kurtuluş cephesi, sayı: 124, kasım-aralık 2011

33
http://www.kurtuluscephesi.com YIL: 22 SAYI: 124 Kasım-Aralık 2011 KURTULUŞ CEPHESİ Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede Zafer Bizim Olacaktır! “Kürt Açılımı”ndan KCK Operasyonlarına, Mavi Marmara’dan İsrail’e, İran’dan Füze Kalkanına ve Suriye’den Dersim’e “Sizin Scud füzeleriniz varsa, bizim de 10 atom bombamız var!” T acirlerin Müteahhitlerle Büyük İttifakı “Sizi gidi gidi rantiyeciler sizi!” (Necmettin Erbakan) “Özgürlüklerin de bir sınırı var… 25 kuruşa simit yok artık”! (Recep Tayyip Erdoğan) Dersim Ekonomide Manzara-i Umumiye %288 (Güngör Uras) “Savaşın ve kahramanların manasızlığı!”  ya da Savaş Karşıtı Hamaset

Upload: kurtuluscephesi

Post on 06-Apr-2018

228 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

8/3/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-124-kasim-aralik-2011 1/32

http://www.kurtuluscephesi.com YIL: 22 SAYI: 124 Kasım-Aralık 2011

KURTULUŞ CEPHESİAnti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede

Zafer Bizim Olacaktır!

“Kürt Açılımı”ndan KCK Operasyonlarına,Mavi Marmara’dan İsrail’e,İran’dan Füze Kalkanına ve

Suriye’den Dersim’e

“Sizin Scud füzeleriniz varsa,bizim de 10 atom bombamız var!”

Tacirlerin MüteahhitlerleBüyük İttifakı

“Sizi gidi gidi rantiyeciler sizi!” (Necmettin Erbakan)

“Özgürlüklerin de bir sınırı var…25 kuruşa simit yok artık”!

(Recep Tayyip Erdoğan)

Dersim

EkonomideManzara-i Umumiye

%288

(Güngör Uras)

“Savaşın ve kahramanların manasızlığı!”

 ya da Savaş Karşıtı Hamaset

Page 2: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

8/3/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-124-kasim-aralik-2011 2/32

KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2011

KURTULUŞ CEPHESİSORUMLU: Sezai Görür

 Yazışma Adresi:Postfach 1414

55504 Bad Kreuznach / Deutschland

http://www.kurtuluscephesi.com

http://www.kurtuluscephesi.org

http://www.kurtuluscephesi.net

http://www.kurtuluscephesi.de

E-Posta Adresi:[email protected]

Bu sayı İLKER Matbaası’nda basılmıştır. Baskı Tarihi:  2 Aralık 2011

“KÜRT AÇILIMI”NDANKCK OPERASYONLARINA,MAVİ MARMARA’DAN İSRAİL’E,İRAN’DAN FÜZE KALKANINA VESURİYE’DEN DERSİM’E

“SİZİN SCUD FÜZELERİNİZ  VARSA, BİZİM DE10 ATOM BOMBAMIZ VAR!”

TACİRLERİNMÜTEAHHİTLERLE

BÜYÜK İTTİFAKI

“ÖZGÜRLÜKLERİN DEBİR SINIRI VAR…25 KURUŞA SİMİT YOK ARTIK”!

DERSİM

EKONOMİDEMANZARA-İ UMUMİYE

%288

(GÜNGÖR URAS)

“SAVAŞIN VE KAHRAMANLARIN

MANASIZLIĞI!” YA DA SAVAŞ KARŞITIHAMASET

 Ahmet Davutoğlu’nun “akademik vizyonu”yla, Recep Tayyip Erdoğan’ın

şovlarıyla sahneye konulan yeni dış poli-

tika söylemlerinin genel görünümü.

1 Aralık 2011 tarihli Vatan gazetesininsürmanşetinde yer alan “atlatma haber”

üzerine. 

 AKP’nin “çekirdek kadrosu”nu oluşturantefeci-tüccar kesimi ile “merkez sağ

partiler”in sadık destekçisi olanmüteahhitlerin ittifakı üzerine.

Recep Tayyip Erdoğan’ın özgürlük vedemokrasi “algı”sı üzerine.

CHP Tunceli milletvekili Hüseyin Aygün’ün Dersim Katliamı üzerine

 Zaman gazetesiyle yaptığı röportajlabaşlayan Dersim tartışmaları üzerine.

 Avrupa borç krizi giderek yaygınlaşır-ken, bunun Türkiye ekonomisine yansıları ve sonuçları üzerine bir

değerlendirme.

 Milliyet yazarı Güngör Uras’ınbir yazısı.

“Sol-liberal” eski “yolcular”ın günlük

gazetesi Birgün’de yayınlanan “savaşkarşıtı” bir yazı üzerine bir değerlen-dirme.

 3

9

12

17

19

23

26

28

Page 3: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

8/3/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-124-kasim-aralik-2011 3/32

Kasım-Aralık 2011 KURTULUŞ CEPHESİ

“Kürt Açılımı”ndan KCK Operasyonlarına,Mavi Marmara’dan İsrail’e,İran’dan Füze Kalkanına ve

Suriye’den Dersim’e

Turgut Özal’ın, pek şahsına münhasır ol-masa da, Türkiye için yeni ve alışılmadıkolan bir “yönetim tarzı” vardı. Muhalefetin“devlet adamı ciddiyeti”yle bağdaşmadığınısöylediği T. Özal’ın “yönetim tarzı”, bir ya-nıyla ülke içi siyasetin gündemini “incir çe-kirdeğini doldurmayan” konularla doldura-

bilmesi, diğer yanıyla sivil ve askeri bürok-rasinin tüm “temayülleri”ne rağmen, belliölçüde ve planlı biçimde “kendince” dav-ranmasıydı. Bu “yönetim tarzı”yla, bir yan-dan muhalefet partilerini “küçük Turgut’laoynasınlar” diyerek küçümserken, diğer yandan şortla askeri tören birliğini “selam-layarak” “ilklere” imza atmış biri olarak ka-bul edildi.

Pek çok “yağdancısı”, Özal’ın “vizyon sa-hibi” olduğunu, ülke tarihinde böylesine“vizyon sahibi” hiç kimsenin bulunmadığı-

nı söylerken, pek az kişi onun “vizyon”danöte bir “misyon” sahibi olduğundan sözedebildi.

“  24 Ocak Kararları”nın (1980) ürünüolan, 12 Eylül askeri darbesiyle “ekonomi-den sorumlu devlet bakanı” olarak ortayaçıkan ve nihayetinde “dört eğilimi” (sağcı,solcu, milliyetçi ve şeriatçı) birleştirdiğiniilan ettiği ANAP’ı kurarak, 12 Eylül sonrası yapılan “ilk genel seçim”den birinci parti çı-karak, askeri yönetimden sivil yönetime ge-çiş sürecinin başbakanı oldu.

1980 borç krizi koşullarında ve IMF gö-zetimi altında dış borç faiz ödemelerinin gü-  venceye alınmasını sağlayan 24 Ocak Ka-

rarları’yla işçilerin, köylülerin ve devlet me-murlarının (günümüzün “moda” söylemiy-le “kamu emekçileri”nin) reel gelirleri kes-kin biçimde düşerken, T. Özal, Demirel’iaratmayacak nitelikte “veciz” bir sözle, “be-nim memurum işini bilir” diyerek rüşvetimeşrulaştıracak bir “ pragmatizm”in temsil-

cisi oldu.12 Eylül askeri darbesi öncesinde Erba-kan’ın MSP’sinden İzmir milletvekili adayıolmuş “eski” bir “ümmetçi”nin “pragmatiz-mi”, pragmatizm sözcüğünü bile yaşamı bo- yunca hiç duymamış insanlar üzerindeki et-kisi büyük oldu. 1980 dünya borç kriziyle pi- yasaya sürülen “neo-liberalizm” teorileri de,küçük-burjuva solcu aydınların “zihniyetdünyası”nı karma karışık etti.

 ANAP’ı kurmadan önce ABD’de yaptığı“staj” sonrasında, “ image-maker ”ların göze-

tim ve denetimi altında yürütülen yoğun bir“medyatik” propagandayla “pragmatist” po-litikaları uygulamaya sokan Özal, ekonomi-de “ihracata yönelik sanayileşme” söylemialtında emperyalizmin “neo-liberal” ekono-mik, toplumsal ve politik hedeflerine ulaş-masının ortamını yarattı.

Devlet memurlarının aldığı rüşvet, bir çe-şit “hizmet için ödenen bahşiş” olarak gö-rülürken, “işbitirici yuppiler” sahneye çıktı.IMF talimatıyla yürütülen özelleştirme uygu-lamalarıyla, önce “Boğaz Köprüsü” satıldı.

 Ardından sıra “Kamu İktisadi Teşekkülleri”nin(KİT’ler) satışına geldi ve “özelleştirme” adıaltında KİT’ler satıldı. Artık değeri olan ya

Page 4: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

8/3/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-124-kasim-aralik-2011 4/32

KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2011

da olmayan her şeyin bir fiyatı vardı ve herfiyatı olan şey de satılığa çıkarılmıştı.*

İlk satılanlar, 1980 öncesinde yükselendevrimci harekete “yamanmış” “sol”cular

oldu. Bu “dönek” takımını, “ben yapmaz-sam, nasıl olsa bir başkası yapacak” diye-rek en ahlaksız işleri bile yapmaya soyunanikinci bir “dönek” dalgası izledi.

Henüz “frak” giymemiş olan M. Belge’nin,“soyut bir gelecek için somut bugünden vazgeçilemez” “düsturu”, bu “dönekler” ta-rafından öncelikle toplumun sol kesiminekabul ettirilirken, “milli eğitim” sistemi baş-tan ayağa değiştirildi, İngilizce eğitim verenözel okullar ve özel dershaneler yerdenmantar gibi bitmeye başladı. Böylece “Türkistikbalinin evlatları”, pragmatist temelde“köşe dönmeci” bir zihniyetle yeniden bi-çimlendirilmeye başlandı.

Eski dönemlerin, “gelen ağam, giden pa-şam” sözünde ifadesini bulan pragmatist“Türk istikbalinin evlatları”, “kedinin görevifare tutmaktır, fare tuttuğu sürece rengininönemi yoktur” düsturu ile “mikro”laştırılmış yaşamın her hücresine “nüfuz” ettiler.

Pragmatizm, köşe dönmecilik, Makyave-lizm vs.’nin de, “serbest pazar ekonomisi”nin

de ne olduğu bile bilinmezken, repo-ters re-po yapmak, bono-tahvil-hisse senedi alıpsatmak ve böylece “rüşvet” yoluyla ya da“gayri meşru” başka yollarla kazanılmış pa-ralar piyasa ekonomisinin hizmetine sunul-du. Her şey “köşe dönmek” için, her şey “yüksek enflasyondan korunmak” için piya-saya sürülürken, anne-babalar çocuklarına verdikleri okul harçlıklarını nasıl “akıllıca”kullanabileceğinin öğütlerini veriyorlardı. 12-15 yaşındaki çocuklar, bu “akıl”la “dövizbüroları”nın önünde arz-ı endam ettiler.

Her şey “yeni”ydi, her şey alınıp satılıyor-du. Bu ortamda Mevlana keşfedildi: Dündün ile gitti cancağızım, şimdi yeni şeylersöylemek lazım!

Tüm bu sürecin “mimarı” olarak görü-len Özal, “bir koyup üç almak” adına Ame-rikan emperyalizminin Irak işgaline gönüllüolarak katılmaya çabaladı. Günümüzün “po-püler” söylemiyle, “derin devlet”in müda-halesiyle, o zamanın söylemiyle “Atatürkçü

askerler”in direnişi yüzünden bu emelineulaşamadıysa da, “Türk istikbalinin evlatla-rı” “bir koyup üç alma”nın olanaklı olabile-ceğini zihinlerine kazıdılar.

Bu sürecin en tipik özelliği, “aşağıdakisınıflar”ın eğitim görmüş bireylerinin devşi-rilmesi oldu.** Osmanlının “yeniçeri düze-ni” bir kez daha cisimleşirken, halkın “so-lun temsilcisi” olarak kabul ettiği SHP’nin,1989 yerel seçim zaferinden sonra “yemesırası bize geldi” diyerek “solcular”ın insaf-sızcasına belediyelerde rüşvet yarışına gir-mesi, halkın sola olan güveninin son zerre-lerini de yok etti. Pragmatist zihniyet, böyle-ce solu da potasında eritti.

Böylece “piyasa”, “allah korkusu” oldu-ğu için “insaflı” olacağı varsayılan şeriatçı-lara kaldı.

Bu ortamda, Erbakan’ın MSP’si, yeniadıyla Refah Partisi, Ankara ve İstanbul be-lediye başkanlığını kazanarak, 1995 genelseçimlerinden birinci parti olarak çıkarak,“yükselen değer” haline gelmeye başladı. Artık şeriatçı kesimler de “icra mevki”ne yükselmişlerdi. Özal pragmatizmi, Erbakanoportünizmiyle birleşerek, Ankara’da MelihGökçek’in ve İstanbul’da Recep Tayyip Er-

doğan’ın kişiliğinde yeni bir “vizyon ve mis- yon” ortaya çıkardı.Bu pragmatizm-oportünizm çiftleşmesin-

den doğan “islamcı vizyon ve misyon” an-laşılmadan, AKP’nin icraatlarını ve günü-müzdeki siyasal gelişmeleri anlamak ola-naksızdır.

“T.C.’nin ilk müslüman cumhurbaşkanı” Abdullah Gül’ün “iyi şeyler olacak” sözleriy-le başlayan ve “neo-liberal” küçük-burjuva-ların alkışlarıyla sürdürülen “Kürt açılımı”n-dan KCK operasyonlarına nasıl gelindiyse,

Gazze “hamiliği”nden İsrail karşıtlığına veİsrail karşıtlığından ABD’nin füze kalkanına“evsahipliği” yapılmasına öyle gelinmiştir.Bugün Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Beşar, zu-lümle abad olunmaz”dan***, “devlet adı-

* “Kendileri meta olmayan vicdan, onur vb. gibi

şeyler, sahipleri tarafından satışa çıkarılır hale gelirler ve böylece bir fiyatları olduğu için meta biçimini alır-lar. Demek ki, bir şeyin değeri olmadığı halde, bir fi- yatı olabilir.” (Karl Marks, Kapital, Cilt: I, s. 117.)

** “… ortaçağda katolik kilisesinin, toplumsal du-rumuna, doğumuna ve servetine bakmaksızın, kilisehiyerarşisini ülkenin en iyi beyinlerinin oluşturması,dinsel egemenliği kurup sağlamlaştırmasının ve hal-kı ezmesinin başlıca yollarından birisi olmuştur. Yö-netici sınıf, yönetilen sınıfın en önde gelen kafalarınıne kadar fazla bünyesi içersinde eritebilirse, egemen-

liği o denli sağlam ve o denli tehlikeli hale gelir.” (KarlMarks, Kapital, Cilt: III, s. 532.)*** Erdoğan’ın 15 Kasım 2011 tarihli bu konuş-

ması şöyledir: “Cezaevlerinde binlerce siyasi tutuklu

Page 5: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

8/3/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-124-kasim-aralik-2011 5/32

Kasım-Aralık 2011 KURTULUŞ CEPHESİ

na” Dersim katliamı için “özür dileme”yesıçrayışı da aynı niteliktedir.

Bu sıçrayışta “pro-aktif” bir yaklaşım var-mış gibi görünse de, gelişmeler, tefeci-be-

zirganların “kervan yolda düzülür” zihniye-tinin bir yansısı olarak “doğalmış gibi” “al-gı”lanmaktadır. Oysa “doğal” olan, Erdoğanhükümetinin pragmatist-oportünist niteliği-dir. “Doğalmış gibi” görünen ise, olağan si- yasal süreçlerin günün koşullarına uygunolarak yeniden biçimlendirilmesidir.

Erdoğan hükümetinin “pro-aktif dış po-litikası”, diğer ifadeyle “emperyal dış politi-kası”, tipik bir pragmatist-oportünist zihni- yetin ürünüdür. Hiçbir biçimde öngörüye yada ön düşünceye dayanmamaktadır. Tü-müyle kendi dışında gelişen olaylara eklem -

 lenmek ve eklemlendiği oranda buna uygunsöylemler geliştirmekten ibarettir.

 Amerikan emperyalizminin Ortadoğu’datüm Baas rejimlerini ortadan kaldırmaya yö-neldiğini, geç de olsa “algı”lamışlardır. Bu“algı” çerçevesinde, ortaya çıkan ya da çı-kacak olan “fırsatlar”dan (oportunity) yarar-lanmaya çabalamaktadırlar. Bu konuda Su-riye olayı çok kapsayıcıdır.

