kurtuluş cephesi, sayı: 144, mayıs-haziran 2015

Upload: kurtuluscephesi

Post on 06-Jul-2018

219 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

  • 8/18/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 144, Mayıs-Haziran 2015

    1/28

    Seçim ve İç Savaş

    Seçimler ve Sayılar

    Seçim Sonrası“Senaryo”ları

    Ey FED!Sen Nelere Kadirsin!

    Kadrolar

    Hüseyin Cevahir

    Sinan Cemgil, Kadir Manga, Alpaslan ÖzdoğanDeniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan

    İbrahim Kaypakkaya

    Leyla Doğan, Ağadede Sarıkaya

    http://www.kurtuluscephesi.com YIL: 26 SAYI: 144 Mayıs-Haziran 2015

    KURTULUŞ CEPHESİAnti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede

    Zafer Bizim Olacaktır!

  • 8/18/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 144, Mayıs-Haziran 2015

    2/28

    KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2015

    KURTULUŞ CEPHESİSORUMLU: Sezai Görür

     Yazışma Adresi:[email protected]

    http://www.kurtuluscephesi.com

    http://www.kurtuluscephesi.org

    http://www.kurtuluscephesi.net

    http://www.kurtuluscephesi.de

    E-Posta Adresi:[email protected]

    Bu sayı İLKER Matbaası’nda basılmıştır. Baskı Tarihi: 12 Haziran 2015

    SEÇİM VE İÇ SAVAŞ

    SEÇİMLER VE SAYILAR

    SEÇİM SONRASI“SENARYO”LARI

    EY FED!SEN NELERE KADİRSİN!

    KADROLAR

    HÜSEYİN CEVAHİR

    SİNAN CEMGİL, KADİR MANGA, ALPASLAN ÖZDOĞAN,DENİZ GEZMİŞ, YUSUF ASLAN,HÜSEYİN İNAN

    İBRAHİM KAYPAKKAYA 

    LEYLA DOĞAN AĞADEDE SARIKAYA 

    Recep Tayyip Erdoğan’ın kendi otoriter vetotaliter iktidarını bırakmamak için sürdür-

    düğü iç savaş hazırlarının gölgesinde seçimsonuçlarını ele alan bir değerlendirme.

    7 Haziran seçimlerininsayısal sonuçları

    7 Haziran seçim sonuçlarıyla ortaya çıkandört partili meclis “aritmetiği”nden çıkabi-

    lecek değişik koalisyon hükümeti “senaryo-ları” üzerine bir irdeleme.

     ABD Merkez Bankası’nın, yani FED’in faizoranlarını artırma kararının arifesinide

    Türkiye ekonomisinin durumu ve ortayaçıkacak sonuçlara ilişkin bir inceleme.

    “Doğru devrimci çizgi belirlendikten sonra,herşeyi, doğru çizginin kaderini, zafer ve

     yenilgiyi, kadrolar belirler.”(Stalin)

     Ve yanındakinin kanlı başıonun omzuna değince,

    ona sıra gelincesayısını saydı...

    Söz istemez Yaşlı göz istemez

    Çelenk melenk lazım değilSusun

    Sıra Neferi Uyusun...

     3

    7

    12

    20

    22

    23

    24

    25

    26

  • 8/18/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 144, Mayıs-Haziran 2015

    3/28

    Mayıs-Haziran 2015 KURTULUŞ CEPHESİ

    3

    “Bir kez daha yineleyelim: Recep Tayyip Erdoğan ve şürekasının yaptığıdüzenlemeler ve bunlara bağlı (kanuni ya da kanun dışı) silahlı örgütlenme -ler, doğrudan doğruya kendisine yönelik ‘darbe’ ya da ‘darbemsi’ şeylere kar -şı ‘silahla yanıt verme’ temelinde yapılan örgütlenmelerdir. Ancak bir çeşit‘darbeye karşı önlem’ görüntüsünde alınan bu düzenlemeler, aynı zamandadoğrudan devlet iktidarına bir bütün olarak el koymak için, yani ‘darbe’ yap-mak için gerekli yasal ve silahlı örgütlenmelerin sağlanmasını amaçlamakta-dır. Bir yönüyle ‘savunucu’ görünen düzenlemeler, diğer yönüyle saldırganlı-ğın önünü açmakta ve bunu ‘yasal’ hale getirmektedir.

    Bu iç savaş hazırlığı ve tahkimatı karşısında düzen içi muhalefet partile -rinin ya da ‘sol’ legalist örgütlenmelerin yapabilecekleri fazlaca bir şey yok-

    tur. Yapabilecekleri (ki buna cüret edebilirlerse), parlamentoyu boykot etmek-ten bir adım öteye geçmez. Asıl olan, Recep Tayyip Erdoğan ve şürekasının tüm devlet olanaklarını

    kullanarak ve bu kullanımını ‘yasal’ hale getirerek yürüttüğü iç savaşa yöne-lik silahlı örgütlenmesine karşı örgütlenmektir.

    Böyle bir örgütlenme, hiç tartışmasız silahlı bir örgütlenme olmak duru-mundadır. Bu silahlı örgütlenme, bir yanıyla iç savaşa karşı hazırlık ve mev -zilenmeyi sağlarken, diğer yanıyla bir bütün olarak siyasal iktidarın devrilme-sini hedeflemek durumundadır. Daha açık ifadesiyle, Recep Tayyip Erdoğan’ıniç savaş örgütlenmesine karşı savaş, kesinkes silahlı bir örgütlenmeyi gerek-tirir ve bu silahlı örgütlenmenin hedefi siyasal iktidarın ele geçirilmesi olmakdurumundadır.” (Kurtuluş Cephesi , “İç Savaş Tahkimatı”, Sayı: 142, Ocak-Şubat 2015)

    Seçim ve İç Savaş

    Seçimler, geniş halk kitlelerinde bir şey-lerin değişebileceği beklenti ve umutlarınınarttığı, bu yolla mevcut toplumsal-siyasal sis-teme (bir süreliğine de olsa) bağlandığı vesistemin kendi işleyiş kurallarına daha faz-la uyduğu bir ortam yaratır.

    Öte yandan seçim ortamlarında ortayaçıkan olumlu ya da olumsuz beklentiler, kit-lelerin politikayla daha fazla ilgilenmesine

     yol açtığı gibi, kendi içlerinde bölünmesine,ayrışmasına ve hatta uzun süreli kutuplaş-masına da yol açar.

    Olağan zamanlarda siyasetle fazlaca yada hiç ilgilenmeyen insanlar, seçimlere ka-tılarak (oy vererek) ülkenin siyasal yapısınınbiçimlendirilmesine katkıda bulunurlar. Oytercihleri de, siyasete ne kadar uzak olduk-larına göre belirlenir. Etkili bir siyasal rek-lam, hoş bir müzik klipi, siyasetçiye ilişkin yaratılmış olan “algı”, oy tercihlerini belirle- yebildiği gibi, “hasımlar”, “ötekiler” vb. söy-

    lemler de oy tercihini belirleyebilmektedir.Siyasetten uzak insanların oy tercihlerini de-ğiştirmeye yol açan en temel etmen ise, or-

  • 8/18/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 144, Mayıs-Haziran 2015

    4/28

     4

    KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2015

    taya çıkacak seçim sonuçlarının o güne ka-dar sürdürdükleri ve fazlaca da hoşnutsuzolmadıkları yaşamlarını alt-üst edebileceği-ne ilişkin bir beklentinin yaratılmasıdır...

    Seçimler, diğer yandan iktidar olmanın“nimet”lerinden yararlanan kesimlerin va-rolan çıkarlarını korumaları yönünde bir ha-rekete yol açar. “Muhalif” kesimler açısın-dan ise, seçimler, varolan iktidardan kurtul- manın somut ve gerçek bir aracı olarak gö-rünür. Bu da, sisteme bütünsel olarak “mu-halif” olanların bir süreliğine sisteme tabiolmalarını getirir.

    Bir başka açıdan, seçimler, mevcut top-lumsal yapıdaki değişik sınıf ve tabakalarınsiyasal düzeylerini ölçmenin bir aracıdır.Engels’in deyişiyle, bu da seçimlerden bek-lenebilecek tek şeydir.

    Ülkemizde seçimler, ister genel seçim-ler olsun, ister yerel seçimler olsun, her za-man siyasal iktidar ile toplumsal muhalefetarasında bir hesaplaşma ortamı olmuştur.Bu nedenle de, sistem, toplumsal muhale-feti değişik yol ve araçlarla bertaraf edeme-diği, pasifize edemediği koşullarda seçim-lere giderek, toplumsal muhalefeti bir süre-liğine sistem içi değişim beklentisine yönel-

    tir. Bu sistem içi değişim beklentisi, “sol” yapıların ve örgütlerin değişik gerekçelerle(örneğin, “taktik hevalım” mantığıyla ya da“geniş halk kitleleriyle bağ kurmak için le-gal olanaklardan yararlanma” adına) seçim-lere katılımıyla önemli ölçüde meşruluk ka-zanır.

    Bu “meşruiyet” içinde yapılan seçimler,bir dönem için toplumsal muhalefeti yatış-tıramasa da, asıl olarak bu muhalefeti (birsüreliğine de olsa) sistem içine çekerek bel-

    li bir işlevi yerine getirir.Türkiye’de son on iki yılda birbiri ardına

     yapılan seçimler, her ne kadar sonuçlar açı-sından toplumsal muhalefette umutsuzluğa yol açmış olsa da, sistem içinde kalınarak,seçimler aracılığıyla bir şeylerin değişebile-ceği umudunu sürekli hale getirmiştir.

     Ancak 2014 Cumhurbaşkanlığı Seçimi veardından gelişen olaylar, özellikle de RecepTayyip Erdoğan’ın kendi kişisel iktidarını ko-ruyabilmek için iç savaş hazırlıklarına giriş-mesi, bir kez daha seçimlere yönelik bek-

    lentileri yükseltmiştir. Sonuçta, son on üç yılda ilk kez 7 Haziran seçimlerinde toplum-sal muhalefetin yüzü “gülmüş”tür.

    Şüphesiz bunu sağlayan AKP’nin oyları-nın %41’e inmesi ve HDP’nin %10 barajınıgeçmesidir. Bu sonuç, on üç yıl sonra AKPiktidarından ve Recep Tayyip Erdoğan’dan

    kurtulmanın olanaklı olduğu bir durum ya-ratmıştır. Bu da, seçimlere olan “umudun”“boş” olmadığı “algısı”nı yaratmıştır.

    Bugün, yani 7 Haziran seçimlerinin he-men ertesinde, toplumsal muhalefette yeralan herkes büyük bir umut ve beklenti içi-ne girmiştir. Bu umut ve beklenti içindemevcut düzen içinde seçimlerin nasıl bir ya-nılsama yarattığı neredeyse hiç kimseninumurunda bile değildir. On üç yıllık düş kı-rıklıklarından sonra AKP’nin tek başına ikti-dar olamaması karşısında duyulan sevinç,kaçınılmaz olarak düşünceleri de baskıla-maktadır.

    Bugün 7 Haziran seçim sonuçlarının or-taya çıkardığı “dört partili meclis” yapısın-dan nasıl bir hükümet kurulabileceği bolcakonuşulmakta, pek çok senaryolar ortayaatılmaktadır. Seçim sonuçlarının yarattığı se- vinç içinde bu senaryoların olabilirliği bir ya-na, gerçekleştiğinde neler olabileceği biledüşünülemez olmuştur.

    Her şeyden önce bu sonuçlardan “mu-

    halefet”in bir koalisyon hükümeti çıkarıp çı-karamayacağı belirsizdir. Daha da önemlisi,şu ya da bu biçimde yahut “ülkeyi hükümet-siz bırakmayız” söylemiyle oluşturulacak birkoalisyon hükümetinin neler getirip, nelergötüreceği de hesaplanmamaktadır.

    Burada en temel sorun, AKP’nin, özel-likle de Recep Tayyip Erdoğan’ın iktidarı, gü-cü, “meşru bir seçimin doğal sonucu ola-rak” bırakıp bırakmayacağıdır. Daha dünekadar ülkeyi bir iç savaşa (ve hatta bir dışsavaşa) sürüklemekten kaçınmayacağını or-

    taya koymuş olan Recep Tayyip Erdoğan’ınöylece kendi “köşesine” çekilmeyeceği ve“muhalefet”in oluşturacağı bir hükümet al-tında ipinin çekileceği günü beklemeyece-ği çok açıktır. Hala emrinde “yasal” devletolanakları vardır ve emri altındaki polisi ve yargıyı kullanmaktan kaçınmayacaktır. Birbaşka ifadeyle, Recep Tayyip Erdoğan, iç sa- vaş için hazırda tuttuğu tüm yasal ve yasa-dışı güçleri kullanmak isteyecektir.

    Bu istek, çok açık biçimde ülkede bir“kargaşa” ortamının yaratılması için islam-

    cı “militanların” harekete geçirilmesine yö-nelmek durumundadır. Özellikle Suriye’desavaşan IŞİD ve benzeri güçlerin içindeki

  • 8/18/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 144, Mayıs-Haziran 2015

    5/28

    Mayıs-Haziran 2015 KURTULUŞ CEPHESİ

    5

    Türkiye’den giden şeriatçı “militanlar”ın buamaç için kullanılma olasılığı her zamankin-den çok daha fazladır. Seçimden iki gün ön-ce Diyarbakır’da HDP mitinginde patlayan

    bombalar da bunun ön habercisi niteliğin-dedir.

