti.

Bu çağrı etrafında 14 Ekim 2006’da Ankara’da ülkenin pek çok yerinden katılımla bir Gençlik Forumu düzenleyerek bir yol haritası çıkarttık. Gençliğin merkezi-demokratik örgütünün yaratılması olarak tanımladığımız ve ülke genelinde forumlarla ilerleteceğimiz bir sürecin adı da ‘Geleceğimiz İstiyoruz’ olarak şekillendi.

Değişik alanlardaki çalışmaların ve mücadelelerinin birleştirilmesini, kendi söz ve eylemi içinde gençliğin bağımsız örgütünün yaratılması anlayışına da-yanan bu geçiş dönemi taban inisiyatif-lerine dayanarak ortak bir mücadele programının oluşturulması yönünde ileriye taşındı.

29 Kasım 2009’da devrimci bir gençlik siyasetinin güncel politik yönelimlerini irdeleyen ve devrimci gençlerin temel siyasi yönelimlerinin neler olması gerektiğini tartışan, gençliğin birleşik muhalefetinin ülke çapında örgütlenmesi görevinin nasıl gerçekleştirilebileceğinin yanıtlarını aramak üzere 45 ilden katılımla Ankara’da bir forum düzenledik. Bu forumda hareketimizin o güne kadar yürütmüş olduğu eşitlik ve özgürlük mücadelesinin ortaya çıkarttığı deneylerden ve

SÖZÜMÜZSİLAHIMIZDIR...

birikimlerden yola çıkarak eşitlikçi ve özgürlükçü bir gençlik muhalefetinin, militan, merkezi örgütlülüğünün güncel siyasal ihtiyacı karşılayacak bir şekilde bir adım daha ileri taşınması gerektiğinden hare-ketle yerel inisiyatiflerin geliştirilmesi ve ona paralel olarak yereller arasındaki örgütsel ve politik ilişkinin güçlenmesi noktasında merkezi-demokratik yapının inşası doğrultusunda ‘Gençlik Muhalefeti’ olarak yola devam etme kararı aldık.

b. Öğrenci/Eğitim hareketinin genel talepleri, hedefleri neler olmalıdır? Süregiden eylemlilik süreci tüm bu hedefleri kapsama konusunda yeterli midir?

Gençlik açısından bugün en belirgin mesele kapitalizmin yarattığı geleceksizlik, kültür ve hayat tarzının yarattığı bunalımdır. Gençlik hareketi her şeyden önce buna yanıt üretebilen bir ufka sahip olmalıdır ki bunun adı da devrimciliktir. Günlük mücadele ve somut taleplerin işaret ettiği bir gelecek ufku olmaksızın etkili bir muhalefet hareketinin yaratılması mümkün değildir.

Gençliğin sorunları ülkenin sorunlarından ayrı ele alınamaz. Gençliğin kendi geleceğine sahip çıkma mücadelesi aynı zamanda emekçi halkın kaderine sahip çıkma mücadelesidir de. Bu yönüyle de gençlik mücadelesi -ülkemizde her dönemde olduğu gibi bu dönemde de- hem ülke ve dünyada gelişen siyasi gündemleri üniversitelere taşıyacak hem de üniversitenin kendi gündemini genel siyasetin bir parçası haline getirebilecek bir politik bütünlüğü yakalayabilmelidir.

Gençlik mücadelesinin temel ekseni AKP eliyle kurulan piyasacı ve gerici yeni sömürü düzenine karşıtlık çerçevesinde olmalıdır. Özellikle AKP‘nin uyguladığı baskıcı, gerici ve sermaye yanlısı politikalar gençlik içinde

“Yeniden ve bir kez daha ‘Tek

Yol Devrim‘ deme zamanıdır.

Page 4: Muhalefet Kasim

4de azımsanmayacak bir tepkiyi açığa çıkarmıştır. Üniversitelerin AKP eliyle hem daha piyasacı, sermaye güdümlü çabalarla temel hizmet alanlarından başlayarak özelleştirilmesi hem de yukarıdan aşağıya rektör atamaları gibi müdahalelerle dönüştürülme girişimlerinin üniversite içerisinde bir reaksiyonu alttan alta da olsa açığa çıkardığını vurgulamak gerekir.

Gençlik Muhalefeti açısından temel sorun bu tepkiyi kapsayabilecek bir politik programın ve eylem biçiminin ortaya çıkarılması, gençliğin demokratik ve özgürlükçü muhalefet kanalını inşa et-mektir.

Üniversite siyaseti bu dönemde ülkede yaşanan gelişmelere tavır alışlar etrafında şekillenmekle birlikte, yerellerin kendine özgün sorunları ve üniversite alanına dair özel sorunlar da gençlik muhalefetinin mücadele programı içerisinde yer almalıdır. Bu anlamda üniversiteye ilişkin olarak yürütülecek muhalefet temel olarak neoliberal üniversite modeli karşısında, onun gerekleri doğrultusundaki düzenlemelere karşı çıkışla birlikte bir alternatif üniversite talebini ve ilişkisini de açığa çıkarmayı önüne hedef olarak koymalıdır.

Burada parasız eğitim talebine sıkışan bir faaliyetin sınırları ve sorunları görü-lerek onu atlamayan ama ona sıkışmayan bir genişlikte muhalefet kurgulanmalıdır. Benzer şekilde üniversiteler üzerindeki baskılar da geniş öğrenci kesimlerinden öte -bilinçli bir strateji olarak- muhalif öğrencilerle sınırlandırılmakta. Bu yöndeki muhalefet de yine mevcut örgütlü gençlikle sınırlı kalmaktadır. Bu anlamda üniversitelerin gelişen kendine özgün sorunlarının kavranması ve ona karşı sorunun muhatabı bütün herkesi kapsayacak tarzda siyaset geliştirilmesi önem kazanmaktadır.

Üniversitenin niteliğine ilişkin bir tartışmanın yürütülmesi, bu anlamda sermayenin üniversitelerin içeriğinde/karakterinde yaptığı değişimin saptanarak, bilimsel ve akademik bir üniversite için taleplerin ortaya konulabilmesi önemlidir. Bu açıdan bir diğer önemli konu da üniversitelerdeki muhalefetin bir düzeyde öğretim görevlileriyle de bağının kurularak her anlamda onlarla birlikteliğin zorlanmasıdır.

Liseli faaliyeti de dönem dönem yükseliş göstermesine rağmen, kendi somut demokratik talepleri doğrultusunda bir faaliyeti oluşturamamıştır. Bu yüzden bugün liselilerin kendi ihtiyaç ve talepleri doğrultusunda bir siyaset tarzı geliştirmesi gereklidir.

Gençlik marka, moda, reklam vb. araçlarla tüketim döngüsünün bir parçası haline getirilmiştir. Tüketim kültürünün gençlik üzerindeki tahribatı, kendisini liselerde şiddetle ve uyuşturucuyla göster-mektedir. Liselerde her gün yeni bir şiddet olayına rastlamak mümkündür. Bugün bağımsız, militan, demokratik bir gençlik hareketini yaratma mücadelesinde liseler önemli bir yerde durmaktadır. Bu yüzden dünyada ve ülkemizde yaşanan sorunlar üzerinden yürütülecek bir mücadeleyle birlikte kendi yerellerinde, liselerinde yaşananlar üzerinden de bir politik hat örülmelidir. Yaşanan şiddet, uyuşturucu olaylarını hedef alan kampanyalarla ve etkinliklerle başka bir lisenin, başka bir dünyanın mümkün olduğunu göstermek, bu fikri yaygınlaştırmak gerekmektedir.

Ancak hem üniversiteler hem de liseler için bu hedefleri kapsayabilecek bir politik hareketliliğin sağlanabilmiş olduğu henüz söylenemez.

c. Güncel/kısa vadeli hedef ve beklenti-leriniz nelerdir?

Bugün bizim açımızdan temel sorumluluk sömürüye ve gericiliğe karşı emek-çi halk kesimleri ile birlikte bir direniş hattının oluşturulması, gençlik alanından bu barikata daha fazla omuz verilme-sidir. Bunun için de gençlik içerisindeki politikleşme eğilimlerinin kapsanması ve düzen karşıtı bir mücadele içinde birleştirilmesi bakımından fikri mücadele zeminlerinin güçlendirilmesi ile birlikte gençliğin kendi sözünü söyleyebileceği ve örgütleyebileceği kanalların yaratılmasına ihtiyaç var.

İdeolojik manadaki zayıflık aşılmadan gençlik içerisindeki politikleşmenin ortaklaştırılması da devrimci bir zemine taşınması da mümkün olmayacaktır. Genç-lik içerisinde bir yanıyla liberalizmin etkisi etrafında şekillenen bireycilik ekseninde şekillenen örgütsüzlügün, yerelci otonom anlayışların geliştiği bir parçalılık hali var. Gençlik mücadelesinin uzunca bir dönem yaşadığı daralmanın yarattığı olumsuz-luklarla birlikte dar grupçu, rekabetçi anlayışlar bugün de kendini hissettirmeye devam ediyor. Bu durumun temel nedeni de kendi örgütsel var oluşunu gençliğin genel çıkarlarının önüne koyan hastalıklı bir haldir. Bunu aşacak yeni bir fikrin ve pratik zeminin geliştirilmesine ihtiyaç var. Yeni bir dilin ve anlayışın geliştirilerek bu olumsuzlukların aşılması gerekiyor. Bizim hareketimiz bir yönüyle de bunu yapmaya çalışıyor. Bu tür rekabetçi tutumların uzağında, mücadelenin gerçek öznelerinin

içinde ve onlarla birlikte ilerlemeyi önemsiyoruz. Bunun aşılması güçlü bir fikri zeminin inşası ile mümkün olabilir.

Bu nedenle salt kampanyacı, medya odaklı eylemlerle bunun başarılması mümkün değil. Bir yanıyla siyasal iktidarı es geçerek uhrevi bir tarzda sözde radikalliğin de öte yandan AKP karşıtlığını düzen karşıtı mücadeleden koparan anlayışların da karşısında yeni kurulan sömürü düzenine bütün veçheleriyle karşı çıkabilen bütünlüklü bir devrimci siyaset hattının güçlendirilmesine ihtiyaç var.

3. Öğrenci/Eğitim hareketine ait olumlu veya olumsuz kamuoyu tepkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Eğitim mücadelesine dönük toplumda olumsuz bir yaklaşım görmüyoruz. Halk çocuklarının üniversitenin dışına atılmasına, yalnızca parası olanın ders-hanelere gidebilmesine, diplomalı işsizliğe karşı toplumda geniş bir tepki mevcut. Sokaklarda bu piyasacı düzene isyan eden gençler halkın vicdanında olumlu bir yere dokunuyor ve genel olarak destek görü-yor. Bizi de ilgilendiren büyük oranda bu olmalı. Gençlik hareketi ve diğer bütün top-lumsal muhalefet hareketleri, etrafındaki toplumsal desteği, meşruiyet zeminlerini genişletmek zorunda. Şu anda öğrenci eylemlerinin olumlu bir etkisinden söz edebiliriz ama bu fazlaca yüzeyde kalan bir olumluluk. Bunu daha da yaygınlaştırmak için bu eylemleri destekleyen insanların yaşamlarına daha doğrudan müdahaleler gerekiyor.

Biz birkaç iktidar borazanı liberal dışında kimseden eylemlerimiz nedeniyle tepki görmüş değiliz. Aslında onları şöyle ciddiye alıyoruz. Bu kişiler oturdukları köşelerden iktidarı parlatmak adına türlü türlü manevralar yaparken bizim kurulu düzeni rahatsız eden eylemlerimizden elbette rahatsız olacaklar. Onların bize dair olumsuz yaklaşım belirtmesi bizim durduğumuz yerin sigortasıdır. Aksi durumda kendimizi sorgulamak zorunda kalırdık. Onlar da sınıfsal ve tarihsel rolle-rini oynuyorlar, biz de...

4. Mücadele içinde ne çeşit sorunlarla karşılaşıyorsunuz?

a. Öğrenci/Eğitim hareketinin kendi içindeki sorunlar

Ülkemizdeki hakim olan gerici sağcı akım en çok da gençliği etkilemektedir. 12 Eylül sonrasındaki baskı ortamı, gençliği sindirmeye, siyasetle ilişkisini kesmeye dönük farklı şekillerde açık ve gizli olarak sürekli bir biçimde olarak var olmuştur. 12

Page 5: Muhalefet Kasim

5Eylül ile birlikte aynı zamanda Türk-İslam sentezi doğrultusunda gelişen ideolojik iklim gençliğin biçimlenişini etkilemiştir.

