Download - Beğavi Tefsiri-7

Transcript
Page 1: Beğavi Tefsiri-7

YASİN SURESİ

Mekke Döneminde nazil olmuştur1 ve seksen üç ayettir.

1- Ya, Sin.

Bu Yasin’deki Nun ve Kalem suresinin başındaki “Nun”u İbn-i Amir, Ebu Bekir Varrak ve Verş gizleyerek okumuşlar, diğer kıraat alimleri ise belirgin olarak okumuşlardır. Müfessirler Yasin’in tefsiri konusunda Hece harfleri hakkındaki farklı görüşlerinden dolayı ihtilaf

etmişlerdir.2 Abdullah b. Abbas “Yasin”’in “Yemin” olduğunu söylemiştir.3 Yine ondan, bu kelimenin

manasının, Tay kabilesinin lehçesinde “Ya insan!” demek olduğu rivayet edilmiştir.4 Hasan, Said bin Cübeyr ve müfessirlerin çoğuna göre, “Ya Muhammed s.a.v.” demektir. Ebu’l-Aliye, “Ey Adam”

manasında “Ya racul”5, Ebu Bekir Varrak da “Ey insanların Efendisi” manasına, “Ya seyyidü’l-beşer” olduğunu söylemiştir.(1) İbn Daris, Nehhas, İbn Merdiveyh ve Beyhaki İbn Abbas’tan (r.a.) Yasin suresi’nin Mekke’de indiğini tahric etmiştir. İbn Merdiveyh ayrıca Aişe’den (r.a.) de tahric etmiştir. Bak: Durru’l-mensur: 7/37.(2) Bak: Taberi: 1/205-224.(3) Taberi: 22/148.(4) Suyuti Durru’l-Mensur: 7/41, İbn Ebi fieybe, Abd İbn Humeyd, İbn Münzir, İbn Ebi Hatim. Bak: Bahru’l-Muhit: 7/323.(5) Ferra Meani’l-Kur’an: 2/371 Hasan dedi ki:

2- Çok Hikmetli Kur’an’a yemin olsun ki.3- (Ey Muhammed!) Sen kesinlikle gönderilmiş peygamberlerdensin.

Allah (c.c.), Hz. Muhammed s.a.v.’in peygamberlerden olduğuna dair Kur’an-ı Kerim üzerine yemin ediyor. Bu, kafirlerin, Peygamberimize: “Sen peygamber değilsin” şeklindeki iftiralarına bir cevaptır.

4- Dosdoğru bir yol üzerindesin.

Bu ifade, haber peşinden gelmiş bir haberdir. “Sen muhakkak peygamberlerdensin ve kesinlikle doğru yoldasın” demektir. Diğer bir deyişle: “fiüphesiz sen, hepsi de doğru ve hak din üzere olan peygamberlerdensin.” demektir.

5- (O Kur’an) Güçlü ve intikam alıcı, çok rahmet edici tarafından indirilmedir.

“Tenzil” kelimesinin son harfini, İbn-i Amir, Hamza ve Kisai, fethalı olarak okumuşlardır. Sanki Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır: “Bu Kur’an bölüm bölüm inmiştir. Diğer kıraat imamları ise, son harfi ötre olarak okumuşlardır. Bu durumda manası: “Aziz ve hakim olan yani, çok güçlü ve sonsuz merhamet sahibi olan Allah’ın indirmesidir” şeklinde olur.

6- Ataları azab ile korkutulmadığı için kendileri gafiller olan bir kavmi korkutasın diye.

Bu ayetteki ‘ma’ edatının olumsuzluk manası içerdiğini söyleyen müfessirler, tercümesini verdiğimiz manayı anlamışlardır. Çünkü Hz. Muhammed’den (s.a.v.) önce, Kureyş kabilesinden başka bir peygamber gelmemiştir. Bazı müfessirler de bu edatın, ism-i mevsul olduğunu düşünmüşlerdir. Bu durumda ayetin manası şöyle olur: “Ataları uyarılmış olan bir toplumu uyarman için (Kur’an’ı indirdik).”

7- Artık kesin olarak onların çoğu için o söz (azap) gerekli oldu. Onlar artık iman etmezler.

“Lakin azap kelimesi kafirlere hak olmuştur.” ayetinin manası da böyledir.

8- fiüphesiz biz de onların boyunlarına, çenelerine kadar dayanan demir halkalar takdık. Bu yüzden başları yukarı kalkıktır.

Page 2: Beğavi Tefsiri-7

Bu ayet Ebu Cehil ve Mahzun kabilesine mensup arkadaşları hakkında inmiştir. fiöyle ki: Ebu Cehil, Muhammed’i (s.a.v.) namaz kılarken gördüğü taktirde, namazda iken onun başını taşla ezeceğine dair yemin etmiştir. Sonra bir gün, peygamberimiz namaz kılarken, Ebu Cehil elinde taşla onun yanına gelmiştir, taşı atmak üzere elini kaldırınca, eli boynuna takılmış ve taşlar elinde olduğu halde eli öylece kala kalmış. Taşlar elinden, ancak o arkadaşlarının yanına gelerek, gördüklerini onlara anlatınca düşmüştü. Bunun üzerine Mahzun oğullarından bir adam; “O nu bu taşla ben öldüreyim” deyip, daha peygamberimiz namazı bitirmemişken, taşı ona atmak üzere gelmiş; bu sefer Allah onun da gözlerini kör etmişti. O peygamberimizin sesini duyuyor, fakat kendisini göremiyordu. Sonra arkadaşlarına döndüğünde, onlar kendisine sesleninceye kadar onları görememiştir. Ona “Muhammed’e ne yaptığını” sormuşlar; o da şöyle karşılık vermişti: “O’nun sesini duyduğum halde kendisini göremedim. Onunla aramızda bir şey belirdi. fiayet Muhammed’e yaklaşsaydım, o beni yiyecekti.” Bu olay üzerine Allah (c.c.) bu ayeti indirdi. Meani ilminde uzman olanlar bu ayetteki anlatımın, temsili (mecazi) bir anlatım olduğunu, gerçekte, onların boyunlarına halka takılmadığını söylemişlerdir. Onlara göre Allah (c.c.) şöyle demek istemiştir: “Onları çeşitli engellerle imandan men ettik.” “Halkalar” kelimesi bu durumu anlamaktadır. Ferra ayetin manasını, Allah yolunda infaktan alıkoymak şeklinde yorumlamıştır. Nitekim, başka bir ayette de buna benzer şekilde “Elini sımsıkı boynuna dolama.” denilmektedir ki, bunun da manası, eli, Allah yolunda harcamadan alıkoymaktır. ‘Fe hiye ile’l-ezkan’ ifadesindeki ‘hiye’ zamiri, eller kelimesinin yerini tutmaktadır. Her ne kadar, ayette, “eller” kelimesi geçmiyor olsa bile... Çünkü halkaların boynuna bağlandığı şey, ellerdir. Dolasıyla bu ifadenin manası şudur: “Onların ellerine ve boyunlarına halkalar vurduk; bu sebeple elleri çenelerindedir.” Ve bu durumda, başları yukarı kalkık olduğundan, onlar aşağı bakamazlar. Mukmah kelimesinin manası, başını kaldırıp, gözünü sabit bir noktaya diken demektir. Mesela, deve başını suya daldırınca; “Bair kamih” yani “ deve başını daldırdı” denir. Başını kaldırdığında ise “akmaha” yani “başını kaldırıp dikti” denir. Bu hususta Ezheri şöyle demektedir: “Allah onların elleri halkalarla boyunlarına bağlanınca, halkaların, onların çenelerini ve başları yukarı kaldırdığını murad etmiştir. Böylece onlar, başlarını halkaların kaldırmasıyla, “kalkık başlar” olmuşlardır.

9- Hem biz onların önlerinden bir set ve ardlarından da bir set çektik. Gözlerini de perdeledik. Artık onlar görmezler.

Ayetteki “sed” kelimesini, Hamza, Kisai ve Hafs böylece fethalı okurlarken, diğer kıraat alimleri, “südden” şeklinde zammeli okumuşlardır. Ayet: “Onların gözüne perde çekip ama ettik de onun için görmüyorlar.” manasını taşımaktadır.

10- Onları uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir; artık onlar inanmazlar.11- Sen ancak, Zikre (K ur’an’a) uyan ve görmediği halde Rahman’dan korkan kimseleri uyarırsın. İşte böylesini bir mağfiret ve kerim bir ecirle müjdele.

Yani, senin uyarman ancak, Kur’ana uyup onunla amel edenlere, görmeksizin Rahman’dan korkanlara fayda verir. Onları cennetle müjdele.

12- Ölüleri diriltecek olan biziz, biz! Onların önceden gönderdiklerini de, geride bıraktıklarını da yazarız. Her şeyi apaçık bir kitapta tesbit etmişizdir.

Dünyada iken yaptıkları, ister hayır, ister şer bütün amellerini ve aynı şekilde sürdükleri iyi ya da kötü yaşantıyı kaydediyoruz. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:“Her kim İslam’da güzel bir çığır açarsa, yaptığı bu işin sevabı ve kendisinden sonra o güzel çığırda yürüyenlerin aldığı sevap kadar kendisine sevap yazılır. Hemde diğerinin sevabından bir şey eksiltilmez. Her kim de kötü bir yol tutarsa, yaptığı bu kötülüğün günahının yanında, kendisinden sonra o kötü yolda yürüyenlerin günahı da ona yazılır. Ona uyanların günahından hiç bir indirim

yapılmaz.”1 (1) Müslim; İlim 15, Zekat 69; Ahmed: 357-359Bazıları, “Yaptıkları iyi ve kötü amellerle, iyi ve kötü yaşantılarını yazıyoruz.” ayetini: “Mescide yönelik hatalarını yazıyoruz.” şeklinde yorumlamışlardır. Said bin Cübeyr, bu ayetin Beni Seleme kabilesi hakkında indirildiğini rivayet etmektedir. Der ki: “Ahmed Abdillah es-Salihi Ebu Said Muhammed bin İsa Sayrifi’den, Ebu Said, Ebu’l Abbas’tan, O Muhammed bin Hişam bin Melabis en-Nemiri’den o, Mervan el Fezari’den, o Hamid’den, Hamit ise Enes (r.a.)’dan rivayet ederler ki;

Page 3: Beğavi Tefsiri-7

Seleme oğulları mescide yakın bir yere yerleşmek istediler de Peygamberimiz (s.a.v.) şehrin tenhalaşmasını hoş görmeyerek, onlara şöyle dedi: “Siz kaybınızı ve kazancınızı hesap etmiyorsunuz.” Yine, Ebu Said el-Hudri, Abdulvahid el-Melihi’den, o Ahmed bin Abdullah en Naimi’den, Naimi Muhammed, bin Yusuf’tan, o Muhammed bin İsmail’den, o Muhammed bin Ala’dan, Muhammed Ebu Üsame’den, Ebu Üsame Yezid bin Abdullah’tan, Yezid Ebu Zer’den, Ebu Zer ise, Ebu Musa’dan rivayetle, Peygamberimiz (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir: “İnsanların namazdan en çok sevap elde edeni, en uzak yerden gelenlerdir. Uzaktan gelenlerden de yüreyenler bineklilere göre daha çok sevap kazanır. Yine namaz vaktini bekleyip namazı cemaatle kılan kimse, namazı kılar kılmaz yatandan daha çok sevap elde eder.” Ayetin kalan kısmı: “Biz her şeyi apaçık bir imamda (yani Levh-i mahfuz’da) saymışızdır.” şeklindedir.

13- Onlara şu kendilerine elçiler gelmiş olan şehir halkının durumunu misal ver.

Adı geçen şehir Antakya’, elçiler de Hz. İsa’nın elçileridir. “Ya Muhammed (s.a.v.) sen Mekke müşriklerine, Hz İsa’nın elçilerini yalanlamış olan Antakyalıların hikayesini misal olarak anlat” demektir. fiöyle ki: Hz. İsa Nebilerin verdikleri bilgiler istikametinde, Antakya’ya iki elçi gönderir. Havarilerden olan bu ki elçi şehre yaklaşınca, Habibü’n-Neccar adında yaşlı bir koyun çobanıyla karşılaşırlar. O koyunlarını otlatmaktadır. Onu selamlarlar. Yaşlı onlara kim olduklarını sorar, Onlar da Hz. İsa’nın elçileri olduklarını, ve Hz. İsa’nın kendilerini putları bırakıp Rahman olan Allah’a kulluk yapmaya davet ettiğini, bu daveti kendilerine iletmek üzere geldiklerini söylerler. Yaşlı onlara mucize sorar. Onlar da mucize olarak, anadan doğma körlerle, baras hastalarını iyileştirdiklerini söylerler. (Allah’ın izniyle) Bunun üzerine Habib senelerdir hasta bir çocuğunun bulunduğunu söyleyince, elçiler kendilerini eve götürmesi halinde, çocuğun durumuna bakabileceklerini söylerler. Habib onları evine götürür. Onlar çocuğa dokununca, Allah’ın izniyle çocuk sapasağlam olarak ayağa kalkar. Bu haber şehirde yayılır. Böylece, onlar vasıtasıyla Allah (c.c.) pek çok hastaya şifa ihsan buyurur.O zamanda şehrin bir hükümdarı vardır. Vehb, bu hükümdarın adının Antikis olduğunu söylemektedir. Putperest Roma Krallarından biridir. Bu iki elçinin namı ona kadar ulaşır. Onları çağırır. Kim olduklarını sorar. Hz. İsa’nın elçileri olduklarını söylerler. Ne sebeple geldiklerini sorar, elçiler: “Seni şu duyup görmeyen putları bırakıp, işiten ve gören Allah’a kulluk etmeye davet ediyoruz” derler. Elçilerin bu daveti üzerine Kral: “Bizim şu ilahlardan başka ilahımız mı var ki?” der. Elçiler: “Seni ve putları yaratan kimdir?” derler. Kral elçilere: “Kalkın da icabınıza bakayım.” der. Bundan sonra kralın adamları elçileri yakalayıp sokaklarda döverler. Bu konuda Vehb’in verdiği bilgiler şöyledir: “Hz. İsa iki elçiyi Antakya’ya gönderdiğinde, onlar şehre varınca uzun zaman kralla görüşmezler. Nihayet bir gün kral dışarı çıktığında, insanlar kralı tekbirlerle ve zikirlerle karşılarlar. Bu duruma kızan kral, elçileri hapsettirir ve herbirine ikişer yüz sopa vurdurur. Bazı tefsirciler olayı şöyle anlatırlar: İki elçi yakalanıp dövülünce, Hz. İsa Havarilerin reisi olan fiemun Safa’yı onların ardından yardımcı olarak gönderir. fiemun kendini tanıtmadan şehre girer. Kralın yakın adamlarıyla yakınlık kurar. Onlar da ona ısınırlar. Sonra Kral fiemun’un varlığından haberdar olur. Onu davet edip, dostluğunu kabul eder. Ondan hoşlanır ve ikramda bulunur. Sonra bir gün fiemun Krala şöyle der: “Haşmetpenahım! Öğrendiğim kadarıyla sizi dininizden başka bir dine çağıran iki kişiyi hapsedip dövmüşsünüz. Onlarla konuşup ne söylediklerini dinlediniz mi?” Kral ise: “Kızgınlığım buna mani oldu.” der. fiemun krala: “Eğer Kral hazretleri uygun görürlerse, onları çağırsa da, söylemek istediklerini anlasak...” der. Kral elçileri çağırtır. Kendilerini kimin gönderdiğini sorar. Elçiler: “Bizi, herşeyi yaratan ve ortağı olmayan Allah gönderdi.” derler. fiemun ise söze karışarak: “Allah’ı kısaca anlatın, sıfatlarından bahsedin” der. Onlardan biri: “O Allah, dilediğini yapabilen ve istediği hükmü verendir” der. Bundan sonra diyalog şöyle devam eder. fiemun: “Deliliniz nedir?” dedi. Elçiler: “Yaptıklarımız” dedi. Bunun üzerine Kral hemen emir verir. Derhal doğuştan gözü olmayan ve göz yerleri de alnı gibi dümdüz olan bir çocuk getirirler. Elçiler Rabblerine dua etmeye başlayınca, çocuğun göz yerleri yarılır. Sonra elçiler iki küçük toprak parçası alıp, yarılan yerlere koyarlar. Bu iki küçük toprak parçası birer göz billuru oluverirler ve çocuk görmeye başlar. Kral hayrete düşer. Bunun üzerine fiemun Krala yönelerek: “Sen şu ilahlarından böyle bir şey yapmalarını istesen ve onlar da yapsalar, bunun şerefi onların ve senin olmaz mı?” der. Kral fiemun’a:

Page 4: Beğavi Tefsiri-7

“Benim senden gizlim yok. Gerçekten bizim taptığımız ilahlar ne duyarlar ne de görürler; ne zaraları ne de faydaları dokunur.” der. O zamana kadar fiemun, Kral putların huzuruna varınca, onunla beraber girip putlara tapıp niyazda bulurdu ki, kral ve yakınları onu kendi dindaşları sansınlar. Kral elçilere: “fiayet sizin tanrınız ölüyü diriltebilirse, ben de sizin tanrınıza ve size inanacağım” der. Elçiler Krala: “Bizim ilahımızın gücü herşeye yeter” deyince, Kral onlara bir hafta ölmüş olup, babası gelmediği için defnettirmediği İbn-i Dehkan adındaki bir ölüyü getirtir. Ceset bir hayli bozulmuş haldedir. İki elçi açıktan, fiemun da gizli olarak duaya başlarlar. Bunun üzerine ölü ayağa kalkar ve oradakilere: “Ben yedi gün önce geldim ve bir müşrik gördüm. Yedi ateş vadisine kondum. Sizi içinde bulunduğumuz duruma karşı uyarırım. Allah’a iman edin” der. Dirilen ceset şöyle devam eder: “Bana göğün kapıları açıldı. Bakınca, şu üç kişi için (iki elçi ve fiemun) şefaat dileyen güzel çehreli bir genç gördüm.” Kral bunu duyunca şaşırıp kalır. fiemun, sözünün krala tesir ettiğini anlayınca, işin iç yüzünü ona anlatır. Kralı İslam’a davet eder. Kral ve pekçok toplum imana gelir. Bir kısmı da küfre devam eder. Olayın bir diğer versiyonu da şöyle anlatılır: Daha önce Kral’ın bir kız çocuğu ölmüştür ve gömülmüştür. fiemun Kral’a bu iki adamdan kızını diriltmelerini istemesini söyler. Kral talep eder, elçiler de dua ederler. fiemun da gizlice duaya iştirak eder. Allah ölüyü diriltir. Kabir yarılıp kız çıkar ve oradakilere: “Müslüman olun. Bu elçiler doğru söylüyorlar. Gerçi inanacağınızı da sanmıyorum ya...” der. Sonra elçilerden, kendisini yerine döndürmelerini ister. Onlar kızın başına toprak koyarlar. Böylece kız geri döner. İbn-i İshak, Kral’ın iman etmediğini, hatta adamlarıyla beraber olup elçileri öldürmeye karar verdiklerini söyler. Durumu haber alan Habib’ün-Neccar, şehrin öbür ucundan koşarak onların yanına gelir ve onları elçilere itaat etmeye çağırır.

14- O zaman biz onlara iki kişi göndermiştik de onlar bu ikisini de yalanlamıştı. Biz de üçüncü bir kişiyle (onları) desteklemiştik. Hep birlikte: “Elbette biz size gönderilmiş elçileriz” dediler.

Bu ayetteki ‘azzezna’ kelimesini, Ebu Bekir Asım’dan rivayetle ‘azezna’ şeklinde şeddesiz olarak okumuştur. Her iki okuyuşta da mana aynı olmakla beraber anlatımda güçlülük-zayıflık söz konusudur. fieddesiz okuyuşta mana: “Onları, güçlü sözle galip kıldık” şeklinde anlaşılmıştır. Elçilerin adlarının Sadık ve Saduk olduğu, üçüncü kişinin de fiemun olduğu söylenir. Ayette Allah (c.c.) elçilerin gönderilmesini kendine izafe etmiştir. Çünkü Hz. İsa o elçileri, Allah’ın emri gereği göndermiştir. Elçiler hep beraber, Antakyalılar’a: “Biz size gönderilmiş elçileriz” dediler.

15- fiehir halkı elçilere: “Siz de ancak bizim gibi birer insansınız. Rahman hiç bir şey indirmemiştir. Siz yalan söylüyorsunuz” dediler.

Yani “İddianız yalan” dediler.

16- Elçiler: “Rabbimiz biliyor ki, gerçekten biz size gönderilmiş elçileriz” dediler.17- Ve bizim açık bir tebliğden başka vazifemiz yoktur.18- fiehir halkı elçilere: “Sizin yüzünüzden başımıza uğursuzluk geldi. Eğer bu işe son vermezseniz, sizi taşla öldüreceğiz ve bizden size acı bir azap dokunacak” dediler.

Bahsettikleri uğursuzluk, elçilerin gelmesinden sonra şehirlerine yağmur yağmaması idi.19- Elçiler onlara: “Sizin uğursuzluğunuz kendinizdendir. Size hatırlatıldı diye mi(bunu söylüyorsunuz). Hayır siz, haddi aşan bir toplumsunuz” dediler.

Uğursuzluğunuz kendinizdendir demek, “İnkarınızdan ve bizi yalanlamanızdan” demektir. Elçiler onlara: “Size tarafımızdan Allah hatırlattı diye mi bizim yüzümüzden uğursuzluğa uğradınız” demişlerdir. Ebu Cafer, ‘in’ edatındaki Elifi fethalı, ‘zukkirtum’ kelimesindeki ‘ke’ harfini ise, şeddesiz okumuştur.

20- fiehrin en uzak yerinden, koşarak bir adam geldi ve: “Ey halkım, elçilere uyun” dedi.

Bu adam Habib’ün-Neccar’dır. Süddi onun kasap olduğunu, Vehb ise, adı geçen adamın, ipek yapan, cüzzamlı bir hasta olduğunu söyler. Onun evi şehrin en uzak kapılarından birinin yanında idi. Aynı zamanda, inanmış, hayır sahibi; akşam olunca kazancını ikiye bölüp, yarısını ailesinin geçimine, yarısını da fakir-fukaraya ayıran birisi olduğu söylenmektedir. Kavminin Hz. İsa’nın elçilerini öldürmeye kastettiklerini öğrenince, koşarak oraya gelir.

Page 5: Beğavi Tefsiri-7

21- “Sizden hiç bir ücret istemeyenlere uyun. Onlar hidayete ermişlerdir.”

Katade, Habib’ün-Neccar’ın bir mağarada ibadetle meşgul iken ona elçilerin haberinin ulaştığını, ulaşır ulaşmaz da hemen yanlarına koştuğunu, yanlarına varınca onlara, yaptıkları bir tebliğ karşılığında bir ücret isteyip istemediklerini sorup, istemediklerini öğrenince de kendi kavmine dönüp: “Karşılık-ücret istemeden sizi doğru yola çağıran insanlara uyun. Çünkü onlar doğru yoldadırlar” dediğini, bunun üzerine hemşehrilerinin kendisine: “Demek sen de dinimize karşı geldin ve onların ilahına inandın öyle mi?” demiş olduklarını söylemektedir. Bunun üzerine Habib:

22- “Ne diye beni yaratmış olan ve sizlerin de kendisine dönecek olduğunuza kulluk etmeyeyim” dedi.

Hamza ve Yakup, bu ayetteki ‘ve maliye’ kelimesindeki ‘ye’ zamirinin-harfinin, harekesini sükun olarak okurken, diğer kıraat alimleri, bu harfi ‘fetha’ ile okumuşlardır. Bu ayette Allah (c.c.)’un yaratmayı kendi zatına nisbet edip, dönüşü Antakya halkına maletmesinin sebebi, yaratmada onun nimetinin eserinin çok bariz olması ve dönüşü bildiren ifadede ise, azarlamanın söz konusu olmasıdır. Bu azarlama onlara son derece uygundur. Bilgilere göre; Habib Antakya halkından elçilere uymalarını, onların davetini kabul etmelerini isteyince, Kral ona elçilere inanmış olup olmadığını sormuş; Habib ise Kral’a; “Sizler diriliş gününde huzura çıkarılıp yaptıklarınızdan dolayı hesaba çekilecekken ve cezalandırılacakken, ben ne diye Rabbime kulluk etmeyeyim? O zaman benim halim nasıl olur?” demiştir.