Geçen yılın sonlarına kadar “komşular-

la sıfır politika” adı altında Suriye’deki Be-şar Esad yönetimiyle “ortak bakanlar top-lantısı” yapan AKP hükümeti, emperyalistülkelerin Libya’daki tutumu karşısında “hi-zaya” gelmiş ve “önalmak” (pro-aktif) adı-na, olasılık olmaktan çok gerçeklik olduğu-na inandıkları emperyalizmin Suriye operas-  yonunun taşeronluğuna soyunmuştur.

Pragmatist-oportünist AKP yönetimi, em-peryalizmin Suriye operasyonunda önaldık-ları koşulda, yağmadan pay alabileceklerinihesaplamışlardır. Ordu içinde “yurtta sulh,

cihanda sulh” vecizesini ciddiye alan kesim-lerin büyük bölümünün tasfiye edilmesi vekalanların sindirilmesi ile Özal’ın Irak konu-sunda yapamadığını yapabileceklerine “ka-ni” olmuşlardır. Bu “kanı”, Öcalan’ın Suri- ye’den çıkartılması olayının bir benzerinin

olabileceği varsayımıyla desteklenmiştir.Buna göre, giderek dozu artırılan “sert

söylemler”le Suriye yönetimi tehdit edile-cek ve Suriye sınırına gidecek “yüksek yet-

kili”nin (ki bu, kesinkes Recep Tayyip Erdo-ğan’dan başkası olmayacaktır) “nihai” açık-lamasıyla, “tarih tekerrür edecek”, BeşarEsad tasını-tarağını toplayarak iktidarı bıra-kacaktır!

Eğer “tarih tekerrür etmezse”, Suriye sı-nırına yığınak yapılacak, “insani koridor” adıaltında “Suriye sınırında tampon bölge oluş-turmak” amacıyla Türk Silahlı Kuvvetleri “sı-nırlı bir harekât” için harekete geçirilecek-tir. Böylece sınırları nereye kadar gideceğiönceden bilinmeyen bir Suriye müdahalesigerçekleşecektir.

“Doğal olarak”, Suriye’deki Baas rejimiTürkiye’nin müdahalesiyle çökmüş olaca-ğından, Suriye’nin paylaşılmasında “arslanpayı” da Türkiye’ye, dolayısıyla “islamcı ser-mayeye” düşecektir.

Buraya kadar her şey “doğal” seyrindegiderken, birden bire Suriye’deki Baas reji-minin “şii” olduğu, “alevi” olduğu ve hatta“Nusayri” olduğu anımsanmıştır. Recep Tay- yip Erdoğan, 15 Eylül 2011’de yaptığı bir rö-

portajda Suriye’de “Alevi-Sünni çatışmasıçıkmasından kaygı duyduğunu” söyleyerek,kervanı bir kez daha yolda düzmeye başla-mıştır.

Böylece Suriye’de baş göstereceği kabuledilen “Alevi-Sünni çatışması”nın Türkiye’ye  yansıyacağı “kanı”sına ulaşılmıştır. Bu “ka-nı”yla, bu çatışmanın Türkiye’ye yansıma-ması için bir şeyler yapılması “lüzumu” or-taya çıkmıştır.

İşte bu “lüzum” üzerine, Dersim olayla-rı Recep Tayyip Erdoğan tarafından günde-

min ilk sırasına çıkartılmıştır.Her ne kadar Dersim bölgesi, Kürt böl-

gesiyse de, “asıl kimliği”nin Alevilikten gel-diği varsayılır. Bu nedenle, “Sünni” RecepTayyip Erdoğan’ın “Dersim hamlesi”, “Alevi-Sünni kardeşliği” olarak “algı”latılmaya ça-lışılmaktadır. Eğer bu “algı” tutarsa, Suriyemüdahalesiyle ortaya çıkacak olan bir “Ale-  vi-Sünni çatışması”nın, basit bir “mazlumhalk-zalim Esad” çatışması gibi sunulabile-ceği düşünülmüştür. Bütün “dert”, Türkiye Alevilerinin “Sünni” Recep Tayyip Erdoğan’ın

şahsında Sünnileri “dost ve kardeş” olarakbellemelerinin sağlanmasıdır.

Bu yolla, “bir taşla iki kuş” vurabilecek-

bulunduran Beşar, sen Türk bayrağına saldıranları dabulup gereken cezayı vermek durumundasın. Son dö-nemde kendi halkına karşı savaş açanların nasıl tra- jik bir sona ulaştıklarını Beşar Esad da görmeli. Ken-disine hatırlatıyorum: Zulümle abad olunmaz, mazlu-mun kanı üzerine gelecek inşa edilmez. Aksi takdir-

de tarih bu tür liderleri kanla beslenen liderler olarakanar. Ve Esad sen de şu anda o sayfayı açmaya doğ-ru gidiyorsun. Mazlumların ahını alanlar er yada geçbedelini öder.”

Page 6: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

8/3/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-124-kasim-aralik-2011 6/32

KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2011

lerini de hesaplamışlardır. Bir taraftan, ola-sı Suriye işgalinin ülke içinde yaratacağı tep-ki (“Alevi-Sünni çatışması”) pasifize edilir-ken, diğer yandan Dersim katliamının “ger-

çek sorumlusu” “Kemalistler”in Alevilerleolan “tarihsel ittifakı” çökertilecektir.

Siyaseten yapılan bu “hamle”lerin, şüp-hesiz asıl amacı, Türkiye üzerinden Suriye’ye  yönelik askeri müdahalenin yolunun açıl-masıdır. İçte “Alevi sorunu” bir ölçüde yatış-tırıldığı koşullarda, “milliyetçi-maneviyatçı-mukaddesatçı” halk çoğunluğunun deste-ğiyle, Suriye’nin “mazlum halkının zalimEsad yönetiminden kurtarılması” için aske-ri harekâtın düğmesine basılacaktır.

Nasıl ki, “baba Esad”, Türkiye’nin aske-ri tehdidi karşısında A. Öcalan’ı sınır dışı et-mek zorunda kaldıysa, “oğul Esad” da as-keri tehditle iktidarı bırakacaktır! Eğer “yük-sek yetkili”nin sınırda yapacağı “nihaikonuşma”yla Beşar Esad iktidarı bırakmaz-sa, “Türk ordusu gereğini yapacaktır”. Za-ten, “bir Türk dünyaya bedel”dir!

 AKP’nin “emperyal dış politikası”nın ya-pıcıları ve yandaşları, “Ortadoğu’nun en bü- yük ordusu” olduğu ilan edilen Türk Ordu-su’nun askeri saldırısı karşısında Suriye or-

dusunun fazlaca direnemeyeceğini de var-saymaktadırlar. Bu nedenle de, Türk Ordu-su’nun askeri müdahalesinin mutlak sonuç vereceği kabul edilmektedir.

Oysa savaşta taraflar, “soyut birer kav-ram olmaktan çıkıp, bireysel devletler vehükümetler olunca, savaş da teorik olmak-tan çıkıp kendi öz yasalarına göre gelişenbir eylem haline” girer.* Bu durumda, “düş-manın” teslim olması kadar direnmesi deolasılık haline gelir. “Düşman”ın direncinikırmak içinse, onun askeri güçlerinin ya ta-

mamen ya da direnmesini olanaksız kılacakölçüde imha edilmesi gerekir.

Bugün Suriye ordusu, 215 bin askerdenoluştuğu, 3.700 T-72 vb. Sovyet tankı, 6.600zırhlı personel taşıyıcısı ve 241 savaş uçağıolduğu tahmin edilmektedir.** Bunun kar-şılığında Türk ordusunun, 620 bin askerdenoluştuğu, 4.300 tanka, 6.600 zırhlı personeltaşıyıcı ve 302 savaş uçağına sahip olduğutahmin edilmektedir.

Bu tahmini bilgilere göre, Türk ordusukesin bir sayısal üstünlüğe sahiptir. AncakSuriye’ye yönelik bir askeri işgal harekâtın-da en önemli unsur, Suriye’nin elinde bulu-

nan tankların ve savaş uçaklarının etkisizhale getirilmesidir. Bunun en güvenlikli yo-lu, bu savaş araçlarının hareketsizken yer-de imha edilmesidir. Amerikan emperyaliz-minin Irak saldırılarında görüldüğü gibi, bu-nun yapılabilmesi için de, ağır bombardı-man uçaklarıyla askeri üslerin vurulması,askeri gücünün belli ölçüde imha edilmesiönemlidir. Türk ordusunun elinde avcı-bom-bardıman uçakları olmakla birlikte, ağırbombardıman uçakları mevcut değildir. Ya-ni Türk ordusu, Amerikan emperyalizminin yaptığı gibi, ağır bombardıman sonrasındakara harekâtına girişebilecek askeri dona-nıma sahip değildir. Bu yüzden, Suriye or-dusunun tanklarının, zırhlı personel taşıyıcı-larının ve savaş uçaklarının imha edilmesi,doğrudan bir çatışmayı kaçınılmaz kılmak-tadır. Bu da, olası bir savaşta ağır kayıplaraneden olabilecektir.

Öte yandan Suriye’nin elinde balistik Scud füzelerinin bulunması da, kayıp olası-lıklarını artırıcı niteliktedir. Ayrıca unutulma-

ması gerekir ki, Suriye ordusu, asıl olarakbüyük bir askeri güce sahip olan İsrail’inolası saldırısına göre silahlandırılmıştır.

Bu koşullarda, Türk ordusunun, ABD’nintaşeronu olarak tek başına Suriye’yi işgalekalkışması, Suriye’deki  Baas iktidarının di - renme kararlılığına bağlı olarak büyük ka-  yıplara yol açabilecek özelliklere sahiptir.Dolayısıyla, savaşın uzama ve bir yıpratmasavaşına dönüşme olasılığı da yüksektir. Budurumda, Libya’da görüldüğü gibi, ABD’ninağır bombardıman uçaklarıyla harekâta ka-

tılması zorunlu ve kaçınılmaz olmaktadır.Bunların yanında, Türk ordusunun baş-

ka bir ülkeye yapılacak bir saldırıya uygunbir konumlanışı olmadığı gibi, geniş çaplıbir saldırı için gerekli lojistik desteğe ve cep-haneye de sahip değildir. Tüm bunların sal-dırı öncesinde tedarik edilmesi, gerekli yı-ğınağın yapılması da gereklidir. Türk ordu-sunun “envanteri”ndeki silahların büyük ço-ğunluğunun ABD üretimi olduğu göz önünealındığında, bu yığınağın ancak ABD’den alı-nacak yeni malzemelerle gerçekleştirilebi-

leceği açıktır. Bütün bunlar, yoğun bir savaşhazırlığını gerektirir.

Şüphesiz, “kervan yolda düzülür” zihni-

* Clausewitz, Savaş Üzerine, s. 52.

** “Tahmin edilmektedir”, çünkü savaşta taraflar-dan birisinin gücünün tam olarak bilinmesi diğer ta-rafa üstünlük sağlar. Bu nedenle, devletlerin sahip ol-duğu askeri güç konusunda kesin bilgiler “sır”dır.

Page 7: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

8/3/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-124-kasim-aralik-2011 7/32

Kasım-Aralık 2011 KURTULUŞ CEPHESİ

 yeti açısından, tüm bu savaş olasılıklarının“kıymet-i harbiyesi” yoktur. Bu zihniyet sa-hipleri (AKP ve yandaşları), “baba Esad”a  yaptıklarını yaparak sonuç alınabileceğini

  varsaymak durumundadırlar.Bu da bir olasılıktır. Irak’da Saddam yö-

netiminin ve Libya’da Kaddafi yönetimininelindeki askeri potansiyeli kullanamaması  ya da kullanma iradesi göstermemesi, buolasılığı öne çıkartmaktadır. Ama aynı bi-çimde, işgal sonrasında Irak’ta gelişen dire-niş de fazlaca olası görülmemiştir. Dolayı-sıyla, savaşta tek bir durum, tek olasılık yok-tur.

Recep Tayyip Erdoğan’ın “Dersim çıkışı”,CHP’ye bir “gol” atmaktan çok, Suriye işga-line karşı içerdeki muhalefeti parçalama veazaltmaya yönelik bir girişimdir. Savaş ise,doğrudan Amerikan emperyalizminin ken-di koşullarına göre belirleyeceği bir durum-dan ibarettir.

 Amerikan emperyalizmi açısından, AKPiktidarının Suriye’ye yönelik “yoğun baskı”sı-nın “sonuç” getirici olması da, olmaması daçok önemli değildir. Eğer “yoğun baskı” so-nuç verirse, Amerikan emperyalizminin Irak  ve Afganistan işgalleriyle “yıpranan imajı”

daha fazla yıpranmamış olacaktır. Yok eğer“yoğun baskı” bir sonuç vermezse ve saldı-rı kendileri için kaçınılmaz hale gelirse, budurumda AKP iktidarının “öncü” olmaktakihevesi ve isteği, kendi kayıplarının en azaindirilmesinin bir aracı olacaktır. Bu da, “piş-miş kestaneyi ateşten maşayla almak”tanbaşka bir şey değildir.

Türk ordusunun Suriye’ye olası saldırısı,Enver Paşa’nın “Sarıkamış Harekâtı”ndansonraki ilk saldırı harekâtı olacaktır. “Resmitarih”e göre, 1699’da başlayan ve 1923’e ka-

dar süren Osmanlının çöküş aşamasındakisürekli toprak kaybı da, ilk kez “toprak ka-zanımı” olarak “tarihe” geçecektir!

Böyle bir “tarih” karşısında AKP ve meh-teran takımının nasıl bir “huşu” içinde ola-bileceği de tahmin edilebilir.*

Bütün bunların, “milliyetçi-maneviyatçı-

mukaddesatçı” duyguların “şahlanışına” yolaçacağı da açıktır. Öte yandan Amerikanemperyalizmiyle kol kola, iç içe, sarmaş do-laş yapılacak bir Suriye işgalinin de, Özal

pragmatizmiyle yetişmiş küçük-burjuvalartarafından Türkiye’nin “küresel oyuncu” ol-duğu şeklinde “algı”lanacağı da kesindir.

Tüm bu “algı” içinde ve şovenizmin yük-selişi yanında, “Kürt sorunu”nda da yeni“senaryolar” devreye sokulmaya çalışılacak-tır. Olası Suriye saldırısı ortamında PKK’nin“arkadan vurması”nın önlenmesi için “hü-kümet değil, devlet görüşmesiyle” PKK’yle“uzlaşmaya” gidilebilecektir. Öte yandan Su-riye Kürtlerinin, olası bir saldırı koşulların-da, Irak işgali sırasında Barzani yönetiminin yaptığı gibi, “iç destek gücü” olarak kulla-nılması ihtiyacı, PKK “sorunu”nda ABD’nindevreye girmesini gündeme getirecektir.Böylece Barzani’nin mantığı içinde PKK’ninSuriye saldırısına destek vermesi sağlanma-  ya çalışılacaktır.

Bu mantık, Özal’dan günümüze kadartüm toplum kesimlerine yayılmış olan prag-matist-oportünist mantıkla örtüşmektedir.Bu nedenle, Recep Tayyip Erdoğan’ın bir za-manlar seslendirdiği “ win-win” söylemiyle

PKK’nin “ikna edilmesi” de, hem kolay ola-caktır, hem de fazlaca yadırganmayacak-tır.**

Bilinmelidir ki, Türk ordusunun Suriyesaldırısının olası başarısı, Türkiye’de şove-nizmin doruğa ulaşmasına ve şeriatçı vesa- yetin mutlak egemenliğine yol açarak, ülke-de karanlık bir dönemin başlamasına yolaçacaktır. Bu nedenle, AKP’nin “Kürt açılı-mı”nı destekleyenler de, Dersim katliamınıgündeme getirmesinden hoşnut olanlar da

* Bilineceği gibi, mehter marşlarının en ünlülerin-den birisinde şöyle söylenir: “Ceddin deden neslinbaban/Hep kahraman Türk Milleti/Orduların pek çokzaman/Vermiştiler dünyaya şan”. AKP yönetimi, yıllarboyu mehter takımı eşliğinde yapılan İstanbul’un Fet-

hi törenlerinde yer almışlardır. Onların bu mehtermarşını dinlerken “huşu” içinde olduklarından şüpheedilemez. Başka ülkeleri işgal ederek, “dünyaya şan” verdiklerine de inandıkları kesindir.

** 12 Eylül 2010 Anayasa Referandum’unda açık-ça görülebilen bu mantık, kendi amacına ulaşmakiçin bir başka halkın ezilmesine kayıtsız kalmaktanibarettir. Anayasa Referandumunu AKP’nin kazanma-sı durumunda, HSYK aracılığıyla tüm yargıyı deneti-me alacağı ve bu yolla Türkiye’de ağır bir “vesayet”döneminin başlayacağı çok açıkken, PKK referandu-mu “boykot” ederek AKP’nin kazanmasına olanak ta-nımıştır. PKK için önemli olan “demokratik özerklik”in“devlet” tarafından kabul edilmesidir. Bu kabul edil-dikten sonra, diğer halkın (“Türkler”) nasıl bir baskıkoşullarında yaşayacağı önemli değildir. “Kürt soru-nu” çözümlendiğinde ülkenin kendiliğinden “demok-ratikleşeceği”ne inanan bazı küçük-burjuva aydınları,

bu pragmatist mantığı hoşgörmüşler ve onaylamışlar-dır. Unutturdukları tek şey ise, ulusal sorun demokra-tik biçimde çözümlenmediği sürece, ülkenin demok-ratikleşmesinin olanaksız olduğudur.

