İncir Çekirdeği sayı:5

40
Ağustos 2014 Sayı: 5 dil, edebiyat, kültür, sanat Osman Çeviksoy İle SÖYLEŞİ Türkçem, benim ses bayrağımf.h. daglarca DEDEM KORKUT’un izinde Bülbül yuvası: AŞİYAN Kapanmayan Perde: Müşfik KENTER

Upload: incir-cekirdegi-dergisi

Post on 01-Apr-2016

270 views

Category:

Documents


11 download

DESCRIPTION

İncir Çekirdeği Dergisi Ağustos Sayısı.

TRANSCRIPT

Page 1: İncir Çekirdeği Sayı:5

Ağustos 2014 Sayı: 5 dil, edebiyat, kültür, sanat

Osman

Çeviksoy İle

SÖYLEŞİ

“Türkçem, benim ses bayrağım” f.h. daglarca

DEDEM

KORKUT’un

izinde

Bülbül yuvası:

AŞİYAN

Kapanmayan

Perde:

Müşfik

KENTER

Page 2: İncir Çekirdeği Sayı:5

İncir Çekirdeği

Dergisi

Genel Yayın Yönetmeni

Ayşe Bengisu Akdağ

Yazı İşleri Müdürü

Sırdem Kemiksiz

Editörler

Sultan Demirtaş

Kübra Tarakçı

Yazarlar

Afra Nur Akkayalı

Beyza Arı

Busenur Aslan

Hatice Türk

Hilal Akarslan

Işık Selin Orhuntaş

Mehmet Altınova

Merve Başol

Sema Keser

Süleyman Erkut

Tuğçe Erkol

İletişim

[email protected]

facebook.com/incircekirdegidergisi

https://twitter.com/IncirCekirdegiD

EDİTÖRDEN...

Sevgili İncir Çekirdeği okuyucuları...

Dergimiz beş ayı geride bıraktı. Bu süre zarfında git gide

büyüdük, geliştik, adımızı daha çok kişiye duyurduk, aramıza

yeni çekirdekler dahil oldu ve bunun gibi bir çok güzel durumla

karşılaştık. Siz değerli okuyucularımızın olumlu eleştirileri,

fikirleri, mesajları bizi hep daha iyisini başarmaya azimlendiren

bir güç oldu. Uludağ Üniversitesindeki bir grup edebiyat

öğrencisi olarak çıktığımız bu yolda çok sayıda şehirden

edebiyatsevere ulaştık. Umarız dergimiz beklentilerinizi

karşılamaya, sizi her ay edebiyatla şiirle doyurmaya devam eder.

Bu dileklerle gelelim Ağustos sayımızda sizleri nelerin

beklediğine...

Türkçenin ses bayrağı Fazıl Hüsnü Dağlarca, 100. Doğum yıl

dönümünde dergimizin kapağında. Ünlü şairin hayatına,

şiirlerine, anılarına yer verdik.

Busenur Aslan söylemiş, görelim hanım ne söylemiş dedik ve

Atamız Dede Korkut’u andık.

Sırdem Kemiksiz’in ilk bölümünden merak uyandıran

“Ardından” ikinci bölümüyle devam ediyor. Bu arada Işık Selin

Orhuntaş Tevfik Fikret’in ölüm yıldönümünde sizleri Aşiyan’da

bir yolculuğa çıkarıyor. Sultan Demirtaş tiyatro köşemizde usta

oyuncu Müşfik Kenter’i anıyor. Söyleşi köşemizde ise günümüz

Türk edebiyatının önemli öykücülerinden Osman Çeviksoy

sizlerle. Değerli hocamızla yaptığımız keyifli söyleşi dergimizin

sayfalarında sizleri bekliyor. Bunların yanında her zamanki gibi

şiirlerimiz, hikayelerimiz, kitap ve film tanıtımlarımız da

sabırsızlıkla okunmayı bekliyor.

Sizleri yeni sayımızla baş başa bırakırken şunu da belirtmek

isteriz ki İncir Çekirdeğini sürdüren ve sürdürecek olan gerçek

birlik, gönüldaşlık, samimiyet, “özgünlük” ve en önemlisi

tevazudur. Bizler yazdıkça boynu kırılan, törpülenen kurşun

kalemleriz. Kendini tükenmez sanan ama tükenip kalemsiz

kalanlardan olmadık.

Dilimize, kültürümüze incir çekirdeği kadar bile olsa bir faydamız

olması ümidiyle...

Ayşe Bengisu Akdağ

Genel Yayın

Yönetmeni

Page 3: İncir Çekirdeği Sayı:5

Ağustos’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Havadis

Şiir - Cahit Külebi

Hikaye - Yarım Kalan Sevgi / Nevin Aksu

Dedem Korkut’un İzinde / Busenur Aslan

Ardından - 2. Bölüm / Sırdem Kemiksiz

Şiir – Öylesine Birkaç Satır / Süleyman Erkut

Liselerde Edebiyat Öğretiminde

Kitapların Niteliği Üzerine / Mehmet Altınova

Dağlarca – A. Bengisu Akdağ

Fazıl Hüsnü Dağlarca’dan Şiirler

Fazıl Hüsnü Dağlarca – “Şiire Başlangıç”

Osman Çeviksoy ile Söyleşi / A. Bengisu Akdağ

Şiir – Ağır Yolcu /Sema Keser

Aşiyan – Işık Selin Orhuntaş

Şiir – Küçük Bir Gezinti / Hasan Atacak

Hikaye- Talihsizlikler Serüveni / Kübra Tarakçı

Şiir - Bir Garip Masal – Sema Keser

Fotoğraf / Aybige Akdağ

Arka Kapak / Merve Başol

Bir Güzel Aşk: Müşfik Kenter / Sultan Demirtaş

Beyaz Perde’den / Afra Nur Akkayalı

Mucit Kadınlar ve İcatları / Sırdem Kemiksiz

İçindekiler

Page 4: İncir Çekirdeği Sayı:5

Ağustos’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

HA

DİS

Bursa Nilüfer

Belediyesi’nin

Girişimiyle Yazı

Evi açıldı

Gölyazı’da 19. yüzyıla ait

Panteleimon Kilisesi ve

yanında bulunan yapıyı

yeniden restore eden

Nilüfer Belediyesi, Bursa’ya

iki önemli mekan daha

kazandırdı. Aslına uygun

olarak restore edilen Gölyazı

Aziz Panteleimon Kilisesi

kültürevi olarak hizmet

veriyor. Bu tarihi yapının

yanında bulunan ev ise

restore edilerek, yazar ve

çevirmenlerin hizmetine

sunuldu. Yazarları ev

ortamında ağırlayabilmek

için tasarlanan Göl Yazıevi,

misafirlerini ağırlamaya

başladı . Nilüfer Belediye

Başkanı Mustafa Bozbey,

Göl Yazıevi’nin, yazar ve

çevirmenler için uluslararası

ölçekte hizmet vereceğini

söyledi.

4. Uluslararası

Cengiz Aytmatov

Şiir Ödülü

Ünlü Kırgız yazar, çevirmen,

gazeteci, şair ve politikacı

CENGİZ AYTMATOV anısına

düzenlenen ‘’4. Uluslararası

Cengiz Aytmatov Şiir

Yarışması 2014 Etkinliği’’

tüm şiir severlerin katılımına

açıktır. BAŞVURU

TARİHLERİ: 15 TEMMUZ –

15 EYLÜL 2014

SONUÇLAR; 18 EKİM 2014

TARİHİNDE

AÇIKLANACAKTIR.

www.istanbulsiirakademisi.c

om

Mesnevi

Okumaları 1

Eylül'de

başlayacak!

Türkiye Yazarlar

Birliği'nde 15 yıldır devam

eden Mesnevi

Okumaları'na yaz

dönemine girilmesi

dolayısıyla ara verilmiştir.

Derslerin yeni dönemde

başlama tarihi 1 Eylül

Pazartesi olarak

belirlenmiştir.

İstanbul'a Has

Meşhur Deyimler

Kitaplaştırıldı

İstanbul Büyükşehir

Belediyesi Kültür AŞ,

masalların, efsanelerin,

tarihi olayların kaynaklık

ettiği, günlük konuşmalarda

sıklıkla kullanılan, dile

zenginlik katan 100 deyimin

ilginç hikayelerini derledi.

Page 5: İncir Çekirdeği Sayı:5

Ağustos’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

"İstanbul'un 100 Deyimi"

isimli kitap, İstanbul'da

yaşanmış olayların, tarihi

kişiliklerin konu olduğu

deyimlerin anlamlarını ve

ortaya çıkış hikayelerin

içeriyor. Günümüzde de

sıkça kullanılan "ağzınla kuş

tutsan nafile", "ateş pahası",

"Dingo'nun ahırı" ve

"Üsküdar'da sabah oldu"

gibi İstanbul'a has deyimler

tek kitapta toplandı.

9. İstanbul

Animasyon

Festivali'ne Doğru

9. İstanbul Animasyon

Festivali'ne (IAF) başvurular,

5 Eylül'e kadar kabul

edilecek. Festival, 18-23

Kasım tarihlerinde

gerçekleştirilecek.

Yarışmaya katılmak

isteyenler 5 Eylül Cuma

gününe kadar

başvurabilecek. Kabul edilen

filmler, 6 Ekim Pazartesi

günü açıklanacak.

Usta oyuncu

vefat etti

Sinema sanatçısı Sadri

Alışık'ın eşi usta oyuncu

Çolpan İlhan, hayata

gözlerini yumdu. Bir

döneme imza atan Çolpan

İlhan, merhum Sadri Alışık'ın

eşi, şair Attilâ İlhan'ın

kızkardeşiydi. Kültür

Bakanlığı tarafından 1998

yılında Devlet Sanatçısı

unvanı verilen İlhan, Sadri

Alışık Kültür Merkezi'nin de

kurucusuydu.

Güney Afrikalı

Nobel ödüllü yazar

öldü

Man Booker Ödülü'nü

1974'de, Nobel Edebiyat

Ödülü'nü de 1991'de

kazanan Gordimer, Güney

Afrika'daki Apartheid

rejiminin karşısında

durmuştu. Çok sayıda

makale, deneme ve söylev

kaleme almış ve eserleri

birçok dile çevrilmişti.

"100 Geleneksel

Sanatçı" kitabı

yayımlandı

Klasik Türk sanatında ekol

ve gelenek oluşturan 100

isim bir kitapta

toplandıKültür AŞ'den

yapılan açıklamaya göre,

Şeyh Hamdullah'tan Hamid

Aytaç'a, Baba Nakkaş'tan Ali

Üsküdari'ye, Süheyl

Ünver'den Çiçek Derman'a,

Rikkat Kunt'tan Faruk

Taşkale'ye, Siyah Kalem'den

Matratçı Nasuh'a, Levni'den

Niyazi Sayın'a 100 ismin yer

aldığı kitapta, sanatçıların,

hayatı, eğitimleri, hocaları,

sanatsal yaklaşımları,

önemli eserleri, hatıraları ve

öğütleri bulunuyor.

O kitap oyun

oluyor

80 Days, orijinal fikrini ünlü

yazar Jules Verne’in “Seksen

Günde Devr-i Alem”

romanından alıyor. iOS

platformuna çıkan oyunda

siz ve rakipleriniz seksen

günde dünyayı dolaşıp

başlangıç noktasına geri

dönmeye çalışıyorsunuz.

Page 6: İncir Çekirdeği Sayı:5

Ağustos’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Senin dudakların pembe

Ellerin beyaz,

Al tut ellerimi bebek

Tut biraz!

Benim doğduğum köylerde

Ceviz ağaçları yoktu,

Ben bu yüzden serinliğe hasretim

Okşa biraz!

Benim doğduğum köylerde

Buğday tarlaları yoktu,

Dağıt saçlarını bebek

Savur biraz!

Benim doğduğum köyleri

Akşamları eşkıyalar basardı.

Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem

Konuş biraz!

Benim doğduğum köylerde

İnsanlar gülmesini bilmezdi,

Ben bu yüzden böyle naçar kalmışım

Gül biraz!

Benim doğduğum köylerde

Kuzey rüzgârları eserdi,

Hep bu yüzden dudaklarım çatlaktır

Öp biraz!

Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin!

Benim doğduğum köyler de güzeldi

Sen de anlat doğduğun yerleri,

Anlat biraz!