23- “O’ndan başka ilahlar mı edineyim? Eğer Rahman, bana bir zarar vermek istese, onların şefaati bana bir fayda sağlamaz ve onlar beni kurtaramazlar.”

Ayetin başındaki soru, inkar içindir. “Kesinlikle Allah’tan başka ilah edinmem” demektir. Ben sizin bu dediğinizi yapacak olsam, Allah beni cezalandırdığı takdirde bu putlar beni o kötü durumumdan kurtaramazlar.

24- “O takdirde ben, apaçık bir sapıklık içinde olurum.”25- “fiüphesiz ben sizin Rabbinize inandım, beni dinleyin.”

Habib bu sözü elçilere söyler söylemez, halk hep beraber ona saldırdılar ve onu katlettiler. İbn-i Mesud: “Onu öyle bir çiğnediler ki, barsağı makatından dışarı çıktı” demektedir. Süddi ise, onu taşladıklarını, bu esnada onun: “Allah’ım! Bunlara hidayet ver” diye dua ettiğini, sonra da onu keserek öldürdüklerini söyler. Hasan Basri: Antakya halkının, Habib’in boğazını yardıklarını, sonra da şehrin surlarından birine onu astıklarını söylemiştir. Kabrinin Antakya’da olduğunu ve Allah’ın onu cennete koyup, orada rızıklandırdığını da eklemektedir.

26- (O’na) “cennete gir” dendi. (Girince) şöyle dedi: “Keşke halkım bilseydi.”27- “Rabbimin beni bağışlayıp ikrama mazhar kıldığını”

Yani elçilerin dinine yönelmeleri açısından, (yönelmelerini umarak), kavminin kendisinin Allah tarafından bağışlanıp, ikram gördüğünü bilmelerini temenni ediyor. Habib’ün-Neccar katledilince, Cenab-ı Hakk gazaplandı ve Antakya halkını acilen cezalandırmak üzere Cebrail (a.s.)’a emretti. Cebrail (a.s.) da öyle bir ses (sayha) çıkardı ki, Antakya halkı son neferine kadar hepsi helak oldu.

28- “Kendisinden sonra biz, onun kavmi üzerine gökten bir ordu indirmedik. İndirecek de değildik.

Yani melekler ordusu... Böyle bir şeye gerek de yoktu. Onların helaki için gereken şey, onların beklediğinden daha kolay oldu. fiöyle ki: “Habib’ün-Neccar’ın katledilmesinden sonra, onun kavmini helak etmek maksadıyla, daha önce helak etmek istediğimiz toplumlara yaptığımız gibi, tufan, yıldırım, ve öldürücü rüzgar gibi metodları kullanmadık. Aksine şöyle oldu:

29- Ancak bir tek haykırış oldu o anda sönüverdiler.

Ayetteki ‘sayha’ kelimesini Ebu Cafer, merfu okumuştur. Dolayısıyla o korkunç sesin varlığını, gerçekleşmesi yerinde kullanmıştır. Müfessirler bu dehşetli sesi, şehrin kapısının iki yanından tutarak Cebrail’in (a.s.) çıkardığını söylerler.

Page 6: Beğavi Tefsiri-7

30- Yazıklar olsun o kullara. Kendilerine ne kadar peygamber geldiyse mutlaka onunla alay ediyorlardı.

İkrime’nin yorumu şöyledir: Kendilerine çok yazık ettiler, bu büyük bir pişmanlıktır. Ayrıca bu ayet iki şekilde yorumlanmıştır. Birincisi, Allah’ın onlar hakkında inanmamalarından dolayı kıyamet günü uğrayacakları acıklı ve hüzünlü olacaklarını bildirmesi. Diğeri de helaka uğrayanların ahirette azabı gördükleri zaman, kendi durumlarına üzülüp pişman olma şeklindedir. Ebu’l-Aliye, helak olan kavmin azabı görünce, dünyada elçilere inanmadıklarından dolayı derin br esef ve pişmanlık duyarak daha önce onlara inanmış olmayı temenni edeceklerini söyler. Ezheri ‘ya hasret’ ifadesiyle pişmanlığa nida edilmediğini, nida yapısının muhatapları uyarmak için kullanıldığını söyler. Örnek olarak da, Arapların, kendilerince mübalağalı bir şekilde uyarı ifade etmek üzere, bu ifadeleri ‘ya hasreti ya aciba’ şeklinde kullandıklarını söyler. Sanki onlar şöyle diyecekler: “Ey şaşkınlık, ey pişmanlık şimdi senin zamanın” asıl mana ise: “İşte şu an pişmanlık ve şaşkınlık anıdır.” şeklindedir. Ardından bu esef ve pişmanlığın sebebi belirtiliyor: “Kendilerine gelen her elçiyi mutlaka yalanlıyorlardı.”

31- Onlar görmüyorlar mı ki, kendilerinden önce nice toplumları mahvettik de artık dönüp onlara gelmiyorlar.

Yani, onlar öğrenmediler mi ki (Mekke müşrikleri kasdediliyor) biz nice kavimleri helak etmişizdir. “Kurun” asırlar demektir. Bu ayette asırlar kelimesi mecaz ifade ediyor. Çünkü kasdedilen mana bizzat o asırlar değil, o asırlarda yaşayan insanlardır. Helak olan önceki toplumların durumundan ibret almaları gerekir.

32- Muhakkak ki onların hepsi toptan huzurumuza getirilecektir.

‘lemma’ edatını, Asım ve Hamza hem burada hem de Zuhruf ve Tarık surelerinde; İbn-i Amir, burada ve Tarık suresinde, Ebu Cafe ise sadece Tarık suresinde şeddeli olarak okumuşlardır. Diğer kıraat imamları şeddesiz okumuşlardır. fieddeli okuyanlar ‘en’ edatına, ‘inka’ manası vermişlerdir. ‘lemma’yı da ‘illa’ manasında anlamışlardır. fieddesiz okuyanlar ise ‘en’i ifadeyi güçlendirme manasında, ‘lemma’yı da sıla olarak yorumlamışlardır, dolayısıyla; “hepsi tamamıdır” diye bir mana ortaya çıkar.

33- Ölü toprak onlar için bir ayettir. Biz onu dirilttik, ondan taneler çıkardık da ondan yiyorlar.

Arpa ve buğday gibi.

34- Orada hurma ve üzüm bahçeleri yaptık. Su kaynakları çıkardık.35- Meyvelerinden ve kendi elleriyle yaptıklarından yerler. Hala şükretmeyecekler mi?

Yani indirdiğimiz su ile oluşan meyvelerden yesinler diye böyle yaptık. Hamza, Kisai ve Ebu Bekir, ‘bima amilethü’ kelimesini ‘he’siz okumuşlardır. Diğer kıraatçılar, metinde yazılı olduğu gibi ‘he’ zamiri ile beraber okuyup: “Elleriyle yaptıkları ekin ve dikinlerin mahsulünü yemeleri için böyle yaptık” manasını anlamışlardır. Onlara göre, bu zamirin mercii, ‘bima’daki ‘ma’ edatıdır. Yani ism-i mevsul. Bağlaç olarak kullanılan edatı Dahhak ve Mukatil gibi bazı kıraatçılar ise, ‘ma’nın, olumsuzluk bildiren edat olduğunu, dolayısıyla mananın: “ Ekin ve dikinleri hazır olarak buldular, kendileri ekip dikmediler” şeklinde anlaşılması gerektiğini söylemişlerdir. Su kaynakları ifadesiyle de, Nil, Fırat ve Dicle gibi ırmakların kastedildiği söylenir.

36- Yeryüzünde biten şeylerden, kendi cinslerinden ve daha bilmedikleri şeylerden çift çift yaratan, yücedir, noksan sıfatlardan münezzehtir.

Gerçekten, bütün canlı türleri; gerek meyveler, ve hububat, gerek insan türü ve gerekse daha insanların bilmedikleri, karada ve denizde Allah’ın yaratığı olan her şey çiftler; yani erkek ve dişi olarak yaratılmıştır.

37- Onlar için, gece de bir delildir. Gündüzü ondan çekip alırız da, hemen kap karanlık bir ortam içinde kalıverirler.

Bu durum, Allah’ın sınırsız kudretine bir delildir. Allah (c.c.) gündüzü çekip sıyırınca, insanlar karanlıklar içinde kalırlar. Bunun manası; “Biz gündüzü götürüp, geceyi getiririz.” demektir. Bu ifade, alemde asıl olanın karanlık olduğunu, aydınlığın karanlık üzerine dahil olduğunu anlatır. Güneş batınca, gündüz, geceden sıyrılıp alınır ve karanlık belirir.

Page 7: Beğavi Tefsiri-7

38- Güneş kendisine ait bir yörüngede akıp gider. Bu, çok güçlü ve sonsuz bilgi sahibi olan Allah’ın takdiridir.

Ayetteki “müstekarr” kelimesi, karargah ve son durak kelimeleri ile karşılanabilir. Bazı müfessirler bununla, kıyamet anında güneşin dönüşünün son bulduğu anı anlamışlardır. Bazıları ise, gün sonunda güneşin ufukta battığı yer manasındadır demişlerdir.Kimi müfessirler de, “müstekar” kelimesinin, güneşin yazın semada ulaştığı en yüksek seviye ile kışın ulaştığı asgari yükselti yerleri olarak anlaşılabileceğini söylemişlerdir. Peygamberimiz (s.a.v.)’den;

“Güneşin durağı arşın altıdır.”1 şeklinde sahih senedle rivayet gelmiştir. (1) Buhari Tevhid: 23, Müslim İman: 251 Rivayeti, Abdü’l-Vahid Melihi, Ahmed bin Abdullah Melihi’den, o Muhammed bin Yusuf’dan, o Muhammed bin İsmail’den, o Veki’den, Veki A’meş’den, A’meş İbrahim Teymi’den, Teymi babasından, o da Ebu Zer’den nakletmişledir.Ebu Zer şöyle rivayet etmiştir: “Allah Rasulü’ne (s.a.v.), “Güneş yörüngesinde akıp gider” ayetini sordum, bana: “Onun durağı arşın altındadır.” dedi. Farklı bir versiyon şöyledir: “Abdü’l-Vahid Melihi, Veki’den, Veki Süfyan’dan, o A’meş’den, A’meş İbrahim’den, İbrahim babasından, babası da Ebu Zer’den rivayet etmiştir ki, Rasulullah (s.a.v.) güneşin battığı bir esnada, Ebu Zer’e şöyle sorar: “Güneşin nereye gittiğini biliyor musun?” Ebu Zer: “Allah ve Rasulu daha iyi bilirler” der. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.): “O secde etmek için, arşın altına gitti. İzin ister. Kendisine izin verilir Neredeyse, secde edecek de kabul olunmayacaktır. Sonra, yine izin ister, izin verilmez ve kendisine, “Geldiğin yerden geri dön” denir. O zaman güneş, battığı yerden geri döner. Yani batıdan doğar. (Kıyametin kopması anında).Amr bin Dinar’ın İbn-i Abbas’tan yaptığı rivayet ise şöyledir: “İbn-i Mes’ud’un kıraatine göre ayetin baş tarafı şöyledir: (Ve’ş-şemsü tecri la müstekarri leha) Müstekar kelimesinin başında (la) lam-elif vardır ve olumsuzluk anlatır. Yani: “Güneş akıp gider. Onun durağı yoktur” manasına gelmektedir.

39- Ay için de yerler takdir edip belirledik. Sonunda eğri hurma dalı haline döner

Ayetteki (el-kamer) yani ay kelimesini, İbn-i Kesir, Nafi ve Basra ekolüne bağlı alimler, merfu olarak yani, son harfini ötreli olarak okumuşlardır. Daha önce geçen, gece ve güneş kelimelerine atıf olarak kabul edilmişlerdir. Diğer kıraat imamları ise, (kadderna) fiilinin mefulü (aslında iştigal) kabul edip, mensub olarak yani son harfini fetha ile okumuşlardı. Ay için takdir edilen mekanların isimlerini, müellif Yunus suresinin tefsiri esnasında zikrettiğini söylüyor. Ay son evreye girince incelir. Bu da ayette, eğri hurma dalı benzetmesiyle anlaşılmıştır.

40- Ne güneş aya erişebilir, ne de gece gündüzün önüne geçebilir. Hepsi de birer yörüngede yüzmektedirler.

Anlaşılıyor ki, kıyametin kopmasından önce, ne gündüz geceye, ne de gece gündüzün içine giremez. Onlar belli bir hesaba göre, birbirlerini takip ederler. Onlardan hiçbiri, vaktinden önce gelmez. Ya da biri diğerinin yetkisine müdahale etmez. Mesela gece vakti güneş doğmaz, gündüz vaktinde de ay ışığının tesirini gösteremez. Onlardan biri, diğerini idrak edip, her ikisi aynı anda ışıklarının tesiriyle görünmek isteyince, kıyamet kopacaktır. Güneşin aya erişmesini, ikisinin aynı yörüngede birleşmesi olarak; gecenin gündüzü geçmesi ifadesini de arada gündüz fasılası olmadan, gece ardından ona bitişik olarak tekrar ikinci bir gece gelmez” şeklinde yorumlayanlar da olmuştur.

41- Soylarını dolu bir gemide taşımamız da onlar için bir delildir.

Ayetteki (zürriyetuhum) kelimesini, Medine ve Suriye ekolü, çoğul olarak (zürriyatuhum) şeklinde okumuşlardır. Diğer müfessirler, metinde olduğu gibi, müfred-tekil okumuşlardır. Zürriyet kelimesi ile kasdedilen ata ve ecdadlardır. Bu kelime ‘evlad’ manasına geldiği gibi ‘atalar’ manasına da gelmektedir. Meşhun kelimesi ise ‘dolu’ manasına gelir. Ayette Nuh’un gemisi kasdedilmiştir. fiimdiki insanlar Nuh’un gemisinde taşınan insanların soyundandır.

42- Onlar için gemiye benzer başka binecek şeyler de yarattık.

Page 8: Beğavi Tefsiri-7

Kimileri bu ifade ile Allah’ın bütün diğer gemileri kasdettiğini söylemişlerdir. Zira onlar da Nuh’un gemisi gibidirler. Katade, Dahhak ve daha başka bazı müfessirler ise nehirlerde bulunup da, denizlerdeki büyük gemiler gibi yüzen diğer küçük gemilerin söz konusu edildiğini söylemişlerdir.İbn-i Abbas ayetteki binilecek şeylerin filler olduğunu söylemişlerdir. Ona göre karada filler, denizde gemiler gibidir. 43- Dilesek onları boğarız da, ne imdatlarına koşan bulunur, ne de kurtarılırlar.

Yani onları boğulmaktan kurtaran olmaz. İbn-i Abbas’a göre mana şöyledir: “Onları azabımdan kurtaracak hiç bir kimse yoktur.”

44- Ancak tarafımızdan bir rahmet var, ve onları belli bir süreye kadar yaşatıyoruz.

Yani Allah onları rahmeti ile ömürlerince yaşatır.

45- Onlara: “Önünüzdeki ve arkanızdakilerden sakınınız, olur ki rahmet olunursunuz” dendiği zaman (yüz çevirirler.)

İbn-i Abbas: “ Önünüzdeki Ahirettir. Onun için ibadet yapın. Arkanızdaki ise dünyadır. Ondan sakının ve ona aldanmayın.” fieklinde tefsir etmiştir. Katade ve Mukatil ise: “Önünüzdekiler” ifadesinin, Allah’ın daha önceki milletlere gönderdiği afetler; “arkalarındaki” ifadesinin ise ahiret azabı, olduğunu söylemişlerdir. Ayetteki şartlı zaman edatın cevabı hazf edilmiştir. Sonraki ayetten bu durum anlaşılmaktadır.

46- Onlara Rablerinin ayetlerinden bir ayet gelince hemen ondan yüz çevirirler.47- Kendilerine: “Allah’ın size rızık olarak vermiş olduklarından Allah için harcayın” dendiğinde, o inkarcılar; “Dilediği takdirde Allah’ın yedirebileceği kimseyi biz mi yedireceğiz? Doğrusu siz açık bir sapma içerisindesiniz” dediler.

Müminler Mekke’nin kafirlerine: “Allah’a ait olduğunu iddia ettiğiniz şu mallarınızdan yoksullar için harcayın” derlerdi. Bu mallar onların güya Allah’a ayırdıkları ekinler ve hayvanlardı. Kendilerine söylenen bu söze karşı: “Allah istese fakirlerin rızkını verir, onun yapmadığını niye biz yapalım? Gücü yettiği halde Allah onlara rızık vermiyor. Biz de Allah’ın arzusuna uyarak onun doyurmadığı kimseleri doyurmuyoruz.” diyorlardı. Bu bahane cimrilerin tutunduğu bir mazerettir. “Allah’ın mahrum ettiğine biz birşey vermeyiz” derler. Oysa bu iddia onların temelsiz sözleridir. Çünkü Allah, denemek amacıyla halkın kimini fakir, kimini zengin yapar. Onların iddia ettikleri gibi ne fakiri nimetlerden mahrum bırakması cimriliğindendir, ne de zengine infakı emretmesi onların malına muhtaç oluşundan. Allah zengini, malından fakir için pay ayırıp vermekle denemek ister. Yarattıkları hakkındaki iradesine ve hükmüne kimsenin itiraz hakkı yoktur. Kafirler müminlerin H.z. Muhammed’e uymakla yoldan çıktıklarını söylediler.

48- Ve: “Eğer doğru söylüyorsanız, o vaad ne zamandır? diyorlar.49- Onlar, birbirleriyle çekişip dururken onları yakalayacak tek bir çığlıktan başkasını beklemiyorlar.

İbn-i Abbas: “Allah, sur’a ilk üfürüşü kasdediyor.” demiştir.Bu ani haykırış sesi, çekişip dururlarken onları yakalayıverir. Yani onlar alış-veriş gibi dünya işlerinde çekişirlerken ya da meclislerde ve çarşılarda konuşurlarken kıyametin kopuşu gerekleşecektir. Hamza (yehissimun) kelimesini, şeddesiz olarak (yahsimun) şeklinde okumuştur. O zaman mana: “Kimisi kimisine tartışmada galip gelir” şeklinde olur. Hamza’nın dışındaki kıraatciler kelimeyi şeddeli okumuşlardır. Kelimenin aslı (Yahtasimun) şeklindedir. Ancak (te) harfi (sad) harfine idgam edilerek sad harfi şeddelenmiştir. İbn-i Kesir, Yakup ve Verş ise idgam edilen (T) harfinin harekesini (cim) harfine naklederek bu harfi fethalı okumuşlardır. Ebu Cafer ve Kalun (H) harfini cezimli okumuşlar Ebu Ammr ise, fethayı hafifçe belli ederek okumuştur. Diğer kıraatçılar kesreli okumuşlardır. Rasulullah’dan rivaye edilir ki: “Kıyamet kesinlikle kopacaktır. Elbisesini alış-veriş için yaymış olan iki kişi kıyamet esnasında, ne onu alıp-satabilecekler ne de toplayıp katlayabilecekler.”

50- Bir tavsiyede de bulunamazlar, ailelerine de geri dönemezler

Page 9: Beğavi Tefsiri-7

Mukatil: “Vasiyet için acele ederler ancak hemen ölürler demiştir.” Aynı zamanda ailelerine de dönemezler, kıyametin çok ani kopması onlara birşey yapma fırsatı vermez.

51- Sur’a üfürülür, o anda insanlar kabirlerinden kalkıp Rablerine doğru koşarlar.

Bu Sur’a ikinci üfürülüştür. Diriliş nefhasıdır. Birinci ile ikinci arasında kırk yıl vardır. Kabirlerden canlı olarak çıkarlar. Nesl kelimesi bir yerden çıkıp gelmek manasına gelir. Bu sebeple çocuğa anasının karnından çıktığı için “nesl” denir.52- Derler ki: “Vah bize, yattığımız yerden kim kaldırdı bizi? Bu Rahman’ın vadettiğidir. Demek ki elçiler doğru söylemiş”

Übey İbn-i Ka’b, İbn-i Abbas derler ki: “Onlar böyle söylerler çünkü iki üfürüş arasında Allah onlardan azabı kaldırır ve onlar rahatça yatarlar. Ne zaman ki ikinci kez sur’a üfürülür işte o zaman dirilip azabı görürler ve hemen feryadı basarlar. Meani alimleri derler ki: “Kafirler cehennemi ve onun azabının çeşitlerini görünce, kabir azabı onlara bu azapların yanında uyku gibi gelir. İşte o zaman: “Vah bize, bizi yattığımız yerden kim kaldırdı?” derler. Sonra da: “Bu Rahman’ın tehdididir. Demek ki elçiler doğru söylemiş” derler. Yani fayda vermediği anda ikrarda bulunurlar. Kimileri de meleklerin onlara: “İşte bu Allah’ın vaadidir. Peygamberler doğru söylüyorlardı” derler, yorumunu yapmışlardır. Mücahid ise kafirlerin: “Bizi yattığımız yerden kim kaldırdı” diyeceklerini. Buna karşı inananların da: “Bu Rahman’ın vaadidir, peygamberler doğru söylemişlerdir” diyeceklerini söylemiştir.

53- Sadece tek bir nara olur. Hemen o anda onların hepsi huzurumuza getirilirler.54- Bu gün hiçbir kimseye zulmedilmez. Siz de yaptıklarınızdan başka hiçbir şeyle cezalandırılmazsınız.55- Gerçekten, cennetlikler o gün bir zevk ve eğlence ile meşguldürler.

İbn-i Kesir, Nafi ve Ebu Amr (şuğul) kelimesindeki (ğayn) harfini cezimli okumuşlardır. Diğer kıraatçılar ise zammeli okumuşlardır. Bu iki kelime (suhtun ve suhutun) kelimeleri gibi iki eş anlamlı kelimedir. (fieğale) kelimesinin manası hususunda ihtilaf olmuştur.İbn-i Abbas (şeğale) kelimesinin manasının hurilerle beraber olmak olduğunu söyler. Veki bin Cerrah: “Müzik dinlemektir” der. Kelbi ise bu meşguliyetin cennetliklerin, cehennemdekilerin durumlarından haberdar olmaksızın ve onları hatırlamaksızın zevk içinde bulunmalarını ifade ettiğini söylemiştir. Hasan-ı Basri: “Cennetlikler cennet nimetlerine dalıp, Cehennemdekilerin içinde bulunduğu azaptan habersiz dururlar yorumunu yapar. İbn-i Keysen: “Cennetlikler birbirlerini ziyaretle meşgul olurlar” demiştir. “Allah’ın ziyafetinde sevinirler” diyenler de olmuştur. Ebu Cafer “Fakihine” kelimesini “Fekhine” şeklinde okumuştur. Hafs, Mutaffifin suresinde Ebu Cafer’in bu okuyuşuna uymuştur. Bu iki kelime (el-hizru ve el-hizaru) kelimeleri gibi yakın manalı iki kelimedir. Eğlenmek manasındadırlar. Mücahid ve Dahhak, “içinde bulundukları durumdan çok hoşlanırlar” manasını vermişlerdir. İbn-i Abbas’ın verdiği mana “sevinçlidirler” şeklindedir.

56- Onlar ve eşleri, gölgeliklerde, koltuklara yaslanırlar.

Hamza ve Kisai, gölgelikler manasındaki (Zilal) kelimesini (Zulel) şeklinde elifsiz olarak ve (zı) harfini ötreli olarak okumuşlardır. Kelimenin tekili (Zilletün) şeklindedir. Kıraatçilerin çoğu ise bu kelimeyi (Zalle) kelimesinin çoğulu olarak (Zilal) şeklinde okumuşlardır. (Eraik) konforlu evlerdeki koltuklar demektir. Müfredi (Erike)dir. Salebi: “Üzerinde süslü örtü olmazsa erike denmez” demiştir. (Müttekiun) yaslananlar demektir.

57- Orada onlar için meyveler ve istedikleri her şey vardır.

Yani arzu ettikleri ve iştahlarının çektiği her şey vardır.

58- Merhameti çok olan Rab’den (onlara) “selam” denir.

