mÜlkİyet hakki ve toplumsal etkİsİmülkiyet hakkına kamu hukuku bakış açısıyla yaklaşan...
TRANSCRIPT
Prof. Dr. Şebnem AKİPEK ÖCAL
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Öğretim Üyesi
MÜLKİYET HAKKI VE
TOPLUMSAL ETKİSİ
Mülkiyet en geniş anlamı ile kişilerin yaşamak için ihtiyaç
duyduğu nesnelerin doğada bulunuş biçimi ile kişilerin
bu nesneleri elde etmesi arasındaki ilişkiyi
anlatmaktadır.
Mülkiyet hakkı, hak sahibine eşya üzerinde
hakimiyet sağlayan ve herkese karşı ileri sürülebilen
mutlak bir haktır.
MÜLKİYET KAVRAMI
Tarihi gelişim içinde klasik anlayış mülkiyet hakkını
mutlak ve dokunulmaz bir hak olarak nitelerken, bu
görüş zamanla yerini modern anlayışa bırakmış ve özel
mülkiyeti kabul etmekle birlikte, bu hakkın kullanılmasını
kamu yararıyla sınırlandıran bir anlayış hâkim olmuştur.
Ülkemizde de geçerli olan bu anlayış Anayasa’nın 35.
maddesinde açıkça ifadesini bulmaktadır. Anılan
hüküm gereğince mülkiyet, dokunulmaz bir hak
olmayıp, kamu yararı gereği ve sosyal amaçlarla
sınırlanabilen bir haktır.
Doktrinde birçok kişi tarafından sosyal bir hak olarak
nitelenmektedir.
MÜLKİYET KAVRAMI
Tarihin ilk çağlarından itibaren ortaya çıkan bir hak olan
mülkiyet ve mülkiyet anlayışı, zaman içinde üç farklı
anlayışın konusu olmuştur.
Mülkiyet hakkı esasen devlet kavramından bile önce
ortaya çıkmış bir kavram olup, hukukun yanında başka
birçok bilim dalının da ilgi alanına girmiştir. Bu nedenle,
mülkiyet kavramını ele alan anlayışlar, bu kavramı
genellikle farklı yönleri ile değerlendirmektedir.
MÜLKİYET ANLAYIŞININ GELİŞİMİ
Klasik mülkiyet anlayışı gereğince, “hayat, hürriyet ve
mülkiyet” hakları başlıca tabii haklar olarak sayılmış ve
mülkiyet hakkının doğrudan insanın kendisinden,
varlığından doğduğu kabul edilmiştir.
Klasik anlayış çerçevesinde mülkiyet hakkı, kişiye
sadece haklar ve yetkiler sunan bir hak olup,
bünyesinde ödevlere yer yoktur.
Bu çerçevede kişilerin sahip olduğu mülkiyet hakkının
kısıtlanması da mümkün değildir.
MÜLKİYET ANLAYIŞININ GELİŞİMİ
İkinci olarak ortaya çıkan ve mülkiyet hakkını
açıklamaya çalışan anlayış ise Marksist mülkiyet
anlayışıdır.
Bu anlayış klasik görüşün tam karşıtı yeni bir görüş
geliştirmiş ve bu anlayışa göre mülkiyet hakkı fertlerin
(bireylerin) mutlak bir hakkı olmaktan çıkıp, tamamen
topluma ait bir hak olarak değerlendirilmiştir.
Sonuç olarak bu anlayış taraftarlarınca özel mülkiyet
reddedilmiştir.
MÜLKİYET ANLAYIŞININ GELİŞİMİ
19. yüzyıl ortalarında yepyeni bir mülkiyet anlayışı
ortaya çıkmış ve böylece sosyal mülkiyet anlayışı olarak
adlandırılan görüş doğmuştur.
Bu anlayışın temelinde mülkiyet hakkının bir anlamda
çift karakterli olması yatmaktadır. Mülkiyet bünyesinde
hem hak sahibi açısından bazı hak ve yetkileri
barındırmakta hem de hak sahibine bu hakka sahip
olması dolayısıyla bazı ödevler yüklemektedir.
MÜLKİYET ANLAYIŞININ GELİŞİMİ
Günümüzde hemen hemen tüm modern hukuk
sistemlerinde olduğu gibi, ülkemizde de hâkim olan
modern görüş, özel mülkiyetin varlığını tanıyan, ancak
mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı
olmaması gerektiğini benimseyen bir içerik kazanmış ve
mülkiyetin dokunulmaz bir hak olmayıp, sosyal bir işlevi
olduğunu kabul etmiştir.