90‘lı yıllar ise bunların üzerine, kapita-lizmin tüketim kültürü eşliğinde geliştirdiği yeni liberal felsefe, gençliğin yaşam ve düşünce biçimini belirleyen en önemli etken olmuştur. Her koyun kendi bacağından anlayışında ‘özgürlük‘ adı altında gelişen bireyci anlayış her türlü kolektif tutum ve davranışı dışlamıştır. Diğer yandan da yoksul, emekçi çocukların da markaların gölgesinde oluşan yaşamdan dışlanmasına karşı gelişen tepkisi ve kimlik arayışı da yine medyadan pompalanan çete, mafya tipi çeşitli kriminal yapıların ve faşist örgütlenmelerin etkisi altına girmesine neden olmuştur.

Devrimciliğin bir kültür, yaşam biçimi ve kimlik olarak yeterince güçlü bir biçimde sunulamadığı koşullarda, ekonomik ve sosyal olarak yoksullaşan dışlanan gençlik kesimlerinin arayışları cemaatlerde ve faşist örgütlenmelerde yaşam şansı bulmuştur. Diğer yandan kapitalizmin tüketim kültürünün yarattığı değersizleştirmeye karşı da ahlaki ve kültürel düzeyde gelişen tepkiler de yine bunları kapsayacak bir muhalefetin yokluğunda dağınık biçimde kendisini ifade etmektedir.

Bugün bütün bunları gören, gençliğin farklı alanlardaki tepkilerini içerebilen, onların eşitlik ve özgürlük istemini örgütlü bir mücadele sürecine yönelten bir muhalefetin yaratılması, çağımızın yarattığı tüm olumsuzluklara da yanıt üretebilecektir.

Bugüne kadar yürüttüğümüz mücadele üniversite, lise ve mahallelerde bir çalışma deneyi ve birikim açığa çıkarabilmiş ancak bu çalışmalar alanın dönüştürücü ve politik gücü haline gelememiştir. Buna rağmen hiç de azımsanmayacak bir etkinliği, politik bir tutumu ve kitleselliği ortaya koyabilmeyi başarmış, kendi içerisinde bir yenilenmeyi mümkün kılacak dinamikleri yaratabilmiştir. Bugünkü cüretimiz altında da kuşkusuz aşağıdan gelişen bu dina-mizm vardır.

b. Öğrenci hareketini dışarıdan etkileyen sorunlar (devlet, okul yönetimleri, polis, vs.)

İçinden geçmekte olduğumuz süreç, siyasi iktidarın karakterinin de bir sonucu olarak dinci gericiliğin toplumun tüm katmanlarında her zaman olduğundan daha fazla rağbet gördüğü bir dönemdir. Her nevi siyasi İslamcı grup muazzam bir teşkilat faaliyetinin sonucu olarak üniversitelere sürekli kadro aktarmaktadır.

Diğer yandan yıllardır Kürt sorunundaki

çözümsüzlükten ve topluma hakim olan genel şiddetten beslenen milliyetçi faşist çevreler polis korumasında silahlı bıçaklı şekilde okullara girip saldırılar gerçekleştirmeye devam ediyorlar.

Gençlik içerisinde hakim kılınmaya çalışılan bu gerici faşist hareketler, elbette öncelikle üniversitede düzen karşıtı pozis-yon tutmaya çalışanları yani üniversite muhalefetini hedef alıyor. Öte yandan özellikle üniversitelerde muhalif öğrenciler polis-idare işbirliğiyle sürekli olarak soruşturma terörüne maruz bırakılıyor.

Özgür düşüncenin, eşitlik ve özgürlük mücadelesinin karşısındaki her türlü harekete, baskı ve zor aygıtına karşı po-zisyon almak gençliğin asli görevlerinden birisidir. Devrimci gençlik mücadelesinin tarihi başarılmış görevlerle doludur.

5. Eylem sürecinizin kısa kronolojik bir tarifi ile birlikte kendinize has (özgün) gördüğünüz özelliklerinizi (kavramsal ve/veya olgusal düzeyde) tarif edebilir misiniz?

Gençlik Muhalefeti, kendisini örgütler-ken aynı zamanda alanları da örgütleme görevini birbirinin önüne koymadan, bir arada ele alarak yürütmeyi hedef almaktadır. Çünkü siyaset ancak geniş kitlelerle, onlara ulaşarak ve onlarla birlikte yapılabilir. Kitlesel bir siyaset ise ancak kitlelerin kendi inisiyatiflerini kullanabilecekleri siyaset mekanizmalarının yaratılması ile sağlanabilir.

Gençliğin merkezi bütünlüklü örgütlülüğü gençliğin farklı alanlardaki aşağıdan gelişen inisiyatifi ve dinamizmi doğrultusunda inşa edilebilir. Değişik ve çok çeşitli muhalefet biçim ve söyleminin ortak bir program ve örgütlülük içeri-sinde bir araya getirmek, yatay ve esnek örgütlenmelerin, demokratik ve aşağıdan inisiyatiflerin gelişmesine açık, bunların birbiriyle etkileşim mekanizmalarının inşası ile birlikte ele alınmalıdır. Ağ biçimindeki bir örgütlülüğün yatay ve dikey etkileşimi ve bunun sonucu oluşturacağı merkezi demokratik yapısı, farklı alanlardan, farklı tarzlarda ortak bir dil ve programla birlikte mücadele etmenin formu olabilir. Bu açıdan Gençlik Muhalefeti, mücadelenin yürütüldüğü en küçük birimde, mücadeleyi yürüten her bir bireyin kendisini ifade edeceği birim örgütlenmesinden başlayarak aşağıdan yukarıya merkezi demokratik bir yapıya, gençliğin kendi dinamizmini kapsayabilecek bir örgütlenme modeline sahiptir.

Öte yandan Gençlik Muhalefeti,

yaratılacak gençlik hareketini yalnızca öğrenci gençlikle sınırlandırmamakta, lise ve üniversitelerin yanında ‘mahalle’yi de alan olarak tanımlamaktadır. Bu bakımdan harçlara karşı mücadele ile aynı zamanda üniversitelere girmek için ders-hanelere mecbur edilen ve bu yolla üniversite kapıları yüzlerine kapatılan ‘emekçi halk çocukları‘nın talebinin; öğrencilerin ulaşım, barınma hakkını karşılayacak bursların sağlanması talebi ile üniversite-lerden mezun olan binlerce işsiz gencin talebinin; bilimsel ve nitelikli eğitim talebi ile öğrencilerin söz, yetki ve karar sahibi olduğu özerk demokratik üniversite talebinin bütünlüklü bir program içe-risinde savunmak gerektiğini ifade eder.

6. Sizce tüm dünyadaki öğrenci mücadelesini kapsayacak bir slogan/motto mümkün müdür? Öneriniz ne olurdu?

2006’da düzenlediğimiz forumda bizim de çıkış noktamızı oluşturan bir slogan vardı: Geleceğimizi İstiyoruz! Bugün dünyanın birçok bölgesinde gelişen genç-lik hareketlerine yön veren arzunun da yeni bir gelecek arayışı olduğu görülü-yor. Bu nedenle de bu sloganın kapsayıcı olabileceğini düşünüyoruz.

Yeni bir çağın kapısındayız. Kapita-lizmin geleceği kuşatan hegemonyası kırıldı. Önümüzdeki dönem hem emper-yalist-kapitalist sistemin içindeki çelişkilerin arttığı hem de neoliberal sömürüye karşı başlayan isyan dalgasının güçlendiği bir dönem olarak şekillenecek.

Hayatımızın her alanında devrimci bir anlayışla hayatı ve siyaseti örgütleyerek, bugünkü karanlığın ortasında başka bir dünya umudunu yaratacağız. Yarının kurucuları, kalplerinin közü kararmamış inançlı ve yürekli devrimciler olacaktır.

Bunun için şimdi, yeniden ve bir kez daha ‘Tek Yol Devrim‘ deme zamanıdır.

Bu toprakları, 68‘de Paris sokaklarındaki, Che‘nin, Mahir‘in yüzündeki, Dev-Genç‘in üniversitelerde ve yoksul mahallelerdeki öfkeli ve isyan dolu sesindeki devrimin ve yeni bir hayatın sesine soluğuna boyamanın, tüm dünyada gençliğin gelişen yeniden devrimci öfkesi ile sokakları, üniversiteleri, liseleri, mahalleleri kuşatmanın tam vaktidir!

* Nota Bene Yayınları “Gerçek, Yıkıcı ve Yaratıcı” kitabı için hazırlanan metindir.

Page 6: Muhalefet Kasim

6

8 Ekim’de Ankara’yı umudun, isyanın kızılına boyayan Genç-lik Muhalefeti aynı coşku, aynı umut, aynı kararlılık ve inançla 6 Kasım’a hazırlandı.

Geçen sene Türkiye’nin dört bir yanından gelerek Mahir Çayan’ın okulunda, Ankara Siyasal’da toplanıp Kızılay’a yürü-yen Gençlik Muhalefeti, gençliğin bu sisteme duyduğu öfkeyi haykırmış ve özgürlük istemişti, istenilen özgürlüğün ancak kendi söz ve eylemimizle alınacağının altını çizerek üniversiteli-leri, gençliği “Sözünü birleştir, Gücünü kullan” şiarıyla bu sene de alanlara çağırdı Gençlik Muhalefeti.

Şili’de, Wall Street’te eşit, parasız ve nitelikli eğitim talep-leriyle sokakları dolduranların sesleri, bugün Türkiye’de AKP’nin piyasacı ve gerici düzenine, YÖK’üne karşı

üniversitelerine, geleceğine sahip çıkanların sesleriyle birleşti, Türkiye’nin dört bir yanında yankılandı.

Gençlik Muhalefeti bulunduğu her üniversitede yaptığı tartışma-forumlarla gençliğin sözünü birleştirmesi önünde bir adım atmışken aynı zamanda 12 Eylül darbesinin ürünü olan YÖK’ün, AKP’nin ‘yeni sömürü düzeni’ doğrultusunda nasıl yeniden yapılandırıldığının tartışmasını da öğrenci toplulukları ve akademisyenlerin de katılımıyla gerçekleştirdi. Bu doğrultuda gerçekleştirilen eylemler her yıl klasik YÖK protestolarının ötesinde değiştirme-dönüştürme gücünü kampüsünde, üniversitenin bileşenleriyle arayan ve birlikte kuran çalışmaları 6 Kasım sonrasında da devam edecek.

Entep Şivesiyle...Gaziantep Gençlik Muhalefeti’nin “AKP’nin YÖK’ünü Gazıycık” (kazıyacağız) pankartıyla yaptığı YÖK protestosu çevredekilerin yoğun ilgisiyle karşılandı, çevredekiler alkış ve kornal-arla eyleme destek verdi. İstanbul Gençlik Muhalefeti Taksim Tünel’den başlayan, marşlarla türkülerle devam eden yürüyüşlerinde Obama, Tayyip ve Yusuf Ziya Özcan’ın taşıdığı “eşkiyaları avlamaya geldim” ve “devren satılık üniversite” yazılı dövizler dikkat çekti. Tak-sim meydanında yapılan basın açıklaması ve halaylarla eylem sona erdi.

Muhalefet’ten YÖK’e İsyan ÇıktıAnkara Gençlik Muhalefeti Hacettepe Üniver-sitesi, Ankara Üniversitesi ve ODTÜ’de yaptığı

forumlarla ve müzikli etkinliklerle kampüslerde yapılacak eylemlere çağrılar yaptı. 1

Kasım’da Cebeci Kampüsü’nde yapılan yürüyüşte kantinler

dolaşılırken YÖK’ten gelen hediye-ler dağıtıldı. YÖK’ün hediyeleri

“piyasacı eğitim, polis copu, bilim yerine dogmatik eğitim” olunca

hediyeyi alan eyleme katıldı. 2 Kasım’da ODTÜ’de bütün illerle eş

zamanlı yapılan eylem Hazırlık önünden başlayarak şarkılar ve çevreden aldığı alkışlar eşliğinde yemekhane önünde

yapılan basın açıklamasıyla son buldu.

Ege’den Muhalefet Geçti İzmir Gençlik Muhelefeti Ege Üniversi-tesi Tıp Fakültesi’nden başlayan eylemi Merkez Kampüs öğrenci çarşısında sona erdirdi. Eylem sonrasında çim-lerde YÖK’ün yeniden yapılandırılması ve üniversitelerdeki söz-karar hakkı mekanizmalarına dair sohbet gerçekleştirildi.

Eskişehir Gençlik Muhalefeti Verimli geçirilen çalışma haftasının sonunda yaptıkları etkinliklerde de çağrısı yapılan eylem, Osmangazi Üniversitesi Gençlik Muhalefeti ile

birlikte Anadolu Üniversitesi Yunus Emre kampüsünde gerçekleştirildi.

Yemekhane karşısında yapılan müzik dinletisi yoğun ilgiyle karşılandı.

Antalya Gençlik Muhalefeti Akdeniz Üniversitesi Öğrenci

Evi önünde yapılan basın açıklaması okunurken öğrenci

evinde kalanların da camlardan alkışlarla katıldığı eylem coşkuyla

sonlandırıldı.