Yani Allah (c.c.) onlara selam söyler. Ebu Said, Ahmed bin İbrahim, fierihi, İshak Ahmed bin Muhammed, İbrahim Salebi’den, o Abdü’l-Halık bin Abdü’l-Halık el-Müzeri’den, o Ebu Bekir Ahmed bin Muhammed bin Musa Melihi İsfehani’den, o, Hasan bin Ebi Ali Zaferani’den, Zaferani, İbn-i Ebi fievaridi’den, o da Ebu Asım Abadani’den, Ebu Asım, Fadıl Rakaşi’den, Fadıl, Muhammed bin Münkedir’den, o, Cabir bin Abdillah’dan rivayet etmişlerdir. Rasulullah:

Page 10: Beğavi Tefsiri-7

“Cennet halkı cennette nimet ve eğlence içinde iken onlara bir nur görünür. Başlarını kaldırınca, Allah’ın kendilerini temaşa etmekte olduğunu görürler. Allah şöyle buyurur: “Selam size ey cennet halkı.” Böylece Allah onlara bakar, onlar da Allah’a bakarlar. Allah’a baktıkları sürece hiçbir nimete ilgi duymazlar. Nihayet Allah’ın yüzü onlardan gizlenir. Fakat nuru ve bereketi yurtlarında kalır.” Kimileri: “Allah onlara yurtlarında iken selam verir” derler. Kimileri de: “Onlara Allah’ın selamını melekler verir” demişlerdir. Mukatil: “Melekler Cennet halkına çok merhametli olan Rabbiniz’in selamı üzerinize olsun, ey Cennet halkı diyerek, bütün kapılardan Cennetliklerin yanına girerler” demektedir. Kimileri de bu ifade hakkın: “Allah onlara esenlik verir; ebedi esenliğe teslim olun” demektedir.

59- “Ayrılın bugün ey günahkar suçlular!”

Mukatil: “Bugün iyilerden ayrılın” der. Ebu’l-Aliye “seçilin”, Süddi: “Kenarda durun”, Zeccac: “Müminlerden ayrılın” manalarını vermişlerdir. Dahhak ise: “Cehennemde her kafir için bir ev vardir. Bu eve girer, sonra evin kapısı ateşle kapatılır. Sonra o kişi ebedi olarak kalır. Ne o kimseyi, ne de kimse onu görür” şeklinde tefsir etmiştir.

60- Ey Adem oğulları! “fieytana itaat etmeyin, o sizin için apaçık bir düşmandır”, diye buyurmadım mı?61- Ve “Bana kulluk edin” diye. Dosdoğru yol budur.62- Muhakkak fieytan çoğunuzu yoldan çıkardı. Niçin akıl etmiyorsunuz?

Medineliler ve Asım, (cibillen) şeklinde, cim ve ba’yı esreli, lam’ı ise şeddeli okumuşlardır. Yakub, (cübüllen) olarak, cim ve ba’yı ötreli, yine lam’ı şeddeli olarak okumuştur. Amir ve Ebu Amr, cim’i zammeli, ba’yı sakin ve lam’ı ise şeddesiz olarak okumuştur. Diğer kıraatçılar, cim ve ba harflerini zammeli, lam’ı ise şeddesiz olarak okumuşlardır. Bu okuyuşların hepsi de sahihtir. Manası, “halk ve cemaat” yani, pek çok insan demektir. “İblis’e itaat eden milletlerin helakı ile size gelen haberleri düşünmüyor musunuz? Ateşe yaklaştıklarında onlara şöyle denir:

63- İşte bu, size vadedilen cehennemdir.64- İnkar etmiş olmanızdan dolayı, girin bakalım bu gün ona!65- O gün onların ağızlarını mühürleriz. Elleri bize anlatır. Ayakları ise yaptıklarına şahitlik eder.

Bu, kafirlerin, küfürlerini ve peygamberleri yalanlamalarını inkar etmeleri ve “Biz müşrikler değildik” demeleri esnasında olur. O anda ağızları mühürlenir, organları, aleyhlerinde şahitlik yapar. Abdü’l-Vahid bin Ahmed Melihi’nin, Hasan Muhammed bin Amr bin Hafsavih Serahsi’den, (ölüm tarihi Hicri 355), Serrahsi’nin Ebu Zeyd Hatim bin Mahbub’dan, onun Abdü’l-Cebbar Ala’dan, onun Süfyan’dan , Süfyan’ın Sehl bin Ebi Salih’den, Sehl’in babasından, onun da Ebu Hureyre’den bir rivayette, insanların Peygamber (s.a.v.)’e, kıyamet gününde Allah (c.c.)’ı görüp göremeyeceklerinin sormaları üzerine Rasulullah’ın onlara: “Siz gündüzün bulutsuz havada güneşi görme hususunda bir sıkıntı çekiyor musunuz?” şeklinde karşılık verdiğini, onların

“Hayır” demeleri üzerine:1

(1) Oradakilere “Pekala, bulutsuz gecede, dolunayı görmekte sıkıntı çeker misiniz?” dediğini oradakilerin tekrar “Hayır” demeleri üzerine “Nefsim elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki, ayla güneşi o durumda iken, onları görmekte bir zorlukla karşılaşmıyorsanız, aynı şekilde ahirette de Rabbinizi görme hususunda hiç bir zorlukla karşılaşmayacaksınız.” Sonra Peygamberimiz şöyle buyurdu: “Allah bir kuluna yönelir ona: “Sana ikramda bulunmadım mı? Seni doğruya sevkedip, çiftleştirmedim mi? Hizmetine at ve develer sunmadım mı? Onları idare ediyor, onlardan yararlanıyorsunuz” O kul, Allah’a:“Elbette onları benim için yaptın” deyince, Cenab-ı Hak:“Bana kavuşmayı umuyor muydun?” der. O kul:“Hayır” der. Bunun üzerine Allah (c.c.): “Sen beni nasıl unutmuşsan, ben de seni unutmuştum” der. Cenab-ı Hak, ikinci bir kula yönelip aynı şekilde ona da sorar. O kul da: “Evet, aynen buyurduğunuz gibi” karşılığını verir. Allah (c.c.): “Bana kavuşmayı umuyor muydun?” diye sorar. O da:“Hayır” deyince, Cenab-ı Hak, ona da aynı şekilde:

Page 11: Beğavi Tefsiri-7

“Beni unuttuğun gibi ben de seni unuttum” der. Sonra üçüncü bir kişiye yönelir. Aynı soruyu ona da sorunca, o:“Yarabbi, sana, kitabına ve peygamberlerine inandım. Namaz kıldım ve oruç tuttum, sadaka verdim” diyerek, mümkün olduğu kadar yaptığı iyilikleri sayar. Allah (c.c.) ona: “O halde burada ne işin var?” der. Ve ona:“fiimdi aleyhinde şahitlik yapacak bir şahit göndereceğim” der. O adam kendi kendine aleyhinde şahitlik yapacak bir şahidin kim olduğunu düşünürken, hemen ağzı mühürlenir, ayağına “konuş” denir. Bunun üzerine ayağı, eti ve kemikleri onun yaptıklarını anlatmaya başlar. Bu, onun, nefsinden özür dilemesidir. Bu adam münafıktır, ve Allah’ın kendisine kızdığı bir kimsedir.” Ebu Said, Abdullah bin Ahmed dedesinden, dedesi, Ebu Selh Abdü’s-Samed bin Abdu’r-Rahman el-Bezzaz’dan, Bezzaz, Muhammed bin Zekeriya el-Azafiri’den, o, İshak bin İbrahim Demri’den, Demri, Abdü’r-Rezzak’dan, o, Mamer’den, Mamer de, Behz bin Hakim bin Muaviye’den, o babasından, o da dedesinden rivayet etmiştir ki: Rasulullah buyuruyor: “Sizler çağırılırsınız ağızlarınıza mühür takılır. Herhangi biriniz önce el ve ayaklarından sorguya çekilir.” Yine müellif, İsmail bin Abdi’l-Kahir’den, o, Abdi’l-Gafir bin Muhammed’den, o, Muhammed bin İsa el-Celudi’den, Celudi, İbrahim bin Muhammed bin Süfyan’dan, İbrahim Müslim bin Haccac’dan, Müslim, Ebu Bekir bin Ebi Nadr’dan ihbar siygasıyla, Ebu Bekir Haşim bin Kasım’dan tahsis ile, o, Abdullah Eşcai’den ihbar ile Eşcai, Süfyan Sevri’den, Süfyan, Ubeyd el-Mekteb’den, Ubeyd Fudayl’dan, o, fia’bi’den, fia’bi ise Enes bin Malik’den an’ane yoluyla rivayet etmişlerdir ki; Enes şöyle demiştir: “Rasulullah’ın yanında bulunduğumuz bir sırada, gülerek şöyle buyurdu: “Neye güldüğümü biliyor musunuz?” Biz:“Allah ve Rasulu daha iyi bilir” dedik. Buyurdu ki: “Ben bir kulun Rabbi ile konuşmasına gülüyorum. O kul der ki: “Yarabbi beni zulümden sen kurtarmadın mı?” Allah Teala: “Elbette ben kurtardım” deyince, o kul: “Ben kendimden başka hakkımda şahitlik edecek kimseyi göremiyorum” der. Hak Teala bunun üzerine ona: “Sana bugün nefsin ve Kiramen katibin melekleri şahit olarak yeter” der. Sonra o adamın ağzına mühür vurulur ve organlarına:”Konuş” denir. Onların da herbiri yaptıklarını anlatır. Sonra söze karışır ve: “Size yazıklar olsun. Ben sizden uzaklaşıyordum” der.

66- İstesek onların gözlerini tamamen körederiz o zaman doğru yola koşuşurlar, ama artık nasıl görecekler?

Onların görünen gözlerini yok ederiz de, ne göz kapakları görülür, ne de gözlerinin yarığı, (Tames)’in manası budur. Nitekim şu ayetin manası da öyledir: “Kalplerini kör ettiğimiz gibi, dileseydik göz ve kulaklarını da yok ederdik, o durumda yollara dökülürlerdi, fakat bu durumda nasıl görebilirlerdi?..” Ayete şöyle mana verenler de olmuştur: “İsteseydik onları doğru yoldan saptırırdık da ne yapacaklarını bilemez halde bırakırdık. O durumda hidayet yolunu nasıl görürlerdi?” Bu yorum Hasan Basri ile Süddi’ye aittir. İbn-i Abbas, Katade, Mukatil ve Ata’nın yorumu şöyledir: “Dileseydik onların dalalet gözlerini kör ederdik, saptıklarını görmezlerdi. Öyle yapmadık onların gözlerini dalaletten hidayet yoluna çevirdik bu sayede doğru yolu görüyorlar.”

67- fiayet biz isteseydik oldukları yerde onların kılıklarını değiştirirdik de, ne ileri gidebilir, ne de geri dönebilirlerdi

Yani Allah dilesiydi onları bulundukları yerde hemen maymun ve domuz kılığına sokardı. Birbaşka yorum ise: “İsteseydik onları oldukları yerde iken, ruhsuz taşlar haline getirirdik de, önceki hallerine dönemezlerdi.”

68- Kime uzun ömür vermişsek onun yaradılışını tersine çevirmişizdir. Hiç akıllarını kullanmıyorlar mı?

Asım ve Hamza (nuammirhu) kelimesinin ‘mim’ harfini şeddeli okumuşlardır. Diğerleri ise, hem (nunekkishu) kelimesini ve hem de (nuammirhu) kelimesini (nun) harflerini fethalayarak ve (kef) , (mim) harflerini de şeddesiz olarak okumuşlardır. Manası şöyledir: “Onları yaratılışlarının başlangıcındaki çocukluk hallerini o acizlik durumuna çeviririz” Denmiştir ki: “Yaratılışta baş aşağı

Page 12: Beğavi Tefsiri-7

ederiz demek, organlarını güçlü durumundan sonra zayıf kılarız, o organları gelişmesinden sonra cılız ve güçsüz hale getiririz. Bu durumdan ibret almaları ve insanların durumlarını halden hale sokmaya gücü yeten Allah’ın, ölümdensonra diriltmeye de gücü yeteceğini bilmeleri gerekir.

69- Biz ona şiir öğretmedik, zaten ona da yakışmazdı. Bu yalnızca bir zikir (hatırlatma) ve apaçık Kur’an’dır.

Bu ifade ile ilgili Kelbi şöyle demektedir. Mekke kafirleri; “Muhammed şairdir; şiir söylüyor” derlerdi de, Allah (c.c.) bu ayeti onları tekzip etmek üzere indirdi. fiiir ona yaraşmaz demek, ona kolay olmaz demektir. Ondan hiçbir beyti de sadır olmamıştır. Ancak bir şiir beytini misal verirken, mübarek lisanlarından şiir benzeri bir iki mısra dökülü verdiği rivayet olunmuştur.Ebu Said fierihi’nin, Ebu İshak Salebi’den, onun Hüseyin bin Muhammed Sakafi’den, Sakafi’nin Ahmed bin Cafer bin Hamdan’dan, onun Yusuf bin Abdullah bin Mahan’dan, Mahan’ın, Musa bin İsmail’den, onun da Hammad b. Seleme’den, onun Ali b. Hemdan’dan, Ali’nin de Yusuf b. Ebi Zeyd’den, onun da, Hasan’dan rivayet ettiğine göre Rasulullah şöyle buyurmuştur: Peygamberimiz konuşmasında: “Kişiye İslam ve ihtiyarlık kötülükten alıkoyucu olarak yeter.” manasındaki beyiti misal veriyordu. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir kelimelerin yerinde değişiklik yaptığını hatırlattı. Hz. Ebu Bekir ve Ömer şöyle devam ettiler: “fiahitlik ederiz ki sen Allah’ın Rasulüsün, Ancak Allah: “Biz ona şiir öğretmedik, zaten bu da ona yakışmaz” buyuruyor dediler. Abdul vahid, Muhammed Abdurrahman bin Ebi fierih’den, Ebu Kasım Beğavi’den, O Ali b. Cad’dan, O, fiekik’ten, O, Mikdam bin fierik’ten, o da babasından şöyle rivayet etmişlerdir: Hz Aişe’ye, “Allah rasulunun şiirden misal verip vermediğini” sordum. Bana: “Abdullah bin Ravaha’nın şiirini misal verirdi.” dedi. Abdullah’ın mısraları galiba şöyle idi: “Azık verip doyurmadığın kimse sana iyiliklerle geldi.” Allah rasulu bunu marş olarak şöyle okurdu: “ İyiliklerle azıklandırdığın kimse sana gelir.” Hz Aişe, bu mısrayı peygamberimizin bazen birinci şekli ile okuduğunu söylüyor. Mugmir ise Katede’den şöyle naklediyor. Hz Aişe’ye Rasulullah’ın şiirden misal verip vermediği soruldu da, o şöyle dedi: “fiiir ona en sevimsiz gelen söz idi.” dedi. Yine Hz Aişe şöyle demiştir: “Rasulullah asla şiir okumadı. Ancak Beni Kays’ın Kardeşi Tarfe’in beyti bundan istisnadır.” Beyit şudur: “Cahil olduğun sürece, günler sana görülecektir. Azık vermediğin kimse sana haberler getirecek.” Peygamberimiz (s.a.v) ise bu beyitin ikinci mısrasını şu şekilde: “Haberlerle doyurmadığın kişi sana gelir.” kelimelerin yerlerini değiştirerek okuyordu. Ebu Bekir (r.a) peygamberimize değişiklik yaptığını söyleyince peygamberimiz: “Ben şair değilim, hem de o bana yakışmaz.” buyurdular. Peygamberin tebliğ ettiği ancak bir öğüt ve apaçık bir Kur’an’dır. İçinde miras hükümleri, cezalar ve diğer hükümler vardır.

70- Ta ki, diri olanları uyarsın ve inkar edenlere de azap sözü hak olsun.

Kur’an Hz Muhammed’e bu amaçla verildi. Medineliler, Suriyeliler ve Kıraat alimlerinden olan Yakup (litunzire) “Uyarman için” şeklinde okumuşlardır. Ahkaf suresinde bu şekildedir. “Diri olanlar” ifadesi ile mü’minler tanımlamışlardır. Çünkü kafirler akıl edip düşünmedileri için ölü sayılır.71- Görmüyorlar mı ki, biz, onlar için, ellerimizle yaptıklarımızdan, pek çok faydalı hayvanlar yarattık. Onlar da bunlara sahip oldular.

Yani biz, onların yaratılışını hiç kimsenin yardımı olmaksızın gerçekleştirdik. Ve o hayvanları zaptediyorlar, kendilerine boyun eğdiriyorlar. Yani evcil hayvanlar, insanlardan ürken ve onların zaptedemeyecekleri, vahşi bir karakterde yaratılmamışlardır. Bilakis onların hizmetine sunulmuştur. Nitekim şu ayetin manası da bunu destekler:

72- Bu hayvanları, onların emrine amade kıldık. Onların bazısını binek olarak kullanırlar, bazısını da yerler.

Yani onların hizmetine sunduk. Deve gibi bazılarına binerler, kiminin de etini yerler.

73- Onlarda insanlar için pek çok faydalar ve içecekler vardır. Hala şükretmiyorlar mı?

Page 13: Beğavi Tefsiri-7

Yani yünlerinden, tüylerinden, kıllarından ve yavrularından faydalanırlar. Sütlerinden “içerler.” Bu nimetlerin Rabbine “hala şükretmeyecekler mi?”

74- Kendilerine yardım olunur ümidiyle Allah’tan başka ilahlar edindiler.

Yani kendilerini Allah’ın azabından korusun diye bunu yaptılar. Bu kesinlikle olmayacak bir şey.

75- Onlar kendilerine yardım edemezler. Bilakis kendileri, onların hazır askerleridirler.

İbn-i Abbas şöyle der: “Putlar onlara yardım edemezler ve azabı onlardan uzaklaştıramazlar.” “Bilakis kendileri, putların hazır askerleridirler” yani o kafirler, putlara kızarlar. Oysa dünyada iken kendilerine iyiliği dokunmayan ve yardım da edemeyen o putlara yardıma koşan hazır askerdirler. Denmiştir ki, bu durum ahirettedir. Allah’ın dışındaki bütün ma’butlar, kendilerine tabi olan ve tapan kimselerle birlikte getirilirler. Sanki o insanlar, cehennemde hazır askerdirler.

76- (Ey Muhammed) Onların sözü seni üzmesin. Biz onların gizlediklerini de açıkladıklarını da elbette biliyoruz.

Yani Mekke kafirlerinin seni yalanlamak için söyledikleri sözleri seni üzmesin. “Biz onların içlerinde gizledikleri yalanlamaları da biliyoruz”; açıkca putlara yaptıkları tapınmaları ve dilleriyle açığa vurdukları eziyetleri de biliyoruz.

77- İnsan kendisini bir spermadan yarattığımızı görmüyor mu ki hemen apaçık isyankar kesiliyor.

Yani boş yere tartışıyor. Açık bir boş münakaşa ile. Yani o kıymetsiz bir nutfeden yaratılmışken tutup da boş yere münakaşa ediyor. Nasıl oluyor da yaratılışının başlangıcını düşünerek boş münakaşayı bırakmıyor. Bu ayet tekrar dirilişi konusunda peygamberimizle münakaşa eden Übey İbn-i Halef el-Cumahi hakkında inmiştir. O çürümüş bir kemik getirip eliyle ufalamış ve şöyle demişti: “Çürüdükten sonra, Allah’ın, bu kemikleri dirilteceğini mi söylüyorsun?” Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.): “Evet, seni diriltecek ve hem de seni ateşe atacak.” Bu olay üzerine Allah şu ayetleri indirmiştir.

78- Yaratılışının başlangıcını unutarak bize misal vermeye kalkıyor. “Çürümüş olduğu halde bu kemikleri kim diriltecek” diyor

Ayette geçen (rasimun) kelimesi aslında, Arap dili gramerine göre, (rasimetun) olmalıydı. (hiye) zamiri ile uyum sağlaması için. Ancak öznesinden vazgeçilmiş bir haber ve türemiş kelime olduğu için bu şekilde gelmiştir. Çünkü, yine bir kural olarak şekil ya da kip, bir yönüyle soyutlanan kelime, diğer yönlerden de soyutlanır. Tıpkı (ve ma kanet ummuke bağiyyen) ayetinde olduğu gibi ki, (bağyeten) olması gerekirken (bağiyyen) olmuştur.

79- De ki, onları ilk defa yaratan diriltecek. O her türlü yaratmayı bilir.80- O, size yeşil ağaçtan ateş yaptı da, siz onu yakıyorsunuz.

İbn-i Abbas, Marh ve Afar adında iki ağaçtan söz edildiğini, ateş yakmak isteyenlerin, onlardan misvak gibi birer dal koparıp, henüz o dallar, uçlarından su damlayacak kadar yaş iken, Marh ağacının dalını, Afardan alınan dala sürtmekle, ateş elde ettiklerini söylemiştir. Araplar: “Her ağaçta ateş vardır. Marh ve Afar soyludur” derler. Filozoflar ise: “Üzümden başka her ağaçta ateş vardır” derler. Allah Teala “Siz bu ağaçlardan tutuşturarak ateşlerinizi yakıyorsunuz” dedikten sonra insanın yaradılışından daha büyük bir olayı hatırlatıyor. fiöyle buyuruyor:

81- Gökleri ve yeri yaratanın, onların benzerlerini yaratmaya gücü yetmez mi? Elbette yeter çünkü O, herşeyi bilen mükemmel yaratıcıdır.

Yakup (kadir) kelimesini (yakdiru) şeklinde okumuştur. 82- Bir şeyin olmasını istediği zaman onun işi, yalnızca “ol” demekten ibarettir. O da hemen oluverir.83- Her şeyin hakimiyeti ve hükümranlığı elinde bulunan Allah’ın şanı çok yücedir. Ona döndürülürsünüz.

Page 14: Beğavi Tefsiri-7

Ebu Ali Hüseyin bin Muhammed Gadi, Ebu Tahir Zeyyadi’den, Zeyyadi, Ebu Bekir Muhammed bin Hüseyin el-Kattan’dan, o, Ali bin Hüseyin Terabecerdi’den, o, Abdullah bin Osman’dan, o Abdullah b. Mubarek’den, Mübarek Süleyman Teymi”den, Teymi Ebu Osman’dan, o Leys’den, Leys de, Makal bin Yesar’dan, Rasulullah’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir: “Ölüleriniz üzerine “Yasin Suresini” okuyunuz.” Aynı hadise diğer bir senedle Muhammed bin Ala, İbni Mübarek’den, o, İbn-i Osman’dan, o, Leys bin Nehdi’den, Leys babasından, o da, Makal bin Yesar’dan rivayet etmişlerdir.

SAFFAT SURESİ

Mekke döneminde inmiştir. 182 ayettir.

1- Andolsun saf saf duranlara,

İbn-i Abbas (r.a.) Hasan Basri ve Katade “saf saf duranlar” ifadesiyle, insanların namazda saf tutmaları gibi gökte saf tutan meleklerin kastedildiğini söylemişlerdir. Ömer bin Abdilaziz el-Kaşani, Ebu Ömer Kasım bin Cafer, el-Haşimi’den, Ebu Ali Muhammed bin Ala Ahmet Lü’lüi’den, o, Ebu Davud Süleyman bin Eş As’dan, o, Abdullah bin Muhammed Neftili’den, Züheym’in şöyle dediğini rivayet etmişlerdir. Süleyman A’meş’e Cabir bin Semre’nin ön saflarla ilgili hadisini sordum. Bize Müseyyib bin Rafi bin Tarfe’den nakletti. Tarfe Cabir bin Semre’den şöyle rivayet etmiş: Cabir bin Semre’nin anlattığına göre, Rasulullah (s.a.v.) kendisine, “melekler Rableri huzurunda nasıl saf tutarlar?” sorusuna: “Öndeki safları tamamlarlar ve saflarını sık yaparlar” karşılığını verir. Denmiştir ki; “Ayette sözü edilenler, havada kanatlarını açarak saf tutan meleklerdir. Allah (c.c.) onlara isteklerini bildirinceye kadar öyle dururlar.” Yine, saf tutanların kuşlar olduğunu söyleyenler de vardır. Bu görüş sahipleri “Kuşlar saf saf dururlar” manasındaki başka bir ayeti bu görüşlerine delil gösterirler.