Page 8: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

8/3/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-124-kasim-aralik-2011 8/32

KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2011

bu karanlık dönemin hem sorumlusu, hemde mağduru olacaklardır.*

Şüphesiz bir başka olasılık ve seçenekde vardır. Bu olasılık, Suriye saldırısının ağır

kayıplara yol açarak toplumsal tepkilerin yükselmesine yol açmasıdır. Ama devrimci

* Son günlerde Taraf  gazetesinde PKK ile “dev-let”in görüşmelere başladıklarına ilişkin haberler yeralmaya başlamıştır. Taraf gazetesinin “derin” bilgi kay-naklarına dayandırılan bu “haber”lere göre, Suriyeolayları nedeniyle “devlet” ile PKK’nin Kandil’de yap-tıkları görüşmelerde “ilerlemeler” kaydetmiştir. Yine25 Kasım 2011 tarihli Taraf gazetesinde, PKK’nin “El-ler bir süreliğine tetikten çekildi” açıklamasına yer ve-rilmiştir. Görülen odur ki, Suriye’ye yönelik askeri ha-rekat olasılığı arttıkça, “üçüncü bir ülkenin gözlem-cisi”nin katılımıyla “devlet”-PKK görüşmeleri sürmek-tedir. Amaç, tıpkı 12 Eylül 2010 referandumu ve 12Haziran 2011 seçimleri öncesinde PKK’nin “eylemsiz-lik” içinde tutulmasına benzer biçimde, Suriye “ha-rekâtı” öncesinde PKK’yi “eylemsiz” hale getirerek,

 AKP’nin zor durumda kalmaktan kurtarılmasıdır. EğerTaraf gazetesinin “derin haberi” doğrulanırsa, açıktırki PKK, bir kez daha, kendi amaçlarına ulaşabilmekiçin her yolu meşru görmüş olacaktır.

seçenek olmadığı sürece, yükselen tepkilerkolayca pasifize edilebilecektir. Önemli olansaldırganlığa karşı çıkmak değil, saldırgan-la mücadele etmek ve onu yenilgiye uğrat-

maktır.

Page 9: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

8/3/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-124-kasim-aralik-2011 9/32

Kasım-Aralık 2011 KURTULUŞ CEPHESİ

“Sizin Scud füzeleriniz varsa,bizim de 10 atom bombamız var!”

1 Aralık 2011 tarihli Vatan gazetesi, “Cey-lan Filosu’nda 10 Atom Bombası” sürman-şetiyle çıktı.

İlhan Tanır imzalı sürmanşet haberin altbaşlığında, “Türkiye’nin İncirlik Üssü’ndekien az 10 atom bombasının kodlarına sahipolduğu ortaya çıktı. Olası bir NATO operas- yonunda nükleer bombaları Ceylan Filosu’n-daki F-16’lar taşıyacak” sözlerine yer verili- yor.

Habere göre, “ Atomic Scientists” adlıdergide Robert S. Norris ve Hans M. Kristen-sen tarafından yayınlanan bir araştırmada ABD’nin Türkiye’de olduğu hep söylenenama şimdiye kadar detaylarına ulaşılama- yan nükleer silah envanteri görülüyormuş.

Böylece “hızlı gazeteci”, bir çırpıda, tamda Suriye’ye yönelik askeri müdahale “se-çeneği”nin tartışıldığı bir ortamda, “hep söy-lenen ama şimdiye kadar detaylarına ulaşı-lamayan nükleer silah envanteri”ne ulaşı- vermiştir.

Haber şöyle devam ediyor:“Türkiye’deki nükleer B61 tipi

bombaların sayısı 60-70 arasında veİncirlik’teki ABD hava üssünde bulu-nuyor. Bu sayı 2001 yılında 90’dı.

İncirlik’teki durum Avrupa’daki di-ğer üslerden farklılık gösteriyor vebunu raporu hazırlayan uzmanlar‘özel statü’ diye niteliyor. Bunun ne-deni ise yaklaşık 50 bombanın taşı-nabilmesi için ABD savaş uçağı gere-kiyor.

Geri kalan 10-20 civarındaki nük-leer bomba ise Türk F-16A/B tipiuçaklarla taşınması için dizayn edil-

miş. Ankara’da Akıncı ve Balıkesir’de

bulunan hava üslerindeki 40 kadar  ABD nükleer silahı, buradaki üslerkapatıldığı için İncirlik’e kaydırıldı. Osüreden itibaren İncirlik’teki ‘Türkbombalar’ 10 ile 20 sayısına indiril-di.

2006 ve 2008’de Amerikan ordu-sundan gelen uzmanlar İncirlik’teki

25 nükleer bomba deposunda (WS3 WSVs) denetim yaptıkları da raportarafından ilk kez ortaya konuyor.”

Böylece anlıyoruz ki, “Türk” F-16A/B tipiuçaklarla taşınması için dizayn edilmiş” 10-20 civarında nükleer bomba Türkiye’nin hiz-metine verilmiş!

Ne yazık ki, “Ankara ve Balıkesir’de ise6’şar depo bulunduğu ancak içlerinde nük-leer silah olmadığı belirtiliyor. Bu depolar‘olası saklama yerleri’ diye niteleniyor”-muş!

 Ama hiç üzülmemeli! Çünkü, “hızlı ga-zeteci”, bize 2017’de yeni bombaların gele-ceğini muştalıyor! Üstelik, “  Atomic Scient- ists”ta yayınlanan raporda, “Türkiye’dekiB61-12 türü nükleer bomba türlerinin 2017 yılı itibariyle B61-3/4 tipi yeni modellerle de-ğiştirilecek olduğu”nun “ilk kez açıklandığı”belirtildikten sonra, “2015’de başlayacak F-16’ların Amerikan JSF yeni nesil savaş uçak-larıyla değiştirilmesine kadar geçecek süreiçinde F-16’ların modernize edilerek bu ye-ni bomba türlerini taşımalarına imkan veri-leceği”nin yazıldığı söyleniyor.

Şimdi bu “atlatma haber”de, Atomic Sci- entists’ta Robert S. Norris ve Hans M. Kris-

Page 10: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

8/3/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-124-kasim-aralik-2011 10/32

KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2011

10

tensen tarafından yayınlanan bir araştırma“kaynak” olarak gösterilmişse de, biz ger-çek kaynaklara bakalım.

 Birinci kaynak, Robert S. Norris ve Hans

M. Kristensen imzalı “ ABD’nin Nükleer Gü -cü, 2010” başlıklı bir yazıdır. Yazı, Atomic Sci - entists bülteninin Mayıs-Haziran 2010 tarih-li sayısında yayınlanmıştır.

Bu yazıda, “yaklaşık 200 B61 bombası-nın Avrupa’daki beş NATO ülkesinin (Belçi-ka, Almanya, İtalya, Hollanda ve Türkiye) al-tı hava üssünde konuşlandığı” belirtilmekte ve şöyle devam etmektedir:

“ABD nükleer silahlarıyla nükleersaldırı için görevlendirilmiş bu uçak-lar, Belçika ve Hollanda F16’larıyla Al-man ve İtalyan Tornado uçaklarınıkapsamaktadır. Her ne kadar artıknükleer saldırı görevine sahip olma-salar da, Türk ve Yunan uçakları, za-man zaman hava savunma uçağı ola-rak NATO’nun Steadfast Noon nükle-er tatbikatlarına katılmaktadır… NA-TO’nun Strategic Review dergisinde,2017 yılında F-15 ve F16 uçaklarının,B61 nükleer kapasiteye sahip F-35 Jo-int Strike Fighter’larla değiştirileceği

ifade edilmiştir. Eğer ABD Avrupa’dannükleer silahlarını çekerse, ABD’dekinükleer F-35’lerle ‘müttefiklerinin ta-ahhüt ettikleri destek çer-çevesinde stratejik olma- yan nükleer silah kapasi-tesini korumayı planla-maktadır.”

“Atlatma haber”in özgün kay-nağında, “Türkiye” sözcüğününgeçtiği tek yer burasıdır.

Görüldüğü gibi, 2010 tarihli

özgün kaynakta, F-15 ve F-16’la-rın F-35 JSF’lerle değiştirileceğiNATO kaynaklarına dayandırıla-rak söyleniyorsa da, buradaTürkiye’nin adı hiç geçmemek-tedir.

  İk inc i kaynak,Hans M. Kristensen’ın 2005 tarihli, “U.S. Nuc - lear Weapons in Euro -

 pe: A Review of Post-Cold War Policy, For  -ce Levels, and War  Planning” (Avrupa’da  ABD Nükleer Silahla-rı: Soğuk Savaş Sonra-

sı Politika, Güç Dengesi ve Savaş Planlama-sı) başlıklı yazısıdır. (Hemen belirtelim, Va-

 tan gazetesinin “atlatma haber”inde yer ve-rilen “atom bombası” fotoğrafı bu yazıdanalınmıştır.)

Bu yazıda, 1986, 1997 ve 2004 yıllarında ABD’nin Avrupa’daki ve Türkiye’deki nükle-er silah depolarının kapasiteleri verilmekte-dir. (Bkz. Aşağıdaki tablo. Tabloda yer veri-len yıldız işareti (*) için şu not düşülmüştür:“WS3 siteleri bekçi statüsündedir. BugünCephane Destek Filosu aktif değildir ve si-lah bulunmamaktadır.”)

Bir başka tabloda ise, İncirlik’teki ABDüssünde bulunan nükleer silah sayısının 90olduğu belirtilmektedir.

Üçüncü kaynak, Hans M. Kristensen’in

12 Şubat 2010 tarihli “ Kleine Brogel Nukes: Not There, Over Here!” (Belçika/Kleine Bro-gel’deki Atom Bombası: Ya Şurdadır, Ya Bu-

1986 1997 2004

KapasiteMaksimum

KapasiteKapasite

Maksimum

KapasiteKapasite

Maksimum

Kapasite

Balıkesir  6 24 6* 24 6* 24

Erhaç 6 24 0 0 0 0

Eskişehir  6 24 0 0 0 0

Mürted 6 24 6* 24 6* 24

İncirlik 30 120 25 100 25 100

Page 11: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

8/3/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-124-kasim-aralik-2011 11/32

Kasım-Aralık 2011 KURTULUŞ CEPHESİ

11

rada!) başlıklı makalesidir.Burada, İncirlik üssünde, 2006 ve 2008

 yılında yapılan ABD askeri denetimlerindekayda geçen ABD nükleer silah depoları ilenükleer silahların sayıları verilmektedir. Bu-na göre, İncirlik’te 25 nükleer silah deposu ve 50 B61 3/4 cinsi nükleer silah bulunmak-tadır. Yine bu yazıya göre, İncirlik üssü için

“sürekli savaş filosu bulunmadığı ve UlusalTürk nükleer saldırı görevinin 2001 yılındasona erdirildiği” belirtilmektedir.

Vatan gazetesinin sürmanşetlik “atlatmahaber”ini yapan “hızlı gazeteci”si, üç deği-şik kaynaktan derlenmiş bilgileri, tek kay-naktan sağlamışçasına sunmuştur. Bunu ya-parken de, kendine göre eklemeler yapmış ve yüzde yüz yerli “Ceylan Filosu”na nükle-er misyon yüklemiştir.

Bu derleme ve “sentetik” haberin tekamacı, kamuoyuna “bizim de atom bomba-

mız var” mesajı vermektir. Böylece, Su-riye’nin elinde bulunduğu bilinen Scud fü-zelerine karşı “biz de daha güçlüsü var” “al-

gısı” yaratılmak istenmiştir. Bu-nun için, kaynakları tahrif et-mek, eklemeler yapmak “mu-bah” görülmüştür. Ama daha da

önemlisi, “yandaş medya”nınsavaş çığırtkanlığı için neler ya-pabileceğini açıkça göstermesi-dir.

Birkaç hafta önce “medya”da yer alan “Amerika F-16’ların kay-nak kodlarını Türkiye’ye veriyor”haberleri ile “Amerikan preda-törleri Türkiye’de” haberleri, Va-

 tan gazetesinin bu “atlatma ha-beri”yle yan yana konulduğun-da, sapla samanın, doğru ile  yanlışın, gerçek ile manipülas-  yonun nasıl birbirine karıştığıçok açık görülebilmektedir.

Sürekli bir şeyler pazarlanmakta, bir şey-ler manipüle edilmektedir. F-16’ların “kay-nak kodları”nın verilmesi haberinin, “213 F-16 savaş uçağı tanesi 5.2 milyon dolardan2,9 milyar dolara modernize edilecek” ha-berinin bir parçası olması ya da “Predatör-ler Türkiye’ye geliyor” haberinin, DışişleriBakanı A. Davutoğlu’nun “Amerika’nın çe-

kilme planı çerçevesinde Irak’tan hareketeden Predatörlerin son kullanım tarihi 22Kasımdır. Yani 22 Kasımda son uçuşlarını yapacaklar. Bu çerçevede, 22 Kasımdan ön-ce ABD’nin taahhütleri çerçevesinde 4 Pre-datör İncirlik’te konuşlandırılmıştır” açıkla-masının bir türevi olması, “Türkiye’nin İn-cirlik Üssü’ndeki en az 10 atom bombasınınkodlarına sahip olduğu” haberiyle tam bir“uyum” içindedir.

Bu “uyum”, “medya”nın, tıpkı savaşınpolitikanın başka araçlarla (şiddet araçlarıy-

la) devamı olması gibi, savaşın başka araç-larla (söz, yazı vb.) devamından başka birşey olmadığının açık dışavurumudur.

Page 12: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

8/3/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-124-kasim-aralik-2011 12/32

KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2011

12

Dinsel doğmalara göre, her insan, Ade-moğlu olduğu için, Adem’in tanrının cenne-tinde işlediği “ilk günah”la sakatlanmış ola-rak, yani “günahkar” olarak doğar. Yeryüzü, yani Adem’in cennetten kovulduktan son-raki ilk ikametgahı olan yer, bu “günahkar”  Ademoğullarının günahlarının “kefaretini”ödeyecekleri yerdir. Bu nedenle, yeryüzün-deki tüm insanlar (Ademoğulları), Adem ileHavva’nın işledikleri “ilk günah”ın kefareti-

ni ödemek için tanrıya hizmet etmekle yü-kümlüdürler.Böylece insanlık, “tanrısal bir buyruk”la,

sadece “tanrının hizmetkarları” olarak ya-şam sürerler. Ama tanrı, elle tutulur, gözlegörülür maddi bir varlık olmadığından, he-men her zaman tanrının yeryüzündeki ci-simleşmesi olan bir başka varlıkla insanla-rın karşısına çıkar. Bu “tanrısal varlık”, Ade-moğulları görünümünde olsa da, “tanrının yeryüzündeki cisimleşmesi” olarak ayrıca-lıklı bir varlıktır. Bu ayrıcalıklı “tanrısal var-

lık”, ilk ortaya çıktığı andan itibaren tüm in-sanların “hizmet” etmekle, emirlerine “ita-at” etmekle mükellef oldukları insan-varlık-lardır.*

Tacirlerin MüteahhitlerleBüyük İttifakı“Sizi gidi gidi rantiyeciler sizi!”Necmettin Erbakan

İşte bu insan-varlıklar, yeryüzünün bellibölgelerini, başka herkesi dışlayarak, tama-men kendi özel irade alanları şeklinde te-kelleri altına alırlar. Toprak mülkiyeti adı ve-rilen bu toprak tekeli, bu insan-varlıklarının“kutsal ayrıcalığı”dır. Onlara tabi olmak, on-lara biat etmek, onlara hizmet etmek, “tan-rıya hizmet etmek”tir; onlara hizmet ede-rek, günahların kefareti ödenecektir.

İnsanlık, bu dinsel dogmalarla, yüzyıllar

boyu toprak sahiplerine sorgusuz-sualsiz bo- yun eğmiş, onlara hizmet etmiştir. Topraklabirlikte alınmışlar, toprakla birlikte satılmış-lardır.

 Ancak bu “kutsal ayrıcalık” sahipleri veonların “günahkar hizmetkarları” yanında,bir yerden bir başka yere malları taşıyan,mal değişimini sağlayan üçüncü bir kesim,tacirler sınıfı ortaya çıkmıştır.

Tacirler, bir toprak beyliğinde bulunma- yan bir malı ya da ürünü, bir başkasındansatın alarak diğerine satan ve böylece bu

“hizmeti” karşılığında belli bir kârı cebineatan bir sınıf olarak, aracı bir öğe haline gel-mişlerdir.

