kurtuluş cephesi, sayı: 128, temmuz-ağustos 2012

32
7/31/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012 http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-128-temmuz-agustos-2012 1/32 http://www.kurtuluscephesi.com YIL: 23 SAYI: 128 Temmuz-Ağustos 2012 KURTULUŞ CEPHESİ Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede Zafer Bizim Olacaktır! Silahlı Siyasal Mücadele Kadrolar ve Politikada “Güç-Nicelik” Kavrayışı Kahinlik, Falcılık, Cin Çağırma  ve Geleceği Bilme Arzusu [“Ne Olacak Bu Suriye’nin Hali?] Savaş, Psikolojik Harekât  ve Suriye “Üsttekiler”  ya da “Bir Zamanlar” Oligarşi Recep Tayyip Erdoğan Olimpiyat Oyunları 2012

Upload: kurtuluscephesi

Post on 04-Apr-2018

226 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

7/31/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-128-temmuz-agustos-2012 1/32

http://www.kurtuluscephesi.com YIL: 23 SAYI: 128 Temmuz-Ağustos 2012

KURTULUŞ CEPHESİAnti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede

Zafer Bizim Olacaktır!

Silahlı Siyasal Mücadele

Kadrolar vePolitikada “Güç-Nicelik” Kavrayışı

Kahinlik,Falcılık,

Cin Çağırma ve Geleceği Bilme Arzusu

[“Ne Olacak Bu Suriye’nin Hali?]

Savaş,

Psikolojik Harekât ve Suriye

“Üsttekiler” ya da

“Bir Zamanlar” Oligarşi

Recep Tayyip ErdoğanOlimpiyat Oyunları 2012

Page 2: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

7/31/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-128-temmuz-agustos-2012 2/32

KURTULUŞ CEPHESİ Temmuz-Ağustos 2012

KURTULUŞ CEPHESİSORUMLU: Sezai Görür

 Yazışma Adresi:Postfach 1414

55504 Bad Kreuznach / Deutschland

http://www.kurtuluscephesi.com

http://www.kurtuluscephesi.org

http://www.kurtuluscephesi.net

http://www.kurtuluscephesi.de

E-Posta Adresi:[email protected]

Bu sayı İLKER Matbaası’nda basılmıştır. Baskı Tarihi:  3 Ağustos 2012

SİLAHLI

SİYASALMÜCADELE

KADROLAR VEPOLİTİKADA “GÜÇ-NİCELİK”KAVRAYIŞI

KAHİNLİK,FALCILIK,CİN ÇAĞIRMA 

 VE GELECEĞİ BİLME ARZUSU[“NE OLACAKBU SURİYE’NİN HALİ?]

SAVAŞ,PSİKOLOJİK HAREKÂT

 VE SURİYE

“ÜSTTEKİLER” YA DA “BİR ZAMANLAR”OLİGARŞİ

RECEP TAYYİP ERDOĞANOLİMPİYATOYUNLARI 2012

Nesnel koşulları mevcut olan silahlımücadelenin öznel koşullarının yaratıl-

masının gerekliliği ve sorunlarının elealındığı bir değerlendirme.

 Kurtuluş Cephesi’nin 29. sayısında yayınlanmış olan bir yazı.

Gelişen siyasal olaylar karşısındasolda ve küçük-burjuva kesimlerde

 yaygın ve egemen olan “geleceği bilmearzusu”nun yarattığı çelişkiler üzerine

bir değerlendirme.

1991 yılından günümüze kadar emper- yalist müdahalelerin ve işgallerin

meşrulaştırılması amacıyla yürütülen,dezenformasyona dayalı “psikolojik

savaş” üzerine bir değerlendirme.

“Globalleşen dünya” söylemleriylegizlenen ve önemsizleştirilen işbirlikçi-tekelci burjuvazi ve oligarşik yönetimin

kısa “dönüşüm” öyküsü.

Siyasal amaçlar ve çıkarları için dini biraraç olarak kullanan Recep Tayyip

Erdoğan’ın Londra OlimpiyatOyunları’na gösterdiği “teveccüh”

üzerine.

 3

9

13

18

22

29

Page 3: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

7/31/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-128-temmuz-agustos-2012 3/32

Temmuz-Ağustos 2012 KURTULUŞ CEPHESİ

Silahlı Siyasal Mücadele

Devrimciler için silahlı mücadele, siya-sal iktidarı ele geçirmenin bir aracıdır. Diğerbir ifadeyle, silahlı mücadele, tarihsel ola-rak ömrünü tamamlamış, ama varlığını  zor  yoluyla sürdürmeye çalışan bir sınıfın ya dasınıflar ittifakının iktidarını ortadan kaldır-manın, yani tarihin gereğini yapmanın biraracıdır.

Bu nedenle silahlı mücadele, devrimci-lerin öznel tercihlerinin ya da istemlerinin

bir ürünü değildir. İktidarı ele geçirmek yada mevcut iktidarı devirmek amacıyla silah-lı mücadelenin verilebilmesi için, herşeydenönce nesnel koşulların varolması şarttır.

Silahlı mücadelenin nesnel koşulları,mevcut iktidarın ya da düzenin tarihsel ola-rak ömrünü tamamlamış olduğu koşullarda varlığını sürdürmek için zora, şiddete baş- vurmasıdır. Bu koşullarda, en yalın ve basitbir demokratik hak bile siyasal zorla yüz yü-ze kalır. Mevcut düzenin yasallığı, sadecedüzenin kendi zor güçlerinin korumasıyla

 varlığını sürdürebilir. Yasalar sadece kağıtüzerinde mevcuttur. İstenildiğinde kolaycadeğiştirilebilir. Yine de siyasal iktidar, bu ka-ğıt üzerindeki yasalara bile uymaz. Bu ko-şullarda, yalın, basit ve hatta günlük ekono-mik, toplumsal ve siyasal istemler, “yasalgerekçelerle” kolayca bir yana itilebilir. Birbaşka deyişle, mevcut siyasal iktidar her tür  - lü meşruiyetini (yasallığını) yitirmenin ko-şulları içindedir. Artık onun “inandırıcılığı”zorlamayla sağlanabilir. Dolayısıyla kitleler-den siyasal olarak tecrit olmanın koşullarıiçindedir.

Bu koşullar altında, ekonomik, toplum-sal ve siyasal istemlerin gerçekleştirilebil-

mesi için silahlı mücadeleden başka seçe-nek yoktur.

 Ancak, nesnel olarak, bir siyasal siste-min ya da düzenin tarihsel olarak ömrünütamamlamış, tarihsel gelişimin önünde birengel haline gelmiş olması ile bu durumuninsanlar tarafından, öznel olarak, bilinir vegörünür olması, yani bilincinde olunmasıbirbirinden farklıdır. Bu farklılık, aynı zaman-da siyasal bilincin kendiliğinden ortaya çık-

mayacağının gerçekliğidir.Hiçbir siyasal iktidar, tüm zamanlarda yalın biçimde ve sürgit zor kullanarak varlı-ğını sürdürmez. Tarihsel olarak ömrünü nekadar tamamlamış olursa olsun, her zamanelinin altında bulunan devlet gücünün deği - şik araçlarından yararlanır. Egemen sınıf yada sınıflar, Gramscici terminolojiyle söyler-sek, “sivil toplum”daki hegemonyasına da- yanarak “siyasal toplum”daki egemenliğinikorur. “Sivil toplum” üzerindeki hegemon- yası ne kadar geniş ve güçlü olursa, kendi-

sine “muhalif” olan, yani kendi iktidarınakarşı olan kesimler üzerindeki zor ve baskı-sı o kadar tekil olur ve “local” düzeyde ka-lır.

Gramscici “hegemonya” kavramı, ger-çekte, siyasal iktidarın kitleler üzerinde “gü- venilirliği”nin ve “inandırıcılığı”nın düzeyiniifade eder. Siyasal iktidar, hala kitleler üze-rinde etkide bulunabiliyor, kendi görüşleri-ni kitlelere kabul ettirebiliyorsa, bu durum-da, bu siyasal iktidarın kitlelerden  siyasalolarak tecrit olduğundan söz edilemez. Bu-rada ana sorun (siyasal düzen nesnel ola-rak ömrünü tamamlamış olduğundan),  ik - tidarın siyasal olarak tecrit edilmesidir.

Page 4: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

7/31/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-128-temmuz-agustos-2012 4/32

KURTULUŞ CEPHESİ Temmuz-Ağustos 2012

Siyasal tecrit, siyasal iktidarın, her türlüeylem ve söyleminin geniş halk kitleleri ta-rafından kabul edilmemesi, dinlenmemesidemektir. Bunun yolu ise, bu iktidarın her

türlü eylem ve söyleminin gerçekliğinin kit-leler tarafından görülmesinin ve anlaşılma-sının sağlanmasından geçer. Bu da, siyasal gerçeklerin teşhiri ile olanaklıdır.

Siyasal gerçekler teşhir edilmediği, siya-sal iktidar inandırıcılığını ve güvenilirliğinideğişik araçlarla yeniden üretebildiği koşul-larda, nesnel koşullar ne denli olgunlaşmışolursa olsun, buna denk düşen öznel koşul-lar, yani siyasal iktidarı ortadan kaldırmaya yönelik “muhalif” hareket ortaya çıkamaz ya da gelişemez.

“Muhalif hareket” ya da devrimci hare-ket, ne denli zayıf ve güçsüz olursa, siyasaliktidarın kendi varlık koşullarını yenidenüretebilmesi o denli kolay olur. Üstelik bu yeniden üretim koşulları, çoğu zaman, (nes-nel olarak varlığını sürdürebilmesi için zo-runlu olduğu) siyasal zor araçlarını kullan-masını bile gerektirmez. Demagoji, gözdağı ve yaygara, çoğu durumda, zor araçlarınabaşvurmaksızın kendi varlığını korumasıiçin yeterli olur. Althusserci söylemle, basın-

 yayın kuruluşları ve “okul”, bu siyasal ikti-darın kendisini yeniden üretebilmesinin vemeşru görünümünü kabul ettirebilmesininaraçları olarak kullanılır.

Her durumda siyasal iktidar sınıfsal nite-liktedir. Dolayısıyla da dayandığı bir toplum-sal sınıf ya da sınıflar ittifakına sahiptir. Bunedenle de, dayandığı ve çıkarlarını temsilettiği sınıfın ekonomik gücü, kendi varlığınısürdürebilmesinin maddi koşullarını yara-tır.

Egemen sınıfların ekonomik gücü, diğer

“sivil toplum” araçlarıyla birlikte, siyasal ik-tidarın hizmetine koşulur. Kendileri için “po-tansiyel tehlike” oluşturan toplumsal kesim-ler, bu ekonomik güç aracılığıyla pasifizeedilmeye çalışılır.

 Ama ekonomik güç, sadece belli amaç-larla kullanılan bir “satın alma gücü” değil-dir. Aynı zamanda, eşitsiz ekonomik gelişi-min ortaya çıkardığı göreceli bir “refah” or-tamının yarattığı bir güçtür. Özellikle “refahdüzeyi”nin düşük olduğu, kitlelerin tüketimgücünün az olduğu dönemlerden sonra or-

taya çıkan “nispi refah”, geniş halk kitlele-rinde belli bir rahatlama ve “umut” yaratır.Bu yolla, “muhalif kesimler” ya da sınıflar

siyasal iktidara yedeklenir. Ancak halk kit-lelerinin siyasal iktidara yedeklenmesi tekbaşına yeterli değildir. Aynı zamanda bu ye-deklenme durumunun sürekliliğinin (göre-

celi olarak) sağlanması gerekir. “Nispi re-fah”, geçici ve göreceli olduğundan, ekono-mik gelişimin yarattığı durum sürekli ve ka-lıcı olamaz. Dolasıyla kitlelerin yedeklenme-sinin (göreceli olarak) daha uzun süre sür-dürülebilmesi için “başka araçlar” devreyesokulmak zorundadır (örneğin “medya” ara-cılığıyla ülke gündeminin sürekli değiştiril-mesi, yeni bir “refah” döneminin başlaya-cağı umudunun yaratılması vb.).

En önemli sorun, “nispi refah” koşulla-rında ya da “nispi refah”ın sürdürülebilir ol-duğu “algısı”nın olduğu dönemlerde, tarih-sel olarak ömrünü tamamlamış, gerici vesömürücü bir düzenin temsilcisi olan siya-sal iktidarın siyasal olarak nasıl tecrit edile-bileceğidir.

Siyasal zor, böylesi dönemlerde çok faz-la ortalıkta görünmez. Mevcut düzenin “ya-sal zoru” (düzenin olağan polis gücü vemahkemeler) toplumsal muhalefetin geliş-mesini engellemek için yeterli olur. Siyasaliktidar nesnel olarak ne kadar ömrünü ta-

mamlamış olursa olsun, yani devrimin nes-nel koşulları ne kadar olgunlaşmış olursa ol-sun, bu koşullar altında açık siyasal zor yada siyasal zorun askeri biçimde maddeleş-mesi gündeme gelmez.*

Böyle bir durumda, düzene karşı zorabaşvurmak, nesnel olarak ne kadar meşru

* “Siyasal zor, oligarşinin elinde ilk şart olarak, oli-garşinin siyasal hakimiyetini koruması şeklinde göre- vini somutlaştırır. Kuşkusuz en önemli araç, devlet ay-gıtıdır. Devlet bu dönemde, hakim sınıfların karakte-rine bürünerek, oligarşik devlet niteliğini almıştır. Si-

 yasal zorun bu biçimdeki görevi ona, üretim ilişkileritarafından verilmiştir. Ve temel görevi, mevcut üretimilişkilerinin devamını sağlamayı yerine getirmektir. Bugörevin yerine getirilişinde ‘zor ’un askeri bir biçim-

de maddeleşmesi ve görünür olması, a) Hakim sı-nıfların kendi iç çelişkileri yüzünden idare edeme-

meleri, b) Gelişen sınıfsal muhalefetlerin mevcutüretim ilişkilerini tehdit eder bir nitelik almaları,c) Doğrudan doğruya iktidara yönelik bir siyasalalternatifin ortaya çıkması durumlarında olur . Ül-kemizde özellikle 12 Mart ertesi uygulamalardan son-ra, hakim sınıfların kendi iç çelişkilerinden dolayı yö-netimin askerileşmesi beklenemez. Bu nedenle, siya-sal zorun askeri bir biçimde kendini göstermesi, mev -

cut üretim ilişkilerine yönelik muhalefetin görül-düğü yerlerde ve oligarşiye alternatif bir gücün or -taya çıkması zamanlarında olacaktır.” [İlker Akman,

 Mevcut Durum ve Devrimci Taktiğimiz] (abç)

Page 5: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

7/31/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-128-temmuz-agustos-2012 5/32

Temmuz-Ağustos 2012 KURTULUŞ CEPHESİ

 ve kaçınılmaz olursa olsun, öznel olarak bu-nu gerçekleştirmenin koşulları aynı düzey-de olgunlaşmaz.

Zaten siyasal iktidar, Gramscici termino-

lojiyle söylersek, kendisine “onay” veren ke-simler açısından bir “refah” ve “istikrar” un-surudur. “Muhalefet” ise, bu “refah” ve “is-tikrar” ortamını “bozmaya çalışan” “kötü ni- yetli kişiler”dir. Dolayısıyla siyasal iktidarınbu “kötü niyetli kişiler”e karşı kullandığı zorda, “meşru” ve “haklı” kabul edilir. Böylecesiyasal iktidarın “muhalefet”e karşı uygula-dığı siyasal zor, kitlesel ve toplumsal bir ta-bana sahip olur.

Siyasal iktidarın (ya da düzenin) bu top-lumsal tabanını ortadan kaldırmak ya da da-ğıtmak ise, sadece ve sadece  siyasal ger  -çeklerin teşhiri ile olanaklıdır. Toplumsalmuhalefet ve devrimci hareket açısından entemel görev, bu siyasal gerçeklerin teşhiri-nin örgütlenmesidir.

 Açıktır ki, siyasal teşhirler etkili oldukça,iktidarın toplumsal tabanı küçülecek ve da-ğılacaktır. Bu koşullarda, siyasal iktidar ar-tan oranda zora başvurmak zorunda kala-caktır. İşte bu andan itibaren, siyasal iktida-rın siyasal zoruna karşı zora başvurmak, öz-

 nel olarak meşru ve kaçınılmaz hale gelir.Bu andan itibaren yapılması gerekenlerdaha “kolay” ve “basit”tir. Zor, Engels’in de- yişiyle, “ordu ve donanma demektir”, silah-lı güçlerin kullanılması demektir. Doğal ola-rak, iktidarın zoruna karşı zora başvurmak,silahlanmak, silahlı güç oluşturmak ve sa- vaşmaktan ibarettir. Ve sorun, artık nasıl si-lahlanılacağı, silahlı gücün nasıl örgütlene-ceği ve nasıl bir stratejik plan doğrultusun-da savaşılacağı sorunu haline gelir. Bu an-dan itaberen, askeri savaşın stratejisi, zafe -

 ri belirleyen temel unsur olur.Silahlı devrimci örgütler açısından, böy-

le bir aşamaya ulaşılması, nesnel ve tarih-sel olarak kaçınılmaz olduğu kadar, öznelolarak da amaçlanılan bir durumdur. Ancak, yukarda ifade ettiğimiz gibi, “nispi refah” ko-şulları ve bu koşullarda geniş halk kitleleri-nin siyasal iktidara yedeklenmesi, diğer birifadeyle, siyasal iktidarın siyasal olarak tec-rit olmadığı koşullarda, silahlı mücadeleninkaçınılmazlığının bilincinde olan bir devrim-ci örgütün “ne yapacağı” sorunu içinden çı-

kılmaz bir “muamma”ya dönüşür.Bu “muamma”, herşeyden önce “iç

tartışmalar”a yol açar. Bu koşullarda “yasa-

dışı” örgütlenmenin ve silahlı eylemin “et-kisiz” olduğu düşüncesi oluşmaya başlar.Gizli ve yasadışı bir örgütlenmeyle genişhalk kitlelerine ulaşılamadığı, yapılan ya da

 yapılacak olan silahlı eylemlerin etki yarat-madığı “gözlemlenir”. Dolayısıyla da “legalolanaklardan yararlanma” arzu ve düşünce-si ortaya çıkar ve yayılır.

