karatay fanzin | iki

40
Ahmet Rasim Mektup Sadeleştirmesi Dosya: Füruğ Ferruhzad Ali Lidar Röportajı Edgar Allan Poe Öykü Çevirisi insan olmak bizatihi sansasyoneldir! katkı payı:2 tl fanzin

Upload: karatay-fanzin

Post on 22-Jul-2016

322 views

Category:

Documents


11 download

DESCRIPTION

insan olmak bizatihi sansasyoneldir.

TRANSCRIPT

Page 1: karatay fanzin | iki

Ahmet RasimMektup Sadeleştirmesi

Dosya:Füruğ Ferruhzad

Ali LidarRöportajı

Edgar Allan PoeÖykü Çevirisi

i nsan o lmak b i za t i h i sansasyone ld i r !katkı payı:2 tl

fanz

infa

nzin

Page 2: karatay fanzin | iki

‘’bu kaltakla aynı mahallede büyüdük. mevlanakapı’da. babası zabıtaydı. alkolik hasta bi adamdı rahmetli, erkenden de gitti zaten. bu anasıyla yoksul, perişan... bizim tuzumuz kuruydu, hacı babam yapmış bi şeyler. bi de zagor vardı. bizim eski evin kiracısının oğlu. ba-bası filimciydi yeşilçamda. cepçilik, arpacılık, her yol vardı itte. ama sevimli, yakışıklı oğlandı. bizimkine aşık etmiş kendini. ben efendi oğlanım, okul mokul takılıyorum o zamanlar. öylece büyüdük gittik işte. ne bok varsa hep askerliği beklerdim. dört sene kaldı, üç sene kaldı... sonunda o da geldi gittik. bizde de herkes bunu bekliyormuş; gelir gelmez yapıştılar yakama. ev düzüldü, kız bulundu, çeyiz falan filan... nikahlandık. iki taksi bi dükkan verdi peder.... dükkanda koltuk moltuk satardım. bi gün bu orospu çıkageldi. hiç unutmam, görür görmez cız etti içim. böyle basma bi etek dizine kadar, çorap yok, üstünde açık bi bluz, saçlar maçlar... pırlanta anlıyacağın. şunun bunun fiyatını sordu, dalga geçti benimle. kanıma girdi o gün. tabii taktım ben bunu kafaya. ertesi gün bi soruşturma... dediklerine göre yemeyen kalmamış mahallede. ama asıl zagora kesikmiş. zagor da kaftiden içerde o sıra. bi gün, süslenmiş püslenmiş; zırt geçti dükkanın önünden. yazıldım peşine. tuhafiyeciye girdi, pastaneden çıktı; minibüs otobüs, geldik sağmalcılar’a benim içimde bi sıkıntı... işi anladım tabii: za-goru ziyarete gidiyo. bi tuhaf oldum, piçi de kıskandım. uzatmayalım çaresiz evlendik ötekiyle. o ara zagor içerden çıktı. sonra bi duyduk; kaçmış bunlar. altı ay mı bi sene mi; kayıp. hep rüyalarıma girerdi orospu. o gün dükkana gelişini hiç unutamadım. benimkine bile doku-namaz oldum. sonra bi daha duyduk ki iki kişiyi deşmiş zagor: biri polis, ikisinin de gırtlağını kesmiş. karakolda beş gün beş gece işkence buna. arkadaşlarının öcünü alıyorlar. kaltağa da öyle... önce öldü dediler zagor’a, sonra komalık. ankara’da oluyor bunlar. bizimki bi gün çıkageldi mahalleye. zagor içerde, en iyisinden müebbet. bi sabah dükkana geldim, baktım bu oturuyo. önce tanıyamadım. anlayınca içim cız etti. cız etti de ne? tornavida yemiş gibi oldu. çökmüş, zayıflamış, bembeyaz bi surat... ama bu sefer başka güzel orospu. orhanın şarkıları gibi. kalktı böyle, dimdik konuşmaya başladı. dedi para lazım, çok para. zagor’a avukat tutacakmış. ilerde öderim dedi. esnafız ya biz de, “nasıl?” diye sormuş bulunduk. orospuluk yaparım dedi, istersen metresin olurum. içime bişey oturdu ağlamaya başladım, ama ne ağlamak! işte o gün bi inandım orospuyla tam yirmi yıl geçti. uzatmayalım, zagor’a müebbet verdiler. ama rahat durmaz ki piç! ha birini şişledi, ha firara teşebbüs; o şehir senin bu şehir benim, cezaevlerini gezip duruyo. orospu da peşinden. sonunda dayanamadım: ben de onun peşinden... önce dükkan gitti, ardından taksiler. karı terk etti, peder kapıları kapadı. yunus gibi aşk uğruna düştük yollara. iş bilmem, zanaat yok. bu tınmıyo hiç. ilk yıllar ufak kahpeliklere başladı, sonra alıştı. gözünü yumup yatıyo milletin altına.gel dönelim diye çok yalvardım. evlenelim, pederi kandırırım, zagor’a bakarız: yok. kancık köpek gibi izini sürüyo itin. ne yaptı buna anlamadım. kaç defa dönüp gittim istanbul’a. yeminler ettim. doktorlar, hocalar kar etmedi. her seferinde yine peşinde buldum kendimi.bi keresinde dön-düm, biriyle evlenmiş bu, hamile... beni abisiyim diye yutturduk herife. nedense rahatladım, oh dedim, kurtuluyorum. bu da akıllanmış görünüyo. yüzü gözü düzelmiş, çocuk diyo başka bişey demiyo. sinop’ta oluyo bunlar. ben de döndüm istanbul’a. doğumuna yakın, zagor bi isyana karışıyor gene. hemen paketleyip diyarbakır cezaevine postalıyorlar. çok geçmeden bizimki depreşiyo gene; o halinle kalk git sen diyarbakır’a, üç gün ortadan kaybol... herif kafayı yiyo tabii. dönünce bi dayak buna: eşşek sudan gelinceye kadar. kızın sakatlığı bu yüzden.sonra çocuğu doğuruyo. durum hemen anlaşılmamış. ortaya çıkınca bi gece esrarı çekip takıyo herife bıçağı. çocuğu da alıp vın diyarbakır’a, zagor’un peşine. allahtan herif delikanlı çıkıyo da şikayet etmiyo. ben o ara istanbul’da taksiden yolumu buluyorum. epey bi zaman böyle geçti. yine her gece rüyalarımda bu. zagor’un diyarbakır cezaevinde olduğunu duymuştum o sıralar. bi gece bi büyükle eve geldim. hepsini içtim. zurnayım tabi. bi ara gözümü açıp baktım: karlı dağlar geçiyo. bi daa açtım, başımda bi çocuk, kalk abi, diyarbakır’a geldik diyo. baktım, sahiden diyarbakır’dayım. bi soruşturma... kale mahallesi vardır oranın, bi gecekonduda buldum, malımı bilmez miyim? görünce hiç şaşırmadı. hiç bişey demedik.

o gece oturup düşündüm. oğlum bekir dedim kendi kendime, yolu yok çekeceksin. isyan etmenin faydası yok, kaderin böyle, yol belli, eğ başını,usul usul yürü şimdi. o gün bugün usul usul yürüyorum işte. ‘’

Masumiyet / Zeki Demirkubuz (1998)

Page 3: karatay fanzin | iki

yıl: 1 / sayı: 2mayıs-haziran ikibin15

yayın türü/yayın no:süreli yayın/765

imtiyaz/yayım/dizgi:emre aygül

yazı işleri/editör:arzu tekelioğlu

hale bilir

ön/arka kapak:emine özcan

iç çizimler:emine özcan

havva nur kaya

bizi bulun:facebook.com/karatayfanzin

twitter.com/karatayfanzinissuu.com/karatayfanzin

karatayfanzin.blogspot.com.tr

yazı-çizim gönderileri:[email protected]

baskı:ferhuniye mahallesi sultanşah

caddesi no:28/b selçuklu/konya

karatay, gelir elde etme amaçlı bir yayın değil-dir. fakat baskı ücretini karşılama amaçlı küçük bir miktar katkı payı bulunmaktadır. öğrenciyiz bize de yazık :( yazıların sorumluluğu imza sa-hiplerine aittir. kaynak gösterilmeden yahut izin alınmadan hunharca alıntı yapılabilir. neden ol-masın :) yazılarda dil ve yayın tekniği yönünden değişikliğe gidilebilir. öyle de şekiliz yani. yayın hakları saklıdır. fakat annem sakladığı için biz de bilmiyoruz yerini. öğrenince söyleriz. sela-metle.

İ Ç İ N D E K İ L E R

karatay manifesto ’2 .............................................................................. dört

şiir / ferhat dönmez ............................................................................... on8

şiir / mesut ateş ..................................................................................... otuz

şiir / furkan said ipek ............................................................................ on1

ahmet rasim (mektup çevirisi) / süleyman akkuş ........................ yirmi3

öykü / emre aygül ................................................................................... altı

öykü / zeze vasconcelos ...................................................................... yirmi

şiir / mislina bursal ............................................................................. otuz2

öykü / sare polat ..................................................................................... on3

düzyazı / m.murat doğusan ............................................................. yirmi7

düzyazı / eylem gerez ......................................................................... otuz7

öykü / arzu tekelioğlu ............................................................................. beş

şiir / muhammet özmen ....................................................................... on9

şiir / serhat dönmez ............................................................................ otuz1

şiir / mustafa kelkercigil ........................................................................ on2

ali lidar röportajı / emre aygül ........................................................ yirmi5

düzyazı / ekin tuna yener ................................................................... otuz6

eleonora (çeviri öykü) / nur ebrar taşkıran ...................................... sekiz

özel öykü / alper gencer ................................................................... yirmi2

öykü / hüsna dolu ............................................................................... otuz5

dosya: füruğ ferruhzad .......................................................................... on5

öykü / tunahan bulut ........................................................................ yirmi8

şiir / burcu kubilay .............................................................................. otuz8

foto-şiir / kübra gürdoğan ................................................................. otuz4

Page 4: karatay fanzin | iki

karatay fanzin vasat kültür edebiyatı

4

karatay manifesto ‘2

Güzel bir filmin hiç beklenmedik bir anda bitmesi ne kadar olasıysa yüklendi-ğimiz kederin altında kalmamız da o kadar olası.

Korku, sizi çoğu zaman bir yanlışa sürükler. Sürükleniyoruz. Ama korku-muzdan değil utancımızdan. Dillerin işlediği suçlardan, günahlardan, sermayeden, uçamayan kuşlardan, savaş çocuklarından, “tam düşerken tutunduğu tuğlayı kendine rabb belleyen”lerden utanıyoruz. Kibirli kullardan ve bekleyenlerden de evet. Dünya utancımız etrafında dönüyor. Provası kötü giden hayattan beklentimiz yok. Faniyiz ve sürükleniyoruz. Hiç durmadan. Satır başı yapmadan dünya yok olabilir. En az bizim kadar fani sayımızla karşınızdayız.

İkiyiz ve çoğalacağız. Şimdilik şarkıya dönme vakti.

Zehirle.

“utan, utanmayan alçaktır.”

sabah ezanı

Page 5: karatay fanzin | iki

mayıs-haziran iki bin on beş fani sayı

5

Nevres’in içindeki çöle uyandığı bilmem kaçıncı sabahtı . Artı k saymıyordu. Pencerenin önündeki boş tuvale bir bakış savurdu. Yeniden kapadı gözlerini. Kendine daha fazla katlanamaz olmuştu.

Hemen kalkmak istemedi. Bu sabah… Bu sabah diğerlerinden farklı olmalıydı. Bu sabah bedeniyle beraber bilinci de uyanmalıydı. Umudu yitmenin eşiğindeydi zira…

Nicedir soyutlamıştı kendini İnsanlardan. Yalnız insanlardan değil delicesine dönen dün-yadan, gürül gürül akan hayatt an… Denemişti oysa. İnsanların arasına karışmak, çok sevdiği vefalı dostlar edinip tatlı hatı ralar birikti rmek istemişti . Olmamıştı . Ne yapsındı… Kozasını örmüştü yine. Adına sosyalleşmek dedikleri insanın içini kurutan ilişkiler ağından arta kaldığı kadar yaşamak yet-miyordu. Çünkü daha fazlası vardı. Biliyordu. Dostluk, arkadaşlık mavallarınaysa karnı toktu. Sahi, neydi dost? Ne kadar reel bir kavramdı? Nereye kadardı dostluğun sınırı? Ve esas soru, insandan dost olur muydu? Varsın asosyal desindi insanlar varsın anormal damgası yesindi. Kuruyup sol-maktan yok olmaktan çok daha iyiydi. Ne zaman biraz insan içine çıkayım, bir iki arkadaş edineyim dese eline yüzüne bulaştı rıyordu. Huzuru kaçıyor, renkleri soluyor, ilhamı buharlaşıyordu. Tatsızla-şıyordu hayat. Bayatlıyor, sıradanlaşıyordu. Renkleri duyamaz, notaları tadamaz, kokuları göremez oluyordu. Yığınlardan yayılan kakofoni, iç sesinin ahengini bozuyor, zihnini bulandırıyordu. Kalemi işlemez oluyor; tuvale fı rçaya hepten yabancılaşıyordu. Neyse ki teras katı ndaki aydınlık dairesinde birkaç gün nekahet onu kendine geti rmeye yeti yordu. Her zaman yetmişti ...

Haft alar oldu bu kez, fı rçası tuvaline değmedi. Hiçbir şey zihnini canlandırmaya, algısını açmaya yetmedi. Bu saatler, tuvalinin karşısına geçti ği uzun ince parmaklarının fı rçasını aradığı saatlerdi. Bu saatler Nevresin tuvalinin rengârenk olduğu saatlerdi. Öyle olmalıydı… Gün ışığı ay-dınlatmalıydı ufk unda beliren manzaraları. Nevres’in savrulmak saati ydi bu saatler. Düşten düşe halden hale. Bedenine sığmadığı, içini karartan, düşlerini solduran tutsaklık hissinden sıyrıldığı sa-atlerdi.

Sabaha karşı 05.00 suları. Güneş doğuyor ağır, ihti şamlı. Tan, geceyi soyunuyor. Envai çeşit hare gökyüzünde... Zorda olsa kalktı Nevres. Yastı ğında kıvır kıvır, uzun, kara saçlarından avuç dolusu bırakarak. Yüzünü yıkarken fark etti cildi pul pul dökülüyordu. İçimdeki çöl bedenimi de kavuruyor olmalı diye düşündü. Alelacele giyinip tuvalinin karşısına geçti . Önce tuvale ardından gökyüzüne uzun ve bomboş baktı . Zihninde hiçbir şey belirmedi. Bir an Belki de vazgeçmeliyim artı k dedi. Vakit kaybetmeden kabullenmeli, yeni bir yol çizmeliyim. Boyalarımı, fı rçalarımı, resme dair ne varsa hepsini dağıtmakla başlamalıyım işe. Resim kurslarına, Yetenekli öğrencilere… Bir an. Yalnızca tek bir an. Bir, iki saniyeliğine belki düşündü bunları. Bu kadarı yetti de zaten. Yer kaydı ayaklarının altı ndan. Sendeledi, düşecek oldu.

