kapak-sayi 13 (25 mayis):layout 1 -...

24
Aydınlık BU SAYIDA 40 KİTAP TANITILIYOR 25 Mayıs 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 13 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP . Toplam: 448 Meşin Güç! Bir yazarın serüvenleri Dünya üzerinde aktarmalar... Gerçeğin yalın hali Yaz tatilinde tiyatro Şiir statükonun kontrolünden çıkıyor Şiir statükonun kontrolünden çıkıyor Şiir statükonun kontrolünden çıkıyor Hüseyin Haydar: Hüseyin Haydar: Hüseyin Haydar: Yunus Nadi Ödülü sahibi Yunus Nadi Ödülü sahibi Yunus Nadi Ödülü sahibi

Upload: others

Post on 25-Dec-2019

4 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: KAPAK-Sayi 13 (25 Mayis):Layout 1 - aydinlikgazete.comaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi13.pdf · “Yerçekimli Karanfil” kitabıyla tümüyle kendine özgü

AydınlıkBU SAYIDA

40KİTAP

TANITILIYOR

25 Mayıs 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 13

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidirKITAP.

Toplam: 448

Meşin Güç!

Bir yazarınserüvenleri

Dünya üzerindeaktarmalar...

Gerçeğin yalın hali

Yaz tatilindetiyatro

Şiir statükonun kontrolünden çıkıyorŞiir statükonun kontrolünden çıkıyorŞiir statükonun kontrolünden çıkıyor

Hüseyin Haydar:Hüseyin Haydar:Hüseyin Haydar:Yunus Nadi Ödülü sahibiYunus Nadi Ödülü sahibiYunus Nadi Ödülü sahibi

Page 2: KAPAK-Sayi 13 (25 Mayis):Layout 1 - aydinlikgazete.comaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi13.pdf · “Yerçekimli Karanfil” kitabıyla tümüyle kendine özgü
Page 3: KAPAK-Sayi 13 (25 Mayis):Layout 1 - aydinlikgazete.comaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi13.pdf · “Yerçekimli Karanfil” kitabıyla tümüyle kendine özgü

22-27 May�s aras�nda düzenlenen TÜYAP Diyarbak�r Kitap Fuar�, 135yay�nevi ve sivil toplum kurulu�unun kat�l�m�yla; konferans, panel,söyle�i, �iir dinletisi gibi 44 kültür etkinli�iyle ve imza günlerine kat�lan300 yazarla, “Yaz�n�n kadim yurdu” Diyarbak�r’da üçüncü kez okurlarlabulu�uyor.

Kitap Fuar�’n�n Fransa’dan gelen iki ara�t�rmac�-yazar konu�uhakk�nda da k�saca bilgi verelim. Dinler tarihi uzman� Sébastien deCourtois, 26 May�s 2012 Cumartesi günü fuarda olacak. Özellikle Orta-do�u H�ristiyan topluluklar�n�n durumu ve tarihte b�rakt�klar� izlerüstüne çal��malar�n� yo�unla�t�ran ara�t�rmac�, 1999 sonbahar�ndaMardin’e yapt��� bir yolculuk s�ras�nda Turabdin’in tarihine ilgi duymu�.Courtois, Diyarbak�r Kitap Fuar�’nda Süryaniler üzerine bir söyle�iyekonu�mac� olarak kat�lacak ve ard�ndan kitaplar�n� imzalayacak.

Fuar�n bir di�er konu�u ise Fransa’da ya�ayan Kürt kökenli ara�t�r-mac�-akademisyen Fawaz Husên. �sveç Yazarlar Birli�i, Uluslararas�PEN ve Fransa Yazarlar Örgütü üyesi olan yazar halen Fransa’da ya�a-makta. Yazar fuarda “Frans�zca Bir Bedende Kürtçe Bir Ruh” ba�l�kl�söyle�i ard�ndan kitaplar�n� imzalayacak.

“Bir Foto�raf Cam� Sergisi”, Diyarbak�r Kitap Fuar�’n�n dikkat çekenetkinliklerinden… 41 y�ll�k k�sa ya�am�na çok say�da eser ve tercümes��d�ran, Türkiye’nin farkl� yerlerinde ö�retmenlik yaparken ö�rencileriüzerinde derin izler b�rakan, Ankara’da Devlet Konservatuvar�’n�n kuru-lu�unda ve ilk ö�rencilerinin yeti�mesinde büyük eme�i olan SabahattinAli’nin en büyük tutkular�ndan biri olan foto�raflar� sergileniyor. Saba-hattin Ali’nin ya�amöyküsünün foto�raflarla anlat�ld��� sergi, yazar�nailesi, çocuklu�u, gençli�i, Almanya’da ya�ad��� y�llar, ö�retmenlik,askerlik, evlilik ve babal�k dönemleri gibi ba�l�kl� bölümlerden olu�uyor.

31. Uluslararas� �stanbul Kitap Fuar�’n�n Onur Konu�u Hollanda y�lboyunca süren etkinlikler kapsam�nda Diyarbak�r Kitap Fuar�’na dakat�l�yor.

Giri�in ücretsiz oldu�u fuar 22-26 May�s 2012 tarihleri aras�nda10.30-19.30 saatlerinde, kapan�� günü olan 27 May�s 2012 tarihindeise 10.30-19.00 saatlerinde ziyaret edilebilir.

Diyarbakır KitapFuarı, üçüncü kez…

25 MAYIS 2012 CUMA 3Aydınlık KİTAPİÇİNDEKİLER SUNU

[email protected]

Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti.Yalçın Koreş Cad. No: 12/A Bodrum Kat

Bağcılar / İstanbul Tel: 0212 655 44 34

Yönetim Yeriİstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbulTel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04

Faks: 0212 252 51 22

Editör: Pınar AkkoçYazıişleri: Damla YazıcıReklam Müdürü: Saynur OkuroğluSayfa Sekreteri: Egemen Yamandağ

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş.

adına sahibi:Mehmet Sabuncu

Genel Yayın Yönetmeni:Serhan Bolluk

Sorumlu Müdür:Mehmet Bozkurt

Aydınlık

KITAP.

ÖneriYorum

Harb-i�Umumi�Eşiğinde�- Osmanlı�Devleti�SonSavaşına�Nasıl�Girdi?�Mustafa�Aksakal,�İstan-

bul�Bilgi�Üniversitesi�Yayınları Hakkında yalan yan-lış çok şey söylenen, Türkiye’nin I. Dünya Savaşı’nakatılışına ilişkin yeni ve dikkate değer bir bilimsel çalışma.

Sovyet�Devlet�Kaynaklarında�Kürt�İsyanları,�MehmetPerinçek,�Kaynak�Yayınlarıİlk kez yayımlanan resmî belgelerle Sovyetler Birli-ği’nin Kürt isyanlarına ve Cumhuriyet iktidarına iliş-

kin tespitleri. Sovyet arşivleri çok değerli ve bugünlere

de ışık tutan ayrıntılarla dolu.

Osmanlı�İmparatorluğu’nda�İnkılâp�Hareketlerive�Millî�Mücadele, Ahmet�Bedevi�Kuran,�Türkiye

İş�Bankası�Kültür�YayınlarıUzun zamandır ancak sahaflarda bulunabilen kitabın tıp-kıbasımı yapıldı. Türk devrim tarihinin başucu kitapların-dan.

Matbuat�Hatıralarım, Ahmet�İhsan�Tokgöz,�Tür-kiye�İş�Bankası�Kültür�Yayınları�Bu hatırat da bu-

günlerde yeniden basıldı. İstibdat ve II. Meşrutiyet dö-nemleri basın, kültür, siyaset hayatına dair vazgeçilmezbir tanıklık. Özellikle bugün İstibdat dönemini daha iyi ta-nıma gerekliliği kendini dayatırken okunmalı.

Halkçılık�Üzerine,�Sun�Yat-sen,�Kaynak�YayınlarıÇin’in devrimci önderi Sun Yat-sen’in halkçılık /milliyetçilik üzerine yazıları. Bu metinler, emper-

yalizm çağında gerçekleşen ezilen dünya devrim-lerini karşılaştırmak ve kavramak bakımından değerliimkanlar sunuyor.

1)

2)

3)

4)

5)

Arda Odabaşı

Haftanın Portresi: Edip Cansever s. 4

Dünya üzerinde aktarmalar s. 4

Filistin’de enternasyolizm veanti-emperyalizm s. 6

Ölümün anlamı üzerine s. 8

Ateş, Güneş ve Ada s. 8

“Üstat”ın Genç Şair’lik dönemi s. 9

ET IN ARCADIA EGO-M. Sahil Kurt s. 10

Şiir, statükonun kontrolünden çıkıyor! s. 12-13

‘Metafizik’ Marksizm s. 14

Bir yazarın serüvenleri s. 15

Meşin Güç s. 16

Oğlunu vuran ananın peşinde s. 17

Yeni Çıkanlar s. 18-19

Çocuklar için Bruni’nin Avlusu s. 20

“Dünyayı Kurtaran Sahaf” s. 21

Alıntı test ve Bulmaca s. 22

Page 4: KAPAK-Sayi 13 (25 Mayis):Layout 1 - aydinlikgazete.comaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi13.pdf · “Yerçekimli Karanfil” kitabıyla tümüyle kendine özgü

25 MAYIS 2012 CUMA4 Aydınlık KİTAP

HAFTANIN PORTRES�

CEREN ADALETSEVER“Bazen Hayat” Sine Ergün’ün ikinci

öykü kitabı. 2010’da çıkan ilk öykü ki-tabı “Burası Tekin Değil”deki başarı-sıyla dikkatleri üzerine çeken yazar,Can Yayınları'ndan çıkan içinde kısa veçarpıcı 27 kısa öykü barından bu ikincikitabıyla ismini genç kuşağın iyi öyküyazarları arasına yazdırmayı çoktan ba-şarmış gözüküyor.

Can Yayınları'ndan Faruk Duman,daha öncesinde dergilerde öyküleri ya-yımlanan, yaratıcı drama liderliğiyapan, tiyatro oyunları senaryolar yazanyazarın ilk öykü kitabı“Burası Tekin Değil”ikeşfetmiş ve sonra-sında beraber çalış-mak için teklifgötürmüş ve Can Ya-yınları “BazenHayat” la birlikte ya-zarın ilk kitabını daaynı anda çıkarmış.Bu bizlerin genç ku-şaktan edebiyatınyeni yeteneği olanSine Ergün'ü dahayakından tanıma-mızı, onun bu yol-daki adımlarınıyakından takip et-memizi kolaylaştır-mak için önemli birfırsat.

Sine Ergün’ün öykülerinin, kitabıelime aldığım andan son sayfasını çevi-rine kadar bana eşlik eden en göze çar-pan özelliği; yalınlığı. Kendi kendimizeoldukça karmaşıklaştırdığımız hayatla-rımıza yalın bir biçimde bakmayı terciheden yazar, süslü bir anlatımdan kaça-rak gerçekleri daha “göz alıcı” hale ge-tiriyor. Aynı zamanda bu yalın anlatım;size ‘hissetme özgürlüğü’ de sağlıyor.Yazar tarafından gerçeğin içine itiliyorve orada kendi düşüncelerinizle yalnızbırakılıyorsunuz. “Evet” diyor yazar,“durum bu, sen ne anlıyorsan ve hisse-diyorsan…”

Kısa cümleler ve yalın anlatımıylakirli realizm akımından izler barındıranöykülerinin kahramanlarını şehrin in-sanları oluşturuyor. Kimi şehrin ritminiyakalamaya çalışan, kimi yalnız, kimikendine yer edinemeyen, kimi çoktangitmeyi tercih eden, kimi bunu gözealamayan. Bana öyle geldi ki; aslındaher gün gördüğümüz, “bir selamımızınolduğu” onun dışında hakkında pek debir şey bilmediğimiz yabancıların hayat-larının altını kazımış Sine Ergün. Uzunyolculuklarımızda karşımızda oturan

teyzenin, her gün işten eve dönerkenuğradığımız bakkalın ya da barda bera-ber çalıştığımız Halil Ağbi'nin, aşçıMurat Ağbi'nin ve müdür Aydan Ha-nım'ın hayatına ışık tutarak; onlarakendi hayatlarının içinden bakmamızısağlıyor. Ve bunu öylesine başarıyor ki,her birinin portre fotoğraflarını canlan-dırabiliyorsunuz kafanızda.

Bir fotoğrafı okumak; biraz da onuokuyanla ilgilidir. Bir fotoğrafçı ‘varo-lanı’ kendi objektifiyle izleyiciye sunar.Bu ‘an’ın izleyicide uyandırdığı his birçoğuna göre değişir. Yüzü çizgilerledolu yaşlı bir amcanın fotoğrafı, bende

farklı bir duygu yara-tıyorken, bir başkasıiçin farklı bir anlamifade ediyor olabilir.İşte “Bazen Hayat”ta,Sine Ergün de öykü-lerinde sözcüklerlefotoğraf çekmiş gibi.Varolanı kendi dilin-den anlatmış ve geri-sini okuyucuyabırakmış. Öyle ki, öy-külerinin içinde birhisse kapılmazsınızeğer, sanki “özellikle”her cümle duygudanarındırılmıştır. Öyküle-rinde bilerek bıraktı-ğını söylediği buboşluğu sözlerle dol-

durmak istememiş, böylelikle okuyucu-nun hislerine de bir yer açmış. Çünküsözler; bazen yetersizdir, bazen gerek-siz, bazen yersiz ve çoğu zaman yalancı:“Yükseklik Korkusu”ndaki gibi.

“Barda” ve “Yükseklik Korkusu”beni özellikle etkileyen iki öyküsü oldu,tıpkı “Burası Tekin Değil” kitabındaki“Suç Değil Becerisizlik”teki gibi.'Barda’da; etrafımızda olan sıradan in-sanların sıradanlığı bozan davranışlarıve bu sıradan insanların içinde kendineyer edinemeyen “ben”i etkili bir şekildeanlatmış yazar. “Yükseklik Korkusu”ndaise söyleyemediklerimizin aslında söyle-diklerimizin arkasında gizli olduğunu.Ayrıca “Bazen Hayat”ın son öyküsüolan “Karanlıkta”da ışığını kaybetmişolanların karanlığa nasıl alıştığını çarpıcıbir şekilde göz önüne koyuyor ve bizekinayeli bir göndermede bulunuyor.

Yalın bir anlatım, sade bir dil ve kısakısa öykülerden oluşan bu kitabı, eli-nize aldığınız gibi biterecek fakat oku-duktan uzun zaman sonra bilehatırlayacaksınız.

(Bazen Hayat, Sine Ergün, Can Yay. 96 s.)

Cemal Süreya, Ece Ayhan veTurgut Uyar’la birlikte İkinciYeni şiir akımının en önemli tem-silcisi olan Edip Cansever, 8Ağustos 1928’de İstanbul’dadoğdu. İstanbul Erkek Lisesi’nibitirdikten sonra Kapalıçarşı’dakidükkânında turistik eşya ve halıticareti yapmaya başladı.1976’dan sonra yalnızca şiirle uğ-raştı.

İlk şiiri 1944’te yayımlananEdip Cansever, düşünceyi dil vesöyleyiş içinde eriten, çarpıcı bi-çimlere dayanan şiir tarzıyla dik-kat çekti. 1957’de yayımlanan“Yerçekimli Karanfil” kitabıylatümüyle kendine özgü bir şiir ev-reni oluşturdu, İkinci Yeni’ninözgün örneklerini verdi ve hiçbirzaman “anlamsızlığa” kaymadı.İçine kapalı, anlaşılması güç ve

okurdan yoğun çaba isteyen amayine de anlamı ve düşünceyi savu-nan şiirlerinde düzyazının, hattatiyatronun olanaklarını kullan-maktan çekinmedi.

“Bireyi toplum içinde somutolarak görünür duruma getirmek,giderek daha da derinlerine ine-rek onun içsel dramını kurcala-mak çabasındayım” diyenCansever, dizelerinde umutsuz-luk, arayış, iletişimsizlik, uyum-suzluk, yalnızlık gibi temalaraağırlık verdi.

Cemal Süreya, yakın arkadaşıEdip Cansever’in ardından şöyledemişti: “Her şeyin fazlası zarar-lıdır ya / Fazla şiirden öldü EdipCansever.”

28 Mayıs 1986’da aramızdanayrılan Edip Cansever’i, 26. ölümyıldönümünde saygıyla anıyoruz.

“Her gün biraz daha yalnız Robespierre ve Fransa biraz uğultulu

yalnızdır akşamı yok edilen bir subay bilinmez ürkütülmüş atları ne çok sevdiği

her yalnızlık biraz ihtilâl.

Çok şeyleri kadınlar için yaptım, kadınlar onlar ki yokmuşum gibi sevdiler beni

beğenmek, beğenilmek gibi ayrı kaldılar bir gün de akşamdı,

ben o akşamı hiç unutmam her sessizlik biraz ihtilâl.

İşte bir tanrı evi, kimler ki geçerken uğruyorlar sonra çılgınlar gibi kalabalığa

belki de yarı kalmış bir sevgiye koşuyorlar belki de her boyun eğdikleri,

her diz çöküş yavaşça bir ihtilal.”

(Robespierre)

Gerçeğin yalın haliSİNE ERGÜN’ÜN ÖYKÜLERİ: “BAZEN HAYAT”

Sine Ergün

Edip Cansever(1928-1986)

Page 5: KAPAK-Sayi 13 (25 Mayis):Layout 1 - aydinlikgazete.comaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi13.pdf · “Yerçekimli Karanfil” kitabıyla tümüyle kendine özgü

ELVAN BEŞİKÇİOĞLUNedim Gürsel, romanları ve dene-

melerinin yanı sıra, her biri roman vedeneme tadındaki gezi yazılarıyla dageniş okur kitlesine seslenen biryazar. Ayak bastığı her ülkeyi, şehri,semti ya da bir kafeyi derinliğine du-yumsayarak aktarıyor takipçilerine.Son kitabı “Yine Bana Döneceksin”de Gürsel’in kalemine sinmiş olanyarı melankoliyi ve hüznü yumuşakbie sesle yansıtan, farklı iklimlere,farklı insanlara açılan bir yelpaze ni-teliğinde.

Kitap yazarın 1990’lardan bugünegeniş bir coğrafyada yaptığı yolculuk-ları anlatan yazılarından oluşuyor.Önce Yunanistan anılarıyla başlıyoryazar bu yolculuklar serüvenine. Yu-nanistan’ın Gürsel’in yazarlık serüve-ninde önemi büyük. Çünkü ilk aşkın,ilk kadının coğrafyası Yunanistan.Gürsel, yalnızca aşkı anlatmıyor amayazılarında; olası bir savaşın eşiğin-deki Türk-Yunan ilişkileri çerçeve-sinde politik geçmiş ve gündem deönemli bir yer tutuyor. Gerek politikgerek tarihsel altyapısıyla Kıbrıs dabaşrollerden birinde “YineBanaDö-necek-

sin”de.Akdeniz’deki yolculuğumuzun

diğer bir durağı da üç dinin paylaşa-madığı Kudüs. Ardından Beyrut, Fas,Mayorka, Rodos, Korsika, Saray-bosna, Barselona, Paris, Berlin, Mos-kovave Rio geliyor.

Nedim Gürsel gittiği her ülkeyekendini götüren değil, gittiği heryerde kendini bulan bir yazar portresiçiziyor. Uzağın çağrısına kulak kesile-rek edebiyat ve tarihin izinde uzak-lara götürüyor okurunu…

“Yolculuğun, kendimi bildim bilelihayatımın ayrılmaz bir parçası oldu-ğunu söyleyemem; ama hayal gü-cümü beslediğini, edebiyata ilk adımattığım ergenlik döneminde kaçıpgitme isteğiyle özdeşleşen bir duy-guya, ‘uzağın çağrısı’ diye adlandırdı-ğım kahredici bir özleme, giderekyıkıcı bir arzuya dönüştüğünü söyle-yebilirim. Aslında yolculuk hep vardı;çocukluğumun geçtiği Balıkesir’deyatağımın başucundan ayırmadığım,gece ışıl ışıl yanan mavi bir yerkürebiçimindeydi belki, ya da Akhisar’a,dedemin evine giderken ailecek bin-diğimiz kara trene benziyordu. Yol-culuk, o yıllarda, Balıkesiristasyonunun bekleme salonundakikalabalıkta, kurum kokan duvarların,

tahta bavulların yalnızlığındaydı.Kamyonların, külüstür otobüslerinalnına kazınmıştı. Denizi ilk gör-düğüm Bandırma Limanı’ndakimavnalar da onu anlatıyordu…”diyen yazar dünya üzerindeki “ak-tarmalarını” sürdürüyor, her se-ferinde ardında belirgin izlerbırakarak.

(Yine Bana Döneceksin,Nedim Gürsel, Doğan Kitap,

284 s.)

Aydınlık KİTAP

NED�M GÜRSEL’�N GEZ� YAZILARI: “Y�NE BANA DÖNECEKS�N”

Dünya üzerindeaktarmalar...