Cahit KÜLEBİ

Hikaye

Page 7: İncir Çekirdeği Sayı:5

Ağustos’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Evimiz yemyeşil dağların, eteklerinde el ele

verdiği, sabahın ilk ışıklarıyla

kahkahalarımızın karıştığı küçük koruluğun

ortasına kurulmuş mavi pantolonlu afacan

bir çocuğu andırırdı. Yer yer lavanta

kokularının gezindiği odalarında

çocukluğumun en doyum olmaz günlerini

yaşadım. Annemlerin ikindi çaylarını

içmeye başladıkları küçük salon ahşap

yapının en güzel bölümüydü.

Pencerelerden çapkın edalarla girip tülleri

hareketlendiren rüzgar bile bu sıcacık

yuvadan ayrılmak istemez getirdiği güzel

kokulu esintisini eve yaymaya çalışırdı. Ben

her zaman pencerenin kafesine oturur, dut

ağacının hışırtısını ve gündüz bizimle coşup

gece bizimle uyuyan derenin sesini

dinlerdim. Bu öyle doyum olmaz bir zevkti

ki küçük kardeşimin eteklerimi çekiştirişini,

ablamların avluyu çınlatan kahkahalarını

bile fark etmez kendimden geçerdim.

Geceleri herkes yataklarına çekildiğinde ben

de yumuşacık yer yatağına uzanır

gökyüzündeki yıldızları sayardım.

Kulağımda uzaklardan dalga dalga gelen ud

sesleri sakin ve güzel bir gecenin

başlangıcını müjdeler ve tatlı rüyalarla dolu

bir uykunun beşiğinde sallardı. İşte bizim

bu neşeli dünyamıza bir gün Lütfiye Abla

da katıldı. Her şeyi kendine çeken, bütün

kalpleri ve fikirleri ister istemez aynı

düşünce etrafında birleştirirdi. O gün

batımında rüzgara doğru dalgalanan

buğday başakları gibi saçlarını, omuzlarına

kadar salar fakat o uzun beyaz boynu hep

açıkta bırakırdı. Sürekli durgun ve tehlikesiz

denizi andıran yeşil gözleri iri ve çok

güzeldi. Bu bakışların derinliğinden

kurtulabilirseniz, küçücük burnu ve her

zaman gülümseyen dudakları görebilirdiniz.

Onu penceremin kafesinden seyrederken

incecik vücudunu, yarım kollu sabahlığının

eteklerini toplayıp sıçrayışını ve arada bir

kaçamak bakışlarını görür, bir ceylanı

ürkütmemeye çalışan avcı sanırdım

kendimi. Fakat dayım benim gibi gizlenmez

bu minicik yüreği incitmeden elleri arasına

alabilirdi. Beraber dereye inen toprak yolda

yürürken ben de tepeden onları

seyrederdim. Sanki sevgi bu iki insanın

beraberliğinden doğmuş, bundan da büyük

bir gurur duymuştu. Bizim için birini

ötekisiz düşünmek imkansızdı. Gölgesine

oturup şarkı söyledikleri ceviz ağacı bile bu

iki kalpten dökülen sevgiyle beslenirdi.

Lütfiye Abla sık sık dayımlara gider Koca

Fatma Teyze’ye yardım ederdi. Fakat

neden bilmiyorum aralarında bir soğukluk

vardı ve bu herkesin terlediği bir yaz

gününde bile bizi üşütürdü. Koca Fatma

Teyze dayımı başka zengin bir kızla

evlendirmeye karar vermişti. Oğlunun

kumral başını sallayıp itiraz etmesine,

buğulu ela gözleriyle yalvarışlarına

aldırmadı. Bu işi o kadar kısa zamanda

halletti ki bizler bile nasıl olup bittiğini

anlayamadık. Düğün günü Lütfiye Abla’yı

görmedik. Gitmişti. Kimsesizliğinin acısını

ve yarım kalan sevgisini kalbine gömerek

gitmişti. Artık dereye inen toprak yol

bomboştu. Ceviz ağacının dibinden şarkı

sesleri gelmiyordu. Bizim de eski neşemiz

yok olmuştu. Durgun bir hal almıştık.

Dayım ise yarım bir elma gibi için için

çürüyordu. Bir süre sonra bu küçük koruluk

tamamen boşaldı. Fakat dayım hala o ceviz

ağacının dibinde ud seslerinin yankıları

arasındaki mezarında...

Yarım Kalan Sevgi Gerçek bir hikaye...

Nevin Aksu

Page 8: İncir Çekirdeği Sayı:5

Ağustos’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

‘’Hz. Resul (a.s.) zamanına yakın Bayat boyundan

Korkut Ata adında bir er çıktı. Oğuz’un o kişi tamam

bilicisiydi. Ne derse olurdu. Gaipten türlü haber söylerdi.

İlham-ı Rabbaniyle nice sözler söylerdi. Korkut Ata

söyledi: Ahir zamanda hanlık tekrar Kayı’ya değecek.

Kimse ellerinden almaya, ahir zaman olup kıyamet

kopuncaya kadar. Bu dediği Âli Osman neslidir, işte sürüp

gidiyor. Korkut Ata, Oğuz kavminin sıkıntısını çözerdi. Her

ne iş olursa olsun Korkut Ata’ya danışmadan yapmazlardı.

Her ne ki buyursa kabul ederlerdi. Sözünü tutup, tamam

ederlerdi.’’

Sözler vardır, geçmişe ışık tutar. Destanlar vardır,

geçmişten gelip geleceği sarar. İnsanlar vardır, hem dünü

hem bu günü aydınlatır. İşte, bütün o sözlerin ışık tuttuğu geçmiş, Dedem Korkut’un Kitabı’ndadır.

Geçmişten gelip bizi sarıp sarmalayan o destanlar da yine, Dedem Korkut’un Kitabı’ndadır.

Bilgeliğiyle, öğreticiliğiyle işte Dedem Korkut, hem gününü hem bu günü aydınlatır.

Bilenler bilir, bilmeyenler de şimdi öğrensin. On iki ayrı destanın anlatıldığı bir eserdir, Dede Korkut

Kitabı. Birbirinden ayrı, on iki destan. Birbirine sımsıkı bağlarla bağlanmış, on iki destan. Birbirinden o

kadar uzak ve birbiriyle o kadar iç içe, on iki destan. Son derece akıcı, güçlü ve soluksuz bir anlatımla

Türk Edebiyatı’nın en değerli ve ölümsüz eserlerinden biridir, Dede Korkut Kitabı. Bir arada yaşayan

Oğuzların, hem düşmanlarıyla hem de kendi aralarında yapmış olduğu savaşlar, olağanüstü

yaratıklara karşı verilen mücadelelerle harmanlanmış büyülü bir dünya.

İlk Dedem Korkut tanıtılır. Der ki hikâyeleri yazıya geçiren kişi, Dedem Korkut, Oğuz’un Kaya

boyundanmış. Ahalide sözü geçen bir bilge kişiymiş. Gelmişi geçmişi hep bilirmiş. Bilinmezden, haber

getirirmiş. Oğuz boyları içinde bir dediği ikiletilmezmiş. Her ne olursa ona sorulurmuş. O, ne derse o

olurmuş. Dedem Korkut’u tanıttıktan sonra, onun Oğuzlara verdiği öğütler söylenir. Türlü türlü

konuda Dedem Korkut’un söyledikleri, bir bir dile getirilir. Bunlardan sonra, ayrı ayrı hikâyeleri ve

kahramanlarıyla destanlara geçilir.

Farklı kahramanların, farklı hikâyeleri dile getirilir bu kitapta. İlk hikâye olan Dirse Han Oğlu Boğaç

Han’da ve son hikaye olan İç Oğuzun Dış Oğuza Asi Olup Beyrek’in Öldürülmesi’nde, Oğuzların kendi

aralarındaki mücadeleleri anlatılır. Hepimizin mutlaka duyduğu Duha Koca Oğlu Deli Dumrul ve

Basat’ın Tepegöz’ü öldürdüğü hikâyelerde ise, olağanüstü yaratıklara karşı verilen mücadeleler yer

alır. Diğer hikâyeler ise farklı boyların dış ülkelerle ve Müslüman olmayan kavimlerle yaptığı savaşlar

vardır. Bu savaşlarda, her bir boy kendi mücadelesini verir fakat diğer boyların beyleri hep yardıma

gelir. Birlikle düşman yenilir ve esirler kurtarılır. Bu hanların hanı, Bayındır Han’dır. Ondan sonra ise

Salur Kazan gelir. Her hanın, kendi divanı vardır. Bu divanlarda, Oğuz beyleri ağırlanır ve onlara yemek

tertip edilir. Her bir Oğuz beyi, kendi hanlığını kurabilmek için av avlamalı, kan akıtmalı veya bir

yiğitlik yapmalıdır. Bütün bu Oğuz beylerinin oğulları da bu yolla boydan ayrılıp kendi boylarını

kurarlar. Hatta kan akıtmayan çocuk isim alamaz ve ona kötü gözle bakılır.

DEDEM KORKUT’un

İzinde Busenur Aslan

Page 9: İncir Çekirdeği Sayı:5

Ağustos’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Dedem Korkut, yiğitler yiğididir. Onun yanındaki beyler de hep birer yiğittir. Bileği güçlü, yüreği

merttir hep bu Oğuz beylerinin. Bütün hikâyelere, destansılığı veren bu beylerdir. Her biri bir alp

tipidir. Yine Dedem Korkut’un yanında bulunan kadınlar, birer yiğittir. Elleri kılıç tutar. Eşlerinin başı

dara düşse, diğer beylerin yanında onlar da yardıma koşar. Hikâyelerin hiçbirinde yalancılık, iki

yüzlülük yoktur. Kadınların ve erkeklerin hepsi merttir. Hikâyelerde sadece, Yalancıoğlu Yaltacuk

yalana başvurur. Bamsı Beyrek hikâyesinde, kahramanın beşik kertmesi olan nişanlısıyla evlenebilmek

için yalan söyler. Oğuz beylerinin yanında üç yüz yiğit bulunur. Onların oğullarının yanında ise kırk

tane yiğit bulunur. Beylerin, daimi yardımcıları olan Hatunların yanlarında da kırk ince belli kız

bulunur. Anaya, ataya saygı ve sevgi vardır. Beylerin hepsi tek eşlidir. Yalnız Bamsı Beyrek, onun

kaleden kaçmasına yardımcı olan kızla da evlenir.

Dedelerin dedesi Dedem Korkut,

Müslümandır. Onun yanındaki bütün Oğuz

beyleri de Müslümandır. Savaşlara çıkmadan

önce ‘’arı su’’ ile abdest alırlar ve iki rekat

namaz kılarlar. Düşmana kaldırdıkları

kılıçlarını, salavatlarla indirirler. Her zaferden

sonra, düşmanın kilisesini yıkar yerine mescit

yaptırırlar. Fakat bu yiğitlerin her biri kımız

içer, Müslüman olmayan kızlardan, sakilik

beklerler. Anlaşılacağı üzere din, kuvvetli bir

olgu değildir.

Yüreği de bileği kadar kuvvetli olan Oğuz

beyleri, sadece düşmanlara karşı mücadele

vermezler. Zira iklim ve tabiat çok serttir.

Aman vermez yüce dağlar dikilmiştir

karşılarına. Rüzgâr, yüreğini dağlar bu

yiğitlerin. Hırçın ve canlı bir hava hâkimdir çünkü bozkırlara. Ozanın, yoluna şiirler dizdiği dağlar gibi

canlıdır dağlar. Kopuzun tınılarına karşılık veren sular yoldaştır bu Oğuz beylerine. Her şey efsunlu gibi

canlıdır adeta. Hem doğa hem anlatım hem de tasvirler canlıdır. Öyle bir canlılık ki tutup elinizden, sizi

adeta içine çeker.

Benim aynam, Dedem Korkut’un Kitabı’dır. Onda bulunur her bir geleneğim, göreneğim. Atam ne

sözler edermiş, hep onda yazar. Ağabeyimin düğünü nasıl olurmuş, hep onda söylenir. Ulular nasıl

düşünürmüş, nasıl yaşarmış, hep onda resmedilir. Geçmişe açılmış bir kapı gibidir Dedem Korkut’un

Kitabı. Adeta, bir zaman yolculuğuna çıkarır sizi. Aslında çok bilindik ama unutulmaya yüz tutmuş

âlemlere doğru…

Yiğitler, er meydanında yiğitliklerini ispat eder. Dedem Korkut Ata gelir duasını eder. Savaşlarda

gâvur beyleri yenilir, ulu dedem belirir. Tanrıdan Oğuz beylerinin varlıklarının, sonsuz olmasını diler ve

dünyanın gelip geçiciliğinden söyler. Destansı hikâyelerin her biri, destansı bir şekilde biter.