Çöl… Savuruyor. Diye sayıkladı kesik kesik. Yatağına doğru sürükledi bedenini. Serildi boylu boyunca. Uyku hemen çöreklendi göz kapaklarına. Bedeninin bu sıralar ona yaptı ğı kıyaktı bu. Uyku. Yiti p giden rengârenk umutlarının, düşlerinin ardında bıraktı ğı çölde sığındığı kuytusu, avuntusu…

çöl

arzu tekelioğlu

sona jabarteh - mamamuso

Page 6: karatay fanzin | iki

karatay fanzin vasat kültür edebiyatı

6

“anneler zulüm doğurmaz güzelimanneler hiç.”

Sıcak tandır kokularının sokağı baştan sona sardığı bir kenar mahalle sabahıydı. Tabiat gö-revini üstlenmiş sabahı sabah edip sahneyi insanoğluna bırakmıştı . İki katlı evin bahçesinde avluda-ki taşın üstüne oturan Bekir, ayna karşısına geçmiş söylenerek ağlıyordu. Onu üzen şey muhtemelen on beş dakika önce yaptı rmamak için çokça direndiği ev usulü saç tı raşının koft iliğiydi. Üstelik sıfı ra vurulmuş bir saç, kafasındaki yarık izlerini gizlemeye yetmiyordu. Allah’ım on iki yaşında bir çocuk için ne büyük keder.

Hemen yanı başında annesi oğlunu teselli etmekte ve onun yakışıklığına dem vurmak-taydı. Az ötede saçlarını tarayan kız kardeşi ise ara ara abisine bakıp kikirdiyordu. Bekir bunları önemsememeliydi ama yine de yediremiyordu kendine. Ne de olsa durumun ciddiliğini kavramış bir çocuktu ve o yaşta bir çocuk için jöleyi sürecek saçın olmaması tam bir trajediydi. Ağlamasını durduran bir ıslık sesi geldi. Ah bu ıslık. Tanıdıktı evet. Bu ıslık Bekir’e başına gelen en güzel şeyi hatı rlatı yordu. Annesi ne oluyor demeye kalmadan Bekir bahçenin biti mindeki kayısı ağacına odak-landı. Dalda üç tane çocuk bir yandan olmamış çağlaları kemirmekte bir yandan da tı pkı bir gösteri izleyicisi gibi Bekir’in durumunu izleyip gülmektelerdi. Islığın sahibi bu üç gençten biri değildi. Bekir bunu iyi bildiği için şöyle bir ağacı gözüyle kolaçan etti . Evet, ağacın en yüksek tepesine çıkmış bir çocuktu ıslığın sahibi. Bu Hüseyin’den başkası olamazdı. Ya da yaygın olan ismiyle Saddam. Bekir bakındı bakındı.

Kız kardeşi o esnada okula gitmek üzere okul çantasını sırtı na attı . Ağırdı fakat bu ağırlık varlığını her gün Türk varlığına armağan eden biri için çok da önemli değildi. Annesi üzerindeki una batmış entarisini çırpıp Bekir’i öptü ve bahçenin ön tarafı ndaki tandıra doğru gitti .

Bekir hala ağaca ve üzerindeki haydutlara bakınıyordu. Biraz daha bakındıktan sonra Sad-dam ciddi sıfatı yla ağaçtan indi. Diğer üçü de onu tekrar etti . Üstlerini çırptı ktan sonra Bekir’in yanına geldiler. Bekir bir şey demiyordu. Çünkü düştüğü durumun komikliğinin farkındaydı. Ağla-masını saklamak için yüzünü mendiline sildi sadece. Diğer üçlü kıkırdamaya devam ediyordu. Sad-dam Bekir’in en yakın arkadaşı bir nevi kardeşi gibiydi. Hatt a birkaç sene önce taşlıkların önünde birbirlerinin parmaklarını kanatarak kanlarını bile emmişlerdi. Böylelikle adet yerini bulacak ve kan kardeşi sayılacaklardı. Sayılmışlardı da. Bekir de Saddam için aynı öneme sahipti . Bekir’in üzülmesi-ni istemediği için yanındaki üç hayduta kıkırdamalarını kesmelerini işaret etti . Haydutlar Saddam’ın işareti yle bir anda sustular. Bekir fazla dayanamadı söze girdi:

-Neden geldiniz? Kurs erken mi bitti ? Hoca ben gelmeyince bir şey dedi mi? Ya ben de tam salli bariki ezberleyecekti m. Hem teneff üs vakti değil mi şimdi? Konuşsanıza ya?

Üçlüden bir ses çıkmayınca Saddam söze girdi: +Bırak hocayı kursu Pirket. Daha önemli işlerimiz var. Bizimki yine çıkmış piyasaya. Hazır-lan gidiyoruz.

saddam

emre aygül

kardeş türküler - zemar

Page 7: karatay fanzin | iki

mayıs-haziran iki bin on beş fani sayı

7

Pirket Bekir’in Saddam tarafı ndan konmuş diğer bir ismidir. Tabii ki de bunda Bekir’in ka-fasındaki yarık izlerinin hatı raları yatı yordu. Lakap koyma geleneğine sahip bir mahallede Pirket’ in garipsenmesi de gayet normal. Asıl inanılmaz olan da Saddam’ın Bekir’e hayatı nda hiçbir defa Bekir diye seslenmemiş olmasıydı. O Pirketti ve Pirket kalacaktı . Bekir Saddam’ın suratı nın aldığı halden anlamıştı durumun ciddiyeti ni. Bir sıkıntı vardı. Bekir hemen üzerini değişip geleceğini söyleyerek yukarı kata çıktı ve çok geçmeden sadece kafasındaki ev usulü tı raşı gizleyen bir bere takarak geri döndü. Hazırlardı. Önce ağaca sonra da komşu müstakil damlara atlayarak vakit kaybetmeden taş-lıkların önüne geldiler. Saddam durumdan bahsetmiyordu. Çünkü Bekir çok iyi biliyordu davanın yine ‘’Kör Mısto’’ davası olduğunu.

Mahalledeki çocukları ürküterek tehdit eden on yedisindeki Mustafa diğer adıyla Kör Mısto, Saddam tarafı ndan pek sevilmeyen ve çokça kavgası edilmiş bir gençti . Yine ortalığa çıkmış olması Saddam’ı ve dolayısıyla Bekir’i de hayli alakadar ediyordu. Son karşı karşıya gelişlerinde Sad-dam, mezarlığın arkasındaki top sahasında burnunu kırmıştı bu iti n fakat iyileşmiş olacaktı ki yine dadanmış çocuklara. Taşlıkların ardına Kör Mısto’nun evine doğru yürümeye başladılar. Birazdan okula gitmek için buradan geçecekti nasıl olsa. Haddini bildirmek için ideal bir zamandı. Biraz bek-lediler ve çok geçmeden mavi sürgülü kapı aralandı ve bir bisiklet ön tekeri çıktı sokağa, ardından gövdesi ve arka tekerlek. Tekerleklerdeki envaı çeşit süsün arasında, geçen haft a Merve’den hediye aldığı süs Bekir’in gözünden kaçmadı. Lanet olsun kız kardeşini de korkutup haraç almıştı bu piç.

Bekir sinirini ikiye katlarken sokağa çıkan bisikleti n koltuğunu tutan bir el vardı. Bu kap-kara ellerin sahibi hiç şüphesiz Kör Mısto’ydu. Ayakkabısını bağladı ve bisikleti ne bindi yavaş yavaş sokağa doğru bakınca Saddam’ı ve Pirket’i fark etti . İşte şimdi tam anlamıyla sıçmıştı . Sürgülü kapı çoktan kapanmıştı . Dönemezdi de artı k. Pedala hızlıca basıp tarlaya oradan da taşlıklara doğru kaç-maya başladı. Ortalık bir anda gerildi. Allah’ım karşısına Saddam’ı almış biri için ne kötü bir yol seçimi taşlıklar. Taşlıkların sonuna doğru bir anda kesti rmeden koşup yakalayan Saddam belirdi ve hızlı bir frenle Mısto durdu. verecek bir yanıtı nın olmadığı soru yönelti lmişti ona ‘’nereye lan pu.t?’’. bir şey diyemedi. Diyemezdi de zaten. Zira dilsiz bir gençti Mısto. ‘Allah öyle yaratmış yani’ konten-janından. Soruya karşılık kafasını salladı bir kaç defa.

Sonra Saddam Bekir’e seslendi ‘’Pirket sen al bunu’’ dedi. Gözcülerden biri uzunca bir ıslık çaldı. Bekir Saddam’ın yanına koştu. Aynı gözlemci ıslığı tekrarlayınca durum anlaşılmıştı . Mısto’nun Saddam tarafı ndan kıstı rıldığını anlamış olan annesi Deli Kadın elinde pompalı tüfekle koşturuyordu taşlıklara doğru. Asıl ismini kimsenin bilmediği bu Deli Kadın hakkında mahallenin dedikodu cami-asınca bilinen en yaygın ve ürkünç dedikodusu; bu kadının hayatt aki son oğlu olan Mısto’yu doğur-duğu gece cinnet geçirip tüm ailesini katletmesiydi. Mardin’den geldikleri bilinen bir gerçekti ama. Tarlayı yarılayan ve sürati ne sürat katan bu kadın bir yandan da bağırıyordu ‘’Mıstooom yetti m mıst-toomm’’. Bekir nefes nefese kalarak Saddam’ın yanına geldi. ‘’Am.na kodumunun delisi pompalıyla geliyor. Saddam gidelim kardeşim bi maraz çıkmasın hem kursa da geç kaldık’’. Saddam’a kalsa kalıp Deli Kadın’ı da dövecekti ama mevzubahis kişiler can yoldaşlarıydı. Riske atamazdı. Elinde pompalı tüfekle tarlanın ortasında koşturan kadının bağırışı gitti kçe yaklaşıyordu. Mısto Saddam’ın korku-sundan ağlamaya başlamıştı . Deli Kadın geldi ve Saddam’la Bekir’in uzaklaştı klarını gördü. Elindeki pompalı tüfeği havaya doğru tutt u. ‘’Ulaaaan kahpenin dölleri bir daha Mısto’ma karışırsanız kul peygamber dinlemem yedi sülalenizi vururum’’ diyerek haykırdı. Mısto’nun başını okşadı. Ağlıyordu kadıncağız. Esmer suratlarından gözyaşları akan bu anne oğulun suçu neydi? Kadın oğlunun yüzünü gözünü sildi. Mısto pedala kökleyerek taşlıklardan okula yeti şmek üzere hızlıca devam etti . Kadın elindeki silahla olduğu yere yığıldı, yığıldı, yığıldı.

Bu bir adaletsizlik değildi de neydi?

kardeş türküler - zemar

Page 8: karatay fanzin | iki

karatay fanzin vasat kültür edebiyatı

8

“belirli bir şeklin koruması altı nda, ruhum güvendedir.”

Tutku gayreti ve hayal gücü yarışından çıkmış bir ben. İnsanlar bana deli diyor ama deli-liğin aslında en yüce deha olup olmadığı, derin ve muhteşem şeylerin çoğunun hastalıklı düşünce-lerden, genel düşüncelerin yerini alan zihinsel ruh hallerinden kaynaklanıp kaynaklanmadığı hala tartı şılan bir konudur. Hayal kuranlar, sadece geceleri düş görenlerin gözden kaçırdığı pek çok şeyi fark ederler. O boz bulanık hayallerde sonsuzluğu görür ve gerçeğe döndükleri anda yüce bir sırrı öğrenmenin eşiğine gelmiş olmanın heyecanını hissederler. O kısacık anda bilgeliğin iyiliğinden bir şeyler kapar, ona dair bir şeyler öğrenirler; ama kötülüğün salt bilgisinden kaptı kları daha çoktur. “Sözle anlatı lamayacak kadar güzel” olanın dev okyanusunu, dümensiz ve pusulasız delip geçerler; o okyanusun içine işlerler; tı pkı büyülü coğrafyalar gibi.

Şimdi, deli olduğumu söyleyebiliriz. Kabul ediyorum, en azından zihni varoluşumun iki ayrı durumu olduğunu kabul ediyorum. Kolayca anlaşılabilir durum; tartı şmasız, yaşamımın ilk dev-rini oluşturan olayların hafı zama ait oluşu. Ve şüphe ve gölge durumu; şimdiye ait olan ve varlığımın ikinci, büyük devrini oluşturan yeniden derleme. Bu yüzden, daha erken zamanla ilgili anlattı klarıma inanın ama daha geç zamandakilerle alakalı anlattı klarıma yeteri kadar güvenin, şüphe duyun ya da; şüpheyse eğer seçilen, mümkün değil deyin, sonra da Oedipus Kompleksini baştan kurgulayın.

Gençliğimde sevdiğim ve şimdi uğruna sakince bu satı rları yazıyor olduğum, annemin uzun süre uzak kaldığı tek kardeşinin biricik kızıydı. Eleonora’ydı. Beraber kalırdık tropikal güneşin altı nda, “Rengarenk Otlar Vadisi’nde. Bilinçli yönlendirilmemiş hiçbir ayak izi o vadiye ulaşamazdı. Çevresinde asılı kalmış devasa tepelerin ortasında, tatlı oyukları tarafı ndan güneş ışığının örtüldüğü bir vadiydi. Etrafı nda ayak ya da tekerlek izinin açtı ğı bir yol yoktu, bunun yerine mutlu yuvamıza geri dönebilmek için, arasından güçlükle yolumuzu bulduğumuz binlerce orman ağacının yaprakları ve ölümümüze sebep olabilecek kadar muhteşem, milyonlarca güzel kokulu çiçekler vardı. Yalnız yaşadığımız için, vadinin dışındaki dünya hakkında hiçbir şey bilmiyorduk; ben, kuzenim ve teyzem.

Çevrelenmiş alanımızın en yüksek ucundaki dağların arkasındaki loş bölgeler, dar ve derin nehri dışarıda tutardı. O nehir ki; Eleonora’nın gözlerinden daha parlaktı . Tepeler hala loşken, o göl-geli vadiden geçip giden, zikzaklı yollarda sessiz ve gizlice esen rüzgâr duyulurdu. “Sessizlik Nehri” ismini verdik ona; akışında, susturup sessizleşti ren bir etkisi olduğunu düşünüyorduk. Yatağında hiç uğultu yoktu ve nazikçe dolanıp duruyordu. Gözlerimizi dikip bakmaktan kendimizi alamadığımız inci gibi çakıllar, nehrin aşağılarında, hiç kımıldamadan, yayılıp durur bir şekilde, sonsuza dek gör-kemle parlayacakmış gibi görünüyordu.

