genç praksis dergisi 8. sayı

12
aylık kültür,sanat gazetesi mart 2009 - sayı:8 “hep denedin, hep yenildin. olsun.gene dene gene yenil, daha iyi yenil” s.beckett www.gencpraksis.liyiz.biz Her şey duyarlılıkla başlar. Çocukken sokak kedilerine ve köpeklerine uzatırsınız elinizi ya da yüzü gözü kir pas için- deki bir yaşıtınıza… Çevrenizde olup bitenleri iyice anla- maya ve bunlardan yara almaya başladığınızda ise durum duyarlılıktan çok daha ötesine varmıştır. Đnsan sevgisi… Bir sadece kendi insanını sevmek vardır bir de hiçbir ayrım gözetmeden tüm dünya insanlarını sevmek. Bir üç beş parça toprak için insanları öldürmek vardır bir de bu insanları kurtarmak için ölmek. ABD/ Olympia Rachel Corrie 24 yaşındaydı okulunun son dönemiydi. Elinde hamburgeri karşısında renkli kutusu savaş uçak- larına, tanklara buldozerlere küfretmekle engellene- meyeceğini biliyordu bu olanları. Çocukları vurmayı durdurun pankartını taşımayı tercih etti elleri. 20 Ocak’ta tüm sevgisini ve du- yarlılığını doldurduğu gibi bavuluna, Gazze’de aldı soluğunu. Baharda dönecekti. Hayalini kurduğu gibi yazar olacaktı. Kelimelere sığamayacaktı düşünceleri, duyguları belki ama ba- harda dönecekti… 7 Şubat 2003 Gene de, hiçbir okuma, konferanslara katılma, belgesel izleme ve kulaktan dolma bilginin beni buradaki durumun gerçekliğine hazırlayamayacağı düşüncesindeyim. Görmeden bunu hayal edemiyorsun ve gördükten sonra bile, bu deney- iminin hiç de o gerçekliği bütünüyle yansıt- madığının farkındasın… Filistin’de geçen 7 haftası boyunca ailesiyle iletişimini kesmedi. Tanık olduğu iğrençlikleri, hissettiklerini ke- limelere dökebildiği kadarıyla her şeyi yazdı. Okyanus manzaralı evlerin ve duvarları kurşun deliği de- senli evlerin hayatlarını görmüştü o. Görmüştü ve çocuk- luğu hayatta kalma mücadelesiyle geçenler için dünyayı affetmiyordu. Hepimiz aynı topraklar üzerinde yaşıyoruz. Aynı denize bakıyor aynı havayla yaşıyoruz. Ama birileri dur durak demeden denizimizi bölüyor, toprağımızı sınırlıyor, havamızı kirletiyor! Tüm bunlara rağmen yaşamak, umut etmeyi gerektirir. Şimdi olamasa bile bir gün her şeyin düzeleceğini hayal et- meyi, hayatta kalabilmek ise paylaşmayı. “Evin cephedeki iki odası duvarlardan kurşunlar geçtiği için kullanılamıyor. Bu yüzden bütün aile, üç çocuk ve iki ebeveyn bir yatak odasında uyuyorlar. Ben yerde en küçük kızın yanında yatıyorum ve hepimiz battaniyeleri paylaşıy- oruz... Nidal’in Đngilizcesi her geçen gün gelişiyor. Büyük nineye Đngilizce ‘Merhaba Nasılsınız?’ demeyi bile öğretti. Her an tank ve buldozerlerin sesleri duyuluyor ama bu in- sanlar birbirleriyle ve benimle neşe içinde iletişimlerini devam ettiriyorlar.” 27 Şubat 2003 Anneciğim, Seni seviyorum. Đnan, çok özlüyorum. Kâbuslar görüyorum, rüyalarımda siz ve ben içeride, dışarıda tanklar ve buldozerler evimizi çevir- miş görüyorum… Bir başka ülkedeki acıyı hissedemiyorlar, orada yaşananları hikâye dinler gibi dinliy- orlar. Niye diye sormuyorlar. Niye biz bu- rada bu kadar rahat bu kadar boş yaşayıp obeziteden ölürken birileri işgal kuvvet- lerinin kuleleriyle izleniyor, açlıktan ölüyor? Biliyoruz niyeler bitmez asla yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek fakat son bir niye! Niye 24 yaşında bir beden tonluk buldozere siper oluyor? Evet! Yoksulluğun hat safhalarda yaşandığı Refah mülteci kampında bir ailenin evini savu- nandı Rachel minicik bedeniyle. ‘Müslüman! uyuma kardeşine sahip çık!’ diye naralar atan- lar, gâvur diye kendilerince hor gördükleri insanların mü- cadelelerine tanık olunca ne düşünüyorlar merak ediyorum. Peki, Bush ne yaptı dersiniz, ne düşündü? Rachel’in katiline hesap mı sordu destek mi oldu? Sarı saçlı, mavi gözlü bir çocuk canlanıyor gözümde. Diğer kedilerce hırpalanmış olana süt içiriyor minik elleriyle. Yanından geçen siyah saçlı, siyah gözlü bir çocuğun elinden düşen şekerini görüp üzülüyor, şekerini paylaşıyor. 16 Mart 2003’te Đsrail buldozerine karşı insanlık savaşı ver- ildi. Buldozerin ardında kalan kırık kemikler, kana bulan- mış sarı saçlar olabilir ve yenildik gibi gözükebilir belki ama bitmedi daha sürüyor ve sürecek o kavga! “ Galiba aslolan onur...” ayça sena akçor seni unutmayacağız rachel!

Upload: baris-engin

Post on 08-Mar-2016

291 views

Category:

Documents


4 download

DESCRIPTION

Dergimizin son sayısı

TRANSCRIPT

Page 1: Genç Praksis Dergisi 8. Sayı

aylık kültür,sanat gazetesi mart 2009 - sayı:8

“hep denedin, hepyenildin. olsun.gene

dene gene yenil, daha iyi yenil”

s.beckettwww.gencpraksis.liyiz.biz

Her şey duyarlılıkla başlar. Çocukken sokak kedilerine veköpeklerine uzatırsınız elinizi ya da yüzü gözü kir pas için-deki bir yaşıtınıza… Çevrenizde olup bitenleri iyice anla-maya ve bunlardan yara almaya başladığınızda ise durumduyarlılıktan çok daha ötesine varmıştır. Đnsan sevgisi… Bir sadece kendi insanını sevmek vardır bir de hiçbir ayrımgözetmeden tüm dünya insanlarını sevmek. Bir üç beş parça toprak için insanları öldürmek vardır bir debu insanları kurtarmak için ölmek.ABD/ OlympiaRachel Corrie 24 yaşındaydı okulunun son dönemiydi.Elinde hamburgeri karşısında renkli kutusu savaş uçak-larına, tanklara buldozerlere küfretmekle engellene-meyeceğini biliyordu bu olanları. Çocuklarıvurmayı durdurun pankartını taşımayı tercihetti elleri. 20 Ocak’ta tüm sevgisini ve du-yarlılığını doldurduğu gibi bavuluna,Gazze’de aldı soluğunu. Bahardadönecekti. Hayalini kurduğu gibi yazarolacaktı. Kelimelere sığamayacaktıdüşünceleri, duyguları belki ama ba-harda dönecekti…7 Şubat 2003…Gene de, hiçbir okuma, konferanslarakatılma, belgesel izleme ve kulaktandolma bilginin beni buradaki durumungerçekliğine hazırlayamayacağıdüşüncesindeyim. Görmeden bunu hayaledemiyorsun ve gördükten sonra bile, bu deney-iminin hiç de o gerçekliği bütünüyle yansıt-madığının farkındasın…Filistin’de geçen 7 haftası boyunca ailesiyle iletişiminikesmedi. Tanık olduğu iğrençlikleri, hissettiklerini ke-limelere dökebildiği kadarıyla her şeyi yazdı. Okyanus manzaralı evlerin ve duvarları kurşun deliği de-senli evlerin hayatlarını görmüştü o. Görmüştü ve çocuk-luğu hayatta kalma mücadelesiyle geçenler için dünyayıaffetmiyordu.Hepimiz aynı topraklar üzerinde yaşıyoruz. Aynı denizebakıyor aynı havayla yaşıyoruz. Ama birileri dur durakdemeden denizimizi bölüyor, toprağımızı sınırlıyor, havamızıkirletiyor!Tüm bunlara rağmen yaşamak, umut etmeyi gerektirir.Şimdi olamasa bile bir gün her şeyin düzeleceğini hayal et-

meyi, hayatta kalabilmek ise paylaşmayı.“Evin cephedeki iki odası duvarlardan kurşunlar geçtiği içinkullanılamıyor. Bu yüzden bütün aile, üç çocuk ve ikiebeveyn bir yatak odasında uyuyorlar. Ben yerde en küçükkızın yanında yatıyorum ve hepimiz battaniyeleri paylaşıy-oruz... Nidal’in Đngilizcesi her geçen gün gelişiyor. Büyüknineye Đngilizce ‘Merhaba Nasılsınız?’ demeyi bile öğretti.Her an tank ve buldozerlerin sesleri duyuluyor ama bu in-sanlar birbirleriyle ve benimle neşe içinde iletişimlerinidevam ettiriyorlar.”27 Şubat 2003

Anneciğim,Seni seviyorum. Đnan, çok özlüyorum. Kâbuslar

görüyorum, rüyalarımda siz ve ben içeride,dışarıda tanklar ve buldozerler evimizi çevir-miş görüyorum…Bir başka ülkedeki acıyı hissedemiyorlar,orada yaşananları hikâye dinler gibi dinliy-orlar. Niye diye sormuyorlar. Niye biz bu-rada bu kadar rahat bu kadar boş yaşayıpobeziteden ölürken birileri işgal kuvvet-lerinin kuleleriyle izleniyor, açlıktanölüyor?Biliyoruz niyeler bitmez asla yeryüzü aşkın

yüzü oluncaya dek fakat son bir niye!Niye 24 yaşında bir beden tonluk buldozere

siper oluyor?Evet! Yoksulluğun hat safhalarda yaşandığı

Refah mülteci kampında bir ailenin evini savu-nandı Rachel minicik bedeniyle.

‘Müslüman! uyuma kardeşine sahip çık!’ diye naralar atan-lar, gâvur diye kendilerince hor gördükleri insanların mü-cadelelerine tanık olunca ne düşünüyorlar merak ediyorum.Peki, Bush ne yaptı dersiniz, ne düşündü? Rachel’in katilinehesap mı sordu destek mi oldu?Sarı saçlı, mavi gözlü bir çocuk canlanıyor gözümde. Diğerkedilerce hırpalanmış olana süt içiriyor minik elleriyle.Yanından geçen siyah saçlı, siyah gözlü bir çocuğun elindendüşen şekerini görüp üzülüyor, şekerini paylaşıyor.16 Mart 2003’te Đsrail buldozerine karşı insanlık savaşı ver-ildi. Buldozerin ardında kalan kırık kemikler, kana bulan-mış sarı saçlar olabilir ve yenildik gibi gözükebilir belki amabitmedi daha sürüyor ve sürecek o kavga!

“ Galiba aslolan onur...”

ayça sena akçorseni unutmayacağız

rachel!

Page 2: Genç Praksis Dergisi 8. Sayı

2 genç praksis

Sapanlarda, küçük avuçlarda taşparçaları. Tankların üzerine yağanmolotoflar... Đntifadanın çocuk komutan-ları. Ve duvarın dibinde bir baba, biroğul, gözler yaşlı, vücutlar delik deşik…Gözlerimizi kapadığımız da nasıl bir Fil-istin canlanır zihnimizde? Tarihin vemedeniyetin anayurdu olan Orta Doğu21.yüzyılda ne gibi imgeler bırakır hayaldünyamıza? Ne Fuzuli ne Ömer Hayyamne de Leyla ile Mecnun…Đlle de kan ille de isyan.. Peki paylaşıla-mayan ne? Bu vahşet ne içindi? Toprak-ları kana bulayan neydi? Đskenderiyekütüphanelerini yaratan aklın ve bilgininbeşiği Orta Doğu ne olmuştu da savaşınpençesinde yıllarca can çekişir olmuştu?Đlle de ölüm müydü gerekli olan.Belki sırf bu kanın neden aktığını, nedenbir türlü durmadığını kavrasak tümsorunların iplik söküğü gibi bir andaçözülüvereceğini düşünüyorum. OrtaDoğu dünyanın merkezi. Savaş ise enyakıcı sorunumuz. O zaman oradanbaşlamalı. Ve ısrarla sormalı: Neden?Üstüne gitmeli. Araştırmalı, okumalı.Sorgulamalı. Hesap sormalı ve sokağaçıkmalı. Kim sorumlu bu savaşlardan?Kimler yarar sağlıyor? Kimin çıkarı varsavaş ortamında? Kim satıyor buncasilahı? Savaş konusunda iki laf ede-meyen, gerekli tahlilleri ortaya koya-mayan, işi Filistin’e gönderecek 5 TL’lereindirgeyen ve sağdan-soldan herkesin busorunu politik malzeme yapmaya çalıştığıortamda “savaş” bir turnusol kağıdı işlevigörmekte. Tozu dumanı dağıtmalı, slo-ganları savuşturmalı, perdeyi aralamalıve gerçek bilgiye ulaşmalı. Belki Praksisbugün en çok da bunu yapmayaçalışıyor. .

editörden...

aydın yıldırım

333 Ersin: Kravatını nefes almanı engelleyecek seviyeye kadar çekmezsenilerde hastalarından birinin ailesi kılığın kıyafetin bozuk diye başarılarınıve daha önce yaptığın olumlu işleri hiçe sayıp seni mahkemeye verir...444 Ahmet: Eğer gömleğini pantolonunun içine sokmazsan mahkemedeErsin’i savunacak bir avukat pozisyonuna gelemezsin…555 Serdar: Sen kız mısın evladım, saçlarını uzatıp küpe takıyorsun.