Bunun ilk ürünü, ideolojik olarak lega-list bir çalışma tarzını benimsemiş “sol” ya-pıların “kitle” arasında daha kolay örgütlen-mesidir. Böylece “legalizm” çekici bir unsurhaline gelir.

“Muamma” basit bir “muhakeme” yoluy-la çözülüverir: Madem silahlı eylem (“eski-si gibi”) etkili olamamaktadır ve gizli ve il-legal örgütsel yapıyla “geniş halk kitleleri-ne” ulaşmak olanaksızdır, öyle ise, “legalolanaklardan yararlanarak” kitle çalışması-na ağırlık verilmelidir.

Böylece, “eski” gizli ve illegal örgütsel yapı, yavaş yavaş legalize olmaya başlar.Dernek, sendika vb. yasal örgütlenmeler ya-ratılmaya ya da varolanlarında çalışmayabaşlanır. Bu “yarı-legal” örgütlenmeler yo-luyla ve bu örgütlenmelerin ekonomik-de-mokratik hak ve istemler doğrultusundaki

mücadelesiyle kitle içinde etkin olmaya ça-lışılır.Bunun marksist-leninist yazındaki karşı-

lığı, “Kitlelerin içine girerek, kitlelerin acilgereksinmeleri etrafında, kitleleri örgütleyip,eyleme sokma ve kitlelere siyasi bilinç gö-türüp örgütleme, yani emekçi kitlelerin eko-nomik ve demokratik hak ve istemleri etra-fında kitleleri örgütleyip, siyasi hedefe yön-lendirme”dir. “Klasik kitle çalışması” olarakda tanımlanan bu mücadele tarzı, son tah-lilde, ekonomik ve demokratik mücadele-

 yi, politik mücadeleye dönüştürmeyi amaç-layan bir çizgidir.

Mahir Çayan yoldaşın açıkça ifade ettiğigibi, “elbette bu yoldan gidildiğinde de gö-rünüşte bazı ilerlemeler olacaktır”. Ancak“karşı taraf”, yani siyasal iktidar, bu yolunizleyicilerinin “arkasını” bırakmaz. Onların“nihai amacı”ndan hareket ederek, bu iler-lemeyi belli bir yerde durdurmaya yönelir.İşte bu andan itibaren, devletin “meşru güç-leri”, polis ve mahkemeler devreye girer. Ol-madık bahanelerle, sudan gerekçelerle bu

 yasal çalışma engellenir.Bu klasik kitle çalışması, silahlı mücade-

leyi savunan örgütler açısından sadece “ko-

Page 6: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

7/31/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-128-temmuz-agustos-2012 6/32

KURTULUŞ CEPHESİ Temmuz-Ağustos 2012

şulların gerektirdiği” bir “ara aşama”danibarettir. Amaç, silahlı mücadele için gerek-li öznel koşulları yaratmaktır. Dolayısıyla, bukitle çalışmasıyla sağlanan kadrolar silahlı

mücadele anlayışı çerçevesinde mevzilen-dirilir. Ama silahlı eylemler, “eskisi gibi” et-kili olmadığından, bu kadroların silahlı ey-lemlerinin de tekil ve etkisiz kaldığı görülür.Öte yandan legal mücadele içinden gelenkadroların gizliliği sağlanamaz. Böylece va-rolan kadrolar az ya da çok hızda yitirilir.

Böylece bir kez daha başa dönülür ve le-gal çalışma yeniden başat hale gelir. İllegal yapı daha fazla legalize olur. Her legalizas- yon, bir kez daha aynı sonuçları yaratarak,başa dönülmesine yol açar.

Öte yandan, legal çalışma ile silahlı mü-cadele çizgisi arasında çatışkı çıkar. Her nekadar “amaç”, silahlı mücadeleyi sürdür-mek amacıyla “legal olanaklardan yararlan-mak” ise de, silahlı eylemlerin etkisiz kalışı ve alınan darbeler legal çalışmayı daha daöne çıkartır. Bu durum, legalist sol ve opor-tünistler tarafından demogoji konusu hali-ne getirilir. Silahlı mücadeleyi savunan ör-gütün legal çalışma içindeki unsurları, “ma-dem silahlı mücadeleyi savunuyorsunuz,

buralarda ne işiniz var” türünden demago- ji karşısında, öznel koşulları hazırlanmamışeylemlere yönelme arzusuna kapılırlar. (Ay-nı zamanda legal alandaki oportünist ve le-galistlerden “farklı” olunduğunu göstermekamacıyla da belli silahlı eylemlerin yapılma-sı kaçınılmaz hale gelir.)

 Ayrıca, legalizmin egemen olduğu, “ba-rışçıl” (uzlaşmacı ve pasifist) mücadeleninbaş tacı edildiği, “her türlü şiddetin” kınan-dığı koşullarda (günümüz koşullarında ol-duğu gibi), silahlı eylemler için uygun bir

“gerekçe” de bulunmaya çalışılır. Her du-rumda “uygun gerekçe”, siyasal iktidarın“aşırı zor kullanımı”ndan türetilir. Örneğinişkencede bir devrimcinin öldürülmesi “uy-gun gerekçe” olarak ortaya çıkar. Hatta kad-rolar için bir “motivasyon aracı” olarak kul-lanılır.

Bu andan itibaren, silahlı eylem, siyasaliktidarı ele geçirmek amacıyla yürütülen si-lahlı mücadelenin  somut ifadesi olmaktançıkar,  somut bir olay karşısında gösterilenbir “tepki” halini alır. Silahlı eylem için “uy-

gun bir gerekçe” varolduğu için de, legal ça-lışmadan sağlanan kadrolar bu doğrultudaharekete geçirilir.

Bunun yanında, silahlı eylemlerin “solkitle” arasında hala etkili olduğunu, bu kit-leyi kendi safına çekebilmek için “gerekli ve zorunlu” bir araç olduğunu düşünen ba-

zı sol yapılar da, sadece bu amaçla silahlıeylemler gerçekleştirmeye yönelirler. Birkaçsilah, biraz patlayıcı ve birkaç kadroyla ba-zı silahlı eylemler gerçekleştirilir. Amaç, “solkitle”ye “savaşçı bir örgüt” olunduğunu gös-termektir. Hiçbir stratejik silahlı mücadeleçizgisine sahip olmayan bu sol yapıların si-lahlı eylemlerinin bu sınırlı amacı, hemenher durumda silahlı mücadelenin stratejikbir mücadele olması gerçeğini aşındırır.

Her iki durumda da (burada öznel niyet-ler ya da amaçlar önemli değildir), silahlıeylem, belli bir stratejinin parçası olarak de-ğil, dar ve sınırlı amaçlar için kullanılan biraraç haline gelir. Bunun sonucu ise, silahlımücadelenin stratejik bir plana dayalı uzunbir mücadele olduğu bilincinin yok olması-dır. Böylece silahlı eylem, soldaki samimiunsurların belli bir öfkesinin dışavurumu ha-line dönüşür.

Böylesi dönüşüm koşullarında, silahlımücadelenin gerekliliğine inanan samimiunsurlar, giderek tekil eylemler içinde yer

alırken, aynı zamanda silahlı mücadeleninstratejik niteliğini ve stratejiye olan bağınıunuturlar. Silahlı eylem, herkesin sessiz kal-dığı koşullarda öfkenin dışavurulduğu “fe-da” eylemleri olarak algılanır.

Böylesi ortamda, herşey, içinde bulun-dukları yapının “tarihi”nden alınan örnekle-re göre yapılır.

Şüphesiz, bizim gibi ülkelerde, silahlımücadelenin nesnel koşulları her zamanmevcuttur. Dolayısıyla silahlı eylem için“meşruiyet” aramak fazlaca gerekmez. Öte

 yandan, silahlı mücadele, devrimci müca-delenin tarihine damgasını vurmuştur. Ön-sel olarak silahlı mücadeleyi reddeden “sol” yapıların inadırıcılığı yoktur. Öyle ki, reviz- yonizmi ve pasifizmi tescilli “sol” yapılar bi-le, bir dönem “gerilla yapan şubeler” açmış-lardır. Bu nedenle, ülkemizde, devrimci ol-maya yönelen ya da karar veren her yeniunsur, ilk andan itibaren silah elde savaşa-cağı günlerin özlemini duyar. Kimisi gerillaolarak dağlara çıkmayı, kimisi “barikatlardasavaşmayı” düşler. Dolayısıyla bir öfkenin

dışavurumu olarak ya da belli öznel amaç-larla silahlı eylem yapılması fazlaca yadır-ganmaz.

Page 7: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

7/31/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-128-temmuz-agustos-2012 7/32

Temmuz-Ağustos 2012 KURTULUŞ CEPHESİ

Elbette bu tür silahlı eylemler karşısında,legalist “sol” boş oturmaz. Silahlı mücade-lenin koşullarının olmadığı ya da somut si- yasal koşullar hesaplanmaksızın eylem ya-

pıldığı biçiminde yoğun bir ideolojik propa-gandaya girişir. Silahlı mücadeleyi hedefle- yen bu ideolojik propaganda, günün koşul-larına bağlı olarak, kimi zaman legal yayınorganlarında, kimi zaman da (ki çoğu za-man böyle olmaktadır) “sözel” olarak “ku-lislerde” yürütülür. Mevcut siyasal koşullar-dan kopuk, öznel amaçlarla yürütülen silah-lı eylemler kadar, başarısızlıklar da bu pro-pagandanın konusu haline gelir.

Bütün bunlar, stratejik bir çizgiye bağlı yürütülmesi gereken silahlı mücadeleninaşındırılmasına hizmet ederler.

Evet, dün olduğu gibi bugün de, silahlımücadelenin  nesnel koşulları mevcuttur.

Emperyalist-kapitalist sistem tarihsel ola-rak ömrünü tamamlamıştır. Ülke, hemenher zaman ekonomik, toplumsal ve siyasalbir kriz ortamındadır. Oligarşinin siyasal ik-tidarı, sayısal çoğunluğuna dayanarak ken-di dışındaki toplumsal ve siyasal kesimlerekarşı “yasal” görünüm altında, özel yetkilimahkemeler yoluyla zor uygulamaktadır.

Değişik devlet kurumları aracılığıyla toplum-sal muhalefete karşı “ekonomik zor” uygu-laması alabildiğine yaygınlaştırılmıştır. Top-lumsal düzen, sayısal çoğunluğa dayanıla-rak ve bunun dışındaki toplumsal kesimle-ri hiçe sayarak yeniden “dizayn” edilmekte-dir. Bu koşullarda, siyasal iktidara karşı si-lahlı mücadeleye girişmek haklı ve meşru-dur.

 Ama bu nesnel koşullara karşın silahlımücadelenin öznel koşulları neredeyse yokdenilecek düzeydedir. Toplumsal muhale-

fette öfke giderek büyümekle birlikte, silah-lı mücadele yürütülmesi eğilimi, hesaba ka-tılamayacak kadar zayıftır. Sol örgütler, tü-müyle legalize olmuştur. Tüm sol unsurlar,legalizasyonun ideolojik etkisi altında olduk-ları gibi, aynı zamanda legalizasyondan kay-naklanan zaaflarla doludurlar. Silahlı savaşgünlerini özleyen ve isteyen samimi unsur-lar, “bu yoldan” gidildiğinde o günlere ula-şılacağına inanmaktadırlar. Marksist-leninistteori ve silahlı mücadelenin deneyimleri faz-laca önemsenmemektedir. Birkaç silah ve

birkaç kişiyle, düzene karşı duyulan öfkeninbir ifadesi olarak “feda”karlık yapanlar ise,legalizmden getirdikleri zaaflarla ve sadece

“inanç”la hareket etmektedirler.Silahlı mücadele bir “inanç” sorunu de-

ğildir. Silahlı mücadele, “inanmış” birkaç ki-şinin gerçekleştireceği eylemlerle gelişip

 yaygınlaşan bir mücadele değildir. Silahlımücadele, düzene karşı duyulan öfkenin yada kinin tekil düzeyde dışavurulduğu birmücadele de değildir. Bir silahlı mücadelebiçimi olan gerilla savaşı, yalın bir kahra-manlık ya da cesaret gösterisi değildir. Si-lahlı mücadele, stratejik bir mücadeledir veancak stratejik bir plana bağlı olarak yürü-tüldüğü sürece zafere ulaşabilir.

Bunun yanında, gerilla savaşı, tek başı-na devrimci bir içeriğe de sahip değildir.Mahir yoldaşın ortaya koyduğu gibi, “gerillasavaşı kavramı, kavram olarak tek başınanitelik belirleyici değildir. Merkezi otoriteyekarşı mahalli mütegallibe de, düzenli birlik-leri yenilmiş bir ordu da düşmanına karşıgerilla savaşı yürütebilir.” PKK olayında ol-duğu gibi, genel olarak silahlı mücadele,özel olarak gerilla savaşı, belli ödünler ala-bilmek için de yürütülebilir.

“Gerilla savaşının devrimci politikamaçlarla, siyasi gerçekleri açıklamakampanyasının bir aracı olarak yürü-

tülmesine, yani politik kitle mücade-lesi olarak ele alınmasına Politikleş-

miş Askeri Savaş Stratejisi denir.”Bu stratejik bakış açısı ve çizgisi olmak-

sızın silahlı mücadelenin etkin ve başarılı ol-ması olanaksızdır. Ülkemizin yakın tarihi bu-nu açıkça kanıtlamıştır.

Stratejik olarak silahlı mücadelenin, özelolarak gerilla savaşının yürütülebilmesi için,herşeyden önce bu stratejiyi benimsemiş vekavramış, her türlü legalist hayalleri bir ya-na bırakmış olan unsurların asgari düzeyde

örgütlenmiş olması şarttır ve kaçınılmaz ola-rak illegal ve gizli olmak durumundadır.

Bu örgütlenme, 1976-80 dönemindeki gi-bi, 1971-1972 yılında yürütülen silahlı dev-rimci mücadelenin yarattığı büyük bir sem-pati üzerinde yükselmeyecektir. PKK’nin yü-rüttüğü silahlı mücadele ne kadar kalıcı veetkili olursa olsun, Türkiye solunda silahlımücadelenin yürütülmesine yönelik eğilim-ler çok cılız ve zayıftır. Silahlı mücadeleningerekliliğinin bilincinde olan unsurların ille-gal ve gizli örgütlenmeye ulaşmaları (ya da

tersi) pek çok zorluğu ve sorunu beraberin-de getirmektedir. Günümüz koşullarıda, yü-rütülen bir silahlı mücadeleye katılmaktan

Page 8: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

7/31/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-128-temmuz-agustos-2012 8/32

KURTULUŞ CEPHESİ Temmuz-Ağustos 2012

daha çok, silahlı mücadelenin yürütülebil-mesi için gerekli koşulların yaratılması (“ha-zırlık aşaması”) öndedir. Hazırlık dönemin-de bir yandan Öncü Savaşı’nı yürütecek ör-

gütün temel askeri yapısı, güvenlik örgütü,teknik eğitimi gerçekleştirilirken; diğer yan-dan kitle içinde belirli hedeflere yönelmiş,öncünün gelecekteki eylemlerine taban teş-kil edecek bir çalışmaya girmek gerekir. Do-layısıyla legalizmin ve “nispi refah”ın yarat-mış olduğu “zihniyet” dünyası, böylesine“hazırlık aşaması”nın gerektirdiği zor ve sertkoşullarla çelişmektedir. İçinde yaşanılansomut koşullar nedeniyle, silahlı mücadele-nin hazırlık aşamasının görece olarak dahauzun bir zaman dilimini kapsaması, uzunsüreli bir mücadele perspektifine sahip ol-mayan tekil bireyler açısından sıkça “umut-suzluk” yaratabilmektedir. Unutulmamalıdırki, “şehirlerin ideolojik etkisi, barışçıl usul-lerle örgütlenmiş kitle savaşları umudunu yaratarak gerilla savaşlarını frenler.”

 Ama savaş gelip çattığında, silahlı müca-dele kaçınılmaz hale geldiğinde, gerek ide-olojik, gerekse maddi olarak hazırlıkların ya-pılmamış olması, sadece teslimiyete yolaçar. Geçmişten hiçbir ders çıkarmaksızın,

eskinin yanlış silahlı mücadele anlayışlarıy-la ya da tekil bireysel eylemlerle bir yere va-rılmaya çalışılması ise, yenilgiyi kaçınılmazkılar. İster öfkenin bireysel ya da grupsal dı-şavurumu olarak, ister “hesap sorma” ama-cıyla gerçekleştirilen tekil eylemlerden stra-tejik bir mücadele, yani uzun dönemli, plan-lı ve programlı bir devrimci mücadele orta- ya çıkmaz. Bilinmelidir ki, silahlı devrimcimücadele, bireysel terörizmden amaç ve bi-çim olarak farklıdır.

Şüphesiz, samimi unsurların, legal alan-

lardan yanlış silahlı mücadele anlayışına sa-hip yapılara kanalize olmaları günümüzünolgusudur. 70’lerdeki gibi, düzenin yasal sı-nırlarının aşıldığı, silahlı devrimci örgütlerin yarı-legal alanlarda faaliyet gösterebildiğikoşullar mevcut değildir. 12 Eylül sonrası ye-tişen kuşakların, silahlı mücadele deneyimibir yana, illegal ve gizli çalışma pratikleri ve“algıları” bile mevcut değildir. Stratejik birmücadelenin bir evresini ve bir biçiminioluşturan şehir gerilla savaşının ne olduğubile bilinmemektedir. Herşey, sözel olarak

anlatılan, “geçmiş”in kahramanlıklarıyla be-zenmiş tekil silahlı eylemler olarak görüle-bilmektedir. Legal alanlarda, sözcüğün tam

anlamıyla ideolojisizliğin egemen olduğu,herhangi bir teorik ve stratejik değerlendir-menin yapılmadığı koşullarda daha başkabir sonucun ortaya çıkması da olanaksız-

dır.Gerçekten doğru bir çizgide birşeyler

 yapmak isteyenler ise, doğru devrimci çiz-giye sahip örgüte ulaşmanın araçlarına sa-hip olmadıklarından, bireysel olarak ne ya-pabileceklerini de bilememektedirler. Bu ör-gütü legal alanlarda bulma çabaları da so-nuçsuz kalmaktadır. Böylece ya hiçbir şey  yapmamak ya da legal alanlarda “varolan”bir şeyin içinde yer almak ikilemiyle yüzyü-ze gelmektedirler.