Hatay Gençlik Muhalefeti İskenderun’da cadde boyunca yapılan yürüyüş çevredekilerinde desteğini aldı. Yapılan eyleme sokağın ilgisin-den İmamın Ordusu rahatsız olup İskenderun çıkışında ve Dörtyol girişinde Gençlik Muhalefeti’nin olduğu araç dur-durularak kimlik sorgulaması yapıldı.

Mersin Gençlik Muhalefeti Çiftlikköy Kampüsü’nde Fen-Edebiyat Fakültesi önünde toplanarak Cumhuriyet Meydanı’na kadar yapılan yürüyüşe kampüsten de katılım yoğun oldu.

Denizli Gençlik Muhalefeti Denizli Anadolu Lisesi’nin önünden başlayarak

Pamukkale Üniversitesi’ne kadar yapılan yürüyüşe destek veren liselileri polis alıkoydu.

Kampüs girişinde de faşistlerin sözlü saldırılarına karşı ÖGB ve polis, faşistlere mü-dahale etmeyerek geçmişten bugüne sürege-

len senaryoyu (faşist-polis işbirliği) bir kez daha tekrarlamış oldular.

Bursa Gençlik Muhalefeti Uludağ Üniversitesi’nde İktisat Fakültesi önünde toplanarak yapılan eylem kampüsten de alkışlarla ve eyleme katılımlarla yemekhane önüne yürünerek sonlandırıldı.

Ordu, Bolu ve Trakya’dabaşka gençlik örgütleriyle ortak eylemler düzenlendi.

6 Kasım’da Sözünü Birleştir, Gücünü Kullan

Page 7: Muhalefet Kasim

7

Malatya Kürecik’e NATO’nun füze kalkanı radar sistemi kurulması kararı alınıyor, madenler-dereler yerli-yabancı şirketlerin egemenliğine devrediliyor, üniversitelerde ABD modeliyle piyasanın hakimiyeti etkinleştirilmeye çalışılıyor, Gençlik Muhalefeti unutulmayan geçmişin çağrısıyla geleceğe yürüyor:

“8 Ekim 2011. Sokaklar adalet istiyor, sokaklar barış istiyor. Emeğin hakkını istiyor, bağımsızlık istiyor. Devrimci gençler yürüyor. Akıllarında Sinan... Kürecik’te güneş doğdu doğacak. Zalimler güneşten korkuyor, zalimler Sinan’dan korkuyor. “Ya yine gelirse” diyor “ya çıkar gelirse…” Devrimci gençlerin yumruğu sıkılı. Onların yumruğu hep sıkılı. Lokmalar zalimlerin boğazında… Zaten hep boğazlarında kalıyor. Devrimci gençler koşuyor, adları hep Sinan, hep Deniz, Ulaş, Mahir… Onlar hep koşuyor. Çünkü… 1968 onları çağırıyor!”

KESK, DİSK, TMMOB ve TTB’nin ‘Eşit, Özgür, Demokratik Bir Türkiye İçin’, ‘İnsanca Yaşamı Savunmak İçin’ diyerek yaptığı çağrıya emekten, barıştan, özgürlükten yana olan on binler kulak verdi. 8 Ekim, ‘Sokağın Meclisi’nin kurulduğu tarih oldu.

8 Ekim 2011; kıdem tazminatlarının gasp edilmesine direnen, güvencesiz çalışmaya ve taşeronlaşmaya hayır diyen işçiler, sağlıkta dönüşüm yasasının aldatmacasına inanmayan sağlık emekçileri örgütüne, mesleğine yapılan saldırılara karşı mücadele eden mühendisler, evde-sokakta-işyerinde var olma mücadelesi veren kadınlar, asimilasyon-inkar ve imha politikalarına direnenler, bir arada yaşamı, halkların kardeşliğini savunanlar, doğasına, suyuna, çayına sahip çıkanlar, AKP’nin karanlığına ve yarattığı korku imparatorluğuna karşı duranların tek ses olduğu gün olarak hafızalara kazındı.

Ve, Yunanistan’ın, İngiltere’nin, Şili’nin, İspanya’nın sesine kulak veren, Kürecik halkının yükselttiği sesi tüm Türkiye sokaklarına, üniversitelere taşıyarak büyüten Gençlik Muhalefeti, gençlikte umudun, umutta inancın tükenmediğini bir kez daha gösterdi. Bağımsız Türkiye mücadelesini yükseltmek için binlerin 8 Ekim’de umudun sesi, kurulacak güzel günlerin habercisi olmaya çağrıldığı mitingde alanın en kitlesel, coşkulu ve dinamik gençlik örgütüydü.

Sesi Bir Çığ Gibi Büyüyen Gençlik Muhalefeti,

Gençlikte Umudun, Umutta İnancın Tükenmediğini Bir Kez Daha Gösterdi!

Tarsus Gençlik Muhalefeti Yargıtay’ın ayıbına sessiz kalmadı

İktidara geldiği günden bugüne cinsiyetçi ve muhafazakar söylemini başta başbakan ve bürokratları aracılığıyla sürdüren AKP iktidarı döneminde, kadına yönelik şiddetin

ciddi bir artış gösterdiği belirtildi. Ardından HSYK’nın “Yargıda Durum Analizi Toplantıları”ında “mağdurun tecavüzcüsüyle evlenmesi”ni içeren eski TCK’nın 434’üncü maddesinin geri getirilmesini öneren, “15 yaşından küçüklere karşı

rızaen cinsel ilişki suçlarının ceza miktarları düşürülmeli” diyen bir yargı şimdi de 13 yaşındayken 26 erkeğin tecavüzüne uğrayan N.Ç. Hakkında “rızasıyla birlikte oldu”

kararını onayladı.Buna karşı “Rızamız Yok İsyanımz Var” diyerek sokağa çıkan Tarsus Gençlik Muhalefeti, siyasal iktidarın, asker ve sivil bürokratların, mahkemelerin içiçe geçtiği ilişkiler ağının koruduğu erkek

egemen kapitalist düzen, kadınların bedenleri üzerinde yükselmeye devam ediyor diyerek kadınlar üzerinden yükseltilen bir “namus” kavramını reddettiklerini gerici, faşist, kadın düşmanı AKP’nin

yasamasına da, yürütmesine de, yargısına da esastan itiraz ettiklerini belirterek alkışlar ıslıklar eşliğinde basın açıklamasını sonlandırdı.

Page 8: Muhalefet Kasim

8

Karadeniz’de Halk MuhalefetiAKP’nin Talanı Sürüyor...

AKP, sağlıkta yenilik adı altında yaptığı birçok değişiklikle sağlık sistemini çökertiyor, parası olmayanların eğitim ve sağlık hakkını elinden alıyor, oluşturduğu danışma kurullarıyla üniver-siteleri sermayedarın yatırım alanı olarak yeniden yapılandırıyor.

Ve AKP bir çivi dahi çakılmaması gereken, ekosistemin binlerce harikasını içinde barındıran vadilere, derelere savaş açıyor; insanlığı ve doğayı yok etmeye çalışıyor. Vadileri kırk dokuz yıllık anlaşmayla gözlerini kar hırsı bürümüş ağa babalarına peşkeş çekiyor. Tüm bunları ise bölgede yaşayan halka sormadan, kapalı kapılar ardında aldığı kararlarla yapıyor. Deresi-ne, suyuna, vadisine sahip çıkan halka ise insan yaşamını hiçe sayarak polisiyle, jandarmasıyla, gaz bombasıyla saldırıyor.

Umudun Adı: SolaklıHalk ise yaşam alanlarının tahrip edilmesine ses-

siz kalmıyor, alınan kararlara, yapılmaya çalışılan HES’lere karşı yürüyor, köylerine girecek dozer-leri engellemek için nöbet tutuyor, direniyor.

Bu direnişlerin taşıdığı umudunun son ha-beri ise Solaklı’dan geldi. Solaklı dere-sine yapılmak istenen HES projesine karşı köylüler ayaklandı. İki gün boyunca 2300 metre rakımlı Soğanlı dağında kar yağışı altında direnişe geçen Solaklı halkına AKP üç yüze yakın jandarma ve çevik kuvvet ekipleri ile müdahale etti. Yıllardır uğramayı unuttuğu köylere HES şirketlerinin güvenliğini almak için gelen devlet; jandarması ve çevik kuvvet ekip-leriyle oradaydı. İki gün boyunca halk soğuğun altında kendileri ile beraber bekleyen jandarmaya da ısınmaları için odunundan vermiş, katığında olanı onlarla paylaşmıştır. Ama gün ağırınca

jandarmalar gece boyunca odununu ve ekmeğini yediği köylüyü genç, yaşlı, kadın, çocuk demeden coplamış ve biber gazı ile saldırmıştır.

Ancak deresine, suyuna, vadisine sahip çıkan halkın direnişi, Solaklı’ya yapılacak HES projesi kararını geri çektirdi. Solaklı halkı ‘ile-ri demokrasi’ masallarına kanmayan Hopa, Gerze, Fındıklı halkından aldığı ilhamı taşıyarak direnişini sürdürdü. Ve halkın iradesinin şirket sözleşmelerini nasıl bilmem ne olacağını gösterdi.

Şimdi bu direnişi devam ettirmenin yeni Hopa’lar, Gerze’ler, Fındıklı’lar, Solaklı’lar yaratma zamanı.

Direnen her köylünün yanı başında ‘yaşam’ı savunma ve ona sahip çıkma zamanı.

“RÜ ve Ülkücü İttifağına DUR” deÜniversitelerde sözde ÖTK’lar kurularak öğrencilerin temsilinin sağlandığı yanılması yaratılıyor. Geçtiğimiz yıl öğrenci eylem-

leri karşısında Cumhurbaşkanı kimi limuzinli kimisinin okulda öğrenciler tarafından bilinmeyen ‘temsicileri’ Köşk’te topla-yarak bir tiyatro sergilemişti. ÖTK seçimlerinin kendisi de bir tiyatrodan başka bir şey değil.

Bu tiyatrolardan birisi Rize’de sahneye konuldu. Rize Üniversitesi ÖTK seçimlerinde hiçbir duyuru yapılmadan faşistler tem-silci olarak seçildi. ÖTK’ya aday olmak isteyen Gençlik Muhalefeti üyeleri, bu konuda idareyle görüşerek bilgi almak istedi.

Üniversite yönetiminin ilanla bilgi verileceğini söylemesine rağmen sonradan ilan dahi yapılmadan ‘el altından’ seçimler gerçekleştirildi.

Gençlik Muhalefeti, bu ‘el altından’ seçimlere, üniversite yönetimi-faşist işbirliğine karşı ‘Söz ve Karar Hakkı İstiyoruz’

diyerek tepki gösterdi. Gençlik Muhalefeti yaptığı açıklamada, üniversitelerin gerçek söz ve karar hakkı meclislerini biz kuracağız, dedi.

Page 9: Muhalefet Kasim

9

Gerze Halkı Sermayeye Ve Ordusuna Karşı Direniyor!

AKP, doğamızı ve yaşam alanlarımızı yok etmeye çalışıyor! Tarım alanlarımız, ormanlarımız, toprağımız, suyumuz kar hırsına feda ediliyor. Enerjiye ihtiyacımız olduğu yalanıyla birçok yerde olduğu gibi Sinop’ta da, yaşamı yok eden kirli enerji santralleri; nükleer, termik ve HES kurul-mak isteniyor. Anadolu Grubu’nun Gerze’de yapmayı planladığı termik santral projesine karşı 3 yıldır işçisi, köylüsü, öğrencisi, kısacası tüm halk omuz omuza direniyor.

Bu direnişin bir ayağı da Gerze’de yapılan 26 Kasım mitingiydi. 5 Eylül’de sondaja gelen Ana-dolu Grubu’nu karşılayan Yaykıl köylüsüyle, Gerze halkıyla 26 Kasım’da gerçekleşen mitingte AKP’nin talanına karşı duran sesler birleşti.

Direnen Gerze halkının yanında olmak için Karadeniz’in dört bir

yanından ve Ankara’dan Gerze’ye gelen Gençlik Muhalefeti üyeleri Hopa’dan Solaklı’ya, Solaklı’dan Gerze’ye yükselen direnişin umudu oldu. “Gökyüzü Satılık Değil” diyerek yaşam alanlarına sahip çıkan Gençlik Muhalefeti, gençlerin isyanını Gerze sokaklarına taşıdı.

Gençlik Muhalefeti, Tarihine Sahip Çıkıyor!

Tarihimize sahip çıkmak için Dev-Genç’ten Gençlik Muhalefeti’ne kadar uzanan büyük mücadelemiz içerisinde biriktirmiş olduğumuz her türlü fotoğraf, video, afiş ve dergiyi şimdi bir araya getiriyoruz.

TARİHİMİZE SAHİP ÇIKMAK İÇİN SİZ DE ELİNİZDEKİLERİ BİZİMLE PAYLAŞIN.