Nedim Gürsel gitti�i her ülkeye kendini götüren de�il, gitti�i heryerde kendini bulan bir yazar portresi çiziyor. Uza��n ça�r�s�na kulakkesilerek edebiyat ve tarihin izinde uzaklara götürüyor okurunu…

Nedim Gürsel

Page 6: KAPAK-Sayi 13 (25 Mayis):Layout 1 - aydinlikgazete.comaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi13.pdf · “Yerçekimli Karanfil” kitabıyla tümüyle kendine özgü

REHA GÖNENÇHalen Doğu Kudüs'te yaşamakta

olan ve Birzeit Üniversitesi'nde öğre-tim üyeliği yapan siyaset bilimci MusaBudeiri, kendi deyimiyle “benzersiznitelikteki bir sömürgeci tehdidin or-tasında bir tutunma noktası” kur-maya çabalayan Filistin KomünistPartisi'nin 1919-1948 yılları arasın-daki mücadelesini ve dünyadaki pekçok komünist partiden farklı olan ya-pısını anlatıyor. Alt başlığı “Enternas-yonalizm Mücadelesinde Araplar veYahudiler” olan kitap, FKP'nin, ulu-sal bölünmeleri aşma ve kalıcı birArap-Yahudi komünist örgütü kurmagirişimleri doğrultusundaki başarı vebaşarısızlıklarına odaklanıyor.

Özetlemek gerekirse, 1919 yılındaZion Partisi'nin bölünmesi sonucukurulan Filistin Komünist Partisi'ninkuruluş amacı, öncelikle Yahudi işçi-leri örgütlemekti. Kurucuları yalnızcaYahudilerden oluştuğu ve yalnızcaYahudi işçileri örgütlemeye yöneldik-leri için 1921'de Komintern tarafın-dan eleştirilen FKP, bununsonucunda Arap kitlelere yönelikprogramlar da geliştirmiş, Arap köy-lülerin Yahudilerce satın alınan top-raklardan sürülmesine karşı çıkmış vegiderek anti-emperyalist bir karakterkazanmıştır. 1929 yılından sonra iseFKP, Arap ve Yahudi işçileri emper-yalizme karşı ortak mücadeleye çağır-mıştır.

“Filistin'de Komünizmin Köken-leri”, “Filistin Komünist Partisi'ninAraplaştırılması”, “Üçüncü Dö-nemde Parti Politikası ve Ulusal Cep-he'nin Kurulması”, “FKP ve ArapAyaklanması, 1936-1939”, “Savaş Sı-rasında Parti”, “Komünist Hareketİçinde Ulusal Ayrılık”, “Arap UlusalKomünist Hareketi” başlıklı yedi bö-lümden oluşan kitap, FKP'ye ilişkintemel vurgularından birini şöyle yapı-yor: “Siyasal olarak parti, Filistin'dehem Arapların hem de Yahudilerinçıkarlarından söz eden ortak bir dilbulmayı bir türlü başaramadı. Yahudiişçilerle konuşurken sınıf mücadelesidilini, Araplarla konuşurken anti-em-peryalizm dilini kullandı. Anti-em-peryalist tarafta yer aldığını duyurdu,bu da Yahudi parti üyelerinin ol-

dukça büyük bir kısmının yabancılaş-masına yol açtı. Yalnızca ideolojikdoğruluk gerekçeleriyle değil, aynızamanda da Sovyet ulusal çıkarınailişkin gerçekliklerin bir yansımasıolarak, Britanya baş düşmandı.”

FKP deneyi, birleşik Filistin devletiidealine Yahudi kitleleri kazanmayıve ülkede büyük bir Yahudi azınlığınvarlığını Arap ulusal hareketine kabulettirmeyi başaramamak açısından,günümüz için de büyük önem taşıyor.Ulusal kurtuluş mücadelelerinin bu-günkü seyri düşünüldüğünde, Filistintopraklarındaki “komünist mücadele-nin”, pek çok açıdan laboratuvar işl-evi gördüğü çok açık.

Yayınevinin notu da şöyle: “Bukitap bir parti tarihi olmanın öte-sinde, Arap ve Yahudi komünistlerinİngiliz Mandası olan Filistin toprakla-rında yürüttüğü enternasyonalizmmücadelesini, tarihe not düşmektedir.Filistin tarihinin ihmal edilen ya daunutulan bir dönemi aydınlatılırken,aslında İsrail Devleti'nin nasıl yaratıl-dığı da anlatılmaktadır. Kitap hazırla-nırken, İngiliz ve İsrail arşivlerindekikonuya ilişkin belgeler titizlikle ince-lenmiş, gazete ve dergiler taranmış vehepsinde önemlisi, anlatılan olaylarıntanığı olmuş parti üyeleriyle yüz yüzeyapılan görüşmelerden yararlanılmış-tır.”

(Filistin Komünist Partisi,1919-1948, Musa Budeiri, YordamKitap, Çev. Şükrü Alpagut, 350 s.)

Aydınlık KİTAP

Filistin’deenternasyonalizm ve

anti-emperyalizm

MUSA BUDE�R�'DEN “F�L�ST�N KOMÜN�ST PART�S�, 1919-1948”

Mus

a B

udei

ri

Page 7: KAPAK-Sayi 13 (25 Mayis):Layout 1 - aydinlikgazete.comaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi13.pdf · “Yerçekimli Karanfil” kitabıyla tümüyle kendine özgü

Aydınlık KİTAP

MURAT HATUNOĞLUmurathatunoğ[email protected]ç sene önce, Beşiktaş’ta ilginç birsokak köpeği gördüm. İlginçti, çünkü ge-cenin bir vakti, çok trafik de olmamasınarağmen, yolun karşısına üst geçidi kulla-narak geçiyordu. O geçide gelen insanlarda ilginçti, çünkü onlar üst geçidi altınıgeçit olarak kullanıyorlardı. Motorlu araç-ların durduğu bir aralıktan yararlanıp,koştura koştura geçiyorlardı karşıya. Birsüre sonra o üst geçidi kaldırdılar, muhte-melen insanlar kullanmadığı için.

Bir arkadaşıma bu ilginçlikten bahse-dince, “o da bir şey mi?” diye başladı an-latmaya. “Bizim okuldaki köpekler okuliçinde dönen servislere biniyor. Durağı ge-lince de servisten inip yoluna devam edi-yor.” Şaşırarak gülümsedim. Anlatmayadevam etti arkadaşım, “Zaten bizim ser-visler bir acayip. Falanca manken ile fi-lanca oyuncu da biniyor servise. Okulaaraba girişi yasak çünkü. Ha, bir de okulçıkışında feci taksi kuyruğu oluyor. Öğren-ciye taksi yetişmiyor…” diye devam ettiarkadaşım. Ben de o magazin mankenle-riyle beraberce servise binen kampüs kö-peklerini düşünüp gülümsedim; yeşilanarşi düşüncesi geldi aklıma.

“Vallaha hayvan insandan akıllı” derkimisi, “hayvan, işinde gücünde. Hiç kim-seye zararı yok. İnsan öyle mi…” Yarışaka, yarı gerçek; ama yine de birine kız-dığında ya ona “hayvan” der ya da çeşitlihayvan isimleriyle “hakaret” eder. Hattakimisi de üstüne, “hayvan demeyeyim,hayvana ayıp olmasın” diye ekler. Buradaküfrün saçmalığı bariz olsa da, şakaylagerçek anlam harmanlansa da, içten içehayvana övgü vardır aslında. İnsandakihayvan övgüsü, “aslansın, kaplansın, tosu-num, koçum…” gibi sözlerle -hafif- özen-meye kayar. Güçlü olan hayvanın adı,insana dolu dolu söylenir. Belki de, evrimdüzlemindeki cılız yerimiz var bu sözlerinderininde. Cılızlığa nereden kanaat getiri-yorum, Bradford Üniversitesi’nde arkeo-loji doktoru olan Timothy Taylor’ınsözlerinden:

“İnsanoğlu var olmayabilirdi. Kafatas-larımız, doğum mücadelesi verirken sıkı-şıp ölüme neden olacak kadar geniş.Teknik bir ekibin (doğum uzmanı, ebe vesinyal makineleri gibi) yardımıyla becerik-siz kafatası, bir memeli için dokunaklı birsebeple ışığa doğru hareket eder; çığlıkatan, saçsız ve aylarca kafasını taşımaşansı bulamayacak kadar fiziksel açıdangüçsüz.”

Nisan ayında Alfa Yayınevi, Bilim Ki-taplığına Timothy Taylor’ın “Yapay May-mun” adlı kitabını ekledi. Kitapçıda görürgörmez merakla elime aldığım bu çirkinkapaklı kitabın alt başlığı merakımı ziya-desiyle celbedince, bana kitabı edinmekdüştü. “Teknoloji insan evrimini nasıl de-ğiştirir?” diye soran kapak, derhal arkasınıçevirttirdi, yazanları bir solukta bitirttirdi.

Giriş bölümünde, “Üreme süreci budenli ölümcül olabilen ve çocukları, kendibaşına giyinebilecek duruma gelene kadaryıllarca yetişkin desteğine ihtiyaç duyanböyle bir tür nasıl olur da evrimleşmekle

kalmayıp bir de, gezegenin tropik bölgele-rinden kutuplarına, kıyılarından yüksekplatolarına kadar her ortamına yerleşebi-len, dağların altından okyanus zemininekadar araştırma yapabilen en baskın türühaline gelir?”diye soruyor kitap. Anlatıboyunca sorulan böylesi soruların etkisiyleartıyor merak. Ve yanıtlar sık sık “hadicanım, olur mu öyle?” dedirtiyor; amadevam ettikçe, “a, doğrudur öyleysecanım”a dönebiliyor sözler. Mesela, ilk“hadi canım”, yazarın, “sizi Darwin’in ha-talı olduğu konusunda ikna etmeye çalışa-cağım” sözlerini okuyunca geliyor.“UFO’lardan veya Tanrı’dan gelen bir ya-bancı müdahaleye inandığım için değil.Akıllı tasarım diye adlandırılan aptalca id-dialara inandığım için de değil. Ama Dar-win’in doğal dünyayı anlamak içinkullandığı birçok araç –HMS Beagle’danDown House’a, kalem ve kâğıtlardanmikroskop ve neşterlere kadar- biyolojiyialtüst ediyor, evrimin kurallarını yıkıyor vedoğal seçilimi zayıflatıyor” paragrafını ta-mamlayınca, “hımm, olabilir aslında.”diyor okur. Darwin’in delillerinin ve kimifikirlerinin kökünden hatalı olduğu dü-şüncesinin –giderek artan bir şiddetle- be-lirtilmesiyle de derin okuma fazına çoktandalmış oluyor:

“Artık doğal seçilim tarafından yönetil-mediğimize dair artan kanıtlar bulunuyor.Teknoloji, biyolojiyi hükümsüz kılıyor vebizler, yaşamın, temel olarak Darwinci sü-reçten uzaklaşan, yeni bir biçimine yönel-tiyor. Gezegenimizdeki, doğal seçilimiaşabilen ilk varlık olmanın sonuçları ol-dukça fazla. Hiçbir zaman tamamen doğalvarlıklar olmuyoruz ve giderek yapay halegelecek şekilde evrimleşiyoruz. İstesek de,teknolojiden uzaklaşmamız artık müm-kün değil. Aslında teknoloji bizden uzak-laşabiliyor; teknolojik uygarlığın tümsisteminin eylemsizliği, gelecekte bize bı-rakılan kararların türlerini son dereceönemsiz hale getiriyor. Şu an izlediğimizyol sürdürülemez olabilir veya olmayabilirfakat bundan kurtulmaktan aciz olduğu-muza inanmak için pek çok neden var.Yere çakılabiliriz veya yapay çıkışımızadevam edebiliriz. Ama artık, ütopyacıruhların hayal ettiği sakin ve daha dengelibir yumuşak iniş mümkün değil. ”

(Yapay Maymun, Timothy Taylor, Alfa Yay.

Çev: Nimat A. Muhaddisoğlu, 304 s.)

İnsan: Evrimyolunda arabaya

binen yaya

Page 8: KAPAK-Sayi 13 (25 Mayis):Layout 1 - aydinlikgazete.comaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi13.pdf · “Yerçekimli Karanfil” kitabıyla tümüyle kendine özgü

25 MAYIS 2012 CUMA8 Aydınlık KİTAP

YASİN SARIYayıncılık dünyasının, Destek Ya-yınları Genel Yayın Yönetmeniolarak tanıdığı Ertürk Akşun,“Ateş, Güneş ve Ada” adlı kita-bında gençlik sırlarını anlattı.Genç bir erkeğin 17 ile 22 yaş ara-sındaki hikâyesini anlatan Akşun,kitaptaki kahraman, ya da kendideyişiyle anti-kahraman siz misi-niz sorusunu şöyle yanıtlıyor:“Okuyucular kahramanı benimleözdeşleştirdi, evet. Ama tamamenben değilim. Galiba fazla samimibir dil kullandım. Birkısmı benim ama en azyarısı da başka kişilerinhayatları. Genelde tamda o yaş erkeğinin his-settikleri anlatılan. Bizerkekler aynen böylehissediyoruz işte.”Akşun’un kitabındaaşk, seks, dostluk,kavga ve pek çok insanvar. Özellikle de haya-tına giren kadınlar…Akşun, “Ben samimiolması için, kendimideşebildiğim kadar deşmek iste-dim. Kitabın içindeki tüm olaylarbana ait değil tabii ki. Ama birço-ğunda ben de varım, benim olma-dığım yerde benim gibi olan başkaerkekler var… Korkmadan yaz-maya çalıştım” diyor.

HEDEF GENÇLERAkşun, aslında kitabın kahramanıolan genç erkeği oldukça hırpalı-yor. “İnsan yazdığı zaman, biryere gitmeli yazdıkları. Ama bubeni herkes okusun, entelektüelide, cahili de, kadını da, erkeği dediyerek olmaz” diyor ve sözlerinişöyle sürdürüyor: “Gerçektenyazdıklarınızın bir hedefi olmalı.Ben hedefime ağırlıklı olarakgençleri koydum . Genç bir er-keği, en içten nasıl yazılabilirseöyle yazmaya kalktım. Sonucundada belki de kimsenin söylemedi-ğini söylemiş oldum.” Akşun’a göre anlatılan sadecegenç bir erkek değil, insan ilişkile-rinde kadınla erkeğin hastalıklıhalleri. Akşun, “iyi bir ilişkiyenasıl gidilir” sorusunun yolunu so-rularla açmaya çalıştığı kanısında."İyi ilişki şudur" demeden yapıyorbunu. Sadece soruyor. Devamışöyle: “Kadın ve erkek birbirin-den farklıdır. Ama asıl sorunlar-dan biriside bu bence. Kadınlaerkeği sadece bir başlarına bir evetıkmaya çalışıyorlar. Hâlbukiinsan sadece bir kadın veya birerkek değildir. İnsan arkadaşlar-dır, erkek için erkek arkadaşlar,kadın için kadın arkadaşlar, dost-lar, başka paylaşımlar. Artık sa-dece mutluluğu iki kişi arasındabulmamız gerektiğine dair gizlibir önerme var sürekli.” Akşun’un kitabının yeniliği bir er-keğin iç dünyasını çok samimi birbiçimde anlatması. Kadınların içdünyasının birçok kez anlatılma-sına karşın, erkekler bu konudahep çekingen davrandı. Kadınla-rın cesur, erkeklerin ketum ol-duğu bu tehlikeli alanda kalem

oynatıyor Akşun ve şu yorumu ya-pıyor: “Kadınlar anlatmayı sever-ler. Kadınlar konuşarak, erkeklersevişerek boşalırlar ama bu ikidurum da faydalıdır… Biraz er-keklerin, özellikle genç erkekleriniç dünyalarını yansıtmak istedim.Bunu yaparken cesur olmaya ça-lıştım. Şunları irdeledim: Ailehakkında ne düşünürler, ahlakhakkında, aşk hakkında, sevgihakkında? Mutluluk nedir, haznedir? Kitaptan bir alıntı; "Erkeklerin ömürlerinin büyükkısmı erkek olmaya çabalamakla

geçer.Bizim erkek olmaçabamız bitmiyormaalesef… Bu biziçok yıpratıyor. İşteancak 40’lı yaş-larda bundan vaz-geçiyoruz, neyse nediyoruz. Dede kıva-mında baba oluyo-ruz.”Ertürk Akşun ki-tabı yazarken bes-lendiği kaynaklarhakkında da şunları

anlatıyor:

ORTAKLIK KURMAK“İçindeki tüm bilgiler benden öncevardı, hepsini aldım, kullandım,ortak oldum, son olarak siz okuyu-cuları da bu ortaklığa katmak içinyayımlıyorum. Aramızda bir ortaklıkkurulursa büyük bir iş yapmış olaca-ğım. Bu kitaba o yüzden benim di-yemiyorum, çünkü hepimizin.Dünyanın en güzel şeyi ortaklıktır,ortaklık zenginlik demektir… Amabu kitabın serüveninde en çok ikikitap etkili oldu diyebilirim. O ki-taplardaki iki kahraman, ya da antikahraman. Albert Camus’un"Düşüş" kitabı. Bir de Mithat CemalKuntay’ın "Üç İstanbul"undakiAdnan karakteri. Bu iki karakterdetoplum içinde düzgün, iyi eğitimalmış, iyi bir işi olan, iyi birer insan-dır. Ama iç dünyalarında bu ikierkek karakterinin de başka şeylerolduğunu görürüz. Genç erkekleriniç dünyalarını, algılarını, sorularını,hislerini, çaplarını, çapsızlıklarını,hatalarını, yarımlıklarını gün yüzüneçıkarmak istedim. Bir nevi anti kah-raman, ama aslında tüm o yaş er-keklerini temsil eden bir kişilik…”“Ateş, Güneş ve Ada” bir yanıyla dasosyal medya ürünü. Akşun, bu hi-kâyeyi önce orada anlattığını, çokilgi çektiğini görünce de yayımla-maya karar verdiğini anlatıyor.

(Ateş, Güneş ve Ada, ErtürkAkşun, Destek Yay., 317 s.)

B�R GENEL YAYIN YÖNETMEN�N �T�RAFLARI:

Erkeklerin iç dünyasıÖlümün anlamı üzerineM. FATİH DEMİRCİ

Sokrates felsefeyi ölüme hazırlık olarak tanımla-mıştı. Diğer bir ifadeyle bütün dini ve felsefi sistem-ler esas itibariyle bizi ölüm konusunda teselli etmekve öncelikle ölümün keskinliğine karşı bir panzehirolmak iddiasındadır. Batılıların bu konudaki kanaat-leri de ekseriyetle mutlak yok oluş olarak ölüm fik-riyle, derimizden saç telimize kadar ölümsüzolduğumuz varsayımı arasında gider gelir.

Arthur Schopenhauer, “Ölümün Anlamı” ismiyleTürkçeye kazandırılan eserinde insanın ölümsüzlükmeselesini nasıl ele alması gerektiğinin bir örneğiniveriyor. Kitap J. Glenn Gray’ın son dönem Batı fel-sefesinde ölüm fikrini ele aldığı kısa bir hazırlık yazı-sıyla başlıyor. Gray burada Batı felsefesinde ölümfikrinin seyrini özetliyor; Batının Rönesans sonrasıölüm fikrini nasıl ve niçin ihmal ve hatta terk ettiğini,Varoluşçuluğun hangi zeminde neşvünema buldu-ğunu, onların bu gerçeği nasıl tekrar ve ne gibi ek-sikliklerle hatırladığını ele alıyor.

�NSANIN ÖLÜMSÜZLÜ�ÜSchopenhauer’ın bu eseri iki bölümden oluşuyor.

İlk bölüm bir giriştir. Düşünürümüz meseleyi buradabir diyalog çerçevesi içinde kısaca ortaya koyuyor. Budiyalogda Thrasymachos daha çok kilisenin duvar-ları içine hapsedilmiş dini, Philalethes ise yakasınıkimseye kaptırmayan özgür hakikat arayıcısını tem-sil ediyor. Bu iki karakterin şahsında birbirindenfarklı iki kafa yapısının meseleyi ele alış tarzı açıkçagöz önüne seriliyor. Filozofumuz kitabın son ve asılkısmında ise, insanın ölümsüzlüğünü ele alıyor. Bu-rada bizim hakiki varlığımızın ölümsüz olduğu, do-layısıyla onun ölüm tarafından yok edilemeyeceğiortaya konuyor.

Arthur Schopenhauer’in temel felsefesi kâinatınve insanın özünü iradenin meydana getirdiği, bilgi-nin veya aklın ise iradeye yabancı ve arızi bir ilke ol-duğu esasına oturur; o, ölümü −felsefesine uygun birşekilde− onun insanın iradesi ve bilgisiyle ilişkisi çer-çevesinde ele alır. Ona göre, bilginin penceresindenbakınca ölümden korkmak için bir sebep yoktur.Ölümden korkan bizim bilen tarafımız değil, kör ira-demizdir. Bu korku da irademiz için gereklidir.Çünkü o yaşama iradesidir. Onun bütün tabiatı hayatiçin çabalamaya dayanır.

BATI’DA VE DO�U’DA ÖLÜMFilozofumuz bu meseleye biri menfi biri müspet

olmak üzere iki noktadan yaklaşıyor. İlk bakış açı-sına göre, ölümü bu dünyada, zaman içinde ve baş-kaları üzerinde müşahede ile olumsuz şekildetecrübe ederiz. Bu görünüşüyle ölüm bir organiz-manın yok oluşudur ve bu da her insan teki için zi-yadesiyle korkunçtur. Bu noktada Batılılar insanınölümden sonra da dünyadaki gibi yaşadığını ispat içinçeşitli deliller ileri sürerler. Bu delillerin tümü do-ğumdan önceki varlığımız için de geçerli olabilir. Buşekilde insanlar aslında dünya hayatından sonrakihayatın değil, öncekinin de varlığını ispat etmiş olur-lar. Öte yandan Brahman ve Buda dinine göre, insa-nın kendi asli varlığı, vücut bulma ve zail olmanın hertürüne özü itibariyle yabancı olan Brahma’dır. Kâi-nattaki bu sürekli ortaya çıkış ve kayboluş nizamı yü-zeysel bir görünümden ibarettir, bu nizam hiçbirşekilde insanın hakiki iç varlığı Brahma’yı etkilemez.Dolayısıyla −filozofumuza göre− Batılıların bu ko-

nudaki kanaatleri yanlıştır. Brahman ve Buda dini bunoktada insanın yoktan yaratıldığını ve başkasındanelde ettiği hayata gerçekte doğumuyla yeni başladı-ğını öğreten dinlere nazaran çok daha başarılıdır.

