eg 137. sayı

40

Upload: ekim-gencligi

Post on 26-Mar-2016

231 views

Category:

Documents


2 download

DESCRIPTION

Ekim Gençliği 137. sayı / Nisan 2012

TRANSCRIPT

Page 1: EG 137. sayı
Page 2: EG 137. sayı
Page 3: EG 137. sayı

1 Mayıs'a yaklaştığımız şu günlerde sermayedevleti saldırılarını tırmandırarak sürdürüyor.Kapitalist sömürü azgınlaşıyor. Kürt halkınayönelik baskı ve terör yoğunlaşıyor. Bölgehalklarına yönelik emperyalist savaş vesaldırganlık çığlıkları yükseliyor. Bu politikalarınyansımaları üniversitelerde de görülüyor.Üniversiteler her geçen gün biraz daha şirketgörünümlü yarı açık cezaevlerine dönüştürülüyor.

Birkaç örnek...

Newroz yasaklandı... Bu yasak Türkiye'nindört bir yanında Newroz'u kutlamak isteyen Kürthalkına, ilerici ve sol güçlere yönelik dizginsizpolis terörüne dönüştü. Yaşanan polis terörüsonucu sadece İstanbul'da yüzlerce kişi gözaltınaalındı. Binlerce kişi dizginsiz polis terörünemaruz kaldı. Yüzlercesi yaralandı, gözaltınaalındı ve tutuklandı. BDP Arnavutköy İlçeYöneticisi Hacı Zengin azgın polis terörü sonucuhayatını kaybetti.

Kürt halkının haklı ve meşru mücadelesinikirli savaşı tırmandırarak bitiremeyen sermayedevleti, “KCK operasyonları”, Roboski katliamıve ardından Newroz yasaklaması ile Kürt halkınayönelik imha, inkar ve asimilasyon politikalarınadevam edeceğinin sinyallerini verdi.

16 Mart Beyazıt katliamı davasında olduğugibi Sivas katliamı davası da zamanaşımınauğratıldı. Dink davasında “örgüt yok” kararıverilerek katiller aklandı... 16 Mart Beyazıtkatliamında polis şefi olan Reşat Altay HrantDink'in katliamında Trabzon Emniyet Müdürüolarak karşımıza çıktı. Hrant Dink'in katili OgünSamast'ın eline Türk bayrağı vererek onunlahatıra fotoğrafı çektiren Yakup Kurtaran iseMalatya Emniyet Müdür Yardımcılığı'na atandı.Böylece devletin katliamcı yüzü bir kez dahadeşifre oldu. Dink ve Sivas katliamlarıdavalarında “katillerin ödüllendirilmesi” vezamanaşımı yoluyla aklanması ise sermayedevletinin katliamcı kimliğinin yeni bir tescilioldu sadece.

Esenyurt'ta 11 inşaat işçisi patronların kârhırsı sonucu bez çadırlarda diri diri yanarak canverdi. İşçi sınıfının örgütsüzlüğünden güç alanasalak patronlar sınıfı köleleştirerek geleceğinikarartmak istiyor. Her gün yaşanan yeni işcinayetleri adeta sıradanlaşıyor. Patronlar veonların hizmetindeki sermaye hükümetininbakanları yaptıkları açıklamalarla bu katliamları“kader” diyerek meşrulaştırmaya çalışıyorlar.Taşeronluk sisteminin işçi ve emekçileri içinkölelik, iş güvencesinden yoksunluk, kuralsızçalışma ve iş cinayeti yoluyla ölüm demekolduğu daha açık görülmekte.

İçerde neoliberal sömürü politikalarını hayatageçirmeyi sağlayan baskı ve terör politikalarıdışarda bölge halklarına yönelik savaş vesaldırganlık ile emperyalizme taşeronluk olarakkarşımıza çıkmaktadır. Türkiye'nin çağrısıyla 1Nisan günü İstanbul’da bir araya gelenemperyalistler, gerici bölge devletleri ile Türksermaye devleti, “Suriye’nin Dostları” adına“Suriye'ye halkını özgürlükleştirmek”yalanlarıyla Suriye’ye emperyalist birmüdahalenin yolunu düzlemeye çalışmaktadırlar.Bölge halklarını hedef alan ve emperyalistlerinyağma politikalarında aktif taşeronluk rolüüstlenen AKP hükümeti, Kürecik'e kurulan “FüzeSavunma Kalkanı”nın ardından “Suriye'ninDostları” toplantısının ikincisini örgütleyerekSuriye halkını hedef alan savaş politikalarındaaktif rol oynayacağını tescilleş bulunuyor.Böylece muhtemel bir emperyalist müdahaledeTürk sermaye devleti emperyalistlerin koçbaşıolarak devreye girmeye hazırlanıyor.

Üniversitelere yansıyanlar...

Sermaye devletinin faşist baskı, terör,emperyalist savaş, saldırganlık ve azgın sömürüolarak tanımlanabilecek politikalarınınüniversitelere yansımaları da büyüyerekkatlanıyor. Üniversiteleri birer ticarethane,öğrencileri ise müşteri yapan YÖK düzeniüniversite kapılarını işçi ve emekçi çocuklarınakapatırken, devrimci, ilerici ve yurtseveröğrenciler üzerindeki cendereyi de sıkmayadevam ediyor.

YÖK düzeninin üniversiteleri birerticarethaneye çevirmesi ve bilimselliktenuzaklaşmasının en güncel örneklerinden biri deVan Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nde yaşandı.

1 Mayıs'ta alanlara,

geleceğine sahip çıkmaya!

3

Sermaye devletinin faşist

baskı, terör, emperyalistsavaş, saldırganlık ve

azgın sömürü olaraktanımlanabilecek

politikalarının

üniversitelereyansımaları da

büyüyerek katlanıyor.Üniversiteleri birer

ticarethane, öğrencileriise müşteri yapan YÖK

düzeni üniversitekapılarını işçi ve emekçi

çocuklarına kapatırken,devrimci, ilerici ve

yurtsever öğrencilerüzerindeki cendereyi de

sıkmaya devam ediyor.

Page 4: EG 137. sayı

4

Van'da yaşanan depremin ardından bir dönemlikeğitimlerini 20 günlük sıkıştırılmış programlaalan depremzede öğrencilerden harç parası olaraktam dönem parası istendi. Harç parasınıödeyemeyen öğrencilerin mağduriyetinigidermek için devreye giren rektörün çözümü isehayli “ilginç” oldu. Harçların yatırılmamasıtartışma konusu dahi olmazken, harç paralarınıntoplanması için rektörlük tarafından bağışkampanyası başlatıldı. Böylece öğrencilerineğitimlerini sürdürebilmeleri hayırseverlerinyapacakları bağışlara bağlandı!

Üniversitelerde soruşturma, ceza terörü vefaşist saldırılar sürüyor...

Sermaye devletinin düzenini bekaası içinfaşist baskı ve terörü devreye sokmasıyla paralelolarak üniversitelerde de ilerici, devrimci veyurtsever öğrencilere yönelik saldırılaryoğunlaşmış durumda. Öğrencilerin sosyalmedyada paylaştıkları düşünceleri dahisoruşturmalara, cezalara konu edilirken, geçmişteyaşanan abes soruşturma-ceza gerekçeleritekrardan karşımıza çıkıyor. YTÜ'de ÖzgürGündem ve Azadiya Welat gazetelerinindağıtımının yapıldığı masalar soruşturma konusuolurken, soruşturmada öğrencilere toplu halayçekip çekmediği soruluyor. İstanbulÜniversitesi'nde bir öğrenciye X-ray cihazınaçantasını koymadan geçmeye çalıştığıgerekçesiyle 1 dönem uzaklaştırma cezasıveriliyor. İstanbul Üniversitesi Rektörü YunusSöylet döneminde verilen cezaların 70 yılıulaşacağı belirtiliyor.

Karanlık tabloyu dağıtmak ve

geleceğini kendi ellerine almak için

1 Mayıs'ta alanlara!

Yukardaki birkaç örnek bile bize dayatılantablonun vahametini göstermektedir. İşçilerin,emekçilerin, Kürt halkının ve gençlerin hayatlarıkarartılarak geleceksizliğe mahkum ediliyorlar.Öte yandan emperyalist savaş çığırtkanlığıylakardeş halklara yönelik saldırı planlarıhazırlanıyor. Ancak bu karanlık tablo karşısındaumutsuzluğa kapılmak en büyük hata olacaktır.Bu karanlık tabloyu dağıtmak ve geleceğimizikendi ellerimize almak için mücadeleyi

büyütmek görevi önümüzde durmaktadır.Kapitalist barbarlık karşısında tek kurtuluşdevrim ve sosyalizmdir. 1 Mayıs'ta işçi sınıfınınyolunda ve omuz omuza alanlara çıkmak gençlikiçin izlenmesi gereken tek yoldur.

2012 1 Mayısı'na yürürken direnen MaltepeBelediyesi taşeron işçileri, Hey Tekstil işçileri,Billur Tuz işçileri, tersanelerde direnen ELTA veMersin Limanı Uğursan taşeron işçileri,Ankara'da İMO yönetimine karşı tek başınadirenen Cansel Malatyalı, Türk Metal çetesinin30 yıllık saltanıtını sarsan binlerce BOSCH işçisibu yolu göstermektedir. Yolumuz işçi sınıfınınyoludur.

O halde hep birlikte haykıralım: NATO'ya, füze kalkanına, emperyalist

savaş ve saldırganlık politikalarına karşıkardeş halklara sahip çık!

Polis terörüne, baskılara, tutuklamalara,soruşturmalara, cezalara karşı özgürlüğünesahip çık!

Paralı eğitim uygulamalarına,müşterileşmeye karşı eğitim hakkına sahipçık!

Bu şiarlar etrafında etkin bir ajitasyon-propaganda ve kitle çalışmasıyla 1 Mayıshazırlanalım, 1 Mayıs'ta alanları zaptedelim!

2012 1 Mayısı'na

yürürken direnenMaltepe Belediyesi

taşeron işçileri, HeyTekstil işçileri, Billur Tuzişçileri, tersanelerde

direnen ELTA ve MersinLimanı Uğursan taşeron

işçileri, Ankara'da İMOyönetimine karşı tek

başına direnen CanselMalatyalı, Türk Metal

çetesinin 30 yıllıksaltanıtını sarsan

binlerce BOSCH işçisi buyolu göstermektedir.

Yolumuz işçi sınıfınınyoludur.

Page 5: EG 137. sayı

Arkadaşlar!

İşçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü 1 Mayısyaklaşıyor. Her yıl dünyanın dört bir yanında milyonlarca işçi,emekçi ve genç “sınıfsız, sınırsız ve sömürüsüz bir dünya”özlemiyle 1 Mayıs'ta alanlara çıkıyor.

1 Mayıslar sermaye sınıfı ve işçi sınıfı arasındaki mücadeleyikeşkinleştirerek egemenlere korku salıyor. İşçi sınıfının örgütlümücadelesinden korkan sermaye düzeni, tam da bu nedenle 1Mayıs alanlarını faşist baskı ve terörle yasaklamaya çalışıyor.Bunu başaramadığı durumda ise 1 Mayıs'ın içini boşaltmayakalkışıyor. Ancak bu manevraların hiçbiri sökmüyor. İşçi veemekçiler 1 Mayıs'ın kızıllığını mücadele alanlarına taşımayadevam ediyor.

Arkadaşlar!

Her yıl olduğu gibi bu yıl da işçi ve emekçiler 1 Mayısalanlarını dolduracak. Özgürlüğü çalınan ve derin birgeleceksizlik girdabına itilen biz gençler, 1 Mayıs'ta işçi veemekçilerle omuz omuza 1 Mayıs alanlara çıkmalıyız.

Kapitalist sömürü düzeni üniversiteleri şirketlerin arka bahçesihaline getirilirken, biz gençleri de birer müşteriye dönüştürüyor.Üniversiteler bilimi toplumun hizmetine sunmak yerinesermayenin hizmetine sunuyor!

Bu düzen, üniversitelerimizde bizlere “söz, yetki ve kararhakkı” tanımıyor. Geleceğine sahip çıkan, hakları için mücadeleeden biz öğrencileri soruşturma-ceza terörü ile yıldırmayaçalışıyor, gözaltına alıyor, tutukluyor, zindanlara hapsediyor!

Bu düzen bizleri diplomalı işsizliğe mahkum ediyor. İşbulabilen “şanslı azınlığımıza” ise güvencesiz ve kölece çalışmakoşulları dayatıyor!

Bu düzen ırkçı-gerici eğitim müfredatını öğrenim hayatımızınher kademesinde karşımıza çıkarıyor. Anadilde eğitim hakkımızıinkar ediyor!

Kısacası bu düzen bizlere geleceksizlikten başka bir şeysunmuyor!

Arkadaşlar!

Sermaye düzenin biz gençlere dayattığı geleceksizlik,milyonlarca işçi ve emekçiye dayatılan geleceksizliğin de bir

parçasıdır. Sermaye devleti asalak patronların çıkarları doğrultusunda

sosyal yıkım politikalarını derinleştiriyor. “Genel SağlıkSigortası” örneğinde olduğu gibi sağlık tepeden tırnağa paralıhale getiriliyor. Sosyal haklar bir bir tırpanlanıyor. Keyfi iştençıkarmalar yaygınlaşıyor. İşçiler karın tokluğuna çalıştırılıyor.Asalak patronlar kendi sefil çıkarları için tersanelerde, Kozan'da,Esenyurt'ta, Eskişehir'de olduğu gibi işçi kanı dökmeye devamediyor.

Arkadaşlar!

İşçilere, emekçilere ve biz gençlere dayatılan bu karanlıktabloyu “içerde ve dışarda savaş ve saldırganlık” politikalarıtamamlıyor.

İçerde Kürt halkına, ilerici ve devrimci sol güçlere yönelikfaşist baskı ve devlet terörü tırmandırılıyor. Newroz'u kutlamakdahi yasaklanıyor. Yüzlerce Kürt siyasetçisi, devrimci, ilerici veöğrenci düzmece iddialarla gözaltına alınarak tutuklanıyor.

Emperyalizme taşeronluk yapan AKP hükümeti, Suriye baştaolmak üzere bölge halklarını emperyalist müdahalenin hedefiyapıyor. Türkiye topraklarını gerici savaşların ve boğazlaşmalarınmerkezi haline getiriyor. NATO’nun saldırganlık projesi “füzekalkanı”nı Malatya Kürecik'te inşa ediyor.

Arkadaşlar!

Açık ki, bu karanlık tablo karşısında gerçek kurtuluşumuzkapitalist sömürü düzeninin yıkılmasıyla gerçekleşebilir.Geleceğimizi kendi ellerimize almalı, örgütlenmeli ve mücadeleyibüyütmeliyiz.

Bizlere dayatılan geleceksizlik karşısında 1 Mayıs'ta kenditaleplerimizle alanlarda çıkmalıyız. İşçi ve emekçilerle birliktekavga saflarını sıklaştırmalıyız!

Emperyalist savaş ve saldırganlığa, faşist baskı ve teröre,eğitimin ticarileşmesine karşı 1 Mayıs'ta alanlara!

“Özgürlük, devrim, sosyalizm!” için kavganın kızıl günü 1Mayıs'a, geleceğine sahip çıkmaya!

Yaşasın 1 Mayıs! Bijî yek gulan! Gençlik gelecek, gelecek sosyalizm! Yaşasın devrim ve sosyalizm!

Ekim Gençliği

Geleceğine sahip çıkmak için 1 Mayıs'ta alanlara!

Özgürlük, devrim, sosyalizm!

5

Page 6: EG 137. sayı

6

Ekim Gençliği, üniversitelerde “Geleceğine sahip çık!” şiarı ileyürüttüğü kampanya çalışmalarını sürdürüyor. Üniversite gençliğinimücadeleye çağıran Ekim Gençliği okurları, Sivas katliamı davasınınzamanaşımıyla aklanmasını teşhir ederken 30 Mart 1972’deKızıldere’de direniş destanı ve siper yoldaşlığının manifestosunuyazan yiğit devrimcileri de andılar.

İstanbul

İstanbul Üniversitesi’nde “Geleceğine sahip çık!” şiarlı afişleriyapan Ekim Gençliği okurları, Sivas katliamı davasının zamanaşımınauğratılması, Suriye’nin Dostları Grubu toplantısı ve Kızıldere ile ilgiliafişleri de yaygın olarak kullandılar. Yemekhane, Merkez Kampüs veEdebiyat Fakültesi’nde yine Sivas katliamı davası ile ilgili olarakhazırlanan bildirileri dağıttılar.

27 Mart günü YTÜ Davutpaşa Kampüsü’nde “Emperalist savaşve saldırganlığa, faşist baskı ve teröre, eğitimin ticarileştirilmesinekarşı geleceğine sahip çık!” şiarlı kampanya afişlerini yapan EkimGençliği okurları, yemekhane önüne açılan masa ile bir yandanGSS’nin iptal edilmesi için imza topladılar.

Yıldız Kampüsü’nde de Sivas katliamı davasının zamanaşımı ileaklanmasını teşhir eden duvar gazeteleri ve GSS’ye karşı parasızsağlık hakkına sahip çıkmaya çağıran afişleri kullanan Ekim Gençliğiokurları, “Kızıldere, devrime adanmışlığın ve siper yoldaşlığınınmanifestosudur!” şiarlı afişleri de Tonoz Kantin, yemekhane vefakültelerde kullandılar.

“Ulusal sorun ve devrim” semineri

27 Mart günü program sorunları üzerine konferansların sonuncusuolan “Ulusal Sorun ve Devrim” üzerine bir seminer gerçekleştirildi.Kızıldere anmasıyla başlayan seminer iki bölüm halinde yapıldı. İlkbölümde “Ulusal Sorun ve Devrim” başlığı, ikinci bölümde ise ‘99İmralı süreci sonrasındaki güncel gelişmeler ışığında yapılandeğerlendirmeleri ele aldı. “Demokratik özerklik” talebi ve HalklarınDemokratik Kongresi üzerine yapılan tartışmaların ardındanönümüzdeki dönemde “İşçilerin birliği, halkların kardeşliği” şiarınınöne çıkartılmasının anlamı ve önemi üzerinde duruldu.

Kampanya Kadıköy’de...

Kampanya çalışmaları Kadıköy’e de taşındı. Kadıköy çarşıdaaçılan Ekim Gençliği masasında Ekim Gençliği, Liselilerin Sesi veKızıl Bayrak gazetesi dağıtımı yapıldı.

Ekim Gençliği’nin “GSS seni nasıl etkiliyor?” başlıklı bildirisinindağıtımı yapıldı. Ayrıca GSS’nin iptal edilmesi için imza toplandı.İmza kampanyası üniversite, lise öğrencileri ve emekçiler tarafındanilgiyle karşılandı ve pek çok insan tepkisini dile getirdi.

Kampanya değerlendirildi

31 Mart günü yapılan toplantıda öncelikle geride bırakılansüreçte yapılan çalışmalar değerlendirildi. Konuşmalarda kitleçalışması örme noktasındaki eksikliklere işaret edildi. Önümüzdekisüreçte bu eksikliklerin kapatılması üzerinde duruldu.

Bundan sonraki süreçte kampanya çalışmalarının 1 Mayıs’a vekampanyanın bitiş etkinliğinin gerçekleşeceği 6 Mayıs’a yoğunlaş-ması gerektiği vurgulandı. Tartışmalarda bahar mevsimine girilme-siyle okullardaki çalışmaların yanında kampanyanın dışarı ayağınıngüçlü bir şekilde örülmesi öne çıktı. Bu kapsamda merkezi yerlerdemasa açılması ve afiş çalışmalarının yaygın hale getirilmesi karar-laştırıldı. Bu çalışmaların daha sistematik bir şekilde ilerlemesi için1 Mayıs ve 6 Mayıs hazırlık komitesi oluşturuldu.

Toplantıda 1 Mayıs öncesinde bir piknik gerçekleştirilmesikararlaştırıldı.

Ekim Gençliği’nin

kampanya çalışmalarından

Page 7: EG 137. sayı

Ankara

DTCF’de açtıkları stantla GSS’nin iptal edilmesi için imzatoplayan Ekim Gençliği okurları, GSS’nin öğrencilere yansımalarınıanlatan bildiri dağıttılar. Ayrıca “Geleceğine sahip çık!” ve “Sağlıkhakkına sahip çık!” şiarlı afişleri de fakültede kullanınken, EkimGençliği dergisi ve Kızıl Bayrak gazetesini öğrencilere ulaştırdılar.Ayrıca “Ücretli emek ve sermaye” ve “Ücret, fiyat, kâr” kitaplarıokunup tartışıldı. Oldukça verimli geçen bu çalışmanın ardındantüm katılanların isteğiyle eğitim çalışmalarını süreklileştirme kararıalındı.

Her hafta olduğu gibi 24 Mart Cumartesi günü de YükselCaddesi’nde stant açıldı.

ODTÜ’de de GSS kapsamında stant açılarak saldırıyı teşhireden bildiriler dağıtıldı.

Eskişehir

26 Mart gününden itibaren Anadolu Üniversitesi’nin tümfakültelerine yaygın olarak “Genel Sağlık Soygunu” başlıklı duvargazetesi ile Kızıldere katliamının 40. yılı vesilesiylegerçekleştirilecek olan Ekim Gençliği toplantısının duyuru afişleriniyaptılar. Afişler yapılırken aynı zamanda tüm fakültelerinkantinlerinde GSS panelinin davetiyeleri dağıtıldı. Bu çalışmanınardından yemekhane önünde panel davetiyesi dağıtılarak GSSkarşıtı imza kampanyasına devam edildi. Ardından İİBF kantininegidildi ve imza standı açılarak burada da panel davetiyeleridağıtıldı.

GSS paneli...

28 Mart’ta gerçekleştirilen GSS paneli Ekim Gençliğitemsilcisinin konuşması ile başladı. Ekim Gençliği temsilcisisiyasal gelişmeler üzerine konuştuktan sonra “Geleceğine sahipçık!” kampanyasının anlamına değindi. Ardından Eskişehir TabipOdası Genel Sekreteri Birtürk Özkavak, sağlıkta neoliberalpolitikaları anlatarak AKP tarafından toplumun nasıl aldatıldığınıayrıntılandırarak açıkladı. Hastanelere halkın cebinden ödediğikatkı paylarını, gelir tespitinde insanların yaşayacağı mağduriyetianlatan Birtürk, öğrencilerin başta mediko haklarının ortadankaldırılması olmak üzere yüzyüze kalacakları birçok sorundan sözetti. Söyleşi bölümünde ise Sağlık Hakkı Meclisleri’neüniversitelerden de destek verilmesi üzerine konuşuldu.

Ekim Gençliği / İstanbul – Ankara – Eskişehir

Adana’da ON’lar selamlandı

Adana Ekim Gençliği, Mart ayında gerçekleşen Gazi, Beyazıt,Halepçe ve Kızıldere’de katliamlarını lanetledi ve direnişlerselamlandı.

31 Mart günü yapılan etkinlikte ilk olarak ölümsüzleşen devrimşehitleri için saygı duruşu yapıldı. Ardından devletin gerçekyüzünü, her zaman olduğu gibi Mart ayında da gösterdiği,katliamların yaşadığımız toprakların unutulmaz gerçeği olduğu dilegetirildi. Ancak her şeye rağmen direnişlerin de bu tarihin bir başkagerçeği olduğu belirtilerek etkinlik devam etti.

Etkinlikte “Gayrimuayyen” ve Mahir Çayan’la ilgili birsinevizyon gösterimi yapıldı. Ardından Halepçe katliamıyla vedireniş geleneği ile ilgili şiirler okundu.

Mahirler’den, Denizler’den, İbrahimler’den, Erdallar’danAlaattinler’den alınan direnişin kızıl bayrağının her zaman taşındığıvurgusu yapılan etkinlikte, kanla sulanan bu topraklarda siperyoldaşlığının manifestosunun yazıldığı vebu geleneğin taşınacağıanlatıldı.

Mücadele vurgusu yapılarak bitirilen sunumun ardından etkinikmüzik dinletisi ve halaylarla sona erdi.

Ekim Gençliği / Adana

İzmir’de Kızıldere anması

Devrimci Liseliler Birliği ve Ekim Gençliği 30 Mart günü ortakKızıldere anması gerçekleştirdi. Çalışmalarını birlikte yürüttüklerianma programı sinevizyon gösterimi ile başladı. Sinevizyongösteriminin genel içeriği Mahir Çayan ve 68 kuşağının devrimciönderlerinin mücadelelerinin kısa bir özetiydi.

Sinevizyon gösterimin ardından Kızıldere şehitlerinin şahsındayitirdiğimiz tüm devrim şehitleri adına bir dakikalık saygı duruşugerçekleştirildi. Saygı duruşunun ardından söz alan Ekim Gençliğiadına bir kişi Mahir Çayan ve yoldaşlarının TİP reformizmindendevrimci kopuş anlamına geldiği , devrimci dayanışma için ölümemeydan okuyudukları ve bu tutumlarının günümüzde devrimcimücadelede ısrar edenlerin yolunu aydınlatığı ifade edildi.Programın devamında iki kadın yoldaşımız tarafından şiir dinletisigerçekleştirildi. Pablo Neruda ve Nazım Hikmet’ten okunan şiirlerKızıldere’de kızıllaşan devrimcilere adandı.

Programın sonunda kısa bir müzik dinletisi yapıldı.

Ekim Gençliği / İzmir

Kocaeli’de kampanya söyleşisi

Kocaeli Üniversitesi Kandıra MYO’da Ekim Gencliği okurları“Geleceğine sahip çık!” kampanyası üzerine bir söyleşigerçekleştirdi. Söyleşiye Ekim Gençliği’nin kampanyadeklarasyonu okunarak başlandı.

Saldırıların arttığı bu dönemde etkin bir sınıf hareketinin vebunu tamamlayan güçlü bir toplumsal muhalefetinörgütlenemediği belirtilerek, bu durumun üniversite gençliğineyaptığı olumsuz etki değerlendirildi. Sermayenin kapsamlısaldırılarına gençlik cephesinden güçlü bir yanıt verilmesigerektiği vurgulandı.

Söyleşide GSS saldırısına da değinildi ve üniversiteöğrencilerini de yakından ilgilendiren bu saldırı canlı birtartışmaya konu edildi. GSS’nin iptal edilmesi ve herkesin sağlıkhakkından parasız olarak yararlanabilmesi gerektiği belirtildi.

“4+4+4” adıyla meclisten geçirilen yeni eğitim sistemi vemeslek yüksek okullarının sorunları üzerine de sohbet edildiktensonra söyleşi her hafta düzenli olarak tekrarlanması kararı alınaraksonlandırıldı.

Ekim Gençliği / Kocaeli

7

Page 8: EG 137. sayı

8

Ankara'da 'Devrimcikimlik' semineri

Ankara’da Ekim Gençliği okurları Kızıldere’de Mahir Çayan veyoldaşlarının katledilişlerinin 40. yılı vesilesiyle 31 Mart günü‘Devrimci kimlik’ başlıklı bir seminer gerçekleştirdi.

Devrimci siper yoldaşlığı, Mahirlerin TİP reformizmindenkopuşu ve günlük yaşamı devrimci tarzda örgütlemek üzerinetartışmalar yürüten Ekim Gençliği okurları, geçmişteki devrimciyapıların birbirleri için gözlerini kırpmadan devrimci siperyoldaşlığı adına canlarını feda etmeleri ve bunun bir benzerininUlucanlar ve 19 Aralık’ta görüldüğünü söylediler. Toplantıda,günümüzde ise devrimci hareketin ciddi bir samimiyet bunalımıyaşadığı belirtildi.

Devrimciliğin bir memuriyet zihniyeti gibi algılanmasının,insanların boş zamanlarında devrimcilik yapmayı bir yaşam biçimihaline getirmesinin de örneklendiği konuşmada komünistlerinbakışı da ortaya konuldu.

Komünistlerin omuzlarındaki büyük sorumluluğa işaret edilentoplantıda buna uygun bir yaşam tarzı geliştirmek gerektiğivurgulandı. Son olarak 1 Mayıs sürecine değinildi.

Ekim Gençliği okurları, devrim şehitlerine ve onların devrimcimiraslarına sahip çıkacaklarını sadece takvimsel günlerle değilpratik içerisinde de göstereceklerini bir kez daha belirttiler.

Ekim Gençliği / Ankara

Özgürlük ve gelecek için

İzmir Öğrenci

Kurultayı'na...

Ekim Gençliği'nin çağrıcısı olduğu “Özgürlük ve Gelecek içinİzmir Öğrenci Kurultayı” 21 Nisan 2012 tarihinde gerçekleşecek.Kurultay emperyalist savaş ve saldırganlık, faşist baskı ve terör,eğitimin ticarileşmesi, işsizlik ve geleceksizlik ile Bologna sürecigibi temel gündemleri ele alacak.

Kurultay bileşenleri ilk iş olarak kurultay hazırlık komitelerinikurdu ve komiteler toplantılarını aldı. Yürütme komitesitoplantısında alınan kararla kurultay için bir fanzin çıkarıldı. Ayrıcakurultayın kampüslerde işleyeceği temel gündemlerden birisi olanBologna sürecine ilişkin olarak bir iç eğitim ve EgeÜniversitesi’nde Bologna süreci ile ilgili bir panel örgütlemekararları alındı.

“www.izmirogrencikurultayi.blogspot” isimli blog sayfasıoluşturuldu ve facebook üzerinden de bir grubun kurulması içinişbölümü gerçekleştirildi.

İki sunumun olduğu eğitim çalışmasında, birinci sunumkapitalist toplumun temel eğilimleri çerçevesinde tüm insanıihtiyaçların sermayenin konusu haline getirilme sürecitarihselliğiyle beraber ele alınarak Bologna sürecine değinildi.İkinci sunum, 1995 yılında Türkiye’nin imzacısı olduğu GATSsüreci ele alarak başladı. Temel uygulama alanları üzerinden sunumgerçekleştirildi.