‘’Kanı ögdügümüz big erenler

Dünya menüm diyenler

Ecel aldı yir gizledi

Fani dünya kime kaldı

Gelimlü gidimlü dünya

Son uçı ölümlü dünya’’

Page 10: İncir Çekirdeği Sayı:5

Ağustos’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

ARDINDAN Sırdem Kemiksiz

Page 11: İncir Çekirdeği Sayı:5

Ağustos’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Mektubu birkaç kez daha okuyup katlayarak cebime attım. Sorun her neyse Ertan

Eniştem bunu bilmemeliydi. Teyzemin hayatta olduğunu bilmemin verdiği rahatlıkla

aşağıya indim. Ertan eniştem kapıdan çıkmak üzereydi. Bence, teyzemi sevdiği için

değil yalnızca vicdanını rahatlatmak için buradaydı. Üzülmüş gibi gözlerimin içine

bakıyordu. Bir şey olursa haber vereceğimi söyleyip onu yolcu ettim. Tabi ki

teyzemden ona tek bir haber bile vermeyecektim. Eşyalarımı bir an önce içeri alıp

teyzemin bahsettiği incir bahçesine gitmem gerekiyordu. Bir taksi çağırdım ve incir

bahçesinin yolunu tuttum. Mesafe uzundu. Bu nedenle her zaman olduğu gibi hayaller

kurmaktan geri kalmadım. Sıcak havaya rağmen buz gibi olan taksinin camına alnımı

koyup çocukluğumu düşündüm. Her yıl Ankara’dan buraya tatil yapmak ve teyzemi

ziyaret etmek için gelirdik. İncir bahçesiyse benim anneme kızıp kızıp onu korkutmak

için kaçtığım yerdi. Bir keresinde kulağım deniz suyundan mikrop kapmış ve denize

girmem yasaklanmıştı. Denizi olmayan Ankara’nın denizkızı olan ben, bu konuda ısrar

edince annem çığlıklarımdan bıkmış ve beni teyzemin evindeki bir odaya kilitlemişti.

Ben de odanın camına uzanan ağacın dallarından aşağı inmiş ve annemi korkutmak

için o incir bahçesine gitmiştim. Zavallı annem, çocukluğumdan hala yakınır ama ben

bitmek bilmeyen haylazlıklarımı düşündükçe çok eğlenirim.

-‘’İşte geldik’’ dedi taksici. Biri bu cümleyi kurmasa akşama kadar bu arabanın içinde

dolaşıp hayaller kurabilirdim. Elime katlanmış mektubumu alıp telaşla teyzemi

aramaya başladım. Sonuçta ne zaman geleceğimi tam olarak kestiremiyordu ve ona bir

şekilde kendimi göstermem gerekliydi. Teyzemle sadece ikimizin arasında olan bir ıslık

sesi vardı. Bu bir ıslıktan ziyade adeta ses telleri kopmak üzere olan bir kuşun ötmeye

çalışması gibi bozuk bir sesti ama bize aitti. Islığımızı defalarca çaldım ancak teyzemi

göremiyordum . O anda bahçenin kapısından kırmızı elbiseli kızıl saçlı bir kadın girdi.

Ben görmeyeli Dukan diyeti falan yapmış olmalıydı. Hatta hiç sevmediği kızıl rengini

saçlarında görüyorsam bu kadın teyzem görünümlü biri de olabilirdi. Kahkahalar

atarak boynuna sarıldım.

-Ahh Deniz, seni nasıl özledim bir bilsen!

-Ben de ben de minnoş teyzem!!

İncir ağaçlarından birinin altına oturduk. Sanki buraya beni teyzem çağırmamış, bir

terslik yokmuş gibi sürekli havadan sudan şeylerden konuşuyorduk. Bir türlü bu

gizemin sebebini anlatmıyordu. En sonunda dayanamayıp o mektubun anlamını

sordum. Gözlerini bir noktaya dikti ve anlatmaya başladı. Sanki o anı yaşıyordu.

Anlatırken gözleri büyüyor ve aynı noktaya bakmaya devam ediyordu.

Bölüm -2-

Page 12: İncir Çekirdeği Sayı:5

Ağustos’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Yaşadıkları korkunçtu. Olay aynen şöyleydi:

Ayla Teyzem eşi Ertan Enişteyle birlikte çiçeklere çok meraklıydılar. Ayla Teyzemin

Avrupa’dan özel sipariş ettiği çiçek tohumlarını bu işin meraklıları sıkı takip ediyordu.

Tohumların teslimini ve siparişleri ise Ertan Eniştem hallediyordu. Ertan Enişte Firuze

isimli bir bayandan sık sık özel tohumların siparişini alıyordu.Teyzem önce bu

durumdan oldukça memnundu. Hem büyük kâr ediyor hem de özel çiçekleri görme

fırsatı yakalıyordu. Ayrıca bunların birçok numunesini de bahçesine dikerek küçük bir

botanik bile oluşturmuştu. Firuze Hanım’ın bu ilgisi onu memnun etmişti.Bu nedenle

onun siparişlerine ayrı özen gösteriyor,Ertan Eniştemi sık sık Firuze Hanım’ın yanına

yolluyordu.Bir süre bu şekilde devam eden düzenleri Ertan Eniştenin zaman zaman

ortadan kaybolmasıyla bozuldu. Siparişleri teslim eden birinin olmayışının yanı sıra

eşinin bu gizemli halleri teyzemi kuşkulandırmıştı. En iyi müşterisini kaybetmekten

korktuğu için Firuze Hanım’ı kendi ziyaret etmeliydi. Onun beğeneceği birkaç tohum

ve yeni gelen bitki vitaminlerini alarak yola koyuldu. Eve vardığında bahçeye bakan

camın aralık olduğunu gördü.İçeride adeta kıyamet kopuyordu.Firuze Hanım elindeki

vazoyu önündeki adama fırlatıyor ve karısını boşaması için avazı çıktığı kadar

bağırıyordu. Adam cama doğru döndüğünde teyzemle göz göze geldi. Bu Ertan

Eniştemdi. Aylarca kendi elleriyle Firuze Hanım’a yolladığı adam meğer onu kandırmış,

aldatmıştı. Her şeyi oraya bırakarak eve koştu ve Ertan Eniştenin tüm eşyalarını kapının

önüne koydu. Sonrası tek bir celse ve boşandılar...

Devamı gelecek…

Page 13: İncir Çekirdeği Sayı:5

Ağustos’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Tanımak istiyorsan beni şiirlerimi oku.

Beni sana anlatır mısralarımdaki her doku.

Sizleri selamlıyor şair saygı ve hürmetle,

Yolun açık olsun derviş selametle…

Yine ilham geldi bak en derinden mürekkep aktı,

Yazdım sağlı sollu, kalktım yerimden ahvalime baktım.

Ne gam ne keder, ne elem ne hüzün

Yüzüm gözüne baka baka kararır açılır sözüm.

Bilmez misin ay yüzlü sensin benim gecem ve gündüzüm?

Bak yine etraf karanlık geceler ıssız,

Sana varmak istediğim yollar geçilmez ışıksız.

Ben uykusunda yazan adam henüz daha uyanmadım.

Yazdım çizdim sildim affettim ama unutmadım.

Bilirim ki iyi, kötü, yalan, gerçek

Gün gelecek hepsi bir gün bitecek.

Değer ver, değer gör, hakkı bil,

Kadir kıymet bilenlerden ol.

Sen doğru ol bulunur doğru yol.

Her yiğidin harcı değil şiiri şerbet eylemek,

Söze bal katıp kelamı gül gibi kalbe işlemek.

Satırlarıma son verirken dostlar selametle…

Bilimi bilip ilim ile amel edebilmek edebiyle…

Öylesine Birkaç Satır

Süleyman Erkut

Page 14: İncir Çekirdeği Sayı:5

Ağustos’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Edebiyatın öğretimi konusunda birçok bilimsel araştırma ve deneme yazılmıştır

sanıyorum. Üniversiteden arkadaşımla birlikte Bursa'nın tek sahafı diyebileceğim

kitapçıda kitap bakarken elime Agâh Sırrı Levend'in kitapları geldi. Biri en mükemmel

eserlerinden ve edebiyatımızın başyapıtlarından sayabileceğimiz “Türk Edebiyatı

Tarihi” diğeri de “Edebiyat Tarihi Dersleri Lise 1” adlarını taşıyordu.

Yazımın konusu olmasa da Türk Edebiyatı

Tarihi adlı yapıtından kısaca bahsetmek istiyorum. Bu

kitabı müellif, altı cilt olarak tasarlamışsa da geri kalan beş

cildi basıldı mı basılmadı mı bilmiyorum. Birçok kaynağa

bakmama rağmen basıldığına dair bir bilgi bulamadım. İlk

cilde ise, "Giriş" alt başlığı koymuş. Yaklaşık altı yüz sayfa

olan kitap da Arap ve Fars edebiyatı, tezkireler konusu,

edebiyatımızın kaynakları ve daha birçok bilgi yer

almaktadır.

Benim yazım daha çok ikinci söylediğim eserle

ilgili. Öğrendiğime göre ünlü edebiyatçımız liselerde

edebiyat dersleri vermiş. Kaynak sıkıntısı bulunduğundan

dolayı kendi kaynağını yazmış ve ortaya böyle muhteşem

diyebileceğimiz bir eser çıkmıştır. İçerisine baktığımızda

konu anlatımlarından ziyade öğrenciye konuyu kendi çıkaracak şiirlere yer vererek ilk

önce dimağlara tat verme yoluna gitmiş. Zaten edebiyatta öncelik olarak öğrencilerin

dimağlarına yeni tatlar vermektir. Çünkü tat unutulmazdır. Kitap çok kalın değildir bu

yüzden. Lise 1 için hazırlanmış olsa da üniversitede başvuru kaynağı olabilecek kadar -

şuanda da dikkat ederseniz edebiyat öğretimi için bir örnek teşkil ettiğine göre bu

söylediğime kanıt olarak sunulabilir- iyi bir eserdir.

Eleştiri noktam bugünkü edebiyat öğretiminde kullanılan kitaplar ile o

günün edebiyatının anlatımında kullanılan materyallerin mukayesesinde elde ettiğim

acınası sonuçtur. Dikkat ederseniz konum öğretilme tekniğine ya da öğretene değildir.

Öğretimde kullanılan materyaledir benim eleştirim. Çünkü bugünkü gerek lise birinci

sınıf gerekse son sınıf edebiyat kitaplarına baktığımızda edebiyata dair içerisinde hiçbir

bilgi bulunmamaktadır. Kitabı hazırlayanlar kesinlikle edebiyat mezunlarıdır ama

edebiyatçı mıdır? Tartışılır.

Edebiyatın değersizleştirilmesinde bu niteliksiz kitapların da payı olduğunu

düşünüyorum. Çünkü eğer yetenekli hocalar olmasa -her ders için böyle- edebiyattan

zerre kadar zevk almazdık sanıyorum. Çünkü lisedeki edebiyat kitaplarına göre

örneğin; deneme için: "Türkiye'de Nurullah Ataç, dünyada Montaigne'i bil, yeter."

Liselerde Edebiyat Öğretiminde Kitapların Niteliği Üzerine

Mehmet Altınova

Page 15: İncir Çekirdeği Sayı:5

Ağustos’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Günümüz edebiyat ders kitapları, "Bunlardan başka da

yazıyor ama onları bilmeseniz de olur." havasındadır.

Hocalarımız Allah'tan bunlardan başka bilgi veriyor da

ruhumuzu doyuruyorlar.

Örnek seçimi diyorum ama örneğin; bir şairin

şiirine örnek verecek müellif. Ama onu da rastgele

seçiyor. Şiir seçerken şairin yazarlık tekamülünü hiç

önemsememektedir.

Şunu da belirtmek istiyorum. Ben bir

edebiyatçı değilim ama geçmişteki edebiyattan zevk alan

kitle ile şimdiki kitle arasında bir farkın olduğu çok

kesindir. Sonuç olarak bunda edebiyattaki bu materyal

probleminden olduğunu düşünüyorum.

Teknolojinin gelişmesiyle bilgiye ulaşmada problemin

azaldığı dönemde önünde birçok örnek olup da nitelik

bakımından öncekilerden daha vasat ürünler çıkmasını

garipsiyorum. Bu konu bence önemlidir çünkü nitelikli

edebiyatın olmadığı ülkede bütün felaketler o millete

müstahaktır.Vesselam...

“Lisedeki

edebiyat

kitaplarına

göre örneğin,

deneme için:

‘Türkiye'de

Nurullah

Ataç, dünyada

Montaigne'i

bil, yeter.’

