ekim geçliği - 133

40

Upload: kizilbayrak

Post on 26-Mar-2016

229 views

Category:

Documents


3 download

DESCRIPTION

Ekim Geçliği - 133 / Eylül

TRANSCRIPT

Page 1: Ekim Geçliği - 133
Page 2: Ekim Geçliği - 133
Page 3: Ekim Geçliği - 133

Üniversiteler cephesinden yeni bir dönemegirdiğimiz şu günlerde geride kalan dönemdekarşımıza çıkan saldırıların yeni dönemde dekatlanarak sürdüğünü görüyoruz. Sermayeninüniversiteler üzerindeki hesapları, emperyalizmindünyada ve özellikle de Ortadoğu’da çaldığı savaştamtamları, Türk sermaye devletinin emperyaliststratejilerde üstlendiği rol ve en meşru hakları içindirenen Kürt halkına yönelik olarak başlatılantopyekun imha savaşı yeni dönemin en yakıcıbaşlıkları durumunda.

Bu süreç, tüm bu başlıkları eksen alanalabildiğine sert ve kapsamlı bir mücadeleninhayata geçirilmesini yakıcı hale getirmiştir. Ohalde yapılması gereken şey tüm bunları özel birermücadele başlığı olarak ele almak, gençlikkitlelerinin militan karşı duruşunuörgütleyebilmektir.Üniversiteler sermayenin kıskacında

can çekişiyor!

Sermayenin üniversitelere yönelik saldırılarınıniçeriği geçtiğimiz dönemin sonlarına doğru iyiceaçığa çıkmıştı. Mayıs ayının sonunda yapılanUluslararası Yükseköğretim Kongresi’nde (UYK)“Bologna Süreci” olarak ifade edilen saldırılarınözü daha açık bir dille ifade edilmiş oldu. Bunagöre uzun süredir parça parça hayata geçirilenüniversitelerin yeniden yapılandırılmasına hızverilecek. Özellikle mali özerklik ve mütevelliheyetleri ile somutlanan idari yapılanmadakideğişikliklerle yeni dönem içerisinde daha ileriadımların atılmasının planları yapılmaktadır. Öyleki, bir dizi üniversitede yeni kayıt yaptıracaklariçin hazırlanan tanıtım makalelerinde sözkonusuüniversitenin Bologna Süreci’ne uygun adımlarıatıyor olması ile övünülmekte, yeni dönemde busürecin daha hızlı ilerletileceği ve üniversitenin busürecin toplamı ile uyum içerisinde olacağı“müjdelenmektedir”.

Bugüne kadar “Bologna Süreci” eksenli hayatageçirilen saldırıların kapsamı üzerine pek çok şeysöyledik. İdari yapılanma ve onun getirdiğimütevelli heyetleri ile üniversitelerin sermayenindolaysız olarak yönetimine gireceğini, maliözerklik denen şeyin ise esasında üniversitelerinparalı hale getirilmesi, dolayısıyla da sermayeyebağımlı hale getirilmesi demek olduğunuyayınımızda defalarca işledik. Bugün çubukbükülmesi gereken nokta ise saldırılara karşıörülecek mücadele hattıdır. Bu hattı ise“aydınlatma-örgütlenme-eylem” başlıklarındanoluşan bir süreç olarak görmek gerekir.

Yeni dönemde yapılması gereken ilk işsermayenin üniversitelerdeki planlarını teşhiretmek, “Bologna Süreci” başlığı altında toplananyeni dönem saldırılarının anlam ve kapsamını

üniversite öğrencilerine kavratabilmektir. UYK’daifade edilenlerin gerçekte ne anlama geldiği,üniversiteleri ve üniversite gençliğini nelerinbeklediği yönünde belli bir bilinç açıklığıyaratmaktır.

Sözkonusu aydınlatma/bilinçlendirme faaliyetiiçerisinde mümkün olan her araç ve yöntemikullanabilmek gerektiği açıktır. İmkan olanyerlerde bilgilendirme amaçlı standların açılması,yazılı ajitasyon materyalleri ile gençlik kitlelerinindikkatinin bu alana çekilmesi çabası ilk aklagelenlerdir. Bu süreçte bununla yetinilmemelidirelbette. Zira gençlik kitlelerinin ilgisini bu noktayayönlendirmeyi başarmak saldırıların kapsamı veniteliğini daha açık olarak anlatabilmeksorumluluğunu da getirmektedir. Bunun için dekonuyla ilgili toplantılar yapmak, olabildiği orandadiğer gençlik güçlerini de katarak panel,sempozyum vb. etkinlikler örgütlemek oldukçaönemli bir yerde durmaktadır.

Buradan geriye kalan da ortaya çıkarılan bilinçüzerinden gençliği örgütlemek ve saldırılarıpüskürtebilmenin tek yolu olarak sokağa/eylemedökebilmektir. Öğrenci gençliği sermayeninsaldırılarına karşı eylemli bir karşı koyuşaçağırırken gençlik mücadelesinin karşısındayükselen bir barikata dönüşen soruşturma-uzaklaştırma terörünün de mücadelenin temel birbaşlığı olduğunu unutmamalıyız. Geçtiğimiz seneboyunca birçok soruşturma ve uzaklaştırma cezasıile karşı karşıya kalındı. Yaz dönemindesoruşturmaların bir kısmı cezaya dönüştü, hattayeni yeni soruşturmalar açıldı. Sermaye hakgasplarını yoğunlaştırırken baskı ve yasaklarını daboyutlandırıyor. Saldırıları bütünlüğü içerisindegörmeli ve soruşturma-uzaklaştırma saldırısına

Saldırılar yeni dönemde de artarak sürüyor…

Devrimci mücadeleyi yükseltelim!

3

Öğrenci gençliği

sermayenin saldırılarına

karşı eylemli bir karşı

koyuşa çağırırken gençlik

mücadelesinin karşısında

yükselen bir barikata

dönüşen soruşturma-

uzaklaştırma terörünün

de mücadelenin temel bir

başlığı olduğunu

unutmamalıyız.

Page 4: Ekim Geçliği - 133

4

karşı mücadele hattımızı da örmeliyiz. Kürt halkına yönelik topyekun

imha savaşı!

Sermaye devletinin Kürt halkı üzerindeyoğunlaştırdığı baskı ve terörü yeni dönemde dahada artmış bulunuyor. Kürt halkının her eylemi bibergazı ve coplarla karşılanırken yoğun bir gözaltı vetutuklama terörü estiriliyor. Kürtçe, mahkemetutanaklarına “bilinmeyen bir dil” olarakgeçirilerek Kürt halkının dilinin ve kimliğinin inkaredilmesinde ısrar ediliyor. Diğer yandan, Kürthareketinin “demokratik özerklik” ilanı ile beraberdemokrasi maskesini kaldırıp savaş boyalarınısüren sermaye devleti, tehditten de öteye geçerek,Kürt halkına yönelik olarak topyekun bir imhasavaşı başlatmış bulunuyor. Kürdistan dağlarınahavadan ve karadan askeri operasyonlardüzenleyerek kirli savaşın dozunu arttırıyor.

Son dönemdeki önemli bir gelişme de Türksermaye devletinin Kandil’e yönelik hava saldırısıbaşlatması oldu. Kandil’e yönelik operasyonlardevletin Kürt sorunu karşısında çözümsüzkaldığını, gündeme getirilen “açılım” safsatalarınınfiyaskodan ibaret olduğunu gösterdi. Zira tam dabu yüzden geleneksel imha planına bir kez dahadört elle sarılmak zorunda kaldı. Askerioperasyonlar sürerken toplumda da şoven rüzgarlarestirilmeye çalışıldı. Askerlerin cenaze merasimlerive “teröre lanet” yürüyüşleri ile şovenizm zehritopluma pompalanmaya çalışıldı. Zeytinburnu’ndave Aydın’da yaşananlardan da görülebileceği üzere,şovenist kudurganlık daha uç boyutlara vardırılarakKürt halkına yönelik linçler ve katliam girişimlerigerçekleştirildi.

Her şeye rağmen sermaye devleti Kürt halkınaboyun eğdiremedi. Kandil’e ve diğer tüm bölgelereyapılan askeri saldırılar Kürt halkı tarafındaneylemlerle karşılandı. Hemen her yer eylemalanına çevrildi. Kürt analarının başını çektiğiazımsanmayacak sayıda insan tüm tehditlere hattasaldırılara rağmen Kandil’e canlı kalkan olmaküzere yollara döküldü.

Gençlik, Kürt halkına yönelik imha saldırılarınave saldırılar karşısında ortaya çıkan direnişekayıtsız kalamaz elbette. Bugün yapılması gereken,gençliği Kürt halkının mücadelesindetaraflaştırmak ve direnişe destek olmaktır. Baştaanadilde eğitim olmak üzere, Kürt halkının meşrutaleplerini sahiplenmek ve bu taleplerikampüslere/eylem alanlarına taşımaktır.Çelişkiler tüm dünyada derinleşiyor!

Bugün dünyanın çeşitli gelişmelerleçalkalandığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Gelişmişkapitalist ülkelerde ortaya çıkan ekonomik krizler,emperyalizmin yeni saldırı dalgası ve tüm bunlarakarşı emekçilerin ve halkların gösterdiği öfkepatlamaları…Yeni dönemde dünya çapındayaşanan tüm bu gelişmeler emperyalist kapitalistsistemin onulmaz çelişkilerinin daha daderinleşerek kendi sonunu hazırlamayabaşladığının işareti sayılabilir.

Dalga dalga vuran kapitalist kriz, gelinen yerdeAvrupa’nın ileri ülkelerini de etkisi altına almışbulunuyor. Yunanistan, İtalya, Fransa ve İspanyagibi ülkelerde yaşanan ekonomik krizlerkapitalizmin çürümüşlüğünü ortaya seriyor. Öyleki, ne kadar önlem alınmaya çalışılırsa çalışılsın,

kapitalist sistem bu krizlerden kurtulamıyor.Tersinden, kriz her dalgada daha yıkıcı etkilerlekendisini ortaya koyuyor.

Bugün yapılabilen tek şey ise krizi tekrar tekrarertelemek oluyor. Kapitalizm krizi yönetmehünerini göstererek yıkıcı darbeyi her seferindeileri bir zaman dilimine atıyor. Bir hüner olaraksergilediği yönetme başarısının sırrı ise faturanınemekçilere ödetilebilmesinde yatıyor.

Bunun sonunca dünyanın tüm emekçilerininçalışma ve yaşam koşulları daha da kötüleşiyor vesefalet her geçen gün derinleşiyor. Ancak bu seferkapitalistlerin işi kolay olmayacağa benziyor.Yüklendikleri fatura ile omuzlarındaki kamburunarttığını fark eden işçi ve emekçiler grev vedirenişlerle bu faturayı ödemeyi reddediyorlar.Yunanistan’da defalarca genel grev yaparken,İspanya gibi ülkelerde ise yüzbinler olupmeydanlara akıyorlar. Ya da Londra’daki gibi biröfke patlaması yaşanıyor ve kapitalist metropolleremekçilerin öfkesi ile yangın yerine çevriliyor.

Öte yandan, dünya yeni bölgesel emperyalistsavaşların eşiğinde bulunuyor. Ortadoğu’daki halkayaklanmalarının etkisi ile diktatörünü devirmeyeyürüyen Libya halkının özlemleri istismar edilerekLibya emperyalist güçlerin paylaşımına ve işgalineaçılıyor. Emperyalistlerin göz diktiği ülkelerdenbiri olarak Suriye emperyalist bir müdahaleninhedef tahtasına çakılıyor. Emperyalizmin Ortadoğuiçin bölgesel karakol misyonu biçtiği Türk devletide tüm bu süreçteki uğursuz rolünü eksiksiz olarakoynuyor elbette.

Tüm bu yaşananlar emperyalist kapitalistsistemin dünya ölçeğinde bir buhran yaşadığını,faturanın emekçilere ödetilmesi ya da emperyalistişgal gibi yöntemlerle buhranın tahrip gücünüdüşürmeye çalıştığını gösteriyor. Bunlaradayanarak “ya kapitalist barbarlık içinde yok oluşya sosyalizm” ikileminin giderek derinleştiğinisöylemek mümkün. Bu da bu ikilemin yakıcılığınıgençlik kitlelerine anlatma, emekçilerin vehalkların direnişini gençliğe yayma, devrim vesosyalizmin bayrağını en yukarıda dalgalandırarakkitleleri bu bayrak altında toplanmaya çağırmasorumluluğunu beraberinde getiriyor.

Artan baskılara karşı saldırıları

göğüsleyelim!

Buraya kadar söylediklerimizin tümü yenidönemde baskı ve terörün de dozunun artacağıanlamına geliyor. Dünya’da ve Türkiye’de yaşanantüm bu gelişmeler karşısında ortaya konacaktepkilerin düzenin baskı ve terörü ile karşılanacağıaçıktır. Bu gerçek geride kalan dönemin sonlarındada kendisini belli etmişti zaten. Bugün de özellikleKürt halkına yönelik saldırılarda kendisini somutolarak göstermektedir.

Açık ki toplumun hemen tüm kesimlerineyönelik gözaltı ve tutuklama terörü artacak, enmeşru eylemler bir polis terörü ile karşılanacak,tüm bunlara ek olarak üniversite gençliğisoruşturma/ceza terörü ile sindirilmeyeçalışılacaktır. Bu baskı ve terörüetkisizleştirebilmenin tek yolu ise mücadeleyiyükseltmektir. Devrimci gençlik hareketimizintarihi bu açıdan bir dizi olumlu örneğe sahiptir vetarih bu örneklere yenilerinin eklenebilmesinizorunlu kılmaktadır.

Yüklendikleri fatura ile

omuzlarındaki kamburun

arttığını fark eden işçi ve

emekçiler grev ve

direnişlerle bu faturayı

ödemeyi reddediyorlar.

Yunanistan’da defalarca

genel grev yaparken,

İspanya gibi ülkelerde ise

yüzbinler olup

meydanlara akıyorlar. Ya

da Londra’daki gibi bir

öfke patlaması yaşanıyor

ve kapitalist metropoller

emekçilerin öfkesi ile

yangın yerine çevriliyor.

Page 5: Ekim Geçliği - 133

Eğitim sistemindeki çürümüşlük geçtiğimizdönemde şifre skandallarıyla bir kez daha açığaçıktı. Birbiri ardına gelen kopya/şifre iddiaları veÖSYM’nin bu konudaki acizliği ise durumunvehametini ortaya koyuyordu. Liselilerin kitleseleylemleriyle düzenin efendilerini telaşlandıran budurum karşısında, devlet cephesinden alınan tutumise kurtuluşumuzun örgütlü mücadeleden geçtiğinibir kez daha gösteriyordu. Zira liselilerinöfkesinden korkan devlet şifre skandalını kabuletmek zorunda kalmış, ancak ÖSYM başkanı AliDemir’i savunmaktan da geri durmamıştı. Dahasıyapılan eylemleri “terör örgütlerinin parmağıvar” demagojileriylekaralamaya çalışanAKP şefi TayyipErdoğan, “istesek bizde 10.000 gencisokağa dökeriz”söylemleriyle gençliğintalepleriyle uzaktanyakındanilgilenmediğinigöstermişti.

Aynı dönemde birçokgenç düşük puan aldığıiçin intihar etmişti. Butravmanın sorumluları dayine aynı dönemde mitingmeydanlarında gençliğin oyunu çalmanın binbiryolunu arıyorlardı. AKP’den diğer düzen partileriMHP ve CHP’ye kadar eğitim sisteminin bu halegelmesinden sorumlu olanlar gençliğe kurtuluşunkendilerine oy vermekten geçtiğini anlatıyorlardı.Esasta birbirinden farksız olan bu partilerarapsaçına dönen sınav sisteminin asıl mimarlarıoldukları kadar gençliğin taleplerini karşılamaktanda uzaktırlar.

Hayalimizdeki üniversiteler…

Tüm bu karmaşanın ardından gelen tercihdönemi ise sessiz sakin geçti. Birçoğumuzhayalimizdeki üniversiteleri sıraladık tercihlistelerine, birçoğumuz ise neresi olursa olsundiyerek adeta bir kumar oynadık.

Kimimiz keza bir üniversiteye yerleştik ve işteyıllardır hayalini kurduğumuz kampüsteyiz… Önceeğitimimiz için gerekli olan har(a)cı ödemekzorundayız daha sonra kitap, kalem, defter…“Aman evladım sakın olaylara karışma!” nasihatinide aldık ve nihayet üniversitede ilk günümüz…Şimdi size okulumuzu gezdirelim…

* Öncelikle nizamiye girişinde veyaturnikelerde kimliklerimizi onaylatmamız gerekir.Kapıda ve her fakültede yaklaşık 10 tane olan şuüniformalılar ÖGB(Özel Güvenlik Birimi)’dir. Neişe yararlar diye soracaksınız. Güvenliğimizi

sağlamak mı? Hayır, onlar polisin okuldabulunmadığı durumlarda polis işlevi görürler. Afişyırtarlar örneğin veya bildiri dağıtan öğrencileritartaklarlar ya da stant açan öğrencilerin kafasındamasa parçalarlar.

*Şu her köşe başında veya her fakültedebulunan kameralar ise MOBESE’dir. Bir tanesi 2bin TL olan bu kameralar yüz tanıyabilme, dudakokuyabilme vs. özelliklere sahiptir. Yani lafınkısası üniversitemizde her daim meçhul bir gözbizi gözetler.

*Okulumuzdasivil/resmi polisler ellerinikollarını sallayarakgezebilirler.

* Metrelerce uzayankuyruklar ise yemekhaneve ulaşım kuyruklarıdır.

*Gördüğümüzeğitim ezberci ve bilim-dışıdır.Düşünmememiz,sorgulamamamız ve enönemlisi deeleştirmememizistenir bizden.

İşte hayal ettiklerimiz ve bu düzenin bizesundukları... Yukarıdaki listeyi sayfalarcasürdürebiliriz ancak yazının sınırları içinde mevcutdurumu ortaya koymaya çalıştık. Eğitimdekiçürümeden nasibini alan üniversitelerin haliortadadır. YÖK’ün dikensiz gül bahçeleri yaratmakiçin kullandığı ve yıllardır yürürlükte olan baskıcıve anti-demokratik uygulamalar gençliğinöfkesinin bastırılması için önemli bir işlevgörmektedir. Ve egemenlerin bu derecedepervasızlaşmasının gerisinde buradan aldığı güçvardır.Geleceğimiz ve özgürlüğümüz için...

Bugün bizlere düşen ise, tüm bu uygulamalarkarşısında sessiz kalmamak ve örgütlü mücadeleyibüyütmektir. Çünkü geleceğimizikazanabilmemizin tek yolu kapitalist barbarlıkdüzenini yıkmaktan ve paranın padişahlığına sonvermekten geçer. Çünkü özgürlüğümüzükazanmamızın tek yolu bu düzeni baskı aygıtlarıylabirlikte tarihin çöplüğüne göndermekten geçer.Üniversite kapılarını şifrelerle işçi ve emekçiçocuklarına kapatan da üniversitelerde paralıeğitimle gençliğin belini büken de bu düzeninkendisidir. Bizler ise geleceğiz! Geleceğimiz deözgürlüğümüz de ellerimizdedir. Kendi ellerimizlekurulacak olan ise, düzenin tüm kirliliklerinden,sahteliklerinden, eşitsizliğinden arınmış yeni biryaşam, sosyalizm olmalıdır.

Geleceğin şifresi örgütlü mücadelede!

5

Eğitimdeki çürümeden

nasibini alan

üniversitelerin hali

ortadadır. YÖK’ün

dikensiz gül bahçeleri

yaratmak için kullandığı

ve yıllardır yürürlükte

olan baskıcı ve anti-

demokratik uygulamalar

gençliğin öfkesinin

bastırılması için önemli

bir işlev görmektedir. Ve

egemenlerin bu derecede

pervasızlaşmasının

gerisinde buradan aldığı

güç vardır.

Page 6: Ekim Geçliği - 133

Kısa sayılabilecek bir zamandır televizyonda,uzunca sayılabilecek bir zamandır ise ODTÜkampüsü içerisinde “I Brain ODTÜ” adlı birkampanya yürütülüyor. Kampanyanın amacıüniversite tercihleri yapacak olan öğrencilerindikkatinin çekilmesi. ODTÜ kampüsünde kırmızıüzerine beyaz yazılı “I Brain ODTÜ” tişörtlerinigörmeye başladığımız gün 2 Temmuz’du. Açıkçasışaşırmıştık ve anlam verememiştik ilkin. 10., 20.,30., 40. yıl mezuniyet madalyalarını almaya gelenyarım asırlık ODTÜ’lü çınarlar bukırmızı tişörtlerleokulun birçokyerinde fotoğrafçektiriyorlar vesankiçocukluklarınıyenidenyaşıyormuş gibieğleniyorlardı.

Bir kaç günsonra “Bizlerdünyayıdeğiştirebiliriz,çünkü bizODTÜ’lüyüz” temalıbir sloganla,“marjinal” görevleriolan “sıradan” ODTÜmezunlarıyla yapılan röportajımsı bir kısa filmyayıldı sosyal medyada. Tüm bu ODTÜ’lüler“ODTÜ Manifestosu”ndan birer cümleokuyorlardı. Şimdilerde ise burjuva medyada aynıfilmi izlemekteyiz.

Peki bizler soruyoruz:ODTÜ ruhu, ODTÜ kültürü dediğiniz şey

madem ki devrimci birruhtur, madem kidünyayı değiştirmearzusudur, nedenonu kapitalizminhizmetinesunuyorsunuz?Bir insan bir şeyisevebilir.Sevgide bireşitlik halivardır. Enazındanhepimiz sevmekapasitesinesahibiz.Kimimizçiçeği,böceği sever,kimimiz isemücadele

içinde yeniden öğrenir insanlığı sevmeyi… Amaöyle ya da böyle severiz. Lakin zeka ve yeteneklereşit gelişim olanaklarından yoksundur. Eşitsizliğiyaratan da kapitalist düzenden başkası değildir. Bizsosyalistlerin payına zeki ve akıllı olanların dahaiyi bir hayat şansına sahip olacağı bir dünya bizimdünyamız olamaz. Bir insan daha zeki ve akıllıolduğu için niye daha iyi bir yaşam standardınasahip olsun ki?

Kabul edilemezolan zekâkonusunun çirkinceODTÜ’nündevrimci ruhunuistismar etmek içinreklâma malzemeedilmiş olmasıdır.Peki ama, bueşitsizliği niyekör parmağımgözüne misali birlogo halinegetiriyorsunuz?Dahası buokulun enbüyük

paydasını oluşturan veasıl sahipleri olan biz öğrencilere sormadan böyle

bir reklâmı neden yapıyorsunuz? Acaba sırf tabanpuanları düşüyor diye böyle çirkin bir girişimdebulunmuş olmayasınız?

Reklâm filmine harcadığınız para yerine yurtkoşullarını iyileştirip yurtlar yaptırsanız, enazından o yurtları yaşanabilir hale getirseniz,öğrencilerin konaklama ve barınma sorunlarınıçözseniz okulumuz için daha iyi şeyler yapmışolmaz mısınız? Sizler dünyayı değiştirmeiddiasında bulunmadan önce ODTÜ’yü ve kendikafalarınızı değiştirin. Anadilde eğitim ve parasızeğitimi gündeminize alın, ÖGB’yi üniversitedenkovun, ÖTK’nın nasıl öğrenci temsiliyetinisağlayabileceğini konuşun mesela. Zira kendinideğiştiremeyen başkasını da, dünyayı dadeğiştiremez.

Dünyayı değiştirmek iddiasında bulunmakherkesin harcı değildir. Bu iddiada bulunmakdevrimci olmayı gerektirir. Mücadele etmeyi ve buuğurda bedel ödemeyi gerektirir. Bilincini vehünerini devrimci mücadelenin ihtiyaçlarınasunmak demektir devrimci olmak. Devrimciliği veODTÜ’nün devrimci geleneğini kendi çıkarlarınızaalet edemezsiniz. Çünkü bu dünyayı değiştirecekolan, sermaye düzenini tüm çirkinliğiyle tarihinçöplüğüne gönderecek olan, devrimci işçilerleberaber devrimci ODTÜ’lülerdir. Sizler değil…

ODTÜ’den bir Ekim Gençliği okuru

“I brain METU” üzerine…

“Önce ODTÜ’yü ve kafalarınızı değiştirin”

Dünyayı değiştirmek

iddiasında bulunmak

herkesin harcı değildir.

Bu iddiada bulunmak

devrimci olmayı

gerektirir. Mücadele

etmeyi ve bu uğurda

bedel ödemeyi gerektirir.

Bilincini ve hünerini

devrimci mücadelenin

ihtiyaçlarına sunmak

demektir devrimci olmak.

6

Page 7: Ekim Geçliği - 133

Ankara sevgisi mi, rant heyecanı mı?

Öğrencilerin yaz tatilinde olduğu bir dönemdeODTÜ'nün imar planı ile ilgili bir yağmanın önüaçılmaya çalışılıyor. Bilindiği üzere Melih Gökçek;ATO (Ankara Ticaret Odası), ASO (Ankara SanayiOdası), AGSD (Ankara Giyim SanayicileriDerneği) gibi sermaye gruplarının yaptıkları“Trafiğin rahatlaması için bu yolun ODTÜarazisinden geçmesi şart”, “Ankara’nın gelişiminihiçbir kurum ve kişi engellememeli” tarzındaaçıklamalara hak verdiğini belirtmiştir. Gökçek,ODTÜ içerisinden geçirilecek yolun Eskişehiryolunu rahatlatacağını iddia etmektedir. Yeni projeile, Eskişehir yolunun ODTÜ arazisinde inşaedilecek yol ile Konya yoluna bağlanmasıplanlanmaktadır.

Atatürk Orman Çiftliği’ni de yağmalamak içinhazır bekleyen Gökçek çetesi, projeler hakkındadava açan bilirkişileri de suçlamaktan geridurmuyor. Arkasına sığındıkları sebeplere bakıncasanırsınız ki Ankara’nın ODTÜ’den başka sorunukalmamıştır. Ankara’da 17 senedir bitirilemeyenraylı sistem sorunu ortada durmaktadır. Ancakkarayolunu teşvik eden, bundan da vahimi toplutaşımayı bile rant alanı haline getiren anlayış şimdide gözünü ODTÜ’nün ormanlık arazilerinedikmiştir. Eymir Gölü rantçıların iştahını kabartıyor

ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Mezunu,Yüksek Şehir Planlamacısı, Gazi Üniversitesiöğretim üyesi Doç. Dr. Metin Şenbil, yaptığıaçıklamada ODTÜ’nün bu zamana kadar imarplanı olmadığını, Melih Gökçek’in dört beş seneevvel “ruhsatı yok, bu binaları yıkacağım”demesinden sonra ODTÜ’nün geç kalmış imarplanı çalışmalarını başlattığını belirtti. Şenbilyaptığı açıklamada şu ifadelere yer verdi: “ODTÜkıskaç altına alınmaya çalışılıyor. Eymir Gölü’nübelediyeye vermesi veya ODTÜ içerisindenEskişehir yoluna paralel yeni bir yola sessizkalması için ODTÜ sıkıştırılıyor. Eymir GölüAnkara’daki rantçıların iştahını kabartan birbölgedir. Amaç imar planındaki yüzde 40’lıkdüzenleme ortaklık payıyla Eymir Gölü veçevresini ele geçirmek. Yapmayı amaçladıkları

şeyin hiçbir yasal dayanağı yok. Böyle önemli birkonunun öğrencilerin okulda olmadığı tatilzamanına denk getirilmesi ise manidardır.”

Eskişehir yolunu rahatlatmak için planlananyeni yolun trafiği hafifletmeye yetmeyeceğiniekleyen Şenbil, 6 aylık metrobüs çalışmasıylaEskişehir yolunun yükünün azaltılabileceğikanısında. Eymir Gölü ve ODTÜ ormanlarınınAnkara için vazgeçilmez olduğunu da ifade edenŞenbil, Ankara’nın kirli havasında ODTÜormanları olmaksızın nefes almanın imkânsızolduğunu belirtti. Yalnızca ODTÜ’lülerin değilAnkara’da yaşayan herkesin ODTÜ’ye veormanlarına sahip çıkması gerektiğini sözlerineekledi.

Yol mücadelesi sanalda başladı

Doç. Dr. Metin Şenbil’in ODTÜ üzerinekaleme aldığı bildiri, internette kısa sürede birçokkullanıcı tarafından paylaşıldı. Bildiriyi alarak,“imza.la/odtu-yol-olmasin” adlı bir internet sitesioluşturan ODTÜ öğrencileri ise, kampüsün içindenyol geçirilmesine karşı imza kampanyası başlattı.Başlatılan kampanyada 20 bin 506 imzaya ulaşıldıve bu rant projesine “hayır” denildi. Bu “sırtlansürüsünün” iştahını kabartan ODTÜ’ye son darbeyivurmak için sabırsızlandığı görülmektedir.Saldırıyı püskürtmenin tek yolu ise kitlesel-örgütlüve de militan eylemlilik sürecidir. Bugün bizlereparalı eğitimin dayatıldığı, emekçi çocuklarınaüniversitelerin kapılarının kapatılmaya çalışıldığı,her geçen gün sorunlarımızın katmerlenerek arttığıbir süreçte bu mücadelenin yakıcılığı aşikârdır. Bugörev üniversitelerin asıl sahipleri olan biz gençliğitüm gerçekliği ile beklemektedir.