2- Haykırıp sürenlere,

Yani bulutları süren ve çeken meleklere... Katade, bu haykırışın, Kur’an’ın haykırışı olduğunu, zira Kur’an’ın kötülüklere karşı insanları uyardığını söylemektedir.

3- Zikir okuyup duranlara,

Onlar, Allah’ı zikreden meleklerdir. Zikir okuyanlardan maksadın, Kur’an okuyanlardan bir grup olduğu da söylenmiştir. Bu ifadelerin hepsi de yemindir. Bu yeminlerin cevabı ise gelen ayettir.

4- fiüphesiz sizin ilahınız tek bir ilahtır.

Burada gizleme vardır. “Saf tutanların, haykırıp sürenlerin ve zikir okuyanların Rabbi birdir” deniyor. Bu ispatı Allah (c.c.), Mekke kafirlerinin; “Muhammed ilahları birtek ilah mı kaldı” sözlerine karşı yapmıştır. Allah (c.c.), adı geçen o varlıklara yemin etmektedir.

5- O hem göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunanların Rabbi, hem de doğuların Rabbidir.

Yani, güneşin doğduğu yerin Rabbidir. Eğer; “Allah bir yerde, kendisi hakkında: “Doğunun ve batının Rabbi”, bir başka yerde “İki doğunun ve iki batının Rabbi” diyor. Bu durumda, bu ayetlerin ortak noktası nasıl bulunacak?” denirse, şöyle söylemek icab eder:

Page 15: Beğavi Tefsiri-7

“Doğunun ve batının Rabbi” ifadesini ele alalım: Allah (c.c.) bu ayette, doğu ve batı yönlerini kastetmektedir. “İki doğunun ve iki batının Rabbi” ifadesi ise, kış ve yazın doğusuyla, kış ve yazın batısı anlatılmaktadır. “Doğuların ve batıların Rabbi” ayetine gelince; bununla da Allah (c.c.), senenin günleri sayısınca, 360 doğuda, 360 tane de batıda olmak üzere yarattığı güneşin doğma batma yerlerini murat etmektedir. Güneş her gün, bir önceki günkinden farklı bir yerden doğar ve yine batarken de bir önceki gün battığı yerden farklı bir batıdan batar. Yani gelecek yılın aynı gününe kadar güneş, aynı batına tekrar dönmez. İşte onlar doğuş ve batış yerleridir. Güneşin, üzerinden doğduğu her yer doğu, üzerinde battığı her yer de batıdır. Adeta Cenab-ı Hak şöyle demektedir kendi zatı hakkında: “Üzerinde güneşin doğduğu ve battığı her yerin Rabbidir.”

6- Biz gerçekten yakın göğü, bir süsle, yıldızlarla süsledik.

Asım’dan Varrak kanalıyla gelen rivayete göre, (bi-zinetin) kelimesi tenvinli, (el-kevakibe) kelimesinin ise, sonu fetha ile harekelidir. Buna göre, “Göğü, yıldızları süslemek suretiyle süsledik” manası çıkar. Hamza ve Hafs da tenvinli okumuşlardır. Ancak (zinetün) kelimesi ile (el-kevakib) kelimesi arasında “bedel”- “mübdel minh” ilişkisi görüp, ikinci kelimeyi de kesre harekeyle okumuşlardır. Buna göre, mana: “Göğü, bir süs ile yani yıldızlar ile süsledik” şeklinde olur. Diğer kıraat imamları ise bu iki kelimenin, bir isim tamlaması oluşturduğunu düşünerek, birinci kelimeyi tenvinsiz olarak okumuşlardır. İbn-i Abbas: “Yıldızların ışığıyla süsledik” manası vermiştir.

7- Her inatçı şeytandan koruduk.

Yani gökyüzünü o serkeş ve inatçı şeytanlardan öyle koruduk ki, yıldızlar onlara atılır.

8- Onlar Mele-i Ala’yı dinleyemezler ve her taraftan sürülüp atılırlar.

(La yessemmeun) “dinleyemezler” Hamza Kisai ve Hafs bu kelimeyi (mim) ve (sin) harflerini şeddeleyerek okumuşlardır. Bu durumda bu kelime (yetesemmeun) kelimesindeki (te) harfinin (sin) harfine idgam edilmiş şeklidir. Diğer kıraatçılar (la yesmeun) şeklinde (sin) harfini sakin, (mim) harfini de şeddesiz olarak okumuşlardır. Mele-i Ala “melekler katındaki kitap” ya da “yüce melekler” demektir. Ayetin manası: “O şeytanlar, yüksek melekler topluluğunu dinleyemezler” şeklindedir. “Onlara göğün her bir ufkundan yakıcı alevler, yani yıldızlar atılır.”

9- Kovulurlar. Onlar için sürekli bir azap vardır.

Mukatil “Sur’un birinci kez üfürülüşüne kadar sürecek olan bir azap” demektedir. Çünkü onlar o zamana kadar, kızgın yıldızlar atılarak yakılıp parçalanacaklardır.

10- Yalnız bir söz kapan olursa onu da delici bir alev takip eder.

Yani meleklerin konuşmalarından bazı şeytanlar kulak hırsızlığı ile söz çalabilirler. “O şeytanları da delici bir alev takip eder” yani ışıklı, kuvvetli, hedefini şaşırmadan onları takip edip, onları ya öldüren, ya yakan, ya da paramparça eden yıldızlar onları takip eder. O şeytanlar isteklerine ulaşamayacaklarını bile bile yine de, meleklerin konuşmalarından söz kaçırmak maksadıyla onlara yaklaşırlar. Tıpkı gemi yokuşu gibi. Ata der ki: “fieytanlara atılan yıldızlardan,” ayetle, “delici” diye bahsedilmiştir. Çünkü o yıldızlar şeytanları delmektedir.

11- fiimdi sor onlara: Yaratılış itibari ile kendileri mi daha güçlüdür, yoksa (diğer) yaratıklarımız mı? Biz onları yapışkan bir çamurdan yarattık. Mekke halkına sor, yaratılış bakımından kendileri mi daha güçlü, yoksa yarattığımız diğer şeyler mi? Gökler, yerler ve dağlar gibi... Bu soru ikrar içindir demektir ki bu şeyler yaratılışça daha güçlüdür. Bir ayette “Göklerin ve yerin yaratılışı, insanlerın yaratılışından daha büyüktür.” Başka bir ayette “Yaratılışça siz mi daha güçlüsünüz, yoksa gökler mi?” buyuruluyor.Ayetteki “yarattıklarımız” ifadesiyle geçmiş milletlerin kastedildiğini söyleyenler olmuştur. Çünkü, aklı başında olan herkes düşününce: “Bu insanlar yaratılış bakımından onlardan daha muhkem ve güçlü değildir” diyecektir. Biz o milletleri, işledikleri günahlar sebebiyle helak etmiştik. fiimdiki insanların inandıkları azap da öyle. Ardından Allah (c.c.) insana kendi yaradılışını hatırlatıyor: Hakikaten biz onları cıvık bir çamurdan yarattık. Yani, elle şekil verilebilecek taze ve sıcak bir çamur,

Page 16: Beğavi Tefsiri-7

(Lazib) kelimesinin sonundaki (be) harfinin (mim)’e dönüşmesi gerekir. Manası, “sanki o çamur ele yapışır” şeklinde olur.

12- Hayır, sen hayran kaldın, onlar ise alay ediyorlar

“Sen hayran kaldın” Hamza ve Kisai (T) harfini şeddeleyerek okumuşlardır. Bu okuyuş, İbn-i Mes’ud ile İbn-i Abbas’ın okuyuşudur. Allah’ın hayret etmesi insanların hayret etmesi gibi değildir. Nitekim şu ayette de buna benzer bir durum vardır: “Onlar inananlar ile alay ediyorlar, Allah da onlarla alay ediyor.” bir diğer ayette “Onlar Allah’ı unuttular, Allah da onları unuttu” demektedir. İnsanların hayreti gerektiren durumları, Allah’ı ve ona sagıyı inkar etmeleridir. Allah’ın şaşılacak işi ise bazen inkar ve kınama, bazen de iyilik yapma ve razı olmadır. fiu hadisde olduğu gibi:

“Rabbiniz boş şeylere meyli olmayan gence hayret etti .”1

(1) İmam Acluni, Keşfü’l-Hafa, 1/286. Bu hadis, Ahmed bin Hanbel ve Ebu Yala’nın eserlerinde, hasen senedle rivayet edilmektedir. “Bir gencin eğlenceye meyilli olmaması, eskilerin hoşuna giderdi” şeklinde rivayet edilmiştir. Başka bir hadiste: “Rabbiniz sizin aşırı yeis ve ümitsizliğinize, yeis ve ümitsizliğin sizi çabucak tesir altına almasına

hayret eder.”2 (2) İbn-i Cezeri, En-Nihaye Fi Garibi’l- Hadis: 1/61 “E-L-E-L-E” madesi “İll” aşırı ümitsizlik halidir. Yüksek sesle ağlamak manasına da gelir. Cüneydi Bağdadi’ye yukarıdaki ayet sorulduğunda o: “Allah hiçbir şeye hayret etmez fakat burada elçisinin hayretine uymaktadır” der. Bir ayette Cenab-ı Hak, Peygamberimize: “Hayret edecek olursan, gerçekten onların sözleri şaşılacak sözlerdir” diğer kıraat imamları bu kelimeyi, Peygamberimize yapılan hitap uyarınca (acipte) şeklinde (T) harfini fethalayarak okumuşlardır. Ayetin manası şöyledir: “Sen, onların seni yalanlamalarına hayret ediyorsun. Onlar da alay ediyorlar. Yani onlar senin hayretinle alay ediyorlar.” Katade şöyle diyor: “Rasulullah, Kur’an inmiş olduğu halde insanların hala sapıklıkta olmalarına hayret etmişti. Oysa o zannediyordu ki, Kur’an’ı her dinleyen ona inanacak, ne zaman ki müşrikler Kur’an’ı dinler, fakat ona inanmadıkları gibi bir de onunla alay ederler. İşte o zaman Peygamberimiz (s.a.v.) bu duruma hayret eder” Bunun üzerine Allah (c.c.): “Sen onlara hayret ediyorsun onlar ise seninle alay ediyorlar” buyurur.

13- Kendilerine hatırlatıldığı zaman öğüt almazlar

Yani kendilerine öğüt verilince, öğüt dinlemezler.

14- Bir mucize görünce alay ediyorlar

İbn-i Abbas ve Mukatil söz konusu mucizenin, Ayın ikiye ayrılması hadisesi olduğunu söylemişlerdir. Alay etmeleri, kendi aralarında alay konusu yapıp eğlenmeleridir.

15- “Bu, apaçık bir büyüden başkası değildir” diyorlar.16- Ve diyorlar ki: “Bizler ölüp de, toprak ve kemik haline geldikten sonra mı, biz mi diriltileceğiz yani?”17- “Önceki atalarımız da öyle mi?”18- Onlara de ki: “Evet, diriltileceksiniz hem de son derece aşağılanmış bir durumda”

Duhur, aşırı derecede aşağılama manasına gelmektedir.

19- O ancak, korkunç bir naradır. Hemen onlar kalkıp bakınacaklar.

Yani, kıyametin kopması ve tekrar dirilişin gerçekleşmesi, birer şiddetli sur sesiyle olacaktır. İkinci sur sesiyle bütün insanlar hemen canlanırlar.

20- Ve: “İşte bu din günüdür; Eyvahlar olsun bize” derler.

Din günü, hesap ve ceza günü demektir.

21- (Onlara denir ki:) “İşte bu önceden yalanlamakta olduğunuz ayırma günüdür”

Page 17: Beğavi Tefsiri-7

Yani hüküm verme günüdür. İyi ile kötüyü ayırma günüdür. Siz onu yalanlıyordunuz.22- “Toplayın o zalimleri, eşlerini ve taptıklarını”23- “Allah’dan başka. Onları Cehennemin yoluna götürün.”

Yani Allah (c.c.) meleklere şöyle der: “Müşrikleri, hesap yerine toplayın. Onların eşlerini, yani taraflarını, bağlılarını ve benzerlerini de toplayın.” Katade ve Kelbi, benzerleri ifadesiyle, ameli onların amelinin aynısı olanların kastedildiğini söylerler. Mesela, şarapçılar şarapçılarla, zinakarlar da zinakarlarla beraber toplanırlar. Dahhak ve Mukatil; “Her kafir şeytan silsilesinden olan arkadaşıyla haşrolunacaktır, “benzerleri” ifadesinin manası budur” demişlerdir. Hasan Basri ise, müşriklerin hanımlarının kastedildiğini söylemiştir. “Ve dünyada iken Allah’tan başka taptıklarını da kendileriyle beraber toplayın” denir. Yani, “Allah’ı bırakıp da taptıkları put ve heykelleri toplayın” demektir. Ve denir ki; “Toplayın da hepsini beraber, cehennemin yoluna doğru sürün” İbn-i Abbas’a göre; “Onlara cehennemin yolunu gösterin” manası anlaşılır. İbn-i Keysan ise: “Onları sürün” şeklinde tefsir etmiştir. Zira Araplar önde gidene “Hadi” derler.

24- “Durdurun onları! Çünkü onlar sorgulanacaklardır.”

Yani “onları gitmekten alıkoyun” demektir. fiöyle bir söz vardır: “Onları öyle bir durdurdum ve onlar da öyle bir durdular ki...” Müfessirler derler ki: “onlar cehennemin yanına kadar sürüldüklerinde, Sırat köprüsünün yanında durdurulurlar. Bu sebeple: “Onları durdurun. Onlar hesaba çekilecekler” denir. İbn-i Abbas: “Bütün söz ve davranışlarından hesaba çekilecekler” der. Yine İbn-i Abbas’tan, onların Kelime-i Tevhid’den hesaba çekilecekleri haberi rivayet edilmiştir. Peygamberimiz (a.s.)’dan gelen bir haberde ise şöyle denmektedir: “Kıyamet günü, şu beş şeyden hesaba çekilmedikçe, Ademoğlu’nun ayakları, cehenneme kaymaz: Ömrünü nerede harcadığından, gençliğini nerede çürüttüğünden, malını nereden kazanıp, nereye

harcadığından ve bildikleriyle hangi ameli işlediğinden”1 (1) Hadisi İmam Tirmizi, Sünen adlı eserinin, Kıyamet bölümünde rivayet etmiştir.

25- “Ne oluyor size? Neden birbirinize yardım etmiyorsunuz?”

Yani onlara bir azar olarak denir ki: “Size ne oluyor da yardımlaşıp, birbirinize yardım etmiyorsunuz?” Bu sözü onlara Zebaniler (cehennem bekçileri) söylerler. Bu söz, Bedir’de Ebu Cehl’in söylemiş olduğu : “Biz hepimiz birbirimizin yardımcılarıyız” sözüne bir cevap niteliği taşımaktadır.

26- Bilakis onlar bu gün teslim olmuşlardır.

İbn-i Abbas: “Boyun eğmişlerdir” yorumunu yapar. Hasan Basri de: “Boyun eğmişlerdir” sözünü kullanmıştır. Bir şey teslim olunca, onun hakkında: “Boyun eğdi ya da emrini kabul etti” sözü kullanılır. Mana şöyledir: “Bu gün onlar alçak düşüp boyun eğmişlerdir ve hiç bir çıkış yolları da yoktur.”

27- Birbirlerine yönelip sorarlar.

Önde gelenlerle onların tebaları tartışırlar.

28- Derler ki: “Hani siz bize sağdan geliyordunuz”.

Yani derler ki: “Siz bize söylediklerinizi, dindenmiş gibi söylerdiniz de, bize empoze ettiğiniz sapık şeyleri din gibi gösterip bizi saptırdınız.” Bu yorum Dahhak’ındır. Mücahid ise, yemin kelimesinin burada, hak ve gerçek yol manasında olduğunu söyler. Nitekim Yüce Allah (c.c.) İblis’ten bahsederken şöyle buyurur: “O İblis; senin kullarına önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından geleceğim” demişti. İblis yaklaştıklarına, sağdan, yani sureti haktan görünerek yaklaşır ki, o insanlar, hakla batılı karıştırsınlar. Bazı müfessirler, şöyle demişledir: “Liderleri, yoldan çıkardıkları kimselere , onlara söylediklerinin hakikat olduğuna dair yemin ederler.” Kandırılmış olanlar ise şimdi o önde gelenlere: “Siz bize gelerek, söyledikleriniz gerçek olduğuna dair yemin ediyorsunuz, Biz de size inanıyorduk.” derler. Diğer bir yorum da şöyledir: “Siz bize güçlü bir şekilde geliyordunuz.” fiu ayetteki yemin kelimesi de bu manadadır: “Onu kuvvetle yakaladık.” Müfessirler daha çok birinci yorumu tercih ederler.

Page 18: Beğavi Tefsiri-7

29- Onlar da: “Siz zaten inanmış değildiniz.” derler.

Liderler kendilerine kanmış olanlara: “Siz zaten doğru yolda değildiniz ki, biz sizi saptırmış olalım. Doğrususu sizin inkarcılığınız kendinizdendir.” derler.

30- “Aslında bizim, sizi kendimize boyun eğdirecek gücümüz de yoktu. Bilakis siz zaten azgın ve sapıtmış bir toplum idiniz.”31- “Artık Rabbimizin sözü bize hak oldu. Muhakkak biz (azabı) tadıcılarız.

“Bu yüzden hepimiz için Rabbimizin: “Muhakkak cehennemi cin ve insanlarla dolduracağım.” şeklindeki sözü kaçınılamaz olmuştur. “Hepimiz azabı tadacağız.” Yani, hem saptıranlar, hem de onların saptırdıkları, hep beraber cehenneme gireceklerdir.

32- Evet, biz sizi azdırdık, çünkü kendimiz azmıştık.

Yani sizi dalalete düşürdük, doğru yoldan, hidayet yolundan saptırdık. Ve sizi kendi bulunduğumuz yola çağırdık. “Çünkü biz yoldan çıkmış azgın kimseler idik.”

33- Muhakkak onlar o gün azapta ortaktırlar.

Liderler ve onların güdümündekiler.

34- İşte biz suçluları böyle yaparız.

İbn-i Abbas, suçluların, Allah’a ortak koşan müşrikler olduğunu söylemiştir.

35- Çünkü onlara “Allah’tan başka ibadete layık ilah yok” dendiğinde kibirlenirlerdi.

Yani tevhid kelimesini küçümseyerek onu söylemekten kaçınıyorlardı.

36- Ve diyorlardı ki: “fiimdi biz cinlenmiş bir şair için tanrılarımızı terk mi edeceğiz?”

Mecnun yakıştırmasını Peygamberimiz için söylüyorlardı.Allah (c.c.) onlara cevaben şöyle buyurdu:37- Hayır O hakikatle gelmiştir ve Peygamberleri doğrulamıştır.

Yani, Muhammed şair ve mecnun değildir, kendisinden önceki peygamberlerin getirdiklerinin aynısını getirmiştir.

38- Keskinlikle siz o acı azabı tadacaksınız.39- Size işlemiş olduğunuzdan başka şeyin cezası verilmeyecektir.

Ancak dünyada iken işlediğiniz şirk suçu nedeniyle cezalandırılacaksınız.

40- Allah’ı birleyen ihlaslı kullar mütesnadır.

Onlar cezalandırılmaz.

41- Onlar için belli bir rızık vardır.

Yani bir başka ayetten anlaşıldığına göre: “Cennette onlara sabah ve akşam rızık vardır.”

42- Çeşitli meyveler kendilerine ikram edilmektedir:43- Naim Cennetlerinde44- Tahtlar üzerinde karşılıklı oturmaktadırlar.

Page 19: Beğavi Tefsiri-7

Kendilerine doymak için değil de, sırf zevk için, yenilen her türlü yaş ve kuru meyve çeşitleri ikram edilir. Karşılıklı oturdukları halde, birbirlerinin başlarını görmezler.”

45- Kendilerine kaynaktan kadehler doldurulur.46- Berrak, içenlere lezzet veren. İçinde içeçek bulunan kaplara kadeh denir.Yoksa normal kaptır. Hasan Basri, cennet içeçeğinin, sütten daha beyaz olduğunu söylemektedir.

47- Onda, akla zarar verecek birşey yoktur. Onunla sarhoş olmazlar.

(⁄avl) kelimesi için, “akla zarar verip, gideren” der. Kelbi, kelimenin manası için günah; Katade karın ağrısı; Hasan Basri ise baş ağrısı manasına geldiğini söylemişlerdir. Meani alimleri bu kelimenin manasının, gizli bozulma olduğunu söylerler. Birisinin işleri gizli olarak bozukluğa uğrayınca, bu kelime kullanılır (İğtale, iğtiyale) denir. Dünyadaki şaraptan, çeşitli zararlar doğar: fiarhoşluk, aklın gitmesi, karın ve baş ağrısı ile kusma ve bevletme bunlardan bazılarıdır. Cennetin şarabında ise,bu zaralardan hiç bir eser bulunmaz. Ayetteki sarhoş olmak manasına gelen (yünzefun) kelimesini, Hamza ve Kisai (ze) harfini kesreleyerek okumuşlardır. Vakı’a suresinde, Asım da bu şekilde, o ikisi gibi okumuşlardır. Diğer kıraat alimleri bu kitapta olduğu gibi yani (ze) harfini fetha harekeyle okumuşlardır. Bu durumda kelimenin manası: “Akıllarına galip gelmez ve onlar sarhoş olmazlar” şeklinde olur. Birisi sarhoş olduğunda ona “menzuf” ya da “nezif” denir. (Z) harfi kesreli okununca manası: “İçkileri sarhoş etmez” şeklinde olur. Bir kimse içkisi kendisini fenalaştırıp, sarhoş edince, o adam hakkında; “Adam sarhoş edildi” denir.

48- “Yanlarında gözlerini yalnızca eşlerine çevirmiş iri gözlü (huri) ler vardır.

Gözleri başka bir şeye ve kimseye bakmaktan alıkonmuştur. Bakışlardan sakındırılmıştır. Yalnız eşlerine bakarlar, asla başka bir şeye bakmazlar. (Aynün) demek, güzel gözlü bayanlar demek. Temsili (mecazi) anlatımda, erkek için (e’yunün), bir kadın için (aynaü), çok kadın için de (iynü) kelimesi kullanılır.

49- Sanki onlar, saklanıp korunmuş yumurtalar gibidirler.

“Gizlenmiş” ve “yumurtalar” kelimeleri, lafızları itibariyle, cemi olarak kullanılmıştır. Hasan Basri; Allah o Hurileri, Neame Kuşunun yumurtasına benzetmiştir. O kuş; yumurtasını çıkarınca Onu tütekleriyle, rüzgar ve tozdan korur. Rengi de saf beyazdır. Denir ki: Bu renk kadınları kadın yapan en güzel renktir. Yalın beyaz renktir. Araplar o rengi Neame kuşunun yumurtasına benzetirler.

50- Birbirlerine yönelip sorarlar.

Yani, cennet halkı birbirlerine, dünyadaki durumlarından sorarlar.

51- İçlerinden bir sözcü: “Benim bir arkadaşım vardı.”

“Benim dünyada ahiret gününü inkar eden bir arkadaşım vardı.” Mücahid, o arkadaşın “şeytan” olduğunu, başka bazıları, bir insan olduğunu, Mukatil “iki kardeş” olduğunu; diğer müfessirler ise, biri Kortus isminde bir kafir, biri de Yahuda adında bir mü’min olan “iki ortak” olduklarını söylerler. Ve yine, onların, Kehf suresinde Allah (c.c.)’un haklarında Peygamberimiz (s.a.v.)’e, “O iki kişiyi müşriklere misal ver” şeklinde bahsettiği kimseler olduklarını söylemişlerdir. Sözcü şöyle devam eder:

52- O derdi ki: “Sen doğrulayanlardanmısın?” 53- “Biz ölüp de toprak ve kemikler olduğumuz zaman mı hesaba çekilip cezalandırılacağız?” derdi.

Bu soru inkar yerindedir. Yani, “böyle bir şey olamaz” manasına gelir. Allah (c.c.) Cennetliklere:

54- “Cehenneme bakar mısınız?” der.