Filozofumuzun ikinci bakış açısı ise bu meseleyemüspet veçhesiyle veya zaman üstü yaklaşmaktır.Ona göre, olumsuz tecrübenin temeli olan zaman,bu yönüyle, kendinde şeye ilişmez. Zira insanlar budünyada varlık kazanabilmek için –ilk olarak− ha-kiki varlıklarıyla doğmadan önce sonsuz olarak varolmalıdırlar. Ancak ondan sonra bu kâinattaki hiç-liğe bitişik duran kararsız, ömürsüz varoluşa sahipolabilirler.

Arthur Schopenhauer, insanın ölümsüzlüğünüortaya koyarken, onun hakiki varlığına dayanır. Buvarlık da Platon’un ideaları ve dolayısıyla insanlıktürü ile özdeştir. O, ayrıca, bir insanın bireysel varlı-ğının ölümsüz olamayacağını belirtir. Çünkü birey-sellik onun bilgi veya bilincine dayanır. İnsanın asılvarlığı onun iradesidir. Bilinç ise, onun bu dünyadakihayatı ile ortaya çıkar ve bu dünyadan göç etmesiylede son bulur. Dolayısıyla bireyin ölümsüz olmak ar-zusu, aslında onun bir hatanın –bu dünyanın− sürüpgitmesini istemesi birbiriyle eşdeğerdir.

İnsan, bireyselliğinin devam etmeyecek olmasıkarşısında, ölümle yok olacağını düşünür. Ancak budurumda insan, −düşünüre göre− bir rüyada rüyagören olmaksızın sadece rüyaların var olduğunu dü-şünen kimse gibidir. Fakat oluş ve bozuluş sürecin-den etkilenen sadece fenomenlerdir, yoksafenomenlerde kendini gösteren, yani kendinde şeydeğil.

ÖLÜM VE ÖZGÜRLÜKBurada akla takılan temel sorular şunlardı: Filo-

zofumuz, bu görüşleriyle, birey olarak insan değil de,tür olarak insanlığın ölümsüz olduğunu iddia etme-mekte midir? Bu tür bir ölümsüzlük, insanın özgür-lüğü meselesine ne kadar cevap olabilir? Özgürlükmeselesi bir tarafa, böyle bir ölümsüzlük onun arayışıiçinde olduğu ölümsüzlük müdür ve onun bu susuz-luğunu dindirir mi?

Batının Aydınlanma sonrası metafizik ve ahlakinormları ilerleme inancına, mükemmeliyet fikrine vedünya düzeninin akla uygun olduğu ilkesine dayan-maktaydı. Bu kabuller onun ölümü hatırlamamasınıgerektiriyordu. Fakat Batılı insan, iki dünya savaşın-dan sonra, bu dünyanın onu gözetmediğini ve kayır-madığını gördü. Çünkü varlık onu sınırsız gücü vedoluluğuyla desteklememekteydi. Böylece o, kendiyerinin veya yurdunun dünya olmadığını ve buradanbir gün göçüp gideceğini, öleceğini anladı. Bu durumBatıda o güne kadar kabul edilegelen metafizik veahlaki normların tartışılır olmasına ve ölümün tek-rar hatırlanmasına sebep oldu. Böylece varoluşçu fel-sefe ortaya çıktı.

Arthur Schopenhauer, Rönesans sonrası Batı fel-sefesi içinde Varoluşçulardan önce ölüm fikri üze-rinde kafa yoran bir isimdir. Onun bu konudakidüşünceleri varoluşçuların düşünceleriyle −J. GlennGray’ın kısa bir hazırlık yazısında çizdiği çerçeveiçinde− birlikte okunursa önümüzde yeni ufuklaraçabilir. Bu eseri okumamız ve üzerinde kafa yor-maya başlamamız, ölümü hatırlamak ve ona hazır-lanmak için iyi bir ilk adım olabilir.(Ölümün Anlamı, Arthur Schopenhauer, Say Yayınları, çev. Ahmet Aydoğan, 128 s.)

ErtürkAk�un

Page 9: KAPAK-Sayi 13 (25 Mayis):Layout 1 - aydinlikgazete.comaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi13.pdf · “Yerçekimli Karanfil” kitabıyla tümüyle kendine özgü

Anadolu’nun işlenmemiş bozkırında itinaylakorunan bir filiz, özenle sulanan bir fide gibiboy veren Cumhuriyet’in, Avrupa’nındüşünce tarzını, bilim yöntemini,kültür ve sanat atılımlarını öğ-renmeleri için öncelikle Fran-sa’ya gönderdiği öğrencigrupları içinde birisi var kionun öyküsü Cumhuriyet’indeğerini anlamak, içeriğinive önemini kavramak bakı-mından bütün kuşaklarailetilmesi gereken ibretlikbir vaka örneği gösteriyor.Bu ibretlik vakanın ilk etabınıöykü kahramanının kendi ağ-zından aktarmak istiyorum:

“Bütün bir mevsim, Paris’te gün-düz ışığını görmedim. Paris’te gündüz na-sıldır, haberim olmadı. Gün doğarken yatıyor,gecenin başlangıcında da hafakanlarla yatağım-dan fırlayıp kulübe koşuyordum.”

“Bu söz, Paris dönüşü, Bâbıâli’de onun heredasını hayranlıkla seyreden kuklalara GençŞairin kendi kendisini tarif edişi…” dir.

“Ya üniversite, şu namlı Sorbon Üniversi-tesi?... Sormayın!.. Karşısında ve Sorbon Soka-ğı’ndaki Ermeni lokantasını tanıyor amaSorbon diye içinde nefes aldığı bir mekândanhaberi yok…

MEMLEKETE DÖNÜ� PARASIBir gün, Berlin’de oturup da Paris’e teftişegelen talebe müfettişi Zeki Mesut Bey’in kendi-sini aradığını bildirdiler, Genç Şaire… Gündüzolmasına rağmen uyandı, üst kattaki Bur-han’dan metro parasını aldı ve doğru ZekiMesut Bey’in oteline… Mareşal Ney’in heykelikarşısında, orta halli bir otelde Müfettiş Bey…İlk defa gördüğü müfettişi o kadar alelâdebuldu ki Oskar Vayld’ı hatırladı:

� Filan adam o kadar siliktir ki onu bir dahahatırlamamak için yüzünü bir kez görmek yeter.

Müfettiş Bey ona kısaca: � Vekalet, sürdüğünüz hayat bakımından

tahsisatınızı kesiyor, dedi; işte son aylığınız vememlekete dönüş paranız!..” Gündüzünü görmediğini söyleyerek Paris’i,“Berlin’de oturup Paris’e teftişe gelen” ve “o

kadar alelâde” ifadeleriyle müfettişi küçümse-yen ve böylece kendisine üstün bir nitelik bah-

şeden kişi idealist Cumhuriyet’in yoktanvar ederek burs bağladığı ve öğre-

nim için Avrupa’ya gönderdiğiNecip Fazıl Kısakürek’ten baş-

kası değildir. Bursunun ke-silme sebebi ise Sorbonne’underslikleri yerine Paris’in ku-marhanelerini mekân tutma-sıdır.

BÜYÜK ED�B�N BUHRANLI HAYATINecip Fazıl 1975 yılında

“Bâbıâli” adıyla yazdığı anıları-nın “ Vapur” bölümünde kendisi

için diyor ki: “Onu, 1934’e kadar hep Genç Şair diye gö-

recek, 1934-43 arası komünist ağzından MistikŞair diye gösterecek, 1943’ten bu yana, FikretAdil’in tabiriyle Sabık Şair diye belirteceğiz.”

Kendisi için başkalarının yaptığı bir tasnifle-meye uyması, Necip Fazıl’ın anıları boyuncarastladığım ilk ve son alçakgönüllülük belirtisi-dir. Bu nedenle biz de onunla ilgili anla-tımlarımızda bu adlandırmaya sadıkkalacağız.

Olay anlatımlarının arasına sı-kıştırdığı kendini yüksektetutan, yüceltmeye yönelik ruhtahlilleri, düşünce analizleri“büyük edibin buhranlı ha-yatı” gibi bir imge oluştur-maktan ziyade gerçek birkarakter otopsisine temelolacak özellikler taşıyor.Başka bir deyişle gerçek ka-rakterini ele vermekten başkabir işe yaramıyor. Fakat o ken-dine sırlar atfetmekten, kendiniderinlerin derini göstermektenbıkıp usanmıyor. Bunu en yakınlarınayapıyor üstelik. Müfettişten ayrıldıktansonra karşılaştığı arkadaşı Burhan Ümit’le ara-larındaki diyaloğu da aktarması böylesi bir kur-gunun ürünü izlenimini veriyor. Burhan Ümitdiyor ki:

� -Bırak şu kumarı, kuzum; derslerinesarıl!.. Yeni ihtiraslar ara kendine!.. Seninle ti-yatro, sanat, sergileri, müze, konferans, kütüp-hane, bohem kahveleri, serseri meyhaneleri,dansig, kabare, bütün Paris’i delik deşik ede-lim…

Ama şu öldürücü illeti silk at üzerinden!..Kendine acımıyor musun?

� Kendime acımak için böyle yapıyorum. � Öyleyse?.. � Eğer benim dipsiz uçuruma düşmemdeki

sırrı bilseydin yakamı bırakırdın!”

KUMARHANELER�N �T�BARLI M�TER�S�

Cumhuriyetin verdiği “son aylık ve memle-kete dönüş parası”nı da o gün üstelik itibarlımüşterisi olduğu kumarhanede öğütüyor. Vegündüzlerini görmediği Paris’in gece karanlığıiçinde dımdızlak kalan Genç Şair için oradaki

çoğu öğrenci olan Türkler kendi arala-rında para topluyor, Marsilya treninebilet alıyorlar. Çünkü onu Türkiye’ye gö-türecek gemi Marsilya’dan kalkmaktadır.

Genç Şair Marsilya’ya geldiğini söylü-yor. Ne var ki onu, orada daha bir rezil-

lik içinde görüyoruz. Çünkü bilet parasınıda kumara yatırmıştır. Beş parasız Türk

konsolosluğunun kapısı çalıyor. Reddedili-yor. At yarışı sahasında dolaşıyor, sahiller-

den keçiboynuzu toplayarak karnını doyuruyor.Sabahla birlikte kalabalıklaşan yarış meyda-nında konsolosu fark ediyor. O sahneyi bakınnasıl anlatıyor:

“(İnsanlar) En cicili bicili kılıklarıyla, tahtaparmaklığın sınırladığı dış yol üzerinde cevelanhalindeler… Aman!.. Aralarında silindir şap-kalı, dolama ipek kravatlı, göğsü dürbünlübizim konsolos cenapları!.. Parmaklığa koştu.Konsolos tam önünde… Elini uzattı ve konso-losu omuz başından kavradı.

Konsolos dehşetle: � Siz misiniz? Ne yapıyorsunuz? Yabancılar-

dan çekinmiyor musunuz? � İsterseniz beni polise teslim edin! Sizi asla

bırakmam! Ne istiyorsunuz? � Para! � Çekiniz elinizi yakamdan! � Çekmem! Para! � Akşama konsolosluğa gelin de görüşelim. Konsoloslukta bir makbuz, imza ve 1000

frank…”

���K�N B�R EGONecip Fazıl “Bâbıâli”de portresini çizmeye

bu hikâyelerle başlıyor. Öyle anlaşılıyorki herkesin bildiğinden emin olduğu

olayları üstelik kendi penceresin-den anlatarak bir anı kurgusunasahip eserini “nesnellik”le eti-ketlemiş olduğunu düşünüyor.Oysa ortalama bir okur bileonun söylediği her sözde, an-lattığı her olayda şişkin biregonun ağzından ve öznelli-ğin en cıvık aşamasından et-rafa sıçrama gayreti içinde

olduğunu rahatlıkla sezebilir. Paris’ten bin bir rezillik so-

nucu kendini İstanbul’a atanGenç Şair kendisini hasretle bek-

leyen ve yirmi yedi yaşında dul kal-mış olan annesini es geçerek doğruca

her birini lanetle andığı ama aynı zamanda ar-kadaşları olan o dönem edebiyatçılarının top-landığı Meserret’e, İkbal’e gider. Annesinetercih ettiği İkbal kendi deyişiyle “Bâbıâli’dekahramanlaşmaya bakan, dehâ hasretlisi mus-tarip cücelerin yatağı”dır.

“PES DO�RUSU!” DEM�YORUM... Emin Âli dehâ hasretlisi mustarip bu cü-

celere “Esafil-i Şark (Şarkın Sefilleri) adınıkoymuştur. Genç Şair'in beğendiği bu adlan-dırmaya dáhil olanlar içinde o gün MustafaNihat, Ahmet Hamdi, Hilmi Ziya, MükriminHalil ve Nurullah Ataç vardır. Her biri GençŞair'le teker teker öpüşür. Onun burada gös-terdiği ve övündüğü atraksiyonu ise NurullahAtaç’a tokat atmaktır.

Onun dilinde Nurullah Ataç “kirpi saçlı,nefsine hakaret ettirmek hastası Dostoyevskimukallidi”, Yusuf Ziya, “Orhan Seyfi ile bir-likte işi fikirsiz güldürücülüğe dökmüş kellekoltukta bir kofluk”, Hamdullah Suphi, “ba-bası Rum dönmesi olduğu söylenen Türkçü-lük kuyumcusu”, Vâlâ Nurettin, “komünistdönmesi ve fıstık-üzüm soyundan eğlencemuharriri”, Abdullah Cevdet “çiçek bozuğuderisinin altı iltihap dolu İslam düşmanı veçingenece hasis”,

Nazım Hikmet “heykelleşmiş bir ahmak”,“Edebiyat-ı Cedide baştan başa bir geri zeka-lılar meşheri”dir. Bütün Türk edebiyatınınonun algı dünyasındaki karşılığı ise “ölülermahşeri”dir. Pes doğrusu demiyorum. Bunu,bilim yararına ampirik bir durum söz konusuolduğu için yapmak istemiyorum.

25 MAYIS 2012 CUMA 9Aydınlık KİTAP

CAFER YILDIRIM

[email protected]

NEC�P FAZIL VE KEND�S�NE SIRLAR ATFEDEN B�R KARAKTER�N OTOPS�S�

“Üstat”ın Genç Şair’lik dönemi

Cumhuriyetinverdi�i “son ayl�k vememlekete dönü�

paras�”n� da o gün itibarl�mü�terisi oldu�u kumarhanede

ö�ütüyor. Ve gündüzlerinigörmedi�i Paris’in gece karanl���içinde d�md�zlak kalan Genç �airiçin oradaki ço�u ö�renci olanTürkler kendi aralar�nda para

topluyor, Marsilya treninebilet al�yorlar

Necip Faz�l K�sakürek

Page 10: KAPAK-Sayi 13 (25 Mayis):Layout 1 - aydinlikgazete.comaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi13.pdf · “Yerçekimli Karanfil” kitabıyla tümüyle kendine özgü

M. SALİH [email protected]

“Bir zamanlar dünyada, hiç kimsenin sahibi olmadığı

ormanlar vardı.”Cormac McCarthy

İşte! Ben bu kitabı bekliyordum sayınokur! Kitapla ilgili fikirlerimden öncebirkaç şeye değinmem gerekiyor.

E-postalarıyla fikirlerini paylaşan vebu köşenin şekillenmesinde gizli birerkahraman olan okuyucularımın yoğun-lukla bahsettikleri serzeniş şu: “Nedenhiç Türk yazarlardan bahsetmiyorsun?”

Asıl sorulması gereken “Türk yazarlarnerede?” sorusu olmalıdır. Ne yazık ki(hâlâ) ülkemizde fantastik kurgu, bilimkurgu, alternatif kurgu, korku edebiyatıkonularında düzenli eser vermekte olanyazar adedi iki elin parmaklarını geçmez.Genellemeye maruz bırakarak kimseyikırmak istemem (bu nedenle sadece bazıkitapları diyelim) ancak yazan isimlerinpek çoğu da kendi söylencesini oluştur-maktan çok uzakta, türün yabancı örnek-lerine öykünerek ve tutarsızlıklarlaboğuşan kurguların içerisinde hapisolmuş görünümdedirler. Türkçe tercü-meleri bir hayli geç zamanda dilimize ka-zandırıldığı için “fantastik kurguklasikleri” kapsamındaki kitaplara öykü-nerek, taklit kurgular oluşturmanın needebi ne de okuyucu açısından bir önemiolmadığının, kurguya ve türe yeni bir şey,yeni bir açılım veya soyut ifadeyle“soluk” kazandırmadıktan sonra, her-hangi bir kitabı yazmayla fotokopi maki-nesi başında sabahlamak arasında birfarkın bulunmadığının anlaşılması gere-kir. Dahası bilim kurgu –ki en büyük so-runla karşılaşılan türdür- gibi belirlitemellerle örtüşmesi gereken bir türde“yazarım” diyebilmek için, hiç olmazsabilimin yakınından geçmiş olmak, tutarlı,güncel bilime uygun romanlar, öykülerkurgulayabilmek gerekmektedir fakat bualanda da bir başarısızlık hüküm sürmek-tedir. Dahası, gerek kitabının tanıtımıiçin gerek eleştiri talebi için, kitap ekleridâhil kitap incelemesine dayalı yayıncılıkyapan bütün yayınlara kitaplarını, bir ta-nıtım bülteniyle beraber gönderme so-rumluluğunu taşımalıdırlar.

ELE�T�RMEN SIKINTISIBarış Müstecaplıoğlu’nun geçenlerde

dinlediğim bir söyleşisindeki tespiti çar-pıcıydı: “Yazdığımız türlerde eleştiri veeleştirmen sıkıntısı da bulunduğu içinyaptığımız şeyin neresinde olduğumuzuanlamakta sıkıntı çekiyoruz.” Müstecap-lıoğlu belirttiği şeyde yüzde yüz haklıdır.Ancak atlanılan konu, bu türlerde yazanTürk yazarların, kendilerini “Neil Gai-man,” (popülerlik anlamında benzetme-dir, lütfen edebi seviyeyi işaret eden birbenzetme zannetmeyiniz) sanmalarıdır.Sanki kitapları yayımlanır yayımlanmazinanılmaz bir ilgi seliyle karşılaşıyor vekitapçıların önünde kuyruklar oluşuyor-muş gibi “kitap inceleme ve eleştirisi”üzerine yayın yapan organlarla ve eleş-tirmenlerle bağlantı kurmaya ne yazık kiüşenmektedirler. Burada tabii ki yazar-lardan çok yayınevlerine ve ülkemizde

kavram olarak henüz oturmamış olan“yazar temsilcilerine” daha büyük so-rumluluklar düşmektedir. Kabul etmeli-lerdir ki her hafta onlarca, yüzlercekitabın yayımına başlanan bir ülkede,her kitabın eleştirmenler tarafından farkedilmesi ve değerlendirilmesi mümkündeğildir. Her eve giren, hayatımızdaneksik olmayan, hatta gazetelerin pro-mosyon amaçlı dağıttıkları çizgi roman-ların günümüzdeki durumu ise oldukçageniş bir konudur ve önümüzdeki haftabu köşede uzun bir yazıyla incelenmeyeçalışılacaktır. Özetle, “Babil Balığı”ndayazar, milliyet, yayınevi ayrımı bulun-maz, nitelik ve keşif farkı bulunur.