Modern görüş çerçevesinde, mülkiyet malike eşya
üzerinde en geniş yetkileri sağlayan bir hak olup, sosyal
niteliği gereği toplum yararı gözetilerek kullanılmalıdır.
Bunu sağlamak amacıyla çağdaş ülkelerin anayasa ve
yasalarında mülkiyet hakkına birçok kısıtlama getirildiği
görülmektedir.
MÜLKİYET ANLAYIŞININ GELİŞİMİ
Tarih içinde önemli farklılıklar göstererek gelişen
mülkiyet anlayışı incelendiğinde mülkiyet hakkının
herkesin üzerinde uzlaşabileceği bir tanımının
yapılmasının zorluğu açıkça görülmektedir.
Ayrıca mülkiyet hakkı sadece hukuki bir nitelik
taşımayıp, aynı zamanda sosyolojik, politik, felsefi ve
ekonomik nitelik de taşıdığı için, farklı bilim dalları
tarafından farklı şekillerde tanımlanmaktadır.
MÜLKİYET HAKKININ TANIMI
VE İÇERİĞİ
Farklı hukuk sistemlerinde yapılan değişik tanımlara
örnek verilecek olursa;
Alman Medeni Kanunu (BGB), §903 mülkiyet hakkını, bir
kimsenin bir şey üzerindeki mutlak hâkimiyeti olarak
tanımlamış, ancak bu haktan doğan yetkilerin
kullanılmasının kanuna veya kişilik haklarına aykırı
olamayacağını, dolayısıyla mülkiyet hakkının
sınırlanabileceğini belirtmiştir.
Fransız Medeni Kanunu, 544. maddede ise mülkiyet
hakkı dokunulmaz ve kutsal kabul edilmiş, fakat mülkiyet
hakkının kanun ve tüzüklerin yasakladığı şekilde
kullanılamayacağı belirtilmiştir.
MÜLKİYET HAKKININ TANIMI
VE İÇERİĞİ
Türk hukukunda ise mülkiyet hakkı doktrinde ve
uygulamada farklı şekillerde tanımlanmaktadır.
Örneğin Serozan mülkiyet hakkını, şahsın eşya üzerindeki
kesin ve mutlak hâkimiyet hakkı olarak tanımlarken,
Zevkliler, mülkiyet hakkını sahibi tarafından dilediğince
kullanılamayan, toplum menfaatine ve kanunlarla
sınırlanabilen, sahibine yetkiler bahşetmesi yanında,
ödevler de yükleyen sosyal fonksiyonlu bir hak olarak
görmektedir.
Sirmen’e göre ise, mülkiyet hakkı, eşya üzerinde en geniş
yetkiler sağlayan ayni hak olarak nitelenebilmekle birlikte,
mülkiyet hakkının içeriği sadece yetkilerden değil aynı
zamanda ödevlerden oluşmuştur.
MÜLKİYET HAKKININ TANIMI
VE İÇERİĞİ
Akipek/Akıntürk ise mülkiyet hakkını, kişilere eşya üzerinde
en kapsamlı, en geniş hâkimiyet yetkileri ile birlikte ödevler
de yükleyen bir hak olarak tanımlamıştır.
Mülkiyet hakkına kamu hukuku bakış açısıyla yaklaşan
Etgü ise mülkiyet hakkını, “İnsan topluluğunun ortaya
çıkmasından itibaren var olan, toplum hayatında kimin
neye sahip olacağını ve nasıl kullanacağını belirten, bir
otorite ile desteklenen, bünyesinde yetkiler yanında
ödevleri de barındıran, eşya üzerinde tesisi mümkün en
geniş kapsamlı ayni hak” şeklinde belirlenmiştir.
MÜLKİYET HAKKININ TANIMI
VE İÇERİĞİ
Doktrin ve uygulamada yapılan bu tanımlar mülkiyet
hakkının kapsamında malike tanınan yetkilerin yanında
yüklenen ödevlerin de bulunduğunu açıkça ortaya
koymaktadır.
Mülkiyet hakkının bu kapsamı Anayasa’nın 35.
maddesinde de düzenlenmiştir.