Nehrin sınırı ve dolambaçlı yollarında kayarak ilerleyen göz kamaştı rıcı ufak dalgalar, akıntı ların derinliklerinde genişliyordu; ta ki derindeki çakıl yatağına gelene kadar. Nehirden onu kuşatan dağlara uzanan, menekşeler ile birleşen büyüleyici güzelliği, kalplerimize aşkın ve Tanrı’nın görkeminin yüksek sesiyle konuşuyordu.

“belirli bir şeklin koruması altı nda, ruhum güvendedir.”

Tutku gayreti ve hayal gücü yarışından çıkmış bir ben. İnsanlar bana deli diyor ama deli-

eleonora(çeviri öykü)

nur ebrar taşkıran

yağmur sesi

Page 9: karatay fanzin | iki

mayıs-haziran iki bin on beş fani sayı

9

Günün öğle vakti , hayallerdeki kırlar gibi olan bu çimenlik korusunda, orada burada yerden ok gibi fı rlamış, narin gövdeleri dikine değil, zarafetle yana yatmış fantasti k ağaçlar, vadinin merkezini görürdü. İşaretleri, sırasıyla siyah ve gümüş rengi canlı parıltı larla lekelenirdi ve bunlar Eleonora’nın yanaklarından daha pürüzsüz olurdu. Zirvelerine dağılan dev yaprakların göz alıcı yeşilinden dolayı, ürkek dallar meltemle oynaşırken, hükümdarları olan Güneş’e saygılarını gös-teren dev Suriye yılanları gibi görünürlerdi.

Kalplerimize aşk girmeden, el ele on beş yıl dolaştı k biz; ben ve Eleonora. Onun on beş-lerine, benim yirmilerime yakın olduğumuz bir akşamüstü, yılan-benzeri ağaçların altı nda, birbi-rimizin kucağında kilitlenmişti k ve içinde bizim görüntülerimiz olan “Sessizlik Nehri’nin aşağıdaki sularına bakıyorduk. O tatlı günün geri kalanı boyunca konuşmadık; çünkü seslerimizin geleceği, bu anın yanında ti trek ve değersiz kılacağından korkuyorduk. Bir dalgaya Eros’u çizdik ve bizi, ataları-mızın ateşli ruhlarıyla tutuşturduğunu hissetti k. Yüzyıllardır sahip olduğumuz tutkularımız neslimizi ayırdı, eşit önem verilmiş hayallerle kalabalıklaştı ve birlikte “Rengârenk Otlar Vadisi “nin üzerine, sayıklayan neşeyle dolu bir nefes aldık. Her şey değişti . Daha önce hiçbirinin bilinmediği farklı, göz kamaştı ran, yıldız şekilli çiçekler ağaçların üstünde yanmaya başladı. Yeşil halının tonları derinleşti ; beyaz papatyalar teker teker küçüldü ve etrafa yayıldı, yakut kızılı zambaklar onar onar bürüdü her yeri. Bundan sonra hayat, önümüzdeki yolda belirdi; şimdilerde görülmeyen büyük fl amingo, bütün uçarı, parlak kuşlarla birlikte, kızıl tüylerini gösterişle kabarttı , altı n ve gümüş renkli balık nehre uğ-radı. Eleonora’nın sesinden daha tatlı, Aeolus’un harpından daha ilahi, dingin bir melodinin içinde bir fı sıltı kabararak arttı . Ve şimdi, uzun süre Hesper bölgelerinde izlediğimiz çok büyük bir bulut, göz alıcı koyu kırmızı ve altı n rengiyle yüzdü, sürüklendi, huzurla üzerimize yerleşti . Sonra, uçları dağların tepelerinde kalana kadar, hızla alçalarak battı , bütün loşluğu muhteşemliğe dönüştü ve sonsuza kadar sürecek ihti şam ve şerefi n büyülü kodes-eviymişçesine bizi susturdu.

Eleonora melekler kadar sevimliydi; kısacık masum hayatı olan bu güzel kız bir sanatçı tarafı ndan yaratı lmış gibiydi, o çiçeklerin arasında parıldayan bir çiçek gibiydi adeta. Şevkinin ve aşkının altı nda bir kurnazlık gizli değildi. Onun sesi canlandırırdı beni ve Rengârenk Otlar Vadisi’nin aşağı tarafl arında beraber yürürken sesiyle beni adeta tedavi ederdi ve oradan ayrılıncaya dek ko-nuşmaya devam ederdik.Gün boyunca, üzülerek insanlığın düştüğü hali konuştuğumuzda gözleri yaşarırdı, o zamana kadar orada oturan tek kederli kişiydi zira. Schiraz’ın şarkılarına benzeyen kar-şıtlıkları birbirine girdikçe aynı görüntü meydana gelirdi, tekrar, tekrar, ne etkileyici bir ifadeydi öyle.

Onu ölümün kucağına iten parmağı görmüştü, kusursuz bir sevimlilikle ölen yalnız biriy-di. Bir alacakaranlık akşamında, Sessizlik Nehri’nin bir bankında oturmuşken, mezarın acımasızlığı, onun öldüğü düşüncesini bana uzatmıştı . Düşüncesi benimle büyürken o Rengârenk Otlar Vadisi’ne gömülüyordu. Dünyada yaşayacağım her gün o sevimli yüzün bana ne ifade etti ğini düşünüp du-racağım. Ve sonra oracıkta Eleonora’nın ayaklarına attı m kendimi ve ona cenneti adadım. Ve o za-mandan sonra dünya üzerinde hiçbir kadın yahut kızla evlenmeyeceğim yeminini verdim ona. Onu da ölümümle kanıtlayacağımı anlattı m. Bana güvensin istedim. Evrenin en yüce hâkimini yeminime tanık etti m.

Onu benden alana lanet olsun, aziz Helsion bu sözü haince ispatlamak zorunda. Bana izin vermeyecek olağanüstü bu büyük korku, burada bunu yazarak cezalandırıyordu beni ve Eleo-nora’nın parlak gözleri benim kelimelerimde daha da parıldıyor. Sanki göğsünden ölümcül bir kitle alınmış gibi iç çekti ; ve ti triyordu, çok acıklı ağladı ama o yeminini kabullenmişti (ama o yemin kü-çücük bir çocuk için ne olabilirdi ki!). Ölüm döşeğinde olan biri için yemin tutmak çok kolaydır. Ve bana “huzurlu ölümün geç değil çünkü ruhum için yaptı kların, buradan ayrıldığımda da o ruh her zaman bana göz kulak olacak ve keşke gecenin ilerleyen saatlerinde görünebilsem sana ama bu şey olsaydı aslında cennett e ruhların gücünü aşardık. En azından bana onun varlığının işaretlerini ver, akşam rüzgarları içime işlesin yada meleklerin tütsülerinden gelen havayı dolduran kokuyu içime çekebileyim. Ve bu kelimeler de dudakları üzerinde ona masum hayatı verip ilk yaşamına son verir.” dedi.

yağmur sesi

Page 10: karatay fanzin | iki

karatay fanzin vasat kültür edebiyatı

10

Bugüne kadar sadakatle söyledim. Ama zaman yolunda engelleri geçerken sevgilimin ölü-mü ile oluşan ve benim varoluşumun ikinci dönemi ile devam eden sürede beynimin üzerinde bir gölge toplandığını hissediyorum. Ve ben mükemmel akıl sağlığımda gerçekten şüphe ediyorum. Ama izin ver. Ağırlığı boyunca yıllar, kendilerince sürüklendiler ve hala rengarenk çimenler üzerinde duruluyorum. Ancak ikinci değişiklik her şeyin üzerine gelmişti . Ağaçların gövdelerinin içindeki yıldız şekilli çiçekler küçüldü ve daha sonra görünmedi. Yeşil halının renkleri soldu ve teker teker cennet-teki o yakut-kırmızı ölümsüz çiçekler kurudu ( ve orada bunların yerine onar onar koyu bir göz gibi huysuzca kıvranan ve üzerine çiy kondurmayan menekşeler oluştu). Ve hayat uzun boylu fl amingo-ların bizden önce o kırmızı tüyleriyle gösteriş yapmaları için bizim yollarımızı ayırdı. Ancak tepelere kadar uzanan dereden ne yazık ki uçtular. Sürüsüne katı lan parlak eşey kuşlarla altı n ve gümüş balığı alt geçitt en aşağı doğru yüzdü ve bir daha asla bizim tatlı nehrimizi süslemedi. Aeros’un sert rüz-garlarının daha yumuşak olmasıyla melodimiz son buldu. Ve hepsinden daha önemlisi Eleonora’nın sesi duyuluyor gibiydi. Uzakta yavaş yavaş öldü, esinti yavaş yavaş büyüdü dernin biti mine kadar, uzun uzadıya, tamamen özgün sessizliği ciddiyete dönüştü ve kayboldu. Ve sonra, bulut kapladı her yeri ve eskinin bulanıklığı dağların tepelerini terk etti . Hesper’in gölgeleri geri düştü ve Rengarenk Otlar Vadisi’nin çeşitli altı n ve muhteşem yüceliklerini götürdüler.

Oysa Eleonora’nın sözleri unutulmuş değildi; meleklerin tütsülerini ve sallanan seslerini duyabildim ve kutsal bir parfüm kokusu vadi yakınlıklarındaki sonsuzlukta süzülüyordu. Ve yalnız saatlerde, kalbim ağırca yenildiğinde yumuşak iç çekişlerim bile bana hayli yüklü geldi. Ve belirsiz esinti ler gecenin ağır havası ile doldu. Bir kere –oh! sadece bir kere—bir uykudan uyanmıştı m, ölüm uykusundan uyanmış gibi kendi üzerine manevi bir dudak basardı.

Ama kalbim içindeki boşluğu reddetti . Hatt a bu şekilde daha önce tı klım tı klım dolu olan aşk özlemini hatı rlattı . En sonunda, Eleonora’nın anılarıyla dolu vadi beni üzüyordu. Gafl et ve dün-yanın çalkantı lı zaferi için ayrıldım oradan.

O saçma dünyanın içinde kendimi buldum, her şey orada tatlı anılarımı hatı rlatmak için çabaladı ve uzun rengarenk çimenlerden oluşmuş vadimizi hayal etti m. Görkemli bir mahkemenin geçit alayı, kolların deli hareketleri, kadınların aşkta kıvraklığı, beynimi sarhoş ve şaşkın etti . Ama ruhum onun yeminine henüz sadık olduğumu kanıtlamış oldu ve Eleonora’nın varlığı gecenin sessiz vakitlerinde bana geri verildi. Aniden bu belirti leri durdurdu, dünya benim gözüm önünde karanlığa gömüldü, sahip olduğum bütün düşünceler donakaldı, beni kuşatan sonsuz bir hakimiyetsizlik aynı uzaklıkta geldiği için çok uzak ve bilinmeyen bir eşcinsel mahkemesine hizmet etti rdi. Benim yufk a yürekli kalbim ilk seferinde bakireliğini vermişti . Mücadele olmadan bir taburenin önünde eğilip en ateşli biçimde hem de. Aşkım, en sefi l ibadeti m olmuştu. Aslında şevkle karşılaştı rıldığında vadinin genç kızı benim tutkumdu. Ve hezeyanım. Ve yüce melek ayaklarına eterli gözyaşlarım dökülürken bütün ruhum coşkulanıyordu. Ah, melek parlıyordu. Ve ben donuk bir anıt gibi gözlerinin derinlik-lerine baktı m sadece düşündüm, sadece onu.

Aldanmıştı m oysa beni çağıran lanett en başkası değildi. Acılar üzerime gelmedi. Bir kez – ama bir kez daha gecenin sessizliğinde göğüs kafesimin içinden beni terk etmişti yumuşak iç çekişler, tatlı tanıdık sesiyle diyorlar ki;

“Huzur içinde uyu!’. Hüküm süren aşkın ruhu için, onu tutkulu kalbine almak için kendini sanata anlat. Cennett e güzel olman için, Eleonora’nın yeminleri…”

Edgar Allan Poe

yağmur sesi

Page 11: karatay fanzin | iki

mayıs-haziran iki bin on beş fani sayı

11

seni sabahın kuytu bir köşesinden görür gibiyim.gözlerinle tanıştı m ilkin.kucağından devşirdiğim şefk atle Âdem kılındım.eteğinden tutunarak,sallanırken yazmanın ucunda,zerk olundum çehrendeki vahalara.düşümde kuyulandın ve sesin, merhameti n müjdeci kanatları gibi indi dünyama.

kuruyorsun, gün geçti kçe kuruyorsun.ellerin pütür pütür...yarık yarık olmuş topukların...alnın çağıldıyor yine, bak.kasırgalar çıkıyor şakaklarının derinliğinden.ağzında isti ğfara benzemeyen bir fı sıldayış,bilemem sitem mi ediyorsun,yoksa yine kendini mi taşlıyorsun?sesini onca çığlığın içinden duyar gibiyim. sırtlansam diyorum, hüznünle beraber sırtlansam seni,şöyle hicaz’a kanatlandırsam;bir kez olsun susar mı gözlerin?

hüznün ağır yükünü,ağlamayı unutan milyonlar adına yüklenmişsin. sen haklısın, ancak söyle bana,ben bu marazlı kapılardan nasıl geçeyim? tortulaşmış acılarıma kim dokundursun şifasını?şimdi sana değil de kime dert dökeyim?gözlerim ağrıyınca kimin kollarında yığılıp kalayım?söylesene, susma uzaklara doğru,eritme içimin ufuklarını.karşımda kuruyan sesin, ölgün bakışların..ne olur artı k artı rma iç yakışlarımı.

ve eksilme!sen eksilecek olursan eğer;bu marazlı kapılardan geçemem ben.anne, ne olursun eksilme!gecelerimin ıssız göğünden.

eksilme!

furkan said ipek

emshab dar - mohammad esfahani

Page 12: karatay fanzin | iki

1212

yeti şemiyorum kırlangıçların çağrısına çünkü beni bir üşümek tutmuş ayaklarımdan

kelimeler savaşmak yeti si kazandırmış banakitapların en siyah bölümüne kazınmış adım

karanlığa yaklaştı kça tutuşuyorum ellerimde akışkan cam kesiği

alnımda tükenmeyen bir alevharitaların unutt uğunu koşuyorum

sonbahara yeti şmiş çehreler beni tanımıyor aşk kamaştı rıyor kalbimi

elimde değil, yaşamak beni üzüyor.

Korkuyorum. Bir gün inti har edecek kelimelerim ardımdan bir yankı bile kalmayacak.

Korkuyorum. Süt beyaz şiirler yazmayı unutacağımbeni hatı rlamayacak takvimler

yağmurla dövüştüğüm unutulacak.

alnımda tükenmeyen

bir alev

mustafa kelkercigil

karatay fanzin vasat kültür edebiyatı

emshab dar - mohammad esfahani

Page 13: karatay fanzin | iki

mayıs-haziran iki bin on beş fani sayı

13

hatif

sare polat

Anne, odamdaki kadın sen misin?