Bunlar sadece bizim karakterimizi asimile etmeye yönelik alicen-giz oyunlarından bazıları. Bizleri biz yapan bütün özelliklerimiz, bizim gibiolmayanların rahatını kaçırmaya yetmiş gibi gözüküyor. Sokaklarda,okulda veya aile içinde diğerlerinden farklıysan bir içgüdü olarak seni dediğerlerine benzetme duygusu kabarıyor insanlarda. Halbuki isimlerimizgibi karakterlerimiz ve o karakterleri sunuş tarzlarımızla biz bu düzendevar olabiliyoruz. Bizim farklılığımız onların bu tabularına verilebilecek engüzel ve yegâne yıkım aracıdır aslında.Bizden, bizi asimile eden asimilatörlere duyduğumuz, derin kini yut-mamız, özgürlükten ve bireylikten söz etmememiz bekleniyor.Okullarda kılık ve kıyafet yönetmeliğinden başlayabiliriz. Herkesin üz-erinde aynı gömlek, aynı kravat, aynı pantolon, kısacası sanki hepimiz birkişiden klonlanmış gibiyiz. Bu yetmez mi peki? Tabi ki yetmez!!!... Ak-abinde kıyafetlerin içindeki bireylerin, beyinleri de tek yöne sürüklemekiçin uğraşıyorlar. Düşünce ya da bir hareket üretemememiz için, bizi tekbaşına düşünemeyen ya da düşündüklerini uygulamaya koyamayan birinsan motifiyle süslemeye çalışıyorlar. Hayatlarımızı emir-komuta zin-cirine daha bu genç yaşlarda alıştırıyorlar, alıştırıyorlar ki menfaat vemevkileri sarsılmasın, sarsılmasın ki bizi bu hale sokarken düşünmedik-leri yaşantılarımız ve sıkıntılarımızdan hayatlarını geçindirebilsinler.Düşünce hayatımız abluka altında, gün geçtikçe törpülenen zihinlerimizaynı boya gelmiş durumdalar, kelime dağarcımız ancak ve ancak Türkçesözlükte yer alanlar kadar, düşünmeye ve üretmeye, haklarımızı aramaya,hoşnut olmadığımız her şeyi "aslında hiçbir şey" yaparak sürdürmeyehatta mesleğimizi bile seçemeyecek kadar daralmış bir akım içinde sürük-lenmeye itiliyoruz. Bizi farklı kılan tek şeyin yalnızca isimlerimizin olacağı

bir yaşam kılıfı yaratılıyor ve biz göz göre susuyor, susturuluyoruz.Mekanik beyinlerle BĐR ve TEK düşünce platformuna taşıyorlar bizi. At gö-zlüklerimiz bile aynı renklere sahip neredeyse. Yaşamlarımızı sistemin birparçası yapmak için didinip duruyorlar...Okul bu şekildeyken sokakların nasıl bir hal alması beklenebilir sizce? Okadar eğitimli insanın bulunduğu eğitim yuvalarımızda ,eğitilmemiş AM-CALARIMIZ tarafından göz göre göre tek tipleştirilirken sokakların daharahat bir tavrı olması beklenemez. Kontrgerillalar dolu sokaklarımız. Gru-plaşma ve çeteleşmeyle süslenmiş pek çok arka sokak ve karanlık var.Hayatlarını yaşayamamanın ya da bizim hayatlarımızı yaşayabilmemizizleniminden kaynaklanan bir şiddet çerçevesinden bakıyorlar yaşama.Bazıları bizim gibi olmaya çalışırken bazıları bizleri kendilerine benzetm-eye çalışıyor. Đnsaların sıfır noktasına getiremediği tek duygusu ego ve buparadoksun içinde kalanların uyguladığı yaşam politikasından ibaret...Halbuki onlar da farkındalar yaşamak istedikleri hayatı önceden seçe-meyeceklerinin. Sadece öfkeliler bu yaşam modülüne, ucuzluk ve şiddet-ten ötesini görmedikleri için yaşamları boyunca, çözümleri ellerinde olanşıklarla bağdaştırabiliyorlar ancak. Karambole gelmiş bir hayatın sertfigürleri onlar. Kimisi yalnız kaldığı için yalnızlığı yenenlerden, kimisi deyalnızlığı yendiğine güvenerek yalnızlardan çıkartıyor hayatın acısını.Toplumda gördükleri tek düze insanların aksine farklı karakterlerlekarşılaşmaları onlar için alışıla gelmediğinden bu tepkileri. Yaşama olanküslük ve kırgınlıklarını bir üst kademeye taşımamak, tek düze ve tek tiphayatlarının geri kalanını farklılaşarak daha kötüye götürmemekdüşüncesinden oluşan bir labirentteler. Çıkışı bulamayanlar arka sokak-lardan birinde hayatla son raundu oynamak zorunda kalacaklardırbirgün. Bütün bunları düzeltebilecek güçleri olanlar ise az öncede dediğimgibi menfaat ve mevki aşkları yüzünden ellerini oynatmıyorlar. Farklıdüşünen insanlar onlar için bir tehlike ve bu tehlikeyi asimile eden sokak-lar neye başkaldıracaklarını bilmediklerinin yanı sıra kullanıldıklarının veharcandıklarnında farkına asla varmayacaklar.Beyinlerimize vurulan prangalar, gözlerimizdeki at gözlükleri ve geçmiştengelen saçma bir toplum kültürüyle yetişiyoruz. Bizi biz yapan bireylik ol-gumuz törpülenirken insanlıktan ve toplum kavramından bahsetmek nekadar doğru bilemiyorum.

karambole gelmiş hayatın sert figürleri sezercan atasyas

Basın emekçileri olarak sonunda olmaz denileni başardık. 12 Eylül kanlı darbesindensonra ilk defa bir medya kuruluşunda emekçi arkadaşlarımız greve çıkıyor. Bu grevmücadelesinde arkadaşlarımıza sonsuz başarılar diliyorum.

Gelelim bu grev mücadelesinin gelişme sürecine.. Neler oldu bu süreçte... Büyükburjuva, sermaye medyasında bilindiği üzere 'sendikalı' olmak yasak.. Peki Sabah-Atv'nin bağlı olduğu Turkuvaz Medya grubunda nasıl olmuştu da sendikalı mücadelebaşlamıştı? Türkiye Gazeteciler Sendikası bir grevi örgütleyecek kadar nasıl bu şekildebaşarılı olabilmişti?

Hatırlarsınız Sabah ve Atv kuruluşları Ciner Medya grubuna ait yayın kuru-luşlarıydı. Tabiki her sermaye patronu gibi Ciner'de sendikayı yasaklamıştı. Amagrubun birtakım ayakoyunlarından dolayı Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) elkoymuştu Ciner Grubunun şirketlerine. Bunların arasında Sabah ve Atv'de vardı.Grup TMSF'nin yönetimindeyken Türkiye Gazeteciler Sendikası bu işyerindeki işçilerarasında örgütlenmeye başlamış oldu. Ve Sabah-Atv grubunda sendikal mücadele buşekilde başlamış oldu. Grup Turkuvaz Medya grubuna devredildiğin de dahi yürüttüğümücadelenin gücünün büyüklüğünden dolayı burjuva, sendikal mücadeleyi kıramadıve Türkiye Gazeteciler Sendikası mücadele etmeye devam etti.

TGS, Sabah ve Atv'de elde ettiği toplu sözleşme hakkını kullanmak istedi. Veyapılan görüşmelerde istenilen sonuç elde edilemeyince greve gitme kararı aldı. Vegrev 13 Şubat Cuma günü saat 11.00'de başladı. Fakat aynı gün grev başlangıçsaatinden tam bir saat öncesinden yani saat 10.00'da gazetenin faşist-burjuva yöne-timi tüm çalışanlara greve katılmamaları için baskı yapmaya başladı. Çalışanlara"greve katılmayacağım." ifadeleri içeren kağıtlar imzalatılıyordu. Bu grev süreci bizebirşeyi daha açıkça gösterdi; Turkuvaz Medya kuruluşunun 'demokratlığı' gözlerönüne serildi. Her akşam ana haber bültenlerinde, her sabah manşetlerinde vereklamlarda "hangi tarafımızdan vazgeçelim" diyerek bizlere demokrasi havariliği ya-panların foyasıda bu şekilde ortaya çıkmış oldu.

Turkuvaz Medya kuruluşununda son bombası patladı. Gruba bağlı Sabah ve Atvgrubunda greve katılan 10 arkadaşımızı kendilerine göre uydurdukları kanunlarcaişten attı. Türkiye Gazeteciler Sendikası durumu yargıya taşıdı. Grev alanında başlat-tıkları mücadeleyi şimdide yargı önünde sürdürecekler.

Ve basın emekçileri seslerini duyurmak için 21 Şubat Cumartesi akşamı saat18.00'da Taksim Meydanı'nda toplanıp Galatasasaray'a doğru Đstiklal Caddesiboyunca yürüdü. Genç Praksis olarak bizde oradaydık ve grevdeki arkadaşlarımızadesteğimiz her daim devam edecek. Ve sözlerimi şu şekilde tamamlamak istiyorum.

"DĐRENE DĐRENE, KAZANACAĞIZ!"

Sözün Bittiği Yerde 'GREV' Başlar! Barış Engin

Page 3: Genç Praksis Dergisi 8. Sayı

genç praksis 3

Genç Praksis Dergisi olarak yaklaşmakta olan Su Formu’na karşılıkörgütlene Alternatif Su Formu’nu hem yakından takip ediyoruz hemde destekçi kurumlardan biriyiz. Bu bağlamda Taksim Hill Hotel’dedüzenlenen Alternatif Su Formu hazırlık toplantısı katılımcısı Mek-sikalı aktivist Claudia Campero ile bir röportaj gerçekleştirdik.G.P. Dünya'da, tükenmez gibi görünen su kaynaklarımız varken, 21.yüzyıl’da bu bir sorun haline geldi. Su neden sizce bir sorun?CC. Dünya'daki suyun çoğu tuzludur, yani içilmez. Đçilebilen su kay-naklarının az olmasına rağmen, aslında, var olan tatlı su miktarıherkes için yeterlidir. Suyla ilgili oluşan sorun, bir güç ve egemenlikmeselesi olarak, tamamen yönetimiyle ilgilidir. Suyu, ya devletler yada özel şirketler kontrol etmeye çalışıyorlar. Ve bunu insanların fay-dası için değil, tamamen kar amacı güderek yapıyorlar. Su kul-lanımıyla ilgili kararlar ve öncelikler, bu tür kuruluş ve gruplartarafından belirleniyor. Az öncede belirttiğim gibi "insani amaçlarladeğil, tamamen kar amacı güdülerek". Dünya'nın her yerinde, tarihboyunca, bir grup, su kaynaklarını özelleştirip,kontrol altına almayaçalışınca, bu tür sorular ortaya çıkmıştır.G.P. Resmi olarak gerçekleşen “Su Formu”nun bu soruna ve su ol-gusuna yaklaşımı nasıl?CC. Bizce çok olumsuz bir yaklaşım. Su yönetimi tamamenözelleştirmeye çalışıyorlar. Söylenenlere kulak kabartırsanız"özelleştirilmeyle ilgisi yok" diyorlar. Ama bu güzel söylemin arkasın-daki esas amaç özelleştirmedir. Böyle olmasının nedeni ise, bu for-mun arkasındaki güçlerin, "özel şirketler" olmasıdır.Vatandaşın su üzerindeki hakkı, hesaba katılmıyor. Aslında, kabulde etmiyorlar ve bu haktan bahsederken, bizim anladığımız "Su Pay-laşım" hakkından çok farklı bir anlam yüklüyorlar. Bunlarınfarkında olmalıyız ve insanların, su kullanımıyla ilgili sorunlaradoğrudan katılmaları söz konusu olmalı. Halkın katılımıyla, su kul-lanımı daha doğru, daha haklı ve daha etkin bir hale gelecektir.Çünkü özel şirketler, su kullanımının hakimiyeti ve meydana gelmeihtimali yüksek olan çevre kirliliğiyle suyun kirliliğiyle ilgilenmiyor-lar.G.P. Sizin ülkenizin, Meksika hükümetinin su politikası nasıl?

CC. Meksika'da neoliberal bir yaklaşım var. Bizce çok kötü bir yak-laşım. Su pazarları, su bankaları yaratmaya yönelik bir politika sözkonusu. Su formunun altında, daha önce de söylediğimiz gibi"suyun özelleştirilme" fikri yatıyor ve önceki su formunun, Mek-sika'da düzenlenmesi bir tesadüf değil. Çünkü; Meksika'da da olsa,Türkiye'de de olsa, bu iki ülkedeki gündem suyun özelleştirilmesidir.Dolayısıyla bu forumlar, amacı ve altında yatan fikir itibariyle,suyun özelleştirilmesi gündemi altındaki ülkelerde gerçekleştiriliyor.Su forumu, mesela Meksika'da, aslında kötü ola bir su yönetimini iyibir su yönetimi olarak sunmaya çalışıyor.G.P. Sizce nasıl bir küresel "su politikası" oluşturulmalıdır?CC. Bu aslında pek çok cevabı olan bir soru. Sadece gereken birkaçunsurdan bahsedebiliriz. Uygulanacak olan su politikası"DEMOKRATĐK" olmalı. Suyla ilgili bir politika oluştururken, halkınkatılımı söz konusu olmalı, her sabah sürdürülebilirlik alınmalı veekosistemle çevreye olan etkileri de göz önüne alınmalıdır. Ayrıca,fakirler için, suyun finansmanına öncelik verilmelidir.G.P. Toplumsal duyarlılığı olan kesimlere ve biz praksisçilere sizcene gibi görevler düşüyor?CC. Çok önemli ve merkezi bir yolda ilerlenmeli. Çünkü; su ilealakalı konularda, insanların ihtiyaçlarını ortaya çıkartmamız lazım.Suyla ilgilenirken, ortaya çıkan sahte çelişkiler konusunda duyarlıve dikkatli olmamız lazım. Politikacılar, kırsal alanlarda yaşayan in-sanlar ile şehirde yaşan insanlar arasındaki çelişkileri ortaya çıkar-tarak, insanları manipüle etmek amacıyla, çatışmaya müsaitortamlar hazırlamaya çalışabilirler. Bu tür çatışmaların olmamasıiçin, şehirde yaşayan insanların da kırsal alanda yaşayan insanlarında suyla ilgili ortak sorumluluklarının olduğunu bilmeleri ve ortakbir paylaşımın söz konusu olduğu bilincine varmaları lazım.Burada söz konusu olan, iki taraftan birisine su verilip, diğerine ver-ilmemesi değildir. Her ikisine de yetecek su var ve bunu sağlaya-bilmemizdir söz konusu olan. Bizim sosyal hareketlerimiz içindekien büyük meydan okumamız, bu çelişkiyi ortaya çıkartmak ve bunuaşmak olmuştur.

suyun miktarı değil, paylaşımı sorun AYDIN YILDIRIMMERVE ACARSEZERCAN ATASYAS

Eğitim sistemindeki yenilikler biz öğrencilerin haklarını giderek daha fazlakısıtlıyor.Her sabah askeri birlik edasıyla sınıflılara alınıyor, saçımızdan sakalımıza,çorabımızdan ayakkabımıza kadar kontrolden geçiyor, istedikleri gibi ayakkabıgiymediğimiz için derse alınmayıp evlere gönderiliyoruz. Her sabah aynı insanlıkdışı muamelelere maruz kalıyoruz. Bunlarla birlikte okulda arkadaşlarımızla (karsıcinsten) yan yana gezmemiz, sorunları tartışmamız, derslerde kendimizi ya dadüşüncelerimizi özgürce ifade edebilmemiz yönetmeliklerle ve müfredatlarla engel-leniyor. Düşünmeyen sorgulanmayan tek tip insan olarak yetişmemiz isteniyor.Bunların yanında eğitim alnındaki özelleştirmeler, eğitimin paralı hale getirilmesiniher geçen gün daha derinden hissediyoruz. Bizler bunu sene basında verdiğimizbin bir sebeple toplanan kayıt paralarından biliyoruz. Đşçi ya da emekçi olan aileler-imizle zengin para babalarının arasındaki ayrışmanın ne kadar keskinleştiğini iyibiliyoruz.Üniversite gibi liselerinde hızla paralı hale getirilmesi üniversite kapılarının işçi veemekçi çocuklarının yüzüne kapatılması bunlara rağmen bin bir güçlükle üniver-siteyi kazansak bile önümüzde duran işsizlik girdabı...Bu yaşananlara karşı bize söylenen komik ama gerçek olan şudur; üniversiteye git-mek istiyorsan iyi bir liseye gideceksin iyi bir liseye gidebilmek içinde nitelikli bir ilköğretim okuluna. Yani kısacası paran kadar okuyacaksın !Evet aslında biz demokratik, eşit ve özgür bir ülkede yasıyoruz. Đş güvencesinin yokedildiği, sendikaların kapatıldığı, sağlık, eğitim gibi en temel ihtiyaç alanlarınınhızla özelleştirildiği demokratik bir ülkede yasıyoruz.Her gün kılık kıyafet kontrolleriyle alındığımız okullarımızda kameralarlagözetleniyor, sözde güvenliğimiz için okul önlerine koyulan polisler yaşamımızın heralanına burnunu sokurken konuşmamıza, düşünmemize izin verilmeyen, biz ör-genciler ''evet'' özgürüz. Burjuva çocuklarının eğitim gördüğü tam donanımlıokullarla işçi ve emekçi semtlerindeki okullar arasındaki uçurum her gecen gün ar-tarken malesef ki eşitizde.Ve bunlar göz önündeyken demokrasi, eşitlik ve özgürlükten bahsedenler ; SĐZKĐMĐ KANDIRIYORSUNUZ !!!

