gülbahçe bülteni

12
OCAK - ŞUBAT 2011 İlim ve Hikmet Vakfı Tanıtım Bülteni HERŞEYiN BAŞI SÖYLEŞİ / NİHAT BÜLBÜL ANT İÇERİM Yeniden diriliş Gülbahçe bir mektep Özgürlüğün resmi Yâni, insân der: “Çürümüş kemikleri kim diriltecek?” Sen, de: “Kim, onları biayeten inşa edip hayat vermiş ise o diriltecek.” Size böyle ni’met eden bir zât, sizi başıboş bırakmaz ki, ka- bre girip kalkmamak üzere yatasınız. Hem remzen der: Ölmüş ağaçların dirilip yeşillenmesini görüyorsunuz. Odun gibi kemiklerin hayat bulmasını kıyas edemey- ip istib’âd ediyorsunuz. Hem, Semâvat ve Arzı halkeden, Semâvat ve Arzın meyvesi olan insânın hayat ve mematından âciz kalır mı? Bir baharı halketmek, bir çiçek ka- dar O’na ehven gelir. Bütün hayvanatı îcad etmek, bir sinek îcadı kadar kudretine kolay gelir bir Zâttır işte hakikat-ı haşriyyenin azamatine tam muvafık böyle azamat- li ve sarsılmaz direkleri ve bürhanları bulunduğu içindir ki : Kur’an -ı mu’ciz-ül- beyanın hemen hemen üçten birisi haşir ve ahireti teşkil ediyor ve onu bütün hakaikına temel taşı ve üssül-esas yapıyor ve herşeyi Onun üstüne bina ediyor... Devamı 3. Sayfada Peygamberimiz Hz Muhammed (sav) ‘Besmele bütün kitapların anahtarıdır’ buyurmuştur. Besmele bir anahtar, her kapı o yüce ismin söylenişiyle dayanamaz açılıverir. Kilitli sandığımız kapılar bile. Yeter ki bu mübarek isim, kalbur gibi de- lik deşik olmayan sapasağlam bir iman ile söylensin. Dosdoğru inanç ile. Büyük bir âlimin söylediği gibi; Bismillah her hayrın başıdır. Biz dahi onunla başlarız. Devamı 4. Sayfada Gülbahçenin yayını sona erdiğinde nasıl mahzun olduysam, yeniden çıkarılacağını duyduğumda da o kadar mutlu oldum. Bu teşebbüsü başlatan kardeşlerime çok teşekkür ederim. Şimdi sizler Gülbahçe’nin yayınlanmasına katkıda bulunacaksınız. Ama ileride, böylesine güzel bir uğraşın si- zlere neler kazandırdığını bizzat müşahade edeceksiniz. Yazdıklarınızla, derlediklerini- zle belki de bir döneme kayıt düşeceksiniz, şahitlik edeceksiniz. Devamı 7. Sayfada Babası İspanya`nın en ağır siyasi cezalarının verildiği bir hapishanede mahkumdu küçük kızın. Fırsat bulduğu her hafta sonu babasını ziyaret için annesiyle birlikte hapishaneye giderdi. Yine bir ziyarete giderken babası için çizdiği resmi yanında götürdü ancak hapishane kurallarına göre özgürlüğü çağrıştıran her türlü şeyin mahkumlara verilmesi yasaktı. Bu sebeple kağıda çizdiği kuş resmini kabul etmemişler ve oracıkta yırtmışlardı… Çok üzülmüştü küçük kız. Babasına söyledi bunu, o da “üzülme kızım, yine çizersin; bu sefer çizdiklerine dikkat edersin olur mu?” dedi. Küçük kız diğer ziyaretinde babasına yeni bir resim çizip götürdü. Bu sefer kuş yerine bir ağaç ve üzerine siyah minik benekler çizmişti. Babası keyifle resme baktı ve sordu: “Hmmm! Ne güzel bir ağaç bu! Üzerindeki benekler ne? Portakal mı?” Küçük kız babasına eğilerek, sessizce şöyle dedi : “Hşşşşt! O benekler ağacın içinde saklanan kuşların gözleri… Söz sana hayat, söz… İşimi en iyi şekilde yapacağım, yaptığım ve yapmadığım(!) bütün çalışmalarımı bir bir rapor edeceğim. Bir nüshasını idareye vereceğim bu çalışmaların, bir nüshasını kendi dosyama koyacağım. Söz sana hayat, uslu bir çocuk olacağım… Kamuya açık alanlarda başörtüsü takmayacağım. Eylemlere katılmayacağım. Söz sana hayat, Filistinlilere terörist, İsraillilere asker diyeceğim. Söz sana, hiçbir Yahudi ürününü boykot etmeyeceğim. Çocuklarımı senin istediğin gibi yetiştireceğim. Kuyruk beklerken sıramı gasp edenlere ses çıkarmayacağım. Devamı 3. Sayfada 1 6 8 5 Futuhat - ı Medeniyye Diriliş Sezai Karakoç Hayat Şablonu Cengiz Gülseven

Upload: faruk-akkirac

Post on 06-Mar-2016

293 views

Category:

Documents


8 download

DESCRIPTION

İlim ve Hikmet Vakfı Tanıtım Bülteni

TRANSCRIPT

Page 1: Gülbahçe Bülteni

OCAK - ŞUBAT 2011

İlim ve Hikmet VakfıTanıtım Bülteni

HERŞEYiN BAŞI SÖYLEŞİ / NİHAT BÜLBÜL

ANT İÇERİM

Yeniden diriliş

Gülbahçebir mektep

Özgürlüğünresmi

Y â n i , insân der:

“Çürümüş kemikleri kim diriltecek?” Sen, de: “Kim, onları biayeten inşa edip hayat

vermiş ise o diriltecek.” Size böyle ni’met eden bir zât, sizi başıboş bırakmaz ki, ka-bre girip kalkmamak üzere yatasınız. Hem remzen der: Ölmüş ağaçların dirilip yeşillenmesini görüyorsunuz. Odun gibi kemiklerin hayat bulmasını kıyas edemey-ip istib’âd ediyorsunuz. Hem, Semâvat ve Arzı halkeden, Semâvat ve Arzın meyvesi olan insânın hayat ve mematından âciz kalır mı? Bir baharı halketmek, bir çiçek ka-dar O’na ehven gelir. Bütün hayvanatı îcad

etmek, bir sinek îcadı kadar kudretine kolay gelir bir Zâttır işte hakikat-ı haşriyyenin azamatine tam muvafık böyle azamat-li ve sarsılmaz direkleri ve bürhanları bulunduğu içindir ki : Kur’an -ı mu’ciz-ül-beyanın hemen hemen üçten birisi haşir ve ahireti teşkil ediyor ve onu bütün hakaikına temel taşı ve üssül-esas yapıyor ve herşeyi Onun üstüne bina ediyor... Devamı 3. Sayfada

Peygamberimiz Hz Muhammed (sav) ‘Besmele bütün kitapların anahtarıdır’ buyurmuştur. Besmele bir anahtar, her kapı o yüce ismin söylenişiyle dayanamaz açılıverir. Kilitli sandığımız kapılar bile. Yeter ki bu mübarek isim, kalbur gibi de-lik deşik olmayan sapasağlam bir iman ile söylensin. Dosdoğru inanç ile. Büyük bir âlimin söylediği gibi; Bismillah her hayrın başıdır. Biz dahi onunla başlarız.

Devamı 4. Sayfada

Gülbahçenin yayını sona erdiğinde nasıl mahzun olduysam, yeniden çıkarılacağını duyduğumda da o kadar mutlu oldum.

Bu teşebbüsü başlatan kardeşlerime çok teşekkür ederim. Şimdi sizler Gülbahçe’nin yayınlanmasına katkıda bulunacaksınız. Ama ileride, böylesine güzel bir uğraşın si-zlere neler kazandırdığını bizzat müşahade edeceksiniz. Yazdıklarınızla, derlediklerini-zle belki de bir döneme kayıt düşeceksiniz, şahitlik edeceksiniz.

Devamı 7. Sayfada

Babası İspanya`nın en ağır siyasi cezalarının verildiği bir hapishanede mahkumdu küçük kızın. Fırsat bulduğu her hafta sonu babasını ziyaret için annesiyle birlikte hapishaneye giderdi. Yine bir ziyarete giderken babası için çizdiği resmi yanında götürdü ancak hapishane kurallarına göre özgürlüğü çağrıştıran her türlü şeyin mahkumlara verilmesi yasaktı. Bu sebeple kağıda çizdiği kuş resmini kabul etmemişler ve oracıkta yırtmışlardı… Çok üzülmüştü küçük kız. Babasına söyledi bunu, o da “üzülme kızım, yine çizersin; bu sefer çizdiklerine dikkat edersin olur mu?” dedi. Küçük kız diğer ziyaretinde babasına yeni bir resim çizip götürdü. Bu sefer kuş yerine bir ağaç ve üzerine siyah minik benekler çizmişti. Babası keyifl e resme baktı ve sordu: “Hmmm! Ne güzel bir ağaç bu! Üzerindeki benekler ne? Portakal mı?”Küçük kız babasına eğilerek, sessizce şöyle dedi : “Hşşşşt! O benekler ağacın içinde saklanan kuşların gözleri…

Söz sana hayat, söz… İşimi en iyi şekilde yapacağım, yaptığım ve yapmadığım(!) bütün çalışmalarımı bir bir rapor edeceğim. Bir nüshasını idareye vereceğim bu çalışmaların, bir nüshasını kendi dosyama koyacağım.

Söz sana hayat, uslu bir çocuk olacağım… Kamuya açık alanlarda başörtüsü takmayacağım. Eylemlere katılmayacağım.

Söz sana hayat, Filistinlilere terörist, İsraillilere asker diyeceğim. Söz sana, hiçbir Yahudi ürününü boykot etmeyeceğim. Çocuklarımı senin istediğin gibi yetiştireceğim. Kuyruk beklerken sıramı gasp edenlere ses çıkarmayacağım.

Devamı 3. Sayfada

1

6 85Futuhat - ıMedeniyye

DirilişSezai Karakoç

Hayat ŞablonuCengiz Gülseven

Yeniden dirilişYeniden dirilişY â n i ,

1

Yeniden dirilişYeniden diriliş1

Hayat ŞablonuCengiz Gülseven Sezai Karakoç

Page 2: Gülbahçe Bülteni

Editörden Bir öğrencinin günlüğü2

eğerli Okuyucular;Uzun bir ayrılıktan sonra yeniden sizlerin karşısına çıkmaktan dolayı çok büyük bir heyecan

ve mutluluk içerisindeyiz. Yeni yayın dönemimizin ilk sayısında bu işe gönül vermiş ve İlim Hikmet Vakfı bünyesinde yetişmiş genç arkadaşlarımızla birlikte ilk sayılabilecek yazarlık deneyimlerimizle genç gönüldaşlarımızın taze zihinleri ve

k a l e m l e r i n d e n d ö k ü l e n y a z ı l a r ı m ı z l a sizlere misafir oluyoruz. Bir İslami bilinç, bir dava bilinci oluşmasında katkıda bulunmak, davasına sahip çıkan, haksızlığa zulme karşı

mücadele veren ve karşıt duruş sergileyen bir gençlik profili oluşturma bilinciyle ve Necip Fazıl’ın Gençliğe Hitabesinde dile getirdiği “Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin kalbinin davacısı bir gençlik” oluşturulması düsturuyla bir araya gelen arkadaşlar olarak bu yola çıkıyoruz. Bu yolda bir kum tanesi kadar dahi bir katkımız olursa ne mutlu…

Bizler bu amaçlar doğrultusunda yola çıktık ama bu işi tek başımıza değil sizlerin destek ve katkılarıyla devam ettirmek istiyoruz. Bu doğrultuda bizlere yapacağınız her türlü katkı ve desteği bekliyoruz. Allah (cc) bu yolda bizleri muvaffak eylesin.