Ege Üniversitesi Kurultay Hazırlık Komiteleri, E-Cafe’de“Aklın unutuşa karşı savaşı, insanlığın iktidara karşı savaşıdır”şiarlı resim sergisi açtı. Resim sergisinde eşi tarafından defalarcabıçaklanarak öldürülen Ayşe Paşalı, Van depremi, Hiroşima, EgeÜniversitesi'nde öldürülen devrimci öğrenci Ali Serkan Eroğlu,Hrant Dink, Irak işgali ve 17 Ağustos Marmara depremi ile ilgiliresimler yer aldı.

Öğrencilerin ilgisini çeken serginin yanında fanzin dağıtımı vesohbetler gerçekleştirildi. Standın bulunduğu alana Fen veMühendislik Fakülteleri'nin sorunlarını irdeleyen afişler yapıldı.Sohbet edilen insanlar 21 Nisan’da gerçekleştirilecek İzmir ÖğrenciKurultayı'na çağırıldı.

Ardından uluslararası devrimci şarkı ve marşların yayınıyapılarak faaliyet sonlandırıldı.

Dokuz Eylül Üniversitesi'nde de Mühendislik Fakültesi EgeKampüsü, Kimya, Tekstil, Gıda, Elektrik-Elektronik, Makine, veİnşaat Mühendisliği bölümlerinde ve Mühendislik Kafe, KampüsKafe ve Gıda Kafe gibi, mühendislik öğrencilerinin bulunduğualanlarda yoğun bir şekilde “Yetkin' değil, toplumcu mühendisolacağız!” şiarlı afişlemeler yaptı.

İzmir Öğrenci KurultayıHazırlık Komitesi

Eskişehir'de“Bağımsızlık veDevrim” semineri

Eskişehir Ekim Gençliği“Bağımsızlık ve Devrim”başlıklı seminergerçekleştirdi.

40. yılında Kızıldere’deşehit düşen 10 yiğit devrimcianılmasının ardındanbaşlayan sunuma anti-emperyalist mücadeleninönemine değinilerek girişyapıldı. Türk sermayedevletinin ABD’den habersizhiçbir şey yapamamasınıntemel kaynağının Türkburjuvazisi olduğu ve anti-emperyalist mücadeleninzafere ulaşmasının proleterdevrimle mümkün olacağı belirtildi.

Anti-emperyalist mücadelenin her zaman burjuva demokratikbir içerikte yürütülmeyeceği, kapitalist ülkelerde bunun sosyalist biriçerikte olması gerektiği belirtildi. İran ve Portekiz örnekleriverilerek burjuvazinin iktidarının yıkılmadan ülkedeki emperyalistegemenliğin sonlandırılmayacağı vurgulandı.

Mustafa Kemal dönemindeki iktisadi politikanın incelendiği sonbölümde Kemalizm’in gerçekten anti-emperyalist karakterdeolmadığı vurgulandı.

Sunum yapılan tartışmaların ardından sonlandırıldı.

Ekim Gençliği / Eskişehir

Page 9: EG 137. sayı

9

Beyazıt Katliamı’nın 34., Halepçe Katliamı’nın24. yıldönümüne denk gelen 2012 16 Martı’ndabirçok kentte devrimci ve ilerici gençlik güçleriçeşitli eylemlerle katliamları lanetledi.

16 Mart’ta katliamcı devletten hesap sormakararlılığının alanlara çıkılarak haykırılmasıgençlik hareketi açısından her yıl önemli birgündem olurken, bugün için bu ihtiyaç daha yakıcıbir hale gelmiş bulunuyordu.

Sivas katliamı davasının zamanaşımınauğratılması ve Roboski’de 34 Kürt köylüsününkatledilmesi gibi çarpıcı gelişmelerin yaşandığı birdönemde, gençlik güçlerinin devletin katliamcıgeleneğine yönelik öfkesinin yoğunlaşması veeylemlerin daha güçlü bir temeldegerçekleştirilmesinin zeminini hazırlıyordu.

16 Mart’ın öğrenci gençliğin güncelgündemleriyle bağlantılı bir şekilde ele alınmasıise, bu dönem dikkat edilmesi gereken yönlerdenbirini oluşturuyordu. Bu açıdan, geçmişte devrimcive ilerici öğrencileri üniversitelerde katledensermaye düzeni, bugün de soruşturma, ceza,tutuklama gibi baskı mekanizmalarıyla gençliğikontrol altında tutmaya çalışması öne çıkmaktaydı.

Yukarıda çizilen çerçevede politik içeriğisaptanacak olan 16 Mart eylemlerinin birleşik birtemelde örgütlenmesi ve güçlü bir ön çalışmayadayanması ilerici, devrimci ve yurtseveröğrencilerin önünde başlıca görev olarakduruyordu. Ancak 2012 16 Martı’nda böyle bir önsürecin örgütlenemediği açıktır.

16 Mart eylemleri birçok alanda ön çalışmadanyoksun ve büyük ölçüde eylem gününesıkıştırılarak örgütlendi.

Ankara ve Eskişehir’deki 16 Mart eylemleri sonyıllarda gerçekleşen en birleşik 16 Mart eylemlerioldu. Ancak bunlar da son birkaç güne sıkışanbirliktelikler oldu ve ön çalışmadan yoksun birşekilde gerçekleşti. Bu sınırda dahi olsa eylemlerinbirleşik bir şekilde örgütlenmesi, herşeye rağmenyerellerde eylemlere coşkulu bir havanın hakimolmasını sağladı.

İstanbul’da ise 16 Mart tartışmaları daha uzunbir sürece yayıldı. Bunun sonucunda “son anda yanyana gelme” durumu en aza indi ancak 16 Marteylemlerinin parçalı olarak örgütlenmesinin önünegeçilemedi.

Ekim Gençliği’nin tüm gençlik örgütlerineyaptığı çağrı ile başlayan tartışma sürecininsonunda, “politik ayrışma” adı altında kendisinidayatan güçlerin süreçten çekilmesi ile birlikteEkim Gençliği, DAF, Dev-Genç (DevrimciHareket), DGH, DÖB, Gençler Meydanaİnisiyatifi, Gençlik Cephesi, Kaldıraç, SosyalistDayanışma Gençliği ve Tüm-İGD tarafından birbirliktelik oluşturuldu. Bu birlikteliğin içerik veeylem kurgusu açısından olumlu bir duruşsergilediği söylenebilir. Ancak üniversitelerde önsürecin hedeflenen kuvvette örgütlenememesi bu

birlikteliğin temel zaafiyet noktasını oluşturdu.Genç-Sen-HDK Gençliği ve Öğrenci

Kolektifleri-Gençlik Muhalefeti-TKP’li Öğrencilerde ayrı birer birliktelik oluşturdu. GençlikFederasyonu ise tek başına eylem yapma kararıaldı.

Eylem öncesi toplantılarda GençlikFederasyonu’nun 16 Mart’ı sadece Beyazıtkatliamı üzerinden örgütleme yönündeki dayatmasıve ardından süreçten çekilmesi, gündemi kavrayışbakımından açık bir dar görüşlülük içindeolduğunu gösterdi.

Bununla birlikte, Genç-Sen ve HDKGençliği’nin örgütlediği eylemle ÖğrenciKolektifleri, Gençlik Muhalefeti ve TKP’liÖğrenciler’in örgütlediği eylem ayrı ayrı basınaçıklamaları okunacak şekilde ve son anda eylemalanında birleştirildi. Bu birleşmede, sözkonusureformist gençlik gruplarının AKP karşıtlığınaindirgenmiş politik platformlarının “birleştirici” bireksen oluduğu görülmektedir.

Yukarıda özetlenen tablo tüm anlamlı eylemlererağmen, 16 Mart sürecinin gençlik hareketininihtiyaçlarına yanıt verecek bir düzeydeörgütlenemediğini göstermektedir. Bunda hareketinmevcut parçalı tablosunun ve siyasal gençlikgüçlerinin birleşik mücadele hattı oluşturmadakieksikliklerinin payı büyüktür.

Bu tabloda gençlik hareketine hakim reformistetkinin kırılamaması ve harekete devrimci bireksende yeterli müdahalenin yapılamaması önemlibir zayıflık olarak karşımızda durmaktadır. Zira2012 16 Martı bu genel tablonun ön süreçlere veeylemlere bir yansıması olarak gerçekleşti.

16 Mart sürecinin eksikliklerinden derslerçıkararak birleşik, kitlesel ve militan bir gençlikhareketi yaratmak için önümüzdeki döneme çokyönlü olarak yüklenmek sorumluluğu devrimcigençlik güçlerinin omuzlarında yakıcı bir görevolarak durmaktadır.

16 Mart eylemleri üzerine

16 Mart sürecinin

eksikliklerinden derslerçıkararak birleşik, kitlesel

ve militan bir gençlikhareketi yaratmak için

önümüzdeki döneme çok

yönlü olarak yüklenmeksorumluluğu devrimci

gençlik güçlerininomuzlarında yakıcı bir

görev olarakdurmaktadır.

Page 10: EG 137. sayı

Üniversiteler yeni döneme soruşturma-ceza terörü ile girdi.Geçtiğimiz dönem açılan soruşturmalar yeni dönem de uzaklaştırmacezalarına çevrildi. Ara tatilde açılan soruşturmalara dönemin ilkgünlerinde eklenen yeni soruşturmalarla, üniversite yönetimleriöğrenciler üzerinde Demokles’in kılıcını sallamaya devamedeceklerini gösterdiler. Öğrenciler ve akademisyenler tarafındanüniversite içinde veya dışında yapılan her eylem, etkinlik; dağıtılanbildiri, asılan afişler, yazılan bilimsel makaleler ve TV'lerde yapılankonuşmalar soruşturma konusu olurken, sermayedarlar tarafındanyapılan etkinlikler, seminerler, üniversitenin her yanını işgal edenreklam panoları, bilboardlar ve standlar ise üniversite yönetimlerinceövünç ve onur kaynağı olabilmektedir.

Kuşkusuz bu tablo şaşırtıcı değildir. Üniversiteler ile ilgili tümkonularda sermayenin doğrudan söz sahibi olduğu aşikardır. Birerişletmeye çevrilen ünivesitelerde öğrenci kartlarının bankalartarafından verilmesi, derslere akademisyenler yerine şirkettemsilcilerinin gelmesi, aslında üniversitelerin bilimle ne kadarilgisinin olduğunu göstermektedir.

Soruşturmaların sebebi: Kapitalizm!

Fabrikalarda, işyerlerinde işçilere kölelik yasaları dayatılırken,öğrenim gören çocuklarına da üniversite kapıları kapanmakta, bir şansaçılırsa da, öğrenim süresi boyunca yüksek miktarlardaki harçparaları, yurt, barınma masrafları derken ağır bir ekonomik faturakesilmektedir. Zorlu öğrenim hayatını atlatabilenler ise gelecekleriellerinden alınmış birer diplomalı işsiz olmaktadırlar.

Tablo böyle iken, emek-sermaye çelişkisi yeterince billurlaşmışkenkorku içindeki sermayedarlar durumu sezip, oluşabilecek bir devrimcikalkışma için önlemlerini almaktadır. Düzen, başta Kürt halkı olmaküzere binlerce devrimci, ilerici ve yurtseveri “terör örgütü üyesi” diyegözaltına alıp tutuklarken, düzenin üniversiteler cephesindekiönlemleri ise soruşturma-ceza terörü ve son dönemdeki tutuklamasaldırısı olmaktadır. Soruşturmalar devrimci, ilerici ve yurtsevergençliğe yönelik bir yıldırma, kitlelerden soyutlama politikası olarakele alınırken, diğer yandan geniş gençlik kesimlerini mücadeledenuzak tutma amacı gütmektedir.

Soruşturmaların sonucu: Düşün(e)meyen

(ifade edemeyen) bir gençlik!

Yaşama hakkı kadar doğal, korunması gereken bir hak olan“düşünce ve düşünceyi ifade etme özgürlüğü” sözle olabildiği kadar,yazılı araçlarla da ifade edilebilmelidir. Bu durum bazen bildiriolabilirken, bazen de afiş olabilmektedir. En az bunlar kadar önemli,propaganda işlevi taşıyan etkinlikler de diğer ifade etme araçlarıdır.Saydıklarımızın tamamı, üniversite yönetimlerince “izinsiz” oluncasuç sayılmaktadır.

Son dönemde açılan soruşturmalara göz atacak olursak düşünceyiifade etme özgürlüğüne doğrudan bir saldırı olduğu görülecektir.

- Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, TV ve SinemaBölümü 4. sınıf öğrencisi Mikail Boz, fakültenin dekanı Prof. Dr.Yusuf Devran'ın ataması hakkında “www.eksisözlük.com” adlı sitedeyazdıklarından dolayı bir dönem okuldan uzaklaştırıldı.

- Evrensel Genç Hayat adlı gazetedeki “YakarımKTÜ'yü de yakarım” başlıklı köşe yazısında KTÜtarafından bağış adı altında toplanan paralarla ilgili

düşüncelerini ifade eden Orman Fakültesi 2. sınıf öğrencisi GizemGörnaz, 11 ay hapis cezasının yanı sıra üniversite yönetimi tarafındanbir dönem uzaklaştırma cezası verildi.

-Yıldız Teknik Üniversitesi'nde Özgür Gündem, Azadiya Welatgazetelerinin satışını yapmak 30 öğrenci için soruşturma konusu oldu.

Halbuki düşünce ve ifade özgürlüğünün “izin”lere tabi olduğunusöylemek kadar abes bir söz olamaz. Hangi insan hangi insandanfikirlerini açıklamak için izin isteyebilir ki?

Soruşturmalarla mücadele: Devrimci bir gençlik yaratır!

Gençliğe yönelik baskı aygıtlarından soruşturma saldırısına karşıgençliğin vereceği cevapların önümüzdeki süreç açısından gençlikmücadelesinin nasıl bir seyir izleyeceğine dair veri sunacağı bellidir.Eğer “soruşturma almamak” ya da “öğrencilerin korkmaması” gibikaygılarla cevap diye “izinli mücadele” gibi iğreti duran bir yolgösterilecekse, bu yolun gençliği düzenin çizdiği sınırlarahapsetmekten öteye bir anlamı olmayacaktır. Yer yer muhalif bir takımgüçler tarafından da dile getirilen bu tür geri tutumlar ise düzenleanlaşmaya varan bir gençlik yaratmaktan öteye geçmemektedir.

Soruşturma saldırısını sıradan bir gündem olarak ele almak,mücadelenin her alanında karşımıza çıkabilecek bir politikayıküçümsemek anlamına gelecektir. Soruşturma saldırısını, yalnızcamaruz kalmış öğrencinin sorunu olarak görmek de bir sorumsuzlukörneği olacağı kadar, saldırıyla devrimci gençlik üzerinden gençliğintümünün karşı karşıya kalabileceği gerçeğini gözden kaçırmasınasebep olacaktır.

Mücadeleyi hukuksal bir çerçeveye sıkıştırmak ise başta üniversiteyönetimleri olmak üzere düzenin tam da istediği bir hareket olacak kibu tuzağa düşmemek gerekir. Yalnızca hukuksal çerçevede “ilerleyen”bir soruşturma süreci üniversite içerisinde yapılan politik faaliyetinkesintiye uğraması olur ki, bu da mücadelenin gerilemesinin ifadesi,öğrencilerle olan ilişkilerin zayıflaması anlamına gelecektir.

Soruşturma-ceza terörüne karşı verilecek mücadeledeüniversitelerdeki taleplerimizle sıkı sıkıya bir bağ kurabilmekgerekmektedir. Çünkü parasız, anadilde eğitim istediğimizde, söz-yetki-karar hakkı, örgütlenme hakkı talep ettiğimizde, ücretsiz ulaşım,ücretsiz barınma haklarımızı talep ettiğimizde soruşturmalara maruzbırakılmaktayız. O zaman demokratik taleplerimizi, soruşturma-cezaaldıktan sonra da net bir biçimde savunabilmeliyiz ki tutarlı birmücadele sergilediğimiz görülebilsin.

Soruşturmalara karşı verilecek mücadele, gençliğin üniversitelerdevar olma mücadelesi olacaktır. Soruşturmalarla, üniversitelerde sözsöyleyemez hale getirilmek istenen gençlik, bir an önce tüm güç veolanakları kullanarak bu saldırıyı püskürtebilmelidir. Hükümetinaçıkladığı “dindar gençlik” projesiyle sorgulayamayan, gerici-ırkçı birgençlik yaratılmasının önüne geçilmelidir.

Soruşturma-ceza saldırısına karşı birleşik ve devrimci tarzda birmücadele yürütme ihtiyacı yakıcılığını döne döne hissettirmektedir.Üniversitelerde devrimci faaliyete dönük her türlü saldırıya karşıbirleşik, devrimci bir gençlik hareketi yaratma çabamız devametmekle beraber, soruşturma-ceza saldırısına maruz bırakılanarkadaşlarımız tek başına da olsa üniversite kapılarını devrimcipolitikamızın ihtiyaçları doğrultusunda direniş alanına çevirmesinibilecektir. Eğitim hakkımıza sahip çıkarken, diğer yandan üniversitekapılarında devrimci faaliyeti sürdüreceğimize dair ısrar vekararlılığımız ortaya konacaktır.

Soruşturma-ceza terörüne karşı

mücadeleden başka yol yok!

100

Page 11: EG 137. sayı

Bir önceki sayımızda Hacettepe Üniversitesi’ne yeni atanan rektörMurat Tuncer ile ilgili tespitler yapmış ve yaratılan özgürlük-demokrasi rüzgârına kapılmamak gerektiğini belirtmiştik. O dönemyazdıklarımız her ne kadar “komplo teorisi” görüntüsü yaratsa dasözlerimizin bilimselliğini ortaya koymuş ve kapitalist sisteminsınırları içinde Murat Tuncer’in yapabileceklerinin sınırlarınıçizmiştik. Türkiye’nin en önemli üniversitelerinden biri olanHacettepe Üniversitesi’nin başına atanan bu ismin iktidar gücü olandinci-gerici AKP’ye yakınlığı, temsil ettiği anlayışın aymazlığı,pervasızlığı, saldırganlığı vs. üzerine de birkaç kelam etmiştik.

Aradan geçen bir buçuk aylık zamana baktığımızdaüniversitemizde yaşanan olayların ve Murat Tuncer’in bu olaylarailişkin aldığı tutumun daha önce söylediklerimizi kanıtlamaya yettiğidaha iyi görülebilir.

Öncelikle bir hatırlatma yapalım. Murat Tuncer göreve gelirgelmez devrimci-demokrat öğrencilerle yaptığı toplantıda“üniversitenin adının kötü olaylarla anılmasını istemediğini”, “herdüşüncenin özgürce ifade edilebileceğini”, “isteyen herkesin okuldaçalışma yapabilmesi gerektiğini” belirtmişti. O toplantıda bulunandevrimci öğrenciler ise bu özgürlüğün sınırlarının olması gerektiğini,gerici-faşist hiçbir örgütlenmenin okulda çalışma yapmasına izinverilmeyeceğini söylemişlerdi. Bunun üzerine “Ne yani çalışmayapsalar döver misiniz?” sorusunu soran Tuncer’e gericiliğe vefaşizme karşı özgür düşüncenin savunulacağı ifade edilmişti. Budiyalogların üzerinden fazla zaman geçmeden okulda devrimci-ilericiöğrencilerin astığı afişler yırtılmaya başlandı. Afişleri yırtanlaraelbette müdahale edildi. Rektör ve rektör yardımcısıyla yapılantoplantılarda “münferit olaylar” yatıştırılmaya çalışıldı. Devrimciöğrencilerden sakin olmaları ve provokasyona gelmemeleri istendi.Afiş yırtma olayları devam etti. Olaylar bununla sınırlı kalmadı, ilericiöğrencilerin evleri taşlandı. Daha sonra olaya karışan araç emniyetingarajında bulundu! Bu da yetmedi okulda stant açan öğrencilerinönünde bıçak fırlatılarak organize-örgütlü saldırılar tırmandırıldı.

Saldırıların ardından bir araya gelen devrimci, ilerici, demokrat veyurtsever öğrenciler ise birlikte hareket etme ve Hacettepe

Üniversitesi’ni savunma kararı aldılar. Yaşanan olaylar teşhir edildi.Bu durumun üzerinden de çok zaman geçmeden yıllardır gündemdeolmayan “Hocalı Katliamı” (Taksim’de yapılan ırkçı eyleminardından) üniversitelerin gündemine sokuldu. Yaratılmak istenenprovokasyon açıkça ortadaydı. Yıllardır Hacettepe Üniversitesi’nde buolayla ilgili bir anma yapılmazken bu yıl Türkçe ve MaliyeToplulukları tarafından Edebiyat Fakültesi’nde bir “anma etkinliği”düzenlendi. Devrimci ve ilerici öğrenciler ise etkinliğin yapılacağısalona giderek ırkçı-faşist propagandaya izin vermeyeceklerinibelirttiler. Hocalı Katliamı’nın Ermenistan devleti tarafındanuygulandığını, bunun sorumlusunun Ermeni halkı olmadığını söyleyendevrimci öğrenciler ajitasyon konuşmalarıyla “halkların kardeşliğini”vurguladılar. Etkinliği düzenleyen toplulukların “ırkçı söylemlerdebulunulmayacağını” söylemesi üzerine salona girildi ve etkinliğedoğrudan bir müdahale yapılmadı. Ancak etkinliğin başında gösterilenbelgeselde SSCB ve Lenin’in karalanmasına ve anti-komünistpropagandaya tahammül edemeyen devrimci öğrenciler tekrarajitasyon konuşmalarına başladılar. Ve “Türk, Kürt, Ermeni, Azeri…Yaşasın Halkların Kardeşliği!” sloganı ile ikiyüzlü tutumu teşhirettiler. Bunun üzerine ise saldırı gerçekleşti. Başka üniversitelerdenBeytepe’ye taşınan faşistler bir faşist provokasyonu devreye soktular.Onlara da gereken karşılık verildi. Sonrasında ise “rektörün Azerimisafirleri” ellerinde sopalarla kampüsü bastılar. Burada da okullarınısavunan öğrenciler Edebiyat Fakültesi’ne kurdukları barikatla saldırıyıgeri püskürttüler.

“Her düşüncenin” faaliyet yürütmesinin önünü açmaya çalışanrektör Murat Tuncer ise 150-200 kişilik faşist grubun okulu basmasıolayını görmezden gelerek şu açıklamayı yaptı:

“Değerli öğrencilerimiz, Hocalı katliamını anmak üzereüniversitemiz Beytepe Yerleşkesi'nde bir araya gelen öğrencilerimizve Azeri misafirlerimiz bir başka grup öğrenci tarafından engellenmişve tartaklanmıştır. Üniversitemizde demokratik ortamınyaygınlaşmasının amacı sadece sizlere daha yararlı ve mutlu birüniversite yaşamı sağlamaktır. Bu değişimi istismar edereküniversitemizin huzurunu kaçırmak isteyen, farklı düşünceleri zorkullanarak engellemeye çalışan, basılan ve dağıtılan bildirileriengelleyen, arkadaşlarını darp etmeyi içine sindirebilen ve budavranışları ile Hacettepeli olmaya yakıştıramadığımız bu öğrencilerhakkında disiplin soruşturmaları yürütülerek gereği yapılacaktır. Bunusadece sizlerin güvenliği ve daha demokratik bir üniversitede eğitimgörmesi için maalesef yapmak durumundayız. Sizlere sağlamayaçalıştığımız demokratik ortamın sağlanması çalışmalarına, kötü niyetlikişilerin çabalarına rağmen devam edeceğiz.”

“Demokratik ortamı bozmak isteyen kötü niyetli kişiler” hakkındasoruşturma açacağını söylüyor Murat Tuncer. Üstelik bundan sonrahiçbir siyasi gerekçeyle soruşturma açılmayacağına söz vermesinerağmen. Üstelik “demokratik olmayan kötü niyetli kişilerle” aynımasaya oturduğunda faşist saldırıların hesabına soracağına sözvermişken… Murat Tuncer’in “Azeri misafirleri” kendi internetsitelerinden Ülkü Ocakları ve Alperen Ocakları’yla ilişkileriniçekinmeden duyurmuşken…

Ancak bizler bu oyuna gelmeyeceğiz, komploları boşadüşüreceğiz!

Beytepe Ekim Gençliği

Murat Tuncer’in “demokratlığının” sınırı

Bu Oyuna Gelmeyeceğiz!

11

Page 12: EG 137. sayı

Teknokentler, sermayenin ihtiyaçlarıçerçevesinde, riskli ve oldukça pahalı olan AR-GE(Araştırma-Geliştirme) faaliyetlerini üniversitelerinüzerine yıkarak, maliyetleri tüm topluma yaymakamacıyla oluşturulmuş kurumlardır.

Son süreçte daha yoğun bir şekilde karşımızagetirilen teknokent uygulamalarının zeminini AR-GE/KOSGEB oluşturmaktadır. Teknokent, diğeryandan üniversite-sermaye işbirliği ileüniversitelerin tüm altyapı, insan gücü vb.olanaklarının sermayeye açılmasıdır. Bu doğrultudabirçok üniversitede araştırma merkezleri adı altındafaaliyet göstermektedirler.

Gerçi öğrenciler için bu şaşırtıcı bir durum değil.Tıpkı öncesinde dershanelerin “mutlu bir gelecek”vaatleri ile onların karşısına çıktığı gibi, şimdi sıraüniversitelere gelmişti. Üniversite öğrencilerininyüzlerini görmedikleri üniversite rektörleri, tezgahaçmış pazarcı misali sınavı geçen öğrencilerinkarşısına çıktı. Öğrencilere birinci ağızdan mektupyazan mı ararsınız, telefon eden mi, bursları,indirimleri ile cazip koşullar yaratanlar mı... Bilimadamı sıfatı ile ortaya çıkan bu rektörlerin yaptığınaticaret alanı içerisinde hanutçuluk denir ki, bu dasuçtur (en azından turistik işletmelerde). Fakatüniversite gibi bir yüksek eğitim kurumunda aynışey “eğitimcilik” adına yapılıyor.

Bu durumun ardında yatan gerçek eğitiminmetalaştırılmasıdır. Eğitim ve özelde üniversiteeğitimi de artık tıpkı bir otobüs bileti gibi, alınıpsatılan bir maldır. Müşterinin alım gücübelirleyicidir. Kimi gençlerin gecelerini gündüzlerinekatıp kazanamadıkları bölümlere kimileri parayıbastırıp girebilmektedir. Böyle olunca alım gücüyüksek olan müşteriyi kazanabilmek ve piyasadakidiğer rakipleri içerisinde öne çıkabilmek için reklamve hanutçuluk kullanılması kaçınılmaz yöntemlerdir.

Bu gerçek vakıf üniversitesi adı verilen özelüniversiteler için apaçık bir olgudur. Bununla birliktehalihazırda devlet üniversitesi olarak ifade edilenüniversitelerin de birer şirket gibi davranmaları

kapitalizmin mantığında anlaşılır olmakla birlikte,eğitim adına utanç vericidir.

Bu okullar içerisinde son derece güçlü teknikolanaklara sahip bir devlet üniversitesi olanODTÜ‘nün rektörü Ahmet Acar da bu yıl bu konuda“anlamlı” bir çaba sarfetti! LYS şampiyonlarınaçağrı yaparak “gelin bir misafirimiz olun”kibarlığından, burjuva basına verilen reklamlarakadar birçok olanağı değerlendirdi.

Ebette eğitimin metalaştığı bu sistemde bureklamcılık tercih dönemlerini aşan bir yaygınlığa dasahip. Ahmet Acar gibiler için ODTÜ zaten birkurum olmaktan çıkıp çoktan bir marka halinegelmiştir. 5 Ağustos tarihli Radikal gazetesindemanşetten verilen, 4 Ağustos’ta Zaman gazetesindeişlenen ODTÜ Teknokent “mucizesi” de AhmetAcar’ın vitrinini göstermekteydi.

ODTÜ AŞ‘nin vitrini ODTÜ Teknokent

Basına da sıklıkla yansıdığı gibi Teknokent,şirketleşen ODTÜ‘nün vitrinini oluşturuyor. Kendialanında pilot bir uygulama olan ve ODTÜ‘nünakademik ve teknik olanakları ile hızla gelişenTeknokent, şirketleşmenin en önemli adımlarındanbirisi. 5 Ağustos tarihli Radikal’de Teknokent“dünyayla yarışan bilim üssü” olarak manşettenverilmiş. Bir reklam aldatmacasının kıvraklığınasahip bu başlık ve haberin içinde barındırdığı ikiyanlış ve bir doğruya değinmek gerekiyor.

Birinci yanlış şudur; ODTÜ Teknokenti’nin vebugünün şirketleşen üniversitelerindekiteknoparkların, KOSGEB’lerin vb. bilim ile birilişkileri sözkonusu değildir. “Bilim üssü” olarakifade edilmeleri de koca bir kandırmacadır. ODTÜTeknokent, bugün 195 firmanın üniversiteninimkanlarından faydalandıkları ve teknoparkkapsamında birtakım imtiyazlara sahip oldukları birişyeridir. Bu anlamı ile televizyon üreten Vestel’infabrikaları ve üretim bantları ne kadar “bilim üssü”ise Vestel‘in yeni ürünleri için patent üreten ODTÜTeknokent de o kadar “bilim üssü”dür. Elektrik, kira,vergi, eleman giderleri ve krediler gibi bir dizialanda imtiyaz tanınan bu 149 şirket (2015’te 400olması hedefleniyormuş) büyük tekellere ve silahsanayiine patentler ve benzeri hizmetler sunmaktadır.Bu alanda esas olan, şirketlerin ihtiyaçları veçıkarları olduğu oranda, buraya bir “bilim üssü”değil ancak “sermayenin arka bahçesi” demekmümkün olur.

İkinci yanlış ise üniversite içerisindeki buşirketleşmeyi meşrulaştırmak için sık sık kullanılan“dünya ile yarışarak refah üretmek” ve “insanlığahizmet etmek” iddiasıdır. Bu iddia Türkiye’nin gerikalmışlığı ve bu coğrafyadaki işçi ve emekçilerinyaşadıkları sıkıntılar karşısında dünya ile yarışmakve gelişmek gibi bir hayal yaymayı amaçlamaktadır.Gerçek şu ki, ortada bir yarış var, fakat bu yarış yerli12

“Bilim üssü” mü,

sermayenin arka bahçesi mi?