Beyaz yastı k, çarşaf ve yorgan. Düzenli olarak on beş günde değişti rildiğini söylüyorlar. Kim değişti riyor bunları? Bazı günler boğuk bir sesle ‘’günaydın teyze’’ dediğim kadın mı? O da anne mi? O da annesini erken kaybedenlerden mi yoksa?

Bir ses dürtüyor yakınlardan. Telefona uzanıp kapatı yorum sesi düş dünyasından sıyrılıp alarm olduğunu fark etti ğim an. Kafam patlayacak gibi hissetti ğim sabahlar… Gece alkol alıp sabah uyandığında kafanın patlayacak gibi olduğunu söylüyorlar. Ağlayarak uyuyakalmışsan sabah bu hisle kalkıldığını biliyorum ben oysa. Her neyse, ikisi de ruhta aynı etkiyi bırakıyor nasıl olsa.

Masamın üzerinde kırık bir çerçeve duruyor. Alıp öpüyorum onu kırılmış, incinmiş yerle-rinden. Beyaz, dikdörtgen. Sıradan bir çerçeve anılarla çepeçevre sarılıyor ve anlam kazanıyor her seferinde bıkmadan. ‘’Acı’’ manasına geliyor bu çerçeve anılar sözlüğümde. ‘’isyan’’ bazen.

‘’hadi al götür beni, hala benimmişler gibi evime, yurduma’’

Yüzümü yıkayıp, giyinip alelacele çıkıyorum, aynaya bakmıyorum. ‘’Anne, aynadaki sen misin?’’ diye sormuyorum. Aynadaki bensem de, giderek sen oluyorum. Her gün senden bir parça daha alıp güzelleşiyorum. Parmaklarımın duruşu bile sana benziyor giderek. Vücudum sana doğru evriliyor, ruhumu seninle sarıyorum. Kapıyı kilitlemiyorum. Dar koridordan geçip dört kat aşağı ini-yorum. ‘’İti niz’’ yazan kapıyı her zaman yaptı ğım gibi önce çekmeye yelteniyorum. Sonra yanlışımı fark edip bir hışımla kapıyı iterek dışarı çıkıyorum. Miskin kediler, yorgun ağaçlar, yılgın yokuşlar. Burası ona ne kadar yakın, aynı zamanda ne kadar uzak. Bu yüzden burayı bazen seviyor, ama çoğu zaman nefret ediyorum.

Anne, yılgın yokuşların sonunda bekleyen sen misin?

İlk otobüse atlayıp kalan son boş yere oturuyorum. Toplu taşıma araçlarındaki genel ka-yıtsızlık kurallarına uyup olabildiğince boş gözlerle ellerime bakıyorum. Ellerime bakıp neden acı acı gülümsediğimi kimse anlamaz burada. Sen anlayabilirdin oysa benim her şeyimi. Yanımdaki kız telefonda annesiyle konuşuyor sonra, bir acı daha boşlukta yuvarlanıp ayaklarımın dibine düşüyor. Yerden alıp, üfl eyip, öpüyorum onu. Sol gözümden fi rar eden gözyaşı sol elimi ıslatı yor. Ellerime bakıp gülümsüyorum yine. Yine kimsenin anlamayacağını bilmenin verdiği müthiş rahatlıkla acıyı uyutuyorum göğsümde.

Anne, her gün göğsümde uyutt uğum acı sen misin?

‘’şimdi ölmek istemem, bir kalbi sarmadan’’

shekayate hejran - mohammad esfahani

Page 14: karatay fanzin | iki

karatay fanzin vasat kültür edebiyatı

14

Yattı ğın hastanenin önünden geçiyoruz. Bir yangın yükseliyor yüreğimin yerini tam kes-ti remediğim ücra bir köşesinden. Bu ücra köşeye kötü anıları hapsetmişti m çünkü, kulağına eğilip ‘’Annem bu hastanede öldü’’ diye fı sıldamıştı m. Sense bu hastanede sormuştun teyzeme ‘’Abla, ben ölecek miyim?’’ diye. Karanlık ve hijyenik odanda ölümü misafi r etmişti n iki ay. Ölüm misafi rlikten ayrılırken ev sahibini de götürürdü yanında. Nankördü, acımasızdı. Elden gelen bir şey yoktu. Gitti n ellerimizden.

Anne, her gün biraz daha ellerimden kayıp giden sen misin?

Tren garına en yakın durakta iniyorum. Ayazın ince ceketi mden tenime geçip canımı yak-masına izin veriyorum. Üşü, yürü, yaz. Her daim acıyı katlanılabilir hale geti ren üç mucizevi komut. Artı k yardımcı olmuyorlar.

Garın hüzünlü tavrından nasibini almış yolcular donuk gözlerle büyük ekrana bakıyorlar. Gelen trenler, giden trenler, saatleri, peronlar. Bekleyenler, beklenenler, kızgınlıklar, kırgınlıklar, hü-zünler, sevinçler, ölümler, yaşamlar… Atomların çarpışması gibi çarpışıyorlar bütün bu düşünceler beynimde ve on binlerce parçaya ayrılıyorlar. Bu şehirden ayrılıyorum.

Anne, ardımda bıraktı ğım sen misin?

Kısa bir yolculuk olacak. Tüm gereksiz anonslar yapıldıktan sonra tren hareket ediyor. Bir trenin hareket ediş anı kadar hüzünlü değil çoğu şey. Hele ki ardında ne bıraktı ğını bilmiyorsan. Hele ki vardığın yere dahi yabancıysan artı k.

Yanıma oturan benimle aynı yaşlardaki kız tren hareket eder etmez uykuya dalıyor. Şehir-den uzaklaştı kça sarı bozkırlara devriliyor yolumuz. Dağlar kucaklıyor ara sıra son teknoloji demir yığınını. Sana yazdığım son şiirin son iki mısrası yankılanıyor vagonlar arasında.

“sarı tarlalar içinde çocukluğu bir kadınınve çocuklarının kalbinde bir topak acı”

Tren son hızla giderken midemdeki bulantı artı yor. Kafamı önümdeki masaya koyuyorum. Yine bir anonsla uyanıyorum. ‘’Konya’ya yaklaşıyoruz’’ Yolcularda heyecan artmış. Herkes telefonla arayıp bekleyenlerini haberdar ediyor. Ayaklanıp sırayla iniyoruz trenden. Bir acıyı ardımda bırakıp diğer bir acının kollarına atı yorum kendimi. Bu gar, onu her görüşümde ümüğümü sıkıyor. Tren yo-lunu soluma alıp yürümeye başlıyorum. İçimi her zamanki gibi sana dökmeye başlıyorum. Yoksun uzun zamandır. Kimse bilmiyor, ama ben içimde bir ‘’sen’’le yaşıyorum. Yokluğun bile diğerlerinin varlığından daha çok ısıtı yor içimi. Dilimin ucuna geti rip söyleyemediğim adın, merhem oluyor çoğu zaman yaralarıma.

Şimdi ise bu şehirde beni beklediğini söyleyenlere inat sana geliyorum. İlk defa ailenin asi çocuğuyum. İlk defa söz dinlemiyor, isyan ediyorum. Çantamı yere bırakıyor, ceketi mi üzerine çıka-rıyorum. Trenin acı bağırışını duyup gülümsüyorum. Vücudumu sol tarafa çevirip İki adım atı yorum. Bir adım daha, sonra her şey bitecek. Bir adım daha. Susacağım. Yemin ederim bir daha ağlayışım duyulmayacak bekleme salonlarında. Bir adım daha. Sonrası özgürlük. Sonrası semavi bir başlangıç. Sonrası dünyanın en iç yakan huzuru.

Anne, ölümün sonsuz uğultusu sen misin?

shekayate hejran - mohammad esfahani

Page 15: karatay fanzin | iki

mayıs-haziran iki bin on beş fani sayı

15

Dosya:Füruğ Ferruhzad

Takvim yapraklarının birbirini kanla kovaladı-ğı bir 1935 sabahı. Kız, kadın, anne olmanın

bedelinin peşinen ödendiği bir coğrafyada, bir kız çocuğu gözlerini açıyor dünyaya... Tahran’da. Kulağına adını ‘’Füruğ’’ diye fı sıldıyorlar. Füruğ Ferruhzad, ismiyle hayli müsemma.

Ömrünün sonuna dek Işık’tan farksız yaşayan bu keder abidesi, bir kez olsun bile yıl-dırılamadı. Ne adına çaldıkları karalar gölgeledi onun ışığını ne çevresinden gördüğü zulüm. Karşısına dikilen koca karanlıkları yara yara ya-şamaya devam etti . Bir ömür pahasına yürüdü. Tek başına, aydınlığa, ışığa. 27 yaşında kader ve keder ortağı İbrahim Gülistan’a yazdığı mektup-ta ‘’benim hiç rehberim olmadı... Nereye ulaşa-cağımı bilmiyorum ama şüphesiz gidilecek bir yer var ki bedenim oraya doğru akıyor’’ diyor kendileri. Yaşamının, sanatı nın akışı anlamsız bir yönelimin çok ötesinde bir anlamı kuşanmakta. Onun ışığı kendi zamanının ve bugünün karan-lığına takla attı rmakta, adına az rastlanılan bir çağda.

Kısacık bir yaşamı var Füruğ Fer-ruhzad’ın. 32 yaşında. Ardında acılar, isyanlar, kavgalar, direnişler, sürgünler, ayrılıklar, şiirler, fi lmler, aşklar bırakarak dalıyor ebedi uykusuna. 32 yıla sığdırdıklarına bakıp imrenmemek elde değil.

Yokluğun, sefaleti n yaşandığı bir 20. yüzyıl İran’ında Füruğ Hanım yedi kardeşin üçüncüsü olarak selam diyor dünyaya. Babası Muhammed

Ferruhzad, Şah Rıza’nın ordusunda subay. Tabiatı yaptı ğı mesleğe uygun; despot, geleneklerine sıkı sıkıya bağlı. Çocuklarıyla ara-sında mesafeler olan ve özellikle de iti barı söz konusu olduğunda hayli agresif bir adam Mu-hammed Ferruhzad. Evde daima kışla usulü akıp giden bir hayat; anne, kocasının evde esti r-diği disiplin rüzgârını koruyor eşinin yokluğun-da. Anne sevgisi, baba şefk ati yerine otoritenin, baskının, şiddeti n sancısını illiklerinde hissede-rek büyüyor Füruğ Ferruhzad.

Yaşadığı evin atmosferini ablası Puran Hanım, hatı ratı nda şu sözlerle anlatı yor. “Annem tek ti p topluma, tek ti p eve ve tek ti p insana ina-nırdı. O herkesi aynı biçimde ve renkte, kendi isteklerinin renginde ve biçiminde… Elimizle ye-mek tabağını geri itti ğimizde –ki Füruğ tabağı fı rlatı rdı- annemin belirlediği saatlerde şehre inilmediğinde, onun söylediği saatt e odanın ışık-ları sönmediğinde, sus pus lal olmadığımızda, zorla üzerimize geçirilen elbiseyi üzerimizden at-tı ğımızda, ya da Füruğ gibi elbiseyi yırttı ğımızda, askerine kızan bir komutan edasıyla kızar, yüzü öfk eden pul pul olurdu. Bağırır, çığlıklar atar, beddualar yağdırırdı. O bunları yapardı ama bi-zim neden ona karşı durduğumuzu anlamazdı… Neden Füruğ yeni satı n alınan rugan ayakkabı-sını bahçede toprağa sokar, eğer, bükerdi ve ne-den Feridun ceketi nin kenarını jiletle keserdi?”

waiting for the rain - kayhan kalhor

Page 16: karatay fanzin | iki

karatay fanzin vasat kültür edebiyatı

16

Edebiyatla tanışıklığı çok genç yaşları-na rastlıyor Füruğ Ferruhzad’ın. Bir kaçış olarak gördüğü şiirlerinden ilkini, Hüsrev Haver Lisesi-ne başladığı yıllarda, on dört yaşında karalıyor. Gazel yazıyor o yıllarda. Âşık olup evleneceği, bir çocuk dünyaya geti receği adamla tanışması da o yıllara rast geliyor. Dönemin okuyup yaz-mış, entelektüel kişiliklerinden Perviz Bey. Ne var ki okuyup yazmanın, aydın ve entelektüel olmanın yalnızca erkeklere has olduğu düşün-cesine sahip sabit fi kir bir adam bu.

“Ben seni değerli bir kız olarak biliyorum; ama esasen karşı cinse pek hoş düşünceler beslemi-yorum. Sizin yanınızda bir hakikati n var olduğu-na inanamıyorum ve şayet bulunursa da çok az ve değersiz olduğundan eminim; çünkü hayatı n bana öğretti ği ve kendi kişisel tecrübelerim bu düşüncenin doğruluğunu ispatlamakta. Böylece bu kuşkusuz aslın aksi ispatlanıncaya kadar ken-di düşüncemden vazgeçmeye boyun eğmem.’’ diye yazıyor Perviz Bey, Füruğ Hanım’a bir mek-tubunda. Açıkça yazılmasına rağmen, Füruğ Hanım görmek istemiyor bu ayrıntı yı. Israrla ve gizli gizli görüşüyor Perviz Bey’le. O yıllarda yepyeni bir yeteneğinin, başka bir tutkusunun farkına varıyor Füruğ. Resim…

Kaydını Kelam-ul Mülk Kız Sanat Lise-sine aldırıyorlar. Zamanın büyük ustalarından dersler alıyor fakat yarıda kalıyor eğiti mi. Perviz Beyle ilişkisi meşrulaşıyor zira. Evlilik hazırlıkla-rına başlıyorlar. Füruğ Ferruhzad henüz on altı

yaşında… Çok geçmeden Perviz Şapur ‘un Ahvaz’daki evine sade bir düğünle gelin gidiyor. Yazıktı r ki bir yıl bile dolmadan suya düşüyor mutlu yuva hayalleri. 1951 yılında valizinde baba evine geri dönüyor hayal kırıklıklarıyla, Tahran’a. Ahvaz’da birikti rdiği hüzünle karışık isyanına bir şiirini katı k ediyor Füruğ Ferruhzad. Mısralara sarılıyor ayağının tozuyla ve Günah şi-irini yazıyor soluk soluğa. Yazıyor ve Roşenfekr Dergi ’sinde yayımlansın diye Şair Feridun Moşi-ri’ye veriyor. Biliyor oysa yer yerinden oynaya-cak böyle bir şiirin ardından. Biliyor ama aldır-mıyor… Ağızlarından salyalar saça saça konuşup zehir zemberek yazıyorlar Füruğ Ferruhzad hak-kında. Perviz Beyle ipler iyice geriliyor. Muham-med Ferruhzad hırsını alamıyor son çare atı yor on yedisindeki kızını sokağa. Füruğ Hanım, bir süre Şah Caddesinde kiraladığı küçük bir odada kalıyor. Çok sürmüyor ama… Önce baba evine ardından Ahvaz’a, Perviz Bey’in evine dönüyor. 1952’de anne oluyor, oğlu Kamiyar’ı dünyaya geti riyor ve Tutsak adını verdiğin toplu şiirle-rini yayımlıyor. Bir kez daha kıyamet kopuyor. Kıyamet bir kez daha. Bu başarıyı hazmedemi-yor Perviz Bey. Kesin bir boşanma kararı alıyor. 1956 da uzun ve yıpratı cı bir ayrılık sürecinin ardından boşanıyorlar. Kamiyar’ın velayeti yle ilgili dava henüz sonuçlanmamışken 1957 de Duvar kitabı yayımlanıyor Ferruhzad’ın. Sonra mahkeme kararını veriyor: Kamiyar’ın velayeti babasında kalıyor. Füruğ Ferruhzad’ın evladını görmesiyse Perviz Bey izin vermediği sürece yasak… Yıpranıyor. Hayli örseleniyor o yıllarda. 1958 yılında, 23 yaşında, şiirlerinin tamamını topladığı İsyan çıkıyor. Ortalık yine toz duman…

Aynı günlerde Füruğ Hanım yaşa-mının seyrini değişti ren bir adamla tanışıyor. İbrahim Gülistan. Önce ünlü yönetmenin stüd-yosunda sekreter olarak işe başlıyor, ardından arşiv sorumlusu oluyor kısa zamanda. Çok geç-meden video çekim tekniklerini öğreniyor İbra-him Gülistan’dan. Artı k sinema da, edebiyat ve şiir gibi hayatı nın bir parçası oluyor. Kaçışlarının da.