Bir not olarak şunu da belirtmek isterim, bizler bu yolda daha çok yeni ve tecrübesiz sayılırız. Adımlarını yeni yeni atmaya başlayan çocuklar misaliyiz. İşte bu ilk adımlarımızda illaki hatalarımız, eksikliklerimiz olacaktır. Şimdiden bu hatalarımızdan dolayı özür diler ve anlayışla karşılamanızı dileriz.

ün ağarmamış.. Alarm zili ile açıyorum gözlerimi.. Uykumu tam alamamanın verdiği burukluk, annemin taze

çayında eriyiveriyor.. Saatime bakıyorum: “Hımm.. Tren Adapazarı’ndan yola çıkmış bile..” Annemin sıcacık uğurlayışını içime dolan rüzgarın soğukluğu alıyor. Yürüyorum.. Arifiye’nin soğuk sabahı burnuma akın ediyor. Çabalarım burnuma üflediğim sıcacık nefesimden ibaret sadece. Liste başı şarkılar sarıyor sonra. Beni epey kaptıran şeytandan sonra keskin bir dönüş ile “Allah-ü la ilahe illallah-u ve’l hayyül kayyum…”

Kornasıyla uykumu bir parça daha bölen 7:14 treni geliyor, inen ‘kaçak’ öğrencileri sayıyorum amaçsızca.. 9’daki dersime yetişme umutlarımı önce Allah’a sonra makiniste emanet ediyorum.. Sapanca’yı, İzmit’i ve ardından körfezi seyrediyorum..

‘Açlıktan öldüğümde ’bi’ türlü gelmeyen; istemediğimde defalarca geçen simitçi amcalar var sonra: “Yanıyo yanıyo yanıyooo…” naraları eşliğinde gelen simidin kokusu elimi cebime itiyor: “Abi, bi simit verir misin…’ Simidin sonunda yapacağım susam merasimi için özenle hazırlıyorum kağıdı. Bin bir çeşit insanla karşılaştığım trende gözlerim simitlerini bitirmek üzere olanlara takılıyor. Kağıdı buruşturmaları ve camdan özenle boşluğa bırakmaları takılıyor gözlerime. Lokmalar bir bir diziliyor boğazıma. Gitmiyor.. Rabb’imizin emanetine cahilce yapılan bu hıyanete yanıyorum. Karışık duygularla elimi bir ‘ah’ çekerek camın kenarına vurmamla sönüp gidiveriyor bütün kızgınlığım.. “Neredeyiz acaba?” Daha Köseköy’e bile varamamış olmak üzücü... Zamanı unutmak gerek; bildiklerimi uygulamaya koyuluyorum: ‘Etrafı seyret, şarkı mırıldan, ders çalış (pek tercih etmediğim) vs.’ Derince… Körfez…

Hereke… Ve Gebze: Saatimi kontrol ediyor ve makiniste puan veriyorum kendimce.”Ulan! Yine gecikti.”… 40 yıl aradan sonra yenilenen trenlerden birine denk gelme umuduyla, unutmamak için her eşyamı özenle içine koyduğum ve kendisini de unutmayayım diye kucağımda taşıdığım çantamı da alarak kapıya yöneliyorum..

Banliyö trenine biniyorum, ve bir hesap daha: ”6dk’ya tren varsa?! Şu kadar koşsam? Hoca ya derse almazsa?...”

Osmangazi ve Fatih istasyonu... En ön vagonun en ön koltuğu ile vedalaşıp hızla çıkıyorum..

Kısa vaktimi ve kaybolan zamanımı koşarak telafi etsem de her zamanki gibi bütün endişelerim, nefes nefese girdiğim sınıfımda kaybolup gidiyor...

Gebze’de okumak benim için yolculuk açısından zor gibi görünse de her zorluğun bir güzelliği bulunuyor mutlaka. “Okul bitse…” veya “Yurt açılsa…” “…da kurtulsam.” Umutları bir köşede hep…

devam edebilir...

D G

İlim ve Hikmet Vakfı Adınaİmtiyaz Sahibi / haluk can

editör / cengiz gülseven

katkıda bulunanlarahmet gündüz - fariz taşdemir

hayrullah türker - ibrahim uzunikbal yiğiter - ismail baysal - k.safa gümüş

muhammed akkıraç - mustafa çakmakömer barstugan - öznur sarıkaya

sedat başkaya - sercan duman - uğur şeker

YORUM GÖRÜŞ ve YAZI GÖNDERMEK İÇİ[email protected]

OCAK - ŞUBAT 2011

vakfımız vakfımız vakfımızİlim ve Hikmet Kültür Eğitim Dayanışma Vakfı 14 Aralık 1996’da Adapazarı’nda; insanı, erdemi,

eğitimi ve yarınları önemseyen bir grup gönül ehli tarafından kurulmuştur. Vakfın merkezi Sakarya’dır. Vakfın amacı; İslam’ın gereği gibi anlaşılması ve yaşanmasına yardımcı olacak hizmetler ile her branştaki yoksul ve yetenekli öğrencilerin, ihtiyaç içindeki insanlarımızın her türlü gereksinimlerinin giderilmesine yardım etmek olup, faaliyet sahaları şöyledir:

1- İlköğretim, lise, üniversite, yüksek lisans ve doktora talebesi yetenekli gençlere nakdi ve ayni yardımlar yapmak.

2- Halkın eğitim ve öğrenim gereksinimini karşılayacak konferans, seminer, sergi, turnuvalar, anma günleri, geziler, yarışmalar ve kurslar düzenlemek, teşvik ödülleri vermek.

3-Kimsesiz, dul, yetim ve benzeri muhtaçlara nakdi ve ayni yardımlar yapmak, hastalarıyla ilgilenmek.4- Araştırma merkezi, enstitü, kütüphane ve her dalda spor tesisleri kurmak ve buralarda amaçlara

uygun faaliyetler yapmak. İlmi, mesleki seminerler tertiplemek ve eserler neşretmek.Halen başkanlığını Av. Haluk CAN’ın yürüttüğü İlim ve Hikmet Vakfı; amacına ilişkin hizmetlerinin

devamı için herkesin ilgi ve desteğine açıktır.

ömer barstugan

Page 3: Gülbahçe Bülteni

Ant İçerimYeniden diriliş3

öz sana hayat, uslu bir çocuk olacağım…Her sabah elimi yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçalayacağım. Güzelce

kahvaltımı yaptıktan sonra sıkı giyinip işime gideceğim. Yolda karşıdan karşıya geçerken önce sola, sonra sağa, tekrar sola bakacağım. Okuluma varınca bütün arkadaşlara ‘günaydın’ diyeceğim, bütün öğrencilerime de.

Söz sana hayat, uslu bir çocuk olacağım. Her sabah tıraş olmayı unutmayacağım. Favorilerim kulağımın ortasını aşağıya geçmeyecek. Siyasî anlam taşıyan bıyık bırakmayacağım.

Söz sana hayat, söz… İşimi en iyi şekilde yapacağım, yaptığım ve yapmadığım(!) bütün çalışmalarımı bir bir rapor edeceğim. Bir nüshasını idareye vereceğim bu çalışmaların, bir nüshasını kendi dosyama koyacağım.

Söz sana hayat, uslu bir çocuk olacağım… Kamuya açık alanlarda başörtüsü takmayacağım. Eylemlere katılmayacağım.

Söz sana hayat, Filistinlilere terörist, İsraillilere asker diyeceğim. Söz sana, hiçbir Yahudi ürününü boykot etmeyeceğim. Çocuklarımı senin istediğin gibi yetiştireceğim. Kuyruk beklerken sıramı gasp edenlere ses çıkarmayacağım.

Söz sana, Ahmet Kaya dinlemeyeceğim. Düşüneceğim ama söylemeyeceğim. İstersen düşünmem de, senin için her şeyi yaparım. Söz sana hayat, uslu bir çocuk olacağım… Vergilerimi ödeyeceğim. ‘Alacağım vereceğim, ekonomiye can vereceğim.’ Faturalarımı zamanında ödeyeceğim. Söz sana, küçük esnafı korumayacağım. İleri saat uygulamasına geçerken gece üçte saatimi ayarlayacağım. Her çeşit gripten korkacağım. Bağdat bombardımanını canlı seyredeceğim. Ana haber bültenlerine inanmamazlık etmeyeceğim.

Söz sana, yediklerimin kalorilerine dikkat edeceğim. Ölümden korkacağım. Ölmemek için elimden geleni yapacağım. Dumanlı ortamlarda bulunmayacağım, söz sana.

Söz sana hayat, uslu bir çocuk olacağım…Senin izin verdiklerini sevecek,

vermediklerini sevmeyeceğim. Söz sana, isyan şarkıları dinlemeyeceğim. Törenlerde esas duruşumu bozmayacağım. Geçit resimlerinde protokole bakacağım.

Söz sana, uslu bir çocuk olacağım…Başımı alıp gitmeyeceğim. Bunun

hayalini dahi kurmayacağım. Yağmurdan sonra toprağı koklamayacağım.

Söz sana, istersen pillerimi değiştirme, bir robot olacağım.

Sevmeyeceğim, söz sana!!!

âni, insân der: “Çürümüş kemikleri kim diriltecek?” Sen, de: “Kim, onları bidayeten inşa edip hayat vermiş ise o diriltecek.” Size böyle

ni’met eden bir zât, sizi başıboş bırakmaz ki, kabre girip kalkmamak üzere yatasınız. Hem remzen der: Ölmüş ağaçların dirilip yeşillenmesini görüyorsunuz. Odun gibi kemiklerin hayat bulmasını kıyas edemey-ip istib’âd ediyorsunuz. Hem, Semâvat ve Arzı halkeden, Semâvat ve Arzın meyvesi olan insânın hayat ve mematından âciz kalır mı? Bir baharı halketmek, bir çiçek ka-dar O’na ehven gelir. Bütün hayvanatı îcad etmek, bir sinek îcadı kadar kudretine kolay gelir bir Zâttır işte hakikat-ı haşriyyenin azamatine tam muvafık böyle azamat-li ve sarsılmaz direkleri ve bürhanları bulunduğu içindir ki : Kur’an-ı mu’ciz-ül-beyanın hemen hemen üçten birisi haşir ve ahireti teşkil ediyor ve onu bütün hakaikına temel taşı ve üssül-esas yapıyor ve herşeyi Onun üstüne bina ediyor... Vaktaki meclis-i imtihan kapandı. Tecrübe vakti bitti. Esmâ-i hüsnâ hükmünü icra etti. Kalem-i kader, mektûbatını tamamıyla yazdı. Kudret, nukuş-u san’atını tekmil etti. Mevcûdât, vezaifini îfâ etti. Mahlûkat, hizmetlerini bitirdi. Herşey, mânâsını ifade etti. Dünya, âhiret fidanlarını yetiştirdi. El-bette kıyâmeti koparacak ve o neticeler için tasfiye edecek. Âlemde çok görüy-oruz ki: Zâlim, fâcir, gad-dar insânlar gayet refah ve rahatla ve mazlum ve mütedeyyin adamlar gayet zahmet ve zillet ile ömür geçiriyorlar. Sonra ölüm gelir, ikisini müsavi kılar. Eğer şu müsavat nihayetsiz ise, bir nihayeti yoksa, zulüm görünür. Halbuki: Zulümden tenezzühü, kâinatın şehadetiyle sâbit olan adâlet ve hikmet-i İlâhiyye, bu zulmü hiçbir cihe-tle kabûl etmediğinden; bilbedâhe bir mecmâ’-i âheri iktiza ederler ki; birinci, cezasını; ikinci, mükâfatın görsün. Madem kainatta israf yoktur elbette ebedi saadet ve ebedi azab olacaktır. Yoksa herşey sevablar günahlar abes olarak israf olarak kalırdı. İnsan kendi varlığını iki ayrı pencereden görür. Birincisi sadece cismaniyeti değer ölçüsü gören bakış açısı 2. Bununla birlikte insana verilen madde ötesi yetenekler, in-anç ve düşüncelerden oluşan penceredir ki bunu görebilmek insanın inancı sayesinde şahit olabileceği yeteneğidir. Maneviyatı kabul eden insan cismani görüntüsünün yanında değişmeyen, yaşlanmayan bir ( ben ) olduğunu fark edecektir. Ruhun varlığına delildir bu... Demekki bu be-den bir kalıptır ve ölüm ancak bu kalıbı çürütecektir.Kendini böyle keşfedebilen