Bu ikilemi aşmak hiç de kolay değildir.Legal alanlardaki devletin bilgi ve denetimaraçlarının alabildiğine yaygın olduğu ger-çeğinden yola çıkıldığında, silahlı devrimcibir örgütün legal faaliyet içinde örgütlenmeçalışması yürütmesinin hiç de “akla uygun”olmadığı görülür.

Elbette düzenin legal sınırlarının aşıldığı, yarı-legal çalışma alanlarının ortaya çıktığıkoşullarda bu sorunlar ve ikilemler ortadankalkacaktır. Ama böyle bir gelişmenin orta- ya çıkabilmesinin yolu, silahlı siyasal müca-

delenin gelişmesine bağlıdır. Henüz gerek-li hazırlıkların yapılabilmesinin asgari koşul-larının bile gerçekleştirilemediği bir müca-delenin gelişim koşullarındaymışcasına ha-reket etmek de boş ve anlamsızdır.

Herşeyden önce legalizmin yarattığı kör-lükten, dargörüşlülükten uzak durulmalıdır. Yasadışı ve gizli çalışmayı küçümseyen, buçalışmaları bir korku unsuru gibi gösterenlegalizmin etkisi kırılmalıdır.

Gün gelip, kitleler kendilerini savunmakzorunda kaldıklarında, küçük de olsa doğ-

ru devrimci çizgiye sahip bir örgütün varlığıtek çıkış yoludur. Aksi halde, “barikat sava-şı” efsaneleriyle, “özsavunma güçleri” ma-sallarıyla, “gerilla komutanları” söylemleriy-le bulunacak “çıkış yolu”da, 80 öncesinin“silahlı mücadele” savunusu altında legalfaaliyet yürütenlerin yolundan başka bir ye-re çıkmayacaktır.

Bu nedenle, legal alanlarda devrim vedevrimcilik adına söylenenlerin sorgulan-ması ve doğru devrimci çizginin ne olduğu-nun öğrenilmesi, belki atılacak küçük, ama

gelecek açısından belirleyici bir adım ola-caktır.

Page 9: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

7/31/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-128-temmuz-agustos-2012 9/32

Temmuz-Ağustos 2012 KURTULUŞ CEPHESİ

“Doğru  devrimci çizgi  belirlendikten  son - ra,  herşeyi,  doğru çizginin  kaderini,  zafer   ve  yenilgiyi,  kadrolar   belirler.”

Stalin’in bu sözünü bilmeyen ya da duy-mamış bir devrimci tasarlayabilmek olanak-sızdır. Her devrimci, devrim sempatizanı, bubelirlemeyi, eyleminin temeline koymak du-rumundadır.

Marksizm-Leninizmde kadro sorunu,doğrudan örgütlenme sorunu olarak ortaya

konulur ve proletarya partisinin örgütlenme-si olarak somutlaşır. Kadroların devrim mü-cadelesindeki belirleyiciliği, kaçınılmaz ola-rak kadroların devrim mücadelesinin gerek-lerine uygun bir bilince ve bunun somutlu-ğu olarak belirli bir pratiğe sahip olmalarınıgerektirir. Her devrim mücadelesinde veproletarya partisinde, kadronun belirleyici-liği, mücadelenin gerektirdiği bilince, us-

talığa ve kararlılığa sahip kadroların oluş-turulması olarak ele alınır. Bu da, ister iste-mez, devrimci çizginin belirlediği mücade-

leyi sürdürmeye uygun kadroların oluşturul-ması demektir. Böylece belirli nitelikte kadrolara sahip olmak, proletarya partisinintemel görevi ve sorunu olarak belirginleşir.

Sözcüğün tam anlamıyla, devrim müca-delesinde yer alan kadroların sayısı, niceli-

ği; bu kadroların devrim mücadelesinin ge-reklerine uygun olmaları, niteliği ifade eder.Bunların karşılıklı ilişkisi, devrimci görevle-rin yerine getirilmesinde belirleyicidir. Ör-gütlenmede nicelik-nitelik ilişkisi olarak daifade edilen bu durum, Stalin’in ifade ettiğigibi, tüm mücadeleyi belirler. Belirlenmişdevrimci çizgiyi pratiğe uygulayacak  yete-

rince kadroya sahip olmak nicelik düzeyi-

Kadrolar vePolitikada

“Güç-Nicelik” Kavrayışı

ni tanımlarken; bu kadroların devrimci çiz-ginin gerektirdiği özelliklere sahip olması ni-

telik düzeyini tanımlar. Bu nedenle, hemenher durumda, devrimci çizgiyi pratiğe uygu-layacak yeterde ve yeterlilikte kadroların ya-ratılması, her devrimci örgütün birincil so-runu olmaktadır.

Buraya kadar, sorun, salt örgütlenme so-runu olarak ortaya çıkar. Eğer böyle bir ör-gütlenmeyi sağlayabiliyorsanız, yani gerekli

 ve yeterli sayıda kadroya sahip olabiliyorsa-nız, mücadeleyi planlandığı doğrultuda sür-dürme olanağına sahipsinizdir. Ancak dev-rim mücadelesinin, karşı-devrimin zoru, şid-deti koşullarında sürdürülen bir mücadeleolması, kaçınılmaz olarak, bu süreçte kad-roların yitirilmesine neden olur. Böylece,kadroların yeniden yaratılması ve eski kad-roların yerlerinin doldurulması gündeme ge-lerek, kadro sorununu sürekli kılar. Bu zo-runluluk, devrimin bir Halk Savaşı ile zafe-re ulaşacağı bizim gibi ülkelerde çok daha

büyüktür. Hele ki, Öncü Savaşı’nın verilmezorunluluğu, kadro sorununu, eşi görülme-dik düzeyde önemli hale getirir. Böyle birsavaşta, kaçınılmaz olarak kadroların üstlen-dikleri görevler ve yerine getirmeleri gere-ken fedakârlıklar öylesine yoğundur ki, kad-roların niteliğinin temel belirleyiciliği, en ya-kıcı bir biçimde ortaya çıkar. Bu, aynı za-manda, karşı-devrimin kadro pasifikasyonu-na yönelik tüm girişimlerinin nedeni olmak-tadır.

Buraya kadar söylediklerimiz, her dev-rimcinin bildiği ve bilmek durumunda oldu-ğu gerçeklerdir. Ancak, sorun pratik olarakele alındığında, karşılaşılan sorunların bo-

[Bu yazı, ilk kez, Kurtuluş Cephesi’nin Ocak-Şubat 1996 tarihli 29. sayısında yayınlanmıştır.]

Page 10: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

7/31/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-128-temmuz-agustos-2012 10/32

KURTULUŞ CEPHESİ Temmuz-Ağustos 2012

10

 yutları, hiç de konunun bu denli içsel bir so-run olmadığını ortaya koyar. Salt emperya-lizmin kadro pasifikasyonu için geliştirmişolduğu yöntemleri ve bunların uygulanma-

sı için kullandığı araçları ele almak bile, bu-nun nerelere kadar uzandığını göstermeye yetecektir.

Sık sık yinelenen eski bir tekerleme var-dır: Politika, güç demektir. İşte bu söz, bi-zim gibi ülkelerde kadro sorununun en ya-kıcı yönünü ortaya koyar.

Marksizm-Leninizmin devrim mücade-lesinde belirleyici olarak kitleleri ve onlarınöncüsü olarak kadroları almasının küçük-burjuva dünya görüşü ile çarpıtılmış biçimi,“politika, güç demektir” sözü ile ortaya çı-kar.

Küçük-burjuvazinin devrim karşısındakitutumu, her zaman kendi sınıfsal konumu-na uygundur. Kapitalizm tarafından sürekliolarak yoksullaşan ve mülksüzleşen küçük-burjuvazi, bu yanı ile proletaryaya yaklaşır-ken; diğer yandan karşısına çıkacak fırsat-lardan yararlanarak büyük burjuvalar arası-na girmeyi umut eder. Bu sınıfsal özelliği,küçük-burjuvaziyi sürekli olarak güçler dengesini gözetmeye ve buna uygun ola-

rak tavır belirlemeye yöneltmektedir. Böyle-ce, sözcüğün tam anlamıyla küçük-burjuvapolitik tutumu ortaya çıkar. Bu politik tutum,güçler dengesi kimin lehineyse, ondan ya-na tutum belirlemek şeklinde olup, “politi-ka, güç demektir” sözü ile ifade edilir.

Küçük-burjuvazinin bu güç fetişizmi, ay-nı zamanda burjuvazinin (kapitalist burjuva-zi) politik faaliyetlerinin ve ideolojik saldırı-larının yönünü belirlemektedir. Nüfus için-de çoğunluğu küçük-burjuvazinin oluştur-duğu her ülkede, “politik güç”, her zaman

küçük-burjuvazinin tavrını belirlediği için,devletin tüm zor faaliyetinin de konusunu ve hedefini belirler. Mahir Çayan yoldaşındeyişiyle, oligarşinin “göründüğü kadar güç-lü olmaması”na rağmen, kendisini sürekliolarak “dev gibi güçlü” göstermeye çalışma-sının arkasında bu küçük-burjuva tutum bu-lunmaktadır. Bu nedenle de, oligarşi, sürek-li olarak gözdağı, demogoji ve yaygaraya başvurarak, kendisini güçlü göstermeye ça-lışmakta ve bu yolla küçük-burjuvazinindevrim mücadelesine katılmasını engelle-

meye uğraşmaktadır.Burada ülkemizdeki bir yanlış anlamayı

da düzeltmek gerekmektedir. Küçük-burju-

 vazi, sınıf olarak, küçük mülkiyeti ve küçüksermayeyi ifade eder. Ancak ülkemiz solun-da genellikle küçük-burjuva sözcüğü, öğret-men, öğrenci, memur gibi toplumsal taba-

kaları tanımlamak için kullanılmaktadır. Butoplumsal tabakaların sergiledikleri sınıf özellikleri, elbette ki küçük-burjuva sınıf özellikleridir, ama bu sınıfın gerçek özellik-lerini araçsız olarak yansıtmaz. Küçük-bur- juvazi, kesinkes küçük mülkiyet ve küçüksermaye ile nitelenir ve tüm sınıfsal özelliğibu küçük mülkiyeti ve sermayesi tarafındanbelirlenmektedir.

Küçük-burjuvazinin politik tutumu tara-fından belirlenen “politika, güç demektir”ifadesi, doğrudan küçük-burjuvaziyi kazan-maya yönelik politikalarda kendi gerçekliği-ni bulur. Bunun soldaki yansısı ise, belli birgüç olmak için belirli bir niceliğe, “sayıya”sahip olmak ve bunun aracılığı ile politika yapmak şeklinde olmaktadır. Ülkemizde herhangi bir sol örgütün ya da girişimin, her fa-aliyetinin, katılımın sayısı ile ölçülmesiningerçekliği burada yatmaktadır. Bu, aynı za-manda, soldaki faaliyetin yönünü de belir-lemektedir. Bu yön, olabildiğince çok sayı-da “insana” sahip olmaktır. Eski deyişle,

“kafa sayısı”, neredeyse soldaki tüm faali- yeti belirlemektedir. Böylece de, devrimcifaaliyetin sürdürülmesi, “sayıya”, yani nice-liğe indirgenmektedir ve “güç” kavramınınölçütü burada aranmaktadır. (Hemen hersol hareketin, kendi faaliyetleri hakkındaki yayınlarına bakılacak olursa, bu nicelik öl-çütünün ne denli yaygın olduğu görülecek-tir. Öyle ki, hemen her faaliyet, buna katı-lanların sayısıyla birlikte ifade edilmekte yada asılan bir pankart metresi ile yazılmak-tadır.)…

Güç-nicelik ilişkisi üzerine söylenebile-cek çok şey vardır. Bunlara ilişkin sayısız ör-nekler verilebilir ve hatta tüm politika sana-tının, örgütlenme amacının ve yöneticiliğinniteliğini, bu niceliği bulma sanatı olduğubile söylenebilir. Doğal olarak, her türlü fır-sattan yararlanmak, geçici de olsa güvenil-mez kişi ve gruplarla ittifaka girmek, bu sa-natın pratiği olarak algılanmakta ve bir “us-talık” olarak düşünülmektedir.

Elbette ki, pratik faaliyetlerde nicelik bel-li bir etkinlik demektir. Örneğin, bir protes-

to eyleminde ya da bir grevde yer alanlarınsayısının (sol yayınlarda görüldüğü gibi) 100kişi olması ile binlerce kişi olmasının etkisi

Page 11: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

7/31/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-128-temmuz-agustos-2012 11/32

Temmuz-Ağustos 2012 KURTULUŞ CEPHESİ

11

kıyaslanamaz ve kıyaslanamayacak kadar“elle tutulur, gözle görülür” sonuçlar ortayaçıkarır. Bunları anlamamak ya da görmez-likten gelmek elbette olanaksızdır. Zaten

pratikte çalışan kadronun çok iyi bildiği gi-bi, her zaman “zaten kaç kişisiniz ki, etkinizne olacak” türünden sözler bunun sonucusöylenmektedir...

Bu kavrayış, sol içerisinde şu ya da buörgütlenmeyi tercih etmek şeklinde somut-laşır. Bunun tek sonucu, bu kavrayışın sür-dürücüsü ve kendi faaliyetinin temeli yapansol örgütlenmelerin kendilerini bir “güç”olarak gösterecek eylemlere girişmeleri vebu eylemlerin yaratacağı varsayılan “fırsat-lardan” yararlanmaya çalışmaları olmakta-dır.

 Ancak kitlelerin arasına girildiğinde, ay-nı kavrayışın, yani küçük-burjuvazinin güce yönelik tutumunun belirlediği kavrayış, ka-çınılmaz olarak tüm pratik faaliyetin karşı-sına çıkacaktır…

Evet, herkes ne ekerse, onu biçer. Dahadüne kadar kendisini belli bir “güç” olarakortaya koyanların, ilerici, devrimci, yurtse- ver potansiyeli “boşa gitmesin” diye kendiçevresine çekmek için propaganda yapan-

ların, yani “onlar kaç kişi ki” diyerek, herdesteğin kendilerine yönelmesini isteyenle-rin, bir süre sonra, bu kez oligarşi ile yüz yü-ze geldiklerinde, aynı propagandanın sonuç-larından yakınmaya hakları yoktur.

Gerçek gerçeklikte, güç-nicelik ilişkisi,egemen sınıfların yüzyıllardır egemenlikle-rini sürdürmek için kullandıkları ve her tür-lü propaganda aracı ile sürekli olarak işle-dikleri bir konudur. “Oligarşi çok güçlü, sizçok güçsüzsünüz”, “devletle baş edilmez”,“devletin milyonlarca silahı, milyarlarca do-

ları var, sizin neyiniz var ki” gibi sözlerin, herzaman güç-nicelik kavrayışının üzerinde yükseldiğini herkes görebilecektir.

Güç-nicelik kavrayışı, toplumsal ilişkileralanında öylesine geniş bir etkiye sahiptirki, günlük yaşamda sıkça kullanılan “parankadar konuş” türünden söz ve davranışlar-da da kendisini dışa vurur. (Çünkü mevcutdüzende “para” güçtür.)

Daha önce de belittiğimiz gibi, güç-nice-lik kavrayışı, solda kendisini yeniden üretenideolojik bir kavrayıştır. Ancak egemen sı-

nıflar açısından bu ideolojik kavrayış, saltideolojik araçlarla sürdürülen bir propagan-danın ürünü olarak yaygınlaşmamaktadır.

Bu kavrayış, bir yandan toplumda geniş birnüfusu oluşturan küçük-burjuvazinin sınıf-sal tutumu ile belirlenirken, diğer yandangünlük yaşamda (maişet derdi içinde) ye-

niden üretilmektedir. Doğal olarak, bireyle-rin kendi günlük yaşamında kaçınılmaz birilişki olarak ortaya çıkan güç-nicelik ilişkisi,doğal ve sorgulanmayan bir ilişki olarak gö-rülür. Bu sorgulanmama, yani kavrayışıntoplumsal ilişkiler alanı içerisinde sürekli ye-niden üretimi ile ortaya çıkan kendiliğinden varoluyormuş duygusu, bu kavrayışı, nere-deyse “sağduyu”nun bir ifadesi olarak sun-maktadır. (Hemen her seçim sonrasında“halkımızın sağduyusu”ndan söz eden de-ğerlendirmelerin bunca yaygın oluşunun ne-deni de budur.) Böylece, bilince ve bilgiyedeğil, sezgilere ve bireysel yaşam deneyi-mine dayanan ölçü, ölçüt ve kavrayışlaröne geçmektedir. Özellikle kent küçük-bur- juvazisi ile köylülüğün proletarya ile olandevrimci ilişkilerinde, bu bireysel yaşam de-neyiminin getirdiği kavrayışlar önemli bir yertutar.

Devrimcilerin, bu kavrayış yüzündenödedikleri bedel, devrimci mücadeleye ka-tılımda karşımıza çıkar. Genellikle devrim-

ciler belli bir güç olana kadar olayları izle-me yönündeki geniş kitlesel eğilim, ödenenbedelin büyüklüğünü göstermektedir. Enbasit bir mantık bile, bir ile birin toplanma-sının iki ettiğini, bir elin tek başına bir işe yaramadığını ama iki elin “sesi” olduğunubilir. Oysa güç-nicelik kavrayışı, birin kendikendine ve kendi içinde iki olmasını bekler ve ancak ondan sonra katılabileceğini be- yan eder. Bu da, devrimci mücadeledenuzak durmayı getirdiği gibi, herşeyin dev-rimcilerin iradi müdahelesi olmaksızın geli-

şebileceği kavrayışına ulaşır. Bunun sonucuise, mistisizm, pasifizm ve oblomovculuk-tur.

“Hele şöyle bir güç olun, o zaman biz de varız” türünden sözlerin, salt nicelik yönün-den ele alındığında bile, devrimci mücade-le açısından ne denli anlamsız olduğu gö-rülecektir. Çünkü devrimci mücadele, kitle-leri bilinçlendirme ve devrimci bir güç hali-ne getirme mücadelesidir. Eğer devrimcimücadelede yer alınacaksa, devrim müca-delesini bir “güç” haline getirmek için, oli-

garşiye karşı bir “alternatif” güç haline ge-tirmek için yer alınacaktır. Yoksa böyle birgüç kendiliğinden oluşmayacaktır ve şayet

Page 12: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

7/31/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-128-temmuz-agustos-2012 12/32

KURTULUŞ CEPHESİ Temmuz-Ağustos 2012

12

kendiliğinden oluşsa bile, o zaman, bugündevrimci mücadeleden uzak duran “bilinç-li” insanları değil, bugünün bilinçsiz, ama yarının bilinçli kitlesini kapsayacağı açıktır.