Füruğ Ferruhzad, baba ev�nde kardeşler�yken (Tahran - 1953)

waiting for the rain - kayhan kalhor

Page 17: karatay fanzin | iki

mayıs-haziran iki bin on beş fani sayı

17

“Ev Karadır” belgesel�n�n çek�m� esnasında (Tebr�z - 1962)

1962 yılında Füruğ Ferruhzad, efsane bir belgeseli çekmek üzere geçiyor yönetmen koltu-ğuna. Ev Karadır… Cüzzamın bulaşıcı olduğu düşünüldüğü dönemlerde Tebriz’de bulunan Bababağ Cüzzamlılar Evi’nde günlerce cüzzamlı hastalarla birlikte kalıyor Füruğ Ferruhzad. Filmin yapımı ta-mamlandığında cüzzamlılar evinden ayrılırken bir çocuğa da yer açıyor aydınlık yaşamında. Bir ço-cuğu evlat ediniyor Füruğ Ferruhzad, Hüseyin Mensuri adında. Ev Karadır fi lmi gösterime girdikten sonra yalnız İran değil dünya çalkalanıyor. Film üst üste ödüller kazanmakta Füruğ Ferruhzad ismi uluslararası platf ormlarda yankılanmakta o sıra. Filmin ardından UNESCO, bu kederli yönetmenin kısa yaşamı hakkında orta metraj bir fi lm hazırlıyor o sıralarda. Ev Karadır fi lminin hemen ardından kollarını yeni bir fi lm için sıvıyor Füruğ Ferruhzad. İran kadınlarının sorunlarına değinen bir senaryo yazıyor. O artı k edebiyatçı, şair, yönetmen, ressam olmanın yanı sıra ışığıyla İran toplumunu aydın-latan bir akti vist…

13 Şubat 1967 günü. Şehir yağmurun isti lası altı nda. Füruğ Ferruhzad, İran İngiltere Kül-tür Evi Kütüphanesinden kalkıp annesine gidiyor. Arabayı şoförü kullanmakta. Dönüşte direksiyona kendi geçiyor Füruğ Hanım. Otomobiliyle ilerlediği caddede ilkokul öğrencilerini taşıyan bir araçla karşı karşıya geliyor. Öğrencilere çarpmamak için direksiyona hamle yapmakta geciken Füruğ Fer-ruhzad devrilen otomobilinden ne yazık ki sağ çıkmıyor…

Işığın karanlığa boyun eğdiğini düşünüp sevinenler oluyor Tahran’da. Yanılıyorlar oysa… Bilmiyorlar ki ardında bıraktı ğı mısraları bile çoğu kez yeti yor kustukları karanlığı boğmaya. Bilmiyor-lar ki ten kafesini parçalayıp ölüme uyanışı bile aydınlıktı r Füruğ Hanım’ın.

‘’düşlüyorum ancak bilirim aslabu kafesten kurtulma gücüm kalmamış

gardiyan istese bilekanatlanıp uçmaya soluğum kalmamış’’

diye yazmıştı Füruğ Hanım oğlu Kamiyar için düşürdüğü mısralarda. Özgürlük, hep bir ganimet gi-biydi onun için, hak edilmiş bir kavganın sonunda. Füruğ Hanım tutsak saydı kendini kendine yaşamı boyunca. Özgürlüğün doruklarında salınırken bile hep bir parça tutsak… Varsın kıldırmasın mollalar cenaze namazını, varsın iki gün geç kalsın Füruğ Hanım’ın bedeni toprağa. Füruğ Ferruhzad, ışığı yeryüzüne prangalayan bedeninden sıyrılmış, fanilik eşiğini aşmıştı nasılsa...

waiting for the rain - kayhan kalhor

Page 18: karatay fanzin | iki

karatay fanzin vasat kültür edebiyatı

18

iç kanayıp “yeter ulan başka oyuna geçelim”

deyip tanrıdan başkasına nazı geçmeyen

ve ölemeyen çocuklar’a

muhammet özmen

mumu unut mumdan yaktı ğın sigarayı unut tüm iç organlarını unut üst taraft akileri bil hassa elektrikler gelmeyecek harici bir bellek ile yürüyorsun( kaç gb ulan bir aşkış- ) elektrik kesinti leri kesilmeyecek - bir dünya çocuk geldi bugün dünyaya bir dünya çocuktan biri ablanı ikikilodokuzyüzgram zayıfl attı üçkiloyüzgram : dara kaybı - bir sürü çam arıyorsun alt tarafl arını bil- için hassa yukarı bak bak bu beton ( : ya da / ) ordu mezarlığa koş üstü ve altı açık çekti r çam bir mezarlıklarda var bugün - elektrikler kesilsin bazen ablan kilo versin kadınlar zarift ir değil mi mezarda da erkek her yerde erkekti r erkek her yerde bilhassa şehirde

bil şehrin iç kanaması bil şehrin çamsızlığı saptı r erkçe - kırk kere herkes ölecek desene

ay ışığında - imamyar hasanov

Page 19: karatay fanzin | iki

mayıs-haziran iki bin on beş fani sayı

19

üzül 3

ferhat dönmeznolur buradan gidelim.delirmemin hiç kesilmeden aktı ğını anlıyorumkalbi yok olanların yalnız çürümüş cesetler olduğunuen kötü adamın bile bir kalbi var ve atı yorluğunukin beslenmez bir şeyse bu bahçelerin neden.yağmurla büyümediğini. bu çiçeğin neden.

bir şeyi öyle anlatmak öyle anlatmak isti yorum kekeme olan kalbinizdir ve atar bazen kan az gelir ve bazen kalp kanda boğulurdemek ki kalp yüzme bilmez ya da kanda yüzülmezben bir şeyi anlatmak isti yorum bunu herkes sevsinuzak olan bir tarift en ibaret. görmediğiniz dehşetli tarifbunu herkes sevsin. bunu herkes sevsin herkesten.

şarkıda allahı buldun. sevinçten ağlıyorsun anne ben bir şey buldum güzelsigaranı yanlış lipton ice tea tenekesine atı yorsunanne ben bir şey buldum çok güzel bak ağlıyorum gözüme zoom yapsahilde ağlayabiliyorsun, bikiniyle ağlayabiliyorsunhatt a marketlerde ve hatt a alanyada bile ağlayabiliyorsunbu ne güzel haktı r anne ben çok güzel bir şeyler buldum güzel olandan.

her şeyden daha kolay bir karınca kolonisiiçine yerleşiyor. içimdeki şeyden bahsediyorumbazı geceler göğsüm çok daralıyor ve bunu siz de bilin isti yorum.nedenseseste allah var seste allah var koşun.

o yavşaklar yüzünden asr’dan ürpermeyecek değilimürperiyorumçaydan ve hatt a sigaradan bile hatt a zarifoğlu kitap kapaklarından ürperiyorumher şey o seste duranla aramıza giremeyecekkavmi ve zamanı durduranla aramızadurakta otobüs beklerken çok belli ediyorumbir otobüs beklediğimi anlıyor musun. hayır.

imam başını yüzkırkla secdeye çarpıyorbu iş kazası olarak geçiyor kayıtlarabaşka ne söylememi istersin.

ay ışığında - imamyar hasanov

Page 20: karatay fanzin | iki

karatay fanzin vasat kültür edebiyatı

20

annem ölürken

zezê vasconcelos

“bir çakıl taşıyım ben hâlâ / nehir boylarında / nehir boylarında..”

Gözlerine gelip oturmuş iki âlem arasını örtüsüyle sessizliğe gömen o rengârenk buğuyu, o dağ başının sisini hatı rlıyor musun anne?

“Gözlerimde kaynayan acının dumanı” derdin sen o buğuya. O acıyı, gözkapaklarının çift sıra dikilmiş fi dan gibi çevreleyen kirpiklerinde yağmur sonrasının ıslaklığı gibi taşırdın hep. Bun-dandı belki de bakışlarının yaydığı o tarifsiz toprak kokusu. Kimileri için sen masmavi bir göktün; kanatlarında sahipsiz acıları sızlanmadan, dertlenmeden bulup taşıyan.

Uzun uzun susuşlarla, uzak uzak bakmalarla etrafı na ördüğün o kubbede; yani, o taş, o metruk evde zamanın insafı na bıraktı n kendini. Sırtı nda taşıdığın bir kambur değil, bir emanetti senin için. Vakti geldiğinde yeryüzüne salıvereceğin, sabahlarını serinleten bir bahar yeline fı sılda-yacağın, uğur böceklerinin benekli kanatlarına konduracağın bir emanet sadece.. Yıllar ne de çabuk geçmiş, öyle değil mi? O masmavi göğü bir yosun tabakası bürümüş. Her taraft a bir küf kokusu.. Sıvası dökülmüş, ahşap pencereleri çürümüş, sactan yapılma bacasından yoksul bir dumanın tüt-tüğü ömrünün bu son deminde nefesini kimse duyuyor mu anne? Avuçlarındaki çizgilerde ti trek bir tebessüm, parıltı lı bir umut görebiliyor musun? Onlar da tuhaf bir suskunluk içinde. Alnımıza düşürülen o buruşuk yaz(g)ıyı yutkunamıyoruz artı k, farkında mısın?

Tozlu duvarların eskiyen yüzlerine kazınmış, üzerini asırlık yakarışların kapladığı okunak-sız, silik dualarda; kederin dokunuşuyla seyrele seyrele incelmiş boyunlara gerdanlık muskalarda arayıp bulduğun mahcup, boynu bükük, takatt en düşmüş kelimeleri hayatı nın söküklerine iğne iplik yaptı n da n’oldu anne? Ellerini zamanın eskitti ği ceplerine daldırdığında kendinden bir şeyler bulu-yor musun şimdi? Ben bulamıyorum anne. Sen de biliyorsun, kendi sesimizin yankısı bile kulağımızı tı rmalıyor.

evlerinin önü yonca - enstrümantal

Page 21: karatay fanzin | iki

mayıs-haziran iki bin on beş fani sayı

21

Ya çocukluğumun içinden uğultulu bir rüzgar gibi geçip giden, ağzımızda kül tadında bir burukluk bırakan o masallar, yağmurun eşlik etti ği gecelerde uykularımızı bıçak kesiği gibi bölen o rüyalar nerede şimdi anne?

Senin de kapını arada sırada çalıyor mu böyle sorular? Bir anti kacı dükkanında gezinir gibi bakıp duruyor musun arkana, ya da ufukta kaybolmak üzere olan kara bir trenin dumanına gayri ihti yari uzanıyor mu elin? Söylesene anne: Sen hâlâ soluğunu tüketmiş eski zaman söylencelerinde küllenmiş bir çaresizlikle duran hayallerin peşinde misin?

Ben hiçbir şeyin peşinde değilim anne. Ben iyi de değilim. Neyi beklediğimi bilmeden bekliyorum sadece. Bazen de durup durup ağlamak, bütün ağladıklarımın içinde boğulmak isti yo-rum. Bir bulut olsaydık diyorum, bizden ikinci bir tufan olur muydu? İçimizde katman katman birik-miş, içimizde göllenmiş o kadar zehir var ki, gözkapaklarımız arkasında yuvalanmış suyu tutmaktan yorgun… Dilimiz eski bir çağ kalıntı sı, kimsenin anladığı bir şey yok, yok kimsenin bir şey duyduğu.

İçime göl gibi biriken zehre daldırdığım kalemler eskitti m yıllarca, o zehri damlattı ğım deft erler eskitti m. Ama ömrümü bir boydan diğer boya kat eden yollara yolcu olamadım. İçine döküleceği denizi arayan yolunu kaybetmiş nehirlere kayık olamadım anne. Bütün suyunu göklere terleyen kurumuş bir göl gibi ağzım. Buharlaşıyor muyum, ruhum mu çekiliyor, anlamıyorum. Dilim bir tuz birikinti sinin içinde kıvranıp duruyor. Hiçbir kelimenin ıslaklığını hissedemiyorum. İçime akan suların sesi soluğu çıkmıyor artı k. Onlardan geriye kalan; bütün ayak izlerini silmiş bir çamur taba-kası ve kucağıma sığmayan bir kimsesizlik. Ömrümüze tutt uğumuz aynada buhar yok, ama yine de sana sormadan edemiyorum.