bir insanı ölüm düşüncesi mahvedebilir mi? İnsan fıtratı gereği kendini ebede (sonsuzluğa) namzet görmekte yok olmayı içine sindirememektedir. Bütün kainat in-sana verilse o yine yoklukta da olsa son-suz yaşamayı tercih edecektir. Evet nasılki insân küçük bir âlemdir, yıkılmaktan kur-tulamaz. Âlem dahi büyük bir insândır, o dahi ölümün pençesinden kurtulamaz. O da ölecek, sonra dirilecek veya yatıp sonra haşir sabahı gözünü açacaktır. Evet, insânın cevheri büyüktür. Öyle ise, ebede namzed-dir. Ona Cehennem ağzını açmış bekliyor. Cennet ise nazlı kucağını açmış gözlüyor. Herkes vazifesine gayet dikkat eder. Kimse zerrece haddinden tecavüz etmez. en büyük şahıs, en büyük bir itaatle mütevazi-ane bir havf ve heybet altında hizmet eder.demek şu saltanat sahibinin pek büyük bir keremi,pek geniş bir merhameti var. Hem pek büyük izzeti, pek celalli bir haysiyeti, namusu vardır. Halbuki kerem ise, in’am etmek ister. Merhamet ise ihsansız olamaz. İzzet ise gayret ister. Haysiyet ve namus ise, edepsizlerin te’dibini ister. Halbuki şu memlekette (dünyada) o merhamet, o

namusa layık binden biri yapılmıyor. Zalim izzetin-de mazlum zilletinde kalıp buradan göçüp gidiyorlar. Demek bir mahkeme-i kü-braya bırakılıyor demek bu meydan-ı imtihanda olanlar başıboş değiller; saadet sarayları ve zindan-lar onları bekliyorlar... Demek burada çabala-mak onlar içindir şurada çalıştırır, orada ücret verir. Herkesin istidadına (ka-biliyet) göre bir saadeti var.

Demek bu diyardan başka bir diyar vardır. Onda bir mahkeme-i kübra, bir ma’dele-i ulya(en yüce adalet yeri) bir mekreme-i uzma (büyük ikram yeri)vardır ki; ta şu merhamet ve hikmet ve inayet ve adalet tamamen tezahür etsinler... Halıkımız bizi bu dar-ı faniden dar-ı bakiye nakledecek-tir. Hazreti israfil Aleyhisselamın suru ile Allah’ın emrine lebbeyk demeleri ve toplanmaları ilk yaratılışdan daha kolay ve mümkündür Şu mümkün, vâki olacaktır. Evet dünya, öldükten sonra âhiret olarak diriltilecektir. Dünya harab edildikten sonra, o dünyayı yapan zât, yine daha gü-zel bir sûrette onu tâmir edecek, âhiretten bir menzil yapacaktır. Hesap gününde yüzümüzün ak olması için farzları aksat-mamak Resulullahın sünnetine ittiba et-mek kısaca Allahın ipine sıkıca sarılmak Ebedi saadet için yetecektir inşaalah.

Selam ve dua ile ....

SY

sedat başkaya hayrullah türker

Page 4: Gülbahçe Bülteni

Yaşlı kadınlarcennetegiremeyecek!

Besmele

eygamber Efendimiz (sav) hem ailesi hem sahabeleriyle sık sık şakalaşır, onların esprilerine güler ve hatta onlara lakaplar takarmış. Ancak her

konuda olduğu gibi şakalaşırken de çok ince düşünceli, vicdanlı ve anlayışlı davranırmış. İşte şaka konusunda ashabına söyledikleri:‘’Bir Müslümanın kardeşini korkutması helal değildir.’’‘’Başkalarını güldürmek için yalan söyleyene yazıklar olsun.’’‘’Şaka da olsa yalan söylemeyin.’’‘’Ben şaka yaparım ama sadece doğru olanı söylerim.’’

***Peygamber Efendimiz (sav) bir gün

hanımlarıyla yolculuk yapıyorlardı. Enceşe isimli köle şiirler okuyarak develeri hızlandırınca, Resul-i Ekrem (as) “Enceşe, dikkatli ol! Kristalleri götürüyorsun.” diye buyurmuşlardı.

***Bir gün Resulullaha yaşlı bir kadın gelir

ve: ‘’Ya Resulullah, beni cennete koyması için Allah’a dua et!’’ der. Peygamberimiz de : ‘’Ey falanın annesi, yaşlı kadınlar cennete girmeyecek.’’ buyurunca kadın ağlamaya başlar. Peygamberimiz de ‘’Yaşlı kadınlar böyle yaşlı olarak cennete

girmeyecek, genç olarak, otuz üç yaşında, girecek.’’ buyurur.

***Bir gün adamın biri Peygamber (sav)

Efendimizin huzuruna gelir ve kendisinden bir binek hayvanı ister. Peygamberimiz (sav) ona, ‘’Peki, sana bir dişi deve yavrusu vereyim mi?’ diye takılır. Adamcağız, ‘Yâ Resulullah, dişi deve yavrusuna nasıl bineyim?” deyince, Peygamber (sav) Efendimiz gülerek: “Bütün develer dişi deve yavrusu değil midir?’ buyurur.

***Hz.Ali ve Peygamber Efendimiz(sav)

bir gün hurma yerler. Hz.Ali yediği hurmaların çekirdeklerini Peygamber Efendimiz(sav)’ın önüne koyar. Ve hurmalar bittiğinde şöyle der : ‘Ya Resulullah ne kadar çok hurma yediniz.’ Peygamber Efendimiz(sav) cevap verir: ‘Eğer çekirdeklere bakacak olursak sen de hurmaları çekirdekleriyle beraber yemişsin. Çünkü önün bomboş.’

***Peygamberimiz (sav)’in dadısı ve Zeyd

bin Hârise’nin hanımı Ümmü Eymen, bir gün Peygamber (sav) Efendimize gelir ve onu evine davet eder: “Yâ Resulullah, beyim sizi davet ediyor.” “O da kim, hani şu gözlerinde beyazlık olan adam mı?” “Beyimin gözlerinde beyazlık yok yâ Resulullah!” “Evet, gözlerinde beyazlık var.” “Hayır, vallahi yok yâ Resulullah. “Bunun üzerine Peygamberimiz: “Gözünde beyazlık bulunmayan insan olur mu?’’ der.

***Bir gün Peygamberimiz Hz. Aişe’ye:

‘Ben senin bana kırgın olup olmadığını nasıl anlarım?’’ diye sorar. Hz. Aişe: ‘‘Nasıl anlarsın?’’ der. Peygamberimiz: ’’Kırgın olmadığın zaman, Muhammed’in Rabbi hakkı için, kırgın olduğun zaman da İbrahim’in Rabbi hakkı için dersin. ’’ der. Bunun üzerine Hz. Aişe şöyle der: ’’Doğru söylüyorsun. Ancak ben senin adını dilimden anmasam da, kalbimden anarım.’’

eygamberimiz Hz Muhammed (sav) ‘Besmele bütün kitapların anahtarıdır’ buyurmuştur. Besmele bir anahtar, her kapı

o yüce ismin söylenişiyle dayanamaz açılıverir. Kilitli sandığımız kapılar bile. Yeter ki bu mübarek isim, kalbur gibi delik deşik olmayan sapasağlam bir iman ile söylensin. Dosdoğru inanç ile. Büyük bir âlimin söylediği gibi; Bismillah her hayrın başıdır. Biz dahi onunla başlarız. Şayet bir sözde o güzel ismin ferah kokusu yoksa eğer, o sözde hikmet ve doğruluk adına hiçbir şey yoktur. Onunla başlamayan bütün işler fesat dairesindedir. Biz Müslümanlar işimize hep besmele ile başlarız.

Bismillah – İnsanı ürperten bir hoşluk fısıltısı…

Bismillah – Kalp ve beynin odaklandığı merkez noktası…

Bismillah - Kovulmuş şeytanın elini kolunu bağlayan kelepçe

Bismillah – Ashab-ı Ke hf’in mağarası ve sonraki asırlarda yaşayan tüm

mazlumların tek sığınağıBismillah – İbrahim (as) atılacağı

ateşe su taşıyan kuşların ve karıncaların yakasındaki rozet

Bismillah – Balığın karnındaki Yunus(as)’a hayat veren nefes

Bismillah – Kuyudaki Yusuf(as)’a uzatılan yardım eli

Bismillah – Musa (as)’ın yılanları yutan asası

Bismillah – Göklere yükselen İsa(as)’ ın umudu ve Meryem’in gözyaşı

Bismillah – Nebiler zincirinin son halkası Rahmet ve sevgi peygamberi Hz. Muhammet (sav)’in ‘Ümmetim’ diye ağlayarak yaptığı ‘Refik-i Ala’ya olan son münacatı. Münacatından sonra son bir kez kapanan mübarek gözlerinin, surat ifadesine kattığı o masumane güzelliğin kaynağı

Ve bismillah – Gerçek medeniyete açılan tek kapı Her işimizde ve hareketimizde ‘Bismillahirrahmanirrahim’ anahtarını kullanmalı ve kullandırmalıyız.

4

PP

nükte nükte nükte nükte nZamane gençlerinden biri,bir toplantıda Akifi küçük düşürmeye çalışıp:- Siz baytardınız, değil mi? Demiş.Akif, istifini bozmadan şu cevabı vermiş:- Evet,bir yeriniz mi ağrıyordu?

İngiliz garson, Türk müşteriye:-Çanakkalede çok askerimizi öldürdüğünüz için sizleri pek sevmeyiz

deyince, bizimkinden gayet soğukkanlı bir şekilde şu cevabı almış:-Orada ne işiniz vardı?

Susturucu Tedavi

Çanakkale

ibrahim uzun

sercan duman

Page 5: Gülbahçe Bülteni

Gülbahçe Yeniden Gülşende

Hayat Şablonu

ivan şiirinde hiç şüphesiz “gül” ayrı bir yere sahiptir; çünkü âşığın peşinde koştuğu, ona yalvarıp yakardığı sevgili güle teşbih edilir.

Sevgili imajı, divan şiiri için olmazsa olmazdır. Âşık-sevgili-ağyar üçgeninin en önemli kenarını oluşturmaktadır.