Gönderim ve İletişim İçin

[email protected]

Page 10: Muhalefet Kasim

10

12 Eylül darbesiyle beraber yeni dünya düzenine uygun olarak yeniden şekillendirilen ülkemizde eğitim de bundan nasibini fazlasıyla almaya devam ediyor. Eğitim kurumlarının, üniversitelerin başına getirilen 12 Eylül ürünü YÖK, bugün küresel serma-yenin istekleri doğrultusunda yeniden yapılandırılmaktadır.

Üniversite kurumlarını da serma-yenin açık pazarı haline getiren küresel değişiklikler, öğrencilerin temel hakkı olan barınma, sağlık, beslenme ve ulaşım gibi alanları piyasaya açmaya devam etmektedir. Yurtların, yemek-hanelerin özelleştirildiği, medikoların kapatılmaya çalışıldığı bu dönemde, üniversiteyle daha içli dışlı ilişki kurmak isteyen sermaye, üniversitelerin içerisinde AR-GE adı altında bölge temsilciliklerini açmakta ve buralarda kariyer rüyalarını körüklemektedir.

Son dönemde üniversitelerde daha fazla palazlanarak konumlanan sermayedarların ve şirketlerin iki temel arzusu ön plana çıkmaktadır. Bunlardan birincisi; daha fazla kar güdümlü projeler, diğeri ise kalifiyeli iş gücüdür. Lisans döneminin sonuna gelen mühendislerin, mimarların, bilim insanlarının karşısında duran tez dönemleri, belli başlı şirketlerin maliyeti daha ucuz, daha etkili, daha çok kar getirecek anlaşmalar ve projeler yaratması hususundadır.

Bugün uçak mühendislerinden, elek-trik elektronik mühendislerine, mimar-lara ve daha nicelerine nasip olan tez sürecinin asıl amacı bundan ibarettir. İkinci olarak öne sürdüğümüz kalifiyeli iş gücü de öğrenim süreci devam ederken staj döneminden ve arazi uygulamaları adı altında emek sömürüsünün bir başka uzantısıdır. Buna paralel olarak da üniversitelerde sosyal bilimler/felsefe gibi alanlarda gözden düşürülmektedir.

Kamu yararına projeler ve tasarımlar üretmesi gereken üniversitelerin işleyişi bu değişim süreciyle birlikte kamu yararına niteliği ortadan kaldırılmakta ve yerine birey yararına anlayışıyla yeniden yapılandırılmaktadır. Bunun bir getirisi olarak parasız olması gereken eğitim paralılaştırılmakta ve ‘herkes üniversite okumak zorunda mı’ gafıyla üstü örtülmeye çalışılmaktadır.

Her dönem denenen ve karşılaştığı tepkiler yüzünden geri çekilen harç zamları da ‘bireysel harç’ adıyla üstü örtülü bir şekilde emekçi çocuklarına sunulmaktadır. Üniversitelerde yıllardır savunduğumuz özerklik kavramı salt ‘mali özerklik’le sınırlandırılmaktadır. Bununla birlikte eğitim alanına dair yapılan bütçe kesintileri, üniversitele-rin ihtiyaçlarının kendi oluşturdukları ‘mali özerklik’le kendi döner sermayelerinden halledilmesi zorunlu bırakılmaktadır. “Üniversiteler birey yararına kurumlardır ve birey bunun ‘hakkını’, harcını vermelidir.” düşüncesinin toplumda hakim bir düşünce olması medya ve benzeri yollarla büyük bir hırsla denenmektedir. Eğitimi metalaştıran bu anlayış, herkesin parasına göre bir üniversite vadetmekte ve harç parası vereme-yecek emekçi çocuklarına üniversite kapılarını kapatmaktadır.

‘Demokratik’ üniver-site talebi, bugünden

YÖK’e alternatif olarak geliştirilecek dünün

ODTÜ ÖTK deneyimlerini bugün hayata geçir-mekle mümkündür.

Bunların yanı sıra üniversitenin yönetiminde hiçbir söz hakkı bulunmayan üniversite bileşenleri, öğrenciler, çalışanlar ve öğretim elemanları yerine doğrudan sermaye sahipleri etkili olabilmektedir. Dün ‘tepeden ve dışarıdan’ bir yöntemle işleyen ‘merkezi-bürokratik’ YÖK yapısı içerisinde şekillenen üniversiteler -bugün sömürü düze-ninin yeni formuna uygun olarak- her üniversitenin başına bir YÖK kurularak ‘mikro oligarşik’ yapılarla yönetilmeye çalışılıyor.

Bir piyasa aktörü olarak tanımlanan ve piyasanın ihtiyaçlarına uygun olarak yeniden yapılandırılan üniversitelerin bilimsel ve demokratik niteliği tamamen ortadan kaldırılıyor. Neoliberalizmin ‘yönetişim anlayışı’ içinde üniversitelerde sermayenin ve baskı aygıtlarının daha rahat nefes almasını sağlamaktadır. Bu anlayışın bir götürüsü olarak üniversitelerde ‘demokrasi imkanı tüketiliyor’.

Üniversitelerde demokratik yönetim anlayışları inşa etmeye, bu yönetim anlayışları içerisinde söz sahibi olmaya çalışan ve bunun için mücadele eden üniversite öğrencilerine karşı oluşturulan ‘mikro oligarşik’ yapılar devreye girmekte; soruşturma, uzaklaştırma, okuldan atma gibi uygulamalarla baskı aygıtlarını devreye sokup gözdağı verilmektedir.

YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’ın geçen günlerde yapmış olduğu açıklama üniversitelerin yapılandırılmasından ne anladıklarını ortaya çıkarmaktadır. “Üniversite kurumları 68’den bu yana bu kadar protesto görmüyordu. Bu dönemde artık üniversiteler ‘asıl iş’ini bıraktı; ideolojik, politik meselelere karışıyorlar.” serzenişi bu dönemde üniversiteleri ve bizi nasıl yenilenmelerin beklediğini açıkça göstermektedir. Bugün üniversitelerin asıl işi sermaye için projeler ve kalifiyeli iş gücü sunmak ve bunun karşısına çıkacak olası muhtemel muhalefet dinamiklerini ezmektir.

MECLİSLERİNİ KURALIM’

6 Kasım’ın ardından üniversite ve mücadele

‘SÖZ ve KARAR HAKKI

Page 11: Muhalefet Kasim

11Söz ve Karar Hakkı Meclisleri Öğrencilerin ve öğretim elemanlarının,

üniversitelerin yönetimi konusunda söz ve karar haklarının ellerinden alındığı bu dönemde, üniversite bileşenlerinin sözünü, düşüncelerini açığa çıkartacak yeni kurucu pratikle-rin yaratılması önem kazanmaktadır. Bugün ‘demokratik, katılımcı’ üniversite anlayışlarının yaratılması tabandan geliştirilecek, üniversite öğrencilerinin ve akademisyenlerin ortak söz ve karar kürsülerinin geliştirilmesi ile mümkündür.

Bu mekanizmaların inşası süreci, bugünden yarını kurabilme cesareti ve özgüveni ile anlamlı olabilmektedir. Yıllardır, tepeden ve dışarıdan YÖK eliy-le şekillendirilen üniversiteler, bugün üniversitenin içerisinden oluşturulan ‘mikro oligarşik’ yapılarla kontrol edilmektedir.

Bu yüzden üniversitelileri daha katılımcı

hale getirecek yönetim anlayışlarının yaratılması, salt YÖK’ün ortadan kaldırılmasıyla gerçekleşmeyecektir. Üniversitelerimizi geri almak ancak üniversitenin içinden kurulacak demokratik-aşağıdan söz ve karar meclisleri ile mümkün olabilecektir. YÖK’ü tepemizden defetmenin yolu da buradan geçiyor. ‘Demokratik’ üniversite talebi, bugünden YÖK’e alternatif olarak geliştirilecek, dünün ODTÜ ÖTK deneyimlerini bugün hayata geçirmekle mümkündür.

80 öncesinde ODTÜ’de ortaya ÖTK deneyimi, rektör seçimlerinden

üniversitelerin akademik takvimine, üniversitelerde uygulanması gereken müfredattan etkinlikliklere kadar hiçbir söz hakkı bulunmayan üniversite öğrencilerinin haklı mücadelesiyle ortaya çıkmıştır. Dönem başında üniversite üzerinde söz hakkı elde etmeye çalışan ODTÜ öğrencilerinin bu konu-daki girişimlerinin kabul edilmemesi üzerine boykotların da ortaya çıktığı uzun süreli bir mücadelenin sonucudur. Haklı mücadeleleri sonucunda ÖTK’yı okul yönetimine kabul ettiren üniversite öğrencileri ODTÜ’de üniversitenin kendi yönetimi konusunda söz hakkı elde etmiştir.

Üniversite öğrencilerinin üniversite yönetimlerinde doğrudan söz hakkı elde ettiği kurumlar, geçmiş devrimci gençlik mücadeleleri içerisinde

önemli yerler edinmiş ODTÜ ÖTK süreçleri ve 88 döneminde oluşturulan ‘amfi komiteleri’dir. Bugün devrimci gençlik kuşağının önünde duran en büyük görev ve sorumluluklarından birisi, bugünün ÖTK’sını ve amfi komiteleri deney-lerinin üzerinden ilerleyerek bugünün somut mücadele m e v z i l e r i n i

oluşturmaktır.

6 Kasım Bir AdımdıSon dönemde üniversitelerde

geliştirilmeye çalışılan ve 6 Kasım’da ‘Sözümüzü Birleştiriyoruz’ etkinlikleri, forum-tartışmaları ile sürdürü-len çalışmalar bu noktada önem kazanmaktadır. Bu eylem ve etkinliklerimiz, Gençlik Muhalefeti’nin yeni dönemde üniversite bileşenlerinin söz ve karar meclislerini yaratma cesaretini göstermektedir. Bu noktada bu etkinliklerin devamlılığı ve sürekliliği, üniversite bileşenlerinin söz ve karar meclislerinin yaratılması hususunda artık bir ihtiyaçtan öte dönemin bize sunduğu bir zorunluluk olarak ön plana çıkmaktadır.

YÖK’e karşı mücadeleyi artık rutinleşmiş bir ‘takvim eylemciliği’ sıradanlığı ile ele alan yaklaşımların kuşkusuz bugünkü gelişmeler karşısında söyleyebileceği ve yapabileceği pek fazla bir şey yok. Asıl önemli olan bunun ötesine geçebilme, yıllardır gençlik mücadelesinin daralmasının bir sonucu olarak yaşanan marjinalizmi reddetme ile başarılabilir. Geniş öğrenci kitlele-rine seslenebilen, onların kendileri-ni içinde ifade edebilecekleri alanlar yaratılmaksızın mücadelenin gelişme ve başarılı olma şansı bulunmuyor.

6 Kasım, bu anlamda kendi pratiğimizde de bir yenilenme anlamını taşıyan bir süreç olarak gelişti. Kuşkusuz bu tür adımların hemen karşılık bulacağını beklemek doğru olmaz. Gençliğin bugün düzen karşısında yaşadığı bunalıma karşı bir alternatif arayışına yönelmediği, gerici-faşist fikirlerin bir bütün olarak top-lumda önemli bir güce sahip olduğu bugünkü koşullarda mücadele ancak bunlara karşı ideooljik-politik ve örgütsel anlamda güçlü bir karşı duruşla birlikte akıntıya karşı yürüyerek geliştirilebilecektir.

Sokağı kazanmayı hedef alan mücadelemiz önümüzdeki dönem sokaklarla birlikte kampüsleri de kazanmaya, geniş öğrenci kitleleri içinde siyaset kanallarını çoğaltmaya, sözümüzü bu dolayım içinde çoğaltmaya odaklanarak çok yönlü olarak ilerleyerek gelişebilecektir. 6 Kasım’da bu yöndeki ilk adımı ‘Sözümüzü Birleştiriyoruz’ forumları ve üniversite kampüslerinde sesimizi yükselterek attık. Şimdi gerekli olan bunda ısrar etmekten başka bir şey değildir.

Söz ve karar hakkı meclisleri bir inşa süreci olarak görülmelidir. Bugünden yarına inşa edilecek, adım adım geliştirilecek bu süreç bir örgütlenme modelinin ötesinde bir mücadele pers-pektifini işaret etmektedir. Önemli olan, mücadeleyi bu perspektif içerisin-de geniş öğrenci kesimlerine yayarak sürdürmek, bu anlamda kitlesel zeminlerde ilişkileri çoğaltabilmektir.

Page 12: Muhalefet Kasim

12

Kapitalizmin doğasının krizlerle dolu olduğunu ve bu kriz dönemlerinin, ken-dilerinden önceki durağan koşullarla karşılaştırıldığında toplumsal değişimler için daha elverişli şartlar yarattığını biliyoruz. Fakat değişimin kendisi her zaman verili olarak iyi olmayabilir. Egemenler, her değişimin geniş halk kitlelerinin ihtiyaçları doğrultusunda olduğunu söylerlerken, biz biliyoruz ki yaşadığımız neoliberal küreselleşme döneminde çoğu şey sermayenin ve politik iktidarın kontrol mekanizmasının çıkarınadır. Bu noktada, bilginin üretilmesinin temel ayaklarından biri olan eğitim de gittikçe bilimsellikten uzaklaşmakta, kapitalizm için standart emek ve beyin gücü yaratmak için bir aygıt haline dönüştürülmektedir. Ekonomik krizlerin tetiklediği işsizliğin yükselmesiy-le beraber ele alındığında eğitimin amacı, rekabetsel bir seçilimin gerektirdiği özellikleri kazandırma kurslarına indirgenmiş görünmektedir.