Biz sahiden yaşadık mı anne?

evlerinin önü yonca - enstrümantal

Page 22: karatay fanzin | iki

karatay fanzin vasat kültür edebiyatı

22

aslı’nı inkar etmek

istiyorum kerem!

alper gencer“eliiiif, miiiim ve eliiiif...

ant olsun harfl erine harekeler serpeceğim. döneceksin dönecekler döneceğim. “

aslı’nı inkar etmek isti yorum kerem! yârin kaşları keman olsa, içimdeki yayları param-parça ederim hemen. içime çanlar çakana inat, zehirlerim zangoçlarımı. durur ve limanları yakılan bir kenti n, gemisiz kalmasını kutsarım kıyılarımla. dönecek bir tek yolcusu bile yoktur uğurladığım günlerin. erken gelenleri kurşunlarım, suya sererim leşlerini. bekleyenler kazansın isti yorum bütün dünya harplerini! beklemek, bir mektuba başlayıp yarım bırakmak kadar asil bir niyetti r. ki bir mek-tuba başlamak, her şeyden sevip vazgeçmek gibi bir kifayetti r!

gecikmeyen yerlerimi vurmalısın sevgilim. gecik ve ertelen sen de! vakti nde gömüle-ceksin ne etsen de! kalkacak dakik olanların da bir bir naaşı. kazanmak istemiyorum hayata karşı! karşılıksız çıksam, ümidim nasıl olsa korunmuştur cürmümden. beni, vur!benden,kurşunlar sapsın! bana, çarmıhta iki odun bir haç... bırakana kadar ıskalar çak! bana bir ergen ölüsü miktarınca ilti mas yarat! ve bir cezme vuracak gövdemiz, çok şiddetli susarak.

beni anlama, beni anlar gibi yap! yorulmayan gövdeni, hamlar gibi yap! delik deşik hırka-mı tamlar gibi yap! ölünüp de yenilen gamlar gibi yap! yağmuru yağabilen damlar gibi yap! arabi’nin yandığı şamlar gibi yap! Allah’a eğilen lamlar gibi yap! ya beni de al geti r, ya bu guslü çöz, içime kırdığın camlar gibi yap!

eğdiği gövdelere rüzgar bırakan sendin. ne gövdeydin, ne eğendin, ne yeldin! güneşi mahmuzladım, gözlerine şeddeler vurdu sabah. öğlen oldu mu kalbime müracaat edebilirdin. ikin-dinin ortasında bana bakman için her şey hazırdı. ki akşama anca yeti şirdi beni tamamen kabul-lenmen. ol’madın, okunmayan harfl erimi yok saydın hep. sesin kısaldı, boğuldun mahreçlerde... aramızda erken sonlandı hepcümleler!

işte bir kurdun boğazına oturmuş ötür. birazdan gemiler kopacak beni bir tufana götür. birazdan asalar yağacak nehirlerin Musa’sına. ve döşümü fi ravun’un sevdiği bir kerem ovuşturur. ka-pıları dövmekten hiç evde yoktum. bulunmadım, çünkü mutt asıl arıyordum. bir şeylere yeti şemiyor olmanın uykusunu alıyordum. sevgilim,bu kahpe düzene bir saat kurmalıyım. seni çok seviyorum, nereye başvurmalıyım?

kenti yıldıran bir orman sırrı bahşet bu çölden. gerdiğim yay, oklar vurur sonsuzu. yer-diğim yar, yoklar durur o’nsuzu. seni sevmem hala öldürmediyse seni... dönerken... beni de geti r yanında!

dune - faran ensemble

Page 23: karatay fanzin | iki

mayıs-haziran iki bin on beş fani sayı

23

ahmet rasimmektup

sadeleştirmesi

süleyman akkuş

1917 yılında 1. Dünya Savaşı’nın tahr�batına uğramış Romanya’dan b�r kes�t

O gecenin sabahı daha komikti . Kime sordumsa:“Şaşırdım kaldım derhal yorganı yere serip sırt üstü yattı m, belki bir kurşun!” dedi.

Sorularımdan yalnızca birinin cevabını aldım: “Ben de pencereyi açtı m iki el attı m.” dedi.

Çok bahsetti ğinden atmış olma-lıydı. Mecidiye, altı insan boyundaki sokak-larla, tamamen gecekondu temeli ile ku-rulmuş ise de burada fazla çamurlu olduğu için gezmek güç. Hem nereye gidebilirsiniz ki? Evden eve yahut istasyona! Burada ha-yat, bizim için pek sıkıntı lı geçecek belli: zira köy âlemi yok ki şehirlerin eziyeti ve meşguliyeti nden yorulmuş olan beyin, yeni bir çöl manzarası, bir doğal temaşa karşı-sında başıboş kalıyor. Sakinliğini toplaya-rak kendini dinleyebilirsin. Özellikle böyle bir işgal zamanında kasaba hayatı da yok ki. Yan yana yaralıların geldiği günlerde.

Dobruca’nın kuzeyi ara vermeksi-zin yaralı gönderiyor. Savaş aralıksız sürü-yor. Burada neredeyse hiç Romen kalma-mış. Arada sırada birer ikişer Tatar simasına tesadüfen rastlıyorum. Etraf köylerden gel-me kadın, çocuk İslam fertleri de var. Bun-lar savaşın zapt ve gasp, el koyma, yağma, gibi her bir tehlikelerine uğramışlar. Bir gün önce tokken bir gün sonra aç, sefi l kalmış-lar. Merhamet, tesadüf bilmeyen kurşunla, güllede boğazlanacak; kurban bulamayan

bıçaksa kim kime? Bakalım bunlar savaştan sonra ne olacak? Her gelen yeni bir trajedi-den bahsediyor. Sabahleyin arkadaşım ka-rargâh kumandanı, 6. kolordu kumandanı Hilmi Paşa’ya yazdığım bir dilekçeyi üzerin-de saklayarak gitmiş idi. Cevaba ve karargâ-hı bilen birine nazaran köyde kalmayı tercih etmişti m.

Öğleden sonra canım fena halde sıkılmaya başladı. Kitap da yok ki okuyayım. Düşünmek, garipsemeyi daha da arttı rıyor. İnsan burada üç tarafl ı bir durumun verdiği tereddüt ve şüphe içinde kalıyor. Tarafl ar-dan her birisi kendine bir mahalle yapmış. Sakinleri de yok ki adetleri ve ahlaklarına dair bir gelişmeyi bilelim. Toprakhisar Sa-vaşı, Mecidiyelileri ta kuzeye kadar atmış veyahut bir daha sürülmeye mecbur bıra-kılmak üzere köyün sonunda bulunan Kös-tence ile Cernavuda’ya bizim eski Boğaz Köprüsü’ne fı rlatmış. Akşama doğru idi, Köstence müfetti şi ile ailesinin uğradıkla-rı saldırı sonrası öldükleri haberini aldım. Gök somurtt uğu için gece erken geliyordu.

Page 24: karatay fanzin | iki

karatay fanzin vasat kültür edebiyatı

24

Ağır koyu siyah perde, etrafı n gü-rültülerinden, kılıç seslerinden, tüfek sesle-rinden, nal şakırtı larından ürküp-kim bilir- nerelere kadar fi rar etmiş olan hayvanların homurtularından kurtulmuş olmalı ki göz-lediği o semtlere ne kadar yönelse de bir şeyler duymak, hatt a duyar gibi olmak ih-ti malinden kesin ümitli. Buraların sessizlik-ten çınladığı söylenebilir, Dobruca’nın zıttı olan Ümran’a uğramıştı m, içinde insanların yaşadığı fakat vahşetle imar edilmiş, topra-ğını binlerce ayak çiğnemiş, tepip geçmiş. Binlerce insan, saldırıya hazır ve öfk eli hal-de üzerinde durup koşarak, şurasına bu-rasına serpilmiş, çürümüş, esen rüzgârlar zerre zerre dağılan yalnız iskeletlerini bir süre daha korkudan gecikti rmişler gibi. Bit-kiler, renklerini unutmazlarsa belki gelincik başaklar, el koçanlar biter burada. Boncuk renkli hardal benizli mora çalan kırmızı kır çiçeklerle yine kızıl şakayıklar, pembe lale-lerle açar. İşte o zaman kuvvetli bir ışıldağın aydınlığı uzaktan uzağa medeniyet örneği olacak 20. asra özgü bir Çırağan eğlencesi yapardı.

İnsan, karanlıklarda gezindikleri-ni, kuruntuya düştüğü ruhlara ve cisimlere –korkusu kadar- çirkin şekiller verir değil mi? Bilmem buraların karanlığı farklı mıdır ki hayalimde canlandırdığım birtakım se-vimli yüzler dönüp duruyordu. Ta İshakçı civarına, Tuna kenarına Karadeniz kıyılarına uzanıp daldığı sıralarda, üzerindeki gurbet toprağını silkerek kalkınan ölülerin hayalet-leri çekildikten sonra, o yoğun karanlık küt-leyi defederek pürüzsüz birer nurlu çevre ile yansıyan anların ince bir tozla toplanmış soluk yüzlerinde görür gibi olduğu sessiz neşeye kapılmaktan kendisini alamıyordu. Ne fayda ki, yay kaldırımını oynatı rcasına kuvvetli kuvvetli basan bir nefer postasının ökçe sesleri, yavaş yavaş seyretti ğim bu yeri mahşer örneği olacak bir hale geti ri-yordu.

İşte burada olanlar tam olarak budur.

Savaş, nesi varsa buralara serpmiş dağıtmış pervasız, hafi f yüklü yürüyor, gidi-yor. Her ordu ardında birer birer kitle halin-de bir iz bırakır. İşte bu iz üzerinde yürüyen kalan inleyen ölen ruhlardır ki yazması hak olan zamanın kaleminden kan damlatacak-tı r.

“Romanya Mektupları” k�tabının aslından b�r örnek (Yusufağa Kütüphanes� - Konya)

“Romanya Mektupları” adlı seyahat k�tabının yazarı Ahmet Ras�m (İstanbul-1912)

Page 25: karatay fanzin | iki

mayıs-haziran iki bin on beş fani sayı

25

ali lidar röportajı

emre aygül

“B�r �nsan nasıl sev�l�r hatırlamıyorum. Öğret bana. Tut el�m-den, gözler�m�n �ç�ne bak, okula başlamış çocuğa alfabey� öğret�r g�b�, kırk yıllık Bud�st’e namaz kılmayı öğret�r g�b�, sabırla öğret bana sen� sevmey�. Merhamet� ve şefkat� elden bırakma. Öyle b�r bak k� bana, hırçınlığım gözler�n�n buğusun-dan utanıp kend� kend�n� yok ets�n..”

Şa�r, yazar, felsefe öğretmen�, oyuncu, sıkı okur, “Aleng�rl� Ş��rler” ’�n ve “Tes�rs�z Parçalar“ ’ın sah�b� Al� LİDAR. Aslında kend�s�n� anlatmaya çabalarken “Karpuz Kabuğuna Yazılar Yazmak” �s�ml� blo-gundan yardım almamak yanlış olur. Sıkı tak�pç�ler�n�n gözünden kaçmayan blogda b�rçok yazıları bulunan nam-ı d�ğer Tepebaşı Dükü Al� LİDAR, fanz�n�m�z�n �k�nc� sayısında röportaj konuğumuz.

*Öncel�kle röportajın şanındandır d�yerek “Al� LİDAR k�md�r” sorusu �le başlayalım. Evet, efend�m sora-rız s�ze Al� LİDAR k�md�r?

Al� L�dar k�m? Çok sevm�yorum ben bu soruyu. O yüzden bu soruyu her duyduğunda aklına Sal�n-ger’�n Çavdar Tarlasında Çocuklar k�tabının �lk paragrafı gelen b�r gar�p felsefe öğretmen� d�yerek geçey�m müsaaden�zle...

*Yazmaya, b�r şeyler ortaya koymaya �lk olarak ne zaman ve nasıl başladınız? S�z� yazmaya sevk eden sebeplerden b�raz bahsedeb�l�r m�s�n�z?

Neredeyse �lkokuldan ber� yazarım düzens�z olarak. Ve hala düzens�z yazdığım �ç�n bunu b�r �ş olarak değ�l de b�r rahatlama aracı olarak görüyorum. Ama aşağı yukarı dört beş yıldır yazdıklarımı blogum ve facebook sayfam kanalıyla �nsanlarla paylaşıyorum. Son altı ay �ç�n de de bazı yazı ve ş��rler�m� derled�ğ�m b�r ş��r b�r de “parçalar” k�tabım çıktı malumunuz. Ayrıca Ot, İzd�ham g�b� b�rkaç derg�de de düzenl� olarak yazmaktayım ş�md�l�k.

*Şu an rafl arda “Tes�rs�z Parçalar” ve “Aleng�rl� Ş��rler” adında �k� k�tabınız bulunmakta. S�z� büyük b�r yürekl�l�kle tebr�k eder�z. Devamını da okurunuz olarak bekler�z tab�� k�. Pek�, en çok hang� türde k�tapları ve k�mler� okursunuz?

Çok teşekkür eder�m. Okuma oburu olduğum �ç�n çok da seçmeden el�me geçen her şey� okurum ge-nelde. Ama özell�kle okuduğum ve çok sevd�ğ�m �s�mler var elbet. Oğuz Atay’ın, Tanpınar’ın, Orhan Pamuk’un yazdığı her satır çok kıymetl�d�r ben�m �ç�n.

*Yazılarınızın ve ş��rler�n�z�n genel�nde hüküm süren üslubunuz, �ç�nde eser m�ktarda argoyu da barındır-makta. Şahsen argonun da sanatta b�r yer� olduğunu düşünenlerden�m. S�z kend� üslubunuz hakkında ne düşünüyor-sunuz?

Düşünseyd�m yazmazdım herhalde. B�lm�yorum. Ve �ş�n doğrusu bununla h�ç �lg�lenm�yorum. Ko-nuşurken ne kadar küfred�yorsam yazarken de o kadar küfred�yorum mesela. Yazıya herhang� b�r kaygıyla başlamadığım �ç�n de o an �ç�mden ney� nasıl yazmak gel�yorsa o şek�lde yazıyor ve bırakıyorum. Ger�s�yle de �lg�lenm�yorum..

Page 26: karatay fanzin | iki

karatay fanzin vasat kültür edebiyatı

26

*Ş�md� röportajımızın seyr�n� b�raz değ�şt�rel�m. “Karpuz Kabuğuna Yazılar Yazmak” �s�ml� �çer�s�nde b�rb�r�nden değerl� eserler�n bulunduğu b�r blogunuz mevcut. Buradan, daha önce haber� olmayan okurlarımıza da ş�ddetle tavs�ye eder�z. 2000 sonrası ede-b�yat ve edeb�yat ortamları c�dd� boyutta tartışılagelm�şt�r. Özell�kle sanal âlem�n ve sosyal medya platformlarının (facebook, tw�tter, blog vs.) bu noktada, c�dd� b�r olumlu/olumsuz etk�s� olduğu sürekl� olarak tekrarlanmakta. S�z bu konuda b�r blog sah�b� ve Al� LİDAR olarak ne düşünüyorsunuz? Yan� edeb�yat ve �nternet bağdaşab�l�r vaz�yette şeyler m�d�r?

İş�n �ç�nde �nsan ve �let�ş�m varsa –k� var- bağdaşır elbette neden bağdaşmasın. İnternet �let�ş�mden kültüre hayatın her alanını der�nden etk�leyen b�r teknoloj� ve edeb�yatın da bu etk�den muaf olması düşünülemez bence. Yazdığınız b�r şey� b�r kaç dak�ka �ç�nde yüzlerce, b�nlerce �nsanın beğen�s�ne sunab�l�yorsunuz sadece bu b�le olumlu ya da olumsuz ger� b�ld�r�mler alab�lmek adına şahane b�r şey.