Sevgili, âşığa eziyet etmek için vardır aslında. Âşık çıldırmış halde sevgilinin

etrafında dönüp durur. Aşkın yüceliğini hiç aklından çıkarmayan âşık, bazen sevgiliden yakınsa da sevgilinin cefâ göstermesin-den âdeta zevk duyar. Cefâ olmadan aşkın olmayacağını bilir çünkü… Gerçekten de beşeri aşk ateşiyle olgunlaşan aşık, kend-inde yok olur ve ilâhi aşka, en yüce aşka

yolculuğunu bu şekilde tamamlar. Satırlarıma başlarken belirttiğim beyitte

Fuzûlî; güzel bir güle (yani sevgiliye) âşık olduğunu, sevgilinin ise Fuzûlî’yi her an hile ile yüzlerce kavgaya saldığını söyle-mektedir. Hiç şüphesiz sevgili âşığına hile-ler yapar; ama âşık Hayâtî’nin de dediği gibi; “ Bir gül mü var bu Gülşen-i âlemde hârsız (dikensiz)” yani gülün dikensiz olmayacağını bilir. Her ne kadar gülün dik-eni âşığın kalbini parçalasa da âşık bu du-rumdan zevk duyar.

Âşık – sevgili – rakip ilişkisinden sonra sevgilinin salındığı, sevgiliye teşbih edilen güllerin nevbaharın gelmesiyle ortaya çıktığı gülşene, yani gül bahçesine gelelim. Bu bahçede gül ve bülbül birlikte anılmaktadır. Bülbül güle daima bu mekânda dil dökme-kte, gül ise bu durumdan haberi yok gibi davranmaktadır. Burada yine Fuzûlî’nin şu beyitini dile getirmeden geçemeyeceğimi

düşünüyorum.Böyle bir bahçe de ölümsüzlüğe kavuşan

gül ile bülbül, aşkın iki büyük temsilcisi, gülşen ise onların mekânıdır.

“Gül gül dedi bülbül güle, gül gülmedi gittiGül bülbüle, bülbül güle yâr olmadı gitti.”

Evet... Çizdiğimiz bu ölümsüz aşk dünyasının ardından, uzun bir aradan son-ra tekrar diriltmek istediğimiz “ Gülbahçe” dergisine sözü artık getirmenin vakti geldi de geçiyor. Dergimizi gülşende yeniden bir gül fidanı olarak yeşertecek, sesi kesilen biz bülbüller yeniden şakıyacağız. Aşk var olduğu sürece de biz buradayız!

“Gülbahçe” den selam olsun “SEVGİLİYE” !!!

eygamberimiz (s.a.v) ve sahabe bir araya geldiklerinde Asr Suresini okurlardı. Bu sünnet üzere bizde bu dergi aracılığıyla bir araya geli-

yoruz bu ilk sayımıza Asr Suresi ve onun anlamı hakkında birkaç söz söyleyerek başlamak istiyorum.Asr Suresi Kur’an’ın inşa etmek istediği in-san tipini çizmiştir. Kur’an-ı Kerim bizim hayatımızı nasıl yaşamamız gerektiğini gösteren bir yol rehberi bir anlamda kul-lanma kılavuzumuzdur. Asr suresi de bu-nun özü sayılabilecek olan suredir. İmam Şâfî (r.a.) Asr suresi hakkında : “Kur’an-ı Kerim’de başka bir sure nazil olmasaydı; şu pek kısa olan Asr Suresi bile insanların dün-ya ve ahiret saadetlerini te’mine yeterdi” buyurmuşlardır. Bu sebeple Asr Suresini iyi anlamalı ve kendimize bir slogan olarak, bir rehber olarak, bir hayat şablonu olarak önümüze koymalıyız.

Allah (c.c.) zamana yemin ederek tarihi bize şahit göstermektedir. Ayrıca yeminle başlanarak çok önemli konulara değinileceği bizler için can alıcı konuların olacağı vurgulanmaktadır. Bu şahitlikten, yeminden sonra insanın hüsranda, zararda olduğu belirtilmiştir ve zarardan, hüsran-dan kurtulmak isteyenlerin ve mü’minde olması gereken özellikler sayılmıştır. Bunları şöyle maddeleştirebiliriz. İman, sâlih amel işlemek, hakkı tavsiye ve sabrı tavsiye et-mek.

Bu dört ana özelliği biraz açmak istiyo-rum. Allah (c.c.) öncelikle her şeyin önüne imanı koyuyor; çünkü ne kadar güzel

işler yapsak da insanların yada toplumun yararına işler yapsak da bunun bir anlam ifade etmesi için öncelikle Allah’ın varlığını

ve birliğini kabul etmemiz gerekiyor. Her şeyden önce iman; ama tabi ki iman tek başına yeterli mi sadece! İman bir iddiadır. İnsanın ben inandım diyerek bir iddiada bulunmasıdır ve bu iddianın kanıtlanması gerekir. Peki bu nasıl olacak işte Asr Sures-inin devamında da bunun cevabı veriliyor. Bir müslümanda, bir mü’minde bulunması gereken bu özellikleri üzerimizde taşıyarak bunu kanıtlayacağız.

Birinci özelliğimiz olarak iman demiştik ardından gelen ise sâlih amel işleyenler diyor Allah (c.c.) peki nedir bu Salih amel. İnsanların, toplumun yararına ola-cak Allah’ın razı geldiği her türlü işlerdir.

Üçüncü özellik hakkı tavsiye edenler. Yani insanları Allah yoluna teşvik, karşılık bekle-meden hesap gününe, ahret gününe karşı uyarıp insanları davete çağırmasıdır. Ama bunu yaparken sadece Allah’ın rızasını gözetmeli hiçbir maddi çıkar gözetmeme-lidir.

Son özelliğimiz ve benim üzerinde önemle durduğum özellik olan sabrı tavsi-ye edenler. Buradaki sabrı zorluklara karşı yılmama, usanmama kararlı bir biçimde zorlukları karşılama olarak anlamamız mümkün ve de doğru bir saptama da ola-bilir; ancak tek başına yeterli değildir. Ben-im burada anladığım zulümlere, dayatma-lara karşı kararlı bir duruş sergileme, bir tavır takınma, bir direniştir. Sabrı zorluklara karşı katlanma, ne yapalım böyle gelmiş boyun eğelim katlanalım bugünkü mana-da sabredelim olarak algılamamız gerekir. Tekrar olaraktan söylüyorum çünkü bu çok önemli bir konu olduğunu düşünüyorum. Sabır bir karşı tavır alma direniştir. O yüzden şimdilerde de yapılan zulüm ve baskılara karşı sabrı tavsiye edenlerden olmalıyız. Örnek olarak sivil itaatsizliği de bu direnişe bu sabra örnek olarak verebili-riz. Bir müslümanın bir mü’minin üzerinde taşıması gerekli en önemli özelliklerden biri olduğunu düşünüyorum.

Allah (c.c.) bizleri sabreden, direnen karşıt bir duruş sergileyen müslümanlardan eylesin. Allah’ın rahmeti ve bereketi üzerin-ize olsun.

5

D

P

k.safa gümüş

“Âşık oldum yine bir tâze gül - i ra’nayaKi salar âl ile her dem beni yüz avgâya” FUZÛLÎ

cengiz gülseven

Page 6: Gülbahçe Bülteni

Futuhat - ı Medeniyyeağımızın fikir önderlerine göre (Bediüz-zaman Said Nurs-i, Sezai Karakoç vb.) Müslümanların müslümanca

bir hayat yaşayabilmeleri için kendi medeniyetlerini kurmaları gerekir.

Peki ya Müslümanların amacı medeniyet kurmak mı?

Tarihteki ve günümüzdeki bütün cemaatlerin ortak amacı kitaba ve sünnete ulaşmaktır. Yani hedef bellidir. Varış yeri belli olan bir yolculuğun kalkış noktası ya da başlangıç noktası belirlenmesi gerekir. Ve böylelikle oluşturulan paralellik amacın başarılmasında önemli rol oynar.

Bizim Kitap ve sünnet ile doğrudan (ontolojik) bir ilişkimiz yok. Amaçla aramızda bir mesafe kavramımız da yok. İçinde bulunduğumuz çağ itibari ile de ilişkimiz dolaylı (epistomolojik) düzeyde kalmış durumda. Kitap

ve sünnetle o n t o l o j i k

i l i ş k i d e

olduğunu iddia edenler de ne yaptıklarının farkında değil.

Meseleyi çözümleyebilmek için peygamber-i bir özellik olan ümmileşmeyi başarmak lazım. Ümmilik demek okuma yazmayı bilmemek demek değildir. Kelimeleri dar kalıplarda değerlendirmemek gerekir. Ümmileşmek demek yaşanılan çağa mesafe koymak demektir. Bu konuda da Hz. Peygamberi iyi incelemek gerekir.

Bedi üz-zaman’ın sahabenin peygamberle ilişkisini anlattığı risalesini incelediğimizde (gerek başka kaynaklar da incelenebilir) ilişkinin ontolojik yapıda olduğunu bizim ilişkimizin de epistomolojik bir karakterde olduğunu görüyoruz. Bu kriteri göz önüne alarak kalkış noktasını berraklaştırmamız gerekiyor.

Kalkış noktasında da içinde yaşadığımız çağı-medeniyeti iyi tanımlamalıyız. Bu arada medeniyet kelimesiyle anlatmak istediğimiz şey İngilizcedeki civilization kelimesinin bizdeki karşılığı değildir. Örneğin medeni kelimesinin eş anlamlısı :nazik, kelimesinin ingilizcesi : politeness, kelimesinin yakın anlamlısı : politics, kelimesinin yakın anlamlısı : polithesizm, kelimesinin türkçesi putperestliktir. Bizim anlatmaya çalıştığımız anlam Ümmeten Vasaten’dir. Ümmeten Vasaten orta yolu takip etmek demek değildir. Mekan, yer oluşumu taşıyıcı anlamındadır. Dikkat ediniz Hz. Peygamber adı Yesrib olan şehri Medine diye değiştirmiştir. Batı dilindeki şehir (city) kelimesi kent anlamına gelirken doğu dilindeki şehir (medine) galaksi anlamına gelmektedir. Kent münferit bir yapıyı teşkil eder. İnsanın kötülüğü emreden nefse teslim olduğu garnizondur. Medine müşterek bir yapıyı teşkil eder. Dar-ül Emn’in egemen olduğu herkesin birbirine güvendiği cemaat anlayışıdır. Cemaat te vahyin olmadığı yerde Allah’ın bizden istediğidir zaten. İstanbul Osmanlı zamanında gayri müslim halkın yaşadığı İslam şehriyken şimdiki zamanda müslüman halkın yaşadığı bir islam şehri değildir örneğin.

Ayrıca kalkış noktasını belirlemede kavramların da nasıl anlaşılması gerektiği önemli bir konudur. Örnek kavramlardan bazıları kitap-mizan-hadid, islam-iman-ihsan, ilim-irfan-hikmet, vucut-vicdan-vecd, tevhid-tenzih-teşbih... Örnek olarak tevhid olamsı gerekendir. Tenzih doğu uygarlığının baz aldığı bir yaklaşımdır. Teşbih te batı uygarlığının baz aldığı yaklaşımdır. Tek başına tenzih ya da tek başına teşbih tevhid için yeterli değildir. İkisinin dengesinin sağlanması ileancak doğru bir tevhid anlayışına ulaşılabilir.