    Bugün tüm şeriatçılar, AKP’nin iktidarıkaybetmesi durumunda kendi konumları-nın ve olanaklarının ortadan kalkacağını çokiyi bilmektedirler. Gerek ülke içinde AKP ik-tidarı ile nemalanmış, zenginleşmiş kesim-ler, gerek AKP sayesinde toplumsal hiyerar-şide üste çıkanlar, gerekse de Suriye’de sa- vaşan şeriatçılar, AKP iktidarının sona erme-sinin kendilerinin sonu olduğunu düşün-mektedirler. Böylesi bir kesimin varlığı, Re-cep Tayyip Erdoğan’ın iktidarda kalmasınısağlamak için özel bir talimat almalarını bi-le gerektirmeyecek bir gerçekliktir.

    Recep Tayyip Erdoğan’ın son yıllardakiotoriter ve totaliter icraatlarının hesabınınsorulacağı beklentisi ve korkusu içindeykenbu güçlerin terör eylemleriyle yaratılacak bir“kaos” ortamında erken seçim yoluyla ye-niden meclis çoğunluğunu ele geçirmeyihesaplayacağı açıktır. Kendisinin “fedaisi”rolüne soyunmuş olanların (elbette bunla-

    rın başında iki tabancalı ve yüzlerce mermi-li “jöleli” gelmektedir) söylemleri de bu ger-çeği onaylamaktadır.

    Bugün sorun, seçimlerde ortaya çıkanmeclis tablosundan nasıl bir koalisyon çı-kartılacağı sorunu değildir. Mecliste “muha-lif”lerden oluşan bir koalisyon hükümetininkurulup kurulmaması da fazlaca önemli de-ğildir. Bir koalisyon hükümeti kurulamasabile, var olan meclis çoğunluğu ile RecepTayyip Erdoğan’ın kişisel otoritesini sağlayan yasalarda yapılacak değişiklikler ve yolsuz-

    luk dosyalarının açılması olanaklıdır. Enazından üç muhalefet partisi bir araya gele-rek bu yasal değişiklikleri yapabilir ve yol-suzluk dosyalarını açabilir.

     Yasal değişiklikler Recep Tayyip Erdo-ğan’ın kişisel otoritesini önemli ölçüde en-gelleyebileceği gibi, kendisinin kişisel tali-matlarını yerine getiren bürokrasinin devre-den çıkmasına yol açacaktır. Öte yandan yolsuzluk dosyalarının açılması, ucu RecepTayyip Erdoğan’a giden bir yargı süreci baş-latacaktır. 7 Haziran seçimlerinin ortaya çı-

    kardığı bu olasılık, çok açık biçimde mecli-sin (TBMM) yasal yetkisi ile Recep TayyipErdoğan’ın kişisel otoritesi arasında belirgin

     ve kesin bir çatışma demektir. Bu çatışma-da şeriatçıların devreye sokulması yanında,Recep Tayyip Erdoğan’ın kişisel talimatları-nı yerine getirmeyi sürdüren bir polis ve yar-

    gı gücü de kullanılacaktır. Bir yandan sokak-lar islamcı terör eylemlerine sahne olurken,diğer yandan polis ve yargı gücü “yasal” zorgücü olarak sahnede yerlerini alacaklardır.

     Asıl sorun, muhalefet partilerinin  böyle bir çatışmayı göze alıp alamayacaklarıdır .

    HDP açısından bu sorun, PKK’nin silah-lı gücüyle belli ölçüde fazlaca önemsenme- yecekse de, özellikle CHP açısından belir-leyici bir sorundur.

    CHP’nin küçük-burjuva sınıfsal niteliği,“devletçi” konumu, devlet yücelticiliği ile“ülkenin bekası” açısından böyle bir çatış-mayı göze alamayacaktır. Doğal olarak “ül-kenin âli menfaatleri” söylemiyle “sıtma”ya, yani AKP ile koalisyon kurmaya zorlanacak-tır.

    Bu zorlamanın başarılı olmasının yolu,şeriatçı terörden geçmektedir. Bu açıdan üçmuhalefet partisinin bir araya gelerek Re-cep Tayyip Erdoğan’dan “hesap” sormaya yönelik girişimlerde bulunmaları şeriatçı te-rörün hızla devreye sokulmasına yol aça-

    caktır.Böyle bir gelişme karşısında “sol”un (el-bette legalist “sol”), “aman provokasyonagelmeyelim” söylemleriyle CHP’yi “sıtma”yarazı etmek için elinden geleni yapacağı dakesindir. Daha da önemlisi, aynı söylemlekendi unsurlarını ve etkileyebildikleri kitle-leri “sokak”tan uzak tutmaya çalışacaklar-dır.

    Şimdi Recep Tayyip Erdoğan’ın aylardırsürdürdüğü “üstü örtük” iç savaş hazırlığı-nın gerçekliğine gelmiş bulunuyoruz.

    Bugün iç savaş hazırlıkları “soyut” ya da“teorik” bir varsayım olmaktan çıkarak so-mut ve maddi bir olgu haline gelmektedir.Daha açık ifade edersek, Recep Tayyip Er-doğan böylesi bir siyasal gelişmeyi hesapla- yarak aylar öncesinden (ve hatta yıllar ön-cesinden) “silahlı direniş” için hazırlık yap-mıştır. Artık bu hazırlıklar uygulama aşama-sına gelmiştir.

    Bu gelişmeler karşısında MHP’nin tutu-mu hiç şüphesiz “devlet”ten yana olacaktır. Ve bugün “devlet” AKP’dir, Recep Tayyip Er-

    doğan’dır. Dolayısıyla iç savaş girişimlerikarşısında hızla AKP’ye yanaşacaktır. BugünDevlet Bahçeli’nin AKP ile koalisyon hükü-

  • 8/18/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 144, Mayıs-Haziran 2015

    6/28

     6

    KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2015

    metine kapıları kapatan söylemleri terk edi-lecektir. Doğal olarak MHP’nin iç savaş giri-şiminde “taraf” olması “çözüm süreci”ninde tümüyle terk edilmesi demektir.

    Böylece Recep Tayyip Erdoğan’ın kişiselotoritesine bağlanmış “yasal” zor güçleri ve“yasadışı” şeriatçı güçleri (bunlara islamcıfaşist milisler demek pek yanlış olmayacak-tır) kullanarak, özellikle “Batı”da laik ve ulu-salcı kesimlere yönelik terör eylemleri,MHP’nin devreye girmesiyle birlikte, ülkeçapında bir zor, şiddet ortamı yaratacaktır.

    Sözde bile olsa demokrasiyi ve seçimle-ri sadece kendi amaçlarına ulaşmanın ba-sit araçları olarak gören şeriatçıların varolaniktidar olanaklarını kendiliğinden ve seçim-ler yoluyla terk edeceklerini beklemek saf-lıktan öte aymazlıktır.

    Recep Tayyip Erdoğan’ın, Mürsi örneğin-den yola çıkarak geliştirdiği söylemlere ba-kıldığında “sonuna kadar direnme”ye ve bu-nun için her türlü gücü ve aracı kullanma- ya çalışacağından kimse şüphe etmemekzorundadır.

    Böyle bir gelişme karşısında, CHP’ninsindirilmesi, toplumsal muhalefetin ezilme-si ve Kürt hareketinin üzerine gidilmeye ça-

    lışılması şiddetin yaygınlaştığı bir ortam ya-ratacaktır. Bu ortamda “dış güçler”in, amaözellikle “iç güçler”in, yani TSK’nın, “ülke-nin bekası ve milletin güvenliği” için devre- ye sokulması da bir diğer güçlü olasılıktır.Diğer ifadeyle, Recep Tayyip Erdoğan’ınkendi kişisel gücünü ve konumunu koru-mak amacıyla atacağı iç savaş adımları, yö-netimin askerileştirilmesinin, askeri darbe yapılmasının da koşullarını yaratacaktır. Mı-sır örneği açıktır.

    Bu olasılıklar karşısında Recep Tayyip

    Erdoğan’ın ya da AKP’nin “akil insanları”nın“insafa” geleceklerini beklemek de safdil-liktir.

     Yıllarca söylendi, söyledik: Şeriatçılar

    hangi yolla iktidara gelirlerse gelsinler, em-peryalizmin çıkarlarına ne kadar sadık olur-larsa olsunlar, hiçbir koşulda iktidarlarınıkendiliğinden ya da yasal yollarla terk etme-

     yeceklerdir. Geldikleri gibi gitmeyeceklerdir.Zaman zaman geri adım atıyor görünselerde, “uzlaşmacı” tutum sergileseler de, herdurumda bu tutum kendi konumlarını ko-rumak ve gerçek yüzlerini gizlemek için yaptıkları manevralardan başka bir şey de-ğildir. Mevcut yasallığın çevrçevesi içindey-miş gibi görüntü sergilemeye yönelmeleri-nin bile kendi dinci ideolojileri tarafındanmeşrulaştırıldığı unutulmamalıdır. Bu ne-denle Recep Tayyip Erdoğan’ın bugün ser-gileyeceği “uzlaşmacı” tutum, her durumdabir iç savaş tehdidinin gölgesinde gerçekle-şecektir.

    Herşeyden önce kitlelerin ve özellikle desol kitlelerin bunun bilincinde olmaları ge-rekir. Bu bilinç, aynı zamanda Recep TayyipErdoğan’ın iç savaş girişimine ve askeri dar-beye karşı örgütlenmeyi gerektirir. Bu bilinç ve buna uygun örgütlenme yapılamadığı sü-rece, TBMM yoluyla AKP’den “hesap sor-mak” bile olanaklı değildir.

    İşte seçimlerin bir “umut”, bir “çıkış”

    olarak görüldüğü bir ortamda ülkedeki siya-sal gelişmelerin yönü ve olası durumlar bu-dur. Sözcüğün tam anlamıyla, gerçek bir de-mokrasinin olmadığı bir ülkede “demokra-tik seçimler”, sadece toplumsal muhalefe-ti oyalamaktan, pasifize etmekten ve düzeniçi role soyunmaktan öte bir sonuç üret-mez.

    Elbette sivil insanların silahlı bir gücekarşı durabilmesi, basit bir “direniş” örgüt-lenmesi ile gerçekleştirilemez. Bu ortamda,sivil insanların, ister faşist-milliyetçi, ister fa-

    şist-şeriatçı olsunlar silahlı bir güce karşı si-lahlanmaktan ve savaşmayı öğrenmektenbaşka seçenekleri yoktur.

  • 8/18/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 144, Mayıs-Haziran 2015

    7/28

    Mayıs-Haziran 2015 KURTULUŞ CEPHESİ

    7

    Seçimler ve Sayılar 

    Bundan önceki tüm seçimlerde şunlarısöyledik:

    Marksist-leninistler için seçimler, Engels’-

    in sözleriyle, “genel oy hakkı, işçi sınıfınınolgunluğunu ölçmeyi sağlayan göstergedir”.Bu açıdan, seçim sonuçlarının irdelenmesi,

    her şeyden önce, başta işçi sınıfı olmak üze-re geniş halk kitlelerinin siyasal davranış bi -çimlerini ve siyasal yönelimlerini saptama-

     ya olanak sağlar. Seçim tahlilleri, aynı za-manda, iki seçim arasında ülkede gelişenekonomik ve toplumsal olayların kitlelerin

    “Modern toplumsal koşullarımız içinde gitgide kaçınılmaz bir zo-runluluk durumuna gelen ve proletarya ile burjuvazi arasındaki son

    kesin savaşın, ancak kendi çerçevesinde sonuna kadar götürülebile-ceği devlet biçimi olan demokratik cumhuriyet, bu en yüksek devletbiçimi, servet ayrımlarını artık resmen tanımaz. Zenginlik, demokratikcumhuriyette, gücünü, dolaylı, ama o kadar da güvenli bir biçimdegösterir. Bir yandan, Amerika’nın klasik bir örnek sunduğu, memurla-rın düpedüz rüşvet yemesi, öbür yandan, hükümetle borsa arasındakiittifak biçimi altında; bu ittifak, devlet borçları ne kadar çok artar vehisse senetli şirketler, yalnızca ulaştırmayı değil, üretimin kendisini deellerinde ne kadar çok toplar ve böylece borsada ne kadar merkezibir durum kazanırlarsa, o kadar kolay gerçekleşir. Amerika dışında, bu-nun çarpıcı bir örneğini yepyeni Fransız Cumhuriyeti verir, ve namus-lu İsviçre de, bu alanda geride kalmaz. Ama, İngiltere bir yana, genel

    oy hakkının, Bismarck ya da Belichröder’den hangisinin daha yüksekbir duruma yükselttiği belli olmayan yeni Alman İmparatorluğu, hükü-metle borsa arasındaki bu kardeşçe ittifak için, demokratik bir cum-huriyetin zorunlu olmadığını kanıtlar. Ve kısacası, mülk sahibi sınıf,doğrudan doğruya, bütün yurttaşlara tanınan genel oy hakkı aracıylahüküm sürer. Ezilen sınıf, yani gerçekte proletarya, kendi kendini kur-tarmak için yeteri kadar olgunlaşmadıkça, çoğunlukla, varolan toplum-sal rejimi, olanaklı tek rejim olarak düşünecek ve siyasal bakımdansöylemek gerekirse, kapitalist sınıfın kuyruğunu, onun aşırı sol kana-dını oluşturacaktır. Ama kendi kendini kurtarmakta daha yetenekli birduruma geldiği ölçüde, proletarya, ayrı bir parti oluşturur ve kapitalist-lerin temsilcilerini değil, kendi öz temsilcilerini seçer. Öyleyse,  geneloy hakkı, işçi sınıfının olgunluğunu ölçmeyi sağlayan göstergedir. Bu - günkü devlet içinde bundan daha çok hiçbir şey olamaz ve hiçbir za - man da olamayacaktır ; ama bu kadarı da yeter. Genel oy hakkı ter-mometresinin, emekçiler için kaynama noktasını göstereceği gün, on-lar da, kapitalistler gibi, ne yapmaları gerekiyorsa onu yapacaklardır.”(abç) [F. Engels,  Ailenin, Devletin ve Özel Mülkiyetin Kökeni, s. 401-402.]