Bu aracı öğeler, yani tacirler, aynı za-

* Hegel’e göre, insan-varlıktan önce “İdea” vardı ve “İdea”, gerçek dünyanın yaratıcısı ve mimarı olup,gerçek dünya, yalnızca “İdea”nın dışsal ve görüngü-sel biçimidir. Bu “idea”, bireysel irade ile genel ira-denin en mükemmel halde kaynaşmışlığıdır. Bu kay-naşma süreci Hegel’e göre, üç momentten oluşur.“İdea”nın ilk momenti ailedir. Birey, burada ilk kezgenel iradeyle tanışır, ama “İdea” burada henüz bü-

tünlüğe ulaşmamıştır. İkinci momente geçildiğindesivil toplum ortaya çıkar. Burada “İdea”, aileye görebiraz daha gelişmiştir ve bireysel irade ile genel ira-de arasında göreli bir kaynaşma vardır. Ancak sivil

toplumda genel bir çıkar birliği mevcuttur. Birey ken-di gereksinmeleri ve çıkarları peşinde koşarken, bun-ları ancak öteki bireylerin yardımıyla ve onlarla daya-nışarak karşılayabileceğini görür ve genel iradeye bağ-lanır. Ama bu bağ bütünsel değildir. Üçüncü moment-te ise, “İdea”nın gerçekliği olarak devlet ortaya çıkar.Bu momentte, bireysel irade ile genel irade arasındatam bir uyum vardır.

Bu bağlamda, “İdea”nın, yani “tanrının” dünyasalcisimleşmesinde, ailede “baba”ya “itaat” edilmesi, enüst birlikte “devlet-baba”ya “itaat” edilmesi, “tanrısalbuyruk”tur.

Page 13: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

8/3/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-124-kasim-aralik-2011 13/32

Kasım-Aralık 2011 KURTULUŞ CEPHESİ

1

manda birbirinden çok uzak mesafelerdebulunan toprak beyleri arasındaki ilişkiyi ku-ran ve sürdüren kişiler olarak, bir çeşit “dip-lomatik misyon” da yerine getirirler. Ama

onların asıl işi, “tanrının buyruğu” ile, tanrı-nın “yeryüzündeki cisimleşmesi” olan top-rak beylerine (soylular sınıfı) hizmetle mü-kellef olan insanoğullarının ürettiği ürünle-ri, üretemeyenlere satmak ve bu yolla parakazanmaktır.*

Bu nedenlerle tacirler (tüccarlar), topraksahipliği sisteminin (feodal toplum düzeni)gözenekleri arasında yaşayan asalaklar ola-rak, doğrudan üreticinin ürünlerine el ko- yan toprak sahiplerinin “kutsal ayrıcalıkları”üzerinden zenginleşirler.

Tacirler, bu işlerini yapabilmek için, ön-celikle toprak sahipleri arasında “dostluk vebarış”ın olmasını isterler. Barışın olmadığıkoşullarda, tacirlerin “serbest ticareti” ola-naksızdır. Bu nedenle de, tacirler, kendile-rini her zaman “barışın elçileri” olarak gör-meye başlamışlardır. “Ülkeler arası barış” yada “bölgesel istikrar”, her tacirin en temelistemidir. Bu amaçla, kimi zaman çatışantoprak sahipleri arasında bir “diplomat” gi-bi arabuluculuk yapmış, kimi zaman toprak

sahiplerine rüşvet vererek “istikrar vebarış”ın sürmesini sağlamışlardır.Bu olgudan yola çıkan ve ticareti zengin-

liğin kaynağı olarak gören ideologlar, ticaretsayesinde “evrensel kardeşlik bağları” ku-rulduğunu ileri sürerler. Diğer bir ifadeyle,ticaretin, kapalı üretim birimleri arasındabağlantıların kurulmasını sağlayarak, geribölgelere “medeniyet” getirdiğine inanı-lır.**

Tefecilik, yani yüksek faizle para ticare-ti, mal ticaretinin gelişmesine paralel olarakgelişir. Böylece bir yandan tacirin elinde pa-ra birikirken, diğer yandan tefecinin elinde-

ki para miktarı da büyür.Olağan tarihsel evrimde, tefecilik ve ti-

caret yoluyla meydana gelen para-sermaye,sanayi sermayesine dönüşür ve böylece sa-nayici kapitalist ortaya çıkar. Artık bu dönü-şümden itibaren, feodal toprak beylerininzamanı dolmuştur; onların yerine kapitalist-ler geçer.

Kapitalizmin gelişmesine paralel olarak,feodal tüccar, yani tacir, tüccar haline gelir  ve sermayesi de ticaret sermayesi adınıalır.

Ticaret sermayesi, tarihte bu zamana ka-dar oynadığı rolü oynamayı sürdürür. Sana- yici kapitalistin metalarının ticaretini yapar ve bu yolla, sanayici kapitalistin karşılığınıödemediği artı-değerin bir bölümünü “tica-ri kâr” olarak alır. Ancak geçmiş dönemdenfarklı olarak, ticaret sermayesi (tüccar), sa-nayi sermayesinin (kapitalist) dolaşım ala-nındaki aracısı durumundadır. Bu aracı ro-lüyle, sanayi ürünlerinin iç ve dış pazarlar-da dolaşımını sağlar. Bankacılık sisteminin

gelişmesine paralel olarak da, para ticareti yapan sermaye (mali sermaye) giderek bü- yür. Nihayetinde, kapitalizm dünya çapındaegemen üretim ilişkisi haline gelir ve gide-rek serbest rekabetçi kapitalizmden emper-  yalist kapitalizme evrilir.

 Ancak bu olağan tarihsel evrimi izleye-memiş olan, dolayısıyla olağan tarihsel ev-rimin gerisinde kalan ülkelerde ve toplum-larda gelişim farklı olur.

Osmanlı İmparatorluğu gibi, kapitalistgelişimin gerisinde kalmış ve giderek geliş-

miş kapitalist ülkelerin yarı-sömürgesi hali-ne gelmiş bir ülkeler topluluğunda feodalilişkiler uzun yıllar varlığını sürdürür. Dünyaçapında kapitalizm egemen üretim ilişkisiy-ken, bu ülkelerdeki feodal ilişkiler, kaçınıl-maz olarak tekelci aşamaya ulaşmış olankapitalizmle “uyumlanmaya” çalışır.

İlk dönemde (ki kapitalizmin serbest re-kabetçi aşamasına denk düşer), feodal mer-kezi devlet, bir yandan tefeci-bankerlerdenaldığı borçlarla devlet harcamalarını finan-se etmeye çalışırken, diğer yandan kendi

gereksinmelerini karşılamak amacıyla dış ti-careti geliştirir. Para-sermayenin birikimi vesanayi üretimi “dışta” olduğundan, kısa bir

* Protestan kilisesinin kurucusu Martin Luther

şöyle yazar: “Satın almanın ve satmanın özellikle ge-reksinmelere ve onura hizmet eden nesneler için vaz-geçilemeyen ve gerçek Hıristiyanlığa uygun tarzda ye-rine getirilebilecek şeyler oldukları yadsınamaz, çün-kü bizzat ilk peygamberler de, sürü hayvanları, yün,buğday, yağ, süt ve başka malları almış ve satmışlar-dır. Bunlar, tanrının topraktan çıkardığı ve insanlar ara-sında paylaştırdığı tanrı bağışlarıdır.” (M. Luther, Büc- her von Kaufhandel und Wucher , 1524.)

** Oysa, “Egemen bir duruma ulaştığında tüccarsermayesi her yerde bir yağma düzeninden yanadır, ve bu nedenle, eski ve yeni zamanlarda tüccar ulus-lar arasında gösterdiği gelişme, daima, yağmayla, kor-sanlıkla, köle hırsızlığı ile ve sömürgelerin ele geçiril-

mesi ile doğrudan doğruya el ele gitmiştir; Kartaca’da,Roma’da ve daha sonraları, Venedikliler, Portekizliler,Hollandalılar, vb. arasında olduğu gibi.” (Marks, Kapi -

 tal, Cilt III, s. 291.)

Page 14: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

8/3/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-124-kasim-aralik-2011 14/32

KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2011

1

süre içinde tefeci-bankerler ve tüccarlar ke-simi tümüyle “yabancı”lardan oluşmayabaşlar.

Bu süreçte, yerli feodal-tacir ve tefeci

için iki yol vardır: Ya yabancılarla işbirliği ya-pacaktır, ya da bu yabancı tefeci-tüccar ege-menliğine karşı isyan edecektir. İkincisini yapamadığı her durumda, birincisi, yani iş-birlikçilik tek yol olarak karşısına çıkar. Buişbirlikçilikte ayakta kalabilmesinin tek yo-lu da, feodal yapı içinde ortaya çıkan kapa-lı üretim birimlerindeki gücünü ve egemen-liğini korumaktır. Bu nedenle de, toprak sa-hipleri (ağaları) ile olan doğal bağları, yenibir ittifak haline dönüşür. Böylece tefeci-tüc-car ve toprakağası bloğu oluşur ve emper-  yalist-kapitalist “yabancı” sermaye ile birblok olarak işbirliği yaparlar.

Emperyalist-kapitalizm ise, bir yandanbu yerli feodal blokla işbirliğini sürdürürken,diğer yandan doğrudan ve ilk baştan kendi-sine bağımlı yeni bir işbirlikçi sınıf oluştur-maya yönelir. Böylece ülke içinde doğrudan ve ilk baştan emperyalizme bağımlı işbirlik-çi, dolayısıyla tekelci nitelikte sanayi ve ti-caret burjuvazisi ortaya çıkar. Bundan son-raki tüm süreç, bu işbirlikçi sanayi ve tica-

ret burjuvazisi ile feodal tefeci-tüccar ve top-rakağası bloğu arasında “uyum-çatışma” sü-reci olarak gelişir.

Kapitalizm, feodal ilişkileri tasfiye etme-dikçe genişleyemez ve egemenliğini yaygın-laştıramaz. Doğal olarak, ister iç dinamiklegelişen kapitalizm olsun, ister dış dinamik-le geliştirilen kapitalizm olsun, her durum-da feodal egemen bloğu tasfiye etmek zo-rundadır. Türkiye somutunda, 1923-1950arasında sürdürülen “milli kapitalizm” ve“milli burjuvazi yaratma” girişimleri, asıl ola-

rak bu feodal egemen blokla çatışma için-de sürdürülmüştür.* Ancak bu “milli kapita-lizm” yaratma girişiminin başarısız olması-na paralel olarak, 1950’ler Türkiye’sinde, birkez daha Anadolu tefeci-tüccar ve topraka-ğaları kesimiyle “uyum” dönemine girilmiş-tir. “Uyum”, 1957 ekonomik kriziyle birliktesona ermiş ve 27 Mayıs sonrasında bir kezdaha “çatışma” dönemi başlamıştır.

Gerek 50’lerin “uyum” döneminde, ge-

rekse 1960-65’lerin “çatışma” döneminde,tefeci-tüccar sermayesi, yurtdışında eğitimgörmüş kadroları aracılığıyla “sanayi serma- yesi” haline dönüşme girişimlerinde bulun-

muştur. N. Erbakan’ın “ünlü” Gümüş Motorolayı, tefeci-tüccar sermayesinin ilk büyük“sanayi hamlesi” olarak ortaya çıkmıştır. An-cak yeterli sermaye birikimine sahip olma-dıklarından, 1957 kriziyle birlikte yapılan de- valüasyon sonucunda Gümüş Motor iflas et-miş, tefeci-tüccar sermayesinin “sanayihamlesi” sona ermiştir.

1980’lere kadar “sanayileşme”, “sanayisermayesi” haline dönüşme çabaları içindeolan tefeci-tüccar sermayesi, 1980 sonrasın-da giderek “asli” işlevine geri dönmeye baş-lamıştır. Suudi finans sermayesi aracılığıyla“ihracata”, yani dış ticarete yönelen tefeci-tüccar sermayesi, emperyalist-kapitalizminaşırı-üretim krizleriyle ortaya çıkan yeni pa-zar arayışları içinde iç ticarette de ihtiyaçduyulur hale gelmeye başlamıştır. Böyleceiç ve dış ticarette giderek gücünü artırmış,sermayesini büyütmüştür.

 Artık feodal tefeci-tüccar sermayesinin yerini, emperyalizme eklemlenmiş yeni türtefeci-tüccar sermayesi almıştır. İşte “islami

sermaye” adı verilen bu yeni tür tefeci-tüc-car sermayesi, AKP iktidarıyla birlikte iç pa-zarın mutlak gücü haline gelmiştir. Bu an-dan itibaren, siyasal iktidar olanakları bu ke-simin hizmetine girmiş ve gücünü daha da yaygınlaştırmıştır.

1950’lerden günümüze kadarki süreçteçok belirgin biçimde ortaya çıkan bir olguda, yukardan aşağıya kapitalizmin geliştiril-mesi için gerekli olan altyapı yatırımlarının yapılmasıdır. Bu altyapı yatırımları, Türkiyetarihinde ilk kez kamu ihaleleriyle zenginle-

şen bir müteahhitler kesiminin ortaya çık-masına yol açmıştır. Kırdan kente göçle bir-likte yoğunlaşan konut inşaatları da, bu mü-teahhit kesimin yaygınlaşmasını getirmiştir.DP döneminde ortaya çıkan milyonerler de,Demirel’in “barajlar kralı” ilan edilişi de, bumüteahhitler kesiminin gücünü ve gelişme-sini ifade eder.

Bu müteahhitlerin en temel özelliği, ka-munun altyapıya yatırımlarıyla (yol, su, elek-trik, kanalizasyon vb.) zenginleşmeleridir.Böylece kamu ihaleleri yoluyla zenginleşen,

ama asıl olarak emperyalizmin yukardanaşağıya kapitalizmi geliştirmesinin (yeni-sö-mürgecilik yöntemlerinin) ürünü olarak or-

* Bu nedenle, Dersim olaylarının, “milli kapitaliz-min” finans kuruluşu olarak oluşturulan İş Bankası’nınkurucusu Celal Bayar’ın başbakanlığı dönemine denkdüşmesi tesadüf değildir.

Page 15: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

8/3/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-124-kasim-aralik-2011 15/32

Kasım-Aralık 2011 KURTULUŞ CEPHESİ

1

taya çıkan bu müteahhitler, aynı zamandasiyasal bir güç haline gelmişlerdir. “Merkezsağ” partiler, hemen her zaman bu kesimedayanmışlardır.

1990’lara kadar müteahhit yeni zengin-ler ile tefeci-tüccar sermayesi arasında açıkbir çıkar çatışması süregelmiştir. 90’larınbaşlarında tefeci-tüccar sermayesinin siya-sal temsilcisi olan Refah Partisi’nin Ankara ve İstanbul belediye başkanlıklarını ele ge-çirmesi ve DYP-RP koalisyon hükümetininkurulması, bu ikili arasındaki “çatışma”nın yerini “uyum”un almasını sağlamıştır. Dünekadar “merkez sağ” partilerin temel daya-nağı olan müteahhitler, bu tarihten itibarentefeci-tüccar sermayesinin müttefiki olaraksiyaset sahnesinde yer almaya başlamışlar-dır.

2001 krizinden en fazla etkilenen kesim-ler, yani tefeci-tüccar sermayesi, müteahhit-ler ve Anadolu esnafı, bir bütün olarak“merkez sağ” partileri terk ederek AKP et-rafında birleşmişlerdir. Bu ittifakta, AKP’nin“geleneksel tabanı” etkin ve egemen unsurolduğundan, AKP’nin ana politikası iç ve dış  ticaretin geliştirilmesi yönünde olmuştur.Bunun doğal sonucu olarak da, “yurtta sulh,

cihanda sulh”un “islami versiyonu” AKP’niniç ve dış politikasının belirleyicisi olmuştur.“İstikrar”, “iç barış”, “huzur”, “bölgesel is-tikrar” vb. söylemler, tümüyle tefeci-tüccar

sermayesinin çıkarlarının ifadesi olarak AKPtarafından dile getirilmiştir. Recep TayyipErdoğan’ın çok açık biçimde ifade ettiği gi-bi, AKP’nin “misyonu”, her yolu ve aracı kul-lanarak ülkeyi “pazarlamaktır”. Bu da, tefe-ci-tüccar sermayesinin temel istemindenbaşka bir şey değildir.

İşte bu ilişkiler içinde AKP iktidarı, “kom-şularla sıfır sorun” politikasını dış politika-nın merkezi olarak ilan etmiştir. Bu politika-nın tek amacı, tacirlikten tüccarlığa sıçra-mış olan kesimler için  yeni pazarlar bul - maktır .

Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul bele-diye başkanlığı döneminde “iyi ilişkiler” ge-liştirdiği müteahhitler, “iç pazar”da kendipaylarına düşen ihalelerle gelişimlerini sür-dürmüşlerdir. AKP’nin iktidara gelmesiylebirlikte TOKİ yasasında yapılan değişikliklersonucu, bu müteahhitler için yeni “fırsat ka-pıları” açılmıştır. TOKİ projeleriyle beslenen ve gelişen müteahhitlik sektörü, son beş yıl-da, TOKİ’nin 1.717 ihalesinden toplam 32

100 Milyon TL Üzerindeki TOKİ İhaleleri(Milyon TL)

İstanbul-Bakırköy Ticaret Merkezi Metal Yapı/Aydınlı İnş./Vizyonlife İnş. 1.251İstanbul-Şişli Ayazağa Akdeniz İnş. A.Ş. (Ağaoğlu) 1.154İstanbul-Bahçeşehir Ispartakule Emlak Pazarlama İnş./Fideltusİnş./Öztaş İnş. 566

İstanbul-Ali Sami Yen Stadı Aşçıoğlu İnş. 475

İstanbul-Bakırköy - Gelir Paylaşımı Özyazıcı İnş./Karadeniz Örme 447

İstanbul Halkalı Atakent Eğlence Parkı Mesa Mesken/Kantur-Akdaş Gıda Paz. San.  405

İstanbul Ataşehir Meridian Projesi Varyap 338

İstanbul Ataşehir Myworld Akdeniz İnş. (Ağaoğlu) 312

Ankara TBMM Lojmanları Mesa Mesken/Aktürk Yapı/Emlak Pazarlama 305

İzmir Karşıyaka Mavişehir  Ilgın İnş. 260

İstanbul-Seyrantepe Ticaret Kompleksi Akdeniz İnş. A.Ş. (Ağaoğlu) 233İstanbul Başakşehir My World Europe Akdeniz İnş. A.Ş. (Ağaoğlu) 228

İstanbul Ataköy Konutları Mutlu İnş. 223

İstanbul Gaziosmanpaşa Artaş İnş./Öztaş İnş./Doğu İnş. 186

İstanbul Bahçeşehir  Gülkeleşoğlu İnş./İfaş/Ar-Ke İnş./2M İnş./Gül İnİnş. 180

İstanbul Arena Spor Kompleksi Varyap/Uzunlar İnş. 180

İstanbul-Tuzla (Hasılat Paylaşımı) Teknik Yapı 164

İstanbul-Tuzla 2 (Hasılat Paylaşımı) Teknik Yapı 154

İstanbul Bahçeşehir T1 Bölgesi Kontaş İnş./Canberk İnş. 144

İstanbul Üsküdar Burhaniye (EGYO) Gap İnş. 138

İstanbul Ataşehir UpHillCourt Varyap/Teknik Yapı 136

İstanbul Ataşehir KentPlus Emay İnş./İpek İnş. 131

Tekirdağ Çorlu Makro İnşaat/Yıltaş San. AŞ 124

İstanbul Bahçeşehir UpHillCourt Varyap/Teknik Yapı 119

İstanbul Esenler Missİstanbul Mehmet Çelik İnş./Tek Çelik İnşaat/HTM Mimarlık 112

İstanbul Ataşehir- My Towerland Akdeniz İnş. A.Ş. (Ağaoğlu) 107

Toplam 8.072

Page 16: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

8/3/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-124-kasim-aralik-2011 16/32

KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2011

1

milyar liralık ciro yapmışlardır. Bu 1.717 iha-leyle, müteahhitlere ve müteahhitlik şirket-lerine 486.000 konut yaptırılmıştır.

Bunlar arasında, “Avrupai” konutlar ola-

rak, My World Europe (Ağaoğlu), My World(Ağaoğlu), My Towerland (Ağaoğlu), Up HillCourt I-II (Varyap), Meridian (Varyap), Ispar-takule (Fideltus/Öztaş), Kent Plus (Emay-İpek İnş.), Miss İstanbul (Mehmet Çelik veOrt.) ayırcalıklı bir yere sahiptir. (Sadecebunların toplam ihale tutarı 2.310 milyonTL’dir.)

Burada en ilginç nokta, TOKİ’den 100milyon TL’nin üzerinde ihale alan inşaat şir-ketlerinin çoğunluğunun enerji alanında fa-aliyet gösteren yavru şirketlere de sahip ol-malarıdır. Bu yavru-enerji şirketlerinin enbelirgin özelliği ise, HES ihalelerini almala-rıdır. Bu da, Recep Tayyip Erdoğan’ın HESkarşıtı eylemlere, özellikle Hopa’daki eylem-lere neden “aşırı tepki” gösterdiğini açıkla-maktadır.

2008 “mortgage krizi”yle birlikte 2009 yı-lında inşaat sektöründe daralma meydanagelmişse de, kriz “teğet” geçmiş ve 2010 yı-lında %40 oranında büyüyerek, “tarihsel re-kor” kırmıştır.

Ekonominin “aşırı ısınması” ve cari açı-ğın sürdürülemez hale gelmeye başlamasıy-la birlikte Merkez Bankası tarafından alınan“tedbirler” (ki ağırlıklı olarak ticaret sektö-

rünü ilgilendirmektedir), 2011 yılının ilk altıayında inşaat sektöründe büyük bir daral-maya yol açmıştır. Özellikle Merkez Banka-sı’nın iç talebi daraltmak amacıyla banka

kredilerindeki artışı durdurmaya ve sınırlan-dırmaya çalışması inşaat sektörünü etkile-miştir. 2011 yılının ilk altı ayında belediyelertarafından “Yapı Ruhsatı” verilen yapıların yüzölçümünde %17,2, bina sayısında %18,1,değerinde %77,8, daire sayısında %15,7 ora-nında düşüş olmuştur.

İşte bu gelişme üzerine, Recep TayyipErdoğan sahneye çıkmış, “otomobil yerineev alın” diyerek, inşaat sektöründeki “kriz”inatlatılmasını sağlayacak önlemlerin “acilen”alınmasını sağlamıştır. Böylece AKP’nin eko-nomi yönetiminde “eksen kayması” belir-gin biçimde ortaya çıkmıştır. Bu zamana ka-dar belli denge içinde yürütülen tefeci-tüc-car sermayesi ile müteahhit sermayesi iliş-kisi, ikincinin lehine bozulmuştur.

Tefeci-tüccar sermayesinin “bölgesel si- yasal istikrar” temelinde yeni pazar istemi, yerini müteahhit sermayesinin “yıkım-ona-rım” istemine bırakmıştır. Bu da, dış politi-kada, “komşularla sıfır sorun”dan “emper- yal politika”ya sıçramayı getirmiştir. Böyle-

ce TOKİ üzerinden sağlanan “yap-işlet-sat”rantları, “vur-yık-yeniden kur” rantlarıyla“emperyal politika”nın ekonomik gerekçe-sini oluşturmuştur.

Page 17: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

8/3/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-124-kasim-aralik-2011 17/32

Kasım-Aralık 2011 KURTULUŞ CEPHESİ

1

“El hakk”!*

Başbakanın, danışmanların yazdığı yazı-ları “cam”dan ( promter/suflör ) okuyarak be-lagat sanatında ustalaşmış bir “hatip” oldu-ğu “mutlak çoğunluk” tarafından kabul edil-mektedir. Ardından yandaş ve sindirilmiş“medya” aracılığıyla, sürekli olarak cilalan-dığı, “sen neymişsin be abi!”leştirildiği de“mutlak çoğunluk” tarafından kabul edil-mektedir. Doğal olarak, bu durumdaki biri-nin başına gelecek şey, Recep Tayyip Erdo-ğan’ın da başına gelmiş ve sonuçta “benneymişim abi!” demeye başlamıştır.

Propaganda ve kamuoyunun manipülas-  yonu konusunda ustalaşıldığı ölçüde, “öz-güven” diye sunulan bir kendini beğenmiş-lik, bir “mağrurluk” görünümü gittikçe yo-ğunlaşmaya başlamıştır. Bunun son örneği, ABD’nin “popüler” dergilerinden olan Ti-

 me’a Recep Tayyip Erdoğan’ın “kapak” ol-ması olayında görülmüştür.

Time’da “kapak” olan “9. Türk” olarakRecep Tayyip Erdoğan’ın, sadece Avrupa ve Asya baskılarında kullanılan “kapak fotoğ-rafı” karşısında gösterdiği tepki, “şakayla ka-rışık” bir “mağrurluğun” dışa yansımasına

“Özgürlüklerin de bir sınırı var…25 kuruşa simit yok artık”!

“Kusura bakmayın beyler. İstediğinizkadar düşünce adamı olun. İstediğiniz ka-

dar medyanın mensubu olun. Özgürlük-lerin de bir sınırı vardır. Siz siyasetçiyieleştirme hakkına sahip olacaksınız. Si-yasetçinin sizi eleştirme hakkı olmayacak.25 kuruşa simit yok artık.” (Recep TayyipErdoğan, Başbakan, 16 Kasım 2011.)

“vesile” olmuştur.

“Bu resmi bulmakta çok zorlanmış ol-malılar” diyerek Time “kapak”ındaki fotoğ-rafı “beğenmediğini” dile getiren Recep Tay- yip Erdoğan’ın, “ünlü gazeteci” Hasan Ce-mal’in KCK operasyonlarına dönük “eleşti-rileri” karşısında söylediği sözler “demokra-si”, “özgürlük”, “insan hakları” vb. “teferru-at”a ilişkin “inancını” bir kez daha gözlerönüne sermiştir: “Özgürlüklerin de bir sını-rı var… 25 kuruşa simit yok artık”!

Evet, “özgürlükler”in de bir “sınırı” var-dır! “Özgürlüğün sınırı” için, ilköğretimin

“Yurttaşlık ve Demokrasi Eğitimi” adlı yep- yeni ders programına bakıldığında da birşeyler öğrenilebilir. “Bir kişinin özgürlüğü,bir başka kişinin özgürlüğünün başladığı yerde biter” türünden klasik, beylik, alışıla-gelen tanımlamalar da “özgürlüğün sınırla-rı”nı çizme çabasının ifadeleridir. Ancak hiç-birisinde, “25 kuruşluk simit”le belirlenmişbir “özgürlük sınırının” mevcut olmadığı da“aşikardır”.

Şüphesiz aklı başında insanlar, hala ül-kede demokrasi olduğuna inanan insanlar,hala Cuma hutbelerini “din özgürlüğü” ola-rak gören insanlar elbette şu soruyu sora-caktır: Nasıl oluyor da, bir ülkenin “baş”baka-* Apaçık ortada olan, Mutlak Gerçek.

Page 18: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

8/3/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-124-kasim-aralik-2011 18/32

KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2011

1

nı olan ve “müstakbel cumhurbaşkanı” (kimevcut anayasada, “cumhurbaşkanı” ol-mak için “yüksek okul mezunu olmak” ko-şulu vardır), “yok öyle yağma, ne kadar ek-

mek o kadar köfte” türünden bir “argo” söy-lemle “özgürlük”ten ve “özgürlüğün sınırla-rı”ndan söz edebiliyor?

Bu soruyu soran insanlar, çokluk kendi-lerini “aydın” olarak tanımlarlar. “Aydın” ol-dukları için de, “aydınlanmak” adına soru-larına yanıt beklerler. Hasan Cemal gibi“medya aydını” ise, “aydın” olduğu için, ya-ni “aydınlanmış insan” olduğu için, böyle birsoru sormak yerine, sorunun yanıtını ver-meye çabalar. “Medya mensubu” olarak,“iktidarı eleştirme hakkı” kapsamında, ikti-darın “olumsuz icraatlarını” eleştirmeye ko- yulur. Ama “25 kuruşa simit yok artık” söz-leriyle ifade edilen bir “özgürlük” sınırlama-sını da pek anlayabilir durumda değildir.

Evet, “25 kuruşa simit yok artık”! Dahaönceleri 5 kuruşa alınan simit, zaman için-de 10 kuruş, 20 kuruş derken 25 bin lira ol-muş ve AKP’nin “üstün ekonomi yönetimi”sayesinde 25 kuruşa “in”miştir! Böylecekendisini “aydın” zanneden, ülkede “de-mokrasi” olduğunu sanan insanlar, simit fi-

  yatlarındaki her artışla birlikte özgürlüğünsınırlandırıldığını bir türlü görememişlerdir.İster AKP “yandaşı” olsunlar, ister AKP “hay-ranı” olsunlar, hepsinin ortak özelliği, olma- yan şeyleri “var” kabul etmek ve olmayanşeylerin karşısında “varmış” gibi davran-maktır.

Bu insanlar, yıllarca söylenilmiş, yazıl-mış-çizilmiş ve tarihin her evresinde defa-larca kanıtlanmış gerçeklere dönüp de bak-

mamışlardır.Tarihin gösterdiği en temel gerçeklerden

birisi,  demokratik devrimin tamamlanma - dığı ülkelerde, burjuva anlamda da olsa, ya-

ni “klasik” tanımıyla bir demokrasiden sözetmenin olanaksız olduğudur. Böylesi ülke-lerde “temel insan hak ve özgürlükleri”, ya-ni “hak”, efendinin, ağanın, paşanın, kralın ya da padişahın “inayetiyle” vardır. Daha öz-deyişsel olanı ise, “hak”kın sadece “değir-mende olduğu” şeklindedir.

Evet, “hak değirmende olur”! Değirmen-de, buğday un olur; ekmekçide, un hamurolur; fırında, hamur simit olur! Simitçide, si-mit 25 kuruş olur! Artık “hak”kınız da, para-nız kadar yiyebileceğiniz 25 kuruşluk simitkadardır. Ama Recep Tayyip Erdoğan, yani“baş”bakan, artık 25 kuruşa simidin olma-dığını söylemektedir. Simit de, hak da, öz-gürlük de pahalanmıştır. Öyle 25 kuruşluksimit karşılığı bol keseden “hak”tan, “hu-kuk”tan, “özgürlük”ten söz etmenin zama-nı geçmiştir. Şimdi, başta Hasan Cemal ol-mak üzere, herkes daha çok çaba göster-mek, daha çok yaranmak zorundadır. “Hak” ve “özgürlükler”, öyle “yağma Hasan’ın bö-reği” değildir! Eski alışkanlıklarıyla, “med-

 ya”nın eski gücüyle hareket edenlerin ku-lakları çekilmektedir. AKP iktidarı, kendile-rine göre, artık yerleşmiş ve hatta kalıcılaş-mıştır. Bu yerleşik ve kalıcı iktidar koşulla-rında, özgürlük de, simit fiyatlarına eşdeğerbiçimde pahalanmıştır. Recep Tayyip Erdo-ğan’ın söylediği sadece budur.

Bunun bir adım ötesi, “neka ekmek, okaköfte”dir.

 

Page 19: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

8/3/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-124-kasim-aralik-2011 19/32

Kasım-Aralık 2011 KURTULUŞ CEPHESİ

1

CHP Tunceli milletvekili Hüseyin Aygün’-ün, “Dersim Katliamı’nın sorumlusu devlet ve CHP’dir. Atatürk de bu olaylardan haber-dardır” sözlerinin yer aldığı röportajın Fetul-lahçıların yayın organı  Zaman gazetesinde10 Kasım günü yayınlanmasıyla birlikte “kı- yamet koptu”.

Önce CHP’den bir “grup” milletvekili, Aygün’ün Zaman gazetesine yaptığı açıkla-maları kınadı. Ardından “medya”daki tüm

neo-liberaller, şeriatçılar vs. hep bir ağızdan“Dersim Katliamı”ndan, vahşetten, bu katli-amda CHP’nin, İsmet İnönü’nün, Celal Ba-  yar’ın ve Atatürk’ün rolünden söz etmeyebaşladılar. Her zaman olduğu gibi, sol (le-galistinden legalist olamayanlara kadar tümsol) da, yıllardır dile getirdiği Dersim Katlia-mı’nı bir kez daha ve daha yüksek sesle di-le getirmeye koyuldu.

  Ve nihayetinde Recep Tayyip Erdoğansahneye çıktı. Dersim “belgeleri”yle, NecipFazıl Kısakürek’in “ Son Devrin Din Mazlum -

 ları” kitabıyla CHP’yi yerden yere vurdu.“Eğer devlet adına özür dilemek gerekiyor-sa ve böyle bir literatür varsa ben özür dile-rim ve diliyorum.” diyerek yeni bir çıkışa im-za attı.

Böylece, kiminin Kürt-Alevi, kiminin Za-za-Alevi olarak tanımladığı ve kiminin “pro-to-Ermeni” olabileceklerini söylediği (Taraf 

 yazarı Ayşe Hür*) Dersim, Ermeni “soykırı-

mı”ndan sonra ikinci kez, “Türkiye’nin tari-hiyle yüzleşmesi” ve “özür dilemesi” tartış-malarının odak noktası oldu.