Sözün özü Futuhat-ı Medeniyye kitap ve sünnet ile ve de Hz Peygamber ile ilişkimizi epistomolojik açıdan ontolojik açıya döndürebilme adına dar’ül emn’i tahsis etmiş ümmeten vasaten anlayışındaki medineyi başlangıç noktası kabul edip müslümanı gitmesi gerekn yolda aydınlatıcı bir çalışmadır. (D.N)

Futuhat-ı Medeniyye aynı zamanda Yusuf KAPLAN’ın hazırladığı beş ciltlik çalışmanın adıdır. Futuhat-ı Mekkiyye’nin müellifi Muhyiddin Arab-i

ile karıştırılmamalıdır. Yanlız tevafuka bakınız ki Muhyiddin Arabi risalelerinde (türkçe çevirisi bulunmamaktadır) gelecekte Futuhat-ı Medeniyye’nin yazılacağı haber vermiştir. Yusuf Kaplan’ın Medeniyet Tasavvuru adıyla tamamladığı çalışmanın adının Futuhat-ı Medeniyye olduğu bir ikindi namazı esnasında kalbine doğmuştur. (D.N)

6

Ç

ismail baysal

(TOPLUMUN MODERNLEŞME SÜRECİNDE AÇILIMLAR, KATKILARI (DN).)

3 Aralık 2010 Cuma günü İlim ve Hikmet vakfında yazarın Yusuf Kaplan’ın katıldığı Futuhat-ı Medeniye isimli konferansından derlemedir.

Yusuf KaplanKimdir?1964 yılında Şarkışla’da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Kayseri’de tamaladı. 1986 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Sahne ve Görüntü Sanatları Bölümü, Sinema-TV Ana Sanat Dalından mezun oldu. Üniversite öğreniminden sonra İngiltere’ye gitti. 1989 yılında M.E.B.’dan İngiltere’de “master+doktara” yapmak üzere burs kazandı. 1991 yılında East Angila Üniversitesi’nde “Story-Telling and Myth-Making Medium: Television” adlı master tezi hazırladı. 1992 yılının Nisan ayında Londra’da Londra Üniversitesi ve Middlesex Polytechnic ‘te Dr. Roy Armes’ın danışmanlığında doktara yapacak.

İlim ve Sanat, Yedi İklim, Kayıtlar, Kitap Dergisi, Girişim, İslam, Kadın ve Aile gibi dergilerle Zaman ve Milli Gazete gibi günlük gazetelerde çeşitli yazı, röpörtaj ve çevirileri yayımlandı. Focault, Baudrillard, Kundera, Eco ve John Berger gibi yazar ve düşünürlerden çeşitli çeviriler yaptı.

3 yıl Umran Dergisi’ni yönetti. Halen Bilgi Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapmakta ve Yeni Şafak Gazetesi’nde yazmaktadır.

Page 7: Gülbahçe Bülteni

İlim Hikmet Vakfı Kurucu Üyesi / Nihat Bülbül ile söyleşi7

Nihat Bülbül kimdir?ihat Bülbül her fani gibi kendi-sine tayin edilen ömrü en güzel şekilde tamamlamaya çalışan bir kul sadece! Kısaca, 1963 yılında Düzce Cumayeri ilçesi Ordulu Ka-

radere Köyünde doğdum. İlk Okul çağına gelinceye kadar ailemle birlikte üç defa farklı köylerde ikamet ettim ve o dönemde erken sayılabilecek bir yaşta, altı yaşında doğduğum köyde ilkokula başladım.

Burada sadece yarım dönem okula git-tim. Toplam beş yıllık ilkokulu dört ayrı köyde okuyarak 1974 yılında Adapazarı Çelebiler Köyü’nde mezun oldum. Aynı yıl parasız yatılı okul sınavlarını kazanarak Çaybaşı Fuadiye Köyüne taşınmamızın ardından Arifiye Öğretmen Okulunda tam tamına altı yıl sürecek yatılı okul günlerime başladım. Bu dönem, gerek Çaybaşı Fuadi-ye Köyünde, gerekse Arifiye Öğretmen Okulunda geçirdiğim yıllar hayat hakkında çok şey öğrendiğim, hayatımın en önemli yıllarıdır. Bizim kuşağın hayatında önemli dönüm noktalarından biri olan 1980 yılında Öğretmen okulundan mezun oldum. 1981 yılında başladığım o dönemde Bursa Üni-versitesi İktisadi ve Sosyal Bilimler Fakültes-ini 1986 yılında Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye Bölümü olarak bitirdim. 1987 yılından itibaren sekiz yıl vergi dairesinde memurluk yaptıktan sonra 1995 yılında istifa ederek memurluğu bıraktım. Bu tarihten itibaren başladığım Muhasebecilik mesleğini halen sürdürmek-te ve aynı zamanda sigorta acenteliği yapan bir firmada ortak olarak iş hayatına devam etmekteyim. Evliyim, 1988, 1991 ve 1994 doğumlu iki kız, bir erkek çocuk babasıyım

İlim ve Hikmet vakfıyla tanışmanız ne zaman oldu?

İlim ve Hikmet Vakfı çevresiyle 1985-1986 yıllarında tanıştım. Bu tanışma ile birlikte oluşan beraberlik, daha sonra 1996 yılında İlim ve Hikmet Vakfının kurulmasına vesile olmuştur.

İlim ve Hikmetin faaliyetleriyle ilgili düşünceleriniz?

Vakfımız, sizin de bildiğiniz gibi ye-rel bir vakıftır. Dolayısıyla faaliyetler-imiz imkanlarımız ölçüsünde yerel çalışmalar olarak devam etmektedir. Bu çerçevede vakfımızın çalışmalarını ek-sikleriyle beraber değerlendirdiğimde samimi ve etkileyici faaliyetler olarak değerlendirebilirim. Sonuçta, hepimiz so-rumluyuz. Bu sorumluluğu şahsi, ailevi ve içtimai olarak sınıflandırırsak önemi daha iyi anlaşılacaktır. Bu çerçevede vakıf faaliyetleri belirtilen sorumluluğun hakkını

verme çabalarıdır. Unutmayalım ki niyet hayırsa, akibet de hayır olacaktır.

Eski Gülbahçe ile ilgili görüşleriniz nelerdir?

Gülbahçe adının bana ilk hatırlattığı duygu hüzündür. Dergimiz, yayın hayatına son verdiğinde ger-çekten çok üzülmüştüm. Hani, insan sevdiğini kaybettiğinde mahzunlaşır ya! Gülbahçe yayınlandığı dönemde bizim için bir mektep, bir heyecan ve-silesi idi. Bu gün eski sayılarını karıştırdığımda, çok farklı isim-lerin katkılarını g ö r ü n c e şaşırıyorum. H e n ü z çok genç yaşlarda f a r k l ı

katkılarda bulunmuş kardeşlerimiz, bu gün daha birikimli, daha olgun yaşlarda olmalarına rağmen böylesi çalışmalardan uzaklar. Bazen keşke diyorum, Gülbahçe hiç ara vermeseydi. Ama o günün şartları maalesef bunu zorunlu kılmıştı.

Yeni Gülbahçe dergisinin çıkması ile ilgili düşünceleriniz ve tavsiyeleriniz nel-erdir?

Gülbahçenin yayını sona erdiğinde nasıl mahzun olduysam, yeniden çıkarılacağını duyduğumda da o kadar mutlu oldum. Bu teşebbüsü başlatan kardeşlerime çok teşekkür ederim. Şimdi sizler Gülbahçe’nin yayınlanmasına katkıda bulunacaksınız. Ama ileride, böylesine güzel bir uğraşın si-zlere neler kazandırdığını bizzat müşahade edeceksiniz. Yazdıklarınızla, derlediklerini-zle belki de bir döneme kayıt düşeceksiniz, şahitlik edeceksiniz. Hayırlı olsun, Rabbim gayretinizi boşa çıkarmayacaktır şüphesiz.

Nihat Bülbül boş zamanlarını nasıl değerlendirir?

Boş zaman dediğinizde ne anladığınız önemli. Eğer boş zaman denildiğinde yapa-cak hiçbir şeyin olmadığı tembellik edilecek

zaman olarak anlaşılırsa, zaman fa-kiri olduğum söylenebilir. An-

cak, ben böyle anlamadığımı belirtmeliyim. Hülasa, her şeye rağmen okumaya za-man ayırıp az da olsa mut-laka okumaya çalışıyorum. Spor yapmayı seviyo-rum. Yaşım gereği futbol

oynamayı bırakmak zorun-da kaldım, bunun yanında

yeni bir voleybol ekibi ile bir-likte haftada bir voleybol o y n u y o r -

um. Fırsat

buldukça Seyahat etmeyi, akraba ve dostlarımı ziyaret etmeyi çok seviyorum ve bunun için her vesileyi elimden geldiğince değerlendiriyorum.

Gençlere tavsiyeleri nelerdir?

Bu sorunun muhatabı ben miyim? İhtiyar değilim ki gençlere tavsiyelerim olsun. İşin latifesi bir yana, arkadaşlarıma şunu söylemek isterim, sıradan insanlar olmayın. Hayatın sizi sıradanlaştırmasına izin vermeyin. Zira memleketin sıradan insanlara ihtiyacı yok, çünkü onlardan çok sayıda mevcut zaten. Bulunduğunuz her yerde, yaptığınız her işte fark edilmelisiniz, peşinizde iz bırakmalısınız. Unutmayalım ki sadece yaptıklarımızdan değil, yapma-dıklarımızdan da hesaba çekileceğiz. Rab-bim hayatınızı ve çalışmalarınızı bereketli kılsın.

N

ikbal yiğiter

Page 8: Gülbahçe Bülteni

Diriliş / Sezai Karakoçıkış Yolu-II / Medeniyeti-mizin Dirilişi’ kitabı “Diriliş Çağı, “Dünya Görüşümüz Diriliş” “Medeniyetimizin

Dirilişi” ve “Kaybolan Hakikat” başlık-ları altından Sezai Karakoç’un yapmış olduğu dört konferanstan oluşmakta-dır.

Diriliş kavramının oldukça yoğun olarak açıklandığı bu kitapta İslam Medeniyeti’nin Batı Medeniyetleriy-le kıyaslanamayacak kadar seçkin bir medeniyet olduğu vurgulanmaktadır. Abbasiler, Emeviler döneminde İs-lam Medeniyetinin çok ileri bir se-viyede olduğu, hatta Avrupalıların Endülüs’ü ele geçirdiğinde orada bu-lunan bütün kütüphanelerin yakıl-dığı ve oradan buldukları kitaplarla medeniyetimizi Avrupa’ya taşıdıkları anlatılmaktadır.

Bu kitapta diriliş kavramı şu şekilde özetlenmiştir: “Diriliş kavramı çok ge-niş bir kavramdır. En metafizik temel-den başlayarak, tek kişinin hayatının en ayrıntı noktalarına kadar uzayan, toplumu bütünüyle kucaklayan, tarihi didik didik eden, tarihin yönünü çizen, tarihi icabında dönemeçler ve kıvrım-larla bambaşka istikametlere doğru gö-türen her türlü kişisel, toplumsal tarihi ve metafizik olayların, oluşların bütü-nüne diriliş diyebiliriz.”

“O halde dirilişin metafizik anlamı üzerinde durmamız gerekir. Bir insan, kendisinin varlığını düşündüğü ilk anda aklına ilk olarak ölümden son-rası gelir. Var oluşumuzun anlamı, öl-dükten sonrasına vereceğimiz anlamla bağlantılıdır. Eğer bir hiçten gelip hiçe gidiyorsak, biz o zaman ömrümüzü de hiçe sayabiliriz. Ama aksine, şu andaki hayatımızın bir anlamı varsa ve biz ya-şadığımız bu hayatı anlamlandırmak istiyorsak mutlaka onun bir evveliyatı ve bir de sonu olduğunu düşünmekten kendimizi alıkoyamayız.