Kapitalizmin, iktisadi krizlerin faturasını emekçilere ve halka çıkartma alışkanlığı değişmiş değildir. Örneğin IMF ve diğer çok-uluslu şirketlerin sözcülerin-ce Avrupa’da yaşanan krizlere neden, üretimin spekülatif sermayenin ihtiyaçlarını karşılayamaması, piyasa reformlarının ye-terince gerçekleştirilememesi, işgücünün maliyetinin yüksekliği, parasız eğitimin ve diğer sosyal harcamaların çokluğu gibi olgulardır. Sermayedarlar,

Avrupa’da eğitim reformlarının niteliği ve

TOPLUMSAL MUHALEFET

“krize çözüm olarak da sosyal harcamaların kısılması, vergilerin arttırılması, çalışma koşullarının sıkılaştırılması, eğitim sisteminin sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda değiştirilmesi gibi çözüm önerileri sunmaktadır. Elbette muhafazakar-liberal hükümetler de bu isteklere kayıtsız değiller. Örneğin Avrupa’da, 1970’lerdeki iktisadi krizden bu yana eğitim alanında reformlar yapılmaktadır. Özellikle Bologna ve Lizbon protokolleri ile Avrupa Birliği bünyesinde somutlaşan bu reformların elbette eğitim sisteminin modernizasyonuna katkı yaptığı açıktır, ancak yasa-koyucuların asıl amaçlarından bazıları şunlardır: “Yüksek eğitimin, küreselleşmenin

getirdiği dinamiklere ayak uydurmasını sağlamak, bireyleri küresel rekabetsel ekonominin en çetin istekle-rini karşılayacak düzeyde eğitmek, bilgi toplumunun küreselleşmesini sağlamak, eğitimin ücretlendirilme-si“. Bu mantıkla yapılan değişimlerin şüphesiz olumsuz etkileri olacaktır. Çünkü bu değişimlerin asıl amacı ekonomiktir. Eğitim sisteminde yapılan bütünleşme reformlarının temel fikri, üretime katılan kalifiye

elemanları rekabet içine sokarak üretimin maliyetini azaltmaktır. Bu reformlar, daha önce Dünya Ticaret Örgütü, IMF ve Dünya Bankası’nın yüksek öğrenim ve eğitim sistemi üzerindeki demokratik kamu kontrolünün kaldırılması ve eğitimin değerlerinin standardizasyonu önerileriy-le örtüşmektedir. Demek ki Avrupa’daki eğitim reformlarının ana fikriyatını kapitalizmin ideologları vermektedir. Son yıllarda Türkiye’de bilimsellikten uzak, arkaik ve kaderci bir eğitim sisteminin yaygınlaşması da dünya üzerinde yaşanan bu eğitim erozyonunun bir ayağı olarak algılanmalıdır.

Avrupa’da bahsettiğimiz reformlar uzun süredir özellikle üniversitelerde ögrenci hareketlerinin tepkisiyle karşılaşmıştır. Bu hareketlerin ortak isteklerinden bazıları şunlardır: Eğitim sisteminin sermayenin değil toplumun yararına çalışması, herkes için parasız ve serbest eğitim hakkı, eğitim sistemi üzerinde geniş kamusal denetim ve müdahale hakkı, toplumların her kesiminin eğitim almada eşit hakka sahip olması, bilimsel ve kaliteli eğitim yoluyla bütünlüklü bir modernizasyon, beyin göçünün önlenmesi ve öğrencilerin eğitim kurumlarındaki söz haklarının genişletilmesi. Bu konularda her ne kadar toplumsal tepki gösterilse de Avrupa’da işçiler, gençlik ve diğer ezilen halk kitlelerinin bütünlüklü bir muhalefetinin bulunmaması, kapitalizmin yarattığı her sorun gibi eğitim sorununun da izole bir şekilde ele alınmasına yol açıyor. Bu da mücadelenin etki alanını daraltıcı bir etki yapıyor. Günümüzde, küçük gruplar halinde çalışan öğrenci ve gençlik örgütlenmelerinin ortak sorunları etrafında bir araya gelerek toplumun diğer muhalefet odaklarıyla da birleşerek demokratik bir cephe yaratması gerekliliği yakıcı bir şekilde hissediliyor. Belki o zaman Şili’deki öğrenci hareketinin diğer halk kesimlerini de yanına alarak toplumsal dengeleri altüst etmesine benzer bir muhalefeti bizler de yaşadığımız coğrafyada gerçekleştirebiliriz.

Eğitim sisteminde yapılan bütünleşme reformlarının temel fikri, üretime katılan

kalifiye elemanları re-kabet içine sokarak üretimin maliyetini

azaltmaktır.

* Kö

leni

z De

ğiliz

!-İn

gilte

re

Page 13: Muhalefet Kasim

13

NATO’nun 2010 yılında Lizbon’da gerçekleştirdiği zirvede ortaya konulan füze kalkanı radar sisteminin, Malatya Kürecik’e kurulmasına karar verildi. AKP iktidarı ile yapılan anlaşma sonucu ülkemizde yeni bir ABD üssünün varlığı da böylece onaylanmış görünüyor. NATO eliyle alınan bu kararla birlikte emper-yalistler arası hegemonya savaşının da ilk sinyalleri verilmiş oluyor. Ve elbette bu gelişen olayların temelinde, yaşanan kriz ve bu kriz paralelinde emperya-lizmin sömürü politikaları var.

Amerika merkezli tek kutuplu kapitalist ideolojinin ‘nihai zaferinin’ yerle bir olduğu ve kapitalizmin ciddi bir krize girdiği bu dönemde egemenler bir yandan krizin içerisinden çıkmaya çalışırken diğer yandan kendi çelişkileriyle uğraşmak durumundalar. ABD’nin bu yeni dönemde Ortadoğu’ya doğru artan saldırganlığının temelinde de yine krizin yattığını söylemek yanlış olmayacaktır. Enerji kaynaklarını ele geçirmek ve sermayeye yeni pazarlar açmak için Ortadoğu üzerindeki ta-hakküm ilişkilerini güçlendirmek isteyen emperyal güçler yola durmadan devam ediyorlar.

Daha önce NATO hakkında birkaç kelam etmiştik. Soğuk savaş döneminin kanlı örgütü... Özellikle Sovyet-lere karşı ABD merkezli kurulan bu ittifak, komünizm tehlikesi adı altında birçok kanlı ölümün baş aktörlüğüne soyunmuştur. Yine bu dönemde birçok ülkede NATO ve CIA eliyle kurulan ve hala etkinliğini sürdüren kontrge-rilla örgütlenmeleri, bu yapılanmaların dünya halklarına bıraktığı önemli bir ‘miras’tır. Sovyetler’in yıkılması ile birlikte ‘düşmansız’ kalan NATO uluslararası

emperyal görevlerini gerçekleştirmek için yoluna hızlı bir biçimde devam etmiştir. Ortadoğu’da yaşanan isyanların ardından emperyalist nizamı oturtmak için gerçekleştirilen müdahalelerle birlikte, Libya halkının sonu da diğer dünya halklarından farklı olmamıştır. Libya’ya götürülen ‘özgürlük’, Afganistan ve Irak’a götürülenden hiç de farksız değildir. Kan, gözyaşı ve sömürü...

Lizbon Zirvesi ve NATO’nun Yeni KonseptiLizbon Zirvesi NATO’nun askeri

konumlanışını ve hedefini belirginleştirdi. Bu aynı zamanda kapitalizmin ekonomik politik yöneliminin gelişme yönünü de işaret ediyor. Kapitalist emperyalist sistemin 1970’lerde ortaya çıkan krizine çare olarak gündeme gelen küresel neoliberal sistem tarihin en büyük kriz-lerinden birini yaşıyor. ABD merkez-li emperyalist kapitalist sistem yaşadığı krizi aşmanın yolunu ise savaş ve işgal politikalarında görmektedir. Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde uygulanan savaş politikası sermayeye yeni sömürü alanları açmayı hedeflerken diğer yandan ise enerji kaynaklarını elinde tutarak emperyalistler arası ortaya çıkan rekabette mevzi kazanmayı amaçlıyor. Aynı zamanda küresel kapitalizmin yaşamaya başladığı ekonomik krizi askerileşme yoluyla aşma çabasının bir parçası olarak şekilleniyor.

Emperyalist-kapitalist sistem içe-risinde yeni hegemonya merkezlerinin ortaya çıkması emperyalistler arası yeni hegemonya mücadelesini de giderek yoğunlaştırmaktadır. Bu çerçevede etkinliğini korumak isteyen batı ittifakı Lizbon Zirvesi’yle yeni stratejiler belirlemiş

bu çerçevede NATO’ya da yeni görevler biçmiştir. NATO’nun yeni konsepti içinde Ortadoğu’da sisteme yeterince yanıt üretemeyen ülkeler zor yoluyla yeniden şekillendirilirken, Ortadoğu’da kazılan mevzilerle Çin ve Rusya’yı sınırlandırma stratejisi izlenmektedir.

Egemenlerin şu an için çift yönlü bir savaş -elbette ki birbirinden bağımsız değil- sürdürdüklerini söyleyebiliriz. Bir yandan kapitalizmin içine girdiği krize çözüm aranırken (Burada Ortadoğu meselesi yeni pazar ve kaynak arayışları açısından önemli bir yer ediniyor.) diğer yandan tüm dünya coğrafyası üzerinde süren bir emperyalist hegemonya savaşı dünyayı sarıyor. Amerika bir yandan Ortadoğu üzerinde tahakküm kurmak isterken, diğer yandan kendisine alternatif olabilecek Çin, İran gibi ülkeleri ekarte etmek için Ortadoğu coğrafyasında yoğun bir mücadelenin içerisine girmiş durumda.

Rol Model Yeni TürkiyeAKP-cemaat güçleri tarafından

emperyalizmin yeni yönelimleri çerçeve-sinde Türkiye’nin değişim dönüşüm süreci tamamlanmıştır. Bugün Ortadoğu’ya emperyalizmle bütünleşmiş demokratik İslamcı model olarak AKP’nin ‘yeni Türkiye’si ön görülüyor. AKP-cemaat güçlerinin yeni Osmanlıcılık olarak sundukları kapitalizmin küresel yayılmacılığının bir parçasıdır. Emper-yalizmin yeni yönelimleri çerçevesinde Türkiye sermayesinin emperyalist sermayeyle bütünleşmesinin artmasıyla birlikte bölgesel alanda etkinleşme çabası rol model olmanın diğer bir parçasını da oluşturmaktadır.

Lizbon Zirvesi’nin yeni saldırı stratejisi

Emperyalizme ve İşbirlikçilerine Karşı Bağımsızlık İçin…

Page 14: Muhalefet Kasim

14içinde Türkiye’ye de merkezi bir rol biçilmektedir. Ortadoğu’ya yönelik kurulan füze kalkanı İran’a bir saldırı tehdidi oluştururken Çin ve Rusya’ya karşı güç kazanma anlayışının bir parçasıdır. Libya’ya yapılan NATO operasyonun desteklenmesi Suriye’ye yönelik baskı ve tehditlerde Türkiye’ye biçilen işbirlikçi rolün bir parçası olarak karşımıza çıkmaktadır. Ortadoğu’da bağımsız küresel inisiyatif olarak sunulan bütün politikaların emperyalizme göbekten bağlı bir taşeronluk olmaktan öteye gitmediği Kürecik’e kurulan füze kalkanıyla bir kez daha ilan edilmiştir.

““

Türkiye’nin onayladığı füze kalkanı radar sistemi, Ortadoğu’da süren emperyal nizamı yerleştirme planında “son Osmanlı padişahı Tayyip’in” rolünü de ortaya seriyor. Tüm Ortadoğu coğrafyasına ‘rol model ülke’ olarak sunulan Türkiye’nin misyonu, ABD merkezli emperyal ittifakın Ortadoğu bölgesinde taşeronluğunu üstlenmek ve ABD’nin üssü haline gelmek.

AKP’nin İkili VizyonuTüm bu ikili görevlerin arasında AKP’ye

de ikili bir görev düşüyor. Bu görevleri ‘Amerika’nın Vatansever Çocukları’ başlığı altında toplamak mümkün. Ama daha fazlasını yapmak gerekir diye düşünüyoruz

Kapitalizm Wall Street’ten Şili’ye, Yunanistan’dan Ortadoğu’ya ciddi bir krizin içerisine girmiş durumda. Amerika merkezli yaşanan kriz dünyadaki tüm dengeleri yerinden oynatacak büyüklüğe sahip görünüyor. Kapitalistlerin yaşadığı pazar krizi ise Ortadoğu, Afrika gibi alanların üzerinden aşılmaya çalışılıyor.