Günümüz

edebiyat ders

kitapları,

‘Bunlardan

başka da

yazılıyor ama

onları

bilmeseniz de

olur.’

havasındadır.”

Page 16: İncir Çekirdeği Sayı:5

Ağustos’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

1900lerin başı...

Bağdat valiliğindeki kötü yönetimden bunalan ve çok sert ve dürüst olan Hasan Hüsnü Bey

görevinden ayrılmak isteği için kalkar Payitaht’a gelir. Bu kez atandığı yer Dersaadet’tir, yani

İstanbul’dur. Aile Ortaköy’de “Taş Mektep Sokağı” diye anılan bir adrese yerleşir. 1914’ün 26 Ağustos

ise günü bu sokakta bir çocuk dünyaya gelir. Hasan Hüsnü Bey, oğluna yakın arkadaşı Dağıstanlı Fazıl

Paşa’nın adını verir. Küçük Fazıl, yıllar sonra bu topraklarda Fazıl Hüsnü Dağlarca olarak anılan

üstadın ta kendisiydi.

Şiire adanmış 94 yıllık koca bir ömür...

Fazıl Hüsnü, İlköğrenimini Konya, Kayseri, Adana ve

Kozan'da, ortaöğrenimini Tarsus ve Adana ortaokulundan

sonra girdiği Kuleli Askeri Lisesi'nde 1933 yılında tamamlar.

O yıllarda şiire olan ilgisiyle ilgili bir anısını şöyle anlatır:

“ Ben birçok derslerde, hocanın gözlerine baka baka şiir

yazardım. Fizik öğretmenimiz Gos Baba, çok iyi bir

öğretmendi. Onun bir dersinde yine işimi sürdürürken

sezinledi; geldi yanıma. Aldı defteri, baktı, “Ben böylesini

görmedim yahu! Sen not tutmuyormuşsun, sen beni aptal

yerine koyuyormuşsun.” Dedi. “Zeki bir öğrencisin, bu zeka

ile Türkçe şiir yazılamayacağını nasıl anlamadın? Diye

sordu. “Niye efendim?” dedim. Açıkladı: “Fransızların

seksen bin sözcüğü var. İngilizlerin yüz bin sözcüğü var.

Senin on bin sözcüğün var ne yazabilirsin ne

anlatabilirsin?” Be de ülkeme saldıran bir düşmandan

topraklarımı kurtarırcasına savunmaya geçtim:

“Sözcüklerin çokluğu bir şey kazandırmaz. Şiir dilbilgisiyle

yazılır. Bizim fiil çekimlerimiz Fransızca fiil çekimlerinden

çok.” Güldü bana, yerine giderken “Çalış bakalım” dedi. Bu

öğretmenimin dokunduğu sözcük konusunu hiç

unutmadım. İleriki çalışmalarımda da düşündüm durdum

bunu.”

Daha sonra şairin Aile, Ataç, Çağrı, Devrim, İnkılapçı Gençlik, Kültür Haftası, Türkçe, Türk Dili, Türk

Yurdu, Varlık, Vatan, Yeditepe, Yücel, Yenilik, Yön, gibi dergi ve gazetelerde şiirleri yayımlanır. Bir süre

sonra İstanbul Aksaray'da "Kitap" kitabevini açar ve yayıncılığa başlar. Ocak 1960-Temmuz 1964 yılları

arasında dört yıl Türkçe isimli aylık dergiyi çıkarır. İlk yazısı 1927'de Yeni Adana gazetesinde

yayınlanan bir hikâyedir, İstanbul dergisinde 1933'te çıkan "Yavaşlayan Ömür" adlı şiiriyle de adını

duyurmaya başlar.

DAĞLARCA A. Bengisu Akdağ

Page 17: İncir Çekirdeği Sayı:5

Ağustos’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Dilimize “Türkçem benim ses bayrağım” deyişini kazandıran

ozan yaşamını adeta Türkçenin arınmasına adar. Ona büyün

ün kazandıran “Çocuk ve Allah” 1940 yılında yayımlanır. Şair

bu kitabının daha sonraki bütün yapıtlarının çekirdeğini

oluşturduğunu ileri sürer.

Toplumsal sorunlar daha sonra en yoğun biçimde ozanın

“Karşı Duvar Dergileri”nde yer alır. Bu süreçte kırsal kesimin

yaşamında önemli değişiklikler oluşur. Köyden kente göçler ve

yurtdışına işçi göçleri yeni sorunlar doğurur. Dağlarca bu

dönemde ülkesinin yaşadığı neredeyse tüm sorunları şiirlerine

yansıtır. Toplumculuğunun temelinde insana ve insan

hayatına saygı yatan Dağlarca, bu yüzden hiçbir edebî akım ve

kişiden etkilenmeden kendi kozasını örer. Çok yazan ve üreten bir şair kimliğiyle, bağımsız kalarak

hiçbir şairden etkilenmemiş, hiçbir akımın etkisinde kalmayarak şiirlerini yazmıştır.

Şair, Türkçeye bakışını ise "Türkçem, benim ses bayrağım" diyerek Türkçe Katında Yaşamak adlı

şiirinde sergilemiştir.

“Seslenir seni bana "ova"m, "dağ"ım,

Nere gitsem bulur beni arınmış.

Bir çağ ki akar ötelere,

Bir ak... ki yüce atalar, bir al... ki ulu oğullar,

Türkçem, benim ses bayrağım...

O yaşamı boyunca Türkçe şiirler denizinde yüzgeç

vuran bir balık, şiir göklerine Türkçeyle kanat açan bir

kuştu... Ve Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın 94 yıllık şiir dolu

ömrü İstanbul’da, “Dolmuşun Boş Yeri” şiirinde andığı

o uçsuz bucaksız Karacaahmet Mezarlığının

yakınlarındaki bir hastanede sona erer:

“Servi sallanmakta

Karacaahmet’ten geçerken dolmuşlar

Biri indi mi,

Sürücüsü görmeden

Birileri oturur yerine.

O, ak boyalı evinin kapısından

Girmek ister.”

“Sanat eseri hem bir

saat gibi içinde

bulunduğumuz zamanı,

hem de bir pusula gibi

gidilmesi gereken yönü

işaret etmelidir.”

Page 18: İncir Çekirdeği Sayı:5

Ağustos’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

“Evimizdeki şiir havası, okuma yazma bilmezken bile beni etkilemişti. Çocukluğumun kendimi

bildiğim günlerinden beri şiirin varlığını duydum. Annem, babam, kardeşlerim gibi onun da “biri”

olduğunu sezmiştim. Anlatılan bir masalda kapıların açılırken “Buyurunuz Sultanım” diye ses verdiğini

bu sesin nasıl elde edildiğini düşünmüştüm, bulmuştum. Öyle diyebilirim ki benden önce kimse şiir

yazmasaydı, bunun denemelerini karalardım. Okuma yazma öğrenmeyi, şiir okumak, şiir yazmak için

istedim.”

Okuldaki derslerin hepsi masanın üzerinden geçerdi. Okuldaki şarkılar, resimler, edebiyat ödevleri

hep evde tartışılırdı. Okulumda bir gün öğretmenimiz ilk aruzu yazarken veznini yanlış söyledi. Elimi

kaldırıp düzelttim. Öğretmen şaşırdı...

Bizim evde Türkçe o kadar güzel konuşmaya çalışılırdı ki kimse yanlış yapmayı göze alamazdı. Yanlış

hemen bulunur, yüzüne çarpılırdı.

Şiire başladığım yıllarda, büyük bir açlıkla bütün yazınımızı gözden geçirdim. Divan şiirini ondan

sonraki evrelerini, Halk şiirini, Tekke şiirini okudum. Ozanların özelliklerini saptadım. Bütün vezinleri

ellerimden, parmaklarımdan geçirdim. Yazdıklarımı ayrı ayrı defterlerde topladım. Son defterimi- lise

son sınıfta yazdıklarımdır- o günlerin ünlü yazarlarına sundum. Elden ele dolaştı bu defter.

Bir gün Bahçeler adlı kalın defter-kitabımı yanıma alarak Cumhuriyet Gazetesi’ne gittim. Sordum

kapıcıya “Nerede oturur Peyami Safa Bey?”; “Filan yerde” dedi. Çıktım ikinci kata. Dediği odanın

kapısını açtım. İki köşede iki masa vardı, soldakinin iskemlesi boştu. Sağdakinde Yusuf Ziya Ortaç

oturuyordu. Resminden tanımıştım. Çıkmak istedim. O, palaskası pırıl pırıl parlayan, kafası usturayla

tıraş edilmiş bu Kuleli öğrencisini büyük nezaketle karşıladı, buyur etti. Niçin Peyami Safa Bey’i

aradığımı sordu. Ben sanki büyük bir yapıt ortaya koyacakmışım gibi, çok güvenli bir davranışla,

“Şiirlerimi bırakacaktım” dedim. “Bana bırakır mısınız, hem ben okurum hem ona veririm” dedi.

İstemeye istemeye “peki” dedim. İki gün sonra arkadaşım yanıma uğradı. Elinde bir Cumhuriyet

Gazetesi vardı. “Bak”, dedi, “Yusuf Ziya Bey senin için neler yazmış!” Yazının sonu şöyle bitiyordu:

“Türk şiiri şimdiye kadar bir taş bebekti, bu bebek şimdi gözlerini açmaya başlıyor”

Dağlarca’nın Kendi Kaleminden Şiire Başlangıcı

Page 19: İncir Çekirdeği Sayı:5

Ağustos’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Bu Eller Miydi

Bu eller miydi masallar arasından

Rüyalara uzattığım bu eller miydi.

Arzu dolu, yaşamak dolu,

Bu eller miydi resimleri tutarken uyuyan.

Bilyaların aydınlık dünyacıkları

Bu eller miydi hayatı o dünyaların.

Altın bir oyun gibi eserdi

Altın tüylerinden mevsimin rüzgarı.

Topraktan evler yapan bu eller miydi

Ki şimdi değmekte toprak olan evlere.

El işi vazifelerin önünde

Tırnaklarını yiyerek düşünmek ne iyiydi.

Kaybolmuş o çizgilerden

Falcının saadet dedikleri.

O köylü çakısının kestiği yer

Söğüt dallarından düdük yaparken...

Bu eller miydi kesen mavi serçeyi

Birkaç damla kan ki zafer ve kahramanlık.

Yorganın altına saklanarak

Bu eller miydi sevmeyen geceyi.

Ayrılmış sevgili oyuncaklardan

Kırmış küçücük şişelerini.

Ve her şeyden ve her şeyden sonra

Bu eller miydi Allaha açılan !

Mehmetçik

AtıIdı Mehmetçik, büyüyü bozdu,

Bir düşman süngüsüne, göğsünden

Bu şehadetIe kayaIar yarıIdı sanki

Dip çik gürüItüsünden.

Soruyordu herkes birbirine:

"ParIayan şey bu mu?"

Muzaffer oIuyordu biIekIerimizde,

Tarihin iIk dip çik hücumu.

Hayran oIuyordu koca gökyüzü

GöğüsIerimizde büyüyen bahta

28 Mart günü bir Adsız-tepe’de

ÇeIiğe karşı tahta.

Büyümek

Büyür ağaçlar maviliklerde,

Bulutlar, aydınlıklar, uzaktan.

Büyür şehirlerin yatakları,

Mevsimlerin üstü, yaşamaktan.

Bir anne gibi genişleyen sabah aydınlığı,

Büyür kanatları yavru serçelerin.

Büyük şehirler ve şehirlerde,

Korkunç hayatı, gecelerin.

Büyür hatıralar gibi ihtiyarlar,

Yaşamayı hatırlarken.

Büyür güzellikleri, vücutları kısmetleri,

Çocuklar uyurken.

Vakit büyür habersiz,

Bir serinlik düşer her cama.

Çiftçiler bile anlamadan

Büyür topraklar daima.

Dağlarca’dan Şiirler

Page 20: İncir Çekirdeği Sayı:5

Ağustos’2014 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Osman Çeviksoy Kimdir?