Dirilişin bu cephesi çağımızda en çok ihmal edilen yönüdür. Fakat ön-celikle tek kişiye hitap den bu kavram insanlar, inananlar bir arada düşünü-lünce bir topluma hitap etmektedir ve topluma hitap ettiği anda da zaman içinde tarihe hitap ediyor demektir. Ve tarihe hitap ettiği zaman da mutla-ka medeniyete hitap etmektedir. İnsa-noğlu her şeyden önce bir canlı olarak her an ölüp dirilen bir varlıktır. Elekt-rik lambası gibi… Elektrik lambası da sönüp yanmaktadır fakat o kadar hızlı sönüp yanar ki bir onu her an yanıyor zannederiz. Anlaşılan hikmet gereği, ona da Allah devamlı yanma hakkını vermemiştir. Yani bir ayet-i kerimede denildiği gibi “Her şey O’nun vechin-

de helaktedir.” Yani Allah’ın var oluşu önünde tüm varlıklar yok gibidir.”

Dünya ve ahiret iç içedir. Ruhumuz şu veya bu şekilde ölüm haline geldiği her an, bize yeni bir uyarı gelmekte-dir. “Diril” deniyor bize. Her değişim, örneğin, bir bahar havası, bir çiçeğin açışı fiziğimize nasıl “diril” diyor ve fi-ziki dirilişimize nasıl yardım ediyorsa aynı şekilde, gelen güzel düşünceler, öğütler, büyüklerimizin sözleri bize

her zaman bir uyarıcıdır ve bize, ruhumu-za “diril” de-mektedir. Onu gaflet anların-dan manevi ö l ü m l e r d e n kurtarmaktır-lar. Çünkü ruh da aynen fizik gibi ölüm anıy-la her zaman karşı karşıya-dır. En büyük

ölümü de ebedi olarak, Allah’a olan inancı kaybetmesidir.

“Talihsizlik aynı zamanda talihtir. Çünkü iyi günler vardır ki o zamanda insanlar mirasa konmuşlardır. Bir in-san düşünün babadan, dededen miras kalmış, onu yiyor; evet, kötüye kullan-mıyor. İyi ya da kötü hayatını tamam-layıp gidiyor. Bir insan da vardır ki, hiçbir şey kalmamış, hatta borç kalmış kendisine. Ama bu kişi yılmıyor bun-dan, çalışıyor, o borçları ödüyor, kendi hayatını da devam ettiriyor, kendin-den sonrakilere de miras bırakıyor. Bu iki insandan hangisi daha değerlidir? Bunu düşünüp “Biz en kötü dönemde geldik, en kötü zaman bizim zamanı-mız oldu; bizim neslimiz en talihsiz ne-sil” demenin de bir anlamı yoktur.

“Tarih ve medeniyet açısından ba-karsak, medeniyetleri adeta bir yel-paze şeklinde görürüz. Bir yandan, doğu medeniyetleri oluşmuş. Çin, Ja-pon hatta Hindistan’ı da oraya sokar-sak, buradaki medeniyetlere bir grup medeniyet diyebiliriz. Öte yanda Batı Medeniyeti var. Bunun da temeli Grek Medeniyeti’dir. Grek medeniyeti Roma Medeniyetine dönüşmüş, son olarak bugünkü Batı Medeniyeti haline gel-miştir. Bir de iki grup medeniyetin or-tasında Doğu ve Batının ortasında kay-nağı Mezopotamya olan, bereketli hilal denilen ve insanlığın doğuş yeri olarak kabul edilen medeniyetler var. Bunun temeli hakikat medeniyetidir. Bu temel taşları koyacağız ki, üzerine sağlamca oturtalım görüşümüzü. Kuşkusuz, me-deniyetler tarihin bilinen esaslarıdır.

Fakat temel taşlarını koymadan onun üzerine binamızı oturtamayız. Vah-daniyet medeniyeti İslam medeniyeti adı altında yaşa-mıştır ve bugüne kadar gelmiştir. Bu, Avrupalıların deyimiyle Orta-doğu’daki me-deniyettir. Kimi Avrupa bilginleri bizim medeniye-timizi bağımsız bir medeniyet olarak kabul etmiyor ve Batı Medeniyetinin bir değişik şek-li gibi kendi medeniyetlerinin; jude-okretien medeniyetin(Hıristiyanlık ve Yahudilik) medeniyetinin bir uzantısı gibi görüyor. Halbuki olay tersinedir. Çünkü Hıristiyanlıktan ve Yahudilik-ten önce bütün bunların atası olan din ve medeniyet vahdaniyet medeniyeti-dir. Yani Hz. Âdem ’den Hz. İbrahim’e kadar gelen medeniyet… Hz. İbrahim bütün ulusların atası olarak kabul edil-miştir. Arapların da Yahudilerin de. O yüzden Batılıların bu görüşleri yanlış-tır, kabul edilemez.

Bize diyecekleler ki: “ Efendim, İslam medeniyeti ölmüş bir medeni-yettir; evet geçmişte böyle parlak bir medeniyet yaşamışızdır; fakat bugün için bu yaşamıyor. Biz kendi medeni-yetimiz ölmüş olduğuna göre, mecburi olarak, Batı Medeniyetine geçiyoruz, geçeceğiz.” Bizim de onlara diyeceği-miz vardır: İslam medeniyeti ölmedi, yaşıyor. Şu anda yaşadığımız, yine İs-lam medeniyetidir. Batıdan katkılar-la birlikte çok garip bit halitayı, yani karışımı yaşıyoruz. Ama temeli yine İslam medeniyetidir. Yani, babanı-za, annenize gösterdiğiniz saygı veya birbirimize olan kardeşlik duygula-rımız, yardım duygularımız, bütün bunlar İslam’dan geliyor.

Batının teknolojisi harikadır fakat sanat ruhları yoktur. Doğuda Çin’in sanat zevki vardır, ince işleri çok iyi ya-parlar ama teknolojileri gelişmemiştir. Yani dünyada harika bir devlet yoktur. Bu harika devlet ancak ve ancak İslam Medeniyeti’nin dirilişiyle olabilir.

Avrupalılar bir bunalım içindedir. Bu bunalım dünyamızı daha da felake-te sürüklüyor.

Bizim medeniyetimiz de çöküş nok-tasındadır. Ancak diriliş hareketleriyle bundan kurtulabiliriz. Bu diriliş tek ba-şına değil, örgütlenerek tüm İslam top-luluklarında olmalıdır. Sadece bu şe-kilde Batı, İslam topluluklarını küçük lokma olarak görmekten vazgeçmek zorunda kalır.

Ç

8

öznur sarıkaya

Page 9: Gülbahçe Bülteni

Türkiye’deki İslami nüfus çoğunluğunda ikinci sırada doğu Anadolu ve güneydoğu anadoluda yaşayan Kürtler

gelmektedir. Günümüzde 16. yy itibarı ile sahip olduğumuz medeniyeti kay-betmiş bulunmaktayız. MHP’nin Refe-randuma hayır merkezli anti Kürt po-litikasına rağmen kendi tabanın yoğun olduğu bölgelerde bile evet oyunun çıkması ve (keşke daha fazlası gide-bilseydi ama parti ve bölücü örgütten korkan birçok doğulu vatandaş sandı-ğa gidemedi) ve doğu illerinden evet oyu çıkması Anadolu halkının bütün-lüğe verdiği önemi gösteriyordu…

İmparatorluk bakiyesinin ziyade-siyle kimliklerinde yer aldığı Anadolu halkı kendisine dayatılan ulus devlet modeli yüzünden dar kalıplar arasında sıkışık kalmak suretiyle çöktü. Zira bu süreçte Müslümanlar da iyi bir sınav veremedi. Resmi ideolojinin islamiye-ti tasfiye etme sürecinde bölgede etkin bir yapı olarak bulunan tekke ve za-viyeler ile başlarındaki şeyhler istiklal mahkemelerinde isyankar, geri kafalı ve inkilap düşmanı olarak yaftalanıp idam edildi ya da sürgüne gönderildi. Tuğrul bey zamanında asker olarak bir çok başarıya imza atan kürt halkı kur-

dukları Eyyübiler ve Meldaniler zama-nında da merkez İslama olan sadakat-lerini devam ettirmişlerdir. Halifeliğin Osmanlı İmparatorluğuna geçmesiyle de biatlarını tazelemişler yıllar boyu bu şekilde yaşamışlardı. İslamiyetin dar kafalı ulus devlet zihniyeti tarafından kürtler üzerinden tasfiye süreci bölge halkının sistemle düşman olmasına, bölgedeki nüfuz sahibi şeyhlerin orta-dan kaldırılması da sistem tarafından dışlandığını düşünen halkın ciddi bir otorite ve inanç boşluğuna düşmesine neden olmuştu. Ayrıca ilerleyen yıllar-da Anadolu Müslümanlarının Mısır merkezli ihvan-ı müslimin etkisinde kalması ve getirisindeki selef-i inancı benimsemesi Nakşibendi olan bölge halkıyla zıtlığa neden oldu. Nakşiben-di geleneğinden gelen İslami öğretiyi benimseyen kürt halkı batıda oldukça taraftar bulan selef-i anlayışı özümse-yemediği gibi sert bir ihtilaf haline dö-

nüştü.Öte yandan şu anda Irak yöneti-

minde bulunan Mesut Barzani’nin aşi-reti ile ilgili birkaç noktayı irdelemekte fayda var. Barzan ailesinin büyük de-deleri Molla Mustafa Barzani 20 yy ın başlarında İran’a karşı bir mücadele-ye girişmiş bölgede Kürdistan devle-ti kurulması için çok çaba sarfetmişti. Fakat başarılı olamayınca aslında hiç sevmediği Rus Devletinin himaye ta-lebini kabul etmişti. Bu iltica sürecinde Sovyetler Birliği Barzani’nin Iraktaki ve Türkiye’deki yapılanmalarına nü-fuz etmiş selefi-nakşibendi sürtüşme-sinde boşluğa düşen gençlere zama-nın modası olan Marksist devrimci bir inancı empoze etmesiyle atmış sekiz kuşağı denilen inançsız kürt solu or-taya çıkmıştı. Ve bu oluşum Ergenekon yapılanması tarafında bölücü örgütün temellerinin oluşturulmasında kulla-nılacaktı. Ve o zamandan bu zamana gelen süreçte bölge halkı örgüt yandaşı ve yandaşı olmayan Kürtler olarak iki-ye ayrılacaktı.

Siyasi partilerin uzak kaldığı, milli-yetçiliğin iyi bir yaklaşım olmadığı, bö-lücü örgütün zıt istikametinde yer alan bu alıngan çoğunluk, mevcut iktidarda da beklediğini bulamamış, Osmanlı geleneğinde olduğu gibi bütün kardeş-leriyle kol kola yaşayacağı ve yaşadığı günlerin özlemini çekmektedir.

Güneydoğu Meselesi

MüfitYükselKimdir?