Bazı müfessirler, bu soruyu soranın, cennetteki az önce adı geçen sözcü olduğunu söylerler. Onlara göre, o sözcü cennetteki diğer arkadaşlarına şöyle sorar: “Bakar mısınız? Arkadaşımın cehennemdeki hali nasıl? Buna karşılık arkadaşları ona: “Sen onu bizden daha iyi bilirsin” derler.

Page 20: Beğavi Tefsiri-7

55- Baktı ve onu Cehennemin ortasında gördü.

Cennetteki o sözcü bakar ve arkadaşını, ta cehennemin ortasında görür. İbn-i Abbas der ki: “Cennette, cehennemin görülebildiği mazgallar vardır. Cennettekiler oralardan cehenneme bakarlar. Cennetteki o sözcü de oralardan bakmış ve arkadaşını cehennemin otasında görmüştür. Bir şeyin ortası, kenarlardan aynı mesafede uzak bulunduğu için seva diye adlandırılır.

56- (Ona) der ki “Allah’a yemin olsun ki, neredeyse beni de mahvedecektin.”

Mukatil’in verdiği mana: “Az kalsın sen beni de kandıracaktın” şeklindedir. Zaten, bir kimseyi kandıran, onu alçaltıp, helak etmiş demektir.

57- “fiayet Rabbimin nimeti olmamış olsaydı ben de (oraya) getirilenlerden olurdum.” Yani, Allah (c.c.) bana rahmet etmese ve beni İslam ile nimetlendirmeseydi mahvolurdum. Seninle beraber, tutuklanıp, ateşe atılanlardan olurdum.”

58- “Gördün mü işte biz ölümü tatmayacağız;59- İlk ölümümüzden sonra. Hem bize azap edilmiyor da.

Bazı müfessirlere göre, ölüm boğazlanıp öldürülürken, cennet halkı bu şekilde söyleyecektir. Melekler de onların bu sorularına: “Hayır. Ölmeyeceksiniz” şeklinde cevap vereceklerdir. Cennettekiler:

60- “İşte büyük başarı budur” derler.

Onlar bu sözü, Allah’ın kendilerini öldürüp azap etmemesi şeklindeki nimetini dile getirmek için söylerler. Bazı müfessirler, bu sözü, cennetteki o sözcünün, cehennemdeki arkadaşına, onu inkarından ötürü azarlamak için söyleyeceğini bildirirler.

61- “Çalışanlar böylesi için çalışsınlar.”

Yani, böyle bir başarı ve mertebe için çaba göstersinler. Yukardaki; “Onlar için belli bir rızık var” ayetinden itibaren buraya kadar sayılan nimetler için çalışsınlar.

62- fiimdi, bu mu (daha iyi), yoksa ziyafet olarak zakkum ağacı mı daha iyidir?

Zakkum cehennemliklerin yiyecekleridir. Çok kötü, acı ve tiksindirici bir tadı vardır. Onlar onu yemekten tiksinirler ve onu son derece zorlanarak yutarlar. Birisi yemeğini aşırı tiksinti ve zorlukla yutunca, “tezakkame” kelimesi kullanılır.

63- Biz onu zalimler için bir fitne (deneme) yaptık.

Çünkü o zalim kafirler “Ateş ağacı, yaktığı halde cehennemde nasıl ağaç olur” diyorlardı. İbn-i Zebari Kureyş’in ileri gelenlerinin, “Muhammed bizi Zakkumla tehdit ediyor” dediklerini söyler. Zakkum kelimesi, Berberi dilinde kaymak ve kuru hurma manasına gelmektedir. Ebu Cehil onları evine koydu ve cariyeye: “Bizi zıkkımlandır” dedi. Cariye de onlara kaymak ve kuru hurma getirdi. Ebu Cehil: “Zıkkımlanın, yani yiyin, işte bu Muhammed’in size vaad ettiği şeydir” dedi.

64- Muhakkak o, cehennemin dibinde biten bir ağaçtır.

“Yani ateşin en derin yerinde.” Hasan Basri der ki: “Onun kökü Cehennemin ortasındadır, dalları ise yukarı doğru yükselir.”

65- Meyvesi sanki şeytanların başları gibidir.

İbn-i Abbas şöyle der: “Onlar şeytanların kendisidirler. Çirkinliğinden dolayı şeytanların başlarına benzetilmişlerdir. Çünkü insanlar bir şeyin aşırı derecede çirkin olduğunu ifade etmek için de, o şey hakkında: “Aynen şeytan gibi” ifadesini kullanırlar. Her ne kadar şeytanlar görünmüyorlarsa da onların çirkinlikleri, insanların zihinlerinde yer etmiştir. İbn-i Abbas ve Karzi böyle yorumlamışlardır. Bazı

Page 21: Beğavi Tefsiri-7

müfessirler de “Allah şeytanlar sözüyle yılanları kasteder” derler. Çünkü Araplar, çirkin görünüşlü yılanı şeytan diye adlandırırlar. Zakkum hakkında onun çöl vadilerinde biten, çirkin, acı ve pis kokulu bir ağaç olup, Araplar’ın onu, şeytan başı diye adlandırdığını söyleyenler de vardır.

66- İşte muhakkak onlar, bu ağaçtan yiyecekler ve karınlarını dolduracaklar.

(Mil) kelimesi, kabın ağzına kadar doluluk halini ifade eder.

67- Sonra onun üzerine kaynamış sudan bir katkıları olacaktır.

Son derece sıcaktır. Denmiştir ki: “Onlar zakkumu yiyince üstüne de kaynar su içerler. Kaynar su karınlarında zakkumla karışarak karışım olur.”

68- Sonra dönüşleri yine cehennemedir.

Yani kaynar suyu içtikten sonra tekrar cehenneme dönerler. Bu ifade, onların, tıpkı devenin suya gitmesi gibi cehennemden çıkıp cehennemin dışında bulunan kaynar sudan içmeye gittiklerini, sonra tekrar cehenneme döndüklerini anlatıyor. Yüce Allah’ın “Onlar, cehennemle kaynar su arasında gidip gelirler.” mealindeki ilahi kelamı, bu duruma işaret etmektedir. İbn-i Mesud: Ayetteki (merciahüm) kelimesini (münkalibehüm) olarak okumuştur. Gidip-dönmek, gezip-dolaşmak demektir.

69- Muhakkak onlar atalarını sapıklık içinde buldular, 70- Kendileri de onların ardından koşup giderler.

Kelbi: “Onlar da atalarının yaptıklarının, aynısını yapıyorlar.” şeklinde yorumlamıştır.

71- Andolsun onlardan önce de, geçmiş milletlerin çoğu sapıklığa düşmüşlerdi.72- Andolsun ki biz onlara da içlerinden uyarıcılar göndermiştik. 73- Bir bak, o uyarılanların akibetleri ne oldu?

Yani o inkarcıların sonu azaptır.

74- Ancak Allah’ın samimi kulları müstesna.

O tevhid erleri azaptan kurtuldular.

75- Andolsun Nuh bize yalvarmıştı da, onun duasını ne güzel kabul buyurmuştuk.

Kavmine karşı Rabbine: “Ben mağlubum bana yardım et demiştir. Biz de onun duasını kabul edip, kavmini mahvetmiştik.”

76- Onu ve ailesini, büyük bir sıkıntıdan kurtarmıştık.

Adı geçen sıkıntı, Nuh’un kavminin başına gelen boğulma hadisesidir.

77- Onun neslini baki kıldık.

Bununla, insanların hepsinin, Nuh’un soyundan olduğu anlatılmak istenmiştir. “Nuh, gemiden çıkınca, oğlu ve karısı hariç yanındaki bütün erkek ve kadınlar ölmüştür.” Said bin Müseyyeb ise; “Nuh’un, Sam, Ham ve Yasef adlarında üç oğlu olduğunu, Araplar’ın, İranlılar’ın ve Rumlar’ın atasının, Sam, Sudanlılar’ın atasının Ham, ve Türkler’in, Hazarlar’ın, Yecüc ve Mecüc ve diğer milletlerin atasının da Yasef olduğunu söylemiştir.

78- Sonra gelenler arasında ona (iyi bir ün) bıraktık.

Yani ondan sonra gelen Peygamberler ve milletler, kıyamete kadar onu hayırla yad edeceklerdir.

79- Alemler içinde Nuh’a selam var.

Bizden ona selam olsun, denmiştir ki sonrakilere, kıyamete kadar ona dua etmelerini bıraktık.

Page 22: Beğavi Tefsiri-7

80- Muhakkak Biz ihsan edicileri böyle mükafatlandırırız. Mukatil şöyle demiştir: Allah onu, Alemler içinde hayırla yad edilmekle mükafatlandırmıştır.

81- Muhakkak o bizim inanmış kullarımızdandı, 82- Sonra diğerlerini boğduk.

Yani kafirleri.

83- Muhakkak İbrahim (a.s.) da onun izinden gidenlerden idi. 84- Rabbine selim bir kalp ile gelmişti.

“fiirk ve şüpheden arınmış, tertemiz bir kalple” 85- Hani babasına ve halkına “neye tapıyorsunuz” demişti.

Bu soru ifadesi azarlama ifade eder.

86- “Allah’ı bırakıp da uydurma tanrılar mı istiyorsunuz?”

“Yani en kötü yalan olan iftirayı mı işliyorsunuz? Ve Allah’ın dışında ilahlara tapıyorsunuz.”

87- “Alemlerin Rabbi hakkında zannınız nedir?”

“Siz Allah’ı ne zannediyorsunuz? Siz ondan başkasına tapmışken, siz ona kavuştuğunuzda o size ne yapar? (Biliyor musunuz?)

88- Derken yıldızlara şöyle bir baktı da:89- “Muhakkak ben hastayım” dedi.

İbn-i Abbas diyor ki: İbrahim (a.s.)’ın kavmi astroloji ile ilgileniyordu. Onun için o, onlar gibi davrandı ki, kendisini inkar etmesinler. Böyle yapmasının sebebi onları putları hakkında tongaya bastırıp, onların yani putların mabud olmadıklarını delillendirmekdir.Ertesi gün onların bayramları ve toplantıları vardı. Putların yanına gelip onlara döşekler sererlerdi, bayrama çıkmadan önce, putların önünde yemekler yaparlardı.Bu yemeği bir bakıma putlara ikram olarak yapıyorlardı. Bayram yerinden ayrılınca da onu yiyorlardı (yemeği). bu arada Hz. İbrahim’e yarın kendileri ile bayrama çıkıp çıkmayacaklarını sordular. O da yıldızlara baktı ve:-“Ben, hastayım.” dedi. İbn-i Abbas (daun) hastayım, dediğini nakleder. Onlar (daun) hastalığından köşe bucak kaçarlardı. Hasan Basri: “Hastayım” dediğini; Mukatil: “ağrım var” dediğini; Dahhak, “Hasta olacağım” dediğini rivayet ederler.

90- Ondan yüzçevirip uzaklaştılar.

Bu olay üzerine onlar gerisin geri İbrahim’den kaçtılar. Yani bayram yerine gittiler. İbrahim (a.s) ise putların yanına gitti ve onu kırdı.

91- Sonra gizlice putlarına varıp “Yemez misiniz” dedi.

Gizlice onların ilahlarının yanına gitti ve onlara alay etmek için “bu önünüzdeki yemeklerden yemezmisiniz?” dedi. (Rağe) kelimesi gidiş gelişin gizli olduğu durumlarda kullanılır.

92- “Size ne oldu ki konuşmuyorsunuz?”

O, putlara: “Size ne oluyor da konuşmuyorsunuz?” dedi. Ve onlara kuvvetlice vurmaya başladı. Yani, onlara sağ eli ile vuruyordu. Çünkü sağ el iş için, sol elden daha kuvvetlidir. (Yemin) demek, kuvvet demektir diyenler de olmuştur. Kimileri de bu kelime ile gerçekten yemini kasdettiğini söylemişlerdir. Zira daha önce şöyle yemin etmişti: “Allah’a yemin ederim ki mutlaka sizin putlarınıza tuzak kuracağım.”

Page 23: Beğavi Tefsiri-7

94- Hızlıca ona geldiler.Kavmi koşarak İbrahim’in yanına geldiler. Çünkü onlar İbrahim’in putlarına yaptıklarını haber almışlar ve onu yakalamak için koşarak gelmişlerdi. A’meş ve Hamza (Yeziffun) kelimesinin (y) harfini ötreli okumuşlardır. Diğerleri ise fethalı okumuşlardır. İkisi de eş anlamlı kelimedir. Bazıları ise farklı olup ötre ile okuduğunda “hayvanlarını da koşmaya zorladıklarını” ifade ettiğini söylemişlerdir.İbrahim (a.s.) onlara delil olması bakımından:

95- “Ellerinizle yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?” dedi.96- Halbuki sizi de yapıp (ibadet) ettiğinizi de Allah yaratmıştır.

“Halbuki sizi de, ellerinizle yapmış olduğunuz, o putları da Allah yaratmıştır.” Bu ifadede insanların fiillerinin Allah tarafından yaratıldığına işaret vardır.

97- Dediler ki: “Onun için bir bina yapın sonrada onu alevli ateşe atın.

(Cahim) demek büyük ateş demektir. Mukatil şöyle der: “Onun için göğe doğru otuz metre yüksekliği olan ve yirmi metre genişliği olan, bir taş duvar yapın, onu odunla doldurun, içinde ateş yakın ve İbrahim’i o ateşin içine atın.

98- Ona kötülük yapmak istediler. Biz de onları en aşağılıklar kıldık.

“Ona bir tuzak kurmak istediler, onu yakmak şeklinde kötü bir tuzak. Biz de onların tuzaklarını boşa çıkardık, onları alçak düşürdük” Yani Allah Teala, İbrahim (a.s.)’ı kurtarıp tuzaklarını ters çevirirek, onları kahru perişan etti.99- Dedi ki: “Ben Rabb’ime gidiciyim. Pek yakında beni doğru yola iletecektir.”

İbrahim (a.s.) dedi ki: “Ben Rabbime gidiyorum” yani Rabbime hicret ediyorum. Manası şöyledir. “Küfür diyarını terk edip Rabbimin rızasına gidiyorum” Hz. İbrahim bu sözü ateşten kurtulduktan sonra söyledi. “Rabbim beni doğru yola iletecek” yani bana gitmemi emrettiği fiam’a gideceğim. Mukatil şöyle der: Hz, İbrahim mukaddes yere varınca Rabbin’den çocuk istedi.

100- “Rabbim bana salihlerden bağışla”

İbrahim: “Rabbim bana iyilerden bir çocuk nasip et.” yani bana iyilerden salih bir çocuk ver dedi.

101- Biz de ona itaatkar bir oğul müjdesini verdik.

“Onu iyi huylu bir çocukla müjdeledik” demişti, küçüklüğünde çocuk, büyüklüğünde de iyi huylu... bu ifadede o çocuğun bir peygamber olacağına, yaşayıp ileri yaşlara ulaşacağına ve nihayet ağır başlılıkla vasıflanacağına müjde vardır.

102- Ne zaman ki o babasının yanısıra yürümeye başlayınca dedi ki: “Oğulcağazım, gerçekten ben rüyamda seni boğazladığımı görüyorum. Bak artık sen ne düşünürsün?” Dedi ki: “Babacığım emrolunduğun şeyi yap! İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın”

Çocuk, koşma çağına ulaşınca; İbrahim ona: “Yavrucuğum, ben rüyamda seni boğazladığımı görüyorum.” dedi. İbn-i Abbas ve Katade, çocuğun onunla “dağa yürümesini” emretmişlerdir. Mücahid İbn-i Abbas’dan şöyle rivayet etmiştir: “Çocuk büyüyüp iş yapacak duruma gelince babasına yardım etti.” yani çalışıp babasına yardım edebilecek çağa gelmişti. Kelbi: “Allah için çalışma çağına ulaşması” kasdedilmiştir. Hasan Basri, Mukatil ve İbn-i Zeyd de bu görüştedirler. Çocuğun yaşı hakkında farklı görüşlere varılmıştır. Kimisi on üç, kimi de yedi yaşında olduğunu söylemiştir. Müslüman alimler İbrahim’in kurban etmekle emrolunduğu çocuğun kim olduğu konusunda ihtilaf etmişlerdir. Ehli kitap ise onun İshak olduğuna kesin olarak inanırlar. Müslüman alimlerden bir gurup da onun İshak olduğunu söylemiştir. Mesela; Ömer, Ali, İbn-i Mesud, İbn-i Abbas, Tabiilerden ve daha sonraki nesilden, Ka’bul Ahbar, Said bin Cübeyir, Katade, Mesruk, İkrime, Ata, Mukatil, Zühri ve Süddi bu görüştedirler. Bu rivayeti, İkrime ile Said bin Cübeyr, İbn-i Abbas’dan nakletmişlerdir. Kurban kesme olayının da Suriye’de gerçekleştiğini söylerler. Said bin Cübeyr’in şöyle dediği rivayet edilmiştir: “İbrahim (a.s.) rüyasında İshak’ı kurban ettiğini gördü ve onu bir sabah erkenden şehrin mesire yerine götürdü. O anda Allah Teala ona koçu kesmesini

Page 24: Beğavi Tefsiri-7

emredince İbrahim (a.s.) koçu kesti. Sonra bir gündüz vakti çocuğu yine oraya götürdüğünde vadiler ve dağlar ona saygı gösterdi. Diğer bazı müfessirler ise kurban edilmek istenenin İsmail olduğunu söylemişlerdir. Bu görüşü: İbn-i Ömer, Said bin Müseyyeb, fiabi, Hasan Basri, Mücahid, Rebi bin Enes, Muhammed bin Kaab el Kurazi ve Kelbi savunmaktadırlar. Bu haberi Ata bin Ebi Rebah ve Yusuf bin Malik İbn-i Abbas’dan rivayet etmişlerdir. Müfti ise onun İsmail olduğunu söylemiştir. Her iki görüş de Peygamberimizden rivayet edilmektedir. Kurban’ın İshak olduğunu söyleyenlerin Kur’an’dan delilleri şudur: “Onu, Halim bir erkek çocukla müjdeledik. Çalışma çağına varınca, onun kurban edilmesi emredildi.” Kur’an’da, Hz. İbrahim’in, İshak’dan başka bir çocukla müjdelendiğine dair bilgi yoktur. Hud suresinde: “Biz İbrahim’in karısını İshak ile müjdeledik” buyurulur. Kurban adayının İsmail olduğunu söyleyenler ise; bu görüşlerine delil olarak, Hz. İbrahim’in hanımının İshak’la müjdelenmesinin, Kurban kıssasından sonra anılmasını göstermişlerdir. İlgili ayet şöyledir: “Biz ona İshak’ı iyilerden bir peygamber olarak müjdeledik.” Görüş sahiplerine göre, kurban sunulan bu ayete göre İshak’dan başka birisidir. Diğer bir ayet: “Biz İbrahim’in hanımını İshak ile, İshak’ın ardından da Yakup ile müjdeledik.” Allah (c.c.) onu, İshak’la müjdelediğinde aynı zamanda oğlu Yakup ile de müjdeledi. Bu durumda Allah İshak’ın kurban edilmesini nasıl emreder? Hatta ona bir fazlalık da vaad etmiştir. Kurazi der ki: Ömer bin Abdülaziz, önce bir yahudi iken, daha sonra iyi bir müslüman olan bir kişiye, “Hz. İbrahim’in Allah tarafından kurban edilmesi emredilen oğlunun hangisi olduğunu sordu. O adam: “İsmail” dedi. Ve şöyle devam etti: “Ey mü’minlerin Halifesi. Yahudiler bunu kesinlikle biliyorlar. Ancak, Allah’ın, kurban edilmesini emrettiği bir kişinin, siz Arapların atası olmasını kıskanıyorlar. Bu sebeple kurban adayının (İshak) olduğunu iddia ediyorlar.Bunun delillerinden birisi, koçun iki boynuzunun İsmail oğullarının elinde bulunan Kabe’de, Ka’be Zübeyr ve Haccac zamanında yanıncaya kadar asılı bulunmasıdır. fiabi şöyle der: “Koçun iki boynuzunu Kabe’de asılı gördüm.” İbn-i Abbas’ın ise şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Nefsim elinde bulunan Allah’a yemin olsun ki, İslam’ın ilk dönemlerinde koçun kellesi, iki boynuzu ile beraber, Kabe’nin duvarında asılı idi. Kupkuruydu.” Esma, şöyle der: “Amr bin Ala’ya, kurbanın İshak mı, yoksa İsmail mi? olduğunu” sordum. Bana dedi ki, “Esma, İshak’ın Mekke’de bulunmasına aklın alıyor mu? Mekke’deki İsmail idi. O, babasıyla beraber Allah’ın evini yapmıştı.” Kurban hikayesi hakkında Süddi şöyle der: “İbrahim (a.s.), Allah’a dua ederek: “Yarabbi, bana iyilerden bir çocuk ver” dedi ve bir çocukla müjdelendi. O anda: “Öyle ise o Allah’a kurban olsun” demişti. Daha sonra çocuk onun yanında koşma çağına ulaşınca kendisine dendi ki: “Adağını yerine getir” İşte bu olay Allah’ın ona oğlunu kurban etmeyi emretmesinin sebebidir. Bu arada İshak’a dedi ki: “Haydi Allah’a yaklaş” eline bıçak ve ip aldı. Sonra onu dağların arasına kadar götürdü. Bunun üzerine çocuk; “Babacığım kurbanın nerede diye sordu” Hz. İbrahim çocuğa: “Yavrucuğum ben uykumda seni kurban ettiğimi görüyorum. Ne dersin?” dedi. Çocuk: “Babacığım, emredildiğin şeyi yap” dedi.Muhammed bin İshak der ki: İbrahim (a.s.) Hacer ve İsmail’i ziyaret ettiği zaman Burak’a bindirildi. Sabah erken Suriye’den yola çıkar, ve Mekke’ye yönelirdi. Öğleden sonra Mekke’den döner geceyi Suriye’de ailesinin yanında geçirirdi. Nihayet İsmail onunla beraber koşma çağına ulaşınca kendi içine yöneldi ve istekte bulundu. Nefsinden Rabbine kulluk ve onun haramlarına saygı arzusu hissedince, Hz. İbrahim rüyasında onu kurban etmekle emredildi şöyle ki: Terviye gecesi, o bir çağrıcının şöyle dediğini gördü: “Allah sana bu oğlunu kurban etmeni emrediyor.” Sabah olunca kendi kendine ta öğlene kadar, bu hükmün Allah’dan mı, yoksa şeytandan mı olduğunu düşündü, bu sebeple, bu geceye “Terviye” adı verilmiştir. Gece olunca rüyasında aynı şeyi ikinci kez gördü. Sabahleyin anladı ki bu hüküm Allah’tandır. Bu sebeple de o geceye “Arefe” denir. Mukatil, Hz. İbrahim’in bu rüyayı, peşpeşe üç gece gördüğünü, emin olunca da, oğluna haber verdiğini söyler. Ona şöyle haber vermişti. “Yavrucuğum rüyamda seni kurban ettiğim görüyorum. Ne dersin?” Hamza ve Kisai, (Tera) fiilinin (T) harfini ötreli, (ra) harfini de esreli olarak okumuşlardır. Manası: “Neyi gösterirsin?” şeklinde olur. Allah Teala bu emri, Hz. İbrahim’e; onun, kendi emrine karşı sabrını ve ona saygı konusundaki

Page 25: Beğavi Tefsiri-7

kararlılığını görmek için emretmiştir. Kıraatçıların çoğu, (Tera) filindeki, (T) ve (ra) harflerinin ikisini de fetha harekeli okumuşlardır. Ancak Ebu Amr fethalamayıp, (ra)’yı kesra okumuştur.Oğlu Hz. İbrahim’e dedi ki: “Babacığım, emrolunduğun şeyi yap.” İbn-i İshak ve başkaları, bu şekilde emredilince, oğluna Hz. İbrahim’in: “Yavrucuğum: İp ve kesici alet al da şu ormana gidip odun keselim” dediğini naklederler. Hz. İbrahim (a.s.), Sebir ormanında oğluyla başbaşa kalınca, kendisine verilen emri ona bildirdi. Oğlu da kendisine: “Babacığım, sana emredileni yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın” dedi.

103- Ne zaman ki, ikisi de (Allah’ın emrine) teslim oldular ve (ibrahim) onu alnı üzere yere yıktı.