OKULLAR TOPLAMA KAMPINA DÖNÜYORgüler bayram

Page 4: Genç Praksis Dergisi 8. Sayı

4 genç praksis

Blues’un beyaz kraliçesi Janis Joplin 19 Ocak 1941’de Texas’ta doğdu. Đlk yıl-larında pek de kimsenin dikkatini çekmedi. Arkadaşlarının gözünde bir çirkinördek yavrusu, bir erkek Fatma’ydı o. Ve şiirdi resimdi derken, genç yaşta folkve blues’la tanıştı. Daha ilk gençlik yıllarında kendisine dayatılan masumiyete,değerlere, kalıplara karşı çıkarak olandan bitenden haberdar, asi, tüm kalıplarızorlayan, kıran, özgürlükçü siyah hareketini destekleyen bir hippi’ye dönüşmüşve 1961’de Los Angels’a sığınarak beyazlarında siyahlar kadar güzel bluessöylenileceğini tüm müzikseverlere kanıtlamıştı, hem de gırtlağını kanatır-casına…Önce Walter Creek grubuna katıldı. Girdikleri bir yarışamada derece aldılar amadaha da önemlisi Janis’in o hüzünlü sesi keşfedildi. Ardından Bid Brother andThe Holding Company ile çalıştı. 1967 yılında Monterey Pop Festivalinde adınıiyice duyurdu. Đlk albüm teklifini aldı. Tüm neftretini kusarcasına taşıdığı al-bümünü yayınladığında artık iyiden iyiye bir efsaneye dönüşmeye başlamıştı.Blues-rock karşımı albümler arkası arkasına gelmeye başladı. Ama işler yol-unda gitmiyordu. Acıdan kavrulan yüreği Janis’i sonunu hazırlayan uyuşturucualemlerinin baş aktristi yapmıştı.Yeni bir grup kurmak için kolları sıvayan tüm zamanların en iyi kadın vokalistiJanis bir yandan ardı ardına konserler düzenlerken bir yandan da uyuşturucu-dan başını kaldıramıyordu. Bu onu yalnızlaştırdı. Çevresindeki dostlar birerbirer kayboldu. 1969 yılı onun için “Woodstock” demekti. Janis, bu dev festi-valin tozunu yutanlardan biri oldu, ve ardından 1970 yılında bir veda havasıtaşıyan “pearl” albümü geldi. Sanki bir şeyler bitiyor, son yaklaşıyordu. Birkonuşmasında “lanet olası bir koltukta televizyon seyrederek 70 yaşına gelmek-tense, 10 yıl böyle tam gaz takılıp, göçmeyi tercih ederim” demişti. Ailesinigörmek için gittiği Hollywood’ta, bir otel odasında, 27 yaşında, aşırı dozdauyuşturucu aldı ve derin bir uykuya daldı Ölüm bir insana yakışır mı? Konserlerinde 70 bin kişiyle beraber olup, geceyatağa yalnız giren blues ve rock’ın çizgi dışı, asi kadını Janis, buğulu sesiyle,yakaran şarkılarıyla ve efsanelere yakışan ölümüyle 70’lerin gençlik idolü oldu.Kimilerinin dişi Jimmy Hendricks dediği filozof kadın, hayata bakışıyla, du-ruşuyla, cesur ve özgür kimliğiyle, rock tarihine adını altın harflerle yazdırdı.Praksis gençliği olarak kraliçenin anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.

Bir 68 idolü: janis coplinaydın yıldırım

9 Mart - 12 Nisan 2009 tarihlerinde yapılacak, bu yılki teması “Beden” olan 7.Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali’nde 4 ilde 15 ülkeden 45film sizlerle… Bu yıl yedincisi düzenlenen Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festi-vali, 9-15 Mart 2009’da Đstanbul’da, Fransız Kültür Merkezi ve Đstanbul Modernsalonlarında, ardından 20-21 Mart’ta Manisa, 5-6 Nisan’da Urfa ve 11-12Nisan’da Trabzon’da olacak… Tema bölümünde bedenimizi mülkiyet, siyaset, şiddet ve savaş alanı yapanlara,bedenimizi yasaklar, yasalar, ayıplar, utançlar, tacizler, dayaklarla zapt eden-lere çuvaldızı bol filmler var. Ama aynı bizim de bedenimizi bu zapturapta vediyet, güzellik, estetik sektörlerine yer yer teslim edebildiğimizi de es geçmeyenbol iğneli filmler var. Tema bölümünde aşağıdaki filmlerizlenebilecek: Ayna/Zeynep Köprülü/Türkiye Beden Sonuç Đlişkisi/Aslı Ertürk/TürkiyeCam Kırıkları/Fatma Aslan/TürkiyeDilberlerin Düğünnü/Emel Sarıkaya, Özlay Bülbül, BurkayDoğan/Türkiye Dokunma/Ayten Başer/Türkiye Eve Dönme Vakti/Home Time/Natalie Brady/ĐngiltereGece Evde misin?/ Will You Be Home Tonight?/GenevieveAlbert/KanadaGörücü Usulü/Blind Date/Jang Hee Sun/KoreHaz Teknolojisi/ Passion and Power: The Technology of Or-gasm /Wendy Slick - Emiko Omori /ABDĐçimde Var Bir Yabancı/The Stranger in Me/Emily Atef/Al-manyaĐçli Dışlı Muhabbetler/a Woman's Name/YolandaMazkiaran/ĐspanyaĐd/Simge Gökbayrak/Türkiye Kadınlığın Suretleri/The Famine Within/Katherina Gil-day/Kanada Karanlık Kutu/Obscura Camera/Maria Victoria Meniz/Ar-jantin Kuzgun/Neyir Erkan /TürkiyeMeme Belası/Busting Out/Francine Strickwerda, LaurelSpellman Smith/ABD Mutluluk Dansı/Dancing to Happiness/Barbara Seiler/Đsviçre Öteki Ben/Mukadder Püskürt/Avusturya Sarı Zarf/The Yellow Envelope/Delphine Hermans/Belçika Teyzeler/Rough Aunties/Kim Longinotto/ĐngiltereYanılgı/Ezgi Kaplan/Türkiye Yer Yarılsa/She Wanted to Be Burnt/Ruth Paxton/Đskoçya

Kadınların Sineması bölümünde, emekleri, tarihleri, siyasette, sinema setlerindevar olma mücadeleleri, zorunlu ya da gönüllü deneyimleri, aradıkları, düşleriyani kadınların kamerasından kadınlar, başkaları, kadınların dünyası vedünyaya bakışını yansıtan filmler var… Kadınların Sineması bölümünde aşağı-daki filmler izlenebilecek: Anahtar/Elif Gunay/TürkiyeArada/In Between /Silvina Der-Meguerditchian/Arjantin - Almanya Başka Diyarların Çocukları/Nazlı Eda Noyan/Türkiye Bu Ne Güzel Demokrasi/Belmin Söylemez - Somnur Vardar - Haşmet Topaloğlu- Berke Baş/Türkiye

Eğer Gülebilirsem/To See If I am Smiling/TamarYarom/Đsrail Elektrozyon/Electreecity/Sarah Davison, SarahDuffield-Harding/Đngiltere Fraulein/Fraulein/Andrea Staka/Đsviçre - AlmanyaGemeinschaft/Özlem Akın/TürkiyeHiza Al/Take Note/Elite Zexer/Đsrael Kadınlar Köprüsü/The Ladies Bridge/KarenLivesey/Đngiltere Kameralı Kadınlar/Shooting Women/AlexisKrasilovsky/ABDKış MüziğiWinter/Einat Erez/Đsrail Lakshimi ve Ben/Lakshimi and Me/NishthaJain/Hindistan Lilit'in Kızkardeşleri/Emel Çelebi/Türkiye Ömrümüzün En Güzel Günü/The Best Day We EverHad/Katie Steed - Aaron Wood/Đngiltere Pandora’nın Kutusu/Yeşim Ustaoğlu/Türkiye –Fransa – Belçika – AlmanyaRiskli Hayatlar/Precarious Lives/Joanne Richard-son/Romanya Ruth/Ruth/KerenAbitan/ĐsraelSon Kumsal/RüyaArzu Köksal/Türkiye Süt ve Çikolata/Senem Tüzen/Türkiye Ters/Ece Öz-tunç Đpek Tiryaki/Türkiye Transasya/Bingöl Elmas/Türkiye Vatandaşlık Halleri/Şehbal Şenyurt/Türkiye

Film gösterimlerinin yanı sıra dört ilde de yapılacak “Kadın Bedeninin Seyri:Sinema, Beden, Cinsiyetçilik” paneli, film okuma atölyesi ve yönetmenlerlesöyleşilerin de olacağı festival, 2008 Türkiye Sineması Cinsiyetçilik Ödülleri / 1.Altın Bamya’ya da ev sahibeliği yapıyor… Festivalde birlikte olmak dileğiyle…

7. Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali

Page 5: Genç Praksis Dergisi 8. Sayı

genç praksis 5

Pakistan asıllı muhalif Đngiliz yazar vegazeteci Tarık Ali, Başbakan RecepTayyip Erdoğan'ın Đsrail karşısındasarfettiği sert sayılan ifadeleri gönder-mede bulunarak, "Sözler Đsrail'iyaralamıyor, somut adımlar gerekli,"dedi. Gazze'deki krizin nedenlerini, olasısonuçlarını ve bölge ülkelerinin kon-umu hakkında konuştuğumuz Ali,krizin başlangıcı için Hamas'ın roketsaldırılarının öncesine bakmak gerek-

tiğini söylüyor. 'Krizi Hamas'ın roketleri başlatmadı'Tarık Ali: Đsrailliler saldırılarına başlamadan önceki 16 ay boyuncaGazze kuşatma altındaydı, çok az bir miktar dışında, ilaç girişinedahi izin verilmiyordu. Mısırlılara da, Gazze'yle aralarındaki Refah sınır kapısını kapat-maları söylenmişti. Đsrail'in propagandasına inanıp, olan bitendenHamas'ın sorumlu olduğunu söylemek korkunç derecede anlamsızbir şey. Dünya çapında yayın yapan pek çok yayın kuruluşunun daĐsrail'in bu yöndeki propagandasını bu derece sahiplenmiş olmalarışok edici bir durum. Đsrailliler bu başarılarından dolayı kendilerinikutluyor olmalılar. Batı medyası Filistin'de ne olup bittiğini sürekliasıl bağlamından kopararak aktarıyor ve Đsraillilerin görüşlerineorantısız bir şekilde, daha fazla yer veriyor. Bu BBC için de böyle.Đsrail büyükelçisine verdikleri yerle, ciddi Filistinli siyasetçilereayırdıkları süre aynı değil. Medya, Filistinden haber verdiğinde isesürekli bağlamından koparıyor ve "Bakın Filistinliler roket fır-latıyor," Bakın intihar saldırısı düzenliyorlar" diye aktarıyor. Ancak,yıllarca Đsrail'in kıskacı altında yaşayan insanların böyle eylemlereyönelmeleri çok doğal. Geçmişte, bazı eski Đsrailli generaller dahi,Filistinlileri anlayabildiklerini söylüyorlar. Çatışmanın nedenleriniortaya koymadan bu sonuçları göstermek meseleyi bağlamındankoparmaktır. Hamas'ın Filistinlilerce iktidara seçildiği 2006 yılın-dan bu yana, Đsrailliler ve kendilerini destekleyen Amerika BirleşikDevletleri ile Avrupa Birliği bu hareketten kurtulmanın yollarınabakıyor. Ama ilginç olan şey, bunun işlemiyor oluşudur. BakınAvrupa'nın her kenti Gazze'nin işgaline karşı büyük gösterileresahne oluyor. Medyanın istediği sonucu aldığı tek yer Amerika Bir-leşik Devletleri ki, orada kanallar Gazze'de olup bitenlerin görüntü-lerine dahi yer vermiyorlar. BBC: Filistinliler dünyayı Đsrail karşısında bir araya gelmeyeçağırıyorlar, ancak kendileri dahi önemli bir bölünmeyi yaşıyorlar.Yaşanan çatışmada bu bölünmenin rolünü nasıl görüyorsunuz? Tarık Ali: Filistinliler yönetimleri anlamında birlik halinde değillerbu doğru. Birlikte olmamalarının nedeni de, Mahmud Abbas yöne-timindeki El Fetih hareketi'nin Đsrail'le işbirliği yapmaları ve iste-dikleri her şeyi yerine getirmeleri. Hamas'ı şiddet ve zor yoluylageriletmeye çalıştılar. El Fetih'in güvenlik birimleri Gazze'deki ĐslamÜniversitesine saldırı düzenledi ve Hamas militanlarını işkencedengeçirdi. Sonrasında Hamas buna karşılık verip, Gazze'de kontrolüele geçirince de bunu bir silahlı darbe olarak nitelediler.Dolayısıyla, Đsrail'in kabul etmeye hazır olduğu Filistinliler ancakişbirlikçi olanları.Ancak üst düzeydeki bu bölünmeye rağmen, Fil-istinlilerin tabanda bütünlük içinde olduklarını görmek güzel. ElFetih güvenlik güçleri, başlarda durdurmaya çalışsalar da Batı Şe-ria'da büyük protesto gösterileri oldu. BBC: Siz böl ve yönet politikasının Filistin'de de uygulandığını vebu saldırıların da bu sayede mümkün olduğunu da söylüyorsunuz.Sizce, Filistin'de bölünmeyi en baştan yaratan, Hamas mı El Fetihmi? Tarık Ali: Geçmişte sömürgecilik dönemi boyunca da sürekli bölüpyönettiler. Şimdi de, Irak'ta ne yaptıklarına, Afganistan'da ne yap-maya çalıştıklarına bakın, aynı şeyi göreceksiniz. 19. ve 20. yüz yılboyunca uyguladıkları böl-yönet siyasetini Filistin'de de uygu-ladılar. Uzun bir zaman boyunca bölemedikleri Filistinlileri en sonOslo anlaşmaları sırasında bölmeyi başardılar. Ama bence şimdilerde Filistinliler neler olup bittiğini ve liderlerinin ve diğer ülkelerinkendilerini hangi yöne götürdüklerini gördüler.

BBC: 'Bölünme'den birinci intifada sırasında kurulan Hamas'ı so-rumlu tutanlar ve Đsrail'in kuruluşu sırasında Hamas'a hoşgörügösterdiğini düşünenler de var. Siz Hamas'ın rolü konusunda nedüşünüyorsunuz? Tarık Ali: Kuruluşu sırasında Đsrail'in Hamas'ı cesaretlendirdiğikonusunda bir şüphem yok. Bu o dönem böl ve yönet siyasetininbir parçasıydı. Ancak bu çok ciddi biçimde ters tepti. Bence,bölünme bahsettiğiniz birinci intifada sırasında, Đsrail'in intifadanınliderleri yerine Tunus'taki liderlikle müzakere yürütmeyi seçmesiylebaşladı. Ciddi bir şekilde ele alındığında bölünmenin nedeninin buolduğu görülecektir. BBC: Peki, Orta Doğu'da ve dışardan bazı ülkelerin Gazze'dekiçatışmaları durdurmak için arabuluculuk çabalarını nasıl değer-lendiriyorsunuz? Tarık Ali: Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek, bir diktatördür.Seçimle işbaşına gelmemiştir. Amerika Birleşik Devletleri de budiktatörlüğü desteklemektedir. Hüsnü Mübarek'in bu krizkonusunda oynadığı tek rol, işbirlikçilik rolüdür. Hamas'tan kur-tulmak için ABD'yle işbirliği yapmıştır. Bu kişinin şimdi bağımsızbir arabulucu gibi ortaya çıkması ciddiye alınacak bir şey değil veFilistinliler kendisinden nefret ediyor. Ramallah ve Gazze'de insan-lar "Hüsnü Mübarek bekle senin mezarını kazıyoruz" diye sloganatıyorlar. 'Đsrail'i sözler değil, somut adımlar etkiler'BBC: Gazze'de yaşananlar Türkiye'de de siyasetçilerin gündemininilk sıralarında yer alıyor. Bugün partisine seslenen Başbakan Er-doğan, Đsrail karşısında geçmişte sarf ettiği ve sert olarak yorum-lanan açıklamalarını sürdürdü ve "Gazze'de çocuklarla birlikteinsanlık ölüyor" dedi. Siz Türkiye'nin bu konudaki tutumunu nasıldeğerlendiriyorsunuz? Tarık Ali: Türkiye hükümetine gelince; evet çok gürültü çıkarıyor-lar, ama hiçbir şey yapmıyorlar. Venezuela'da Hugo Chavez,Gazze'deki yaşananların ardından Đsrail büyükelçisini sınır dışı ed-erken, Türkiye hükümeti bunu yapmıyor ve elçiyi kabul ediyorlar.Dolayısıyla, her tür gürültü çıkarabilirler. Ağır sözler Đsraillileriyaralamıyor, buna alışkınlar. Đsrail'i ancak somut adımlar etkiler kibu anlamda hem Mısır'ın hem de Türkiye'nin Amerikan yanlısıhükümetleri oldukça zayıflar. 'Hamas'ı bitirememek saldırının başarısızlığı anlamına gelecek'BBC: Gazze'deki operasyon sona ermedi ama önünde sonundasona erecek gibi görünüyor ve Đsrail Gazze'de uzun süreli işgalhedeflemediğini belirtiyor. Sizce, Đsrail geri çekildikten sonra neleryaşanacak? Tarık Ali: Đsrail'in amacı Hamas'ı ortadan kaldırmak ve el Fetih'inGazze'yi tekrar ele geçirmesini sağlayacak bir ortam yaratmaktı.Bunun işe yarayacağını sanmıyorum ve işe yaramaması duru-munda, bu onlar için bir yenilgi olacak. Bence insanlar MahmutAbbas yönetimindeki el Fetih'in işbirliğiyle Đsrail'in kendilerine neyaptığını unutmayacak. Dolayısıyla da Đsrail'in ve batının istedikleriyola girmeyecekler. Birçok Filistinli, eğer bize önerdikleri iki devletliçözüm buysa, yani Đsrail mandasında bir devlet öneriliyorsa, bunukabul etmeyeceğini düşünüyor. Konuştuğum pek çok Filistinliartık, tek çözümün Filistinliler ile Đsraillilerin birlikte yaşadığı tekdevletli bir çözümden yana olduklarını söylüyor.