Eğitim ve özelde

üniversite eğitimi deartık tıpkı bir otobüs

bileti gibi, alınıp satılanbir maldır. Müşterinin

alım gücü belirleyicidir.Kimi gençlerin

gecelerini gündüzlerinekatıp kazanamadıklarıbölümlere kimileri

parayı bastırıpgirebilmektedir. Böyle

olunca alım gücüyüksek olan müşteriyi

kazanabilmek vepiyasadaki diğer

rakipleri içerisinde öneçıkabilmek için reklam

ve hanutçulukkullanılması kaçınılmaz

yöntemlerdir.

Page 13: EG 137. sayı

ya da uluslararası tekellerin yarışıdır. BuTeknokent’te üretilen ürünlerle kimi şirketler kâryarışında öne geçecektir. Burada üretilen silahlarlaemperyalistlerin ve işbirlikçilerinin orduları dünyahalklarına daha “bilimsel yöntemlerle” kankusturacaktır. Fakat tekellerin arka bahçesi olan buteknoparkların bu coğrafyada ya da dünyanınherhangi bir yerindeki işçi ve emekçilere bir kazançsağladığını söylemek açık bir yalandır. Dünya ileyarışıyoruz söylemi ile bunu içi boş ulusalcı birböbürlenme olarak bize sunmaktadırlar. Bu alanlardabizleri soyan tekeller palazlanmakta, daha büyük kârfırsatları yakalamaktadırlar. Emekçilerin vergileri ilefinanse edilen bu işletmelerde para babalarınınihtiyaçları giderilmektedir. Ulaşım sorunundan enerjiihtiyacına, küresel ısınmadan depreme kadar birçokalanda toplumun bilimsel-teknik gelişmelere ihtiyacıderinleşirken, bu teknoparklarda silah üretilmekte,tekellere para karşılığı satılan ve yalnız onlarınkullanabileceği patentler geliştirilmektedir.

Tek doğru ise bu teknoparklarda bir yarışınvarlığıdır. Bu teknoparklarda patronlar ve ordularkendi içlerinde yarışmaktadırlar. En son teknikbuluşlar ve uygulamalarla ileri geçebilmek içindir buyarış. Bu ticari yarış içerisinde tüm bilimsel veinsani değerler ayaklar altına alınmaktadır. AynıODTÜ ve onun akademik kadrosu değil midir ki,Bergama’da siyanürle altın aramanın zararsızolduğunu raporlayan? Tekellerin ihtiyacı için busözde bilim adamlarının bu “bilimsel” raporlarınıgünlerce ölüm akan Tuna yalanlamıştı. Yine benzer“bilim” adamları bilimsel çalışmaları ile kararvermiş ve ısrar etmişlerdi Akkuya’da nükleer santralkurulabileceğine. Fakat Marmara depreminden sonrafarkedilmişti ki, Akkuyu da deprem bölgesi idi. İşte,milyonların ölümüne sebep olabilecek raporlara, enufak vicdan azabı duymadan imza atan bilimşarlatanlarının işletmesidir Teknoparklar. Marx’ındediği gibi onlar; “kustukları çamurla bütünbilimlerin üstünü berbat eden macun beyinli, burjuvalafazanları”dırlar.

İnsanlık için bilim

Bilim bir meta değildir, alınıp satılamaz.Gazetelerin manşetlerinden araba reklamı gibiüniversite reklamı verenler bu gerçekleri bizlereunutturmak istiyorlar. Bilim insanı ve çalışması

hiçbir ticari, siyasi çıkarı gözetmeksizin gerçeğebağlı kalma zorunluluğuna sahiptir. Güneş merkezlidünya gerçeğini savunmak uğruna ateşte yanmayıkabul eden Bruno bize bunu anlatıyor.

Bütün bu sorunların kökeni bugün sürmekte olanburjuva sınıf iktidarıdır. Burjuvazi üniversitelerişirketleştirip, öğrencileri müşterileştirirken, bilimmetalaştırmakta ve bilim insanlarını kendi kadrolarıhaline getirmektedir. Burjuva basına bilim yuvaları,geleceğimizin teminatı, ilericiliğin temsilcisi olarakçıkan üniversiteler bugün gençliğe geleceksizlik,topluma yıkım getiren gericiliğin kaleleri halinegetirilmektedir.

İşçi sınıfının devrimci mücadelesi ve onunsiyasal öncülüğünde yürüyecek bir devrimci gençlikhareketi bu vitrinleri elbette bir gün yerle biredecektir. Yıkılan yalanların ardından insanlığınaydınlık geleceği gülümseyecektir.

ODTÜ Teknokent “bilim üssü” için

birkaç not...

* Teknokent’teki şirketlerin %51’i yazılım,%22’si savunma sanayinde çalışıyor. Yazılım vediğer alanlardaki şirketlerin önemli bir kısmı dakendi alanlarında askeri projeler üretiyor. Örneğinhelikopterlerinin yazılımlarının burada üretilmesi...

* Teknokentteki şirketlerden birisi olanASELSAN’ın %85’i TSK’yı Güçlendirme Vakfı veTürk Polis Teşkilatını Güçlendirme Vakfı'na ait.Ürettikleri silahların %59’unu TSK’ya, %17’siniABD, İsviçre vb. 26 ülkeye satan şirketin Ar-Gekaynaklı ürün oranı %50.

* Hisselerinin %60 yerli sermayeye, %40’ıAmerican L3 Communications şirketine ait olanfirmanın General Dynamics, Lockheed Martin gibiünlü silah tekelleriyle de işbirliği var.

* SAVROTİK benzeri şirketler NATO’nunGizlilik Kalite Standardı’na sahip. Bu da şirketinNATO’ya gizlilik düzeyinde silah ürettiğinin birifadesi oluyor.

*Teknokent’teki şirketlerin birlikte çalıştığı kimidiğer şirketler şunlar: ADC-Teledata, LMAC,LMMFC, Skorsky, MDHI, Nortrop Grumman,Rockwell Colling, Sierra Nevada Corp.

M. Deniz

13

Bütün bu sorunların

kökeni bugünsürmekte olan burjuva

sınıf iktidarıdır.Burjuvazi üniversiteleri

şirketleştirip,öğrencileri

müşterileştirirken,bilim metalaştırmakta

ve bilim insanlarınıkendi kadroları haline

getirmektedir. Burjuva

basına bilim yuvaları,geleceğimizin teminatı,

ilericiliğin temsilcisiolarak çıkan

üniversiteler bugüngençliğe geleceksizlik,

topluma yıkım getirengericiliğin kaleleri

haline getirilmektedir.

Page 14: EG 137. sayı

14

DTCF; amfilere ses sistemi talebiyle gidenöğrencilere olumlu yanıt vermeyen dekanlığın,milyarlarca lira harcayarak okulun her tarafınakamera taktırdığı, öğrencilerin fakülte bahçesindeoturacak yer bulamadığı ama özel güvenliğinöğrencilerin yaşam alanlarını gasp ettiği, öğrencitopluluklarına oda verilmediği ama sivil polislereoda tahsis edildiği bir fakülte.

Okulun etrafının tel örgülerle, demirparmaklıklarla çevrili olduğu, kapıda GaziÜniversitesi’nden gelen faşistlerin alındığı amadiğer fakültelerden gelen Ankara Üniversitesiöğrencilerinin alınmadığı, el sallamanın, asansörebinmenin soruşturma gerekçesi olduğu ancakhakkında soruşturma açılan öğrencilerin, öğrencitopluluklarında yer alamadığı bir yer Dil Tarih.

Ayrıca bildiri dağıtmanın, afiş/pankartasmanın yasadışı faaliyet sayıldığı, eğitimhakkına sahip çıkmanın soruşturma gerekçesiolduğu, eli kanlı sivil faşistlerin yaralamagirişimlerine dekanlık, polis ve ÖGB’lertarafından destek verildiği, okul dışındagerçekleşen olaylara bile soruşturma açıldığıyerdir Dil Tarih.

Faşistlerin fakülte koridorlarında ilerici-devrimci öğrencilere saldırdığı, saldıran faşistlerhakkında hiçbir işlem yapılmazken, bu saldırıyıteşhir eden öğrencilere iki döneme kadaruzaklaştırma cezasının yağdığı bir fakülte DilTarih.

Açılan soruşturmaların ve verilen cezalarınyetmediği yerde bu kez de yargı devreyegirmektedir. Parkta gezen öğrenciler göz altınaalınıp, uydurma gerekçelerle tutuklanabilmekte,kitap listeleri “örgüt dokümanı” olabilmektedirbu fakültede.

Türkiye’nin küçük bir örneği: DTCF

Bizim fakültemizde yaşanan, bu olaylarınhepsi, ülke gündeminin, ülkede estirilen faşistbaskı ve terörün üniversitelerdeki karşılığıdır.Geçtiğimiz dönem boyunca pek çok üniversitedesoruşturmalar açılmış, uyarıdan iki döneme kadaröğrencilere ceza yağmış, devrimci-ilericiöğrenciler üniversitelerden uzaklaştırılarakdevrimci faaliyetin önü kesilmeye çalışılmıştır.Türkiye’nin küçük bir prototipi olan DTCF’de degörüldüğü gibi sermaye devleti, yargısındanemniyetine, YÖK’ünden üniversitesine kadar tümkurumlarıyla devrimci faaliyeti engellemek içinher türlü yöntemi kullanmaktadır. Toplumsalmuhalefete, Kürt halkına ve devrimcilere yönelikfaşist baskı ve devlet terörünün tırmandırıldığı,işçi ve emekçilerin kazanılmış haklarına gözdikildiği, baskı ve sindirme projesinin hayatın heralanında kendini hissettirdiği bir dönemdengeçmekteyiz. Böylesi bir dönemdeüniversitelerdeki faşist saldırıların ve devletterörünün sermaye devleti açısından ne kadarönemli ve anlamlı bir yerde durduğu bir kez dahagörülmektedir.

“Soruşturmalar, faşist baskı

ve terör sökmeyecek”

Faşist saldırıların, üniversite yönetimininaçtığı soruşturmaların, afiş/pankart asandevrimcileri illegal faaliyet yürüttüğügerekçesiyle gözaltına alan polisin, tutuklayanmahkemenin yoğunlaştığı tek şey devrimcifaaliyettir. Kuşkusuz devletin bütün kurumlarıylayürüttüğü bu kapsamlı saldırıların arkasındaülkeyi yarı açık cezaevine çeviren sermayenin,girdiği ekonomik/siyasal bunalımdan kurtulmaçabası vardır.

Bu saldırıların hedefi parasız eğitim isteyen,emperyalizme boyun eğmeyen, halklarınkardeşliğini savunan, işçi ve emekçilerinmücadelesini sahiplenen, kapitalist sömürüye,eşitsizliğe, gericiliğe karşı devrim ve sosyalizmmücadelesini yürüten, geleceğine sahip çıkanüniversite gençliğidir.

Bu saldırıları püskürtebilmenin yolusürekliliği sağlanmış politik faaliyet veeylemliliklerin örgütlenebilmesindengeçmektedir. Genç komünistler, bulunduklarıkampüslerde/fakültelerde işçilerin ve emekçilerinseslerini üniversite gençliğiyle buluşturmanın veöğrenci gençlik ile eğitim emekçilerinin birleşikmücadelesini örmenin sorumluluğunu her daimtaşıyacaklardır.

DTCF'den bir Ekim Gençliği okuru

DTC“F” tipinde

öğrenci olmak...

Faşistlerin fakültekoridorlarında ilerici-

devrimci öğrencileresaldırdığı, saldıran

faşistler hakkındahiçbir işlem

yapılmazken, busaldırıyı teşhir eden

öğrencilere ikidöneme kadar

uzaklaştırmacezasının yağdığı bir

fakülte Dil Tarih.

Page 15: EG 137. sayı

“Yıldız Teknik Üniversitesi, 100 yıllık akademik bilgi birikimi vetecrübesiyle ülkemizin geleceği için hayati önem taşıyan kentseldönüşüm çalışmalarının odağında yer alma ve katkıda bulunmakonusunda tavrını kamuoyuna açıkça ifade etmektedir. Toplumahizmetin ülkeye hizmet olduğu bilinciyle Üniversitemiz, üretilecekkentsel dönüşüm projelerinin mutfağında yer alma, projelerde yeralacak tüm paydaşların koordinasyonunu sağlama ve uygulamalarınorganizasyonunda görev alma ve öncü bir rol üstlenme konularındatoplumumuzun, Çevre ve Şehircilik Bakanlığımızın ve Ülkemizinhizmetindedir.”

Yıldız Teknik Üniversitesi senatosu tarafından 01.02.2012 tarihinde kamuoyuna bildirilen bu açıklamanın tamamına YTÜ web sitesiduyurular bölümünden ulaşabilirsiniz. Açıklamanın genelinebakıldığında yürürlükte olan kentsel dönüşüm uygulamalarının afetehazırlık, sürdürülebilir kentler yaratmak, kentlerde yeterli donatı alanıoluşturma ve kentsel refahı arttırma gibi gerekçelerle süslendiğinigöreceksiniz.

Bugünlerde adını sıkça duyduğumuz ‘kentsel dönüşüm’ projelerigerçekten topluma mı hizmet etmektedir? Değiştirilen kentlerdedüzenin yarattığı açlık ordusunun gözden ıraklara taşıtıldığı, sermayeiçin yeni rant alanlarının yaratıldığı projelerdir kentsel dönüşümprojeleri. Fakat kullanılan argümanlar bu gerçeğin üstünü örtmek içinseferber edilmiştir.‘Dünya kenti yaratıyoruz, insanların ölmesiniistemiyoruz hasarlı yapıları iyileştiriyoruz, çarpık kentleşme sonaerecek, herkesin insanca koşullarda, sağlıklı konutlarda yaşamayahakkı var, diyorlar. Peki, dönüştürülen kent parçalarında kimleryaşıyor, daha önce orada yaşayan insanların dönüştürülen kentlerdekalmaya yetecek maddi olanakları var mı? Bu insanlar sürecin birparçası haline getiriliyor ve bilgilendiriliyorlar mı? Bugün kentseldönüşüm projeleri afet riskine karşı uygulanıyor. Peki, kentseldönüşüm projelerinin uygulandığı yerler birinci derece afet riskialtında olan bölgeler mi yoksa kent merkezi olup rant zenginleriyaratacakken, işçi ve emekçilerin yoğunlukta yaşadığı gecekondumahalleleri mi? Depremde insanlar ölmesin diye iyileştirilenkonutlarda daha önce hasarlı konutlar da kalanlar kalabiliyorlar mı?Yoksa kendilerine yine ölebilecekleri konutlar bulmaya mı mecburbırakılıyorlar? Sulukule de yaşananlar bunun için iyi bir örnek teşkiletmektedir. Sulukule de kentsel dönüşüm soylulaştırma olarakkarşımıza çıkmaktadır. Sulukule’de yaşanan durum, yıllarca aynı kentipaylaşan ve dönüştüren Roman toplumuna özgü niteliklere vegereksinimlere uygun bir planlama anlayışı üretilmeyerek, rantkaygısıyla yapılan ve kentin eğlence kültürünün simgesi olan birmekanın yok edilerek, sosyal dışlamaya maruz bırakılmasıdır. Nedeninsan odaklı projelerin üretilmediğine bir bakalım.

Kapitalizm 1973 kriziyle birlikte kendine yeni açık pazarlar bulmaihtiyacı duymuş ve küreselleşme argümanını kullanmıştır. Yani

sermayenin ulusal sınırları aşarak rahatça gezinebilmesi sağlamak,bununla birlikte buna uygun kentler yaratma ihtiyacı gündemegelmiştir. Sermaye akımının hızlandırılması ve uluslararası sermayeyecazip yatırım ortamları yaratılmasının yanı sıra, kent formlarının buoluşumları destekleyici tüketim mekânları haline gelmesihedeflenmiştir. Dolayısıyla kapitalizm kentleri toplumun yaşamamekanı olmaktan çıkarıp, alınıp satılan bir meta haline getirmeyihedeflemektedir. Orada yaşayan halkın kendine özgü kültürel kimliği,o bölgenin tarihi bir değerinin olması onun için bir anlam taşımaz.Planlamalar şekillenirken bugün insanlığın önemsediği tüm budeğerler yok sayılır. Yapılan uygulamalar sermaye cephesindenbakıldığında oldukça yerindedir. “Kentsel dönüşümde belli hatalaryapıldı bunlar yapılmayacak artık” demek sadece halkı oyalamak veses çıkarmasını önlemek için uydurulan bir hikayeden ibarettir. Yanikentsel dönüşüm projeleri neoliberal politikaların kentlerdeki yüzüdür.

YTÜ Yönetimi hiçbir öğrencisinin, öğretim üyesinin, görevlisiningörüşlerini almadan tüm kadro bu projelerin savunucu vedestekleyicisi olacağını belirtmiştir. Üniversitelerin yönetim kadrolarıbugün topluma hizmet etmek hedefiyle değil, sermayeye hizmet etmekhedefi ile hareket etmektedir. Bunun en açık göstergesidir yapılan buaçıklama.

Sermayenin arka bahçesi demektir üniversite bugün. Bilimseleğitim yerine piyasaya uygun eğitim verilmesi hedeflenir.Üniversitenin tüm bileşenleri adına senato açıklama yapabilir.Topluma yön verecek, ‘aydın’ insanların yetiştirildiği eğitim kurumutek bir eleştiri dahi sunmadan bu projelerin savunucusu olabilmektedirbu düzende. Buna karşın hala toplum için projeler üretmeyi kendineilke edinmiş öğretim görevlileri bu açıklama karşısında sözlerini şöylesöylemişlerdir:

“Sürdürülebilir kentleşme ve hakça yaşanabilir kentler yaratmaküzere Yıldız Teknik Üniversitesi’nde şehir ve bölge planlama alanındaemek veren ve aşağıda adları bulunan bizler, “Afet Riski AltındakiAlanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı ve kentseldönüşüm” adı altında yapılmış ve yapılabilecek olan uygulamalarınkayıtsız şartsız savunucuları ve uygulayıcıları olmayacağımızı beyanediyoruz.

Yakın dönemde açıklanan büyük projeler ve kentsel dönüşümkonusunda gündeme gelen yasal düzenlemeler toplumumuz açısındançok vahim sonuçlar doğurabilecek ve acilen ele alınması gereken birdurumla karşı karşıya olunduğunu ortaya koymaktadır. Bilgibirikimimiz ve deneyimimiz kuşkusuz, ülkemizin ve toplumumuzunhizmetindedir. Ancak hizmet anlayışımız aşağıdaki ilkelere dayanır:

* Topluma ve kente karşı sorumluluklarımızın bilincinde olmak;* Sosyal eşitlik ve adalet ilkelerinden ayrılmamak;* Kültürel çeşitliliğe, çağlar içinden bugüne ulaşmış her türlü

kentsel simgemize, sanata, doğal ve yapılı çevre mirasımıza sahipçıkmak ve saygılı olmak;

* Bilim alanımızın temel ilkelerine, meslek etiğine uygundavranmak;

* Toplumsal ve bilimsel sorumluluklarımız doğrultusunda her türlüpolitika, kurumsal yapılanma, yasal düzenleme, proje ve uygulamayıbu bilincin gerektirdiği eleştirel yaklaşımla sorgulamak ve gerekliuyarıları yapmak”

Biz üniversitenin öznesi olan öğrenciler tıpkı hocalarımız gibi buprojelerin savunucu olmayacağımızı ve kentsel sürgün karşısındaemekçi insanların yanında saf tutacağımızı ve her zaman olduğu gibibunları dillendirmekten geri durmayacağımızıbelirtiyoruz.

YTÜ Ekim Gençliği

YTÜ’den kentsel sürgüne

tam destek

15

Page 16: EG 137. sayı

16

Maltepe Belediyesi, Elta Elektrik, MEPA, HEYTekstil, Toroslar Elektrik Dağıtım, Savraoğlu, Bil-lur Tuz, Cansel Malatyalı...

Direnen işçiler geleceklerine sahip çıkıyor, bi-zlere izlenmesi gereken yolu gösteriyor.

Direnişçi işçiler sömürüye, işten atmalara karşıdireniyor. Kimisi Maltepe Belediyesi'nde olduğugibi sendikalaşma çalışması yürüttükleri için,kimisi HEY Tekstil'de olduğu gibi patronun “işdaralması” bahanesiyle ücretlerin gaspedilmesine,kimisi de Cansel Malatyalı gibi hiçbir gerekçegösterilmeden işten atılmasına karşı direniyor.Direnişçi işçiler tüm bu saldırılar karşısındakafalarını önlerine eğip çekip gitmek yerine diren-menin yolu tuttular. Bu yol en onurlu yoldur.

Direnişçi işçiler kapitalist sömürünün azgın-laştığı, faşist baskı ve terörünün tırmandırıldığı,emperyalist savaş çığırtkanlığının yükseldiğigünümüzde bizlere umut ve heyecan veriyor, için-den geçtiğimiz karanlık günlerin “kader” ol-madığını hatırlatıyor. Onlar baskıya, sendikal

bürokrasiye ve ihanete, Maltepe Belediyesi ve EltaElektrik'te olduğu gibi polis terörüne direniyorlar.“Direne, direne kazanacağız!”, “Ölmek var, dön-mek yok!” diyorlar.

Direnişçi işçilerin mücadele kararlılığı ve azmibiz gençlere örnek oluyor, izlenmesi gereken yolugösteriyor.

Açık ki, YGS gibi sınavlarla işçi ve emekçiçocuklarının yüzüne üniversite kapılarını kapatan,öğrencileri üniversitede ‘müşteri’, mezun olunca‘köle’ olarak gören kapitalist sömürü düzeni bi-zlere hiçbir şey vaadetmiyor.

Üniversiteler her geçen gün biraz daha “şirketgörünümlü yarı-açık cezaevlerine” dönüşüyor.YÖK düzeninde bizlere “söz, yetki ve kararhakkı” tanınmıyor. Tüm özgürlükler üniversiteleriarka bahçelerine çeviren şirketlere sağlanıyor.İlerici ve devrimci öğrenciler soruşturma vecezalarla yıldırılmaya çalışılıyor. Bugün cezaev-lerinde 600'ü aşkın öğrenci tutuklu bulunuyor.Bunların yetmediği her durumda resmi-sivilfaşistler üzerimize salınıyor.

Özetle, karşımızda karanlık bir tablo duruyor.Ancak karanlığı aydınlatmak ve bizlere dayatılan“kader”i aşmak direnişçi işçilerin kararlılığını vedirenme azmini kuşanarak mücadelenin yolu tut-maktan geçiyor.

Önümüzde işçi sınıfının birlik, mücadele vedayanışma günü 1 Mayıs var.

1 Mayıs’a yürürken direnişçi işçilerin karar-lılığıyla örgütlenmeli ve mücadeleyi büyütmeliyiz.1 Mayıs alanlarını dört bir koldan doldurarak tale-plerimizi gür bir şekilde haykırmalıyız. İkincidönem başından beri yürüttüğümüz “Geleceğinesahip çık!” kampanyamızın hedeflerini kazanmakancak böyle mümkün olacaktır.

“Geleceğine sahip çıkmanın” en güzel örnek-lerini gösteren direnişçi işçilerin yolundan gitmeli,kavga kararlılığını kuşanarak bulunduğumuz tümalanda “Özgürlük, devrim ve sosyalizm!” şiarınısermaye düzenin yüzüne haykırmalıyız.

Direnen işçilerin yolundan

geleceğine sahip çıkmaya!

1 Mayıs’a yürürkendirenişçi işçilerin

kararlılığıylaörgütlenmeli ve

mücadeleyibüyütmeliyiz. 1 Mayıs

alanlarını dört birkoldan doldurarak

taleplerimizi gür birşekilde haykırmalıyız.İkinci dönem başından

beri yürüttüğümüz“Geleceğine sahip çık!”

kampanyamızınhedeflerini kazanmak

ancak böyle mümkünolacaktır.

Page 17: EG 137. sayı

Faşist baskı ve terör sökmedi, sökmeyecek!

Maltepe Belediyesi’nde

direniş kazanacak!Maltepe Belediyesi taşeron işçileri 100 günü aşkın süredir Maltepe Belediyesi önünde

sömürüye, işten atmalara, taşeron köleliğine karşı direniyorlar. Sırf kendi çıkarları içindeğil taşeron köleliğine karşı tüm işçi sınıfı adına geleceklerine sahip çıkıyorlar ve taşeronişçilere izlenmesi gereken yolu göstererek öncülük ediyorlar.

Kuşkusuz onların bu onurlu direnişi sermaye devletine büyük bir korku salıyor. Sözdedemokrat CHP’li belediye işçilerin kararlılığı karşısında iyice acizleşmiş durumda. Mal-tepe işçilerini sahte vaatlerle direnişten vazgeçiremeyeceğini anlayan CHP’li BelediyeBaşkanı Mustafa Zengin devreye polis terörünü sokmuş durumda. Geçtiğimiz hafta 3 günboyunca polis terörüne maruz kalan, gözaltına alınan direnişçi işçiler bugün (3 Nisan) birkez daha polis terörüne maruz kaldı. Direnişçi işçilere saldıran çevik kuvvet polisleri,direnişçi işçilerin pankartlarını da gasp etti.

Ancak açık ki sermaye devletinin saldırıları direnişçi Maltepe Belediyesi taşeron işçi-lerini haklı davalarından vazgeçiremeyecek. Maltepe Belediyesi taşeron işçilerine uygu-lanan faşist baskı ve terör sökmedi ve sökmeyecek. CHP’li Maltepe Belediyesi’nin,

sermaye devletinin korkuları büyürken Maltepe Belediyesi’nde zafer direnen işçilerin olacak. Bizler Ekim Gençliği olarak direnişçi Maltepe Belediyesi taşeron işçilerinin yanında olduğumuzu, onların sesini ve direnişini üniver-

sitelerimize taşımaya devam edeceğimizi belirtiyoruz. Tüm arkadaşlarımızı da gelecekleri için direniş yolunu seçen Maltepe Belediyesitaşeron işçileriyle dayanışmaya çağırıyoruz.

Maltepe işçisi yalnız değildir! Taşeron işçisi köle değildir! Zafer direnen Maltepe Belediyesi taşeron işçilerinin olacak!

Ekim Gençliği03.04.12

Ekim Gençliği’nden

HEY Tekstil ziyaretiİstanbul Ekim Gençliği direnişte olan HEY Tekstil işçiler-

ine ziyaret gerçekleştirdi. Fabrikaya yakın bir noktada “Sömürüye, hak gasplarına,

işten atmalara karşı geleceğine sahip çık! HEY Tekstil’dedireniş kazanacak! - Ekim Gençliği” pankartı açılarak slogan-larla HEY Tekstil fabrikası önüne gelindi. Burada EkimGençliği adına HEY Tekstil direnişini selamlayan birkonuşma gerçekleştirildi. Konuşmada, özünde üniversiteöğrencilerinin karşı karşıya kaldığı baskılar ve yaşadığı sorun-larla işçi sınıfının yaşadığı sorunların aynı olduğu söylendi.HEY Tekstil işçilerinin uğradıkları haksızlıklar ve işten atmasaldırısı karşısında direniş yolunu seçerek geleceklerine sahipçıktıkları ve izlenmesi gereken yolu gösterdikleri belirtildi.Ekim Gençliği’nin işçi sınıfının sesini ve mücadelesiniüniversitelere taşıdığı söylendi ve HEY Tekstil işçilerininsesini de üniversitelere taşınacağı vurgulandı.

Ekim Gençliği adına yapılan konuşmanın ardındandirenişçi işçilerle direniş süreçleri üzerine sohbetler gerçek-leştirildi. Ardından da direnişçi işçilerin HEY Tekstil patronuAynur Bektaş’ın ortak iş yaptığı fabrikalar olan Tek Boy ve LiFung önünde gerçekleştirdiği eylemlere destek verildi.

Ekim Gençliği / İstanbul

Direnişçi işçilere

ziyaret

İstanbul Ekim Gençliği, 23 Mart günü direnişçi MaltepeBelediyesi taşeron işçilerine destek ziyareti gerçekleştirdi. Direnişalanına açtıkları pankartın arkasında sloganlar eşliğinde gelenöğrenciler işçiler tarafından sloganlarla karşılandı. Ziyaret sırasındayapılan sohbette Ekim Gençliği’nin sürdürdüğü “Geleceğine sahipçık!” kampanyası kapsamında işçi direnişlerine ziyaretleringerçekleştiği ifade edildi. Bir işçinin, direniş sürecini aktarmasınınardından Taşeron İşçileri Kurultayı hakkında bilgi verildi. Ziyaret,direnişçi işçiler alandan ayrılana kadar sürdü.

Ekim Gençliği / İstanbul17

Page 18: EG 137. sayı

İlk dönemin geride kalmasının ardından öğrenci gençlik hareketindeyaşanan daralma ve gerileme kendini daha belirgin bir şekildehissettirmektedir. Kuşkusuz ki sol hareketin tablosu bu sonucun ortayaçıkmasında temel bir rol oynamaktadır. Ciddiyetsiz ve samimiyetsizgençlik örgütlenmeleri, bırakalım gençlik hareketini ileriye çekmeyi,varolanı tüketmek için neredeyse sıraya girmiş bulunuyorlar. ÖğrenciGençlik Sendikası’nın son genel kurulunda ve sonrasında yaşananlar,gençlik örgütlerinin bir kısmının tablosunu ortaya koymaktadır.

Bu tablo karşısında genç komünistlerin misyonu daha fazla öneçıkmaktadır. Zira, gençlik hareketinin devrimci önderlik boşluğunundoldurulmasında temel rolü oynayabilecek yegane güç gençkomünistlerdir.

Genç komünistlerin yükseköğrenim gençliği içindeki çalışması, gerekgençlik hareketine yönelik kapsamlı saldırılar, gerekse de öznelnedenlerden kaynaklı olarak zayıflama ile karşı karşıya kalmıştır. Ancak,öğrenci hareketinin toplumsal mücadelenin temel bir bileşeni olması,gençliğin kendine özgü dinamizmiyle kadro potansiyeli barındırmasınedeniyle bu zayıflığın üzerine gitmek gerekmektedir. Son süreçte yapılanparti değerlendirmelerinde liseli gençlik çalışmasına çubuk bükülmüşolması, yükseköğrenim gençliğine yönelik çalışmanın önemsiz görüldüğüanlamına gelmemektedir.