Geçtiğimiz dönem ODTÜ’de “Başkaldıran”ODTÜ öğrencileri bu projenin hayatageçirilmesine izin vermeyecektir. Sermayedarlarınçıkarları uğruna yaşam alanlarımız olankampüslerimizin talan edilmesine karşılıkokulumuzu savunmak en meşru hakkımızdır. Buyüzden buradan bir kez daha sesleniyoruz:“ODTÜ’nün yağmalanmasına izin vermeyeceğiz!”,“Sermaye defol, ODTÜ bizimdir!”

ODTÜ’den EG okurları

“ODTÜ’nün yağmalanmasına

izin vermeyeceğiz!”

7

Saldırıyı püskürtmenin

tek yolu ise kitlesel-

örgütlü ve de militan

eylemlilik sürecidir.

Bugün bizlere paralı

eğitimin dayatıldığı,

emekçi çocuklarına

üniversitelerin kapılarının

kapatılmaya çalışıldığı,

her geçen gün

sorunlarımızın

katmerlenerek arttığı bir

süreçte bu mücadelenin

yakıcılığı aşikârdır. Bu

görev üniversitelerin asıl

sahipleri olan biz gençliği

tüm gerçekliği ile

beklemektedir.

Page 8: Ekim Geçliği - 133

YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’ın yükseköğretimin yenidenyapılandırılması için üniversitelerden hazırlamasını istediğiraporlardan ilkini ODTÜ verdi. ODTÜ’nün 20 akademisyeninçalışması ile hazırlanmış olan 28 sayfalık raporu, tek tip üniversiteyapısından vazgeçilmesi gerektiğini ifade ediyor ve üniversitelerinalanlara göre uzmanlaşmaları gerektiğini vurguluyor.

ODTÜ’nün raporunu biz de üniversitelerin öğrencileri, eğitimemekçileri ve üniversite çalışanlarının gözüyle çözümlemeyeçalışalım.

Üniversiteler, egemen sınıfın gölgesine yeni girmedi/girmiyor.Sermaye egemenliğinden emin oldukça, üniversiteler üzerindekitahakkümünü de gizleme gereği duymadan hareket ediyor.Günümüzde üniversitelerin yönetiminde bulunmaları dahi kanıksanırhale geldi. Sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda yapılandırılan eğitimsüreci, üniversiteler, üniversite sonrası yaşamı (meslek, meslekikurslar vb) içerisine alacak biçimde şekillendiriliyor. YÖK’üntartışmaya açtığı, ODTÜ’nün de yanıt verdiği üniversitelerin yenidenyapılandırılması da bu sürecin ürünüdür zaten.

O nedenle sermaye bugün Türkiye’de neye ihtiyaç duyuyor,üniversitelere dönük ne gibi müdahaleler hedefliyor, yeni dönemdekarşımızdaki saldırılar neler olacak? Bu soruların cevabını ODTÜ’nünraporunda bulmak mümkün. Bu soruların cevabını, aynı zamandageçtiğimiz Mayıs ayında toplanan UYK (Uluslararası YükseköğretimKongresi)’nın tartışmalarında, kararlarında bulmak mümkün.

ODTÜ’nün raporunda sözde açılımlarını yoğunlaştırdığı noktalarneler? Üniversitelerin tek tipleşmesine karşı atılacak adımlar,uzmanlaşma, her üniversitenin öğrencilerini kendisinin seçmesi, YÖKyerine YÜKKUR’un (Yükseköğretim Koordinasyon Kurulu)kurulması... ODTÜ’nün bu raporu bize UYK’daki tartışma başlıklarınıve 2020 yılına kadar tamamlanmaya çalışılan Bologna Süreci’ninhedeflerini anımsatıyor. Tüm bu altı çizilenlerle ODTÜ’nünkendinden menkul bir tartışma yürütmediğini iyi anlamak gerekiyor.Sermayenin güncel ihtiyaçları çerçevesinde üniversite yönetimlerinedüşen misyonu, koşunun hızlı çocuğu olarak ODTÜ Rektörlüğüyerine getiriyor, o kadar.

YÖK’ün kaldırılıp yerine YÜKKUR’un oluşturulması önerisinegöz atalım. YÖK’ün kaldırılması özellikle son bir senedir yoğun birşekilde tartışılan bir gündem. 27 Kasım ve 4 Aralık tarihlerindebaşbakanın rektörleri el pençe divan karşısına dizerek attığı nutuklartam da YÖK’ün artık kalkması gerektiğine dairdi. YÖK Başkanı YusufZiya Özcan’ın cümleleriyle, “YÖK çok yıpranmış bir kurum, neyapsak adımızı temizleyemiyoruz” denilerek isim değişikliğinegidileceği işaret edilmişti. ‘80 darbesinin ardından kurulan YÖKsermayenin üniversiteler üzerindeki postalı olarak esasta eğitiminticarileştirmesine hizmet etti. Bugün üniversitelerin yönetimindegidilen değişiklik, YÖK’ün yeni ihtiyaçlara uyarlanması vecilalanmasından başka bir anlam taşımıyor.

YÜKKUR, üniversitelerin ihtiyaçlarını planlayacak veyönlendirmelerde bulunacak bir kurum olarak tasarlanmaktadır.Raporda yetkileri program açma-kapama, kuruluş aşamasındakiüniversiteleri yönlendirme, her üniversitede oluşturulacak üniversitekonseyine üniversitelerin önereceği isimlerden görevlendirme olaraktarif ediliyor. YÜKKUR ile üniversiteler arasında koordinasyonu

sağlayıp YÖK’ün misyonunu üstlenecek her üniversiteye aitYÖK’cükler kurmayı hedefliyorlar. Mütevelli heyetleriolarak adlandırdıkları YÖK’cüklerde, üniversitenin

bulunduğu ildeki sermaye gruplarından temsilci/temsilciler, emniyet,belediye vb. kurumlardan görevliler ve akademik kadrodan birkaçisim yan yana getirilecek. YÖK kanalı ile bugüne kadar yaptıklarınıüniversite yönetimlerinde oluşturacakları yeni biçim ile birlikte dahadoğrudan ve yerinden müdahalelerle gerçekleştirmiş olacak.

Üniversiteler sermaye için tek tipleştiriliyor!

Eğitim sistemi ilkokul sıralarından itibaren müfredatından,sınavlarına kadar tek tipleştiren bir anlayışa sahip. “Tek tip devletüniversitesi anlayışından vazgeçilmeli ve yeniden yapılandırmayladevlet üniversitelerimizin misyonları paralelinde yapılanmalarınaolanak sağlanmalıdır” diyen rapor, elbette ki eğitim sistemi ile köklübir hesaplaşma çabasında değildir. Burada üniversiteleri “tek tip”liktenkurtararak kendi yollarını yürüyen, belli alanlarda “uzmanlaşan”kurumlara dönüştürmek anlayışı ortaya konuluyor. Üniversitelerinuzmanlaşması adı altında sermayenin ihtiyaçlarına göre üniversitelerarasında işbölümüne gidilecek, beraberinde de üniversiteler arasındauçurumlar oluşacak.

Rapor yükseköğretimin yapısında “Bu kapsamda; ‘Üniversiteler’başlığında; İleri Araştırma Üniversiteleri (İAÜ), Doktora-YüksekLisans Üniversiteleri (DYÜ), Yüksek Lisans ve Lisans Üniversiteleri(YLÜ) yer almalıdır. ‘Üniversiteler dışındaki yükseköğretimkurumları’ başlığı altında da; Lisans ve mesleki eğitim yükseköğretimkurumları (LMY) ve Özel İlgi yükseköğretim kurumları (ÖİY) yeralmalıdır” şeklinde bir sınıflandırmaya gidilmesi gerektiğinibelirtiyor. Bu uygulama ile sermaye, ihtiyaçları doğrultusundayönelim-yatırım alanlarını seçecek. Kendisine kar getirmeyeceküniversitelere yatırım yapmakla uğraşmayacak. Devlet de topyekününiversitelere bütçe ayırmaktan kurtulmuş olacak.

Hazırlanan rapordaki yükseköğretimde sınıflandırma önerisine iseYÖK’ün bir itirazı var. İtiraz ettiği nokta bu uygulamanın ODTÜ,Boğaziçi, Hacettepe vb. gibi üniversitelerde hayata geçmesineyönelik. YÖK bu uygulamanın, bu üniversiteler yerine yeni açılanüniversiteler için uygun olduğunu belirtiyor. Yeni açılmış, kadrosorunu çeken, eğitim noktasında sıkıntılar çekilen, çoğu tabeladüzeyini geçemeyen bu üniversiteler hangi birikim üzerindenuzmanlaşacaktır.

Geçen sene yaşanan şifre skandalı gerekçe gösterilerek ÖSYM’nindevre dışı bırakılacağı bir öğrenci yerleştirme sisteminin getirilmesi deönerilenler arasında. “Üniversitelerin kontenjanlarının bir kısmınakendi sistemleriyle seçecekleri öğrencileri kabul etmelerine diğerkısmına ise merkezi sistemle öğrenci yerleştirilmesine olanaksağlanmalıdır” diyen rapor, aslında eleme sınavı mantığınıreddetmemekte, rektörlüklere ihtiyaca göre kullanılacak bir kontenjanistemektedir. Şifreyi bahane edip, kendi kriterlerine uygun öğrenciseçebilmenin önünü açan başka bir biçim yaratıyorlar.

Rapor, üniversitelerin ve eğitim sisteminin yaşadığı sıkıntılarınözüne dair herhangi bir değişikliği içermiyor. Üniversitelerin yenidenyapılandırılması sürecinde üniversitelerin tek tipliğinden dem vuruyor,YÖK’ü de ailenin kötü çocuğu ilan ederek yeni kurumlar ve yönetimbiçimleri tarifliyor.

Tek tip yapının son bulması üniversitelerin özgür olabilmesinebağlıdır, üniversitelerin özgür olabilmesi de sermayeden bağımsızkarar alarak hareket edebilmesiyle mümkündür. Üniversiteler üzerindesermayenin ve devletin tahakkümü son bulmadığı süreceüniversitelerin tek tiplikten kurtulma şansı yoktur.8

ODTÜ tek tip üniversiteye karşı(!)...

Özgür üniversite için sermayenin

tahakkümüne hayır!

Page 9: Ekim Geçliği - 133

LYS sonuçlarının açıklanmasının ardından üniversite tercihleribaşladı. Yüzbinlerce genç bir nebze ilgi duydukları, ailelerinin istediğiya da hedefledikleri bölümleri ve üniversiteleri tercih listelerindesıralayacaklar. Gençlerin üniversitelere nasıl yerleşeceklerini ise istekve yetenekleri değil, elemeci eğitim sistemi belirleyecek.

Üniversite diploması burjuvazinin milyonlardan çaldıklarıkarşısında hep bir “gelecek vaadi” olmuştur. Bugün üniversitegençliğini mezuniyet sonrası bekleyen kölece çalışma koşulları ileişsizlik ve geleceksizlik, rekabetin en berbat biçimleri üzerine kuruluyanılsamalar ile gizlenmek istenmektedir.

Üniversite ve bölüm tercihinin de bu rekabetin bir parçası olduğuvurgulanırken, gençliği bekleyen sefaletin sebebi çürümüş kapitalistdüzen ve onun eğitim sistemi değil “başarısızüniversiteler” ve “geleceği olmayanbölümler” gibi gösterilmek istenmektedir.Düzen buna bir “çözüm” olarak ise, gençliğiyüzlerce üniversite ve bölümden oluşan birtercih havuzunda oyalanmaya davetetmektedir.

Bu aldatmaca yarışında, “vakıf” adıaltında mantar gibi türeyen özel üniversitelerbirçok açıdan öne çıkmaktadır. Zira, eğitiminticarileştirilmesi sürecinin en somutörneklerinden olan özel üniversiteler,“üniversite=şirket, öğrenci=müşteri”denkleminde ‘devlet üniversitesi’statüsündeki “rakiplerine” belirgin bir farkatmanın yanısıra, tercih dönemlerini de adetabirer “reklam ve promosyon yarışına”çevirerek kapitalizmin eğitim anlayışınıgözler önüne sermektedir.

Bu reklamların esas görevi elbette sadecekontenjanları doldurmak değil, gençliği birbütün olarak burjuvazinin “gelecek serabına”hapsetmektir. “Her bütçeye uygun diploma,

özel promosyonlarla!”

Özel üniversiteler yüksek ücretleri ile ticari eğitim pazarından payalabilmek adına adeta mağazaların “sezon sonu kampanyaları” ileyarışmaktadırlar. 10 bin TL’den başlayan ücretlerin rahatlıkla 40 binTL’yi aştığı bu kurumlarda, tercih dönemlerinde onlarca indirim vekampanya öğrencileri beklemektedir! “Müşterileri”, yani adayöğrencileri kendilerine çekebilmek için türlü promosyonları devreyesokmaktadırlar: Kimileri tüm öğrencilerine sağlık sigortası yaparken,kimileri dizüstü bilgisayar vermekte, kimileri aylık 2 bin TL’ye varanmaaşlar bağlarken kimileri ise altlarına 35 bin TL’lik arabalarçekmektedir. Bunların yanında taksitlendirme oldukça yaygındır veihtiyacı olana kredi imkanı da sunulmaktadır! Görüldüğü gibi, sözünüettiğimiz üniversiteler bir mağazadan farksız iş görmektedirler.

Elbette bu dudak uçuklatan uygulamaların, halihazırda ticarethanegibi çalışan devlet üniversitelerinde de adım adım hayata geçirilmekisteneceğine şüphe duyulmamalıdır. Geleceğimizi çalan asalaklar reklamların başrollerinde

Özel eğitim kurumları öteden beri Türkiye’de de sosyal haklarıtırpanlayan bir mekanizmanın parçası olarak işlemişlerdir. Bu

unutulmaması gereken gerçek ile özel üniversitelerin reklamlarınabirkez daha baktığımızda, yaşadığımız sefaletin ve geleceksizliğinsorumlusu olanların ve ikiyüzlü burjuva yalakaların üniversitereklamlarında gelecek vaadetmesi bize yeterince şey söylemektedir.“Sen de benim gibi olmak istemez misin?”, “Benim gibi güçlüinsanlarla aynı tarafta olmak istiyorsan elinden geleni yap ve şu okulakayıt ol!” diyen bu yüzlerle düzen, geleceğin eğitim almaktan değil desermayenin hizmetine koşmaktan geçtiğini anlatmaktadır. Gençliğe,bu yolla sömürü düzenini benimsemesi ve onun bir alternatifininolamayacağına kendini ikna etmesi de telkin edilmektedir.

Özgürlüğü satılığa çıkaranların

sahte hayallerini parçalayalım!

Tüm üniversiteler söz konusu‘özgürlük’ olduğunda reklamlarındaistisnasız tek düzeleşmektedir. Her biriöğrencilerine “özgür bir ortam, doyurucubir sosyal yaşam ve yeteneklerin önünüaçan eylemler” gibi yaldızlı sözlerlesözde bir “özgürlük” vaadetmektedir.

Reklamların gülümseyen, eğlenen vekendine vakit ayıran öğrenci tipine isegerçekte rastlamak mümkün değildir.Mevcut haliyle kampüsler, burjuvazininuyuşturucu yaşam biçimlerinin istilasıaltındadır. Üniversiteler, rekabetin enberbat biçimlerinde kendineyabancılaştırılan gençlerle doludur ve buda istenilen öğrenci tipine tekabületmektedir. Düzenin üniversitelerinde,“eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim”talebini yükseltip, gerçek özgürlük içinmücadele eden devrimci ve ilericiöğrencilere ise yer yoktur.

Buna rağmen reklamlara taşınansimaların dayattığı mesaj şudur, “Kendinibenim gibi iyi hissetmek için buradayerini alman lazım ve bunu ancak sana

gösterildiği gibi yapabilirsin!”Tercih dönemlerinde medyanın ve sokakların üniversite

reklamlarının istilasına maruz kalması, düzen açısından bupropagandanın önemini gözler önüne sermeye yetmektedir. Tüm biryıla yayılan sayısız örneğin yanında, tercih dönemlerinin şatafatlıtanıtım etkinlikleri bile düzenin yaratmaya çalıştığı “gelecek serabını”çarpıcı biçimde önümüze koymaktadır.

Hansel ve Gretel’i şekerlemelerden yaptığı ev ile kendine çekiponları tutsak ederek yaşamını sürdüren cadı misali, kapitalistler deüniversitelerini yaldızlı reklamlarıyla pazarlayarak öğrencileri“avlama” niyetindedir. Gençlik bugün gözünü boyayacak ne varsaonla süslenen kampüslerde gelecek özlemlerinden vazgeçirilmeye veçürümüş kapitalist toplumda esir edilmeye çağrılmaktadır.

Devrimci gençlik ise kampüsleri bu serabı dağıtmak ve gerçeközgürlüğün bayrağını yükseltmek için kullanacaktır. Zira aldatmacanınaltında ücretli kölelik düzeninin sömürücü yüzü çıplak biçimdedurmaktadır.

29 Temmuz 2011 9

Kampüsler

“Hansel ve Gretel”leri bekliyor...

Page 10: Ekim Geçliği - 133

Geçtiğimiz sene Bologna Süreci kapsamında üniversiteleri yenidenyapılandırmak için sayısız toplantı yapıldı. Bunların en bütünlüklü veüst düzeyde olanı Uluslararası Yükseköğretim Kongresi (UYK) oldu.27-29 Mayıs tarihleri arasında İstanbul Swissotel’de gerçekleşenUYK’da üniversite idaresinden haraçlara, üniversiteye girişsınavından “özgürlükler”e kadar geniş yelpazede tartışmalar yürüdü.UYK öncesinde de sonrasında da bu toplantı ile öğrenci gençliği veüniversiteleri bekleyen sorunların neler olduğunu tariflemeye çalıştık.Bu yazı vesilesiyle UYK’da tartışılan ve Bologna Süreci’ninhedeflerini oluşturan bazı noktaları inceleyelim.

Tartışılan noktalardan biri üniversiteye ayrılan bütçe ve haraçparalarıdır. Üniversitelereayrılan bütçenin devletinbelinde kambur olduğu farklıvesilelerle dile getiriliyor veardından hemen sermaye ileüniversitelerin sıkı birişbirliğine girmesi gerektiğiekleniyor. Devletinüniversitelere ayırdığıbütçenin fazla olduğusöylenirken özel ve vakıfüniversitelerine kaynakaktarmanın önünün açılması,sıkıntının bütçe ayırmanoktasında yaşanılmadığınıgösteriyor. Yine bazıüniversitelerin vakıfüniversitesi statüsünegetirilmesi yönlü tartışmalarıda bu kapsam içerisinde görmek gerekiyor. Yaz dönemi, öğrencileriözel ve vakıf üniversitelerine özendirmek için yapılan tanıtımlar,duvarları-panoları dolduran reklamlarla geçti.

Bu eksende UYK’da Yücel Altunbaşak’ın sunduğu “DünyadaDevlet, Vakıf ve Özel Üniversite Statülerinin Karşılaştırılması”başlıklı sunumu inceleyelim. Sunumun üniversite haraçlarındavarılmak istenen noktayı, devlet üniversiteleri ile özel ve vakıfüniversiteleri arasındaki ayrımı silikleştiren ve aslında mali özerkliğide hayata geçirip kamu üniversitesi mantığını ortadan kaldıran biryaklaşımı mevcut. Sunum, mali özerkliğin adını anmadan, herüniversitenin öğrenci başına maliyetini ve sene başına istenilen ücretikendisinin belirlemesinden dem vuruyor. Özel ve vakıfüniversitelerine gitmek isteyen her öğrenciye de yıllık ücretininödeneceği bir “imkan”ın yaratılması gerektiğinden bahsediliyor. Busunumda tüm işaretler devleti gösteriyor ama, devlet üniversitelerininuçuk fiyatlar belirlemeleri sonucunda devletin kaynaklarının“yetmemesi” ile yollar sermayeye çıkıyor.

Sunumu boyunca eğitimi satışa çıkarılan, öğrencileri de alışverişeçıkan şekilde çizen Yücel Altunbaşak UYK’da sunduğu bu raporu 7yıl önce devletin farklı kademelerine de sunmuş. Sunumunu aktarırkendevlete sunduğu planın hayata geçirilmesi yönlü adımların atıldığınıda vurguluyor.

Kurduğu sistemin en önemli noktalarından birini öğrencilerineğitime devletin ayırdığı parayı anlamaları ve “eğitim para verilen bir

şeydir” mantığının oturtulması olarak belirtiyor. Vedevletin üniversiteye ayırdığı bütçeyi toplu haldevermesi yerine kişi başına düşen ücretin öğrenciye çek

olarak verilmesini ve üniversitenin öğrencilerden topladığı çeklerleyıllık bütçesini tamamlamasını öneriyor. Dört aşamada sınıflandırdığısistemini nasıl anlattığına bakalım.

Altunbaşak ilk aşamayı şöyle gerekçelendiriyor: “Okul direk hiçpara almamış olacak. Okul bu çekleri öğrencilerden toplayacak vesonra hazineden alması gereken parayı alacak. Peki, niye böyle birşey yapıyoruz? Kulağı tersten göstermek gibi, sonuçta okula aynı paragirecek. Öğrenciye veriyorsun, öğrenci okula veriyor, okul gidiyorparayı alıyor. Böyle bir şey yapmanın mantığı nedir? Böyle bir şeyyapmanın üç tane sebebi var. Birinci sebebi öğrencilerde bir bilincingelişmesi gerekiyor. Gerçekten öğrenci başına 4-5 bin lira gibi bir

para harcadığımızın farkınavarılmalı. Yani girilmeyenderslerin, yapılmayanödevlerin bir bedeliolduğunu artık öğrencilerinanlaması gerekiyor. Bununanlaşılması için busafhanın, böylesi birbürokrasinin faydası var.Ayrıca 4 senelik bir eğitimiçin 5 sene paraödeyebilirim devlet olarak.Ücretle birlikte birkredilendirme sisteminingelmesi gerekiyor. Ama 5seneyi geçtiği zaman yafaizleri çok artıracağım yada hiç vermeyeceğim. Yanişu an üniversite kapısında

1-1.5 milyon kişi sıra beklerken bazı öğrencilerin 4 senelik lisanseğitimini 7 seneye çıkarma lüksü olamaz. Bu devletin kaynaklarını çokkötü şekilde kullanmak demektir.”

Öğrencinin devletten aldığı çek ile haracını ödeyerek öğrencilerde“eğitim paralıdır, ödemekle yükümlü olan da sensin” bilincininyerleştirilmesi hedefleniyor. Böylelikle beş seneden sonrasının lüksolarak tanımlanması ile başlanıp tüm eğitim sürecinin kişininsorumluluğuna/imkanlarına bırakılması ile sonuçlanacak.

İkinci aşama ise şöyle anlatılıyor: “Verilen çeklerin karşılığınıuzun vadeli bir kredi sistemi olarak istiyorum. Çekler reel faizsizolarak verilecek. Öğrenci mezun olduktan sonra ve asgari ücretinüzerinde bir iş bulduysa geri ödeme başlayacak. Bir de teşvikuygulaması olarak sınıfında % 20’ye girenden geri ödemeistemiyorum. İlk % 50’ye girene de % 20’lik bir indirim sağlıyoruz.Böylece öğrenciler çalışmak için motive edilmiş olunuyor. Eğitimdefırsat eşitliği bozuluyor mu diye bir şey çokça gündeme geliyor.Eğitimde fırsat eşitliği bozulmuyor çünkü dediğim gibi isteyen heröğrenciye gerektiği kadar kredi veriyorum.”

Şu anda uygulanan kredi sisteminin geliştirilmiş bir versiyonu olanbu aşama öğrencileri banka borçlarının altında bir yaşama mahkumolan ebeveynlerine benzetecek. Bugün de belli başarı kriterleri ileharaçlarda indirim uygulanabiliyor. Böylelikle dayanışmadan,paylaşımdan uzak rekabetçi bir şekilde ilerleyen sisteme öğrencileriyarıştıracak yeni “hedefler” eklenmiş olacak.

Üçüncü aşama ise şöyle: “Üniversitelerin ücretlerini kendilerininbelirlemesini istiyoruz. Bugün üniversitelerde öğrenci başına ortalama10

Üniversitelerin kapılarını açmak için

mücadeleyi büyütelim!

Page 11: Ekim Geçliği - 133

4-5 bin lira ödeniyor. Üçüncü aşamaya geldiğimizde üniversitelerkendi ücretlerini kendileri belirleyebilecekler. Eğitim ücretini 4 binliradan 6 bin, 8 bin liraya çıkartabilecek. Yükselttiği ile ortalama fiyatarasındaki farkı üniversitenin fonuna koyacak. Oluşan o aradakiparayı, bir çeşit döner sermaye gibi düşünün, öğretim elemanlarına veüniversite çalışanlarına dağıtacak. Burada amaç ne? Üniversitenin içdinamiklerini kaliteyi artıracak şekilde düzenleyebilmek. Üniversitelerücretlerini kendileri belirleyecek ama burada iki şartımız var. Birisiüniversite taban puanı düşürmemek, iki YÖK’ün onayı. Sistemin iyiçalışabilmesi için gerçekten o üniversitenin iyiye gittiğine, puanlarınıyükselttiğine inanırsa YÖK onay verebilecek ve o zaman ücretindeartış yapabilecek. Arada biriken parayı da eğitim elemanlarınadağıtabilecek. Bunun nedeni nedir? Lüzumsuz, işe yaramaz öğretimelemanlarını kimse barındırmak istemez. Bu kaliteyi düşüren müşteriçekmeyi engelleyen bir şeydir. Bir şekilde ücreti artıracaksanız kaliteyiaşağıya çeken her şey sizin cebinizden para çalıyor demektir. Siz deöyle olduğunu düşünürseniz, sistem asalak demeyeyim de daha iyi birkelime bulamadım şu anda. Gerçekten sistem verimsiz her şeyitemizlemeye başlayacak. Verimsiz olan her şey sizin cebinizden paraçalıyor olgusu yavaş yavaş oturmaya başlayacak.”

Üçüncü aşamada üniversitelerin mali özerkliği noktasınavarabilmesi için öneriler sunuluyor. Kendi ücretini kendisi belirleyenüniversiteler, oluşturulan döner sermayeler ve performansa dayalıçalışmanın öğretim üyelerinedayatılacağı bir sömürüortamı… Burada“kalite”lerine göre ücretlerinibelirleyen üniversitelerin birkısmının bütçesinioluşturmakta zorlandığınıifade eden bir devlet ilekarşılaşacağız. Ve okumakisteyen öğrencilere kol kanatgeren, sponsor olan şirketlerkaçınılmaz olacak. Üniversitekayıtlarından önce bir deholdinglerin öğrencilereeğitim masraflarını verdikleridepartmanlarında kuyruklaroluşacak.

Dördüncü ve son aşama daşu cümlelerle ele alınıyor:“Üniversiteyi kazanan her öğrenciye kredi veriyorum. Aradaki farknedir, daha öncekilerin hepsi kamu idi. Burada üniversiteyi kazananher öğrenci. Örneğin özel üniversite, diyelim öğrenci çok iyi bir özelüniversiteyi kazandı, 30 bin lira ücreti. Öğrenci okumak istiyorsa, oparayı o bölüme vermeyi değer görüyorsa ben o parayı vereceğim. Bukrediyi geri istiyorum. Ama verirken kefilsiz, üniversiteye gitmesineyetecek kadar ücreti vermeyi garanti etmeliyim.

İlk üç aşamanın devlete getirdiği bir kuruş bile ek maliyet yok.Neden ek maliyet yok çünkü devlet zaten bu parayı veriyordu. Zatenverilen parayı ben biraz daha değişik şekilde kanalize ettim. Dördüncüaşamada burada ekstra bir maliyet var devlet açısından. Bu nedenlebu aşamanın fonlamasını iyi düşünmek gerekiyor. İki türlü fonlamayapabilirsiniz. Birincisi verilen paralar geri alınacak, alındıkça da birfonda toplanabilir. Bu dördüncü aşama bu fonla sağlanabilir.Dördüncü aşamaya hemen başlamayabilirsiniz. Kamu üniversiteleriaçısından uygulanacak bu üç aşama belli bir parasal birikimsağladıktan sonra uygulamaya sokulabilir. O zaman yine devletinkasasından bir kuruş bile çıkmıyor. Dezavantajı nedir, birazbeklemeniz gerekiyor. Veya diğer bir opsiyon, devletin bir borçlanmaopsiyonu var. Bu borçlanma maliyetini biliyoruz, şu anda % 2civarında. Devletin borçlanma maliyeti ve risk maliyeti ile böyle birfon düzenlenebilir. İkisi de uygulanabilir. Hangisini önceliğe çekeceğidevletin kararı, bu noktası tamamen siyasi bir karar.”