Sözler Đsrail'i yaralamıyor!

Savaşsız Bir Dünya Mümkün!

Page 6: Genç Praksis Dergisi 8. Sayı

6 genç praksis

Genç Praksis: Sizin gözünüzle bize Bülent Somay’ı an-latır mısınız?Bülent Somay: Eyvah! J Yaa ne anlatayım şimdi, bunasıl soru arkadaşlar. Kimse kendisi hakkında konuşa-maz. Kendin hakkında konuşmaya başlarsan ya sahtetevazu yaparsın ya da böbürlenirsin. Đkisi de kötüşeylerdir. Sahte tevazu böbürlenmekten daha dakötüdür. “Ben zaten bişey değilim, adam sayılmam”falan diyorsa biri “eyvah” diyeceksiniz orda. Yani çokövülmek istiyordur, ayıp olur diye geri basıyordur. Amabiyografimi verebilirim size. Đyi bir lise öğrencisiydim, çok zekiydim, valla. 16yaşında üniversiteye girdim. Boğaziçi’deydim. Hazırlık-tan sonra tepe üstü çakıldım. Đnsanın arada böyledayak yemesi lazım. Sonra sakinleştim, bölümümüdeğiştirip edebiyat okumaya başladım. Aynı zamandada Marksist oldum. Orta halli bir öğrenci olarak üniver-siteyi bitirdim. Bu süreçte de müzikle ve tiyatro ileuğraştım. Boğaziçi’nde o gelenek hala sürer. 1972girdim ben ve 1974’te toparlanmıştı Boğaziçi Oyuncu-ları. Çünkü 12 Mart darbesi çok sert vurmuştu buüniversiteye ve Robert Koleji’ne. Sandık cinayetleri gibitatsız olaylar yaşanmıştı. 74’te toparlanan gruba ben de75’te girmiştim. Bir yandan da Boğaziçi MüzikKulübü’nde bir şeyler yapmaya başladım. Sorarlar;“Boğaziçinden hangi bölümden mezun oldunuz diye?Ben BĐO’dan mezun oldum dersin. Yani BoğaziçiÜniversitesi Öğrencileri’nden. 4-5 sene müzikle, tiya-troyla uğraşıp mezun oldum demektir bu. Hayatımın enkeyifli zamanlarıydı onlar. Đmece üslüyle çalışırdık. Hiy-erarşi falan yoktu. Her şeyi hep beraber yapardık.Yönetmen çıkar dekora çivi çakardı, aynı zamanda dakapıda bilet satardı. Büyük yönetmenlerimiz yoktu.Oyuncu arkada köstüm de dikerdi. Komünizmi öyleöğrendim ben. Herkes her şeyi yapardı. Yani Alman Đde-olojisi’nde okuduğumuz ve çok sevdiğimiz “sabah kalkıpbalık tutacağız, öğleden sonra felsefe yapacağız,akşamda eleştiri yapacağız” türü yaşantıyı biz orda hay-ata geçirmeye çalıştık. Hiçbir iş çok küçük değildi,hiçbir kişi de o iş için en büyük kişi değildi. Kötüoyuncu yoktur. Đyi yönlendirilmemiş ya da kendini bu-lunduğu yerde iyi hissetmeyen oyuncu vardır. Orda birrekabet, bir yarışma içinde kendinizi kanıtlamayaçalışırsanız kötü oyunculuk yaparsınız zaten. Böylekoşullarda ancak belli türde insanlar, çok narsist,kendine aşırı güvenli, kendini aşırı seven insanlar iyioyuncu olabilirler. Ama çoğunluk böyle durumlardakasılır kalır, kötü oynar. Biz rekabet ortamını kaldırıncaben bile iyi oynadım, al beni başka bir yere koy, aslındaberbat bir oyuncuyumdur. Sonra mastır yaparkenüstümüze 12 Eylül düştü. Ben o tarihte hiçbir örgüttedeğildim. Bağlı olduğum örgütten daha önceayrılmıştım. Anlık bir belayla karşılaşmadım. Fakatgene de güvenli değildi ortalık. 12 Eylül’ün bir de şöylebir etkisi oldu bende, evlendim. Beraber kalıyordumsevgilimle. 12 Mart’ta abilerimizin, ablalarımızın başınagelenlerden deneyimli olduğumuz için birileri bizi ihbaretmesin diye evlendik. Güzel aile fotoğrafı çektirmekgerekiyordu. O sıra bizim çevrede böyle 4 evlilik oldu.1981’de ben mastırımı tamamladım. Doktora yapmaya,ve darbenin biraz da geçmesi umuduyla Kanada’ya git-tim. Ama 1 sene Kanada’da hala gri Ford minibüsgördüğümde saklanıyordum. Sonra “ben ne yapıyorumyaa?” deyip kendime geliyordum. 1981 yılının alametifarikasıdır gri ford minibüsler. Çünkü o minibüskarşınıza çıktığı zaman öldürülebilirsiniz, derhal içerialınıp 6 ay ortadan kaybedilebiliriniz, her şey olabilir. Okadar içimize sinmiş ki Kanada’da bile görünce sak-lanırdım. Allah’tan Kanada’da fazla Ford minibüsyoktu. 1982’de YÖK kurulunca manasız oldu doktora yap-mam. Çünkü “böyle bir akademik ortamda ben bir şeyyapmam” dedim. Doktoramı yarıda bırakıp 1983’teTürkiye’ye döndüm. G.P.: Peki sizi bilim-kurgu üzerine mastıra iten neydi. B.S.: Ben çocukluktan beri bilim-kurgu meraklısıydımzaten. Ama bu biraz suçlu bir zevkti. Entelektüellerarasında “bilim-kurgu okuyorum” demeye utanılırdı.Sonra 1970’lerde bilim-kurgu konusunda teorik,akademik araştırmalar yapıldığını fark ettim. Ciddi biranarşist-Marksist bir bilim-kurgu dalgası geldi geçti.“Bir dakika yaa, ben baya ciddi bir şeyle uğraşıyorum,kimseden utanmak zorunda değilim” dedim kendikendime ve Boğaziçi’de Jale Parla’yı yalvar yakar iknaettim tez danışmanlığı için. (Hatta birkaç ay sonra butezim bilim-kurgu üzerine yazdığım bir çok şeyle be-raber Bilgi Üniversitesi Yayınları’ndan yayınlanacak.)daha sonra da Montreal’ de McGill Üniversitesi’ndebenim bilim-kurgu alanındaki en önemli teorik eserin,“Bilim-kurgu’nun Dönüşümleri” isimli eserin sahibiolan Yugoslav asıllı marksist Darko Sulin ile çalıştımbir süre. Darko Ursula LeGuin'in yakın da arkadaşıydı,bu da önemli bir ayrıntıdır benim için. Ama Darko'yadurumu anlatıp mastırı yarıda bırakıp Türkiye’ye

döndüm. Döndükten sonra ne yaptım. Saçma sapanişler yaptım. Reklam yazarlığından ansiklopediyazarlığına, gazetecilikten bar müzisyenliğine çeşitliişler. Ne iş olsa yaparım abi dönemi. Sonra benim buyaşadığım şeyin teorik bir adı olduğunu daha geçensene öğrendim. Đtalyan filozof Gamble “Herneyse En-telektüel” diye bir tabir kullanıyor. Yani kendisini bellibir disipline, bir düşünce alanı kapamamış, bir tür Rö-nesans insanı gibi, sanatlar arasında, düşüncelerarasında gidip gelen, hiçbir yerde karar kılmayan birtür serbest mayın. Yüzer gezer entelektüel anlamında.Tabi bunu olumlu anlamda kullanıyor. Meğer ben oy-muşum.

1 sene dolandım öyle ortalarda. 1995’ten 2002’ye kadarMetis Yayınları’nda çalışmaya başladım. Fantezi vebilim-kurgu editörlüğü yaptım. Sanıyorum 35 kitaplıkkoca bir bilim-kurgu seti ortaya çıkardık. Bu arada birsürü dergi çıkardım. Akıntıya Karşı diye 2 sayı çıkanzavallı bir dergimiz vardır. Sonra Zemin diye ilk defaadında sosyalist olan bir dergi çıkardık 1986’da. SonraDemokrat’ta çalıştım. Bir süre Defter’in yayın kuru-lunda bulundum. Birikim’de de yazdım. Yurt dışında dabirkaç yazım yayınlandı. Bunların bir kısmını 1997’tekitap haline getirdim. Sonra 2000’de müzisyenliğimleyazarlığımı bir kitapta karıştırayım dedim ve ŞarkıOkuma Kitabını çıkardım. (Onun da Mart başında yenibaskısı çıkacak.) 1999’da da Bilgi Üniversitesi’ndedışarıdan bilim-kurgu ve ütopya dersleri vermeyebaşladım. Bir de Murat Belge’nin muhalefetine rağmenPsikanaliz ve edebiyat dersleri verdim. 2002’den beri detam zamanlı olarak üniversitedeyim. 2006’da Kültür veĐncelemeler programının koordinatörlüğüne başladım. G.P.: Fantezi sinemasının gelişmesini neye bağlıyor-sunuz?B.S.: Fantezi edebiyatı da yeni sayılır aslında. Biz fan-teziyi çok eski bir şey zannediyoruz ama değil. Mitolojiile fanteziyi ayırmak lazım. Mesela bana fantastik ede-biyatın ilk örneği söyle desen Odysseia derim amaĐlyada demem. Çünkü Đlyada fantastik bir metindeğildir. Bir savaşın 80 yılını ve gayette realist anlatır.Đkisi de Homeros’undur. Ama Odysseia fantastiktir.Çünkü bir yolculuğu anlatır; yıllara yayılmıştır, biradada Tepegöz’le karşılaşırsın, başka bir adada cadılarkraliçesi çıkar karşına, şarkı söyleyip seni kayalarınüstüne çekerler falan. Fantastik ögelerle doludur. Amaroman formunda fantezi edebiyatı dediğimiz zaman buçok yeni. Bilim-kurgu bile 1800’lere çekilebilir. Đlkbilim-kurgu Mary Shelley’in Frankenstayn’ıdır. Demekki 200 yıllık geçmişi var bilim-kurgunun. Ama fantastikroman pek yok. Belki Lewis Carrol'ın Alice Harikalar Di-yarında'sı sayılabilir.(Bu arada Alice'nin filmi çekiliyor,Tim Burton çekiyor.) Đlk fantezi edebiyat örnekleriAmerika’da 1920’lerde çıkıyor. O da Barbar Conan’dır.Conan önce roman ve öykü olarak çıkıyor, sonradan1970’lerde çizgi-roman oldu. Đşte fantastik bir dünyayaratıyor adam, onun üzerine olmayan ırklar, olmayanşehirler kuruyor. Tabi bu çok kaba bir fantezi. Çünküaslında çok da iyi bildiğimiz bu dünyanın ilişkileriniaynısını alıp oraya taşıyor. Đsimler değişiyor sadece. Đlkönemli fantezi edebiyat yazarı Tolkien’dir. YüzüklerinEfendisi. Arkasından 15 yıl sonra LeGuin gelecek.Sonra da zaten fantezi edebiyat patlıyor. Havaya iğneatsanız bir fantezi edebiyat romanına saplanır du-rumda. Çok fazla var. Bundan şikayetçiyim aslında.Çünkü bir şeyin üretimi çok artarsa çöpü de çok artar.Yani biraz seçkinci olmakta fayda var. Herkes fanteziyazmaya başladığı zaman ortalamanın kalitesi düşüyor.Ancak Robert Jordan’ın 12 ciltlik Zaman Çemberi dizisiiyi bir seriydi. 1970’lerden sonra fantezi çok iyi yöndegelişti. Ama sorun şu. 1970lerde yüzüklerin efendisiçok satınca sinema bunları filme çekmek istedi ama ogünkü sinema teknolojisi bunu kaldıramadı. Yapılmışörnekleri vardı ama çoğu kötüydü. Teknolojinin fan-teziye yetişmesi gerekiyordu. Yüzüklerin Efendisi filmi oyüzden çok önemli bir dönüm noktasıdır. Çünkü o tamsinema teknolojisinin fanteziyi yakaladığı yeri temsileder. G.P.: Sosyalizmi bugün nasıl algılıyorsunuz. Sizcesosyalizm de insanlığın yarattığı ütopik bir fantez-imiydi? B.S.: Allah korusun. Arkadaşlar sosyalizmin ütopyaylabir alakası yok. Bunu kim söylemişse sosyalizme enbüyük kötülüğü yapmıştır herhalde. Marks ve Engels1840’larda “ya valla bu işin ütopyayla bir alakası yok,sakın şaşırmayın” diye dil döktüler, kimse onları din-lemedi. Hala ben bir takım liberallerle bunu tartışıyo-rum. Marks diyor ki “ben gerçek harekete bakıyorum,bu toplumun nereye gideceğini tahmin etmeye çalışıyo-rum.” Ütopya bunun tam tersidir. Ütopya “bunun böyleolması gerekir, doğrusu budur” der. Bir hayal ku-rarsınız, o hayali kafanızda koordine edersiniz. Sonrada “hadi şimdi bunu yapalım hep beraber” dersiniz.Buna ütopya denir. Ve bu dünyanın en berbat şey-