  • 8/18/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 144, Mayıs-Haziran 2015

    8/28

     8

    KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2015

    bilincine nasıl yansıdığı-nın da saptanmasını ola-naklı kılar. Bu yönüyleseçim sonuçlarının irde-

    lenmesi, ekonomik vesosyolojik nitelik taşır. Ancak seçimler, her du-rumda siyasal olaylardır;dolayısıyla da seçim sonuçları, içinde yaşa-nılan maddi varlık koşullarının seçmenlerinbilincine  nasıl yansıdığını  ve çok dahaönemlisi nasıl yansıtıldığını ortaya koyar.

    Seçmen tercihlerini etkileyen on binler-ce propagandif dışsal etki, ekonomik çıkarbeklentisi ve ilişkisi, manipülasyon ve de-zenformasyon ortamında yapılan değişikdeğerlendirmeler yepyeni bir siyasal söylem ve yönelim de ortaya çıkarabilmektedir.

    7 Haziran seçimleri sürecinde HDP’ninseçim propagandası ve “tarafsız cumhur-başkanı” Recep Tayyip Erdoğan’ın meydan-lara çıkması seçmen kitlesinde yeni bir yö-nelim ortaya çıkarmıştır. CHP’nin ekonomi- ye ağırlık vererek sürdürdüğü seçim propa-gandası, Recep Tayyip Erdoğan “fenome-ni”yle birlikte “başkanlık sistemi referandu-mu”na dönüşmüştür. HDP’nin “seni başkan

     yaptırmayacağız” söylemi bu temelde solseçmen kitlesinin yönelimini değiştirmiştir.CHP’nin ekonomik propagandası ne kadaretkili olmuş olursa olsun, her durumda CHPseçmeni Recep Tayyip Erdoğan “fenomeni”niesas almıştır.

    HDP’nin  barajı geçmesi durumunda  AKP’nin TBMM’de çoğunluğu yitireceğineilişkin yoğun “medya” propagandası, CHP’-nin ekonomik temelli propagandasıyla ka-zandığı yeni seçmen kadar bir seçmen kit-lesinin HDP’ye oy vermesine yol açmıştır.

    7 Haziran seçimleri, yurtiçinde 53.741.838seçmen ve yurtdışında 2.866.979 seçmen ol-mak üzere toplam 56.608.817 kayıtlı seç-

    menle gerçekleştirilmiştir. YSK’nın “geçici seçim sonuçları”na iliş-

    kin yaptığı açıklamaya göre, seçimlere katı-lım oranı %83,92 olmuştur.

    2011 seçimlerine ilişkin verilerde toplamseçmen sayısı 50.237.343 görünmektedir. Ancak bu seçimlerde yurtdışı seçmenleri(2.568.979) eklendiğinde toplam seçmen52.806.322 olmaktadır. Aynı biçimde 10 Ağustos 2014’de yapılan Cumhurbaşkanlığıseçiminde yurtiçi seçmen sayısı 52.894.115 ve yurtdışı seçmen sayısı 2.798.726 olmaküzere toplam seçmen sayısı 55.692.841’dir.

    Bu verilere göre, 7 Haziran seçimlerin-de, 2011 seçimlerine göre katılım oranı kü-çük farklılıkla aynı kalırken, toplam seçmen sayısı 3.802.495 artarken, oy kullananların sayısı 3.219.286 artmıştır.

    7 Haziran seçimlerinde AKP, 2011 genel

    seçimine göre 3.054.724 oy kaybederek18.344.358 oy alırken, oy oranı %49,83’den%40,87’ye düşmüştür. CHP ise, oy sayısını183 bin artırmasına karşın oy oranı bir pu-an düşmüş, %24,95 olmuştur. MHP’nin oy-ları 1.837.213 artarak oy oranı %13,01’den%16,29’a yükselmiştir.

    Hiç tartışmasız seçimde en fazla oy artı-şı sağlayan parti HDP olmuştur. 2011 seçim-lerine “bağımsız” adaylarla katılan HDP’ninoyları, tüm bağımsız seçmenlerin oyları ola-rak 2.819.917 olarak kabul edilmektedir. Bu-

    na göre HDP’deki oy artışı 3.026.934 olur-ken, oy oranını 6,55 puan artırarak %6,57’den%13,12’ye yükselmiştir.

    2011 GenelSeçimleri

    2014Cum. Seçimi

    2015 GenelSeçimleri

    Toplam Seçmen 52.806.322 55.692.841 56.608.817

    Kullanılan Oy 43.914.948 41.283.627 47.507.389Geçerli Oy 42.941.763 40.545.911 46.161.049

    Katılım Oranı %83,16 %74,13 %83,92

    2011Genel Seçimleri

    2014Yerel Seç.

    2015Genel Seçimleri

    2011-2015Fark

     AKP 21.399.082 %49,83 19.469.840 %43,40 18.344.358 %40,87 -3.054.724

    CHP 11.155.972 %25,98 11.493.758 %25,62 11.339.127 %24,95 183.155

    MHP 5.585.513 %13,01 7.907.067 %17,62 7.422.726 %16,29 1.837.213

    HDP 2.819.917 %6,57 2.929.727 %6,53 5.846.851 %13,12 3.026.934

    SP 543.454 %1,27 1.249.354 %2,78 933.385* %2,06 66.680Bağım. 488.187 488.187* SP+BBP

  • 8/18/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 144, Mayıs-Haziran 2015

    9/28

    Mayıs-Haziran 2015 KURTULUŞ CEPHESİ

    9

    Böylece televizyonların, gazetelerin, kı-sacası “medya”nın en başat konularındanbirisi de HDP’nin aldığı %13,12 oyun “kim-den” geldiği oldu. Bunun nedeni de Sırrı Sü-

    reyya Önder’in seçim gecesi kameralarınkarşısına çıkarak aldıkları oyların “ödünç”olduğunu açıklaması oldu. Ekran karşısınaçıkan hemen herkes bu konuda bir “fikir”ortaya attı. Hemen hepsi 2011 Genel Seçim-leri ile 7 Haziran seçimlerini karşılaştırarak,HDP’nin oylarının büyük bir bölümünün AKP’den (daha doğrusu AKP’nin “ mütedey - yin kesimi”nden), kalan küçük  bölümününde CHP’den geldiğini ilan ettiler.

    Bu karşılaştırmayı esas aldığımızda, 2011seçimlerine göre AKP’nin oyları 3.054.724 azalırken, HDP’nin oyları 3.026.934 artmış-tır. CHP’nin oyları ise 183.155 artmıştır. Budurumda AKP’nin oyları tümüyle HDP’yegitmiş görünmektedir. Ama öte yan-dan MHP, 2011 Genel Seçimleri’ne gö-re oylarını 1.837.213 milyon artırmıştır.7 Haziran seçimlerine BBP ile “Milli İt-tifak” olarak katılan SP’deki oy artışı66 bin olmuştur. Böylece MHP ve “Mil-li İttifak”ın toplam oy artışı 1.903.893 olmaktadır. Bu durumda da AKP’nin

    kaybettiği üç milyon “mütedeyyin”oyun yaklaşık iki milyonunun MHP veSP’ye gittiğini söylemek daha gerçek-çidir. Bu nedenle HDP’nin oylarındaki yaklaşık 3 milyon oyun sadece bir milyonu-nun AKP’den geldiği kesindir.

     Asıl sorun, HDP’ye giden iki milyon oyunnereden geldiğidir. CHP’nin oylarında sayı-sal olarak bir düşüş olmadığı için, HDP’ninaldığı iki milyon oyun “yeni seçmen”dengeldiğini söylenebilir. (7 Haziran seçimleri-ne katılan “diğer partiler” ve bağımsız aday-

    ların aldığı toplam oy 1.251.667’dir. Oy kul-lananların sayısındaki 3.219.286 artıştan çı-kartıldığında kalan miktar iki milyondur.)

    Böylece ülke tarihinde ilk kez “yeniseçmen”lerin üçte ikisi “blok” halindeHDP’ye oy vermiş görünmektedir.

    Tarihsel olarak Türkiye toplumunun si- yasal gelenekleri ve toplumun siyasal yöne-limi göz önüne alındığında böylesi bir “du-rum” elbette olanaklı değildir. Herşeydenönce “klasik” ve “standart” “sol oylar”, tari-hin her döneminde seçmenlerin üçte biri

    düzeyinde olmuştur (%30). Bu nedenle “ye-ni seçmenler”in üçte birinin (bu seçimleriçin yaklaşık bir milyon) CHP seçmeni oldu-

    ğunu söylemek yanlış olmayacaktır. HDP’ningeriye kalan bir milyon oyu da yine CHPseçmeninden gelmiştir.

    İlk bakışta HDP’nin oy artışının tümüyle

    “yeni seçmen”den geldiği sanılsa da, yukar-da söylediğimiz nedenlerle böyle bir şey“eşyanın doğasına aykırı”dır. Partiler arasın-daki oy kaymaları ve “yeni seçmenler”intoplumsal yapıya uygun olarak dağılımı esasalındığında, HDP’nin iki milyon oy artışınınağırlıklı kesiminin CHP’den geldiği açıktır.Bu oy “kayması”nda CHP’nin HDP’nin ba-rajı aşması konusundaki destek tavrı veHDP barajı aştığı takdirde AKP’nin çoğunlu-ğu yitireceği hesapları belirleyici olmuştur.

    Şüphesiz AKP’den HDP’ye, özellikle Kürtbölgelerinde kesin bir oy kayması olmuştur.Sadece Diyarbakır seçimleri bile bu duru-mu göstermeye yeterlidir.

    Diyarbakır’da AKP’nin kaybettiği oylar“blok” halinde HDP’ye geçerken, seçimekatılımdaki artışla sağlanan oylar da tümüy-le HDP’ye gitmiştir. Bu açıdan AKP’nin “mü-tedeyyin” Kürt kitlesini kaybettiği açıktır. Buoy kaymasının HDP’nin izleyeceği siyasal tu-tumda nasıl sonuçlar doğuracağı bugün içinbelirsiz da olsa, A. Öcalan’ın son yıllardaki

    “Newroz” mesajlarında islama yaptığı gön-dermeler evrilmenin ne yönde olacağınıgöstermektedir.

     Aynı durum İstanbul için geçerli değil-dir.

    İstanbul’da AKP’nin oy kaybı 475 binolurken, HDP’nin oyları ise 637 bin artmış-tır. MHP ve SP oyları da 336 bin artırmıştır.CHP’nin de 26 bin oy kaybettiğini hesabakatarsak, HDP’deki 637 bin oyun kaynağı“yeni seçmen”le açıklanabilmektedir. Bu daülke genelindeki durumdan farklı değildir.

    Bu iki örnekten çıkan sonuç, HDP’deki“ödünç oylar”ın, “Doğu”da neredeyse tü-müyle AKP oyları olurken, “Batı”da büyük

    Diyarbakır 

    2011 2015   Fark

    Toplam Seçmen 866.112 949.859 83.747

    Geçerli Oy 700.255 809.764 109.509

    Katılım Oranı %80,85 %85,25 4,4

     AKP 231.018 119.000 -112.018

    CHP 15.266 8.635 -6.631MHP 5.419 9.167 3.748

    HDP 411.232 633.713 222.481

  • 8/18/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 144, Mayıs-Haziran 2015

    10/28

     10

    KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2015

    ölçüde “yeni seçmenler”den gelmektedir.Bu oyların önemli bir bölümünün de CHP yerine HDP’ye gittiği kesindir.

    Bu nedenle diyebiliriz ki, HDP’nin oy ar-tışında CHP seçmeninin önemli ve küçüm-senemeyecek bir yeri vardır. Bu açıdan ba-kıldığında HDP’deki “ödünç oylar” sol kitle-nin oylarıdır ve HDP bu kitleye “ters” düşenbir yönelime girmediği sürece oyları kalıcı-laştırabilir ve hatta artırabilir. Seçimleri Re-cep Tayyip Erdoğan’dan bir “kurtuluş” ola-rak gören seçmenler HDP’nin barajı geçme-sini sağlamışlardır. Kimilerinin “stratejik oy”adını verdikleri bu olgu, Cumhurbaşkanlığıseçiminde önemli ölçüde etkisini yitiren se-

    çimlerin bir kez daha “umut” haline geldi-ğini göstermektedir. Bundan sonrası hükü-met kurma çalışmaları sırasında ortaya çı-kacak siyasal gelişmelere bağlıdır.