1951 yılında Çorum’a bağlı Feruz Köyünde doğduAnkara Gazi Eğitim

Enstitüsü Türkçe Bölümü'nü 1979’da, Ankara Gazi Üniversitesi

Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü 1988’de bitirdi. Bir

çok ilde çeşitli liselerde edebiyat öğretmenliği yaptı. Talim ve Terbiye

Kurulu Başkanlığı bünyesinde oluşturulan Türk Dili ve Edebiyatı

program hazırlama ve kitap inceleme komisyonlarında (1990–1995)

çalıştı. İlk şiiri 1968’de Bab-ı Âli’de Sabah gazetesinde basıldı. Şiir,

roman ve hikâyelerini Çorum Ekspres (1968–1975), Yeni Tanin,

Eğitim Alanı, Yeni Devir (1975–1978), Gerçek, Hisar, Millî Kültür,

Divan, Millî Eğitim ve Kültür, Doğuş Edebiyat, Türk Edebiyatı, Töre,

Türk Yurdu, Dolunay, Oluş, İlkyaz, Türkiye ve başka birçok dergi ve

gazetede yayımladı. Türkiye Yazarlar Birliği, İLESAM ve Avrasya

Yazarlar Birliği üyesidir.

Sizi daha ziyade hikâye yazan bir yazar olarak tanıyoruz. Bu türü tercih etmenizin

nedeni nedir?

Aslında yazmaya şiirle başladım. Bir gün beni çok üzen bir trafik kazasını şiirle anlatmaya

çalıştım, olmadı. O günden sonra şiirin yanı sıra hikâye de yazmaya başladım. Epeyce bir

zaman şiirle hikâye birlikte yürüdü. Sonra şiiri tamamen bırakıp hikâye ve roman üzerinde

yoğunlaştım.

Ahmet Kabaklı Türk Edebiyatı’nın 5. Cildinde sizi “Yeni gelenekçi roman”

bölümüne dâhil ediyor. Siz bu tespiti nasıl buluyorsunuz? Bir yazar olarak

kendinizi nerede tanımlıyorsunuz?

Rahmetli Kabaklı Hocanın değerlendirmesine, tespit ve tasnifine saygı duyuyorum. Hem

gelenekçi, hem yeni olmak hiç de kötü değil… Ancak ben kendimi herhangi bir grubun,

cemaatin, siyasi ya da edebî oluşumun içinde görmüyorum. Hiçbir hikâyemi şurada ya da

burada görüneyim diye yazmadım. Türkçe yazıyorum. Türkçeyi bütün imkân ve incelikleriyle,

etkili ve güzel kullanmaya çalışıyorum. Her şeyden önce içinde yetiştiğim milletimin sesi

olmak arzusundayım. Evrenselliğe giden yolun da buradan geçtiğine inanıyorum. Kendimi

tanımlama açışından bu kadarı yeterli olur sanırım.

OSMAN ÇEVİKSOY İLE SÖYLEŞİ Ayşe Bengisu Akdağ

Page 21: İncir Çekirdeği Sayı:5

Ağustos’2014 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Yazma duygunuzu tetikleyen bir şehir, bir mekân, bir vakit var mıdır?

Yoktur… Sessizlik yeterli benim için. Bu nedenle –genellikle- geceleri yazıyorum. Bütün

kitaplarımı Ankara’da, evimin salonunda, oturma odasında, mutfağında, balkonunda yazdım.

Bu cümleden de anlaşılacağı gibi destursuz girilmeyen bir çalışma odam yok. Sessizlik varsa

her yerde çalışabilirim.

Ana sınıflarından itibaren İngilizcenin bir bombardıman gibi minik zihinlere

dayatıldığı milli eğitim sistemimizi, okullara Türkçe ders kitapları yazmış bir

öğretmen olarak nasıl değerlendirirsiniz?

Tek kelimeyle değerlendirmemi isteseydiniz “felaket” demek yeterli olacaktı. Dil öğrenmeye

karşı değilim. Öğrencilerim bu konudaki görüşlerimi bilirler. Onları, “Geleceğin dünyasında dil

bilmeyenin, hatta en az iki dil bilmeyenin yeri yoktur!” gibi sözlerle birden fazla yabancı dil

öğrenmeye teşvik etmişimdir. Fakat siz devlet olarak, dil öğreteceğim diye bir yabancı dili

eğitim dili olarak liselerinizde üniversitelerinizde anadilinizin yerine koyarsanız bu gerçekten

“felaket” olur. Maalesef biz bu felaketi uzun zamandır yaşıyoruz. Bunun sonucu olarak da,

kendi değerlerine inanmayan aşağılık kompleksli insanlar, aydınlar yetiştiriyoruz. Kendi

değerlerimizi aşağılayıp başkalarına ait olanı yüceltmeyi, başkalarına benzemeyi, teslim

olmayı ilerilik, çağdaşlık, gibi algılıyoruz.

Derine dalıp, örnekler vererek sözü uzatmak istemiyorum. Bu gün yeryüzünde, okullarında

yabancı bir dille eğitim yapan, bilim, sanat, kültür insanı yetiştirmeye çalışan, sömürge

ülkeleri ve Türkiye dışında başka bir ülke yoktur. Bu, en hafif ifadesiyle ayıptır…

Bir röportajınızda yazma sebebinizi en çok “güzele olan

özlem” olarak ifade ediyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?

Bu sözü, ne zaman hangi bağlamda söyledim, unuttum. Ancak

doğrudur. Bu gün de güzel olana duyduğum özlemle yazıyorum.

Çünkü insanı yaratan güzel yaratmıştır. İnsan güzeli sever, güzeli

özler. Kötülüklere bulaşmış insanın içinde bile güzele, güzelliklere

duyulan özlem vardır. Yazdıklarımda çirkin bir olayı anlatıyor olsam

da satır aralarına, kurulmamış cümlelerime bu özlemi mutlaka

yerleştiririm. Dikkatli okuyucum hangi güzelin, hangi güzelliklerin

özlemiyle yazdığımı hisseder.

Niçin yazdığıma dair daha büyük, daha parlak sözler söyleyebilirim,

ancak hoş olmaz. Sadece, “Doğru bir iş yaptığıma inandığım için

yazıyorum.” demekle yetineyim.

Page 22: İncir Çekirdeği Sayı:5

Ağustos’2014 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Düşüncelerin, duyguların birkaç kelime ve hareketle ifade edildiği günümüzde

dilimizin bu kadar kısır kullanılmasının sebebi sizce nedir?

Öncelikle test… Biz, ilkokullardan üniversiteye kadar düşünmeyi test uygulamalarıyla adeta

yasakladık. Hiç bilmediğiniz bir bilim dalında, beş seçenekli soruların yer aldığı bir testle sınava

alınsanız yüzde yirmi şansınız vardır. Her şey başkaları tarafından hazırlanmış, siz sadece tercih

ediyorsunuz, işaretliyorsunuz… Dizi seyreder gibi, zahmetsiz, külfetsiz… Kendi iradesiyle

düşünemeyen, seçemeyen, yorumlayamayan, karar veremeyen, tembelliğe alışmış insan, elbette

başkalarının dayattığı kısır kelimelerle iletişim kurmaya çalışacaktır. “Terör örgütlerinden nefret

ediyorum!” demek yerine “Terör, nefret!” demeyi yeterli bulacaktır. Tek çare seviyeli edebi eserlerle

duygu, düşünce ve hayal dünyamızı geliştirmektir. Bunu yapamayan insan; biraz kör, biraz sağır, biraz

dilsiz kalır.

Biz geleceğin edebiyat öğretmenlerine

öğütleriniz neler olur?

Bu mesleği seçmiş olmanızdan dolayı öncelikle sizleri

kutluyorum. Dünyanın en güzel, en özgür mesleği edebiyat

öğretmenliğidir. Çünkü edebiyatın konusu insan ve insanı

ilgilendiren her şeydir… Böylesine geniş, evreni bütünüyle

kucaklayan bir alanda kendini yetiştirmiş bir öğretmenin

başarısız olma ihtimali yoktur.

Bir edebiyat öğretmeninin öğrencilerine yapabileceği en

büyük iyilik, onlara hiçbir zaman vazgeçemeyecekleri güzel

bir okuma alışkanlığı kazandırmak olacaktır. Bu alışkanlık,

onları ömür boyu olumlu yönde etkileyecektir. Her alanda daha etkili daha başarılı olmalarını

sağlayacaktır. Çevrelerinde itibarlarını artıracaktır. Onları sıradan, sürüden, herhangi biri olmaktan

çıkarıp sıra dışı insanlar haline getirecektir. Çünkü okuyan insan; sürekli kendini yenileyen, dolu dolu

yaşayan, hayatı diğerlerine oranla bin kez daha anlamlı kılan insan demektir.

Son olarak okurlarınızı bekleyen, üzerinde çalıştığınız yeni bir kitabınız var

mıdır? Ayrıca sizi Bursa’da kitap fuarlarında da görme şansımız olacak mıdır?

Bursa kitap fuarında katılmayı, oradaki okurlarımla buluşmayı ben de isterim. Şartlar uygun olur mu

bilmiyorum. Kitap fuarlarına katılım, fuarı düzenleyenlerle yayınevlerinin gayret ve planlamalarıyla

gerçekleşiyor. Kitaplarımı basan dağıtan Akçağ’ın katılacağını sanıyorum. Bizi de içine alan bir

planlama yaparlar mı, bilemiyorum.

Baskıya verilmiş yeni bir hikâye kitabım var. Adına “Sen Ağlarsan” dedik. Duygusal hikâyelerin

çoğunlukta olduğu bir kitap… Sevilerek okunacağını umuyorum.

Sayın hocam değerli vaktinizi ayırdığınız için çok teşekkür ederiz...

Yaptığınız işten dolayı seni ve arkadaşlarını kutluyorum ve kolaylıklar diliyorum. Sağlık ve

başarı dileklerimle...

Page 23: İncir Çekirdeği Sayı:5

Ağustos’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

VAGONUN BİRİNDE BİR HENGÂME,

ÇIĞLIĞI BASIYOR ALTI AYLIK BEBE

BU SEFERİ DEHLİZDE .

SABAH RÜZGARINDAN BERİ YOL

ALIYOR BOZKIRIN İÇİNDE.

YOLCULAR İSTİFLENMİŞ

UYKULU BİR HALDE,

GÜNEŞİN KAVURDUĞU DA

MAHRUM BIRAKTIĞI DA AYNI

YERDE.

KULAĞA GELEN FISILTILAR

YAVAŞLIYOR AKŞAMIN ESİNTİSİYLE.

PENCERENİN DIŞINDA SERSERİ BİR

RÜZGAR,

CAMA VURUYOR DELİCE.

BİR IŞIK SEÇİLİYOR ARAFDAN ,

MAĞRUR BİR ŞEKİLDE.

BİR İSTASYON GÖRÜLÜYOR UZAKTAN,

HER TARAFI VİRANE.

YOLCULAR TRENDEN İNİYOR ,

NEFES ALIŞ VERİŞLERİ KESİKÇE...,

UYUŞUK BİR SOĞUK KOL GEZİYOR

ETRAFTA AVARE

MOLA BİTİMİNDE ARKADA BİR DAĞ YAĞMURU

YAĞIYOR SESSİZCE.

YOL ALIYOR TREN,

YİNE BİR SARDALYE SAKİNLİĞİNDE .

EGZOS DUMANIN ARDINDAN

ÖZLEM ÇEKTİĞİ ISIRGAN KOKULU BELDEYE

ağır yolcu

Sema Keser

Page 24: İncir Çekirdeği Sayı:5

Ağustos’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Eğer “Kültür-Sanat meraklısıyım, müze gezmeyi seviyorum” diyorsanız size müze tavsiyem olacak:

Aşiyan Müzesi.

Müze gezisine başlamadan önce Tevfik Fikret’i hatırlamakta yarar var.

Osmanlı imparatorluğunun dağılma sürecine eşlik eden Edebiyat-ı Cedide topluluğunun üyesi.

Galatasaray Sultaniyesi’nde okudu. Bu okulda Recaizade Ekrem ve Muallim Naci gibi devrin önemli

edebiyat isimlerinden ders aldı. Şiire başlayışı bu yıllara denk geldi. İlk şiiri Tercüman-ı Hakikat

Gazetesi’nde yayımlandı. Liseyi birincilikte bitirdi. Robert Kolej başta olmak üzere çeşitli okullarda

ders verdi. 1895 yılında Servet-I Fünun hayatı başladı. Dergide ‘’ Tevfik Fikret’’ imzasıyla yazdı.