Dördüncü aşamada devletin ek maliyete girmeyeceği düşüncesiişleniyor. Çok cüzi bir şekilde borçlanma içerisine girme tercihinde debulunabileceğinden bahsediyor ama çizdiği ilk seçenekte birazbekleyip geri ödenen paralarla fon oluşturup masrafsız bu giderin

sağlanabileceği anlatıyor. Peki, geri ödemeler yapıldığı süreçlerdedevlet üniversiteleri için haraç çeklerini bekleyen öğrenciler buformülün neresinde? Hele hele bir de üniversitelere kendi ücretlerinibelirleme imkanı tanınacağı bir sistem var ortada. Bir yandan geçmişinbelirlenmiş ücretiyle paralar geri ödenirken karşımıza “kalitesi” ilebirlikte artan üniversite bütçeleri çıkacak.

Altunbaşak’ın tüm bu anlatımlarında dönüp dönüp altını çizdiği birnokta da paralı eğitimin iddia edildiği gibi düşük gelirli öğrencilerideğil yüksek gelir seviyesine sahip ailelerin çocuklarını etkileyeceği.Şöyle diyor:“Kaliteleri çok çok iyi olan vakıf üniversiteleri var. İmkansağlansa bu üniversitelere gitmek isteyecek çok parlak öğrenciler var.Ben bu öğrencilere bir şekilde kredi verirsem parası olmayan durumuyetmeyen ailelerin çocukları bu üniversitelere yerleşebilecek. Bununsonucunda da durumu iyi olan, zaten bu üniversitelere rahatlıklagirebilen öğrenciler artık giremeyecek. Böyle baktığınızda dördüncüaşamanın en büyük zararı aslında varlıklı ailelere olmaktadır. Paralıeğitimin zararı söylendiği gibi yoksul ve orta gelirli ailelere değilvarlıklı aileleredir.”

Sunumda yapılan bir vurgu da bu sisteme asla ve asla paralı eğitimdenmemesi, üniversitelerin kapılarının herkese açılıyor ifadelerininkullanılması gereği. Aslında konuyu sadece paralı eğitim ile anlatmakyeterli değil tabi ki, hak vermemek mümkün değil. Üniversitelerin

kapıları herkese açılıyor…Ancak açılan bu kapılardangirebilenler ne/kimgerçekten?

UYK toplantısının anacümlesini “üniversitekapılarının herkese açılması”olarak ele alabiliriz. Olumlubir adım ifade eden, ‘herkes’gibi muallak bir kelimeyi debarındıran ama tartışmalarıniçeriğine bakıldığında,cümlenin kazındığında alttanparanın tahakkümünün,şirketleşmiş isimleriningöründüğü bir resim çıkıyor.Aslında üniversitekapılarının her geçen gün“birilerine” kapatıldığını

görmek zor değil. Kim bu birileri? Parası olmadığı için eğitimi bırakıpçalışanlar, işsiz kalanlar… Üniversiteye hazırlanırken stres, bunalımvb. sonucunda intihar edenler… Üniversitede düşüncelerini ifade ettiğiiçin, hakkını aradığı için soruşturulup uzaklaştırmalara maruzkalanlar… Tutuklanıp zindanlara kapatılanlar…

Üniversite kapılarının sonuna kadar açıldığı sermayeden başkasıdeğildir. Üniversitelerin yapılandırılma sürecinde, üniversitelerinyönetimine dair atılacak adımlarda da sermayenin doğrudantemsiliyetini görmekteyiz. Mütevelli heyeti modeli paranıntahakkümünün açık ismen ve cismen hayat bulmasıdır.

2010-2011 eğitim yılının sonunda gerçekleşen Bologna Süreci’ninönemli toplantılarından biri olan UYK’nın kararları ile karşı karşıyakalınacak bir yılın içerisine giriyoruz. UYK, uluslararası bir saldırınınTürkiye’de atılması gereken adımlarını tanımladı. Bunların bir kısmıAvrupa’nın birçok ülkesinde daha erken tarihlerde uygulanmayabaşlanan saldırılar. Avrupa’da gençlik bu saldırılara eylemli, militankarşılıklar üretebildi. UYK’da karara bağlanan adımları atarkensermaye uluslararası boyutta bütünlüklü bir şekilde yol yürüyor.Ülkenin sosyo-ekonomik yapısına göre saldırılar parça parça, sindirtesindirte uygulatılıyor. Saldırılar geldiğinde tekil kalınıyor veya enfazla tekil ölçekli bir karşı koyuş ortaya konabiliyor. Saldırınınsınırları çoktan geride bıraktığını görmeli ve mücadeleninbiriktirdiklerini ortaklaştırmalı, dayanışmayı sağlayabilmeliyiz.Gücümüzü birleştirdikçe üniversitelerin kapılarını işçi-emekçilere veçocuklarına açmayı başarabiliriz.

Z. İnanç11

Page 12: Ekim Geçliği - 133

12

Bugün içinden geçmekte olduğumuz süreç,dünya ölçeğinde yeni bir döneme işaret ediyor.Toplumsal alt üst oluşlara gebe çok özel ve heyecanverici bir tarihsel kesit bu. Girilen yeni evreyikarakterize eden, her biri karşılıklı etkileşimiçerisinde bir dizi olgu var.

Bunlardan ilki 2007 sonlarında ilk belirtilerinigöstermeye başlayan kapitalizmin uluslararasıölçekteki krizidir. Finans sektöründen hızla reelsektöre intikal eden ve adım adım tüm dünyayısaran ekonomik buhranı, “feleğin çemberindengeçmiş” burjuva siyasetçileri de “görmüş geçirmiş”onca liberal ekonomi uzmanı da ilk baştakabullenmek istemediler. “Aman 'piyasaların morali'bozulmasın” dediler, “Sorunu düşünmezsek ortadasorun da kalmaz” zannettiler. Bugün, gelişmelerinkar edilemez boyutlara ulaştığında ise (tekelleriniflasları, devlet iflasları, bir o kadarının da iflasıneşiğine gelmesi, ABD’nin kredi notunun tarihindeilk kez düşürülmesi, dış borcunu olağan biçimdedöndüremez bir hal alması, devasa bütçe açıklarıvb.) sorunu lokalize etmeye, mümkün olduğuncatoparlanmaya ve her ihtimale karşı kendilerini dahakötü olasılıklara hazırlamaya çalışıyorlar.

Yeni dönemin en belirgin ikinci olgusu, ABDemperyalizminin hegemonya krizidir. ABD’ninçözülmekte olan hegemonyası ideolojik, ekonomikve askeri üstünlükleri olmak üzere üçlü birsacayağına dayanıyordu. Sovyetler Birliği’nin ‘91yılındaki çözülüşü, birçok sonucunun yanı sıra, sözügeçen ideolojik ayağa büyük bir darbe indirdi. ZiraABD emperyalist dünyanın bayraktarlığınıdevraldığında “Sizi devrim tehdidine, komünizmtehlikesine karşı ancak ben koruyabilirim” diyeortaya çıkıyor, dünyanın jandarmalığınasoyunuyordu. Diğer güç odaklarına da üstünlüğünüböylelikle kabul ettiriyordu. SSCB’nin çöküşüyle bu“ortak düşman” algısı ortadan kalktı. Bunun yerinekonulmak istenen “İslami terör” korkuluğunun isehiçbir inandırıcılığı bulunmuyor.

Öte yandan ekonomik alandaki gelişmeler,hegemonya krizini derinleştiriyor. Dünyanın enbüyük ekonomisi olan, II. Paylaşım Savaşısonrasında dünyadaki üretimin % 40’ını tek başınayapan ABD, bugün dünyanın halen en büyüktüketicisi konumunda, ancak üretimdeki payı %28’e düşmüş olarak. Amerikan dolarının uluslararasıticarette konvertibl para birimi olup olmayacağı,dünyanın geri kalanının ABD’ye bu “haracı”(hazinelerde ABD dolarının tutulmasından gelenbedava finansmanı) ödeyip ödemeyeceği tüm dünyaülkeleri -başta da diğer emperyalist odaklar-tarafından gün geçtikçe daha fazla sorgulanıyor.Devasa rakamlara ulaşan bütçe açığı ile dış ticaretaçığının bir gün bile döndürülememesi durumunda,2011 Martı’ndaki Winsconsin Eyalet Meclisi’ninişgalini düzene mumla aratacak toplumsal

gelişmelere kapı aralanabilir.ABD, hegemonyasını yasladığı bu üç ayaktan

ikisini büyük ölçüde yitirmiştir. Geriye elinde birtek askeri üstünlüğü, yani dünyanın halen daha engüçlü ordusu kalıyor. Hegemonyasının çözüleceğineredeyse kesinleşmekle beraber; bunu mümkünolduğunca geciktirmek ve yeni oluşacak güçlerdengesinde hatırı sayılır bir konum elde etmek içinuğraşıyor. Irak’ta “istikrarı” halen dahasağlayamamasına, Güney Osetya’da (Gürcistan)madara olmasına, Afganistan bataklığına gittikçedaha çok saplandığı gibi Pakistan’da da bir çuvalinciri berbat etmesine karşın; ilerleyen süreçteelindeki son kozu olan askeri yöntemlere daha fazlabaşvurmaktan çekinmeyecektir.

Zaman zaman ikinci plana atılsa da sermayegrupları arasındaki rekabet kapitalizmin doğasındavardır. (bkz: Karl Marx, Grundrisse, sf. 466)

Özellikle ABD hegemonyasının çözülüyor oluşuemperyalist dünyadaki çok kutupluluğubelirginleştirecek ve emperyalistler arası güç venüfuz mücadelelerini daha da su yüzüneçıkartacaktır. Bu ilişkileri, rekabeti ve taraflaşmaları(hiç değilse embriyonik halini) bugün Libyaüzerinden sürmekte olan paylaşım kavgasında dahaşimdiden görmek mümkün.

***Yukarıda sıralananların hepsi başlı başına birer

yazı konusu. Her biri için ayrıca inceleme veanalizler yapılabilir; gelişmeleri doğruokuyabilmemiz ve ilerisini isabetle öngörebilmemizadına faydalı da olur. Şimdiyse bu arka planınardından asıl meseleye gelebiliriz.

Girdiğimiz bu yeni evrenin en az diğer ikisikadar dikkat çekici üçüncü bir karakteri ise gittikçeyükselen ve yaygınlaşan toplumsal mücadelelerdalgasıdır. Elbette bunu yukarıdaki gelişmelerden,özellikle ekonomik bunalımın sosyal ve siyasalsonuçlarından bağımsız düşünmemek gerekiyor.

Mısır ve Tunus’ta milyonlar diktatörleridüşürürken; kitle hareketi Suriye, Yemen ve yer yerİran’da sokak çatışmalarına dönüştü. İngiltere vePortekiz gibi ülkeler “genel grev provalarına” sahneoldu. Fransa’da iki buçuk ay içerisinde 7 tane genelgrev gerçekleşti. 3 milyon kişi sokaklara döküldü.Şili’de geçtiğimiz ay gerçekleşen genel grevde veYunanistan’da artık sayısını hesap etmektezorlandığımız genel grevlerin birçoğunda işçilerdoğrudan devletle karşı karşıya geldi ve barikatsavaşları yaşandı. İngiltere, İtalya ve yine Şili gibiülkelerde yüzbin kişilik öğrenci eylemlerinin,sektörel grevlerin sözünü bile etmiyoruz.

TKİP’nin değerlendirmelerine baktığımızda,daha 90’lı yılların başında işaret ettiği,“bunalımlar,savaşlar ve devrimler çağı” olarak

Bunalımlar, savaşlar

ve devrimler döneminde

yakıcı ihtiyaç…Ayhan Z. Tozkoparan

Özellikle ABD

hegemonyasının

çözülüyor oluşu

emperyalist dünyadaki

çok kutupluluğu

belirginleştirecek ve

emperyalistler arası güç

ve nüfuz mücadelelerini

daha da su yüzüne

çıkartacaktır. Bu ilişkileri,

rekabeti ve

taraflaşmaları (hiç

değilse embriyonik halini)

bugün Libya üzerinden

sürmekte olan paylaşım

kavgasında daha

şimdiden görmek

mümkün.

Page 13: Ekim Geçliği - 133

nitelendirdiği bir tarihsel kesite girmiş bulunuyoruz.Bu gerçek bugün, dost-düşman herkes için tümaçıklığıyla gün yüzüne çıkıyor. Düne kadardeğişmez diye bakılan, öyle sunulan tüm “doğrular”yerle bir oluyor. “Bu düzen değişmez”, “Avrupa’da-ve tüm dünyada- sınıf karşıtlıkları bitmiştir artıkçelişki kültürler arasındadır”, “Beğenelim,beğenmeyelim kapitalizm insanlığın ebedigeleceğidir” vs. vs. Toplumsal mücadelepratiklerinin bizzat kendisi, dünya çapında uçuşanliberal safsataları bir bir parçalıyor. Bu durumuanlatan bir Norveç atasözü aşağı yukarı şöyleydi:“Yalan dörtnala gider, gerçek adım adım ilerler.Yine de zamanında erişir.”

Sahiden de gelişmelerin hızı ve sarsıcılığıtoplumun gözlerindeki sis perdesini yırtıp atıyor;dünyadaki ideolojik iklimi bizden yana değiştiriyor.Böylesi ortamlarda, insanların aklı ve kulağıdevrimci fikirlere, öncesiyle kıyaslanamayacakölçüde, daha açık oluyor.

Yunanistan’daki kitle grevleri silsilesi, GüneyKore'deki Ssangyong ve Samsun’daki BAT tütünişçilerinin işgal eylemleri gibi çok sayıda örnek, işçisınıfının bu mücadele pratiklerinin aynı zamandahızla radikalleşme ve fiilen düzen dışına taşmaeğiliminde olduğunu göstermekte.

Tunus ve Mısır’da sokağa dökülen milyonlardiktatörlerin hakkından geldi. Bu toplumlar oncazaman sonra görkemli bir uyanış yaşadı, üstündekiölü toprağını attı ve ayağa kalktı. Ancak şimdilik,bir vitrin değişikliğinden başka, kalıcı olarak eldeedilen pek fazla bir şey yok. Elbette ki filmin sonudeğil bu. Yaşananların henüz bir başlangıç olduğunusöylemek bile gereksiz. Yine de eksik kalan birşeyler var. Yakın dönemki bu canlı deneyimler veilk (ara) sonuçları, kendiliğinden hareketinsınırlarını göstermesi açısından ayrıca önemli.

Eksik olan ne?

Brezezinski adında Polonya asıllı bir Amerikalı2007 senesinde İkinci Şans adında bir kitapyayınladı. Adam, Carter döneminde UlusalGüvenlik Danışmanlığı (akıl hocalığı) yapmış birsiyaset bilimci ve jeo-stratejist. İhtiyar tilki ‘91’dekiçözülüşün ABD’ye tanınmış ikinci bir şansolduğunu, BOP da dahil Amerikan projelerinin iflasveya başarısızlıklarla sonuçlandığını, ters teptiğiniileri sürüyor. Bu son şansın da iyi kullanılamamasıdurumunda işlerin fena halde aleyhlerine döneceğikonusunda uyarıyor. Zaten kitabın temel amacıABD emperyalizmini rehabilite etmek. Dünyakonjonktürünü değerlendirirken ise satır arasındason derece ilgi çekici şu analizlere yer veriyor:

“Bu yaygınlaşan eşitsizlik, 18. ve 19. yüzyıllarınmilitan proletaryasına eşdeğer şekilde bekleme-halindeki-devrimciler hazırlıyor. Siyasal uyanış,coğrafi kapsam bakımından dünya ölçeğinde; nüfusprofili dikkat çekici biçimde genç ve bu nedenle hızlısiyasal hareketlenmelere açık; okur yazarlığın vekitle iletişiminin etkisiyle uluslararası etkileşimesahip. Sonuç olarak, modern popülist özlemlerpekala daha ileri bir amacı tetikleyebilir. Neyse kiMarksizm gibi birleştirici bir doktrin ortada yok. ...” (Zbigniew Brzezinski, Second Chance: ThreePresidents and the Crisis of AmericanSuperpower, New York, 2007)

Farklı coğrafyalarda yaşanan bu deneyimlerdeaslında bir de değil, bir dizi eksiklikten sözedebiliriz. Şöyle sıralamak mümkün sanırım:

1) Yığınların siyasal talebi diktatörlerin ülkeyiterk etmesi, tüm yardakçılarıyla beraberyargılanmaları ve yeni kurulacak hükümetin“eskinin” artıklarından arındırılması ile sınırlı.Şimdilik açık bir iktidar perspektifinden yoksun, neyazık ki.

2) Kitle hareketinin seyri ve istemlerdeki gerilikve bulanıklık; sınıfsal karakterindeki bulanıklığınbir dışavurumu. İşçi sınıfının siyasal bağımsızlığınıortaya koyduğu, diğer toplumsal tabakaları devrimciprogramı ve talepleri etrafında birleştirebildiği,kısacası harekete damgasını vurduğu bir tablodansöz edemiyoruz. Bu en başta proletaryanın kendisınıfsal çıkarlarının farkında olmamasından, kendidünya görüşü olan marksizm ile henüz buluşmamışoluşundan kaynaklanıyor.

3) Diğerleri ile bağlantılı ve belki de en büyükeksiklikse bu sonuncusu, işçi sınıfı içerisinde köksalmış, yıllar içerisinde sınıfın ve toplumungüvenini kazanmış, yığın hareketine yolgösterebilecek kabiliyette bir örgütsel önderlikmekanizmasının, yani işçi sınıfının devrimci vesavaşçı partisinin olmayışı.

Sıralananlar, olumlu ve olumsuz tarihseldeneyim içerisinde sayısız kez doğrulanan o ünlüsözleri akla getiriyor. “İktidar mücadelesindeproletaryanın örgütten başka silahı yoktur” diyorLenin ve şöyle devam ediyor, “Burjuvadünyasındaki anarşistçe rekabet altında ayrıdüşmüş, sürekli olarak yoksulluğun, köleliğin vedejenerasyonun ‘derin çukurlarına’, gerilere itilmişolan proletarya, ancak Marksizm Prensipleriüzerinde ideolojik birliğe ulaşarak ve çalışanmilyonlarca insanı işçi sınıfı ordusu halindekaynaştıran maddi örgüt birliği yardımıyla,kaçınılmaz biçimde yenilmez bir güç haline gelebilirve gelecektir.” (V.I. Lenin, Bir Adım İleri İkiAdım Geri, sf. 224)

Biz komünist devrimcilerin üzerine düşen,devrimci sınıfı, devrimci ideoloji ve devrimci örgütile buluşturmaktır. Doğru ve nitelikli bir devrimciönderlik olmadığı koşullarda; bunalımın sarsıcılığı,ne kadar uzun süreceği, şiddeti bütün anlamınıyitiriyor. Devrimci kalkışmaların tüm sonuçlarınavarabilmesi, muzaffer bir devrime büyümesi hepgelip kitle hareketine öncülük sorunundadüğümleniyor. Ancak tersinden, sözünü ettiğimizsosyal kaynaşma zemini, işçi sınıfının devrimcipartisini var edebilmek, olduğu yerdeysegüçlendirmek için bereketli bir ortam, eşi bulunmazbir olanak sağlıyor, aynı zamanda bizlere.

Tunus ve Mısır’da

sokağa dökülen milyonlar

diktatörlerin hakkından

geldi. Bu toplumlar onca

zaman sonra görkemli

bir uyanış yaşadı,

üstündeki ölü toprağını

attı ve ayağa kalktı.

Ancak şimdilik, bir vitrin

değişikliğinden başka,

kalıcı olarak elde edilen

pek fazla bir şey yok.

Elbette ki filmin sonu

değil bu. Yaşananların

henüz bir başlangıç

olduğunu söylemek bile

gereksiz.

13

Page 14: Ekim Geçliği - 133

Her yönüyle tarihsel bir süreçten geçmekteyiz. Kapitalizminyapısal krizi tekrar tekrar piyasaları alt üst ederken, krizin yarattığıyıkımlar dünyanın dört bir yanında, Kıta Avrupa’sı, K. Afrika,Ortadoğu ve Güney Amerika’da yaygınlaşan grev ve isyandalgalarıyla yanıtlanmaktadır.

Kendi coğrafyamıza dönüp baktığımızda ise bu olağanüstü dönembaşka biçimlerde yaşanmaktadır. TC devleti her yönüyle olası birşekilde bu coğrafyada da yaşanabilecek bir başkaldırıya, kitleselayaklanmaya karşı tüm kurumlarıyla son sürat hazırlanmaktadır. Songünlerde dizginlerinden boşalan devlet terörü ve polis rejiminiaratmayan uygulamalar, önümüzdeki günlerin daha da sertgeçeceğinin sinyallerini göstermektedir. Bugün Kürthareketine ve toplumsalmuhalefete dönük saldırılar buperspektiften okunmalıdır.“Açılım”dan, çıplak teröre!

Sermaye devletinin “açılım”adı altında sürdürdüğü tasfiyepolitikaları gerek Kürt halkınıngerekse Kürt hareketinin yaptığıhamleleri ile boşa düşürülmüştü. Birtakım kırıntılarla verilenmücadelenin sonlanacağınıdüşünenler karşılarında daha da dirive direngen bir halk hareketi buldular.Dillendirilen bu açılım safsatalarınıntamamının, eşitlik ve özgürlükisyanının bitirme maksatlı olduğununKürt halkı tarafından bilince çıkarılmasıyla oyunlar bozuldu.

Bu süreçte elbette ki sermaye devletinin zıvanadan çıkanzulmünün doğurduğu öfke, diğer bir yandan ise Ortadoğu ve K.Afrika’da yaşanan isyanların yarattığı etkiler rol oynadı. Düzene karşıeşitlik ve özgürlük talebi, sokak sokak başkaldırılar şeklinde yükseldi.Bu noktada meclis boykotu ve DTK tarafından ilan edilen“Demokratik Özerklik” kararı aslında sermaye devletinin sınırlarınınher anlamda yıkılması anlamına gelmekteydi. Kürt hareketinin“demokratik özerkliği” yer yer fiilen uygulamaya başlaması isesermaye devletinin acilen boğması gereken bir süreç olarak görüldü.Özerkliği Silvan’da ters tepen askeri operasyonlar oldu. Buradayaşanan asker ölümleri ise kapsamlı bir saldırının dayanağı olarakkullanıldı.

Sermaye devleti bu gelişmelerle birlikte Kürt sorununda yıllardıruyguladığı ez-çöz politikasına tekrar sarıldı. Bir dönem “açılım” adıaltında sahte hayaller yayarak onların bilinçlerini bulandırarak sorunuçözeceklerini iddia edenler, gelinen aşamada gerçek yüzlerini bir kezdaha göstermiş oldu. Kürdistan’da valileri OHAL döneminde olduğugibi özel yetkilerle donatan “süper vali” uygulaması, yaklaşık beş binkişilik özel harekâtçı ekibinin bölgeye sevk edileceği ve havaharekatıyla birlikte sonrasında kara harekatının da gerçekleştirileceğiyönündeki bölgeye dönük askeri sevkiyat, devletin kirli savaşı daha datırmandıracağını göstermektedir. Hatta bir dönem burjuva medyada“Sri Lanka modeli” tartışmaları yürütülmesi sermaye devleti veAKP’nin bir soykırım uygulamasını dahi gündemine alabileceğinigöstermektedir

Tüm bu uygulamalarla birlikte, BDP’li milletvekilleribaşta olmak üzere 800 ila 1400 Kürt siyasetçisinin

tutuklanacağı ve hatta devletin elinde hazır bir liste olduğu bilgisikonuşulmaktadır. Öcalan’ın avukatlarıyla görüştürülmemesi ve Kürtçekonuşmaya dönük cezaların yoğunlaştırılması kirli savaşın başka birayağını oluşturmaktadır. Son dönemde Kürdistan’dan gelencenazelerin ardından sokağa salınan ve Zeytinburnu’nda iyice ayyukaçıkan linç tabuları ise olası yaşanacak bir iç kargaşa sürecinintoplumsal ayağına ilişkin verilerdir.

İçerisinde bulunduğumuz bu saldırganlık süreci sermayedüzeninin Kürt sorununu çözmekten aciz olduğunu ve bir kez daha

‘90’larda yaşanan, faili meçhulleri, köyboşaltmaları ve yakmaları, zorunlugöçleri gündemine aldığını, yanisermaye devletinin faşist özünü ortayasermektedir. Polis rejimi uygulamaları

koyulaşıyor!

Kürt halkına yönelik bu saldırılarıfarklı boyutlarıyla toplumun diğerkesimleri, ilerici ve devrimcileri deyaşamaktadır. Toplumsal olaylardaiyice azgınlaşan polis en küçük hakarama eylemine dahi müdahaleetmekte, gözaltına almaktadır. Bueylemlerin birçoğunda Özel YetkiliMahkemeler eliyle tutuklamalar

had safhaya çıkmıştır. Hopa’da yaşananların ardından devlet polis rejimini aratmayan

uygulamalarda bulunmuş, gece yarıları evlere baskınlar yapılarakbirçok kişi gözaltına alınmış ve tutuklanmıştır. Bu süreçteyargılananların birçoğu terör örgütü propagandası yapmak ve terörörgütüne üye olmaktan yargılanmaktadır. Yine Ankara’da bir liseöğrencisinin duvara “Kahrolsun faşizm” yazması sonucu terör örgütüpropagandası yapmaktan ve İstanbul’da lise öğrencilerinin LYS’yiprotesto etmeleri sırasında polise mukavemetten tutuklanmaları baskıve terörün düzeyi hakkında fikir vermektedir.

Geçtiğimiz bir yılda gerek üniversitelerde artan polis baskısı veOHAL uygulamaları, gerekse toplumsal olaylarda yaşanantutuklamalar ve gözaltılar polis rejiminin gittikçe koyulaştığınıgöstermektedir.

Artan saldırılara karşı birleşik mücadeleye!

Devletin dizginlerinden boşalan bu saldırı dalgası, yaşanılacak birtoplumsal kalkışmayı bastırabilmek için devletin önceden kendisinihazırlamasıdır. Kapsamlı bir içerikte sosyal yıkım politikalarıgündemdedir ve hemen ardından gelişecek olan sınıf hareketliliğininönüne geçme hedefidir tüm bu yaşananlar. Avrupa’da ve Arapcoğrafyasında baş gösteren isyanların Türkiye’ye sıçramasınınkaçınılmaz olması bu saldırıların ve hazırlığın özünü görmemizisağlamalıdır.

Bu saldırıların özü doğru kavranabilindiği ölçüde gençlik düzeninasıl korkusu olan isyanları ve başkaldırıları üniversitelerden taşarak,birleşik ve militan bir şekilde sokağa taşıyabilecektir. Gelinen noktadabu kapsamlı saldırı dalgasına karşı gençliğin sırtına büyük görevlerdüşmektedir. Bu saldırıya karşı topyekûn bir hazırlık içerisinegirilmelidir. Gençlik bu saldırılar karşısında halkların kardeşliğiekseninde taraflaştırılmalı ve eylemli dayanışma yükseltilmelidir.

Baskı ve terör artıyor…

Yoğunlaşan saldırılara karşı

birleşik mücadeleye!

14

Page 15: Ekim Geçliği - 133

15

Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle beraberkarşılarında dengeleyici bir güç kalmayanemperyalistler, dünya üzerinde hegemonya savaşınıtırmandırdılar. Bunun sonucu olarak dünyahalklarına karşı vahşice saldırıyor, kendilerinebağlı kukla diktatörlükler eliyle halkları baskı vezorla denetim altında tutuyorlar. Böylece yıllarcakâbusları olan hayaleti tekrar hortlatmamayaçalışıyorlar.

Ancak bu baskı ve zulüm kar etmemiş; yıllarcamayalanmış, en sonunda Tunuslu üniversitemezunu işsiz genç kendini yaktığında ise, yıllarcakaynayan kazan olan K.Afrika ve Ortadoğu’da,isyan ateşine dönüşmüştür. Kapitalist sistem içindegeleceği olmadığını gören gençle beraber, Tunusluişçi, emekçi ve gençler yıllarca maruz kaldıklarıbaskıya karşı isyan bayrağını açmıştır. Haftalarcasüren çatışmalar sonucunda yıllarca hükümdarlığınıbaskı ve zorla ayakta tutan Bin Âli’yi devirmişler,mücadele edilince kazanılacağını tüm dünya işçi,emekçi ve gençlerine göstermişlerdir.

Mücadele edildiğinde istenilen amacaulaşılacağını gören halklar yine Bin Ali gibiAmerikancı kukla devlet başkanlarına karşı isyanbayrağı açmış, isyan ateşi Tunus’tan Mısır’a oradanda Ortadoğu’ya sıçramıştır. Öncülüğünü gençkuşakların yaptığı halklar burjuva diktatörlere karşıayaklanmışlardır.