KARANLIK KUYU“Salı”nın yazarı Cihat Taşçıoğlu daha

önce başarılı tercümelerinden ve yayım-landığında inceleme fırsatı bulamadığım(tekrar yayıma hazırlandığı müjdesiniverelim) “Gereği Düşünüldü: İstan-bul’da Seri Cinayetler” romanından ta-nıdığımız bir isim. “Salı”yı ikinci kezokumamın ardından bencilce tek arzum,Taşçıoğlu’nun bu kitapla birlikte artıksadece yazmaya yönelmesi olacaktır.“Salı”yı bu kadar özel kılan ve beğen-meme yol açan şeylerin başında, beni,tür belirleme konusunda karanlık bir ku-yuya atması gelir. Yoğun şekilde ütopyaöğeleri, karakterlerin ağzından zamanzaman didaktik anlatımlar mevcutken,aynı zamanda alternatif kurgularınoyunculuğuna, distopyaların buhranınave hatta gözden kaçırılamayacak dere-cede “new weird” kurgularının detaycılı-ğına ve alaycılığına da rastlamakmümkün. Kitabın gerek alt metninde

gerek kurgusunda geniş çerçevede, sis-teme yönelik ele alınan konuların daçokluğunu göz önüne alarak ve haddimide biraz aşarak kitabı bir yakın gelecekbilim kurgusu çerçevesinde değerlendir-menin daha doğru olacağını düşünüyo-rum. Tabii daha önemlisi, Taşçıoğlu’nunsadece kendine ait, ele avuca sığmayanözel kurgusunu uygulamaya dökmekteve anlatım diline çevirmekte de göster-miş olduğu özgünlük… İki kitaba bö-lümlenmiş kitabın her iki bölümü defarklı fakat aynı derecede zevkli birerokuma serüveni sunuyor. Sistemle anlaş-mazlığa düşen insanların öyküsü, adımadım okuyucuyu da içine alan, bütün de-tayları özenle inşa edilmiş bir yapıya dö-nüşüyor. Yazarın detaylarına gösterdiğiözen ve özellikle iyice araştırılıp düşü-nülmemiş hiçbir şeyi kurgusuna ekleme-mesi saygı duyulacak bir öğe olduğukadar, aynı zamanda yazma gayretindeolan bütün genç arkadaşlarımıza da dersolacak nitelikte. Hatta yazar “hadi canımsende?” sorusunu sürekli sordurmayıçok seviyor ve birkaç sayfa sonra inana-madığınız öğenin nasıl gerçekleşebilece-ğini okuyunca, suratınıza tokat yemişgibi oluyorsunuz. Kitaptan her tokat ye-diğinizde, yazarının bir yerlerden sizebakıp kahkaha attığından emin olabilir-siniz. Anarşizmi kurgusal olarak ele alır-ken, kimi okuyucu kızabilecek, kimiokuyucu ise memnuniyetle gülümseye-cektir. Kitabın ilk kısmındaki dipnotlarınoyunculuğu sağ olsun, en kızgın hali-nizde bile iddia ediyorum yazara kıza-mayacaksınız. Harika bir tempoyla sayfaardına sayfa çevirmenize ve kolayca oku-manıza olanak sağlayan kitabı okurken

alacağınız zevki baltalamamak adına -nekadar paylaşmak için kaşınsam da- alıntıyapmayacağım. İpucu verebilirim; bkz.28. sayfa 1. dipnot, 353. sayfa sondanikinci paragraf. Kitaba yönelik tek eleşti-rim, Taşçıoğlu’nun karakterlerine duy-duğu “aşk” olacaktır. Karakterlerininaptallaşmasına (aptallık yapmasına de-miyorum) ne izin veriyor ne de olanaksağlıyor. Kitabın en can alıcı noktası olansonuna kadar, okur olarak zaten yakınlıkhissettiğimiz ve kitap boyunca artan birsevgi duyduğumuz karakterlerindeki bukısıtlama –veya tahammülsüzlük- bir“kahramanlaştırma” gayreti olarak algı-lanabilir ve okuyucuya zaman zaman ba-tabilir (en azından bende öyle oldu,tamamen yanılıyor da olabilirim). Kita-bın formunu biraz daha açarsak, kurgu-suyla benzerliklerini gözlemliyoruz.Yazar, bütün formları alaşağı ediyor,kurgu duvarlarını bir balyozla deliyor vearalıklardan birikimini elinize bırakıyor.Ursula LeGuin’in dediği gibi; “Devrimisatın alamazsınız. Devrimi yapamazsınız.Sadece devrimin kendisi olabilirsiniz. Yaruhunuzdadır ya da hiçbir yerde.”

YAZMAYA ODAKLANMAKBeyaz tavşan, Alice Harikalar Diya-

rında’dan, sayfalara, kelimelere sıçrı-yor. En önemlisi yıkımı enkaz halindebırakmıyor, yeni, kendine özgü bir formşekillendiriyor. Form, protestoyu hak-kıyla taşıyor. Taşçıoğlu ile gerçekleştir-diğimiz kısa sohbette şu sözü ilgiçekiciydi: “Ben artık bir yazarım diyebi-liyorum, çünkü çevremde ne olursaolsun sadece yazmaya odaklanabiliyo-rum ve günde otuz sayfa yazabiliyo-rum.” Bu cümlenin özellikle, yazmatembelliği içinde kıvranan, yazmayıözenle hazırlanan bir ritüel haline in-dirgeyen, dahası “kullanımı azalan, es-kiyen şeyler sanatlaşır,” sözünü haklıçıkarırcasına formların, kalıpların ara-sına sıkışan günümüz yazarlarının ku-laklarını çınlatması dileğiyle ve kişiselson mesajımla vedalaşalım.

Bütün okurlarıma açık şekilde ifadeediyorum ki “Salı”, son bir yıldır oku-duğum en iyi kitap!

(Salı, Cihat Taşçıoğlu, April Yay., 504 s.)

25 MAYIS 2012 CUMA Aydınlık KİTAP10

ET IN ARCADIA EGOBABİL BALIĞI

Page 11: KAPAK-Sayi 13 (25 Mayis):Layout 1 - aydinlikgazete.comaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi13.pdf · “Yerçekimli Karanfil” kitabıyla tümüyle kendine özgü

MEHMET GÖKYAYLAKitap fuarlarının birçok işlevi var. Piya-sayı canlı tutmak, okurları binlerce ki-tapla bir araya getirmek gibi. Fakatbana kalırsa bunlardan en önemlisi,okurla yazarı, şairive edebiyatseverleribuluşturması. Özel-likle merkezdeki ya-yınevi ve dergilerintekelleşmeye başla-dığı günümüzde,edebiyatın atarda-marı olan taşradergi ve yayınevle-rinin tüm çeşitle-riyle kitapfuarlarında okurunönüne gelmesi ke-sinlikle küçümsen-meyecekönemde1. Çünküaslında bir tezadıda içinde barındı-rıyor taşra dergi-leri ve yayınevleri.Bu tezat da taşradergilerinin taş-rada bulunamıyorolmaları! İstan-bul'da yayınlanıp dağıtım tekeli eliyleneredeyse yurdun her yanına dağıtılandergileri bir yana bırakırsak, edebiyatdergilerinin çok büyük bölümü yazıkki, büyükşehirlerdeki bazı kitap-çılardaki “ulaşılabilirlikle”sınırlı durumda. Böyle-likle büyükşehirde yaşa-mayan bir okur budergilerdeki nitelikliedebiyattan uzak kalı-yor.

HÜZÜN MAKAMIBir şair çıkıyor, dergi-

lerde birçok şiirini yayın-latıyor ve ardından ilkkitabıyla geliyor okurun karşı-sına. Yukarıda saydığım nedenlerdendolayı çok kısıtlı bir çevreye ulaşabili-yor yapıt. İşte tam da burada TÜYAP15. İzmir Kitap Fuarı giriyor devreyeve çok şükür ki beni şair Metin Soyde-veli ile tanıştırıyor.

“İnsana Gömülür Aşk”, Soydeve-li'nin ilk şiir toplamı. Nisan 2010 tari-hini taşıyan kitap Etki Yayınları'ndançıkmış. Bir ilk kitap olmasına rağmen,ilk öykü ve şiir kitaplarında genelliklerastlanan karmaşa ve kararsızlık sözkonusu değil. Soydeveli, bu şiirlerindeyalnızlık, aşk ve ölüm temaları etra-fında geziniyor hüzün makamı eşli-ğinde. Bunların dışında kalan yalnızca“Politik” isimli şiir var. Bu da şiirler

henüz dosya boyutundayken, işin nekadar ciddiye alındığını gösteriyor olsagerek.

Şair zaman zaman bir liseli tedirgin-liğiyle aşkı anlatırken, yer yer de “Yer-leş artık gözlerime, al, al ki canımı... /

Değsin seviştiği-mize” (s. 42,“Değsin Seviştiği-mize”) ya da “Al,al şu canımı dakurtulayım / Ya-kama yapışan yal-nızlıktan” (s. 58,“Yüreğim Önce-dendi”) diyerekömür senfonisindebir gezintiye çıkarı-yor bizleri. Özel-likle ölümtemasına bu kadarçok yer vermesi,Metin Soydeveli'yiCahit Sıtkı Tarancı,Ziya Osman Sabaçizgisine yaklaştırı-yor kanımca. Sözkonusu şiirlerdeuyağa verilen önemde bu saptamayayönlendiren bir

diğer etken olarak çıkıyor karşımıza.Fakat elbette tek değil Soydeveli'ninşiir ırmağında yıkandığı sesler.

GAR�P’�N �ZLER�“Kastı yok rüzgârın

yaprağa / Dallar düşü-rüp önüne katma-dıkça” (s. 9, “GözdenDüşer Aşk”) dizele-rinde Garip şiirininizlerini görürken,“Bir telkâri işçiliği di-

renişim” (s. 41, “BileBile”) dizesine gelince

1970'li yılların toplumcu se-sini duyuyorsunuz. Hemen ar-

dından kurduğu dizede ise, “Testilerbile terliyor suyunu soğuturken” deyi-şiyle, alışılmamış ve yaşamda gerçek-ten nesnel karşılığı olan bir imgelemeyaslanıyor, sevginin emeksiz olamaya-cağını vurguluyor. Dolayısıyla çok sözegerek yok. Türk şiirini iyi özümsemişve kendi sesini bulmuş bir şair ve onunilk kitabı var karşımızda. “Sararanyaprakların dilinden” (s. 8, “Farkında-lık”), “beklemekten yorgun heykel-ler”den (s. 14, “Toprağım”) seslerduymak istiyorsanız okuyun, kaçırma-yın “İnsana Gömülür Aşk”ı.

(İnsana Gömülür Aşk, Metin Soydeveli, Etki Yayınları, 80 s.)

MET�N SOYDEVEL�'N�N �LK ���R K�TABI: “�NSANAGÖMÜLÜR A�K

Çok söze gerek yok. Türk �iirini iyi özümsemi� ve kendi sesini bulmu� bir �air ve

onun ilk kitab� var kar��m�zda

Aşka gömülen şiirler...

Soydeveli,bu �iirlerinde

yaln�zl�k, a�k veölüm temalar�

etraf�nda geziniyorhüzün makam�

e�li�inde

Aydınlık KİTAP

Page 12: KAPAK-Sayi 13 (25 Mayis):Layout 1 - aydinlikgazete.comaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi13.pdf · “Yerçekimli Karanfil” kitabıyla tümüyle kendine özgü

25 MAYIS 2012 CUMA KAPAKAydınlık KİTAP12

B. SADIK ALBAYRAK

Bu yıl Türkiye’nin iki önemli ödü-lünü birden kazandınız: 2012 YunusNadi Şiir Ödülü ve 2012 Troya Kültür,Sanat Şiir ödülü. Sanat ve ödül ilişkisiüzerine ne düşünüyorsunuz?

-Her iki ödül de çok saygın, çok de-

ğerlidir. Başta Yunus Nadi Şiir Ödülü

olmak üzere onlarla onur duyuyorum.

Ödüller yaşamın her alanında yadsına-

maz derecede işlevsel kurumlardır.

Karşı olunamaz. Önemli olan ödülü

kimin, kime, ve hangi kıstaslara göre

verdiğidir. Ne yazık ki bugün dünyada

en “itibarlı” sayılan Nobel Ödülü’nün

itibarsızlığı tartışılmaktadır. Bu kanıya,

ödülün emperyalist amaçlara alet edil-

mesi yol açmıştır. Sartre, bu nedenle

Nobel’i reddetmiştir. Ülkemizde ise bir

ödül yozlaşmasından söz edebiliriz. Pek

çok ödül kurumunun kendisini, jürisini,

ilkelerini gözden geçirmesi kaçınılmaz-

dır. Ödül kurumları “müesses edebi-

yat”ın, sistemin, yani statükonun

değerlerine değil, ona karşı direnen öz-

gürlükçü, bağımsızlıkçı, halkçı değerlere

destek vermelidir.

1993’te çıkan dördüncü şiir kitabınız“Sudan Gövde”nin ardından uzun süreşiir kitabı yayımlamadınız. 18 yıl ara-dan sonra ise “Zor Günlerin Şiirleri” ve“Doğu Tabletleri” geldi. Buradan baka-rak, şiirinizi iki evreye ayırabilir miyiz?Öyleyse, yeni evreyi nasıltanımlarsınız?

-İki ayrı evreden söz edebiliriz. Bi-

rinci evre daha başka ilginçliklerle dolu.

Örneğin Akademi Kitabevi Birincilik

Ödülü alan ilk kitabım “Acı Türkücü”,

1981 yılında yayımlandı. Kitap altı ayda

tükendi, “Kara Şarkılar” 1983’te yayım-

landı ve bir yıldan önce tükendi. Sonra

diğer iki kitabım hemen hemen yayım-

landığı yıllar içinde tükendi. Kitapların

baskı sayıları 3 bin civarındaydı. Bunla-

rın yeni baskılarını 32 yıl içinde yapma-

dım. Niçin? Ancak şimdi, “Acı

Türkücü”nün ikinci baskısı 32 yıl sonra

çıkacak. Benzeri pek görünmeyen bu tu-

tumun ne anlama geldiğini ayrıca konu-

şuruz. İkinci evre, “Doğu Tabletleri”nin

yazılmasıyla, 12 yıl önce başladı. Bu

dönem benim kendimi, şiirimi baştan

alarak ortaya koyma evremdir. Demek

istediğim ikinci evrede iş çok başkadır.

“Zor Günlerin Şiirleri”nin 2008 kışında

gelip araya girmesi, başlatılan büyük ve

topyekün mücadelenin edebiyat cephe-

sindeki zorunluluğuydu. Şiir, 1980 son-

rasında, özellikle 1990’larda çekilip

hapsedildiği alandan tekrar çıkarak

göğüs göğüse çarpışmanın ateş hattına

girdi.

ÇÖZÜM, TAR�H�NDER�NL���NDE

“Zor Günlerin Şiirleri” için, “bugü-nün şiirle yazılmış tarihi” diyenler oldu;Örneğin Özdemir İnce, Ulusal Kanal’daböyle söyledi. “Doğu Tabletleri” için de

beş bin yıllık tarihin bugünle har-manlanması diyesim geliyor.

Tarih bilinci, şiirinizin ana ek-senini oluşturuyor diyebilirmiyiz? Buna bağlı olarak şii-rinizin içerdiği gelecek tasa-

rımını açımlar mısınız? -Yüksek tarih bilinci,

şairin önde gelen dona-

nımlarındandır. Ben

tarihin birikimine

diyalektik mater-

yalizmin ilkele-

riyle

yaklaşıyorum.

Bu insana, ta-

rihi canlı bir organizma olarak kavrama

yetisi kazandırıyor. “Zor Günlerin Şiir-

leri”nde çözüm masası bugüne kurulu-

dur ve tarih masaya çağrılmıştır. Oradan

çıkan sonuç tarihin denetiminden geç-

miştir. Onun tanıklığındadır ve yeni ta-

nıklıklar oluşturur. “Doğu

Tabletleri”nde ise çözüm masası bu kez

tarihin derinliğine kuruludur ve üzerin-

deki sorun dosyası yine bugüne aittir.

Yani işimiz bugünledir; bugündeki geç-

miş ve bugündeki gelecek. Böylece yeni

tanıklar, tanıklıklar kazanırız. Bu tutum

sanatsal dayanıklılık için çok önemli-

dir… Şairin gelecek tasarımı da işte bu-

radan başlar. Tarihin huzurunda, olup

bitene müdahale etme: Hesap sorma,

sorgulama, hesap verme vs. Sıkı bir

doku içinde yol alma… Tarih şairi disip-

line eder.

“Doğu Tabletleri”, adının da çağrış-tırdığı biçimde hem “Doğu” imgelerinihem de yazının henüz kil tablet üzerinekazınmaya başladığı eski tarihleri, söy-lediğiniz gibi bugünün mücadele-siyle buluşturuyor. BugününBatı merkezli emperya-lizmine dili ve imgele-riyle, Doğu merkezlibir şiirle cevap ver-diğinizi söyleyebi-lir miyiz?

-Bizim şiirimiz

Batı aydınlanma-

sından büyük ka-

zanımlar edinmiş.

Denilebilir ki, yüz-

yıllarca ortaçağa kay-

mış kantar topuzunu

Batı ile dengeye getirmi-

şiz… Sonra topuz Batı merke-

zine iyice kayarak oraya kilitlenmiş ve

siyasal, sanatsal çürüme o zaman başla-

mış. Türk modernizminin bedeni, Türk

Devrimi'nin aldığı yaraların izlerini taşır.

Kesikler, çürükler, çıkıklar… Bugün bu

zaaflarla yürüyen şiirin iyileştirilmesi,

sağlığına kavuşturulması zamanıdır.

Bunu, kapıya dayanan devrimci süreç

gerçekleştirecek. Doğu’nun ve Türk-

İslam uygarlığının şiir ve kültürel biri-

kimi, Nazım Hikmet vb. birkaç şairimiz

dışında çağdaş şiirimizin beslenme ka-

nalları dışında kaldı. Kitap aynı za-

manda ya da bir anlamda, o büyük

kaynağı değerlendiriyor ve ona yaslanı-

yor. “Doğu Tabletleri”, Doğu’nun genç

devrimcilerinin Boğaçhan’lar gibi mey-

dana çıkacağı günlerin habercisidir…

���R BAZEN ONARIR, BAZENORTADAN KALDIRIR

“Doğu Tabletleri”, deyim ye-rindeyse şiirsel ezberimizi bozanbir çalışma. Kitabı okurken ma-sanın üstünde “Divânü Lugât’it-Türk”, “Dedem KorkutÖyküleri”, “Köroğlu Kolları”,“Gılgamış Destanı”, “Binbir Gece

Masalları”, “Evliya Çelebi Seyahatna-mesi”, “Kur’an”, Pertev Naili Bora-tav’ın “Nasreddin Hoca”sı ve dahabirçok Doğu klasiğini bulundurmaktayarar var. Şiirimizde bütün bu imge vedeğerler bir biçimde belki saçılmış ola-rak yer buldu fakat sizin şiirinizde bü-tünlüklü bir biçimde işleniyorlar. Bututumunuzu nasıl açıklarsınız?

- Nicedir unutulan değerleri anım-

satma çabası… Tarih boyunca bize ula-

şan bütün söylenceler, destanlar, büyük

şiirler birbirinin içinden ulanarak, birbi-

rinin nesnesine bağlanarak gelebilmiş.

Buna şiirin tunç kanunu diyelim. Şiir

bütün geçmişi yıkıp harap etmez. Bazı

harabeleri onarır, bazılarını sahadan

kaldırır. Ölmüş değerleri yıkar, hurafe-

lere savaş açar, yaprak açmayan, içi kof

gövdeleri yere serer. Ve insanlığın yeryü-

zündeki ölüm kalım savaşına, yine insa-

nın köklerine bağlanarak katılır… Bu

aynı zamanda taşlaşmış Batıya bir el

uzatmadır.

Öyle de yapıyorsunuz. Kuşkusuzyalnızca Doğu değil, emperya-

list Batı’ya karşı aydınlan-macı ve insancıl Batı’yı

da çıkarıyorsunuz. Otu-zuncu Tablet, “Bas-til”deki gibisözgelimi… Bütünolarak insanlığın ile-rici birikimine kucakaçan bir şiir sizinki,

insanı belirleyen “ta-rihsel, ekonomik, top-

lumsal zaruri şartları”hep göz önünde bulundu-

ran bir şiir diyebilir miyiz? - Evet. Bunun dışına çıkan bir

amaç söz konusu olamaz. İnsanlığın

Doğu ile Batı yakalarının hem kendi iç-

lerinde, hem geniş zamanda karşılıklı

çatışması (rekabeti), bir yere kadar,

bana insanın tür olarak yetkinleşme mü-

cadelesini anımsatıyor. Ancak, eskiyen

bir “yeni dünya” olarak Batı’nın, yenile-

nen bir “eski dünya” olan Doğu’dan öğ-

“DO�U TABLETLER�”YLE 2012 YUNUS NAD� ���R ÖDÜLÜ'NÜ KAZANAN HÜSEY�N HAYDAR:

“Dilde mirasyediler gibi davranmamal�y�z. E�er bize babadan bir k�l�ç, bir keser, bir ba� b�ça�� kald�ysa, onlar�n i�lek tutulmas�, düzenli bak�m�n�n yap�lmas� �artt�r. Bir de yeni söz varl�klar�n�n ke�fedilmesi �airin

görevleri aras�ndad�r: Kökle�tirmek, ekle�tirmek, ula�t�rmak, üle�tirmek…”

Şiir, statükonun kontrolünden çıkıyor!

Ödüller “mües-

ses edebiyat”�n,

statükonun de�erlerini

de�il, ona kar�� de�erleri

üretmelidir. “Do�u

Tabletleri”, Do�u’nun genç

devrimcilerinin Bo�aç-

han’lar gibi meydana ç�-

kaca�� günlerinhabercisidir

Hüseyin Haydar

Page 13: KAPAK-Sayi 13 (25 Mayis):Layout 1 - aydinlikgazete.comaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi13.pdf · “Yerçekimli Karanfil” kitabıyla tümüyle kendine özgü

reneceği çok şey olduğunu eklemeliyim.

MAYAKOVSK�'N�N “TOPLUMSAL BUYRUK”U

“Doğu Tabletleri”, bence bir destan-dır. Doğu halklarının ve onların içindeTürk halkının destanı. Destan şiir ve“Doğu Tabletleri”nin bu çerçevede de-ğerlendirilmesi için neler söyleyebilirsi-niz?

-Teşekkür ederim. Tamamlanmamış

olmasına karşın bütüncül bir yapı göste-

riyorsa benim için sevindiricidir. Tespiti-

niz doğrudur. Kitap bir bu kadar yeni

şiirle birlikte yayımlanınca, insanlık tra-

gedyası daha net görülecek. “Destan

şiir” tanımına gelince bu, “Doğu Tablet-

leri”ni onurlandırır. Bunu tam olarak

hak edecek çalışmayı yakın zamanda

gerçekleştireceğim.

Sizin şiiri oluşturmada çok önemse-diğiniz bir “buyruk” var; “toplumsalbuyruk”, bunu açımlar mısınız?