Katade, teslim olmaktan maksadın, Hz. Adem’in, oğlunu teslim etmesi, oğlunun da, kendi canını teslim etmesi olduğunu söylemiştir. “İşte o zaman Hz. İbrahim çocuğu yere yatırdı.” İbn-i Abbas der ki: Onu yere yatırdı. Dar bir yer idi. Söylendiğine göre, kurban edilecek olan çocuk, Hz. İbrahim’e: “Babacığım, bağlarımı sıkı yap ki, kımıldamayayım ve sevabım azalmasın. Elbiseni sakın, kanım sana ve elbisene sıçramasın, annem de onu görüp üzülmesin. Bıçağını keskinleştir ve boğazıma hızlıca sürt ki, bana daha kolay gelsin. (Benim için kolay olsun) Çünkü ne de olsa ölüm çetin bir şeydir. Annemin yanına vardığın zaman, benden ona selam söyle, istersen gömleğimi ona götür. Belki onunla benim yerime teselli bulur.” Bunun üzerine İbrahim (a.s.) ona şöyle der: “Yavrucuğum Allah’ın emrine karşı ne güzel yardımcı oluyorsun!” Ve İbrahim (a.s.) oğlunun söylediğini yapar. Sonra ona yönelir ve onu öper. Gözleri yaşarır ve ağlamaya başlar. Aynı şekilde çocuk da ağlar. Sonra Hz. İbrahim bıçağı çocuğun boynuna sürer fakat bıçak kesmez. Rivayete göre, o bıçağın keskin tarafını çocuğun boğazına çalar, fakat bıçak kesmez.Hz. İbrahim (a.s.) bıçağı iki veya üç kere taşla biledi. Ancak bütün bunlara rağmen bıcak çocuğu kesemiyordu. Süddi der ki: “Allah o çocuğun boğazına bakır levha koymuştu.” Bazı müfessirler şöyle derler: “O esnada çocuk: “Babacığım, beni yüzükoyun yatır. Çünkü sen bana bakınca acıyorsun. Böylece, seninle Allah’ın emri arasına, şefkat engeli giriyor. Ben bıçağa bakmayayım ki, sızlanmayayım. İbrahim (a.s.) onun dediğini yaptı. Sonra da bıçağı ensesine koydu. Ancak bıçak kesmeyip döndü. Bu arada: “Ey İbrahim sen artık rüyanı doğruladın” diye kendisine seslenildi. Ebu Hureyre, Kaab el-Ahbar’dan, İbn-i İshak da, Adamlarından şöyle rivayet etmişleridir: “ fieytan Hz. İbrahim’i, oğlunu kurban ederken görünce; şöyle düşündü, ben bu durumda İbrahim’in hanımına, fitne vermezsem, artık ebedi olarak onlardan birini yoldan çıkaramam. Hemen bir adam kılığına girerek, çocuğun annesinin yanına geldi. Ona, İbrahim’in (a.s) çocuğu nereye götürdüğünü bilip, bilmediğini sordu. İbrahim’in hanımı: “İbrahim onu, falanca ormandan odun kesmek için götürdü” dedi. fieytan ise: “Hayır, o, onu, kesinlikle kesmek için götürdü.” dedi. İbrahim’in hanımı: “Hayır. Asla...” dedi. İbrahim (a.s.)’ın hanımı şeytana: İbrahim (a.s)’ın ona olan şefkati ve sevgisi şu yanımdaki çocuğa olduğundan daha çoktur. Onu, bundan daha çok seviyor” dedi. fieytan: “İbrahim kendisine onu kurban etmesini, Allah’ın emrettiğini iddia ediyor”dedi. İbrahim (a.s.)’ın hanımı şeytana: “fiayet ona Rabbi bunu emretmişse, onun emrine uyması çok iyi olmuş” dedi. fieytan onunu yanından ayrılır ayrılmaz, babasının peşinden yürüyüp gitmekte olan İsmail’i gördü. Ona dedi ki: “Babanın seni nereye götürdüğünü biliyor musun?” Çocuk: “Falanca ormana ailemiz için odun kesmek üzere gidiyoruz” dedi. Bunun üzerine şeytan: “Allah’a yemin ederim ki muhakkak o seni kurban etmek istiyor” dedi. Çocuk “Fakat niçin?” dedi. fieytan: “Bunu kendisine Rabbinin emrettiğini iddia ediyor” dedi. Çocuk: “Öyle ise Rabbinin kendisine emrettiği şeyi yapsın. Canla başla kabul ederim” dedi. Böylece çocuk da kendisinden yüz çevirince şeytan Hz. İbrahim’e yönelerek: “Ey yaşlı nereye gidiyorsun?” dedi. Hz. İbrahim: “Bir ihtiyaç için falanca ormana gidiyorum” dedi. fieytan: “Yemin ederim ki uykunda, şeytanın sana gelerek, bu çocuğu kurban etmeni sana emretmiş olduğunu düşünüyorum” dedi. İbrahim (a.s.) onu hemen tanıdı ve ona: “Benden uzaklaş ey Allah’ın düşmanı. Allah’a yemin ederim ki kesinlikle Rabbimin emrini yerine getireceğim” dedi. Bunun üzerine İblis, Hz. İbrahim ve ailesinde umduğunu bulamamış bir halde ve kızgın bir şekilde dönüp gitti. Allah’ın izniyle onu defetmişlerdi. Ebu Tufeyl, İbn-i Abbas’tan şöyle rivayet etmektedir: “İbrahim (a.s.) oğlunu kurban etmekle emrolununca şeytan ona bu şekilde musallat oldu. Ve onunla yarışmaya katıldı. Sonunda İbrahim (a.s.) onu yendi” daha sonra İbrahim (a.s.) Akabe Cemresinin yanına gitti. fieytan ona, orada da musallat

Page 26: Beğavi Tefsiri-7

oldu. İbrahim (a.s.) ona yedi taş attı. Sonra orta cemrenin yanında şeytan yine takıldı. İbrahim (a.s.) yine yedi çakıl taşı alıp şeytana attı. Ardından en büyük Cemrenin yanında yine ona yetişti. Bu sefer İbrahim (a.s.) yine yedi çakıl taşı alıp ona attı ve gitti ve daha sonra Allah’ın emrini yerine getirdi.

104- Biz Ona: “Ey İbrahim!” diye seslendik. 105- “Rüyanı gerçekleştirdin. Muhakkak biz ihsan edicileri böyle mükafatlandırırız.”

Buradaki seslendik ifadesi: “Kardeşleri Yusuf’u kuyunun dibine atmaya karar verdiler biz de kendisine vahyettik.” Ayetinde olduğu gibi: “Biz vahyettik de, dağdan ona İbrahim diye seslenildi” manasına gelir. Biz ona: “ Ey İbrahim! Sen rüyanı gerçekleştirdin” diye seslendik. Burada Allah’ın seslenmesi sona erer. Ayet şöyle devam eder: “İşte biz güzel davrananları böyle mükafatlandırırız” yani nasıl ki İbrahim’i oğlunu kurban edişi anında affettiysek bize itaat edenleri de aynen öyle mükafatlandırırız demektir. Mukatil şöyle yorumlar: “Emrini yerine getirirken oğlunu bağışlamak suretiyle ihsanda bulunarak Allah onu mükafatlandırmıştır.

106- Kesinlikle bu açık bir denemedir.

Allah Hz. İbrahim’i çocuğunu kurban etmekle denemiştir. Mukatil, buradaki bela kelimesinin nimet manasına geldiğini söyler. Bu nimet İbrahim (a.s.)’ın oğlunun, koç karşılığında bağışlanmış olması nimetidir. fiayet şöyle denirse: “Hz. İbrahim sadece rüya görüp gerçekte çocuğu kurban etmediği halde nasıl oluyor da Allah (c.c.) onun, rüyasını gerçekleştirdiğini söylüyor. Buna şöyle karşılık vermek gerekir. Allah onu rüyasını gerçekletirmiş saydı. Çünkü o elinden geleni yapmıştır. Allah’ın istediği, onların, Allah’ın emrine teslim olup boyun eğmeleri idi. Bunu her ikisi de gerçekleştirdi. Yine denmiştir ki: “Hz. İbrahim rüyasında acil olarak çocuğunu kurban ettiğini görmüştü. Yoksa kan akıttığını görmemişti. Uyanıklığında da uykusunda gördüğünün aynısını yaptı. Bu sebeple Allah ona “Sen rüyanı doğruladın” dedi.

107- Ve biz İbrahim’e fidye olarak büyük bir kurbanlık verdik.

İbrahim (a.s.), bir döndü ve baktı, bir de ne görsün Cebrail (a.s.) yanında parlak boynuzlu bir koçla beraber durmuyor mu? Cebrail (a.s.) ona: “Bu oğlunun fidyesidir. Oğlunun yerine bunu kes” dedi. Cebrail (a.s.) , kurbanlık koç, İbrahim (a.s.) ve oğlu, hep beraber tekbir getirdiler. Sonra İbrahim (a.s.) koçu alarak Mina’daki, kurban kesim yerine götürdü. Ve onu kesti. Müfessirlerin çoğu şöyle demiştir. “Bu koç cennette kırk tane tokluyu yayıyor.” Said bin Cübeyir, İbn-i Abbas’dan şöyle rivayet etmiştir: “ İbrahim (a.s.)’ın kurban ettiği koç, Adem (a.s.)’ın oğlunun Allah’a adadığı koçtur” denmiştir. Said bin Cübeyir ise: “Onun büyük olması haktır” der. Mücahid ise: “Allah onu kabul olduğu için büyük diye isimlendirmiştir.” Hüseyin bin Fadıl: O koçun Allah tarafından gönderildiğini söylemiştir. Kimisi de o koçun cisim bakımından büyük olduğunu söylemiştir. Kimisi ise sevabının büyük olduğunu söylemiştir. Hasan Basri, İbrahim (a.s.)’a fidye olarak gönderilenin semiz bir teke olup, ona Sebir’den indirildiğini söyler.

108- Sonra gelenler arasında ona (iyi bir ün) bıraktık.”

Yani sonraki ümmetler arasında Hz. İbrahim hayırla ve saygıyla anılır.

109- İbrahim’e selam olsun 110- Biz iyileri böyle mükafatlandırırız.111- fiüphesiz ki, İbrahim mü’min kullarımızdandı. 112- Ve biz onu iyilerden bir peygamber olan İshak ile müjdelemiştik.

Kurbanlığın İsmail (a.s.) olduğunu söyleyenler derler ki: Allah teala İsmail’in kurban edilme meselesinden sonra, Hz. İbrahim’e, kendine saygısının karşılığı olarak, İshak’ın peygamberliğini müjdeledi. Kurban edilmesi istenenin İshak olduğunu söyleyenler ise; Allah Teala’nın Hz. İbrahim’i İshak’ın peygamberliği ile müjdelediğini söylerler. İkrime’nin rivayetine göre İbn-i Abbas şöyle demiştir: Allah Teala İshak Peygamberi, bir kere doğumunda, bir kere peygamberliği için iki kez müjdelemiştir.113- Kendisine de, İshak’a da bereket verdik, onların soyundan gelenler arasında iyi amel edenler de var, açıktan kendine zulmedenler de.

Page 27: Beğavi Tefsiri-7

Bereket vermenin manası, İbrahim soyundan pek çok peygamberin gelmiş olmasıdır. İbrahim (a.s.)’ın soyundan gelenlerin kimi mü’min, kimi de kafirdir.

114- Andolsun ki; Musa ve Harun’a da lütuflarda bulunduk

Yani onlara peygamberlik verdik.

115- O ikisini ve kavimlerini büyük bir sıkıntıdan kurtardık.

Bu büyük sıkıntı Firavun’un onları kul, köle yapmak istemesi idi. Kimileri de Allah’ın bu ifade ile, onları boğulmaktan kurtarmasını murad ettiğini söyler.

116- Onlara yardım ettik te onlar galip geldiler.117- Her ikisine, o apaçık kitabı verdik.

Kıptilere karşı onlara yardım ettik. Musa ve Harun’a o aydınlatıcı kitabı verdik.

118- Ve o ikisini doğru yola ilettik. 119- Sonraki nesiller arasında onlara (iyi ün) bıraktık. 120- Musa ve Harun’a selam olsun. 121-Biz iyileri, böyle mükafatlandırırız. 122- Onlar ikisi de mü’min kullarımızdan idiler.123- fiüphesiz, İlyas da gönderilmiş peygamberlerden idi.Abdullah bin Mes’ud, İlyas’ın, İdris Peygamber olduğunu rivayet etmiştir. Kendine ait mushafında; “Muhakkak, İdris de Peygamberlerdendir” şeklinde yazmıştır. Bu İkrime’nin görüşüdür. Diğer ravi ve müfessirler: “O İsrailoğulları’na gönderilen nebi peygamberlerden biridir” derler. İbn-i Abbas, onun, Elyesa’nın amcası oğlu olduğunu söyler. Muhammed bin İshak ise: “ O İlyas bin Bişr bin Fenhas bin İzar bin Harun bin İmran olduğunu söylemiştir. Yine Muhammed bin İshak ve nüfuz sahibi alimlerden bazıları, derler ki: “Allah (c.c.) peygamberi (Hz. Musa’nın) sözünün etkisini yok edince, İsrailoğulları arasında olaylar büyüdü. Ve onlar arasında bozgunculuk ve şirk baş gösterdi. Putlara meylettiler, Allah’ı bırakıp onlara taptılar. Bunun üzerine Allah Azze ve Celle İlyas (a.s.)’ı onlara peygamber olarak gönderdi. Hz. Musa (s.a.)’dan sonra gönderilen İsrailoğulları peygamberleri, İsrail oğullarının, Tevrat’tan unuttukları kısımları yenilemek için gönderiliyorlardı. İsrail oğulları ise Suriye topraklarında dağınık durumda idiler. Bunun sebebi, Yuşa bin Nun’un Suriye’yi fethettiğinde oraya İsrail oğullarını yerleştirip aralarında bölüştürmesi idi. Ve onlardan bir kabileyi Balbek ve civarına yerleştirmişti. Bu kabile İlyas’ın kabilesidir. Allah (c.c.), İlyas’ı onlara bir nebi olarak gönderdi. O zaman o kabilenin başında, kendisine Acip denilen bir kral vardı. Halkını saptırmış ve onları putlara tapınmaya zorlamıştı. Hem kendisi hem de halkı puta tapıyorlardı. O putun adı ise Ba’l idi. Boyu yirmi arşın idi. Ve onun dört tane yüzü vardı. İlyas (a.s.) onları, Allah’a çağırmaya başladı. Halbuki onlar, kraldan başkasından olan sözleri dinlemiyorlardı. Kral İlyas (a.s.)’ı tasdik etmiş ve ona inanmıştı. İlyas (a.s.) onun işlerini yapıyor, onun hatalarını düzeltip onu irşad ediyordu. Lacib adındaki bu kralın Ezbil adında bir hanımı vardı. Kral, savaş için ya da başka bir amaçla onlardan ayrıldığında, hanımını, halkının başına, kendi yerine bırakıp, tayin ederdi. Halkın içine çıkar, onlar arasında hüküm verirdi. Peygamber katili idi. Zekeriyya’nın oğlu Yahya (a.s.)’ı, onun öldürdüğü söylenmektedir. Kralın hanımının mert ve mü’min, bilge bir katibi vardı. İmanını gizliyordu. O katip, kralın hanımının elinden, üçyüz peygamberi kurtarmıştı. O kadın öldürdüğünden başka peygamber gönderilirse, onları da öldürmek istiyordu. Aslında gerçekte (evli değildi) bir kere evlenmiş değildi. İsrail oğullarının krallarından yedisi ile evlenmiştir. Hepsini de suikastla öldürmüştür. Bayağı yaşlı idi. Yetmiş tane çocuk doğurduğu söylenir. Bu Acib’in mert ve salih bir komşusu vardı. Adı “Mezdeki” idi. Mezdeki’nin, kral ve hanımının sarayının yanında bulunan, bir şirin bahçesi vardı. Orada yaşıyordu. O bahçeyi onarıp tamir etmeye yönelmişti. Kral Acib ve arkadaşı o bahçeyi seyrediyor, içinde dolaşıyor ve yiyip içiyorlardı. O bahçede uyur, eğlenirlerdi. Kral Acib, komşusunun komşuluğuna önem verir, ona iyi davranır ve ona iyilik ederdi.Ancak kralın hanımı Ezbil, bu bahçeden ötürü o komşusunu kıskanıyordu. O bahçenin insanlar arasında çokça konuşulduğunu ve o bahçenin güzelliğine hayran olduklarını duyunca da, bahçeyi komşusunun elinden gaspetmek için tuzak kurmaya koyuldu. Komşusunu öldürmeyi planlıyordu. ancak Kral onu, bunu yapmaktan alıkoyuyor, bu sayede o da onu öldürmeye bir yol bulamıyordu. Sonra bir seferinde kral uzun bir yolculuğa çıktı. Kralın eşi bunu fırsat bilip, bir grup insan toplayarak,

Page 28: Beğavi Tefsiri-7

onlara, komşuları Mezdeki’nin eşi krala sövdüğüne dair, aleyhinde şahitlik yapmalarını emretti. Onlar da bunu kabul ettiler.O zamanlar, onların kanunlarında, krala sövenin cezası, bu ispatlandığı takdirde, sövenin öldürülmesi idi. Mezdeki getirildi. Kralın hanımı ona: “Senin krala sövdüğünü duydum” dedi. Mezdeki inkar etti, ancak kralın hanımı şahitleri getirdi. fiahitler, Mezdeki’nin aleyhinde yalan şahitlikte bulundular. Kralın hanımı onun öldürülmesine hüküm verdi ve bahçesini aldı. Allah (c.c.) o iyi kulundan ötürü o yalancı şahitlere gazaplandı. Kral seyahatinden dönünce, hanımı ona bu haberi iletti. Kral ona: “Doğru yapmadın. Artık iflah olacağımızı sanmıyorum” dedi. Bunca zamandır onunla komşuluk yaptık. Komşuluk ilişkilerine itina gösterdik. Bize hakkı geçtiği için, ona zarar vermekten kaçındık. Sen ise şimdi onun işini, en kötü bir şekilde bitirdin. Kralın hanımı krala: “Kızdım ve senin hükmünle hüküm verdim” karşılığını verdi. Kral ona: “Senin hoşgörünün onu kuşatıp da, onu komşuluğu hatırına bağışlaman gerekmez miydi?” dedi. Kralın hanımı: “Artık olan oldu” dedi. Bu olay üzerine Allah (c.c.) İlyas (a.s.)’ı kral ve halkına gönderdi. İlyas (a.s.)’a, kendi dostunu (Allah’ın dostu) haksız yere öldürmelerinden dolayı kralın halkına gazap ettiğini onlara haber vermesini emretti. Aynı zamanda Cenab-ı Hak, kral ve karısının tevbe edip, gaspedilen bahçeyi ölen komşularının varislerine geri vermemeleri halinde, hem kralı ve hem de eşini helak edeceğine, kendi kendine karar verdi. Yani Allah (c.c.) kral ve eşini, o şirin bahçesinde helak edecek, sonra onları atılmış iki leş halinde, etleri kemiklerinden ayrılıncaya kadar orada öylece bırakacak; ve’l-hasıl onlar o bahçeden murad alamadan onları helak edecekti. İlyas (a.s.) geldi ve krala, kendisi, karısı ve bahçe ile ilgili Allah’ın emrini haber verdi. Kral İlyas (a.s.)’ın dediklerini duyunca ondan söylediği Allah’ın gazaplanması hususuna delil getirmesini istedi ve ona: “Ey İlyas! Allah’a yemin ederim ki senin söylediklerinin yalandan başka bir şey olmadığını, ancak batıl bir şey olduğunu düşünüyorum” dedi. Ayrıca “Ben falanca falanca kralları da görüyorum, onlar da bizim gibi putlara tapıyorlar ve yiyip içip yaşıyor ve eğleniyorlar. Senin batıl olduğunu iddia ettiğin şeyler onlarda da eksik değil. (Bizim onlardan daha değerli olan nemiz var?) Bizim onlara ne üstünlüğümüz var? “ Ravi diyor ki: “Kral İlyas’ı cezalandırıp öldürmeye teşebbüs etti. İlyas (a.s.) (bunu) kendisine gelecek kötülük ve tuzağı hissedince kralı reddederek dışarı çıktı. Dağların zirvelerine gitti. Kral ise, put-Bal’e tapınmaya devam etti. Hz. İlyas, en zorlu dağa, en yüksek yerine çıktı. Oradaki bir mağaraya girdi. Onun yedi sene oralarda avarece ve gizlice dolaştığı söylenir. “Zaman zaman vadi ve mağaralara sığınır, bitki ve meyvelerden yerdi.” denir. Halbuki onu arıyorlardı ve peşine hafiyeler takmışlardı. Ancak Cenab-ı Allah (c.c.) onu gizliyordu. Yedi yıl tamamlanınca, Allah ona, halkın içine çıkmasına ve gazabıyla musibetlere düçar olanlara şifa vermesine izin verdi. Allah (c.c.) Kral Acib’in bir çocuğunu hasta etti. Bu çocuk kralın en çok sevdiği ve kendisine en çok benzeyen çocuğu idi. Allah tarafından çocuğun hastalığı ağırlaştırılınca, Kral, Ba’l adlı puta dua etti. Onlar, Ba’l hususunda deneniyorlardı. Ona o kadar hürmet ediyorlardı ki; hatta kendisine dört yüz hizmetçi tahsis etmişlerdi. O dört yüz hizmetliyi o puta vekil ve peygamber tayin etmişlerdi. fieytan putun içine girip konuşuyordu. O dört yüz kişi de can kulağıyla şeytanın söylediklerini ve verdiği vesveseleri dinliyorlardı. fieytan onlara sapık hükümler fısıldıyor; onlar da o sapık kanunları insanlara açıklıyorlardı. O kanunlarla amel ediyor ve o putun hizmetçilerini de “peygamberler” diye isimlendiriyorlardı. Kralın çocuğunun hastalığı iyice ağırlaşınca, o hizmetçilerden, çocuğu için Ba’l adlı puttan şifa istemelerini talep eder. Hizmetkarlar Ba’l’e dua ederler, fakat cevap vermez Allah (c.c) fieytan’ı putun içine girip konuşmaktan menetmiş, o da girememişti. Onlar canla-başla puta yalvarıyorlardı. Bu hal iyice uzayınca Kral Acib’e şöyle söylerler: “fiam tarafında başka bir ilah varmış. Elçilerinizi ona gönderseniz de Ba’l’in yerine o size şifa verse...” derler. Ve eklerler: “Muhakkak Ba’l size kızmış olmalı, şayet öyle olmasaydı, isteğinize cevap verirdi.” Kral: “Bana niçin kızdı ki.? Halbuki ben ona itaat ediyorum...? dedi. Diğerleri: “Sen İlyas’ı öldürmeyip onun hakkında gevşek davrandığın ve bu sebeple de senin ilahını inkar eden Süleyman’ın kurtulmuş olmasından dolayı sana kızdı.” dediler. Kral: “Ben İlyas’ı nasıl öldürebilirdim ki, çocuğun sancı ve sızısı beni meşgul etmişti.” der. Ve devam eder: “İlyas’ın kaçıp sığınabileceği bir yer yok. Eğer çocuğum iyileşirse, ben İlyas’ı bulup öldüreceğim ve ilahımızı razı edeceğim.” Sonra kral elçilerini fiam’daki ilah’a gönderir. Elçiler ondan Kral’ın putuna, çocuğuna şifa vermesi için aracılık yapmasını isteyeceklerdir. Yola koyulup giderler. Hz İlyas’ın bulunduğu dağın hizasına (önüne) geldiklerinde Allah (c.c) İlyas (a.s)’a, inip onları karşılamasını ve onlarla konuşmasını vahyeder. Cenab-ı Hak İlyas (a.s)’a şöyle buyurur: “Sakın korkma. Ben onların kötülüklerini senden defedeceğim ve onların kalplerine korku salacağım.” Bunun üzerine İlyas (a.s) dağdan indi. Karşılaşınca, onları durdurmak istedi. Durdurdukları zaman İlyas (a.s) onlara:

Page 29: Beğavi Tefsiri-7

“Allah (c.c) beni size ve sizden sonra gelecek olanlara gönderdi. Rabbinizin gönderdiği ilahi bilgilere kulak verin ve onu arkadaşlarınıza bildirin. Kral’a dönün ve ona deyin ki: “Ey Acib.! Allah teala buyuruyor ki, “Ben kendisinden başka tanrı olmayan bir tek ilah değil miyim? İsrail oğullarını yaratan, onlara rızık veren, onları yaşatan ve öldüren ilah benim, Senin cahilliğin ve bilginin kıtlığı, seni Allah’a ortak koşmaya ve benden başkasından, çocuğun için şifa istemeye itmektedir. Halbuki o sahte tanrılar, ben istemedikçe, kendileri için de bir şey beceremezler. Ve ben kendi ism-i celalime yemin ettim ki, çocuğun hususunda sana gazap edeceğim. Onu yarın erkenden öldüreceğim ki, sen ona karşı benden başka kimsenin elinden bir şey gelmediğini anlayacaksın.” İlyas (a.s) bunu söyleyince, Kralın elçileri son derece korku dolu bir halde geri döndüler. Kralın yanına varınca, ona İlyas (a.s)’ın kendilerini korkuttuğunu anlattılar. Onun uzun boylu, zayıf, çok kilo kaybetmiş birisi olduğunu, saçlarının dökülmekte, ve cildinin de soyulmakta olduğunu, üzerinde kıldan bir cübbe ve bir de aba bulunduğunu, onu göğsü üzerine geçirmiş olduğunu söylerler. Ve derler ki: “O yanımıza gelince, yüreklerimizde korku ve irkilme doldu. Dilimiz tutuldu. Hem de biz bu kadar kalabalık olduğumuz halde onunla konuşup, ona karşı koymaya gücümüz yetmedi de nihayet sana döndük.” diyerek, Hz İlyas’ın söylediklerini krala anlatırlar. Kral şöyle karşılık verir: “İlyas hayatta olduğu sürece, biz yaşamaktan tad alamayacağız. Tuzak kurup, onu tuzağa düşürmekten (hile yapmaktan) başka çare yok” der. İlyas (a.s.) için halkı içinden güçlü kuvvetli elli kişi hazırlar. Onlara çeşitli vaadlerde bulunur. Onlara, Hz. İlyas’a hile yapıp, suikast düzenlemelerini; ona kendisine inanmış görünmelerini, bu sebeple yanına gelip kendisini görmek istediklerini, söylemelerini emreder. Bu şekilde Hz. İlyas onlara inanıp kanacak, kendiliğinden onlara teslim olmuş olacak, onlar da onu, krallarına getirecekler. Sonra giderler ve sonunda Hz. İlyas’ın bulunduğu dağa tırmanırlar. Daha sonra, birbirlerinden ayrılarak, yüksek sesle bağırarak İlyas (a.s.)’a çağırırlar. Ve şöyle derler: “Ey Allah’ın peygamberi, bize görün. Kendini bize lütfet. Biz artık sana inandık ve seni tasdik ettik. Karlımız Acip ve bütün halkımız da sana inandılar. Sen canından emin ol. İsrail oğullarının tamamı sana duacılar.” Ve fiöyle, sözlerini sürdürdüler: “Sen bize peygambeliğini tebliğ etmiştin; biz de söylediklerini anladık. Sana inandık ve bizi davet ettiğin şeyi kabul ettik. Hadi gel ve aramıza çık. Aramızda hüküm ver, emrinize uyalım. Bizi menettiğin şeylere son verelim. Bizim inancımıza ve tapınmalarımıza muhalif olman seni alıkoymasın. Bize dön.” Bütün bunları, bir tuzak ve hile olmak üzere yapıyorlardı. İlyas (a.s.) onların bu sözlerini işitince, kalbine tesir etti ve onların inandıklarını düşündü. Onlara görünmediği takdirde (yanlış olacağını düşünerek) Allah’tan korktu. Hemen Allah Teala ona, durup, dua etmesini ilham etti. Bunun üzerine Hz. İlyas (a.s.) şöyle dua etti: “Allah’ım! Eğer onlar doğru söylüyorlarsa, onlara görünmem için bana izin ver. Yok şayet yalan söylüyorlarsa, beni onlara gitmekten alıkoy ve onlara bir ateş at ki, onları yaksın.” Daha İlyas (a.s.) sözünü henüz bitirmişti ki, başlarından aşağı ateş dökülüverdi. Hepsi birden yandılar. Ravi şöyle anlatıyor: Bu haber Kral Acip ve halkına ulaştı. Ancak, bu hileyi düzenleyen kralı engellemedi. O İlyas (a.s.) için ikinci bir tuzak kurmaya girişti. Bir öncekilerin sayısı kadar ve onlardan daha güçlü bir grup daha hazırladı. Ve Onları planı uygulamaya sevketti. O grup yola koyuldular, nihayet dağın tepesine dağınık olarak vardılar. Hz. İlyas’a: “Ey Allah’ın Peygamberi, Allah’ın gazap ve kızgınlığından, sana ve Allah’a sığınırız. Biz, bizden önce sana gelenler gibi değiliz. Onlar münafık bir grup idiler. Sana tuzak kurmak için gelmişlerdi. Onları bilseydik öldürürdük ve sana gelmelerini engellerdik. fiimdi ise senin Rabbin, onların tuzaklarını senden kaldırmış, onları helak etmiş ve senin için onlardan intikam almıştır” diye çağırmaya başladılar.İlyas (a.s.) onların söylediklerini duyunca, ilkinde yaptığı duayı aynen yaptı. Bu dua üzerine, onların üstüne ateş yağdı. Onlar son fertlerine kadar hepsi yandılar. Her iki olay esnasında da, kralın çocuğu, şiddetli ağrılar içinde, belaya düçar idi. Kral arkadaşlarının ikinci kez helak olduğunu duyunca, küplere bindi. İlyas (a.s.)’ı yakalamak üzere, bizzat kendisi çıkmaya karar verdi. Ancak çocuğunun hastalığı onu bu işten alıkoydu ve bunu yapamadı. Bu arada, Kral eşinin katibi olan inanmış bir kişiyi Hz. İlyas’ın kendisini kabul ederek, onunla gelir düşüncesiyle, Hz. İlyas’ınbulunduğu yere yöneltti. Bu durum o mü’min katibe, kralın İlyas (a.s.)’a bir kötülük istemediği şeklinde göründü. Kralın inandığını ve imanından dolayı böyle yaptığını düşündü. Kral o katibin inanmış olduğunu bildiği halde, sahip olduğu yetenek, güvenilirlik ve sağlam görüşten dolayı onu övüyordu. Katip İlyas (a.s.)’ın bulunduğu yere gitmek üzere yola koyulunca, Kral onunla beraber bir grup adamını da gönderdi. Katip yokken onlara, İlyas (a.s.)’a güven vermelerini; şayet onlardan kaçınırsa, onu tutup getirmelerini; yok katibe inanarak onunla beraber gelirse, onu ürkütmemelerini tenbih etti.Sonra kral, katibe Allah’a yönelmiş olduğunu açıklar. Ona der ki: “Artık tevbe etmem gerektiğini düşünüyorum. Bize, adamlarımızın yanması ve çocuğumun içinde bulunduğu durum gibi belalar isabet etti. Anladım ki bu İlyas’ın duasından kaynaklanıyor. Ben

Page 30: Beğavi Tefsiri-7

İlyas’ın, geriye kalanlarımızın hepsi hakkında dua edip; onun duasıyla helak olmamızdan emin değilim. Ona git ve bizim tevbe edip Allah’a yöneldiğimizi; ancak, İlyas aramızda olmayınca, iyiliği emredip, kötülükten alıkoymayınca, ve Rabbimiz’in nelerden hoşnut olduğunu bize bildirmedikçe, bizim tevbe etmemizin, Rabbimizin hoşnutluğunu istememizin ve putları terketmemizin bir anlamı olmaz.” Sonra halkına emir verdi. Onlar da putları bıraktılar. Yine katibe şunu da söyledi: “İlyas’a söyle ki, biz taptığımız putları terkettik. Onun emrini rica ediyoruz. Gelip o putları bizzat Onun yakıp helak etmesini umuyoruz.” Bütün bu sözler, kralın bir tuzağı idi.Katip ve diğer grup gittiler. İlyas (a.s.)’ın bulunduğu dağa çıktılar. Sonra katip ona seselendi. İlyas onun sesini hemen tanıdı. Canı ona gitmeyi istedi. Onu görmeyi arzuluyordu. O anda Allah (c.c.) ona, arkadaşının yanına gitmesini ve onunla görüşmesini vahyetti. “Dostluğunu tazele, yanına çık, ona selam ver ve onunla musafaha yap” dedi Cenab-ı Hak. İlyas (a.s.) ona: “Ne haber?” dedi. O mü’min: “Beni sana bu zorba azgın ve kavmi gönderdi” dedi. Ve dediklerini ona anlattı. Sonra dedi ki: “Sen yanımda olmaksızın ben krala döndüğüm takdirde, kralın beni öldürmesinden korkuyorum. Bana dilediğini emret yapayım. İstersen onu terkedip senin yanında kalırım ve seninle dururum. İstersen seninle beraber ona karşı mücadele ederim. İstersen dilediğin şeylerle beni gönder. Risaletini ona bildireyim ya da istersen Rabbine dua edeyim de bize işimizde doğru yolu göstersin. Bir çözüm ve çıkış yolu ihsan etsin.” Bu arada Allahü Teala Hz. İlyas’a, kral ve kavminden gelen bilgilerin bir tuzak ve yalan olduğunu onu elde etmek için düzülmüş olduğunu vahyetti. Katip şöyle dedi:“Kral Acip, şayet elçileri ona senin bu adamla karşılaşıp, onun seni getirmediğini haber verirlerse kral onu suçlayacak ve onun senin hakkında yalan söylediğini anlayacaktır. Onu öldürmesinden emin olamazsın. Sen onunla biraber git. Ben, Acip’i sizden alıkoyacağım, çocuğunun hastalığını katkat artıracağım. Böylece onun, başka bir şeye ilgisi kalmayacak. Sonra çocuğu en kötü durumda öldüreceğim, İşte çocuk öldüğü zaman, sen dön.” Hz. İlyas onlarla gitti. Kralın yanına vardılar. Onlar vardıklarında, Allahü Teala çocuğun ağrısını şiddetlendirdi. Ölüm çocuğu yutmaya başladı. Böylece Allah Teala kral ve adamlarını, İlyas (a.s.)’dan bertaraf etti. Ardından İlyas (a.s) salimen yerine döndü. Ne zaman ki, kralın çocuğu ölüp, o ve arkadaşları, çocuğun işlerinden kurtuldular. Ve kralın acısı azaldı o zaman kral, İlyas (a.s) hakkında uyandı. Onu getiren mümin katibe, İlyas (a.s)’ı sordu. İlyas (a.s)’ın arkadaşı olan katip, krala, “Onun hakkında bilgim yok, çocuğunuzun ölümü ve ona olan sızlanma beni meşgul etti. Ben, Senin onu alıkoyduğunu zannetmiştim, kral ondan vazgeçti. Oğluna acıdığı için dokunmadı. İlyas (a.s) dağlarda uzun süre kalıp, insanları özleyince dağdan indi. Ve gitti. Sonra israil oğullarından bir kadının yanında misafir oldu. O kadın, Yunus bin Metta Zinnun’un annesiydi. Onun yanında altı ay gizlendi. O zaman, Yunus bin Metta emzikli bir çocuk idi. Yunus’un annesi bizzat kendisi çalışıp, kendi eliyle çocuğun saçlarını kesiyordu. Sonra İlyas (a.s) dağın genişliğine alıştıktan sonra bu evin darlığından bunaldı. Dağlara kavuşmak istedi. Evden çıktı ve yerine döndü.Yunus’un annesi, onun ayrılmasına çok üzüldü. Onun kaybolması, Yunus’un annesini yanlız bıraktı. Sonra çok geçmeden oğlu Yunus onu emzirirken öldü. Böylece derdi çoğaldı. Ve İlyas’ı (a.s) aramaya çıktı. Durmadan dağa tırmanıyor ve dolaşıyordu zorlukla onu buldu. Ve ona dedi ki: “Senden sonra, çocuğumun ölmesi ile ben dehşete düştüm. Onun ölümüyle musibetim büyüdü. Ve onun kaybıyla belam şiddetlendi. Benim ondan başka çocuğum yok. Bana acı ve Rabbine yalvar da çocuğumu benim için diriltsin. Onu gömmedim. Öylece olduğu gibi bıraktım. Ve yerini gizledim. İlyas (a.s) şöyle dedi: “Bu benim emrolunduğum şeylerden değil. Ben memur bir kulum ancak, Ve ancak Rabbimin bana emrettiğini yaparım. Kadın çok üzüldü ve Allah’a yalvardı. Allah teala İlyas (a.s)’ın kalbini ona yöneltti. O, kadına dedi ki: “Çocuğun ne zaman öldü.” Kadın, “Yedi gün önce” dedi. Sonra İlyas (a.s) onunla beraber gitti. Yedi gün daha yürüdü. Ve nihayet kadının evine vardı. Kadının çocuğunu, ondört günlük ölü olarak buldu. Abdest aldı, namaz kıldı ve dua etti. Bunun üzerine Allah teala, Yunus bin Metta’yı canlandırdı. Çocuk canlanıp oturunca, İlyas (a.s) ayağa fırlayıp, onu bıraktı ve kendi yerine döndü. Kavminin isyanı uzayınca, İlyas (a.s) buna dayanamadı. Onun takati tükenmiş bir halde iken, Allah teala, Ona: “Ey İlyas, bu içinde bulunduğun bu hüzün ve üzüntü nedir? diye vahyetti. Sen benim vahyimin emini, yeryüzünün delili ve yarattıklarımın en temizi değilmisin. Benden iste ki sana vereyim. Ben, geniş rahmet ve büyük lutuf sahibiyim.” İlyas (a.s) dedi ki: “Beni öldür ve atalarıma kavuştur. Ben İsrail oğullarından usandım. Beni bıktırdılar.” Allah (c.c) ona şöyle vahyetti:

Page 31: Beğavi Tefsiri-7

“Ey İlyas, bu yeryüzünü ve halkını, senden mahrum bırakma günü değildir. Yer yüzünün kıvamı ve iyiliği, seninle ve senin gibilerle olur. Her ne kadar az olsanız da. Fakat yine de sen benden iste ben de vereyim.” İlyas (a.s) şöyle dedi: “Beni öldürmüyorsan, İsrail oğullarından, benim öcümü al.” Allah (c.c): “Sana neyi vermemi istersin.?” İlyas (a.s): “Yedi sene göğün hazinelerini bana ver. Onlara (İsrailoğullarına) benim duam olmadan bulut yayılmasın ve benim şefaatim olmadan, onlara bir damla yağmur yağmasın. Çünkü bundan başkası, onları zelil etmez.” Allah (c.c.) şöyle buyurdu: “Ey İlyas! Her ne kadar zalim de olsalar, ben kullarıma karşı senden daha merhametliyim.” İlyas (a.s.): “Öyle ise altı sene olsun” dedi. Yine Allah Teala: “Kullarıma karşı ben senden daha merhametliyim” dedi. İlyas (a.s.):“O zaman beş sene olsun” dedi. Allah:“Ben kullarıma senden daha merhametliyim fakat sana üç sene vereyim. Yağmurun hazinelerini eline al” dedi. İlyas (a.s.) “Ben neyle yaşayacağım” dedi. Allah Teala: “Emrine, kuşlardan asker vereyim. Sana yiyeceğini, içeceğini köyden ve kıtlığa uğramayan yerden getirsin” buyurdu. İlyas (a.s.) “Kabul ettim” dedi. Allah Teala onlardan yağmuru kesti, koyunlar, canlılar, çiçekler ve ağaçlar helak oldu. İnsanlar, şiddetli bir darlığa düştüler. İlyas (a.s.) yerinde, kavminden gizli bir durumda idi ve bulunduğu yerde yiyeceği getiriliyordu. Kavmi bunu anladı. Bir evden ekmek kokusu duydukları zaman: “Buraya İlyas girdi” diyorlardı. İlyas’ı aradılar, evin sahibine zarar verdiler. İbn-i Abbas şöyle diyor: “İsrail oğullarına üç yıl kıtlık musallat oldu.” İlyas (a.s.) bir yaşlıya uğradı. O yaşlı kadına: “Yanında yiyecek var mı?” dedi. Yaşlı kadın, “Evet azıcık unla, azıcık yağ var.” dedi. İlyas (a.s.) un ve yağa bereket duasında bulundu. Ve dokundu. Böylece un kabı un ile iki yağ kabı da yağ ile doldu. İnsanlar, o kadının yanında bu olayı görünce: “Sana bunlar nerden geldi?” dediler. Kadın: “Bana şöyle şöyle bir adam uğradı.” dedi. Hz. İlyas’ın vasıflarını söyledi. Onu tanıdılar. “O İlyas’tır” dediler. Onu aradılar ve buldular. Kendilerinden kaçtı. Sonra Hz. İlyas, İsrail oğullarından bir kadınının evine sığındı. Kadının, Elyesa bin Ahdub adında bir oğlu vardı. Çocuğun bir hastalığı vardı. O kadın, İlyas (a.s.)’ı ağırladı ve onun durumunu gizledi. İlyas (a.s.) o hasta çocuk için dua etti. Çocuk hastalıktan kurtuldu. Elyesa, İlyas (a.s.)’a tabi oldu. Ona inandı. Onu tasdik etti ve onun yanında oldu. Artık, o nereye giderse, o da oraya gidiyordu. İlyas (a.s.), yaşlanıp ihtiyarlamış idi, Elyesa ise genç bir delikanlı idi. Sonra Allahü Teala, İlyas (a.s.)’a şöyle vahyetti: “Sen, isyan etmemiş olan yaratıklarımdan, pek çok hayvan, canlı ve kuşu, yağmuru tutmak suretiyle helak ettin.” İddia ederler ki Allahü Teala, İlyas’a (a.s.) şöyle dediğini bilmektedir. “Yarabbi, bana müsade et, onlara ben dua edeyim, ve onları içinde bulundukları beladan feraha çıkaracak ben olayım. Belki onlar, senden başka taptıklarına, tapmaktan dönerler, uzaklaşırlar.” Kendisine şöyle buyuruldu: “Tamam” denildi. Bunun üzerine, İlyas (a.s.), İsrail oğullarına geldi. Dedi ki: “Siz açlıkla ve sıkıntıyla helak edilmiştiniz. Ve sizin hatalarınız yüzünden, pek çok hayvan, canlı, kuş ve ağaç da helak oldu. Siz batıl üzerindesiniz, eğer siz bunu bilmek isterseniz, putlarınızla birlikte çıkınız. Eğer sizin isteğinize cevap verirse, sizin dediğiniz olsun. fiayet yapmazsa bilin ki siz batıl üzerindesiniz. Siz vaz geçtiniz, ben de Allah’a dua ettim. Allah (c.c.) da sizden içinde bulunduğunuz belayı kaldırdı. Dediler ki: “Doğru söyledin.” Sonra putların yanına çıktılar ve onlara dua ettiler. Ancak o putlar onların içinde bulundukları belayı kaldıramadılar. Sonra İlyas (a.s.)’a: “Biz helak olduk. Bizim için Allah’a dua et” derler. İlyas (a.s.) ve onunla beraber Elyesa (a.s.) onlar için kurtuluşlarına dua ederler. Onlar bakınıp beklerlerken, denizin üstünde, kalkan gibi bir bulut belirir. Bulut onlara doğru yönelir ve ufukları kaplar. Sonra Allahü Teala onlara yağmur gönderir. Ve bereketlendirir. Memleketlerini diriltir. Allah onlardan bu sıkıntıyı kaldırınca verdikleri sözden cayarlar küfürlerinden vazgeçmezler. Daha önceki durumlarından daha kötü bir duruma yönelirler. İlyas (a.s.) bunu görünce Allahü Teala’ya onlardan bu durumu gidermesi için dua eder. Onların iddiaları hususunda Hz. İlyas’a şöyle denir: “fiu şu günleri gözle, ve şöyle şöyle özelliği olan yere o günde çık. Sana gelen şeye bin ve korkma.” İlyas ve Elyesa çıkarlar, kendisine emredilen yere varınca, ateşten bir at gelir. Kimisi de renginin ateş gibi olduğunu söylemektedir. Bu at onların önünde durur. İlyas (a.s.), onun üzerine atlar. At onu götürür. Elyesa (a.s.):

Page 32: Beğavi Tefsiri-7

“Ey İlyas! Bana ne emrediyorsun” diye seslenir. Hz. İlyas havanın yüksek bir yerinden ona kesesini atar. Bu, İlyas (a.s.)’ın, Elyesa’yı, kendi yerine halef bırakmış olmasının bir alametidir. Bu, İlyas (a.s.) ile son konuşma olur. Allahü Teala onu insanların gözü önünde yükseltir. Yeme içme lezzetini ondan keser. Ona kanat takar, böylece insani-meleki, yere ve göğe ait olur. Allahü Teala, kral Acip ve kavmine bir düşman musallat eder. Onlara hiç beklemedikleri bir yerden gelir. Onlara zulmeder. Kral ve karısı, Ezbil’i Mezdeki’nin bahçesinde öldürür. İkisinin leşleri de bu şirin bahçede etleri çürüyüp, kemikleri ufalanıncaya kadar, terkedilmiş bir şekilde kalır. Allah, Elyesa’ya haber verip, onu, İsrail oğullarına bir peygamber olarak gönderir. Ve Allah Teala (c.c.) Elyesa’ya (a.s.) vahyedip onu destekler. İsrail oğulları ona inanırlar. Ve ona çok saygı gösterirler. Allahü Teala İlyas (a.s.) onlardan ayrılıncaya kadar, hükmünü onlar içerisinde devam ettirdi. Sırrı bin Yahya, Abdü’l-Aziz bin Ebi Ruad’dan şöyle rivayet ediyor: Allah Rasulü şöyle buyurmuştur: “Hızır ve İlyas , Ramazan ayı orucunu, Beyt-i Maktis’de, (Mescid-i Aksa’da) tutuyorlar. Her sene oruç mevsimini orada ifa ederler.” İlyas’ın kırların, Hızır (a.s.)’ın ise denizlerin sorumlusu olduğu söylenir. Allah Tala’nın şu kelamı, açıklanan kıssanın medarıdır.

124- O, kavmine: “Siz korkmuyor musunuz 125- Ki, Yaratıcıların en güzelini bırakıp da Bal’e tapıyorsunuz”

Ba’l, İsrail oğullarının tapındıkları bir putun adıdır. Bu yüzden şehirleri, Ba’l Bek diye isimlendirilmiştir. Mücahid, İkrime ve Katade, Ba’l kelimesinin,Yemenliler’in dilinde (Rab) manasına geldiğini söylerler.

126- “Sizin ve önceki atalarınızın Rabbi olan, Allah’a (kulluk yapmayı mı) bırakıyorsunuz?

Hamza, Kisai, Hafs ve Yakup Metinde olduğu gibi, ibareyi mensub okumuşlardır. Yani (H) harfini iki (B) harflerini. Çünkü önceki ayetten, bedel kabul etmişlerdir. Diğer kıraat alimleri ise cümleyi, başlangıç cümlesi sayarak, kelimeleri merfu okumuşlardır.

127- Onu yalanladılar. Bu sebeple onlar (cehenneme) götürülecektir!128- Ancak Allah’ın ihlaslı kulları müstesna.

Yani İlyas (a.s.) kavminden, imanlı, samimi insanlar, azaptan kurtulmuşlardır.

129- “Sonraki nesiller arasında, (İlyas için hayırla anılma özelliğini) bıraktık. 130- İlyas’a selam olsun.