Şayet belirleyici olan güç-nicelik ilişkisi ise,o zaman devrimci mücadeleye her katılım,niceliği artıracaktır ve (bu ilişkinin kavrayışıçerçevesinde söylersek) her nicelik artışı,güç olunduğunu göstereceği anlamda, yeniniceliklere yol açacaktır. Bu da, bu kavrayı-şın kendi içerisinde ne denli çelişik olduğu-nu gösterir.

“Güç-nicelik” kavrayışının ideolojik nite-liği bu çelişkide kendini yeniden ortaya ko- yar. Bilindiği gibi, burjuva ideolojisi, pratiğin“haklı çıkartılması” temelinde, gerçekliğin yalanlaştırılmış ifadesi durumundadır. Kişi,kendi kavrayışı ile kendi gerçekliğine yaban-cılaşmaktadır. Sanki kendisinin (genel ola-rak tüm insanların) dışında bir varlık varmışgibi, bu varlıkların, kendi dışında önce biraraya gelmesini ve kendilerini “güç” halinegetirmesini beklemek, bu yabancılaşmanınen son sınırını belirler. “Tamam, sizin söyle-dikleriniz çok doğru, sizinle çalışmak iste-rim ya da en azından sizlere yardımcı olmakisterim, ancak sizler de önce birşeyler ya-

pın” şeklinde ifade edilebilen görüşler, aynızamanda bireyin kapitalist ilişkiler içerisin-de kendi emeğine yabancılaşmasının bir yansısı durumundadır. Eğer bu sözü edenkişi ya da kişilerin devrimci mücadeleyekatkısı, aynı zamanda devrimci mücadele-nin gelişmesi demek olmayacaksa, yanikendilerinin dışında bir gelişim ortaya çıkı- yorsa, kendileri dışında “birşeyler” yapılıyor-sa, kendilerine neden gereksinme duyula-cağı anlamsız olacaktır. Herkes bilir ki, birkişi için geçerli olduğu ileri sürülen bir öl-

çüt, herkes için de geçerli olabilir. Bu du-rumda, devrim mücadelesini sürdüren tekkişi bile kalmayacaktır. Çünkü herkes, ken-di dışında birşeyin varolmasını beklemekdurumunda olacaktır. Oysa hiçbir şey yok-tan var olmaz.

Görüldüğü gibi, “güç-nicelik” kavrayışı,sadece pratik devrimci mücadelenin enge-li değil, aynı zamanda devrimci olunması-nın da engeli olan bir ideolojik kavrayıştır.Küçük-burjuva dünya görüşünün ürünü olanbu kavrayış karşısında proletaryanın sınıfsal

tavrı, tümüyle bilimseldir.Proletarya, sınıf olarak, sadece kendisi-

nin niceliğini değil, aynı zamanda burjuva-

zinin zıddı olarak bir niteliği ifade eder. Üre-timdeki yeri, onu, sadece nicelik olarak de-ğil, niceliğin belli bir nitelikle birleşmesininürünü olarak belirlemiştir. Tek tek işçilerin

(nicelik) birleşik ve kollektif eylemi (nitelik),proletaryanın sınıfsal gücünü ortaya çıkarır.Proletaryanın kendi günlük pratiğiyle sürek-li olarak sergilediği ve sürekli olarak yeni-den ürettiği bu ilişki, birleşik ve örgütlü birniceliğin nasıl bir güç ortaya çıkardığını gös-terir.

“Güç-nicelik” ilişkisi doğru kavranamaz-sa ve küçük-burjuvazinin bu konudaki kav-rayışı esas alınırsa, devrimci mücadeledebir dizi sapma kaçınılmaz hale gelir. Kendi-sini belli bir “güç” olarak göstermek isteyen ve bu yolla güçlenmeyi uman pek çok dev-rimci örgüt, kendi gücünü aşan ve tarihselkoşullara uygun düşmeyen bir dizi eylem yapmaya sürüklenir. Sonuç ise, devrimcimücadelenin verdiği nice kayıplar ve yitiri-len zamandır.

Tüm bu belirlemelerin ışığında, belli birniteliği ifade eden devrimci insanı, kadroyuşu şekilde belirleyebiliriz:

Tarihin belirli bir döneminde, mevcutekonomik, sosyal ve siyasal sistemin, insan-

lığın ileriye doğru gelişiminin ve tarihsel iler-lemenin engeli olduğu bir dönemde, yanimevcut üretim ilişkilerinin üretici güçleringelişimini engellediği ve yer yer durdurdu-ğu bir tarihsel dönemde, bu koşulların bilin-cinde olan ve bu koşulları ortadan kaldıra-rak, insanlığın tarihsel gelişiminin önünüaçan, bu süreci hızlandıran insanlar, o tarih-sel dönemin görev ve sorumluluğu ile ha-reket ederek, kendilerini devrimci olarak ta-rih karşısına koyarlar. Bu nitelikteki bir bi-rey, ister politik iktidarın ele geçirilmesi sü-

recinde olsun, ister politik iktidar ele geçi-rildikten sonra olsun, yaptığı her eylemi iledevrimci niteliğini yeniden üretir ve kendi-ni aşar. Yerinde sayan, değişmeyen bir nite-lik, her zaman çürümeye ve bozulmaya uğ-rayacaktır. Bu nedenle de, devrimci insan,kendisini sürekli olarak aşan, yenileyen vedevrimci mücadele sürecinin öne koyduğugörev ve sorumluluğun bilincinde ve onagöre faaliyet yürüten insandır.

Devrimcilik, bireyin, tarih karşısında,içinde yaşadığı tarihsel koşullar karşısında,

kendi bilinci ile belirlenen sorumluluk vegörev demektir.

Page 13: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

7/31/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-128-temmuz-agustos-2012 13/32

Temmuz-Ağustos 2012 KURTULUŞ CEPHESİ

1

“Bir zamanlar”, insanlar, geleceğin neolacağını bilmekten çok, geleceğin nasıl ol-ması gerektiğini tartışıp geleceği biçimlen-dirmeye çalışırlardı. Bu zamanlar, devrimcimücadelenin geliştiği ve yaygınlaştığı dö-nemlerdi.

Her devrim, birleşik ve örgütlü karşı-dev-rim doğurarak gelişir. Dolayısıyla gelişen ve yaygınlaşan devrimci mücadele karşısında,egemen sınıflar kendi aralarındaki çelişkile-

ri bir yana bırakarak uzlaştılar ve tüm dev-let olanaklarını seferber ederek güçlü birkarşı-devrim cephesi oluşturdular. Bu karşı-devrim cephesi, kimi zaman yönetimin as-kerileştirilmesi şeklinde (12 Mart ve 12 Ey-lül’de olduğu gibi), kimi zaman MC hükü-metleri ve faşist milis örgütlenmeler olarakortaya çıktı.

Bu süreçte “gelecek” ya da “gelecektene olacağını bilme” sorunu, açık ve kesinbiçimde hangi tarafın zafer kazanacağınailişkin bir sorundu. Tüm taraflar ve her bir

tarafın tüm bileşenleri, “gelecek”in sadece ve sadece mücadeleyle, mücadeleyi karar-lılıkla ve sonuna kadar sürdürmekle belirle-neceğinin farkındaydılar.

Güçler, yani devrimci güçler ile karşı-devrimci güçler eşit değildi. Maddi ve tek-nik olarak çok güçlü karşı-devrim cephesi(emperyalizm ve oligarşi) karşısında dev-rimci güçler hem dağınık, hem de zayıftılar,ama siyasal ve moral olarak üstündüler. An-cak karşı-devrim cephesi siyasal açıdan tamolarak tecrit edilemediğinden ve devrimcigüçler birleşik bir cephe oluşturamadıkla-rından, yönetimin askerileştirilmesiyle bir-likte ülke çapında başlatılan devlet terörüy-

Kahinlik,Falcılık,

Cin Çağırma ve Geleceği Bilme Arzusu

[“Ne Olacak Bu Suriye’nin Hali?]

le ezildiler ve başarısızlığa uğradılar.12 Mart koşullarında, devrimci güçlerin

siyasal ve moral üstünlüğü karşısında dev-let terörü bir süre etkili olabildiyse de, dev-rimci mücadelenin gelişimini durdurmaktabaşarılı olamadı. Böylece 1974’den itibarendevrimci mücadele, siyasal ve moral üstün-lüğüne dayanarak yeniden gelişmeye ve yaygınlaşmaya başladı.

“Geleceğin ne olacağını” bilmek yerine,

geleceği kurmak için mücadeleyi sürdürendevrimci güçler, 12 Eylül askeri darbesiylebirlikte genişliğine ve derinliğine bir yenil-giyle yüzyüze geldiler.

12 Eylül döneminin askeri terörü, bir yandan devrimci güçleri fiziki ve maddi ola-rak imha ederken, diğer yandan devrimcigüçlerin siyasal ve moral üstünlüğünü belliölçülerde geriletti. Özellikle 1980-1989 yılla-rında “eski marksist”lerin başını çektiği ide-olojik saldırı (“sivil toplumculuk”) ve Sov- yetler Birliği’ndeki Gorbaçov’un revizyoniz-

mi revize etme girişimi, devrimci güçlerinsiyasal ve moral üstünlüğünü ideolojik birkeşmekeş içinde yitirmelerine yol açtı.

1989 yerel seçimlerinde SHP’nin %28,69oyla birinci parti çıkarken, Demirel’in DYP’si%25,13 oy oranıyla ikinci olmuş ve iktidar-daki Turgut Özal’ın ANAP’ı %21,80 oyla an-cak üçüncü parti olabilmişti. SHP, Ankara,İstanbul, İzmir, Adana, Kayseri ve Gaziantepbelediye başkanlıklarını kazanmıştı.

Böylece “sol” ve devrimci güçler bir kezdaha siyasal ve moral üstünlüklerini göster-mişlerdi. Ancak “ne olduysa” oldu ve birdenherşey dağılmaya, bozulmaya başladı.

İSKİ skandalı, genel olarak “sol”un halk

Page 14: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

7/31/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-128-temmuz-agustos-2012 14/32

KURTULUŞ CEPHESİ Temmuz-Ağustos 2012

1

nezdindeki siyasal üstünlüğünü yitirmesine yol açtı. Aynı zaman diliminde SovyetlerBirliği’nin dağıtılmışlığı da moralman çöker-tici etkide bulundu. Artık “gelecek”, uğruna

mücadele etmeye, hatta ölmeye değmeye-cek “soyut yarın” haline gelirken, “anı yaşa-ma”, “yaşanılan anın tadını çıkarma”, “so-mut bugün” olarak “gelecek”in yerini aldı.

90’lı yıllar, “dünün dünle gittiği”, “yenişeyler söylemek” gerektiği söylemleriyle ge-çip gitti. Kamu kuruluşlarının, özellikle dedevlet bankalarının özelleştirilmesiyle birlik-te ortaya çıkan yeni istihdam olanakları kü-çük-burjuva kökenli “aydın” “sol” kesimle-rin “geleceği yaratma” mücadelesinden(devrimci mücadele) kopuşlarını getirdi. Yüksek faiz (özellikle hazine bonoları), “ko-nut kooperatifleri” ve İMKB (İstanbul Men-kul Kıymetler Borsası), dönemin “ in”leri ola-rak tüm kentli kitleleri çevreledi ve kuşattı.

1982 “Bankerler Krizi” çoktan unutul-muştu. “Dün dünle” gitmişti. Doğal olarak, yeni dönemin “ in”leri hiç sorgulanmaksızınkabul gördü. Artan ithalatla birlikte artan pa-zarlamacılık ilişkileri yeni bir söylem, “imajherşeydir” dönemi başlattı.

Hiçbir şey değişmeyecekmişçesine “so-

mut bugün”de yaşanıldı. Faiz oranları hergeçen gün yükseliyordu. Böylece “rantiyer-lik” döneminin tüm rehaveti ve savurganlı-ğı tüm toplumu etkisi altına aldı. “Gelecek”tüm anlamını yitirdi.

2001 Şubat Krizi’nin patlak vermesiylebirlikte “güzel ve mutlu günler” sona erdi.Bankalardaki mevduatlar artık yüksek geti-ri kaynağı olmaktan çıktı. Borsaya yatırılanparalar “deve” olmuş, kamu kuruluşlarının(özellikle bankaların) özelleştirilmesiyle or-taya çıkan istihdam kapıları kapanmıştı. He-

men herkesin “ne olacak şimdi” sorusunubile soramadığı bir belirsizlik dönemi baş-ladı.

Herkeste “istikrar” ve “huzur” arayışıbaşladı. “İstikrar” denilen şey, varolan gelirdüzeyini sürekli kılmak, borsadaki “yatırım-lar”ın getirilerini güvenceye almaktan baş-ka bir şey değildi. Doğal olarak “istikrar”ınolduğu yerde “rahat” ve “huzur” ortaya çı-kacaktı.

 AKP iktidarı, bir yandan, siyasal olarak“ne olacak bu memleketin hali” sorusunu

ortaya çıkartırken, diğer yandan “tek partiiktidarı”nın “istikrar” sağlayacağına inanılı- yordu.

“Ne olacak bu memleketin hali” sıradan“kahvehane/meyhane muhabbetleri” (daha yaygın bir deyişle “geyik muhabbetleri”) dü-zeyine indirgenirken, “istikrar” öne geçme-

 ye başladı.Günlük, saatlik ve anlık borsa haberleri

 ve dolar kuru, parası olanın da, olmayanında kulaklarını diktikleri “yeni fırsatlar”ın “ti- yoları” olarak toplumun her katmanına ulaş-maya başladı.

“Fırsatlar ülkesi Türkiye”de borsanın in-di-bindisiyle, kurun çıktı-indisiyle yeni bir“gelecek” hesapları dönemi başladı. Ardın-dan komplo teorileri geldi. Her şeyin arka-sında bir “komplo” aranmaya başlandı. “Da Vinci’nin Şifreleri”ni çözen, köşeyi dönebi-lecekti!

Böylece fal baktırmalar, cin çağırmalar vs. toplumun “geleceği bilme arzusu” ola-rak yeni bir “iş kapısı” ortaya çıkardı. “Hu-zur” ise, anti-depresan haplarıyla sağlandı.

 Artık herkesin, herşey için “ne olacak”sorusunu sorduğu ve konuştuğu bir toplum-sal ilişkiler dönemine girildi. Her olay, hergelişme, “şimdi ne olacak” sorusuyla birlik-te (ve komplo teorilerinin “aydınlığı”nda)ele alınmaya, konuşulmaya başlandı. Tele-

 vizyonların “hararetli” tartışma programları-na çıkartılan “uzmanlar”, ilgili-ilgisiz kişiler,hemen her gün, her saat “gelişmeleri” yo-rumlamaya başladı.

Böyle bir dönemde, nasıl ki dolar kuru-nun “ne olacağı” merak konusu olabiliyor-sa, (ulusal ya da uluslararası) siyasal geliş-meler de “merak” konusu haline geldi. Fal-cılardan ve cincilerden kendi somut yaşam-ları için “tiyo”lar alma alışkanlığı edinmiş birtoplum, kaçınılmaz olarak bu “merak”ını,“geleceği bilme arzusu” olarak yaygınlaş-

tırdı.“Geleceği” yaratma ve kurma iradesi ya

da bilincinin yerine, “somut bugün” teme-linde “geleceği bilme arzusu”nun geçmesi,bir kez daha “kahinlik” isteklerini hortlattı ve “kahinler”e yeni iş olanakları yarattı.

Tarih, “arka oda”da nelerin döndüğünü,hangi entrikaların yapıldığını bilme “arzu-su”nun aleti haline gelirken, “yakın tarih”,“Cumhuriyet tarihi” “vay canına…” dedirte-cek türden söylemlere kurban edildi. Bütün-sel bir tarih bilgisine ve tarihsel bakış açısı-

na sahip olmayan bir “master öğrencisi”,neredeyse tüm “sol”un “tarih uzmanı” ola-rak başköşeye yerleştirildi.*

Page 15: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

7/31/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-128-temmuz-agustos-2012 15/32

Temmuz-Ağustos 2012 KURTULUŞ CEPHESİ

1

1980’lerde büyük kentlere göç eden, gi-derek TOKİ binalarında “kentlileşen” yenibir toplum kesimi bu “bilgiler”in, “komploteorileri”nin ve “geleceği bilme arzusu”nun

(kahinlik) yeni tüketici kitlesini oluşturdu.Eski “kentliler”, yani eski yerleşik kent kü-çük-burjuvazisi ve aydın kesimi çokbilmişhavalar içinde, bu yeni tüketici kitleyi doyur-maya başladı. Taraf ve  Radikal gazeteleribu çokbilmiş eski kentli küçük-burjuvaların“yayın organı” olarak ortaya çıktı.

Bir dönem, Ergenekon operasyonları ve“neler olmuş neler” masallarıyla geçerken,“Kürt sorunu”, “şehit haberleri”, giderek“gelecek”le ilgili beklentiler yaratmaya baş-ladı. Daha somut ifadeyle, “ne olacak bu te-rörün sonu” merak konusu haline geldi. AKP’nin ilk iktidar günlerinde bolca ve çok-ça konuşulan “takiyye” konusu unutuldu. Amerikan emperyalizminin Irak işgali, Sad-dam Hüseyin’in idam edilmesiyle birlikteher türlü önemini ve merak konusu olmaözelliğini yitirdi. 2007 Mortgage Krizi’nin,kredi kartları ve tüketici kredileriyle “teğet”geçmesiyle birlikte, iç siyasal gelişmeler sa-dece “kaset komploları”na duyulan ilgi ola-rak “merak” konusu haline geldi.

İşte bu ortamda “Arap Baharı” başladı.Kimileri “Arap Devrimi” diyerek genişhalk kitlelerinin ilgisini ve merakını uyandı-rırken, kimileri “derin” tahliller yaparak “ge-lecek” hakkında kahinlik yapmaya soyun-du.