Emperyalist savaş aygıtı

NATO yine devrede

Emperyalist-kapitalist düzenin çıkarları ileçelişen bölgelerde denetimi yeniden tesis etmek,bölgelerin toplumsal muhalefetlerini vahşice ezereksisteme entegrasyonlarını hızlandırmak amacıylaNATO yine iş başındadır. Yıllarca denetimindetuttuğu toprakların denetiminden çıkacağıkorkusuna kapılan emperyalistler, üzerlerine birkarabasan gibi çöken hayaletin tekrar tüm dünyadadolaşmaya başlamasını engellemeye çalışmaktadır.

Ortadoğu’da çatışmalar giderekyaygınlaşmakta, halklar emperyalist saldırganlığınhedefinde bulunmaktadır. Bilindiği gibi Libya’ daemperyalistler Kaddafi rejiminin ayaklananlarayönelik uyguladığı şiddeti bahane ederek bu ülkeyemüdahalede bulundular. Emperyalist müdahale içinBM kararı çıkarılırken, NATO da emperyalistlerinvurucu gücü olarak operasyonun sorumluluğunuüstlendi.

Emperyalistler, çeşitli örneklerini sıkçagördüğümüz gibi çıkarlarına ters düştükleri andaişbirlikçilerini bir kalemde silmektedir. Bu sefer de,bölge halklarına özgürlük götürecekleri yalanınısöyleyerek Libya’ ya müdahale etmişlerdir.Zamanında bölgedeki en ufak bir direnişipüskürtmek için kullanılan silahları kendiuşaklarına veren emperyalistlerin, şimdi ise

yükseltilen isyan bayrağından ötürü isyancılarınyanında olduğunu söylemesi tam bir ikiyüzlülüktür.

Emperyalistlerin ikiyüzlülüğüne bir diğerörnekse, Arap coğrafyasındaki isyanlarla beraberdiktatörleri halka kulak vermeye çağırarakdemokratlık dersi vermeleridir. Oysa iş kendiülkelerine gelince emekçilere karşı polis terörünüarttırmaktadırlar. İngiltere’de ki isyanlarınbastırılma biçimi ve buna alkış tutan tüm burjuvakliklerin ağız birliği yapmışçasına polis terörünümeşrulaştırılmaya çalışması bunun açık birkanıtıdır.Anti-emperyalist mücadeleyi büyütelim

Emperyalistler bölgede hegemonyalarınıartırmak için savaş çığırtkanlıklarını yükseltiyor.Önce Libya’ya saldırdı, şimdi de Suriye’ye saldırıplanları yapılıyor. Bunun aracı olarak da yine kendikuklası T.C. devletini kullanmak istiyor.Genişletilmiş Ortadoğu Projesi de denilmeyebaşlanan emperyalist plan şahsında bölgeninmodern sınıf çelişkilerinin en belirgin olduğu ülkeolarak Türkiye öne çıkıyor. Türk sermaye devletiise emperyalistlerin vurucu gücü olmaya oldukçahevesli davranmaktadır.

Savaş tamtamlarının çalındığı bu dönemdebölge halklarına yönelik olası bir savaş ve işgalekarşı devrimci gençliğe büyük bir görevdüşmektedir. Türkiye gençliğini, haksız ve gericisavaşlara karşı örgütlenmeye ve halklarınkardeşliği için mücadeleyi büyütmeye çağırmak,içinden geçtiğimiz dönemde ayrı bir önemesahiptir. Emperyalizme karşı şimdi Deniz olunmalı

Türkiye devrimci gençlik hareketinin anti-emperyalist mücadele tarihi bizlere örnek olmalıdır.60’lı yılların ortalarında tüm dünyada olduğu gibiTürkiye’de de gençlik emperyalizme karşı kavgabayrağını yükseltmiş, 6. Filo denize dökülmüş,Vietnam kasabı Kommer’in arabası yakılmış veTürkiye’nin her yerinde emperyalizme karşı birçokeylem gerçekleşmiştir. Bu mücadele, içindenDenizler’i, Mahirler’i, İbolar’ı çıkartmış vebugünlere değin gelmiştir.

Emperyalist saldırganlığa ve kapitalistsömürüye karşı Türkiyeli gençliği devrim bayrağıaltına alarak, anti-emperyalist/anti-kapitalistmücadeleyi yükseltme görevi önümüzdedurmaktadır. Şimdi Denizler’den, Mahirler’den,İbolar’dan devralınan, Ümit yoldaşla yükseltilenemperyalist kapitalist sisteme karşı kavga bayrağınıdaha da yükseltme zamanıdır. Şimdi Türkiyegençliğini devrimin saflarına, işçi sınıfının öncüpartisine kazanma zamanıdır. Şimdi emperyalizmekarşı Deniz olma zamanıdır!

A.Güney

Emperyalizme karşı gençliği

devrim saflarına kazanmaya!

Savaş tamtamlarının

çalındığı bu dönemde

bölge halklarına yönelik

olası bir savaş ve işgale

karşı devrimci gençliğe

büyük bir görev

düşmektedir. Türkiye

gençliğini, haksız ve

gerici savaşlara karşı

örgütlenmeye ve

halkların kardeşliği için

mücadeleyi büyütmeye

çağırmak, içinden

geçtiğimiz dönemde ayrı

bir öneme sahiptir

Page 16: Ekim Geçliği - 133

İstanbul

Üniversitesi’ne

“Hoşgeldin!”İstanbul Üniversitesi’nde

yeni dönem kayıtları başladı.Kayıtların bu sene defakültelere bölünmesi vegünlere göre düzenlenmemesiöğrenciler için eziyetedönüşürken otomasyonsisteminin sık sık kilitlenipkullanım dışı kalması da kayıtlarıeziyete dönüştürdü. EkimGençliği'nin yeni döneme 5Eylül'de Genç-Sen'in “Kampüs”gazetesinin dağıtımı ile bşlarkenBeyazıt'ta 5 saat süren “İşsizliğe veYÖK’e karşı Gençler Meydana”oturma eylemi gerçekleşti.

Toplumcu Hukukçular Kulübü’nün tanıtım masasına izinverilmemesi üzerine ÖGB’ler kısa bir arbede başlattı anca kulübüntanıtım broşürleri yeni kayıt yaptıran öğrencilere dağıtıldı veüniversite yönetiminin tavrı teşhir edildi ve faaliyet sahiplenildi.

Ekim Gençliği faaliyetlerinden…

Kayıt sırası bekleyen gençlerle üniversite, gelecek vemücadeleye dair sohbet ediliyor. Çalışma sırasında birçok kişiylekonuşma ve tekrar görüşmek üzere tanışma olanağı yakalanıyor.Vezneciler’e ve fakülteler arasına yapılan “Gençliğin ve devriminsesi: Ekim Gençliği”, “Gençlik gelecek, gelecek sosyalizm!”yazılamaları öğrencileri karşılıyor.

Ekim Gençliği / İstanbul Üniversitesi

Ege'de kayıt

dönemi Ekim Gençliği Ege

Ünversitesi'nda kayıt günlerindemasa açarak öğrencilere öğrenimhayatının sorunarını anlattı vemücadele çağrısı yaptı. Yenidenem bildirimizi okuyarakmasaya uğrayan öğrenciler şifre vehatalı puan hesabı skandallarına

değinerek sistemkarşısındakigüvensizliklerini göstermiş oldular. Ekim Gençliği ve

Kızıl Bayrak satışı yapılırken geleceksizliğin vardığı boyutta yenitanışılan öğrencilerin mücadeleye yakınlığı dikkat çekti.

Barınma sorunu

Ege Üniversitesi’nin KYK yurdunun kontenjan azlığını fırsatbilen ve genelini cemaatlerin yönettiği özel yurtlar öğrencilerinetrafını sardı.

Kimlik parası soygunu

Ege Üniversitesi’nin hukuksuz bir şekilde kimlikbedeli olarak aldığı 50 TL, veliler ve öğrencilertarafından tepki ile karşılandı. Ekim Gençliğimasasından, paranın hukuksuzluğu teşhir edilirken,ödemiyenlerin kayıdı yapılmadı.

Mühendislik öğrencileri karşılandı

Mühendislik kayıtları başladığında özgün sorunlarıanlatıldı. Masamızın arkasına “Eşit, bilimsel,demokrati , anadilde eğitim için sosyalizm” ve“Sermaye için değil toplum için bilim / Toplumcu,Mühendis, Mimar ve Şehir Plancıları” pankartlarasıldı Eksen satışı da yapıldı.

Üniversitenin harçlara yaptığı % 25'lik zamGenç-Sen eylemiyle duyuruldu. Kayıt binasının önünde

yapılan oturma eylemiyle bildiriler dağıtıldı ve yapılan ajitasyonkonuşmalarıyla alınan paranın resmi harç parasından fazla olduğuanlatıldı. Eyleme veliler ve öğrenciler destek verdi.

Ekim Gençliği / Ege Üniversitesi

Anadolu

Üniversitesi'nde

ceza terörüEskişehir Anadolu Üniversitesi rektörlüğü, ilerici ve devrimci

öğrenciler üzerinde bir baskı aracı olarak kullanılan soruşturma veceza terörünü yaz tatili demeden devreye soktu.Pervasızlıkta gemi azıya alan rektörlük, 45 öğrenciyeuzaklaştırma cezası verdi.

AÜ'de İki Eylül Kampüsü’ndeki Yabancı DillerYüksekokulu’nda 2010 4 Kasım’da gerçekleştirilenYÖK protestosunda ÖGB ve çevik kuvvet öğrencileresaldırmış, çıkan çatışmada fakültenin camlarıkırılmıştı. 53 öğrencinin gözaltına alındığı, 5. AsliyeCeza Mahkemesi’nde “Kamu malına zarar vermek”suçundan 8 aydan 6 yıla kadar hapis istendiği davaardından üniversite "devlet malına zarar verdikleri"gerekçesiyle öğrencilere 17 bin TL'lik bir hesapçıkarmıştı.

Öğrencilere para cezası

Ankara'da Danıştay'ın kararına rağmen ulaşım zamlarının geriçekilmemesi üzerine ücretsiz ve nitelikli ulaşım hakkı için eylem16

Gençlik haberlerinden

Page 17: Ekim Geçliği - 133

17

yapan öğrencilere ceza yağdı.17 Mart 2010’da ODTÜ’de ve Hacettepe Üniversitesi’nde

gerçekleşen eylemlerde 127 kişi gözaltına alınmış, CumhuriyetSavcılığı tarafından iki eylem hakkında iki dava açılmıştı. Ankara14. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülen ODTÜ davasısonuçlanırken, 5 öğrenci karşılıksız yararlanmaya teşebbüs”suçundan 600’er lira adli para cezasına çarptırıldı.

Beytepe’de ceza

terörü!Yaz dönemiyle birlikte ardı ardına ceza yağdıran üniversitelere

Hacettepe Üniversitesi de eklendi. Sudan gerekçelerle ilerici vedevrimci öğrencilere ceza veren yönetim “Özgür Beytepeİnisiyatifi”nin “Üniversitelerimiz Hapishaneleşiyor!” başlıklı bildirive bildiriyi yırtan bir faşiste yapılan müdahale gerekçe gösterilerek1'i Ekim Gençliği okuru, 3 öğrencinin eğitim hakkını 1 ay gasp etti.

112 öğrenciye

soruşturmaDenizli Pamukkale Üniversitesi Rektörlüğü

emniyetin talimatıyla 13 Mayıs'taŞırnak'ın Uludereilçesinde Türkordusu tarafındankatledilen 12 HPGgerillası için 16Mayıs tarihindeyapılan basınaçıklamasına katıldığıgerekçesiyle 112öğrenci hakkındahakkında soruşturmabaşlattı. Öğrencilerin,15 Temmuz'a kadar"şüpheli" sıfatıyla ifadevermesi gerektiği belirtilirken 16 Haziran'da PAÜ Rektörlüğütarafından öğrencilere gönderilen tebligatta haklarında soruşturmabaşlatıldığını açıkladı. Gerekçe olarak ise Denizli İl EmniyetMüdürlüğü'nün 22 Mayıs 2001 tarihli yazısı gösterildi.

Eskişehir'de

soruşturma

terörüGeçtiğimiz Mart

ayında OsmangaziÜniversitesi'ndeEGSİAD (EskişehirGirişimci Sanayiciler veİşadamları Derneği)toplantısına gelen AliBabacan'ı protesto eden20'ye yakın öğrenciye

rektörlük tarafından soruşturma açıldı. Soruşturmaları yazdönemine denk getiren rektörlük bazı öğrencilerin evini arayarakaileleri taciz etti.

DTCF'de ceza terörüAnkara Üniversitesi DTCF dönem içerisinde yapılan ve

rektörlük tarafından yasaklanmaya çalışılan şenliğe ilişkin birçokdevrimci ve ilerici öğrenciye ceza verdi.

Aralarında 1 Ekim Gençliği okurunun da olduğu 6 öğrenciyeceza yağdı ve önümüzdeki dönem üniversitede soruşturma ve cezaterörünün daha etkili bir şekilde kullanılacağının da sinyalleriverildi. Her defasında demokrat rolüne soyunmaya çalışan DTCFdekanı verdiği cezalarla üniversitelerde hangi sınıfın temsilcisiolduğunu da bir kez daha gösterdi.

YDG'ye keyfi

kapatmaDevrimci-sosyalist basın

üzerindeki baskı ve sansüruygulamalarına bir yenisi eklendi.Yeni Demokrat Gençlik(YDG)'inyayın organı Yeni DemokratGençlik dergisinin Temmuztarihli 161. sayısı “ suç vesuçluyu” övdüğü ve PKKpropagandası yaptığı gerekçesiile 1 ay kapatıldı. YDG yaptığıyazılı açıklama ile kapatma

kararını protesto etti. “Gelecek mutlaktır engellenemez” başlıklı açıklamanın tam

metni şöyle:

“Halk gençliğine yönelik egemenlerin geleceksizleştirme,yok sayma vb. saldırıları hız kesmeden devam ediyor. Gençliğinbu ülkenin geleceği olduğunu belirtenlerin, bu açıklamadakiamaçları ortadadır. Onların amacı; gençlikten düşünmeyen,

sorgulamayan, muhalif kimliğinden soyunmuş bir cehalet sistemininfigüranlarını yaratmaktır. Onların amacı gençliği geleceksizleştirip,kendi geleceklerini yaratmaktır.

Gençliğe yönelik bu saldırılara karşı halk gençliğininörgütlenmesi ekseninde mücadele eden Yeni Demokrat Gençlikgözaltı ve tutuklamalarla karşı karşıya kalmaktadır. Daha dünekadar İzmir�de liseli YDG'lilerin evlerine polisler tarafından tehditmektupları bırakılmıştır. Bu saldırı furyasının son ayağı iseYDG'nin yayın alanına yönelik.

Gençlik dergimiz YDG'nin Temmuz tarihli 161. Sayısı “suç” ve“suçluyu” övdüğü ve PKK propagandası yaptığı gerekçesi ile 1ay kapatıldı. Hem de İstanbul 14. Ağır Ceza mahkemesitarafından alınan kararda hiçbir yazı veya sayfa gerekçeye delilolarak gösterilmeden...

Son günlerde devrimci-demokrat-yurtsever yayınlara yönelikyayın durdurma, kapatma saldırılarına seçimlerin hemenardından hız veren egemenler, önce gazetemiz Özgür Gelecek’e,şimdi de gençlik dergimiz YDG'ye kapatma cezası verdi.

Halk gençliğin meşru mücadelesine kelepçe vurmakisteyenlerin anlaması gereken bir nokta vardır. Gelecekmutlaktır ve engellenemez. Ne tutuklama ne de kapatmasaldırıları geleceğe doğru akan nehrin önüne set çekebilir”

Page 18: Ekim Geçliği - 133

18

Üniversitelerin açılmasıyla birlikte yenidönemin ticarileştirme uygulamaları dahayata geçmeye başladı. Bunlardankarşımıza ilk çıkanlarından biri harçlarayapılan gizli zam oldu. Buna göreöğrencilerden sabit olarak alınan ancakeğitim süresinin uzaması ile artan harçlarartık alttan alınan her derse göre katlanarakartacak.

Geride bıraktığımız yakın zamandabirçok öğrencinin harçparası içinölümüneçalıştıklarıhaberleriduymuştuk.İnşaattaüniversitedeharç parasıiçin çalışan birgencin işcinayetindecanından olmasıbugünöğrencilerdentalep edilen herücretin nasılvahşi bir düzeneait olduğunuaçıkça göstermeyeyetmişti. Bunlarlaberaber birçokgenç çeşitli işlerdeçalışmak zorunda kalarak eğitimlerinisürdürebiliyorken, eğitimin ticarileştirilmesigençliğin en temel sorunlarının başındagelmektedir. Zira gelen her zam, ücretli halegetirilen her hizmet üniversite kapılarınınemekçi çocuklarına biraz daha kapatılması,eğitim sürecinin aile bütçesinde daha daağırlaşan bir kambur haline dönüşmesidemektir.Harçlara sessiz sedasız zam

Yeni dönemin başlaması ile birlikte kayıtyaptırmadan önce harçlarını yatırmakisteyen öğrenciler açgözlü bir uygulama iledaha karşılaştılar. Her yıl öğrencinin ödediğisabit harç tutarı çeşitli üniversitelerdeuygulamaya konulan yeni düzenleme ilealttan alınan derslere göre arttırılarakhesaplanmaya başlanmıştır. Yani bir ders nesebeple olursa olsun ikinci kez alınıyor ise,bu öğrenciden daha fazla para alınacağıanlamına gelmektedir. Bir yandan alttanders bırakmayan öğrencileri etkilemeyecekgibi gözükse de bu oldukça sinsi biruygulama olarak göze çarpmıştır. Zira,

bugün üniversitelerdeki değerlendirme vesınama kriterleri bir yana, hali hazırdabirçok öğrenci kendi emeğinden bağımsızolarak özellikle de bölümlerindonanımsızlıklarından ötürü aldıklarıdersleri bırakmak zorundakalabilmektedirler.

Kredi başına zam!

Dersin kredisinegöre zamlanmasıdönemi ile birliktezaten paralı olanüniversite eğitiminingiderek bir alışverişedönüştüğü açıktır.Bir öğrenci bu yenizam biçimi ilebirlikte artıkhesabını daha sıkıtutmakdurumundadır(!).Örnek olaraköğrenimini 1 yılsadece 2 kredilikbir dersiverebilmek içinuzatan biröğrenci 170TL'lik har(A)caek olarak bu 2

kredi için tam 128 TLödemek zorunda kalmıştır. Bir dersin

ikinci, üçüncü ya da dördüncü kez alınıyorolmasının da zam oranını artacak biçimdedeğiştiriyor olması ile zaten bir gelecek vaatedemeyen üniversite diploması artık birkülfete dönüşecek, binlerce öğrenci alttankalan derslerinin kredilerini ödemek içinakla karayı seçecektir.

Para almanın bin türlü yolu

Hayata geçirilen uygulama önümüzdekidönemde UYK'da sözü edilen birçokticarileştirme saldırısının devreyesokulacağının bir kanıtı olmuştur. 200 TLgibi gözüken 4 yıllık bir bölümün harcınınneredeyse 1000 TL'ye ulaşabileceği bu gizlizam ile birlikte öğrencilerden eğitimkarşılığında para almanın yaratıcı birbiçimini daha hayata geçiren sermayedüzeni gençliğe bir gelecek vaatetmemektedir. İstanbul Üniversitesi SiyasalBilgiler Fakültesi'nde okuyan bir öğrencinin180 TL olan harcı alttan aldığı derslere göretam 925 TL'ye çıkarılabiliyorsa, bu düzengençliğe açıkça “Paranız kadar okuyun!”demektedir.

Har(A)çlara gizli zam!

İstanbul Üniversitesi

Siyasal Bilgiler

Fakültesi'nde okuyan

bir öğrencinin 180 TL

olan harcı alttan aldığı

derslere göre tam 925

TL'ye çıkarılabiliyorsa,

bu düzen gençliğe

açıkça “Paranız kadar

okuyun!” demektedir.

Page 19: Ekim Geçliği - 133

19

Genç komünistler olarak sınıf çalışmasıiçerisinde deneyim kazanmak ve devrimcidönüşümü sağlayabilmek hedefine bağlı olarakörgütlediğimiz bir yaz dönemini geride bıraktık.Sınıf devrimcisi olma iddiasındaki gençkomünistler için yaz dönemi, işçi sınıfının üretimve yaşam alanlarında yürütülen çok yönlü vebütünlüklü faaliyet olarak geçti. Sınıftan öğrenerek hareketin ihtiyaçlarına

cevap verebilmek

Fabrika çalışması deneyimi ve işçimahallelerinde yürütülen sistematik faaliyetekatılım genç komünistlere yaşamlarını 7 gün 24saat işçi sınıfının içerisinde planlama imkanısağladı. Fabrika çalışması deneyimi sınıfdevrimciliğinin gerçek anlamını kavrayabilmekaçısından önemli bir işlev gördü. Genç komünistlerüretim sürecinin içerisinde, işçi sınıfının disiplininive kolektif sınıf kültürünü kavramada önemliadımlar attılar. Ayrıca sınıf içerisinde çalışmadevrimci kimliğin gelişmesi açısından da zenginolanaklar sağlamıştır. Toplam çalışmanınihtiyaçları gözetilerek belirlenen hedef sektörleremüdahale sürecinde yeralınarak bütünlüklü birplanlamanın parçası olunmuştur.

Özellikle fabrika deneyimi ile mahalleçalışmasının bütünleştirilmesi devrimci yaşamındisiplinini kavramak açısından oldukça öğreticiolmuştur. Güncel konuları işleyen materyalleridüzenli bir şekilde işçilere, emekçilere ulaştırmaktoplam faaliyetin ihtiyaçlarına cevap vermeknoktasında önemli bir yerde dururken, bununötesinde ilişkiler yakalamak adına da önemlifırsatlar yakalanmıştır.

Parti çizgisini kavramak için

yoğun bir eğitim çalışması

Genç komünistler açısından bu imkanı bir adım

öteye taşımak için sistematik bir eğitim çalışmasıgerçekleştirmek başlıca hedeflerden biriydi. Uzunsüredir tüm kadrolar açısından bir ihtiyaç olan vesürekli altı çizilen parti ile kadrolar arasındaki açıfarkını giderebilmek için eğitim çalışmasınınözellikle üzerine düşüldü. Gününü tamamen sınıfıniçerisinde ve mücadelenin ihtiyaçlarıdoğrultusunda planlayan genç komünistleraçısından eğitim çalışması programı, hem Marksistklasiklerden oluşturulmuş bir ayağa sahipti hem degüncel gelişmeler üzerinden okuma ve tartışmalara.Fabrikada çalışan yoldaşların yoğun mesailerleçalışmalarından dolayı Marksist kitaplar üzerindenilerleyen eğitim çalışmamız hedeflediğimizdendaha yavaş ilerlese de güçlü adımlar atılmış oldu.

İşçi sınıfının disiplini ile

mücadeleyi büyütmeye!

Yaz çalışmasını bütünlüklü bir planlamaçerçevesinde gerçekleştiren genç komünistleraçısından bu süreç tek tek unsurlar açısındandeneyim ve birikimi geliştiren bir süreç olurkenayrıca kolektif yaşamı örmede de önemlideneyimler bırakmıştır. Bu süreç sınıf hareketininihtiyaçlarına cevap üretecek bir çalışmayıörgütleme iddiasında olan genç komünistleraçısından eksiklerini, zaaflarını görme imkanısağlarken, bunların üzerine gidebilme cesaretinigösterilebildiği ölçüde toplamda devrimci kimliğingelişmesini sağlamıştır. Yaz boyunca sınıfıniçerisinde yer alan ve ondan öğrenen gençkomünistler açısından kazandıkları tümdeneyimleri ve birikimleri yeni dönemdeüniversitelerde mücadeleyi büyütmek ve sınıfınpartisinin ihtiyaçlarına cevap vermek adınakullanacaklardır.

İstanbul’dan genç komünistler

Sınıftan öğrenerek geçen bir yaz döneminin ardından....

Yeni dönemde mücadeleyi büyütmeye!

Fabrika çalışması

deneyimi ve işçi

mahallelerinde yürütülen

sistematik faaliyete

katılım genç

komünistlere yaşamlarını

7 gün 24 saat işçi

sınıfının içerisinde

planlama imkanı sağladı.

Fabrika çalışması

deneyimi sınıf

devrimciliğinin gerçek

anlamını kavrayabilmek

açısından önemli bir işlev

gördü. Genç komünistler

üretim sürecinin

içerisinde, işçi sınıfının

disiplinini ve kolektif sınıf

kültürünü kavramada

önemli adımlar attılar.

Page 20: Ekim Geçliği - 133

Eğitim sermaye açısından geleceğin nitelikli/yarı

nitelikli üretici güçlerini var etmenin bir

kurumudur. İpler salt sermayenin elinde

olduğu sürece, bilim de, öğrenim de,

okul/üniversite yaşamı da tüm alanları ile

sadece tekellerin ihtiyaçlarına cevap

verecek, gençlikten ise onların ortaya

koydukları kalıplara zorla girmeleri

beklenecektir. Bugün UYK'da altı

çizildiği üzere bu kalıplar,

gençliğin gelecek güvencesinden

yoksun bırakıldığı kölece bir

yaşam ve tüm yüklerin

öğrencilerin üzerine yıkıldığı

yarını belirsiz bir eğitim

sürecidir. UYK'da birçok

vesile ile üzerinden

geçilmiştir ki, kamu

kaynaklarından

üniversitelere ayrılacak

pay kısılacak, krediler

yolu ile öğrenciler

uzun ödeme planları

ile borçlanacaktır.

Dünyada emperyalist-kapitalist sistemin bunalımlarının arttığı birdönemden geçmekteyiz. Sistemin krizi o veya bu şekilde birçok

coğrafyada toplumun çeşitli katmanlarını etkilemekte derinleşen bunalımyaşamı çok çeşitli sorunlarla çekilmez bir hale getirmektedir. Açıktır ki,

önümüzdeki süreç bu bunalım karşısında devrimler dönemi olacaktır. Bu ilişkiyayınlarımızda farklı boyutları ile bir süredir incelenmektedir. Sistemin krizi

ve çıkmazları derinleşirken, karşısında bu zeminde harekete geçen kitleleri veelbette bu hareketin içinde yeşerecek devrimci kalkışları anlamak son derece

önemlidir.Burada tüm bu gelişmeleri coğrafyamız genelinde ve gençlik özelinde

önümüzde çeşitli noktaları öne çıkarmak ve aydınlatmak büyük önem taşımaktadır.Mermileriyle, medya afyonuyla,

gelecek yalanlarıyla gençliği teslim alamazlar!

Ortadoğu, Kuzey Afrika, Avrupa ve Güney Amerika; kısacası dünya coğrafyası, sonsüreçte militan ve kitlesel hareketlerle sistemin krizinin yol açtığı yıkımlara ezilenlerin,

sistemle uzlaşmaz çelişkiler yaşayanların cevabına tanık oldu. Gençlik kitleleri buhareketlerde çeşitli yönleri ile öne çıktılar. Özellikle Kuzey Afrika ve Ortadoğu'da önemli

imkanların oluşturulmasında yakıcı dönemeçlerde rol oynadılar. Çok kere dile getirdiğimizgibi, gençlik sistemin dayattığı geleceksizlik altında en büyük bedelleri ödemeye mahkum

edilmek istenirken tüm dinamizmi ile birlikte maruz kaldıklarına karşı hızla hareketegeçebilmek gibi özelliklere sahiptir. Gençlik bu bağlamda coğrafyamızda da ayrı bir yerde

durmaktadır. Yılların biriktirdiği, emperyalist-kapitalist sistemin çok yönlü bir biçimdebeslediği engeller gençlik hareketinin önünde bir dağ gibi dursa da, Türkiye’de de gençlik

Tahrir'de, Londra'da, Şili ve İspanya'da yakılan ateşlere cevap verecektir. Zaten sistemin gençliküzerinde, medyası, yoz burjuva kültürü ile kurduğu yoğun ablukanın, altında da bu olasılıktan

duyduğu korku vardır.Kapitalizmin krizini en sonunda patronlar ödeyecektir!

2011'in son yarısında burjuvazinin aymaz uşakları Türkiye'de krizin aşıldığını iddia etseler deefendileri çoktan 'büyük bir buhranın' gelmekte olduğunu duyurdular. George Soros gibi sistemin asalak

haydutları, bunu duyururken devletlerin ve İMF-DB gibi emperyalist haydutların acil ve cesur önlempaketleri almaları gerektiğini söyleyerek, yaklaşmakta olan 'kusursuz fırtınayı' haber verdiler. 2013 olarak

öngördükleri tarihi ise şimdiden 1 yıl geriye çekiyorlarsa bunun tek bir anlamı vardır, teğet geçecek bir krizolmayacaktır bu. Erdoğan gibi deliğe süpürülmemişlerin bu konuda söyleyeceklerinin bir önemi olmayacaktır.Arap Baharı'nda yüzbinlerce geleceksiz genci de sokağa döken bu fırtına alttan alta coğrafyamızda da

esmektedir. Bugüne kadar kariyer haritaları, mesleki gelişim kursları ile aldatılan gençliğin ise iş başvurularınadönecek cevapları beklemekten usanmaya başladığı bir dönemde yeni büyük buhranın faturası ağır olacaktır. Bunun en

dolaysız sonuçlarından birisi üniversite mezunu gençlerde % 30'u aşan bugünkü işsizlik oranının daha da artmasıolacaktır.