“Toplumsal buyruk” benim bütü-

nüyle benimsediğim, öne çıkarmaya ça-

baladığım bir kavramdır. Sahibi, büyük

Rus şairi Mayakovski’dir. Toplumsal

buyruk, kamunun vicdanının kavrayıp

da dilinin dönüp söyleyemediği, şairin

duyularıyla ve donanımıyla algıladığı

şeydir. Aşk dertleri dahil, bireylerin top-

lumsal bir olgu olarak içine düştükleri

bunalım aşamasında şair, ortak vicdan

olarak devreye girer, görevi üstlenir. Çö-

zümü, kendi yaşamsal deneylerinden çı-

karak, tarihin huzurunda ortaya koyar.

B�L�M KAVRAM YASAKLAMAZŞiirin önemli imgelerinden biri, El-

linci Tablet, Ergenekon destanındanesinleniyor: Destanın imgelerinden yolaçıkıp, “Selam sana ey çatlayan nar, eyyarılan çanak, / Işık taşan kapıdan sı-rayla geçiyor özgürleşen halk.” Dizele-rinden sonra Nâzım Hikmet’in tarifineselam çakıp bugüne bağlıyorsunuz:“Kısrak başı damgamızı dört denizinarasına vurduk,/ Yerlere göklere duyur-duk karıncanın sesini, / Yetmiş ikiburçlu güneşi evimize buyurduk… /Geniş Anadolularda dar günlerimiz netezmiş meğer. / Ne de kolay aldattılareğri giden kardeşi, / Çakal hesabınabozkurt kanı dökene, 'Ergenekon' dedi-ler. / Ant içtiler ve Asena’nın en yiğitle-rini biçtiler. / Adları Uğur’du, Doğan’dı,Taner’di, Turan’dı, Muammer’di, / Ad-ları Bahriye’ydi, Bedrettin’di, Eşref’ti,Necip’ti… / Daha acı olacak kiralıkkatil toplayanların akibeti.”

Bugüne kadar sağcıların, gericilerinkullandığı ve simgesi olmuş kavramlarıilerici bir bağlama oturtma çabanızınasıl açıklayabilirsiniz? Statüko nediyor! Şiirinizin yol açtığı tepkiler, bukonuda ne gibi ipuçları veriyor?

-Kavram katli! Modern, sol şiirimizin

en temel sorunudur bu. Kan satırlar ara-

sında akar durur da kimse bir şey

demez, diyemez. Hilal, Bozkurt, Ülkü,

Başbuğ, Oba, Alperen, Türk, Dede Kor-

kut, Oğuz Han, Bilge Kağan, Asena,

Kabe, Hacerül Esved, Bedir, Manas,

Ayet, Namaz vs. Bu kavramlar, İslam ve

Türkçü geçmişe tepki olarak arkaya itil-

miş, sosyalizmin adına kaba soyutlama-

lar öne çıkarılmış. Yok sayılan

kavramları aklamak bizim işimiz değil

mi? Ne de çabuk küsmüşüz. Yerlerine

yenilerini koyamadığınız söz varlıklarını

görmezden gelmemiz affedilemez. Tür-

kiye’de karşı devrim, önce bu tarihsel

kazanımlarımızı kirletmiş, biz de bunu

sineye çekmişiz. Tecavüze uğrayan kızı-

mızı kurtarmak yerine, tıpkı töre cina-

yetlerinde olduğu gibi kafasına sıkarak

infaz etmişiz. Böylece insan yüzüne çı-

kacağımızı düşünmüşüz. Ne

kadar acı değil mi? Bili-

min kavram yasakla-

dığı nerede

görülmüş? Her

bir kavramın gü-

cünü ve yayıl-

dığı sosyal,

kültürel, sa-

natsal alanları

düşünelim.

Onları infaz

ederek, kuru

yiğitlik taslamı-

şız. “Doğu Tab-

letleri” buna açıkça

ve tepkileri göze ala-

rak son vermeye girişmiş-

tir… Tepkilere gelince.

Saldırılar var, zavallıca yaftalar... Değer

vermiyorum. Tabu, gözler önünde, ta-

pınma günlerinde kırılmıştır, iş bitmiş-

tir… Şunu rahatlıkla söyleyebilirim:

Türkiye’de yepyeni bir sürece girildi. Şiir

küreselci statükonun kontrolünden çıkı-

yor... Hava dönmektedir.

M�RAS KALAN OKURGEL��T�R�LMEL�YD�

Size göre, şair kendi okurunu yarat-malı… Siz de okura ulaşmada benzer-siz bir yol denediniz. Aydınlıkdergisinde ilk sayfada her hafta bir şiiryayımladınız. Şiirleriniz başarılı birseslendirmeyle müzik ve görüntüler eş-liğinde Ulusal Kanal’da yıllardır yayın-lanıyor. Bunun etkisi nasıl oldu? Hemokur yaratma açısından hem de şiiri-

nize yeni nitelikler kazandırması açısın-dan…

- Bugün şairler arasında egemen olanbir görüş var: “Toplum bizi okumuyor,çünkü okur bozuldu, yozlaştı, bayağı de-ğerlerin esiri oldu. Biz elimizden geleniyaptık, ama ne yazık ki buraya kadar.”Ben bu görüşe katılmıyorum. Şiirin göz-den düştüğünü ileri süren şair, bunu

kırmak için ne yaptığını cesa-retle sorgulamalıdır. Ön-

ceki ustalarınokurlarına yaslan-

makla olmaz.Miras kalanokur geliştiril-meliydi. Yakı-nan şair öyleyapmadı vehar vurup har-man savurdu.

O değerleri ko-rumak için yeni

bir “yazılım” ge-liştirmedi, bunu

göze alamadı. Şimdiise küsüp kenara çekili-

yor. Benim deneyimim zorolanı göze almanın ürünüdür. Şiirin tel-evizyon ekranından milyonlarca insana

sevdirilmesi, benimsetilmesi yepyeni birdeneyimdir. Ama bu salt aracın iyi kulla-nılması meselesi değildir. Olayın girdisiçıktısı fazladır, karmaşıktır. Önce bekle-nen şiirin ortaya konulması gerek.

Elli Üçüncü Tablet, “Dil Ata”, Kaş-garlı’ya ve Türk dilinin ilk ansiklopedisi“Divânü Lugât’it-Türk”e bir güzelleme.Kitabın da son sözü, son dize şöyle:“Kökleştirin, ekleştirin, ulaştırın, üleş-tirin!” Şiirinizde yeni bir dil arayışı gö-rülüyor. Şiirinizin dili için nelersöyleyebilirsiniz? Kitabın son sözüTürkçe üzerine olduğuna göre, genelolarak dil anlayışınızı açıklar mısınız?

-Şu sıralarda Hürriyet gazetesi için

bir söyleşi gerçekleştirdik. Soruları yö-

nelten değerli yazar Çağlayan Çetin,

“Doğu Tabletleri”ni bütünüyle şiiri-

mizde bir manifesto olarak tanımladı.

İlk olarak böyle bir değerlendirme yaptı.

Benimsedim. Aynı şekilde “Doğu Tab-

letleri”nin dilinin de şiir dilimize bir ma-

nifesto olduğunu söyledi. Bunu da

benimsedim. Senin yaklaşımın da böyle.

Dilde de mirasyediler gibi davranmama-

lıyız. Eğer bize babadan bir kılıç, bir

keser, bir bağ bıçağı kaldıysa, onların

işlek tutulması, düzenli bakımının yapıl-

ması şarttır. Bir de yeni söz varlıklarının

keşfedilmesi şairin görevleri arasındadır:

Kökleştirmek, ekleştirmek, ulaştırmak,

üleştirmek…

�A�R DERSE... Şiirinizdeki isyan sahnelerini tarih

de doğrulayacak mı? “Yerin közünedüştü, omuzlarımızın üstünden gül /Gibi kızıl isyan, karıştı on bin yılın tö-züne.”

Tabletlerde yazanlar geleceğin tarihi

mi olacak? Şair gözü, hepimizden önce

görse gerek…

Kutlarken kutsamak, ulularken ülkü-

leştirmek, yükseltirken yüceltmek… Bu

tuzağa düşmekten dikkatle kaçınırım.

Şiirin nesnesine ve nedenselliğe bağlı

kalmaya çabaladım hep. Şiir, içindeki

ağır yükü taşıyacak yeterli yakıta ve

kanat genişliğine sahip olmalıdır. Yani,

şiire kanat açtırmak için, imgenin altın-

daki nesnel gerçek çekilip alınmamalı,

fakat gerçeklik beslenmeli… Şiir kendi

yüküyle kanat açarsa bir değeri vardır.

Maddesini bulmuş şiirden daha değerli

ve daha sonsuz bilgi kaynağı yoktur.

Bunu yakalandığınız an dikkatle göz-

lemleyin, söze kulak verin. Şair, devrim

olacak diyorsa, olacaktır! Devrim kapıya

dayandı diyorsa, devrim başlamıştır! Ka-

zanacağız diyorsa, kaçarı yoktur!

25 MAYIS 2012 CUMAAydınlık KİTAPKAPAK 13

Türk modernizmi-

nin bedeni, Türk devri-

minin ald��� yaralar�n izlerini

ta��r. Bu yaralar ancak yeni bir

devrimle sa�al�r. �iir içindeki

a��r yükü ta��yacak yeterli yak�ta

ve kanat geni�li�ine sahip olma-

l�d�r. Yani, �iire kanat açt�rmak

için, imgenin alt�ndaki nesnel

gerçek çekilip al�nmamal�,

fakat beslenmeli…

B. Sad�k Albayrak

ve HüseyinHaydar

Page 14: KAPAK-Sayi 13 (25 Mayis):Layout 1 - aydinlikgazete.comaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi13.pdf · “Yerçekimli Karanfil” kitabıyla tümüyle kendine özgü

25 MAYIS 2012 CUMA Aydınlık KİTAP14

CENK ÖZDAĞ[email protected]

''Metafizik'' sözcüğü Marksizm kavra-

mının civarında gezinenler için olumsuz

imlere sahip bir sözcüktür. ''Metafizik''in

zihindeki çağrışımları arasında neler yok

ki: parapsikolojik, saçma, hurafe, batıl,

bilimdışı, kavranamaz, soyut, vb.

Bu sözcüğü Aristoteles'in eserlerinin

derleyicisi ve sınıflandırıcısı olan Ro-

doslu Andronikus'a (M.Ö. 70 yılları)

borçluyuz. Andronikus, Aristoteles'in

doğayı konu edinen yazılarının peşine

dizdiği yazıları sınıflandırmak için doğa

felsefesinden (doğadan) sonrakiler anla-

mında “ta meta ta physika” terimini kul-

lanıyor. Burada meta sözcüğü ''sonra'',

physica ise ''doğa'' anlamına geliyor. Söz-

cük, sonraları, Skolastikler (Ortaçağ fi-

lozofları) tarafından yanlış

yorumlanarak (Aristoteles'e atıfta bulu-

nulduğu için yanlış diyoruz) doğanın

ötesindekilere, daha doğrusu evrenin dı-

şındaki bir varlık alanına atıfta bulunma

amacıyla kullanılıyor. Daha sonraları ise

Aristoteles'e daha sadık bir yorum be-

nimseyenler de ortaya çıkıyor. Örneğin

Spinoza, Leibniz ve Descartes, metafi-

ziği görülenin ardında yatan ilk neden-

leri, temelleri kavrama ediminin alanı

olarak görüyor.

DE����M�N ARDINDADE���MEYEN� ARAMAK

Metafizik kavramsal köklerini ise fel-

sefeyle birlikte bulmaktadır. Denebilir ki

(her) felsefe özsel olarak metafiziktir.

Görünenin, doğanın, fiziksel ve toplum-

sal değişimlerin ardındaki yasaların pe-

şinde olan felsefe, en başından beri

değişimin ardında değişmeyeni aradığın-

dan zorunlu olarak bir dayanak arayışın-

dadır. Arşimet'in ''bana yeterince uzun

bir levye ve sağlam bir dayanak noktası

verin, tek elimle Dünya'yı yerinden oy-

natayım'' şeklindeki sözünü anımsarsak,

filozofun işte bu dayanak noktasını ve

Dünya'yı yerinden oynatabileceği malze-

meyi aradığını söyleyebiliriz. Bu açıdan

bakarsak hiçbir şeyin oluşta olmadığını,

görünüşlerin ardında değişmeyen ve gö-

remediğimiz BİRin olduğunu söyleyen

Parmenides de, bütün bir görünüşler

dünyasının ve gerçeklikteki çeşitliliğin

ardında herşeyin kökeni olarak SU ele-

mentini gören Tales de, nesnelliği özne-

lerararası bir gerçekliğe indirgeyen Kant

da, sağlam bir kavrayış için dayanak

noktası olarak Düşünen Ben (Cogito -

Düşünüyorum) kavramına sarılan Des-

cartes da, ''görünenle gerçek bir olsaydı

bilime gerek olmazdı'' diyen Marx da

metafizikçidir.

TEOR�KFELSEFE-PRAT�KFELSEFE

Yukarıdaki-

ler doğru olsa

bile yine de

Marksizmi

yukarıda anı-

lan diğer felse-

felerden ayıran

bir yön oldu-

ğunu görmeden

edemeyiz. Kendin-

den önceki felsefeler-

den ayrılan Marksizm,

aynı zamanda çağdaşlarından

da ayrılmaktaydı. Marksizmin bu iki

özgün yönü önceleri ''diyalektik'' ve ''ma-

teryalist'' olmasıyla açıklanmaya çalışıldı.

Bunların ötesinde Marksizmin sosyal bi-

limlerdeki sonuçlarına atıfta bulunarak

da ''Tarihsel Materyalizm'' ifadesine baş-

vuruldu.

Marx ve Engels'in nadiren kullandık-

ları bu ifadeler (kullandıkları zaman-

larda da bunları birer sıfat tamlaması

olarak kullanmıyorlardı) Stalin döne-

mindeki ders kitaplarıyla Pulitzer'in

“Felsefenin Başlangıç İlkeleri ve Felse-

fenin Temel İlkeleri” adlı eserleriyle

yaygınlaştı ve Marksizmle eşitlendi.

Oysa Marx ve Engels kendi felsefelerini

“Feuerbach Üzerine Tezler” adlı eserle-

rinde yer alan 11. tezde (Filozoflar dün-

yayı yalnızca çeşitli biçimlerde

yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiş-

tirmektir) pratik (praxis) olarak görü-

yorlardı. Yine Gramsci “Hapishane

Defterleri”nde Marksizmi, biraz da gar-

diyanlardan ve diğer cezaevi görevlile-

rinden oluşan sıkı okuyucu kitlesini

aldatmak için, Praxis Felsefesi olarak

adlandırıyordu.

Bunların yalnızca adlandırmadan

kaynaklanmadığını görmek isteyenler

için Çinli Marksist Filozof Wang Nans-

hi'nin Kalkedon Yayınları tarafından ba-

sılan “Marksist Pratik Materyalizm

(Post-Öznelci Felsefenin Ufku)” adın-

daki eserini öneriyoruz. Wang Nanshi,

felsefe tarihinde geçilen başlıca döne-

meçleri belirtirken, Descartes öncesi fel-

sefeyi, Descartes ile başlayan ve özel-

likle Kant'tan sonra özne-nesne ayrımı

ve gerilimi ile doruğa ulaşan teorik fel-

sefeyi anıyor. Marx, Nanshi'ye göre He-

gel'in teorik felsefeyi

radikalleştirmesinden ve bir anlamda bi-

tirmesinden sonra teorik felsefeyi, pra-

xis'i kendi felsefesinin merkezine

koyarak aşmıştır. Aslında bu ifade dahi

teorik felsefenin kapsamında görülebilir.

Marx'ın yaptığı, daha tam olarak, felse-

fesini praxis'in merkezine koymaktır.

PRAT�K MATERYAL�ST FELSEFEKant'ın aşkınsal ve eleştirel

felsefesinin bir sonucu

olan özne-nesne geri-

limi (uçurumu da

diyebiliriz), tüm

Alman İdealist-

leri tarafından

aşılmaya çalı-

şılmıştı. Fakat,

özne-nesne

geriliminin

aşılması sıra-

sında bu ikili-

den birini

diğerine indirge-

meye çalışan teorik

eğilimden vazgeçile-

mediği için bu çabalar

başarısız olmuştu. Bu giri-

şimler arasından en başarılısı Hegel'e

ait idi. Hegel kavramların tarihselliğine

başvuruyor, özne ile nesneyi birarada

ele alıyor, kavramları yalıtmak yerine

birlikleri içerisinde ve içerisinden doğ-

dukları sürecin birer parçası olarak kav-

rıyordu. Hegel'in zeminini hazırladığı

yol, Marx ile inşa edilecekti.

Nanshi'ye göre teorik felsefeye (her-

hangi bir kavramı sarsılmaz ve değişmez

bir dayanak noktası olarak evrenin mer-

kezine yerleştiren felsefe) karşı pratik

felsefe cephesinin tek filozofu Marx de-

ğildir. Bu açıdan bakıldığında pratik fel-

sefe adlandırması da Marksizmi

anlatmakta yetersiz kalacaktır. Nans-

hi'nin ulaştığı daha tam bir ifade Pratik

Materyalist Felsefe'dir. Bu ise klasik me-

tafiziğin durağanlığının, tek düzeliğinin,

tekçiliğinin ötesinde türlülüğe olanak

sağlayan, daha bütüncül, daha hakiki ve

dolayısıyla daha genel bir metafiziktir.

Fakat bu kez metafizik tarihselliğine

uygun olarak ele alınmakta, varolanın

doğasını anlama çabası olarak görül-

mektedir. Aristoteles'in Proto philosop-

hiae (ilk felsefe, varolanın kökenine dair

felsefe) kavramının da ötesinde bir ilk

aramak yerine zamansal olanı arayan,

fakat şu veya bu zamandan bugünü be-

lirleyen değil, zamana sürekli içkin olan

ama zamanı da var eden maddenin ya-

salılığı olarak metafizik anlaşıldığında,

Marksizm metafiziktir.

Nanshi, pratik ile tekniği (teknik kav-

ramını Aristoteles'in tekhne – zanaat

kavramına götürerek) ayırmakta, mater-

yalizmi ise araçsallığa yaklaştırmakta ve

bu araçsallığın belirleyiciliğine vurgu ya-

parak araç-amaç ilişkisine odaklanan bir

materyalist anlayış ortaya koymaktadır.

Nanshi'nin eseri, 20. yüzyılın filozof-

larının ürünlerinin Marksizmle ilgisi

bağlamında değerlendirildiği ender

eserlerden biridir. Söz konusu eserinde

Heidegger'i, Frankfurt Okulu filozofla-

rını ve Wittgenstein'ı, Althusser ve diğer

Stalinist yorumcularla birlikte ele al-

makta ve daha özgün bir Marksist yo-

ruma ulaşmaktadır.

İnsanın türsel varlığını, özünü ve top-

lumsallığını tarihsel bir süreç içerisinde

ve felsefi bir savaş alanında ele alan

Nanshi, eserinin özellikle son bölü-

münde Marksist Özgürlük anlayışını,

Marx'ın temel eserlerine dayandırarak

ortaya koyuyor. Özgürlüğün, nesnelliğin

ve bilimselliğin tartışıldığı şu ortamda

“Marksist Pratik Materyalizm” önemli

bir başucu kitabı niteliğindedir.

(Marksist Pratik Materyalizm, WangNanshi, Xie Yongkang, Kalkedon Yay.,

çev. Cem Kızılçeç, Deniz Zarakolu, 394 s.)

�nsan�n türsel varl���n�, özünü ve toplumsall���n� tarihsel bir süreç içerisinde ve felsefi bir sava� alan�nda ele alan Nanshi, eserininözellikle son bölümünde Marksist Özgürlük anlay���n�, Marx'�n temel eserlerine dayand�rarak ortaya koyuyor. Özgürlü�ün,nesnelli�in ve bilimselli�in tart���ld��� �u ortamda Marksist Pratik Materyalizm önemli bir ba�ucu kitab� niteli�indedir.

‘METAFİZİK’ MARKSİZM

Eserin çevirmeni Cem Kızıl-çeç, eseri İngilizce baskısındançevirmiş. Eserin zorluğunu ve yo-ğunluğunu düşününce çevirme-nin başarısını anmadanedemedik. Fakat çevirmenin dil-sel seçimlerinin ötesinde, sanırız,baskıdan ve düzeltideki sorunlar-dan kaynaklanan hatalar mevcut.Bunların Kalkedon Yayınları ta-rafından yeni baskılarda düzelti-leceğini umuyoruz. Böylesineönemli bir eserin, hele bir başucukitabının böylesi hataları hak et-mediği ortadadır.

Eserde yer alan birçok kav-rama ve esere ilişkin dipnotlaryetersiz kalmıştır. Bu yönde oku-malar yapmak isteyenleri teşvikedecek notların eklenmesi kita-bın etkisini arttıracaktır. WangNanshi'nin yine aynı konulardaSpringer Yayıncılık tarafındanbasılan “Frontiers of ChinesePhilosophy” adlı felsefe dergi-sinde çıkan makaleleri de kitabaeklenebilir. Böylece kitap dahaokunmadan, Nanshi'nin tezleri-nin geneli hakkında yazarın ken-disi tarafından bilgi alınabilir.

Kalkedon Yayıncılık, yükselenÇin uygarlığının düşünsel eserle-rini kesintisiz olarak çeviriyor.Kendilerine, Türk insanının dü-şünsel hayatına katkıları ve Dün-ya'nın yükselen uygarlığınıninsanıyla Türkçe tanışma olana-ğını sağladıkları nedeniyle teşek-kür ederiz.