lerinden biridir. Çünkü birinsanın hayalinde oluşanşeyi tüm insanlara uygulat-maya çalışırsınız. Hâlbukiben kim oluyorum dabenim kafamdaki hayalihepiniz uygulayacaksınız.Marks, Engels hep bunuanlatmaya çalıştılar. Oysabiz bakıyoruz, 1800’lerdenberi işçi sınıfının birhareketi var. Bu hareketancak böyle bir yola gide-bilir, başka türlü olamazdiyoruz. Yani “Biz çok akıllıinsanlarız, düşündük, in-sanlık şöyle olursa diyekarar verdik, hadi şimdihep beraber bunu uygulayalım.” demek sosyalizmsebenim sosyalizmle hiçbir işim olmaz. Ama değil. Böylebir sosyalizm yok. Aslında 19. yüzyılda kendilerineütopik sosyalistler diyen bir akım vardı. Saint-Simongibi, Fourier gibi bir ölçüde Prouhdon gibi. Ama onlarınkaderi şöyle oldu. Amerika kıtasına göç ettiler ve“özgür” topraklarda toprak alıp, çiftlikler kurup komün-ler oluşturarak kafalarındaki sosyalizmi uygulamayaçalıştılar. Tarlaları beraber ekip biçmekten toplu evlilik-lere kadar birçok şey denediler. 40-50 yıl dayanıp çök-tüler. Gerçi çökmüş olmak ölçüt değil tabi. Sizin GençPraksis derginize yazdığınız Becket’in sözü gibi yine,yine denenebilir. Sorun kaybetmiş olması değil.Amerika’da en çok Kızılderili katliamı bu tip toprak-larda yaşanmıştır. Neden? Çünkü ütopya mükemmelbir şeydir. Dışarıdan hiç bir eleştiri kabul edemez.Ütopyayı kurduğunuz zaman dışarıya kapatmanızgerekir. Sen mükemmel bir sistem kurmuşsun amaKızılderililer bu sistemin içine giremiyor. Bambaşka ge-lenekleri, adetleri olan bir topluluk. Sonuçta kırımdangeçirdiler yerlileri. Amerikan kapitalizminin yaptığışeyin aynısını yaptılar. Çıkmaz buradadır. Kendinizimükemmel olarak tahayyül olarak tarif ettiğiniz içindeğişime ve dışarıdan etkileşime kapıları kaparsınız.Edemediğiniz zaman da dışarıya karşı saldırganlığabaşlarsınız. Onun için sosyalizmin ütopyacılıkla bir işiolmaz. Peki, bu gün sosyalizmi nasıl görüyorum. Artık sosyal-izm kelimesiyle problemliyim ben. Komünizm demeyitercih ederim. Sosyalizm zaten etimolojik olarak dagüzel bir kelime değil. Toplumculuk ya da toplumsal-cılık.. Bunu olmayan mı var. Ama komünizm, “var olanbu toplumu eleştiriyorum, egemenlik anlayışına, asta-üste dayalı iktidar ilişkilere bir itirazım var, ben insan-ların aralarında hiyerarşilerin olmadığı, eşitlikçi birkomünden yanayım” demek. O yüzden kelime olarakkomünizmi tercih ediyorum. Engels’in de Almanca’dabu ayrımı yaptığını düşünüyorum. Bu eşitlikçi toplum adına Marks ve Engels 19. yüzyıldaher yerde isyana kalkan işçi sınıfına bakarak bir teorigeliştirmişler. O teorinin de birçok yani halasapasağlam duruyor. Ama bugün öyle hareketli bir işçisınıfı yok. Çünkü kapitalizm dünyanın tamamınayayıldığı için ve Avrupa işçi sınıfı merkezde kaldığı içintüm dünyadan akan birikimden pay da aldığı için artıköfkeli, her şeyi yıkıp dökmek istiyorum, değiştirmek is-tiyorum diyen bir kalabalık değil artık. Mesela neydiKömünist Manifesto’nun son cümlesi: Đşçilerin zincir-lerinden başka kaybedecek bir şeyi yoktur. Bu işçisınıfının ise artık kaybedecekleri evleri, arabaları falanvar. Dolayısıyla öyle ha deyince sokaklara çıkıp ortalığıinletemiyorlar. Kim inletebiliyor: Gençler. Geçtiğimiz ayYunanistan’da olduğu gibi. “Arkadaşımızı vurdunuz,görürsünüz siz!” deyip gençler sokaklara çıktı. Đşçi sınıfıne yaptı. Bir genel grevle destek verdi. Ama işçi sınıfınınAlexis öldü diye 6 ay sokaklarda araba yakmasınıbekleyemezsin, yapamaz, çalışması lazım. Ne zamanyapar; işsizlik tavana vurur, herkes işinden atılma ko-rkusuyla yüzleşir, berbat bir kriz ortamı yaşanır, işçi-lerin kazandığı hiç bir şeyin garantisi kalmaz vekaybedecek bir şeyi kalmazsa, o zaman 90’larda LosAngels’ta siyahların yaptığı gibi, Seattle’ki gibi olaylarher gün her gün olmaya başlar. O zaman belki dahabaşka şeyler olur. Sadece gençler dünyayı değiştiremez.Ayrıca değiştirmesinler de zaten. Çünkü gençlik kalıcıbir katman değil çünkü. Gençseniz bir süre sonrayaşlanacaksınız. Hepiniz kaderi karşınızda duruyor.Bana bakın işte, benim gibi olacaksınız. Saçlarınızdabeyazlar çıkacak, artık daha sakin düşünmeye çalışa-caksınız falan. Hep genç kalmayacaksınız. Bu iyi birşey. Ben mesela hep genç kalmak istemezdim. Sıkıcı birşey olurdu. G. P.: Her yaşın tadı ayrı mı hocam? 1. B.S.: E valla ben şimdi 20 yaşıma dönmek iste-mem. O hormonları tarafından alt-üst edilmiş hale dön-mek istemem. En azından şimdi hormonlarımı kendimkontrol edebiliyorum.

Daha çok konuşmalı, tartışmalı, Birbirimizi Dinlemeliyiz! SEZERCAN ATASYASGAYE ÖZDEMĐRBARIŞ ENGĐN

AYÇA SENA AKÇORMERVE ACARAYDIN YILDIRIM

Page 7: Genç Praksis Dergisi 8. Sayı

genç praksis 7

G.P.: Karl Marks sizce kimdir? Bir filozof mu, kriz zamanlarında baş vurulan bir ekon-omist mi, yoksa bilim baba mı? B.S.: Marks bilim adamıdır demem. Marks ekonomisttir hiç demem. Olmadığını kendide söylüyor zaten. Bilge olmaya yakın biriydi belki. Marks kapitalizmin düzenli krizleriolacak diyordu. Dediği oluyor, doğru. Sadece Marks’tan sonra solcuların bir kafakarışıklığı var. Onlar her krizi son kriz zannediyorlar. Aklıma hep şu fıkra gelir. Macaristan’da iki komünist karşılaşır. Biri sorar: “Yoldaş,son parti toplantısına niye gelmedin?” Cevap: “Ya sonuncu olduğunu bilsem gelirdim.”Yani solcular son ile sonuncuyu karıştırıyorlar. Marksistler kapitalizmin yapısal,dönemsel krizlerini hep “işte bu son kriz, işte burada patlayacak her şey” derler. Yabir durun, sakin olun, bir düşünün, bir bakın bakalım ne oluyor. Sonra kurt vardiyen yalancı çobana dönüyoruz. Tabi aslında bu hikayede keleğe gelen köylülerdir.Çünkü giden onların koyunları. Eğer “bu Marksistler de sıktı, hep kriz var, kapitalizmçöküyor diyorlar ama çökmüyor” derse toplum keleğe gelebilir. Ya gerçekten çökerse.Tabi çoban da çok övünmesin. Durmuş bir saatte günde iki defa doğruyu gösterir. Senher krizde çöküyor dersen bir gün haklı çıkarsın tabi. Bunun için kimse sana madalyatakmaz. Bu yüzden kriz meselesinde biraz aklı başında Marksistlerebakmaz lazım. Mesela Wallerstein gibi. Wallerstein diyor ki “2020'liyıllarda kapitalizmin çok büyük birkrizi olacak. Zaten son yıllarda pat-layan tüm bu krizler 2020'nin haber-cisi. Ancak bu kriz ne getirir’idüşünmemiz lazım. Wallerstein iddi-ası şu; birincisi mikro savaşlarıkörükleyecek, Irak’ta ilk örneğinigördüğümüz gibi. Bu savaş vurdugeçti bitti mi? Yoksa orta doğuda hiçdurmayacak kanlı çatışmalarınbaşlangıcı mıydı? Mesela KuzeyIrak’ta Amerika'nın çekilmesindensonra Araplarla Kürtler birbirine gire-bilir mi? Türkiye’de işin içine çekilirmi? Đsrail’le Filistin çatışmalarıSuriye’yi, Mısırı, Đran’ı, başka bölge ülkeleri de savaş sürecine katarmı? Rusya, Çeçenistan, Gürcistan, Türki Cumhuriyetler, vs. vs. Bun-ları hep birlikte göreceğiz. Yaşanan bu krizler sürekli bir savaş haliortamı yaratıyor. Böyle bir ortamda düşünce özgürlüğünden, bilmemne hakkından bahsetmek mümkün olamaz. Yani kehanetin bu kısmı doğru gibi görünüyor. Bir diğer kehanetteAvrupa’nın içinde yaşayan göçmenler (Türkler, Cezayirliler, diğer Müslüman topluluk-lar) ile Avrupa ülkelerinin yerlileri arasında müzminleşen çatışmalar olacak. Zatenbunun örneğinin geçtiğimiz günlerde Paris’te yakılan binlerce arabayla gördük. Đşsizlikbu denli büyürse bu çatışmalar artacaktır. Đngiltere, Hollanda ve Almanya’da dabunun ip uçlarını görüyoruz. Ancak Wallerstein diyor ki “Oh ne güzel çatışmalarartıyor. Bunun sonunda kapitalizm çöker.” diye de sevinmeyin. Yok öyle bir garanti.Çin gibi son derece totaliter bir kapitalizm de ortaya çıkabilir ya da daha eşitlikçi,daha özgür bir dünyaya da gidilebilir, bunu belirleyecek olan bizim yapacaklarımızdır.Mesela biz bugün Türkiye’de ne yapıyoruz. Bence hiçbir şey yapmıyoruz. Ergenekonsolcu mu, AKP’ye mi CHP’ye mi oy verelim diye saçma sapan tartışmaların içindeyiz.Ya dünya ne zaman yıkıldı da ben böyle saçma iki seçenek arasında sıkışıp kaldım.Gerçekten bu iki seçenek kaldıysa ne kadar zavallı bir hayatım var benim. Bir taraftaorta Anadolu'da geç gelişmiş kapitalizmin alt-orta sınıf ağzıyla konuşabilen, Kasım-paşa üsluplu bir parti diğer tarafta da sözüm ona seçkinlerin “Aman iktidar eldengidiyor! Onlara kaptırmayalım, bunun için her şey mubahtır, gerekirse darbe de ya-palım.” diyen bir parti.. Bizim bu iki partiyle de geçici de olsa ne işimiz olabilir. Bizim bu iki seçenek dışında bir alternatifimiz olmalı. Mesela Ufuk Uras’ı seçtirdik.Ama sonra adamı ÖDP’den tasfiye ettiler. Hiçbir alternatif yaratamıyoruz. Birileri biryıldan beri çatı partisi kurmaya çalışıyor ama kısır tartışmalarla boğuşuyor. Benim bugruplardan hiçbir beklentim yok, bence partileri insanlar kurar, grupların oluştur-duğu partilerden bir şey çıkmayacağını ÖDP’de gördük. Đlk etapta ÖDP’nin olmasıiyiydi belki ama sonra grup tartışmalarıyla bir seçenek oluşturma işini başaramadı.Gelmekte olan felaketlere karşı hazırlıklı olmamız için, daha özgür bir dünyaya çıka-bilmemiz için hazır ve örgütlü olmamız lazım. Ne bir hazırlık var, nede bir örgütlülük!Kitlesel bir partide üçüncü sırada olmaktansa On kişilik partisinde şef olmayı yeğliyor.On kişiyi örgütleyip şef olunca mutlu mu olacaksın? Oluyorsan zaten yanmışız de-mektir. Her söylenileni dinleyen, saçma sapan yazılan her şeyi tartışmasız kabul edeninsanlar mı olalım? Benim her söylediğimi tartışmasız kabul eden insandan benkaçarım. Ne mutlu ki bu yüzden hiç müridim olmadı. G.P.: Geriye kalan devrimdir isimli kitabınız da “Bolşevizm + Demokrasi = Sosyalizm?”demişsiniz. bunu biraz açar mısınız?B.S.: O yazı 1987 yılında Zemin dergisinde çıktı. Ve baya bir eleştiri de aldı. BirinciDünya Savaşı'nın sonlarında henüz kapitalistleşmemiş büyük Rusya'da Petrograd veMoskova’dan başka şehir bile neredeyse yoktu. Sanayileşme ve işçi sınıfı da yoktu.Lenin 1916’da Đsviçre'de sürgündeyken bir röportajında “bizim ülkemizde devrim çokdaha uzakta” diyordu. Ama o koşullarda devrim oldu. O savaş ve perişanlık halindeBolşevikler Petrograd'ta darbe yaparak iktidarı alırlar. Buna nasıl sosyalizm diyebili-riz? Tamam ilk üç yıl sosyalizm adına bir şeyler yapılmaya çalışıldı. Đşçi sınıfı da zatenyüzde 5’lik bir nüfus gücüne sahipti. Tıpkı 1920'lerdeki Kemalistler gibi. Đki taraftaülkeyi kurtarmaya çalıştı ama demokrasi ve sosyalizm adına zaten bir şey yapama-zlardı, bunun koşulları yoktu. Bu bağlamda Bolşevikleri çokta fazla eleştiremiyorum,ellerinden daha fazla bir şey gelemezdi. Konuyla ilgili Rosa Lüxemburg’un çok güzelbir sözü var “Bolşevikler bir şeyi çok güzel yaptılar, iktidarı almaya cesaret ettiler amahataları şu oldu. Zorunluluktan dolayı yaptıkları şeyleri erdem haline getirdiler.”Zorunluluktan dolayı yaptığın şeyleri teori haline getirirsen sosyalizme zarar verirsin.Bolşeviklerin de 1920’den sonra yaptıkları şey budur. Bunun üzerine demokrasi sosuekersen de sosyalizm çıkmaz. Zaten artık Rusya’nın o dönem ki koşulları hiçbir zamanhiçbir yerde oluşmayacak. Belki aynı düzeyde açlık Afrika’da var ama, kabilelerin bir-birini kestiği o ortamdan bir sosyalizm çıkması mümkün değil. Ve dünyanın geri kalanyerlerinde de kapitalizm geliştiğine göre bugün bu Bolşevizm tartışmasını yapmak bileçok saçma. Ama 1980’lerin sonunda hala birilerinin kendine Bolşevik dediği için oyazıyı yazmam gerekiyordu. G.P.:12 Eylül darbesinin Türkiye’nin üzerindeki etkilerinden bize bahseder misiniz?B.S.:12 Eylül’ün bence en tehlikeli kısmı darbenin kendisi değildir. En tehlikesianayasa için yapılan oylamaya o kadar çok büyük oranda “evet” oyunun verilmesidir.Evet oyu vermeyenleri tehdit ettiler, oy zarfları şeffaftı hayır desem başıma bir şeygelebilirdi gibi sözlerin hepsi bahane.. Bunlar belki yüzde 10’luk oya etki yapar. Amayüzde 92 evet çıktı. Böyle bir şey olmaz. Bu halk öyle bir darbeyi benimsemiştir.