Zamanla derginin etrafında yenilikçi bir grup toplandı.Bu grup sanat ve edebiyatta yeni atılımlar

yapmayı düşünen,ağdalı dil ve karamsarlığı ile tanındı. 1900’lü yılların başında Servet-i Fünun

kapandı, baskılı yöntem canını sıktı. Bu şartlar altında Fikret bütün suçu İstanbul’a atan ‘’SİS’’ şiirini

yazdı, Aşiyan’da inzivaya çekildi. Meşrutiyet’in ilanı ile birlikte yeniden kavgaya katıldı. Rahatsızlık

duyduğu durumlar karşısında sesini yükseltmekten geri kalmadı. Milleti bilgisiyle aydınlatacak bir

kahraman olarak yetiştirdiği oğlu Haluk’un üzerinden Türk gençlerine itafen şiirler yazdı. Son yıllarını

çocuk şiirleri yazarak geçirdi. Yalın bir dil,basit ifadeler ve hece ölçüsüyle yazdığı şiirleri ‘’Şermin’’adlı

kitabında topladı. 19 Ağustos 1915 yılında Aşiyan’da hayata veda etti.

AŞİYAN MÜZESİ

Aşiyan Müzesi, şair Tevfik Fikret'in yaşamının son yıllarında kapandığı

ev. Boğaz manzaralı bol yeşillikli bu köşkte, Tevfik Fikret'in de

mensubu bulunduğu Edebiyat-ı Cedide (Servet-i Fünun) Topluluğu'na

ait özel eşyalar sergilenmekte. Tevfik Fikret ve eşi Nazime Hanım'ın

oturduğu ev 1940 yılında İstanbul Belediyesi tarafından satın

alınmıştır. 1945 yılından beri Edebiyat-ı Cedide Müzesi olarak

ziyarete açıktır. Şairin daha önce Eyüp Mezarlığı'nda bulunan naaşı

1961 yılında bu bahçeye nakledilmiş ve bu tarihten sonra ev "Aşiyan

Müzesi" adını almıştır.

Müze 3 katlı. Evin kapısında Fikret’in büstü yer alıyor. Girişte bozuk

para karşılığında galoş alıyorsunuz ve Farsça "yuva" anlamına gelen

Aşiyan Müzesi'nde gezmeye başlıyorsunuz. Kapıdan girer girmez sizi

o dönemin modası olan koltuklar, halılar, duvar döşemeleri ve

sanatçılığın simgesi tablolar karşılıyor. Tabloların çoğu Tevfik Fikret'in fırçasından çıkma.

Page 25: İncir Çekirdeği Sayı:5

Ağustos’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Şairimiz ressam kimliği ile de tanınmakta. Ama asıl sürpriz sol tarafta koltuğuna oturmuş bacak bacak

üstüne atmış, ziyaretçilerini yüzünde donuk bir tebessüm ve o eşsiz bıyıklarıyla karşılayan şairimizin

bal mumu heykeli.

Ne yalan söyleyeyim görünce bir an korktum :)

Koca bir avizenin aydınlattığı bu salon şairimizin misafirlerini ağırladığı yer. Heykelin yanında bir tablo

göze çarpıyor. Bu tablo,onu bir nevi asıl ününe kavuşturan "Sis" şiirinden esinlendiği bilinen Halife

Abdülmecit Efendi'nin "Sis" tablosudur. Modern kültürün simgesi şömine karşı duvardan sizi

selamlıyor. Gösterişli hayatın en sade yeri şömineli kısımda Fikret’in babasının hatıralırına yer

verilmiş. Ardına kadar açılmış iki kapı var.

Balmumu heykele yeniden göz atıp hemen yanındaki kapıya yöneliyoruz.Şairimizin dinlenme odasına

giriyoruz. "Edebiyat-ı Cedide Odası"adı verilmiş buraya. İsminden topluluğa ait bir oda olduğu

anlaşılıyor. Ama odada Halife Abdülmecit Efendi tarafından yapılmış bir başka şair/yazar Recaizade

Mahmut Ekrem'in yağlıboya portresinin yanında topluluğun diğer sanatçılarının resimleriyle

yetinilmiş. Edebiyat-ı Cedide odasında daha fazla ‘özel eşya’ olsaymış isminin hakkını verirmiş. Olsun.

Gelelim bir diğer odaya: ABDÜLHAK HAMİT TARHAN BÖLÜMÜ

İtiraf etmeliyim ki müzeye gidiş sebebim Can Dündar'ın "Lüsyen" romanıydı. Döneminde 'Şair-i Azam'

olarak anılan Abdülhak Hamit'i ve büyük aşkı Lüsyen'in anlatıldığı kitapta harika ikilinin fotoğraflarının

aslını müzede olduğunu öğrendim. Ardından yanıma meraklı bir arkadaşımı da alarak yollara düştüm.

Aşiyan yokuşunu çıkarken(ki o yokuşu çıkarken vazgeçmeyi bile düşündüm) o atmosfer için sadece

Lüsyen önemliydi. İçerisini gördükten sonra fikrim değişti tabi. Sadece edebiyat turizmi için değil, bir

dönem boyunca Pazartesi günlerimi dolduran,isminin geçtiği her makaleyi merakla okuduğum insanın

yuvasını görmek için de oradaydım. Binbir merakla girdiğim yer Hamit'e ayrılmış durumda. Kuzey

kanadındaki bu odada görenleri kendine hayran bırakan bir Abdülhak Hamit Tarhan tablosu mevcut.

Abdülmecit'in fırçasından çıkmış tablo. Çapkın Şair-i Azam'ın eşlerinin fotoğrafları da yer alıyor. Kitap

kapağı olan Lüsyen portresi diğer duvarda şairin eski eşlerine doğru bakıyor. Neyse ki araya şairin

şıklığı ile dikkat çeken takım elbise sergisi giriyor. İkinci odada ise Şair-i Azam'ın aldığı nişanlar ve aile

büyüklerinin resimleri yer alıyor. Sergilenen bir adet takım

elbise bir adet diplomat üniforması onun hem şair kimliğini

hem de diplomat kimliğini çağrıştırıyor.

Zemin kattan ayrılıp ahşap merdivenleri tırmandıktan sonra

Fikret'in özel hayatına geri dönüyoruz. Bu kez çalışma

odasına giriyoruz. Odanın tasarımı şairin kendisine ait.

Burada ressam olarak da gayet başarılı olduğunu açıkça

gösteren tablolar, öğretmenin düzenli çalışma masası,

kitaplar mevcut. Bir de Robert Kolej’in kestirme yoluna açılan

kapı.

'Yatak Odası'na gıeldiğimizde onu sonsuzluğa uğurluyoruz. Şairimiz 19 Ağustos 1915'te henüz 48

yaşındayken bu odada hayata gözlerini yummuş. Odanın sadeliği dışında dikkat çeken şey başucunda

asılı bir mask olması. Bu mask Tevfik Fikret'in yüz maskıdır. Ölüm maskı geleneğinin Türkiye'deki ilk

örneği olan çalışma büyük şairin yüz kalıbı İlk kadın ressamımız Mihri Müşfik tarafından Fikret'in

Page 26: İncir Çekirdeği Sayı:5

Ağustos’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

ölümünden hemen sonra şairin yüzünden alınmıştır.(Daha sonra aynı işlem Abdülhak Hamit için de

uygulanmıştır.)

Banyoya şöyle bir göz attıktan sonra ahşap merdivenleri bodrum kata inmek için kullanıyoruz.

Bodrum katta yemek odası, mutfak ve çamaşır odası yer alıyor. Yemek odasında Fikret'in ailesinin

kullandığı yemek takımları Boğaz'a bakan masası üzerindedir. Duvarda asılı olan natürmortlar

Fikret'in fırçasına aittir. Duvarda Fikret’in Aşiyan yolunu çıkarken yolda kendi izlerinden başka izlerin

olmayışı üzerine yazdığı çerçevelenmiş şiir dikkati çekiyor.

"Yürürdüm biraz güç,biraz bî-huzûr

Dikenlik,çetin,taşlı bie sâhadan;

Önüm bir yokuş fakat ben muannid,sabûr.

...

Geçerdim basıp birtakım izlere;

Eğildim biraz dikkat ettim yere!

O izler benim,hep benim izlerimdi."

TevfikFikret 21 Şubat 1317

Yemek odasının yanında Şair Nigar Hanım bölümü bulunmaktadır. Şair Nigar Hanım'ın eşyaları

yakınları tarafından 1959 yılında müzeye bağışlanmıştır.

Bu odaya gelince kendinizi 1950'li yıllarda düşünün. Bir salı akşamı Nigar Hanım'ın evinde yemeğe

davetlisiniz. Sizinle birlikte dönemin edebiyat akımını yakından takip edenler de var. Sohbetinin

tadına doyum olmuyor ve bu güzelliğe Şair Nigar Hanım'ın eşşsiz piyanosu eşlik ediyor...

İşte böyle bir yer Aşiyan Müzesi Bir yandan bir dönemin hatıraları içinde gezerken bir yandan boğaz

manzarası sizi zamandan soyutluyor. Evden çıkar çıkmaz İstanbul’un şiirler yazdıran güzelliği Boğaz

manzarası ayaklarınızın altına seriliyor. Bize de Tevfik Fikret’in 99. ölüm yıldönümü için bu yazıyla onu

anmak düşüyor.

Müzeye gitmek isteyenler için ;

Giriş ücretsiz,müze saat 16.00'da kapanıyor,İçeride fotoğraf çekmek yasak. Pazartesi ve Pazar günü

kapalı. Dilerseniz ufak bir ücret karşılığında sesli rehberi edinebilirsiniz Kabataş'tan geçen 22 numaralı

otobüs Aşiyan Mezarlığı'nda indiriyor. Size de o ölümcül yokuşu çıkıp cennete ulaşmak kalıyor.

Işık Selin Orhuntaş

Page 27: İncir Çekirdeği Sayı:5

Ağustos’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Hayatında her şey iyiyken

Küçük bir bıçak bütün kalbini parçalar.

Değiştirdiğin yepyeni hayat,

Hep eskileri aratır ama eskilerden daha yenidir.

Ve bir koca çanta elinde,

Sorarlar hayırdır nereye ?

Bakarsın usul usul ve dersin:

Küçük bir gezinti...

Oysa o kadar alışmışsındır ki her şeye,

Ve tuttuğun dal kırılır elinde.

Ama sen hayata üçlenirsin.

Hatta bileklerin kalınlaşır,

Yumrukların sert olur.

Kayayı bile ikiye bölen

Gözyaşların görünmez olur.

Hayatı boşveren

Sevmelerin anlamsız olur.

Yalnızlığa kafa tutan

Ve dertlerin inceltir ipini.

Yepyeni göreve atanan bir öğretmen gibi,

Acemi olur gidişlerin.

Anlamazlar seni.

Hayırdır nereye?

Küçük bir gezinti...

Küçük bir

gezinti

Hasan ATACAK

Page 28: İncir Çekirdeği Sayı:5

Ağustos’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Otobüs muavini kendi kendine söylenerek

bagaja yanlış koyulmuş bavullarla

uğraşıyordu. Bir yandan da mesleğinin

zorluklarından yakınıyordu. "Ah!" diyordu.

"Bir gün ben de bu otobüste çalışmak için

değil, keyifle seyahat etmek için

bulunacağım.

Muavin tam bagajı kapatırken arkasından

bir çığlık koptu. Yaşlı bir kadın, genç bir kız

ve bir manavcı birbirine girmişti. Muavin o

yöne doğru adım attı ve ayağına bir

portakal geldi. Her yer ezilmiş portakallarla

doluydu. Yaşlı kadın kırılan gözlüğünün

hesabını soruyordu. Genç kızın özürleri

arasına manavın gür sesi karışmıştı. Etrafta

olanları izleyen insan kalabalığını

otobüslerin kalkışını bildiren anons sesi

dağıttı. Bir an muavin kendi otobüsünün

kalkış saatinin geldiğini hatırladı ve

otobüsüne doğru yöneldi. O sırada elinde

kocaman tekerlekli bavuluyla koşturan

kızın sesinin duydu. Bu acelesinden dolayı

bir portakal tezgâhını devirip, yaşlı kadının

gözlüğünün kırılmasına sebep olan kızdı.

-Bavulumu bagaja koyabilir misiniz?

Aynı anda şoför muavine seslendi.

-Geciktiğinin farkında mısın? Beş dakikadır

seni bekliyorum!

-Şuradaki bavulu koyup geliyorum.

-Neden bavullar zamanında

yerleştirilmiyor?

-Ahmet Ağabey!

-Bavulumu artık koyabilir misiniz?

-Eeeh, yetti artık! Ben gidiyorum.

Muavin çok bile dayandığını düşünerek

çekip gitmişti. Genç kız ve Şoför birbirlerine

bakıp kaldılar bir süre. Ön koltuktaki

yolcular da durum hakkında yorum

yapıyordu. Kimi muavini, kimi şoförü haklı

buluyordu.