    Son on yılın (hatta son 20-30 yılın) en te-mel olgularından birisi, sol seçmen kitleninseçim sath-ı mailine büyük umutlarla girme-si ve büyük umutsuzluklarla çıkmasıdır.Eğer seçimler, sol seçmen kitlenin sandığıgibi, “düzen değişikliği”nin ya da “kötü gi-dişatın” sona erdirilmesinin “tek aracı” ola-rak görülür ve bu “tek araç”ın, ellerindeki

    tek savaş aracı olduğu kabul edilirse, bu solkitlenin seçimler öncesindeki umutlarının,kararlılıklarının ve mücadele azimlerinin herseferinde artarak büyüdüğünü kabul etmekgerekir.

    Gerek 2007 seçimlerinde “CumhuriyetMitingleri”yle, gerek 12 Haziran seçimlerin-de Kılıçdaroğlu “faktörü”yle hareketlenenseçim meydanları ve seçim çalışmaları, açıkbiçimde sol seçmen kitlenin depolitizasyonsürecini belli ölçülerde kırdığını göstermiş-tir. Ancak seçimlerin “beklenen” sonuçları vermemesiyle ortaya çıkan umutsuzluk ve

    karamsarlık (ki kü-çük-burjuvazinin sı-nıfsal özelliklerindentürer), depolitizas-

     yon süre ci nin tü-müyle ortadan kalk-masını engellemiş-tir.

     Y in e de , tü molumsuz seçim so-nuçlarına rağmen,sol seçmen kitlenin

    her seferinde bir kez daha ve artan orandahareketlenmesi, politize olması küçümsen-meyecek bir toplumsal gerçektir.

    İlk kez sol seçmen kitlesi 7 Haziran se-çimlerinden “mutlu” ve “sevinçli” çıkmıştır. Ancak parlamentoda AKP dışında bir hükü-metin kurulamaması ve erken seçim olası-lığın bunu gölgelemektedir. 7 Haziran se-çimlerinin tek gerçek sonucu, sol kitlenineski seçimlerdeki gibi büyük bir düş kırıklı-ğı ile seçimlerden çıkmamış olmasıdır. Buda toplumsal muhalefetin daha girişken, da-ha cüretkar olması demektir.

    Sol seçmen kitlenin bu olumlu yanınakarşın, en olumsuz yanı ise, seçimleri “tek

     yol” olarak görmesi ve bu “tek yol”u içsel-leştirmesidir. Üstelik bu görüş ve içselleştir-me içinde seçimler bir “savaş alanı” olarakkabul edilmektedir. Bu da seçim sonrasın-daki siyasal gelişmeler karşısında, özellikleRecep Tayyip Erdoğan’ın iç savaş girişimle-ri karşısında toplumsal muhalefetin elini ko-lunu bağlayacaktır.

    “Yoğun bir şehirleşmenin ve ger-çek bir sanayileşme değilse bile azçok gelişmiş bir hafif ve orta sanayi-nin bulunduğu ülkelerde gerilla grup-

    ları teşkil etmek daha zordur. Şehir-lerin ideolojik etkisi, barışçıl usuller-le örgütlenmiş kitle savaşları umudu-nu yaratarak gerilla savaşlarını fren-ler. Bu da bir çeşit ‘örgütçülük’ ya da‘kurumculuk’ yaratır ki, az çok ‘nor-mal’ sayılabilecek olan dönemlerde,halkın geçim şartlarının başka du-rumlara nazaran pek o kadar çetinolmaması ile nitelenebilir”. (Che Gu-evara, Küba: Bir İstisna mı, Yoksa Sö - mürgeciliğe Karşı Mücadelenin Öncü -

     sü mü? )

    İstanbul

    2011 2015   Fark

    Geçerli Oy 7.936.607 8.287.444 350.837

    Katılım oranı %86,53 %86,33Toplam Oy   % Toplam Oy   %

     AKP 3.915.914 49,5 3.440.290 40,89 -475.624

    CHP 2.476.413 31,3 2.450.412 29,42 -26.001

    HDP 422.702 5,3 1.060.137 12,41 637.435

    MHP 743.316 9,4 925.876 11,08 182.560

  • 8/18/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 144, Mayıs-Haziran 2015

    11/28

    Mayıs-Haziran 2015 KURTULUŞ CEPHESİ

    11

    Seçim Sonrası“Senaryo”ları

    Bu yazı, öncelikle 7 Haziran seçimlerininhemen ardından ortaya atılan “senaryo”ları ve bunların düzen içi niteliklerini sergileme- yi amaçlıyordu. Ama S. Demirel’in ünlü sö-züyle, “siyasette bir hafta çok uzun bir sü-redir”. Daha seçimin üzerinden üç gün geç-meden Deniz Baykal ile Recep Tayyip Er-doğan’ın “sürpriz görüşmesi” Demirel’in sö-zünü onaylayan bir gelişme olarak siyaset

    sahnesine (“medya”tik dilde söylersek)“bomba gibi” düştü. Bu da seçimin hemenardından ortaya atılan “koalisyon” ya da “er-ken seçim” “senaryoları”nın pek çoğununçöpe atılmasının yolunu açtı. Yine de “se-naryolar”ın ve “senaryo yazıcılığı”nın ger-çek niteliğinin ortaya konulması gerekmek-tedir.*

    “Türkiye, en bildik ve sıkça söylenen sözlerle, her an her şeyin olabilece-ği bir ülkedir. Türkiye’de her an her şey olabileceği gibi, her bir şeyin her şey -le iç içe geçtiği bir ülkedir. Popüler ifadelerle, at iziyle it izinin, sapla samanınsürekli karıştığı ve karıştırıldığı bir ülke olarak Türkiye, bu özelliğiyle istikrar -sız ve dengesiz bir ülkedir. Dünyanın hiçbir ülkesinde görülmeyecek boyuttave kapsamda dezenformasyon kampanyalarının yürütüldüğü, ‘toplummühendisliği’nin her türünün uygulama alanı bulabildiği Türkiye’de, düşünceile kanı, sanı ile algı öylesine iç içe geçmiştir ki, neyin ne olduğunu anlaya-bilmek için, ya senaryo yazmak ya da tüm tarihi yeni baştan ele almak gere-kir.” (Kurtuluş Cephesi, “Seçim Sath-ı Mailinde Nesnel ve Öznel Koşullar”,Sayı: 120, Mart-Nisan 2011)

    Seçim sonuçları, daha doğrusu seçimle-rin sayısal sonuçları ortadadır. AKP tek ba-şına iktidar olabilecek çoğunluğu yitirmiştir,ama “muhalefet” partileri de hükümet ku-rabilecek bir sonuca ulaşamamıştır. Sonuç-ta ortada dört partili mecliste dört parti ara-sında nasıl bir birleşim ortaya çıkarılacağı-

    * Pragmatizm, her durumda, “yararlılık” temelin-de olayları ve olguları değerlendirdiğinden, olaylar veolgular karşısındaki tutumu da bununla paralellik gös-

    terir. Bu yanıyla pragmatizm, olayların ve olguların tah-lilinden çok, bunların ortaya çıkarabileceği olasılıkla-rın hesaplanmasını esas alır. Böylece, ortaya çıkabi-lecek her türlü olasılığa karşı bir “plan” yapılmasını

    öngörür. Sıkça duyulan “A planı”, “B planı” türündensözler, Amerikan pragmatizminin bu niteliğinin dışa-

     vurumlarıdır. Bu bağlamda, pragmatistler için, ortayaçıkabilecek olasılıkları içiren “senaryolar” hazırlamak ve gelişmeleri bu “senaryolar” çerçevesinde değer-lendirmek belirleyici bir yere sahiptir.

    Pragmatizm, nesnel gerçekliği ve nesnel zorunlu-luğu dışladığı için, olayların ve olguların gelişimininönceden saptanamayacağını iddia eder. Böyle olun-ca, “mantıki”, yani insan zihninde tasarlanabilir herdurum ve olasılık gözönünde tutulmalı ve bunlara uy-gun planlar yapılmalı, politikalar hazırlanmalıdır. Bunedenle, “mantıki” her olasılık gözönünde tutularak,her bir olası gelişimde kullanılacak plan yapmak ge-rekmektedir. Amerikan propagandasında sıkça dilegetirilen “senaryolar”, “mantıki” her bir olasılığın ken-

    di içinde gelişiminin ve sonuçlarının saptanmasındanbaşka birşey değildir. “Senaryo”nun gerçekliği ise, or-taya konulanlara uygun plan ve projelerin yapılabilip yapılamayacağına bağlıdır. Bu boyutuyla, olasılıklara

  • 8/18/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 144, Mayıs-Haziran 2015

    12/28

     12

    KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2015

    na ilişkin soyut, hayali, afaki ve hamasi ola-sılıklardan başka bir şey bulunmamakta-dır.

    Dört parti söz konusu olduğu için, klasik

    matematiksel olasılık hesapları içinde koa-lisyon olasılıkları kolayca, yani biraz mate-matik bilen herkesin hesaplayabileceği birdurumdur.

    Dört bileşenin, yani A, B, C ve D bileşen-lerinin ikili ya da üçlü, en fazlasıyla dörtlübileşim oluşturması sınırlı ve basit bir olası-lık hesabıdır. Somut olarak ifade edersek,bugün mecliste dört parti vardır ve DevletBahçeli’nin seçim gecesi yaptığı açıklama-da söylediği gibi, AKP+CHP=258 +132=390eder. AKP+MHP=258+80=338; AKP+HDP=258+80=338; CHP+MHP+HDP=132+80+80=292 ve nihayetinde “dörtlü/millimutabakat” AKP+CHP+MHP+HDP =550

    eder. Bunun dışında kalan tek şey “dışardandestekli azınlık hükümeti” “senar-yo”sudur.Bunun da sadece iki birleşeni (AKP ve CHP) vardır.

    Görüldüğü gibi, seçim sonuçlarından tü-retilebilecek “senaryo” sayısı altıdan fazladeğildir. Bunlar içinde “dörtlü/milli mutaba-kat” normal bir aklın sınırlarının çok ötesin-de bir “senaryo”dur ve ancak Doğu Perin-çek tarafından üretilebilir bir şeydir.

    Geriye kalan beş olasılıktan (ki bu olası-lıklara “senaryo” denilmektedir) dördüncü-sü, yani CHP+MHP+HDP “koalisyon hükü-meti senaryosu” da normal aklın sınırlarınıaşmaktadır. Böylece elde iki “dışardan des-tekli azınlık hükümeti” olasılığı ile AKP+CHP, AKP+MHP ve AKP+HDP olasılıkları kalmak-tadır.

    Elbette “senaryo yazıcıları” açısından yada safdil matematikçiler için iki olasılık da-ha vardır: AKP+CHP+MHP ya da AKP+CHP+HDP “kombinasyonu”. Bu birleşimlerinolabilirliği, tıpkı “milli mutabakat hüküme-ti” olasılığı kadardır. Bu açıdan olağan ola-sılık hesapları içine alınması akla ziyandır.

    Sonuçta dört partili meclisten çıkartıla-bilecek koalisyon hükümeti formülü sade-

    ce üçtür. Yani üç “senaryo”dan öte fazla birşey bulunmamaktadır. Bunların dışında ya-zılmaya çalışılacak her “senaryo” siyasaltezgahlardan başka bir anlama gelmez. Ör-neğin, bir parti içinde bulunulan durumda(özellikle de ekonomik krizin arifesinde)tüm sorumluluğu bir başka partinin üstüne yıkmak için böyle bir “senaryo”yu piyasayasürebilir ya da alınacak bir siyasal karardasorumluluğu bir başkası ile paylaşmak içinbir “senaryo” yazabilir. Ama bunlar sadece“muhatapları”nın aptal olduğunu düşünen-

    ler için geçerlidir.Daha somuta gelindiğinde üç “muhale-

    fet” partisinin “seçim söylemleri”ne baka-rak AKP’nin içinde yer alacağı herhangi bir“senaryo”nun gerçekleşebilirliğinin olmadı-ğı söylenebilir. Bu söylemlere bakıldığındaCHP, MHP ve HDP’nin AKP ile “hiçbir biçim-de” koalisyona gitmeyeceği hemenceciksöylenebilir. Diğer yandan MHP’nin “hiçbirbiçimde” HDP ile “aynı karede” görünmekistemeyeceğinden yola çıkılınca da, HDP’niniçinde yer alacağı bir “senaryo”da MHP’nin

     yer almayacağı, hatta “dışardan” bile des-tek vermeyeceği çok açıktır.

    Böylece CHP+MHP azınlık hükümetine

    göre çizilen her bir “senaryo”, uygun plan ve projele-rin üretilmesine yararlı olabildiği sürece “gerçek”tir.