Çeviriye�ve�baskıya�dair

Karl Marx

Page 15: KAPAK-Sayi 13 (25 Mayis):Layout 1 - aydinlikgazete.comaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi13.pdf · “Yerçekimli Karanfil” kitabıyla tümüyle kendine özgü

25 MAYIS 2012 CUMA 15Aydınlık KİTAP

MELİS YALÇ[email protected]

Sevdiğine kavuşamayıp intihar eden

Werther hepinizin malumudur. Genç

Werther kitabın bir yerinde şöyle der:

"Yüz defa, elime bir bıçak alıp sıkışan yü-

reğimi soluklandıracaktım. Aşırı koşturul-

maktan dayanılmaz biçimde

hararetlenince güdüsel olarak damarla-

rını ısıran ve böylece soluklanan safkan

atlardan sözedilir. Çoğunlukla kendimi

duyumsayışım böyledir. Bir kan damarı

açmak istiyorum, bana sonsuz özgürlüğü

verecek." Johann Wolfgang intihara sü-

rüklediği için bir dönem yasaklanmış olan

eseri, “Genç Werther’in Acıları” yazarla

özdeşleşmiştir adeta. Goethe’yi hep inti-

hara meyilli, romantik bir genç olarak

görmemize neden olmuştur bu eser.

Oysa size biraz sonra anlatmaya çalışa-

cağım kitap, “Goethe’nin İnfazı” yazarın

çok da fazla bilinmeyen bir yönünü göste-

recek bizlere. Adeta bir yazar inceliğin-

den yoksun ve kibre dalmış genç bir

adam, artık yazmayı bir kenara bırakmış,

yakın arkadaşı olan Dük Karl August ta-

rafından danışmanlık görevine getirilir.

Halkın yoksulluğun pençesinde hayatla

cebelleşirken, soyluların sefahat içinde ya-

şadığı Weimar, ezen-ezilen çelişkisini çok

rahat görebileceğimiz bir yerdir o dö-

nemde.

“Üzerine çok iş yığılmıştı. Weimar’a

yedi sene önce gelmiş, başlarda genş

Dük’ün dostu ve yareni olmuştu, Alman

prensleri yanlarında böyle gözde adamlar

bulundurmayı severlerdi, niyeti sadece

birkaç ay burada kalmaktı, ama şimdi ma-

liye bakanı, Dükalığa paranın başındaki

birinci adam olmuştu. Dükalıkta bunun

üstünde bir memuriyet yoktu, ülkenin en

yüksek ikinci maaşını alıyordu. Birkaç

hafta önce Viyana’dan bir mektup almıştı,

İmparator 2. Joseph’in düzenlediği bir

belgeyle soyluluk mertebesine yükseltil-

mişti. Otuz üç yaşındaki bir erkek için

güzel bir ara bilançoydu bu. Babası kesin-

likle ona dair böyle bir kehanette bulun-

mazdı.” (s. 14-15)

KES��EN YOLLARGoethe’nin yolu, bebeğini öldürmek

suçlamasıyla Weimar zindanlarına atılan

çirkin besleme Johanna ile kesişir, Goet-

he’nin vereceği karar Johanna’nın kade-

rini belirleyecektir. Kendi sorunlarıyla

meşgul olan Goethe, sorumluluğu tek ba-

şına üzerine almak istemez ve bir an-

lamda Johanna’yı

kurtarabilecek biricik hamleyi yapmaya-

rak onu ölüme terkeder. Romanımızın

başlangıç noktası da bu infazdır zaten.

“Değirmenci, efendiler masasına ku-

rulmuştu, önce dua etti, sonra ekmeği

kırıp masadakilere dağıttı. Bu masada ar-

tanlar hizmetli masasına gidecekti. Ama

Johanna’nın hizmetli masasında da ken-

dine ait bir yeri yoktu. Birisi doyup kalk-

tıktan sonra onun yerine oturuyor, hızla

ne artmışsa onu boğazından indiriyor,

sonra hemen işinin başına dönüyordu. Bu

eve geldiği günden, on beş yaşından beri

başka bir şey görmemişti – şimdi aradan

yedi yıl geçmişti, ama şikâyetçi değildi. Yi-

yecek lokması, yatacak bir de döşeği

vardı. Nice insan bunlara da hasretti...” (s.

9)

Daha sonra sırasıyla, geri dönüşlerle,

zavallı beslemenin değirmenci tarafından

tecavüze uğramasına, hamile kalıp çocu-

ğunu tek başına doğurmaya çalışmasına

ve bebeğini kaybetmesine tanık oluyoruz.

Doğumun verdiği şokla hiçbir şeyden ha-

beri olmayan Johanna, bir de çocuğunu

öldürmekle suçlanacaktır. Aynı suça aynı

cezanın biçildiği “utanç yargı sistemi”nin

geçerli olduğu Weimar’da Johanna’nın

alacağı ceza daha en başından bellidir as-

lında.

KAPA�A D�KKAT!Kitabı ikinci kez elime aldığımda fark

ettim kapağındaki dalavereyi. Gerçekten

de kapak tasarımını yapan Utku Lom-

lu’yu tebrik etmek gerek, uzun zamandır

gördüğüm en iyi kitap kapağını tasarladığı

için. İsterseniz bu konuyu burada keselim

de, bu küçük keşfin vereceği büyük hazzı

sizlerden esirgemeyelim. Bu konuda tek

söyleyebileceğim, kitabı okuyan ya da en

azından konusundan biraz olsun haber-

dar olan biri için kapağın çok şey ifade

edeceğidir.

Tarih, televizyona ve tabii ki popüler

romanlara düşmeden önce, sınırlı ve seç-

kin bir sınıfa özgü bir uğraştı; şimdi artık

tüketim nesnesi olarak var olabileceği an-

laşıldığından poplaştı. “Eğer bu pop tarih

bir biçimde durdurulmazsa, günün bi-

rinde televizyonda tarihi evirip çeviren

adamlardan birinin, Hazreti Mevlana’dan

domates çorbası tarifini dinleyebiliriz.

Unutmayınız ki, Fransız Devrimi sıra-

sında vatan hainliği ile suçlanarak idam

edilen kraliçe Marie Antoinette, ağzından

hiçbir zaman çıkmamış olan ‘ekmek bula-

mıyorlarsa pasta yesinler’ sözü ile anıl-

maktadır.” Gerçekten bu tür tarihi

romanlar Türkiye’de ve dünyada o kadar

revaçta ki, bir yandan bu yolla tarihte

önemli roller oynamış kişileri daha yakın-

dan tanıma fırsatı yakaladığımız için sevi-

nirken bir yandan da bu, yazarların

edebiyattan koparak kolaya kaçmalarına

neden olabileceği için üzülüyoruz.

Ününü ilginç şahsiyetlerin romanlaştı-

rılmış biyografilerinden sağlayan Viktor

Glass’ın kitabı “Goethe’nin İnfazı”, Re-

gaip Minareci’nin eli yüzü düzgün çeviri-

siyle Everest Yayınları’ndan çıktı. Ancak

yazımızı sonlandırırken 18. Yüzyıl Al-

manyasını tüm çarpıcılığıyla ve belgelere

dayandırarak anlatan yazardan edebi bir

eser bekleyenlerin hayal kırıklığına uğra-

yacağını da söyleyelim.

(Goethe'nin İnfazı, Viktor Glass, Everest Yayınları,

çev. Regaip Minareci, 200 s.)

GENÇ WERTHER’DEN Ç�RK�N BESLEME JOHANNA’YA

BİR YAZARIN SERÜVENLERİ

KİTAPTANJohanna�ne�kadar�ağladığını,�gözyaşlarının�ne�zaman�uykuya

dönüştüğünü�bilmiyordu.�Artık�hiçbir�şey�bilmiyordu.�Gebe�diyor-lar,�hem�de�aniden!�Gebe�demek,�galiba�çocuk�sahibi�olmaktı,bütün�bunlar�hakkında�bildiği�başka�bir�şey�yoktu.

Peki,�şimdi�ne�olacaktı?�Onu�buradan�kovarlardı.�Hanımınınkendisini�satmayı�düşündüğü�umumhaneye�bile�gidemezdi�şimdi.Kucağında�bebeğiyle�almazlardı�onu.�Bir�taraftan�sevinmişti.�Ya-bancı�erkeklerin�gönüllerini�hoş�etmekten�oldum�olası�ürkmüştü;değirmencinin�ona�yaptığına�günde�yüz�kez,�hem�de�leş�gibi�kokannefeslere,�yüzünde�dolaşan�çürük�dişlere,�kucağına�dolan�erkekpisliğine�–�yok,�dayanamazdı�buna.�Ama�diğer�taraftan�baktığında,umumhane�yaşayabileceği�tek�yerdi.

Peki,�yaşamak�istiyor�muydu?�Kendini�Ilm’in�sularına�bırakıp,kahrolası�şişko�bedeni�tekrar�su�yüzüne�çıkamasın�diye�buzun�al-tına�girmek�daha�iyi�değil�miydi?�Ya�da�yüz�yıl�önce�Cadı�Marga-retha’nın�yaptığı�gibi�kendini�pazar�yerindeki�kuyuya�atmak�mıdaha�doğru�olurdu?�Düşüncesi�bile�korkuttu�onu.�Kendini�değirme-nin�öğütme�çarkına�atardı,�o�zaman�ondan�sadece�lime�lime�parça-lar�geriye�kalırdı.�Öldükten�sonra�yaşarken�giydiği�elbiseyebenzemesi�ne�kadar�komik�olurdu!�Ya�da�karda�yürür,�ormanagirer,�yatar�uyur,�uyur�ve�uyurdu.�Ta�ki�ölene�kadar.�Ölüm,�kafasınıtırpanla�koparacak�korkunç�iskelet�değildi�belki�de.�Belki�de�onukucaklayacak,�ona�hayatında�ilk�ve�son�kez�sevgi�verecek�yaşlı�birkadındı�ölüm?��

Victor Glass

Page 16: KAPAK-Sayi 13 (25 Mayis):Layout 1 - aydinlikgazete.comaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi13.pdf · “Yerçekimli Karanfil” kitabıyla tümüyle kendine özgü

16 Aydınlık KİTAP25 MAYIS 2012 CUMA

DAĞHAN DÖ[email protected]

“Fenerbahçe, Türkiye Cumhuriyetidir!”Aziz Yıldırım

1922 yılı Ağustos ayı… Büyük Taar-

ruz’un hemen öncesi… Mustafa

Kemal Paşa, Taarruz’un başlayacağı

tarih ve saati komutanlarına bildirmek

üzere, Birinci ve İkinci Ordu arasın-

daki final maçı için Akşehir’e gider.

Hayatında seyrettiği ilk futbol maçıdır.

Bu müsabaka, tarihin seyrini değiştire-

cek bir ayaklanmanın müjdeli habe-

rine tanıklık etmenin yanı sıra, Gazi

Paşa’nın futbol hakkındaki görüşleri-

nin açığa çıkması sebebiyle de önemli-

dir. Karşılaşma esnasında futbol

hakkında bilgiler alan Paşa, oyuncula-

rın müdafaa, orta haf ve hücumcular

olarak alanlarında mücadele ettikle-

rini görünce; bu durumu ilginç bulmuş

ve futbol taktikleri ile savaşta kullanı-

lan stratejilerin neredeyse aynı

olduğu kanısına varmıştır.

Bu tarihsel vaka, fut-

bolun; içinde bir çok il-

hamları barındırması

ve örgütlenme imkanı

bakımından kitlelere

ulaşılabilecek yegane

etkinlik olması sebe-

biyle, bilindik deyişle “

sadece futbol olmadığının “

onlarca örneğinden yalnızca bir

tanesidir. Taarruz’un muhaberatının

sağlanması amacıyla, futbol maçı ka-

muflajını kullanmaksa manidar başka

bir gösterge…

FRANCO’NUN KAN DAVASIFranklin Foer’in, İthaki Yayınların-

dan “ Futbol Dünyayı Nasıl Açıklar? “

ismiyle dilimize çevrilen kitabı, tam da

ülkemizde futbol – siyaset – ideoloji

eksenli tartışmaların yapıldığı günlere

tesadüf ediyor. Kitabın kırmızı kalem-

lik satırlarından bir bölüm: “ … Barse-

lonalılar, iç savaş öncesi, endüstriyel

çekişmelerle geçen yılların ardından,

barikat inşasının Henry Ford’ları ol-

muşlardı. Şehrin bazı bölgeleri Fran-

co’ya kucak açarken, bazı sakinler Che

Guevara’nın bile erişemeyeceği bir

maharetle şehir savaşı verdiler. Franco

bu direniş için bedel biçmişti. Şehir

düştüğünde Franco, sayısız insanı kat-

letti. Ancak Franco’nun Barca’dan

nefret etmesini sağlayan, önemli bir

neden daha vardı. General, Barca’nın

ezeli rakibi olan Real Madrid’in koyu

bir taraftarıydı. Franco, Barca ’ya olan

kan davasını en üst düzeydeki kovuş-

turmalarla güdüyordu. Manuel Vas-

guez Montalban yazıyor: Franco’nun

işgal kuvvetleri şehre girdiler. Komü-

nistler, Anarşistler ve Ayrılıkçılardan

sonra temizlenmesi gereken örgütler

listesinin dördüncü sırasında Barse-

lona Futbol Kulübü vardı.

… Kızıl Yıldız Devriminde Draza,

Krle ve diğer Belgradlı futbol holigan-

ları, Slobodan Milosevic’in düşürül-

mesine yardım ettiler. Romanya’nın

1990 Dünya Kupası Elemeleri’ni geç-

mesi, Bükreş meydanlarında patlayan

kutlamalarla, ardından askeri bir birli-

ğin tüfekleriyle diktatör Nicola Çavu-

şesku ve karısının üzerinde atış talimi

yapmalarına yol açtı. Paraguaylı dikta-

tör Alfredo Stroessner’i deviren, yine

aynı sportif sıfır noktasıydı. Ancak her

ne kadar Barca taraftarı Nou Camp’ın

iktidar aleyhtarı ruhundan gurur duya-

rak bahsetseler de, hiçbiri Franco’nun

neden Barca’yı ezip yok etmediğini

açıklayamazlar. Franco bunu kolay-

lıkla yapabilirdi. Etkili bir polis devle-

tinin başındaydı ve engizisyon

mahkemeleri tıkır tıkır çalışıyordu.

Ancak bu tavrın amacı aslında yeteri

kadar aşikârdı: Katalanların siyasi

enerjilerini zararsız bir uğraşa yönlen-

dirmek!” (s.190-192)

�TT�HAT TERAKK�VE FUTBOL

Kimi zaman devrim-

lere öncülük ederek

politik bir duruşun

simgesi haline gelen

futbol, kimi zamansa

toplumları apolitik kıl-

mak amacıyla yine siyasiler

tarafından bilinçli olarak kulla-

nılmış bir faaliyettir. İster apolitize

olsun, ister öncü kuvvet;

her halükarda iktidarın

ilgisini çeken bir kitlesel

silahtır ayak topu. Ab-

dülhamit’in, Meşrutiyet

yanlılarını engelleme

çabasıyla başvurduğu is-

tibdat yöntemlerinden

biri de Türklere futbolu

yasaklamaktı! Gençle-

rin futbol oynama ba-

hanesiyle bir araya

gelip, saltanatı yıkma

planları yapmaların-

dan çekiniyordu. Dö-

nemin maruf Karakol

Kumandanı Hasan Paşa’nın, -

nam-ı diğer 7-8 Hasan Paşa - top oy-

nayan Türk gençlerini bizzat tevkif et-

tiği rivayet edilir. Bu topraklarda

futbol – iktidar ilişkini anlatan bir

diğer örnekse, Yalçın Doğan’ın sonra-

dan bir slogan haline dönüşecek kita-

bından:

“Bir yandan basını denetleyen İttihat

ve Terakki, bir yandan da futbola hiç

beklenmeyen bir önem veriyor; futbo-

lun kitlesel özelliğini kavrayan ilk siya-

sal iktidar oluyordu. İttihat ve

Terakki’nin Fenerbahçe’yi ele geçir-

mek isteyişi hiç göz ardı edilmeyecek

bir nedenden ileri geliyordu. Fener-

bahçe iki yıl arka arkaya lig şampiyonu

olmuş, bir halk takımı olarak doğdu-

ğundan, halkın sempati beslediği bir

takıma dönüşmüştü. Halk ve şampi-

yonluk, İttihat ve Terakki’nin gözünü

almıştı.” (“Fenerbahçe Cumhuriyeti”,

s.37)

Henüz 1914 yılında, iktidarın bir

futbol takımına gösterdiği alaka Yal-

çın Doğan’ın kitabında bu satırlarla

yer bulur. Sonraki yıllarda, Fenerbah-

çe’nin halk üzerindeki tesiri artarak

devam edecek; Anadolu’da

halka dayalı bir ihtilalin

planlarını yapan Mustafa

Kemal, 3 Mayıs 1918 ta-

rihinde Fenerbahçe’yi

ziyaret edecekti. Bu zi-

yaretin kısa bir süre

sonrasında İstanbul,

işgal kuvvetlerinin kirli

ayakkabıların çamuruna

batmıştı. İşgal günlerinde,

Fenerbahçe’nin İtilaf Devlet-

leri takımlarıyla oynadığı maçları üst

üste kazanması ve ni-

hayet özel olarak İşgal

Kuvvetleri Komutanı

General Harrington

adına düzenlenen ku-

payı da, Taksim Sta-

dında büyük bir halk

nümayişi eşliğinde al-

ması onu Kurtuluşun en

gözde metaforu haline

getirecekti. Zira savaş

boyunca Türk takımları;

gizliden gizliye cepheye

silah kaçırmaları, oyun-

cularını şehit vermeleri-

nin yanı sıra, aldıkları

galibiyetlerle de cephe-

deki orduya moral takviyesi yapıyor-

lardı. Fenerbahçe’ye gösterilen büyük

halk ilgisinin bir başka sırrı da işte bu

takviyeydi!

FENERBAHÇE’N�NTARAFTARIGALATASARAY’IN BALOSU

Nazım Hikmet, 3 Nisan 1931 yı-

lında Yeni Gün Gazetesindeki yazı-

sında futbol ve Fenerbahçe ile ilgili

şunları yazar: “ … Fener’e kanımın

kaynaması başka sebepten! Son yaptı-

ğım içtimai, felsefe, harsi, kozmografi

tatkikat neticesinde, anladım ki Fener;

İstanbul, Kadıköy filan semtlerinin

mümessilidir. Galatasaray, Beyoğlu,

Şişli semtlerinde taraftar sahibidir. Fe-

ner’in kaptanı Sirkeci’de dükkan

açmış; Galatasaray’ın Beyoğlunda…

Ben iki gözüm spordan anlamam ama,

Fener’in taraftarı; Galatasaray’ın ba-

losu, müsameresi çoktur. Bunu anla-

dım işte. Sporda da olsa, halka

dayanalım vatandaşlar!”

Cemaate yakınlığı artık herkesçe

malum olan “Taraf” gazetesi, henüz

şike operasyonu başlamadan iki

yıl önce, 2009 yılında; Fe-

nerbahçe’nin Avrupa Ku-

pasında Sevilla ile

oynadığı maçın erte-

sinde, tribünde açılan

“Mustafa Kemal’in

Askerleriyiz” bayrağı

için şu başlığı atacaktı:

“Ergenekon Fener-

bahçe’de!” Son günlerde

cemaat ve Fenerbahçe kutup-

laşmasında, özellikle Fenerbahçe ta-

raftarını yatıştırmaya çalışıp, cemaatin

bu olaylarla ilgisi yoktur diyen kişiler

ne gariptir ki; o tarihte attıkları bu

başlıklarla, siyaseti ve cemaati Fener-

bahçeyle ilişkilendiren kişilerdi.

3 Temmuz’un bir hafta sonrasında

Bağdat Caddesi’nde cemaat ve hükü-

met aleyhine slogan atan yüz binlerce

insanın yürüyüşünü; gazetelerinde yer

vermeyerek sansürleyenler de…

Son günlerde futbol ve siyaset ilişki-

sini anlamlandırmaya çalışanlar, ülke

yönetiminde söz sahibi olmak isteyen-

lerin; neden futbolun gücüne bu denli

ilgi duyduklarını idrak etmek isteye-

cekler için ufuk açıcı bir kitap olacak-

tır: “Futbol Dünyayı Nasıl Açıklar?”

Epigraf cümlesinin doğru olduğu

kabul edilirse, Cumhuriyeti her an-

lamda dönüştürmek isteyenlerin; halk

üzerinde bu kadar tesiri olan ve Cum-

huriyetle özdeş bir kurumu yönlen-

dirme isteği de pek anlamsız

olmayacaktır. Futbol ve siyaset ilişki-

sinde önereceğim bir diğer yayın ise;

“Yasakmeyve” dergisinin Fenerbah-

çeli Şairlerin görüşlerine yer verilen

Eylül / Ekim 2011 tarihli 52. sayısıdır.

Meraklılarına!

(Futbol Dünyayı Nasıl Açıklar?, Franklin Foer, İthaki

Yayınları, Çev: Harun İsmail Çırak, S. 238)

MEŞİN GÜÇ

Meşin Güç!

Sonraki y�llarda, Fenerbahçe’nin halk

üzerindeki tesiri artarakdevam edecek; Anadolu’da

halka dayal� bir ihtilalin planlar�n� yapan Mustafa

Kemal, 3 May�s 1918 tarihinde Fenerbahçe’yi

ziyaret edecekti

Son günlerde futbol ve siyaset

ili�kisini anlamland�rmaya çal��anlar, ülke yönetiminde

söz sahibi olmak isteyenlerin;neden futbolun gücüne budenli ilgi duyduklar�n� idraketmek isteyecekler için ufuk

aç�c� bir kitap olacakt�r “Futbol

Dünyay� Nas�l Aç�klar?”