Gerek öğrenci gençlik hareketinde devrimci önderlik ihtiyacınınkarşılanması, gerekse partinin genç güçlere duyduğu ihtiyaç çerçevesindegençlik çalışmasının ileriye taşınması görevi önümüzde durmaktadır.Kuşkusuz çalışmanın ilerletilebilmesi için farklı yüklenme alanlarıbulunmaktadır. Gençlik güçlerinin niteliğinin yükseltilmesinden devrimci-militan kimliği güçlendirmeye, yürütülen faaliyette yol, yöntem ve araçlarkonusunda yetkinleşmekten politika üretme alanında ustalaşmaya kadarbirbirini tamamlayan farklı alanlardır bunlar. Bu kapsamda gençlik yayınıözel bir yerde durmaktadır.

16 yıldır yayın yaşamını sürdüren gençlik yayınımız, bizzat gençlikgüçlerimiz tarafından çıkartılmakta, gençlik hareketine müdahaleyi esasalmaktadır. Belli bir istikrar ve sürekliliğe, devrimci ilke ve değerleribayrak edinen bir niteliğe sahip bulunmaktadır. Abartmaksızınsöyleyebiliriz ki, bugün gençlik yayınımız devrimci gençlik yayınlarıarasında çok özel bir yerde durmaktadır.

Ancak gençlik hareketinin ihtiyaçları, gençlik örgütlenmemiz vedolaysız olarak partinin güçlenmesi temelinde gençlik yayının eksiklik veyetersizliklerine yüklenmek bir ihtiyaçtır.

Ekim'in “Partinin yayın cephesindeki sorunları ve görevler” başlıklıdeğerlendirmesinde, gençlik yayınının başarılı bir teşhir ve propagandayaptığı, ulusal ve enternasyonal devrimci mirası önemsediği belirtilmiş,zengin bir içerik kaygısının da yayının bir diğer üstünlüğü olduğusöylenmiştir. Yayının yetersizliği konusunda ise şu vurgular yeralmaktadır:

“Gençlik yayınının bir başka temel önemde eksiği, geçmiş yıllara görebu alanda bugün belirgin bir mesafe katedilmiş olsa da, gençlik hareketininözgün sorunlarını işlemede hala da yetersiz kalabilmesidir. Bu bellisorunlar ve gündemler üzerinden halihazırda başarıyla yapılmaktadır.Fakat bir dizi başka sorun hala da gerekli düzeyde bir yoğunlaşmaya konuedilememektedir. Gençlik hareketinde sürmekte olan tıkanıklığı kırmanınçok yönlü sorunları, bu çerçevede kitleselleşme sorunu, örgütlenmesorunları, gençlik hareketi içinde özel bir ağırlığı olan ve önünü tıkayanreformizme karşı etkili mücadele, burada bu konuda ilk akla gelenler.Gençlik yayını iyi bir hazırlıkla bu sorunların üzerine gitmeyi başarabilirseeğer, inanıyoruz ki bu onu özel bir ilgi konusu haline getirecek, gençlik

hareketi içinde ona kendine özgü bir yer kazandıracaktır.”(Ekim, Partinin yayın cephesindeki sorunları ve görevler,Sayı: 237, Haziran 2004, Başyazı)

Yukarıda dile getirilen sorun alanları bugün de şu ya da bu düzeydedevam etmektedir. Hatta, geçmiş değerlendirmede dile getirilen başarılıteşhir ve propaganda açısından yetersizlikler taşımakta, bu açıdanbir tekdüzelik kendini hissettirmektedir.

Bu yetersizliklerin en temel sebebi nitelikli kadro sorundur. İdeolojikdonanım ve yetersizlik siyasal çalışmanın bir dizi alanında kendinigösterdiği gibi yayın alanındaki etkileri çok daha belirgin olmakta, gençlikyayının niteliğini doğrudan etkilemektedir. Partimiz uzun bir süredirpartinin genelindeki ideolojik yetersizliklere yaptığı vurguyu yakındönemde daha güçlendirmiş ve özel bir yüklenmenin konusu yapmıştır.Gençlik güçlerimizin bu kapsamda yürüttükleri/yürütecekleri sistematikideolojik-teorik eğitim dolaysız olarak gençlik yayınının da güçlenmesinisağlayacaktır.

Bu temel ihtiyacın yanısıra, gençlik yayınını güçlendirmek için ilgiligençlik platformları/organlarının yayına yönelik hazırlığı da önemli biryerde durmaktadır. Geçmiş değerlendirmelerde ifade edildiği gibi, gençlikyayınının zengin bir içerikle çıkması kaygısı taşınmaktadır. Ancak dahagüçlü bir gençlik yayını için ilgili zeminlerde gençlik hareketininsorunlarının, genç komünistlerin dönemsel politikalarının, yerel sorun veihtiyaçların, gençliğin özgün sorunlarının kapsamlı bir tartışmaya konuedilmesi ve yayın gündemlerinin buna paralel olarak belirlenmesi, yanınıdaha işlevsel kılacaktır. Elbette belirlenen gündemlere ilişkin yapılanhazırlık da özel bir önem taşımaktadır. Ne yazık ki belirlenen yazılar kimizaman sorumluluğu alan yoldaşlarımız tarafından gerekli araştırma veyoğunlaşmaya konu edilememekte, yazıların hazırlığı kısa zaman diliminesıkıştırılmakta, yerel gündemler en genel hatlarıyla, genel gündemler isepolitik yayın organında ifade edildiği biçimde işlenebilmektedir. Böyleceişlevsel olmayan, birbirini tekrar eden, kendi içinde yaratıcılığı veözgünlüğü içermeyen yazıları ortaya çıkabilmektedir.

Yazı hazırlığının aynı zamanda bir eğitim süreci olduğuunutulmamalıdır. Konuya ilişkin temel metinler ile parti metinlerinin eldengeçirilmesi, güncel bir değerlendirme ise güncel gelişmelerin farklıkaynaklardan takip edilmesi, sola ilişkin ortak süreçler vedeğerlendirmelerde ise sol güçlerin kaynaklarının incelenmesi, vb.gerekmektedir.

Aynı zamanda gençlik örgütlülüklerimizin eldeki güçleri etkili veverimli kullanması, yazarları çoğaltmayı temel bir uğraş haline getirmesigerekmektedir.

Bir diğer önemli nokta gençlik yayınının kullanımıdır. Yayınlarımızdüşüncelerimizi kitlelere ulaştırmanın ve onları örgütlemenin en dolaysızaraçlarıdır. Genç komünistler bir dönemdir gençlik içinde kitleçalışmasının önemine, eksikliklerine ve yetersizliklerine vurgu yapmakta,yaşanan sorunların geride kalması için çaba sarf etmektedir. Gençlikyayını da bu kapsamda ele alınmalıdır. Kitlelerle birebir temas alanlarıçoğaltılmalı, açılan standlarda, sınıflarda, kantinlerde ve yemekhanelerdebire bir diyaloglar geliştirilmeli, yayının daha geniş kesimlere ulaştırılmasıiçin etkin bir çaba içinde olunmalıdır. Sol güçlerin atalet içinde boğulduğu,birçok yapının en ufak bir pratik çalışmayı dahi yapmadığı bir dönemdeyaygın propaganda çalışmaları kendini daha fazla hissettirmektedir. Bukapsamda gençlik yayınının yaygın tanıtımı ve duyurusu yapılabilmelidir.

Son olarak belirtmek istediğimiz nokta, gençlik yayınının çıkışında yeryer yaşanan aksaklıklardır. Kısmen yazıların ulaştırılmasındaki gecikme,yer yer yaşanan mali zorluklar yayının gecikmesine yol açmaktadır. Bugecikmeleri engellemek de esas olarak gençlik güçlerimizinsorumluluğundadır. Bu sorunları geride bırakmak, gençlik yayınının heraçıdan daha fazla sahiplenilmesine bağlıdır.

(TKİP Merkez Yayın Organı EKİM’in Mart 2012 tarihli280. sayısından alınmıştır...)

Daha güçlü bir

gençlik yayını için!..

18

Page 19: EG 137. sayı

19

Kampanya çalışmamız sona doğru yaklaşmışbulunuyor.“Gençliğe devrimci baharı kazanmaçağrısı” olarak tanımladığımız kampanyamızınbu son aşamasında, 1 Mayıs'ın hemen ardından 6Mayıs'ı karşılayacağız. 6 Mayıs 1972'de devrimve sosyalizme olan bağlılıkları ile darağacınayürüyen Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyinİnan'ı, Denizler şahsında devrim mücadelesindeölümsüzleşen tüm kızıl karanfilleri anacağız.

Bu 6 Mayıs, “Geleceğine sahip çık!” şiarı ileyürüttüğümüz kampayamızın da final etkinliğiolacak. Ayları bulan yoğun çaba ve emek, 1Mayıs'la birlikte en önemli somut karşılığını buetkinlikle bulacak.

Kampanyamızın final etkinliğinin 6 Mayısgibi bir günde yapılacak olması bilinçli bir terci-hin ürünüdür. Böyle bir final etkinliğinin de-vrimci önderlerin ölüm yıldönümünde ve onlarıanarak yapılacak olması çalışmamızın anlamınıve genç komünistlerin kendi misyonları ve kon-umlarına dair taşıdıkları açık bilincin yansımasıolacaktır.

6 Mayıs, emperyalizme karşı mücadeledesimgeleşmiş yiğit devrimcilerin katledilişlerininyıldönümüdür. ABD askerlerini Dolmabahçekıyılarından denize döken bir kuşağın öncü-lerinin adlarını tarihe kazıdıkları gündür!

6 Mayıs, faşist baskı ve terörü karşısındabaşeğmemenin, darağacına başı dik yürümenintanıklık ettiği bir gündür!

6 Mayıs, son nefesle haykırılan “YaşasınMarksizm-Leninizm!” şiarının devrim mücade-lesine bir daha silinmemecesine yazıldığı birgündür. Devrime olan sarsılmaz bağlılığın, de-vrim ve sosyalizm davasına adanmışlığın,inancın ve kararlılığın adıdır!

İşte bu yüzden 6 Mayıs, devrim ve sosyalizmmücadelesi tarihimizin en acı olduğu kadar enonurlu sayfalarının da başında gelmektedir.

Denizler'in bugün gençlik alanındaki temsil-cileri, tasfiyeci bataklık içinde debelenerek Deni-zler'in yolunu parlamentoya çıkaranliberal-reformist güçler değil, düzen karşısındadevrim bayrağını inat ve ısrarla taşımayısürdüren genç komünistlerdir. Denizler'in düzenekarşı yükselttikleri devrim bayrağı bugün gençkomünistlerin ellerindedir. Üniversite kampüs-leri, sokaklar ve eylem alanları bunun endolaysız tanığıdır. Gençlik hareketinin politiköznelerinin dahi apolitikleştiği bir dönemde de-vrim ve sosyalizm şiarını yükseltenler; gençliğeparti ve devrim davasının çağrısını taşıyanlar;özgürlük, devrim ve sosyalizm için kavga şiarınıhaykıranlar bugün genç komünistlerdir.

Bulundukları tüm alanlarda devrim ve sosyal-

izm bayrağını yükselten genç komünistler, 6Mayıs'ta İstanbul'da toplanacaklar. Denizler'i vekavgada ölümsüzleşen devrimci ön-derleri kitlesel ve militan biretkinlikle anarak kampa-nyalarını sonlandıracak-lar.

Emperyalist savaşve saldırganlığa,faşist baskı ve de-vlet terörüne,eğitimin ticar-ileştir-ilmesinekarşıgele-ceğinesahipçıkan,Denizler'inyolundadüzene başkaldıran gençlikgüçleri bu etkinlikte buluşacak-lar. “Özgürlük, devrim ve sosyal-izm!” şiarlarını birkez daha hep birliktehaykıracaklar.

1 Mayıs'tan 6 Mayıs'a,

devrimci baharı kazanmaya!

Kampanyamızın bu son dönemi gençkomünistler için bir seferberlik dönemi ol-malıdır. Şimdi genç komünistler, tüm imkanlarıve araçları harekete geçirerek 1 Mayıs’a yüklen-meli, 1 Mayıs'tan alacakları politik-moral güçle6 Mayıs’a yürümelidir.

Kuşkusuz burada yüklenilecek ilk halka 1Mayıs olacaktır. Genç komünistler geçmiş yıllar-dan daha geniş bir gençlik kesimini 1 Mayısalanlarına taşımalı, gençliğin sermaye düzenikarşısındaki devrimci öfkesini kızıl kortej-lerinden yükseltmelidir. 1 Mayıs alanlarında de-vrimin ve sosyalizmin şiarlarını devrim içinçarpan genç yüreklerle haykırabilmelidir.

1 Mayıs tablosu, 6 Mayıs’ta yapılacak etkin-liğin tablosunu belirleyecektir. Denizler’i militanve kitlesel bir etkinlikle anmaya hazırlanan gençkomünistler, taşıdıkları misyon ve sorumluluğunbilinciyle 1 Mayıs'a yüklenmelidirler.

Hiç şüphe yok ki, genç komünistler bunubaşarabilecek deneyim, irade ve politik bilincesahiptir. Gerisi buna uygun bir çaba, enerji ve in-isiyatifin ortaya konulmasına bağlı olacaktır.

Ekim Gençliği

Denizler'in yolunda düzene başkaldırıyoruz!

Özgürlük, devrim ve sosyalizm için

geleceğimize sahip çıkıyoruz!

Denizler'in bugün

gençlik alanındakitemsilcileri, tasfiyeci

bataklık içindedebelenerek Denizler'in

yolunu parlamentoya

çıkaran liberal-reformist güçler değil,

düzen karşısındadevrim bayrağını inat

ve ısrarla taşımayısürdüren genç

komünistlerdir.

Page 20: EG 137. sayı

Günümüz gençlik hareketinde reformizmin belirgin bir ağırlığı olduğutartışmasız bir olgudur. Bu her şeyden önce politik mücadeleye açık

gençlik kitlesini kuşatan bir siyasi atmosfer olarak yansımaktadır. Geneltoplumsal süreçlerin bir ürünü ve onunla doğrudan alakalı şekillenen

tasfiyeci-reformist atmosfer, çocukluktan gençliğe adım atan duyarlı her genciister istemez etkiliyor. Genelde samimi devrimci duygular taşıyan gençler

anlayış, kimlik, değer yargıları vs. planında bu atmosferin normlarına göreşekilleniyorlar.

Yaşam kültüründen dünyayı algılayışa kadar hemen her alanda kendini dayatançürütücü reformizm, gençlikteki potansiyel devrimci dinamizmi girdabına alıp

öğüterek düzene büyük bir hizmet sunuyor. Daha lise çağlarındaki politize gençleriçinde bile “devrim”i eskitmiş azımsanmayacak kalabalık bir kitleyle

karşılaşılabiliyor. Normalde radikal özlem ve arayışların taşıyıcısı olan politik gençlikkesimi, çoktandır düzen sınırlarını zorlamayan bir muhalefet ve mücadele çizgisiyle

gündeme gelebiliyor. Özellikle üniversiteli gençlik alanı sözkonusu olduğunda, şu yada bu şekilde politik nitelikler taşıyan kitlenin büyük bölümünde devrimci militan

faaliyete, devrimci örgütlenme ve mücadeleye bir uzaklık ve yabancılık göze çarpıyor.Düzeni cepheden karşıya almak gibi bir anlayış ve tutum, yalnızca sınırlı bir kesimde

sürekliliğini koruyabiliyor.

Toplumsal-siyasal süreçlerin ışığındareformist atmosferin oluşumu

Bunu tümüyle düzenin ’90’ların ikinci yarısından itibaren başarıyla uygulayabildiğipolitikaların bir meyvesi sayabiliriz. 12 Eylül sonrası dönemin sınıf ve kitle hareketindeki ilk

büyük kırılma ’90’ların başında yaşanmıştı ve ardından küçük-burjuva hakçı akımların esasgövdesini tasfiyeci legalizmin batağına çekmişti. İkinci büyük kırılma ise ’96 1 Mayıs’ının ardından

yaşandı ve devletin, devrimcilikte ısrar edenleri ezme saldırısının yolunu sonuna kadar açtı. Devletintoplumsal düzeyde yakaladığı moral üstünlük, İmralı’daki başarısıyla iyice perçinlendi.

Nitekim bunun da gücüyle, ’90’lı yıllar boyunca püskürtülmüş olan hücre saldırısını bu kez dahakararlı bir şekilde gündeme getirdi. Devrimci hareketin gitgide yalnızlaşarak yürüttüğü direnişe rağmen,

2000’in ilk yıllarında F-Tipi hapishaneler tamamen uygulamaya geçirildi. Bu saldırının püskürtülememesininbedeli ağır oldu. Bir yandan ’90’ların zorlu mücadele döneminin yükünü omuzlayarak yetişen, geçmişten

aldığı devrimci mirasın birikimi üzerinden şekillenen, böylece onun sürekliliğini sağlayan, devrimci ideoloji,örgüt, kültür, ilke ve değerleri ölümüne sahiplenen bir devrimci kadro kuşağı tasfiyeye uğradı. Diğer yandan ise

toplumsal mücadele dinamiklerinde büyük bir politik ve moral kırılma yaşandı. Doğal olarak bunun bir yanını dadevrimci halkçı akımların saflarındaki ideolojik ve örgütsel çöküntüler oluşturuyordu. Tüm bu süreç boyunca işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin yer yer gündemde öne çıkabilen parçalı-mevzii direnişleri ve

mücadeleleri de kronikleşen gerilemeyi durduramadı. Düzenin, aynı dönemlere denk gelen AB manevralarıyla birlikte genelolarak soldaki, özelde ise devrimci saflardaki ideolojik-politik savruluşların önüne geçilemez oldu. Öte yandan bunu sermaye

devletinin örgütsel planda tasfiyeci legalizmi ve kuyrukçu savrulmaları olağanlaştıran darbeleri tamamladı. Reformist hareketiyice sağa kayıp düzenin teveccühünü kazanırken, halkçı devrimci hareket saflarındaki irili ufaklı bir dizi parti ve örgüt ya tümüyleciddiyetini yitirdiler, ya da siyasal faaliyet kapasitesini koruyan bazılarında olduğu üzere reformist akımların boşalttığı alanıdoldurmaya yöneldiler. Bütün bu gelişmeler toplumsal-siyasal atmosferi ister istemez tasfiyeci-reformist bir renge büründürdü.

Gençlik hareketi, ’90’ların ikinci yarısından itibaren başlayan bu kırılma ve gerileme sürecinin etki ve sonuçlarını dolaysızcayaşayan bir dinamikti. Yaşanan geriletici süreçlere ve kendi içinde yaşadığı tüm daralmaya ve dağınıklığa rağmen politik gençlikhareketi F-Tipi saldırısı döneminde hala da militan karakterini korumaktaydı. Gençliğin devrimcilik algısı, o güne kadar sürekliliğisağlanabilmiş devrimci örgütsel birikimler üzerinden şekillenmekteydi. Fakat zindan direnişlerinin saldırıyı püskürtmeye yetmeyişi,militan gençlik kitlelerindeki moral ve özgüvene büyük bir darbe vurdu. Tam da bunun üzerine devlet, gençlik hareketine yöneliksaldırıların dozunu arttırdı. Soruşturma-uzaklaştırma saldırısının sistematik ve yaygın bir hale gelmesiyle, zaten nicel planda hayli20

Gençlik içinde reformizm…

Ne var ki bu hiç de reformist akımların yalnızca gençlik

alanındaki başarılı faaliyet, eylem ve örgütlenmelerinin birsonucu değildir. Tersini iddia etmek, ancak Türkiye’nin son

15 yılda yaşadığı siyasal süreçten, düzen-devrimçatışmasının seyrinden bihaber olmakla mümkündür. Bu

akımlar, göreceli güçlerinin nesnel temelini her şeydenönce düzen cephesinin ileri kesimleri sıkıştırdığı

tasfiyeci-reformist atmosfere borçludurlar. İkinciolarak, devrimcisinden reformistine irili ufaklı

çok sayıda parti, grup ve çevrenin faaliyetkapasitelerini, iradelerini ve ciddiyetlerini

yitirmeleri, keza büyük bölümünün Kürthareketinin ağırlığı altında liberal

kuyrukçu bir savrulma yaşamaları, bütünbunlarla paralel yaşanan örgütseltasfiyeler, bağımsız varlıklarını

koruyabilen belli başlı reformistakımlara politize kitleler içinde hatırı

sayılır bir etki alanı açmıştır.Üçüncü olarak da, dinci gerici

iktidardan hoşnutsuz olanburjuvazinin önemli bir kesimi,

düzen sınırlarını hiçbir şekildezorlamayan sözkonusu

reformist akımları eylem veetkinlikleri üzerinden kollayan

bir tutum içindedir.

Page 21: EG 137. sayı

zayıflamış politik gençlik kitlesi sürekli bir şekilde eğitim alanınındışına atıldı. Bugüne kadar şiddetinden bir şey yitirmeyensoruşturma ve uzaklaştırma saldırısının en ağır sonucu, politikgençlik kitlelerinde yarattığı yıldırıcı etkiydi. Her şeye rağmenmilitan mücadeleye açık kesimler ise uzaklaştırma saldırısı sonucuokulların dışına atılmaya devam ediyor. Üniversiteler devrimcisiyasal faaliyete yönelik devlet ve okul yönetimleri kaynaklısaldırıların kesintisiz yaşandığı alanlar haline gelmiş bulunuyor.

Devrimci hareketteki kırılmanın yarattığı boşluk

Yaşanan süreç ciddiyetlerini büyük oranda yitirseler de hala dadevrimci olmak iddiasını sürdüren bir dizi siyasi yapıyıüniversitelerde neredeyse sıfırladı. Sınırlı da olsa güç ve olanakplanında süreklilik sağlayabilen birkaç sol yapı ise üniversitelerdebağımsız siyasal faaliyet yürütme kapasitesini ve iradesiniyitirdiler. Reformistlerin ağırlıkta olduğu bir dizi sol çevre zatenöğrenci gençlik sendikasının gündeme getirilmesiyle tümvarlıklarını ona endekslediler. Fakat bu onlar için hiç de genişgençlik yığınlarını örgütlemenin, işlevsel olabilecek bir aracıetkince değerlendirmenin, böylece birleşik-kitlesel bir gençlikhareketi geliştirmenin bir gereği değil, adeta siyasal veyaakademik-demokratik faaliyet yürütmemenin dayanağı oldu.Dahası sendika adımını hiç değilse gençlik içindeki ileri kitleninbirlikte iş yapmasının imkanı olarak değerlendiren, giderek gerçekbir demokratik kitle örgütüne ve mücadele aracına dönüştürmekaygısıyla hareket eden, bulundukları yerellerin bir çoğundasendika faaliyetini neredeyse tek başlarına omuzlayan gençkomünistlerin karşısına da bürokratik bir kast olarak dikilebildiler.

Solun gençlik içindeki bu tablosu ve hem genel planda, hem degençlik alanındaki tasfiyeci liberal sürüklenişi, düzenin başarılımanevralarıyla oluşturulan reformist atmosfere kan taşıyan temelbir kaynak olmayı sürdürüyor.

Devletin genelde son 10 küsür yıllık ekonomik ve sosyalpolitikaları, özelde ise eğitim alanındaki uygulamaları öğrencigençliği ayrıca dejenere etmekte ve apolitizasyona itmektedir.Sürekli gericilikle sersemletilen bir toplumda yetişen yeni nesiller,tepki birikiminin patlama eşikleri dışında, haliyle verili toplumsalsiyasal atmosferin belirlediği bir kimlik taşıyacaklardır.Üniversitelere girebilen politikaya duyarlı gençlik kitlesinin eziciçoğunluğu da bundan muaf değildir. Bununla birlikte Türkiye’deher dönem gençlik hareketinin ağırlık merkezi durumundakimetropol üniversitelere işçi ve emekçi çocuklarının akmasıgeçmişle kıyaslanamaz düzeyde engellenmiş durumdadır. Düzeninamacına ulaşmasında eğitimdeki özelleştirmeler, dershanesisteminin ilkokullara kadar indirilmesi, üniversite düzeyi kaygısıtaşınmaksızın açılan taşra üniversiteleri gibi adımlar belirleyicioldu. Hem gençliğin şekillenme koşulları, hem de alt sınıfgençliğinin metropollerin dışındaki kışlalara itilmesi, reformistatmosferin gençlik hareketi üzerindeki etkisini iyice korunaklıhale getiriyor.

Gençlik içinde reformist akımların gücü ve etkisi

Gençlik hareketinde reformizmin belirgin bir ağırlığı olduğugerçeğini, reformist akımların göreceli (zira her şey biryana gençlik hareketi derken, fazlasıyla zayıflamış,dağınık, parçalı bir dinamikten söz ediyoruz) gücü ve etkisi

Gençlik içinde reformizm…

21

Page 22: EG 137. sayı

üzerinden de görüyoruz. Genelde burjuvamedyanın hayırhah tutumuna mazhar olaneylemleriyle öne çıkan bu akımların başındaKollektifler, TKP, ÖDP ve EMEP Gençliği geliyor.Bu dörtlünün halihazırda sınırları ölçüsündegençlik hareketi içindeki en kitlesel ve örgütlüyapılar olduğu söylenebilir.

Ne var ki bu hiç de reformist akımların yalnızcagençlik alanındaki başarılı faaliyet, eylem veörgütlenmelerinin bir sonucu değildir. Tersini iddiaetmek, ancak Türkiye’nin son 15 yılda yaşadığısiyasal süreçten, düzen-devrim çatışmasınınseyrinden bihaber olmakla mümkündür. Buakımlar, göreceli güçlerinin nesnel temelini herşeyden önce düzen cephesinin ileri kesimlerisıkıştırdığı tasfiyeci-reformist atmosfereborçludurlar. İkinci olarak, devrimcisindenreformistine irili ufaklı çok sayıda parti, grup veçevrenin faaliyet kapasitelerini, iradelerini veciddiyetlerini yitirmeleri, keza büyük bölümününKürt hareketinin ağırlığı altında liberal kuyrukçubir savrulma yaşamaları, bütün bunlarla paralelyaşanan örgütsel tasfiyeler, bağımsız varlıklarınıkoruyabilen belli başlı reformist akımlara politizekitleler içinde hatırı sayılır bir etki alanı açmıştır.Üçüncü olarak da, dinci gerici iktidardan hoşnutsuzolan burjuvazinin önemli bir kesimi, düzensınırlarını hiçbir şekilde zorlamayan sözkonusureformist akımları eylem ve etkinlikleri üzerindenkollayan bir tutum içindedir. Örneğin burjuvamedyanın yansıtmayı tercih ettiği ortak eylemlerdahi özellikle bu çevrelere mal edilerekhaberleştirilebiliyor.

Nitekim sözkonusu reformist yapılar da bununbilinciyle hareket ediyorlar. Bir yandan düzencephesinin bir kesiminin zımni desteğinikaybetmeyecekleri medyatik bir eylem çizgisiizliyorlarken, diğer yandan gençlik alanındareformist atmosferi ve etki alanını süreklileştirecekbir taktik politika uyguluyorlar. Örneğin tüm ilerigençlik güçlerinin birleşik hareket etmesini birihtiyaç olarak dayatan bir takım eylemli süreçlerdebile, blok halinde ayrışarak gençlik hareketiniparçalamak, artık ayırdedici bir özellikleridir. Zirabirleşik bir gençlik hareketi için atılacak adımlarınkendileri payına ayrıcalıklı konumlarını giderekyitirmek anlamına geldiğini yakın dönem gençlikhareketinin somut deneyiminden biliyorlar. En

kötü koşullarda dahi politik niteliği öne çıkmışgençlik hareketimizin, birleşik-kitlesel bir mecrayaaktığında hızla militanlaşma, giderekdevrimcileşme ve reformist kuşatmayı aşmapotansiyelini her zaman bağrında taşıdığınınfarkındalar. Reformist bir blok olarak hareketetmenin, devrimciler başta olmak üzere gençliğinher şeye rağmen militan özellikler taşıyanözneleriyle araya mesafe koymanın, böylecebirleşik eylem ve hareket olanaklarını tahripetmenin gerisinde tümüyle buradan gelen kaygılaryatıyor.

Politik gençlik kitlesinin reformizme

yönelimi ve sonuçları

Gerek toplumsal mücadele dinamiklerinikuşatan reformist atmosfer, gerek reformistakımların göreceli gücü ve etkinliği, gerekseokullarda devrimci siyasal faaliyetin alabildiğinedaralmış olduğu günümüz koşullarındaüniversitelere akan politik kitle öncelikle reformistyapılarla karşılaşıyor. Politikaya yönelen bukitlenin bilinç ve birikim planında henüz yetersizama duygusal planda devrim ve sosyalizm fikrineyakın büyük bölümü için, belli başlı reformistçevreler doğal bir çekim merkezi oluyor. Verilitoplumsal koşullarda yetişen, hayatında düzen-devrim hesaplaşması yapmamış, düzenle bağlarınıkoparmayı göze alamayan bu kitle, hiç sorunyaşamadan reformist anlayışlara eklemleniyor.Düzen sınırlarını aşmadan, onun nimetlerindenvazgeçmeden Marksist geçinmek, devrim vesosyalizm adına politik aktivite içinde olduğunuiddia etmek, giderek olağan bir kimliğe dönüşüyor.

Dikkat edilirse ideolojik, siyasal, kültürel vb.alanlardaki donanım ve birikim düzeyine rağmenreformizme eklemlenen unsurlarda devrimciMarksizm’in en temel sorunlarına bir mesafeolduğu gözden kaçmayacaktır. Her şeyden önceMarksist geçinip onun proleter sınıf özüne vedevrimci yöntemine bilinçsiz bir yabancılıksözkonusudur. Keza düzenin ancak zor yoluylayıkabileceği gerçeği, bunun zorunlu bir uzantısıolarak Leninist parti-örgüt düşüncesi ve pratiği, bukapsamda illegalite-legalite ilişkisi, bu aradadevrimci ilke ve moral değerler vb., bu temel22

Gerek toplumsalmücadele dinamiklerinikuşatan reformist

atmosfer, gerekreformist akımların

göreceli gücü ve etkinliği,gerekse okullarda

devrimci siyasalfaaliyetin alabildiğine

daralmış olduğugünümüz koşullarında

üniversitelere akan politikkitle öncelikle reformist

yapılarla karşılaşıyor.Politikaya yönelen bu

kitlenin bilinç ve birikimplanında henüz yetersiz

ama duygusal plandadevrim ve sosyalizmfikrine yakın büyük

bölümü için, belli başlıreformist çevreler doğal

bir çekim merkezi oluyor.Verili toplumsal

koşullarda yetişen,hayatında düzen-devrim

hesaplaşması yapmamış,düzenle bağlarını

koparmayı gözealamayan bu kitle, hiç

sorun yaşamadanreformist anlayışlara

eklemleniyor.