1980’lerin son iki yılında devrimcilerle ülkücüler arasındaki çatışma halkın o kadarüzerinde bir yerde cereyan etti ki ve halk o kadar nesneleşti ki bu çatışmalarkarşısında “Birileri gelsin bunu durdursun” duygusu çok hakimdi. Ülkücülerin çoğun-lukta olduğu Yozgat veya Devrimcilerin çoğunlukta olduğu Fatsa gibi yerlerin dışın-daki halk ne olup bittiğini anlamıyordu, anladığı kadar ki kısmından da nefretediyordu. Ve gerçekten faşist devrimci arasında ayrım yapamaz hale gelmişti. Bu 12Eylül darbesi haklıydı demek değil. Çünkü bu ortamı yaratan 12 Eylül darbecilerininta kendisiydi. Yani o darbe hazırlandı. Darbeyi hazırlayanlar bu çatışma ortamını dayaratanlardır aynı zamanda. Ama mesele şu, biz bu darbenin hazırlandığını gö-zlemleyemedik. 12 Eylül’den bir hafta önce Dev-Yolcular devrim yapacaklarını filanzannediyorlardı. Sokakta karşılaştığın devrimci arkadaşın geliyoruz gümbür gümbürdiyordu. Ama halk sokaklarda değildi, devrimin gerçek öznesi olması gereken insanlarhareket halinde değildi, dünyanın hiçbir yerinde böyle devrim olmadı. Ülkücülerdeaynı durumdaydı onlara acımamak elde mi? Büyük keleğe geldiler. Sonra yıllarcaağladılar biz hapisteyiz fikirlerimiz iktidarda diye.. Ökkeş Şendiler, MuhsinYazıcıoğlu… Sizi mi koyacaklardı yani iktidara. Dolayısıyla herkes gafil avlandı 12Eylül’de. Gafil avlanmayan sadece o darbeyi organize edenlerdi. Onlar çok iyi biliyorduki Türkiye yönetilemiyordu. Ve yönetmek için bu darbeyi yapmak zorundaydılar.Türkiye gerçekten yönetilemiyordu. Mesela Ecevit 1978’de yüzde 40 oyla iktidarda

olduğu halde 7 Milletvekili bulabilmek için yedisine de bakan-lık vermek zorunda kaldı. Şu rüşvetin büyüklüğüne bakın.Daha sonrada o bakanların hepsi inanılmaz yolsuzluklardan

mahkum oldular. Bu yönetememe krizin-den dolayı darbe kaçınılmazdı. 12 Eylül’densonra olanlarla 12 Eylül planlarını karıştır-mamak lazım. Mesela 12 Eylül Özal’ı plan-lamadı. Ordu önceki darbelerde iktidardafazla kalmanın kendisini yıprattığını bildiğiiçin ve özellikle yolsuzluğun ve yozlaşmanınçok arttığını fark ettiği için iktidarda uzunsüre kalma taraftarı değildi. Đki sene kalıpgitme niyetindeydi öylede yaptılar.Düşündükleri şuydu emekli generallerdenmuhafazakar Kemalist bir parti kurup bupartiyi en az 5 yıl iktidarda tutmak. Bu tut-madı. Özal gibi bir çıkıntı çıktı aradan buda

darbelerin kaderidir. Hiçbir darbe planladığı gibi gitmez. AdamAmerika da eğitilmiş Amerikan kafasıyla düşünen belki degerçekten bir liberaldi ve 5 senede Türkiye de kapitalizmioturttu. 1988’de gerçekten kapitalist olduk. Bir açıdanbakarsanız iyi bir şey yaptı. Mesela Marks komünist mani-festoda burjuvaziyi nasıl övdüğünü hatırlayın. Der ki, burju-valar şunu da iyi yaptı bunu da iyi yaptı. Ancak zamanları

doldu. Özal’da belki darbecilerin planlarında olan emekli muhafazakar Kemalist gen-eralin yapabileceğinden çok daha iyi bir şekilde kapitalist inşayı tamamladı. BenÖzal’a oy verdim mi ? Vermedim. Verir miydim? Hayır vermezdim. Özal’ında 1988’demisyonu bitti. Bizim derdimiz 1988’den sonra başladı. Çünkü, 90’ların başlarındahem işçi haklarını savunup hemde totaliter olan Kemalist seçkinciliği hortlatmayaçalışan bir CHP. Diğer tarafta muhafazakar bir yapı. Üçüncü taraftada gerçek Mark-sistleri bulunduran sosyal demokrat bir yapı. Böyle bir yapı kurulsaydı 90’lardaTürkiye çok iyiye giderdi. Çünkü böyle bir ortamda ikili uzlaşmalar çıkabilir. Mark-sistlerle CHP’nin uzlaşması olabilirdi. Đnsan hakları konusunda mesela. Yada 1 Mayıskonusunu hallederlerdi belki. Yada sosyal demokratlarla AKP uzlaşır AB sorununuçözerdi. Sürekli ikili uzlaşmalar sağlanarak bu toplumun daha makul bir şekilde iler-lemesi sağlanabilirdi. Ancak bu üçüncü taraf oluşamadı. Oluşamayınca ortada düş-man kardeşler kaldı. Hakemde asker olunca… Yani Marksistlerin bir güç olamamasıtoplumun gelişememesi sonucunu doğuruyor. Bu bizim suçumuz biz 70’lerden kalankuşak olarak gelen kuşağın önünü açamadık. Turhan Erdem’in de dediği gibi bizim80’den sonraki kuşağın kafası şöyle çalışıyordu “Maksat üzüm yemek değil, bağcıyıdövmekte değil. Bağcıdan dayak yemek!” yani devlet tarafından ne kadar aşağılanırsanne kadar dayak yer ve işkence görürsen o kadar devricimsindi… Rekabet bunun üz-erinden kuruluyordu. Acı çekmek arabesk bir erdem haline getirildi. Kasten hapisedüşmeye çalışan insanlar tanımıştım. Bizim kuşak bu manada sonraki kuşağı har-camıştı. Şimdiki kuşak ise ne yapacaklarını bilmez bir şekilde, hiçbir öfkesi ve hırsı ol-mayan bir kuşak. Mesela Ergenekon tartışması 20'li değil 30'lu yaşlardaki insanlartarafından tartışılıyor. G.P.: Varolan sol örgütler hakkında ne düşünüyorsunuz? B.S.:Aslında ortada pek bir şeyde yok. Ama şöyle kabaca bakacak olursak meselaTKP. Ciddiye almıyorum. O ismi taşıyor olmasıda beni üzüyor. Şimdiki TKP zaten ogerçek TKP’NĐN de devamı değil. Aydemir uyanık olduğu için ismi kaptı. Uyanıklıklakomünist olunmaz. Hele adında geçiyor diye komünist hiç olunmaz. G.P.:Size göre sol zaaflarını nasıl aşabilir?B.S.:Konuşarak. Şu anda en eksik olduğumuz konu konuşmak, birbirimizle konuş-muyor, birbirimizi dinlemiyoruz. Mesela TKP ölmüş bir gelenği sürdürmeye çalışıyor.Yanlış anlamayın. Kızgın değilim. Kadroların içinde gerçekten çok iyi, iyi niyetli çocuk-lar da var. Ama örgütten birey olmaz. Aynı şekilde ÖDP’den de bişey olmlaz. Şimdimuhtemelen gelecek kongrede de Ufuk Uras çevresi de kopar oradan. G.P.:Peki ne olabilir de “konuşmalıyız” derler?B.S.:Birincisi yeni yayınlar olması gerekir. Mesela dünyanın da solun da büyük kriz-lerin olduğu dönemlerde büyük yayın organları ortaya çıkmıştır. Đskra (Kıvılcım)1919’da böyle çıkmıştı Rusya’da. Bolşevik bir yayın organıydı ama bütün sol ordaydıve tartışıyordu. Şimdi böyle bir yayın organımız yok. Böyle bir yayın organı olmasılazım. Birleştirici ve tartıştırıcı. Maalesef, kime söylesen, dergicilikten öylesine herkesbıkmış durumdaki uğraşmıyorlar. Đkincisi konuşma kişiler arasında olmalı. BenTKP’yle konuşmam, TKP’lilerle konuşurum. Çünkü örgütle konuşulmaz, klişelerlekarşılaşırsın. ÖDP, TKP, DSĐP temsilcileri bir araya gelse ezberlenmiş şeyleri konuşupdağılacaklardır. Bu örgütlerin temsil ettiği bir şey de kalmadı artık. Bu yüzden kişil-erle, kişi olmaya cesareti olanlarla konuşmalı. Yani “ben, benim! ve arkamda dabilmem kaç bin kişinin oyunu da taşımıyorum” deme cesareti göstermek de çok zorbirey değil. Siz yapmıyor musunuz bunu. Yani “arkamızda Praksis’in devrimci gücüvar ve onun gücüyle konuşuyoruz” mu diyorsunuz. Siz kendiniz olarak konuşuyor-sunuz. O zaman problem yok, konuşabiliriz. Ama Praksis büyük örgüt olsun, örgütolarak biri konuşmaya gelsin, onunla konuşmam. Yani tartışmam. Dergini okurumsadece. Arkasına bir gücü almadan konuşmak kendi değişebilirliliğini kabul etmektir.Bu çok önemli. G.P.: Teşekkür ederiz hocam.B.S.: Çok konuştum yaa. Ben teşekkür ederim.

Page 8: Genç Praksis Dergisi 8. Sayı

8 genç praksis

7EKĐM2008Günlerce karlı bir dağa bakan hastane odasında, tıpkı şimdi yaptığım gibigözlerimi pencereye dikip, bej renkli perde bir sinema ekranıymışçasınayaşamımı seyretmiştim. Hayatımı sorgularken üstesinden gelmiştim yalnı-zlığın ve çaresizliğin. Hiç bitmeyen karanlıklar…Aynı sahnede rolümü bir kez daha oynar gibiydim. Karanlıkta boğulmaktankorkarken neşemi hüzne evermiştim… Kapadım gözleri açmamacasına,hasta bir hayvanın iyileşme süresinde bir köşeye gizlenmesi gibi saklandımbende uykularıma… Uyudum, uyudum…Paralanmıştı içim ve inanamıyordum yaşadıklarıma.Uyandığımda tek bir amacım vardı; kendi öz dilinde konuşturmak insanı,Tanrısıyla…6ARALIK2008Yolculuğun geri kalan kısmında aşkına sarılmış, kırık parçalarını yapıştır-mış kadın rolünü oynadım.Dışarıda keşfedeceğimi sandığım gizi kendi içimde aradım. Önce kendimlebaş başa kaldım.Ayağına taş bağlanmış kuş gibi geniş ufuklara kanat açamadığım için azar-landım. Ben gibi hep yere çakılı kaldı kuşlarım. Bu sefer hücremde bakalımkaç gün kalacağım?..Pencerenin pervazında eksikliğini hissediyorum gardiyanımın! Gecenin man-zarasında naif bir tat yakaladım… ‘’ Birine ait olma ‘’ hissi dengelenmesiydiözgürlüğün ve yalnızlığın.Günün sembolü; içi boş insanlara, Veda...Hayaleti andıran bembeyaz yüzüne, kor gibi yanan derin bakışlarına vemelankolik havana inat… Teni güneş yanığı, bakışları neşeli. Saygılarla üstat!!

içi boş insanlara, veda...Dilan uslu

NefretöfkebıkkınlıksıkıntıkorkmayorgunkafayıbulmuşölmekisteyenuçarımanyakBir yaşamın son anlarını hissedip sonra devam etmek. Psişik duygulardan soyutlan-mak. Yeter artık. Yüklemsiz devam edeceğim cümlelerime çünkü sınırlansın istemiyo-rum kakofonik duygularım beynimde.Özgürlük lazım bana çünkü dayanma yetimi….Şeytan tohumlarını bahçeme bırakmaya….Başından beri katil olan o….Duygu kontrolünü….Đntihar eğilimli buz gibi yumuşak hüzün..Dudaklarımda bıkkınlığın verdiği son sözüm….Bütün kırılmış şeylerin nihayetinde..Sır..sır gibi bir yaşam…Olur muydu….?Kaybettim….ama erken…Sevdim….ama geç…Yüreğimdeki yangını kim….Mark Twain: “Her zaman doğruyu söyle, ne dediğini unutmak zorunda kalmazsın.”der.Doğruyu söyle mi?...Doğru ne ki?...Doğruyu söyleyince ne değişiyor ki?....Beğenseler de beğenmeseler de spontane yaşa oynadığın rolü. Bırak ta hiç kimse senitam olarak tanımasın…sığ yerlerini görürlerse çabuk geçerler üstünden.Mesela bakarken kolundaki yara izlerine..ölmek ayıp olur mu?..Yumdum gözlerimi…Yumulu gözlerimin içinde yaşanmışlıklar….Beyin kıvrımlarımdansöküp atamıyorum ki hiçbir şeyi…Umudu kırık bir ses duydum içimdeki kızdan..Yaşa-mak için sebep yok sanarken yumulu göz kapaklarında o serüven….durduran…durdu-ran..onu…Dipsiz karanlığın ağzına biraz daha itildim. Ruhumu nefret edercesine sonsuz birutanç duygusu kapladı.Özgürlük düşü getirdi beni bu hallere. Kısıtlamadan özgürlük mümkün mü sence?Kendini alıkoyan tek kişi sensin! Ne bu yüzünün hali?..hadi bana Öyle… Düşle…düşle… düşle…. sürekli düşle… “Düş” var olan en gerçek şeydir. Maskeni kullanma artık bana. Ben attım onu çöpe çoktan. Kendimim artıkkarşında..denesene…hadi ama…Yaşam bağımlı olamayacak kadar değerli…artık değiş-menin zamanıdır. Olmak istediğin gibi ol. Çünkü sen evrenin insafına kalmış küçükbir parçasın. Kendini gözle. Bak aynaya, vur duvarlara… Sesin yankılansın karanlıkkalbinin duvarında… Korkma. Dokunur günahlar kalbine yoksa… Işıklar söndüğünde.Đradesiz duyguların. Hem de çok…Bu muydu düşlediğim yaşantı? Elimin kolumun bağlı olduğunu farkına vardığımda nefretle doldum. Sessiz bir umut-suzluk oturdu üzerime. Çivi gibi soğuk gerçeklikler; tüm yalanları, tüm ödünleri yoketti. Varoluşun ıssız sularında boğuldum. Ve kederimi bir ninni eşliğinde uyuttum.Uyusun….uyusun…sabah olmasın. Işığı gördüğü zaman uyanır o…biliyorum. Yakma ışıkları… Tanrım. Yakma… Sessiz ol. O uyanırsa uyuma sırası banageçer. Öze geri dönüş yolculuğum. Kayıp bütünlüğümü aramak….bu yolculukla göçebe yaşa

mak. Obalar kurmak… Beynimde ki odalardan birinde soyunmak. Çırılçıplak yalnızlık,keder, duygular ve çırılçıplak sen.Kurumuş dudaklarımı ıslatarak düşündüm. Bir anlığına da olsa günün sarı sıcağınıgördüm. Gökyüzünün kutsal sıvısı damarlarımda ilerledi. Kalbimibuldu…vurdu..seslendi….ama kimse yoktu. Geri döndü ruhumu yıkadı..içimde bir ışıkparladı…ama bu olmamalı…kederim hala uykudaydı. Çıldırdım. Tanrı’ya kızdım. Neyaptığını sanıyordu? Gene mi benimle oyun oynuyordu? Bilmiyor mu ki ben büyüdüm. Ben Tanrı değilim ki her şeyi düşüneyim önceden bileyim.Bunun ne kadar korkunç bir şey olduğunu bilir misin? Yüreğimin yap dediğini aklımyapma der. Bir yanım bahar rüzgarı gibi uçar…. Öteki yanım kış soğuğu gibi don-durucu….bir yanım da içimden gelen gıcırtılı seslere kulak verir.Ey kalbimin sevgilisi! Tutsaksın bana… Bir tür histeri krizi geçiriyorum şuanda. O,iflah olmayacak derin bir yara, kangrendi adeta. Kesip atmam gerekiyordu ölmememiçin. Ama çok güçlüydü biliyorsun zaten sende… Yakında ölebilirim. Çünkü başkatürlü rahata kavuşamam. Ruhum isyanları oynuyor gene peki ya aklım o gene sağ-duyumla beraber vereceğim sağlıklı karar için bana rehber. Sevgilim, iradem tükendi,mantığım çalışmaz oldu. Gerçekte ruhumu kavuran şey hüzün değil, belki de hırs vekızgınlıktı. Yoruldum. Düşüncelerimle boğuştum. Beni yere yatırdılar ve yinekazandılar. Vurgun yedim. Karmakarışık duygular içindeyim. Sadece bir arzu seline kapılmış, çaresiz ve bilinçsizşekilde sürükleniyorum. Đşin en acı yanı ne biliyor musun? Bu teslimiyetin ne kadarvahim sonuçlar yaratacağını anlamama rağmen engel olacak iradeyi gösterememem.Gözlerini dik gözlerime. Bak onlara iyice.. ben aynalara küstüm , donuk gösteriyor göz-lerimi…içimdeki çocuk ölmedi ki!?..ılık bakışlarında dinleneyim..tebessümünle mutlu.Ne isterdim biliyor musun düşlerin bile kıskançlıkla çalmak istediği kadar güzel yaşa-mak. Đç çekerek bakıyorum etrafa…Megaloman, egoist ve bayatgülümsemeler…uykusuzum geceler boyu . Özledim çocukluğumu.Tebessüm yayıldı birden bire dudaklarıma inanılmaz ama Hermafrodit karşımda. Nasılgirdin sen göz kapaklarıma? Biliyorum ki bu gece birileri benden daha fazla bir şeyleryaşayacak ve ben bu odada uyku beni kollarına alıncaya kadar yaşamın seslerini din-lemeye devam edeceğim.Delta dalgaları.. beni yakan onlardı. Sorarım nerde alfa dalgaları? Onlar olsa sakinolurdun. Çünkü o sakin yetişkinlerin en yoğun dalgası… Yardım et Tanrım, duyuyor-san hala sesimi… yaralı birini bırakıp kaçmak, cinayetten hüküm giymeye neden olur.Đster misin ki hapiste yatmak.? Düşüncelerini gönder bana Tanrım..hissetmek isterimonları. Kendimi dinlemekten sıkıldım, o da anlatmaktan zaten. Başkalarıyla ilgilenmekisterim. Kendimi unuttum. Ruhumun derdi başından aşkın, o da kaçamıyor ki kendin-den… Zar atmayı bırak ey Tanrı, gözlerini aç artık. Đnsanlık soyu ölmekistiyor..görsene..alsana artık bu canı. Olayların benim istediğim gibi gelişmesini bıraktım. Anladım. Hayatın karanlığında ya-payalnızız. Herkes bencil ve hepsi bu.Oyunun son perdesini oynamaya geldim. Misafir sanatçı olarak herhalde beni kabuledersiniz değil mi? Efendim. Yok hayır…suflöre ihtiyacım yok. Ben hayatı öğrendim.Hoşça kal insanlık soyu, benlik savaşını gene ben kaybettim.