FranklinFoer

Page 17: KAPAK-Sayi 13 (25 Mayis):Layout 1 - aydinlikgazete.comaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi13.pdf · “Yerçekimli Karanfil” kitabıyla tümüyle kendine özgü

Aydınlık KİTAP

TUNCA ARSLANTürkiye’nin ilk kadın şairlerinden veİstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakül-tesi’nden mezun olan ilk kız öğrenciolan Şukûfe Nihal (1909-1973), ülke-mizde gezi yazıları yazan ilk kadınolarak da bilinir. Yazarın 1946’da ya-yımlanan “Domaniç Dağlarının Yol-cusu” adlı, geziedebiyatı ileroman türleri-nin ilginç birkarması niteli-ğindeki kitabıise bugünlerekadar gelebil-miş, sinemayauyarlanması sa-yesinde de unu-tulmazlıkkazanmış eser-lerinden biri-dir.

ŞukûfeNihal, Kurtu-luş Savaşı yılla-rında yaşanansarsıcı birolaya dönüşyapar bu kita-bında. Dahadoğrusu, birsöylentininpeşinden git-mektedir ve buyolculuğu sıra-sında da Ana-dolu’nun“şehirlilerinpek uğrama-dığı” yörelerin-den izlenimleraktarmakta,yerel halktan veidarecilerdenportreler çiz-mektedir. İzinisürdüğü olayışöyle anlatır:

“Milli müca-dele dönemindeİnegöl toprak-ları büyük birfacia yaşamış.Domaniç dağla-rından inen birköylü kadını,düşmana yol göstererek vatanına iha-net eden oğlunu, silahıyla vurup öl-dürmüş. Bu gerçek hikâyeyiduyduğumdan beri hiç aklımdan çık-mamıştı. Ne yapıp edecek, bu olayıngeçtiği yöreleri gezecektim. İstan-bul’dan Bursa’ya, oradan da İnegöl’egeldim. Bir otelde konakladım. Böyle

mühim ve efsanevi bir olayı bilen biri-leri mutlaka çıkacak, ben de onunlakonuşacak, ayrıntılı olarak yazacak-tım.

Kaymakam, reji (tekel) müdürü,otelci Ferhat Ağa daha birçok insanlagörüştüm. Fakat hiç kimse bir şey bil-miyordu. Günler geçiyor, boşa geçenzamana canım sıkılıyordu. Ülkemin

bu yöresinin in-sanlarını yakın-dan tanımak dagüzeldi amabenim geliş ama-cım farklıydı.”

İlerlemeninköyden başlaya-cağı fikrini savu-nan, gezdiğiyerlerde özellikle“kadın sorunu”üzerine gözlem-lerde bulunan Şu-kûfe Nihal,incelikli, şiirsel, et-kileyici bir dilleanlatıyor, o meç-hul kadının pe-şinde geçirdiğigünleri. Kitabın pi-yasaya çıktığı yıl,Şakir Sırmalı’nıneliyle sıcağı sıca-ğına beyazperdeyeaktarılmış olmasıise “Domaniç Dağ-larınınYolcusu”nun döne-minde yoğun birilgi görmüş olma-sıyla açıklanabilirancak. Sırmalı’nın“Domaniç Yolcusu/ Unutulan Sır”adıyla seyirciyesunduğu filminkadrosunda Tür-kan Pasiner, ReşitGürzap, Talat Ar-temel, Sami Aya-noğlu, HazımKörmükçü gibi ta-nınmış isimlerigörüyoruz. LütfiAkad da önetmenyardımcılarındanbiri. Müziklerini

Sadi Işılay ile Muhittin Sadak’ın ha-zırladıkları “Domaniç Yolcusu”, Şu-kûfe Nihal’in puslu, yer yermelankolik bir havaya bürünen at-mosferinde kuşkusuz ki bazı değişik-liklere gidiyor, olayın gerilim-suçboyutunu ön plana çıkartıyor ve si-nema tarihimizde önemli bir edebiyatuyarlaması olarak yerini alıyor.

�UKÛFE N�HAL VE �AK�R SIRMALI’DAN “DOMAN�Ç DA�LARININ YOLCUSU”

Oğlunu vuran ananın peşinde

Page 18: KAPAK-Sayi 13 (25 Mayis):Layout 1 - aydinlikgazete.comaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi13.pdf · “Yerçekimli Karanfil” kitabıyla tümüyle kendine özgü

25 MAYIS 2012 CUMA18 Aydınlık KİTAP

Şafakta VerilmişSözüm Vardı

Ve taş plaklar bir kenaraatılmıştı ansızın, 'kırık veezik'tiler yenildikleri için kasetve CD'lere. İstanbul'da birdönem böyle geçip gitti, geridesilik anılar bırakarak. Hala oeski İstanbul'u aramaktayız ki,biliyoruz gidenin geri gelmeye-ceğini. Ölüm Allahın emri, ohoyrat el değmeseydi bir deyanaklarına... Bir sabah günlükgüneşlik bir Türkiye'ye uyandı-ğımda, sakladığım o taş plak-tan "Zehretme Hayatı"şarkısını son kez dinleyece-ğim... “Son İstanbullu” ErgunHiçyılmaz'dan kaybedilmiş İs-tanbul'a bir ağıt.

Son İstanbullu

1960'lı yıllarda göç ettiği Fransa'daörnek bir işçi, örnek bir aile babası,örnek bir Müslüman olarak aynı fab-rikada kırk yıl çalışan MuhammedLimmigri tekdüze hayatını allak bul-lak edeceğine inandığı emekliliğininbaşlamasıyla birlikte Fransa'dan ayrıl-maya karar verir. Koruyucu bir kabukgibi sığındığı geleneklerine, doğduğuköyde ailesi için büyük bir ev inşaetme hayaline sıkı sıkıya sarılan Mu-hammed, kırk yıl boyunca kendisinihep yabancı hissettiği ülkeyi bırakıpanayurduna döner. 1987'de “KutsalGece” romanıyla Fransa'nın enönemli edebiyat ödülü olan Gonco-urt'u kazanan Fas asıllı edebiyatçıTahar Ben Jelloun, “Ülkemde” ilesözü Avrupa'ya çalışmaya giden bin-lerce göçmen işçiden birine veriyor.

Ülkemde

Sevgisiz büyümenin ve sü-rekli kendini ispatlama çabası-nın içinde ayrıştırılmasımümkün olmayan, çıkışı dakolay kolay bulunmayan karan-lık yollar, Drvenkar'ın roma-nında hayat buluyor.Almanya'da yaşanan göçmenliksorununa sokak cephesindenyaklaşan roman, dağılan Yu-goslavya'nın yarattığı yeni göç-men gruplarını, sorunlu dil veentegrasyon süreçlerini, bağım-lılık ve şiddetin hem kurbanıhem yaratıcısı olmak ikilemini,birbirleriyle ilişkilerini ve ailesorunlarını, "çekip gitmek" vemekânını sahiplenmek çıkma-zını, büyük kent kıskacında"genç olmayı" çok katmanlı veustaca işliyor. Çete savaşlarının,ihanetin öldüremediği bir şeyvarsa, o da dostluk.

Onlardan Biri

Orhan Veli'nin hikâyeleri,1947-50 yılları arasında Taningazetesi ile Seçilmiş Hikâyelerve Yaprak dergilerinde yaza-rın sağlığında, William Saro-yan'dan "serbest" olarakçevirdiği hikâyesi ise ölümün-den sonra Vatan gazetesinde(1952) yayımlanmıştı. Hikâye-ler ilk kez ayrı bir kitapta top-lanmış ve kitaba yazarınedebiyat hakkındaki küçükama ilginç bir konuşması daeklenmiştir. Hoşgör Köftecisiokurları, "keşke genç yaştakaybetmeseydik de, o güzel şi-irler gibi bu güzel hikâyeler-den de daha çok yazsaydı"diyecekler.

Hoşgör Köftecisi

“Eleştirel Psikoloji”, psikolo-jiye başka bir yerden bakıyor; in-sanı içinde yaşadığı toplumsalbağlam içinde anlamaya ve insanıtoplumdan etkilendiği kadar onuetkileyebilme potansiyeline sahipbir özne olarak ele almaya çalışı-yor. "Eleştirel psikoloji, eşitsizolan, politik, ekonomik ve diğertoplumsal yapıların sürdürülme-sini destekleyen, ana akım psiko-lojinin içindeki kuvvetlere karşıçıkma çabasıdır." Aslında bukitap, topluma psikoloji ile yeni-den bakmak isteyenler, psikoloji-nin toplumsal değişimde nasıl birrol oynayabileceğini görmek iste-yenler için iyi bir kaynak. Ayrıcaher bölümde, önemli kavramlarınaçıklamasını yapan bir sözlükçe,öneri okuma listesi, faydalı olabi-lecek internet siteleri ve tartışmasoruları veriliyor.

Eleştirel Psikoloji

Maceralarla geçen uzun biryaşamın ardından Allan kendinibir huzurevinde bulmuştur vebu tesisin artık hayattaki sondurağı olduğuna inanmaktadır.Tek sorun, sağlığının onu terketmeyi reddetmesidir. Sonundabir gün 100 yaşına basar. Herkesonu huzurevinin büyük salo-nundaki kutlamada beklemek-tedir. Fakat Allan bu törenekatılmayı istemez. Bir kararverir: Camdan atlayacak ve... VeAllan kendini geçmişindeki ma-ceraları aratmayacak bir serü-venin içinde bulur. Kendindenbir hayli "genç" olan 67 yaşın-daki sinsi hırsız Julius, pek çokmeslekte neredeyse uzman olanBenny, yol üstünde sığındıklarıevin ağzı bozuk sahibesi ortayaşlı Güzellik ve onun sirk kaç-kını olan minik Sonya'sıyla (kos-koca bir fil) İsveç yollarındabüyük bir kaçış başlar... Tabii birde Allan'ın o uzun mu uzun geç-mişi!

Yüz Yaşında

Bir akıl hastası, bir soy-guncu ve bir çocuk, bir cinayet,bir soygun ve sırlarla dolu birkulübe... Ormanın içindeki ku-lübesinde tek başına yaşayan,yaşlı bir kadın katledilir. Baş-lıca şüpheli, akıl hastanesindenkaçmış bir şizofrendir. Olayıntek şahidiyse okçuluk tutkunuolan on iki yaşındaki bir ço-cuktur. Bir adam kısa süresonra yakınlardaki bankayısoyup yanına rehine alarak ka-çınca olaylar ilginç bir şekildeiç içe geçer. Ortağı JacobSkarre ile olayı çözmeye çalı-şan Dedektif Sejer ise hiç hazırolmadığı bir duygusalmacera-nın içine sürüklenecektir.Karin Fossum, Pus kitabındazekice yakaladığı atmosferitekrar yaratıyor ve uçlarda ya-şayanların hayatlarını ustalıklaanlatıyor.

Göl

D.Fox, I.Prilleltensky, S.Austin,Ayr�nt� Yay�nlar�, 592 s.

Romain Gary (Emile Ajar), Agora Kitapl���, çev. Alev Er, 416 s.

“Cennetin Kökleri" roma-nıyla Fransa'nın ünlü Gonco-urt Ödülü'nü alan RomainGary, bir önce yayınlanan "Ka-dının Işığı" romanından sonraşimdi de ünlü "Şafakta Veril-miş Sözüm Vardı" romanıylaokurun karşısında. Alev Er'inçevirdiği "Şafakta VerilmişSözüm Vardı", Polonya asıllıbir Fransız gencinin, annesininmüthiş çabasıyla kendisini bü-yüttüğü çocukluk dönemini veardı arkası kesilmeyen mek-tuplarıyla İkinci Dünya Sava-şı'ndaki serüvenini anlatıyor...

Tahar Ben Jelloun, K�rm�z� Kedi Yay�nevi, çev. F. Gönül Akgerman, 128 s.

Karin Fossum, Pegasus Yay�nlar�,çev. Sevinç S. Tezcan, 304 s.

Ergun Hiçy�lmaz, DestekYay�nlar�, 480 s.

Zoran Drvenkar, On8 Kitap,çev. Suzan Geridönmez, 364 s.

Orhan Veli Kan�k, Yap� KrediYay�nlar�, 64 s.

Jonas Jonasson, Epsilon Yay�n-lar�, Çev. Seden Gürel, 440 s.

YENİ ÇIKANLAR

Page 19: KAPAK-Sayi 13 (25 Mayis):Layout 1 - aydinlikgazete.comaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi13.pdf · “Yerçekimli Karanfil” kitabıyla tümüyle kendine özgü

25 MAYIS 2012 CUMA 19Aydınlık KİTAPYENİ ÇIKANLAR

Arıburnu Çıkarma

Bu roman özgür birey olmaçabalarını, bir aşkın başlangı-cını ve bitişini, gençlikte yaşa-nan doyumsuz tutkuları,yetişkinliğin getirdiği sürpriz-leri, neden hiç durmadan ar-kadaşlarımızla yarıştığımızı,en yakınımızdakilere nasılihanet ettiğimizi ve hiçbirşeyin neden "olması gerektiğigibi" olmadığını anlatıyor.Duygularımızın sözünü dinle-yerek kendimize ve çevremiz-dekilere yaşattığımız acı vesevinçlerin insan olmanındoğal bir sonucu olduğunugösteriyor. Modern dünyanınçelişkili ve bir o kadar da ger-çek insanlarını konu alan sü-rükleyici bir yapıt...

Özgürlük

Yazar Erica Falck anne babası-nın ani ölümünden sonra, çocuklu-ğunun geçtiği Fjällbackakasabasına döner. Beklenmedik birrastlantı sonucu, yıllardır görme-diği çocukluk arkadaşı Alex'in can-sız bedenini bulur. Güzeller güzeliAlex buz gibi evinde, küvette yat-maktadır, bilekleri de kesiktir.Erica, Alex'in ailesinin isteğiyleonun hakkında bir anı yazısı hazır-lamaya girişir. Erica'nın yıllar bo-yunca uzak kaldığı dostuhakkındaki merakı giderek takın-tıya dönüşürken, kasabanın dedek-tifi Patrik Hedström de davaylailgili şüphelerinin izini sürmektedir.Yolları kesişen Erica ile Patrik karşıkonulmaz biçimde birbirlerinedoğru çekilirken, bir yandan daküçük kasabanın büyük sırrını çöz-meye doğru adım adım ilerlerler...

Buz Prenses

Tarantino Filmleri ile DaVinci Şifresi Karışımı BirRoman. Tanrı'nın bile unut-tuğu bir şehirde kıyamet yak-laşıyor... Uğursuz şehir SantaMontega'nın belalı sokakla-rında yolları kesişen yürek-leri karanlık birtakımadamlar, güneş tutulmasıyaklaşırken şehri kana bulu-yor... Gizemli yazarı tarafın-dan yayımlandıktan kısa süresonra internet fenomeninedönüşen bu kitap için şunuaklınızdan çıkarmayın: “AdıOlmayan Kitap”ı okuyanherkes öldürüldü ama gerçe-ğin ne olduğunu öğrenmeninyegâne yolu da bu kitabı oku-mak...

Adı OlmayanKitap

"Karanlık, uzun, engebeli birköy yolunda, ışığa doğru yürü-yen bir çocuğun fotoğrafını gör-düm. Elinde bir keman tutuyorve bir konçerto çalıyordu.""Oğuz Makal'ın sözünü ettiği oçocuk, Talip Apaydın'dır. Çay-kovski'nin keman konçertosun-dan Canzonetta'yı çalarakyürümektedir." "Talip Apaydın,Türk köylüsünden konçertoçalan; roman, öykü, şiir yazanaydın çıkarmanın ocağı KöyEnstitülerinin yetiştirdiği bir ki-şiliktir. "Köy Enstitüleri TürkDevriminin buluşudur. TalipApaydın'ın yaşamı ise, o bulu-şun yarattığı destansı öykününtipik örneklerinden biridir. 'Or-takçının oğlu' Apaydın, KöyEnstitülü aydının bütün özgünve tipik özelliklerini kişiliğindebirleştirmiştir."

Ortakçının Oğlu

Kâmuran Gürün, Ermenis-tan ve Ermenilerle ilgili tarih-sel bilgilerin ışığında, "Ermenisorununu hazırlayan sebep-leri", Osmanlı İmparatorlu-ğu'nda Ermenilerindurumunu, Birinci Dünya Sa-vaşı yıllarında ve sonrasındabüyüyen sorunu bu kitaptateker teker ele alıyor. Gürün,sorunla ilgili, kimi kaynaklar-daki çarpıtılmış bilgilerin ge-çersizliğini de kanıtlıyor. Buaçıdan bakıldığında kitabınbir diğer yanı da Osmanlı veyabancı devlet arşivlerininbelgelerine dayanması, ko-nuyu açıklığa kavuşturacakbütün yabancı araştırmacıla-rın çalışmalarını da değerlen-direrek soruna nasılbakıldığını ortaya koymasıdır.

Ermeni Dosyası

Akıntıya kapılmış, dümensizbir gemi. Anahtarı olmayan birdelik. Haz, hüzün, hezeyan. Za-manın çarkında, medeniyetinkokuşmuş sularında sürüklenen,çivisi çıkmış bir dünya burası.Birileri tüller, kadifeler içindey-ken diğerleri balçıklara gömül-müş debelenmekte. Zamangeçip gidiyor. Ne dün var neyarın. Ve Henry Miller, çoraktopraklar üzerinde yeraltı ba-harlarının peşinde. "Zamanzaman patlayan, bizi yaralayanve içimizi dağlayan, bizden inilti-ler, gözyaşları ve beddualar ko-paran sayfalar okuyorsak, bilinki bunlar sırtı duvara dayalı, teksavunması sözcükler olan biritarafından yazılmıştır; sözcüklerdünyanın yalancı ve ezici ağırlı-ğından, yüreksizlerin kişilik mu-cizesini çökertmek için yarattığıişkence aletleri ve çarklardanher zaman daha güçlüdür.”

YengeçDönencesi

İzak Babel yirmi altı yaşında, in-sanlık tarihinin en önemli çarpışma-larından birine, Ekim Devrimi'ninkaderini belirleyen Polonya-Sovyet-ler savaşına, gazeteci ve asker olarakkatıldı. Ve yaşadıklarından, edebiyattarihinin en etkileyici savaş karşıtı öy-külerini çıkardı; savaşın insan üzerin-deki etkisini, her koşulda insanolmanın destanını yazdı. Parlak birhayalgücünün duru ve sakin bir anla-tımla iç içe geçtiği öyküler, yaşanangerçeği bütün sarsıcılığıyla sergiliyor.Maksim Gorki, Babel'in hep bir ironihavası taşıyan öyküleri için, "insanlaragönderilmiş öyküler" diyordu. İlyaEhrenburg, Kızıl Süvariler'i değer-lendirirken, "Fantezinin gücüyle herşey sarsılmış; hatta fantastik oldu-ğunu söylüyorlar kitabın. Fakat Babelne gördüyse onu yazmış," şeklinde birsonuca varıyor. Genç Borges içinse,üslubundaki şiirsellik bazı sahneleri-nin tarifsiz şiddetiyle tam bir tezatoluşturmakta.

Kızıl Süvariler

Kamuran Gürün, Bilgi Yay�nevi, 480 s.

Stephen Chambers, ��Bankas� Kültür Yay�nlar�, çev.

�smail Hakk� Y�lmaz, 304 s.

25 Nisan 1915 sabahı Avustralyave Yeni Zelanda birliklerinden olu-şan Anzak Kolordusu, Gelibolu Ya-rımadası'ndaki Arıburnu bölgesinin,sarp arazisindeki küçük bir koyaçı-karma yaparak tepeleri ele geçirmekiçin var güçleriyle savaşmıştır. AncakAnzaklar, karşılarında yurdunu isti-laya gelen düşmanı püskürtmeye ka-rarlı Türk askerini bulmuştur.Özellikle çıkarmanın yapıldığı ilk ikigün, her iki tarafın da modern sava-şın gereklilikleri yanında kişisel kah-ramanlık örneklerini bolcasergilediği kanlı çarpışmalar yaşan-mıştır. Anzaklar, fedakâr mücadele-leriyle, başta kendilerini karşılayankomutanlardan Mustafa Kemalolmak üzere Türklerin saygısını ka-zanmış ve bu saygıya hürmeten çı-karma yaptıkları koya, sonradanAnzak Koyu ismi verilmiştir. Kitap,Anzakların Arıburnu'ndaki cehen-nem gibi ilk iki gününün hikâyesinianlatmaktadır.

Camilla Lackberg, Do�an Kitap, Elif Günay, 400 s.

�zak Babel, Can Yay�nlar�,çev. Ergin Altay, 208 s.

Jonathan Franzen, Sel Yay�nc�l�k, çev. Sevin

Okyay, 600 s. Anonim, Alt�n Kitaplar, çev.Zeynep Heyzen Ate�, 448 s.

Talip Apayd�n, Feyziye Özberk,Kaynak Yay�nlar�, 215 s.

Henry Miller, Siren Yay�nlar�,çev. Avi Pardo, 288 s.