Anılan hükme göre, “Herkes mülkiyet ve miras hakkına
sahiptir. Bu haklar ancak kamu yararı amacıyla kanunla
sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum
yararına aykırı olamaz.”
MÜLKİYET HAKKININ TANIMI
VE İÇERİĞİ
Anayasa Mahkemesi 1966 yılında verdiği bir kararda, hem
mülkiyet hakkının içeriğini belirlemiş hem de tanımlamıştır.
Bu çerçevede mülkiyet hakkı, bir kimsenin başkalarının
haklarına ve toplum yararına zarar vermeden, Anayasa ve
kanunlarla getirilen esaslara uymak şartı ile bir şeyi dilediği
gibi kullanma, o şeyden ve ürünlerinden yararlanma,
tasarruf etme ve vaki müdahaleleri önleme ve defetme
yetkilerini kapsayan, en geniş kapsamlı ayni haktır.
MÜLKİYET HAKKININ TANIMI
VE İÇERİĞİ
Tüm bu açıklamalar mülkiyet hakkının içeriğinin yetki ve
ödevlerden oluştuğunu göstermektedir.
Malikin mülkiyet hakkından kaynaklanan yetkiler, olumlu
yetkiler ve koruyucu yetkiler olmak üzere iki grupta
incelenebilir. Kullanma, yararlanma ve tasarruf etme bu
yetkilerden olumlu olanları oluştururken, koruyucu yetkiler
hukuk düzeninin sınırları içinde malikin eşya üzerinde
sahip olduğu hâkimiyetin üçüncü kişilere karşı korunması
amacını gütmektedir.
Malikin ödevleri ise kaçınma (yapmama), katlanma ve
yapma şeklinde üç gruba ayrılabilir ve bu ödevler hem
kamu hem de özel hukuk kökenli olabilir.
MÜLKİYET HAKKININ TANIMI
VE İÇERİĞİ
Kamu yararı adil davranma çabası ve bir sınırlama
kriteridir. Kamu yararı kavramı değişik sosyal menfaatler
arasında dengeyi ifade etmektedir. Anayasa’nın 35.
maddesindeki kamu yararından amaç insanların bir arada
yaşamalarını sağlayan ortak değerleri formülleştirmektir.
Mülkiyet hakkının toplum yararına aykırı kullanılmaması
gerekir. Burada toplum yararı, sosyal devlet çerçevesi
içinde kişiye verilen bir direktifin ölçütü olmaktadır. Yalnız
bu kurala aykırı davranışın müeyyidesi gösterilmemiştir.
Fakat, kötüye kullanmanın başladığı yerde hak biter kuralı
gereği, böyle bir davranış hakka dayanmayan bir davranış
olacağından karşı işlem ve eylemleri haklı kılar.
MÜLKİYET HAKKININ TANIMI
VE İÇERİĞİ
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Ek 1 no’lu Protokolünde
bir yanda bireyin mülkiyet hakkı korunurken bir yanda da
toplumsal niteliği ve etkileri düzenlenerek sınırlanabileceği
hususu vurgulanmıştır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Ek 1. Protokol Madde 1’e
göre:
“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına
saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Herhangi bir
kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen
koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun
olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.”
MÜLKİYET HAKKI VE AVRUPA İNSAN
HAKLARI SÖZLEŞMESİ
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Ek 1. Protokol 1. Madde,
üç ayrı kuralı kapsamaktadır.
Genel nitelikte olan birinci kural, mülkiyetten barışçıl bir
biçimde yararlanma hakkını beyan etmektedir;
İkinci kural, mülkiyetten yoksun bırakmayı içermekte ve
bunu belirli koşullara bağlamaktadır.
Üçüncü kural Devletlerin, başka şeylerle birlikte, genel
yarara uygun gördükleri yasaları çıkarmak suretiyle bu
amaca uygun olarak mülkiyetin kullanılmasını kontrol etme
hakkına sahip olduğunu tanımaktadır.
MÜLKİYET HAKKI VE AVRUPA İNSAN
HAKLARI SÖZLEŞMESİ
Sözleşmedeki bazı haklar niteliği gereği sınırlanamazken,
bazıları ise sınırlanabilir.