Şoför hiç bir şey söylemeden, ama çatılmış

kaşlarla otobüsten indi ve kızın bavulunu

bagaja koydu. Kız otobüse döndü. Şoför

yolculara gecikme olacağını söyledi ve

büroların olduğu tarafa gitti. Genç kız

büyük bir moral bozukluğuyla biletinden

numarayı kontrol ederek yerini buldu.

Pencere tarafı olması gereken yerinde bir

başkası oturuyordu. Koridor tarafı ise

boştu.

-Affedersiniz! Orası benim yerim.

-O tarafa otursan olmaz mı?

-Hayır!

-Kalkayım mı?

-Yani!

Kız yerine oturdu ve ne düşüneceğini

bilmeden başını cama dayadı. Evden

çıktığından beri başına gelmeyen

kalmamıştı. Bu talihsizlik serüveni ondan mı

kaynaklanıyordu yoksa kaderin bir cilvesi

miydi? Yetişmek için çabalarken bir sürü

hasarlara yol açtığı otobüs şimdi kalkmak

bilmiyordu. Evde annesinin ona yapacağı

yemekleri düşünmeye çalıştı. Ama hayır! Bu

kadar olay üstüne düşünemiyordu. Morali

bozulduğu anlarda” browni” yerdi; ama bu

sefer ona öyle geliyordu ki çikolata bile

yetmeyecekti moralinin düzelmesine.

Yanına oturan kadının sevimli, çocuksu bir

yüzü vardı. Ancak saları yüzüyle tam bir

zıtlık içerisindeydi. Onlar daha çok agresif

birisine ait olabilirdi diye geçirdi içinden

genç kız. Normal bir günde tanışsalardı onu

sevebilirdi belki; ama böyle bir günde...

Talihsizlikler

Serüveni Bölüm 1/2

Page 29: İncir Çekirdeği Sayı:5

Ağustos’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Kız kafasını koridor tarafına çevirdi ve

birden yanında oturan kadınla yüz yüze

geldi. Kadın çekingen bir tavırla:

-Şey... Ben bu televizyonu bir türlü

açamadım. Bir de sen dener misin acaba?

Kız hiçbir şey demeden bir çırpıda

televizyonu açtı.

-Sağ ol kızım.

-Rica ederim.

Kız kafasını tekrar cama dayamaya yeltendi

ki kadın:

-Çok sık yolculuk ediyorsun galiba? Okuyor

musun?

-Evet

-Sakarya'da mı Bursa'da mı?

-Bursa'da okuyorum.

-Ailen Sakarya'da o zaman.

Kız konuşmak istemediğini belli edercesine

kısa cevaplar veriyordu; ama kadın bir

türlü susmuyordu. Konuşturmaya niyetli bir

havası vardı.

-Adın neydi?

-Kübra.

-Benim de Melahat.

Kübra dayanamayarak gülümsedi. "Tam da

ismine uygun bir kişiliği varmış" diye

düşündü.

-Hah şoför nihayet geldi.

Kübra da şoförün gelmesine sevinmişti.

Tabi bu buruk bir sevinçti. Çünkü

gecikmeye sebep olan yine kendisiydi.

Şoför yanında yeni bir muavinle dönmüştü.

Yarım saatlik bir gecikme tüm yolcuların

canını sıkmıştı. Herkes şoför içeriye girer

girmez homurdanmaya başlamıştı. Kübra

içinden sadece şunu geçiriyordu. "Beş

saatlik yolculukta ben bu kadınla ne

yapacağım?"

Yolculuk başlamıştı. Muavin herkese tek tek

nerede ineceklerini soruyordu. Melahat

Hanımın İzmit'te ineceğini öğrendiği anda

5 saatten iyidir diye düşündü.

-Ah, ahh...

İşte yine başlıyordu kadın. Bu "ah" ile

başlayan cümlelerin sonunu mahalledeki

komşulardan öğrenmişti. Hayat hikâyesinin

başlangıcıydı muhtemelen bu cümle...

-Benim de senin gibi bir kızım vardı. Eve

gelirken trafik kazası geçirdi.

-!!!?

Kübra'nın bir an içi ürpermişti. Kadın onu

öyle bir noktasından yakalamıştı ki kulak

vermemek elde değildi. Başını kadından

yana çevirdi.

-Çok üzüldüm. Allah rahmet eylesin, dedi.

...

Win 7
Highlight
Win 7
Typewritten Text
Win 7
Typewritten Text
Win 7
Typewritten Text
Win 7
Typewritten Text
Win 7
Typewritten Text
Kübra TARAKÇI
Win 7
Typewritten Text
Win 7
Typewritten Text
Win 7
Typewritten Text
Page 30: İncir Çekirdeği Sayı:5

Ağustos’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

ÜŞÜYEN GÖZLERİM VAR BENİM,

KARANLIĞA MAHKUM OLAN .

KAR TANESİ HAYALLERİM,.

ERİMEKTEN YAĞMUR OLAN

GÜNEŞE AÇ BİR BEDENİM,

ÜZERİNDE FIRTINA OVALARI OLAN.

SABANIN BİLE TİTRETEMEDİĞİ FİKİRLERİM,

SONSUZLUK DENİZİNDE BİLETİ OLAN.

KADER ÇÖLLERİNDE YÜRÜYEN İNANCIM,

KUM TANELERİNE YOLDAŞ OLAN.

YILDIZLAR MİSALİ BİRİKTİRDİKLERİM VAR,

İÇİNDE GÖKKUŞAĞININ RENKLERİ OLAN .

TERTEMİZ BİR DÜNYAM VAR,

İSTAVRİT PULU ŞEFFAFLIĞINDA OLAN.

FESLEĞEN KÖKÜNÜN BİLE KONUŞTUĞU BİR CENNETİM VAR,

İÇİNDE YALNIZLIK ADINDA BİR DÜŞMAN OLMAYAN.

Bir Garip Masal Sema Keser

Page 31: İncir Çekirdeği Sayı:5

fotoğraf Aybige Akdağ

“Akşam, yine akşam, yine akşam Bir sırma kemerdir suya baksam; Akşam, yine akşam, yine akşam Göllerde bu dem bir kamış olsam!”

Abant

2014

Page 32: İncir Çekirdeği Sayı:5

Ağustos’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Arka Kapak bu ay da Türk edebiyatından Dünya edebiyatına birbirinden değerli üç kitapla

karşınızda. İşte sizler için derlediğimiz eserler...

ELVEDA GÜLSARI

YAZAR: CENGİZ AYTMATOV

Cins ve ünlü bir yorga olan Gülsarı adındaki atın doğumundan,

yaşlanarak ölümüne kadar geçen fırtınalı hayat macerası, romanın

ana konusu gibi görünür. Ama atın sahibi Tanabay'ın ve Tanabay

gibi devrime inanmış Kırgız gençlerinin hayatı, daha az çalkantılı,

daha az çileli geçmemiştir. Bunu, Tanabay'ın, can çekişen sevgili

atının başında, yüreği üzüntülerle dolu olarak geçirdiği bir kaç

saatlik süre içinde kendisiyle, geçmişiyle hesaplaşmasından

anlıyoruz. Tanabay, o birkaç saatlik süre içinde kendi çocukluğunu,

gençliğini ve yaşlılığını, sevinç ve açılarıyla, umut ve

umutsuzluklarıyla, sevap ve günahlarıyla yeniden yaşıyormuş gibi

hayalinde canlandırıyor.

Aytmatov, kendine özgü anlatım biçimi ve gücü ile, Kırgız - Kazak ellerinin doğasını, Kırgız -

Kazak Türklerinin töresini ve folklorunu da pek canlı olarak gözler önüne seriyor. Aşk ve

heyecan, çarpıcı örneklerle eleştiri, okur için derin edebî haz, yazarın bu eserinde de yoğun

olarak vardır. Bir şey daha var: Tanabay'ın o çok özverili ama çileli hayatını okurken, onun

gençliğinde yürekten bağlandığı bir siyasî rejimin, komünizmin, can çekiştiğini, bugünkü

dağılma ya da çöküşün kaçınılmazlığını da görüyoruz.

ALEMDAĞDA VAR BİR YILAN

YAZAR: SAİT FAİK ABASIYANIK

Sait Faik Abasıyanık'ın sağlığındayken yayımlanan son kitabı olma

özelliğini taşıyan Alemdağ'da Var Bir Yılan, yazarın milyonlar

içindeki yalnızlığını etkileyici bir dille anlatıyor. Bu kitapla hikâye

anlayışına ve anlatımına yenilikler getiren yazar; topluma,

doğaya, hayata yepyeni açılardan bakarak, birtakım duygularını

apaçık ortaya koyması açısından önem taşıyor. Yazarın bu

öykülerde anlatmak istediğini söyleyebilmek için hikâyelerinin

ARKA KAPAK

Merve Başol

Page 33: İncir Çekirdeği Sayı:5

Ağustos’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

biçimini değiştirdiği gözlemlenir. Artık somut anlatımı bir tarafa bırakmış, soyut anlatıma

geçmiştir.

Yazarın, son dönem hikâyelerinin kahramanı olan Panco'ya da ilk kez bu kitapta rastlanır.

Yazar, kitapta yer alan Bir Hastalık ve Rıza Milyoner gibi öykülerde toplum eleştirisi yapmıştır.

Sarmaşıklı Ev ise Abasıyanık'ın daha önce de denediği tarzda bir gizemli atmosfer hikâyesidir.

Dolapdere röportaj şeklinde yazılmışken, Hişt Hişt! ise yazarın yalnızlığının yok olmasını

dilediği, yaşama bağlılığını gösteren bir öyküsüdür.

FARELER VE İNSANLAR

YAZAR: JOHN STEİNBECK

Pulitzer ve Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanan John

Steinbeck'in çağımızın toplumsal ve insani meselelerini

ustalıkla resmettiği eserleri modern dünya edebiyatının

başyapıtları arasında yer alır. Steinbeck romanlarında yalın

ve keskin bir gerçeklik sunarken yine de her seferinde çarpıcı

bir öykü ile çıkar okurunun karşısına. Tarihin bir kesitindeki

dramı insani ayrıntıları kaçırmadan sergilerken, "tozpembe

olmayan gerçekçi bir umudun" türküsünü dillendirir. Bu

nedenle eserleri edebi değerleri kadar güncelliklerini de hiç

yitirmemiştir.

Fareler ve İnsanlar, birbirine zıt karakterdeki iki mevsimlik

tarım işçisinin, zeki George Milton ve onun güçlü kuvvetli ama akli dengesi bozuk yoldaşı

Lennie Small'un öyküsünü anlatır. Küçük bir toprak satın alıp insanca bir hayat yaşamanın

hayalini kuran bu ikilinin öyküsünde dostluk ve dayanışma duygusu önemli bir yer tutar.

Steinbeck insanın insanla ilişkisini anlatmakla kalmaz insanın doğayla ve toplumla kurduğu

ilişkileri de konu eder bu destansı romanında. Kitabın ismine ilham veren Robert Burns

şiirindeki gibi; "En iyi planları farelerin ve insanların / Sıkça ters gider..."

“Ben kendim de bayağı uzun bir süre göçmen işçiydim. Öykünün geçtiği yerlerde çalıştım.

Karakterler bir yere kadar, çeşitli insanların karışımıyla ortaya çıktı. Lennie ise gerçek

biriydi. Şu anda Kaliforniya'daki bir akıl hastanesinde. Onunla haftalar boyunca yan yana

çalıştım. Gerçek Lennie bir kızı değil, bir ustabaşını öldürdü. Kızgındı, çünkü patron

arkadaşını işten çıkarmıştı, Lennie dedirgeni karnına saplayıverdi. Bunu arka arkaya

defalarca yapışını izlediğimi anlatmaktan nefret ediyorum. Onu, çok geç olmadan

durdurmayı başaramadık.”

John Steinbeck, The New York Times röportajı, 1937

Page 34: İncir Çekirdeği Sayı:5

Ağustos’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

9 Eylül 1932 yılında dünyaya geldi Müşfik

Kenter. Babası bir diplomattı. Diplomat Ahmet

Naci Kenter bir partide İngiliz Olga Cynthia ile

tanıştı böylece bir aşk serüveni başladı. Bu

evlilikten olan çocuklardan biri Müşfik Kenter

İstanbul’da gözlerini açtı hayata. Hiç aklında

yokken birden kendini konservatuvarda buldu

ablası Yıldız Kenter’in teşvikiyle. 1947 yılında

Ankara Devlet Tiyatrosu Çocuk Bölümü’nde

tiyatroya başladı. 1955 yılında aklında bile

olmayan bu bölümü derece ile bitirdi ve

bununla tiyatroya nasıl bir aşk ile bağlı

olduğunun ilk resmi kanıtını göstermiş oldu.