Page 20: KAPAK-Sayi 13 (25 Mayis):Layout 1 - aydinlikgazete.comaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi13.pdf · “Yerçekimli Karanfil” kitabıyla tümüyle kendine özgü

25 MAYIS 2012 CUMA20 Aydınlık KİTAP ÇOCUKLAR İÇİN

"Bu masalları, çocukları iyidenve doğrudan yana yönlendirip bi-linçlendirmek, onları yaşamın güç-lükleri karşısında donanımlı veuyanık kılmak, yaşayacakları so-runlar karşısında güçlü ve sorunçözücü olmalarını sağlamak içinbu kitapta topladım. Çalışmalarımamacına ulaşır da genç namusluellerin, beyinlerin yetişmesine bi-razcık da olsa katkıda bulunursa,işte o zaman her dönemde ve herortamda, ödün vermeden sürdür-düğümüz aydınlanma hareketi veaydınlatma işlevi, bir adım dahaileriye götürülmüş olacaktır.Bunun çocuk adımlarının birleş-mesinden oluşacak, aydınlık gele-ceğe yönelik, aydınlık bir adımolmasını diliyorum."

Esil ile Yesil

Mavi Gezegenin �lk �nsanlar�, Yazan:Bilgin Adal�, Resimleyen: MustafaDelio�lu, Yap� Kredi Yay�nlar�, s.108

Kim Merak Etmez “Mavi Gezege-nin İlk İnsanları”nı? Bilgin Ada-lı’nın “Mavi Gezegenin İlkİnsanları” kitabı, okurlarını zamandaheyecanlı bir yolculuğa çıkarıyor. Yağ-mur ile Damla’nın babaları bir bilgisa-yar programı icat eder… Bu programsayesinde, bilgisayar ortamında günü-müzden milyonlarca yıl önceyi bile iz-lemek mümkündür. Afrika’daTurkana Gölü çevresinde başlayangezi iri timsahlar, hipopotamlar, aslan-lar, çakallar arasında ilk insanlarınhayat mücadelesini gösterir. Kimmerak etmez dünyamızın ilk insanla-rını? Kim istemez ilk atalarımızın neyebenzedikleri, nasıl yaşadıkları, nasılkonuştukları üzerine bu benzersiz ge-ziye katılmayı?

Mavi Gezegeninİlk İnsanları

Otizmli kardeşinden bunalan birablanın “normallik” üzerine sorgu-lamaları... Catherine’in tek isteği,normal bir yaşam sürmektir, çünküotizmli küçük kardeşi David’le ya-şamaya “normal” denemez. Aile-nin tüm düzeni, bu hayli farklıkardeşin ihtiyaçları çevresindedönmektedir. Catherine, çeşitli ko-nularda kurallar koyarak hem Da-vid’in hem kendi yaşamınıkolaylamaya çalışır. Ancak o yaz,komşu eve taşınan yaşıtı Kristi’yleve terapi kliniğindeki felçli genç Ja-son’la tanışmak düşüncelerini al-tüst eder. Catherine, kendinekoyduğu kuralların da birer“engel” olduğunu anlayacakmıdır?

KardeşimmBenim

Midilli Tutkunu Prenses – PrensesEllie ve Saray Entrikas�, Yazan:Diana Kimpton, Çev: Sevin Okyay,�� Bankas� Kültür Yay�nlar�, s.96

Kral ve kraliçe sarayın yenilenmeyeihtiyacı olduğuna karar verince, Pren-ses Ellie'nin hayatı bir anda karışır.Saraya Lord Leo adında bir tasarımcıgelir ve her şeyi tepeden tırnağa de-ğiştirmeye başlar. Geleneklere bağlısaray ahalisi tasarımcıdan pek hoşlan-masa da, kral ve kraliçe yenilikleridesteklemektedir. Ancak kısa süreiçinde, Prenses Ellie ve en yakın arka-daşı Kate, Lord Leo'da bir tuhaflık ol-duğunu fark ederler. Anlattıklarıtutarsızdır ve sanki bu ünlü tasarımcı,başka bir şeylerin peşinde gibidir.Acaba sevimli prenses çok geç olma-dan Lord Leo'nun neyin peşinde ol-duğunu ortaya çıkarabilecek midir?

Midilli Tutkunu Prenses –Prenses Ellie ve Saray Entrikası

Muhsine Helimo�lu Yavuz, Esilile Yesil, Yazan: Muhsine Heli-

mo�lu Yavuz, Can Çocuk,(Anadolu Masallar�-4) Cynthia Lord, Çev: Nazl� Tanc�,

Gün����� Kitapl���, s.196

İREM HALIÇ[email protected]ı Kredi Yayınları’ndan “Hezarfen’inİzinde… Gökyüzünde”, “Balaban ileŞakrak - Bir KuşYuvası”, “Mevsim-lere Güzelleme”gibi kitapları çıkanArslan Sayman’ınçocuklara armağanettiği son kitabınınadı: “Bruni’nin Av-lusu”. Çocuklarınızyaz tatili için sizinplanlarınıza mıuyacaklar, yoksakendileri bir şeylerdüşünmüşlermidir? Belki de buyaz tiyatroya baş-lamak için iyi biryazdır.

B�LG�SAYARPLANLARI SUYA DÜ-�ÜNCE...

Karnesini alıp eve gelen Su Ay da,yaz tatili boyunca ne yapacağını dü-şünmeye başlamışbile. Öncelikle,karne hediyesiolarak vaat edilenbilgisayar eve gel-diğinde saatlerboyu onunla oya-lanabilir ve kalanvaktini de so-kakta arkadaşla-rıyla oynayarak,babasına bahçeişlerinde yardımederek ya dakomşularınınköpeğini gezdi-rerek geçirebilir.Saatlerce bilgi-sayar oynama-nın zararlarınıhenüz bilme-diği için, yazboyunca en iyiarkadaşının bilgisayar olabileceğinisanıyor. Ancak bilgisayar kuruldu-ğunda bu planlar biraz suya düşecek,çünkü bilgisayar başında günde birsaatten fazla zaman geçirmesi annesive babası tarafından yasaklanacak.Su Ay bir yolunu bulup bu yasağıunuttururum ben onlara diye düşü-nürken, başına gelen bisiklet kaza-sıyla planlar yeniden değişecek. Kötübir kaza değil, üstelik iyi bile sayılabi-lir, çünkü Su Ay bütün yaz tatiliniseve seve ayıracağı tiyatroyla tanışa-cak. Sınıf arkadaşlarıyla hummalı birçalışmaya başlayacaklar ve komşularıBruni’nin şirin mi şirin avlusunda“Kırmızı Kuş” isimli ilk tiyatrolarınısergileyecekler. Böylece o tiyatrocu-luğa adım atacak, siz de her çocuğunaslında iyi birer tiyatrocu olduğunu

öğreneceksiniz.Tiyatro tarihin en eski sanatı ol-

duğu gibi, insan gelişiminde de ilk ev-redir, çünkü çocuk gelişimindekonuşma, resim çizme, okuma ve

yazmadanönce oyungelir. Elineoyuncağınıalan çocuk onabir kişilik ka-zandırır, diğeroyuncaklarıylabütünleştirir vekendi oyununuyazmaya başlar.Kalemler nin-jaya, kumanda-lar arabaya, halıotobana dönüşü-verir ve nesne-lere başkanesnelerin takli-dini yaptıran ço-cuğun kendisi debaşka rollere bü-rünür. Genellikle

oyuncaklarını yöneten bir trafikamiri, anne ya da tanrı taklidi yapar.Bu oyun zamanla içine diğer arkadaş-lar da dahil edilerek büyür, yayılır.

Çevresinde-kileri taklitetmesi, ken-dini tanıma-sına yardımcıolur. Kendineyakın bulduğuşeyleri özüm-ser, uzak bul-duklarındankaçınır ve şe-killenmeyebaşlayan ka-rakterini kabulettirmeye çalı-şır. Gelişen mi-mikleri vekelime haznesisayesinde ifadegüçlüğü çek-mez. Çocuk, enyaratıcı ve kor-

kusuz sanatçıdır.

OYUN VE ÇOCUK DUASIOyun çocuğun doğasında vardır ve

vazgeçemeyeceği tek şeydir, diretmeyibilir, kabul ettiremediğinde evden kaç-mayı bile göze alabilir. Farkında olma-dan birçok tiyatronun parçası olançocuk ruhsal ve fiziksel gelişimini sağ-lıklı bir şekilde tamamlar. OyuncakÇağı bitince çocuğun güçlü bir bireyolarak yola devam etmesi için sıra ebe-veynlere gelir. Elimizdeki kitaba bakı-lırsa tiyatro, çocuklara yardımcıolmanızı sağlayabilir.

İyi okumalar diliyoruz.

(Bruni’nin Avlusu, Yazan: Arslan Sayman,

Resimleyen: Dilek Yördem,Yapı Kredi Yayınları, s.80)

Yaz tatilinde tiyatro

Arslan Sayman

Page 21: KAPAK-Sayi 13 (25 Mayis):Layout 1 - aydinlikgazete.comaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi13.pdf · “Yerçekimli Karanfil” kitabıyla tümüyle kendine özgü

25 MAYIS 2012 CUMA 21Aydınlık KİTAPSAHAF

ANADOLU’DAN KİTAPEVİ

UMRAN NAZ�F'�N 1951 BASIMI ÖYKÜLER�: “GAR SAAT�”

Cumhuriyet sonrası hikayeciliğimizinöncülerinden biri olan Umran Na-zif'in 1951'de Yeditepe Yayınları'ndançıkan kitabı “Gar Saati”ne sahaf raf-larından birinde rastlamak, kitapkurtları için küçük bir hazine sandığıbulmak gibi bir şey olsa gerek.1915'te İstanbul’da doğan, ilk öğreni-mini İsparta’da 1927 yılında, orta öğ-renimini İstanbul PertevniyalLisesi'nde 1933 yılında bitirdiktensonra, İÜ Hukuk Fakültesi'ndenmezun olan Umran Nazif, savcılık,yargıçlık görevleri ile Konya ve Zon-guldak’ta çalışmış. Daha sonra İstan-bul’da serbest avukatlık yapmış(1943-1950), Demokrat Parti'denKonya Milletvekili seçilmiş (1950-1954) ve 28 Aralık 1964'te yaşamaveda etmiş.

Kitaplarında kendi yaşamındanbelirgin izler bulunan Umran Nazif,babasının sıhhiye müdürlüğü dolayı-sıyla Mersin, Silifke, Denizli, İsparta,

Manisa, İzmir gibi şehirlerde geçençocukluğunu da sayfalara yansıtır. Hi-kâyelerindeki bu gerçekçi atmosfer,onun Sabahattin Ali'yle birlikte anıl-masına da yol açmıştır. Toplumdakidengesizlikler Umran Nazif'in başlıcahareket noktalarından biridir.

Elimizdeki “Gar Saati”nde dokuzhikâye yer alıyor: “Gar Saati”, “Göç”,“126 Numaralı Oda”, “Kapalı Kutu”,“Çağrı”, “Gök Gürlemesi”, “Rah-metli”, “Dairemiz” ve “Otel”. Lapalapa yağan kar altında müdürünütrenle yolcu eden baremin beşinci de-recesinden memur Şefkati Bey'in ha-yalleri ile gerçekliği (“Gar Saati”);yolculara açılan bir han odasının oca-ğında yanan meşe dallarının saldığıhayat veren sıcaklık (“Göç”); GüzelAnkara Oteli'nin altındaki kahveha-neye giren, 36 saattir uykusuz, karısı-nın büyük şehre tayin istekleridoğrultusunda yollara düşen memurNejat (“126 Numaralı Oda”); vaktin

bir hayli ilerlemiş olmasına rağmenbir türlü uyku tutturamayan yolcu-nun, kompartımanındaki sarı bukleli,yeşil gözlü kadına ilişkin düşünceleri(“Kapalı Kutu”) ya da “Hüdaverdi”otobüsü vilayet sınırlarından içeri gi-rinceye kadar bütün gün otelde geçir-diği gecenin hatıralarıyla baş başakalan müfettiş (“Otel”), Umran Na-zif'in belli başlı karakter ve olaylarıarasında yer alıyorlar.

Görüldüğü gibi trenler, otobüsler,oteller, hanlar ve yolculuk, usta yaza-rın en sevdiği kavram ve temalar ola-rak karşımıza çıkıyorlar. AdileKaya'nın bir yazsında denildiği gibi:

“Umran Nazif'e gelince, onun dakendisine göre bir tarzı, daha doğ-rusu bir sahası vardır. En çok Anado-lu'nun küçük kasabalarının hayatınıtasvir etmeyi sever ve bunda muvaf-fak olur. Hikâyelerinde daha ziyadehalk tabakasına mensup insanlarınpsikolojisini aksettirmek gayreti

seziliyorsa da, kasaba hayatına karış-mış olan İstanbul münevverlerininhislerini tahlil ettiği zaman dahabüyük başarı gösterdiği şüphesizdir.”

Hey trenler, oteller...

Adana'da tek popüler cadde

olma özelliğini hala yitirmemiş

Gazipaşa Bulvarı'nda çok sev-

diğimiz bir kitabın şu an piya-

sada olmayan baskısını

bulabildiğimiz ve bunları çok

uygun fiyata edinebildiğimiz,

aradığımız bir şeyi rahatlıkla

bulabileceğimiz bir sahaf

“Dünyayı Kurtaran Sahaf”.

Metrekare olarak küçücük

ancak içindekilerle kocaman

bir mekan... Onlar kendilerini

şöyle tanıtıyorlar:

“Durmuşoğlu ailesi olarak

fiilen 1998’den beri bu işi yapı-

yoruz. Ama hangi işi yapıyo-

ruz? Dünya, kurtarmak…

Bunları biliyoruz ama sahaf ne

ola ki? Bir sahaf niye dünyayı

kurtarmak istesin? Gerçekten

kurtarabilir mi? Evet, dünyayı

kurtarmak biraz abartılı duru-

yor olabilir ama en azından sa-

haflığımız konusunda garanti

verebiliriz. Sahaflık matbaanın

Osmanlı’ya girişinden beri ki-

tapçılık, yayıncılık ve okuma

kültürünün ayrılmaz bir par-

çası; oldukça eski geçmişi olan

bir uğraş ve meslek. Ancak sa-

hafı normal bir kitapçıdan ayı-

ran en önemli unsur ikinci el,

nadir ve baskısı tükenmiş kitap-

ların da bulunabiliyor olması.

Gelgelelim “Dünyayı Kurtaran

Sahaf” olarak klasik sahaflığın

ötesine geçip yelpazemize oriji-

nal film afişleri, çizgi romanlar,

plaklar, haritalar, video kasetler

gibi çok farklı kültür ürünlerini

de katıyor; orijinal film afişleri,

posterler, reprodüksiyonlar ve

çizgi romanlardan oluşan zen-

gin bir konseptle kitap kurtla-

rına, arşivcilere,

koleksiyonculara, biriktirme

meraklılarına hizmet veriyo-

ruz.”

Adanalılara duyurulur!

“DÜNYAYIKURTARAN

SAHAF”

Page 22: KAPAK-Sayi 13 (25 Mayis):Layout 1 - aydinlikgazete.comaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi13.pdf · “Yerçekimli Karanfil” kitabıyla tümüyle kendine özgü

Soldan sağa1. Resimdeki yazar - Bir hava olay�2. Fas'�n plakas� - Kalsiyum'un simgesi - Göçebelerin

konaklad��� yer - Fikir, dü�ünce3. Gürültülü kavga - Mercek - �ridyum'un simgesi4. Voltamper (k�sa) - Yüksekokul - Su yosunu5. A��rba�l�l�k - Cin fikirli, kurnaz - Bir hayvan6. �öhret - Bir haber ajans� - Hz.�sa, Meryem veya azizlerin

tahta üzerineyap�lan boyal� resimlerine verilen ad - Çinko'nun simgesi7. Baryum'un simgesi - Anadolu'da kullan�lan bir dövme

türü - Favori - Yanarda�lar�n a�z�ndan akan veso�uyunca kat�la�an erimi� maddeler

8. Sunak - Suyun veya topra��n önüne çekilen kal�n duvar9. Bir �ahin türü, do�an - Ac�bal�k da denilen bir tatl� su

bal��� türü10. �ehir - Demir'in simgesi - Avuç içi - Fransiyum'un

simgesi11. Yok etme, ortadan kald�rma - Ortaya ç�kan, elde

edilen �ey, ürün - "...Güler" (foto�rafç�)12. Kuzu sesi - Jamaika'n�n plakas� - Lantan'�n simgesi -

Ak��kan13. Gemilerde kullan�lan yatak - Bir i�in yap�ld��� an -

Türk liras� (k�sa)14. Sevap - �çinde �arap yap�lan f�ç� - Bir i�i, bir görevi

yerine getirme15. Bir tür tatl� çörek - Bir nota - Verme, ödeme - Eski

Türklerde "totem"e verilen ad

Yukarıdan aşağıya1. Japonya'da buda rahibesi - Resimdeki yazar'�n bir eseri -

Bir bulutun taban�yla yer aras�nda, iki bulut aras�ndaveya bir bulut içinde elektrik bo�al�rken olu�an k�r�kçizgi biçimindeki geçici ���k

2. Kurtçuk - Bir bilgi dal�nda derinle�mi� kimse, çok vegeni� bilen - Seryum'un simgesi

3. Azerbaycan'�n ba�kenti - Bahçelerde çiçek dikmek içinayr�lan yer - Dar ve hafif, düz dipli bir yar�� teknesi türü

4. "... Ayhan" (�air) - Bir kimseyi, bir olay� an�msatanarma�an - Ah�ap, mermer ya da ta� levhalar� kafesbiçiminde oyarak bezeme

5. Radyo dalgalar� arac�l���yla cisimlerin yerini veuzakl���n� belirleyen cihaz - "... Kaptan" (ressam) -Pi�irilerek haz�rlanm�� yemek

6. �lave - Beyaz - Rutubet - Zeybek7. Kobalt'�n simgesi - Kabaca i�te orada - Viyola8. Yar� mat bir tür yaz� ka��d� - Bir gayret ünlemi - Boru

sesi9. Metalik - Tanzanya'n�n plakas�10. �laç, merhem - Kiloamper (k�sa) - Alman gökbilimci,

matematikçi vefizikçi11. Resimdeki yazar'�n bir eseri12. Bir bulunma hali eki - Küçük ma�ara - Otlar - Kal�n

kabuklu ve çekirdekli bir portakal türü13. Tavlada "üç" say�s� - Arnavutluk'un plakas� - Limited

(k�sa) - Gezegenimizin uydusu - Bir kan grubu14. Vilayet - Fas'ta bir �rmak - Fertler, bireyler15. Resimdeki yazar'�n bir eseri

25 MAYIS 2012 CUMA22 Aydınlık KİTAP

BULMACA

ALINTI-TEST

Okuyaca��n�z bölümler hangi yazar�n hangi kitab�ndan al�nt�lanm��t�r?

Babaannemin kucağına yattığımda yaşar-dım böyle uyku ile uyanıklık arası durumları.Öyle anları çok severdim. Saçlarımda gezi-nen yaşlı el, küçük pembe çiçekli pazen enta-risinden gelen sabun kokusu, başınailiştirdiği tülbentin sallanan uçlarının yana-ğıma değişi ve onun bana hafif bir sesle an-lattığı masallar, ne güzeldi! Bütün bunları birdüş gibi algılardım, oysa gerçekti hepsi.

Platon’un hassas ölçü ve orantı kavramlarıylaaçıklayamam onun güzelliğini. Ben neredeyim ogüzellikte?.. Benim gözümü, estetik eşiğimi dış-layan güzel, benim olsa da güzel diyebilir miyimki ona? Bence güzellik şahsi. Gören de görülenkadar güzelliğe dahil olmalı. Birlikteliğin ken-disi de güzel olur böylelikle. Aşkın hayatı güzel-leştirmesi bu bence. Zincirleme güzelleşim!..

İnsanın kaybetmekten korktuğu bir Tanrısı,ancak Tanrı’nın tükenmeyen insanları vardır.

Dolayısıyla sorgulanması gereken Tanrı’ya atfe-dilen niteliklerdir. Tanrı’nın varlığı yerine iyiliğiya da kötülüğü hakkında kuşkuya düşmek gere-kir. Unutmamak gerekir ki Allah’ın dediğinin ol-duğu bir dünyada yaşıyor ve her saniye ölenbebeklere tanıklık ediyoruz.

1 2 3

Do�ru yan�tlar gelecek hafta bu sayfada… Geçen haftan�n do�ru yan�tlar�: 1-(e) 2-(b) 3-(c)

GEÇEN HAFTANIN ÇÖZÜMÜ

a) Hakan İşcen / Aşkın Haçsız Seferi

b) Halil Cibran / Kaçık

c) Henry Miller / Yengeç Dönencesi

d) Hande Altaylı / Kahperengi

e) Handan Gökçek / Ah Mana Mu

a) Jean Baudrillard / Karnaval ve Yamyam

b) Hakan Günday / Azil

c) Patti Smith / Hayalperestler

d) Handan Küçük / Ağustos Mevsimi

e) Handan Yiğitpaşa / Aşkta Akıl Kazanır

a) Nur Yazgan / Lal Kitap

b) Tahar Ben Jelloun / Ülkemde

c) Zülfü Livaneli / Serenad

d) Ahmet Ümit / Sultanı Öldürmek

e) Handan Öztürk / Doğu’nun Çıplak Kadınları

Page 23: KAPAK-Sayi 13 (25 Mayis):Layout 1 - aydinlikgazete.comaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi13.pdf · “Yerçekimli Karanfil” kitabıyla tümüyle kendine özgü
Page 24: KAPAK-Sayi 13 (25 Mayis):Layout 1 - aydinlikgazete.comaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi13.pdf · “Yerçekimli Karanfil” kitabıyla tümüyle kendine özgü