Üniversitelerde yaşanacaklar hakkında 27-29 Mayıs tarihlerinde gerçekleşen Uluslararası Yükseköğretim Kongresi(UYK) defikir vermektedir. Üniversiteleri sermayeye peşkeş çekmek ve gençliği kapının dışına atmak amacıyla gerçekleştirilen bu kongre,krize karşı sermayenin kar hırsıyla yağmalanmadık herhangi bir şey bırakmama düşüncesinin ürünüdür. Bunun sonucu geleceğinkarartılması, özgürlüklerin tırpanlanmasıdır.

Üniversitelerin kapılarını ancak öğrenci gençliğin kendisi açacaktır!

Üniversite sermaye açısından geleceğin nitelikli/yarı nitelikli üretici güçlerini var etmenin bir kurumudur. İpler salt sermayeninelinde olduğu sürece, bilim de, öğrenim de, okul/üniversite yaşamı da tüm alanları ile sadece tekellerin ihtiyaçlarına cevap verecek,gençlikten ise onların ortaya koydukları kalıplara zorla girmeleri beklenecektir. Bugün UYK'da altı çizildiği üzere bu kalıplar,gençliğin gelecek güvencesinden yoksun bırakıldığı kölece bir yaşam ve tüm yüklerin öğrencilerin üzerine yıkıldığı yarını belirsiz20

Yeni dönemi kazanmak için

ileri!

Page 21: Ekim Geçliği - 133

21

bir eğitim sürecidir. UYK'da birçok vesile ileüzerinden geçilmiştir ki, kamu kaynaklarındanüniversitelere ayrılacak pay kısılacak, krediler yoluile öğrenciler uzun ödeme planları ileborçlanacaktır.

UYK'da fırsat eşitliği gibi gösterilen, özünde,zaten iş güvencesinden ve gelecekten yoksunbırakılan gençlik kitlelerinin bir de sürüklendikleribelirsizlik içinde öğrenim giderlerini tümüyleödemek durumunda kalmalarıdır. Soros gibi fırsatçıasalakların yaklaşan krizde devletlerdenbekledikleri önlemler pek akıllıca! Bu sebeplerdenötürü, eğer sistemin krizinin faturasınıödemeyeceksek, bu uğursuz uygulamalara derhaldur demek gerekmektedir.

Ancak bu faturayı sistemin sonuna çevirecekbir güç ne gençlik içinde ne de emekçi kitlelerdemevcut değildir. Bugün önümüzde kitleleri bukonuda uyarmak ve aydınlatmak görevidurmaktadır. UYK, gençliği Avrupa'da çeşitlidönemlerde ayağa kaldıran Bologna Süreci'ninbizleri hedef alan ayağıdır. Bu sebeple UYKvesilesi ile toplantılarda duyurulan uğursuzhesaplar Bologna Süreci kapsamında her yerelinözgünlüklerinin üzerinde temellenecek biçimdeteşhir edilmelidir. Yerellerimizde yaşanan herdönüşüm dikkatle incelenmeli, UYK ile bağlarıdoğru biçimde ortaya konarak teşhir edilmelidir.Durumun niteliğine, alanın duyarlılığına vegüçlerin durumuna göre bilgilendirme çalışmalarıesnek araçların ve gençlik örgütümüzün olanaklarısonuna dek değerlendirilerek yürütülmeli, herimkan özenle kullanılmalıdır. Bu sürece dair yazılıbirikimler oluşturmak, araştırmaları toparlamak dabu bakımdan önem taşımaktadır.

Özerk ve demokratik üniversite!

Bologna Süreci'nin kapsamı bugüne değin çokkez ortaya konmaya çalışıldı. Açık ki, bu kapsamdaeğitim alanını kapsayan dönüşümler oldukçageniştir. Ne var ki, kampüslerimizde vebölümlerimizde bunların özgün yanları öneçıkmaktadır. Bu bir bölümde ders programlarınınveya içeriklerinin değişimi olurken, kampüste'özgür alan' safsatası veya ÖTK olabilmektedir.Sermayenin bu çok yönlü hareketleri gençlikcephesinden de aynı zenginlikte karşılanmalı,örneğin bölüm inisiyatifleri ya da üniversiteplatformları hayata geçirilebilmelidir. Bununlabirlikte ise süreç geçekte ne denli bütünlüklü ise,gençlik güçlerinin oluşturacağı dinamikler de bireksende birleştirilebilmelidir. Farklı araçların

ihtiyacı vardır ancak aynı yakıcılıkta bunlarınbirleştirilebilmeleri de önümüzde durmaktadır.Bunların biçimlerinin ise süreç içindeşekilleneceğini söylemekle birlikte gençlikBologna Süreci’ne -eğitimin ticarileştirilmesine-karşı bir hattın izlenmesi gereklidir. Öne çıkacaktaleplerin ekseni ise UYK gündemleri deincelendiğinde açıktır ki, “eşit parasız, bilimsel,anadilde eğitim” ve “söz, yetki, karar” hakkıdır.Bu eksende “özerk ve demokratik üniversite”talebi gündemleştirilmelidir.

Özerklik sermayenin üniversitelerde kendiçıkarları doğrultusunda mali özerklik biçimi ileortaya koyduğu, özünde üniversitelerin yönetimkademelerinin iktisadi boyunduruk altına alınmasıbiçiminde ifade edilmektedir. Bunun karşısındaöğrencilerin demokratik katılımları ileoluşturulacak her platform sonuç itibari ileüniversitenin gerçek özerkliğinin özünü içerecekbiçimler olacaktır. Devrimci gençlik hareketininyarattığı inisiyatif örneklerinin dönemimizde genişkitlelerle olabildiğince paylaşılması bu süreçte ayrıbir anlam taşıyacaktır. Özellikle toplumun tümkatmanlarında sermaye diktatörlüğününperçinlendiği ancak sahte biçimler -yüksek öğretimözelinde ÖTK veya mütevelli heyetleridüşünülebilir- ile örtüldüğü bu süreçte, örgütlenmeve hareket etme konusunda özverili bir çabaiçerisinde olmalıyız.

Yeni dönemi kazanmak için

ileri!

Bologna Süreci'nin

kapsamı bugüne değin

çok kez ortaya konmaya

çalışıldı. Açık ki, bu

kapsamda eğitim alanını

kapsayan dönüşümler

oldukça geniştir. Ne var

ki, kampüslerimizde ve

bölümlerimizde bunların

özgün yanları öne

çıkmaktadır. Bu bir

bölümde ders

programlarının veya

içeriklerinin değişimi

olurken, kampüste 'özgür

alan' safsatası veya ÖTK

olabilmektedir.

Page 22: Ekim Geçliği - 133

22

Sınıfa karşı sınıf!

Yükseköğretim alanında görülen tümdönüşümler belirttiğimiz gibi işçi sınıfına yönelenve çalışma rejimini güvencesizleştirmeyihedefleyen uygulamalardan ayrı düşünülemez.Kıdem tazminatının gasbı, işsizlik ya dagüvencesiz çalışma kapsamında sınıfıngündemlerini gençlik içinde işlemek, gençliğigelecek için sistemin karşısında taraflaştırabilmeksürecin siyasal kazanımlarının da bağlandığı hedefolmalıdır.

Yakın dönemde bir dizi süreçte görülmüştürki, gençlik kitlelerisorunlarınınçözümükonusundageniş gençlikkitleleriyüzlerinidüzene dönmüş,düzenin çokyönlü saldırılarıile mücadeledenuzaklaştırılmıştır.Sorunlarınıngerçekçözümünün vegeleceğin işçisınıfınınkurtuluşuna, yanisosyalist devrime bağlı oluşunu görmesi geleceğikazanmanın koşuludur. Bu nedenle “Sınıfa karşısınıf” bakışımızın kitlelere etkin bir biçimdetaşınabilmesi, devrim mücadelemizde tuttuğumuzyer bakımından bugün yakıcı bir yerdedurmaktadır. Emperyalizme ve uşaklarına geçit yok!

Dünyada derinleşen bunalım isyanları dakoşullamaktadır. Emperyalizmin bunun önünegeçmek, halk kitleleri ve devrimci güçleri ezmekiçin seferber olması, bu durumun bilincindeoluşundan ötürüdür. Bu bilinç emperyalizmiTürkiye özelinde iki sonuca getirmektedir. İlki veonun için esas olan bölgedeki verilecek roldür. Burol ise, Türkiye'de sermaye devletine tümaskeri gücü ilebirliktebaşta ABDve İsrailolmak üzereOrtadoğu,KuzeyAfrika,Kafkaslar veBalkanlar'dasömürüdüzeninjandarmalığırolüdür. Bu,direnen halklarakarşı zorbalık, işgal altındaki topraklarda tekellerinyağmalamalarına bekçiliktir. İkinci iseemperyalizmin jandarmalığını başarıyla yerinegetirebilmenin koşulu olarak içeride yoğun birabluka ve saldırganlıktır. Kapitalist-emperyalistsistemin tüm uzlaşmaz çelişkileri ortaya koyuyorki, sermaye devleti komşu halkların tepesinedikilecek ise, bunu ancak kendi sınırları içinde işçisınıfına, gençliğe ve kardeş halklara kan kusturarak

yapabilir. Füze kalkanı projesi ile öne çıkanemperyalist uşaklık ortaya koyduğumuz iki rolüzerinden şekillenmektedir.

Düzenin içerideki baskı ve terörünün en büyükhedeflerinden olan gençlik, geride bıraktığımızdönemde 'OHAL', soruşturma-ceza terörü,öğrencilere yönelen tutuklama saldırıları ilekesintisiz bir baskının hedefi olmuştu. Kampüsleresivil polisleri yığan el aslında Ortadoğu'daemperyalizmin savaş tamtamlarını çalan ve sayısızfaili meçhul ile ünlenmiş özel harekat timlerini

JİTEM'leri sahneye sürenel ile aynıdır. Bu sebeplegençlik için anti-emperyalist mücadeleberaberinde kendiözgürlük sorunu ileilintidir. Bu önümüzdekidönemin yakıcı siyasalgündemlerinden biridir.

Çeşitli eğitimçalışmaları, tartışmagrupları vb. ile böylesisiyasal gerçeklerinkitleler ilepaylaşılmasıgerekmektedir.Bunun için ise

öncelikle güçlerimizin bu konulardaetkin biçimde donatılmaları çok önemlidir.Okullardaki ablukanın bizleri müşteri halinegetirmek isteyen ve geleceğimizi elimizden alansistemin sinsi bir saldırısı olduğu bilince çıkarıldığıölçüde geçmişteki “Irak’ta asker, okulda müşteriolmayacağız!” şiarı güncel anlamınakavuşabilecektir. Ne var ki, emperyalist-kapitalistsistem için böylesi öncelikli bir coğrafyada günlüksorunlar ile sistemin genel sorunlarını bütünlüklükavramak bir ayrıcalık değil, zorunluluktur.Günlük mücadele konuları ancak bu biçimdegerçek eksenlerine oturabilirler.

Anti-kapitalist olunmadan

anti-emperyalist olunamaz!

Anti-emperyalistmücadelecoğrafyamızdaönemli birmirasadayanmaktadır.Gençlik dedahil olmaküzere köklügeleneğimiziçinde önemli

yanılsamalardansapmaları, mücadelenin anti-kapitalist

özünden kopuk ele alınmasında yatmaktadır.Elbette, çeşitli ulusalcı-milliyetçi söylemler vebunların uçlaştığı siyasal akımlar teşhir edilmeli,gençliğin içindeki anti-emperyalist duyarlılığın buçevrelerde heba edilmesinin önüne geçilmelidir. Buçevrelerin sermaye ile göbekten bağlı oluşu teşhiredilmelidir. Bunun yanında ise, bu duyarlılığıngerçek anlamının ancak kesin bir sistem karşıtlığıile, bilimsel sosyalizmin ışığında anlamını bulacağıgençlik kitleleri ile paylaşılmalı, başta Ortadoğu

Yakın dönemde bir dizi

süreçte görülmüştür ki,

gençlik kitleleri

sorunlarının çözümü

konusunda geniş gençlik

kitleleri yüzlerini düzene

dönmüş, düzenin çok

yönlü saldırıları ile

mücadeleden

uzaklaştırılmıştır.

Sorunlarının gerçek

çözümünün ve geleceğin

işçi sınıfının kurtuluşuna,

yani sosyalist devrime

bağlı oluşunu görmesi

geleceği kazanmanın

koşuludur. Bu nedenle

“Sınıfa karşı sınıf”

bakışımızın kitlelere etkin

bir biçimde taşınabilmesi,

devrim mücadelemizde

tuttuğumuz yer

bakımından bugün yakıcı

bir yerde durmaktadır.

Page 23: Ekim Geçliği - 133

23

olmak üzere komşu coğrafyalarda işgali sonaerdirecek ve kardeş halklara özgürlüğü verecekolanın sınıf mücadelesi olduğu vurgulanmalı,gençlik sınıfın sosyalizm bayrağı altındamücadeleye çağrılmalıdır.

Kürt halkına eşitlik, özgürlük,

gönüllü birlik!

Yıllardır Kürt halkını inkar eden, resmi ideolojidahilinde asimile etmek isteyen ve başarısız kaldığıyerde imha operasyonlarından kaçınmayansermaye devleti halklar arasına kin ve düşmanlıktohumları ekmeyi ilke edinmiştir. Bir yandan“Lazı'yla Çerkezi'yle....” diye kurduğu cümleler ileetnik çeşitliliğin bir potada yok etmeye çalışırken,diğer yanda ise ısrarla Kürt kelimesini ağzınaalmamıştır. Özünde ise, tüm halklara kendiçıkarları doğrultusunda kimlikler dayatmıştır.Sermaye iktidarı işçi sınıfının sömürüye başkaldırmasının önünü almak için kendi ideolojisiniona dayatırken, birliğini de bölmek için elindengeleni yapmaktadır.

Bugün kitle tabanını özellikle Kürt halkınınemekçi katmanlarına dayanan Kürt siyaseti, siyasalbaskılara ve anti-demokratik uygulamalara karşıyükselttiği “Demokratik özerklik” iradesi, sermayedevletinin vahşi saldırısı ile karşılaşmıştır. Bununkapitalist devletin özünde olmasından ötürüşaşılacak bir tarafı yoktur. Ancak bir avuç asalakburjuva çıkıp da “bu bizim çıkarlarımıza tersdüşüyor” diyemeyeceği için, tüm baskılaratoplumsal bir meşruluk yaratmak zorunda olansermaye devleti paralel olarak sınıfın lümpen, yanikendi sınıfsal kimliğine yabancılaşmış kesimlerinide Kürt halkına ve halkların kardeşliğinisavunanlara karşı kışkırtmak yolunu tutmuştur.

Düzenin imha ve inkar politikasında alacağı hermesafe Kürt halkının meşru taleplerininbaskılanması anlamına geldiği gibi, bu yolla sınıfınüzerindeki boyunduruğun da güçlenmesineyarayacaktır. Bir halka dayatılan her türden baskı,dilinin, kültürünün yasaklanması kesinlikle kabuledilemez.

Gençliğin şovenist-milliyetçi-ırkçı ideolojilerinetki alanına çekilmesi burjuvazinin elinedüşmesinden başka bir şey değildir. Kürt halkınınmeşru taleplerine karşı ne gerekçe ile karşıdurulursa durulsun bu bireyi insanlık değerlerinden

uzaklaştırmaktan ve burjuvazinin aşağılıkçıkarlarını savunan kirli lejyonlarına devşirmektenbaşka bir işe yaramayacaktır. Bu yönüyle ulusalsorun karşısında gençliği taraflaştırmak, çözümolarak sosyalizmi göstermek zorundayız. Kürthalkının meşru taleplerini arka çıktığımız gibi,bunu eşitlik ve özgürlük temelindesahiplendiğimizde Kürt gençliğini devrimekazanabiliriz.

Kürt ulusal sorunu ile ilgili olarak yayınımızdayer alan yazılara ek olarak şunu belirtmek gerekirki, bu sorunun devrimci temellerde gerçek çözümüsosyalist geleceğimizin de hazırlanması demektir.Böylesi bir demokratik sorunu ile yüzleşmemiş veaçıklığa kavuşamamış bir işçi sınıfınıncoğrafyamızda verilecek devrim mücadelesindetam anlamıyla başarılı olabilmesi imkansızdır.

Gençliği devrime kazanmak ve

örgütlülüğümüzü büyütmek için!

İçinden geçtiği özel süreçte devrimci birkalkışmanın muazzam olanakları birikmektedir. Buolanakları değerlendirmek için öncelikle gençliketkin ve ısrarlı bir politik faaliyet iletaraflaştırılmalı ve mücadele saflarınakazanılmalıdır. Esnek örgütlülüklerin, yerelörgütlerimizin bütünleyici müdahalesi ile yerindedeğerlendirilmeleri, özverili bir kitle çalışmasınıngaranti altına alınması dönemin ihtiyaçlarına yanıtverebilmek için olmazsa olmazdır. Bununla birliktedevrimin ve sosyalizmin gerçek bir alternatifolarak gençlik kitlelerinin önüne çıkarılabilmesi vekazanılan güçlerin özenle işlenmesi artık daha dabüyük bir ihtiyaçtır. Bu, imkanlarıdeğerlendirebilmenin, dünyada esen rüzgarıdevrimimizin çıkarları doğrultusundayönlendirebilmenin tek yoludur.

Güçlerimizin kendilerini çok yönlü olarakgeliştirdiği, faaliyetimizin garanti altına alındığı budönemin temel yaklaşımı gençliği devrimekazanmak, bunun için de örgütlülüğümüzübüyütmektir. Genç komünistlerin omuzlarınayüklenen tüm görevler başlayan dönemi kazanmakiçin seferberliğe bir çağrıdır.

Genç komünistler bunun moral birikime sahipolarak başladıkları bu dönemde mücadeleninihtiyaç duyduğu iradeyi ortaya koymalı veihtiyaçlara ısrar ve kararlılıkla cevap vermelidir.

Güçlerimizin

kendilerini çok yönlü

olarak geliştirdiği,

faaliyetimizin garanti

altına alındığı bu

dönemin temel şiarı

gençliği devrime

kazanmak, bunun için de

örgütlülüğümüzü

büyütmektir. Genç

komünistlerin

omuzlarına yüklenen tüm

görevler başlayan

dönemi kazanmak için

seferberliğe bir çağrıdır.

Page 24: Ekim Geçliği - 133

24

Yaz ayları Kürt halkına yönelik saldırılarınyoğunlaşarak devam ettiği bir dönem olarak geçiyor.Seçimden olabildiğince güçlü çıkan Kürt hareketine,onun yasal alandaki temsilcisi BDP’ye yöneliksaldırılar seçimden hemen sonra yoğunlaştı. Kürthalkının oylarıyla seçilmiş 6 BDP’li milletvekilidüzenin kendi yasalarına bile uymamasına rağmenhapisten çıkartılmadı ve bir kez daha Kürt halkınıniradesi çiğnenmeye çalışıldı. Bu hamleye yaygın sokakhareketleri ve meclis boykotuyla cevap veren Kürthareketi, süreçten aldığı güç ve özgüvenle‘Demokratik Özerklik’ ilan etti. Düzenin kırmızıçizgileriyle oynamak anlamına gelen bu meşru istemise, düzen tarafından tam bir tahammülsüzlüklekarşılandı. Bunu bir başkaldırı ve Kürtler’in kendikendini yönetme isteği olduğunu gören devlet baskı veterörü yoğunlaştırdı.

DTK’nın ‘özerklik’ ilanına yönelik hakaretler birsüre sonra askeri operasyonların artmasıylabirleştirildi. Türk devleti tüm kurumları ve siyasipartileriyle peş peşe yaşanan asker ölümlerini Kürtsorununu çözmedeki acizliğini örtmek, işçi-emekçilerişovenizmle zehirlemek ve Kürt halkına yönelik yenisaldırılara meşruluk kazandırmak için kullandı. Düzencephesinden birbirini izleyen şoven açıklamalar birsüre sonra Kürt halkına yönelik saldırıların yolunuaçtı. Kürt halkına yönelik olarak Bursa, Elazığ,Mersin, Eskişehir ve Zeytinburnu gibi birçok il veilçede linç girişimleri yapıldı. Bu linçler düzenmedyası tarafından ‘öfke patlaması’ gibi argümanlarlautanmazca meşrulaştırılmaya çalışıldı.

Çukurca’daki asker ölümlerinin hemen ardındanşovenizmi tırmandıran AKP iktidarı özellikle de iftarsofralarını fırsat bilerek savaş naralarını yükseltmeyebaşladı. Gerillalar için ‘inlerinden çıkaracağız, bununiçin operasyonsa operasyon’ diyen Tayyip Erdoğan biryandan askeri operasyonun zeminini düzlerken,BDP’ye de ‘terörle aranıza mesafe koyun, meşruiyetzeminine dönün’ diyerek tehdit savurdu. Bunu isePKK’yi yalnızlaştırma saldırısının dayanağı yapmayaçalıştı. Tüm düzen medyasının yaptığı gibi.

Savaş tamtamları çalınıyor!

Sermaye devletinin kendisini yeni bir savaşahazırladığı açıkça görülüyor. İçeride ve dışarıda yenibir savaş ve saldırganlık dönemine giren devletin ilkbüyük hamlesi 90’lı yılların başında Kürdistan’dabüyük bir terör estiren polis özel timlerinin tekrardaniş başına getireceğini açıklamasıydı. Geçmişindekitlesel katliamlar dahil birçok insanlık dışı icraatyapmış bu katiller sürüsü yeniden Kürt halkınıkatletmek için bölgeye gönderiliyor. AKP yenidönemde polisi ‘terörle mücadele’ adı altında savaşmakinesine çevirmekten geri durmuyor. İmha savaşınaözel bütçe ayıran AKP, 2011 yılında kullanılmak üzerepolis teşkilatına 100 milyon lira tesis etti. Aynı miktar2012 yılı için de geçerli. Özel bütçeyle 300’e yakınzırhlı araç alınacak, gene 300’e yakın zırhlı aracın yeni

teknolojiyle donatılması sağlanacak, polis noktalarıyenilenecek ve yeni tüfekler satın alınacak.Kürdistan’daki polisler ise katillik eğitimdengeçirilmeye şimdiden başlandı. Kısacası “bütçeolmadığı bahanesiyle kadrolu öğretmen atamayan,sağlık ve eğitimi paralı hale getiren, asgari ücretikölelik ücretine çeviren devlet, emekçilerin vergisiylesavaş simsarlarının kasasını dolduracak.”

Savaş sesleri şimdiden duyuluyor. Çukurca’dakiasker ölümlerinin ardından Türk ordusu günlerboyunca Kandil’i bombaladı. Sadece gerillamevzilerini vurduğunu belirten Türk ordusu, busaldırılarda 1’i kadın 4’ü çocuk olmak üzere 7 siviliöldürdü. Gerillaları katletmek için ormanları da yakandevlet, Kandil Dağı etrafındaki köyleri de vurmayıihmal etmiyor. Bir diğer gelişme de Kızılhaç ve GüneyKürdistan hükümeti yetkililerinin Kandil Dağıetrafındaki köylüleri ziyaret ederek onlara bölgeyi terketmeleri karşısında 20 milyon dinar teklif etmesiydi.Köylülere TSK’nın köyleri bombalayabileceğibelirtilerek başlarına bir şey gelmeden ayrılmalarıgerektiği ifade edildi. Bölgenin insansızlaştırıldığıgerçeği görülürse akıllara Türk devletinin bölgedekimyasal silah kullanabileceği ihtimali geliyor.Yaşananlara ve yapılan açıklamalara bakılırsa bu hiçde küçük bir ihtimal değildir. Keza Türk ordusubundan önce birçok defa gerillaya karşı kimyasal silahkullanmıştı. Sınıra 2000 komandonun gönderilmesi,özel timlerin bölgeye yerleştirilmesi, Beşir Atalay’ın“Sınır ötesi operasyonlar etkili, karşılığını buldu.Devam ediyor. Bu, bir yeni entegre stratejidir” demesive hükümetin 17 Ekim’de bitecek sınır ötesioperasyon tezkeresini 1 yıl daha uzatmak istemesiyükseltilecek savaşa ve yeni bir kara ötesi operasyonaişaret ediyor.Emperyalizm Kürt halkının düşmanıdır!

Gözden kaçmaması gereken bir başka nokta daoperasyonlar sırasında görülen ABD-Türkiye-İranişbirliğidir. Birbirleriyle her fırsatta didişen iki düşmandevlet olan İran ve ABD konu Kürt düşmanlığı oluncaTC ile birlikte Kürt halkına yönelik imha savaşındabirleştiler. Bu ibretlik tablo yürütülen ulusalmücadelenin karşısında sadece Türk devletinindurmadığını, dolayısıyla Türk devletine karşıyükseltilecek mücadelenin emperyalizme karşıverilecek mücadeleyle birleştirilmesi gerektiğiniortaya koymuştur. Eğer bugün Türk sermaye devletibu kadar pervasızsa gücünü ve politikalarını ABD’denaldığı içindir. Karşılığında ise ABD lehine dünLibya’da oynadığı rolü, yarın Suriye’de başka bir günise başka bir Ortadoğu ülkesinde oynayacaktır. İştekirli pazarlık denen şey budur!

Kürt çocukları katledilmeye

devam ediyor!

Sermayenin faşist devleti sadece gerillaları değil,aynı zamanda Kürt çocuklarını da hedefe alıyor. İHD

Kürt halkına yönelik saldırıya

birleşik direnişle cevap verelim!

Sermaye devletinin

kendisini yeni bir

savaşa hazırladığı

açıkça görülüyor.

İçeride ve dışarıda

yeni bir savaş ve

saldırganlık dönemine

giren devletin ilk

büyük hamlesi 90’lı

yılların başında

Kürdistan’da büyük

bir terör estiren polis

özel timlerinin

tekrardan iş başına

getireceğini

açıklamasıydı.

Page 25: Ekim Geçliği - 133

2525

Diyarbakır Şubesi’nin hazırladığı rapora göre sermayedevleti bugüne kadar 18 yaş ve altı 417 çocuğukatletti. Bu sayı resmi verilere göredir, gerçekte ise busayı 500’ü buluyor. Bu sayının kendisi bile devletincaniliğini, kana susamışlığını göstermeye yeter. Bu500’ün içinde 12 yaşında olmasına rağmen vücuduna13 kurşun girmiş Uğur Kaymaz, hayvan otlatırkenvücuduna havan topu isabet etmiş 14 yaşındaki CeylanÖnkol, 24 Temmuz’da Silopi’de başından yaralanıpyere düşen, düştüğü yerde polisler tarafındantekmelenen ve hastaneye kaldırılmasına izinverilmeyen 13 yaşındaki Doğan Teyboğa ve dahayüzlerce çocuk var. Dahası TSK’nın Kandil’ibombalaması sonucu ölen 7 kişiden 4’ü çocuktu.Samsun’da 16 yaşındaki Gökhan Demirtaş’ın ölümüise tüyler ürpertici. Abisi ile giden GökhanDemirtaş’ın üzerine özel tim tarafından tam ‘500’ tanemermi sıkıldı. Üstelik bu 500 mermi karşı tarafın birtane bile kurşun sıkmadığı bir ortamda sıkıldı.Mahkemeye tutuklama talebiyle sevk edilen timkomutanı teğmen ise serbest bırakıldı. Tıpkı o daUğur’un, Ceylan’ın ve diğer Kürt çocuklarının katillerigibi hiçbir ceza almayacak. Ama aynı aşağılık düzenUğur Kaymaz’ı anan 4 Eğitim-Sen üyesinitutuklayarak Mardin E Tipi Kapalı Cezaevi’negönderdi. Devletin zulmü zindanlarda da sürüyor!

Kürt tutsaklara ise baskılar sürüyor. Düzmeceiddialarla Kürt halkının iradesini kırmak için açılanKCK davası yargının keyfiliğine vetahammülsüzlüğüne sahne oluyor. Anadilinde savunmayapmak isteyen mahkumlara izin vermeyen mahkeme,mahkumların savunma hakkını gasp ediyor. Bu tutumuprotesto edip mahkemeye katılmayan avukatlara dadava açıyor. Ayrıca son duruşma öncesi 28 KCKtutuklusunu Diyarbakır’dan Bingöl Cezaevi’nenaklettiren devlet mahkumlara teslimiyeti dayatmakistiyor. İşte Kürt tutsaklara yönelik yapılan diğeruygulamalar;

-Mardin’in Midyat ilçesindeki M tipi KapalıCezaevi’nde bulunan 18 yıllık PKK tutsağı ŞehmusYalçın 6 Ağustos günü idare-gardiyan işbirliği içindebeyin kanaması geçirerek öldü.

-KCK davasından Kırıkkale F Tipi 2 No’luCezaevi’nde bulunan Ahmet Arslan 10 gardiyantarafından darp edildi ve tedavi edilmeden hücreyekonuldu.