Dünya konjonktürün de yaşanan bu gelişmelerin yansımasını bulduğu en önemli coğrafyalardan birinin Ortadoğu olduğunu söylemiştik. Ve elbette merkez ülke Türkiye. Türkiye’ye yüklenen görev, ABD’nin uşaklığını yapmaktan öteye geçmiyor. AKP-cemaat koalisyonu özgürlük, demokrasi mesajları vererek Ortadoğu‘da neoliberalizmle uyumlu İslam ülkeleri için rol modelliğe soyunu-yor. Diğer yandan ise Türkiye, şiddetli bir biçimde ortaya çıkması muhtemel görünen hegemonya savaşının bir üssü haline getirilmeye çalışılıyor.

68 Emperyalistlere ve Yerli İşbirlikçilerine Karşı Seni Çağırıyor

Emperyalizmin saldırganlığı her geçen gün artıyor. ‘Emperyalizm çağı bitmiştir’ diyen liberal kuyrukçular yaşanan bu gelişmeler karışışında sus pus olmaktan başka çare bulamıyorlar. Egemenler bir yandan halklara zulüm götürmeye devam ederken, diğer yandan birbirleriyle uğraşmak zorunda kalıyorlar. Emperyal tahakküm ilişkilerinin belirginleştiği bu dönem emperyalizme karşı halkların direnişini açığa çıkarmaya başlıyor.

Ortadoğu’da halkların gerçek özgürlüğüne doğru açılacak yol, anti-emperyalist bir direnişin geliştirilmesinden geçiyor. Ülkemizin,

emperyalizme ekonomik-siyasi-askeri bağımlılık ilişkilerinin bir sonucu olarak bugün Ortadoğu’ya yönelik ABD planlarının taşeronluğunun üstlenmesine karşı, bağımsızlık mücadelesi ile bölgesel bir anti-emperyalist mücadelenin örgütlenebilmesinin yolları bulunmalıdır.

Tüketim kültürünü kutsayanlar susar-ken, direniş tek gerçek olmaya yeniden başlıyor. Sokaklar sömürüye karşı direnenlerin sesleriyle dolup taşıyor. Şili’de, Wall Street’te, Ortadoğu’da %99 sokakları zapt ediyor. Neoliberalizmin karanlığına karşı kızıl renkler meydanları aydınlatıyor.

Emperyalizmin yüzü belirginleşirken uşakları da belirginleşiyor. Yıllarca emperyalizmin taşıyıcılığını yapanlar artık ayan beyan ortaya çıkıyor. Füze kalkanı ile ülkemiz NATO üssüne çevriliyor. ABD’nin ‘vatansever çocukları’ ülkeyi tek tek sermayenin sömürü alanına doğru itiyor.

Bizler ülkemizin yerli uşaklar eliyle emperyalist sömürücülerin üssü haline getirilmesine karşı isyanımızı Malatya Kürecik’e taşıyoruz. 68‘de ODTÜ’de Commer’in arabasını yakanlar, ABD radar üssüne direnenler, 6. Filo’yu denize dökenler seni emperyalizme ve sömürüye karşı direnmeye çağırıyor. Onların çocukları saldıradursun, bizim çocuklarımız onuruyla direnmeye devam ediyor.

ABD merkezli em-peryalist-kapitalist

sistem yaşadığı krizi aşmanın yo-lunu ise savaş ve

işgal politikalarında görmektedir. Büyük

Ortadoğu projesi çer-çevesinde uygulanan savaş politikası ser-mayeye yeni sömürü

alanları açmayı hedeflerken diğer yandan ise enerji

kaynaklarını elinde tutarak emperya-listler arası ortaya

çıkan rekabette mevzi kazanmayı

amaçlıyor.

Page 15: Muhalefet Kasim

15

ABD, Arapların demokrasi ve özgürlük taleplerine ‘tam destek’ verirken kendi vatandaşlarında yanan bu ateşi olabildiğince görmezden geldi. ‘Tahrir Meydanı’ selamlanırken, Wall Street’te kurulan ‘Tahrir Meydanı’ karalanmaya çalışıldı. Haber kanalları şimdi Arap Baharı’na karşılık olarak sunulan ‘Şili Kışı’nın’ üzerinden şöyle bir geçti, İspanya’da ise eylemcilerin hala sokaktan çekilmediklerini, polisin biber gazı ile müdahale ettiğini, İngiltere’de siyahi gençlerin ortalığı nasıl “talan” ettiğini belirtmekle yetinirken, Yunanistan için her eylemde yer alan maskot köpekten öte çok da yorum yapamadılar.

Arap Baharı’nın aksine bu diğer hareketler, özellikle Şili’deki öğrenci hareketi ve ABD’deki Wall Street işgali, siyasi bir kimlik taşıyordu. Yine özellikle Şili ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki kalabalık çoğu zaman devrimci sol örgüt ve partilerce yönlendiriliyordu. İspanya ve Yunanis-tan ekonomik krizlerden ötürü daha genel kitlelerin katılımıyla alevlendi. İngiltere’deki ise, medyanın hatta bizzat BBC’nin sunduğunun aksine birkaç siyahi gencin plazma televizyon çalıp ortalık karıştırmasından çok daha derin bir hareketti.

İngiltere’de çok da uzun sürmeyen ve ne yazık ki siyasi anlamda kimliksiz kalan bu hareketin ana sebebi olarak ekonomik kriz ve söz konusu eylemcilerin yoksulluğu belirlendi. Hatta Marie Antonaitte’in meşhur “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler.” sözünü de anımsatacak şekilde bir açıklama yapıldı: “Madem o kadar fakirler neden yiyecek marketlerini soyup yemek çalmak yerine elektronik mağazalarını talan edip plazma televizyon çalıyorlar?” Sorunun cevabı oldukça basit aslında; bir insan ekmek

*La Beauté est

Dans La Rue

çaldığı zaman bir gününü geçirebilir ama o eylemciler çaldıkları plazma televizyonları satarak en az 2-3 aylarını, belki 1 yıllarını bile çıkartabiliyorlar, tabii ki evde dizi izlemek istediklerinden değil. Siyahi İngiliz yazar Darcus Howe’un BBC’ye verdiği röportajında, daha sonra muhabirin kendisini bu eylemleri desteklemekle suçlamasına ve yayının aniden kesilmesine sebep olan, şu sözleri aslında olayı özetler nitelikte: “Hayır, aksine bu olaylar hiç de şaşırtıcı ya da beklenmedik değil; çünkü ben yıllardır torunumun bana anlattıklarını dinliyorum. Kendimin, çocuklarımın ve şimdi de torunlarımın neler yaşadığını biliyorum. Bu eylemler öyle aniden ortaya çıkmış ortalığı talan etme eylemleri değiller; bunlar yıllardır yaşadığımız güçlüklere ve fakirliğe konulan tepkilerdir.”

Liberal hükümetlere, kapita-lizmin ekonomik krizlerine, ev kredilerini arttırıp insanların evlerini ellerinden alan bankalara, işsizliğe, düşük ücretle kötü şartlarda çalışmaya, işten çıkarılmalara, kemer sıkma politikalarına, geleceğin belirsizliğine karşı Güneş Meydanı’nı (Plaza del Sol) Çözüm Meydanı’na (Plaza del SOLucion) dönüştüren “İspanyol Devrimi” ise oldukça beklenmedik şekilde gelişti aslında. Ekonomik krizin önce Yunanistan’ı sonra İspanya’yı vurması karşısında Avrupa Birliği’nin tavrı ve bu ülkelerin kendi hükümetlerinin krizi çözümleme çabalarına karşı neredeyse bir gün içerisinde örgütlenip sokağa dökülen, Madrid’in merkezini işgal eden 130,000 kişi gerçekten de oldukça şaşırtıcıydı. Öyle ki, eylemcilerin kendileri bile slogan olarak ve sosyal medyada tanıtım yaparken “Kimse İspanyol Devrimi’ni beklemiyor!” cümlesini kullanıyorlar. Karşı çıktıkları şeyler, krize karşı alınan tedbirler ise düşük maaşlara, bankaların ev kredilerinin yükseltme-sine, sözleşmesiz ve sigortasız çalışan işçilere, işten çıkarılmalara ve bunlara direnen insanların özgürlüklerini kısıtlayıcı yasalara tekabül ediyor aslında. Yunanistan’da da insanlar hemen hemen aynı şeylere direniyor şu sıralar. “Emekli maaşımdan kesile kesile geriye hayatımı sürdürmeye yetecek

bir miktar kalmadı.” diyordu Yunan eylemcilerden bir tanesi, bir diğeri ise tüm dünya halklarına sesleniyordu: “Hükümetlerinizin kemer sıkma politikalarına göz yummayın, bizim yaptığımızı yapıp sokaklara dökülün!”

Bu hareketlerin tümü, yapısı ve karşı çıktığı durumlar bakımından ortaya çıkışlarından itibaren oldukça politik olup düzenleme ya da reform değil gerçek, kökten bir değişim talebinde olsalar da siyasi belli bir çizgide iler-lemiyorlar. Onlardan bu anlamda çok farklı olup an itibariyle gerçekten devrimci bir yönde ilerleyen ‘Şili Kışı’ daha başka talepler ve farklı bir örgütlenme çizgisinde gelişti. Ş i l i ’ d e

eğitim sistemi eşitsizliğiyle ünlü. Lise ve ilkokul öğrencilerinin çoğu devletin yeterli kaynak sağlamaması sebebiy-le kaliteli bir eğitim veremeyen devlet okullarında okuyorlar. Üniversite-lerde ise, yüklü bir miktarı öğrencinin ve ailesinin omuzlarına yıkan devlet eğitim masraflarının yüzde 13-16’lık bir kısmını karşılıyor sadece. Latin Amerika’nın en pahalı üniversite eğitimi Şili’de; ama bu kıyaslama bir anlamda yeterli değil çünkü ailelerin yıllık geliri ile oranlandığı zaman dünyanın en pahalı sistemleri arasında yerini alıyor. Şili’de daha önce de

* Kısıtlı Eğitime Hayır-Şili

Page 16: Muhalefet Kasim

16Pinochet diktatörlüğünde şekillenen bu eğitim sisteminin değiştirilmesi için öğrenci ayaklanmaları olmuş; ama bütün hükümetler neoliberal politikalarını korumuş, ağırlığını merkez sağ partisinin oluşturduğu meclis üyeleri ise zaten kendilerinin de kar ettiği, artık resmen ticarete dönen bu özelleşmiş eğitim sistemini değiştirmeye yanaşmamış. 23 yaşındaki üniversite öğrencisi Camila Vallejo Öğrenci Sendikası’nın başkanı ve şu an bu hareketin de lideri konumunda. Latin Amerika’nın tüm devrimci liderleri gibi karizmasıyla da halkın gönlünü kazanan “Komutan” Camila artık küçük reformlar, düzenlemeler değil, köklü bir değişim için mücadele ettiklerini belirtiyor. Hükümetle bizzat görüşmeler yapmaktan öte başardıkları başka bir nokta mücadelelerini sadece öğrencilere değil sendikalarla, işçilerle, ailelerle yani halkın başka kesimleriyle de birleştirebilmiş olmaları. Her türlü hükümet ve polis baskısına direnerek, hayatlarını tehlikeye atarak Santiago ve Şili’nin diğer birçok büyük şehrinin sokaklarını dolduran yarım milyon öğrencinin istediklerini almadan pes edecekleri yok.

Son olarak da, 2011’de dünyayı kasıp kavuran eylemlerin en günceli olan Wall Street işgaline değinelim. Yakın zamanda ilk deklarasyonlarını veren ve internet sitesi üzerinden hemen hemen günlük olarak yaşadıkları olumsuzlukları ve taleplerini belirten Wall Street eylemcileri temel sorunlar ın ı

şu şekilde belirlediler; ü l k e n i n zenginleri az vergi verdiği ve

cezalardan muaf olduğu için sınıflar arası uçurum giderek daha da büyüyor, iş yerlerinde cinsiyet, yaş ve ırka bağlı ayrımcılıklar sürüyor, birçok işçi düşük maaşlarla ve güvencesiz çalışıyor, öğrenciler ve aileleri temel bir insan hakkı olsa da eğitim sistemi yüzünden binlerce dolar borçlanıyor, emperyalizm ve sömürgecilik sürüyor, kıta aşırı ülkelerde “demokrasi götürmek” adıyla masum siviller öldürülüyor, sadece kar etmek amacıyla birçok insanın hayatını kurtarabilecek tıbbi yatırımlardan kaçınılıyor (ve çok daha fazlası). Şu an eylemcilerin ABD hükümetini en çok eleştirdiği noktalardan biri de hükümetin Büyük Ortadoğu Projesi’nin yeni ayağı olarak Libya ve Suriye’deki muhaliflerin “demokrasi arayışını” desteklerken kendi ülkesinde olan bitene kayıtsız kalması, hatta eylemcilere tam gaz müdahale etmesi. Bilindiği üzere hareket şu an Wall Street İşgali ile özdeşleştirilmiş olsa da ABD’nin Boston, Pittsburgh gibi birçok büyük kenti de işgallere sahne oluyor ve hükümetin bu eylemlere karşı “önlemleri” en üst düzey. Öyle ki tek bir şehirde bir gün içinde göz altına alınan eylemci sayısı 150’yi bulabiliyor bazen. Medyanın insanların bu eylemlere karşı durmaları ve hatta korkmaları için kullanılması da cabası.