Mısır’daki “Tahrir Meydanı” eylemleriningünlerce sürmesi karşısında “merak” arttı.Televizyonlara çıkan “uzmanlar” tarafındankışkırtılan bir bahis ortamı oluşturuldu. “Mü-barek gidecek mi? Kalacak mı?”; “Ne kadardayanacak?”; “Ülkeden kaçtı mı?”; yabancı

bankalarda “kaç milyar doları var?” türün-den basit ve kaba sorular etrafında yapılan“uzman tartışmaları”, “geleceği bilme arzu”-larını tahrik etti.

 Ardından, başbakanın “NATO’nun ne işi var Libya’da” söylemiyle başlayan, ardından“binlerce masum sivili” Libya’dan “tahliye”

etmek için donanmanın harekete geçirilme-siyle birlikte, “Kaddafi’nin sonu” ya da “Neolacak Kaddafi’nin hali” “merak” konusuhaline geldi.

 Artık gelişen her ulusal ya da uluslarara-sı olay, borsadaki hisse senedinin ne zaman ve ne kadar yükseleceğini “bilme arzusu”ylaeş düzeyde bir olay haline geldi.

Kaddafi’nin dünyanın gözü önünde linçedilmesi karşısında (tıpkı Saddam Hüseyin’iniki oğlunun, Cengiz Çandar’ın sözleriyle, “ta- vuk gibi” başları kesilerek öldürülmesi veSaddam Hüseyin’in uyduruk bir dava sonu-cunda idam edilmesi olaylarında olduğu gi-bi) hiçbir şey olmamış gibi davranan insan-lar, Suriye’deki gelişmeler karşısında bir kezdaha “geleceği bilme arzusu”yla “kahinler”-den medet umar hale geldi.

“Ne olacak Suriye’nin hali?”“Beşer Esad iktidarda kalabilecek mi?”Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın sö-

züyle “Suriye halkı”, Beşer Esad yönetimini“ne zaman devirecek?” gibi sorular “med- ya”da “sorgulanırken”, birden ortaya çıkıve-ren “Kuzey Suriye”de Kürt “sorunu” (“BatıKürdistan” sorunu) yeni bir “merak” konu-su haline geldi. Böylece bir kez daha “gele-

ceği bilme arzusu” depreşti. Suriye konu-sunda ne söylenirse söylensin, bu “merak-lı” soruları yanıtlamayan değerlendirmelerdinlenilmez hale geldi.

Şimdi bizden, şu “esamesi okunmayan”devrimcilerden beklenen, bu “meraklı” ke-simlerin “merakını” giderecek yanıtlar ver-mektir.

Beşer “Esed” gider mi?** Giderse “neolur”? Kuzey Suriye’de Kürtler özerklik ilaneder mi? Ederse, bu “Türkiye Kürdistanı”ndanasıl sonuçlar yaratır? “Emsal” oluşturur

mu? Ya da Suriye parçalanır mı? “Sünniler”in

(“Müslüman Kardeşler”in) iktidara gelmesiiçin uğraşan AKP iktidarı bu parçalanmakarşısında ne yapar? Yeni bir “Kürt özerkbölgesi”nin oluşmasına “izin” verir mi? “Öz-gür Suriye Ordusu” denilen “silahlı muhale-

* Ayşe Hür adlı bu kişi, “Taraf ” gazetesinde sonbirkaç yılın “yıldızı” olarak parladı. Ta ki, yine “Taraf ”gazetesinde “ünlü” Halil Berktay’ın, bu zatın bilgisiz-leğini ortaya koyarak ipini çekene kadar bu “yaldızlı

tarih araştırmacısı” parlamayı sürdürdü. Ama bu dabir “kayıp” sayılmaz. Çünkü bu “yaldızlı” dönemdeki“ününden” yararlanarak TRT’de bir program kapma- yı da başardı.

** “Medya”yı yakından izleyenlerin çok iyi bildiğigibi, AKP ve yandaşları “Esad” yerine “Esed” demek-tedirler. Çünkü Arapça “Esad” “aslan”, “Esed” ise “sa-adetli” anlamına geliyormuş. Beşer Esad’ı “aslan” di-

 ye çağırmak yerine, “katliamların karşısında mutluolan kişi” olarak sunmak AKP’nin daha çok işine gel-miştir. Tıpkı PKK’nin, resmi söylemde “Pe-Ka-Ka” ol-ması gibi çocuksu bir “psikolojik savaş” yöntemi.

Page 16: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

7/31/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-128-temmuz-agustos-2012 16/32

KURTULUŞ CEPHESİ Temmuz-Ağustos 2012

1

fet”, AKP’nin denetimi altında “Kürt özerkbölgesi”ni yok etmek için harekete geçermi? Bu “muhalefet”e “Türkiye devleti” nekadar güvenebilir? vs. vs..

Eğer yazınızda ya da konuşmanızda, bu ve benzeri sorulara belli bir yanıt veremiyor-sanız, yani “meraklıları” tatmin edemezse-niz, açıktır ki, sizi dinleyecek bir insan top-luluğu (belki 3-5 kişi bile) bulamayacaksı-nızdır.

Kahinlik, “müneccimlik” (“astrologluk”) yeniden revaçtadır.

Bugün ve gelecek için, geleceği biçim-lendirmek için etkin bir eylemde bulunma- yan ya da bulunmayı bile düşünmeyen, edil-genliği (eski deyimle “pasifliği”) içselleştir-miş, ama herşeye rağmen “geleceği bilmearzusu” ile yanıp tutuşan bir “kitle” karşısın-da yapılacak en “popüler” iş müneccimlik-ten başka bir şey değildir.

Oysa tarihi insanlar yapar , insanlar ta-

rafından yapılır .* Tarihi yapacak olan in-san öznesi ortaya çıkmadığı sürece, tarih,tarihin yapıcısı gerçek insanların dışında veüstünde yer alan, sadece kendi çıkarlarınıesas alan egemen sınıflar, egemen güçlertarafından yapılır.

Suriye somutunda konuşursak, öncülü-ğünü Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı var-sayılan “dış güçler” Suriye’nin geleceğinibelirlemek için harekete geçmişlerdir. “Öz-gür Suriye Ordusu” ya da Recep TayyipErdoğan’ın “Suriye halkı” dediği “insanlar”,sadece bu “dış güçler”in desteğinde ve sa-dece onların istek ve çıkarları doğrultusun-da “tarih sahnesine” çıkmışlardır. Açıktır ki,burada bir ülkenin “tarihi” yazılmaktadır.CIA ve MİT ajanlarının yönetiminde silahlan-dırılmış ve harekete geçirilmiş silahlı “mu-

hafet” hareketinin amacı tek ve yalındır:Suriye’deki son Baas iktidarını sona erdir-

mek.Bir bütün olarak “Arap Baharı” denilen

 ve tümüyle “dış güçler” tarafından hareke-te geçirilen “iç dinamikler”in ürünü olan

“olaylar dizisi”, hiç tartışmasız, 23 Temmuz1952 yılında Abdülnasır ve arkadaşlarınınMısır’da İngiliz emperyalizminin kuklasıolan Kral Faruk’u devirmeleriyle başlayanbir tarihsel sürecin son halkasını oluştur-maktadır.

23 Temmuz “Özgür Subaylar”ın askeridarbesiyle birlikte yeni bir dönem başlamış-tır. Bu yeni dönem, emperyalist güçler tara-fından cetvelle paylaştırılmış Arap halkının“birlik” ve anti-emperyalist kalkınma arayı-şına giriştiği bir dönemdir. Bu dönemin baş-lığı, “Arap ülkelerinde Arap milliyetçiliğinin yükselişi ve Baas iktidarlarının kuruluşu”-dur.

İlk “milli” eylem, 26 Temmuz 1956’daSuveyş Kanalı’nın millileştirilmesidir. Bu ta-rihten itibaren, gerek Mısır’daki Nasır iktida-rı, gerekse diğer ülkelerde ortaya çıkacakolan Baas iktidarları (Suriye ve Irak) emper- yalist ülkelerle ilişkilerini büyük ölçüde ko-parmışlar ve “milli ekonomi” dönemine gir-mişlerdir.

 Açık ifadesiyle, Mısır, Suriye ve Irak’takiBaas iktidarları** (Libya’daki Kaddafi yöne-timi de dahil) günümüze kadar bu ülkeleri(Sovyetler Birliği’nin etkin desteğiyle) em-peryalist dünya pazarının dışına çıkarmış-lardır. Emperyalizmin en büyük sorunu “aşı-rı-üretim”dir. Yani Pazar sorunudur. Dolayı-sıyla Baas iktidarlarının kendi ülkelerini em-peryalist dünya pazarının dışına çıkartmışolmaları, emperyalizmin pazar sorunu açı-sından giderek önem kazanan bir yere sa-hiptir.

Bugün yaşanılan ve yaşanılmaya devamedecek olan süreç (şu ünlü “Arap Baharı”), Arap ülkelerindeki Baas rejimlerini yıkarak,bu ülkeleri emperyalizmin açık pazarı ha-

line getirme sürecidir. Bu boyutuyla, Baasiktidarlarını yıkmaya yönelik her türlü giri-şim, bu pazardan “pay kapma” heveslisi her

* Marks şöyle yazar: “İnsanlar kendi tarihlerinikendileri yaparlar, ama kendi keyflerine göre, kendiseçtikleri koşullar içinde yapmazlar, doğrudan veriolan ve geçmişten kalan koşullar içinde yaparlar. Bü-tün ölmüş kuşakların geleneği, büyük bir ağırlıkla, ya-şayanların beyinleri üzerine çöker. Ve, onlar kendile-rini ve şeyleri, bir başka biçime dönüştürmekle, ta-mamıyla yepyeni bir şey yaratmakla uğraşır görün-düklerinde bile, özellikle bu devrimci bunalım çağla-rında, korku ile geçmişteki ruhları kafalarında canlan-

dırırlar, tarihin yeni sahnesinde o saygıdeğer eğreti kı-lıkla ve başkasından alınma ağızla ortaya çıkmak üze-re, onların adlarını, sloganlarını, kılıklarını alırlar.”(Marks, Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i.)

** Bilineceği gibi, Mısır, Suriye ve Irak’taki Baasiktidarlarının varlığı bayraklarındaki yıldızlarda simge-lenmiştir. Mısır, uzun yıllar tek yıldızlı Arap bayrağınıkullanırken (ki Enver Sedat döneminde kaldırılmıştır),

Suriye iki yıldızlı, Irak üç yıldızlı bayrağı kullanmıştır.Emperyalizmin Arap ülkelerine müdahalesinin hede-fi, bir bakıma, bu yıldızları Arap bayrağından söküpatmaktır.

Page 17: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

7/31/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-128-temmuz-agustos-2012 17/32

Temmuz-Ağustos 2012 KURTULUŞ CEPHESİ

1

kesimi harekete geçirmiştir. Türkiye’nin, da-ha tam ifadeyle, feodal-tüccar zihniyetininbu olaylar karşısındaki “pro-aktif” hareketi,bu yeni emperyalist pazardan pay kapma

arzusundan başka bir şey değildir.Bu nedenle, soru, son Baas “kalesi” olan

Suriye’deki Beşar Esad iktidarının yıkılıp yı-kılmayacağı değil, Suriye’nin (ve diğer Baasülkelerinin) emperyalist güçler tarafındannasıl paylaşılacağıdır.

İkinci soru ise, bu yeni pazarların güven-liğinin nasıl sağlanacağı sorusudur. Bu so-ru, aynı zamanda İsrail’in güvenliği sorunu-nu da içerir. Baas sonrası Mısır ve Suriye’deiktidara gelecek olan islamcıların, söylem-sel olsa bile, “yahudi düşmanlığı” ve geç-mişten miras alınan “Arap milliyetçiliği” cid-di bir “güvenlik” sorunu yaratmaktadır.

İşte bu iki soru, özellikle ikincisi, aynı za-manda “bu coğrafya’da, hem pazarların,hem de İsrail’in güvenliğini sağlayacak olan yeni bir ilişki düzeyinin ortaya çıkmasını ka-çınılmazlaştırmıştır. “Kuzey Irak” ve “Kuzey Suriye”deki Kürt nüfus ya da “BüyükKürdistan”ın kurulması olasılığı da bu “gü- venlik” gerekliliğinden türemektedir.

Bütün bunlar gerçekleşebilir mi?

“Meraklı” olanların mutlak olarak yanıt-lanmasını isteyecekleri soru da budur! Verilebilecek yanıt, elbette, “gerçekleşe-

bilir” olacaktır. Diğer ifadeyle, Baas iktidar-larının yıkılması ne denli emperyalizmin pa-zar sorununun bir sonucuysa, o denli em-peryalizmin etkin desteğiyle gerçekleştirile-cektir.

Emperyalizme karşı, Arap ülkelerininemperyalizmin “yeni” pazarları olarak elegeçirmesine karşı anti-emperyalist bir dire-niş, bir karşı duruş olmadığı sürece, emper-

 yalizmin “niyetleri”ni gerçekleştirmesininönünde nerdeyse hiçbir engel bulunma-maktadır.

Emperyalizm, bir ülkeyi kendi pazarı yada sömürgesi haline getirmek için sadeceiki yöntemi bilir ve tanır: Ya doğrudan o ül-keyi işgal etmek ve yönetmek; ya da işbir -likçiler aracılığıyla mevcut iktidarı devire-rek, bu işbirlikçiler aracılığıyla ülkeyi yönet-mek.

Bugün Mısır ve Suriye’de, Amerikan em-peryalizmi, “Müslüman Kardeşler” örgütlü-lüğü şemsiyesi altında, Arap küçük esnaf vetüccar kesimiyle işbirliğine girmiştir. Dün

(1979) İran’da, emperyalizme rağmen, mol-lalarla iktidara gelen bu “orta sınıf”, bugünemperyalizmin işbirlikçisi olarak Mısır veSuriye’de iktidar “adayı”dır. Suriye’de açık-ça görüldüğü gibi, bu işbirlikçi “orta sınıf”çok kolaylıkla emperyalistler tarafından si-lahlandırılabilmekte ve silahlı bir güç halinegetirilebilmektedir. Bu nedenle, bu “yeni”işbirlikçi kesimlere karşı silahlı mücadeledışında herhangi bir mücadele tarzı bulun-mamaktadır.

Evet, tarihi insanlar yapar. Ama tarihi ya-pacak olan insanlar, tarihin kendi önlerinekoyduğu görevleri yerine getirme azim vekararlılığında olmadıkları sürece, dış güçle-rin basit oyuncağı olmaktan öteye geçemez-ler.

 Asıl olan Suriye’deki son Baas iktidarınınemperyalizm ve silahlı işbirlikçileri tarafın-dan devrilip devrilmemesi değil, yeni işbir-likçi iktidara karşı, anti-emperyalist bir mü-cadelenin yürütülüp yürütülmeyeceğidir. Be-şar Esad iktidarının böylesi bir anti-emper-

 yalist mücadeleye öncülük edebilmesi ola-naksızdır. Bunun en yalın kanıtı, bundan 3-4 yıl öncesine kadar Beşar Esad yönetimi-nin doğrudan Türkiye (ve Recep Tayyip Er-doğan) aracılığıyla emperyalizmle uzlaşmaarayışında bulunmuş olmasıdır.

Şüphesiz her şey “karanlık” değildir. Amerikan emperyalizminin Irak işgali son-rasında olduğu gibi, Baas dönemi direnişiçin yeni bir temel oluşturabilmektedir. Böy-le bir direnişin Suriye’de de ortaya çıkmasıolasıdır. Ama bu mücadele uzun ve kanlı bir

mücadele olacaktır. Asıl olan da, böylesi birmücadeleye girişme kararlılığında olan halkkitlesinin ortaya çıkmasıdır. Bizde olduğu gi-bi, geniş halk kitlelerinin “tüketim ekonomi-si” içinde pasifize edilmesi de olasıdır. Buda, emperyalizme ve yerli-yeni işbirlikçi sı-nıflara karşı mücadeleyi belli ölçülerde en-gelleyecekse de, uzun dönemde bu işbirlik-çi iktidarların parçalanması kaçınılmazdır.

Page 18: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

7/31/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-128-temmuz-agustos-2012 18/32

KURTULUŞ CEPHESİ Temmuz-Ağustos 2012

1

Savaş teorisinin gelmiş geçmiş en büyükustalarından olan Clausewitz’in yukardakideğerlendirmelerinde iki ana unsurun öneçıktığını görürüz: a) İrade, yani savaşma, sa- vaşı sürdürme iradesi; b) Şiddet, yani fizikigüç. Bunlardan birincisi, hem savaşın ama-cı, hem de savaşı başlatmanın ve sürdür-menin temel unsurudur.