-Bakırköy Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunangörme engelli ve kanser hastası Hediye Aksoy’untedavisi yapılmıyor. Bu durumu protesto eden 22 kadınsiyasi tutsağa onlarca gardiyan tekme, yumruk vecoplarla vahşice saldırdı.

-Fiili saldırılara ek olarak her gün onlarca kişitutuklanıyor. Öcalan’ın avukatları “terör örgütüPKK’ye hiyerarşik yapıya dahil olmadan yardımettikleri” iddiasıyla yargılanarak 1 yıl süreyleÖcalan’ın müdafiliğini ve vekilliğini yapmaktanalıkonuldular.

-İmralı Cezaevi’nde bulunan Öcalan ve diğer 5tutsağın kendi aralarında ve aileleriyle Kürtçekonuşmaları yasak. Ayrıca tutsaklara Kürtçe yayın veKürtçe mektup yasağı da var.

-Kütahya Dumlupınar Üniversitesi’nde okuyan vebir faşistin öldürülmesi iddiasıyla tutuklanan SeyfettinBal gardiyanlar tarafından ‘intihar etti’ yalanı eşliğindekatledildi.

PKK ve PJAK tutsakları cezaevindeki durumu ve

yaşanan sorunu ortaya şöyle koyuyorlar: “…yüzlercearkadaşımız en ücra yerlere işkence zoru ile sürgünedilmekte ve gidilen yerlerde insanlık dışı şartlardatutulmaktadır… Ailelerimize hakaret edilmekte, görüşegelen ailelerimiz taciz edilmekte, faşist ve ırkçı çeteleraileler üzerine salınmaktadır!... Gelin zindanlardauygulanan ve vahşet boyutuna varan bu uygulamalarıyerinde görün. Hiçbir arkadaşımızın can güvenliğibulunmamaktadır, sürgün edilen arkadaşlarımızdanhaber alamıyoruz, her gün bir arkadaşımızın, ‘intiharetti’ denilerek, cenazesi dışarıya çıkarılıyor, hasta veen insani ihtiyaçlarını karşılayamayacak durumdaolan onlarca arkadaşımız tedavi edilmiyor, dışarıdangelen ilaçları verilmiyor, ana dilimizle telefon ve görüşyerlerinde konuşmamız engelleniyor, hiçbir muhalifdergi ve gazete içeriye verilmiyor, ailelerimizlegörüşmelerimiz, ‘disiplin cezası’ adı altındaengelleniyor, yasal hakkımız olan ortak alanlara keyfinedenlerle çıkarılmıyoruz, mahkemelerde ana dilimizlekonuştuğumuz için hakimlerin gözü önünde ve onlarınyönlendirmesi ile işkencelerden geçiriliyoruz!”Gerçek, kalıcı ve onurlu bir barış devrimde,

sosyalizmdedir!

Sistem bir kez daha imha, inkar ve asimilasyonpolitikasını dayatmaktadır. Açıktır ki bundan başka birplanı da yoktur. O imha, inkar ve asimilasyonpolitikalarından beslenmektedir. Bunun için hem Kürthalkının meşru ulusal taleplerini bastırmakta hem deyükselttiği şovenizmle Türk işçi ve emekçilerinizehirlemektedir.

Bunca ölüme, ödenen bedele rağmen devletinsilahların susması için sunduğu tek şart PKK’nin silahbırakmasıdır. Bunu ise Kürt halkının 15 Ağustos84’den beri silahlı mücadeleyle kazandığı haklarıtekrardan yok etmek için ortaya atıyor. Kürt halkı bunukabul etmeyip direndiği için de operasyonlara,katliamlara ve tutuklamalara başvuruyor.

Bu sistem içerisinde TC ile ‘gerçek, kalıcı veonurlu’ bir barış mümkün değildir. Devletin bugünekadar takındığı tüm tutumlar bunu ispatlamaktadır.Kürt halkı bugüne kadar kazandığı tüm hakları fiilimücadeleyle kazandı. Ona bu hakları anayasalgüvenceler (talepler) sağlamamıştır. Vesağlamayacaktır. Bir takım burjuva yazarların ya daliberal aydınların belirttiği gibi çözümün yolu nemeclisten geçmektedir ne de göstermelik kağıtyığınlarından... Kürt halkına özgürlüğünü ancak veancak toplumsal bir devrim verebilir. Bu coğrafyadadevrim ve sosyalizm davası kazanmadıkça iki halkarsında ne gerçek bir kardeşlikten bahsedilebilir ne dekalıcı ve onurlu bir barıştan. Çünkü savaşları yaratanemperyalist-kapitalist sistemin ta kendisidir. Bu sistemyıkılmadıkça taleplerimizin gerçekleşme olanağıyoktur. Eğer birtakım geçici şeyler istemiyorsak...

Bu yazı yazılırken BDP’li Yıldırım Ayhan polistarafından uğradığı saldırı sonucu yaşamını yitirmişti.Beşir Atalay’ından, Tayyip Erdoğan’ına, ondanGenelkurmay Başkanı’na kadar herkes kara ötesioperasyonundan bahsediyordu. Bildiğimiz gibi savaşseslerinin yükseltilmesi, sadece Kürt hareketine değil,tüm ilerici-devrimci güçleri de hedeflemektedir. Yenibir eğitim yılına girerken başta biz genç komünistlerolmak üzere tüm ilerici-devrimci güçlerin omuzlarındabundan dolayı önemli görevler vardır. Bizler Kürthalkının eşitlik ve özgürlük mücadelesini desteklemeli,saldırganlığa karşı birleşik bir direnişe geçmeliyiz.Üniversiteleri kardeşliğin kalesi haline getirmeliyiz.Ancak böylesi bir duruş saldırıları göğüsleyebilir.

Bu sistem içerisinde

TC ile ‘gerçek, kalıcı ve

onurlu’ bir barış

mümkün değildir.

Devletin bugüne kadar

takındığı tüm

tutumlar bunu

ispatlamaktadır. Kürt

halkı bugüne kadar

kazandığı tüm hakları

fiili mücadeleyle

kazandı. Ona bu

hakları anayasal

güvenceler (talepler)

sağlamamıştır. Ve

sağlamayacaktır.

Page 26: Ekim Geçliği - 133

Son yapılan YAŞ toplantısı ile birlikte AKP hükümeti ordu üzerindekiezici üstünlüğünü ilan ederek içeride ve dışarıda başlatılacak olan yenibir savaş döneminin startını verdi. Sermayenin sözcüleri tarafındankatıldıkları her toplantı ve iftar yemeklerinde Kürt hareketine ve devrimciharekete karşı kapsamlı bir saldırının başlatılacağı ilan edildikten sonraGüney Kürdistan’a yönelik hava harekatı başlatıldı. Metropollerdeartacak terör olaylarını engellemek yalanı ile polis devletiuygulamalarında kapsamlı bir mesafe alan sermaye devleti hazırlandığısöylenen gözaltı listeleri ile baskı ve terörü tırmandırıyor. Sınırlardagörev yapacak özel birlikler adı altında bir kez daha kontr-gerillayıişbaşına geçiriyor.

Açılım aldatmacasının artık tamamen sonaerdiği bir dönemde Kürt halkı bir kez daha kapsamlıbir saldırı ile karşı karşıya. Sermaye devleti Kürthareketini tasfiye planına dayanan açılım planındabaşarılı olamayınca bir kez daha asimilasyon veimha politikalarına sarıldı. Kürt hareketine yöneliksınır ötesi ve havadan saldırılar sürekliyoğunlaşırken bu saldırılarda ise birçok sivilhayatını kaybetti. Olayları protesto edenler isedevlet teröründen nasibini aldı. Kürt halkı bir taraftasürekli operasyonlarına devam eden Türk ordusu,diğer tarafta ise gelen her asker ölümünden sonrabaşlatılmaya çalışılan linç girişimleri ile karşıkarşıya bulunuyor. Zeytinburnu’nda tamamenorganize bir şekilde başlayan linç girişimleri bununen iyi örneğidir. Oraya gelen bir polis amirinin ise olaylara müdahaleetmek yerine “siz gidin biz bunlara yeteriz” sözü olayın içerisinde devlet-sivil faşist işbirliğini açıkça gözler önüne seriyor. Yine Eskişehir’demevsimlik Kürt işçilere yönelik saldırı halklar arasında atılmaya çalışılannifak tohumlarının sonucunu gösteriyor.

Amerika’nın direktifleri doğrultusunda Suriye’deki halkı kurtarmayasoyunan AKP hükümeti orada yapılanları vahşet olarak nitelendiriyor.Yapılan konuşmalarda ise tüm bu baskıyı yapanların döktükleri kandaboğulacaklarını ifade ediyor. Oysa tüm bu sözleri söylerken Kürdistantoprakları bombalanıyor. Birçok Kürt hayatını kaybediyor. Katliamlistelerine son eklenen isimlerden biri BDP Van İl Genel Meclisi üyesiYıldırım Ayhan oldu. Ayhan, operasyonların durması için sınırayürüyenlere askerler tarafından gerçekleştirilen saldırıda gaz bombasıylakatledildi.

Somali’de küçücük çocukların açlıktan öldüğünü söyleyensermayenin sözcüleri Kürdistan’da küçücük çocukları kendi elleri ilekatlediyor. 12 yaşındaki Uğur Kaymaz, 9 yaşındaki Ceylan Önkol bununbaşlıca örnekleridir. Somali’deki, Suriye’deki çocuklara gözyaşı dökenlerikiyüzlü bir şekilde Kürdistan’da katledilen çocukları görmezdengelmektedirler. Tüm bu sahte gözyaşları o çocukların ölmesindekapitalizmin rolünü asla saklayamayacaktır.

Birçok kez birbirleri arasında husumet olduğu düşünülen İran veABD mevzu Kürt halkı olunca anlaşmakta hiç zorluk çekmiyor. Türkdevleti de bu ikilinin arasını yapmakta birer maşa olarak kullanılıyor.Ama unutulmasın ki tüm bu kirli ittifaklara karşı son sözü direnen halklarsöyleyecektir. Kürt halkı tüm bu baskı ve teröre karşı direniş bayrağını

yükseltmektedir. Sınır ötesine geçip gerilla cenazelerinialmaları, Kürt analarının sınıra canlı kalkan olarak gitmeleridireniş ateşinin söndürülemeyeceğinin en iyi göstergesidir.

Kürt halkının üzerine düşen bombaların parası ise

işçi ve emekçilerin cebinden çıkıyor!

Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) verilerine göreTürkiye 1988-2008 yılları arasında dünyada en çok silah ithal eden ilkbeş ülke arasındaydı. İran 3.8, Rusya 4.3, Pakistan 4.4, Türkiye 4.9 oranıile bütçesinde savunmaya en çok pay ayıran ülkelerin ön sıralarında yeralmaktadır. Kurumun verilerine göre Türk devletinin silahlanma içinharcadığı kaynaklarda son yıllarda yüzde 2.7’lik artış yaşandı. 2010yılında silahlanmaya ayrılan kaynak 26 milyar 313 milyon lira. İsveçlikurumun yaptığı araştırmada dünya genelinde ekonomik krizden dolayı

bütçe kesintilerine gidilmesine rağmen askeriharcamalarda büyük artış yaşandı.

Bütçeden emniyete ayrılan paranın AKP’ninhükümet olduğu 2002’den bu yana düzenli olarakartmış olması elbette bir plan ve programınparçasıdır. Yine polise tanınan geniş yetkiler deöyle.

Dinci-gerici partinin temel askeri dayanağıolduğu ölçüde, silahlanma yarışında bütçedenemniyet müdürlüğüne ayrılan pay TSK’yı geçmişdurumda. 2011 yılı bütçesinde Emniyet GenelMüdürlüğü’nün ödeneği bu yıl % 23.2 artırılarak10 milyar 578 milyon TL’ye çıkarıldı. Emniyeteayrılan bu büyük pay, Kamu Düzeni ve Güvenliği

Müsteşarlığı, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü gibi birçok birimeayrılan payın neredeyse beş kat üstünde olurken, Deniz ve HavaKuvvetleri ile Jandarma Genel Komutanlığı’na ayrılan toplam bütçe ilehemen hemen aynı seviyeye ulaştı. Yine Emniyet’e ayrılan bütçeninEnerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı,Bayındırlık ve İskan Bakanlığı ile Dışişleri Bakanlığı’ndan daha fazlaolması dikkat çekti.

Kürt halkına ve hareketine karşı savaşta polise daha etkin rolverilmesinin ardından özellikle bölgede kullanılmak üzere emniyete yenizırhlı araçların alınacağı da gündemdeki konuları arasındabulunmaktadır. Basına yansıyan bilgilere göre değişik marka vemodeldeki 300’e yakın zırhlı aracın teslim alınmaya başlandığı, araçların2011 bütçesinden 100 milyon liralık kaynağın kullanıldığı kaydedildi.Cobra, Shortland, kameralı Shortland, Dragon panzer, TOMA (ToplumsalOlaylara Müdahale Aracı) ve zırhlı personel otobüslerinin, ihtiyaca göreöncelik özel harekat birimlerinde olmak üzere illere dağıtılacağı ve 2012bütçesine de benzer büyük çaplı alım için ödenek konulacağı öğrenildi.

Yine yakın bir zaman önce ABD’ye 109 adet helikopter karşılığında3.5 milyar dolar ödeneceği açığa çıkmıştı. Bütçesinden en büyük payıaskeri harcamalara ayıran bir ülkede, resmi verilere göre kayıtlı çalışansayısının yarısı, yani 4.5 milyon kişi asgari ücretle yani açlık sınırınınaltında çalışmak zorunda kalıyor.

Eğitime ayrılan bütçe ortadayken, her dönemin başında harç parasınıödeyebilmek için çalıştığı işyerinde yaşamını yitiren öğrencilerin haberigelirken kirli savaşa neden bu kadar para ayrıldığı sorgulanmalıdır.Birçok öğrenci parasızlıktan okuyamazken, dershane parasınıödeyemediği için annesi hapse giren ve intihar eden Soner Sipahilerörneği orta yerde dururken bu paralar Kürt halkının üzerine bomba,mermi olarak düşüyor. Bugün bizlere düşen ise bu zulme dur demek,Kürt halkı ile eylemli dayanışmayı yükseltmektir.

Kürt halkı asimilasyon ve imha saldırılarını

direnişle püskürtecektir!

26

Page 27: Ekim Geçliği - 133

2727

Son dönemde kadın cinayetleri ve kadınayönelik şiddet burjuva medya tarafından yoğunolarak işleniyor. Gazetelerin üçüncü sayfalarında,ana haber bültenlerinde hemen hemen her günkadına yönelik şiddet veya kadın cinayeti ile ilgilibir haber oluyor. Sayısal verilere bakıldığındadurumun vahameti daha da çıplak bir şekildegörülüyor:

- 2002 ile 2011’in ilk altı ayı arasında resmirakamlara göre 4 bin 410 kadın öldürüldü.

- 2002 yılından 2009 yılına gelindiğindeöldürülen kadın sayısı yüzde 1400 artış gösterdi.

- Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu2011’in ilk altı ayında öldürülen kadınlarınsayısının 130'a ulaştığını açıkladı.

- Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün“Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi ŞiddetAraştırması”na göre Türkiye’de kadınların yüzde41.9’u fiziksel ve cinsel şiddete uğruyor. Yaşadığışiddeti kimseye anlatmayan kadın oranı yüzde 48.5.

- Türkiye genelinde ‘ekonomik şiddete’ uğrayankadın oranı yüzde 23.4. Erkeklerin ‘işten çıkmayaneden olma veya çalışmaya engel olma’ oranıdüşük gelir seviyesindeki kadınlarda yüzde 21.5iken, yüksek gelir düzeyindeki kadınlarda yüzde21.2. (Kaynak: Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü,“Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi ŞiddetAraştırması)

- 2010 yılında tacize uğrayan kadın veçocukların sayısı 381. Tecavüze uğrayan kadın veçocukların sayısı ise 207. 2010 yılında tanıdıklarıbir erkek tarafından tecavüze uğrayan kadın veçocukların oranı yüzde 91.3. (Kaynak: KadınınStatüsü Genel Müdürlüğü, “Türkiye’de KadınaYönelik Aile İçi Şiddet Araştırması)

Tablonun yakıcılığıyla birlikte kamuoyu da artıkkaçınılmaz olarak kadın sorununu “tartışıyor”.Kadına yönelik şiddeti ve kadın cinayetleriniçözmek için çözümler aranıyor, öneriler getiriliyor.Bu vahşetin sorumluluğu oğullarını iyiyetiştiremeyen analara ve en ileri adım olarakfeodal aile yapısına yükleniyor, kadınlar cahilliklesuçlanıyor. Mevcut yasal düzenlemeler işlediğitakdirde bile engellenebilecek pek çok şiddet olayıve cinayet varken, devletin yaşananlardaki tümsorumluluğu örtbas edilmeye çalışılıyor. Çözüm iseyeni sığınma evleri açmak gibi göstermelikprojelerle aranıyor. Kısacası kadın cinayetleri vekadına yönelik şiddet burjuva medya tarafındanşişirilen, göstermelik bir gündem olarak kalıyor.

Kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerindekiartışın gerçek nedenlerini ve çözüm yollarınıaramak ancak mevcut toplumsal düzeni ve kadınınbu düzen içerisindeki konumunu sorgulamaklagerçekleşecektir. Kapitalist düzende kadın her

zaman ikinci sınıf cins olarak aşağılanır ve ezilir.Bu bakış açısıyla kapitalist düzen kadınınezilmişliğini tüm kurumlarıyla -eğitim, din, yasalarvb.- her daim ayakta tutmaya çalışır, çünkü buezilmişlikten beslenmektedir. Evde bedava işgücü,iş yerinde ucuz işgücü anlamına gelen kadınıntoplumsal konumu da buna göre belirlenir. Sömürüüzerine kurulu kapitalist düzende kadınlar sınıfsalezilmeyi de katmerli şekilde yaşamaktadır. Kadınsorununun sınıfsal özünü görmeden ortaya konanyaklaşımlar eksiklik ve/veya çarpıklıkları barındırır.

Kadın sorunu ve bu sorunun gerçek çözümü iseşöyle özetlenebilir:

“Bunun karşısında biz komünistler kadınsorununun tarihsel bir sorun olduğunu vurgularız;tarihin belli bir evresinde belli koşulların veilişkilerin ürünü olarak ortaya çıktığını, tarihingelecek bir evresinde bu koşulların değişmesi veilişkilerin ortadan kalkmasına/kaldırılmasına bağlıolarak da ortadan kalkacağını söyleriz. Bununla dayetinmez, bu tarihsel sorunun aynı zamanda sınıfsalnitelikte olduğunu vurgularız. Kadın sorunununtarih içinde belli sınıf ilişkilerinin ürünü olarakortaya çıktığını, her yeni sınıflı toplumun bunukendinden öncekinden devraldığını, özünükoruyarak kendi yeni koşullarına uyarladığını,dolayısıyla sınıfların doğmasıyla oluşan ve tümsınıflı toplumlarda özü bakımından süren kadınsorununun ancak sınıfların tasfiyesiyle ortadankalkacağını savunuruz.” (Kaynak: Günümüzünburjuva toplumunda genel boyutlarıyla kadınsorunu - H. Fırat, Kadın sorunu üzerinekonferanslardan.../1)

Son dönemde tırmanan kadına yönelik şiddetolaylarını ve kadın cinayetlerini kadın sorununundoğru tespiti çerçevesinde değerlendirmek,yaşananları doğru anlamak ve çözüm yollarıgeliştirmek noktasında yardımcı olacaktır. Burjuvasistemin ve onun borazancılığını yapan medyanıntüm aldatmacaları ve safsataları karşısında kadınayönelik şiddet olaylarının ve kadın cinayetlerininartmasının tam da kapitalizmin krizinin derinleştiğibir dönemde olması tesadüf değildir. Krizin faturasıişçilere ve emekçilere kesilirken, bu durumtoplumsal çalkantı ve yozlaşmayı daderinleştirmektedir. Kadınlar da toplumsalezilmişlikleriyle birlikte bu dönemde bir yandan enkolay işten çıkartılan ya da kölece çalışmakoşullarına razı edilmeye çalışılan kesim olurken,bir yandan da kapitalizmin bunalımını canlarıylaödemektedir. Açıktır ki gelinen aşamada kadınıngerçek kurtuluşunu sağlayacak mücadeleyibüyütmek ve kadınların bu mücadele içerisindezincirlerini kırmasını sağlamak çok daha yakıcı birşekilde ortada durmaktadır.

B. Bahar

Kadın cinayetleri tırmanıyor...

Kadınlar neden ölüyor?

Page 28: Ekim Geçliği - 133

28

İsrail’le gerilimi siyasi ranta çevirmekonusunda deneyim kazanan AKP şefleri, butaktikle hem dinci gericiliğin etkisindeki toplumkesimleri hem Arap halkları nezdinde prestijkazanmaya çalışıyorlar. Zira siyonist rejiminFilistin halkına reva gördüğü zulüm, bölgehalklarında İsrail devletine karşı yaygın birtepkinin oluşmasına neden olmuştur.

İşbirlikçi sermaye iktidarının etkili güçlerindenbiri haline gelen dinci gericilik odağı AKPhükümeti, defalarca gerilim yaşamasına rağmen,İsrail’le ilişkileri sürdürmektedir. Türkdevletini ve hükümetini küçükdüşüren “alçak koltuk krizi” veMavi Marmarasaldırısından sonra bile,AKP’nin siyonistrejimle ilişkileridevam etmiştir. İkirejim arasındayaşanangerilimlererağmen,Ankara’dakiişbirlikçitakımınınİsrail’le ilişkileridüzeltmekzorunda kalması,emperyalist/siyonistgüçler önünde dikdurma gücü veiradesinden yoksunolmasıyla doğrudanbağlantılıdır. Yeni bir sahtekarlık manevrası...

İki Amerikancı rejim arasında yaşanangerilimler yapay olmamakla birlikte, TayyipErdoğan başta olmak üzere AKP şeflerinin İsrail’e“efelik” taslaması, kaba bir sahtekarlıktan başka birşey değildir. Zira ortada dinci şefler adına ciddi birduruş olsaydı, aynı mizansen defalarca tekraredilmezdi. Efelik taslayanların Washington’dakiefendiden emir gelince sarfettikleri büyük sözleriyutmak zorunda kalmaları, boyunlarını aşan işlerekalkışmalarından kaynaklanıyor olsa gerek.

Ne Tayyip Erdoğan ne müritlerinin büyüklafları yutup alçaltıcı bir duruma düşmekten hoşnutoldukları söylenebilir. Buna karşınemperyalist/siyonist güçlerle kurdukları ilişkiler,onları bu hallere düşmeye mahkum ediyor.

Mavi Marmara saldırısıyla ilgili BirleşmişMilletler’in hazırladığı raporun içeriği, bir kezdaha AKP hükümetinin şeflerini çileden çıkardı.“Koca Türk devleti”ni hiçe sayarak siyonistkatilleri aklayan BM raporu, hükümetin İsrail’e

karşı yeni bir “taarruz” başlatmasına vesile oldu.Zira “büyük devlet” olmakla övünen, bölgesindeABD taşeronluğu yaparak da olsa etkili bir güçolmakla hava atan Ankara’daki gerici rejiminşefleri, İsrail sözkonusu olduğunda BM nezdindebir hiç olduklarını birkez daha gördüler.

İsrail’le yapılan askeri anlaşmaların askıyaalındığını ilan eden AKP şefleri, diplomatikilişkilerin alt düzeye indirildiğini, İsrail ordusunakarşı Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı’ndadava açacaklarını belirttiler. Gazze etrafındaki

kuşatmayı tanımakdıklarını da açıklayanAmerikancı hükümetin sözcüleri,

Türk gemilerinin DoğuAkdeniz sularında daha sık

görüneceğini beyanettiler.

Olaylar öyle birşekilde yansıtıldıki, sanki AKPhükümetininİsrail’leyaşadığıgerilimin temelnedeni Filistinhalkından yanatutum almasıdır.

Oysa gerilimintemel sebeplerinin

Filistin sorunu veyaFilistin halkının

acılarıyla hiçbir ilgisibulunmuyor.

AKP hükümeti adına busahtekarlık manevrası yeni değil elbet.

Daha önce defalarca İsrail’le gerilim yaşayıp, arayıdüzelten Tayyip Erdoğan’la müritleri, ne pahasınaolursa olsun Washington’daki efendiyle arayı iyitutmak zorundalar. Bu defa sorun daha daboyutlanmış görünse de, Washington’dan gelenhaberler, AKP şeflerinin siyonistlerle yaşanangerilimi hafifletmek için çaba harcamak zorundakalacağına işaret ediyor. Böylece sahterkarlıkzincirine yeni bir halka eklemiş olacaklar. NATO’nun tetikçileri, mazlumlardan

yana tutum alamazlar

İsrail’le yaşanan gerilimle ilgili konuşanCumhurbaşkanı Abdullah Gül, sadece Filistinhalkını değil, bütün mazlum halklarısavunacaklarını iddia etti. AKP şefleri buna benzerifadeler kullanırken, medyadaki organik gazetecimüsveddeleri de benzer şeyler yazıp çiziyorlar.

Oysa “İsrail’e kafa tutuyoruz”, “biz mazlumFilistin halkının yanındayız” diye caka satanAmerikancı hükümetin sözcüleri, aynı günlerde,savaş aygıtı NATO’nun füze kalkanının Türkiye

Mazlum halkların savunucusu değil,

emperyalizmin tetikçisidirler!

İki Amerikancı rejim

arasında yaşanan

gerilimler yapay

olmamakla birlikte,

Tayyip Erdoğan başta

olmak üzere AKP

şeflerinin İsrail’e “efelik”

taslaması, kaba bir

sahtekarlıktan başka bir

şey değildir. Zira ortada

dinci şefler adına ciddi

bir duruş olsaydı, aynı

mizansen defalarca

tekrar edilmezdi.

Page 29: Ekim Geçliği - 133

29

topraklarında inşa edilmesine onay verdiler. Üstelikdinci gerici hükümet, füze kalkanıyla ilgili kararıdini bayramda aldı.

Görüldüğü üzere, “biz İsrail’e kafa tutuyoruz”,“biz mazlum halklardan yanayız” türündensöylemler kaba bir riyakarlıktan başka bir anlamtaşımıyor. Zira mazlum halklardan yana olanlar,halkların celladı NATO adına tetikçilik yapmakiçin bu kadar utanç verici bir kararın altına imzaatmazlar. Oysa ilke, ahlak, değer yoksunu sermayehükümetinin şefleri, sefil çıkarları uğrunasözkonusu imzayı Ramazan Bayramı’nda atmayıuygun buldular.

Mazlum halklardan yana olduklarını önesürenler, aynı günlerde savaş uçaklarıyla Kürthareketi ve Kürt halkının tepesine bombayağdırıyordu. Ulusal eşitlik ve özgürlük uğrunamücadele eden mazlum Kürt halkına savaş ilanedenlerin “mazlum halklardan yanayız” türündenlaflar etmeleri, riyakarlıkta sınır tanımadıklarınıgözler önüne sermektedir.

“Şımarık oğlan” 63 yaşında

ABD adına tetikçilik yapan İsrail-Türkiyeikilisinin arasında yaşanan gerilim, dünyakamuoyunda tartışma konusu edilirken, kameralarkarşısına çıkan AKP şefi Tayyip Erdoğan, “Bugünekadar dünyada BM’nin İsrail ile ilgili almış olduğukararlar karşısında İsrail, her zaman bir şımarıkoğlan rolünü oynamıştır ve bu şımarık oğlanlığınındevamlı süregideceğini zannetmiştir” diye konuştu.

Düne kadar İsrail’le sıkı-fıkı olan AKP şefleri,“şımarık oğlan”ı yeni keşfetmiş gibi rol yapıyorlar.Oysa bu “şımarık oğlan”ın 63 yaşında olduğunu eniyi bilenlerden biri Tayyip Erdoğan’dır. Üstelik buaynı Erdoğan ve onun hükümeti, halen İsrail’le çokfarklı ilişkiler içinde bulunuyor. Yakın geçmişekadar ise, siyonist rejimin bölgedeki temeldayanaklarından biri idiler.

Düne kadar siyonist rejimin işbirlikçisiolduklarına göre, dinci gericiliğin şeflerinin Filistinhalkının acıları veya sorunlarıyla ilgili olduklarıiddiası kaba bir aldatmacadır. Zira sorun mazlumFilistin halkından yana olmak olsaydı, İsrail’leilişkiler çoktan kesilirdi. Bu böyle olmadığına göre,Filistin halkının acıları, AKP ve onun destekçileriiçin ancak siyasi rant konusu olabilir.