*Pek�, Al� LİDAR’ın hayatının dönüm noktası saydığı b�r eser veya yazar var mıdır? Oğuz Atay/Tutunamayanlar

*Türk�ye’n�n yakın tar�h�ne �z�n� büyük puntolarla ve s�l�nmez acılarla kazıyan b�r olay. Gez� D�ren�ş�. Bugüne kadar b�rçok �nsan, olayı s�yas� ve sosyal boyutlarla �nceled�, araştırdı durdu. Güncel edeb�yat da bundan gereken etk�y� aldı. Örneğ�n Emrah SERBES bu toplumsal çıkmazı b�r genc�n öyküsüyle b�rleşt�r�p “Del�duman” adında b�r roman ortaya koydu. Hem d�ren�ş hem de d�ren�ş�n toplum-da yarattığı sarsıntı hakkında b�r edeb�yatçı olarak s�z neler söylemek �sters�n�z?

Yazar ded�ğ�n�z toplumdan ayrı f�ld�ş� kulelerde yaşamıyor elbette. O yüzden halkı der�nden etk�leyen toplumsal olaylara karşı olumlu ya da olumsuz reaks�yon göstermes� çok normal. Hatta şart.

*Okurlarınızın gayet derecede aş�na olduğu b�r “Küçük Prens” koleks�yonunuz bulunmakta. Vallah� kıskanmıyor da değ�l�z han�. Pek�, Küçük Prens’e karşı olan ve s�zde koleks�yonunu oluşturacak kadar büyüyen bu sevg�n�z�n sebeb�n� öğreneb�l�r m�y�z?

Sevd�ğ�m ve etk�lend�ğ�m b�r k�tap Küçük Prens. En azından başlarda öyleyd� fakat artık ve sevmey� ve etk�lenmey� aştı tutkuya dönüştü. İlk kez �lkokul zamanlarında okumuştum. O zamanlar bu boyutta b�r �l�şk�n yoktu tab�� k�. Fakat zamanla b�raz da bazı tesadüfl er�n etk�s�yle bu türden b�r koleks�yona g�r�şt�m. Farklı d�llerde basılmış Küçük Prens’ler�, farklı yayınev-ler�nden çıkan baskıları ve Küçük Prens’e da�r bulab�ld�ğ�m her şey� b�r�kt�rmeye çalışıyorum. Şu an yüzden fazla k�tap oldu el�mde ve her geçen gün dostların katkısıyla daha da gel�ş�yor koleks�yonum.

*Ve ş�md�, ben�m de şahsen en çok merak ett�ğ�m soruya geld�k. Efend�m nam-ı d�ğer Tepebaşı Düklüğü mevzuundan b�raz bahseder m�s�n�z? Nasıl gel�şt� ve hala devam etmekte m�d�r?

Napolyon’un da ded�ğ� g�b�, “B�z�m asalet�m�z b�z�mle başlar dostum”

Bu sam�m� cevaplarınız �ç�n teşekkür eder�z. Ş�md� de �k� cevaplı sorularımıza geçel�m.

*Ş��r m� düzyazı mı? Neden?Düz yazı g�b� ş��r.. İy� oluyor öyle

*Sev�lmeden sevmek m� sevmeden sev�lmek m�? Neden?Adam g�b� sev�p sev�lmen�n suyu mu çıktı hafız!

*S�gara mı narg�le m�? Neden?S�gara. Narg�le sevmem h�ç.

*Kahve m� çay mı? Neden?Oralet.

*G�tmek m� kalmak mı? Neden?Durmak. Eylems�zl�k �y�d�r

*Matbu k�tap mı e-k�tap mı? Neden?E-k�tap neym�ş ya p�s!

*Leyla’lık mı Mecnun’luk mu? Neden?Leyladan geçme faslındayım Mevlayı bulma yollarında..

Page 27: karatay fanzin | iki

mayıs-haziran iki bin on beş fani sayı

27

ölüler ve yaşamayanlar

üzerine

m.murat doğusan

“ölülerimizi -sık kullanılanlara- ekliyoruz.ölülerimize ölülerimiz ekliyoruz.”

Marks’ a göre para bir emek ile veya bir meta veya bir meta ile başka bir metanın takası için kullanılan ölçüdür. Meta için ise işlevsel olma gerekliliğinden bahseder. Bence emek ve meta ile para değil sadece emek ile para takas edilir ama beni ve yaşasaydı onu da oturtup düşündürmeye sevk edecek bazı olaylar olmakta.

Ölüler üzerinde bir değer yargısı oluşmakta, ölüler ve ölümler toplumu yönetenlerce kul-lanılıyor dolayısı ile bir fonksiyon kazandırlar ve dolayısı ile bir değerleri var artı k. ölen kişinin yaşı çok önemli, ne kadar düşük ise o kadar çok para demekti r. Öldüğü yer de önemli, tabi bir grafi k hazırlanabilir mesela açlıktan ölen kişinin yaşı ne olursa olsun ölüsü değerli iken savaşta ölenler sadece çocuksa değerlidir yeti şkin ise değil. Ölen kişinin milliyeti de önemli ve öldüğü yer, mesela Türkiye’de ölen birisinin değeri Türkiye’de değerli iken Çin’de ölen biriside milliyeti ne göre Türki-ye’de önemli olabilir, Çin’de ölen bir türkün Türkiye’de ki değeri Çin’de ölen mesela yaklaşık 800 kişinin ölüsünün değerine denkti r. Aynı zamanda Türkiye’de ölen birisinin örneğin bir Rus’un Rusya da değeri vardır. Şimdi böyle bir şekilde değer karşılaştı rması yapılabilen bir meta varken ortada bunun bir borsası olmalı. Mesela Türk ölülerinin değeri Çinli ölülerin değeri karşısında değer kaza-nıp kaybedebilmeli. Ama bir problem var. Bir metanın karşılığı olan paranın her yerde denk değere sahip olması gerekir ve her değer paraya çevrilebilir ama ölünün değeri sadece otoriteye çevrilir. Ölüler otorite karşılığı alınır satı lır. Peki, otorite ne için kullanılır? Halkı yönetmek için. Peki, ölülere bu değeri sağlayan kim? Halkın ta kendisi. Yani halk sadece kendisini yönetti rebilmek ve elde tuta-bilmek için aslında değersiz olan ölülere ilgi gösterir değer verir.

a kişisi b kişisine sen mısırda öldürülen kız için üzülmedin der b kişisi de a kişisine hemen yanında 200bin kişi katledildi ona üzülmedin der, a kişisi bu sefer vakti yle bombalanıp insanları diri diri yakılan bir şehirden bahseder b kişisi döner ne bileyim bir boğazdaki bir savaştan bahseder sonra a kişisi o senin değil benim ölüm der ve ölüyü paylaşamazlar. ne yazık ki ne kadar boş bir şeyi tar-tı ştı klarının farkına varmazlar. Emek kaybolur emeğin kaybolması parayı kaybetti rir ve her ne kadar somut olmasa özgürlüğün ve ölünün olmasa da yaşayanın bir değeri vardır, bu ve benzeri şekillerde kaybolan paranın bedelini gelişmişlik ve özgürlük öder.

İşte bir toplum böyle geri kalır.

sessizlik - anonim

Page 28: karatay fanzin | iki

karatay fanzin vasat kültür edebiyatı

28

köhneleşmeyenhatıralar

tunahan bulut

Uzunca bir vakit güneşin kavurucu sıcaklığına katlanmıştı k. Oysa şimdi bu kabilden bir havadan söz etmek olası değildi. Sigara izmaritleriyle hıncahınç, âdemoğlundan usanmış bu naçiz kumsalda kızıla çalan güneş, ne yaza olan aşkını ne de sonbahara olan gönül hoşluğunu yiti rmiş değildi. Elhasıl, ne yakıcı bir yazdan ne de yaşlıyı andıran yağışlı bir sonbahardan söz edebilirdik. Bu akşamüstü vakti sahil de pek kalabalık değildi. Sağ tarafı mızda bulunan, bizlere epey mesafeli iki ecnebi hatun yazın ayrılık yanlısı olmasından ötürü tasa çekiyor, vücutlarını yalayan kupkuru rüz-gâra aldırmaksızın azıcık güneşe karşı sere serpe yatı yorlardı. O esnada biz, söylediğimiz şarkılarla neredeyse çingene düğünü yapıyor, sahilin öbür ucundan koşarak yanımıza gelen körpelerle raks ediyorduk. Söylediğimiz şarkılarla birlikte nahoş kahkahalarımız da esen rüzgârın şiddeti nden can alarak sahilin sonunda duyulabiliyordu.

Saatler çok geçmeden, hava lüzumundan fazla kararmış, etrafı mda ahbaplarım dâhil kim-secikler kalmamıştı ; Önümde gezinen üç beş yengece çakırkeyif bir külhanbeyi edasıyla naralar atmaya başlamış, denizin de alışılmışın dışında şiddetli dalgalarla kıyıdaki uzun zamandır su görme-miş toprakla merhabalaşmasına dikkat kesilmişti m. Bir süre sonra attı ğım anlamsız naralar kalan kuvveti mi hepten eritmişti . Doludizgin yaşanan yaz günleri benimle birlikte diri olan denizi, incecik kumu, etrafı n çöpünü temizleyen dostane rüzgârı, sahilin kumuna alımsız boyalar vurmuş sigara izmaritlerini ve daha birçok şeyi epeyi mecalsiz bırakmıştı . Hatt a etraft a hâsıl olan bu manidar yor-gunluk vücudumun her noktasında kendini hissetti rmeye başlamış, neredeyse ölüm döşeğinde gün sayan diriliği epeyi çürük ihti yar bir adamın yaşadığı ıssızlığı yaşar gibi olmuştum. Ardı sıra gözle-rimde kuş gibi bir uyku hâsıl olmuş yerimden kalkmaya canım olmasa da birkaç teşebbüs sonrasın-da doğrulmayı başarabilmişti m. Sahilden ayrılıp evin yolunu tutarken biraz ötedeki çöpün etrafı nı kundaklayan köpekler ve kediler aralarında kendilerince anlamlı bir kavga veriyorlardı. Ne var ki bu savaşa, sonradan katı lıp, çöpü var gücüyle karıştı ran ve bulduklarıyla da karnını doyuran bir beşer son verecekti .

Eve doğru yakınlaşırken kindar komşunun perdeleri her zamanki gibi ardına kadar açık bir vaziyett eydi. Kafamı ikinci defa kaldırıp bakmaktan hicap ederken kendimi evimin önünde buluver-mişti m. Çekirgelerin ötüşünü selam kabul edip kapıya geldiğimde anahtarı bulamayışımdan doğan evham yüreğime ürkeklik salmıştı ki arka kapının açık oluşuna sarılıverdim.

Ev hafi ft en kekikyağı kokuyordu; Etrafa lök gibi yapışan bu esansı usulca, lakin uzunca bir vakit içime çekmemle birlikte uykulu gözlerimde gaddarca bir ağırlık hissetmeye başladım. O esna-da rüzgâr da pencerelere tokatlar aşk ediyor, ikinci katt a açık kalmış pencereden dışarıya sarkan tül perdeyle raks ediyordu. Bu raksa bahçedeki seranın yırtı lan naylonları da kendince eşlik ediyordu.

daisy bell - tin hat trio

Page 29: karatay fanzin | iki

mayıs-haziran iki bin on beş fani sayı

29

Taban tahtalarına basıp iğri iğri yürürken sağ ayağıma yapışan üç beş karpuz çekirdeği miçoluk yaparcasına yatağıma kadar bana eşlik etti ler. Yatağıma vardığımda o kadar bitkin bir hal-deydim ki, gecenin şer kokan karanlığına uykumla eşlik etmeme mâni olacak bir şey neredeyse yok gibiydi. Çok geçmeden dışarıdan gelen kedi eniklerinin çığıltı sına kulak kabartmış, lüzumundan fazla irkilmişti m. İşte tam da o vakit, altı ncı yaşımı kutladığımız günün gecesi hatı rıma gelmişti ;

“İlk defa anne ve babamdan ayrı yerde yatmanın verdiği ürkeklikle baş başayken uyu-mam gereken saati çoktan devirmiş, yorganın altı nda alıp verdiğim nefesleri bir bir -bildiğim yere kadar- sayar olmuştum. Alnımdan akan terleri silmek şöyle dursun, yorganın altı ndan izlediğim oyuncaklarım da gözüme devasa görünüyor, onlara bakmaya dahi çekiniyordum. Korkmamam gerekti ğini defalarca söyleyen anneme kendimce lanetler okumayı da ihmal etmiyordum. Bir süre sonra duyduğum kedi eniği sesleriyle bir anda irkilmiş, dışarıya bakmaya yeltenecekken, odanın sinsi karanlığının cesareti mi okkalı hamlelerle çaldığını fark etmişti m. Ardı sıra durduk yere gıcır-dayan döşek, korkularıma bir yenisini daha eklemişti . Bir süre sonra da öbür odadan gelen öksürük seslerinden aldığım kuvvetle sağ tarafı ma dönüp uykuya dalabilmişti m…”

daisy bell - tin hat trio

Page 30: karatay fanzin | iki

karatay fanzin vasat kültür edebiyatı

30

h’içim şuan

mesut ateş

1.Ben yine sabahlayan sayfalarca karalayan dinlemedik şarkı bırakmayan pencere kenarında oturup yağmuru izleyen 2.Yağmur yoksa karanlığı içindeki karanlığı görmeyeceğim çünkü kimse görmedi çünkü kimse bir başkasının yanında hiç karanlık olmadı

3.Hep yanlış renkti m benhep, tek doğrunun o olduğunu sandımyanıldım bir gece iki gece bu ayları yılları bulacak 4.Bu karanlık bu uykusuzlukbi yere kadar kendimi bulamam

5.Çünkü yokumgörmüyorsunuz

5.1.hiçim şuan

sessizlik - anonim

Page 31: karatay fanzin | iki

mayıs-haziran iki bin on beş fani sayı

31

hata

serhat dönmez

Sen mağaralarında iple tanışan bebeğinAynı ağlamasıyla

Ve dansıyla bilinmedikçeGöz kapaklarından mor menekşeler açılacak

Önce göğeBu gök yaradır

Tırnaklarını yiti rmedenSaçlarını dökmeden ılık mermilerin

Şurada durduğunda şurada mermilerinİç kelimesini hatı rlatan kelebekleri soframıza çağır

Şurada durduğundaSoframız yaradır

Uyurken özlerini kapatKapını eksik bırakıp şaşırtmak içinYatağın kangren olmuş tarafı ndan

Kesilende kaybediyorken sabahıİçini daha çekemezken

Nefesinde şu bitmeyen düğünÜrkekliğini düğümlerse yaradır

Yılgın bir atla çarpışıp yere düşen ödünEl verip de dizginleyemediğim bir göçükten yaradır

Sana bulunmuş kumaşlarında bildiği gibiYıkanmak aynı kahrı temizlerse yaradır

mavinin türküsü - ahmet kaya

Page 32: karatay fanzin | iki

karatay fanzin vasat kültür edebiyatı

32

bazı şeyler

mislina bursal

Vapurlar geçsin isti yorum üstümüzden.Öyle ki, asfalt dökülmüş duygularımızın üstünden çok sular aksın.Burjuvaları taşıyan at arabaları geçsin kalbimizden.Köylüler arkamızdan küfürler yağdırsın.Tek kornişi eksik,Sararmış bir perde gibi sökülelim olduğumuz yerden.Yıkanmaya değil, Atı lmaya göndersinler bizi.Üstümüzden kuşlar geçmesin, Kim bilir,Yuva yaparlar belki çürümüş dallarımıza.Çiçeklerimizi de daha konuşamadan dillerini yemeye mahkum aç çocuklar koparsın.Tadını beğenmedikleri gibi, tükürmeye de şansları olmasın.Fakat ne olursa olsun,En çok vapurlar geçsin isti yorum üstümüzden.Son kez bağırışları yükselsin 6:45 fedailerinin.Koşuşturan insanlarla dolsun gözlerimiz.Kimseye bakacak halimiz kalmasın.Hatt a öyle günler gelsin ki,

fear of the south - tin hat trio

Page 33: karatay fanzin | iki

mayıs-haziran iki bin on beş fani sayı

33

Demlikte kalan son çay olalım birlikte.Yetmeyelim.