Bu noktaya gelinmesiyle birlikte eski tar-tışmalar yeniden başlatıldı: Recep TayyipErdoğan’ın “belge”sine göre, 1936-1939 ara-sında 13.806 kişinin katledildiği “Dersimolayları”, bir “ isyanın bastırılması harekatı”mıydı? Yoksa Dersim Kürtlerini sindirmek, yıldırmak ve teslim almak amacıyla, önce-

den planlanmış bir “  tenkil politikasının”*ürünü müydü?Her ikisini de belli ölçüde kabul eden,

ama belli ölçüde “itirazı” olanlara göre ise,“Dersim olayları” ya da Dersim Katliamı,“yeni ve genç Cumhuriyet’in merkezi otori-tesini güçlendirmek” ve “feodal-aşiret ilişki-sini tasfiye etmek” amacıyla yürütülen birharekatın sonucuydu. Bu “tarih yorumu”nagöre, Dersim bölgesi Cumhuriyet’in merke-zi otoritesine boyun eğmemiş, Osmanlıdankalan feodal ayrıcalıklarını korumaya çalış-

mış ve bu amaçlarla da isyan etmiştir. Bu“yorum” açısından, “yeni ve genç Cumhu-riyet”in Dersim harekatı, bir devletin kendi

Dersim

* Ayşe Hür, 16 Kasım 2008 tarihli Taraf gazetesin-de yayınlanan uzun makalesinde şöyle yazar: “Ken-

dilerini Şafi Kürtlerden ayırmaya özen gösteren Kızıl-baş (Alevi) Dersimlilerin etnik kimliği tartışılan bir ko-nudur. ‘Erken Dersimliler’ denilen Kırmanclar birçokkaynakta ‘proto-Ermeni’ olarak tanımlanmaktadır. İd-

dialara göre, Ermeniler tarih içinde büyük ölçüde Ale- viliğe geçmiş, ama Surp Sarkis, Gağant, Zadik, Varta- var gibi eski inanç ve geleneklerini kendi içlerinde ya-şatmaya devam etmişlerdir. ‘Geç Dersimliler’ ise Za-zaca (Dımıli) konuşan Şeyh Hasananlılar (Abbasan,Ferhadan, Karabalan, Kureyşan) ve Seydanlılar (Ka-lan, Kevan, Koçan) aşiretleridir. Ancak Zazacayı Kürt-çenin bir lehçesi sayanlar hepsinin kimliğini Kürt ola-rak tanımlarken, Zazacayı Kürtçeden ayrı bir dil ola-

rak değerlendirenler Zaza ve Kürt şeklinde iki farklıetnik kimlikten söz edilmesi gerektiğini savunurlar.”* Tenkil:Düşman veya zararlı kimseleri topluca or-

tadan kaldırma.

Page 20: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

8/3/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-124-kasim-aralik-2011 20/32

KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2011

20

otoritesine başkaldıranlara, isyan edenlerekarşı zor kullanması, “kendini savunma hak-kı” bağlamında “meşru” olarak kabul edil-mektedir.

Bir devletin kendi otoritesine başkaldı-ranlara, isyan edenlere karşı zor, şiddet vetenkil uygulaması bir kez “ devletlerin meş - ru hakkı” olarak kabul edilince de, kaçınıl-maz olarak 1937-1938 yıllarında Dersim böl-gesinde bir “ devlete karşı isyan” olup olma-dığı tartışması ortaya çıkmaktadır.

Hüseyin Aygün, Zaman gazetesinde ya- yınlanan röportajında şöyle söylemektedir:

“Dersim’de var olan şey daha çokdireniştir. Osmanlı ordusunun, dahasonra Cumhuriyet ordusunun yaptığıacımasız hareketlere karşı mevzi di-renişler oluyor. Yani eline silah alma,bir hedef bir program eksenindeplanlı şekilde bir ayaklanma ve plan-lara uygun hedeflere ulaşma pers-pektifi yok. Dersim’de Hoygun gibi,  Azadi gibi herhangi bir örgütlenmede yok. Dolayısıyla, Dersim’de siyasaltalepleri olan programa bağlanmışbir yasal hareket olmadığından örgütolmadığından hiçbir zaman bir isyan

iddiası ileri sürülemez.”Hüseyin Aygün, her devletin kendisine“isyan” edenlere karşı şiddet ve tenkil poli-tikası uygulama “hakkı” olduğunu kabul et-tiği için (en azından buna doğrudan karşıçıkamadığı için), Dersim olaylarının “örgüt-lü bir isyan” olmadığını, Osmanlının veCumhuriyet’in yaptığı “acımasız hareketle - re karşı mevzi direniş” olarak tanımlamak-tadır. Bu yönüyle Hüseyin Aygün’ün Dersimolaylarına yaklaşımı bir “ilk” oluşturmakta-dır.

Bugüne kadarki tüm Dersim tartışmala-rında tartışmasız kabul edilen gerçek, 1937-1938’de Dersim’de bir “Kürt isyanı”nın oldu-ğudur. Gerek Kürt ulusal hareketinin, gereksol-devrimci hareketin kabul ettiği bu ger-çek, 1971 yılında İbrahim Kaypakkaya tara-fından şu şekilde dile getirilmiştir:

“Türkiye’nın Lozan Antlaşmasıylatespit edilen sınırları içinde de Kürtmilli hareketi devam etmiştir. Zamanzaman ayaklanmalar olmuştur. Bun-ların en önemlileri, 1925 Şeyh Sait İs-

  yanı, 1928 Ağrı İsyanı, 1930 Zilan İs- yanı ve 1938 Dersim İsyanıdır. Bu ha-reketlerin ‘milli’ karakterlerinin yanın-

da, bir de feodal karakterleri vardır:O zamana kadar kendi başlarına hü-kümran olan feodal beyler, merkeziotoritenin bu hükümranlığı tehdit et-

meye başlaması üzerine, bu otoritey-le çatışmışlardır. Feodal beyleri mer-kezi otoriteye başkaldırmaya itenesaslı etken budur. Kürt burjuvazisi-nin ‘kendi’ iç pazarına hakim olmaarzusu ile feodal beylerin kendi baş-larına hükümranlık arzusu, Türk ha-kim sınıflarının elinde tuttuğu merke-zi otoriteye karşı birleşmiştir. Köylükitlelerinin geniş ölçüde bu hareket-lere katılmalarının sebebi ise, aman-sız milli baskılardır…”*

Kaypakkaya, bu belirlemesinin devamın-da şöyle yazar:

“Kürt isyanlarının yeni Türk dev-leti tarafından vahşice bastırılmasını ve peşinden yapılan kitle katliamları-nı feodalizme karşı yönelmiş ‘ilerici’,‘devrimci’ bir hareket diye alkışlayan-lar, sadece ve sadece iflah olmaz ha-kim ulus milliyetçileridir…”**

Görüldüğü gibi, Kaypakkaya, Kürt feodalbeyleri ile Kürt burjuvazisinin “isyan”ının ge-

rici özelliklerini belirtirken, Kürt köylüsününbu isyanlara katılma nedenini “amansız mil-li baskılar” olarak belirler. Bu nedenle de,bu isyanları bastırmak amacıyla yürütülenşiddet ve tenkil politikalarının doğrudanKürt köylü kitlesini hedef aldığı için, hiçbirbiçimde “devletin kendini savunma hakkı” vb. olarak görmez.

 Ancak Kaypakkaya Kürt isyanlarını “ye-ni Türk devleti”nin vahşice bastırmasına ve yaptığı katliamlara “hümanist” açıdan yak-laşmaz. Kaypakkaya’ya göre, ortada “aman-

sız bir milli baskı” vardır ve bu “milli baskı”- ya karşı direnmek, isyan etmek  tüm ezilen

ulusların hakkıdır .Evet, ulusal baskının olduğu her yerde,

ulusal (silahlı) direniş, ulusal (silahlı) ayak-lanmalar kaçınılmazdır ve ezilen ulusların hakkıdır . Bu hakkın karşısına, “devletlerinkendisine isyan edenleri bastırma hakkı”nıçıkarmak, ulusal baskıları ve ulusal sorun-ları görmezlikten gelmekten başka bir şey değildir. Tıpkı devrimci bir hareketi yok et-mek amacıyla bir devletin (ya da egemen

* İ. Kaypakkaya, Türkiye’de Milli Mesele, 1971.** İ. Kaypakkaya, agy.

Page 21: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

8/3/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-124-kasim-aralik-2011 21/32

Kasım-Aralık 2011 KURTULUŞ CEPHESİ

21

sınıfın) karşı-devrimci zorunu “haklı” gör-mek gibi.

Bugün Türkiye’de egemen olan “neo-li-beral” zihniyet, 12 Eylül askeri darbesinden

günümüze kadar depolitizasyon ve pasifi-kasyon politikalarıyla birlikte yürütülen “ta-rih bilinci”nin yok edilmesi, kavramların iç-lerinin boşaltılması koşullarında, her şeyinkarmakarışık hale gelmesine yol açmıştır.İşte bu “neo-liberal” zihniyet ortamında vebu kavram karmaşası içinde, devrimlerin ta-rihsel meşruiyeti, ulusların tarihsel hakları,baskıya ve sömürüye karşı silahlı direniş,devrimci şiddet vb. kavramlar ve olgular bir  yana itilmiştir.

Bu ortamda, devletlerin (“neo-liberal”zihniyet açısından “ulusal” olmayan devlet-lerin) bakiliği, kalıcılığı, sürekliliği esastır. Buda,  kapitalizmin evrenselliğiyledesteklenir.Dolayısıyla baki olan, sürekli olan, evrenselolan bir “gerçeklik” karşısında, bu gerçekli-ğe karşı çıkmak, ya çılgınlıktır ya da (elbet-te “hukuk devleti” kapsamında!) devletinzorunu peşinen kabul etmektir. Tıpkı, hak-lı-haksız savaş ayrımı yapmaksızın herkesin“barışçıl” kesilmesi gibi.

 Ancak “neo-liberaller” için, söz konusu

olan devlet, “liberal” devlet (ki buna “de-mokratik devlet” derler) değil de, ulus-dev-let olduğunda, tüm bu ölçütler geçerli de-ğildir. Onlara göre, her türden ulus-devlet“kötü”dür. Bu nedenle de, Kürt ulusal hare-ketinin “Kürt devleti”, yani Kürtlerin kendiulusal devletlerine sahip olma istemi kabuledilemez bir şeydir. Çünkü ulus-devlet tümkötülüklerin anasıdır!

Ulusal baskıya karşı silahlı direniş ile busilahlı direnişe karşı ezen ulusun devletininsilahlı karşı koyuşu yalın bir “her türlü şid-

dete karşı olma” teranesi içinde bir ve aynıkefeye konmaktadır. Böylece “nereden vekimden gelirse gelsin, her türlü şiddete kar  - şı olmak” egemen bir anlayış haline getiril-miştir. Doğal olarak, böyle bir anlayış orta-mında, Dersim’deki “Kürt isyanı” bir şiddethareketi olarak görüldüğü gibi, bunun kar-şısında T.C.’nin şiddetle bastırma harekâtıda, aynı oranda, şiddet hareketidir ve herikisine de “karşı çıkmak” kabul edilmekte-dir. Tek farkla ki, devlet, bu bastırma hare-katlarında “orantısız güç” kullanmamalıdır.

Böylece, 1937-1938 Dersim harekâtında,“devlet”in, bir isyanı bastırmaktan çok, is- yan edenleri ve isyan edebileceğini düşün-

düklerini (“orantısız güç” kullanarak) imhaettiği genel olarak kabul edilebilmektedir.Bu da, Atatürk’ün, Dersim isyanına karşı“daha yumuşak” tutum alınmasından yana

olan İsmet İnönü’nün yerine, “sertlik yanlı-sı” Celal Bayar’ı başbakan yapmasıyla des-teklenmektedir.*

Kapitalizm ne denli evrensel ilan edilir-se edilsin, ne denli “ideolojiler öldü” denir-se densin, Fransız Devrimi’nden Sovyet, Çin, Vietnam ve Küba Devrimi’ne kadar tümdevrimler ne kadar kötülenirse kötülensin,ulusal baskıya karşı başkaldırılar ne kadarlanetlenirse lanetlensin, tarihsel gerçekler yerli yerinde durmaya devam eder.

Dersim’de bir “isyan” olmadığını söyle-mek, hatta ordunun asker kayıplarının “çokaz” (100 civarında), ama halktan katledilen-lerin “çok fazla” (20 ile 50 bin arasında) ol-masından   yola çıkarak, Dersim’de “soykı-rım” yapılmıştır sonucuna ulaşmak, olayla-rın tarihsel gerçeklerini saptırmaktan başkabir şey değildir.

Elbette bizler, “tarihçi”, “arşiv araştırma-cısı” vb. değiliz. “İlk ateş”in kimin tarafın-dan, nerede ve neden atıldığını da sapta-mak durumunda değiliz. Biz, tarihsel olay-

ların, diyalektik yöntemle tahlil edilmesini ve tarihsel materyalizm temelinde yorum-lanması gerektiğini söylüyoruz. Tarihsel ma-teryalizmin en bilinen temel ölçütlerindenbirisi de, tarihin, sınıf mücadelelerinin tari-hi olduğudur. Ve yine tarihsel materyalizm,kapitalizmin gelişmesine paralel olarak

* Bu tür “destekler” sadece bu konularla sınırlıdeğildir. Örneğin, Ayşe Hür, yazısında General Abdul-lah Alpdoğan’ı şöyle tanımlar: “Alpdoğan Paşa, 1921’-deki Koçgiri ayaklanmasını gaddarca bastıran Sakal-

lı Nurettin Paşa’nın damadıydı ve aynen kayınpederigibi çok sert bir askerdi.”

Recep Tayyip Erdoğan’da benzer bir yol izler:“1936-37-38-39’da toplam 13 bin 806 kişinin öldürül-düğü bu resmi belgede ifade ediliyor. Bakın depremfelaketinden bahsetmiyorum. Öldürülenlerden bah-sediyorum. Belgenin altındaki imza çok ilginç FaikÖztrak dahiliye vekili, yani İçişleri Bakanı.” (CHP Te-kirdağ milletvekili Faik Öztrak’a gönderme yapmak-tadır.)

Bir başka örnek olarak, İçişleri Bakanı İdris NaimŞahin’in KCK operasyonlarında tutuklanan Prof. Dr.Büşra Ersanlı’ya ilişkin “profesör hanımefendinin 80öncesi gençlik yıllarına bakın. Akrabalarının kim ol-

duğunu, eniştesinin tutuklu olduğunu göreceksiniz”sözleri verilebilir.Böylece tarihsel olaylar çok yalın biçimde “gene-

tik” konusu haline getirilmektedir.

Page 22: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

8/3/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-124-kasim-aralik-2011 22/32

KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2011

22

ulusların ortaya çıktığını ve ulusal devletle-rin kurulduğunu; uluslara yapılan baskılarıner ya da geç bir ulusal direnişe yol açtığınıaçık-seçik biçimde ortaya koyar. Tarihsel

materyalizm, devrimci terör ile karşı-dev-rimci terörün, ulusal baskı ile ulusal ayak-lanmaların, haklı savaşlar ile haksız savaş-ların bir ve aynı kefeye konulamayacağınıöğretir. Tarihe tek doğru yaklaşım da bu-dur.

 Yazıyı bitirmeden önce son olarak, AKP’-nin Dersim olaylarına ve Dersim katliamınaböylesine “büyük ilgi” göstermesinin hiç deşaşırtıcı olmadığını söylemek istiyoruz. Re-

cep Tayyip Erdoğan’ın Necip Fazıl Kısakü-rek’in “  Son Devrin Din Mazlumları” kitabı-na yaptığı gönderme, çok açık biçimde la-ik Cumhuriyet Türkiyesi ile kesin ve nihai

bir hesaplaşmanın ileri bir hamlesidir. Cum-huriyet’in yaptığı Dersim katliamıyla bu ger-çeğin gözden kaçırılması da, şeriatçıların,laik-cumhuriyetle kesin ve nihai hesaplaş-ma hesaplarını ön plana çıkararak Cumhu-riyet Türkiyesi devletinin sınıflı bir toplumunüstyapısını oluşturduğunu ve milliyetçilik te-melinde inşa edildiğini gözden kaçırmak da yapılabilecek en büyük yanlışlardan birisi-dir.

Page 23: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

8/3/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-124-kasim-aralik-2011 23/32

Kasım-Aralık 2011 KURTULUŞ CEPHESİ

2

Ekonomistlerin, 2008 “mortgage krizi”yle(ipotekli konut krizi) birlikte İzlanda’danbaşlayan, İrlanda ve Yunanistan üzerindenİtalya’ya sıçrayan borç krizinin, sonunda adıkonulmamış da olsa, bir “Avrupa borç krizi”halini aldığından hiç şüphesi kalmadı. Bu-gün tartışılan sorun, tekil ülkelerdeki krizin“Avrupa borç krizi” halini alıp almayacağıdeğil, “Avrupa borç krizi”nin yayılarak birdünya borç krizine yol açıp açmayacağıdır.

“Global piyasa aktörleri”nden tekil ülkelerin“ekonomi yönetimleri”ne kadar herkes te-dirginlik içindedir. Kısa vadeli, günlük spe-külatif kazançlar peşinde koşan “mikrocu-lar”, bu tedirginliği fırsata dönüştürmeye ça-lışırken, bazı “uyanık siyasetçiler”, “krizin ol-duğu yerde fırsat vardır” diyerek, bu süreç-ten nasıl nemalanacaklarının peşindedir.