    Felsefi kavramlarla ele alınıp değerlendirildiğin-de, günlük olarak üretilip kullanılan pragmatizminkavranılması ise oldukça zor olmaktadır. Örneğin,pragmatizmin ekonomik, sosyal ve siyasal olaylardasomutlaştığı “senaryo” çiziminin uygun plan ve pro- jelerin üretilmesine olanak sağladığı oranda “gerçek”

    olması felsefik bir tanımlamadır. Günlük dilde bununkarşılığı “senaryo”nun “geçerliliği” olarak ifade edil-mektedir. Felsefi olarak tanımlandığında, “senaryoüretimi”nin temelinde olay ve olguların olası her tür-lü gelişiminden yola çıkıldığı için, sonuçta üretilen“senaryo”nun “gerçekliği” gündeme gelmektedir.Günlük kullanımda, “senaryo”nun “geçerliliği”nden yola çıkıldığı için, “mantıki” olarak olay ve olgularınböyle bir olasılığı içerip içermediğine bakılır. Sonuç-ta, bir “senaryo”nun geçerliliği, şu ya da bu olay/ol-guda aranırken; “gerçekliği” şu ya da bu olay/olgunungerçekliğinde tanımlanır. Böylece yalın bir totoloji (yi-neleme) pragmatist yöntemin demagojik yönünüoluşturur. Bu yön, ortaya konulan her bir “senaryo”karşısında yapılacak eleştirileri önsel olarak dışlama-

     yı olanaklı kılar.Basit bir örnek olarak, henüz doğmamış bir ço-

    cuğun geleceğine ilişkin çizilebilecek “senaryolar” alı-nabilir. Henüz cinsiyeti bile bilinemeyen bir çocuğun,gelecekte (örneğin 18 yaşında) nasıl biri olacağı so-rusunun pragmatist yanıtı, değişik olasılıklara göre de-ğişik “senaryolar” çizmek şeklindedir. “Şayet erkekolursa”lı başlayan, “eğer okursa”lı devam eden,“yoksa”lıya uygun yeni “senaryo” ortaya koyan prag-matist yanıt, akla gelebilecek her soruya “mantıki” ya-nıtlar getirdiği gibi, ne yapılacağına ilişkin de sayısızsenaryolar ortaya koyarak, bireylere “seçme” özgür-lüğü tanır. “Uygun zamanda, uygun yerde” olmayan ya da “seçme özgürlüğünü” yanlış kullanan yahut

    “senaryo”nun gerçekleşebilmesi için gerekli araçlarasahip olamayan anne-babalar, “kendi gerçekliklerin-de” yaşamak zorundadırlar. Bu da “onların gerçeği”olarak kalacaktır.

  • 8/18/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 144, Mayıs-Haziran 2015

    13/28

    Mayıs-Haziran 2015 KURTULUŞ CEPHESİ

    13

     AKP’nin “dışardan” destek vermesi “olası”-dır. Diğer ifadeyle, AKP’nin kendisinden he-sap sormayı seçim “söylemi”nin ön sırası-na koymuş iki partiyi kendi eliyle iktidara

    getirmesi bir “olasılıktır”. Mantık sınırlarınıne kadar zorlarsa zorlasın, “senaryo yazıcı-ları” için (safdil matematikçiler için) böylebir “olasılık” elbette ortaya atılacaktır. Buolasılığın olabilmesinin tek koşulu, böyle birazınlık hükümeti kurulduğunda ekonomik,toplumsal, siyasal ve askeri alanda öncedenbilinen büyük bir krizin kapıda olması ve AKP’nin politikalarının sonucu olacak böy-le bir krizin sorumluluğunun CHP ve MHP’ye yıkılmak istenmesidir. Bunun için de CHP ve MHP’nin “kör”, “budala” ya da kısa birzaman için de olsa iktidar olabilmek için“herşeyi yapmaya” hazır olmaları gerekir.

    Tüm bunlar olamayacağına göre, geriyekalan tek “senaryo” erken seçim olmakta-dır. Recep Tayyip Erdoğan’ın böyle bir “se-naryo”dan yana olduğu varsayılarak bu ola-sılık “senaryo yazıcıları” tarafından birincisıraya konulmaktadır.

    Diğer yandan “seçimden yeni çıkılmış-ken erken seçim neyi değiştirecek”ciler er-ken seçime “şiddetle” karşı çıkacaklardır.

    Hem üstelik yeni seçilmiş “vekiller”in emek-lilik hakkını alabilmek için en az iki yıl gö-rev yapmış olmaları gerekmektedir. Bu du-rumda da “yeni vekilleri” erken seçime ik-na etmek pek olası görünmeyecektir. (Şüp-hesiz böyle bir “gerekçe” mevcut yasalar-dan yola çıkılarak “senaryolaştırılmaktadır”.Oysa AKP iktidarında görüldüğü gibi, EnverPaşa’nın “yok yasa/yap yasa”sından “var ya-sa/değiştir yasa”sına geçilmiştir. Böyle bir“yasal engel”in parlamentoda aşılması sa-dece birkaç dakikayı alır. Herhangi bir “tor-

    ba yasa”yla “yeni vekillerin” emeklilik hak-kına ilişkin yasa hemen değiştirilir. ÜstelikCumhurbaşkanı 45 günde hükümet kurula-madığı takdirde erken seçime gitme kararıalabilmektedir.)

    Recep Tayyip Erdoğan’ın “gönlünde ya-tan aslan”ın erken seçim olduğu ileri sürü-lebilir. Ama bunun için “makul” bir gerek-çe de ortaya atılamamaktadır. “Senaryo”su yazılan tek gerekçe ise, Recep Tayyip Erdo-ğan’ın 45 gün içinde bir “kaos” (Türkçesiy-le “kargaşa”) ortamı yaratarak, “bakın gör-

    dünüz mü, biz gittik kaos geldi” söylemiyleerken seçim kararı almasıdır. “Havuz med- yası/yandaş medya” seçimin hemen erte-

    sinde bu “senaryo”nun üzerine atlamışlar-dır. Ama buradaki ana sorun “kaos”un na-sıl çıkartılacağıdır. “Bu seçim tablosundanhükümet çıkmıyor” söylemiyle böyle bir

    “kaos” yaratılamayacağı da açıktır. Elde tekkalan “kaos” yaratıcılığı islamcı-faşist milis-lerin piyasaya sürülmesidir. Diğer ifadeyle,Recep Tayyip Erdoğan’ın Kürt Hizbullahı’nı ya da IŞİD’i Türkiye’ye çağırmasıyla yaratı-labilir. Bu da Recep Tayyip Erdoğan’ın iç sa- vaş planlarının uygulaması demektir. Sorun,iç savaş planını “hiçbir” gerekçe olmaksı-zın, öylesine ve hızlı biçimde uygulamayasokulup sokulamayacağıdır.

    Böylesi bir “kaos” yaratıcılığı, hiç kuşku-suz “sandık”ın da ortadan kalkmasına yolaçar. Bu nedenle de “erken seçime” gidil-mesinin bir aracı durumunda değildir. (Al-tını çizerek vurguladığımız gibi, iç savaş, Re-cep Tayyip Erdoğan’ın iktidarı tümüyle kay-betme durumuyla bağlantılıdır.)

    Bu durumda elede kalan son “senaryo”lar AKP+CHP ya da AKP+MHP koalisyon hü-kümeti olmaktadır.

    Daha baştan CHP ve MHP’nin AKP ilekoalisyona gitmeyeceklerini söylediklerin-den bu “senaryo”, “senaryo yazıcıları” tara-

    fından çok itibar görmemiştir. Ama öte yan-dan CHP de, MHP de (ve hatta utangaç ola-rak HDP de) “hiç merak etmeyin ülkeyi hü-kümetsiz bırakmayız” da demişlerdir. Bu daaçık biçimde “en olmaz senaryo”nun olabi-leceğini ifade etmektedir. Buradaki “tek” so-run Recep Tayyip Erdoğan olmaktadır. Dev-let Bahçeli’nin seçim gecesi yaptığı “uzlaş-maz” konuşmada, “Erdoğan görevine de- vam edecekse ya anayasal sınırlarda kalma-lı ya da istifayı düşünmelidir” demiştir.

    Görüldüğü gibi, her türlü “koalisyon”a

    kapıları kapattığı söylenen Devlet Bahçeli,çok açık biçimde Recep Tayyip Erdoğan“sorunu”nu (ya da “fenomeni”ni) çözme-nin anahtarını da ortaya koymuştur: “Ana- yasal sınırlarda kalmalı”!

    Buradan çıkan sonuç, Recep TayyipErdoğan’ın“anayasal sınırlarda” kalmayı ta-ahhüt etmesi durumunda MHP’nin de AKPile koalisyon hükümeti kurabileceğidir. Ben-zer durum CHP için de geçerlidir.

    Recep Tayyip Erdoğan’ın kamuoyunu yönlendirebilecek bir “gerekçesi” olmadan

    seçimin hemen ardından bir iç savaş baş-latmaya kalkışması olanaklı değildir. Hala“kaçak saray”da mukimdir, elinde çok ge-

  • 8/18/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 144, Mayıs-Haziran 2015

    14/28

     14

    KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2015

    niş “anayasal” yetkiler bulunmaktadır. Aksihalde TSK’nın devreye sokulmasına ve as-keri bir darbenin gerçekleştirilmesine yolaçacaktır. Kısacası, Recep Tayyip Erdoğan’ın

    zaman kazanmaya ihtiyacı vardır. Bu da “uz-laşmacı” bir görüntü sergilemesine, “anaya-sal sınırlar içinde kalacak” görüntüsü ver-mesine yol açmaktadır.

    Bütün bunların yanında “yeşil sermaye”-nin uluslararası bağlantıları vardır. “Yeşil ser-maye” bu bağlantılarını yok sayarak, sade-ce Recep Tayyip Erdoğan’ın “kişisel otorite-si” için “Roma”yı yakmayı göze alamaya-caktır. Bu da bir “orta yol”un bulunmasınınkapısının aralanması demektir.

    Böylece tüm “senaryo”lardan elde kalan AKP ile CHP ya da MHP’nin bir koalisyonhükümeti kurması “senaryo”su olmaktadır.Recep Tayyip Erdoğan’ın “beklenmedik bi-çimde” Deniz Baykal ile görüşmesi AKP+CHP koalisyon hükümeti kurulma olasılığı-nı daha öne çıkarmış görünmektedir.

    Neyin ne olacağı önümüzdeki günlerdesomut olarak ortaya çıkacaktır. Ama seçimgecesinden itibaren ortaya atılan bir sürü“senaryo”nun boşlukta kaldığı da açıktır.

    Olası bir AKP+CHP koalisyon hüküme-

    tinin hangi “uzlaşma”ya dayanacağı, hangi“ödünler” karşılığında oluşacağı, önümüz-deki sürecin de nasıl evrileceğini göstere-cektir.

    Devrimciler için sorun, mevcut “parla-mento aritmetiğinden hangi hükümetin çı-kacağına ilişkin “senaryo”lar yazmak değil-dir. Böyle bir tutum, olsa olsa legalizme ta-pan, “Bu ‘Gezi Parkı Kuşağı’, özlemlerininiktidarını artık yalnızca ve yalnızca sandıktaarayacak kadar demokrat” (Ahmet Cemal,İleri Haber) diye yazanların tutumu olabi-

    lir.Devrimciler, kahin değildir ve kahinler

    gibi geleceğin falına bakmazlar. İçinde bu-lunulan somut tarihsel koşullardan yola çı-

    karak geleceği kurarlar. Devrimcilerin yap-tığı somut durumun somut tahlilidir. Bu tah-lil, toplumdaki sınıfların ilişki ve çelişkileriile bunların emperyalist sisteme bağlı ola-

    rak değişimini ortaya koyar. Bununla da ye-tinmez. Bu tahlilin verilerinden yola çıkarak,içinde yaşanılan somut koşullarda mücade-lenin nasıl biçimlendirileceğini de belirler.

    Bir seçimde hangi sonucun çıkacağını“önceden” kestirmeye kalkışmak ve bunabağlı olarak “politika” geliştirmek ya da“taktik” vaaz etmek ile devrimci mevcut du-rum tahlili yapmak taban tabana zıttır. Ge-lişmeleri önceden kestirmeye kalkışanlar, yani “kahin”ler, sadece legalizme tapınan ve düzen içinde ortaya çıkacak gelişmeler-de bir “yer” kapmayı planlayanlardır. Onla-rın “senaryo”lar üretmesi ya da üretilmiş“senaryo”ların bazılarına “banko” yapmala-rı, alelacele bir “yer”e kapılanmaya çalışma-larının ürünüdür.

    Devrimciler olası tüm gelişmeleri hesa-ba katmak ve buna karşı bir tutum belirle-mek, hazırlık yapmak durumundadırlar. An-cak tüm “olasılıklar”a karşı hazırlıklı olmakiçin, herşeyden önce tutarlı ve sistemli birdevrimci çizginin varolması gerekir. Sadece

    böyle bir çizgiye bağlı olarak mücadeleyisürdürenler, olası gelişmeler karşısında ha-zırlıksız yakalanmazlar. Lenin’in deyişiyle,“Biz kendi yolumuzda ilerlemeli ve düzenliçalışmamızı sebatla sürdürmeliyiz. Beklen-medik olaylara ne kadar az bel bağlarsak,herhangi bir ‘tarihi dönemeç’ karşısında ha-zırlıksız yakalanmamız da o kadar olanak-sızlaşır”.

    Devrimcilerin yapması gereken, gelişenolayların niteliğini ve nasıl sonuçlar ürete-ceğini saptamaktır. Buna bağlı olarak da so-

    mut hareket çizgisini saptamak, taktik plan-ları yapmak ve taktik hedefleri belirlemek-tir. Bunun tek önkoşulu da doğru bir dev-rimci çizgiye sahip olmaktır.