Page 23: EG 137. sayı

Devrimci bir gençlikhareketinin gelişimi

önünde barikatadönüşmüş reformist

anlayışlarla kesintisiz bir

ideolojik-politik mücadeleyürütmek tam da bunun

bir gereği olarakkarşımızda duruyor. Zira

bu bir yandanreformizmin devrim

istismarına set çekme, biryandan da tabandan

birleşik hareket ve eylembasıncı yaratma

müdahalesidir. Bir yandanpolitik gençlik kitlesine

yönelik devrimci ideolojikbir müdahale, diğer

yandan komünistgençliğin devrimci eğitim

ve arınma çabasıdır vb. Bu

mücadelenin yayındanfaaliyetin düzeyine,

kadrolaşmaktan kitletabanını büyütmeye dek

bir dizi alanda sonuçlarınıüreteceğinden de kuşku

duymuyoruz.

23

önemde ideolojik ve ilkesel temalar,sorgulanmaksızın yadsınabilmektedir. Reformizmçok yönlü kuşatmasıyla gençliği öyle bir girdabaçekmektedir ki, devrimci gelişimin koşulu olanideolojik-politik mücadele ve eleştiri daha baştanapolitik bir ilgisizlik duvarıyla karşılaşmaktadır. Bualanda yaşanan gerilemeyi anlayabilmek için ilerigençlik kitlesindeki siyasi retoriğe, dil, üslup veliteratürdeki değişime bir kez bile bakmakyeterlidir.

Düzenin gençliğe yönelik saldırılarının vetoplumsal siyasal süreçlerin gençlik alanındayarattığı bu yıkım tablosunda reformist akımlarınbir başarısından söz edilecekse, bu en başta ilerigençlik kitlesinde yaratılan bu çok yönlütahribattır. Bu olgu gözden kaçırılarak, çoğunluklareformist çevrelerin faaliyet, eylem ve görecekitlesellikleri bir başarı gibi algılanabiliyor. Oysabu, reformizm payına yıllardır süregelen elverişlikoşullara rağmen fazlasıyla daralmış, gerilemiş birgençlik hareketi içindeki göreceli aktivite vegüçten başka bir şey değildir. Reformist akımlarınkof gücü ve etkinliğinin, devrimci saflarda, hattakomünist gençlik içinde dahi yer yer başarışeklinde anılabilmesi kendi başına bir sorunolmayabilir. Fakat bu yapılırken, öncelikle gençlikiçinde reformizm gerçeğini en temel boyutlarıylasergileme gereği de unutulmamalıdır. Aksivurgular, gençlik hareketini kuşatan tasfiyecireformist atmosferi dağıtma mücadelesine değil,reformist akımlara kan taşıyacaktır.

Gençlik hareketinin devrimcileşme

potansiyeli

Gençliğin mevcut tablosuna rağmen reformistakımların saflarına akan kitlenin önemli bir kısmıdevrimci özlem ve duygularla hareket etmektedir.Dahası dönemin yarattığı tüm zayıflıklara karşındevrimcileşme potansiyeli taşımaktadır. Devrim vesosyalizmle alakalarını çoktan kesmiş reformistakımların verili koşullarda devrimci söylem veşiarlara sarılması bile gençliğin her şeye rağmendevrimci müdahaleye açık bir kesim olduğunundolaysız bir göstergesidir. Deyim uygunsa ülkemizgençlik hareketi sözkonusu olduğunda reformizmcephesinden devrim istismarı her zaman kendinidayatan bir zorunluluktur. Toplumsal bozulmanın

etkisinin görece daha zayıf olduğu liseli gençlikalanında bu zorunluluk çok daha belirgindir.Devrimle, devrimci savaşımla alakaları kalmamışbir takım reformist çevrelerin döne döne geçmişdevrimci kuşakların mirasına sarılmalarının,alandaki boşluktan yararlanarak bundan daumdukları sonuçları alabilmelerinin nedeni budur.

Gençlik hareketinin toplam tablosu ışığındabaktığımızda hareketin sıkıştırıldığı reformistcendereyi kırmadan gençliği devrim mecrasınaçekmek mümkün değildir. Bunun sorumluluğuhalihazırda öncelikle genç komünistlerinomuzlarına düşüyor. Komünist gençlikçalışmasının sorunları ve sorumluluklarısaflarımızda döne döne irdelendiği ölçüde,çalışmamızla ilgili tartışmaları burada yinelemeyegerek yoktur. Etkin-yaygın bağımsız siyasalfaaliyeti zayıflatmadan kitleleri örgütlemenin esnekaraçlarını kullanabilmek, keza gündelik çalışmayıideolojik-politik donanım alanındaki yetersizliklerigidermekle birleştirmek (bu çerçevede Marksizm-Leninizm’i kesintisiz bir devrimci özümsemeyekonu etmek), genel veya özgün propaganda veajitasyon faaliyetini örgütsel yapıyı güçlendirecekve kitle tabanını genişletecek araç, yol veyöntemlerle birleştirmek gibi alanlarda mesafealmamız gerektiği yeterince açıktır. Nitekimreformist odaklaşma karşısında devrimin bayrağınılayığınca taşıyabilmek, bu mesafeyi almakölçüsünde mümkün olabilecektir.

Devrimci bir gençlik hareketinin gelişimiönünde barikata dönüşmüş reformist anlayışlarlakesintisiz bir ideolojik-politik mücadele yürütmektam da bunun bir gereği olarak karşımızda duruyor.Zira bu bir yandan reformizmin devrim istismarınaset çekme, bir yandan da tabandan birleşik hareketve eylem basıncı yaratma müdahalesidir. Biryandan politik gençlik kitlesine yönelik devrimciideolojik bir müdahale, diğer yandan komünistgençliğin devrimci eğitim ve arınma çabasıdır vb.Bu mücadelenin yayından faaliyetin düzeyine,kadrolaşmaktan kitle tabanını büyütmeye dek birdizi alanda sonuçlarını üreteceğinden de kuşkuduymuyoruz.

(TKİP Merkez Yayın Organı EKİM’inMart 2012 tarihli 280. sayısından

alınmıştır...)

Page 24: EG 137. sayı

Tarihi katliamlardan ibaret olan sermaye sınıfı ve devleti, katliamlarınıörtbas etme çabaları ve ikiyüzlülüğüyle önümüzdeki süreçte de işçi veemekçilere yönelik vahşi uygulamalarını sürdüreceği mesajınıvermektedir. Roboski (Uludere) katliamındaki rolünü gizlemeye çalışan,rolünü gizlerken diğer taraftan ordu içerisinde yer alan komutan, asker,pilotların katliamdaki payından dahi söz etmemeye çalışan sermayedevleti, Hrant Dink cinayetinde “örgüt yok” kararına varıp sorumlularıterfi ettirirken, sanıkları bir bir tahliye etmektedir. Son olarak 13 Mart'taAnkara Adliyesi'nde görülen Sivas katliamı davası da, devletin katliamcıgeleneğinde hiçbir değişikliğin olmadığını ispatlamaya yetmiştir.

Mahkeme süreci

13 Mart'ta Ankara Adliyesi 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen sonduruşmada haklarında süren davanın “zamanaşımı süresini” doldurduğugerekçesiyle 7 kişi beraat etti. Mahkeme heyeti, dönemin Belediye MeclisÜyesi, davanın bir numaralı sanığı Cafer Erçakmak ve Yılmaz Bağ’ıölmelerinden dolayı; Şevket Erdoğan, Köksal Koçak, İhsan Çakmak,Hakan Karaca ve Necmi Karaömeroğlu hakkında ise “zamanaşımı”nedeniyle davanın düşürülmesine karar verdi. Firari sanıklardan biri olanve “kırmızı bültenle” aranan Cafer Erçakmak'ın, geçtiğimiz yıl Temmuzayında Sivas'ta, kızının evinde öldüğü, cesedinden alınan DNA örnekleriile kanıtlanmış, aynı şekilde Yılmaz Bağ'ın da öldüğü haber verilmişti.Diğer kaçak sanıklardan İhsan Çakmak'ın Sivas'ta yaşadığı, askerliğiniyaptığı, evlendiği ve karakoldan ehliyet aldığı ortaya çıktı. Ne tesadüftürki, Sivas'ın katilleri Sivas'ta emniyetin 500 metre yakınında oturuyor,olağan bir şekilde hayatına devam edebiliyor. “Bir türlü bulunamayan”sanıklar uluslararası ticarette hızla yükselip büyük birer patron olabiliyor.Devrimcileri asılsız gerekçelerle tutuklayan devlet, burnunundibindekileri görmüyor.(!) Önce katledip, sonra katillerini korumaktançekinmeyen devletin riyakârlığı ortadadır.

Davanın sanıklarından bir diğeri olan Vahit Kaynar, Polonya’dayakalanır, yakalandığı bilgisi ise ancak 40 gün sonra verilir. Aradan geçenzamana rağmen, aileler bir takım hukuki girişimlerde bulunurlar. AdaletBakanlığı’nın kılını kıpırdatmaması üzerine “evrak yetişmedi”bahaneleriyle Kaynar Polonya’daki duruşmaya dahi katılmadanAlmanya’ya geçer ve orada yaşamaya başlar.

Katliamdan bir yıl sonra, 1994’te düzenlenen iddianame üzerinebaşlayan yargılama, sanıkların firari olması ve bir türlü yakalanamamasınedeniyle 19 yıldır sonuçlandırılmadı.

Savcı, Cafer Erçakmak dışındaki 6 sanığın “anayasal düzeni zorladeğiştirmeye teşebbüse iştirak” suçlarından yargılandığını, suçun işlendiğitarihten itibaren 15 yılı doldurmasından kaynaklı zamanaşımından beraatetmeleri gerektiğini, Cafer Erçakmak’ın ise “anayasal düzeni zorladeğiştirmeye teşebbüs”ten yargılansa da, ölmesi sebebiyle davanındolaysız olarak düştüğünü söylemektedir.

İnsanlık suçu kapsamındaki davalarda zamanaşımı süresinin geçerliolmaması gerekirken Sivas davası bu kapsamda görülmediği için sanıklarhakkında zamanaşımına gidildi.

Sanıkların avukatları da hiç de “sıradan” avukatlar değil, her günmedyada gördüğümüz tanıdık kimselerdir. Katliam vakti “avukat” olankişiler, bugün iktidarda bulunan AKP'nin öncülü olan Refah, Fazilet veSaadet partilerinin içinde olan, şimdilerde bakan, milletvekili, belediyebaşkanı, Anayasa Mahkemesi üyesi vs. olmuşlardır. Bir kaçını sayacakolursak; Av. Şevket Kazan - Eski RP Milletvekili ve eski Adalet Bakanı,Av. Celal Mümtaz Akıncı - Afyon Barosu Başkanı ve AnayasaMahkemesi üyesi, Av. Hayati Yazıcı Devlet Bakanı, Av. Haydar Kemal

Kurt - AKP Isparta Milletvekili... Liste daha da uzatılabilir.Devlet tarafından işlenen bir katliam olan Sivas’ın faillerinin

yargılanmasını beklemek kendini kandırmak olacaktır, zira aynı katliamcıgelenek bugün iktidarda dümeni elinde tutmaktadır.

7 sanık arasında “yaşayan kamu görevlisi” olmadığı için zamanaşımısüresinin dolduğu iddia edilmektedir. Peki gerici-faşist güruh, MadımakOteli’nin önünde 8 saat bekleyip, oteli ateşe verirken, olaya müdahaleetmeyen Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, EmniyetMüdürü, MİT, DGM savcıları kamu görevlisi değil miydi? Otelin önündegözlerini kan bürümüş binlerce kişi dururken, devletin üst kadrolarınınolaydan haberdar olmadığını düşünmek -ki sonradan yapılanaçıklamalarla olaydan net bir şekilde haberleri olduğu ortadayken-,katliam öncesi herhangi bir önlem almamaları onların yargılanması içinyeterli değil midir?

Sermaye düzeninin yasaları aldatır!

Sivas katliamında sermaye düzeninin ve devletinin rolünü görmek,katliamdan hesap sormak için gerekli ipuçlarını da verecektir. Bir kezdaha gördük ki hukuki yollar, her zaman adalet sağlamamaktadır. Sivaskatliamında da görüldüğü gibi hukuk, bazen katliamların örtbas edilmesi,hasıraltı edilmesi için işlev görmektedir. Tarihin tozlu raflarında yerbulması istenen Sivas katliamında düzenin hukuku “Adalet mülküntemelidir!” safsatasını tekrarlamaya devam etti.

Birçok göstermelik katliam davasını daha zamanaşımı bahanesiylekapatmak isteyen düzen, kendini aklama peşinde olduğu kadartetikçilerini, katil sürülerini de aklama derdinde. Katillere cesaret verenuygulamalara imza atan emniyeti, ordusu, yargısı ile düzen yenikatliamlara da davetiye çıkarmaktadır.

Eski hükümetler döneminde gerçekleştirilen katliamlar AKP hükümetidöneminde zamanaşımına uğramaktadır. “Yeni anayasa çalışmaları” adıaltında işçileri, gençleri, kadınları, toplumun tüm kesimlerini gericihayaller peşinde koşturan AKP hükümeti, anayasa aldatmacası yanında,12 Eylül’le hesaplaşma salvoları eşliğinde katliam geleneğininsürdürücüsü olduğunu, zamanaşımına sesini çıkarmayarak, aksine“milletimize hayırlı olsun” türü pervasızca açıklamalarla ispatlamaktadır.

Dersim, Maraş, Çorum, Sivas... Tarih boyunca nice katliamlardangeçen Aleviler, mezhepsel ayrımcılıklara son verilmesi için mücadeleettiler. Okullarda zorunlu din dersinin kaldırılması, farklı din vemezheplerden vatandaşların eşit haklara sahip olması, ibadetözgürlüğünün sağlanması ve cemevlerin yasaklanmaması için mücadeleettiler.

Demokratik hak ve özgürlükleri için mücadele eden Alevi işçi veemekçileri, düzen içi çatışmalara alet edilmek istendi. Kuruluşundanbugüne Aleviler'i imhaya, inkara, asimilasyona dayalı Türk devleti yakıntarihimizde de Aleviler'i laiklik maskesi altında CHP'ye yedeklemeyeçalıştı. Özellikle toplumsal kesimlerin belli bir politizasyon yaşadığısüreçlerde Aleviler, CHP üzerinden düzen içi kanallara hapsedilmekistenirken, diğer yandan Alevi ve Sünni mezhebinden işçi ve emekçileribirleşik mücadeleden alıkoyan gerici ideolojik propagandanın esiri halinegetirilmek istendi.

Hesabını sokakta soracağız!

Çağdışı, barbarca işlenen bu katliamlara karşı sessiz kalınmamalı.Sessiz kalınması ve hukuksuz yargılamaların kabullenilmesi demek, tarihve insanlık karşısında suçlu duruma düşmek demektir. Zulme, zorbalığaboyun eğmemek, hesap sormak gerekir. Zulümden, zorbalardan hesap,ancak devrimci, sosyalist işçi-emekçi iktidarı için verilecek mücadele ilesorulabilir.

Dava bitmedi,

hesabını mutlaka soracağız!

24

Page 25: EG 137. sayı

Dünya’da ve Türkiye’de savaş naralarının atıldığı, kardeşhalkların kanlarının akıtılmaya hazırlanıldığı bir dönemdengeçiyoruz. Türkiye topraklarına kurulan füze kalkanıyla, Ortadoğuhalklarına yönelen savaş namluları insanlığı bir kez daha yıkımasürükleyecek bir savaşın sinyallerini veriyor. Bir kez dahahammadde ve pazar arayışına giren emperyalistler, gözleriniOrtadoğu ve Kuzey Afrika’daki yer altı ve yerüstü kaynaklarınadikmiş durumdalar. Türk sermaye devleti ise olası bir üçüncüpaylaşım savaşında safını şimdiden seçmiş görünüyor. İşte böylesibir süreçte ülkemizdeki faşist baskı ve terörün dozu da arttırılıyor.Son birkaç ayda yapılan operasyon, gözaltı ve tutuklamalarıtakip etmek bile güçleşiyor. PVSK ve TMY gibiyargısız infaz, katliam yasalarıyla; Özel YetkiliMahkemeleri ile Kürt hareketini ve devrimcihareketi bitirmek isteyen sermaye devletidışarıda dünya savaşı devam ederken içerdeçatlak seslere tahammül edemeyeceğinigösteriyor. Öyle ki, örgütlü mücadelenin içindeolmasa dahi devrimi,sosyalizmi savunan; ezilenKürt halkının yanında olanherkesi (aydınlar-yazarlar-gazeteciler-avukatlar vs.) potansiyel suçlu ilanediyor, cezaevlerine dolduruyor.Elbette biz öğrencilerin payına dafazlasıyla düşen baskı, yasak,gözaltı, tutuklama saldırılarıkapsamlı devlet terörütablosunu gözler önüneseriyor.

Bununla yetinmeyen sermayedevleti dinci-gerici parti iktidarı eliylepsikolojik savaşı da tırmandırıyor. Yeni eğitimprojeleriyle ya da dindar nesil tartışmalarıyla“geleceğe” yatırım yapan AKP iktidarı dünya işlerinden elinieteğini çekmiş, komşusunun evine bomba düştüğünde kendi evinedüşmediği için Tanrı’ya şükreden bir toplum yaratmak istiyor.Yarattığı sahte ayrışmalarla işçi ve emekçilerin bir araya gelmesiniönlemeye çalışıyor. Böylesi bir dönemde herhangi bir basınaçıklamasına katılmak, kitap ya da afiş bulundurmak, ya da GrupYorum’un konser biletini satmak dahi yılları bulan hapis cezalarınaçarptırılıyor. Dizginlerinden boşalan devlet terörüne karşı sesçıkarmaya devam edenler ise dinci partinin gazabındankurtulamıyor. Özgürlük isteyenlere yanıt veren İçişleri Bakanı İdrisNaim Şahin, AKP’nin “özgürlük, demokrasi” anlayışını ortayakoyuyor. Özgürlük isteyenlere yanıtında şu tespitleri yapıyorİçişleri Bakanı İdris Naim Şahin:

“Özgürlük… Hangi özgürlükten bahsediyorsun. O zamantutuklanınca da şikâyet etme. Özgürlük yoksa dışarıda, farkı yokiçerinin demek ki. Niye şikâyet ediyorsun, demek ki var dışarıdaözgürlük. Hem de o kadar bir özgürlük var ki ‘Ben bu memleketibölmek istiyorum, özgürlük, özerklik yetmez bilmem ne 'ıstan'yapmak istiyorum’ diyecek kadar özgürlük var. İnkâr edemezsin.Tek inkâr ettiğin şey, var olan özgürlükleri söylemeyi, varlığı inkârediyorsun. Kabul etmeyi inkâr ediyorsun. Yaşadığın özgürlüğünvarlığını, kalbin, söylemeye özgürlüğün yok çünkü kafan düşüncen

ipotekli. Onu söylemeye özgür değilsin. Var olan sonuna kadaryaşadığın özgürlükleri, 'var' diyecek özgürlüğün yok. Oradatutsaksın. Seni tutsak yapan, sana sanal özgürlük yok dedirten ogüçle de mücadele ediyoruz. Seni de seni konuşturanı da yokederek, seni de senin yapını da bölücüler ve uzantılarını daözgürleştirmeye çalışıyoruz aynı zamanda. Yaptığımız iş bu. Çokderin, çok kapsamlı bir iş.”

Evet, yok ederek bizi özgürleştirmeye çalışıyorlar. Çokkapsamlı, çok derin işler yapıyorlar. Örneğin işkencedekatlediyorlar ya da eline silahı verip bir çocuktan bir katil

yaratıyorlar. Bunlar da yetmiyor kaçırıyorlar, tehditediyorlar, ajanlaştırmaya, onursuzlaştırmaya

çalışıyorlar. Bu yöntemlerinsökmediği yerde kaybediyorlar,katlediyorlar. Ama sessizce,

yani derin yapıyorlar tüm bunları…Tüm devlet yapılarının (burjuva

demokrasilerinin dahi) sıkçakullandığı bir silahtır faşist baskı ve

terör. İhtiyaç hâsıl olursa, toplumsalmücadele yükselirse; bu aracı devreyesokarlar. Tabi derinden yaparlar bunu.Sonrasında ise savunurlar kendilerini,“bizim değil 'derin devletin' işi” diye.

Ancak bizim ülkemizde egemenler o kadarpervasızlaşmışlardır ki “derin ve kapsamlı

işler” yaptıklarını kabul ediyorlar. 90’larda,Susurluk’ta ortaya çıkan kirli ilişkiler bugünayan beyan sürdürülüyor. Yine içişleri bakanı

Hocalı Katliamı’nın yıl dönümünde Taksim’deyapılan ırkçı eylemde tüm kinini ve nefretini

kusuyor. Ardından üniversitelerde faşist beslemelertarafından devrimci öğrencilere yönelik pusular, saldırılardevreye sokuluyor. Bunun yanında Adıyaman’da, İzmir'de veErzincan'da alevi ailelerin kapılarına çizilen işaretler,

yaratılmaya çalışılan korkuyu tüm açıklığı ile ortaya koyuyor. Tümbunlar resmi-sivil faşist ve iktidar ilişkilerini kanıtlıyor. Tümbunlardan anlaşılıyor ki devrimci mücadele ve toplumsal muhalefetbir cendereye sokulmak isteniyor. Hukuk sistemi ve F tipleriyle deparçalar tamamlanıyor.

Tabi bir de madalyonu diğer yüzünden okumak gerekiyor. Tümbu baskılara, komplolara boyun eğmeden yol yürümeye devamedenler var. Her operasyonu kitlesel gösterilerle karşılayan “biz deaynı suçu işliyoruz o halde bizi de tutuklayın” diyen, gerillacenazelerinde özgürlük şiarlarını haykıran Kürt halkı, on yıllardırnice yiğitlerini yitiren ama her defasında küllerinden yenidendoğmayı bilen devrimci-komünist hareket, ne yaparlarsa yapsınrahat uyuyamayanların korkulu rüyası olmaya devam ediyor.Nazım’ın da dediği gibi, dünyamıza inecek ölümü elleri kollarıbağlı beklemeyenler ölü yıldızlara hayatı götürmeye çalışıyorlar.Zincirlerinden, kelepçelerinden başka kaybedecek bir şeyleriolmayanlar seni de çağırıyorlar bu kavgaya. Haydi, “gerçeközgürlük” için önce kendi içimizdeki zincirleri kırmaya, duvarlarıyıkmaya…

*Nazım Hikmet “Stronsium 90”

Z. Eylül 2525

“Ya ölü yıldızlara hayatıgötüreceğiz,

ya da dünyamıza inecek ölüm”*

Page 26: EG 137. sayı

26

Suriye üzerinden emperyalistler ve onlarınişbirlikçileri arasındaki taraflaşmalar sürerken butaraflaşmaları anlamak ve yakın gelecektekiolasılıkları öngörebilmek için tarih boyuncaOrtadoğu ülkelerinin dünya ekonomosiylebütünleşme biçimlerine ve bu ilişkilerin yansımalarıolan politik ilişkilerin seyrine hâkim olmakgerekiyor. Bu ilişkilerin karmaşıklığından bir ölçüdekurtulmak için bölgedeki stratejik ve taktikselittifakları birbirinden ayırmak gerekiyor. Daha açıkolursak, yakın tarihte köklü ve uzun vadeliekonomik ilişkiler içindeki devletleri tespit etmeli,bu tür ilişkiler dışındaki kimi kısa vadeli ortaklıklarıda bu temel ve köklü ilişkiler çerçevesindeanlamaya çalışmalıyız. Bununla birlikte, bu kısavadeli ortaklıklarda bazı ülke içi muhalefetlerle olanittifaklar da ön plana çıkarak yeni taraflaşmalaraişaret edebilir. Örneğin, bugün Suriye’degerçekleşen olayları anlamaya çalışırken “Böyle birdeğişim var mı, varsa ne oluyor?” diye sorulabilir.Buradaki esas mesele, Suriye lideri Beşar Esad’ınve onun temsil ettiği kesimlerin emperyalistlerinçıkarlarıyla nasıl çelişkiler yaşadıklarını, buçelişkilerin ne şekilde çözüleceğini ve yeniçelişkilere dönüşeceğini anlamaya çalışmak.

İlk olarak, şunu unutmamak gerekir ki, SovyetlerBirliği’nin de varlığını sürdürdüğü dönemde,Ortadoğu’daki devletlerin birbirleriyle ilişkilerinitahlil ederken, sadece ABD, Avrupa Birliği gibibüyük emperyalist aktörlerin ve bunların karşısındaSovyetler Birliği’nin çıkarlarını göz önündebulundurmak yeterli değildir. Aynı zamanda bubölgedeki farklı devletlerin egemen sınıflarınınçıkarları da bu ilişkilerde önemli bir roloynamaktadır. Örneğin; Mısır ve Suriye’nin ortakbir Birleşik Arap Cumhuriyeti girişiminin uzunsüreli olmamasının sebebi Suriye’deki egemenlerinçıkarlarının Mısır’dakilerle uyuşamamış olmasıdır.Ya da benzer şekilde, “sosyalist” ve “anti-emperyalist” olduğunu iddia eden Baas Partisi,Suriye ve Irak’ta birbirleriyle karşıtlık içinde olan

farklı kollara bölünmüştür. Daha sonrasında, hemİran-Irak Savaşı’nda hem de Irak’ın Kuveytiişgalinde Irak ve Suriye devletleri karşıt taraflardayer almıştır.

İsrail devletinin kurulmasının ardından gelişenArap – İsrail çatışması, sadece ABD ve Sovyetlerarasındaki çatışmanın ihtiyaçlarına göreşekillenmemiş, aynı zamanda buradaki farklı Arapdevletlerinin kendi bölgesel çıkarlarını korumakadına birbirleriyle de çatışma içine girmelerinesebep olmuştur. Örneğin, Mısır, başta İsrailkarşısında yer aldıysa da, daha sonra İsrail ile barışgörüşmelerini başlatmış, hatta iki tarafın liderleriEnver Sedat ve Menahem Begin Nobel Barışödülünü almışlardır. Ya da Arap – İsrail çatışmasınındevam ettiği süreçte, İran ve Irak devletlerininçıkarlarının uyuşmaması bu iki ülke arasında savaşaneden olmuştur. Sovyetler Birliği’nin çöküşündensonra dahi bu çatışmanın devam ediyor olması, buçatışmanın kaynağında İsrail devletinin çıkarlarıyladiğer bölge devletlerinin çıkarlarınınuyuşamamasının yattığını göstermektedir. Ayrıcadünya üzerinde, farklı devletlerin birbirleriyleçatışmalarının kaynağında nasıl farklı ulus-devletsınırları içerisindeki sermayedarların çıkarlarınınçatışması yatıyorsa, Ortadoğu’daki devletlerinbirbirleriyle çatışmalarının kaynağında da aynıneden yatmatkadır. ABD ve AB’nin İsrail’le olanişbirliği de, hem emperyalist aktörlerin, hem deİsrail’in çıkarlarına uyduğu için varlığınıkorumaktadır.

Bu örneklerle anlatılmak istenen, devletlerinbirbirleriyle olan ilişkilerinde belirleyici olan buülkelerdeki semaye sınıfının baskın kesimlerininçıkarlarıdır, tüm politik, ideolojik, dini kılıflarsermayenin çıkarlarına uyacak bir şekle bürünmekzorundadır. Bu nedenle, bu ilişkileri anlamayaçalışırken öncelik sermaye sınıflarınıntaraflaşmalarını anlamaya verilmelidir. Bu, hemArap – İsrail çatışmasını doğru zemindealgılayabilmek, hem de Ortadoğu’dakitaraflaşmaları doğru değerlendirebilmek içinözellikle vurgulanmalıdır. Bu sayede Ortadoğu’dakiolayların anlaşılmasına engel olabilecek kimiönyargıların kırılması da kolaylaşacaktır.

2011 yılının Mart ayından bu yana devam edenrejim karşıtı gösterilerle daha gözle görünür halegelen Suriye’deki karışıklık, emperyalistlerin,Suriye içindeki egemen sınıfların muhalifkesimleriyle işbirliğini güçlendirmesiyle birliktesömürülen halkların çıkarlarına karşıt bir niteliğebürünmüştür. ABD, AB, Türkiye, İsrail, Körfezİşbirliği, Arap Birliği ülkeleri, İran, Rusya ve Çingibi dış odakların yanında, Suriye Ulusal Konseyi,Müslüman Kardeşler, Özgür Suriye Ordusu, Esadyanlısı güvenlik ve istihbarat güçleri gibi Suriye içiodaklar sömürülen Suriye halklarının rejimkarşıtlığının önüne geçerek kendi çıkarları üzerine

Ortadoğu ve Suriye üzerine

İsrail devletininkurulmasının ardından

gelişen Arap – İsrailçatışması, sadece ABD ve

Sovyetler arasındakiçatışmanın ihtiyaçlarınagöre şekillenmemiş, aynı

zamanda buradaki farklıArap devletlerinin kendi

bölgesel çıkarlarınıkorumak adına

birbirleriyle de çatışmaiçine girmelerine sebep

olmuştur.