Benlik savaşı cansu eroğlu

Bugün soğuk bir hava var odalarda. Duvarlar sessiz.. Her zaman akılaldığım benliğim suskun bugün. Cevapsız sorular, yalnız kalmışdüşünceler uçuşuyo beynimde.. Adeta bir kaos …Dışarı çıksam insanların o tanımsız mutluluğu vurucak bedenime. Şid-detli dalgalar arasından kurtulmaya çalışır gibi dönerim belki evime…Televizyonuda kapattım. Dizilerdeki insanların yalancı üzüntülerine,yalnızlığına kahrettiğim için… Biliyorum ki sahne bitince onlarda eskimutluluklarına dönüyorlar… Çevremdeki tüm insanların yaptığı gibi…Benim hiç sahte mutluluğum olmadı. Ben hiç sahte insanların içinegiremedim. Her zaman dışardan izledim onları, tıpkı dizideki karakter-leri izler gibi..Kendi ayaklarımın üstünde durmaya ve bu şekilde daha özgür vemutlu olabileceğimi düşünüp ailemden uzaklaştım, daha çok yalnızkalıcağımı ve her geçen gün daha bir hapishaneyi andıran duvarlarıniçinde kaybolucağımı bilmeden…Arkadaşlarım, dostlarım ve sevgilim… Hepsi bana acı vermek için mibilmiyorum; her zaman çok yetenekli bir oyuncuyu oynadılar bana.Ben gerçekleştikçe çevremdekiler sahteleşti… Ve şimdi dışarı çıkarsamcanımı daha çok acıtacaklar. Onların maskelerini ve o maskeleriylemutlu olduklarını görmek ruhumu delik deşik ediyor, kurşunlanmışbir demir kapı gibi…Eceli bekliyorum artık… Başka ne yapabilirim ki zaten? Boş duvarlar,boş insanlar, boş zamanlar… Bundan ibaret dünya benim için..Şimdi yalnızlar denizindeyim. Ufuğa doğru gidiyorum… Kayboluşlaradoğru...Yapayalnız…

yalnızlar denizi özge aktaş

Page 9: Genç Praksis Dergisi 8. Sayı

genç praksis 9

Acıyı cebinde taşıyan insanlar tanıdım... Her gerektiği yerde, gereksigarasının ucunda bir ateş gibi, gerekse burnunu silerken ve bazen gözleridolarken bir mendil gibi acıyı kullandıklarını gördüm. Acıya olan bağım-lılıkları onları bir adım daha ''aşık''lığa itiyordu... Ben hep sahip olamadık-larımı sevdim... Ve benden gidişlerindi gözlerini zihnimde bu kadarmuntazam kılan... Đndiğim her sahil şeridi farklı sevdalarla doluydu.Soğuktan çenesi titreyen bir adam, karşısında gözlerinin içine bakan birkadın ve kadının ağzında henüz söylenmemiş, uygun bir pozisyondasöylenmeye çok müsait bir kucak dolusu yalan... Ve bunların tamamınınbuluştuğu insanların adını ''ilişki'' koyduğu bir çatı. Đlişkiyi bitirenöldürücü darbenin yine ilişki olduğunu son gidişinde anladım... Birbirinebir şeyler hisseden iki insanda patlamaya hazır bombalar taşır kalbinde.Bu kuvvetli bağ, o kadar sıkı atıyor ki düğümlerini iki insan arasında, okadar çok bağlıyor ki iki bedeni birbirine, iki insanın birbirine duyduğu oözlem, o büyük sevda yok oluveriyor birden, ''aşk'' ilişkinin içinde kaybolu-veriyor... Akabinde tıka basa dolu kül tabakları, kanepenin üzerindeuyuyakalmış bir ayyaş ve başucunda üzeri toz tutmuş bir fotoğrafçerçevesi... Đnançlar, değerler en kutsal sevişmeler silinip gidiyor bünyeler-den, işte sırf bu yüzden her aşık patlamaya hazır bir canlı bombadır...

Tanrının gönüllerimize ''aşk'' diye sunduğu nimet her gün farklı ke-fenlerde ilham bekler aslında. Ölümüne terlerken adam kadının üzerinde,terler boncuk boncuk süzülürken koynundan parmak uçlarına ve en az 1kere ''Kadınım'' demişse aşkına, ne vakit sevdiğine sahip olduğunu zan-netse bir adam seviştiği kadını değil, ''aşk'' tır... Aşkla sevişir aşık... Kan teriçinde geçen her sevişme seansının ardından bir ceset bırakılır ortada veadı ''mesafe'' konur... Bizi mesafeleri bir çırpıda aşacağımıza çocukçainandıran yine aşk olacaktır. Oysa güzelliğin her aklıma geldiğindemesafeler ortadan kalkardı benim için... Ve başlardı günler sürecekdüşünce yolculuklarım... Kıskançlık krizlerimiz, her zaman içinde bir mik-tar erotizm barındırdığımız öpüşmelerimiz, ve birbirimize sarılmadan öncegözden geçirmeden yüzümüze savurduğumuz hakaretler bizi biz yapansoyut bir maddenin aşk versiyonuymuş... Ve hiçbir zaman bir kalemdeayrılmaz aşk bedenden... Kanserli bir hücrenin hasta bir bedene yavaşyavaş yayılışı gibi zehirler kalbi. Henüz söylenmemesi gereken her şeysöylenmişken, söylenmesi gereken bir avuç kutsal kelime düğümlenirboğazda. Aşk sapkınlıklarla doludur... En ağır ve en acı haliyle tahribatıtüm benliğe hissettirmeden terk etmez ruhu. Ve ne vakit bir kurbanseçilmişse, tarifsiz bir mutlulukla adlandıracaktır bunu ki; bilmiyordur,aşk acıdır, ve aşk acıtır...

Değerlerimizi yitirdiğimiz o doruk noktalarda aşka hiç yer bırak-

madık biz... Biz... Đkimiz... Đki ucu boklu değnekti sevdamız ve o bizeayrılan kısacık süreye güzel bir son senaryosu yazamadık. Olan, olmayan,yaşanan, yaşanmayan her şey için birbirimizi suçladık ama ikimiz arasındacan veren bir dev kadar kuvvetli bir görüntüye sahip ama bir terazi kadarhassas olan o dengeyi, o mutluluğu, her çiftin ikisi arasında ''aşk'' diye ad-landırdığı o güzel benzetmeyi ebedi kılmayı beceremedik. Sevgisini yitiremezâşık. Diline bir şarkı dolandığında, gözleri mutlu bir çifte takıldığında, an-nesinin başını her okşadığında aklına gelecektir yitirilen... Oysa karşıtarafta o an önemsizdir biten. Nasıl olsa başka bir yerde, başka bir şehirdebaşlar yeniden... En ve en acıtanıdır uzaktaki sevgili... En ağır darbeyivuran o dur. Sebepsiz ayrılıklara en müsait koşulu sunar iki tarafa da...Tabii ki merak edilecektir aşığın yüzündeki çizgilerin sebebi ve sebepsiz bit-tiyse eğer, karşı taraf hiç düşünmeyecektir ''acaba yüzündeki çizgilerin kaçıbana ait...'' diye . Kadınına ''Seni Seviyorum'' diyebilmeyi bile özleyecektiradam . Yarım kalan her şarkı dinlenirken son bir defa niyetine hep aklınagelecektir büyüttüğü sevgi ve yüzüne hunharca vuracak milyonlarca acıyıgetirecektir beraberinde... '’Aşk'’ın ana dili yangındır…

Verdiğimiz değerleri gerektiği şekilde gösterememek gibi bir derttenmuzdaripiz hepimiz. Aşkı savaşa döndürebilecek kadar çok seviyorsak eğer,ve duyguları, o en temiz sevgi cümlelerini ölümüne çarpıştırıyorsak savaşmeydanlarında, ve her savaşın sonunda mutlaka kan dökülüyorsa en az ikitaraftan aşkı mevsimine göre yaşamak, rengine göre sınıflandırmak neyeyarar? Kanın rengi her daim kırmızı... Đki tarafında bencilliğinden doğaraşk. Ve bir annenin bebeğini ilk kucağına aldığında göz çukurlarındabiriken iki damla yaş kadar temizdir baktığın zaman. Adam da kadın dafarkındadır, aralarındaki şeyin yeteri kadar büyüdüğünde çekip gideceğininaynı zamanda geri dönmeyeceğinin... Ve ''Gidiyorum'' deme zamanıgeldiğinde aşkın, çıkışı hiç kolay olmayacaktır, gönül yangını tek taraftayaşanır...

Kadın gözlerine bakar erkeğinin, ve o an iki kelime dökülür kadınındilinin ucundan... Kadın kafasını çevirdiğinde yüzünde yüzsüz bir acı veadamın zihninde çalkalanan bir avuç züğürt tesellisi... Đki tarafında iki keli-menin ardında birbirlerine söyleyecekleri aynıdır aslında ve o an yapılmakistenenler o an asla yapılamaz. Yavaşlayan zaman, adamın büyüyen göz be-beklerinde her şeyi anlatmaya yetecektir iki tarafa da... Kimin mağlup,kimin namağlup olduğu bilinemez hiçbir zaman...

Ve ne vakit aşk diye savaşılmışsa iki taraf arasında iki tarafındaağır tahribatıyla sonuçlanmıştır. Đlla bir galip aranacaksa her yitirilenardından, buna ''şeytan'' ismini vermek yakışır.`` ... Aşka şeytan karışır... ``

aşka şeytan karışır murat güner

Bekliyorum, bir yere çıksın diye. Karşı taraftan ses gelmedikçe ve beni keşfetmedikçedüşüncelere boğuyorum kendimi.En kötü ihtimal üzerinde duruyorum, tam şu an yapıyorumbunu.Durup dururken bağlantının kesilmesi üzerine sayısız olasılık kurdum, ancak büyükbir olasılıkla hiçbiri değil sonuç.Çünkü ben hata yapmadım, ben hiçbir şey yapmadımhatta.Her şey o kadar güzeldi ki...birden kesilince insan nedenini merak ediyor tabi.Ama san-mıyorum ki gerçekleşsin kurduğum olasılıklar, çünkü nedensiz hepsi, çünkü içlerinde benyokum.Ama karşı tarafın düşüncelerini bilmiyorum, belki bu şekilde oynuyordur, belki hiçbirşey demesine gerek yoktur.Ancak biraz geçmişe döndüğümde fark ediyorum ki bu da zayıf birolasılık, ama olasılıksız değil.Ne yazık ki, hiçbir şey olasılıksız değil.Neden yazıyorum bu konu hakkında peki, çünkü düşünmeme sebep oluyor, içimdenkonuşunca ve kesin bir yazıya dökmedikçe düşüncelerim bir yere varmıyor, kaybolmak gibi,gideceğin yeri bulamamak gibi.Bakın şimdiden rahatladım, çünkü bariz şekilde hata yap-madım ve etkilemeyi başardım.Yine de insan nedenini merak ediyor, ediyorum...Tanrımbunun olmasına izin vermeyeceksin değil mi? Bu beni çıldırtıyor, kendimi yiyorum, nedenyok, neden bilmiyorum.Bilmemekten nefret ediyorum.Tanrım bir ışık gönder, gösterbana.Tamam geçmişten ders çıkartalım, her zaman bir sonuca bağlandı, her zaman nedeniniöğrenmiştim.Bu sefer de öyle olacak elbette, mantıklı bir neden her zaman vardır.Sabırsızlıkbana özgü değil, beklemeyi öğrendim, o zaman bekleyelim, zaten bir sonuca bağlanacakelbet.Bakalım nedeni neymiş, çok emin olduğum bir şey daha var, o da sonucun kötü olmay-acağı.Hata yoksa, sonuç pozitiftir.Đnsanlar, neden kötülüklerin olduğunu merak mı ediyorsunuz? Neden kusursuz bir Dünyaolmadığını? Neden bir şeyin her zaman kötü olduğunu? Hiç suçu kendinizde aradınız mı, hiçnedenini düşündünüz mü, hayır...Her şeyin, hem de her şeyin bir nedeni var elbet, her şeybelli ve mutlak bir sonuca bağlı, her şey en doğru şekilde gerçekleşir.Ancak nedenleri anla-mak size düşmez, bir şeyin iyi ya da kötü olduğuna karar veren Tanrı'dır, ki o her zaman endoğru nedeni gerçekleştirmiştir.Acı çekmeden mutlu olamazsın, bazı yanlışları görmedendoğruyu bulamazsın, kötülükleri hissetmeden iyinin ne olduğunu anlayamazsın, kay-betmeden kazanamazsın, ezilmeden güçlenemezsin ve en az bir kez ölmeden hayatının nekadar değerli olduğunu anlayamazsın.Öyleyse, acı çektiğiniz için isyan etmeyin, bu gerçek-leşmesi gereken mutlak bir son.Ben ise daha iyi hissediyorum, bunun yardımı hemen etki etti.Nedeni beklemeye kararverdim, negatif bir sonuç olmayacağı için şanslıyım bu sefer, moralimi bozamayacak kadardeğersizsin.Her şey öyle aslında, kim, benden önemli ki.Beni, benden başka kim üzebilir...Teşekkür etmeliyim...Bir beklenti içinde değilim artık.Çünkü beklersem, olmayacağına inandırırım kendimi.Ki bu canımı yakar.Ancak elbette, böyle bir sonuç yok.

beklenti... arda yokaş Bir yaz akşamı… Yürüyorum Cunda Adası’nın sokaklarında.Denizden esen rüzgar, yosun ve kızarmış balık kokusuyla be-raber birçok hoş kokuyu da bana doğru sürüklüyor. Gözlerimakşam vakti manzarasıyla dopdolu; içim kıpır kıpır. Renkli ışık-lar altında dondurma satan seyyar satıcıya gülümsüyorum. Mut-luyum.

Yaşadığım anın büyüsüne kapılmış şekilde ilerlerken bir kala-balık takılıyor gözüme. Bir süreliğine çıkıyorum hayal dünyam-dan, kalabalığa karışıyorum. Ne olduğunu merak ederekilerliyorum. O anda bu adanın beni her açıdan mutlu etmeyeçalıştığını hissediyorum. Hislerimi kanıtlar nitelikte bir müzikdolduruyor kulaklarımı. Karşımda ilginç ve mistik kıyafetlerebürünmüş bir müzik grubu daha önce hiç görmediğim müzikaletleriyle ezgiler çalıyor. Hayatımda daha önce duymadığım birmüzik. Düşünüyorum. Diğer dinlediklerim müzikse eğer öyleysebu ne? Đlk notasından kalbimi ele geçiriyor bu eşsiz müzik.Ruhumu, yumuşak dokunuşlarıyla narince aşıp tüm benliğimibencilce dolduruyor. Kızmıyorum ona. Bu melodi hep kalmalıbenimle, sonsuza dek içimde yaşamalı.