  • 8/18/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 144, Mayıs-Haziran 2015

    15/28

    Mayıs-Haziran 2015 KURTULUŞ CEPHESİ

    15

    “Türkiye ekonomisi krizin arifesinde - dir .”

    İlk bakışta “her zamanki” ve sıradanlaş-mış bir ekonomik değerlendirme olarak ba-kılabilecek bu ifade, kapitalist sistemin özel-likleri, emperyalizmin niteliği ve emperya-list-kapitalist sisteme bağlı olan ülkelerin“yapısal” özellikleri bilinmediği sürece sa-dece bir “öngörü”den ibaret kalır. Bir “ön-görü” olarak kaldığı sürece de buradan çı-

    kartılabilecek bir “sonuç” ya da “pratik ey-lem” sözkonusu değildir.Genel olarak “sol”da ekonomik tahliller

     ve buna dayandırılan “öngörüler”, hemenher zaman mevcut sistem içinde bir deği-şim ve dönüşümün (ama “radikal” değişim ve dönüşümün) başlangıcı olarak görüldü-ğünden (ve sadece “ekonomistler”in işi ola-rak kabul edildiğinden) çok da ilgi görmez. AKP’nin 2001 Şubat kriziyle iktidara geldiği varsayıldığından, gidişinin de bir ekonomikkrizle olacağı hemen hemen “sol”un ortak

     yargısı durumundadır. Bu nedenle de eko-nomik tahliller, kriz “öngörüleri” ne kadar yapılıyor olursa olsun, her durumda “sade-de” gelmesi istenir. Açıkçası ne denli eko-nomik verilerden, göstergelerden söz edilir-se edilsin, sonuçta “Kriz var mı? Ne zamanpatlak verecek? Sen ondan haber ver” de-nilir.

    Bu “sadede gelinmesi” talebi, ekonomiktahlillerin kehanet belirtileri göstermesi ileözdeştir.

    Bugün Türkiye ekonomisi, sözcüğün“makro” anlamıyla büyük bir krizin, nere-deyse Yunanistan krizini aratmayacak birkrizin arifesinde bulunmaktadır. Bu bir ke-

    Ey FED!Sen Nelere Kadirsin!

    hanet değil, mevcut ekonominin resmidir. Aşağıda alt alta vereceğimiz ekonomik

    göstergeler ve veriler bu resmi oluşturanparçalardan oluşmaktadır. Ekonomiyle sa-dece borsa düzeyinde ilişkisi olan, her gündoların ve altının fiyatına bakarak ülke eko-nomisinin ne durumda olduğuna ilişkin en-gin bilgiye sahip olanlar için bu göstergeler ve veriler sadece “aylak toplamalar”danibarettir. Tersine olarak, yine aynı verilere

    bakarak ekonominin ne kadar “kötüye” gi-dip gitmediğini anlamak isteyenler ise, aynıgöstergeler ve verilerde “dehşetengiz” sayı-lar ve grafikler görmek isteyeceklerdir.

     Ancak “ortalama yurttaş”, ekonomik tah-liller ne gösterirse göstersin, ekonomik ve-riler ne yönde gelişirse gelişsin, her durum-da kendi cebine ve pazara bakarak bir so-nuç üretir. Onun açısından fiyatların sürek-li artması sadece “olağan” bir durumdur.Onun için “olağan olmayan” durum “kriz”durumudur ve bu da sadece fiyatların çok

    kısa bir zaman diliminde çok yüksek oran-larda artmasıdır. Bu açıdan enflasyon veri-leri onun için bir anlam ifade etmez. Aynışekilde, işsizlik verileri kendisi işsiz kalma-dığı sürece sadece ekonomi sayfalarındasözü edilen “bir şey”dir.

    Gerçekte ekonomik göstergeler ve veri-ler, içinde yaşanılan andaki durumu değil, yaşanılmış, yani dünde kalmış  durumlarıortaya koyar. Veriler açıklandığında (ki he-men her durumda ülkelerin “resmi” istatis-tik kurumları tarafından açıklanır) olan za-ten çoktan olmuştur. Bu nedenle bir ülke-nin krize girdiğini söyleyebilmek için, kri-zin zaten yaşanılıyor olması gerekir. Bu açı-

  • 8/18/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 144, Mayıs-Haziran 2015

    16/28

     16

    KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2015

    dan da ekonomik krize ilişkin göstergeler ve veriler, yaşanılan krizin ardından gelir.Ekonomik tahlilin yapabileceği tek şey, ne-ler yaşanıldığını göstermek ve bunlardan yo-

    la çıkarak gelecekte daha nelerin olabilece-ğini öngörmekten ibarettir.

    Emperyalist-kapitalist sistem, genel ifa-deyle, sürekli bunalım içindedir . Bu buna-lımlar zaman zaman derinleşmekte ve kriz-lere dönüşmektedir. Marks-Engels’in bilim-sel tahlilleriyle ortaya çıkarttıkları gibi, kapi-talizmin genel bunalımları 1825 yılına daya-nır. Aradan geçen 190 yıl boyunca sayısızbunalımlar ve krizler patlak vermiştir. Kimi-leri 1929 ekonomik krizi gibi büyük bir yıkı-ma yol açarken, kimileri kolayca lokalizeedilebilmiş ve yapay araçlarla zamana yayı-larak şiddetini kaybetmiştir.

    Bu açıdan son dönemlerin en büyük kri-zi 1980 yılında yaşanmıştır. “Dünya borç kri-zi” adı verilen bu kriz, Amerikan emperya-lizminin, yani FED’in (ABD Merkez Banka-sı) 1979 yılının son aylarında faiz oranlarını yükseltmesiyle başlamış ve tüm dünyayı,özellikle de emperyalizme bağımlı ülkelerietkisi altına alarak yaygınlaşmış ve 1994 yı-lına kadar sürmüştür.

    Kimi neo-liberal ekonomistlerin “büyükdalgalar teorisi”ne uygun olarak yorumla-dıkları bu kriz biter bitmez 1997 yılında As- ya Krizi patlak vermiştir. Japonya’nın bu ta-rihten günümüze kadar içinden çıkamadığıdurgunluk süreci de böylece başlamıştır.

     Asya krizi belli ölçülerde lokalize edil-mişse de, 2000 yılında, “dot.com” krizi ola-rak adlandırılan ve ağırlıklı olarak bilgisayar ve internet teknolojisine yatırım yapan şir-ketlerin iflasıyla ortaya çıkan, ABD ve Avru-pa’nın emperyalist ülkelerini etkisi altına

    alan ekonomik kriz patlak vermiştir. “dot.com” kriziyle birlikte ABD’nin en büyükenerji şirketi olan  Enron,  51 milyar dolarborç bırakarak 2001 yılında iflas etmiştir.

    “dot.com” krizinin bilgisayar ve internet yatırımlarında ortaya çıkan “balon”un (ser-mayenin aşırı-üretimi) sonucu olarak patlak vermesiyle birlikte banka kredileri ödene-mez hale gelmiş ve bunun sonucunda dabir mali kriz ortaya çıkmıştır. İşte bu malikriz Enron’un iflasına yol açmıştır.

     ABD ekonomisi bu krizden 2003 yılında

    Irak’ın işgaliyle başlayan büyük askeri har-camalarla çıkabilmiştir. (Her ne kadar “ bu- siness cycle” verileri derleyen NBER’e* gö-

    re bu krizin Mart 2001’den Kasım 2001’e ka-dar sekiz ay sürdüğü kabul edilse de, ger-çekte 2003 Irak işgaliyle başlayan askeri har-camalarla atlatılmıştır.)

    “dot.com” krizinin üzerinden henüz dört yıl (NBER’e göre altı yıl) geçmişken, bu kezde Aralık 2007’de “mortgage krizi” patlak vermiştir. NBER sayılamasına göre, Aralık2007-Haziran 2009 arasında 18 ay sürdüğüileri sürülen bu kriz, bugüne miras bıraktığı“parasal genişleme” politikalarıyla geçiştiril-meye çalışılmıştır. FED, yani ABD MerkezBankası, ABD’nin en önemli “yatırım ban-kası” olan Lehman Brothers’ın Eylül 2008’deiflas etmesiyle birlikte, bankaları, özelliklede “ipotekli konut kredisi” veren finans ku-ruluşlarını iflastan korumak amacıyla piya-saya trilyon dolarları aşan dolar sürmüştür.

    İşte bugün Türkiye ekonomisinin karşıkarşıya kaldığı ekonomik kriz, FED’in “para-sal genişleme” politikalarıyla piyasaya sür-düğü trilyon dolarlarla bağlantılıdır. Ancak ABD’de başlayan “mortgage krizi” hızla em-peryalizme bağımlı ülkelere yayılmış ve so-nuçta Türkiye ekonomisi 2008’in sonlarınadoğru tarihinin en ağır krizine girmiştir. Re-cep Tayyip Erdoğan’ın “bizi teğet geçti” de-

    diği kriz, bu krizdir.“Mortgage krizi”nin yaygınlaşmasına pa-ralel olarak FED “parasal genişleme”yi da-ha da artırmak zorunda kalmıştır. Böylece“QE 1, QE 2, QE 3” adıyla piyasalara verilentrilyon dolarlar ABD dışına çıkarak geri-bı-raktırılmış ülke ekonomilerine “can suyu”sağlamıştır.

    Bu dönemin en gözde ekonomi politika-sı “yüksek faiz-düşük kur” politikası olmuş-tur. Bu sayede geri-bıraktırılmış ülkelere (el-bette başta Türkiye olmak üzere “kırılgan

    beşli”lere) dolar akmış, yerli para hızla de-ğerlenmiş, ithalat patlamış ve değerli yerlipara (örneğin TL) aracılığıyla ithal mallarınfiyatı ucuzlamıştır. Bu da (ve ek olarak tü-ketici kredileri ve kredi kartlarıyla) genişhalk kitlelerinin daha fazla tüketmelerine yol açarak, görüntüsel bir “refah” ortamı ya-ratmıştır.

    Bu sayede, ucuz dolar yoluyla, AKP ikti-darının “çalıyorlar, ama yapıyorlar” “algı”sıortaya çıkmıştır. “Duble yollar”, büyük oto-banlar, “rezidanslar”, hızlı trenler, “çılgın

    * NBER -  National Bureau of Economic Resear  -ch.

  • 8/18/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 144, Mayıs-Haziran 2015

    17/28

    Mayıs-Haziran 2015 KURTULUŞ CEPHESİ

    17

    projeler”, “dev hava limanları ihaleleri” bu yolla finanse edilmeye başlanmıştır.

    Değirmenin suyu ABD’den, özel olarakda FED politikalarından geldiği için de

    FED’in muslukları kestiğinde neler olabile-ceği hiç düşünülmemiş, gelen ucuz dolar-lar ve bunlarla yapılan ithalatlar alabildiğinebüyümüştür.

    Düşük kurla, yani TL’nin aşırı değerlen-mesiyle sağlanan tüketim artışı, aynı zaman-da dolar borçlarının yığılmasına ve büyükbir “balon” oluşturmasına yol açmıştır. Tür-kiye’nin iç ve dış borç istatistiklerine bakıl-dığında bu borçlanmanın ne boyutlara ulaş-tığı çok açık biçimde görülür.

    FED’in, yani suyun kaynağının 2013 yılı-nın Mayıs ayında “parasal genişleme” poli-tikasını sona erdireceğini açıklamasıyla bir-likte değirmenin suyu kesilmeye başlamış-tır. 2014 yılının Ekim ayında “parasal geniş-leme” resmen sona ermiştir.

    Sadece FED’in (o dönemdeki başkanıolan Bernanke’nin) “parasal genişleme”yisona erdireceklerini açıklaması TL’nin hızladeğer kaybetmesi için yeterli olmuştur.

    İşte bugün Türkiye ekonomisinin karşıkarşıya olduğu ekonomik krizin kaynağı,

    ucuz dolar döneminin sona ermesiyle bir-likte TL’nin değer kaybetmesidir. Dolar ku-runun son iki yıllık “serüveni” bunu açıkçagösterir.

    Bu gelişmeler içinde Recep Tayyip Erdo-ğan’ın TC Merkez Bankası’nın faizleri indir-mesi için baskı yapması, ilk olarak Ocak2014 sonlarında büyük bir faiz artışıyla so-nuçlanmıştır. Ardından “Ey Merkez Banka-sı” çıkışı gelmiş ve bu da Şubat 2015’de do-ların ve piyasa faizlerinin yükselmesiyle so-nuçlanmıştır.

    Bugün FED’in, ABD’nin faiz oranlarını yükseltme kararı alması beklenmektedir. Eniyimser tahminlere göre, Ağustos-Eylül ayın-da FED’in faiz oranlarını yükselteceği ön-görülmektedir. ABD’de yükselen faiz oran-ları, kaçınılmaz olarak doların “vatanınadön-mesi”ne yol açarak, dünya çapında de-ğer kazanmasını getirecektir. Diğer ifadey-le, dolar değerlenirken, yerli paralar, yani TLhızla değer kaybedecektir.