Page 27: EG 137. sayı

2727

bir mücadeleye girmiş bulunmaktadır. Suriye’dedevam eden süreç boyunca, Özgür Suriye Ordusu ileişbirliği içinde olan Suriye Ulusal Konseyi, ülkedışında emperyalist odaklarla – özellikle ABD veAB ile – ilişkilerini güçlendirmiş ve Esad rejiminekarşı Müslüman Kardeşler ile de büyük ölçüde yanyana gelmektedir. Bunu, yakın zamanda “Suriye’ninDostları” adı altında biraraya gelerek degöstermişlerdir. Bu ittifakın diğer güçlü aktörleri deİsrail, Türkiye ve Körfez İşbirliği ülkeleridir.

Türkiye kısa vadede kendi topraklarındaki Kürthareketinin muhalefetini bastırmakta elinigüçlendirmek için Esad rejimiyle karşıtlık içindedir.Ayrıca uzun vadede de ABD ile ortaklık içindebölgede önemli bir güç olmak için sınırlarınızorlamakta, bir yandan İran’a karşı füze kalkanıprojesini hayata geçirirken bir yandan da İsrail ileikili ilişkilerinde daha baskın olmaya çalışmaktadır.

Yakın zamanda emperyalistler ve onlarınişbirlikçileri, Libya’da nasıl bir rol oynadılarsaSuriye’de de, bir yandan bu rolü oynamaya hazırbulunmakta; ama bir yandan da İran’la olançatışmanın yol açabileceği zararlara karşı dikkatliolmaktadırlar. Bu çerçevede, emperyalistler, hemRusya ve Çin’in Suriye’ye askeri müdahaleye karşıaldıkları tutumu hem de İran’ın Suriye’deki Esadrejimiyle ilişkilerini kesmeye doğru taktiksel biradım atmasıyla İran’a müdahalenin kendilerinibüyük bir çıkmaza sürükleyebileceğini göz önündebulundurmaktadırlar. Bütün bu çıkmaz durumuniçinde, Suriye’nin önemli ticari ortağı AB’nin deABD’yle birlikte Esad rejimine karşı ortaklaşmışolması, Esad rejiminin devam etme olasılığınıoldukça düşürüyor. Esad rejimine karşı dışardandestek sunan bu odaklar, Esad’ı devirmek içinsemümkün olduğunca Suriye içi odakları birleştirmeyeve onlarla ittifak kurmaya çalışıyor. Bunun içinse enolası güç Müslüman Kardeşler olarak gözüküyor;fakat doğrudan Müslüman Kardeşler ileortaklaşamayan emperyalistler, Suriye UlusalKonseyi aracılığıyla bir yandan bunun önünüaçmaya, bir yandan da Özgür Suriye Ordusu’na hemistihbarat, hem de silah desteği sunarak Esad’ınaskeri gücünü yıpratmaya çalışıyor.

Diğer tarafta, ABD ve onun işbirlikçilerininçıkarlarına karşı, İran, Çin ve Rusya da Suriye’yeaskeri müdahalenin önünde büyük bir engeloluşturmaya devam ediyor. Bunu en açık şekildeÇin ve Rusya, Birleşmiş Milletler GüvenlikKonseyi’nin almış olduğu kararları veto ederekgösterdiler. Çin ve Rusya’nın Esad rejimininarkasında durmasında yatan sebepler ise bu ikiülkenin Suriye’yle olan ekonomik ilişkilerindeyatıyor.

Çin ile Suriye arasındaki 2 milyar dolar

civarındaki ticaret hacmi – Çin’in, Suriye’nin en çokithalat yaptığı ülke olması – ve bunun yanında Arapolmayan ülkeler arasından Suriye’ye en çoksermaye ihraç eden ülkenin Çin olması, Çin’dekisermaye sahipleri açısından Suriye’nin ne kadarönemli olduğunu gösteriyor. Ayrıca, Çin ile Suriyearasındaki ekonomik ilişkilerin artması daSuriye’nin diğer önemli ticaret ortağı AB ile olanilişkilerinin son yıllarda azalmasına yol açmışdurumda. Suriye – Rusya ilişkileri de benzertemellerde şekillenmiş durumda.

Suriye’ye askeri müdahaleye karşı Rusya’nın ikisavaş gemisinin Tartus Limanı'nda demirlemişolması, ilk aşamada bu iki ülkenin arasındakiilişkilerin ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor.Bununla birlikte, Rusya ile Suriye arasındakiekonomik ilişkilerin en önemli parçası Rusya’nınSuriye’ye ihraç ettiği savunma sanayi ürünleri. SilahTransfer Veribankası’nın verilerine göre Suriye’dekisavunma sanayi ürünlerinin yüzde 65’i Rusya’danithal ediliyor. Ayrıca, Libya ile Kaddafi dönemindenkalan enerji anlaşmalarının, Libya’da başa gelenyönetim tarafından yenilenmemesi üzerine Rusya,Suriye’yle de benzer bir durumla karşılaşıp dahafazla zarar etmek istemediği için Suriye’yemüdahaleye karşı tavır almış durumda.

İran ve Suriye arasındaki ilişkilerde de Hamas veHizbullah üzerine ortaklaşmalar önemli bir roloynuyor. Bununla birlikte iki ülke 2011 yılıortasında 10 milyar dolarlık doğal gaz anlaşmasıimzaladılar. Daha sonra, 2011 yılı sonunda, İran veSuriye arasında Serbest Ticaret Anlaşmasıimzalandı. 2012 Şubat ayında da, elektrik alanındaiki ülke arasındaki işbirliğini pekiştirmek içingörüşmeler yapıldı. Bütün bu artan ekonomikilişkilerle birlikte, emperyalistlerin İran’a karşıuyguladıkları baskıcı politika, bu iki ülke arasındakibağları olası bir askeri müdahalede daha dagüçlendirecek potansiyele sahip. Ancak İran’ın içdinamiklerine bağlı olarak İran’daki muhalefet,Ahmedinejad’ın Suriye üzerindeki tutumunutaktiksel olarak değiştirmesi yönünde bir baskı dayaratabilir.

Sonuç olarak, Hamas ve Hizbullah’a karşı ElKaide’nin Suriye’de iç savaşı kışkırtmalarına, SuudiArabistan ve Katar’ın emperyalist müdahale içindestek vermelerine, Türkiye’nin bölgesel rolüne vebütün bunları destekleyen ABD ve Fransa’nınSuriye Ulusal Konseyi ve Müslüman Kardeşler ilekurduğu ortaklığa, Esad rejiminin sömürülenhalklara uyguladığı baskıcı politikaya karşı, ezilenhalkların kardeşliği şiarını yükseltmekkomünistlerin, ilerici ve devrimci öğrencileringörevidir.

D. Baran

Yakın zamanda

emperyalistler ve onlarınişbirlikçileri, Libya’da

nasıl bir rol oynadılarsaSuriye’de de, bir yandan

bu rolü oynamaya hazırbulunmakta; ama bir

yandan da İran’la olançatışmanın yol

açabileceği zararlarakarşı dikkatli

olmaktadırlar. Buçerçevede,

emperyalistler, hem

Rusya ve Çin’in Suriye’yeaskeri müdahaleye karşı

aldıkları tutumu hem deİran’ın Suriye’deki Esad

rejimiyle ilişkilerinikesmeye doğru taktiksel

bir adım atmasıyla İran’amüdahalenin kendilerini

büyük bir çıkmazasürükleyebileceğini göz

önündebulundurmaktadırlar.

Page 28: EG 137. sayı

28

Son iki sayımızda demokrasi vebağımsızlık konuları ile ilgili programsorunları üzerine konferanslar elealınmıştı. Bu sayımızda da programsorunları üzerine konferanslarınsonuncusu olan “Ulusal sorun vedevrim” ele alınacaktır. Düzenin Kürtsorunu karşısında dayattığıçözümsüzlük ve bu noktada Kürthareketinin içerisine düştüğü açmazlarıanlayabilmek adına da “Ulusal sorun vedevrim” başlığı ile gerçekleşenkonferansı değerlendirmek yararlıolacaktır.

Lenin'in tanımlamasıyla uluslarınkendi kaderini tayin hakkı siyasalbağımsızlık demektir. Yani ulusal sorunkendi yapısı ve sınırları içerisindedeğerlendirildiğinde demokratik birsorun olduğu görülmektedir. Bukapsamda ulusal sorun karşısında ulusalkurtuluş talebi ile yükselen her “ulusal

hareket”, toplumsal-iktisadi özü ve içeriği yönündenburjuva-demokratik bir hareket olacaktır. Türkiye'deulusal sorunun varlığı ise karşımıza güncel olarak“Kürt sorunu” olarak çıkmaktadır. Kürt sorunun saltulusal kurtuluş talebine sıkışan burjuva-demokratikbir sınıra hapsolduğunda kalıcı bir çözümeulaşamayacağı açıktır.

Bu kapsamda ulusal sorunun, Türkiye özelindeise Kürt sorunun ele alınış ve mücadeleye konuediliş biçimi ile ilgili olarak “demokrasi sorunu vedevrim” ve “bağımsızlık sorunu ve devrim”konferanslarında tartışılanlar genel bir çerçeveçizmektedir. Ancak daha net bir tanımlama yapmakaçısından Mart '89 tarihli Ekim'in “Kürt UlusalSorunu” başlıklı yazısından alıntı yapmak faydalıolacaktır:

“Biz Marksistler olarak, ulusal dargörüşlülüğe,ulusal sınırlılığa, ulusal istemlerin kendi başınaamaç görülmesine elbette karşıyız. Ulusal ilke veesasları değil, sınıfsal ilke ve esasları temel alırız.Haklı ve meşru da olsa ulusal istemleri kendi içindebir amaç olarak değil, proleteryanın sınıfçıkarlarına ve amaçlarına bağlı olarak ele alırız.Bir devletin sınırları içinde olunduğu sürece, hangimilliyetten olursa olsun tüm proleteryanın ortak sınıförgütlenmesini ve birleşik devrimci mücadeleyisavunuruz. Fakat şunu biliriz ki, bunun yolu birlikilkesi ve birliğin yararları üzerine soyut nutuklarçekmekle yetinmekten değil, ezilen ulustan işçilereve emekçilere güven vermekten geçer. Bu güven,başta kendi kaderini tayin hakkı, ayrı bir devletolarak varolma hakkı olmak üzere, ezilen ulusun tümmeşru ulusal haklarını içtenlikle ve kararlılıklasavunmakla, bunun gereklerini pratik faaliyetimizinayrılmaz bir parçası görüp hergün her an yerinegetirmekle gerçekleştirilebilir.”

Açıktır ki çağımızda ulusal sorunun kalıcıçözüme ulaşması ancak emperyalizm ve onunuzantısı olan alt sömürgeci devletlerinegemenliğinden kurtulması ile olanaklı olacaktır.

Bunu özünde ulusal sorunun köylü sorunu olmasısebebiyle köylülüğün kurtuluşu tamamlamaktadır.Kısacası Kürt sorunun kalıcı çözümü ancak Türksömürgeciliği ve bunun gerisindeki emperyalizm vesömürünün içteki dayanakları olan Kürt feodal-burjuva sınıfıyla hesaplaşmaktan geçmektedir. Buçerçeve de bize sorunun bir devrim sorunu olduğunave proleter devrim sorununun bir parçasınıoluşturduğuna işaret etmektedir.

Kürt halkının özgürlük ve eşitlik taleplerininancak bir devrim mücadelesi ile gerçekleşebileceğiaçıkken çözüm yolu olarak geçmişte “siyasalçözüm” günümüzde ise “demokratik özerklik” gibitaleplere sıkışmanın ancak bir çözümsüzlük getirdiğiortadadır. Komünistler, 1992'de Kürt hareketi adına“yol ayrımı” olarak tanımladıkları “siyasal çözüm”önerisini şöyle tanımlamışlardır:

“Emperyalist dünya sisteminin genel çerçevesiiçerisinde ve Türkiye'nin bugünkü mevcuttoplumsal-iktisadi ilişkileri içerisinde, bunlardaherhangi bir temel değişikliğe gitmeksizin, yalnızcasiyasal ve hukuksal çerçevede Kürtler lehine bazıyeni düzenlemelerin yapılmasıdır. Bunun bir takımanayasal güvencelere bağlanabilmesidir.”(Program sorunları üzerine konferanslar-Ulusal

Sorun ve Devrim / H. Fırat, S. 45)

“Siyasal çözümün” sorunun kalıcı çözümü ilealakası olmadığı gibi ortaya konduğu tarihtenbugüne kendi dar çerçevesinde dahi bir sonuç eldeedilemediği ortadadır. “Siyasal çözüm” mantığıgüncel olarak da karşımıza “demokratik özerklik”olarak çıkmaktadır ki bu da Kürt hareketininiçerisine düştüğü çıkmazı göstermektedir. Her nekadar bu politikada ısrar “bundan başka çözüm yoluyok” mantığı ile dayatılmaya çalışılsa da bupolitikanın Kürt hareketinin “siyasal çözüm” bakışaçısından günümüze sahip olduğu sınıf mantığı ileizlediği politika olduğu açıktır. Ne yazık ki bupolitika karşısında Türkiye sol hareketi ise Kürtsorunu karşısında geçmişten miras aldığı“kendiliğindencilik” bakış açısını aşamamakta,konjonktürel koşulların belirlediği tutum vedavranışlar içerisinde, tutarlı ve ilkesel bir tavır vepolitika belirleyememektedir. Geçmişte HEP çatışıaltında birleşme çabaları, bugün de karşımıza“Halkların Demokratik Kongresi” olarakçıkmaktadır.

Kürt halkının özgürlük ve eşitlik talepleriningerçek anlamıyla ancak sosyalizmdekarşılanabileceği açıkken Kürt sorununa bu bilinçaçıklığı ile yaklaşmak komünistlerin önünde birgörev olarak durmaktadır. Bu kapsamda, Kürthalkına yönelik imha ve inkar politikalarınıntırmandırıldığı şu günlerde “işçilerin birliği,halkların kardeşliği” şiarını yükselterek Kürt halkına“özgürlük, eşitlik, gönüllü birlik” için mücadeleyibüyütmek yakıcı bir ihtiyaç olarak durmaktadır.

Ulusal sorun ve çözümü ile ilgili daha kapsamlıbilgi ise Eksen Yayıncılık'tan çıkan “Programsorunları üzerine konferanslar-Ulusal Sorun veDevrim / H. Fırat” kitabının incelenmesi ile eldeedilebilir.

Ulusal sorun ve devrimB. Bahar

Bu kapsamda, Kürt

halkına yönelik imha veinkar politikalarının

tırmandırıldığı şugünlerde “işçilerin birliği,

halkların kardeşliği”şiarını yükselterek Kürthalkına “özgürlük, eşitlik,

gönüllü birlik” içinmücadeleyi büyütmek

yakıcı bir ihtiyaç olarakdurmaktadır.

Page 29: EG 137. sayı

29

Şerzan yoldaş, ben seni hiç görmemiş fakat seniyakın arkadaşlarından duymuş bir yoldaşınım.Faşistler seni polis işbirliğiyle öldüreli nerdeyse ikiyıl olacak. Bu bir yandan sana yazdığım yazınıngecikmiş olduğu gerçeğini açığa çıkartıyor. Biryandan da iki yıl da geçse sana karşı yazmanınanlamlı olduğunu, unutulmadığını ve üzerinesöylenecek şeylerin olduğunu gösteriyor.

Gözlerindeki ışığınla, davranışlarındakiefendiliğinle, okuma azminle, kavgada öne çıkankişiliğinle örnek bir arkadaştın. İşte arkadaşların seniböyle anlatıyor. Dostların seni güleryüzünle, enkazanılmaz denen adamı dostluğunla ve politiketkinle eyleme kazandırmanla hatırlıyor.Katledildiğin akşam gene cesaretli, kavgaya öndenkatılan kişiliğini göstermiştin. Kişiliğine elbette dahabir çok şey söylenebilir, söylenmelidir de. Fakat benne yazık ki ancak bu kadarını arkadaşlarındanduyabildim. Katledildiğin akşam cinayet şebekesipolis seni gözüne kestirmiş halde bekliyordu.Muğla’da ilerici ve devrimci öğrencilerin en çoknefret ettiği polis Gültekin Şahin, faşistlerle yaşanançatışmanın ardından seni hedef alarak kurşunlakatletti.

Ölümünden sonra Muğla’da olaylar günlercesürdü. Türkiye’de ve Kürdistan’da senin içineylemler yapıldı. Fakat asıl tezgah ölümününardından gerçekleşti. Faşist saldırdı, polis vurdu.Yapbozun bir parçası eksikti ama. Tabi o dagecikmedi; mahkemenin katledenleri koruması... Buyazıyı elbette ki kemikleri sızlatmak içinyazmıyorum. Bizim gibi düşünenlerden beklenemezzaten bu. Benim amacım insanların senin nasılkatledildiğini ve katilin nasıl koruduğunu bilmelerinisağlamak. Bir insan sadece Kürt diye, faşistlerinbaskısına boyun eğmedi diye öldürülüyor bu ülkede.İnsanlar bunu bilsin, gözlerini kapatmasın,kulaklarını sağır etmesin yaşananlara.

İlk duruşman Muğla’daydı. Fakat duruşma günüadliyeye gelenler duruşmanın bir gün önceyapıldığını ve davanın bundan sonra Eskişehir’degörüleceğini öğrendiler. Herkes anladı mahkemenindavayı unutturmak, hafızalardan silmek istediğini.Çünkü Eskişehir bu konuda ideal bir yerdi. Bundanönce de Uğur Kaymaz davası vardı bu şehirde.Fakat gene yanıldılar. Bugün her fırsatta UğurKaymaz’ı nasıl anıyorsak seni de unutamazdık,unutturmayacaktık. Öyle de oldu gerçekten. Zamanzaman zayıflıklarımıza rağmen eylemlere katılımgösterip, sesini duyurmaya çalıştık.

Seni öldürenler sen öldükten sonra daişbaşındaydılar. 4. duruşmada faşistler 3arkadaşımıza pusu attılar onlarca polisin yanında.Keskin nişancıları binaların etrafına koyup güvenlikalanlar, güvenliği kimin için aldığını da göstermişoldular. Eyleme katılan insanlara defalarasoruşturma açtılar. “Terör örgütü propagandasıyapmakla” suçlandı insanlar. Aptalcaydı yaptıklarıfakat suçlarını bastırmaktan başka çareleri yoktu.

Mahkeme senin duruşmalarını sürekli devlettarafından katledilen insanların ölüm yıldönümüne

denk getirdi. Örneğin 19 Ocak, 16Mart, 6 Mayıs, 1 Temmuz (2Temmuz Cumartesi diye duruşmabir gün önceye alındı)... Elbette kibu bir rastlantı değildi. Birdüşüncenin dışa vurumuydu.Devlet o güne duruşma koyarak“bu davalardan da bir sonuççıkmadı nasılsa. Bundan da devletitehdit edecek bir sonuççıkmayacak” mesajını vermeyeçalıştı. Öfkemiz bir kat daha arttı ogünlerde. Biz Hrant’ı, Denizler'i,Beyazıt’ta, Halepçe’de ve Sivas’taölenleri senle birlikte andık.Biliyorduk ki geçmişte bukatliamları yapanlar bugün de seniöldürmüşlerdi. Nasıl bu katliamlarıunutmadıysak, seni de unutmadık.Nasıl bu insanlar devlete boyuneğmedilerse, sen de boyun eğmedin, biz deeğmeyecektik.

Mahkeme ilerledikçe ve katilcezalandırılmadıkça Gültekin Şahin de cesaretlendi.Avukatı “çoluğu çocuğu sevinecek”, “çocuklarıhasta eli kolu bağlı” gibi sözlerle mahkemeyietkilemeye başladı. Acaba bu avukat bilmiyor mu 12duruşmadır binlerce kilometre uzaktan, Batman’dangelen Şerzan’ın anne babası ne acı çekiyor? Hergece uykularında Şerzan’ı gördüklerini ve sabahındasoluğu mezarlıkta aldıklarını söylüyor Ömer Amcave Necla Teyze. Bu acının yanında bu katilin“acısının” lafı edilebilir mi? Bir de avukat şundandem vuruyor; “müvekkilim uzun tutuklusürelerinden mağdur durumda.” Peki bugünhapishanelerde mahkemeye çıkarılmadan aylarcatutuklu kalan binlerce insan yok mu?

12. duruşma geçti. Mahkemenin tek derditoplumsal muhalefetin bu dava üzerinde yaptığıbaskı azalır azalmaz en az cezayla katilimükafatlandırmak. Bu ülkede adaletin mümkünolamayacağını bir kez daha gözlerimizle gördük.Hrant’ı katledenleri örgüt kapsamına almayanlarseni KCK üyesi gibi göstermeye çalışarak “bak buterör örgütü üyesiydi, o yüzden ölümü hak etmişti”demeye getiriyorlar. Bir an düşünelim; Şerzan KCKüyesi olsaydı ölümü hak etmiş mi olacaktı?“Katledenler, insanlığınızdan utanın!” diyeceğimama anlamayacağınızı ve sizde insanlığınolmadığını bildiğimden dilim varmıyor. Artık bizimdavayı takip etmemizin amacı devletin kirli yüzünügöstermekten ve hesabını sorma kararlılığımızdanbaşka bir şey değildir.

Şerzan, polise geniş yetkiler tanıyan PVSK’nınardından ölen yüzlerce gençten biriydi. Başkabirileri Şerzan gibi ölmesin diye hepimiz bu davayıtakip etmeliyiz. Katletmenin o kadar kolayolmadığını göstermeliyiz.

Anadolu Üniversitesi’ndenbir Ekim Gençliği okuru

Şerzan'a gecikmiş bir mektup...

Şerzan, polise genişyetkiler tanıyan PVSK’nın

ardından ölen yüzlercegençten biriydi. Başka

birileri Şerzan gibiölmesin diye hepimiz bu

davayı takip etmeliyiz.Katletmenin o kadar

kolay olmadığınıgöstermeliyiz.

Page 30: EG 137. sayı

Türkiye’de devlet, yıllardır neoliberal politikalarla, sağlığı bir sektöredönüştürüp bunu genişletmenin çabası içinde. Sağlık pazarını büyütürkende bunu insanlara kabul ettirmenin türlü yollarını uygulamaya girişiyor.Kapitalist devletlerin genel karakteristiğidir. Önce insanları bir konudabıktıracak koşulları yaratır, sonra da kendi yapacaklarını insanlarınistemesini sağlar. Tüm bu oyunların, hilelerin içinde büyük topluluklar yakafa karışıklığından kaynaklı bir şey yapamaz ya da aslında mecburbırakıldıkları şeyi istediklerini zannederler. Bu açıdan baktığımızdasağlıkta yaşanan değişimlerin nasıl adım adım hayata geçirildiğini dahanet görebiliriz.

Bakanlar Kurulu kararı ile geçtiğimiz günlerde özel hastanelerinvatandaşlardan alacağı katkı payı yüzde 90′a çıkarıldı. Böylesi bir adımaçok şaşıracak değiliz. Zaten uzun zamandır düşünülen kurgunun birparçası bu. 1980 sonrasında özel hastaneler hızla artırılmış, merkezi yer-lere bu şekilde birçok hastane açılmıştı.

1987 yılında yürürlüğe giren 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri TemelKanunu’nun ilgili maddesi “Milli Savunma Bakanlığı” hariç kamu kurumve kuruluşlarına ait tüm sağlık kuruluşlarının kamu tüzel kişiliğine haizsağlık işletmelerine dönüştürülmesine imkan tanımıştır. Bununlahastanelerin işletmecilik anlayışı ile hizmet veren kendi gelirleri ile gider-lerini karşılayabilen ve kendi personelini ihtiyaçları doğrultusundaplanlayan ve niteliklerine göre istihdam edebilen, idarî ve malî yöndenözerk, piyasa koşullarında rekabet edebilen kurumlar haline getirilmesiamaçlanmıştır. *

Aynı yıllar içinde devlet hastanelerinin gelişimine bakarsak giderekkötüleşen koşulları görürüz. Sıra bekleyen hastaların kapılardan taşacak

derecede yığılması, her türlü bürokratik işlemle insanlarınoradan oraya gönderilmesi, yanlış teşhis ve tedavi sonucubirçok kişinin canından olması… Özel hastane sayısının

artışına paralel olarak devlet hastanelerindeki memnuniyetsizlik deartırıldı. Birden bire bunların reklamını yapan haberler de üzerine eklen-ince toplum sanki devlet hastanelerinin yerine özeli istiyormuş duygusuyaratıldı ve bu duygu her yerde ortaklaştırıldı. SGK’nın da özelhastaneleri özendirmesi ve desteklemesiyle beraber sağlık kurumlarınınticarethaneye dönüşmesi insanların gözünde daha da normalleşti. İktidarayerleşen AKP hükümetinin, Dünya Bankası eliyle, uygulamaya soktuğu‘Sağlıkta Dönüşüm’ projesi bunun son aşaması oldu.

Projenin önemli bir ayağını özel hastanelerinkurulması, sağlık yatırımlarının özel sektör eliyle gerçekleştirilmesi, hattabu hizmet arzının “dışa açılması” oluşturmuştur. 1990’larda başlamaklabirlikte, daha çok 2003 sonrasında, AKP iktidarıyla özel sağlık yatırım-larının hızlandığı görülmektedir.**

Dinci-gerici AKP toplumda tüm bu olup bitenleri meşru göstermekadına birkaç düzenleme yapmayı da ihmal etmemiştir. İktidarda olduğusüre içinde mantar gibi çoğalan özel hastaneleri bir yandan daha fazlateşvik ederken diğer yandan da insanların bu hastanelere gitmelerini birsüre için kolaylaştırmıştır. Çıkarılan kanunlarla, yönetmeliklerle sigortalıkişilere daha düşük fiyatlarla özel hastanelerden yararlanma imkanıtanımıştır. Ama bu, halk arasındaki deyimiyle kaşıkla verip kepçeyle gerialma tarzında bir aldatmacadır. Eskisine nazaran daha fazla insanın özelhastaneye gitmesi sağlandıktan sonra da (bir nevi buna alıştırıldıktansonra) fiyatlar yeniden düzenlenmiştir. Bu kapitalist düzenin rekabet sis-teminin tipik bir reklam promosyonuna benzemektedir. Piyasada böyleoluyor: Sektöre yeni atılacak bir kurum önce düşük fiyatlar verip insanlarıalıştırır, pazardaki yerini aldıktan sonra da fiyatları yükseltir. AKP iktidarıişte bu şekilde çalışmalarını sürdürmektedir.

Özel hastanelerin katkı paylarındaki artışın böyle bir yönü olduğugibi, bir de SGK’nın emekçilere kestiği fatura şeklinde görülmesi gerekir.SGK, özel hastanelere ödemesi gereken parayı hastalardan alınan farkücretine zam yaparak karşılamaktadır. Özet olarak devlet ve özel hastanearasında kalan insanlar her ikisi tarafından da soyulmaktadır. Sağlık içinyapılan harcamalara hem vergi ödeyen hem de aylık sigorta primi yatıranemekçiler bir de gittikleri hastaneye göre ceplerinden para ödemeye zor-lanmaktadırlar.

Özel ve devlet hastaneleri arasındaki bu ayrımın giderek ortadankalkacağı görülüyor. Bugün için zaten devlet hastanesine de 8 liramuayene ücreti ödeniyor. Bu fiyatların daha da artacağı düşünülürseilerleyen süreçte devlet hastanelerinin yerini de tamamen özelhastanelerin alacağını öngörmek zor değil. Bunlar da bugün olduğu gibikendi aralarında A sınıf, B sınıf, C sınıf… hastane olarak ayrılacaklar.Böyle bir durum ise insan sağlığının giderek daha değersizleşmesi vesağlığın yalnızca parası olanların yararlanabileceği bir metaya dönüşmesianlamına gelir.

Sonuç olarak kapitalizmin giderek vahşileştiği bu toplumda artansömürüyü her geçen gün daha yakıcı hissediyoruz. Yapılması gereken isebuna adapte olup ‘bir şekilde’ yaşamaya çalışmak değil, tam tersihaklarımızı ve geleceğimizi kendi ellerimizle şekillendirmeye çalışmaktır.Görüldüğü gibi mesele kamu hizmeti olarak sağlık hakkından faydalan-maktan çoktan çıkarılmıştır. Dolayısıyla bugünden başlayarak parasızsağlık hakkını almaya dönük, bilinçli bir alternatif yaratmak gerekmekte-dir.

* www.ito.org.tr/Dokuman/Sektor/1-71.pdf** www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=36647

Eskişehir’den bir Ekim Gençliği okuru

Özel hastanelerde alınan katkı payı %90’a çıkarıldı…

Sağlık sektörüve ‘özel’leştirme

30

Page 31: EG 137. sayı

İşçi kanı dökenlerin eli bir türlü kurumuyor. Afşin’de göçük altındakalan işçilerden, Kemalpaşa, Ostim, Davutpaşa ve geçtiğimiz ayAdana’da 10 işçinin kanı kurumamışken yeni bir işçi katliamı haberi dahageldi.

Esenyurt’ta inşaat işçilerinin kaldığı çadırda çıkan yangın sonucu 11işçi hayatını kaybetti. Kötü çalışma koşullarının yanı sıra kötü barınmakoşullarının da hüküm sürdüğü bu işyerinde işçiler adeta ölümeterkedildi. İşçilerin kaldığı çadırlarda ısınmak için tavana ufo konulması,elektrik kablolarının soyulmuş ve yerlerde bulunuyor olması, iki yerinetek tahliye kapısının olması ve işçilerin üşümemek için her taraflarınıkıyafetlerle ve battaniyelerle kapatması hem işçilerin ölümüne yol açtıhem de onların hangi yaşam koşulları altında olduğunu gösterdi.Vicdanların sızladığı bu yangından sonra açıklanan belgeler ve katilfirmanın kim olduğunun açığa çıkması hem devlete hem de patronlaraöfkeyi arttırdı. Zenginliklerin oluşumunda işçi kanı dökülmesinin etkeniortaya çıktı.