Savaşın (askeri savaş) amacı, düşmanakendi irademizi kabul ettirmeye, kendi ira-

“Savaş, hasmı irademizi yerine getirmeye zorlayan bir şiddet hareketidir.Şiddet, şiddeti göğüslemek için, bilim ve sanatların buluşları ile silahlanır. Gerçi

kaydedilmeye değmez bazı ufak tefek sınırlamaları devletler hukuku yasaları adı al-tında kabul eder ama, bunlar uygulamada savaşın gücünü zayıflatmaz. Şiddet, yanifizik kuvvet (çünkü devlet ve kanun kavramlarının dışında manevi kuvvet diye birşey yoktur), böylece savaşın aracı olmaktadır; ereği ise düşmana irademizi zorlakabul ettirmektir…

İnsancıl kişiler belki kolaylıkla, düşmanı çok kan dökmeden silahsızlandırmanın ve yenmenin etkin bir yöntemi bulunduğunu ve gerçek savaş sanatının bu amaca yöneldiğini düşünebilirler. Ancak bu istenilir bir şey gibi görünmesine karşın, aslın-da bir çırpıda bir kenara itilmesi gereken bir yanılgıdır. Savaş gibi tehlikeli bir işte,iyi yüreklilikten gelen hatalar başa gelebilecek şeylerin en kötüsüdür. Fizik gücün

sonuna kadar kullanılması hiç bir zaman zekanın kullanılmaması anlamına gelme-diğinden, bu fizik gücü acımadan kullanan ve kan dökmekten çekinmeyen taraf,aynı şekilde hareket etmeyen diğer tarafa oranla avantajlı bir durum elde eder. Ne-ticede de iradesini hasmına kabul ettirir. Böylece her iki taraf da aynı şeyi düşün-düğünden, birbirlerini aşırı hareketlere iterler ve bu aşırılıklar karşı tarafın güç ve di-rencinden başka bir sınır tanımaz…

Düşmanın irademize boyun eğmesi için, onu kendisinden istediğimiz fedâkar-lıktan daha elverişsiz duruma sokmamız gerekir. Bununla birlikte, durumunun el-

 verişsizliği geçici olmamalı, hiç değilse öyle görünmemelidir, aksi halde, düşmandaha elverişli bir anı kollar ve teslim olmaz. Bu itibarla, savaş faaliyetinin devamı-nın düşmanın durumunda meydana getireceği her değişikliğin, hiç değilse teorikolarak, kötüye doğru olması gerekir. Savaş halinde bulunan bir kimse için en kötüdurum, tamamen etkisiz hale geldiği durumdur. Öyleyse düşmanı bir savaş hareke-ti ile irademize boyun eğecek duruma getirmek istiyorsak, ya onu gerçekten silah-tan tecrit etmek, ya da kendisini öyle bir tehdit altında hissedeceği bir hale getir-mek gerekir.” (Carl von Clausewitz,  Savaş Üzerine.)

demize boyun eğmesini sağlamaya yönelikbir şiddet eylemi olduğu için, işin içine sü-rekli olarak psikolojik unsurlar girer. Clau-sewitz’in sözleriyle, karşı tarafın (düşmanolarak tanımlanan kesimin) kendisinin çokzor duruma düşürüldüğünü, eğer karşı tara-fın (savaşı sürdüren diğer tarafın) iradesineboyun eğmediği, yani karşı tarafın istekleri-ni yerine getirmediği takdirde çok daha ağırbedeller ödemek durumunda kalacağını dü-

Savaş,Psikolojik Harekât ve Suriye

Page 19: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

7/31/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-128-temmuz-agustos-2012 19/32

Temmuz-Ağustos 2012 KURTULUŞ CEPHESİ

1

şünmeye başlaması savaşın amacına ulaş-manın en önemli adımlarından birisidir.

Savaş teorisine göre, düşmanı (karşı ta-rafı) böyle bir duruma ve düşünceye sevk

edebilmenin en temel ve etkili yöntemi,onu silahtan tecrit etmekten geçer. Düşma-nı silahtan tecrit etmek içinse, etkin olarakkullandığı ya da kullanabileceği fiziki güçaraçlarını (ordu, yani silahlı insalar ve silah)imha etmek ya da bunları kullanamaz halegetirmektir.

İşte savaşta “psikolojik harekât”ların baş-ladığı yer de burasıdır.

“Psikolojik savaş” ya da “psikolojik ha-rekât”, düşmanın savaşma iradesini, doğru-dan silahlı güçlerini imha etmeksizin, zayıf-latmaktır. Bu da insan unsurunun, yani si-lahlı güçlerin moralinin bozulması, kendile-rini tehdit altında hissetmeleri ya da savaşısürdürseler bile  zafer kazanamayacakları - na inanmalarının sağlanması demektir.

1991’deki “I. Körfez Savaşı”ndan günü-müze kadar sürüp giden emperyalist saldır-ganlığın ortaya çıkardığı tüm savaşlarda“psikolojik harekât” hemen hemen tüm sa- vaş sürecinin büyük bir bölümünü oluştur-muştur.

“Psikolojik harekâtlar”ın birinci aşama-sı, doğrudan emperyalist ülkelerin kamuo- yuna yönelik olmuştur. Burada amaç, “düş-man” ilan edilen ülkenin ya da yönetiminkendi kamuoyu tarafından “büyük düşman”olarak “algı”lanmasını sağlamaktır. Böylecekendi kamuoyunun desteği kazanılmış ol-maktadır.

İkinci aşama ise, doğrudan düşmana yö-nelik, düşmanın iradesini, savaşma isteğiniortadan kaldırmaya yönelik “psikolojik ha-rekâtlar”dır.

Burada ilk unsur, düşman ilan edilen ül-kenin ya da yönetimin elinde bulundurdu-ğu bazı savaş araçlarını etkisiz hale getirme- ye yönelik dezenformasyonlardır. “Kitle im-ha silahları” konusunda kopartılan büyükgürültülerin amacı, böylesi bir durumu, ya-ni karşı tarafın elindeki bazı savaş araçları-nı kullanamaz hale getirmek olmuştur. DünSaddam Hüseyin’e yönelik yürütülen bu psi-kolojik kampanya, bugün “kimyasal silah-lar” bağlamında Beşar Esad yönetimine kar-şı da yürütülmektedir. Böylece karşı tarafın

(Saddam Hüseyin ya da Beşar Esad) elin-deki “kitle imha silahlarını” kullanma irade-si kırılmaktadır. Burada, büyük bir “medya

propagandası” söz konusudur. Oysa “kitleimha silahları” denilen (ya da Suriye olayın-da olduğu gibi “kimyasal silahlar”) “savaşaraçları”na sahip olan ülkeler, bu araçları

olası bir savaşta kullanmak amacıyla sahipolmuşlardır. Dolayısıyla, önsel olarak, sava-şa girdiklerinde bu “savaş araçları”nı kullan-ma iradesine sahiptirler. Yürütülen “psiko-lojik harekâtlar”la bu önsel olarak varolanirade ortadan kaldırılmaktadır. Suriye ola- yında görüldüğü gibi, Beşar Esad yönetimielindeki “kimyasal silahları”, “dış saldırı dı-şında” kullanmayacağını ilan etmek zorun-da kalmıştır.

İkinci unsur, Irak işgalinde ve Libya ola- yında görüldüğü gibi, silahlı güçlerin etkisiz-leştirilmesi amacıyla, yani moralini bozmakamacıyla, insanların satın alınmasıdır. Böy-lece, birbiri ardına “yönetimin en etkili un-surları” saf değiştirmeye başlar. Kimi zamanbir büyükelçi, kimi zaman bir general, kimizaman bir askeri birlik satın alınarak saf de-ğiştirmesi sağlanır. Burada para ana unsurolmakla birlikte, belirleyici unsur karşı tara-fın savaşı kaybedeceği düşüncesinin ege-men kılınmış olmasıdır. Bugün Beşar Esad yönetiminin karşı karşıya kaldığı en büyük

“tehdit”, “ er ya da geç” bu savaşı kaybede -ceğine inanılmasıdır.Bugün Suriye’ye ilişkin “Türk medyası”n-

da çıkan haberlerin ana konusu, neredeysesadece Beşar Esad yönetiminin “er ya dageç” savaşı kaybedeceğine ilişkindir. Tele- vizyonlara çıkartılan “yorumcular” tarafın-dan özellikle bu konu işlenmektedir. AKPiktidarının “danışmanları”, bu yöndeki psi-kolojik savaş unsurlarının tek tek piyasayasürülmesini sağlarken, aynı zamanda eskidönemde kullanılmış, kullanım süresini dol-

durmuş “psikolojik savaş unsurları”nı geriçekerek, yeni ve taze güçleri piyasaya sür-mektedir. (Örneğin,  Milliyet’ten Aslı Aydın-taşbaş ve Hürriyet’in Ankara Temsilcisi Me-tehan Demir* ilginç “kişilikleri”yle Suriye’ye

* Metehan Demir özellikle ilginç bir “kişilik”tir.1990 yılında Hava Harp Okulu’ndan mezun olan vedört yıl sonra Hava Kuvvetleri’nden ayrılan bu “kişi-lik”, ABD Dışişleri Bakanlığı ve Pentagon tarafındanözel olarak eğitilmiş görünmektedir. 2000 yılında Washington’da “Amerikan Dış Politika Dinamikleri”programından “sertifika” aldığı söylenen Metehan De-

mir, 2003 yılında İngiliz Savunma Akademisi’nde “Stra-teji, Diplomasi ve Savaş Taktiklerinin Günümüz Yön-temlerine Uyarlanması” konusunda yüksek lisans yap-mıştır. Bugün Hürriyet gazetesinin Ankara Temsilcili-

Page 20: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

7/31/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-128-temmuz-agustos-2012 20/32

KURTULUŞ CEPHESİ Temmuz-Ağustos 2012

20

 yönelik “medya”daki “psikolojik harekât”ınana unsurları durumundadırlar.)

Burada “hedef kitle”, bir taraftan “ilgiliülkenin” kamuoyu ve silahlı güçleri iken, di-

ğer taraftan “ilgilenen ülkenin” kamuoyu-dur. Yugoslavya’nın parçalanması sürecin-de, Irak işgalinde ve Kaddafi olayında birbi-rinin kopyası olan dezenformasyon haber-leri, bu kez Suriye’ye yönelik saldırıda kul-lanılmaktadır. İlk üç olayla “başarılı” olduğukabul edilebilecek olan bu dezenformasyon(ya da “psikolojik harekât”), görülen odurki, Suriye olayında da etkin biçimde işlevi-ni yerine getirmektedir. Burada önemli olanSuriye kamuoyuna ve silahlı güçlerine yö-nelik “psikolojik saldırı”dan daha çok, “ilgi-lenen ülkenin” kamuoyuna, yani Türkiye ka-muoyuna yönelik “psikolojik harekât”tır.

Türkiye kamuoyuna yönelik “psikolojikharekât”ın temel amacı ise, Suriye’ye yöne-lik her türden (örtülü ya da açık) müdaha-leye karşı kamuoyunun tepkisini pasifize et-mektir. Bir ölçüde Suriye’ye müdahale edil-mesine karşı çıkan kesimlerin hareketsizleş-tirilmesinde başarılı da olunmuştur.

Suriye’ye yönelik askeri müdahalenin entipik özelliği ise, Amerikan emperyalizminin

1980’lerde Nikaragua’da etkin biçimde uy-guladığı “ kontra örgütlenmesi”nin yaratılmışolmasıdır. “Rejim muhalifleri”, özellikle“Müslüman Kardeşler”, tipik kontra-gerilla yöntemleriyle savaşmak için örgütlenmiş vesilahlandırılmıştır. Geçmişte “kontra-gerilla”,gerilla savaşına karşı “örtülü operasyonlar”ınaracı olarak kullanılmıştır. Bu bağlamda,“kontra-gerilla”, özellikle “ölüm mangaları” ya da faşist milis örgütlenmeleri yaratarak,doğrudan “rejimin savunucusu” yasadışı birgüç olarak, gerillanın arka-cephesine saldı-

rılar yöneltmek için kullanılırdı. Bugün ise,benzer bir örgütlenmeyle doğrudan “isten-meyen rejimler”e karşı “istikrarsızlık yarat-ma” ve saldırı amacıyla kullanılmaktadır.Gerek örgütlenme tarzları, gerek silahlandı-rılmaları, gerekse de savaş yöntemleri “kon-tra-gerilla” faaliyetlerinin tipik bir kopyasıdurumundadır. Nikaragua’ya yönelik “düşük yoğunluklu savaş”ta Honduras bir “kontra

üs bölgesi” olarak kullanılırken, bugünSuriye’deki “rejim muhalifleri”nin üs bölge-si Türkiye olmaktadır.

Burada “rejim muhalifleri” olarak “kont-

ra”laştırılan unsurlar, tümüyle paralı asker-ler durumundadır. Ancak sadece “para”yla“motive” edilmiş değillerdir. Bu paralı asker-lerin (“rejim muhalifleri”) en temel özelliği,şu ya da bu nedenle mevcut siyasal yöneti-me karşı düşmanlık duygusuna sahip olma-larıdır. Geçmiş yıllarda Baas yönetimine kar-şı iki büyük silahlı isyanı gerçekleştiren“Müslüman Kardeşler” bunun için uygun birtemele sahiptir. Böylece Baas yönetiminedüşman olan “Müslüman Kardeşler”, “dışgüçler”in, özellikle Amerikan emperyalizmi-nin açık desteğiyle harekete geçirilmişler-dir.

Bu “operasyon”da, “Müslüman Kardeş-ler”e mensup “kontra”ların ailelerinin “ko-rumaya” alınması ilk adımı oluşturmuştur.Henüz ciddi bir çatışma söz konusu değil-ken, Türkiye’de “çadır kentler”in hazırlıkla-rına girişilmesi, bu ilk adımın ürünüdür. Bu-gün bu “çadır kentler”e ya da “konteynerkentlere” yerleştirilen “sivil sığınmacılar”,neredeyse tümüyle “kontra” aileleridir. (“Su-

riye Özgürlük Ordusu”nun önde gelenleri-nin aileleri Reyhanlı, İslahiye vb. kentlerdeevlere yerleştirilmiştir.)

İşte böylesi bir “kontra operasyonu” ko-şullarında, “Strateji, Diplomasi ve Savaş Tak-tiklerinin Günümüz Yöntemlerine Uyarlan-ması” üzerine master yapmış “kişilik”ler ko-layca piyasaya sürülebilmekte ve revaç gö-rebilmektedir.

 Açıktır ki, savaş, sadece “savaş alanın-da” silahlı güçlerle yürütülen askeri bir sa- vaş değildir. Her savaş gibi, Suriye “savaşı”

da, politikanın bir devamıdır. Bu açıdan elealındığında, Suriye’ye yönelik “kontra sava-şı”, “ilgilenen taraflar”ın politik amaçlarınıgerçekleştirmenin aracı olarak kullanılmak-tadır. Bir bütün olarak emperyalizm, siyasalolarak “Arap milliyetçiliği”nden (Baas) “son-suza kadar” kurtulmayı amaçlarken, ekono-mik olarak eski İngiliz ve Fransız sömürge-lerini yeniden emperyalist dünya pazarınınbir parçası haline getirmeyi amaçlamakta-dır. Türkiye’nin, daha tam ifadeyle, AKP’nin“amacı” ise, kendi feodal-tacirleri için yeni

bir “ticaret alanı” açmak ve bu yolla Arapülkelerine yönelik ticareti artırmaktır. İdeo-lojik planda “yeni-osmanlıcılık” olarak orta-

ği “görevini” ifa eden bu “kişilik”, tüm “savaş bilgisi-ni” Suriye olayıyla birlikte “kamuoyunun hizmetine”

sunmaktadır. Bunun yanında Recep Tayyip Erdoğan’ın yağdanlığı görevini de yerine getirmektedir Son gün-lerdeki işi ise, Londra Olimpiyatları’nda “Türkiye’ninbüyük zaferi”nin psikolojik altyapısını oluşturmaktır.

Page 21: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

7/31/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-128-temmuz-agustos-2012 21/32

Temmuz-Ağustos 2012 KURTULUŞ CEPHESİ

21

 ya konulan bu amacın, gelişen Avrupa krizikoşullarında daralan ihracat hacmi karşısın-da bir cankurtaran işlevi göreceği varsayıl-maktadır.

Gerçeklikte, ortaya çıkacak olan pazar,sadece ve sadece emperyalizmin pazarıdır. AKP’nin feodal-tacir kesiminin bu pazarda-ki rolü, Türkiye iç pazarındaki emperyalistşirketlerin (Carrefour, Metro, Real, İkea, Tes-ko-Kipa vb.) taşeronu ve tedarikçisi rolün-den çok farklı olmayacaktır.

Şüphesiz Suriye, savaş ve politikadan sözedilince, “Kuzey Suriye sorunu”ndan söz et-memek olanaksızdır. Bir dönem AKP “med- ya”sı tarafından Suriye Kürtleri’nin nasıl ezil-dikleri, “vatandaşlık hakları”nın bile olma-dığı vs. propagandası yapılmışsa da, iş “cid-diyete” binince, birden Suriye Kürtleri’nin

“oldu-bitti”sine “izin verilmeyeceği” ulu or-ta söylenmeye başlanmıştır. Kimilerinin id-dia ettiği gibi, Amerikan emperyalizminin“Büyük Ortadoğu Projesi”nin bir parçası ola-

rak “Büyük Kürdistan” kurma amacındansöz edilebilse de, AKP iktidarının “yeni-os-manlı vizyonu”nun böyle bir öngörüsü ol-madığı açıktır. Bu da, AKP’li tefeci-tüccarla-rın umdukları ile bulacakları arasındaki çe-lişkiyi açık biçimde ortaya koymaktadır.Çünkü savaş, yalın biçimde iki ya da üç si-lahlı gücün karşılıklı muharebe etmeleri de-ğildir. Savaşın politik içeriği, kaçınılmaz ola-rak, her türlü politik gelişmenin önünü açar.Çok bilinen halk deyişiyle, “Dimyata pirincegiderken, evdeki bulgurdan olmak” böylesi“kontra” savaşlarının olası sonuçlarından bi-risidir.

Page 22: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

7/31/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-128-temmuz-agustos-2012 22/32

KURTULUŞ CEPHESİ Temmuz-Ağustos 2012

22

“Bir zamanlar” oligarşiden söz edilirdi.Üretici güçlerin gelişiminin mevcut üre-

tim ilişkileri tarafından engellendiği dönem-den itibaren ortaya çıkan ve ekonomik vepolitik egemenlik kurarak, bu dönemdedevlete –ki devletin yapısı kaçınılmaz ola-rak sınıfsaldır– egemen olan sömürücü sı-nıf ya da sınıfların irileşmiş kesimine oligar-şi denir(idi).