Aynı yıl Devlet Tiyatrosu’na girdi ve dört yıllık

bir çalışmanın ardından buradaki işini bıraktı.

Müşfik Kenter için yeni kapıların açılacağı,

kendinin yeni kapılar inşa edeceği yıllar

İstanbul’a gitmesiyle başlayacaktı artık.

İstanbul’da ablası Yıldız Kenter ve Muhsin

Ertuğrul ile çalışmaya başladı. Bu dönemde

Şükran Güngör ve Kamuran Yüce ile tanıştı ve

beraber birçok başarılı işe imza attılar. 1961

yılında Site Tiyatrosu'nu kurdular. 1962'de ise

adını Kent Oyuncuları olarak değiştirdiler.

Yıldız Kenter ve Şükran Güngör ile birlikte

1968'de İstanbul'da Kenter Tiyatrosu'nun

binasının inşaatını tamamladı. Bu tiyatro için

ellerindeki tüm paralarını ortaya koydular.

Büyük bir turne düzenleyip Anadolu’yu

gezdiler. Üstelik koltuk satma kampanyası bile

düzenlediler. Her şey sanatları içindi. İçlerinde

yanan tiyatro yapma aşkı içindi.

Çalışmaları ve tiyatro hayatı Türkiye

sınırlarını da aşan Müşfik Kenter, İngiliz Kültür

Heyeti ve Rockefeller'den burslar alarak

Amerika ve İngiltere'de tiyatro araştırmaları

yaptı. İngiltere, ABD, Fransa, Almanya,

Yugoslavya, Kıbrıs gibi birçok ülkede oyunlar

sergiledi. Bir Garip Orhan Veli oldu senelerce.

Şiirleriyle birlikte ülkenin içinde oradan oraya

koşturdu. Bu oyun aynı oyuncuyla Türkiye'de

en uzun süreli sergilenen eserlerden biri oldu.

Tiyatro yapmakla yetinmedi. Başarılı bir

şekilde sinema oyunculuğu da yaptı.

Sevenlerinin karşısına başarılı işlerle çıktı.

Belgeseller seslendirdi, yerli, yabancı filmlerde

o etkileyici sesini duyurdu.

BİR GÜZEL AŞK

Page 35: İncir Çekirdeği Sayı:5

Ağustos’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Kimi zaman küçük bir rolle bile ne kadar çok şey anlatılabildiğini gösterdi bizlere.

1982 yılında Füruzan’ın yazdığı bir öykü, kısa bir dizi oluvermişti. Gecenin Öteki Yüzü Müşfik Kenter’in

sözleriyle akılda kaldı. Karşısında Zuhal Olcay ve o monolog akıllardan çıkmadı.

Bu ay ölüm yıl dönümü değerli sanatçının.

Müşfik Kenter 15 Ağustos 2012 tarihinde akciğer

kanseri nedeni ile tedavi gördüğü hastanede vefat

etti. Eşi Kadriye Kenter ile birlikte Aşk Mektupları

adlı oyunu sahneliyorlardı o yıl. Son oyunları oldu.

Yine aşk ile…

( Kadın denize atlamak üzeredir. Adam kadını görür,

ona yaklaşır ve sorar: )

— Ateşin var mı?

— Sigara içmez misin?

—Allah bilir rakı da içmezsin.

Konuşmasını da bilmezsin değil mi?

—Sen kuşları da sevmezsin, çiçekleri de.

Söyle öyle değil mi? Çocukları…

—Canın çekmez mi hiç keyif etmeyi?

Parayı sever misin parayı? Onu da mı!

Erkeklerden nefret ediyorsun ha! E sana da bu

yakışır.

At kendini denize ne duruyorsun. Benim yarı yaşım

kadar bile yoksun, güzelmişsin de.

Derdin mi çok, benden de mi çok?

At kendini şuradan denize seni o paklar.

(Kadın bir çakmak çıkartır ve adamın sigarasını

yakar.)

—Madem ateşin var ne duruyorsun karanlıkta.

Haydi, koş hayata.

Ve adam uzaklaşırken:

—Hey bre Karaca Ahmet! Kara mezarlık sana

gelmiyorum işte var mı bir diyeceğin?

Sultan Demirtaş

Page 36: İncir Çekirdeği Sayı:5

Ağustos’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Sevgili İncir Çekirdeği okuyucuları bu ay sizlerle birbirinden güzel

bulduğum animasyonları paylaşacağım. '' Çocuk filmleri mi paylaşacaksınız! ''

dediğinizi duyar gibiyim fakat bazı animasyonlar var ki bence çocuklardan ziyade yetişkinler izlemiştir.

İşte bunlardan seçtiklerimiz...

Belleville’de Randevu

Vizyon Tarihi 20 Şubat 2004 (1s 20dk)

Yönetmen: Sylvain Chomet

Oyuncular: Michel Robin, Jean-Claude Donda,

Monica Viegas

Tür: Animasyon , Komedi , Aile

Ülke: Fransa , Belçika , Kanada , İngiltere , Letonya

Öncelikle söylemek gerekir ki "Les Triplettes de

Belleville" gerçek bir eskiokul, "oldschool" bir

animasyon filmi. Son dönemlerde moda olan nu-

school çizgi filmler ile en ufak bir bağ taşımayan Les

Triplettes de Belleville-Belleville'de Randevu,

harikulade bir Fransız çizgi-sinema örneği olarak bir hayli

ses getirdi. Champion, babaannesi tarafından büyütülen bisiklet delisi bir çocuktur. Torunundaki

potansiyeli gören kadın, çocuğu dünyaca ünlü bisiklet yarışı Tour de France'a hazırlamaya başlar.

Fakat yarış esnasında iki gizemli siyahlar giyinmiş adam Champion'u kaçırır. Madame Souza ve sadık

köpeği Bruno onu kurtarmak için hazırlanırlar. Arayışlar onları okyanusın öbür ucundaki 'Belleville'

adındaki dev megapole götürür. Orada 1930'ların tuhaf müzikhol yıldızlarından "Belleville Üçlüsü"yle

karşılaşırlar, yıldızlar Souza ve Bruno'ya yardımcı olurlar.

Mary and Max

Yönetmen: Adam Elliot

Oyuncular: Toni Collette, Philip Seymour Hoffman, Eric

Bana.

Tür: Animasyon , Komedi , Dram

Ülke: Avustralya

Mary, Avustralya'nın kenar mahallerinden birinde

yaşayan, sorumsuz ve yoksul bir aileye sahip olan, sekiz

yaşındaki yalnız bir kız çocuğudur. Küçük kızın

konuşabildiği tek kişi mektuplaştığı Avustralyalı bir savaş

BEYAZ PERDE’DEN

Afra Nur Akkayalı

Page 37: İncir Çekirdeği Sayı:5

Ağustos’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

gazisidir. Postaneye gittiği bir gün şans eseri bir New York adres rehberi görür. Rehberi karıştıran

Mary, New York'ta yaşayan Max Jerry Horowitz isimli bir adama mektup yazmaya başlar. Max,

Manhattan'daki dairesinde yalnız yaşayan, ruhsal problemleri olan asosyal ve obez bir adamdır. 44

yaşındaki Max, Mary'nin mektubunu alır ve cevap yazmaya koyulur. Aralarında gelişen dostluk hayat

hakkında acı ve tatlı gerçeklikleri beyaz perdeye sevimli ve dokunaklı bir şekilde yansıtır.

Animasyon sinemasının en önemli eserlerinden biri olan Mary and Max, genç yönetmen Adam

Elliot'un ilk uzun metrajıdır.

Yürüyen Şato

Vizyon Tarihi: 9 Haziran 2006 (1s 59dk)

Yönetmen: Hayao Miyazaki

Oyuncular: Chieko Baisho, Takuya Kimura, Akihiro Miwa

Tür: Animasyon , Fantastik , Aile

Ülke: Japonya

Sıradan bir genç kız olan Sophie şeytani bir cadı tarafından büyüyle

doksan yaşında bir kadına dönüşür. Sophie artık fazlasıyla yaşlanmış

ve çevresi tarafından tanınmaz bir görünüme bürünmüştür. Bu

yüzden büyük bir umutsuzluğa kapılan ve yaşadığı yeri terk etmek

zorunda kalan Sophie, Howl isimli yürüyen bir şatoda yaşayan bir

büyücünün yanına yerleşir. Bu şatoda yaşayan cinlerden biri de

Sophie ile aynı kaderi paylaşmaktadır. Aynı amaç etrafında buluşan

ikili kendilerine yapılan kara büyünün etkisini yok etmeye

çalışacaklardır. Bu sırada şatonun dışında patlak veren savaş ülkenin

birlik ve beraberliğini tehdit etmektedir. İkili artık hem kendileri için hem de ülkeleri için canları

pahasına savaşmak zorunda kalacaktır.

Animasyon dehası Hayao Miyazaki imzalı olan film animasyon türünün en yaratıcı yapıtlarından biri.

Karmakarışık

Yayın tarihi: 24 Kasım 2010 (Kanada, ABD)

Yönetmenler: Nathan Greno, Byron Howard

Film müziği: I See The Light

Film müziğinin bestecisi: Alan Menken

Karmakarışık Walt Disney Animation Studios tarafından üretilen 2010

Amerikan animasyon fantastik-komedi filmi. Disney animasyon filmleri

listesinin 50. filmi. Konusu Alman peri masalı Rapunzel'e dayanır.

Page 38: İncir Çekirdeği Sayı:5

Ağustos’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Günümüz kadınları aklımızın alamayacağı

her meslekte yerlerini koruyorlar. Modern

yaşam ve ekonomik şartları kadınların da iş

hayatında yer almasına olanak sundu. Kadın

evinden çıkarak iş hayatına adım attı ve

kendisine orada bir yer bulma ve var olma

çabası içerisine girişti. Muhteşem

anneliklerinin yanı sıra iyi bir doktor, avukat,

öğretmen, ressam, mühendis vb birçok meslek

dallarında yerlerini korumayı sürdürüyorlar. Peki,

kadınların şu an işimizi kolaylaştıracak pek çok şeye imza attığını söylesek? Gelin bakalım kimler bize

bu iyiliği yapmış bir sıralayalım:

Marion Donovan: 1951 yılında icat ettiği bebek bezi günümüzde

hala pek çok ailenin kullandığı kurtarıcı bir buluştur. Donovan ayrıca

evde yaşamı kolaylaştırmak için, çoklu askı, diş ipi ve elbise

arkasındaki fermuarı kolay kapatma gerecini de içeren bir düzineyi

aşkın buluşun patentini alan üretken bir

mucittir.

Mary Anderson: Yağmurlu günlerde araba

kullanmaktan nefret eden Anderson bir tasarımcıyla birlikte araba sileceği

tasarladı ve 1903’te patentini aldı.

Josephine Cochran : Bulaşık makinasını icat etmiştir.

Marga Faultsch: Gözlük camı, bir kimyager olan Marga Faultsch tarafından

icat edilmiştir.

Ada Byron Lovelance: İlk bilgisayar programı

Lovelance’ye aittir.

Alice H. Parker: Merkezi

ısıtma sistemini geliştirmiştir.

Bunun için 1919’da patent için

başvuru yapmıştır. Bununla ısıyı

odalara eşit şekilde yaymayı

amaçlamıştır.

Mucit Kadınlar ve İcatları

Page 39: İncir Çekirdeği Sayı:5

Ağustos’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Bette Nasmith Graham: Tükenmez kalemle yazarken

yaptığı yanlışlardan bıkan Graham,daksili icat etmiştir.

Helen Free: Şeker hastaları için evde

uygulanabilen diyabet testini bularak

hastaların yaşamını kolaylaştırmıştır.

Ida Forbes: Şu an neredeyse tüm mutfakta

adeta elimiz kolumuz olan su ısıtıcısının

mucididir.

Amanda Jones: Jones buzdolabının

mucididir.

Stephanie Kwolek: Stephanie,

kurşun geçirmez yeleği bulmuştur.

Listemize aldığımız 11 kadın mucidi andıktan sonra aslında her kadının bir mucit

olduğunu ve evlerinde her gün nice hayatları kolaylaştırdığını hatırlatarak keyifli

okumalar dilerim!

Sırdem Kemiksiz

Page 40: İncir Çekirdeği Sayı:5

Uludağlı Edebiyatçıların Sesi, İncir Çekirdeği...