“Hayat veren Marmara Park” ve Kayı İnşaat

220 milyon Euro’luk projesiyle hayata geçen Marmara Park’ta işçilergünde 40 liraya çalışıyor. Reklam panolarına “Marmara Park hayatveriyor” diye yazanlar işçilerin ölümüne sebep olurken, işçilere üç kuruşbile fazla ücret vermeyi tercih etmemişler. Üyesi olduğu TÜSİAD’a heryıl 24 bin lira “prestij aidatı” ödeyen Müteahhit Kayı İnşaat, bünyesindeçalışan işçilere aylık kirası 35 lira olan şantiye konteynerlerini çok gördü.Kayı İnşaat’ın suç dosyasının bunlarla sınırlı olmadığı da görülüyor. Aynıfirmanın, Erzurum’un Tortum ilçesinde 3 Hidroelektrik Santral (HES)İnşaatı’nın yapımını da üstlendiği ortaya çıktı.

Alman firmasının Türkiye ayağını işleten ECE Türkiye’nin suçları isebitmiyor. Kayı İnşaat'ın yıllık 1 milyar 100 milyon dolarlık cirosunarağmen 10 bin liralık vergi ödediği ortaya çıkınca 30 bin lira cezakesiliyor. 2000 yılından beri Türkiye’de faaliyet yürüten ECE (Türkiye)şirketi on yılda İstanbul’da Metrocity, Beylikdüzü Migros, CarrefourSa,MaltepePark, Ankara’da Ankamall, Antalya Migros, Eskişehir’de EsparkAlışveriş Merkezi’ne “yatırım yaparak” büyük karlar elde etti. 2009yılında EGSİAD aracılığıyla Tayyip Erdoğan’ın elinden “yılın yabancıyatırımcısı” ödülünü aldı.

AKP ile yakın temas içinde olan bu işyerinde daha önce de işçikazaları meydana gelmiş, oluşan yaralamalar hasıraltı edilmişti. Buutanmaz inşaat yetkilileri bu sefer de aynı şeyi farklı bir yoldan denemeyeçalıştılar. Kazadan sonra, yangında can veren işçilerden bir kısmınınsigortasını yaptırmaya çalışan alçakların düzenbazlığı ortaya çıktı. Devletde sigortasız işçi çalıştıranlara yardım etmede bir sakınca görmedi. Ölenişçileri gecenin bir yarısı patronla el ele vererek sigortalı yaptılar. Devletise bu işteki parmağıyla işçi katliamının patron lehine olan yükünüazaltmaya çabalarken suç üstü yakalandı.

Buna rağmen durumu kendi cephesinden düzeltmeye çabalayan AKPyetkilileri önce taşeron firmadan 6 kişiyi tutuklatarak sorumlularınyargılanacağı mesajını vermeye çalıştı. Oysa gerçek sorumlu olan firmaKayı İnşaat’tan bir kişi bile tutuklanmadığı gibi adları dahi geçmedi.Ülkemizde büyük kambura dönüşen taşeron çalışma sistemi, gerçeksuçlular yerine birtakım göstermelik suçlular yaratıyor. Onlar da bir süresonra “biz taşeron firmaydık” deyip işin içinden çıkmaya çalışıyor. Kayıİnşaat olayın ardından yaptığı açıklamada kendilerinin bir sorunuolmadığını, yaşanan olayın taşeronu ilgilendirdiğini yazdı. Sorumluluğuüstünden attı. Oysa taşeron firmadan önce ana firma olan Kayı İnşaat vetaşeronluğa izin veren, onu denetlemeyen bütün sistem sorumludur buolaydan.

İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin raporuna göre inşaatsektöründe her iş günü yaklaşık 25, her iş saati 3, her 20 dakikada 1 işkazası gerçekleşiyor. Her iş günü 1.2 kişi iş göremez duruma düşerken, 1kişi ölüyor. En çok iş cinayeti işlenen sektör durumunda bu sektör. Vesistemin önde gelen isimleri utanmadan Türkiye’nin kalkınmasını busektöre bağlayarak ona minnetlerini sunuyorlar.

Esenyurt Belediyesi Başkanı'nın “vakitleri yetmiş” açıklaması ise buduruma tuz biber oluyor. Bu utanmaz insan hangi hakla, denetimiyapılsaydı önüne geçilebilecek bu olayda ölen işçilere “vakitleri yetmiş”diyebiliyor. Paranın rengi sizlerin gözünüzü kör etmiş olabilir amabizlerin değil! Sizin gibilerden bir gün mutlaka hesap soracağız!

Kader değil işçi cinayeti

Düzenbaz takımı, işçi cinayetlerini, oluk oluk işçi kanı dökülmesini“kader” diye meşrulaştırmaya çalışıyor. İşyeri güvenliği denetimiyapmayanlar, denetimi ve güvenliği maliyet olarak görenler kaderdiyerek kendi sorumluluğunu üzerinden atma peşindeler. Bu ülkedesadece taşeronluk yasaklansa iş cinayetlerinin birçoğu olmayacaktır. Yanisorun tek başına yasaların çıkıp çıkmaması değildir. Zaten çıkan yasalaruygulanmıyor. Patronların kar hırsı güvenliği almanın önüne geçerkendevlet de gerekli denetimi göstermekten kaçarak patronlara yol açıyor.Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in “50 kişinin üstündeişçi çalıştıran işyeri 28 bin. 50’nin altında kalan 1 milyon 426 binişyerinde ise istediğimiz ölçüde denetim yapılamıyor” açıklaması ise yeniölümlerin olabileceğini gösteriyor. Dolayısıyla “nerde ihmal varsadeğerlendireceğiz” sözü ise laf değeri taşımaktan öteye gitmiyor.

“Sömürü ve baskıda sınır tanımayan sermaye ve sermayehükümetinin tutumu daha çok işçi katliamı yaşanmasına neden oluyor.İşçi kanı sudan ucuz hale geldi! Bir patronun tırnağına taş değse,sermayenin önüne çakıl taşı düşse, ayağa kalkan, ‘Türkiye’ ningelişmesini istemeyenler’ diyerek hak ve hukuktan bahsedenleri hedefekoyan Başbakan bu olayda timsah gözyaşı dökmekten öteye gidemedi.İki yüzlülüğü kendisine iş edinmiş sermaye temsilcisi 'milyonlarca lirakar edenlerin, alınteriyle geçinen işçilerin hayatlarını ucuzgöremeyeceğini, ve buna izin vermeyeceğini' söylüyor utanmadan.Kendisi 2009 yılında katil firma Kayı İnşaat’a “yılın en iyi yabancıyatırımcısı” ödülünü elden vermiştir. Yine aynı toplantıda “iş dünyasınınprangalarını çözmeye hazırız” ifadesini kullanmıştır. Katliamdaki payı bukadar açığa çıkmış bir insan hangi utanmazlıkla bunları konuşabiliyor?AKP’nin iktidarda olduğu 10 sene boyunca 10.297 işçi katledilmişti. Hersene ortalama bin kişinin öldüğü bir ülkede iş güvenliğinde basit birkaçtedbir alınsa ya da bir iki işverene “akıllı olun” dense ne olur? Tuzla'dabirkaç tedbir alındı, işçi ölümleri durdu mu sanki? Tam 128 işçi öldü vehalen de ölmeye devam ediyor. Tüm katliamlara rağmen kaç işyerikapatıldı ya da kaç patron tutuklandı? AKP ise katliamlardakisorumluluğun önemli bir parçasını elinde tutuyor patronları koruyarak.Bunun bedelini ise ödeyeceklerdir. Utanmazca kan parası ödemeyeçalışanlar, işçi kanı dökmenin o kadar kolay olmayacağını ve o kandaboğulabileceklerini gözardı etmesinler.

Türkiye iş cinayetlerinde Avrupa’da birinci, dünyada ikinci konumdave her 8 saatte bir işçi ölümü yaşanıyor. Şubat ayında tam 42 işçi öldü. Veen çok ölüm de inşaat sektöründe yaşanıyor. “Türkiye'yi kaldıran güçlüsektör” diye nitelendirilen bu sektörün harcı işçi kanıyla karılıyor.

İşçi kanı dökmenin sudan ucuz olduğu bir ülkede ne yazık ki yeniölümler yaşanmaya devam edecektir. Ne zaman biz ayağa kalkıp “Artıkyeter! Bu kadar rahat olamazsınız defolun başımızdan!”dersek o zaman bir daha işçi kanı dökemeyeceklerdir.

Döktüğünüz kanda

boğulacaksınız!

31

Page 32: EG 137. sayı

“Ben gönüllü bir ÖlümOrucu direnişçisiyim.

Bizim Ölüm Orucu'na'örgüt baskısıyla'

girdiğimiz söyleniyor. Buçok çirkin/ çaresiz bir

yalandır. Bizler siyasikimlikleri, gelecek

idealleri olan ve buidealler doğrultusunda

yaşayan insanlarız.Devletin bizleri teslim

alma/imha etmeye dönükplanlarına karşı en önde

durmak, ölümünedirenişin ilk gönüllüleriolmak bir onurdur bizim

için. Hiç kuşkuduymuyorum ki tüm

arkadaşlarımız ilkgönüllüler içinde olmayı

istemektedir.”

Hatice Yürekli yoldaş (partideki adıyla Ezgi,parti kuruluş kongresindeki adıyla Hazal) şanlıÖlüm Orucu direnişinin 182. günündeölümsüzleşmiş örnek bir kadın devrimcidir.Sermaye devletinin F tipi saldırısı karşısında“Ölürüz de hücrelere girmeyiz” diyerektereddütsüzce bedenini ölüme yatıran, “Sadecekendimiz için değil, yaşamı köleleştirilmişmilyonlarca işçi ve emekçinin haklı davasınısavunmak için direniyoruz” diyerek ne yaptığınınbilincinde olan bir komünisttir. Devletin devrimcitutsaklara yönelik gerçekleştirdiği teslim alma,kimliksizleştirme operasyonu karşısında 20 Ekim2000 tarihinde başlatılan Ölüm Orucu direnişinin1. ekibinde yer alan ve direniş boyunca yüreğidışarıyla-kavgayla birlikte atan Hatice Yürekli, 22Nisan 2001 tarihinde ölümsüzler kervanınakatılmıştır.

1968 yılında Tokat’ın Almus ilçesinde doğanHatice Yürekli, ilk ve orta öğrenimini İzmir’detamamladı ve devrimci mücadelenin saflarına dabu şehirde katıldı. 90’ların başında katıldığıEKİM’in saflarında örgütlü mücadeleyi kesintisizolarak sürdürdü. Sonraki yıllarda örgüt üyesionuruyla İstanbul’da çalışma yürüttü. Bu kentteillegal sürdürdüğü örgütlü yaşamı boyunca birçokkez gözaltına alındı, işkence gördü. Hepsinden dealnının akıyla çıkan Hatice yoldaş 95’te Habip Gülile birlikte kaldığı evden bir operasyonla gözaltınaalındı. Burada da tam bir direniş sergileyen HaticeYürekli dışarı çıktığında bir kez daha kavganın tamortasındaydı. İstanbul Avrupa Yakası'nda yürütülentekstil çalışmasının sorumluluğunu üstlendi. Bizzatfabrikalarda çalışarak ördüğü işçi çalışmasınıİstanbul İl Komitesi üyesi olarak sürdürdü. Ancakbu sırada Güney çalışmasının ihtiyaçlarıneticesinde bu bölgeye giderek Adana, Antakya ve

İskenderun çalışmasının toparlanmasındasorumluluk üstlendi. Bu yıllarda yürüttüğü sınıfçalışmasıyla partinin bugünkü birikimine katkısağlayan yoldaş, o yıllarda genç bir işçi olanAlaattin yoldaşın örgütlenmesine ve eğitimineemek verdi. Parti kuruluş kongresine de bubölgeden delege olarak katılan ve partinin kurucuüyesi olan Hatice yoldaş, kongreden sonra Ankaraİl Komitesi'nde görevlendirildi.

Ancak kuruluş kongresinin ardındangerçekleştirilen kapsamlı operasyonda gözaltınaalındı ve tutuklandı. Tam bir direniş sergileyenHatice Yürekli, daha ilk duruşmasında siyasisavunma yaparak düzeni ve onun mahkemeleriniyargıladı ve mahkeme kürsüsünde komünist/partilikimliğini savundu. 26 Eylül 1999’da sermayedevletinin tutsakları teslim almak içingerçekleştirdiği kanlı-faşist katliamda, Ulucanlarkatliamında, en ön saflarda dövüştü. Bu katliamda2 yoldaşını ve 8 siper yoldaşını şehit veren Haticeyoldaş yaralı halde atıldığı Ulucanlar hücrelerindeaçlık grevine başladı. Katliamın ardından devrimcitutsaklara açılan davalarda “26 Eylül tarihe birfaşist katliam günü olarak geçecek!” başlığıylayaptığı siyasi savunmada katliamın iç yüzünügözler önüne serdi.

20 Ekim’de başladığı ölüm orucu direnişiboyunca da her defasında devletin katliamcıyüzünü teşhir eden ve ölüm orucu direnişçisiolmanın onurunu taşıyan Hatice yoldaş, Ulucanlardavasında yaptığı savunmayı şu sözlerlebitiriyordu: “Ben gönüllü bir Ölüm Orucudirenişçisiyim. Bizim Ölüm Orucu'na 'örgütbaskısıyla' girdiğimiz söyleniyor. Bu çok çirkin/çaresiz bir yalandır. Bizler siyasi kimlikleri,gelecek idealleri olan ve bu idealler doğrultusundayaşayan insanlarız. Devletin bizleri teslimalma/imha etmeye dönük planlarına karşı en öndedurmak, ölümüne direnişin ilk gönüllüleri olmakbir onurdur bizim için. Hiç kuşku duymuyorum kitüm arkadaşlarımız ilk gönüllüler içinde olmayıistemektedir.”

Bunlar tüm bir yaşamını devrim ve sosyalizmdavasına adamış ve bu uğurda ölümü tereddütsüzcegöğüsleyen bir devrimcinin yüreğinden dökülençok doğal cümlelerdir. Çünkü Habip ve Ümit’leaynı barikatta dövüşmüştür Hatice. Şehityoldaşlarından devraldığı bayrağı taşımaktadır.İnanç vardır bu cümlelerde. Kızıl Bayrak’ıbıraktığı yerden taşıyacakların olduğunu bilmeningüveni vardır. Nitekim öyle de olmuştur.Antakya’da tanıştığı genç işçi taşımıştır o bayrağı.Nice yiğitler taşımaktadır. Bizler taşıyoruz bugün obayrağı. Okulda, fabrikada bizim ellerimizdedalgalanıyor. Habip’in, Ümit’in, Hatice’nin,Hüseyin’in, Alaattin’in anısına layık olmak için,sermayenin burçlarına dikmek için;

Kızıl Bayrak yukarı daha yukarı!

Yüreğimizdeki ateş...

Hatice Yürekli yoldaş!

32

Page 33: EG 137. sayı

"O sahneyi çok iyisomutladım. Bir mitinge

gider gibi gideceğimidama. Asılma günü gelip

çattığında o sevdiğimgiysilerimi giyeceğim.

Postallarımı, parkamı...Beyaz ölüm gömleğini

giydirmek isteyecekler.Giymeyeceğim. Traş

falan da olmayacağım.

Önce gidip orada, oturupbir sigara yakacağım.

Sonra demli bir çayiçeceğim. Rodrigo’nun o

ünlü konçertosunudinlemek isterim orada.

Sanırım asılacak birinsanın son isteğini geri

çevirmezler. Sonraurganı kendim

geçireceğim boynuma.Ve dönüp, orada

asılmamı seyredenlere,burada ölen yalnızca

bedenim diyeceğim. Amadüşüncemi

öldüremeyeceksiniz,

düşüncem yaşayacak"

33

“Gece ışıklar arasında koşmaktır devrimateş böceklerini

yakalamak isteyen çocuklarınpeşine takılır gün gelir

yanıp sönen mavi ışıklarıpolis arabalarının”*

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnansermaye devleti tarafından katledileli tam 40 yıloldu. 6 Mayıs 1972 şafağını sarsan bir haykırıştıonlarınki. Onlar idam sehpalarında devrime olanbağlılığın ve kararlılığın simgeleri ve başeğmeyenbir neslin ilk temsilcileri oldular. İdamlarından 40yıl sonra bile yapılan karalama kampanyalarınarağmen, Türkiye halkları içerisinde saygınlıklarınıkorumayı başaran bu devrimci önderlerinmücadelesi, bugün komünist gençliğin ellerinde,daha yukarıya taşınıyor.

‘68 gençliğinin reformizmden kopuşu

‘68 devrimci gençliği ve Denizler’in mirasınınbu denli önemli olmasının bir sebebi de, onlarınTürkiye sol hareketi tarihinde ileri bir atılımdabulunmuş olmalarıdır. Çünkü ‘68 gençlik hareketi,60’lı yılların TİP parlamentarizmiyle de birhesaplaşmadır özünde. Gençliğin militaneylemlerinin önüne geçen ve gençliği reformizminbataklığına sürüklemeye çalışan TİP yönetimininsınırlarının dışına taşan ve kendi meşru alanınıyaratan bir süreçtir '68.

“68 devrimci gençlik hareketi, tüm ideolojikzayıflıklarına karşılık gençlik hareketi tarihindeyeri doldurulamaz bir kesiti ifade etmektedir.Devrimci bir önderlik boşluğuna rağmen gençlik,el yordamıyla zayıf omuzlarının kaldırılamayacağıkadar ağır bir yükün altına girme iradesinigöstermiş ve tüm toplumu derinden sarsmıştır.‘68’de söz konusu olan köylü hareketlerine katılan,işçi grevlerine destek olan bir gençliktir. Filistinkamplarında eğitim görmüş ve savaşmayagöndermiş bir gençlik hareketidir 68 gençlikhareketi. Ülkede doğru dürüst çeviri bulunmazken,bilime, ideolojiye aç olan kuşaktır 68 kuşağı. Ardıarkası kesilmez bir araştırma ve sorgulamasürecidir ‘68.” **

Gençlik hareketi, bu yıllarda kendi yolunuaçmaya çalışmış ve kendisine bir yol çizmiştir. Buyol Denizler şahsında, THKO olarak cisimleşmişve Türkiye siyasi tarihinde ilk silahlı örgüt böylecekurulmuştur. İlerleyen süreçte faşist sermayedevletinin baskıları da gittikçe artmaya başlamıştır.Denizler’i faşist sermaye devleti gözünde tehlikelihale getiren süreç ise gençlik hareketinin sınıfhareketiyle birleşmeye başladığı dönemdir. 15–16Haziran direnişi, haşhaş mitingleri gibi süreçlerdegençlik hareketi sınıfla bütünleşerek daha militanbir hatta geçmiş ve artık faşist sermaye devletigözünde tehlikeli bir yere gelmiştir. Bu yüzdenTHKO kadrolarından Sinan, Kadir ve AlparslanNurhak dağlarında eylem hazırlığındaykenkatledilmiş; Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan veHüseyin İnan ise yakalanarak cezaevine

gönderilmiş ve kısa zamanda da sermaye devletininönceden planladığı gibi idam edilmişlerdir.

Bir ölür bin doğarız!

6 Mayıs 1972’de üç gençlikönderini idam ederek,birçoklarını da farklı tarih veyerlerde katlederek devrimcihareketi yok edebileceğinidüşünen faşist sermayedevleti bunu başaramamış,tam tersine “Bir ölür, bindoğarız!” şiarı somuttadoğrulanmıştır. Üç fidanınzalimin elinde toprağa karıştırılıp binlercesinedönüştüğü tarihtir 6 Mayıs. Ataol Behramoğlu’nunbu dizeleri onlar için yazılmıştır sanki: "Ve cellâtuyandı yatağında bir gece. Tanrım dedi bu ne zorbilmece. Öldükçe çoğalıyor adamlar. Bentükenmekteyim öldürdükçe."

Bugün Denizler Türkiye halklarınınmücadelesinde hala daha bayraklaşmaktadırlar.Türkiye sol hareketi tarihine devrime bağlılık,inanç ve kararlılıkla dolu bir miras bırakarak,“Denizler!” olmuşlardır.

Anıları mücadelemizde yaşayacak

Parlamentarist, reformist hattan kopmayıbaşaran Denizler üzerine yapılabilecek birtakımteorik eleştiriler de vardır elbette. Ama şurasıkesindir ki Denizler’in mücadelesinin bugünkütemsilcileri, bizzat Denizler’in ayrışarak koptuğureformizmi mahkûm edenlerdir, Denizler’in uğrunaölüme gittikleri mücadeleyi, onların eleştirileriüzerinden de daha da büyüterek ilerletenlerdir;onları bir “yakınlık kurma” nesnesi olarak gösterenve Denizler’in mahkûm ettiği reformist pratiklerisürdürenler değil. Denizler’in bıraktığı devrimcimiras genç komünistlerin elinde devrim vesosyalizm mücadelesi ile bütünleşmiştir.

"O sahneyi çok iyi somutladım. Bir mitingegider gibi gideceğim idama. Asılma günü gelipçattığında o sevdiğim giysilerimi giyeceğim.Postallarımı, parkamı... Beyaz ölüm gömleğinigiydirmek isteyecekler. Giymeyeceğim. Traş falanda olmayacağım. Önce gidip orada, oturup birsigara yakacağım. Sonra demli bir çay içeceğim.Rodrigo’nun o ünlü konçertosunu dinlemek isterimorada. Sanırım asılacak bir insanın son isteğinigeri çevirmezler. Sonra urganı kendim geçireceğimboynuma. Ve dönüp, orada asılmamı seyredenlere,burada ölen yalnızca bedenim diyeceğim. Amadüşüncemi öldüremeyeceksiniz, düşüncemyaşayacak" diyerek yürümeye başlamıştı Deniz...

Anıları mücadelemizde yaşayacak.*Sunay Akın.**Türkiye’de Devrimci Gençlik Hareketinin

Doğuşu.

İ. Kızıl

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan...

Başeğmeyen bir neslin temsilcileri

Page 34: EG 137. sayı

“Bütün iyi yurttaşlar ayağa!Barikatlara koşun! Düşman şehrin duvarlarındadır!Cumhuriyet için, Komün için,Hürriyet için ileri! Silah başına!”Milli Selamet Komitesi / 22 Mayıs 1871

İşçi, memur ve küçük esnaftan oluşan Paris halkı özgürlük için,komün için mücadele ederek tarih sayfalarına silinmeyecek bir destanyazdılar. İşçi sınıfının ilk iktidar deneyimi, komün, Paris sokaklarındayeni bir dünya düzeni kuruyordu. 72 günlük süreçte komününgerçekleştirdiği yenilikler bu hayatın habercisiydi. Devletmekanizması parçalanıyor, kendini lağvediyordu. Emeğin hürriyetiylekızıl bayrak dalgalanıyordu Paris’in göklerinde, gökyüzüfethediliyordu.

Tarih 2 Aralık 1851... Hükümet darbesiyle iktidarı alan LouisNapolyon Bonaparte, Fransa’nın sınırlarını imparatorluk iddasıylagenişletmek, halkın karşısında kaybettiği otoritesini geri kazanmakistiyordu. 1870 yıllarında Prusya ve Fransa arasında başlayan savaştüm bu sorunlara çözüm getirecek bir zaferle sonuçlanabilirdi. FakatAlman ordusu karşısında Fransa yeniliyordu. 2 Eylül’de gerçekleşenSedan Muharebesi'nde Prusya’nın ezici zaferi, Fransız halkınınöfkesini tetikledi. Paris’e doğru ilerlemeye başlayan Alman ordusunudurdurabilmek için halk silahlanarak 200 Ulusal Muhafız taburu kurduve kenti savunmaya başladı. Bu arada hükümet ulusal meclisi kurarakyeni bir hükümet seçme kararı aldı. Çoğu zengin köylülerden vekralcılardan oluşan meclis üyeleri hükümeti seçmek üzere Versailles’tebir araya geldi, Paris’te toplanmaya korkuyorlardı. Mecliste kralcı birkişi olan ve işçi sınfından nefret eden Thiers hükümeti seçildi. Thiers,silahlanarak sokak sokak işgale direnen halk kitlelerinden korkuyordu.Çünkü Şubat 1871’de, Paris’te, Ulusal Muhafızlar Merkez Komitesikurularak kendi kararlarını alan bir halk iktidarının ilk nüvelerioluşturulmuştu. Bunun üzerine burjuvazi ihanetini birkez dahagösterdi. Prusya karşısında diz çökerken, halka saldırmak vesilahsızlandırmak, toplarını ele geçirmek için ordu birliklerini Paris’inüzerine yolladı. Montmartre Tepesi'nde saklanan toplar hükümetbirlikleri tarafından yapılan baskınla ele geçirilmek istendi. Bunuduyan Paris halkı, işçiler ve Ulusal Muhafız Birlikleri Montmartretepesine yürüyüşe geçti. Topları ele geçiren, taşımak için atlarıngelmesini bekleyen general, hükümet birliklerine silahsız kalabalığın

üzerine ateş açmasını emretti. Askerler emre uymadı.General, Ulusal Muhafızlar tarafından tutuklandı vetopların kontrolü yeniden ele geçirildi. Aynı günün öğle

saatlerinde Ulusal Muhafız Merkez Komitesi, birliklere Paris’inmerkezine ilerleme ve devlet kurumlarını ele geçirme talimatı verdi.Muhafızlar ve halk kitleleri birlikte mücadele ediyordu ve artık Paris,Parisliler'indi. Halkın üzerine yollanan askeri birlikler, direnen vesavaşan halk kitleleri tarafından bozguna uğratıldı. Thiers ve diğerhükümet üyeleri korkuları ile karşı karşıya kalmışlardı, azgıncasaldırmalarına rağmen zaferi engelleyememişlerdi bu yüzden Paris’iterk edip Versailles’a sığındılar. Thiers kendine bağlı bütün birliklerinVersailles’ta toplanması için emirler verdi. Thiers gücünü toparlayıp,halk kitlelerine topyukûn saldırmayı amaçlıyordu.

18 Mart akşamı Paris artık tüm kurumlarıyla hürriyeti içinbarikatlarda savaşan devrimci Parisliler'indi ve devrimin simgesi olankızıl bayrak gökleri süslüyordu.

26 Mart’ta Paris Komünü seçimleri yapıldı ve işçi sınıfının ilkiktidar deneyimi başladı. Komün 72 günlük sürede pek çokuygulamayı hayata geçirdi. Marks’ın “Fransa’da İç Savaş” başlıklıkitabının Önsöz’ünde Engels yapılanları şöyle anlatıyor:

“30 Mart günü, Komün, askerlik yoklamasını ve düzenli orduyukaldırdı, ve tüm sağlam yurttaşların katılacakları Ulusal Muhafızı teksilahlı güç olarak ilân etti; Ekim 1870'ten Nisan’a kadar olan konutkiralarına ilişkin ödemeleri iptal etti, halen ödenmiş bulunan miktarlarıda gelecek kira ödemelerine saydı, ve belediye emniyet sandığındahacizli her türlü eşyanın satışını durdurdu. Aynı gün, Komün'e seçilmişbulunan yabancıların görevleri de onaylandı, çünkü ‘Komün bayrağıdünya cumhuriyetinin bayrağıdır’. 1 Nisan günü, bir Komüngörevlisinin, öyleyse Komün üyelerinin de, en yüksek maaşının, [yılda-ç.] 6.000 frangı (4.800 mark) geçemeyeceği kararlaştırıldı. Ertesi gün,kilise ile devletin ayrılması ve din işleri bütçesinin kaldırılması, bütünkilise mallarının ulusal mülkiyete dönüştürülmesi kararlaştırıldı; sonuçolarak, bütün dinsel simge, dua ve dogmaların, kısacası ‘herkesinbireysel vicdanı ile ilgili her şeyin’ okullardan uzaklaştırılmasıbuyruldu ve bu buyruk yavaş yavaş gerçekleştirildi.” Bunların yanısıra fırıncıların gece mesaileri yasaklanmış, işçi kooperatiflerikurulmuştu, vb…

20 Mayıs günü karşı devrimci güçler Paris’e saldırdı ve 21Mayıs’ta askeri birlikler Paris’e girmeye başladı. İşçi sınıfı sokaksokak, ev ev direniyor asla teslim olmuyordu. 10 bine yakın işçininyanında barikatlarda kadınlar ve çocuklar da Paris’i korumak içindireniyorlardı. Burjuvazinin azgın saldırına karşı Paris bir haftadirendi. Paris’in son barikatı 28 Mayıs günü düştü. Komünarların birhaftalık direniş günleri, tarihe “Kanlı Hafta” olarak geçti. Paris tam birkan gölüne dönüştü. 30 bin komünar yargılanmaksızın kurşuna dizildi.40 bin savaşçı ya hapse atıldı, ya da sömürgelere sürgüne yollandı.

72 günlük işçi sınıfının ilk iktidar deneyimi tarih sayfalarındayerini aldı. Paris Komünü yenilgiylede sonuçlansa da dünyaprolateryasına iktidarın yolunu göstermiştir. Bu deneyimdenkazanılanlar Ekim Devrimin'e giden yolu aydınlatmıştır. Marks’ındediği gibi “İşçi, Paris Komünü ile birlikte, yeni bir toplumun şanlıöncüsü olarak her zaman yüceltilecektir. Şehitlerinin anısı, işçisınıfının büyük yüreğinde sevgi ve saygı ile korunmuştur. Kıyıcılarınagelince, tarih onları daha şimdiden sonsuz bir teşhir direğineçivilemiştir, ve rahiplerinin tüm duaları onların günahlarınıbağışlatamayacaktır.” İşçi sınıfının gücü, sonuna kadar devrimci sınıfolarak kalması Paris komünüyle birkez daha burjuvazinin mezarkazıcıları olduklarını göstermiştir. Paris komünü işçi sınıfının destansıdirenişiyle doludur ve işçi sınıfı yarını bu deneyimden eldeettikleriyle kazanacaktır. O halde komün her daim yaşatılacaktır.

İşçi sınıfının ilk iktidar deneyimi: Paris Komünü

Vive La Commune!

34

Page 35: EG 137. sayı

Bugün yeni bir gün. Ankara'nın tüm ayazı sabahı beklemiş,değdiği yeri donduruyor. Saat 6.30. Yaklaşık birbuçuk milyon kişiaynı saatlerde uyanıyor. Bunların hepsi işçi. Hepsi de dışardakiayazı önce musluktan akan sudan, sonra da dışarda sırtlarındanciğerlerine kadar ulaşan geçici bir titremeden dolayı iliklerindehissederler. Yine hemen hemen aynı saatlerde yaklaşık bin kişidaha uyanıyor. Bunlar ise bizim patronlarımız. Onlar havanın nasılolduğuyla bizzat ilgilenmezler, sadece işlerini nasıl etkileyeceğinidüşünmek için hava durumunu düzenli takip ediyorlar.