Ç

9

ismail baysal

Medrese ve modern tahsil yapan Sosyolog ve yazar Müfid Yük-sel, büyük İslam Alimi merhum Molla Sadrettin Yüksel'in oğlu. Devletin ve Kürt ulusalcılarının öncelikle halkın diniyle barışması gerektiğini, Kürt sorununun İslam dininin kardeşlik zemininde çözül-mesi gerektiğini vurgulayan Yük-sel ısrarla, Müslüman aydınların inisiyatif almasını ve meselelerin din kardeşliği zemininde çözüm-lenmesi için harekete geçilmesini vurguluyor. Açılım konusundaki tartışmalara ve Kürtlerin yakın tarihi üzerinden yapılan yanlış algılamaları gündeme getiren Yüksel, İslam dininin birleştirici motivasyonunun öncelenmes-ini ve alim yetiştiren medrese-lerin yeniden toplumsal hayata kazandırılmasını istiyor. ODTÜ Sosyoloji mezunu olan Yüksel'in, Alevîlik-Bektâşîlik, Nakşibendîlik, Kürt Sorunu ve Balkanlarla ilgili makale ve tercümeleri yayınlandı. "Kürdistan'da Değişim Süreci", "Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedred-din", "Bektâşîlik ve Mehmed Ali Hilmî Dedebaba" ile "İdris-i Bitlisi ve Eserleri" gibi kitaplar kaleme alan Yüksel İngilizce, Arapça, Farsça, Kürtçe ve Çağatayca biliyor. Hem bölgenin tarihini ve bugününü hem de bölge halkını iyi tanıyan Müfid Yüksel, Açılım, Kürt sorunu, İslam dininin kardeşlik çatısı oluşturması gibi konularda ilginç detaylar sunarak bizlere yeni ufuklar açtı.

FİLİSTİN Başı yine dertte hasta Filistin Halini soran yok küstü Filistin Bebeler vurulmuş yasta Filistin Bayram neyine savaşta Filistin

Feryat eder duyulmaz Filistin Göz önünde görülmez Filistin Bombalar yağar bitmez Filistin Duymayanlara küskün Filistin

Medeniyetin yatağı Filistin İslamiyet in ilk durağı Filistin Bütün milletler otağı Filistin Artık dindaşına küskün Filistin

Yıkılır okulun hastanen Filistin Çalınır ekmeği açlıkta Filistin Ölmüş annelerin öksüz Filistin Tarihte senin adın yetim Filistin

Yoktur hekimin dertte Filistin İlacı tükenmiş bak hasta Filistin Halini görün artık zorda Filistin Bombalar altında korda Filistin

Hasan Gençay 30 12 2008

Page 10: Gülbahçe Bülteni

10

Sinemalarda Yahudi Propagandasıinemalara gitmesek bile fırsat buldukça film izleyebiliyoruz he-pimiz. Film dediğiniz nedir ki iz-lediniz ve bitti. Belki beğendiğiniz

bölümlerini anlatacak birkaç dakikanız olacak ama eninde sonunda yok olup gi-decek zihninizden. Ama bazı filmler var ki unutulmaz, hafızalarda öyle bir yer eder ki yıllar dahi geçse hatırlanır. Sinema ile uğraşanlar buna güvenerek yapıyor olacaklar ki, bazı filmleri izledikten son-ra bir görüş sahibi olabiliyorsunuz veya herhangi bir konuda sahip olduğunuz görüşler tersine dönebiliyor. İnsanları bir sinema salonuna doldurup, beyinlerine hükmetme olanağı bizi teknolojiye düş-man etmemeli elbette ama yeri ve zamanı gediğinde de dur demesini bilebilmeli in-san. Hakkında sayfalar doldurulacak bir konu olsa da lafı uzatmayıp asıl mesele-mize dönüyorum.

Yahudilere sempati duyabileceğiniz aklınıza gelir miydi? Veya bu kadar kö-tülük yapan Yahudilerle ilgili “aslında bu adamlar...” gibi başlayan cümleler ku-rabileceğiniz? Yahudi’nin biri gelip “biz çok iyi insanlarız geçmişte çok sıkıntı çek-tik her şeyimizi kaybettik” gibi bir şeyler söylese hepimizin vereceği cevap az çok belli. Bu sebeptendir ki bu insanlar gelip bunları yüz yüze söylemek yerine başka türlü beynimize kazımaya çalışıyorlar ve maalesef bu yöntem etkili de oluyor. Baş-ta söylediklerim ile alakası da tam olarak bu. Yahudilerin kendilerini aklamaya çalıştıkları filmler… Yapımcılarının yö-netmenlerinin vs. Yahudileri dünya ka-muoyuna farklı tanıtmaya çalışmak adına yaptıkları filmler ve o filmleri izledikten sonra zihnimizde içten içe inanmaya baş-ladığımız “Yahudi masumiyeti”.

Sinema filmlerinden bahsetmiştim az evvel. Unutulmayacak, sürekli hatırlana-cak filmler demiştim. İşte size bunlara ör-nek 3 adet sanat eseri.

Piyanist (The Pianist)Wladyslaw Szpilman, Polonyalı ba-

şarılı bir piyanisttir. II. Dünya Savaşı’nda Almanların Polonya’yı işgal etmesiyle ha-yatı kâbusa döner. Musevi olduğu halde şans eseri toplama kamplarına gitmekten kurtulur ve Varşova’nın varoşlarında ya-şamaya başlar. Daha sonra Wilm Hosen-feld isimli bir Alman subayının yardımıy-la hayatta kalmayı başarır. Wladyslaw Szpilman Varşova’da yaşamıştır ve 88 yaşında burada ölmüştür. Alman subay Wilm Hosenfeld ise 1952 yılında Rus kampında ölmüştür.

Bir Yahudi olsaydım ve tarihimi bil-mek beni mutlu edecek olsaydı şüphesiz hayatımda izlediğim en iyi filmler liste-sinde baş sıraya otururdu Piyanist. Filmi izledikten sonra Yahudilere sempati duy-maya başladığınız düşüncesi sizi korkut-

masın. Çünkü bu filmin tek amacı bu. Ve bu amaçlarına ulaştıkları aşikâr. Akşam yemeklerini yerken Alman askerleri tara-fından evlerine baskın yapılan ve balkon-dan aşağı atılan, dışarıda bomba sesleriy-le radyo yayını yapmaya çalışan, açlıktan yere dökülmüş sıvı yiyeceklere tenezzül eden, Alman askerleri tarafından kadın çoluk çocuk demeden ve sebepsiz yere öldürülen zavallı masum Yahudiler... Ba-şarılı bir Musevi propagandası. Filmin yö-netmeni Roman Polanski’nin ailesini top-lama kamplarında kaybetmiş bir Yahudi olduğu gerçeği de bu filmin bir Musevi propagandası olduğunu anlamamıza yardımcı olabilir. Ancak her ne olursa ol-sun gerek senaryosu, gerekse oyunculuk-ları göz önünde bulundurulursa, kesinlik-

le izlenmesi gereken bir film. Hayat Güzeldir (Life is Beautiful)1930’ların İtalya’sında Guido adında-

ki tasasız, kaygısız bir Yahudi kitapçı ya-kın bir şehirdeki güzel kadına kur yapıp onunla evlenerek bir peri masalı başlatır. Guido ve karısının bir oğulları olur ve İtalya’yı Alman güçleri istila edene kadar birlikte mutluluk içinde yaşarlar. Ailesini bir arada tutabilmek ve oğlunun Yahudi toplama kamplarının dehşetinden elin-den geldiğince uzak tutmak çabası ile Guido bu yıkımı bir oyun gibi gösterir. Bu oyunun kazanma ödülü ise bir tanktır...

Duygusal olarak beni ziyadesiyle et-kilemiş ve sizi de etkileyeceğine inandı-ğım muhteşem bir film Hayat Güzeldir… Bir toplama kampında bile olsa her şeye rağmen Hayat Güzeldir diyebilen, deh-şet verici bir yıkıma bile oyun gözüyle bakabilen ve oğluna her şeyi bir oyun-muş gibi aktarabilen fedakâr bir babanın hikâyesidir. Senaryosunun şahane olması veya izlerken duyduğunuz üzüntü ma-alesef bu filmin Yahudilerin kendilerini

aklama çalışması olduğu gerçeğini değiş-tirmiyor ama mutlaka izlenmesi gereken bir film. Schindler’in Listesi (Schindler’s List)

Piyanist ve Hayat Güzeldir’e göre daha geniş ve kapsamlı bir yapıt. II. Dünya Savaşı’nın Nazi Almanya’sında bir iş adamı olan Oskar Schindler, fabri-kalarında sermaye ve iş gücü sağlamak adına Yahudilerden faydalanmaktadır. Başlarda fabrikasının Yahudilerin ölüm-den kurtulup sığınmak için kullanılan bir yer olmasından nefret eden Schindler’in Nazilerin Yahudilere çektirdiği çileyi gördükçe düşünceleri değişir. Yahudileri kurtarma arzusu duymaya başlar. Bunun için başka bir yerde başka bir fabrika daha kurar ve ölümden kurtulup kendisinin yanında çalışacak olan Yahudilerin isim-lerinin yazılı olduğu uzunca bir liste ya-par. Listedeki isimler savaş bitene kadar Schindler’in yanında güvenli bir şekilde çalışır ve savaş bittiğinde Sovyet Rusya tarafından serbest bırakılırlar…

Diğer iki filme göre daha kapsamlı bir yapıt olmasının sebebi ise Almanların Yahudilere gösterdiği işkencenin tama-mının tek bir filmde yansıtılması. Örne-ğin Piyanist’te kahramanımız toplama kampına gitmekten kurtuluyordu ve o kamplarda yaşananlar hakkında bir şey-ler izleyemiyorduk. Aynı şekilde Hayat Güzeldir adlı filmde de sadece toplama kamplarında Yahudilerin gördüğü bas-kıyı izleyebiliyorduk. Schindler’in Listesi bu iki yapıta göre daha kapsamlı ve daha gerçekçi bir film. Gaz odalarının varlığına inanmakta güçlük çeken Yahudi kadınlar, çıldırmış gibi önüne geleni öldüren zalim Nazi subayları, korunmaya ihtiyaçları ol-duğu halde her şeyin farkında olan küçük çocuklar, değerli eşyalarını midelerinde, kendilerini ise bodrumlarda, kanalizas-yonlarda, sobaların içlerinde muhafaza etmeye çalışan mağdur insanlar… Ya-hudi milletinin ölümle yaşam arasındaki ince çizgide yürürken hissettikleri şeyler ve duydukları psikoloji… Filmi izlerse-niz Yahudi kadınlarının çalışabilir rapo-ru alıp ölümden kurtulmak için sağlıklı görünmeye çalışmaları ve bunun için de parmaklarından akıttıkları kan ile yüzle-rine makyaj yapmaları sizi insani bakım-dan etkileyebilir. Filmin sonlarına doğru Schindler’in Yahudilere yaptığı konuş-mada Almanya’nın duyması gereken suçluluk psikolojisi bile size yansıyacak. Kısacası Yahudiler duygu sömürüsü yap-makta bugün işkence gösterdikleri Müs-lümanlardan daha iyiler. Ancak her ne olursa olsun diğer ikisi gibi Schindler’in Listesi de senaryosu ve oyunculukları bakımından izlenmeye değer harika bir film.

S

uğur şeker

Page 11: Gülbahçe Bülteni

11

Mavi Marmara Kitap Oldu!

Yüzyıllık Bir Mesele; Filistin ve iki film

ülent Akyürek kitabı yazma sürecini şu şekilde aktarıyor: “Gemiyle gitmemiş bir adamın, oturup kitap çıkartması nezaket

kurallarına aykırıydı. Önce, gemiyle gidip dönen yazar arkadaşlarımın eserlerini çıkarmasını bekledim. Zaten bu arada Ebubekir Kurban, Hakan Albayrak, Bahadır İslam, benim kitabı çıkartmam için ön ayak oldular, utancımı yenmemi sağladılar.

Hakan Albayrak dedi ki: “Ne demek kardeşim, vicdan sahibi her insan o gemideydi, sizi bizi yok. Bu konu hakkında ne kadar çok kitap basılır, film yapılırsa o kadar iyi olacak, bir an evvel çıkart kitabını…” Bu cümle üzerine kendime gelip çalışmaya başladım. Şu ana kadar üç kitap çıktı.