    TL’nin değer kaybetmesi ve bunun gide-rek artması durumunda, öncelikle (“halkın

    cebini” ilgilendiren) ithal mallarının fiyatı ar-tacaktır. İkinci olarak, doların değeri arttığın-dan dış borç ödemeleri ve cari açığı kapat-

    mak için gerekli ve zorunlu dolar borçlan-ması, hem zor, hem de daha yüksek faizoranlarıyla olanaklı olabilecektir. Bunun so-nucunda cari açığın yüksek maliyetli dolar-

    la kapatılmaya çalışılması, ithalata tümüylebağımlı kılınmış ülkeyi hem ithalat yapamazhale getirecek, hem de yüksek faiz ödeme-lerine neden olacaktır. Bunların sonucu ise,devlet bütçe gelirlerinin büyük bir bölümü-nün yükselen faizler için tüketilmesidir.

    İşte bu andan itibaren, hem ucuz ithalmalı tüketimi “dip” yapacak, hem de büt-çeden “halkın refahı” için yapılan harcama-lar (ki bunun içinde “sosyal yardımlar” dabulunmaktadır) duracaktır.

    TL’nin değer kaybetmesi (tersi dolarındeğer kazanması), büyük ölçüde “dış girdi- ye” (ithalata) bağımlı olan üretimde mali- yetleri yükseltecektir. Yükselen maliyetleraynı oranda fiyatlara yansıyacak ve enflas- yon “çift rakamlı” düzeylerde seyretmeyebaşlayacaktır.

     Ama buraya kadar ortaya koyduklarımız,bir bakıma işin “en kolay” yanıdır. Asıl “teh-like” doların değerlenmesiyle birlikte dolar-la yapılmış dış borçların TL cinsinden çokbüyük ölçüde artması ve ödenemez hale

    gelmesidir. Özellikle özel sektörün dış borç-ları bu gelişmede kilit öneme sahiptir. Dü-şük faizle yıllar içinde alınmış dış borçlar(bankaların sendikasyon kredileri dahil) 282milyar dolara çıkmışken, bunların süreklideğer yitiren TL karşılıkları sürekli büyümekdurumundadır. Dolarla borçlanıp TL ile sa-tan sanayici ve tüccar, yine dolarla borçla-nıp TL cinsinden hazine bonolarına yatırım yapan bankalar hızla iflasa sürüklenecekler-dir. Bu da özel sektörün dolar borçlarınıödeyememesi demektir. Bunun ürünü ise,

    tüm özel sektör borçlarının devlet tarafın-dan üstlenilmek zorunda kalınmasıdır.

     ABD’de faiz oranları yükseldiği ölçüdedünya çapında faiz oranları yükselecektir.Düne kadar düşük faizle dışarıdan borç alanözel sektör ve bankalar, ya yüksek faiz öde- yerek borçlarını çevirmeye çalışacaklar yada iflas ederek borçlarını devlete havaleedeceklerdir. Bu ikinci durumda devletin fa-iz ödemeleri daha da artacaktır.

    Bu çok açık biçimde dış borç krizidir.Bugün Yunanistan’ın içinde yaşadığı da bu

    krizdir.Bu dış borç krizi, doğrudan dış borçlan-

    mayla sağlanan dolarların TL’ye çevrilerek

  • 8/18/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 144, Mayıs-Haziran 2015

    18/28

     18

    KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2015

    hazine bonolarına yatılması nedeniyle içborçlanmanın “maliyeti”ni, yani faiz yükü-nü daha da artıracaktır. Bu da giderek bir içborç krizini tetikleyecektir.

    “Ama bu kriz Türkiye’nin kendisindenkaynaklanan bir kriz değil, tümüyle dış şok-lardan kaynaklanan bir krizdir” söylemininburada “on para” değeri yoktur. Çünkü bu-güne kadar yüksek faiz-düşük kur yoluylasağlanmış ithalat da, tüketim de, “refah” da“içten” değil, “dıştan” kaynaklanmıştır.

    Bu durumdan kurtulmak (ki olanaksız-dır) ya da en azından krizin etkisini azalt-mak için Türkiye’nin elinde hiçbir “enstrü-man” bulunmamaktadır. Sanayi üretimi veenerji üretimi neredeyse %90 oranında itha-lata bağımlıdır. Buna bir de fiyatı yüksele-cek olan petrol eklendiğinde, “yerli” üretimneredeyse yapılamaz hale gelecektir.

    “Halkı” ilgilendiren tarafıyla söylersek,şekerden süte, mısırdan ete her şeyin ithaledildiği bir ülkede TL’nin değer kaybetme-si/doların değer kazanması tüm bu ürünle-rin fiyatlarının yükselmesine yol açacaktır.Bankalar kendi dolar borçlarını ödeyemezhale geldikçe (ki iflas da edebilirler) tüketi-ci kredileri kesilecek ve eskisi gibi kredi

    borçları çevrilemeyecektir. Ama iş bununlada bitmeyecektir. Yükselen faiz oranları tü-ketici kredilerinin faizlerinin de yükselmesi-ni getirecektir. Özellikle konut kredisiyle evalmış olanlar, bu durumda borçlarını öde- yemez hale gelecektir. Sonuç ise, “ipotekli”

    evlere haciz gelmesidir.Evet, Türkiye’nin bugün karşı karşıya ol-

    duğu ve nihayetinde Eylül ayı sonrasında“başa gelecek” krizin “dehşetengiz” tablo-

    su budur. Bunu görmek için ekonomik gös-tergelere ve verilere öylesine bakmak bile yeterlidir.

    Sayısal verilere geçmeden önce, son ola-rak, “sol”un ekonomik krizden “devrim” çı-kartma hesaplarına da değinmemezlik et-meyelim.

    Ekonomik krizler, özellikle yıkıcılığı çok yüksek olan krizler halkın yaşam koşulları-nı (“iş, aş, ekmek”) büyük ölçüde zorlaştı-racaktır. İthal ürünlerin pahalanması ve fa-iz oranlarının yükselmesi öncelikle tüketimsektörünü, inşaattan ticarete tüm alanları et-kileyecektir. Bu sektörlerde işsizlik hızla ar-tacaktır. Ardından dışa bağımlı sanayi üreti-minin düşmesiyle birlikte “kalifiye” işgücüişsiz kalacaktır. İşsizlikteki artış, enflasyon-daki yükseliş, yaşam koşullarındaki kötüleş-me karşısında halk kitlelerinin “ayaklanma” ya da “isyan” edeceğini beklemek tarihsel

    Dış Borç Stoku

    (milyar $) Kamu   TCMBÖzel

    Sektör   Toplam

    2003 70,8 24,4 48,9 144,2

    2007 73,5 15,8 160,7 250,02008 78,3 14,1 188,5 280,9

    2009 83,5 13,2 172,2 268,9

    2010 89,1 11,6 191,2 291,9

    2011 94,3 9,3 200,2 303,8

    2012 104,0 7,1 227,8 338,9

    2013 115,9 5,2 267,9 389,1

    2014 Ç1 117,2 4,9 266,1 388,2

    2014 Ç2 119,6 4,3 278,6 402,4

    2014 Ç3 119,1 2,9 275,7 397,7

    2014 Ç4 117,7 2,5 282,2 402,42003-2014Farkı

    -46,9 21,9 -233,3 -258,3

    Dolar Kuru

    Ocak 2013 1,77237

     Aralık 2013 2,06153Ocak 2014 2,22085

    Şubat 2014 2,21675

    Mart 2014 2,22179

    Nisan 2014 2,13130

    Mayıs 2014 2,09457

    Haziran 2014 2,11954

    Temmuz 2014 2,12249

     Ağustos 2014 2,16216

    Eylül 2014 2,20756

    Ekim 2014 2,26239

    Kasım 2014 2,23760

     Aralık 2014 2,29178

    2014 Değişim   %3,19

    Ocak 2015 2,33254

    Şubat 2015 2,45964

    Mart 2015 2,58850

    Nisan 2015 2,65293

    Mayıs 2015 2,65091

    Haziran 2015 2,7052811 Haziran 2015 2,74050

    2015 Değişim   %15,98

  • 8/18/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 144, Mayıs-Haziran 2015

    19/28

    Mayıs-Haziran 2015 KURTULUŞ CEPHESİ

    19

    gerçeklerle hiçbir biçimde bağdaşmaz. Eğerekonomik krizler bir devrime yol açıyor ol-saydı, bugüne kadarki tüm devrimlerin ağırekonomik kriz koşullarında patlak vermesi

    İşsizlik

    Toplam İşsizSayısı (milyon)

    İşsizlikOranı

    Tarım DışıİşsizlikOranı

    2014 2,853 %9,9 %12

    2015 Mayıs 3,226 %11,2 %13,2

    İhracat  %

    Değişimİthalat

      %

    DeğişimDış Ticaret

     Açığı

    Ocak-Nisan 2014 53.505.697 78.116.561 -24.610.864

    Ocak-Nisan 2015 50.476.755 -5,7 70.663.098 -9,5 -20.186.343

    gerekirdi. Ama öyle olmamıştır. Devrim,ekonomik sıkıntı içinde olan kitlelerin eyle-miyle değil, devrimin gerekliliğinin bilincin-de olan kitlenin eylemiyle gerçekleşir.

  • 8/18/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 144, Mayıs-Haziran 2015

    20/28

     20

    KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2015

    Stalin’in bu sözünü bilmeyen ya da duy-mamış bir devrimci tasarlayabilmek olanak-sızdır. Her devrimci, devrim sempatizanı, bubelirlemeyi, eyleminin temeline koymak du-rumundadır.

    Marksizm-leninizmde kadro sorunu,doğrudan örgütlenme sorunu olarak ortayakonulur ve proletarya partisinin örgütlenme-

    si olarak somutlaşır. Kadroların devrim mü-cadelesindeki belirleyiciliği, kaçınılmaz ola-rak kadroların devrim mücadelesinin gerek-lerine uygun bir bilince ve bunun somutlu-ğu olarak belirli bir pratiğe sahip olmalarınıgerektirir. Her devrim mücadelesinde veproletarya partisinde, kadronun belirleyici-liği, mücadelenin gerektirdiği bilince, us-talığa ve kararlılığa sahip kadroların olma-sı ve bu kadroları yaratmak biçiminde özelbir konu olarak ele alınır. Bu da, ister iste-mez, devrimci çizginin belirlediği mücade-

    leyi sürdürmeye uygun kadroların oluşturul-ması demektir. Böylece belirli bir niteliğesahip kadroların oluşturulması, proletaryapartisinin temel görevi ve sorunu olarak be-lirginleşir.

    Sözcüğün tam anlamıyla, devrim müca-delesinde yer alan kadroların sayısı niceli-ği; bu kadroların devrim mücadelesinin ge-reklerine uygun olmaları niteliğini ifadeeder. Bunların karşılıklı ilişkisi, devrimci gö-revlerin yerine getirilmesinde de belirleyici-dir. Örgütlenmede nicelik-nitelik ilişkisi ola-rak da ifade edilen bu durum, Stalin’in ifa-de ettiği gibi, tüm mücadeleyi belirler. Be-lirlenmiş devrimci çizgiyi pratiğe uygulaya-

    cak yeterince kadroya sahip olmak nicelik  düzeyini tanımlarken; bu devrimci çizginingerektirdiği özelliklere sahip kadronun ol-ması nitelik  düzeyini tanımlar. Bu nedenle,hemen her durumda, devrimci çizgiyi pra-tiğe uygulayacak yeterde ve yeterlilikte kad-roların yaratılması, her devrimci örgütün bi-rincil sorunu olmaktadır.

    Buraya kadar, sorun, salt örgütlenme so-runu olarak ortaya çıkar. Eğer böyle bir ör-gütlenmeyi sağlayabiliyorsanız, yani gerekli ve yeterli sayıda kadroya sahip olabiliyorsa-nız, mücadeleyi planlandığı doğrultuda sür-dürme olanağına sahipsinizdir. Ancak dev-rim mücadelesinin, karşı-devrimin zoru, şid-deti altında sürdürülen bir mücadele olma-sı, kaçınılmaz olarak, bu süreçte kadroların yitirilmesine neden olur. Böylece, kadrola-rın yeniden yaratılması ve eski kadroların yerlerinin doldurulması gündeme gelerek,

    kadro sorununu sürekli kılar. Bu zorunluluk,devrimin bir Halk Savaşı ile zafere ulaşaca-ğı bizim gibi ülkelerde çok daha büyüktür.Hele ki, Öncü Savaşı’nın verilme zorunlulu-ğu, kadro sorununu, eşi görülmedik düzey-de önemli hale getirir. Böyle bir savaşta, ka-çınılmaz olarak kadroların üstlendikleri gö-revler ve yerine getirmeleri göreken feda-kârlıklar öylesine yoğundur ki, kadroların ni-teliğinin belirleyiciliği en yakıcı bir biçimdeortaya çıkar. Bu, aynı zamanda, karşı-devri-min kadro pasifikasyonuna yönelik tüm gi-rişimlerinin nedeni olmaktadır.

    Buraya kadar söylediklerimiz, her dev-rimcinin bildiği ve bilmek durumunda oldu-

    “Doğru devrimci çizgi belirlendikten sonra, herşeyi, doğru çizginin kaderini, zaferve yenilgiyi, kadrolar belirler.” (Stalin)

    Kadrolar 

  • 8/18/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 144, Mayıs-Haziran 2015

    21/28

    Mayıs-Haziran 2015 KURTULUŞ CEPHESİ

    21

    ğu gerçeklerdir. Ancak, sorun pratik olarakele alındığında, karşılaşılan sorunların bo- yutları, hiç de konunun bu denli içsel bir so-run olmadığını ortaya koyar. Salt emperya-

    lizmin kadro pasifikasyonu için geliştirmişolduğu yöntemleri ve bunların uygulanma-sı için kullandığı araçları ele almak bile, bu-nun nerelere kadar uzandığını göstermeye yetecektir. [...]