Sınırlanabilir haklara temel örneklerden biri Ek 1. Protokol
1. Maddesidir. Sayılan maddedeki haklara bir müdahale
gündeme geldiğinde bu müdahalenin meşru olup olmadığı
mahkeme tarafından bazı ortak ölçütler incelenerek açığa
kavuşturulmaktadır. Bu sınırlama ölçütleri;
● Hukuk tarafından öngörülme (Hukukilik),
● Uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olma,
● Kamu yararı,
● Orantılılık (Adil denge)
MÜLKİYET HAKKI VE AVRUPA İNSAN
HAKLARI SÖZLEŞMESİ
Hukuk Tarafından Öngörülme (Hukukilik)
Mülkiyet hakkına yapılacak bir müdahale Sözleşmede
açıkça ifade edildiği gibi hukuk tarafından öngörülmüş
olmalıdır.
Sözleşmenin amaçladığı hukuka uygunluğun sağlanması
yalnızca ulusal mevzuata uygunluk anlamına gelmemekte
aynı zamanda, uluslararası hukuk kuralları ve (evrensel)
hukuk devleti ilkesi de gözetilmelidir.
Öte yandan hukuk kavramı sadece yazılı hukuku değil,
yazılı olmayan hukuku da kapsar.
MÜLKİYET HAKKI VE AVRUPA İNSAN
HAKLARI SÖZLEŞMESİ
Uluslararası Hukukun Genel İlkelerine Uygun Olma
Haklarının ihlal edildiğini iddia eden vatandaş ve vatandaş
olmayan kişiler bir ayrım gözetilmeksizin AİHM’e başvurabilirler
ve Sözleşmenin sağladığı korumadan eşit olarak yararlanırlar.
Ancak AİHM bazı durumlarda bu kurala istisna getirdiğini,
özellikle mülkiyet hakkına müdahalelerde, uluslararası hukukun
genel prensiplerine uygunluk ilkesini uygularken vatandaş ve
yabancı arasında ayrıma gittiği görülmektedir.
AİHM neden bu şekilde bir uygulamaya gittiğini içtihatlarında
gerekçelendirmiştir. Öncelikle vatandaş olmayanların hakları
korunurken uluslararası hukukun genel prensiplerine
dayanılması onların mahkemeye doğrudan başvurabilmelerine
imkân tanımaktadır.
MÜLKİYET HAKKI VE AVRUPA İNSAN
HAKLARI SÖZLEŞMESİ
Kamu Yararı
İster uluslararası ister ulusal düzenlemelerde olsun kamu
yararı, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanmasında bir
neden olarak özellikle mülkiyet hakkı için kullanılmaktadır.
Eğer müdahale kamu yararı çerçevesinde meşru bir
amaca hizmet ediyorsa, AİHM tarafından haklı
görülmektedir.
MÜLKİYET HAKKI VE AVRUPA İNSAN
HAKLARI SÖZLEŞMESİ
Orantılılık (Adil denge)
AİHM, kamu yararının varlığını tespit ettikten sonra kamu
yararının korunması ile bireyin hak ve özgürlükleri arasında
adil bir dengenin sağlanıp sağlanmadığını ve kullanılan
araçla, amaç arasında orantı olup olmadığını
incelemektedir.
AİHM, orantılılık ilkesini kamu yararı ilkesiyle birlikte
değerlendirmekte ve mülkiyet hakkına müdahalede
bulunulan başvurucunun, olağandışı ve aşırı bir yük altına
sokulması halinde orantılılık ilkesine aykırılığın oluşacağını
ve adil dengenin bozulacağını belirtmektedir.
MÜLKİYET HAKKI VE AVRUPA İNSAN
HAKLARI SÖZLEŞMESİ
Hukukun gelişim süreci başlangıçta nerdeyse
dokunulamaz ve kutsal bir hak olarak değerlendirilen
mülkiyet hakkı, sosyal bir hak haline gelmiştir.
Mülkiyet hakkının sosyal hak olarak nitelenmesi ise bu
hakkın çeşitli gerekçelerle sınırlanabilmesine olanak
sağlamış ve tüm modern ülkelerde farklı şekillerde de olsa
görülen mülkiyet kısıtlamaları çıkmıştır.
Ülkemizde malikin mülkiyet hakkının yetki veren yönü
olduğu gibi ödev doğuran bir yönü olduğu da açıkça kabul
edilmektedir.
SONUÇ
SABIRLA DİNLEDİĞİNİZ İÇİN
TEŞEKKÜRLER…