Yeti rmeyelim.Tiryakilere giden paşa çayı olalım hatt a

Tadımız tuzumuz kalmasın.Aldatı ldıktan sonra,

son sigarasını sevdiği adama verdiğini fark eden bir kadın yürüsün yollarımızdan.

Anılar boğazına durmuş olacak ki,Yutkunamasın.

Hayatı nda ilk defa tükürdüğü kaldırımlar olalım.

Depremin hayallerini sarstı ğı insanlar yapsın evlerimizi.Temelimiz sağlam olduğu kadar

Çürümüş umutlarımız vursun duvarlarımıza.Sarıya boyanmayalım.

Doğuştan loş doğalım biz.Re minör akorlar anlatı rken hikâyemizi,

La majör kadınların kahkahaları doldursun içimizi.Ani bir modülasyonla değişsin hayatı mız.Sonradan görme majör dizilerden olalım,

Gülüşümüz samimiyett en uzak kalsın.Ve bilinmeyen şarkıların bir anda ortaya çıkmasına

üzülür gibi üzülelim olana bitene.En sevdiğimiz şarkı,

kimseyi sevmediğimiz bir paralel evrende, arka fonda çalsın.Herkes tarafı ndan bilinen duygulardan soğuyalım.

Herkesten soğuyalım hatt a.

Ve yine,Anlatamadıklarımız dökülsün göklerden.

Otobüs fazla yükten kalkmayınca koyununu dışarı atmış bir çoban kadar çaresiz kalalım zamanın birinde.

Yeterince büyüdüğümüze inanıp var olmayan ülkeye kaçalım.Peter Pan’ı hiç duymamış insanlar arasından koşarak,

hatt a uçarak uzaklaşalım.

Bizim üstümüzden vapurlar geçsin evet.Gün ağarırken birbirine selam gönderen kaptanların gülüşlerinde saklanalım.

Bizim üstümüzden kuşlar değil,Vapurlar geçsin ama

Yıllarca kimseye deniz olduğumuzu anlatamayalım.

fear of the south - tin hat trio

Page 34: karatay fanzin | iki

karatay fanzin vasat kültür edebiyatı

34

foto-şiir

kübra gürdoğan

ben ne büyük bir dalgınlıkla bakmış olmalıyım ki hayatagörmedim orda çinko damlar ve plasti k sürahilerin tanrısınıyerime yadırgadımyerim olmadı zaten kendi mezarımdan başkaçılğının biri sanılmaktan sakınmaya vakti m olmadıdurmadan beyaz bir aygırla taşardım derin göllerdenbir gebe kısrakla kaçardım derin ormanlaragüneşin zekasıyla doymak isterdimkaba solgun kağıtlar sunardışehrin insanı bana

şehrin insanı, şehrin insanı, şehrinkaypak ilgilerin insanı, zarif ihanetlerin

o gün bugün, şehri dünyanın üstüne kapatı p bıraktı mkapattı m gümüş maşrapayla yaralanmış ağzımıham elmalar yemekten göveren dudaklarımmırıldanmasın şehrin mutantan ve kibirli ağrısını.azıcık gece alayım yanıma yalnızserçelerin uykusuna yetecek kadar geceböcekler için rutubetörümcekler için kuytubiraz da sabah sisiyabani güvercin kanatları rengindebiz artı k bunlar olarak gidiyoruzeylesin neyleyecekse şehrin insanı

şehrin insanı, şehrin insanı, şehrinbozuk paraların insanı, sivicelerin

işte öldüm, işte son kadife çiçeklerison defneler, badıranlarla kefenlediler benibütün kaçaklar için inci bir melhem oldu benim ölümümbütün hoşnutsuzlar yanlarında saklayacakbemin ölümümden yayınlan kırpıntı larıboğaz tokluğuna çalışanlarözenle kilitleyecek göğüslerinebenim ölmüş olmamıhiç bir yaprak damarındanhiçbir su özünden atamayacak beniortaya benim ölümüm sürülecekpey akçesi olaraktanrıların ölümünü bir üstlenen çıkıncaama neler olup bitti ğini hiç bir ayett enhiçbir vakit anlamayacak şehrin insanı

şehrin insanı, şehrin insanı, şehrinpahalı zevklerin insanı, ucuz cesaretlerin

İsmet Özel / Üç Frenk Havası

üç frenk havası - ismet özel

Page 35: karatay fanzin | iki

mayıs-haziran iki bin on beş fani sayı

35

filiz

hüsna dolu

“fi liz fi liz harelendim dallara uymak için”

Tam burada kerpiçten bir evin iki kanatlı ahşap kapısını aralıyorum. Kıymıklar tam burada saplanıyor elime. Kanatmıyor ama içten içe acıtı yor. Bu acıyla avluyu geçiyo-rum. Ahşap merdivenleri tı rmanıyorum. Her basamakta acım ağırlaşıyor ve attı ğım her adımda merdivenin gıcırtı sı artı yor. Bu acının ağırlığıyla bir odaya giriyorum, bir pencere kenarına oturuyorum. Kerpiç kokusu burnuma doğru büyüyor, ardından kekik kokusu. Sonra bir el tütün kolonyası ikram ediyor. Bir ses hatrımı soruyor, konuşuyoruz. Kısa konu-şuyor uzun susuyoruz. Bir zaman sonra gözlerimi sesin gözlerinden ayırıp dağın eteğinde-ki mezarlara, çıkmazlara, minarelere, damlara bakıyorum. Her bucağı böylece geziyorum. Susuyorum.

Keskin acı bir kavun kokusu. Susamışlığımı alıyor, acılığı acımı bastı rıyor. Sonra ses söylemeye başlıyor, ses söylüyor ben yapıyorum: Eşeğin sırtı nda bağa bahçeye gi-diyorum, dağlara çıkıyorum, doruklara sevdalanıyorum. Yoruluyorum sonra. Kahvede iki nefeslik dinleniyorum. Akşam oluyor. Yolu tutuyorum. Karanlık. Yine o ev. Göremiyorum ama kokusundan biliyorum. Göremiyorum sonra bana her şeyi söyleyen ses gaz lambasını söylüyor. Bin uğraş, yakamıyorum. Lamba-nın her yanmayışında evin bir yanı çöküyor, ben çöküyorum. O ses hala dimdik “gün olur ufalanır karanlıklar bin parçaya” diyor ve sonrası sonsuz aydınlık.

doruklara sevdalandım - ahmet kaya

Page 36: karatay fanzin | iki

karatay fanzin vasat kültür edebiyatı

36

kalbimin orta yerinde bir

nükleer santral

ekin tuna yener

Japonya gibi teknolojinin ve nitelikli insan emeğinin en üst düzeyde gelişti ği bir ülkede kurulan nükleer santral 11 Mart 2011 günü patladı. Yol açtı ğı sonuçlar hâlâ yaşanmaktayken ve bu kadar taze iken ülkemin nükleer santral hevesi!

Fukuşima’da binlerce insan öldü, 110 binden fazla insan yaşadıkları bölgeleri terk ederek, başka şehirlere göç etti ler. Nükleer felaket sonucu ortaya çıkan radyoakti f maddeler havaya, sulara karıştı . Sonuçları kesin olan bu felaket sonrası binlerce insan kanser oldu. Kesinliği geçelim hatt a ihti mal dahilinde bile olsa bu risk insan canına değer mi! Üstelik rant için..

Fukuşima felaketi ni takiben 8-15 Mart arası haft a nükleer felakete ayrılmış bulunuyor. Tüm dünyada ve özellikle Japonya’da bu konuda farkındalık yaratmak için bir dolu etkinlik yapılıyor. İlki 2009 yılında Bahreyn’de Birleşmiş Milletler tarafı ndan yapılmış olan Afet Risklerinin Azaltı lması konularının işlendiği Dünya Risk Konferansı’nın üçüncüsünde Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban-ki Moon 4 Mart 2015’teki konuşmasında, “Dünyadaki büyüyen eşitsizlik, artan doğal afetler, aşırı şehirleşme, enerjinin ve doğal kaynakların ölçüsüz tüketi mi dünyayı üstesinden gelemeyeceği risklerle sistemati k küresel etkilere maruz bırakmaktadır” diyerek felaketi n sonuçlarından hep bir-likte dersler çıkarılması gerekti ğini ifade etmiş. Ama bizde rant daha mühim öyle değil mi?

Romalıların Bizim Deniz “Mare Nostrum” dediği Akdeniz, bugün Arnavutluk, Cezayir, Bosna Hersek, Hırvati stan, Kıbrıs, Mısır, Yunanistan, Filisti n, , İspanya, Suriye, İtalya, Lübnan, Libya, Malta, Monaco, Karadağ, Fas, Tunus, Slovenya, Fransa ve Türkiye topraklarında yaşayan ‘’halkları-nın ortak denizidir’’. Bu büyük ortak yaşam alanı bugün büyük bir tehlike ile karşı karşıyadır. Üstelik Enerji ihti yacının karşılanması için Nükleer santrallere muhtaç değiliz. Çünkü bu doğa bu dünya herkese yetecek kadar zengin yeter ki kullanmasını ve paylaşmasını bilirsek. Aaa bu arada söyleme-den geçemezdim: bir de halka bunu pazarlama şekliniz var değil mi? Nükleer bir santral için reklam da nesi? Geri dönüşüm tesisi açıyorsunuz da onu mu gururla savunuyorsunuz bu kadar? Nükleer santral reklamı ölüm ilanından farksızdır. Ve biz biliyoruz ki “Sizin için ucuz olan nükleer enerji değil, insan hayatı dır.” Bu yüzden mücadeleyi ve direnişi ülkenin her coğrafyasında yükselti yoruz. Ve unut-mayın ki Çernobil Karadeniz’den 1400 km uzakta idi. Senin Evin Sinop’ a ya da Mersin’ e ne kadar uzak olabilir ki. Güzel bir gelecek, temiz bir dünya için; Susma haykır #NukleereHayır!

Vesselam kalbimizin orta yerinde ne Sinop’ta ne de Akkuyu’da nükleer santral istemiyo-ruz. ‘’Hamsi limonsuz kalmayacak!’’ bu da dost ve düşman herkesçe biline..

remembrance - balmorhea

Page 37: karatay fanzin | iki

mayıs-haziran iki bin on beş fani sayı

37

yeşiller siyah

eylem gerez

En son ne zaman attı n kendini yollara? Her karışında anılarının olduğu, saatlerce kahka-halar attı ğın, bir daha hiç nefes alamayacak gibi umutsuzca ağladığın, hayaller kurduğun ve ger-çekleşti rmek için nice çeti n savaşlar verdiğin, uzaklaşmak için kaçmak için gün saydığın ama uzak kaldığında eksik hissetti ğin, kendini hiç bir zaman oraya ait hissetmediğin, sonradan oranın parçası olduğunu anladığın.. Aslında hiç senin olmamış ama gidecek başkada bir yerinin olmadığını bildi-ğin.. Bataklık gibi seni içine çekse de her çırpınışında saplandığın yerden çıkmaya çalışarak güç-lendiğin.. İçinde bir top peşinde koşturan küçük çocuklara rastlayacağın köylere, Gür bir orman olmak için köklerini toprağa meydan okurcasına salan ağaçlara, uzaktan denizmişçesine yolcuları selamlayan tarlalara, otoban kenarında hayata inat yeti şmiş başkası için ot olsa da senin için güneş ışığına, bir damla suya hasret rengârenk çiçeklere, daha insanlarla baş etmeyi öğrenmeden, kendi-ne ait hayallerin umutların var mı diye sormaksızın eline verilmiş koca bir koyun sürüsünü gütmeye çalışan bir çobana, küçükken annenin sana söylediği sözü hatı rlatan başında uçan leyleklere, her ne kadar kısa da olsa o meşhur Film Şeridi’ne yetecek yollara sahip bir şehrin var mı? O zaman hadi oraya gitmek için kalk oturduğun yerden.. Kalk ki aslında kim olduğunu hatı rla..

Kalk ve git ki vereceğin her savaş için cephaneni topla.

En son ne zaman attı n kendini yollara? Her karışında anılarının olduğu, saatlerce kahka-halar attı ğın, bir daha hiç nefes alamayacak gibi umutsuzca ağladığın, hayaller kurduğun ve ger-çekleşti rmek için nice çeti n savaşlar verdiğin, uzaklaşmak için kaçmak için gün saydığın ama uzak

remembrance - balmorhea

Page 38: karatay fanzin | iki

karatay fanzin vasat kültür edebiyatı

38

bir yarım

burcu kubilay

Sopamın değdiği herkes ölümü tatmış gibi,Kime elimi uzatsam,Yarı yolda kalmış gibi.Uzadıkça uzayan bu yolda,Uzayda kaybolmuş gibi.

Var gibi ve yok gibi,Anlatması zor bir durum bu;Ve zor bir varoluş biçimi,Acıya acıyla cevap vere vere,Artı k acımaması gibi bir durum bu.

Gözlerini kapat, derin bir nefes al,Ve tüm yargılarını geride bırak.Ölen çocukların üzerinde yürüdüğün bu topraklarda,Eşitliğinle meydan oku bu coğrafyaya.

Bir yarım bu coğrafyada ezilen herkesti r,Bir yanım da tüm ezenlerdir,Dışarıdaki barışı,İçimden sağlayacağım.

remembrance - balmorhea

Page 39: karatay fanzin | iki

İstemsiz çiçekleri yeşertiyoruz. Güzel yağm

urlar yağma-

dan toplanmam

ız gerek. Dünyanın kederini sırtlanan

güzel çocuklara, işçilere ve fabrika düdüklerine kapıl-

dık. Üçüncü sayım

ızda bizimle olm

ak isterseniz eserle-

rinizi karatayfanzin@gm

ail.com adresim

ize bekleriz.

Page 40: karatay fanzin | iki

--- kuş ölür ,sen uçuşu hatırla...---