Her ne kadar bütün bu olaylar gündemimizde yok denecek kadar az yer alsa da varlar. Şu anda, şimdi dünyanın farklı yerlerinde, farklı talep-lerle ama ortak güvenli ve onurlu bir gelecek isteğiyle insanlar tüm fiziksel baskılara karşın sokakları işgal ediyor. 2011’in yeni 68 olup olmayacağını zaman gösterecek belki ama şurası kesin; bu Öfkeliler hareketi, öğrenci eylemleri, işgaller ve diğer bütün her şey tam anlamıyla başarıya ulaşamayıp taleplerini elde edemeseler de, gerçekleştikleri ülkelerde bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

* Yunanistan

*1968 Mayıs’ının sloganı; Güzellik Sokaktadır.

“İş yerlerinde yaş, ten rengi, cinsiyet ve cinsel tercihlere bağlı olarak eşitsizlik ve ayrımcılığı

sürdürüyorlar. Çalışanları devamlı olarak daha yüksek

maaş ve daha güvenli iş koşulları konusunda anlaşma hakkından yoksun bıraktılar.

Kendisi bir insan olan eğitim konusunda on binlerce dolar borç ile öğrencileri rehin

aldılar. Devamlı olarak dışarıdan destek aldılar ve bu dış kaynak kullanımını işçilerin sağlık

hizmetleri ve maaşını kesmek için kaldıraç olarak kullandılar.

Kabahati ve sorumluluğu olmayan insanlarla aynı hakları elde etmek için mahkemeleri

etkilediler. Kendilerini sağlık sigortası kontratlarından kurtarmak için hukukçulara milyonlarca

dolar harcadılar. Özel hayatımızı meta olarak sattılar.

Basın özgürlüğünü engellemek için ordu ve polis güçlerini kullandılar.

Onların ilkeleri yıkıcı başarısızlıklara sebep olduğu ve olmaya devam ettiği halde ekono-

mik planı onlar belirliyorlar. Onları düzene sokmakla yükümlü siya-

setçilere tonla para bağışladılar. Bizi petrole bağlı kılmak için alternatif enerji

türlerini engellemeye devam ediyorlar. Çoktan kar getirmiş olan yatırımları korumak

için insanların hayatını kurtarabilecek tıbbi yolları engelliyorlar.

Medyayı kontrol ederek insanları bile bile yanlış bilgilendiriyor ve korkutuyorlar. Ülkelerinde ve dışarıda sömürgeciliği

sürdürdüler. Kıta aşırı ülkelerde masum sivillerin

işkencesine ve cinayetlerine katıldılar. Hükümet sözleşmeleri almak için kitle imha

silahları üretmeye devam ediyorlar.

Dünya insanlarına, Biz, Özgürlük Meydanı’nda Wall Street’i işgal eden New York City Genel Kurulu, gücünüzü

ortaya koymanız için ısrar ediyoruz. Barışçıl yollarla toplanma, halka açık alanları işgal etme, yüzleştiğimiz sorunları dile get-

irmek üzere bir süreç oluşturma ve herkesin ulaşabileceği çözümler üretme hakkınızı

kullanın. Doğrudan demokrasi ruhuyla örgütlenen ve eyleme geçen tüm topluluklara destek, belgelerle ispat ve elimizin altındaki tüm

kaynakları sunuyoruz. Bize katılın ve sesiniz duyulsun.

http://occupywallst.org/

Wall Street’i İşgal Et

Page 17: Muhalefet Kasim

17

“O Kadın’ın sicili kabarık”İmamın ordusunun son marifetleri

arasında altın gibi parlayan Ragıp Zara-kolu ve Büşra Ersanlı’nın tutuklanması, Yeni Akit gazetesinin bir kez daha ne işlerle meşgul olduğunu gösterdi. Pro-fesör Ersanlı’yı ağzından mermiler savururken karikatürleşen gazetenin manşeti “Her Taşın Altında O Kadın” olarak belirlenmişti. Akit Ersanlı’nın Sorosçu, eski eşi sebebiyle “affedersiniz Musevi”, ablasının eşi dolayısıyla gizli Ergenekoncu, eski TİKP’li olması ne-deniyle terörist, BDP’nin siyaset akade-misinde ders vermesi nedeniyle de KCK’li olduğunu tüm dünyanın gözleri önüne serdi.

Kürt sorunun çözümü için var gücüyle çalışan Anayasa Profesörü Ersanlı ve yazar Zarakolu’nun terör örgütüne üye olmak suçu ile tutuklanmalarının ardından cezaevinden gönderdikleri mesajlarda kendilerine üye olmakla suçlandıkları terör örgütüyle ilgili hiçbir soru sorulmadığını söylediler.

İleri Demokrasinin Demokles’in kılıcı gibi tüm ülkenin üzerinde sallandığı bugünlerde yeni anayasanın baskı, sindirme ve tutuklama ile yapılacağını ya da anayasaya konulacak “Kürtlere doku-nan yanar” başlıklı bir madde ile Kürt sorunun çözüleceğini barışa taraf olan herkes öğreniyor. Buna karşılık “Sorun sorun diyorlar. Sorun nedir yani? Sorun yol mu? Sorun şarkı mı? Sorun kıyafet mi? Sorun ibadet mi? Sorun hastane mi? Ben arıyorum sorunu bulamıyorum!” diyen İdris Naim Şahin akıllarda yeni soru işaretleri de oluşturmuyor değil.

“İlahi İkaz ya da Teröriste Yardım Edilmez!”

Yeni Asya gazetesi Van Erciş’te mey-dana gelen afet sonucu onlarca insanın hayatını kaybetmesini, yaralanmasını; koca bir şehrin dümdüz olmasını Tanrı’dan gelen ilahi bir ikaz olarak karikatürleştirdi. Can’ı ve acıyı tanımayan

bu düşüncenin sadece Yeni Asya ile sınırlı kaldığını düşünmek ise elbette abesle iştigal etmek olur...

ATV’nin ve gündüz kuşağı dedek-tifçilik programlarının vazgeçilmez ismi Müge Anlı ise “hayatını kaybedenlerin, yaralananların asker ve polisi kuş gibi avladıklarını dolayısıyla yardım istemeye yüzlerinin olmadığını” belirtmesi tüm ülk-eden büyük tepki gördü. Bunun üzerine canlı yayında Esra Erol’un evlendirme programına telefonla bağlanan Anlı yanlış anlaşıldığı itirazında bulundu. Onun bu itirazına Esra Erol “Ben senin yakın arkadaşın olarak nasıl bir vatansever olduğunu biliyorum!” diyerek karşılık verdi.

Müge Anlı, Vakit, Akit, Asya gibi düşünenlerin, tüm halkın elbirliğiyle ördüğü dayanışma ağlarını kullanıp depremden zarar gören insanlara bayrak, taş, sopa, bikini, mini gecelik ve ben-zerlerini gönderebilecek kadar şahsiyet yoksunu olduklarını da ayrıca belirtmekte fayda var…

Bunların yanında depremin ardından Van’a giden İdris Naim Şahin’in, devle-tin 120 bin çadır ihtiyacına karşılık 20 bin çadır gönderdiği Van’da, çadırlara bakıp “Koskocaman sarayda oturuyor-sunuz, biz de mi buraya bir çadır kursak acaba?” diye sorması bu yukarıdakileri aklamaya yeter mi?

“Che değil ama el aldıkların birer ka-tildi yavrum!”

Sineğin küçük oluşu, tiksinme hususun-da için hiçbir fark yaratmazken; kocaman Nagehan Alçı’ya her gün televizyonda, gazetede, sosyal medyada sürekli maruz kalmak her kişinin içinde bir takım duy-gular yaratıyor. Sinekle arasındaki meta-forun hakkını vermek için her söylediği başka bir olay oluyor.

Daha önce Yılmaz Güney için Fatih Altaylı’nın; Ahmet Kaya için Ertuğrul Özkök’ün yaptığını, küreselleşmenin gereği olarak Che’ye yapmaya kal-

Safra atmak deyimi bir ara çok popüler olmuştu. Zaman’dan Hürriyet’e herkes safraların atılmasından bahsediyordu. Anaakım medyanın bu safra atma dönemi oldukça başarısız olmuş ola-cak ki, kapımıza gelse, evlerimize misafir almayacağımız köşe yazarları, gazeteciler, televizyoncular medya sayesinde her gün biçimsizce ve izinsiz evlerimize konuk oluyor.

MEDYANINen kokuşmuş

HALLERİ

kan Nagehan Alçı, onun için cani, katil, yamyam gibi sıfatlar sıralayıp masumları öldürdüğünü iddia etti. Re-ferans gösterdiği kitabın yazarının yıllar önce “…Che’nin hayatını, karakterini tanımlarken tarihsel olarak dayanaksız olan bir takım sarsıcı ve duygusal id-dialarda bulunuyor. Che’nin Sierra Maestra’dan Havana Hapishanesine kadar çok sayıda masumu infaz ettiğini söylüyor. Bu noktada söylemeliyim ki Che’nin bir masumu öldürdüğünü gösteren tek bir inandırıcı kaynak bulamadım.” diyerek bu iddianın gerçek olmadığı beyanında bulunmuş.

Nagehan Alçı’nın çevresi ve çevresinin çevresi ise geçmişten beri hep katillerin, halk düşmanlarının yanında saf tutuyor olması ise bambaşka bir sorun. Her yaptığı işe imzamı atarım diyerek Alçı’yı öven Nazlı Ilıcak’ın devrimcilere karşı duruşu yıllardır zihnimize kazılı duruyor. Fatsa için “orada yerel yönetim vardı, devlet yoktu” diye başlayıp, alnımızın akı Terzi Fikri’ye atmaya kalktığı çamuru ne o günün ne de bugünün gençleri hafızalarından sildi.

Tayyip Erdoğan: ‘İnternetin Ca-

navar Olmasını Engellemeliyiz’

Alternatif Bileşim Derneği, hüküme-

tin internete ilişkin düzenlemeleriyle

ilgili bir açıklama yaptı. ‘Kaygılıyız’

denilen açıklamada, hükümetin bu

konudaki düzenlemelerin kaynağının

Tayyip Erdoğan’ın 6 Haziran 2010’da

İnternet Medyası temsilcileriyle yaptığı

toplantı olduğu ifade edildi. Tayyip

Erdoğan’ın açıklaması şöyle; “oto-

kontrol ile internetin bir canavar

olmasını engellemek ve yararlı hale

getirmek zorundayız”

Açıklamada, Yeni Medya mecralarının

medyanın mahkum edildiği sahiplik-

iktidar ilişkilerine çekilmek istendiği ve

özgürlük alanına müdahale edildiği de

ayrıca vurgulandı.

Page 18: Muhalefet Kasim

18

Savaş ve Deprem: Türkiye Halklarının İnsanlık Sınavı

Van’da Çöken Neo-Liberal Güvenlik Devletidir

Bundan 22 yıl önce, 9 Kasım 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılışının sloganı ‘özgürlüktü’. Küresel neoliberal çağ da bu sloganın üzerinden geliştirildi. 22 yıl sonra bugün kimse yıllardır yaptığı gibi ‘şehvetle duvarın yıkılışını kutlayıp’ ‘özgürlükler dünyasını’ selamlayamıyor! 22 yıl sonra dünya yeni güvenlik duvarlarının örülerek birbirin-den kopartıldığı şehirlerde mahallelerin birbirinden ayrıldığı bir küresel parçalan-ma ile yüz yüze. Özgürlük sloganın yerini artık güvenlik aldı.

Liberal ve postmodern akımlar neo-liberalizmin devletin baskıcı-otoriter niteliğini, kimliklerin ve toplumsal pra-tiklerin çoğulculuğu ile parçalanarak açılan özgürlük alanı içinde devletin sönümlenerek yeni özgürlük alanlarının açılacağından söz ediyordu.

Sermayenin küresel yönelimleri doğrultusunda özelleştirmelerle sosyal devletin ortadan kalkmasına gözlerini

kapatan bu yaklaşım, neoliberalizmin içinde kalarak demokrasi imkanlarının çoğaltılabileceğini savundu.

Demokratik alanın genişlemesinin dev-letin zayıflamasına yol açacağı dolayısıyla piyasanın da demokratik denetimini mümkün kılacağını savunan ‘denetimli küreselleşmeden’ yana olan bu akımlar asıl olarak sosyal devlete açılan savaşı da bu kapsamda ele alarak hayırhah bir tutum takındılar.