Bir müzik, insanın içinde varlığında habersiz olduğu duygularıuyandırabiliyor-muş meğer. Benim içimde bir şeylere dokundu bu müzik. Tanımıyok, tarifi yok. Sadece yaşayan ve anlayan hissedebilir bu benz-ersiz duyguyu.

Đçimden taşıyor bu duygu. Enerjisine inandığım duygunungücü tüm adayı sarıyor. Hiç olmadığım kadar mutluyum. Hemadadayım şu an hem de başka alemlerde. Rengarenk kıyafetli insanlarla dopdolu; kokusu vedokusu her yerden farklı bir dünyanın içindeyim, içimdeki hoşduyguların ahengiyle adeta dans ediyorum.

Đnsanların güleç yüzleri oluşturmuş sanki her bir notayı.Kıyafetlerindeki her renk, gözlerindeki ışık… Barış dolu birdünyanın esintilerini sunuyorlar bana.Ben de paylaşıyorum onların sevincini. Katılıyorum onlara vesevincin paylaşılarak çoğaldığını ilk kez gerçekten hissediyorumvücudumun her parçasında.

Hiç bitmemesini istediğim dakikalar ben de derin etkilerbırakacağını bilmeden bitiyor. Zamana küsmüyorum ve çabukgeçti diye kızmıyorum ona.Çünkü aradan aylar geçmesine rağmen, bu müziği mırıl-danırken, Cunda sokaklarında, mutluluğumun doruklarındaoluyorum zamanı aşarak.

gecenin notaları yankı yıldırım

Page 10: Genç Praksis Dergisi 8. Sayı

10 genç praksis

ben göremem bilirsinistediğini söyleyebilirsin, seninle alakalıdeğil.biliyorsun;gitmemelisin...ben bu düzene ait değilim.nasıl da bilirim, bağıracaksın.azımdan çıkan buhardankonuşma balonu yaratacaksın.gitmemelisin...ben ölemem bilirsin.en büyük ihtimallebir köpeğin elinden olur ölümüm.üzülme,zaten o köpeğin ölümünden doğarhüznüm...gitmemelisin...ben de yalan söyledim.tacizinden sonra kapandı ya memleketim..tesbihim nerede?artık herkes,her şey yeşil...nasıl da değişmiş ismin, cismin.sen istediğin kadar inkâr et,oyuncak olmuş dînin.gitmelisin..gitmeliyim kardeşim...

gitmelisin

Kaan Boşnak

keman çığlıkları işitiliyor kapalı gözlerindenüzerine düşüyor şu bir içimlik dünya uyan masumluğun diz boyubensesigara dumanlarından bulutlarla kaçırıyorumseniolay mahallindenkimim ben neyim nerdeyimbu kollar kimin kollarıkaçmak işte böyle bir şeyhele ki üç kuruşluk çığ- lık taslayandünyadansa..ve yine de tıpış tıpışızdır bu topraklardabilmeyizmumlar hatırlatır mevzuyualev alev umut kaplı yaşadığımız cehennemuyan

umudun mumları cehennem kılıklı

Uğurcan Karateke

Bir bebek doğmuş, gözleri alev alev yanan…Güneş batmadan ve ay kibrinden saklanmadanBir rüya daha bitmiş.Ve yıllar daha tükenmeden,Aciz ruhlar yeniden sönmüş,Henüz masal sonlanmadan,Erken vakitte, erken doğan şafakla birlikteBir can daha yok olmuş.Bombalar patlamış, yıkmış umudun beyaz düş-leriniKan dolmuş bardaklara, etler cımbızla toplanmışParamparça betonların arasında görünmüş kısabir bacak,Ve küçük düşlü dev çocuk, kanlar içinde beşiktekiruhunun yasını tutmuş.Son düşüncemizken, gündemimiz olmuşEngerek ırklar dört bir yana tohum bırakmışLazım gelen dur demekken hep onlar yaşamışHerkes onlardan nefret etmiş ama ölen çocuklarolmuş.Zaten canı yananlar, hep masumlar olmuş.Biz şimşekten korkarken, onlar bombalarla ritimtutmuş.Öbürlerininse yedikleri hep insan eti kokmuşDüşleri unutan çocuğu büyüten hep tepkisizlikolmuş.Đpleri teslim alınmış sonra da kesip atılmışTarih tekerrür etmiş, anlatıcı değişmişEn çok acıtan hep kahraman olmuş.

mea culpa

ozan can yılmaz

Yollar bozuluyor,çizgiler derinleşiyor,yapılar farklılaşıyor,in-sanlar değişiyor.Mardin'e yaklaşıyoruz.

Kuzenim karşılıyor beni.Adı Mahir.Gülümsüyor adınayakışır bi asaletle.Merhaba diyor,hoşgeldin kuzen.Çan sesleriezan seslerine karışıyor.Mezopotamyada güneş batıyor.Benseayaklarım bir toprak damın garantisinde seyrediyorum mardinovasında gün batımını.Güneş son kez selamlıyor bereketlitoprağı.Sonra sofralar seriliyor.Bir tören havasında sona eriyoryemek faslı.Gece Mardin'e çıkıyoruz.Basamak basamak evler-den,dar sokaklardan geçip 'kale' ye ulaşıyoruz.Kartal yuvasınıandıran bu yerde Mardin'i gece görmek için gelen insanlarkarşılıyor bizi.Birçoğu yalnız,birçoğu kederli.Saat geç amauyumamış mardin, hala ışıl hala canlı.Gece kolay bitmezMardin de reyhani dinlemeye gidiyoruz.Reyhani,Mardin'iondan iyi anlatan yoktur.Đçmeden sarhoş eder insanı.Bir deoynamasını bileceksin ki.Öyle kolay değil ha,emekister.Düşürmeden tutacaksın rakı bardağını başınınüstünde,kuğu gibi olacaksın bir o yana bir bu yana süzüle-ceksin.Sevdiğinle oynayacaksın birde karşılıklı,gözgöze!Đşte ozaman değme keyfine.Saat bir hayli geç oluyor eve dönüyoruz .

Ertesi gün bir gümüşçüde alıyorum soluğu.Süprizm varĐstanbullu bir prensese.Onlarca işlemenin içinden zor seçiyo-rum hediyeyi.Özenle paket yaptırıyorum.Ordan dedeminyanına.Yine bir hediye.Bu sefer Mardin işlemeli birtesbih.Geziniyorum mardin sokaklarında.Seyyar bir ciğercidekarnımı doyuruyorum.Akşama düğünümüz var.Eve dönüyo-rum.Düğün rüya gibi.Çok hoş ama kısa.

Memleketimde bir günüm bölye geçiyor.Günler birbirinikovalıyor ardından.Gitme vakti gelip çatyor.Herkesle vedalışıpotobüse biniyorum.Ağır ağır yol alıyoruz.Yollar gittikçedüzeliyor,evler sıradanlaşıyor,insanlar eski hallerine dönüyorMardin'den uzaklaşıyoruz.

Bir mardin gezisimehmet özgür yıldırım

Page 11: Genç Praksis Dergisi 8. Sayı

genç praksis 11

Uluslararası “Su ve Sinema Buluşmaları”her 3 yılda bir Dünya Su Forumuçerçevesinde düzenlenmektedir.Su ve Sinema Buluşmaları, 2006’da Mek-siko’da düzenlenen 4. Dünya Su Forumuçerçevesinde, Uluslararası Su Sekreterliğive Su Akademisi’nin girişimiylebaşlatılmıştır. 2009 yılındaki buluşmalarise, 5. Dünya Su Forumu çerçevesinde,"Su, Đnsanlık ve Sürdürülebilir Kalkınma"teması etrafında, Fransız Kültür Merkeziişbirliğinde düzenleniyor. Yüze yakın filmgösteriminin yer aldığı program ka-muoyunu bilgilendirmeyi, duyarlılığıartırmayı ve dünyadaki su ile ilgili farklıkonuların izleyiciler tarafındankeşfedilmesini amaçlamaktadır.**Giriş Ücretsizdir.

Emine Akbucak Fotoğraf SergisiYansımalar

Marmara Üniversitesi Radyo, Televizyonve Sinema Bölümünü bitiren Emine Ak-bucak genç yaşta fotoğraf sanatına ilgiduymaya başladı. Çalışmalarını Fransa’da sürdürensanatçının bu sergisi, yağmur sonrasıParis sokaklarından esinlenerek gerçek-leştirdiği fotoğraflardan oluşmakta. Parissokaklarına yayılmış ışığı farklı biçimdeyansıtan su birikintileri sanatçıyı etki-leyici sanatsal bir arayışa yönlendirmiştir.Sanatçı pu projesinde tarihi geçmiş di-apozitif filmleri kullanarak, fotoğraflardarenkler aracılığıyla eskimişlik etkisi yarat-makta.

ENGĐNARFransız dans topluluğu C dans C ve Çı-plak Ayaklar Kumpanyası’nın ortaklaşagerçekleştirdiği Engin-ar gösterisi, farklıkültürlerden gelen ancak ortak bir kore-ografik arayışı paylaşan dansçıların biraraya gelmesinden ortaya çıkan bir proje.

BAŞKA BĐR HAYAT MÜMKÜNAlmanya’dan ve Türkiye’den değişikortamlardan gelen ve farklı dünyagörüşlerine sahip kadınlar, dünyanınve yaşamın hem kendileri hem dediğer kadınlar için nasıl daha iyitasarlanabileceği konusunda görüş-lerini ve yaptıklarını anlatıyorlar.Kadına uygulanan fiziksel ve psikolo-jik şiddetle savaşmak, geleneksel vesınırlandırıcı şartları aşmak, kadın-ların güçlenmesi ve bilinçlenmesi gibibirçok konu ele alınacak. Kadınlarbuldukları ile yetinmiyorlar, onlardaha çoğunu istiyorlar, onlar hayatıdeğiştirmek istiyorlar.

HANIM EFENDĐ/film50 yaşındaki Ruža bundan 25 yılönce yeni ve daha iyi bir hayatümidiyle Đsviçre’ye gelmiştir. Buradabir hayat kurmuş ve vatanı Sırbis-tan’a dönmeyi düşünmemektedir.Onun yanında çalışan 60 yaşındakiMila ise Ruža’nın aksine senelerdenberi ailesiyle birlikte Đsviçre’de yaşa-makta ve yakında Hırvatistan’dakendi evini alma rüyasını gerçek-leştirebilmek için çok çalışmaktadır.Saraybosna’dan gelen 22 yaşındakiAna ortaya çıktığında, her ikisinin dedüzenli yaşamı ve kantindeki günde-lik hayat rayından çıkacaktır

SEVGĐLĐ CLARAAlmanca, Türkçe altyazılı.Almanya, 1850. Clara Schumann veRobert Schumann on yıldır evlidirler.Her ne kadar evliliklerinin en güzeldönemini arkalarında bırakmış ol-salar da, birbirlerine olan aşklarıhalen devam etmektedir. Zor ve belir-siz bir dönemden sonra her ikisi deDüsseldorf’da yeni bir hayata başla-mak istemektedirler. Robert belediy-eye bağlı bir müzik direktörü olarakkendisine ve karısına en sonundamali güvence sağlayabileceğini um-maktadır. Fakat hastalıklar ve de-presyon yüzünden büyük besteci şefolarak görevinde başarılı olamaz.Clara orkestra provalarında sık sıkonu temsil etmek zorunda kalır.

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu busene başlatmış oldukları “Natoya Hayır,Savaşa Hayır” kampanyaları çerçevesinde4 Nisan günü Kadıköy Đskele MeydanındaNato’ya Hayır temalı bir miting gerçek-leştirecek.

Öğrenci Gençlik Sendikası olan Genç -Sen şimdide Bağımsız Öğrenci HaberAjansını kurdu. Aynı zamanda KrizdeyizYarısını Öderiz isimli birde öğrencileri kap-sayan bir kampanya başlattı.

Gay, Lezbiyen, Transeksüellerin haklarınısavunan ve toplumda eşit bir yaşamisteyen Kaos GL dergisinin yeni sayısıçıktı.

Genç Praksis dergisi Sinema Atölyesi’deTarık Akan, Erdğan Aydın, Celalettin Can,Oral Çalışlar ve Ufuk Urasile görsel yakıntarih çalışması gerçekleştirdi.

1.Dergimizin 2 üyesi 10 Ocak - 28 Mart tarihlerinikapsayan TÜRSAK SĐNEMA SEMĐNERLERĐ’NEkatılım sağlıyor2.17 Ocak’ta Taxim Hill Oteli’nde SuyumaDokunma KampanyasıUluslararası Alternatif Su Fo-rumu hazırlık toplantısına katıldık.3.25 Ocak ‘ta ilk kez Đstiklal Caddesi’nde dergimizin7. sayısının elden dağıtımını yaptık. 4.26 Ocak’ta Karakalem Dergisi’ni, GarajĐstanbul’u,ROLL ve EXPRERS dergilerini, Goethe Alman KültürMerkezi’ni, EDEBĐYAT KOOP:’u ziyaret ettik.

5.31.Ocak’ta Đstiklal Caddesin’de ErgenekonÇetesinden Davacıyız yürüyüşüne katıldık.6.15 Şubat’ta Krizin Faturasını Ödemeyeceğizmitingine katıldık, dergi dağıttık.7.21 Şubat’ta Sabah Gazetesi-Atv çalışanları Gre-vi’nin eylemlerine destek verdik.8.28 Şubat’ta Đstanbul Kısa Filmciler Derneği ileSinema Emekçileri Sendikasını ziyaret ettik.9.28 Şubat’ta Darbelere Karşı 70 Milyon Adım Koal-isyonu tarafından organize edilen 28 Şubat VicdanMahkemesi’ne katıldık.

neler yaptık!

GENÇ PRAKSÝS GAZETESÝEdebiyat ve Kültür Sanat Gazetesi - Aylýk Süreli Yayýn

Sorumlu Yazý Ýþleri Müdürü Ve Ýmtiyaz Sahibi: Damla YýldýrýmGenel Yayýn Yönetmeni:Barýþ EnginYayýn Koordinatörü: Sýdal Utkucu

Editör:Aydýn YýldýrýmYazý Kurulu: Uðurcan Karateke, Ýlker Gökçeler(Namýk Kemal Lisesi), Özge Ko-

cakaya (ÖvgüTerzibaþýoðlu Anadolu Lisesi, Yanký Yýldýrým

Okul Temsilcileri: 50. Yýl Lisesi:Dilan Uslu, Ýstanbul Üniversitesi: Tülin Çakýr,Bornova Koleji:

Ozancan Yýlmaz, Övgü Terzibaþýoðlu Anadolu Lisesi: Özge Kocakaya, ÖmerSeyfettin Lisesi:

Güler Bayram, Namýk Kemal Lisesi: Elif Poyraz, Naci Þensoy Lisesi: ArzuKaraköse, Buca

Lisesi: Gizem Gül, Karataþ Lisesi: Batuhan Büyükayhan, Aydýn Doðan AnadoluÝletiþim Meslek

Lisesi: Merve Acar, Söke Hilmi Fýrat Anadolu Lisesi: Tude Biber, Karþýyaka Lis-esi: Umut Ýncesu,

Ege Üniversitesi: Nurgül Keçeli, Ýstanbul Üniversitesi: Osman Güven, BoðaziçiÜniversitesi:

Ezgi Ceylan, Bahçelievler Kocasinan Lisesi: Sezercan Ataasyas, FahrettinKerim Gökay

Anadolu Lisesi: Ayça Sena Akçor, Yýldýz Teknik Üniversitesi: Onur Yaray, Mar-mara Üniversitesi:

Süleyman Gürkan Anýl, Egeli Kadýn Yazarlar Platformu: Gönül Çatalcalý,Bahçeþehir Atatürk

Lisesi: Mehmet Özgür Yýldýrým - Grafik Tasarým: Barýþ ENGÝN - Halkla ÝliþkilerSorumlusu:

Damla Yýldýrým - Yönetim Yeri: Cumhuriyet Bulvarý No: 56 Gümrük - Konak /Ýzmir - MATBAA:

www.gencpraksis.liyiz.biz

Page 12: Genç Praksis Dergisi 8. Sayı