    Tarihin belirli bir döneminde, mevcutekonomik, sosyal ve siyasal sistemin insan-lığın ileriye doğru gelişiminin ve tarihsel iler-lemenin engeli olduğu bir dönemde, yanimevcut üretim ilişkilerinin üretici güçleringelişimini engellediği ve yer yer durdurdu-ğu bir tarihsel dönemde, bu koşulların bilin-cinde olan ve bu koşulları ortadan kaldıra-rak, insanlığın tarihsel gelişiminin önünüaçan, bu süreci hızlandıran insanlar, o tarih-sel dönemin görev ve sorumluluğu ile ha-reket ederek, kendilerini devrimci olarak ta-rih karşısına koyarlar. Bu nitelikteki bir bi-rey, ister politik iktidarın ele geçirilmesi sü-recinde olsun, ister politik iktidar ele geçi-rildikten sonra olsun, yaptığı her eylemi iledevrimci niteliğini yeniden üretir ve kendi-ni aşar. Yerinde sayan, değişmeyen bir nite-

    lik, her zaman çürümeye ve bozulmaya uğ-rayacaktır. Bu nedenle de, devrimci insan,kendisini sürekli olarak aşan, yenileyen vedevrimci mücadele sürecinin öne koyduğugörev ve sorumluluğun bilincinde olan veona göre faaliyet yürüten insandır.

    Bu görev ve sorumluluk, kimi zaman,kırsal bir alanda yıllar süren sabırlı ve inat-çı bir ön örgütlenme faaliyeti olarak ortayaçıkabileceği gibi, kimi zaman, bir şehir ge-rillasının karşılaşabileceği en zor koşullar al-tında savaşmak olarak somutlaşacaktır.

    Gün olacak, emperyalizmin ve oligarşi-nin en azgın saldırıları karşısında, salt dev-rimci niteliğini korumak için yürütülen birmücadele haline dönüşecektir. Gün olacak,tutsaklık koşullarında, düşmanın her türlüpasifikasyon ve baskı uygulamalarının en yoğunlaştığı bir ortamda, devrimci onuru vekişiliği korumak için direniş olarak karşımı-za çıkacaktır. Kimi dönemlerde, polis ope-rasyonlarının en yoğun yaşandığı koşullar-da, tüm yoldaşlarıyla bağları kesilmiş olarak yaşamak zorunda kalınacaktır. Kimi dönem-

    ler gelecek, salt devrimci olduğunuzu söy-lemenin bile bir yüreklilik, bir onur olduğugünler yaşanacaktır. Gün olacak, devrim saf-

    larında yılgınlık, panik ortaya çıktığını, pekçok eski ve deneyimli insanların teker teker yitirildiğini, kimilerinin korku ve panik halin-de devrim saflarını terk ettiklerini görecek-

    siniz. En iyi ve en cesur yoldaşlarınızın, ki-mi zaman belki sizin basit bir dikkatsizliği-niz ya da düşüncesizliğiniz yüzünden yitiril-me tehlikesi ve hatta yitirilmesi durumuyla yüz yüze kalacaksınız.

    İşte tüm bu koşullar ve somutluk içinde,devrimci olarak varolabilmek, devrimciliğingerektirdiği görev ve sorumluluğu taşımak,koşullara meydan okuyarak, koşulları dev-rim lehine çevirmek için, bıkmadan, usan-madan mücadele etmek, devrimci niteliğinifadeleri olacaktır. Niceliğin azlığına baka-rak, uzlaşıcı olmak, politik esneklik adı al-tında tavizler vermek, devrim saflarındanuzaklaştırılması gerekenleri uzaklaştırmak-tan kaçınmak, devrim mücadelesine zarar veren unsurları görmezlikten gelmek, dev-rimci görevin ve sorumluluğun gerektirdik-lerini yerine getirmekten kaçınmak bir dev-rimci için ölüm demektir. Aynı şekilde, ni-celik artışı olduğu zaman, kendisini bir güçolarak tanımlayarak, her türlü devrimci iliş-ki ve ittifakı bir yana bırakmak, tüm ilişkiler-

    de buyurucu olmak, devrimci niteliğin ye-terince gelişmemiş olduğunu gösterecek-tir.

    Devrimcilik, bireyin, tarih karşısında,içinde yaşadığı tarihsel koşullar karşısında,kendi bilinci ile belirlenen sorumluluk vegörev demektir. Bu sorumluluk, bireyin di-ğer bireylere göre belirlediği, ya da bu tarih-sel koşulların sorumluluğunu taşıması gere-ken bireylerin tavırlarına göre şekillenen birbireysel sorumluluk değildir. Her bireyin,kendi tarih bilinci ile belirlenen, insanlığın

    kurtuluşuna yönelik bir savaşın getirdiği so-rumluluktur. Bu sorumluluğun gereklerinin yerine getirilmesi ve buna uygun görevleribaşarmak için her türlü özverinin gösteril-mesi, devrimci bir kişinin, doğal, kaçınılmazbir niteliği olarak ortaya çıkar. Bu açıdan,düşman karşısında teslim olmamak, işken-celerde direnmek, gerektiğinde ölümü gü-lerek karşılamak, bir devrimcide olması ge-reken doğal niteliklerdir. Bu nedenle, bu ni-teliklerin, tek tek yüceltilmesi ya da devrim-cilerin değil de, belli bireylerin niteliğiymiş

    gibi ortaya konulması yanıltıcı sonuçlar do-ğuracaktır. Her devrimciden beklenilen vekendisinde olması gereken bu özellikler, ya-

  • 8/18/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 144, Mayıs-Haziran 2015

    22/28

     22

    KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2015

    ni devrimci olmanın ifadesi ve görünümüolan özveri, kararlılık, sabır, işkenceye diren-me ve düşmana asla teslim olmama, üst-lendiği görevleri yerine getirme gibi özellik-

    ler, devrimci kişiliğin ayrılmaz ve ayrılmasıolanaksız özellikleridir. Bu özelliklere sahipolmak, sadece devrimci olmayı getirecek-tir.

     Ve belki bir gün, bir kentin bir evinde oli-garşinin zor güçleri tarafından kuşatılıp kat-ledileceksiniz. Ve belki, bir buluşmada ya-kalanacak, günlerce süren işkencelerdengeçeceksiniz. Ve belki, en kolay yerine ge-tirilebilir bir görevi, eylemi yerine getirmek-te zorlanacak ve hatta başaramayacaksınız. Ve belki, hiç beklemediğiniz anda, en gü- vendiğiniz yoldaşlarınızın korku ve panikiçinde kaçtıklarını göreceksiniz. Ve belki,dağın başında yapayalnız, tek başınıza ka-lacaksınız. Üstelik tüm bunlar, sizin en iyibildiğiniz ve her devrimcinin en iyi bilmesigereken en basit kuralların yerine getirilme-mesinden ya da dikkatsiz davranılmasından, yahut küçük-burjuva alışkanlık ve zaafların

    ürünü olarak başınıza gelebilecektir. Hattasizi bu duruma düşüren, sizin yerinizi deşif-re eden, bir buluşmada sizin yakalanmanı-zı sağlayan, yoldaş dediğiniz kişi olabilecek-

    tir. İşte tüm bu koşullara rağmen, hâlâ dev-rimci olarak ayakta kalabiliyor, devrimci ola-rak tarihsel görevlerinizi yerine getirmekiçin mücadele ediyorsanız, devrimci bir ni-teliğe, kadro denilmeye layık bir niteliğe sa-hipsiniz demektir. Yoksa devrimci, karşılaş-tığı olumsuzluklar karşısında yılgınlığa,umutsuzluğa düşen, olumsuzluklar karşısın-da paniğe kapılan, olumsuzlukları aşmak yerine onların kendiliğinden ortadan kalk-masını bekleyen, bu nedenle kenara çeki-len kişi değildir. Devrimci kişi, kurtuluşa ka-dar savaşma kararlılığına sahip, her türlüolumsuz koşullara rağmen mücadele et-mekten bir an bile uzak durmayan ve belkio an geldiğinde, son nefesini vermek içinduraksamayan, içinde yaşadığı tarihsel dö-nemin en ileri, en nitelikli insanıdır. Ve ta-rih, onlar tarafından ve onların eylemi ile ya-pılır.

    (Bu yazı, Kurtuluş Cephesi’nin Ocak-Şubat 1996 tarihli 29. Sayısından alınmıştır.)

  • 8/18/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 144, Mayıs-Haziran 2015

    23/28

    Mayıs-Haziran 2015 KURTULUŞ CEPHESİ

    23

    1947’de Tunceli’de doğdu. Yüksek öğrenim için Ankara Siyasal Bilgiler Fa-kültesine girdi. Burada devrimci gençlik hareketlerine katıldı. Dev-Genç için-de yer alan Hüseyin yoldaş, Mahir Çayan yoldaşla bu mücadele içinde tanış-

    tı. THKP-C’nin oluşum sürecinde yer aldı ve kurucularından oldu. Oluşturu-lan ilk Genel Komite’de yer alarak, Doğu Anadolu Bölge Sorumluluğu’nu üst-lendi.

    THKP-C’nin 1971 yılında başlattığı Öncü Savaşının ilk evresinde gerçek-leştirilen merkezi eylemlerin içinde yer aldı. İstanbul’da şehir gerillasının ya-ratılması amacıyla alınan karar üzerine Mahir yoldaşla birlikte buraya geçti.Has’ların günlük hasılatlarının kamulaştırılması ve siyonist ajan E. Elrom’untutsak alınması eylemlerine katıldı.

    Elrom eylemi üzerine oligarşinin başlattığı kuşatma ve imha operasyonusırasında, 29 Mayıs 1971’de Mahir yoldaşla birlikte İstanbul-Maltepe’de kuşatıl-dılar. Bu iki “adalı”nın üç gün süren kuşatması, 1 Haziran günü başlatılan ope-

    rasyonla sonlanırken, Cevahir yoldaş şehit düştü, Mahir yoldaş ağır yaralıolarak tutsak edildi.Cevahir yoldaşın sanat ve kültür üzerine yayınlanmış çeşitli yazıları yanın-

    da, Küba Devrimi üzerine bir yazısı bulunmaktadır.

    TÜRKİYE HALK KURTULUŞ PARTİSİ-CEPHESİ İlk Genel Komite Üyesi

    HÜSEYİN CEVAHİR1 HAZİRAN 1971

    İSTANBUL/MALTEPE

  • 8/18/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 144, Mayıs-Haziran 2015

    24/28

     24

    KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2015

    6 Mayıs 1972 / Ankara

    DENİZ GEZMİŞ YUSUF ASLAN HÜSEYİN İNAN

    TÜRKİYE HALK KURTULUŞ ORDUSUKURUCU VE ÖNDERLERİ

    KADİR MANGA ALPASLAN ÖZDOĞAN SİNAN CEMGİL 31 Mayıs 1971 / Nurhak

  • 8/18/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 144, Mayıs-Haziran 2015

    25/28

    Mayıs-Haziran 2015 KURTULUŞ CEPHESİ

    25

    TKP(M-L) VE TİKKO’NUNKURUCUSU VE ÖNDERİ 

    İBRAHİM KAYPAKKAYA  18 MAYIS 1973DİYARBAKIR

    1949 yılında Çorum’da doğdu. İlkokulu bitirdikten sonra Hasanoğlan Öğ-retmen Okulu’na girdi. Burayı bitirdikten sonra İstanbul Çapa Yüksek Öğret-men Okulu’na başladı. Aynı zamanda İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi-Fi-zik Bölümü öğrencisi olan Kaypakkaya, sol düşüncelerle burada tanıştı. Mart1968’de Çapa Fikir Kulübü’nün kurucuları arasında yer aldı. Çapa Fikir Kulü-bü’nün başkanı olan Kaypakkaya, 6. Filo’ya karşı bildiri yayınladığı gerekçe-siyle Kasım 1968’de okuldan atıldı.

    FKF ve TİP içinde ortaya çıkan ayrışmada MDD kesiminde yer aldı.  İşçi- Köylü gazetesinin İstanbul’daki bürosunda çalışan Kaypakkaya,  Aydınlık  veTürk Solu  dergilerine yazılar yazdı. Aydınlık içinde meydana gelen ayrışma-da D. Perinçek’in başını çektiği PDA saflarında yer aldı. 1972 yılına kadar PDA(TİİKP) saflarında çalıştı ve DABK üyesi olarak görev yaptı. Bu tarihte PDAoportünistleriyle yolları ayrıldı. D. Perinçek ve çevresinin revizyonist ve opor-tünist olduklarını söyleyen Kaypakkaya, ayrılık sonrasında TKP(ML)-TİKKO’yukurdu.

    TKP(ML) faaliyetlerinin yoğunlaştırıldığı Dersim bölgesinde mücadeleederken, 24 Ocak 1973’de Vartinik mezrasında oligarşinin resmi zor güçleritarafından sarıldı. Çatışma sırasında Ali Hay