Neoliberalizmin devlete saldırısı sosyal-kamusal niteliğine yönelik gerçekleşti. Bir baskı aracı olarak devlet ise neoliberal sömürünün uygulanmasını mümkün kılacak biçimde güçlendirilmiş, yeni teknolojilerle birlikte hayatın her alanına yayılan bir güvenlik devleti kuruldu.

Türkiye’nin neoliberal küreselleşmeye eklemlenme süreci de benzer şekilde ‘baskıcı-bürokratik devlete’ karşı ‘demokratikleşme ve özgürlük alanlarının genişlemesi’ olarak liberal kesimler

Türkiye, sonuçları çok ağır olan bir doğal felaketle karşı karşıya. Deprem bir anda oldu; fakat etkisini uzun süre sürdürüceğinden hepimiz eminiz. Bir-çok kişinin yaşamını yitirdiği, yaralandığı ve hala çoğunun kayıp olduğu sancılı bir dönem. Van halkı yaşadığı fela-ketin yaralarını sararken, Türkiye’nin içinde bulunduğu savaş atmosferiyle de uğraşmak zorunda. Tabi ki bu atmosferin tek muhatabının Van halkı olmadığı da aşikar.

Bir yanda insanlar yaşamını yitiriyor, büyük acılarla boğuşuyor ve depremin izlerini sarmaya çalışıyor. Peki diğer yanda neler oluyor?

Bu sorunun cevabı ne yazık ki beklendiği gibi olamıyor. Doğuda süren savaşın yansımaları Van halkının tepesine iniyor. Son dönemde savaş atmosferinin içerisinde körüklenen ırkçı şoven dalga, Türk ve Kürt halklarının tepesinde bir kara duman misali dolaşıyor. Yükselen bu

tarafından sahiplenilerek savunuldu.AKP iktidarı, 12 Eylül ile başlayan bu

tür bir yeniden yapılanmayı sıçramalı bir biçimde sürdürerek neoliberal bir güvenlik devletini inşa etti. Baskı gücünün giderek arttığı sosyal-kamusal niteliğin ise ortadan kalktığı bu devlet yapılanması Van’da çıplak bir biçimde görüldü.

Depreme karşı neredeyse hiçbir tedbir alınmaması bir yana depremin ardından da halkın yaraları halen sarılamamış ötesinde ikinci depremle taammüden bir cinayet işlendi.

Yoksulların barınma ihtiyacını karşılamak gayesiyle kurulan TOKİ’nin bugün yoksulların evlerini yıkarak onları kentin dışına sürmenin ve yeni zenginlere konut inşa etmenin aracı haline getirildi.

Böylesi bir devletten de depremze-delerin ihtiyaçlarını karşılamak yerine onları ‘provokatör’ ilan ederek polis copuyla-gazıyla saldırmaktan başka bir şey yapması beklenemez.

Depremin ardından sorgulanması gereken asıl şey de neo-liberal güvenlik devletinin kendisidir.

dalga nefreti beslerken, AKP-cemaat koal-isyonunun yok etmeye yönelik saldırıları da kendisine alan açıyor. İktidarın, Kürt halkının haklı taleplerini yok sa-yarak yürüttüğü politi-kalar Türkiye halklarının binlerce canına mal olurk-en, atılan adımlar öfkenin, nefretin dünyasını kurmayı kendine bilfiil amaç edini-yor. Başbakanın ve bakanlarının milliyetçi söylemleriyle birlikte süreç istenildiği gibi işletilmeye çalışılıyor.

Ancak yaşananlar bu kadarı ile sınırlı kalmıyor. Maalesef farklı hesapların da yine Van halkı üzerinden sürece dahil edildiğini söylemekte sanırım hiç bir beis göremeyiz. AKP’nin şov bölges-ine dönüşen deprem bölgesi, yürütülen politikaların da niteliğini gözler önüne seriyor. Daha önce yandaşa birçok imkan tanıyan cemaatin bu sefer ki icraatı ise yandaşa çadır olmaktan öteye geçmedi. Dönen rant oyunları adeta egemen zihni-yetin çirkin politikalarını açık seçik gözler önüne seriyor. Bunun için ise ‘cemaatin medyatik çocuğu’ Ali Ağaoğlu’na bakmak

yeterli. Ali Ağaoğlu’nun, Van depreminin hemen ardından ‘İstanbul’da çürük binalar yaptık’ açıklaması sanırım herkesi hayrete düşürmeye yeter. Şimdi ise bunları yıkıp yeniden yapmayı önermek… Yaşanan artçı depremlerde bile ihmalden dolayı can ve mal kaybı yaşanmaya devam etmekte, AKP’nin göz gezdirmeyle ‘sağlam’ raporu verdiği evler teker

teker yıkılmakta… Rantın ucu bucağı yok, cemaatin torbasında.

Şovenizme Karşı Dayanışmayı Büyüte-lim

Tüm yaşananlara rağmen başka bir hayatın, başka bir insanlığın olduğunu her fırsatta dile getirenler alanlarda dayanışmayı ve sevgiyi büyüttü.Dayanışmayı yüreğinde büyütenler ırkçılığa ve ranta karşı bir direnişi açığa çıkardı.

Page 19: Muhalefet Kasim

19

1940’da Uruguay’da doğan Eduardo Galeano, büyük, kalın kitaplar yazdı. Venezuella’lı Hugo Chavez’in Mayıs’ta ona tarihi öğreteceğini umarak Obama’ya hedi-ye ettiği Latin Amerika’nın Kesik Damarları (1973), 300 sayfadan fazla. Sonra bir de Ateş Anıları üçlemesi: Yaratılış, Yüzler, Maskeler ile Rüzgarın Yüzyılı toplamda neredeyse 1,000 sayfa ediyor. Son za-manlarda Galeano daha kısa kitaplar yazdı, son kitabı Aynalar yüzden fazla kısa yazı içeriyor. Hiç de şaşırtıcı olmayarak, Galeano’nun bu röportaja verdiği cevaplar az ve öz, şiirsel, mizahi ve bazen de imalı.

Eduarda Galenano’nun Monthly Review Press’teki söyleşisinden alıntılar sunuyoruz sizlere.

Jonah Raskin: Ben tarihi imparatorlukların yükseliş ve düşüş hi-kayeleri olarak görüyorum. Önerdiğiniz başka bir görüş var mı?Eduardo Galeano: Öyle ki tarihin en

iyi hikayelerinden bazıları mutlu sonla bit-miyor. Tabi ki tarihin kendisi asla bitmez. Her gün yeniden başlıyor ve aslında bize veda ettiğini düşündüğümüz zaman o bize “sonra görüşürüz” diyor.

JR: Dünyanın bir merkezi var mı? Dış çeper neresi?EG: Kitaplarımı, özellikle de sonun-

cuyu, Aynalar’ı insanlara hiçbir yerin diğerlerinden daha önemli olmadığını ve kimsenin diğer insanlardan daha önemli olmadığını anlatmak için yazdım. Kolek-tif anılarımız, her geçen gün bugünün

gerçekliğini de yok eden dünyayı kontrol edenler tarafından yok ediliyor. Baskın ülkeler “arkadaşlık” kelimesinin “lid-erlik” kelimesi yerine kullanabileceğini öğrenmeliler.

JR: Şu andan geriye Che’ye bakınca, tüm Latin Amerika’nın onun için duyduğu hayranlık ve saygının yanı sıra siz şimdi onu nasıl görüyorsunuz?EG: Che, Che olmaya devam ediyor. O

inatçı bir adam, her gün yeniden doğuyor ve ölmeyi reddediyor. Bunun sebebi onun çok sıradışı bir insan olmasıdır. Yapacağını söylediği şeyi yaptı, düşündüğünü söyl-edi ve bu alışılmış değil. Dünyamızda sö-zler ve eylemler çok nadir ittifak yapıyor, yaptıkları zaman da birbirlerini tanımıyor ya da selamlamıyor.

‘Ey Özgürlük’ diyerek ezilenlerin tarihsel çağrısıyla sesleniyoruz yine. ‘Özgürlüğümüz Kendi Ellerimizle Kazanacağız’ demiştik son sayımızda. O sözü söylediğimiz günlerde üniversitelerimiz polis kuşatması altındaydı, bugün ise arkadaşlarımız cezaevinde.

Demokrasi ve özgürlük! Ne de çok söyleniyor son yıllarda egemenlerin kürsülerinden. Ama tarih boyunca özgürlük ve demokrasi ancak uğruna bedeller ödenerek kazanılabilmiş, bu uğurda mücadele edenlerin özgürlüğüne kimseler pranga vuramamıştır.

Misal, M.Ö. 470 yıllarında Atina’dan Sokrates... Sokrates, baba mesleğini devam ettirmeyerek daha önce görülmemiş türde bir öğretmenlik uğraşına adadı kendisini. Her gün, yoksulluğunu gizlemeyen bir şekilde Atina’nın sokaklarında dolaşıp durdu. Zamanla çevresinde bir öğrenci kalabalığı olmaya başladı...Sokrates, öğrencileriyle ve daha çok ‘yoldan kim geçiyorsa’ onlarla sohbet etti...

Atina ise demokrasiyle yönetilmekte ama aynı zamanda nüfusun yarısından çoğunun hiçbir hakkı olmayan köleler olarak yaşadığı bir yerdir. Köleler yalnızca zenginliğin kaynağıdır!

Sokrates’in sokaklarda ‘yoksulluğunu gizlemeden dolaşması’, gençlerle söyleşmesi zaman geçtikçe rahatsızlık uyandırmaya başlamıştır. Tanrı’ya inanmadığı ve gençlerin ‘beynini yıkadığı’ söylentileri yayılmaya başlar. İşte bu tip gerekçelerle Atina demokrasisi Sokrates’i yargılamış ve ölüm cezasına mahkum etmiştir. Onu öldürmek için zehir içirilir...

‘İleri demokrasi’ de bugün ‘Kral Çıplak’ demekten çekinmeyenleri, yalanlara ve hilelere boyun eğmeyenleri bir bir yargılıyor, onları ‘terörist’ ilan edip topluma zehir zerk ediyor!

Ve işte bugünün Türkiyesi’ne ve gerçeklikleri de bundan pek farklı değil. İktidara geldiği günden bugüne dilinden demokrasi söylemini düşürmeyen AKP, referadumun ardından ‘ileri demokrasi rejiminin’ kurulduğunu ilan etti. ‘İleri Demokrasi’ ile ne mi çıktı karşımıza? Daha fazla sömürü, daha fazla baskı...

‘İleri demokrasi’ üniversitelerinde söz-karar hakkı isteyen öğrencilere daha fazla baskıyla yanıt verdi. Öğrencilere ve mezunlara ‘geleceksizlik’, işçilere ‘güvencesizlik’ dedi. Doktorlara ‘tam gün’ derken HES mücadelesi yürüten Karadenizli’nin önüne polis panzerini, gazını ve copunu gönderdi. ‘İleri demokrasi’ 31 Mayıs’ta Hopa’da bir

can aldı, 30 üzerinde insanı cezaevi hücrelerine kapattı.

Ve bugün tekelleşen iktidar yapısıyla AKP, medyadan yargıya tüm alanları kendi isteği doğrultusunda şekillendirdi. Yayınlanmamış kitaplar toplatıldı, gazeticiler tutuklandı. Deresine-suyuna sahip çıkan Hopa halkı ‘terörist’ ilan edildi. Hopa’da sürek avı başlatıldı. Operasyonlar düzenlendi. ‘Terör örgütleri’ icat edildi. Davadan bir mahkemeden diğerine gönderilip durdu. Anlaşıldı ki iddialar boş ama buna rağmen halen Hopalılar cezaevinde.

Ankara’da Hopa halkına saldırıları ve Metin Lokumcu’nun katledilmesini protesto edenlere polis saldırdı. Amerikanvari operasyonlarla evlere operasyonlar düzenlendi. Marx’ın, Mahir Çayan’ın kitapları ‘terör örgütü dökümanı’ sayıldı. Polis fezlekelerinden iddianeme düzenlendi.

Şimdi sıra yargılamada! 9 Aralık’ta Ankara’da dava görülecek. O gün yargılanacak olanlar arkadaşlarımız olmayacak. O gün AKP’nin ‘ileri demokrasi düzeni’ yargılanacak. Ve biz orada olacağız. Zindanları büyütünlere karşı umudunu büyütenlerin yürüyüşünü 9 Aralık’a taşıyacağız.

9 Aralık’ta ÖZGÜRLÜK için...

“Kelime enflasyonuyla savaşıyorum ki bu Latin Amerika için

paranın enflasyonundan daha kötüdür,” diyor, “Daha az kelimeyle daha çok şey söylemeye çalışıyorum çünkü az, çoktur.

röportajın tamamı muhalefet.org’da

Page 20: Muhalefet Kasim