Sıhhiye Köprüsü altında bir işçi servisi var, fabrikaya gidecek.Onun içi de buz gibi, yavaş yavaş dolmaya başlıyor. Herkesbirbirine selam veriyor, hal hatır soruyor, sohbet ediyor. Başkatürlü olsa üşümek daha ağır basar, konuşup sohbet etmeyince deinsan ısınamıyor. Çankaya civarındaki görkemli evden isepatronumuz çıkıyor. Evi ve arabası sıcacık. Sadece evden arabayakadar olan kısa yolda yüzüne bir soğuk çarpıyor. Birazdan onuhatırlamayacak bile. O, güne telefonla konuşarak başlıyor. İlkdenetimlerini yapması gerek. Ve bunu yaparken de her seferindemutlaka onu sinirlendirecek birşey oluyor. İşte şimdi yinearabasında ve günlük raporları alıp direktiflerini verirken birileriyletartışıyor.

Nihayet fabrikamıza geldik. işçiler kıyafetlerini değiştiriyorlar.Hemen hepsinin aklından aynı şey geçiyor "On saat boyunca nasıldayanırım. Her gün aynı şeyleri yapmak, ne sıkıcı iş!" Budüşünceleri anlıktır, arasıra gelir gider. Gitmezse işi yapmak dahada güçleşir, biliyorlar. Sabretme sınırını o kadar zorlar ki, artıkçoğu zaman görmezden gelinir. İşi yaparken başka başka şeylerdüşünmeye çalışırlar. Daha fazla oyalanmadan işçiler makinelerinbaşına geçiyor. İçlerinden bir işçi -daha kıdemli- olan ustabaşı, işibaşlatmak için zili çalıyor. Saatin tik-takları makine sesleriarasında kayboluyor. Şimdi tüm işçilerimiz, birbirlerine bakmaktanbile çekinerek sadece işe odaklanıyorlar. Rutin başladı. Patronumuzise her zamanki telaşıyla fabrikaya giriyor. Kafasında binbir çeşitgündemi var. Hepsini de sıraya koyması, tek tek halletmesi lazım.Gözünü bürüyen öyle hırsları var ki sıkılmayı aklından bilegeçirmiyor. İşleri hiç bir zaman rutinleşmiyor. Ya yeni bir iş kolukurmaya çalışıyor, ya da durumlar kötüye gidecek olursa diyeönlemler alıyor. Zaten her geçen gün hedeflerini büyütme arzusuonu içten içe sürekli tetikliyor. Bu durumda kim boş durabilir ya dasıkılabilir ki. Koca bir gün işte böyle geçip gitmez mi.

Sonra daha fazla anlatılacak birşey kalmıyor. Çünkü bu kısımartık güneşin doğması ve batması kadar sıradan, doğal bir seyiralıyor.

Maaş günleri ise biraz daha farklı, daha hareketlidir. İşçiler ogün iş çıkışı paralarını alacaklar. Hemen hemen hepsi benzerşeyleri yapacak: önce mutfak için alışveriş, sonra kira ödemesi,fatura ödemesi, çocukların acil ihtiyaçları, kış uzadığı için odun-kömür takviyesi ve maaş gününe özel ufak abur-cubur yiyecekler...Eve geldiklerinde de başlarlar hesap yapmaya. Paranın ay sonunakadar yetmesi gerekiyor çünkü. Tüm ay boyunca gün yüzügörmeden çalışarak kazandığı paranın gideceği yerler öncedenbellidir zaten. İşçilerimiz bir an için aynı şeyi düşünürler: "Nereyegidiyor bu para anlamıyorum. Hiçbir şey de almıyorum amaçabucak bitiyor!"

Patronumuzun hesabı biraz daha zor. İşçilere maaşlarınıyatırdıktan sonra ne kadar kazancı olduğunu düşünür. Tümmasrafları karşıladıktan sonra elinde yüklüce bir miktar para kalır.Bu parayla kuracağı yeni işlerin hayalini kuran patronumuz çokuzun hesaplar yapmaya koyulur. Yeniden ve daha fazla üretmeyi vekar sağlamayı düşünür.

İşçilerin kendileri dışında düşündükleri birçok kişi var. En baştaailesi olmak üzere etrafındaki insanların sorunlarını sahiplenir veona göre davranır. Açıkçası kendinden başka her şeyi herkesi enönce düşünüyor. Patronumuz için durum biraz daha farklı. O,kendisinden başka kimseyi önemsemez. Yalnızca ne kadar kar edip,ne kadar büyüyeceğidir umurunda olan. Bu durum işçilerde büyükbir korku yaratıyor: işsiz kalma korkusu. Ara sıra işsiz kalırsa nelerolabileceğini düşünürler ve bu öyle kötü bir his ki, işyerindesürekli en iyisini yapmak için onları tetikliyor. Bazen işçilerbirbiriyle rekabete giriyor. Patronumuz bunun çok iyi farkındadır.Onun kendinden ve kar güdüsünden başka düşündüğü çok bir şeyyok. İşçiler arasındaki rekabeti kullanır ve sürekli daha ucuzabirilerini çalıştırmak için uğraşır durur. Ama kendisi de birrekabetin içindedir aynı zamanda. Sektördeki diğer firmalarlaamansızca çekişirler. Bazen onlarla bir araya geliyor. Aslında kendiaralarındaki rekabetten dolayı biri diğerinin zararından mutluoluyor, hatta bizim patron çoğu zaman ikiyüzlü davranmak zorundakalıyor. Ama onlar işçilere karşı her zaman ortak davranırlar. Bukonuda hiçbir tereddüdü de yok.

Şimdi yine öyle bir dönemden geçiyorlar. Patronumuz kârınıartırabilmek için işçi çıkarmak zorundadır. Bunu işçilere anlatmakonun için çok basit bir iş. Durumun kötüye gittiğini anlatıp,demagojik birkaç konuşma ile kolayca halledebilir. İçten içe zorlukçıkarırlarsa da başka güçler kullanacağını düşünüyor ve daha darahatlıyor. İşten çıkarma sırasında işçilerin yakınmalarını dinlemekcanını sıkacak biraz, çünkü bu duruma çok sinir oluyor. Ama olsunsonuçta her şey istediği gibi olacağı için biraz katlanabilir. Nasılsakimsenin kendisiyle yüzgöz olmasına izin vermeyecek.

İşçiler haberi birkaç gün önceden tahmin ediyorlar. Çünküfabrikada işlerin kötüye gittiği söylentileri dolaşmaya başladı.Üstüne bir de patronun her zamankinden daha farklı bir tarzdakiöfkeli tavırları… Artık her biri kurbanlık koyun gibi beklemeyebaşladılar. Çıkış verileceği gün ise daha karmaşıklaştı duygular.Şimdi hepsi gözlerini fal taşı gibi açmış sıranın kendisinegelmemesi için adeta yalvarıyorlar.

İşten çıkacaklar belli oldu. Ama herkesin içi acıyor. İşte kalanlardaha önce rakip olarak görebildiği arkadaşlarının yerine kendilerinikoyuyorlar şimdi. Kimse içine sindiremiyor bu haksızlığı.Patronumuzda ise işini halletmenin rahatlığı var. Biraz yorucu olduonun için de ama nasıl olsa birazdan unutacak. Çünkü başka işlerdüşünmesi lazım. Şimdi çıkardığı işçilere kafa yoracak vakti yok.

Zaman daha çekilmez bir şekilde ilerliyor artık. Herkesindüşüncesi birbirine karıştı. Üzüntüler, umutsuzluklar ve en kötüsüde çaresizlik kapladı her yeri. O sırada birileri daha farklı şeylersöylüyor. Sendikadan, direnişten, hakkını aramaktan, birlikolmaktan söz ediyor. Önceden az kişilerdi bunlar ama bu son darbeöyle derinden etkilemişti ki işçileri, artık herkesin aklından geçiyoryavaş yavaş. Patronumuz bunları iyi biliyor. Bu duruma dahazırlıklıdır. İşçiler sendikayla örgütlülükle karşı koysa bile,patronumuz da milletvekilleriyle, savcılarla, polislerle, medya ilecevap verecek. Ama çok dikkatli olması gerktiğini biliyor. Önceişçileri kendi aralarında bölmeyi deniyor. Birkaç kişiyi koparabildionların arasından. Arkasından işçilerin durmadığını görünce polisidevreye soktu. Grev yapma ihtimaline karşı yasaları kullanmak içinavukat ve savcıları ayarladı. Çok çabaya gerek yoktu aslında.Çünkü yasalar nasıl olsa onu daha çok koruyor. Olsun, o yine detüm tedbirleri aldı. Ama hala içinde bir huzursuzluk var, bir türlüatamıyor. Çok düşünmesine gerek kalmadı, sebebinibiliyor: işçiler çoktu, kendisi ise yalnız…

Y. Toprak 35

Yalnızlara karşı

çokluğun umudu...

Page 36: EG 137. sayı

Geçtiğimiz dönem ülke gündeminde birçok önemli gelişmeyaşandı. Bu gündemler bir taraftan çok hızlı değişirken, diğertaraftan da ülkenin geleceğinde kalıcı izler bıraktı. Seçimlerinardından devam eden yoğun devlet baskısı ve terörü, kıdemtazminatı hakkının gasp edilmeye çalışılması, üniversitelerde gizliharç zammı uygulaması, vahşice yapılan ve tüm topluma izletilensınır ötesi operasyonlar, yüzlerce öğrencinin tutuklu olması, KCKoperasyonu adı altında gazetecilerin, avukatların, belediyebaşkanının tutuklanması, komşu ülkelerde ayaklanmalar, isyanlar...Bununla beraber Van depreminin yaşanması ve buna karşışovenist açıklamalar yapılması. Hala devam eden bu karanlıksürecin en etkili olayı da kuşkusuz Roboski katliamıydı.

Tüm bu süreçler farklı açılardan sayısız tartışmaya konuolurken, bunların hiçbirine kulak asmayan, sıradan meselelermişgibi görüp, kendi rutin yaşantısına devam eden bir kesim vardı:Apolitikler. Resmi ideoloji tarafından durmadan pompalanan“Siyasete bulaşmayın, olaylara karışmayın!” söylemi ile beslenen–ki bu söylemin kendisi oldukça politiktir- apolitizmin sayısızkarakteristiği var.

Apolitizm, egemen ideolojinin yarattığı söylemlerden etkilenir.Dünyanın en saçma fikrini türlü lafazanlıklarla savunsanız bileonu etkileyebilirsiniz. Bu nedenle günümüz apolitik gençleri(çoğu kemalizmin etkisinde olmakla beraber) düzeninideolojisinden beslenir. Bugün ülkedeki ana haber bültenlerininya da günlük gazetelerin yarısından çoğunun magazinselkonulara ayrılması bu yüzdendir. Böylece sistem istediğidönemde istediği bir karakter yaratarak bu apolitikleri kendipeşinden sürüklenir bir hale getirmiştir. Bu kimi zaman bir mafyababası karakteri olur, kimi zamansa bir sokak serserisi ya da aileiçinde gayri meşru ilişkiler yaşayan karakterler olur. Hatta birtecavüzcü bile toplumun apolitik kesimlerine özendirilir vebenzetilmeye çalışılır.

Apolitizm, herhangi bir durum kendisini direkt etkilemediğisürece onu görmezden gelebilir. Örneğin GSS saldırısında mağdurolan milyonlarca kişiye gözlerini kapatır. Yalnızca kendisinietkileyip etkilemediğine bakar. Etkiliyorsa her şekilde söylenirdurur. Hatta insanların bu konuda bu kadar duyarsız olmasınasinirlenir. Ama kendisi etkilenmiyorsa da korkunç birumursamazlığa bürünür: “Ha, evet. Ben onu hallettim. Sağlıksıkıntım yok zaten benim.”

Apolitizm, kendi korkaklığını ve ilgisizliğini tüm topluma maletmeye çalışır. Bir konudaki çekincelerini ve kararsızlığını“kimsenin bununla ilgilendiği yok” ya da “insanlar bunuyapmaktan çekinir” şeklinde açıklar. Ama kendisinin durduğu yerisorgulamayı aklından bile geçirmez. Ona göre bir şeyleryapılamamasının sebebi hiçbir zaman kendisi değildir. Sebep hepbaşkalarının, yani toplumun hareketsizliğidir. Ah şu insanlar birayaklansa harekete geçse kendisi de durmayacaktır. Ama ne yazıkki öyle bir koşul şu anda yoktur.

Apolitizm, yaptığı en ufak bir işi abartmayı sever. Aylarcahiçbir şey yapmadan sadece konuşarak yaşayan bu kişi, gününbirinde tesadüf eseri yaptığı bir işi de öve öve bitiremez.Yanlışlıkla onun bu yaptığını görmezden gelirseniz ya da gerçeğiona söylerseniz gericileşir ve kendisinin önemsenmesi için hertürlü suçlamayı yapar.

Apolitizm, kendisi dışında herkeste ve her şeyde kusur arar vekendince de bulur. Hem hiçbir şey yapmaz hem dedurmadan eleştirir. Yapılan hiçbir şeyi beğenmez. En

tehlikeli yanı da budur. Çünkü gerçek anlamıyla bir değer uğrunaemek vermenin ve onu ellerinle yaratmanın nasıl bir şey olduğunubilmez apolitizm. Hal böyle olunca da karşısındakini bir bütünolarak göremez ve tuhaf bir küçümseme ile bakarak meseleyi hep

olumsuz bir yöne çekme eğilimindedir. Bu durumdaapolitizmin sloganı şudur: “Çok laf, az iş!”

Apolitizm, sahip olduğu görüşü hiçbir yönüyle, tutarlı birbiçimde savunamaz. Bunu da 'bir görüşe bağlanmanın kişiyi

körelteceğini' söyleyerek yapar. Ancak aklı hep karışıktır.Bulanıktır. Her an her şeye saldırma ve her şeyisavunma potansiyeli taşır. Dolayısıyla apolitizm, hertürden kitap okuduğunu ama hiçbir görüşte

sabitlenmediğini iddia eder. Kısacası her şeyiokumaya çalışırken, hiçbir şey yapamaz hale gelir.

Apolitizm, her türden insanla arkadaş olabileceğinisavunur. Açıkçası belkemiksizdir. Bu tür bir savrulmayı

çeşitlilik sayar. Oysa bu şekilde bir yaşamın onu herkonuda silikleştirip düşüncelerini belirsizleştireceğini venereye çekersen oraya giden bir karakter yaratacağını fark

edemez. Dolayısıyla bu durum apolitizmin kültürel-sanatsalyaklaşımına da yansır. Popülerlikten etkilendiği kadarmarjinal fikirlere ve eğilimlere de yatkındır. Ama hiçbiride kendi özgün isteği, çabası ya da merakı üzerindengelişmez. Hep birilerinin ya da bir şeylerinyönlendirmesi sonucu ortaya çıkar. Bu da her farklıarkadaş grubunda farklı bir yönelim olarak görünür.

Apolitizm, kaypaklığı da beraberinde taşır. Onunzararına olacağını düşündüğü bir durum için

karşısındakinin düşüncesine bürünmekte sınır tanımaz.Bu, aile, öğretmen ya da patron olabilir. Örneğin öğretmeninotunu kırmasın diye ona yaltaklanabilir. Bu yer yerkarşısına kim çıkarsa ona göre değişir. Öyle zamanlar olur

ki, hatta bir yerden diğerine geçtiğinde taban tabana zıt ikigörüşü savunmak durumunda kalabilir. Kendi düşüncesinisavunma, yüzleşme, aşma ve tartışma cesaretini çoğu kezgösteremez.

Apolitizmin her söyleminin arkası boştur. Belli birsüredir facebook, twitter gibi sanal ortamlarda görünüyor.Apolitizm buralarda her türden açıklamayı yapar. Örneğingündelik yaşamında tembelliği çok sevdiği halde, sanal

alemde devrimler yapar. Toplumun kurtuluşu için yapılmasıgerekenleri sıralar, yaptığını bile iddia eder. Ama gerçek hayattabunu yapmak zorunda değildir! Açıkçası birçok konuda “–mışgibi” görünür. Ama işin tehlikeli tarafı, buna kendisi de inanır.Sorgulamaktan uzaktır çünkü.

Apolitizmi devletin ve devlet kurumlarının kandırması çokolaydır. Medyada görünen her şeye olduğu gibi inanan apolitik,kolaylıkla yönetilir. Hayatının başkaları tarafından belirlendiğinibir türlü göremez.

Apolitizmi, ne yazık ki, her geçen gün daha yakından tanıyoruzve tüm yönleriyle daha fazla muhatap oluyoruz. Bizler net vekararlı duruşumuzla, hak arama mücadelemizi daha fazlayükselterek, sistemin edilgenleştirdiği ve öylece yönettiği bireylerdeğil, örgütlü mücadelenin özneleştirdirdiği bireyler olarakalanlardayız. Buradan aldığımız güçle de apolitizmi kırmak vegelişmeye açık genç bireyleri bu sürüncemeden çekip çıkarmakdurumundayız.

Y. Toprak

Apolitizmin her kesimden

arkadaşı var

36

Page 37: EG 137. sayı

Sermaye devletinin temel politikası hiçdeğişmedi: işkenceler, yargısız infazlar,gözaltında kayıplar, kirli provokasyonlar,sayısız katliamlar, tarihsel çıkışlara vurulan dar-beler ve daha fazlası...

Proletaryanın tarihsel misyonunu gerçek-leştirmesi yolunda olanlar, tüm bunlara karşı“tüm zulüm ve baskı mekanizmalarınınişletilmesi, bizim güçlenmemizdendir. Hernerede devrimci bir yükselme yaşanıyorsa, ser-maye devleti tüm savaş aygıtlarını oraya yön-lendirir, bu eşyanın tabiatıdır. Ama bilmezler kiüretenlerin yeri göğü sarsıcı gücü bizim eller-imizdedir. Zulüm ile abat olanın akıbeti berbatolur” diyerek ve verdikleri mücadelenin çıtasınıyükselterek, o mücadeleyi başka alanlara taşı-yarak yollarına devam ettiler. Her doğan güneyeni umutlar ile başlıyorlar bu “farkındalıksahipleri.” Umut, onların besledikleri, onlarınbeslediğine emin olduğumuz... “Şart” olanaulaşabilmek için bir ön şart umut.

Ne var ki, tüm bu tarihsel olaylarda ve özel-likle de darbeler döneminden sonra, bilincisınıfın teorisi ile kuşanmamışlara bir takım özelhissiyatlar aşılandı bilinçli olarak. Hareketedenlerin zincirlerin ne kadar ağır olduğunukeşfetmesi üzerine, kitleler hareketsiz bıraktırıl-maya çalışıldı kimi politikalarla. İnsanlar daiçselleştirdiler bu söylemleri, sahiplendiler veyaşamlarının temeline oturttular. Artık hareketetmeyi bir “işgüzarlık” sayıyor ve onlardan ol-mayanları ötekileştiriyorlardı. Verilen bilincinadı buydu: “umutsuzluk.”

Tüm haberleri burjuva medyadan alan,okuma alışkanlığı olmayan, sorgulamaya ko-rkan, düşünme eylemini yorucu bulan umutsuznesiller yaratıldı bu ülkede sistematik olarak.Bir de temel bir aşama daha kaydettiler ve“en”leri kazandırdılar bu insanlara. Yani en iy-isini ve en doğrusunu “o” kişinin bildiği tavrınıaşıladılar yüzbinlerce “o”lara.

Özellikle günümüz gençliğinde yoğun birbiçimde gözlemlenebilen bu umutsuzluk illeti,her yerde karşımıza çıkıyor. Bilinçlendirmeninilk aşamalarında yaptığımız, teorik bilinci aşıla-mak bir yana, ilk olarak “umutsuzluğu örgütle-mek” oluyor.

Tüm olaylara, olgu ve kavramlara bakışıburjuva medya üzerinden şekillenen bir bireyiçin, hele de kendi düşüncelerinin mükemmelderecede doğru ve eksiksiz olduğunu düşünenbir birey için, uğruna mücadele edilecek hangigerçeklik vardır ki? Birilerinin kendisi yerinedüşünmesine alışmış, kendi sözde gerçekleridışında herşeyden bihaber olan bir birey nasılkazanılır mücadeleye?

Sanıyorum ki sınıfın devrimci teorisi, bunubizim yerimize yapıyor. Bu kadar “doğru” bir

bilinçle kuşanmış, “sarsılmaz” yiğit evlatlarhavada savrulur, anlamsız pikeler yaparken, asılgerçeklikler yüzlerine vurulduğunda beton birzemine çakılıyor, gerçekliklerle tepe taklakoluyorlar. Bu da teorinin bilimsel gerçekliğiyle,üretenlerin yeri göğü inletebilme kapasitesininvarlığıyla mümkün oluyor. Aşılanan sözdegerçekliklerin altı boş, dayanakları mesnetsizolunca, olmayan teoriyi temellerinden söküpatmak da zor olmuyor.

Düşünmeye başlayan birey, artık burjuvamedyada yayınlanan haberlerin altyazılarınıokuyabilmeye başlıyor. Deyim yerindeyse, bukişi, artık gerçekliklere sırtını dönemez oluyor.Gördükçe görüyor, gördükçe görüyor ve so-nunda yıllarca uyutulmuş olduğu gerçekliğiylesarsılması sona eriyor. Burjuva medyanın, ser-maye düzeninin yıllarca üzerinde kurduğutahakkümü ortadan kaldırabilmek için hareketegeçiyor. Yıllar yılı kandırılmış olmanın verdiğiöfke ile hareket ediyor. Zincirlerin ne kadar ağırolduğunu görüyor. Ama kilidin anahtarınınkendinde olduğunu da fark ediyor. “İyi uykularumutsuzluk, yepyeni baharları kazanmak içingeliyorum...” diyor.

Burada bizlere düşen de o insanları tüm yön-leri ile anlamaya ve kavramaya çalışıp bu umut-suzlukları örgütlemek sanıyorum. Onlarıdüşünmeye sevk etmek için gerekli olan pratik-leri örmek. Umut etmek insanın duygusal bir re-fleksi ve biz insan olma mücadelesi verenler,gerçeklik aşılamalıyız onlara. Sarsılmaz yiğit-liklerle donatılmış gerçeklikleri...

Metin Demirtaş diyordu ki bir şiirinde: “kar dalları örttü

kavruldu en yamanı çiçeklerinkalbim, katlan bunlaraçünkü kıştır yaşanılan

amansız, limansız bir kışve sarılmışız dört bir yandan

ama düşün kalbimdüşün, kavgayla kazanılacak dostları

direnen, adressiz yaşayan dostlarıfışkıracak ekinleri

ilk yazla karlar altından

ve doludizgin geçerekher acıyı bir sevinçle

yolu yok kalbimsağ çıkacağız bu acılardan

çünkü umutsuzluk yasakyılgın türküler söylemek de

çünkü yürüyor umudun ordusuumutsuzluğu kurşuna dizerek...”

Çanakkale’denbir Ekim Gençliği okuru

Umutsuzluğu örgütlemek...

37

Tüm olaylara, olgu ve

kavramlara bakışıburjuva medya üzerinden

şekillenen bir birey için,hele de kendi

düşüncelerininmükemmel derecede

doğru ve eksiksizolduğunu düşünen bir

birey için, uğrunamücadele edilecek hangi

gerçeklik vardır ki?Birilerinin kendisi yerine

düşünmesine alışmış,kendi sözde gerçekleri

dışında herşeyden

bihaber olan bir bireynasıl kazanılır

mücadeleye?

Page 38: EG 137. sayı

Kolektif bir üretimle

sistemin çarpıklığını,yozluğunu ve yarattığısorunları anlatmak, buna

karşı da alternatiflerüretmek, sorgulatmak ve

harekete geçirmek gibihedefler koyduk. Ayrıca

giderek gelişecek olangrubumuz tiyatronun elit

bir kesiminin yaptığı biriş değil, eşitsizlikten her

türlü etkilenen yaşamınve kavganın bizzat

içindeki gerçek bireylerinemeği ile yapılan,

topluma ait bir sanatolduğunu da vurgulamışoldu.

- Eskişehir’de bağımsız bir tiyatro grubu

oluşturdunuz. Grubun oluşma ve gelişim

sürecinden bahsedebilir misiniz?

Perde'siz': Öncelikle biraz Eskişehir’in kültür-sanat açısından durduğu yeri özetleyelim. Buradaözellikle tiyatrolar oldukça ucuz ve her dönemgerek üniversitede gerek devlet ve belediyetiyatrolarında birçok oyun gösteriliyor. Bununlaberaber şehir sinema, konser vb. etkinlikleraçısından da zengin. Böyle bir yerde etkili ve güzeletkinlikleri takip etmek önemli bir yerde duruyor.Üniversite öğrencilerinin yoğunlukla bulunduğuşehirde bu kadar fazla etkinlik olmasına rağmen,gençliğin bar, kafe gibi yoz ortamlarda daha çokbulunduğunu görüyoruz. Biz de uzun süredir buetkinliklere olabildiğince çok gidiyoruz veçevremizdeki arkadaşlarımı da yönlendiriyoruz.

Bağımsız bir tiyatro topluluğu oluşturma fikriise 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nünyaklaştığı bir dönemde bu konuyla ilgili bir tiyatrooyunu hazırlamak üzerinden ortaya çıktı.Üniversitede yürüttüğümüz politik çalışmalarızenginleştirmek ve özellikle kadın sorunuüzerinden etkili bir çalışma üretmek istedik.Gelişen süreçte ise bu yalnızca tek bir gündemebağlı kalarak tek bir oyun hazırlamak yerine,düzenli çalışmalar alan ve her gündeme yanıtüretebilen bir topluluk oluşturmaya evrildi.Topluluğu oluşturduğumuz günlerde BoğaziçiÜniversitesi’nde Uludere katliamı için yapılansokak tiyatrosu bu noktada ufkumuzu daha dagenişleten bir olay oldu. Bunu da gözeterek gelişensüreçlere bu şekilde yanıtlar üretebileceğimizitartıştık. Topluluğun oluşumunda yer alan ve dahaönce tiyatro alanında deneyimli olanarkadaşlarımızın da önerileriyle topluluğun genelhattını ve düzenini tartıştık. Bu çerçevede birmanifesto hazırlamaya başladık. Gelişen süreç veçalışmalarımızın seyri ile birlikte bu manifestoyuzenginleştirme ve ayakları yere basar hale getirmekgibi hedefler koyduk. Böylece topluluğumuzçalışmalarına başlamış oldu.

- Oluşturduğunuz manifestoda neler yer

alıyor?

Perde'siz': Öncelikle tartıştığımız konukolektivizm oldu. Dışarıda süren tiyatro gruplarınıtakip ediyoruz. Kimilerinde şef mantığı ile grupüyelerinin fikirlerinden çok bir veya birkaç kişininyönlendirmesi ile işler yürüyor. Bu kısıtlayıcı birdurumdur bize göre. Topluluk üyelerinin tamamı yaamatör ya da şimdiye kadar hiç tiyatroylailgilenmemiş insanlar. Ancak kolektif bir üretimiburalardan sağlamak bizim için çok önemliydi.Oturup beraber tartıştık ve tiyatronun kolektifüretim yapıldığı bir sanat olduğunu ortaya koyduk.Dolayısıyla manifestomuzda bireyin değil toplamınçıkarlarının düşünüldüğü kolektif emeğin üretildiği,

birleştirildiği bir tiyatro olması gerektiğine yerverdik. Gelişen çalışmalarımızda da bunu işletmeyegayret ettik. Eleştiri-özeleştirinin açıklıklayapıldığı, topluluk üyelerinin birbirinin her türlüfikrini tartışarak geliştirdiği bir pratikgerçekleştirdik.

Bunun yanı sıra, kuruluş amacıyla bağlantılıolarak manifestomuzda sistem karşıtı duruşumuzuifade ettik. Bugün sanatı, medyayı da kullanarakpopüler kültür yaratmaya çalışan sisteme karşı biralternatif oluşturma çabasıydı biraz. Kolektif birüretimle sistemin çarpıklığını, yozluğunu veyarattığı sorunları anlatmak, buna karşı daalternatifler üretmek, sorgulatmak ve hareketegeçirmek gibi hedefler koyduk. Ayrıca giderekgelişecek olan grubumuz tiyatronun elit birkesiminin yaptığı bir iş değil, eşitsizlikten her türlüetkilenen yaşamın ve kavganın bizzat içindekigerçek bireylerin emeği ile yapılan, topluma ait birsanat olduğunu da vurgulamış oldu. Bu çerçevedeyüzü dışarıya dönük, kendi bağımsız kararlarınıdemokratik bir işleyişle sağlayabilen, yaşadığıçevrenin sorunlarına duyarlı ve bunu sürekli birüretimle topluma taşımayı hedefleyen bağımsızpolitik bir tiyatro topluluğu oluşturduk.

- Şimdiye kadar oynadığınız bir oyun var mı?

Perde'siz': Evet. Dario Fo’nun “Uyanış” ve“Akıl hastanesindeki bir fahişenin monoloğu”isimli oyunlarına hazırlandık. AnadoluÜniversitesi’nde 8 Mart için yapılan etkinlikteoynadık bu oyunları. Önümüzdeki süreçte de çeşitligündemler üzerine tartışarak neler yapabileceğimizisık sık konuşuyoruz.

- Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var

mı?

Perde'siz': Öncelikle derginiz aracılığıylatiyatroya ilgi duyan ve toplum için tiyatro yapmakisteyen arkadaşlara bir çağrı yapalım. Eskişehir’deçalışmalarını sürdürdüğümüz Perde'siz' tiyatrotopluluğu ilerleyen günlerde de üniversitede yaptığıetkinliklerle, yapacağı çalışmalarla alanlardaolmaya ve sözünü söylemeye devam edecek.

Eskişehir'de çalışmalarını yürüten

Perde'siz' Tiyatro Topluluğu ile konuştuk…

Kolektif emeğe dayalı,

politik bir tiyatro...

38

Page 39: EG 137. sayı
Page 40: EG 137. sayı