Kendimi aklamayınca, o gemiyle gitmeyen insanların hakkını da yediğimi düşündüm. Gerçekten, sonuçta o geminin kaç insan taşıyabileceği belli…

Olan oldu, giden gitti, biten bitti… Tüm dünya “Mavi Marmara” nın kahramanlığıyla çalkalandı. Allah, onlardan razı olsun. Hiç biri kibre kapılmadı, kişisel kahramanlıklarını anlatmadı. Ben, her birinin başına gelenleri, bir diğerinden dinledim. Bakın, bu son söylediğim çok önemli! Onlar birbirlerini övdüler, kendilerini değil.

“Mavi Marmara İnsani Yardım Gemisi” İsrail ile savaşmaya gitmedi… Dünyanın dikkatini İsrail ablukasındaki Gazze’ye çekeceklerdi, bunu başardılar.

Y e r y ü z ü n d e , zaten zulmün k r a l l ı ğ ı n ı yapan İsrail’in sicilini biraz daha kirlettiler. Başka milletler de onların za l iml ik ler ine

tekrar şahit oldu, yani biz alacağımızı aldık. Mavi Marmara, ümmetin misakını genişletti. “Müslüman Müslüman’ın kardeşidir.” hadisini hatırlattı. Bizi tek yürek yaptı.Bu heyecanı gelecek kuşaklar da yaşasın, bu fukaranın kitabını okurlarken, bakışları ışıldayıp yürekleri çarpsın diye yazdım satırlarımı…)

srail sorunu yaklaşık yüz yıldır devam etmekte. Bu süreçte şiir, belgesel, film gibi sayısız sanatsal örnekler konuldu ortaya konuyla

ilgili…Sanat, yalnızca sanat değildir. Ha-

yatın her alanında olduğu gibi sanat alanında da ideolojilerin, siyasetin etki-sinin olduğu aşikâr…

Yaşadığımız iletişim çağında, sine-manın nasıl bir propaganda aracı ola-rak kullanıldığını hepimiz biliyoruz. İranlı bir yönet-menin çok iddialı bir sözü var: ‘Pey-gamber bugün yaşasaydı, teb-liğini sinemayla sürdürürdü.’

‘ F i l i s t i n ’ e Veda’, herhalde Filistin konulu filmlerin en meş-huru. ‘Zehra’nın Gözleri’, her ne kadar sinema kalitesi olarak zayıf bir film olsa da, hafızalarımızda.

Son yıllarda bu konuda çekilen filmlerden ikisi ise ‘Limon Ağacı’ ve ‘Vaat Edilen Cennet’.

‘Limon Ağacı’ Batı Şeria ile İsrail toprakları arasına yapılan ‘duvar’ın konu edildiği, tam da bu sınır bölge-sinde yaşamakta olan ve limon bah-çesi bulunan Filistinli dul bir kadın/Selma’nın hikâyesinin anlatıldığı bir film. Selma, güvenlik sebebiyle kesil-mek istenen limon ağaçlarının müca-delesini veriyor film boyunca…

Filmdeki Selma karakterini canlan-dıran Hiam Abbas oyunculuğuyla bazı ödüller almış. Gerçekten de filmi izle-diğinizde Abbass’ın ödülü hak ettiğini düşünüyorsunuz.

Film; hem sinemasal kalitesiyle hem de Filistin-İsrail meselesine objek-tif yaklaşımıyla başarılı bir yapıt.

‘Vaat Edilen Cennet’ filmi, çocuk-luk arkadaşları Halit ve Sait’in intihar bombacısı olarak yazılmalarını ve sıra

kendilerine geldiğinde yaşadıkları ma-cerayı konu ediyor.

İntihar eylemcilerinin psikolojile-

rini irdeleyen filmde, kuvvetle muh-temel filmin yapımcılarının özellikle dikkat ettikleri bir şey, hiçbir şiddet sahnesinin olmaması dikkat çekici. Ancak, ‘Limon Ağacı’ ile ilgili olumlu kanaatlerimizi bu film hakkında da be-lirtmemiz mümkün değil.

Halit ve Sait, oto tamirhanesinde ça-lışan, çok fazla kendilerini hayata bağ-layacak yanları olmayan kişiler. Yani, filmde, intihar eylemcilerinin yaşamak için zaten yeterli sebepleri yok mesajı veriliyor… Dahası filmde, Filistinlileri bu eylemlere sevk eden sebeplerden, neredeyse, hiç bahsedilmemiş.

Bu eylemleri tertip eden karakter-lerin hastalıklı, ilaç kullanan kişiler olarak verilmesi ve ayrıca bu kişilerin oyunculuklarının zayıflığı da filmin başka eksi yönlerinden kanaatimizce.

Filmin bir sahnesinde eylemciler-den biri üzerindeki bombaları patlat-mak üzere tam otobüse binecekken küçük bir kız çocuğunu görüp otobüse binmekten vazgeçiyor. Keşke bu onur-lu ve insanî davranışı İsrail askerleri de gösterebilseydi de biz de onlara ‘bebek katili’ demeseydik…

Filmlerle ilgili ilginç ve başta insana garip gelen bir detay ise ‘Limon Ağa-cı’ filminin yönetmeninin İsrail asıllı (Eran Riklis), ‘Vaat Edilen Cennet’ fil-minin yönetmeninin ise Filistin asıllı (Hany abu-Assad) olmaları…

‘Limon Ağacı’ izlenmeli, ‘Vaat Edilen Cennet’ sinemanın çöplüğüne; daha iyileri yapılır nasıl olsa…

B

İ

fariz taşdemir

faruk akkıraç

Page 12: Gülbahçe Bülteni

Devlet ve milletinin 7 asırlık hayatında dört devre... Birincisi iki buçuk asır... Aşk, vecd, fetih ve hakimi-yet... İkincisi üç asır... Kaba softa ve ham yobaz elinde sefalet ve hezimet... Üçüncüsü bir asır... Allahın, Kur’ân’ında ‘belhüm adal-hayvandan aşağı’ dediği cüce taklitçilere ve batı dünyasına esaret... Ya dördüncüsü? .... Son yarım asır! .. İşgâl ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle, madde plânında kurtarıldıktan sonra ruh plânında ebedî helâke mahkûmiyet... İşte tarihinde böyle dört devre bulunduğunu gören... Bunları, yükseltici aşk, süründürücü satıhçılık, çürütücü taklitçilik ve öldürücü küfür diye yaftalayan ve şimdi, evet şimdi... Beşinci devrenin kapısı önünde nur infilâkı yeni bir şafak fışkırışını gözleyen bir gençlik... Gökleri çökertecek ve son moda kurbağa diliyle bütün ‘dikey’leri ‘yatay’ hale getirecek bir çığlık kopara-rak ‘mukaddes emaneti ne yaptınız? ‘ diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik... Dininin, dilinin, bey-ninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin dâvacısı bir gen-çlik... Halka değil, Hakka inanan; meclisinin duvarında ‘Hakimi-yet Hakkındır’ düsturuna hasret çeken, gerçek adâleti bu inanışta bulan ve halis hürriyeti Hakka kölelikte bilen bir gençlik... Eme-kçiye ‘Benim sana acıdığım ve seni koruduğum kadar sen kendine acıyamaz, kendini koruyamazsın! Ama sen de, zulüm gördüğün iddiasıyla, kendi kendine hakkı ezmekte ve en zalim patron-lardan daha zalim istismarcılara yakanı kaptırmakta başı boş bırakılamazsın! ‘ diyecek... Ka-pitaliste ise ‘Allah buyruğunu ve Resûl emrini kalbinin ve kasanın kapısına kazımadıkça serbest nefes bile alamazsın! ‘ ihtarını edecek... Kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin, aşkına, vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrâkine sahip bir gençlik... Bir buçuk asırdır türlü buhranlar içinde yanıp kavrulan ve bunca keşfine rağmen başını yarasalar gibi taştan taşa çalarak kurtuluşunu arayan batı adamının bulamadığı, Türk’ün de yine bir buçuk asırdır işte bu hasta batı adamında bulduğunu sandığı şeyi, o mübarek oluş sırrını, her sistem ve mezheb, ortada ne kadar illet varsa devasının ve ne kadar cennet hayâli varsa hakikatinin İslâmda olduğunu göster-ecek ve bu tavırla yurduna, İslâm âlemine ve bütün insanlığa model teşkil edecek bir gençlik... ‘Kim var? ‘ diye seslenilince, sağına ve soluna bakmadan fert fert ‘ben varım! ‘ cevabını verici, her ferdi ‘ben-im olmadığım yerde kimse yoktur! ‘ fikrini besleyici

bir dâva ahlâkına kaynak bir gençlik... Can taşıma liyakatini, canların canı uğrunda can vermeyi cana minnet sayacak kadar gözü kara ve o nispetle usûle, stratejiye uygun bir gençlik...Büyük bir tasavvuf adamının benzetişiyle, zifirî karanlıkta, ak sütün içindeki ak kılı farkedecek ka-dar gözü keskin; ve gerçek kahramanlık mâdeniyle sahtesini ayırdetmekte kuyumcu ustası bir gençlik... Bugün komik üniversitesi, hokkabaz profesörü, yalancı ders kitabı, demagog politikacısı, çıkartma kâğıdışehri, muzahrafat kanalı sokağı, takma diş fabrikası, fuhuş albümü gazetesi, mümin zindanı mâbedi, te-meli yıkık ailesi, hâsılı kendisini yetiştirecek bütün cemiyet müesseselerinden aldığı zehirli tesiri üzer-inden atabilecek, kendi öz talim ve terbiyesine me-mur vasıtalara kadar nefsini koruyabilecek,destanlık bir meydan savaşı içinde ve bu savaşı

mutlaka kazanmakla vazifeli bir gençlik... Annesi, babası, ni-nesi ve dedesi de içinde olsa, gelmiş ve geçmiş bütün eski mümin nesillerden hiçbirini beğenmeyecek, onlara ‘siz güneşi ceplerinizde kaybetmiş marka müslümanlarısınız! Gerçek müslü-man olsaydınız bu hallerden hiçbi-ri başımıza gelmezdi! ‘ diyecek ve gerçek müslümanlığın ‘nasıl’ını ve ‘ne idüğü’nü her haliyle göster-ecek bir gençlik... Tek cümleyle, Allahın, kâinatı yüzü suyu hürme-tine yarattığı Sevgilisinin fezayı bütün yıldızlariyle manto gibi sa-ran mukaddes eteğine tutunacak, ve O’ndan başka hiçbir tutamak, dayanak, sığınak tanımayacak ve O’nun düşmanlarını ancak kubur farelerine lâyık bir mua-

meleye tâbi tutacak bir gençlik... İşte bu gençliği, bu gençliğin ilk filizlerini karşımda görüyorum. Şekillenmesi, billurlaşması için 30 küsur yıldır, devrimbaz kodomanların viski çektiği kamış boru-larla kalemime ciğerimden kan çekerek yırtındığım, paralandığım ve zindanlarda süründüğüm bu gen-çlik karşısında, uykusuz, susuz, ekmeksiz, başımı secdeyemıhlayıp bir ömür Allah’a hamd etme makamındayım. Genç adam! Bundan böyle senden beklediğim şudur: Tabutumu öz ellerinle musalla taşına koyarken, Anadolu kıtası büyüklüğündeki dâva taşını da gediğine koymayı unutma ve bunu tek vasiyetim bil! Allah’ın selâmı üzerine olsun...

Surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes!Ey kahbe rüzgâr, artık ne yandan esersen es! ...

Gençliğe Hitabe

OCAK 2011