Tayyip Erdoğan’ın açıklamaları, siyonistrejimle yaşanan gerilimin giderilebileceğini, bununiçin İsrail’in adım atmasını beklediklerini ortayakoyuyor. Washington’daki efendinin olaya elkoymak için harekete geçtiğine dair haberlerinardından konuşan AKP şefinin “en keskin”ifadelerinde bile, bu sorunun çok uzun sürmesininistenmediği hissettirildi. Yayılmacı zihniyetin dilini geliştiriyorlar

Türk burjuvazisi ve onun hizmetindeki AKPiktidarı, ABD’nin bölgesel çıkarlarına hizmetederken üstlendiği tetikçilik rolü karşılığındayağmadan pay istiyor. Çizilen sınırların dışınaçıkmadan belli etkinlik alanları da talep ediyor. Buise, hem içe hem dışa karşı daha saldırgan birpolitikanın belirgin hale gelmesini kaçınılmazkılıyor. Kürt halkına karşı savaşın tırmandırılması,NATO’nun Libya saldırısına verilen destek, Suriyekonusunda yapılan küstahça açıklamalar… tümyayılmacı zihniyetin saldırgan dilinintezahürleridir.

Füze kalkanı inşası konusunda somut adımlaratmaya hazırlanan Ankara’daki işbirlikçi takımının,tetikçilik rolünü pekiştirirken buna uygun bir üslupgeliştirmesi eşyanın tabiatı gereğidir. Aynı günlerdeİsrail’le yaşanan gerilimde kullanılan dil de “etkintetikçi havası”ndan bağımsız değil. İsrailsözkonusu olduğunda, saldırganlığı, “AKP mazlumFilistin halkından yana tutum alıyor” şeklindepazarlamak mümkün oluyor. Son günlerdesergilenen hamaset de bundan kaynaklanıyor.

Yayılmacı heveslere kapılan güçlerin dahakaba, daha saldırgan bir politika izlemelerikaçınılmazdır. Türk burjuvazisi ve onunhizmetindeki AKP iktidarının belirginleşenyayılmacı yönelim bunun ilk işaretlerini veriyor.

Bu yönelimin belirginleşmesi, dinci gericilikodağı AKP’nin “mazlumlardan yanayız” türündeniğrenç propagandalarının etkisini gidereksınırlayacaktır. Özgürlüğü uğruna mücadele edenbölgenin mazlum halklarının ise, gelinen yerdeemperyalizme olduğu kadar bölgedeki tetikçilerinekarşı da mücadele etmek zorundadırlar.

(Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak, Sayı: 2011/34, 9 Eylül 2011)

Page 30: Ekim Geçliği - 133

30

Gelişen üreticigüçler ile birliktebugün dünyadavar olan tümkaynaklar dahaönceden hiçolamayacağıkadar büyük birverimlilik ileinsanlığınihtiyaçlarınasunulmayahazırdır. İnsanlariçin tüm bunlarıgerçekleştirmekhiç bu kadarkolay olmamıştı.Öyleyse bu sahnede trajediye yer var mıdır?

Trajedi insanın karşılaştığı faciaları korku veheyecan örgüsü içinde anlatan bir tiyatro türüdür.Peki bugün kim açlığın insanlığın karşı karşıyakaldığı bir facia olduğunu söyler? Öyle ya, çöplertüketilmemiş yiyeceklerle doluyken, dünyanüfusunun büyük bir kısmı aşırı beslenmektenötürü sağlığını kaybetmektedir. Herşey bundanibaret de değildir: Dünya üzerinde gıda üretimi içinayrılabilecek tarım alanlarının önemli bir bölümütercihen farklı ihtiyaçlara göre işletilmektedir. Hergün 24 bin insanın açlıktan öldüğü topraklardamısır gibi temel gıda maddeleri kapitalistmetropollerde bioyakıt olarak motorların yakıtihtiyaçlarını karşılamak için değerlendirilmektedir.Hala açlığın bir facia olduğunu kim söyler?Açlık, sefalet, salgın hastalık, iç savaş:

Kapitalist sistemin Afrika'ya faturası

Afrika'da açlık 27 yıl sonra yeniden ilan edildi.Bu sefer Somali'de... Açlık bugün üretim vetüketim arasındaki eşitsizlik üzerine kurulu özelmülkiyet düzeninin bir sonucudur. Bundan dolayıbu gerçekle kapitalist metropoller de dahildünyanın her yerinde karşılaşırız. Çöplerin hiçyenmemiş yiyecekler ile dolu olduğu, dünyadançalınan tüm zenginliklerin toplandığı merkezlerdeonbinlerce hatta yüzbinlerce insan açlık, sefalet veölüm ile yüzyüze yaşamaktadır. ABD'de 40 bininsan açken Almanya'da 2 milyon çocuk yetersizbeslenmektedir. Ancak Afrika'da tablobambaşkadır. Tüm doğal kaynakları ile tekellerintalanına açılmış bu coğrafyada her 22 milyonhektar toprak emperyalist metropollere üretimyapmak üzere satılmıştır. 11 milyon insanınaçlıktan ölmekle yüz yüze olduğu Etiyopyatopraklarında Etiyopyalılar'ın yiyecekleri gıdalaryerine Avrupa'ya bioyakıt sağlamak için tarımyapılmakta, Kenya'da ise tarım üreticileri İMF veDünya Bankası'nın (DB) dayatmaları sonucundaemperyalist metropollere çiçek üretmektedir(!).

İMF-DB politikaları Afrika'da insanları açlığasürüklerken tarım alanlarını emperyalist-kapitalistsistemin talanına tahsis etmiştir. Somali'den çalınan400 milyon dolarlık deniz ürünlerinin emperyalistülkelerin mutfaklarında sunulmasını daeklediğimizde şunu söylemek artık şarttır ki, neAfrika da ne de Somali'de açlık emperyalist-kapitalist sistemin adaletsizliğin ve tekellerinaçgözlülüklerinin dışında birşeydir. Bu kapitalistözel mülkiyet düzeninin kendisidir.

Görülen odur ki, bu coğrafyada yaşananlarinsanlığın çözmekten aciz oldukları sorunlardeğildir. Afrika'dan çalınanlar ile korkunçbirikimlerini büyüten emperyalist-kapitalistsistemin devleri, gözalıcı hayatları bu yolla gerçekkılabilmektedirler. Öyleyse bugün milyarlarcainsanı pençesine almış, milyonlarca Somalili'yitehdit eden bu canavarın sebep olduğu esas faciaüretici güçlerin bu denli geliştiği günümüzde,üretilenlerin sermayenin mülkiyetinde olmasıdır.Bu eşitsizlik bugünlerde olduğu gibi o kadarbüyüyebilmektedir ki, bir kıtada çöpler yenmemişyiyeceklerle dolarken, bir diğerinde hergün 24 bininsan açlıktan ölmektedir. Hem de ürettikleriyiyecekler bir başkasının çöpünde çürürken! Faciaişte milyarlarca insanın bu şekilde yaşamaya veölmeye mahkum edilmesidir. Bu açlık vesömürünün üzeri ise bir de emperyalizm patentlidiktatörlüklerle süreklileştirilmiştir. Milyonlarcainsanın açlıktan öldüğü bir kıtadan milyonlarcayiyecek -petrol, elmas vs. gibi diğer kaynaklardanbahsetmiyoruz bile- çalınırken milyarlarca dolarlıksilahlar karşılığında iç savaşı sürdürmek için buülkelere satılmakta, yoksulluk bir kat dahaderinleştirilmektedir. Burada dikkati çeken ise tümkapitalist devletlerin bu konuda birbirleri ile az çokuzlaşmış olmalarıdır.Sahne mutlaka işçi sınıfının olmalıdır!

Bir tiyatro oyunu olan trajedi izleyiciyeyaşattığı korku ve heyecan ile çeşitli dersler verir.Dünya bir sahne olsa, bu düzenin tüm kurumları ile

Yardıma muhtaç bırakanlar, çaldıkları yaşamların hesabını verecekler

Açlık oyununda sahnelen insani yardım

trajedisi değil,

onu yaratanların 'yalancı atışmasıdır'!

Afrika'dan çalınanlar ile

korkunç birikimlerini

büyüten emperyalist-

kapitalist sistemin

devleri, gözalıcı hayatları

bu yolla gerçek

kılabilmektedirler.

Öyleyse bugün

milyarlarca insanı

pençesine almış,

milyonlarca Somalili'yi

tehdit eden bu canavarın

sebep olduğu esas facia

üretici güçlerin bu denli

geliştiği günümüzde,

üretilenlerin sermayenin

mülkiyetinde olmasıdır.

Page 31: Ekim Geçliği - 133

yıkılması gereken bir düzen olduğunu söylerdik.Ancak burada ters bir giden birşey var. Asalakkapitalistler bu oyunu bu kadar açık oynadıklarındaçözülecek düğümleri bildikleri için bugünyarattıkları birçok sorunda olduğu gibi Somali'deyaşanan açlıkta da yardımsever kılıkları ile sahneyeçıktılar. Karşılıklı atışarak ellerini aölüme terkettikleri Somalililere uzattılar. Bugün onlar birdüete soyundular. Bir yanda biri olanlardanyakınırken, diğeri ise yardım çağrıları yapıyor,sahte gözyaşları döküyor. Öyle bir çaba ile bunusahneliyorlar ki, onca yıldır çaldıklarından üç beşkuruşu gözden çıkarıyorlar.

Afrika'da soygunun başını çeken İngiltere ABDve AB gibi aktörler toplam 150 milyar dolar kadarbir yardım sözü verdiler. Ne var ki, ülkeden çalınansadece deniz ürünlerinin bedeli 400 milyardanfazla iken ve ülkeye sayılan silahların geliri şöylebir düşünüldüğünde nasıl bir ikiyüzlülükledavrandıkları görülür. Elbette bu verilen sözüntutulmadığını da söyleyelim. Dahası Afrika gibicoğrafyalarda yapılan yardımların ardından gelensiyasi-iktisadi dayatmaların herşeyi çok dahakötüye götürmüştür. '80'ler ile İMF-DB eli aracılığıile kıtaya daha derinden müdahale edenlerin birkaçonyılda yarattıkları sefalet bunu daha açıkgöstermektedir: 1 milyardan fazla insanın açlıktehdidi altında olduğu bir dünyada bu rakamın enbüyük dilimini temsil eden bir kıtada, onlarcamilyon hektar toprak çiçek ve bioyakıt içinayrılmıştır.

Bu sahtekarlık izin verildiği sürece devamedecek ve yaşananlar bu aşağılık dalaverecilik ilesınırlı kalmayacaktır. Halbuki, sahnemiz dünya ise,bunlar oyunun sadece bir perdesi... Burjuvazininsefilliğini gösteren, aç bırakanı ve sahte gözyaşıdökeni tanımamızı sağlayacak bir perdesi! Busahneye ancak işçi sınıfı çıktığında, ancak busahnede sınıfın bilimsel ideolojisi sosyalizmsözünü söylediğinde bu sahtekarlık son bulacak veAfrika ile birlikte Dünya'ya insanca bir yaşamı inşaetmeye başlayacak koşullar egemen olmayabaşlayacaktır. Gençliğin yeri yardım aldatmacasında

değil devrim saflarındadır!

Çeşitli felaketlerin olmazsa olmazı yardımkampanyaları ile türemiş onlarca kuruluşunbirbirleri ile yarıştıkları bir gösteri hali almıştır.Gelişen teknoloji ile cep telefonları veya bankahesapları ile her bütçeye uygun bir aldatmaca

sunulmaktadır. Böylelikle gün yüzüne çıkanlar isebu aldatmacayı teşhir etmek için kimseye bir sözbırakmamıştır. Cep telefonu aracılığı ile yapılanyardımlarda, operatörlerin kısa mesajücretlendirmeleri ile kendilerine de çuvalla parakestikleri ortaya çıkmıştır. İşte size yardım! İnsaniyardımı bile satılacak bir hizmet olarak gören birsistem sefalete çare olabilr mi? Yoksa tek derdibiraz daha kar elde etmek ve bunu yaparkensorumlu oldukları sefalette dikkatleri üzerlerindenuzaklaştırmak mıdır?

İnsanca bir yaşam sosyalizmde!

Açıktır ki, emperyalist savaşlar ve sefalet gibiaçlık da emperyalist-kapitalist sistemin birürünüdür. Kapitalist sistemin özünde yatanuzlaşmaş çelişki çözülmedikçe bunların hiçbirinebir çözüm gelemeyecek, her yıl milyonlarca insanaçlıktan ölmeye devam edecek, milyarlarca insanise sefalet içinde yaşayacaktır. Bu çelişki ancaksosyalist bir düzen altında yıkılp yenidendüzenlene bir dünya ile çözülür, milyarlarcainsanın yaşamı çekilmez olmaktan kurtarılabilir.Bunun anlamı kapitalist özel mülkiyetin üretimüzerindeki tahakkümüne son verilmesidir. Ancakbu şekilde Afrika'da yaşamların çalınması,insanlığın böylesi bir eşitsizlik altındaesirleştirilmesi önlenebilir. Bugün bir bardak içmesuyunu da, bir tablet ilacı da ihtiyaçları olandanalıkoyan kapitalist düzendir. Bu düzende üretimsadece sermaye sahiplerinin karları için sürer, vede milyarlarca dünyalı ürettikleri ne varsa onlaraulaşmaktan aciz bırakılır. Bir milyardan fazlainsanı günde 1 dolardan az bir ücrete yaşamayamahkum eden bu üretim biçimi insanlığı yıkımdanbaşka nereye götürebilir ki? Bu düzen alt üstolmadıkça, sosyalist bir düzenin inşaasıbaşlamadıkça, bu düzenin yol açtığı sorunlarakesin bir çözüm mümkün olmayacak, her yardımkampanyası, her reform bir başka "yalancılaratışmasına" dönüşecektir.

Öyleyse, "İnsanca bir yaşam için sosyalizm"sözü, bu sahnede artık daha güçlü haykırılmasıgereken bir sözdür. Bu sözün gereğini yapmaksistemin ölüme terk ettiği her insana karşı birsorumluluktur. Bu sorumluluğun taşıdığı irade,dünyayı değiştirme iradesidir. Bu, bu adaletsizliğibilince çıkarmış her insan gibi biz gençliği deilgilendirmekte, emperyalist-kapitalist sisteminbaşlattığı bu aşağılık oyunu bilimsel sosyalizminişaret ettiği biçimde sonlandırmaya davetetmektedir.

Çeşitli felaketlerin

olmazsa olmazı yardım

kampanyaları ile türemiş

onlarca kuruluşun

birbirleri ile yarıştıkları

bir gösteri hali almıştır.

Gelişen teknoloji ile cep

telefonları veya banka

hesapları ile her bütçeye

uygun bir aldatmaca

sunulmaktadır. Böylelikle

gün yüzüne çıkanlar ise

bu aldatmacayı teşhir

etmek için kimseye bir

söz bırakmamıştır.

31

Page 32: Ekim Geçliği - 133

32

56 yıl önce Rum azınlığına karşı girişilen vekapsamı bütün gayrimüslimleri içine alarakgenişleyen 6-7 Eylül olayları, azınlıkların sermayedevleti tarafından varlığının asla kabulgörülmeyeceğinin kanıtıdır.

Olaylar baştan sona kadar devlet tarafındansistematik biçimde tezgahlanmış ve uygulanmıştır.Olayların işareti Hürriyet gazetesi ile verilmiştir.Gazete, İstanbul’daki Rum azınlığın aralarındabağış toplayarak Enosis için para gönderdiğiniyazıyordu. ‘Atamızın evi bombalandı’ manşetiyleçıkan İstanbul Ekspres adındakiyerel gazete deolayların fitiliniateşlemiştir.Günlük tirajı 20bin olan bugazetenin bumanşeti taşıyanbaskısı yüz biniaşkın sayıdabasılmıştır. KıbrısTürktür Derneği(KTD) üyelerincesatılmış ve halkıgaleyana getirmeyearaç olmuştur.

KTD’nin öncülüketmesi ve devletin derin teşkilatlarınınyönlendirmesiyle yerel kalabalıklar ve şehredışarıdan getirilmiş olan kitleler, 6 Eylül’ü 7Eylül’e bağlayan gece Rum ve diğer azınlıklarınyaşadığı ev, işyeri, kilise, sinagog ve okullarasaldırılar, yağmalar gerçekleştirmiş, tecavüzlerbaşlatmıştır. Olayın sonunda resmi kaynaklara göre30 yaralı, 15 ölü olduğu ve 60 kadına tecavüzedildiği belirtilmiştir. Elbette ki bu sayılarıngerçeği yansıtmadığı bilinmelidir.

Saldırılardan sonra büyük göç dalgasıkaçınılmaz olmuş, başta Rumlar (ki onlar butoprakların en eski sahiplerinden olmalarınarağmen) ve diğer azınlıkların büyük bir kısmı butopraklardan göç etmek zorunda kalmışlardır.Olaylarla ilgili açılan soruşturmada KTC başkanıHikmet Bil ve üyeleri cezaevine girdi amakendilerinin serbest bırakılmamaları halindegerçekleri açıklamakla tehdit ettiler ve serbestbırakıldılar.

Fütursuz Demokrat Parti hükumeti isekomünistleri suçlayarak olayları onların üzerineyıkmaya çalışmıştır. Sonunda tüm bunlartutmayınca olaylar “halkın” üzerine bırakılmıştır.Halkın galeyana geldiğini ve olaylarıgerçekleştirdikleri söylendi. Bu olayın devletintezgahı olduğu dönemin generallerinden SabriYirmibeşoğlu tarafından televizyon ekranlarındabir bir itiraf edilecekti. Yunanistan’da yaşayan

birkaç Türk gencinin eline üç beş kuruş parasıkıştırılarak Mustafa Kemal’in Selanik’teki evininkundaklatılmış, sonra da olay Rumların üzerineatılmıştı. O dönem dış politikada ihtiyaç duyulanmilliyetçi/şovenist atmosferin nasıl yaratıldığıbüyük bir marifetmiş gibi anlatılacaktı.

Rumlara ve diğer gayrimüslimlere yapılan busaldırılar, hala da ihtiyaç duyulduğunda, butopraklar üzerinde yaşayan halklara yönelikuygulanacaktır. Tecrübe

kazanan ve buolaylarıdüzenlemekteustalaşan katilsermaye devletiunutmayalım kiaynısını 18 yılönce Madımakkatliamınıtezgahlayıp35 canı diridiri yakarakAlevilere deuygulamayıihmaletmemiştir.

Ezilmiş Kürt halkı veemekçileri de Dörtyol, İnegöl, Zeytinburnuolaylarıyla benzer saldırılarla karşı karşıyakalmıştır. Dörtyol’da 4 polisin ölmesi sonrasındabaşlayan saldırılar, İnegöl’de esnaf kavgası olarakbaşlayan ve etnik çatışmaya dönen olaylar dadevletin derinlerinden gelen emirlerlegerçekleşmiştir. Bugün Kürdistan topraklarındayürütülen imha savaşıyla ezilen Kürt ulusununkendi kaderini tayin etme hakkı elinden alınmayaçalışılmaktadır. Sınırötesi operasyonu engellemekiçin canlı kalkan olmak amacıyla sınıra gidenlerigaz bombasıyla öldüren bu katil sermaye devletiKürt halkının imhasını acımasızca yapacağınınsinyallerini açık bir biçimde vermektedir.

Katil sermaye devleti TC, kuruluşundan beriazınlıkları hep düşman olarak görmüştür.Azınlıkları sistematik bir biçimde baskılara,asimilasyonlara, zorunlu göçlere ve katliamlaratabi tutmuştur. İşçi ve emekçileri de aynı şekildedüşman olarak gören kokuşmuş düzenin devleti,işçi ve emekçilerin her türlü hakkını elinden almakve alabildiğine sömürmek için elinden geleniyapmaktadır. Bu onun doğasında vardır.Sermayenin egemen olduğu bir coğrafyadabaskısız, asimilasyonsuz, zorunlu göçsüz,katliamsız ve sömürüsüz bir hayat yaşanamaz.Bilinmelidir ki azınlıkların, ezilen ulusların, işçi veemekçilerin sorunlarının ÇÖZÜMÜ DEVRİMDE,KURTULUŞU SOSYALİZMDEDİR.

A. Zaim

Azınlıklar mı?

Onlar “hain”,

tabi ki bize ihanet edebilirler(!)

Olaylar baştan sona

kadar devlet tarafından

sistematik biçimde

tezgahlanmış ve

uygulanmıştır. Olayların

işareti Hürriyet gazetesi

ile verilmiştir. Gazete,

İstanbul’daki Rum

azınlığın aralarında bağış

toplayarak Enosis için

para gönderdiğini

yazıyordu. ‘Atamızın evi

bombalandı’ manşetiyle

çıkan İstanbul Ekspres

adındaki yerel gazete de

olayların fitilini

ateşlemiştir. Günlük tirajı

20 bin olan bu gazetenin

bu manşeti taşıyan

baskısı yüz bini aşkın

sayıda basılmıştır.

Page 33: Ekim Geçliği - 133

33

ABD uşağı Türk sermaye devletinin geneldeişçi ve emekçilerin kazanılmış haklarına, özelde isegelişip serpilen toplumsal muhalefete vedevrimcilere yönelik olarak gerçekleştirdiği 12Eylül faşist askeri darbesinin 31. yıldönümündeyiz.

Faşist TC devleti kuruluşundan itibaren orduyayönetimin temel bir parçası olarak yer verdi ve heryeni dönemde bunu güçlendirdi. Ülke idaresini60’lardan itibaren on yıllık periyotlarla yaptığıfaşist darbelerle sağlamaya çalışmıştır. Dışarıdanbakıldığında salt bir yönetim krizinin ürünleri gibigörünen darbeler ile esasta ordunun da bir parçasıolduğu sermayenin iktisadi, sosyal ve siyasalegemenliğinin sürdürülmesi hedeflenmiştir.

Faşist darbelerin nedenlerini kısaca şöyletanımlamak mümkün:

- ‘60 darbesi, ‘50’lerde emperyalizmebağımlılığı derinleşen Türkiye kapitalizmininkaynak bunalımı nedeniyle girdiği ekonomik kriziaşmak için yapılmıştır. Daha çok burjuva kliklerarasındaki bir iktidar değişimi biçiminde ortayaçıkmıştır.

- ‘71 darbesi, ‘60’larda büyüyen toplumsalmuhalefeti ezmek ve beraberinde sermayebirikiminin önünü açabilmek için tezgahlanmıştır.Darbecilerin “sosyal gelişme iktisadi gelişmeyiaşmıştır” biçimindeki gerekçeleri darbeninnedenlerini özetlemektedir.

- ‘80 darbesi, genel olarak dünyada neo-liberalpolitikaların uygulanması, özelde ise sermayenin24 Ocak kararlarının hayata geçirilebilmesininönündeki engelleri aşmak ve sermayenin arzuladığı‘siyasi istikrar’ı sağlamak için gerçekleştirilmiştir.

Emperyalist, kapitalist sistemin zayıf bir halkasıolan düzenini pekiştirmeye çalışan faşist karakterliTC devleti, bu darbeler yoluyla her yeni dönemdeortaya çıkan toplumsal muhalefeti de baskı ve zorile kontrol altına almaya çalışmıştır. Yaşanansayısız katliam, binlerce insanın tutuklanması,devrimci önderlerin işkencelerle katledilmesi,sosyal saldırılarla kazanılmış haklarıngaspedilmesi, açlık, sefalet ve işsizlikteki artış 12Eylül döneminde doruk noktasına ulaşmıştır.

12 Eylül darbesi bu kadarla kalmamıştır, herbakımdan kurumsallaştırılmıştır. Böylelikle uzunvadeli olarak kapitalist sistem güvence altınaalınmaya çalışılmıştır. Eğitim alanında yapılandüzenlemeler bunu açıkça ortaya koymaktadır.YÖK’ün kurulması, din derslerinin zorunlu halegetirilmesi, imam hatiplerin yaygınlaştırılması vedaha birçok uygulamayla geleceğe yöneliktedbirler alınmıştır. Öte yandan tüm muhalif seslerikolluk kuvvetleriyle bastırmaya çalışmak, en ufaktepkiye bile pervasızca cezalar yağdırmak budüzenin topyekün bir saldırı yöntemini hayata

geçirdiğinin göstergesidir.F tipi hücre saldırısıbunun bir başka örneğidir.Tüm bunlardan yolaçıkarak, sistemin kendigeleceğini sürdürmek içinyarattığı uygulamaların herdönem yenilendiğini görmekve bunlara topyekünmücadele ile karşılık vermekyakıcı bir ihtiyaçtır.

12 Eylül faşist darbesigünümüze uzanan süreçte birrejim biçimini almıştır.Darbelerle hesaplaşmaiddiasındaki AKP’nin yaptığı ise gerçekte varolanbaskı ve zor mekanizmasının başına kurulmakolmuştur sadece. Öyle ki bir yandan demokratikaçılım adı altında kimi manevralar yaparken, diğeryandan PVSK ve TMY ile faşist baskımekanizmalarını güçlendirmektedir. Polis sahipolduğu yetkiyle artık sokak ortasında insanlarıinfaz edecek noktaya gelmiştir. Öyle ki baskı vezorun düzeyi 12 Eylül dönemine yaklaşmaktadır.

“12 Eylül’le hesaplaşma” adı altında anayasadadeğişiklikler yapan ve yeni bir anayasa yapmaküzere hazırlıklarını sürdüren AKP esasta sermayeegemenliğini pekiştirme telaşındadır. Anayasareferandumunun üzerinden geçen bir yıla dahayakından bakarsak bu gerçeği oldukça net birbiçimde görebiliriz. Anayasa değişikliğininardından baskı ve terörün boyutları görülmemişölçüde artmıştır. Dahası devlet emekçi halklarakarşı yeni bir savaş ve saldırganlık dönemininönünü açmıştır.

Üniversiteler cephesinden ise durum farksızdır.Eğitim-öğretim dönemine soruşturmalarlagirilmiştir ve sonrasında gelen süreçteDolmabahçe’de, Cebeci’de ve ODTÜ’deöğrencilerin yaptığı meşru eylemlere azgıncasaldırılmıştır. Tüm bu süreçlerin ardından iseaçılan davalarla yüzlerce öğrenci hakkındayüzlerce yılı bulan hapis cezaları istenmiştir.

Tüm bunlar 12 Eylül rejiminin kendiniyenileyerek sürdüğünü gösterirken, aynı zamandaher noktasında karanlığın yaşandığı bu sistemlemücadele etmenin zorunluluğunu da ortayakoymaktadır. Bu da ancak demokratik hak veözgürlükler mücadelesinin kitlesel, militan vedevrimci bir temelde yükseltilmesi ilegerçekleşecektir. Aksi takdirde sistem, isteranayasayı değiştirerek olsun isterse de pervasızşiddet kullanarak olsun, işçi ve emekçileriköleleştirmeye, anti-demokratik uygulamalarını vegericiliğini dayatmaya devam edecektir.

Y. Toprak

12 Eylül rejimi sürüyor!

“12 Eylül’le

hesaplaşma” adı altında

anayasada değişiklikler

yapan ve yeni bir

anayasa yapmak üzere

hazırlıklarını sürdüren

AKP esasta sermaye

egemenliğini pekiştirme

telaşındadır. Anayasa

referandumunun

üzerinden geçen bir yıla

daha yakından bakarsak

bu gerçeği oldukça net

bir biçimde görebiliriz.

Anayasa değişikliğinin

ardından baskı ve

terörün boyutları

görülmemiş ölçüde

artmıştır.

Page 34: Ekim Geçliği - 133

34

Devletin kanlı tarihine, bir sayfa daha eklendi26 Eylül 1999’da. Ulucanlar Kapalı Cezaevi’ndedevletin kolluk güçlerinin ağır silahlarıylagerçekleştirdiği katliam sonucunda 10 devrimcitutsak katledildi, onlarca devrimci tutsak yaralandıve yine onlarcası ağır işkencelerden geçirildi.Ankara’nın göbeğinde, tüm dünyanın gözleriönünde saatlerce süren saldırı boyunca tutsakyakınları, gazeteciler ve avukatlar alev alev yanancezaevine yaklaştırılmadı. Ve operasyonunsonunda ölüm haberleri bir bir geldi …Peki neydi bu

katliamın

sebebi?

Katliamı yapandevlet ve döneminbaşbakanı BülentEcevit nedeni şöyleaçıklıyordu:“İçeriyi teslimalmadan, dışarıyıteslim alamayız.”Evet çok doğrusöylüyordu. Teslimalınmak istenentoplumsalmücadeleninkendisiydi, teslim alınmak istenen devrim vesosyalizm iradesiydi. Bunun için de F tipicezaevleri gündeme getiriliyordu. Çünkü yükselenmuhalefeti dizginlemenin tek yolu toplumunöncülerini yani devrimcileri zindanlaradoldurmaktı. Bu yüzden daha modern(!) cezaevleriyapılmalıydı. Hücre tipi cezaevleriyle birlikteuygulanacak tecritle devrimci tutsakların ıslahedilmesi amaçlanıyordu.

Bunun için burjuva medya katliama zeminhazırlamak için F tiplerini pazarlıyor, cezaevlerinihedef tahtası haline getiriyordu. Ulucanlar’da F tipicezaevlerine geçişin provası yapılıyordu. -Nitekimsermaye devleti Ulucanlar’da karşılaştığı direnişnedeniyle bu saldırıyı bir yıl ertelemek zorundakalacaktı-. Aynı dönemde Öcalan’ınyakalanmasının ardından estirilen şovenist dalgaile tasfiyeci hava, katliama yönelik tepkilerinönüne geçmek için uygun bir ortam oluşturuyordu.Devrim ve devrimci örgütte ısrar edenler ise devletterörünün hedefi durumundaydı.