 Yine “bir zamanlar” Mahir yoldaş oligar-

şik yönetimi (oligarşik dikta) şöyle tanımlı- yordu:“Bizim gibi ülkelerdeki oligarşik

dikta ise, sadece finans kapitalindamgasını taşımamaktadır. Çünkü ül-kedeki kapitalizm, kendi iç dinamiğiile değil, yukardan aşağıya geliştiril-miştir. Dolayısıyla yerli tekelci burju- vazi, daha baştan, çekirdek halindey-ken emperyalizmle bütünleşerek ge-lişmiştir. (Emperyalizm içsel bir olgudurumuna geldiği için bu oligarşi

içindedir). Ancak bu gelişen tekelci-burjuvazi tek başına emperyalizmleittifakını sürdürerek emperyalist üre-tim ilişkilerini muhafaza edecek güç-te değildir. Dolayısıyla,  yabancı ve

 yerli tekellere zorunlu olarak bağ-

lı olan toprak burjuvazisi ve feodalkalıntılarla yönetimi paylaşmakta-

dır .” ( Kesintisiz Devrim II-III .) (abç)

Görüldüğü gibi, “bir zamanlar”, oligarşi,sadece işbirlikçi-tekelci burjuvaziden mey-dana gelmemektedir. Mahir Çayan yoldaşınaçık biçimde tanımladığı gibi, oligarşi, “ya-bancı ve yerli tekellere zorunlu olarak bağ-lı olan toprak burjuvazisi ve feodal kalıntı-

“Üsttekiler” ya da“Bir Zamanlar” Oligarşi

lardan” oluşuyor(du).İlker Akman yoldaş, yine “bir zamanlar”,

“ Mevcut Durum ve Devrimci Taktiğimiz”(1976) yazısında tekelci burjuvazi-emperya-lizm ikilisinin feodallerle olan ilişkisini şöy-le tanımlar:

“Emperyalist-kapitalist üretim iliş-kilerinin, ülkenin iktisadi evrimi ileçatışma ve ‘uyum’ durumu, sınıfsalplana, oligarşinin başta proletarya ol-

mak üzere, emekçi yığınlarla çatış-ması, feodallerle ‘uyum’lu çatışması,köylülükle ‘iktisadi uyum’ çerçevesin-de ‘uyum’u şeklinde yansır. Oligarşi-nin feodallerle ve köylülükle olanuyumu, ülkedeki nispi demokratikortamın temelini oluşturur. Ülkedekinispi demokratik ortam, feodallerinüst yapısal olarak varlıklarını sürdür-meleri için gerekli bir ‘demokratik’ortam olduğu gibi, köylülüğe de o ik-tisadi ‘uyum’ için gereklidir.” (İlker

 Akman, Mevcut Durum ve DevrimciTaktiğimiz.)

Bu temel saptamalardan yola çıkan pekçok inceleme ve araştırma, ağırlıklı olarak,emperyalizmin işbirlikçisi tekelci burjuvazi-nin kimler olduğunu, hangi holdingleri kap-sadığını belirlemeye çalışmıştır.

Bu konuda ilk kapsamlı çalışma, 1976 yı-lında TİB (Tüm İktisatçılar Birliği) tarafından yapılmış ve “Günümüzde Emperyalist Sö - mürü Mekanizması” adıyla broşür olarak yayınlanmıştır.

1977 yılında, yine TİB yayınları arasındaçıkan “Türkiye Ekonomisine Yön Veren Hol - dingler ” broşüründe holdingleşmenin geli-

Page 23: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

7/31/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-128-temmuz-agustos-2012 23/32

Temmuz-Ağustos 2012 KURTULUŞ CEPHESİ

2

şimi ayrıntılı olarak ele alınmıştır.Mustafa Sönmez’in 1987 yılında yayınla-

dığı “ Kırk Haramiler ” kitabı ise, “bir zaman-lar” oligarşinin temelini oluşturan işbirlikçi-

tekelci burjuvazinin kimlerden oluştuğunuayrıntılı biçimde ortaya koymuştur. Ve he-men bilinebileceği gibi, bunların “en büyük-leri” ya da “en irileri”, Koç ve Sabancı hol-dinglerdir.

M. Sönmez’in “ Kırk Haramiler ”i listesin-de İş Bankası, Çukurova Holding (M. EminKaramehmet), ENKA  (Şarık Tara), OYAK  (Ordu Yardımlaşma Kurumu), Ünilever  

(Hollanda), Profilo (Jak Kamhi), DoğuşHolding (Ayhan Şahenk),  Alarko (İshak Alaton-Üzeyir Garih), Sönmez Holding (Bursa’nın “ağa”sı Ali Osman Sönmez), Ulu-

soylar , Gaziantepli Bekir Okan (Beslen Ma-karna), Borusan (Asım Kocabıyık),  Yaşar Holding “en büyükler”in ilk sıralarında yeralmaktadır.

“ Kırk Haramiler ” kitabının yayınlanma-sından 15 yıl sonra (2002) İSO (İstanbul Sa-nayi Odası) verilerine göre Türkiye’deki 100“büyük sanayi şirketleri” şöyle sıralanıyor-du:

İSO 5002002

1 TÜPRAŞ Kamu

2 EÜAŞ Kamu

3 Arçelik Koç Holding

4 Vestel Elektronik Collar Holding B.V./Zorlu Holding

5 TOFAŞ Koç Holding

6 Ereğli Demir ve Çelik OYAK

7 Oyak-Renault OYAK-Renault

8 Türkiye Şeker Fabrikaları Kamu

9 TEKEL Kamu

10 Aygaz Koç Holding

11 PETKİM Kamu

12 Beko Koç Holding

13 Ford Koç Holding

14 Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu Kamu

15 Toyota Sabancı Holding-Toyota

16 İpragaz SHV Energy (Hollanda)

17 Çolakoğlu Metalurji Çolakoğlu

18 Habaş Habaş Holding

19 Mercedes-Benz Daimler AG (Almanya)

20 İÇDAŞ Çelik Aslan Ailesi

21 PhılSA Sabancı Holding-Philip Morris

22 İskenderun Demir ve Çelik OYAK

23  Aksa Akrilik Akkök Grup

24 Bosch Bosch (Almanya)

25 Milangaz Demirören Holding26 Coca-Cola Özilhan/Yazıcılar  

27 Sasa Dupont Sabancı Holding-Dupont

28 Çukurova Elektrik Uzanlar  

29 Korteks Mensucat Zorlu Holding

30 BSH Ev Aletleri Bosch-Siemens (Almanya)

31 - İstanbul

32 Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı Kamu

33  Assan Alüminyum Kibar Holding

34 Paşabahçe Cam İşbankası

35 İsko Dokuma Sanko Holding

36 Diler Demir Çelik Diler Holding

37 Bilkont Dış Ticaret ve Tekstil Şahinler Holding38 BRISA Bridgestone-Sabancı Holding

39 Trakya Cam İş Bankası

Page 24: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

7/31/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-128-temmuz-agustos-2012 24/32

KURTULUŞ CEPHESİ Temmuz-Ağustos 2012

2

40 Sanko Sanko Holding

41 Goodyear Lastikleri Goodyear (ABD)

42 JTI Tütün Ürünleri Japan Tobacco Inc

43  Aselsan TSK Güçlendirme Vakfı

44 FNSS Savunma Nurol Holding-FMC (ABD)45 Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü Kamu

46 Konya Şeker Pankobirlik

47 Yeşim Tekstil Cavit Çağlar  

48 Eti Maden İşletmeleri Kamu

49  Anadolu Efes Özilhan/Yazıcılar 

50 Türk Pirelli Pirelli & C. S.p.A. (İtalya)

51 - İstanbul

52 Park Teknik Elektrik Turgay Ciner  

53 Siemens Siemens AG (Almanya)

54 Akenerji Dinçkök Ailesi

55 MAN Türkiye Man SE (Almanya)

56 Sarkuysan Elektrolitik Bakır Sarkuysan57 Vestel Komünikasyon Collar Holding B.V./Zorlu Holding

58 Hürriyet Doğan Holding

59 - İstanbul

60 Trakya Yağlı Tohumlar Trakya Birlik

61 Yazıcı Demir Çelik İstanbul

62 KordSA Sabancı Holding

63 Bossa Sabancı Holding

64 - İstanbul

65 Alstom Elektrik Alstom (Fransa)

66  Anadolu Cam Sanayii İş Bankası

67 Glaxosmithkline İlaçları GlaxoSmithKline (İngiltere)

68 - İstanbul69 Zorlu Linen Dokuma Zorlu Holding

70 Kroman Çelik Yücel Boru

71 Kaptan Demir Çelik Yaşar Kaptan Çebi

72 TARİŞ İzmir  

73 Trakya Yağlı Tohumlar Trakya Birlik

74  Abdi İbrahim İlaç İstanbul

75 Akçansa Çimento Sabancı Holding

76 Eczacıbaşı İlaç Eczacıbaşı

77 Marsa Kraft Sabancı Holding

78 İzmir Demir Çelik Halil Şahin

79 Borçelik Borusan-Arcelor (Almanya)

80 Borusan Mannesmann Borusan-Mannesmann (Almanya)81 Soda Sanayii A.Ş. İş Bankası

82 Eczacıbaşı Yapı Gereçleri Eczacıbaşı

83 SEKA Kamu

84 C.P. Standart Gıda-Tavuk CP Group (Tayland)

85 Orta Anadolu Tic. ve San. Karamancı Holding

86 - İstanbul

87 Kayseri Şeker Fabrikası Kayseri

88 ÇİMSA Sabancı Holding

89 Et ve Balık Kamu

90 Türk Demir Döküm Koç Holding

91 Fako İlaçları Actavis (İzlanda)

92 Roche Roche (İsviçre)

93 BMC Çukurova Holding

94 Banvit Görener-Aabar Investments PJS

95 Pınar Süt Yaşar Holding

Page 25: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

7/31/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-128-temmuz-agustos-2012 25/32

Temmuz-Ağustos 2012 KURTULUŞ CEPHESİ

2

2002 yılında, yani AKP’nin iktidara gel-mesinin önyılında, “en büyük 500 sanayi ku-ruluşu” sıralamasında ilk sırada “kamu ku-ruluşları”, o dönemin terimiyle, KİT’ler yeralmaktadır. Daha sonra göreceğimiz gibi, buKİT’ler 2001 krizi sonrasında, Kemal Derviş ve AKP döneminde “özelleştirilmişlerdir.

Oligarşiden söz edecek olursak, 2002 yı-lında “en büyük”, hiç tartışmasız, Koç Hol-

ding’dir. İSO-500 sıralamasında ilk 15 şirketarasında Koç Holding’in beş şirketi (Arçelik,TOFAŞ, Aygaz, Beko ve Ford) bulunmakta-dır. Bu 5 şirketin üretimden satışları, ilk 100şirketin %10’unu oluşturmaktadır.

İkinci sırada Sabancı Holding ve üçün-cü sırada OYAK yer almaktadır. Geriye ka-lan “40 Harami” içinde, Çolakoğlu, Habaş,

 Aslan, Akkök, Demirören, Özilhan/Yazıcı-lar, Zorlu Holding ve Uzanlar  ilk sıralarıpaylaşmaktadırlar.

Türkiye’de bir oligarşiden ve onun teme-

lini oluşturan yerli-işbirlikçi tekelci burjuva-ziden söz edildiğinde, hiç şüphesiz bu aileşirketleri oligarşinin bel kemiğini oluştur-maktadırlar ve devlete egemen olanlar dabunlardır.

Bu egemenlerin “icazeti” ve onayı ol-maksızın herhangi bir kişinin ya da siyasalpartinin hükümet olması “eşyanın doğası-na” aykırıdır. Dolayısıyla AKP’nin iktidar olu-şu da, iktidarda kalışı da bu oligarşik kesim-lerin “icazeti” ve onayı ile gerçekleşmiştir.(Hiç şüphesiz bu holdingler baştan emper-

 yalizmle bütünleşmiş olduklarından, emper- yalizm de oligarşinin içinde yer alır. Doğalolarak bu “icazet” ve “onay”da belirleyiciolan emperyalizmdir.)

Burada ortaya çıkan “soru”, AKP’nin, şe-riatçı, anti-laik bir partinin iktidara gelişininoligarşi tarafından nasıl onaylandığı, kabulgördüğüdür.

“Sol”da, ilerici ve demokrat kesimlerdeegemen olan düşünce, oligarşiyi oluşturanana holdinglerin “Batıcı” ve “laik” olduklarışeklindedir. Dolayısıyla, “soru”, böylesine“Batıcı” ve “laik” holdinglerin nasıl olup daşeriatçı bir partinin iktidara gelmesine ve 10 yıl iktidarda kalmasına “izin” verebildikleri

çıkarsamasından türemektedir. AKP, iktidar olduğu 10 yıl boyunca, bir

 yandan kendi zenginini oluştururken, diğer yandan “islami esaslara dayalı” bir toplum-sal ilişkiler ağı oluşturmaya çalışmıştır. Böy-le bir durum, yine “sol” mantığın çıkarsa-masından hareket edersek, kaçınılmaz ola-rak oligarşiye karşı bir gelişme olarak değer-lendirilebilir.

 Ama ekonomik yapı temeldir; toplumsal ve siyasal yapılar bu ekonomik temelin üze-rinde yükselir. Dolayısıyla ekonomik temeldeğişmediği sürece, AKP’nin “islamcılığı” yada “yeni-osmanlıcılığı”nın oligarşi açısından“kıymet-i harbiyesi” yoktur. Üstelik Ortado-ğu’da “bölgesel güç” olma hesapları yapanoligarşi açısından, AKP’nin “islamcılığı” ve“yeni-osmanlıcılığı”nın yeni “ufuklar” açtığıda bir gerçektir.

2002 yılından sonra, yani AKP iktidarın-dan sonra oligarşinin “sırra kadem bastığı”

da gözlemlenmektedir. Artık oligarşi, eskisigibi, TÜSİAD ya da İSO şemsiyesi altındadoğrudan ve açık biçimde siyasal alana mü-dahale etme gereksinmesi duymamaktadır.Bu nedenle de, oligarşi unutulmuş ve unut-turulmuştur. Bu görünüm ve unutturma al-tında, artık ülkeyi yönetenin “bir zamanlar”olduğu gibi oligarşi değil, AKP olduğu (özel-likle “sol”da) “hüsnü kabul” görmüştür.

Bu zihniyet, 12 Mart döneminde I. ErimHükümeti’nin işbirlikçi-tekelci burjuvazinin yalın ve saf iktidarı olarak ortaya çıkmasının

 yarattığı bir yanılsamadır.Mahir Çayan yoldaşın açık biçimde ifa-

de ettiği gibi, “kapitalizm öncesi sınıf vezümrelerin sömürüyü disipline etmeye yö-nelik ‘reformlara’ karşı tepkilerini, emper- yalizmin ve yerli tekelci-burjuvazinin saf ik-tidarı olan I. Erim Hükümeti, ‘ilerici, Atatürk-çü, reformist’ görünüm altında, küçük-bur- juva aydın çevrelerin desteğini alarak, buçevreleri bu zümreler üzerinde baskı unsu-ru olarak kullanıp, kırmaya çalışmıştır. Veilk dönemde, en radikal küçük-burjuva ka-nadının bile bu konuda desteğini almayı dabaşarmıştır.”

“Ancak, silahlı propaganda, I.

96 Erak Giyim İstanbul

97 Fruko Meşrubat Pepsi Cola (ABD)

98 Kaleseramik İbrahim Bodur 

99 Oltan Gıda Trabzon

100 Çebitaş Demir Çelik Halis Çebi

Page 26: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

7/31/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-128-temmuz-agustos-2012 26/32

KURTULUŞ CEPHESİ Temmuz-Ağustos 2012

2

İSO 5002011

1 TÜPRAŞ Koç Holding

2 Ford Otomotiv Koç Holding

3 Oyak-Renault Renault-OYAK4 EÜAŞ Kamu

5 TOFAŞ Koç Holding

6 Arçelik Koç Holding

7 Ereğli Demir ve Çelik OYAK

8 İskenderun Demir ve Çelik OYAK

9 İÇDAŞ Çelik İçdaş Grup (Aslan Ailesi)

10 Aygaz Koç Holding

11 Mercedes-Benz Mercedes-Benz

12 PETKİM SOCAR (Azerbaycan)

13 Vestel Elektronik Collar Holding B.V./Zorlu Holding

14 Çolakoğlu Metalurji A.Ş. Çolakoğlu Grup

15 Toyota Toyota16 Türkiye Kömür İşletmeleri Kamu

17 BSH Ev Aletleri Bosch-Siemens (Almanya)

18 Unilever Ünilever  

19 Kroman Çelik Yücel Boru

20 Milangaz Demirören Holding

21 Türkiye Şeker Fabrikaları Kamu

22 Er-Bakır Elektrolitik Bakır Ahmet Nuri Erikoglu

23 Borçelik Borusan-Arcelor (Almanya)

24 Sarkuysan Elektrolitik Bakır -

25 Tosçelik Tosyalı Holding

26 Türkiye Petrolleri AO Kamu

27 İpragaz SHV Energy (Hollanda)

* Çin Komünist Partisi’nin Mao Zedung sonrasın-daki lideri olan Deng Sio Ping’in pragmatizmi özetle-

 yen ünlü sözü şöyledir: “Kedinin görevi fare tutmak-tır, fare tuttuğu sürece renginin önemi yoktur”

Erim Hükümeti’nin gerçek yüzünü veemellerini, oligarşinin en gerici, enazgın ve terörist yönetimi olduğunuaçığa çıkarmıştır. Böylece, Amerikan

emperyalizminin ve işbirlikçi yerliburjuvazinin oyununu alt üst ederek,maskesini alaşağı etmiş, kademeliplanını bozmuştur. ‘İlerici, reformist, Atatürkçü’ görünümü altındaki açıkfaşizmin erken doğum yapmasınısağlayarak, küçük-burjuva aydın çev-reler de dahil olmak üzere kamuoyu-nun gözlerini açtı… Küçük-burjuvaaydın kamuoyunun desteğini kaybe-den emperyalizm-işbirlikçi (tekelci)burjuvazi ikilisi, bu sefer zorunlu ola-rak, sömürüyü disipline etmeye yö-nelik bir dizi rasyonelleştirme tedbir-lerinden (sarı reformlarından) taviz-ler vererek, tekrar bu tedbirlerindenzarar görecek olan öteki gerici sınıf  ve zümrelerle ortak müşterekler et-

rafında anlaşmışlardır. Bugün oligar-şi içinde tam bir bayram havası hü-küm sürmektedir. II. Erim Hükümetide, bu anlaşmanın ve gericiler arası

barışın hükümetidir.” ( Kesintisiz Dev - rim II-III .)

Daha sonraki yıllarda kurulan MC (Milli- yetçi Cephe) hükümetleri de, 12 Eylül aske-ri darbesi de oligarşinin çıkarlarına denkdüşen yönetsel değişimlerdir ve oligarşininbaşını çektiği sınıfsal ittifaklarla oluşturul-muşlardır.

Kesin olan gerçek, oligarşinin ve dolayı-sıyla emperyalizmin özel bir “ideolojisi”, “la-iklik” gibi bir kaygısının olmadığıdır. Asılolan oligarşinin ve emperyalizmin çıkarları-dır, onların düzeninin varlığını sürdürmesi-dir. Bunlar gerçekleştiği sürece “kedininrenginin önemi yoktur”.*

Şimdi, AKP’nin iktidar oluşundan on yılsonra oligarşiyi oluşturan holdinglerin du-rumuna bir göz atalım.