Her ne kadar Recep Tayyip Erdoğan, bukrizin, 2008 “mortgage krizi” gibi “teğet bi-le” geçmeyeceğini ilan ettiyse de, Türkiye’ninde içinde bulunduğu “gelişen ülke piyasa-

ları”ndaki gelişmeler hiç de parlak görün-memektedir.

Bugünkü “borç krizi”ne kadar, “türevaraçlar”la süreklilik sağlayan “parasal geniş-leme” döneminde yüksek cari açıkla sürdü-rülen ekonomik büyüme döneminin sonu-na gelinmiştir. 2008 “mortgage krizi”yle bir-likte, “toksit kağıtlar” adı verilen bu parasalgenişleme araçlarının değersizleşmesiyle,“çöp” haline gelmesiyle birlikte, dünya pi- yasalarında ciddi bir nakit para (likitide) so-runu ortaya çıkmıştır. Artık hiç kimse, “de-ğerli kağıtlar” üzerinden borçlanmak ya daborç vermek durumunda değildir. Herkesnakite geçmiştir. ABD’nin “mortgage krizi”ni

ötelemek için yaptığı “I. ve II. parasal geniş-leme” (“medya ekonomistleri”nin çok sev-diği sözle QE1 ve QE2, yani “nicel gevşe-me”) sonucunda 7-8 trilyon dolar değer bi-çilen “toksit kağıtlar” piyasalardan çekilmiş-tir. Böylece borçlanmak için nakit para bul-mak başlı başına sorun haline gelmiştir. Buda gayri resmi “rezerv para” olan doların“gelişen ülke” paraları karşısında değer ka-zanması sonucunu yaratmıştır.

Bu zamana kadar ithalat ve ihracatın,dolayısıyla da cari açığın borçlanma yoluy-la finanse edildiği ve sürdürüldüğü ilişkilerkopma noktasına gelmiştir. Bunun sonucun-da, ticaret durur, pazarlar tıkanır, ürünler sa-tılamadığından depolara yığılır, nakit paragörünmez olur. Bir başka tanımla, ekono-mik kriz patlak verir. Engels’in deyişiyle,ekonomi “şirazesinden çıkmıştır”.*

EkonomideManzara-i Umumiye

* “... ilk genel bunalımın patlak verdiği tarih olan1825 yılından bu yana, sanayi ve ticaret dünyasının tü-mü, uygar halklar ve onların az ya da çok barbar uy-

duları topluluğunun üretim ve değişimi, her on yıl do-laylarında bir kez şirazesinden çıkar. Ticaret durur, pa-zarlar tıkanmıştır, ürünler sürümsüz oldukları ölçüde yığılıp kalır, peşin para görünmez olur, kredi ortadançekilir, fabrikalar kapanır, emekçi yığınlar fazla geçimgereci üretmiş olmaktan ötürü geçim gereçlerinden yoksun kalırlar, batkılar batkıları, zoraki satışlar zora-ki satışları kovalar. Tıkanıklık yıllarca sürer; üreticigüçler ve ürünler, birikmiş meta yığınları, sonunda de-ğerlerinin az ya da çok altında bir fiyat üzerinden sü-rülene, üretim ve değişim yavaş yavaş canlanana de-ğin, yığın halinde israf ve imha edilirler. Yavaş yavaşgidiş hızlanır, tırısa döner, sınai tırıs dörtnal olur ve budörtnal da sonunda, en tehlikeli atlamalardan sonra

kendini yeni baştan... çöküntü (crash) çukurunda bul-mak üzere, bir sanayi, ticaret, kredi ve spekülasyon steeple chase’inde [engelli yarış] doludizgine değin yükselir. Ve hep aynı yineleme. İşte, 1825’ten bu ya-

Page 24: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

8/3/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-124-kasim-aralik-2011 24/32

KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2011

2

1980-1984 arasında* “dünya borç krizi”olarak ifade edilen, 1997’de “Asya krizi” de-nilen, 2000 yılında “finansal kriz” adı veri-len, 2008 yılında “mortgage krizi” olarak ad-landırılan ve bugün “Avrupa borç krizi” ola-rak tanımlanan krizlerin, kapitalist ekono-minin “klasik” ekonomik krizlerinden baş-

ka bir şey olmadığı da açıktır. Bu da kıyası- ya bir rekabet ortamı yaratmaktadır.Bu rekabet ortamı, Marks’ın ifade ettiği

gibi, zararın paylaşılması halini alır almaz,kendi payına düşen zararı en aza indirme ve bunu bir başkasının sırtına yükleme ça-basına yol açar.** Böylesi bir durumda, “AB

ülkeleri kendi aralarında anlaşarak borç kri-zine karşı kararlı bir tutum almalıdır” de-mek, olmayacak duaya amin demekle eş-değerdir.

Bu gelişmeler içinde Türkiye ekonomi-si, giderek “ısınan”, yüksek dış ticaret açığı,dolayısıyla cari açık veren bir ekonomi ola-

rak, cari açığı finanse etmek amacıyla da-ha fazla borçlanmaya gitmek durumunda-dır. Öyle ki, 2010 yılında 47,7 milyar dolarolan cari açık, 2011 yılının ilk dokuz ayında%63,5 artarak 77,5 milyar dolara yükselmiş-tir. Bu durumda cari açığı finanse etmekiçin daha fazla borçlanmak durumundadır. Ama Avrupa zaten borç kriziyle boğuşmak-tadır. Diğer ifadeyle, Avrupa bankaları dahaönce verdikleri borçları tahsil etmekte zor-lanmaktadırlar. Avrupa bankalarının Türki- ye’den alacakları 162 milyar dolardır. Bu du-

rumda, Türkiye’nin daha fazla borçlanmaolanağı azalırken, diğer yandan Avrupa ban-kalarının borç krizi nedeniyle içine düştük-leri zor durumdan kurtulmak için “Türkiyeriskini azaltma seçeneği”ni gündeme getir-meleri, yani kısa vadeli borçları tahsil etme-

na beş kezden az yaşamadığımız ve şu anda (1877)altıncı kez olarak yaşadığımız durum. Ve bu bunalım-ların niteliği öylesine belirgindir ki Fourier, bunlardanbirincisini aşırı bolluk bunalımı olarak nitelendirerek,hepsinin üzerine parmak basmıştır.” (Engels,  Anti-

 Dühring, s: 394-395)* Genel olarak, 1980 dünya borç krizi, emperya-

list ülkeler açısından 1984 yılında sona erdiği kabuledilse de, geri-bıraktırılmış ülkeler açısından 1994 yı-lına kadar sürmüştür.

** “Eski sermayenin bir kısmı, her türlü koşul al-tında kullanılmadan kalmak zorundadır; sermaye ola-rak faaliyet gösterdiği ve bu yönüyle değer ürettiği sü-rece, kendine özgü sermaye niteliğine son verir. Ser-mayenin hangi kısmının özellikle etkileneceğini reka-bet savaşımı belirleyecektir. İşler yolunda gittiği süre-ce, rekabet, genel kâr oranının eşitlenmesi halindegördüğümüz gibi, kapitalist sınıf arasında bir kardeş-lik havası estirir ve böylece her biri, ortak yağmadan

kendi yatırımı oranında pay alır. Ama sorun, kârın de-ğil de zararın paylaşılması halini alır almaz, herkeskendi payına düşen zararı en aza indirme ve bunu birbaşkasının sırtına yükleme çabasına düşer. Kapitalist

(Milyon $) İhracat İthalatDış Ticaret

Açığı

İhracatınİthalatı Karş.

Oranı

CariAçık

2006 85.535 139.576 -54.041 61,3 -32.249

2007 107.272 170.063 -62.791 63,1 -38.434

2008 132.028 201.964 -69.936 65,4 -41.959

2009 102.143 140.929 -38.786 72,5 -13.991

2010 113.883 185.544 -71.661 61,4 -47.693

Ocak-Ekim 2011 111.398 201.581 -90.183 55,3 -77.545

2011 (Tahmini) 131.000 241.000 -110.000 54,3 -85.500

(Milyon $)Dış Borç

StokuÖzel Sektör 

Toplam Kısa Vade Uzun Vade

2006 207.736 120.471 38.310 82.161

2007 249.478 160.152 38.690 121.462

2008 280.367 188.013 47.982 140.031

2009 268.374 171.605 44.337 127.268

2010 289.387 188.597 72.351 116.246

2011 1. çeyrek 298.728 192.952 70.671 122.281

2011 2. çeyrek 309.636 202.209 77.543 124.666

sınıf için, kayba uğramak kaçınılmazdır. Her kapita-list, bu zararın ne kadarını yüklenmek zorunda kala-cağı, yani bunu ne ölçüde paylaşmak durumunda ka-lacağı, göstereceği güce ve kurnazlığa bağlıdır ve ozaman rekabet, düşman kardeşler arasında bir sava-şa dönüşür. Her bireysel kapitalistin çıkarları ile bütü-

nüyle kapitalist sınıfın çıkarları arasındaki uzlaşmaz-lık, tıpkı daha önce, aralarındaki çıkar özdeşliğininpratik rekabet yoluyla ortaya çıkması gibi, su yüzüneçıkar.” (Marks, Kapital, Cilt: III, s: 266.)

Page 25: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

8/3/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-124-kasim-aralik-2011 25/32

Kasım-Aralık 2011 KURTULUŞ CEPHESİ

2

 ye başlamaları, Merkez Bankası rezervleri-nin azalmasına ve giderek “Avrupa borç kri-zi” girdabına sürüklenmesine yol açacak-tır.

 Ama bundan daha da önemlisi, iç paza-rın tümüyle ithalata bağımlı olması nedeniy-le, dolar kurundaki artışla birlikte enflasyon-da meydana gelecek olan yükseliştir. Herne kadar son dönemde dolar kurundaki yükseliş fiyatlara tam olarak yansımamışsada, Ekim ayı itibariyle ÜFE %12,58’e ve TÜ-FE %7,6’ya yükselmiştir. Merkez Bankası’nın“beklenti anketi”nde, yıl sonu enflasyonbeklentisi (TÜFE) %9,22 olmuştur.

Bugün İMKB’deki günlük iniş-çıkışlarla,spekülatif haberlerle bütün bu gelişmeler veolası sonuçlar gizlenmeye çalışılmaktadır.“Ekonomi kurmayları”nın bir “paniğe” yolaçmamak için gösterdikleri tüm “üstün hiz-metlere” rağmen, Türkiye’nin cari açığı fi-nanse etmek amacıyla yeniden borçlanma-sı gittikçe zorlaşmakta ve çıkmaza gitmek-tedir. Öte yandan dolardaki “dalgalı” yükse-liş, tüm ithal malların (özellikle ara mallar

Üretici FiyatlarıEndeksi (ÜFE)

Tüketici FiyatlarıEndeksi (TÜFE)

Aylık %Değişim

Yıllık %Değişim

Aylık %Değişim

Yıllık %Değişim

Ocak 11 2,36 10,80 0,41 4,90

Şubat 11 1,72 10,87 0,73 4,16

Mart 11 1,22 10,08 0,42 3,99

Nisan 11 0,61 8,21 0,87 4,26

Mayıs 11 0,15 9,63 2,42 7,17

Haziran 11 0,01 10,19 -1,43 6,24

Temmuz 11 - 0,03 10,34 - 0,41 6,31

Ağustos 11 1,76 11,00 0,73 6,65

Eylül 11 1,55 12,15 0,75 6,15

Ekim 11 1,60 12,58 3,27 7,66

 ve tüketim malları) maliyetini artırarak fiyat-ların yükselmesi yönünde baskı oluşturmak-tadır. Ne denli geciktirilirse geciktirilsin, do-lardaki artışın iç pazardaki tüm mal ve hiz-metlerin fiyatlarında artışa yol açacağı ke-sindir. Bu da, herkesin yaşayarak öğrendiğigibi, insanların yaşam ve geçim koşullarınıngiderek ağırlaşması sonucunu getirecektir.

Page 26: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

8/3/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-124-kasim-aralik-2011 26/32

KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2011

2

Time dergisi Sn. Erdoğan’ın başarılarını şöyle övüyor: “Erdoğan’ın iktidar-da olduğu 8 yılda, Türkiye’nin kişi başına düşen GSYH (Milli Gelir) üç kat ar-tarak 3 bin 492 dolardan 10 bin 79 dolara çıktı. Sıradan Türklerin hayatında-ki dramatik iyileşme, muhafazakâr, ekonomiyi iyi yöneten AKP’nin haziranayındaki seçimleri üçüncü kez, büyük farkla kazanmasının ana nedenlerin-den biridir.”

Sn. Erdoğan’ın Time dergisine kapak olmasına ve dergide yer alan yazı-da başarılarının anlatılmasına sevinmemek mümkün değil.

 Ancak dergide kişi başı milli gelirin 8 yılda 3 kat (yüzde 288 oranında!)

arttığı konusundaki ifade yanlış. Ben neden yanlış olduğunu anlatacağımama... Hesaba gerek olmadan siz kendi kendinize sorarak cevaplayınız. Son8 yılda halkımızın geliri 3’e katlandı mı?

Daha önce de yazdım, Sn. Erdoğan “seçim beyannamesi”ni açıklarken,her yıl cari fiyatlarla hesaplanan ve cari kurdan dolara dönüştürülen milli ge-lir rakamlarına dayalı olarak dedi ki:

– 2002 yılında 230 milyar dolar olan milli gelir 2010 yılında 735 milyar do-lara ulaşmıştır. (100 iken 319 olmuştur.)

– 2002 yılında 3.492 dolar olan kişi başı milli gelir, 2010 yılında 10.079 do-lara yükselmiştir. (100 iken 288 olmuştur.)

İşte Time dergisi de bu hesaba dayalı büyüme rakamlarını verdi. Bu türmilli gelir hesabında milli gelir cari fiyatla (enflasyonlu fiyatla) hesaplandık-

tan sonra cari döviz kuru ile (o yılın ortalama dolar fiyatı ile) dolara dönüş-türülür.

(1) Cari fiyat, enflasyonla şişmiş fiyatıdır. İki yılın fiyatı birbiriyle karşılaştı-rılamaz.

(2) Doların fiyatı değişik etkenlerle değişir. Dolar değerindeki değişim ül-kedeki enflasyon oranı ile uyumlu olamaz. Doların değer kazanması veyakaybetmesi hesapları şaşırtır.

(3) TÜİK 2007 yılında dolar ile yapılan hesaplamalarda geriye dönük ola-rak milli gelir rakamlarını değiştirdi. İleriye dönük olarak milli gelir rakamla-rını büyüttü. Dolar ile yepyeni bir milli gelir serisi ortaya çıktı.

Doğruyu bilelimMilli Gelir’in “gerçek” anlamda nasıl arttığı, eksildiği, sabit fiyatlara daya-

lı olarak hesaplanır. Bu hesabı da devletin istatistik kurumu (TÜİK) yapar.1998 yılı sabit fiyatlarıyla TÜİK’in yaptığı hesaplamaya göre,

%288Güngör Uras  Milliyet, 23 Kasım 2011

Page 27: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

8/3/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-124-kasim-aralik-2011 27/32

Kasım-Aralık 2011 KURTULUŞ CEPHESİ

2

– 2002 yılında 72.5 milyar TL olan milli gelir 2010 yılında 105.6 milyar do-lar oldu. (100 iken 145’e yükseldi) Yüzde 45 arttı.

– 2002 yılında 1.099 TL olan kişi başı gelir, 2010 yılında 1.448 TL’ye ulaştı.(100’den 131’e çıktı) Yüzde 31 arttı. Geçen hafta açıklanan UNDP (Birleşmiş

Milletler Kalkınma Programı) İnsani gelişme Endeksi’nde de Türkiye’de kişibaşı milli gelirin 2000 Yılından 2010 yılına kadarki dönemde yüzde 32.2 ora-nında büyüdüğü belirtiliyordu.

Cari FiyatlarlaDolar Olarak Milli Gelir 

1998 Sabit Fiyatları ileTL Olarak Milli Gelir 

Milli Gelir/GSYH

(Milyar $)

Kişi BaşınaGelir ($)

Milli Gelir/GSYH

(Milyar TL)

Kişi BaşınaGelir (TL)

2002 230 3.492 72.5 1.099

2003 304 4.548 76.3 1.142

2004 390 5.802 83.4 1.2332005 481 7.056 90.5 1.320

2006 526 7.643 96.7 1.394

2007 658 9.333 101.0 1.442

2008 742 10.436 101.9 1.434

2009 616 8.590 97.0 1.346

2010 735 10.079 105.6 1.448

8 Yılda Artış %219 %188 %45 %31Kaynak: TÜİK.

Page 28: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

8/3/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-124-kasim-aralik-2011 28/32

KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2011

2

PKK’nin silahlı eylemleri ve PKK’ye kar-şı yürütülen “terörizmle savaş” görüntülerialtında (“şehit” ve “gerilla” cenazeleri),“analar ağlamasın” edebiyatıyla başlayan vegiderek “barış” söylemleriyle sürüp gidenbir süreç devam ediyor. Son yıllarda PKK ile“hükümet değil, devlet” görüşmesiyle sağ-lanan “ateşkes”ler belli ölçülerde “savaşın yakında sona ereceği” beklentileri yaratmış-sa da, “barış”ın pek o kadar yakında olma-dığı da son gelişen olaylarla görülmüştür.