Böylesi bir siyasal atmosfer hakimdi ülkede.Ama aynı zamanda zindanlardan şu sloganyükseliyordu cellatların yüzlerine: “Ölürüz dehücrelere girmeyiz!” Devletin F tipi saldırısınıönceden sezen tutsaklar direnişe hazırlanıyordu.

Fakat katiller “kaçmak için tünel kazıyorlar”yalanlarıyla operasyonun düğmesine bastılar. BirEylül sabahı ağır silahlarla ve binlerce kişilik

asker/ polis ordusuyla Ulucanlar’a çıkarma yapandevlet gözü dönmüş bir vahşilikle saldırıya geçti.

Ulucanlar’da katliam ve işkence

“26 Eylül sabahı katliam başlatıldı. Koğuşlarazehirli gazlar, sis ve gaz bombaları atarak ve köpüksıkarak operasyonu başlatan özel timler, devrimcitutsakların üzerlerine hedef gözeterek ateşaçıyordu. Tutsakların çoğu, burada açılan ilk ateşsırasında hayatını kaybetmiş ya da ağır biçimdeyaralanmıştı. Ardından ise saatler sürenoperasyonun ardından teker teker koparılan

devrimciler, 300metrelik birkoridor boyuncadarp edilerekhamama getirildi.Adeta birişkencehaneyedönen hamamdadayak, hayaburma, kesicialetle yaralama,kimyasal sıvılarlavücudu yakma,odun hızarı ilekesme provası,göze ve boğazacisim sokma, bıyık

yolma, pense ile vücut sıkma, çıplak vaziyette ıslakve kelepçeli olarak bekletme, arkadaşlarınıncesetlerine bakmaya ve üzerilerine basmayazorlama, küfür, hakaret, tehdit gibi türlü yöntemleişkence yapıldı. Hedef gözeterek yapılan işkencesırasında da pek çok tutsak katledildi.”(kizilbayrak.net sitesinden alıntıdır)Katliamdan sağ kurtulan tutsaklar

anlatıyor

Enver Yanık: “...Dışarı çıkan tutsaklardanHabip Gül’e (Nevzat Çiftçi) havalandırmakapısında duran Özel Harekat Timi nişan aldı veateş etti. Habip Gül bir arkadaşının kucağına ağıryaralı vaziyette düştü. Bu gelişmeler olurken artıkgündüz vakti idi. Tutsaklar nefes almanın yollarınıarıyorlardı. Her yere gaz bombası atılıyordu...”

Cem Şahin: “...Burada bana yapılanlar herkeseuygulanıyordu ve bu noktada tanık olduğum şeylerde vardı. Örneğin İsmet Kavaklıoğlu hamamagetirildiğimizde yaşıyor ve yanımızdaydı. Sesiniduyuyordum. Çok şiddetli bir şekilde onu dadövüyorlardı. Ama bir süre sonra onu götürdüler vedaha sonra öldüğünü duydum. Aynı şekilde HabipGül, Önder Gençaslan, Zafer Kırbıyık, MahirEmsalsiz, Ahmet Savran isimli arkadaşlarımız dakoğuştaki son anlarımızda daha yaşıyorlardı. Dahasonra bu arkadaşlarımızın da öldürüldüğünüduyduk...”

Ulucanlar katliamı 12. yılında!

Unutmadık, unutturmayacağız!

“Zafere On Yıldız”

Katliamı yapan devlet ve

dönemin başbakanı

Bülent Ecevit nedeni

şöyle açıklıyordu: “İçeriyi

teslim almadan, dışarıyı

teslim alamayız.” Evet

çok doğru söylüyordu.

Teslim alınmak istenen

toplumsal mücadelenin

kendisiydi, teslim

alınmak istenen devrim

ve sosyalizm iradesiydi.

Bunun için de F tipi

cezaevleri gündeme

getiriliyordu. Çünkü

yükselen muhalefeti

dizginlemenin tek yolu

toplumun öncülerini yani

devrimcileri zindanlara

doldurmaktı.

Page 35: Ekim Geçliği - 133

35

Hatice Yürekli: “...Önce giriş kapısınayükleniyorlar. Biz de barikatımızı ilk orayakuruyoruz. Katletmek ve teslim almak amaçlıgeldikleri için sonuna kadar çatışacağız. Kapı tahtaolduğu için kırıyorlar. Ancak barikatımızı yıkmakiçin bir hayli uğraşıyorlar. Barikatımız zayıfladı, buarada da yangın çıktı. İçeriye tazyikli su sıkıyorlarsonra da kükürt. Her yer karanlık, ıslak ve tozduman içinde. En yakınımdaki arkadaşıkavrıyorum. Birbirimize sıkı sıkıya kenetlenmiş,postalların arasındayız. Cop ve postal darbeleriyleayırmaya çalışıyorlar bizi, bunda haylizorlanıyorlar. Bedenlerimiz birbirinden koparılarakcop ve postal darbeleri eşliğinde koğuştançıkarılıyoruz. Havalandırmaya kadar koridoroluşturmuşlar, her çıkardıklarına cop, kalas vetekmelerle kıyasıya vuruyorlar. Merdivenlerdensürüklenerek indiriliyorum ve kelepçelemek içinellerimi kaldırdıklarında parmaklarımın kırıldığınıfark ediyorum. Ellerimi arkadan sıkıcakelepçeliyorlar. İşkence devam ediyor...”

Fatime Akalın: “...Cop, tekme, silah dipçikleriile saldırdılar. İçimizden tek tek insanları alıpsürükleyerek asker koridorundan geçirerekkoğuştan çıkarıyorlardı. Koğuşta geçen üç saat vesonrasında sürekli olarak onurumuza ve kadınkimliğimize dönük küfür, aşağılama ve hakaretleremaruz kaldık. Ben de koğuştan 4 asker tarafındansaçlarımdan sürüklenerek ve merdivenlerdenyuvarlanarak indirildim. Maltaya çıkarıldığımdabir arkadaşı yüzü parçalanmış ve baygın haldeyatarken gördüm...”Teslim olun çağrılarına verilen yanıt:

Ölümüne direniş!

Saldırı başladığı andan itibaren tereddütsüzcedirenişe geçen devrimci tutsaklar bir yandanbarikat kuruyorlar, öte yandan yoğun gaz bombası,kimyasal silahlar ve tazyikli suyla yapılan saldırıyakarşı koymaya çalışıyorlardı. Havalandırmadaaçılan ilk ateş sonucu birçok tutsak katledilmişti.Devrim için direnmenin ve siper yoldaşlığının engüzel örnekleri sergileniyordu Ulucanlar’da.

Şehitler kuytu bir tarafa taşınıyor ve düşen herdevrimciden devralınan bayrak zalime inat kankızılıyla dalgalandırılıyordu. Dört duvarın ve demirparmaklıkların ardında bile teslim olmamanınmanifestosu yazılıyordu Ulucanlar’da. Çeliktenbir iradeyle, boşuna ölünmeyeceğini bilinerek,coşkuyla kucaklanıyordu ölüm. Üzerlerine yağankurşunları hiçe sayanlar halaylar ve zılgıtlarlazaferlerini kutluyordu. Cellatları şaşkınlıklaseyrediyordu ON’ları.

Saatler süren saldırının ardından ise başka birişkence başlıyordu. Birçok işkence yöntemiyledevrimci irade teslim alınmaya çalışılıyordu.Ancak orada da yanıt net oluyordu düşmana.Devrimci irade teslim alınamaz! Gün geceyeevriliyordu Ulucanlar’da. Koşulları eşit olmayançatışma ise sona eriyordu. Kaybedilen bir zindan,kazanılan ise siper yoldaşlığı, devrimci direnişgeleneği ve kanla yazılan bir tarih oluyordu.

Zafere ON yıldız

Sermaye devletinin bekası uğrunagerçekleştirdiği Ulucanlar katliamı aynı zamanda10 şehit verilerek yaratılan bir direniş olarak dageçti tarihe. TKİP MK üyeleri Habip GÜL ve ÜmitALTINTAŞ, TKP/ML'den Halil TÜRKER,TKP(ML)'den Mahir EMSALSİZ, ÖnderGENÇASLAN; DHKP-C’li tutsaklardan İsmetKAVAKLIOĞLU, Ahmet SAVRAN ve AzizDÖNMEZ; TİKB'den Zafer KIRBIYIK,MLKP'den Abuzer ÇAT ölümsüzleşerek devrimandımız oldular. Gözlerini kırpmadan ölümügöğüsleyen, “Yoldaşlık üzerine gelen kurşunlarıpaylaşmaktır” diyen 10 yıldız ölümsüzlüğeuğurlandılar.

Onların ardından çok şeyler yazıldı, söylendi.Bugün de Ulucanlar direnişini yaratan 10 yıldızındestanı söylenmeye devam ediyor. ON’larbilinçlerimizde, her devrimci eylemimizdeyanıbaşımızda, yolumuza ışık tutuyorlar. Ve hergece sabaha evrilirken “geceyle batmayangüneşler” yolumuzu aydınlatmaya devamedecekler...

Saldırı başladığı andan

itibaren tereddütsüzce

direnişe geçen devrimci

tutsaklar bir yandan

barikat kuruyorlar, öte

yandan yoğun gaz

bombası, kimyasal

silahlar ve tazyikli suyla

yapılan saldırıya karşı

koymaya çalışıyorlardı.

Havalandırmada açılan

ilk ateş sonucu birçok

tutsak katledilmişti.

Devrim için direnmenin

ve siper yoldaşlığının en

güzel örnekleri

sergileniyordu

Ulucanlar’da.

Page 36: Ekim Geçliği - 133

İnsanlığı aşağılık bir eşitsizliğe ve muazzam birsömürüye mahkum eden sınıflı toplum düzeninde,zulüm egemenlerin elinde kirli bir silah olarakezilenleri sindirmenin bir aracı olageldi. Kapitalistdüzende geride bıraktığımız yüzyıl, korkunçkatliamlara tanık olurken yeryüzünde devrimciideolojiyi kuşananların büyük direnişleri veçelikten inançları sayesinde asla silinmeyecek birmirası da bizlere bıraktı.

Açlığa ve sefalete mahkum bırakılanmilyonların devrimci öncüleri ile tanışmalarındanölesiye korkan sermaye sınıfı ‘90’lara geldiğindedevrimci güçlereyönelik kapsamlı birtasfiye operasyonunudevreye sokuyordu.Yenilgi dönemleriniinanç ve kararlılıklakarşılayanlar geleceğegüvenle bakıyorlar,emekçileri devrimcisınıf kavgasına davetederek kapitalistlerinkorkularınıbüyütüyorlardı. 26 Eylül1999 Ulucanlar Katliamı’na gelinirken sermayedevletinin “istikrar programlarınınuygulanabilmesi için cezaevleri sorunununçözülmesi şarttır” demesi bunu en açık biçimdegöstermiştir.“Devrimci irade teslim alınamaz!”

“İçerisi teslim alınamadan, dışarısı teslimalınamaz” diyen sermaye devleti katliamhazırlıklarını tamamlarken, aşamayacağı bir sınırvardı: Devrimci irade... Ulucanlar’da gece yarısıbaşlayan saldırı devrimci tutsakların muazzamdirenişi ile karşılandı. Yağan mermilerin, kimyasalbombaların karşısında çelikleşen irade yenilmezdi.Bedenleri delik deşik eden katil sürüleri kurşungeçirmez yürekler karşısında çaresizleşti. 10devrimci ölümsüzleşirken, onlarcası yaralandı.

Operasyon tamamlandığında vahşetin bilançosuile belgelenmiş bir katliam, devrim cephesinde iseeşsiz bir direniş, teslim edilmemiş bir irade vardı.Devrimci tutsaklar katledildiler, akıl almazişkencelerden geçirildiler ancak şafağı zafer ilekarşıladılar. Zaferdi çünkü devletin amacı teslimalmaktı. Ancak nice vahşete rağmen yapamadığı dabu oldu. Devrimci tutsaklar, ölüm pahasına, teslimolmaktansa kırılmayı tercih ettiler.Direnişte partili kimlik yenilmezliğini

bir kez daha gösterdi!

Katliamdan önce Parti’yi, devrimci güçleri vekamuoyunu bilgilendiren, gelecek saldırınınboyutu ve önemi bakımından uyaran TKİP MerkezKomitesi üyelerinden Ümit Altıntaş ve Habip Gül

yoldaşlar aylar öncesinden yüklendiklerisorumlulukla hareket etmiş ve devrimcikamuoyunu uyarmışlardı. Bunun gereği ise hertürden zorbalığa ve zulme karşı cezaevlerinde çokyönlü kimliksizleştirme ve teslim alma saldırılarınatam bir direniş ile karşı koymaktı. F tipi iledevrimci iradeyi ezmeyi amaçlayan sermayedevletinin amacı teşhir edildikten sonra içeride vedışarıda güçlü bir mücadele örülmesigerekmekteydi. Bu kararlılıkla düşmanın önündedevleşen yürekler saldırıyı baştan öngörüp direnişkararlılığını haykırdıkları gibi, ölümü de

göğüslemeyi bildiler.İki komünist devrimcihayatlarında olduğugibi ölümlerinde detaşıdıkları bayrağa lekesürmediler. Sermayedüzenin karşısında yeraldıkları devrimcephesinin yiğitneferleri olarakölümsüzleşen 10devrimci arasındaonlar da devrime

adanmışlığın ve sarsılmaz inancın simgesi oldular.“Her şey devrim için, her şey Parti için!”

Ulucanlar, sermaye devletinin katliamlarındansadece biridir. Ancak asla unutulmadan, herdönemde ve her yerde yeniden incelenmesi,özümsenmesi gereken ayrı bir anlamı daha ortadadurmaktadır. Ulucanlar, aynı zamanda sermayedüzeninin yüzüne atılmış bir tokattır da. Düzen vedevrimin karşı karşıya gelişlerinde devrimci iradebir kez daha zafer kazanmış ve teslimalınamamıştır.

Tüm bunlar “Her şey bitti” diyerek yılgınlığıgeveleyenlerin ortaya çıktığı bir dönemde yaşandı.Devrimi kavrayan ve kendi yaşamlarını devrimeadayanlar, sahip oldukları bilincin, taşıdıklarıkimliğin sorumluluğu ile davrandılar: “Kanlayazılan tarih silinmezdir!”

Henüz kuruluşunu yeni ilan etmiş TKİP, hedefiolduğu polis darbelerinin ardından gelen hücresaldırısını sınıfın devrimci öncüsü olmanıngerektirdiği sorumlulukla karşılamış, TKİP’litutsaklar devrimci kimliğin gereklerini layıkıylayerine getirenlerin arasında yerini almıştır. İkimerkez komitesi üyesinin ölümsüzleştiği o gündenbize ise önemli dersler ve pırıl pırıl devrimci birmiras kalmıştır. Bugün karşılaştığımız her durumdaesas olan devrimin çıkarları ve gerekleridir. Bizemiras kimliğimize baktığımızda ise bunları nasılyerine getireceğimiz en özlü biçimi ilegözükmektedir. Yarınlar “Her şey devrim için herşey Parti davası için” diyenlerindir!

P. Mete

Ulucanlar Direnişi 12. yılında...

Devrimci irade ve kimliği

mücadelemizde yaşatacağız!

36

Katliamı yapan devlet ve

dönemin başbakanı

Bülent Ecevit nedeni

şöyle açıklıyordu: “İçeriyi

teslim almadan, dışarıyı

teslim alamayız.” Evet

çok doğru söylüyordu.

Teslim alınmak istenen

toplumsal mücadelenin

kendisiydi, teslim

alınmak istenen devrim

ve sosyalizm iradesiydi.

Bunun için de F tipi

cezaevleri gündeme

getiriliyordu. Çünkü

yükselen muhalefeti

dizginlemenin tek yolu

toplumun öncülerini yani

devrimcileri zindanlara

doldurmaktı.

Page 37: Ekim Geçliği - 133

37

“Halkımız, tek başına bulunduğu öncüsiperinden sesini duyuruyor, söylediği, bozguna

uğramış bir devrimin son şarkısı değil, LatinAmerikalı savaşçıların dudaklarında sonsuza dek

kalacak bir devrim marşıdır ve tarihten yankılarlaçınlamaktadır.”

(Latin Amerika Devriminin Taktik ve Stratejisi -Ernesto Che Guevara)

Adını tarihe yazdırmış bir insanın yaşamınıanlatmayı bir dergi sayfasına sığdırmak mümkündeğil. Söz konusu kişiyi anlamak ya da anlatmakiçin koca bir tarihi okumak/yazmak gerekir. Ne deolsa hiçbir şey ya da hiç kimse yaşadığı tarihselkoşullardan ayrı olarak ele alınamaz.

Ernesto Che Guevara’yı anlatmak da böyle birşey işte. Arjantinli bir tıp öğrencisinden dünyahalklarının devrimci mücadelesinde bir simgeyedönüşen Che’yi anlatmak, yaşadıklarınınkronolojik olarak sıralanmasından çok daha öte birşeydir. Esas olan şey onun nerede doğduğu,ailesinin kim olduğu gibi şeyler değil, “CHE” adınıtaşıyan devrimci bir yaşamın politik anlamıdır.Kimlik bilgilerinin gerçekte Che için de bir önemiyoktur. Zira kendisini çeşitli ülkelerdeki ezilenhalkların mücadelesine adamış enternasyonalist birdevrimcidir o.

Belki de Che’nin yaşamını anlatırkenbelirtilmesi gereken ilk ve en önemli şey birinsanın devrimci dönüşümü ve devrimeadanmışlığıdır. Arjantinli orta sınıf bir aileninmensubu olan Che, yalnızca ailesinin solduyarlılığı ile sınırlamamıştır kendisini. Eğitimdentutun da sosyal-kültürel birçok alanda kendisinigeliştirirken, yaptığı bir gezide Latin Amerikahalklarının yoksulluğuna ve ezilmişliğine tanıkolması sonucunda halkların kurtuluşu içinmücadele etmek gerektiğine inanmıştır. Çeşitliülkelerdeki ilk deneyimleri ve buralardakibaşarısızlıkları, verilecek mücadelenin yöntemikonusunda bir açıklık sağlamıştır. Öyle ki, farklıülkelerdeki ilk girişimleri ne kadar “barışçılyöntemlerle” de olsa bizzat ABD eliylebastırılmıştır. Burada, halkların karşısında elindesilahıyla bekleyen bir ABD ve onun şahsındasimgelenen emperyalizm olduğunu kavramıştır. Ohalde yapılması gereken halkın desteğine dayalısilahlı bir savaşa girişmektir.

Meksika’da Raul ve Fidel Castro kardeşler iletanışması Che’nin aradığı şeyi bulması anlamınıtaşımaktadır. Vakit kaybetmeden de çalışmayabaşlamıştır. Doktor olarak katıldığı gerillabirliğinde askeri yetenekleri ile de dikkat çekmiştir.25 Kasım 1956’da Castro önderliğindeki gerillabirliğinin Küba’ya doğru yola çıkması, karayaçıkar çıkarmaz Batista’nın askerleri tarafındansaldırıya uğraması ve saldırı sonucunda yalnızca 12

gerillanın hayatta kalması savaşınbaşlamasına ve aynı zamanda neölçüde sert geçeceğine de işaretetmiştir. Bu çatışma sırasında kaçanbir yoldaşının düşürdüğü cephaneyialmak için elindeki tıbbi malzemeçantasını bırakan Che, bu anıdoktordan savaşçıya dönüştüğü anolarak hatırladığını yazar. Cesareti veaskeri yeteneği nedeniyle gidereksaygı görmeye başlayan Che, kısa birsüre sonra, gerilla savaşındaki entehlikeli işleri üstlenen “intihartimi”nin komutanlığına getirilir.

1 Ocak 1959’da taçlanan Kübadevriminin önderleri arasında bulunan Che,devrimden sonra da önemli görevlerdebulunmuştur. Ancak o kendisini bir devrimsavaşçısı olarak görmekte ve dünyanın çeşitliülkelerindeki devrim mücadelelerinin kendisiniçağırdığına inanmaktadır. Bunun için Küba’yı terkederek diğer Latin Amerika ülkelerindeki savaşlarakatılır, buralarda devrimci mücadelenin ve savaşınörgütlenmesinde belirleyici bir rol alır.

Bir süre Bolivya’da askeri eğitimler yaptıktansonra, peşinde bulunan CIA ve Bolivya hükümetitarafından eğitim kampında kuşatma altına alınır veçatışmaların ardından yaralı olarak yakalanır. CIAtarafından yöneltilen hiçbir soruya cevap vermez.Yakalanışının ertesi günü, 9 Ekim 1967’de,yakalandığı yerin yakınlarında bulunan bir köydekiokul içerisinde Bolivyalı bir asker tarafındanmakineli tüfekle taranarak öldürülür. Cesedininakıbeti ise yıllar sonra ortaya çıkar.

Bugün gördüğümüz kadarıyla yok olan şeyyalnızca Che’nin bedenidir. Ne düşleri,düşlerindeki geleceğin devrimci özlemi ne dekendisinde simgeleştirdiği/örnekleştirdiğidevrimcilik yok olmamıştır. Aksine dünyahalklarının mücadelesinde bir komutan olarak varolmaktadır hala o. Emperyalist kapitalist sistemekarşı başkaldıran Latin Amerika ülkelerinin gururve onurla taşıdığı bir semboldür artık o. Onlarcayıllık diktatörleri deviren Ortadoğu halklarıyla,sokaklara akarak Yunanistan’da, İspanya’da veŞili’de ayağa kalkan kitlelerin elinde bayrakolmuştur.

Elbette bu topraklara da kazınmıştır Che ismi.Genç komünistler onun enternasyonalistkimliğinden, cesaretinden, fedakarlığından vedevrime adanmışlığından öğreniyorlar veöğrenmeye devam edecekler. Çürümüş dünyadüzeni yerle bir oluncaya dek komutanı savaşın enönünde yaşatacaklar.

Dünya devrim mücadelesine bıraktığı mirasınanısı önünde saygıyla eğiliyoruz…

Ölümünün 44. yılında Ernesto Che Guevara’yı saygıyla

anıyoruz…

Kavgamızda yaşıyorsun Comandante!

Bugün gördüğümüz

kadarıyla yok olan şey

yalnızca Che’nin

bedenidir. Ne düşleri,

düşlerindeki geleceğin

devrimci özlemi ne de

kendisinde

simgeleştirdiği/örnekleşti

rdiği devrimcilik yok

olmamıştır. Aksine dünya

halklarının

mücadelesinde bir

komutan olarak var

olmaktadır hala o.

Emperyalist kapitalist

sisteme karşı

başkaldıran Latin

Amerika ülkelerinin

gurur ve onurla taşıdığı

bir semboldür artık o.

Page 38: Ekim Geçliği - 133

38

“Devrimci sanatçıdevrimin hedefleri

doğrultusundagörevlerle yükümlüdür.

Devrimci sanatıdevrimin hedefleri

doğrultusundasürdürülen

mücadeleden bağımsızdüşünemeyiz.

Mücadelenin dışındadevrimci sanat olamaz.

Bu nedenle, devrimcisanatçı, her şeyden

önce, teorik veideolojik bir sağlamlığa ulaşmak için çaba

göstermelidir. Yani bilimsel sosyalizmin temelyasalarını öğrenmeli ve toplumsal, siyasal

mücadelesinin klavuzu yapmalıdır. Devrimci teoriyikavramadan devrimci sanat yapılamaz.”

Yılmaz GüneyYaşamak için ne gerekir diye sorduğunuzda

akıllara ilk gelen cevabın ‘para’ olduğunu duyup,artık şaşırmadığımız bu düzende, zekasının pırıltısınısermayeye köle etmek yerine devrime adamayıseçmiş bir yaşamın öyküsüdür ‘Yılmaz Güney’inhayatı.

Yazar, şair, senarist, oyuncu, sinemanın ‘ÇirkinKralı’ Yılmaz Güney, topraksız bir köylü ailesinin ikiçocuğundan biri. Dokuz yaşında çalışmaya başlamış,pamuk işçisi, simitçi, gazozcu, ayakkabı boyacısıolmuştur. Yaşama kavgasını içinden geçerek tanıyanGüney, eserlerine ezen ve ezilen arasındakiçelişkileri en yalın bir biçimde taşımıştır.

Sanatı toplumsal kavgasının bir parçası, ezenleezilen arasındaki çelişkiyi gözler önüne sermek içinbir araç olarak değerlendiren Güney, sanatındevrimimizin yolunu döşemek için taşıdığı imkanıgörmüştür. Sanatını milyonlarca emekçinin onurlukavgasını büyütme çabasının bir parçası olarakdeğerlendirmiştir.

Filmlerine bedenini parça parça patronlara satanişçilerin de, söz hakkı olmayan kadınların da, ezilenKürt halkının da sesini taşımıştır. Bu yüzden 12yılını cezaevinde ve sürgünde geçirmiş,vatandaşlıktan çıkarılmıştır. Sanatında insanıkendisine ve topluma yabancılaştıran, bunun içinsahte duygular üreten sermaye düzenininyanılsamalarına karşı ezilenlerin hayatını konu alanGüney, unutturulmak, zayıflatılmak istenenözlemleri, ezilenlerin mücadelesini işler.Filmlerindeki gerçeklik ve samimiyettir onuunutulmaz yapan. Onlarca ışık, kamera, efektkullanılmış, fakat ne anlattığı anlaşılmayan gözboyayıcı bir sanat değildir onun sanatı. “Bizimsanatımız toplumsal kavgamızın bir parçasıdır” der.

Bugün sanatı insani değerlerden ayrıştıran ve birmetaya dönüştüren, insanı esir almanın bir aracıhaline getiren kapitalist sistem karşısında, sanatınsiyasetten ayrılmayacağını ve toplumsal devriminayrılmaz bir parçası olduğunu gösterir.

“Sanat tek başına devrim yapmaz, fakat doğrubir çizgiye, dünya hakkında doğru bir siyasi görüşesahip olan bir sanatçı, eserleri yoluyla, halklakitlelerle çok güçlü ve geniş bağlar kurabilir.”

Halkla çok güçlü ve geniş bağlar kurabilmiş birsanatçı asla unutulmaz. Yılmaz Güney gibi, eserlerihala toplumun uzlaşmaz çelişkilerine ayna tutan birsanatçının bu zenginliğinin bir başka sebebi desömürü sisteminin dünden bugüne sadece daha fazlaazgınlaşmış olmasıdır. Sanatı sermaye egemenliğininsürekliliğini sağlamak için kullanmayı tercih edendüzen, Yılmaz Güney'in filmlerini yasaklarla,sansürlerle toplumdan yalıtmaya çalışmıştır. Güniçerisinde televizyonlarda artık replikleriniezberlediğimiz filmler dönerken, 104 filmde başroloynamış, 24 film yönetmiş, 50 filmin senaryosuyazmış olmasına rağmen bu filmler, dünya çapındaödüllere layık görülseler bile pek rastlanmaz...Çünkü düzenin duyduğu korku bunu engeller.

“Düşünmeden hiçbir insanın herhangi bir şeyyapabilmesine imkan yoktur. Ben sadecedüşündürmek istiyorum.”

Düşündürmek mesela, Somali'de insanların nedenaç olduğunu düşündürmek... Neden bu kadar çok işkazası, işçi ölümü yaşandığını düşündürmek... Nedenbazı çocukların çocuk olamadıklarınıdüşündürmek…Ve sorunun esasını bulabilmek veonu paylaşabilmek...

“Sorunun esası şudur; ya devrim yolunuseçeceğiz… Ya da bu düzenin baskılarına,haksızlıklarına boyun eğerek, şu ya da bu biçimdeteslim olarak yaşamayı seçeceğiz. Bu çeşit bir seçişyok olmanın bir biçimidir.”

Yılmaz Güney insanlığın yok olmaması içinçalıştı, hayatını devrime adadı. En son çıktığımahkemede yaptığı savunmada “Bu karşılaştığımilk haksızlık değil, son da olmayacak biliyorum”demişti. Devrime adanmış tüm yaşamlar gibi düzenonu hep kıskıvrak yakalamak istedi ama o hepdirenmeyi seçti.

“Her şeye rağmen düşmana inat yaşayacağız.Yarın bizim çünkü… Biz öleceğiz ama çocuklarımızbıraktığımız mirası toplayacaklar yüreklerinde… Veonların yürekleri bizim altında ezildiğimizkorkuları taşımayacak.”

Yılmaz Güney’in bıraktığı miras yüreklerimizde,yarın bizim çünkü…

Z. Deren

Devrim için yaşanmış bir hayat,

Yılmaz Güney

Sanatı toplumsal

kavgasının bir

parçası, ezenle ezilen

arasındaki çelişkiyi

gözler önüne sermek

için bir araç olarak

değerlendiren

Güney, sanatın

devrimimizin yolunu

döşemek için taşıdığı

imkanı görmüştür.

Sanatını milyonlarca

emekçinin onurlu

kavgasını büyütme

çabasının bir parçası

olarak

değerlendirmiştir.

Page 39: Ekim Geçliği - 133
Page 40: Ekim Geçliği - 133