Page 27: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

7/31/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-128-temmuz-agustos-2012 27/32

Temmuz-Ağustos 2012 KURTULUŞ CEPHESİ

2

28  Aksa Akrilik Kimya Akkök Grup

29 Hyundai Assan Kibar Holding-Hundai (G. Kore)

30 Vestel Beyaz Eşya Collar Holding B.V./Zorlu Holding

31 Coca-Cola Özilhan/Yazıcılar  

32 Diler Demir Çelik Diler Grup33 Goldaş Kuyumculuk Yalınkaya Grubu

34 KARDEMİR Yolbulan Ailesi

35 Türk Traktör Koç Holding

36 PhılSA Philip Morris-Sabancı

37 Kaptan Demir Çelik Kaptan Grup

38 Eti Maden İşletmeleri Kamu

39 Yolbulan Baştuğ Metalurji Yolbulan ve Baştuğ Aileleri

40 Bosch Bosch (Almanya)

41 İzmir Demir Çelik Halil Şahin

42  Aselsan TSK Güçlendirme Vakfı

43 Yazıcı Demir Çelik Diler Holding

44 Borusan Mannesmann Borusan-Mannesmann (Almanya)45 Yıldız Entegre Ağaç Yıldızlar Holding

46 BRISA Bridgestone Sabancı Bridgestone/Sabancı

47 TUSAŞ TSK Güçlendirme Vakfı

48 Oltan Gıda Trabzon

49 Konya Şeker Pankobirlik

50 Eren Enerji Eren Holding

51 Assan Alüminyum Kibar Holding

52 Kastamonu Entegre Ağaç Kiğılı Ailesi

53 Siemens Siemens (Almanya)

54 Türk Pirelli Pirelli & C. S.p.A. (İtalya)

55 Yücel Boru Yücel Boru

56 Enerjisa Sabancı Holding57 Toros Tarım Tekfen Holding

58 Banvit Görener-Aabar Investments PJS

59 HES Hacılar Elektrik Boydak Holding

60 Ak Gıda Akif Şekerci

61 Nursan Metalurji Sabri Keleş

62 Ege Çelik Muammer Ünver-Avram Taranto

63 Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü Kamu

64 Sanko Tekstil Konukoğlu Ailesi

65 Delphi Automotive ABD

66  Akçansa Çimento Sabancı Holding

67 Sütaş Sadık Yılmaz

68 Hayat Kimya Kiğılı Ailesi69 Sasa Polyester Sabancı Holding

70 Ekinciler Demir-Çelik Ekinciler Holding

71  Anadolu Efes Özilhan/Yazıcılar 

72  Abalıoğlu Yem Abalıoğlu

73 Eti Gıda Kanatlı Ailesi

74 BMC Çukurova Holding

75 Mogaz Petrol Gazları Koç Holding

76 Trakya Yağlı Tohumlar Trakya Birlik

77 Koza Altın İpek Matbaacılık

78 MMK MetalurjiMagnitogorskiy MetallurgiçeskiyKombinat (Rusya)

79 Boytaş (İstikbal) Mobilya Boydak Holding

80 C.P. Standart Gıda CP Group (Tayland)

81 Goodyear Lastikleri Goodyear (ABD)

82 Tüprag Metal Eldorado Gold (Kanada)

Page 28: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

7/31/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-128-temmuz-agustos-2012 28/32

KURTULUŞ CEPHESİ Temmuz-Ağustos 2012

2

 AKP iktidarının onuncu yılında, İSO’nun2011 yılı 500 Büyük Sanayi Kuruluşu verile-rine göre, ilk 10 “büyük şirket” içinde tartış-masız üstünlük Koç Holding’e aittir. AKP ik-tidarı öncesinde “kamu kuruluşu” (KİT)olan kurumlar AKP döneminde özelleştiril-miş ve bundan en büyük payı Koç Holdingalmıştır.

İkinci “büyük” ise, yine tartışmasızOYAK 

(Ordu Yardımlaşma Kurumu) olmuştur. Sa-bancı Holding gerilerken (ki bunda tekstilsektöründeki çöküş kadar, Sakıp Sabancısonrası meydana gelen miras paylaşımı daetkili olmuştur), yabancı şirketler (“doğru-dan sermaye yatırımı” yoluyla) ilk sıralarıalırken, Çolakoğlu, Demirören, Zorlu Hol-ding, Akkök, Özilhan/Yazıcılar  ve Borusan ön sıralarda yer almışlardır. AKP dönemin-de tasfiye olan holding ise, 2002 yılında “enbüyükler” arasında yer alan Uzanlar olmuş-

tur.Özcesi, İSO-500 verilerinin gösterdiği tekgerçek*, AKP iktidarı döneminde, başta KoçHolding olmak üzere, oligarşinin ana göv-desini oluşturan işbirlikçi-tekelci sermaye-nin daha fazla güçlendiğidir. AKP iktidarının,başta ABD olmak üzere tüm emperyalist ül-

kelerin “isteklerini” kayıtsız-şartsız yerine ge-tirmesi de bu gerçeğin diğer bir görüngüsü-dür.

 Açıktır ki, oligarşi, AKP iktidarı dönemin-de gücüne güç katmıştır. Geçmiş dönemler-den tek farkı, eskisi gibi “medyatik” olma-malarıdır.

 Yine de İSO-500 verileri sadece sanayi

şirketlerini içerdiğinden, oligarşinin bütünü-nü ve ekonomik gücünü tam olarak yansıt-mamaktadır. Örneğin, Petrol Ofisi (OMV/  Avusturya), Shell, OPET (Koç Holding), TürkTelekom (Oger/Suudi Arabistan), Türkcell(Çukurova Holding), Enka İnşaat ile BİM(Mustafa Latif Topbaş), Migros, Carrefoursa,Tesco-Kipa gibi “perakendeci”ler İSO-500listesinde yer almamaktadır. Ayrıca “piyasa yapıcı bankalar” (Akbank, Deutsche Bank,Finansbank, HSBC Bank, ING Bank, ZiraatBankası, Türk Ekonomi Bankası, Garanti

Bankası, Türkiye Halk Bankası, İş Bankası, Vakıflar Bankası, Yapı ve Kredi Bankası) da yer almamaktadır. Bu nedenle, oligarşininbileşimi kadar ekonomik gücü de İSO-500 verilerinin gösterdiğinden çok daha geniş ve büyüktür.

83 Besler Gıda Ülker (Yıldız Holding)

84 ÇİMSA Sabancı Holding

85 Noksel Çelik Çukurova Holding

86 MKE Kamu

87 Bunge Gıda San. ve Tic. A.Ş. Bunge (ABD)88 Korteks Mensucat Zorlu Holding

89 Vestel Dijital Collar Holding B.V./Zorlu Holding

90 Trakya Cam İş Bankası

91 Karsan Otomotiv İnan Kıraç

92 Keskinoğlu Tavukçuluk Keskinoğlu

93 Otokar Koç Holding

94 Soma Elektrik Kamu

95 Yeşilyurt Demir Çelik Yeşilyurt Ailesi

96 Ülker Çikolata Ülker (Yıldız Holding)

97  Aksa Enerji Üretim A.Ş. Kazancı Holding

98 Şenpiliç Keskinoğlu

99 Özkan Demir Çelik Özkan Ailesi100 Tat Konserve Koç Holding

* İSO-500 verilerinin gösterdiği bir “diğer” gerçekde, Türkiye halkının ne kadar çok tavuk kanadı tüket-tiğidir. İlk 100 şirket içinde Şenpiliç, Banvit ve CP Pi-liç yer almaktadır.

Page 29: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

7/31/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-128-temmuz-agustos-2012 29/32

Temmuz-Ağustos 2012 KURTULUŞ CEPHESİ

2

Recep Tayyip Erdoğan bir kez buyurdu:“Bugüne kadar aldığımız madalyaların fev-kinde madalyalar alacağız”. Artık bu “buy-ruk” üzerine akan sular durmalıydı. Öyle de

oldu.Zaten Fethullahçılardan alınacak bir “rö- vanş” vardı. Madem onlar “Türkçe Olimpi- yatları”yla “sempati ve taraftar” toplamışlar-dı, Recep Tayyip Erdoğan da “Londra Olim-piyatları”yla buna karşılık vermeliydi…

Tüm “olimpiyat camiası” harekete geç-ti. “Türkiye”nin bugüne kadar aldığının “fev-kinde” madalya alabilmesi için “tink-tank”kuruluşları bile harekete geçirildi. Akıllar ve-rildi, akıllar alındı. Sonunda Turgut Özal yön-temi akla geldi.

Nasıl Turgut Özal “parayı bastırıp” aldığıNaim Süleymanoğlu’yla madalya üstünemadalyalar aldıysa, şimdi Recep Tayyip Er-doğan da aynısını yapabilirdi. Bütün sorun“parayı bastırmak”tan ibaretti.

Böylece “Türkiye tarihinin sayısal olaraken fazla sporcuyla” katıldığı Londra Olimpi- yatları için “fevkinde” madalya alacak in-sanlar bulundu.

 Aşağıdaki liste, bu “fevkinde” madalyaalmak için “Türk olimpiyat kafilesi”nde yeralan sporcuların Taraf gazetesinde yayınla-nan listesidir: (Burada hemen belirtelim, Ta-raf gazetesinin “bizimkiler” dediği bu spor-culara Yeni Şafak gazetesi “devşirme spor-

Recep Tayyip ErdoğanOlimpiyat Oyunları 2012

“Bu olimpiyatlar bugüne kadar Türkiye’nin katılımda en üst seviyede sa- yısal olarak çok daha fazla gerek bireysel sporlarda gerekse kolektif sporlar-da ilkleri yaşadığı bir olimpiyat olacak. 66’sı kadın 48’i erkek toplam114 spor-cu olimpik dalda, 21’i kadın 46’sı erkek 67 paralimpik sporcu olmak üzeretoplamda 181 sporcunun olimpiyatlarda yarışacak. İnşallah, tarihimizdeki enfazla sporcuyla, en fazla branşta katıldığımız 2012 Oyunlarında, bugüne ka-dar aldığımız madalyaların fevkinde madalyalar alarak döneceğiz.” (RecepTayyip Erdoğan, BaşBakan)

cular” demektedir.)“Atletizm:Polat Kemboi Arıkan (Paul Kip-

kosgei Kemboi); Kenya asıllı sporcu

5 bin ve 10 bin metrede yarışacak.Tarık Langat Akdağ (Patrick Kip-kirui Langat): Kenyalı atlet 3 bin met-re engellide Türkiye’yi temsil ede-cek.

İlhan Tanui Özbilen (William Bi- wott Tanui): Bir diğer Kenyalı sporcu1500 metrede koşacak.

Sultan Haydar (Chaltu Girma Mes-hesha): Etiyopya asıllı atlet maraton-da madalya için ter dökecek.

Melis Karin Mey (Karin Mey): Gü-

ney Afrikalı atlet uzun atlamada mü-cadele edecek.

Güreş:Ramazan Şahin (Ramazan İrbay-

hanov): Dağıstan Özerk Cumhuriyetiasıllı güreşçi serbest stil 66 kilodamücadele edecek.

Elif Jale Yeşilırmak (Yulia Gurami-evna Rekvava): Rusya asıllı güreşçi63 kiloda mindere çıkacak.

Masa tenisi:Melek Hu (Hou Mei Ling): Çin

asıllı sporcu Türkiye’yi bayanlar ma-sa tenisinde temsil edecek.

Bora Vang: Erkekler masa tenisin-

Page 30: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

7/31/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-128-temmuz-agustos-2012 30/32

KURTULUŞ CEPHESİ Temmuz-Ağustos 2012

0

de olimpiyatlara katılacak olan birbaşka Çin asıllı sporcu.

Boks: Bahram Muzaffer: Özbekis-tan asıllı boksör 81 kiloda Türkiye

adına mücadele edecek.Basketbol: Kuanitra Holingsvorth:

 ABD’li basketbolcu tarihinde ilk defaolimpiyatlarda yer alacak A Milli ba- yan Basketbol Takımı’nda ter döke-cek.” (22 Temmuz 2012/ Taraf )

Elbette bu “liste”den yola çıkarak ideo-lojik propaganda da yapılacaktır. Örneğin,“neo-liberal” bir Taraf’tar bu “liste”den yo-la çıkarak, “Türk” olmanın değil, “Türkiyeile vatandaşlık bağı ile bağlı olmanın” ne ka-dar önemli ve gerekli olduğunu savunabile-cektir. Bunun sonucu olarak da, “yeni ana- yasa”da “Türklük tanımı”nın yer almaması-nın “çok mantıklı ve gerekli olduğu”nu söy-leyecektir.

Bir başkası ise, bu “liste”ye “imalı” gön-dermeler yapanları “milliyetçilik”le, hatta“ırkçılık”la suçlayarak, bu ülkede “kan dö-kenler” kadar “ter dökenler”in de hakkı ol-duğunu söyleyecektir.

Böylece “Recep Tayyip Erdoğan Show”,bin dereden bin su getirilerek haklı gösteri-

lecek, göklere çıkartılacaktır. Üstüne üstlükbu “liste”den bir ya da birkaçı, bir ya da bir-kaç “madalya” alırlarsa, “Truman Show”ubile gölgeleyecek kadar “büyük” bir “med- ya” propagandası başlatılacaktır. Ama hal-kın çoğunluğu, bu “liste”deki sporcuların“transferi” için ne kadar ödeme yapılıdığını ve hangi koşullara bağlandığını öğreneme- yecektir.

Dahası, bu “ithal sporcular” aracılığıylaKürtlere de mesaj gönderilecektir. Ne de ol-sa “elin gavuru” bile “Türkiye için”, “Türki-

 ye’nin başarısı için” yarışmaktadır. Öyle ise,Kürtler de, öyle “ayrı-gayrı” muhabbetleri bir yana bırakarak, bu “elin gavurları”nı örnek

alarak “Herşey Türkiye İçin” diye haykırma-lıdırlar!

Dini siyasete “alet” edenlerin “spor”u si- yasete alet etmemelerini beklemek zaten

budalalıktır. Onlar, AKP ve mehteran takımı,buldukları her fırsatta, her aracı kullanarakkendi seçmen kitlesini ellerinde tutmaya ça-lışmaktadırlar. “İthal sporcular”la “Türk’üngücü” bu sağcı seçmen kitlesine bir kez da-ha gösterilecektir. Tıpkı “Türkçe Olimpiyat-ları” adı verilen ilkokul müsameresinde ol-duğu gibi, kimi “Türk müminler” gözyaşla-rına gark olacaklar ve “Türkiye’nin büyük-lüğü” karşısında huşuya ereceklerdir. Feo-dal-tacirler ise, “parayı bastırıp” madalyala-rın nasıl alındığını gördükçe, “parayı verendüdüğü çalar” “düstur”una daha da bağla-nacaktır.

“Sıradan halk” ise, bu “ithal sporcular”lamadalya alınmasını fazlaca yadırgamaya-caktır. Ne de olsa, Turgut Özal’ın 5 milyondolara Bulgaristan’dan aldığı Naim Süleyma-noğlu ile yaptığı propagandalara alışıktır. Re-cep Tayyip Erdoğan’a, “Özal’ın ikinci versi- yonu” deyip geçecektir.

Tüm bunlar, siyasal çıkarlar için, kişiselsiyasal hırslar için her şeyin nasıl kullanıla-

bileceğini gösterdiği gibi, aynı zamanda hiç-bir “ahlaki” kaygının da olmadığını göster-mektedir.

 Ama bunların hiçbiri önemli değildir.Önemli olan “Cihan-ı Şümul” olmaktır. Za-ten “Devşirme”lerle oluşturulan Yeniçeri’-lerle “Cihan-ı Şümul” bir devlet haline ge-len Osmanlıların “yeni” torunları da, ancakböyle “devşirme sporcular”la dünya çapın-da ün kazanabilirler!

( Son not: Ne üzüntü vericidir ki, Kuzey Suriye’deki gelişmeler Recep Tayyip Erdo-

ğan Olimpiyat Oyunları’nın “başarısını” göl-gelemiştir!)

Page 31: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

7/31/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-128-temmuz-agustos-2012 31/32

ERİŞ YAYINLARI

MAHİR ÇAYAN: KESİNTİSİZ DEVRİM IMAHİR ÇAYAN: KESİNTİSİZ DEVRİM II-IIIİLKER AKMAN: MEVCUT DURUM VE DEVRİMCİ TAKTİĞİMİZ

*** TÜRKİYE DEVRİMİNİN ACİL SORUNLARI-I*** OLİGARŞİ NEDİR?*** MARKSİZM-LENİNİZM BİR DOGMA DEĞİL, EYLEM KILAVUZUDUR-III*** THKP-C/HDÖ VE 15 YIL*** POLİTİKLEŞMİŞ ASKERİ SAVAŞ STRATEJİSİ VE DEVRİMCİ TAKTİĞİMİZ*** GRAMSCİ ÜZERİNE*** REVİZYONİZMİN REVİZYONU*** ULUSAL SORUN ÜZERİNE*** “BDS”: BİR PRAGMATİK SAPMA *** “YENİ” OPORTÜNİZM ÜZERİNE*** ZAFER BİZİM OLACAKTIR! [Ankara Davası Savunması]*** DEVRİM PROGRAMLARI

*** RUS DEVRİMİNDEN ÇIKAN DERSLER *** ESKİ BİR GERİLLANIN “EMEK”İ*** PASS VE “YENİ ÇÖZÜM”ÜN FIRSATÇILIĞI 

DEVRİMCİ MARŞLAR VE EZGİLER DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE EKONOMİK BUNALIM [Kurtuluş Cephesi Seçmeler-I]DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE EKONOMİK BUNALIM II [Kurtuluş Cephesi Seçmeler-III]LAİKLİK VE ŞERİATÇILIK ÜZERİNE [Kurtuluş Cephesi Seçmeler-II]TARİHTE, GÜNÜMÜZDE VE DEVRİMCİ MÜCADELEDE KADINLAR 

 İnternet Adresi: www.kurtuluscephesi.com

 www.kurtuluscephesi.org

 www.kurtuluscephesi.net

 E-Posta Adresi:[email protected]@kurtuluscephesi.org

Page 32: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

7/31/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 128, Temmuz-Ağustos 2012

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-128-temmuz-agustos-2012 32/32