Böyle bir ortamda “barışın sesi” dahasıkça duyulmaya başlanmıştır. Bu vesileyle,her türden “barışçıllar” (“pasifistler”), sava-şın ne kadar kötü bir şey olduğunu söyleye-rek ve “silahlar sussun” hamasetiyle “savaşkarşıtlığı”nı yüksek sesle dile getiriyorlar.

  Amerikan emperyalizminin Irak işgalikarşısında sokaklara dökülen milyonlarcainsanın “Savaşa hayır! Barış şimdi!” slogan-ları hala kulaklarda çınlamaktadır.

Elbette “barışçıl” kesilmenin “solcu” ol-mak olarak “algı”landığı bir ortamda,

“savaşlar”dan, “haklı ve haksız savaşlar”dansöz etmek hiç de kolay değildir. Hele ki,“ Kurtuluşa Kadar Savaş” gibi “yasaklı ve

“Savaşın ve kahramanların manasızlığı!” ya da Savaş Karşıtı Hamaset

“Bireylerin yaşamındaki ya da ulusların tarihindeki her bunalım gibi savaşda bazılarını baskı altına alır ve ezer, bazılarını çelikleştirir ve yeni bilgilerledonatır.

Bu gerçek, kendini, sosyal-demokrasinin savaş hakkındaki düşünüşündeve savaşla ilgili olarak da gösteriyor. Çok gelişmiş bir kapitalizmin ürünü olanemperyalist savaşın nedenleri ve önemi, böyle bir savaşa ilişkin sosyal-de-

mokratik taktikler, sosyal-demokratik hareket içindeki bunalımın nedenleri, vb.üzerinde ciddi olarak düşünmek başka şeydir, savaşın, düşüncenizi baskı al-tına almasına izin vermek, onun yarattığı korkunç izlenimlerin ve azap vericiağırlığın altında düşünmekten ve tahlil etmekten vazgeçmek başka bir şey-

dir.” (Lenin)

tehlikeli” sloganları atmak ise, “militarist”suçlamasına muhatap olmadan olanaksız-dır.

“Barış” sözünü ağzından hiç düşürme- yen “sol-pasifistler”in, “hümanist-barışsever-ler”in simgesi ise, II. Dünya Savaşının enkanlı evresinde, en militarist başbakan olan Winston Churchill’in savaşı kazanacakları-na ilişkin umudu ifade eden “Zafer” işare-tinden başka bir şey değildir.

Tüm bu “barış”severler, savaşın, politi-

kanın başka araçlarla (şiddet araçlarıyla)devamı olduğunu da çok iyi bilirler. Ve yine bu “sol-pasifistler”, pürüpak “de-

mokratlar”, “hümanistler” Lenin’in “ Sosya - lizm ve Savaş” broşüründe yazdığı şu satır-ları da bilirler:

“Sosyalistler, halklar arasındakisavaşları daima barbarca ve canavar-ca bulmuşlar ve kötülemişlerdir. Bi-zim savaşa karşı tutumumuz gene deaslında burjuva pasifistleri ile anar-şistlerden farklıdır. Her şeyden önce,

biz, bir yanda savaşlar ile öte yandabir ülke içindeki sınıf savaşımları ara-sındaki ayrılmaz bağlılığı; sınıflar or-

Page 29: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

8/3/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-124-kasim-aralik-2011 29/32

Kasım-Aralık 2011 KURTULUŞ CEPHESİ

2

tadan kaldırılmadan ve sosyalizm ku-rulmadan savaşların ortadan kaldırıl-masının olanaksızlığını ve iç savaşla-rın, örneğin, ezilen sınıfın ezene, kö-

lenin köle sahiplerine, serflerin top-rak beylerine, ücretli işçilerin burju- vaziye karşı verdikleri savaşların hak-lılığını, ilerici niteliğini ve gerekliliğinitamamen kabul ederiz. Biz marksist-ler, hem pasifistlerden, hem anarşist-lerden, her savaşın ayrı ayrı, Marks’ındiyalektik materyalizmi görüş açısın-dan, tarihsel bir incelenmesi yapıl-ması gereğini kabul ederiz. Her sa- vaşta kaçınılmaz bir biçimde olage-len dehşete, zulme, sefalete ve işken-ceye karşın, tarihte ilerici niteliktepek çok savaş vardır; bu savaşlar (ör-neğin mutlakıyet ya da kölelik gibi)çok kötü ve gerici kurumların yıkıl-masına ya da (Türkiye ve Rusya’daolduğu gibi) Avrupa’da en barbardespotlukların ortadan kalkmasına yardım ederek, insanlığın gelişmesi-ne hizmet etmişlerdir.”

 Yine Mao Zedung’un şu sözleri de “ilgi-lilerce” çok iyi bilinir:

“Savaş, insanlar arasındaki bukarşılıklı boğazlaşma canavarı, insantoplumunun ilerlemesiyle eninde so-nunda ortadan kalkacaktır ve bu, pekde uzak olmayan bir gelecekte ola-caktır. Ama savaşı ortadan kaldırma-nın tek bir yolu vardır ve bu, savaşasavaşla karşı koymak, karşı-devrimcisavaşa devrimci savaşla karşı koy-mak, ulusal karşı-devrimci savaşaulusal devrimci savaşla karşı koymak ve karşı-devrimci sınıf savaşına dev-

rimci sınıf savaşıyla karşı koymaktır.Tarih yalnız iki çeşit savaş tanıyor:haklı ve haksız. Biz, haklı savaşlarıdestekler, haksızlara karşı çıkarız. Bü-tün karşı-devrimci savaşlar haksız,bütün devrimci savaşlar haklıdır. İn-sanlığın savaşlar çağı, bizim çabala-rımızla sona erecektir ve hiç kuşku-suz, bizim verdiğimiz savaş, son mu-harebenin bir parçası olacaktır.”*

“Solculuk” adına, “marksist-leninist” ol-mak adına, tarihin bu en bilinen gerçeği bi-

le tersyüz edilmekten kendisini kurtarama-mıştır. Ama ne gam!

“Haklı savaş/Haksız savaş” ayrımı yap-maksızın, sadece savaşların trajik görüntü-

lerinden yola çıkarak, tüm savaşları bir veaynı kefeye koyan “sol-pasifistler” ya da“solcu-hümanistler”, böyle yaparak, ezilen ve sömürülen sınıfların ezenlere ve sömü-renlere karşı sınıf savaşını, kurtuluş savaşı-nı aleladeleştirmekteler, ezenlerin ve sömü-renlerin siyasal ve askeri zorla sürdürdükle-ri düzenden kurtuluşun tek silahını ellerin-den almaya çabalamaktadırlar.

Stalin’i faşist Hitler’le, Sovyetler Birliği’nifaşist Almanya’yla aynılaştırarak “totaliter”ilan eden emperyalist (ya da yerli işbirlikçi)burjuvazinin ideologları, “medya” propagan-distleri karışısında ezilip bükülen bu “sol-pa-si-fistler”in, devrimin ne kadar “otoriter” birşey olduğunu gördükçe de “tüyleri” dikendiken olmaktadır.

 Aynı “sol-pasifistler”, bir “medya” soyta-rısı, Batista yönetiminin işkencecilerine, ka-tillerine Küba devrim mahkemelerinin ver-diği kararlar karşısında, “huşu” içinde CheGuevara’yı “yamyam… barbar” ilan ettiğin-de ise, Che’nin “mazlum” görüntüsünün ar-

kasına sığınmaya çalışmışlardır.“Devrim, elbette ki, en otoriterolan şeydir; bu, nüfusun bir bölümü-nün kendi iradesini, nüfusun ötekibölümüne tüfeklerle, süngülerle vetoplarla –akla gelebilecek bütün oto-riter araçlarla– dayattığı bir eylemdir; ve eğer muzaffer olan taraf yok yere  yenik düşmek istemiyorsa, bu ege-menliğini, silahlarının gericiler üze-rinde yarattığı terör ile sürdürmelidir.Paris Komünü, silahlı halkın otorite-

sini burjuvaziye karşı kullanmamış ol-saydı, bir gün olsun dayanabilir miy-di? Tersine, Paris Komününü bundan yeterince serbest bir biçimde yarar-lanmamış olmakla suçlamamız ge-rekmiyor mu?

O halde, şu iki şeyden birisi: anti-otoriterciler ya neden söz ettiklerinibilmiyorlar, ki bu durumda kafa karı-şıklığından başka bir şey yaratmış ol-muyorlar; ya da bunu biliyorlar, ki budurumda da proletaryanın hareketi-

ne ihanet ediyorlar. Her iki durumdada gericiliğe hizmet etmiş oluyorlar.”(Friedrich Engels, Otorite Üzerine.)

* Mao Zedung, Çin Devrimci Savaşında Strateji Sorunları.

Page 30: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

8/3/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-124-kasim-aralik-2011 30/32

KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2011

0

Tüm bunlar, unutulmuş ve unutturul-muştur. Artık “barışçıl” olunacaktır! Devrim-den, devrimci savaştan söz edenler, “bar-barca ve canavarca” bir boğazlaşmanın sa-

  vunucuları olarak cehennemin yedi kat di-bine gönderilmelidir!

Bu “sol-barışsever”lerden birisinin (Eyüp-han Erkul),  Birgün gazetesinin, şu “ünlü”“bitmiş yolun” yolcularının “solcu” gazete-sinin 31 Ekim 2011 tarihli sayısında yayınla-nan “ Savaşın ve kahramanların manasızlı - ğı!” başlıklı yazısı olabilecek en uç durumusergilemektedir:

“Jean-Jacques Annaud’ın Türk-çe’ye Kapıdaki Düşman diye çevri-len, enteresan filmi birçok ülke sine-macısının cesaret edemeyeceği bir‘gerçeklikle’ başlar. Nazi orduları,İkinci Dünya Savaşı’nın en berbatgünlerinde Stalingrad kapılarına da- yanmıştır ve bir grup Kızıl Ordu aske-ri, dumanlar içindeki şehre ulaşmakiçin uğraşır. Bir tekneyle karşı kıyıyaulaştıklarında, dumanlar tüten savaşmeydanına da ereceklerdir, lakin iş-ler zora düşer. Tekneleri tam yolun yarısındayken Alman uçaklarının sal-

dırısına maruz kalır. Birkaç Sovyet as-keri suya atlayıp kaçmaya çalışıncakomutanları, onları, önce sözlü ola-rak uyarır. Hemen ardındansa emreitaatsizlik edildiğini fark eden komu-tan, belinden çıkardığı beylik taban-casıyla yüzerek kaçan kendi adamla-rına ateş eder. Suyun içinde arkadaş-larının can verdiğini gören teknede-ki diğer askerler kaçmaktan anında vazgeçer ve tekrar disipline olup, Al-man uçaklarının ateşi altında hedef-

lerine doğru ilerler.İşte bu sahnedeki ‘gerçeklik’ sa-

  vaş denen illetin, nasıl bir habitatta yaşayıp, nasıl beslendiğini, canavar-ca kurallarının nasıl oluştuğunu anla-tır. Geçtiğimiz yüzyılın ‘sözde özgür’olan ama otosansür elinden çok çek-miş uygulamalarının da dibe vurdu-ğu sahnedir bu. Günümüzde hiçbirülkenin sinemasında böyle bir sahne  yazılamaz, çekilemez, salonlardagösterilemez. Efendiler müsaade et-

mez! Hiçbir ülkenin senaristi kendikomutanlarına, kendi askerlerini öl-dürtüp, savaşı devam ettiremez. Ne

 yazık ki, bizlerden savaş denen ille-tin bu acımasız yönü hep gizlenir.Fransız bir yönetmenin, yıkılmışSSCB’nin askerine işlettiği bu cinayet,

başka koşullarda ‘imkansız’ olanın azrastlanan örneklerinden.”

 Ve Eyüphan Erkul adlı kişi, yazısının so-nunda savaşı (“haklı/haksız savaş” ayrımı

  yapmaya bile tenezzül etmeksizin) “tekdüşman” olarak ilan eder:

“Bu insani eşiği aştığımızda, yalıngerçeklikle karşılaşırız. Bir kez dahaöğreniriz ki, savaşta ölümlerdenölüm beğenene ‘kahraman’ denir…Gerisi gaf ve hamaset nutuklarıdır,Kapıdaki Düşman da, biz de insanevladıyız… Uslanmaz, arlanmaz in-sanlık artık bellemeli: Ölümsüz olantek düşman vardır, o da savaş denenillettir...”

Bu zevat, savaşı “tek düşman” olarakilan ederken, yine de savaş terminolojisinin“düşman” terimini kullanmamazlık edeme-miştir. Şüphesiz, bu zevat, kendi “entel” ki-şiliğine uygun olarak “huşu” içinde dinle-mekten “zevk” alabileceği Ludwig van Be-ethoven’ın, Fransız Devrimi’nin “Jakoben te-

rörü” sona erdirdiği için Napolyon’a ithaf et-tiği 3. Senfonisinin adının “ Eroica” (“Kahra-manlık”) olduğuna da aldırış etmiyordur!

Bütün bunları, kendisini “solcu” zanne-den bir kişinin “kişisel tercihi” ya da “özgürdüşüncesi” olarak kabul edenler elbette çı-kacaktır. Elbette, “demokratik bir ülkede”böylesine “düşünce”lerin özgürce ifade edil-mesini “hoşgörüyle” karşılamak gerektiği desöylenebilir! Ama “barış” adına ayrımsız hertürlü “savaş”a karşı “savaş” ilan ederek ya-lın kılıç yapılan bu saldırı, “solcu” bir gün-

lük gazetede kolayca yer bulabilmiştir.Emperyalist savaşlarla, haksız savaşlar-

la, haklı savaşı, ezenlere karşı ezilenlerinkurtuluş savaşını, proletaryanın sınıfların or-tadan kaldırılmasına yönelik savaşını, “sa-  vaş” genellemesiyle bir ve aynı kefeye ko-  yanlar, ayrımsız her türlü savaşı “düşman”ilan edenler (ve buna göz yumanlar, olanaksağlayanlar, sessiz kalanlar) Jose Marti’ninşu sözlerini hiç akıldan çıkarmamalıdırlar:

“Suçlu olan, bir ülkede kaçınılabilir birsavaşı hazırlayandır ve kaçınılmaz bir sava-

şı hazırlamayı ihmal edendir.”Gerisi laf-ı güzaftır.

Page 31: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

8/3/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-124-kasim-aralik-2011 31/32

ERİŞ YAYINLARI

MAHİR ÇAYAN: KESİNTİSİZ DEVRİM IMAHİR ÇAYAN: KESİNTİSİZ DEVRİM II-IIIİLKER AKMAN: MEVCUT DURUM VE DEVRİMCİ TAKTİĞİMİZ

*** TÜRKİYE DEVRİMİNİN ACİL SORUNLARI-I*** OLİGARŞİ NEDİR?*** MARKSİZM-LENİNİZM BİR DOGMA DEĞİL, EYLEM KILAVUZUDUR-III*** THKP-C/HDÖ VE 15 YIL*** POLİTİKLEŞMİŞ ASKERİ SAVAŞ STRATEJİSİ VE DEVRİMCİ TAKTİĞİMİZ*** GRAMSCİ ÜZERİNE*** REVİZYONİZMİN REVİZYONU*** ULUSAL SORUN ÜZERİNE*** “BDS”: BİR PRAGMATİK SAPMA *** “YENİ” OPORTÜNİZM ÜZERİNE*** ZAFER BİZİM OLACAKTIR! [Ankara Davası Savunması]*** DEVRİM PROGRAMLARI

*** RUS DEVRİMİNDEN ÇIKAN DERSLER *** ESKİ BİR GERİLLANIN “EMEK”İ*** PASS VE “YENİ ÇÖZÜM”ÜN FIRSATÇILIĞI DEVRİMCİ MARŞLAR VE EZGİLER DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE EKONOMİK BUNALIM [Kurtuluş Cephesi Seçmeler-I]DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE EKONOMİK BUNALIM II [Kurtuluş Cephesi Seçmeler-III]LAİKLİK VE ŞERİATÇILIK ÜZERİNE [Kurtuluş Cephesi Seçmeler-II]TARİHTE, GÜNÜMÜZDE VE DEVRİMCİ MÜCADELEDE KADINLAR 

 İnternet Adresi:

 www.kurtuluscephesi.com

 www.kurtuluscephesi.org

 www.kurtuluscephesi.net

 E-Posta Adresi:[email protected]@kurtuluscephesi.org

Page 32: Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

8/3/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı: 124, Kasım-Aralık 2011

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi-124-kasim-aralik-2011 32/32

Server Tanilli(1931-29 Kasım 2011)