Nafi ve İbn-i Amir (Ale Yasin) şeklinde hemzeyi fethalı, Lam harfini (Li) bitişmeksizin, esreli olarak okumuşlardır. Çünkü asıl mushafta fasılalı olarak yani (lam) harfi sonra gelen (Ya) harfinden ayrık olarak yazılıdır. Diğer kıraat alimleri ise bitişik olarak, hemzeyi esreli, lam harfini de cezimli olarak okumuşlardır. Bu kelimeyi, birinci şekilde olduğu gibi, (lam) harfini ayrı, hemzeyi fethalı okuyanlar, bu ifade ile, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in ailesine seslenildiğini söylemişlerdir. Bu uzak bir yorumdur. Çünkü, daha önceki ayetlerde, ondan bahsedilmiyor.Bu kelime ile, Hz. İlyas’ın kastedildiği de söylenir. Meşhur bilinen okuyuş lam harfinin, (Ye) harfine bitişik olarak yazılıp okunması şeklindedir. Bu hususta da ihtilaf vardır. (Elyasin) kelimesinin, (İlyas) kelimesinin değişik versiyonu olan bir kelime olduğunu söyleyenler vardır. (Tıpkı, İsmail) kelimesinin (İsmain) şeklinde, (Mikail) kelimesinin de (Mikain) formunda okunup yazıldığı gibi. Ferra, (Elyasin) kelimesinin (İlyas) kelimesinden cemi (çoğul) olduğunu, bu kelime ile, İlyas (a.s.) kendisinin yanında, arkadaşlarının ve imanlı tebasının kastedildiğini söylemiştir. Bu durumda bu kelime, (eşariyn) Eş’ariler, ve (E’cemiyn) “yabancılar” kelimelerinin mertebisinde olmuş olur. Yani uyruk bildiren kipin, şeddesiz durumu olur. Abdullah ibn-i Mes’ud’un mushafında, (Selamün ala idrasiyn) şeklinde yazılıdır. Yani İdris (a.s.) ve ona tabi olanlar anlaşılmıştır. Çünkü o, baştaki ayeti, (Ve inne İdrise lemine’l-mürseliyn) şeklinde mushafına almıştır.

131- Biz iyileri, işte böyle mükafatlandırıyoruz. 132- fiüphesiz o (İlyas) inanmış kullarımızdandır. 133- Muhakkak, Lut da gönderilmiş peygamberlerdendir. 134- Onu ve ailesini birlikte kurtarmıştık. 135- Ancak, bir yaşlı kadın geriye kalanlar içinde idi.

Page 33: Beğavi Tefsiri-7

Yani Lut (a.s.)’ın kafir olan hanımı azaba uğrayanların arasında kaldı.

136- Sonra diğerlerini yok ettik.

Tedmirin manası, helak edip yok etmektir.

137- Siz onların yurtlarından sabahleyin de geçip gidiyorsunuz.

Yani onların kalıntılarının ve yaşadıkları yerlerin içinden geçiyorusunuz. Sabah vaktinde geçiyorsunuz.

138- Geceleyin de hala akıllanmayacakmısınız?

Yolculuk esnasında, onların yutlarından hem giderken, hem de dönerken geçiyorsunuz. Bunu gece ve gündüz yapıyorsunuz.

139- Muhakkak Yunus (a.s.)’da gönderilmiş peygamberlerdendi.140- Hani o yüklü bir gemiye kaçıp sığınmıştı.

İbn-i Abbas ve Vehb (r.a.) şöyle anlatırlar: “Yunus (a.s.), kavmine azap vadetmişti. Azap gecikince, Yunus (a.s.) kavminden gizlenmek için oradan uzaklaşır. Denize yönelir ve gemiye biner. Gemi duraksayıp, alabora olur. Geminin tayfaları onun efendisinden kaçmış bir köle olduğunu düşünerek onu gösterdiler. Gemiden, bir kişinin atılması gerekmektedir. Bu sebeple, kura çekerler. Kur’a Yunus (a.s.)’a çıkar. Kurayı üç kez yinelerler. Her seferinde de Yunus’a (a.s.) çıkar. Yunus (a.s.): “Ben kaçağım” deyip kendini suya atar. Bir kıssa da şöyle anlatılır: “Karısı ve iki çocuğu ile beraber, Yunus Peygamber denize varınca, bir gemi gelir, ona binmek isterler. Yunus (a.s.) önce karısını gemiye bindirir. Daha kendisi binmeden gemi ile kendisi arasına dalga girer. Gemiye binemez. Sonra ikinci bir dalga gelip, büyük oğlunu alır. Bir kurt da, gelip küçük oğlunu alınca Yunus (a.s.) tek başına kalır. Sonra bir gemi daha gelir. Yunus (a.s.) ona biner ve yolcuların yanına oturur. Gemi denizde yürümeye başlayınca, alabora olup durdu. Sonra bu durumla ilgili, kura çekerler. Kura olayının hikayesi, Yunuz suresinde geçmektedir.

141- Kur’a çekmişti de kaybedenlerden olmuştu.

(Saheme) fiili, kur’a aletini kurayı belirlemek amacıyla atmak demektir. (Mudhediyn) kur’ada kaybedenler demektir.

142- Kendini kınayıcı olduğu halde balık onu yuttu.

Yunus (a.s.) kınanacak durumlarından dolayı kendini kınarken, balık onu yuttu.

143- Eğer o tesbih edenlerden olmasaydı,

Yani Allah’ı çokça zikredenlerden olmasaydı,

144- Diriltilecekleri gününe kadar (balığın) karnında kalırdı elbet. Yani, balığın karnı, Hz. Yunus için, kıyamete kadar kabir olacaktı. Ancak o, bol bol Allah’ı zikrediyordu. İbn-i Abbas, çokça namaz kıldığını, Vehb, abidlerden olduğunu söylemişlerdir. Hasan Basri, onun balık karnında namaz kılmadığını, ancak daha önce çokça iyi amellerde bulunmuş olduğunu söyler. Dahhak; Allah’ın Yunus (a.s.)’a önceden yapmış olduğu amellerin karşılığını verdiğini söylemektedir. Onun, balığın karnında tesbih ve zikirde bulunmasının kastedildiğini söyleyenler de vardır. Said bin Cübeyr ise, kastedilenin, “Senden başka ilah yoktur. Seni tenzih ederim. (Ya Rabbi). Ben zalimlerden oldum” mealindeki dua ayetin Yunus (a.s.) tarafından çokça tekrar edilmesi olduğunu söylemiştir.

145- Güçsüz ve hasta bir halde onu çıplak araziye attık.

Yani yerin üzerine attık. Süddi sahile attıldığını söyler. Ara, ağaçsız ve bitkisiz yer demektir. Sekim ise, tüysüz kuş yavrusu gibi, çaresiz ve hasta manasına gelir. Kimileri,: Etleri çürümüş, kemikleri incelmiş gücü-kuvveti kalmamış bir durum kastediliyor” derler. Tefsirciler, onun balığın karnındaki

Page 34: Beğavi Tefsiri-7

kalış süresi hakkında değişik görüşlere sahiptirler. Mukatil, üç gün, Ata, yedi gün, Dahhak yirmi; Süddi, Kelbi ve Mukatil bin Süleyman, kırk gün kaldığını söylerlerken, fiabi kuşluk vaktinde balığın onu yutup, akşamleyin de ağzından çıkardığını söyler.

146- Üzerine, (gölge için) kabak türünden bir ağaç bitirdik.

“Yanında ya da onun için bir ağaç bitirdik.”şeklinde de tercüme edilmiştir. Bütün müfessirler, söz konusu bitkinin kabak olduğunu söylemişlerdir. Hasan Basri ile Mukatil ise, uzayıp, yer yüzüne yayılan, havaya doğru, bacak-gövdesi olmayıp, kışa da kalmayan, kabak, acur, ya da kavun-karpuz türünden olan bitkilere “Yaktin” denebileceğini söylemişlerdir. Mukatil bin Hayyan: “Yunus (a.s) ağaçla gölgeleniyor, bir dağ keçisi de ona gelip gidiyordu. Yunus (a.s) sabah-akşam onun sütünü içiyordu. Böylece sonunda, etleri kıvamlandı, saçı bitti ve gücüne kavuştu. Sonra bir uykuya daldı. Uyandığında ağacın kurumuş olduğunu gördü. Buna çok üzüldü. Güneş de kendisini rahatsız edince ağlamaya başladı. Bu arada Allah (c.c) ona Cebrail (a.s)’ı gönderdi. Cebrail(a.s) ona: “Sen yüzbin kişiye üzülmüyorsun da, ağaca mı üzülüyorsun.? Halbuki onlar müslüman olup, tevbe ettiler.” der, şeklinde anlatmaktadır.fiayet şöyle denecek olursa: “Allah Teala bu ayette; Biz onu çıplak bir araziye attık” derken başka bir ayette: Ona Rabbinden bir nimet yetişmeseydi, onu çıplak bir arziye atacaktı” şeklinde buyuruluyor.” Bu ifade, onun atılmadığını, göstermez mi?”denecek olursa, şöyle söylemek gerekir: Buradaki ayette yer alan (Levla) edatı, kınama ifade etmektedir. Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: fiayet Rabbinden ona bir nimet olmasaydı, onu kınanmış olarak o çıplak araziye atardı.” Ancak Allah’ın nimeti ona yetişti ve Allah onu balığın ağzından çıkardı. Yani onu kınamaksızın çıkardı.

147- Biz onu, yüzbin veya daha fazlasına gönderdik.

Katade şöyle der: Allah onu, Musul’daki Ninova halkına, başına söz konusu olaylar gelmeden önce göndermişti. “Onu gönderdik” sözünün manası, “onu kınanmış olarak gönderdik” demektir. Kimileri de, onun Ninova halkına gönderilmesinin, balığın karnından çıktıktan sonra gerçekleştiğini söylerler. Kimileri ise,başka toplumlara gönderilmesinin söz konusu olduğunu söylerler. “Ya da daha fazla bir insana gönderdik” ifadesini Mukatil ve Kelbi, “Muhakkak yüz binden daha çok insana gönderdik” şeklinde açıklamışlardır. Zeccac, ayetteki (ev) yani (veya) bağlacının asıl vazifesinde kullanıldığını, mananın: “Ben onu sizin düşündüğünüz ve zannetiğinizden daha fazla bir insan topluluğuna gönderdim” şeklinde olduğunu; tıpkı bir topluluk görüp de, “Bunlar, bin ya da daha fazla kişidir” diyen bir adam gibi... fiüphe ifadesi, yaratıkların yani insanların takdirine göredir. (Cenab-ı Hak şüphe etmez. O net olarak onların sayılarını bilmektedir) müfessirlerin çoğu, mananın, “Bin ve daha fazla sayıda idiler” şeklinde olduğunu ifade ederler. Müfessirler, yüz binin üzerindeki küsurun kaç kişi olduğu hususunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. İbn-i Abbas ve Mukatil, yirmi bin kişi olduğunu söylerler. Übeyy İbn-i Ka’b da Rasulullah’tan bu şekilde rivayet etmiştir. Hasan Basri, otuz küsür bin olduğunu, Said bin Cübeyr ise, yetmişbin kişi olduklarını söylerler.

148- Onlar imana geldiler. Biz de onları bir zamana kadar geçindirdik.

Nihayet, azabı gördükten sonra, Yunus (a.s.)’ın gönderildiği toplum “inandı” sonra onları, ömürlerinin sonuna kadar, bir müddet daha yaşattık.

149- fiimdi onlara sor. Kız çocukları Rabbinin erkek çocukları da kendinin midir?

“Onlara sor” Ey Muhammed (s.a.v.) yani Mekke halkına... Bu azar sualidir. “Kızlar Rabbinin de, erkek çocuklar kendilerinin midir?” Çünkü, Cüheyne ile Beni Seleme bin Abdiddar, meleklerin, Allah’ın kızları olduklarını iddia ediyorlardı. Halbuki Allah (c.c.), zalimlerin yakıştırmalarından, fersah fersah yücedir. Başka bir ayette Cenab-ı Hak: “Melekleri Allah’a kızlar olarak izafe ediyorlar, erkekleri de kendileri sahipleniyorlar” buyurmaktadır.

150- Yoksa biz melekleri, onlar izlerlerken, dişiler olarak mı yarattık?

Yani, onlar biz melekleri yaratırken, onları kız olarak yaratığımızı gördüler mi?” demektir. fiu ifade de bunun benzeridir: “Kendi yaratılışlarına tanık mı oldular?”

151- Bunların hepsi, onların iftira ve yalanlarındandır. Derler ki:

Page 35: Beğavi Tefsiri-7

152- “Allah çocuk edindi” Halbuki hepsi yalancıdırlar.153- Allah kızları erkeklere tercih mi etti?

Müşriklerin söylemiş oldukları o sözden haber veriliyor. Ayetin başındaki, Seçmek ve tercih etmek manasındaki (Istafa) fiilinin başında, aslında iki tane elif vardır. Birisi kelimenin kipinden kaynaklanan elif olup harekesi esredir. Diğeri ise soru elifi olup, harekesi üstündür ve geçişe müsait değildir. Soru elifi, cümlenin başına gelince kipten kaynaklanan elif kaldırılmış. Soru elifi üstün hareke ile kalmıştır. Nitekim: “Estekberte” ve benzerlerinde de bu tür özellik vardır.

154- Ne oluyor size? Nasıl hüküm veriyorsunuz?

Yani kızları Allah’a has kılıp, kendiniz erkekleri sahipleniyorsunuz.155- Hiç öğüt almıyorsunuz?156- Yoksa açık bir deliliniz mi var?

Allah’ın oğulları olduğuna dair.

157- Sözünüzde doğru iseniz, kitabınızı getirin

Yani içinde kendiniz için delil olan kitabı.

158- Onun (Allah) ile cinler arasında nesep (soy birliği) ilişkisi kurmaya çalıştılar. Andolsun cinler de onların (yakalanıp) getirileceklerini bilmişlerdir.

Mücahid ve Katade, derler ki, Allahü Teala, (cinler) kelimesiyle Melekleri kastetmiştir. Gözle görülmedikleri için (cin) diye adlandırılmışlardır. İbn-i Abbas ise, bir grup melektirler ki onlara cin denir. İblis de onlardandır, demektedir. Müşrikler, onlar hakkında: “Onlar Allah’ın kızlarıdır.” derlerdi. Kelbi: Allah onlara lanet etsin. Müşrikler, Allah cinlerle evlendi, ondan da melekler doğdu demişlerdir. Allah (c.c.) evlenip, çocuk edinmekten münezzehtir. Onun şanı pek yücedir. Bazı Kuryeşliler’in iddası ise, “Melekler Allah’ın kızlarıdır” şeklinde idi. Ebu Bekir Sıddik (r.a.) onlara; “Pekala meleklerin anneleri kimdir?” şeklinde sordu. Onlar da, “cinlerin karılarıdır” demişlerdi.Hasan Basri; nesebin manasının, müşriklerin, şeytanları, ibadetle Allah’a ortak koşmaları olduğunu söylemiştir. “Oysa cinler de bilmektedirler ki, böyle söyleyenler, cehennem ateşine konacaklardır” Sonra Cenab-ı Hak yüce zatını onların zırvalarından selbederek şöyle buyuruyor:

159- Allah onların nitelemelerinden münezzehtir. 160- Allah’ın samimi kulları, istisnadır.Yani onlar cehenneme gidenler arasında yer almayacaklardır.

161- Ne siz ne de taptıklarınız162- (Hiç kimseyi) Ona (Allah’a) karşı kandırıp yoldan çıkaramazsınız.163- Ancak cehenneme girecek olanlar istisnadır.

Yani, siz ancak, zaten Allah’ın ezeli takdirinde cehenneme gireceği belli olanları; Allah’ın ilminde hakkında bahtsızlık, günahkarlık bulunanları saptırabilirsiniz.

164- Her birimiz için muhakkak belli bir makam vardır

Melekler diyorlar ki; “İçimizde, gökyüzünde, içinde Allah’a ibadet ettiği belli bir makamı olmayan, hiç bir melek yoktur.” İbn-i Abbas şöyle der: “Gökyüzünde, bir karış yer yoktur ki üzerinde namaz kılıp tesbihte bulunan bir melek bulunmasın.” Ebu Zer, Rasulullah (s.a.v.)’den şöyle rivayet etmektedir:“Nefsim elinde bulunan zata yemin olsun ki, gökyüzünde dört parmak genişliğinde bulunan her yerde,

mutlaka alnını Allah’a secde için koyan bir melek vardır”1 (1) Tirmizi Zühd: 191, İbn-i Mace Zühd: 19, Ahmed: 5/173Suddi’nin yorumu şöyledir: Muhakkak her bir meleğin bahçelerde ve görünen yerlerde bir makamı vardır.” Ebu Bekir Varrak ise: “Bunu manevi makam olarak anlamış ve şöyle demiştir: Allah’a kulluk durumunda bulunduğu, havf, reca ve muhabbet makamlarına sahiptirler. (Bunlar seyr-i süluk mertebeleridir.)

165- Muhakkak biz saf saf duranlarız

Page 36: Beğavi Tefsiri-7

Katade diyor ki: “Onlar meleklerdir. Ayaklarını hizaya getirip saf tutarlar.” Kelbi ise:“Meleklerin gökyüzünde ibadet için oluşturdukları saflar, insanların yerdeki safları gibidir.” der.

166- Ve şüphesiz biz tesbih edenleriz.

Yani namaz kılıp, Allah-ü teala’yı kötülüklerden tenzih edenler biziz. Cebrail (a.s.) Peygamberimize (s.a.v.) kendilerinin bizzat Allah’a dua ve tesbihlerle ibadette bulunduklarını, kafirlerin iddia ettikleri gibi, meleklerin mabudlar olmadıklarını haber vermiştir. Sonra söz müşriklerden bahsetmeye dönüyor:

167- Muhakkak diyorlardı ki:168- “Eğer bizde de öncekilerden bir zikir (kitab) olsa idi.

Mekke müşrikleri diyorlardı ki: “Eğer bizim yanımızda öncekilerin olduğu gibi bir uyarıcı kitabımız olsaydı”

169- “Biz de elbette Allah’ın ihlasa erdirilmiş kulları olurduk”170- fiimdi de onu inkar ettiler. Yakında bileceklerdir. “Buna rağmen o kitap kendilerine gelince onu inkar ettiler. Onlar bu inkarlarının sonunun nasıl olduğunu bileceklerdir.” Bu ifade onlar için bir tehdittir.

171- Andolsun ki gönderilmiş kullarımıza önceden şu sözümüz verilmiştir:

Yani geçmiştir. Allah (c.c.) kendi nefsine şu sözü vermiştir ki: “Ben ve Peygamberim muhakkak galip geleceğiz”

172- “Muhakkak onlar, elbette onlar zafere erdirilenlerdir.”173- Muhakkak bizim ordumuz , elbette galip olanlar onlardır.

Yani sonuçta galibiyet delil ve yardımlarla Allah’ın ordusunun olacaktır.

174- “(Ey Muhammed,) Artık belli bir süreye kadar, onlardan yüz çevir.”

İbn-i Abbas “ölüme kadar” Mücahid: “Bedir gününe kadar” Süddi: “Allah sana savaşmayı emredinceye kadar” yorumunu yaparlarken, kimileri, “onlara Allah’ın azabı gelinceye kadar” şeklinde yorum yapmışlardır. Mukatil bin Hayyan savaş ayetinin, bu ayetin hükmünü sona erdirdiğini söylemektedir.

175- Onları gözetle. Onlar da yakında göreceklerdir.

Yani onlara azap geldiğinde onların durumlarına bir bak. “Onlar o azabı görecekler” Hani onlar; “Bu azap ne zaman gelecek” diyorlardı.

176- Bizim azabımızı acele mi bekliyorlar. 177- O onların yurtlarına indiğinde, uyarılmış olanların sabahı, çok kötü olur.

Mukatil, “önlerine” derken, kimileri de, “avlularına indiği zaman” şeklinde yorumlamışlardır. Ferra der ki: “Araplar, kavmin yerine onların yurtlarını zikretmekle yetinirler.” Azapla uyarılmış olan kafirlerin sabahları, ne kadar da kötüdür. Ebu’l-Hasan Serahsi, Zahir bin Ahmed’den, o Ebu İshak el-Haşimi’den, o Mus’ab’dan, Mus’ab, Malik’den, Malik, Uzun Hamid’den, o da Enes bin Malik’den Rasulullah Hayber’e çıktığında gece vakti idi. Peygamberimiz (s.a.v.) savaşmak üzere bir toplumun yanına gece vakti gelirse, sabah oluncaya kadar savaşa girişmezdi. Hayber’de de böyle yaptı. Sabah olunca, Hayber Yahudileri, meydana, bütün topluluklarıyla beraber çıktılar. Rasulullah (s.a.v.)’i gördüklerinde, Hayber Yahudileri: “İşte Muhammed, Yemin olsun. Muhamed ve elli kişi!” şeklinde haykırdılar. Rasulullah bunun üzerine şöyle buyurdu: “Hayberliler çıktılar. Biz bir toplumun yurduna girince, uyarılanların sabahı çok fena olur.” Sonra azap tehdidini pekiştirmek için, bu sözü tekrarladı.

178- Belli bir zamana kadar onlardan yüz cevir.

Page 37: Beğavi Tefsiri-7

179- Onları gözetle. Onlar da yakında göreceklerdir.

Allah (c.c. ) sonra, zatını tenzih ediyor.

180- İzzet sahibi olan Rabbin onların niteleyegeldiklerinden münezzehtir.

“O bayağı sıfatlardan, eş ve evlad edinmelerinden uzak ve yücedir.”

181- Gönderilmiş olan elçilere selam olsun.

O elçiler Allah (c.c.)’tan, tevhid inancını ve ilahi kanunları getirip, tebliğ etmişlerdir.

182- Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun.

Hak düşmanlarını kahredip, peygamberlere yardım etmiş olması sebebiyle, O övülmeye layıktır. Ebu Said Ahmed bin İbrahim fierihi, Ebu İshak Salebi’den, Salebi İbn-i Fencevih’den, o Ahmet bin Cafer bin Hamdan’dan, o İbrahim bin Sehleviyye’den, İbrahim, Ali bin Muhammed Tanafisi’den, o Veki’den, Veki, Sabit bin Safiyye’den, Sabit de Ali (r.a.)’dan şöyle rivayet etmektedirler: “Kıyamet günü, sevaplarının tam tartıyla tartılmasını isteyen, bir meclis ya da toplantı sonunda, sözünü: “Subhane rabbike rabbi’l-izzeti amma yasifun. Veselamun ale’l-murseliyn. Velhamdu lillahi rabbi’l-alemiyn.” kelam-ı ilahisi ile tamamlasın”(Saffat: 37/180-182)

SAD SURESİ

Sad Suresi Peygamberliğin Mekke döneminde inen surelerdendir. Seksen sekiz ayeti vardır.Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla...

1- Sad. Çok şerefli Kur’an’a and olsun.

Ayetin başındaki (sad) harfi ile ilgili, bazıları onun yemin olduğunu söylerken, bazıları da daha önceki surelerde adı geçen heca harflerinden biri olarak, bu surenin ismi olma özelliğini taşıdığını söylemişlerdir. Muhammed bin Ka’b el-Karzi, Sad’ın, Samed ve Sadıku’l-vad isimlerinin şifresi olduğunu söylemişlerdir. (Samed; ihtiyaçtan münezzeh manasına gelir. Sadıkü’l-vad ise, vadini, verdiği sözü muhakkak gerçekleştiren demektir.) İbn-i Abbas (r.a.) manasının: “Muhammed (s.a.v.) doğru söyledi” demek olduğunu bildirir. Ayetin devamı: “Hatırlatma ve açıklama içeren Kur’an’a yemin olsun.” İbn-i Abbas, Mukatil ve Dahhak, “fieref sahibi Kur’an” şeklinde mana vermişlerdir. Buna delilleri: “Muhakkak ki o Kur’an, sana ve halkına şereftir.” mealindeki ayettir. Ayet bir yemin ifadesidir. O yeminin cevabı konusunda, görüş farklılığı vardır. Kimileri, cevabının önceden geçtiğini söylerler. O da, (sad) yani, “Muhammed (s.a.v.) doğru söylemektedir” ayetidir derler. Allah (c.c.) Muhammed (a.s.)’ın doğru söylediğine dair, şerefli Kur’an üzerine yemin ediyor. Ferra, Sad harfinin manasının “gerekli oldu, hak oldu” şeklinde olduğunu, bu durumda, da yeminin cevabı olarak, “Kur’an’a yemin olsun ki kaçınılmaz oldu” manasını taşıdığı anlatmıştır. Tıpkı “yemin olsun ki indi” ifadesindeki gibi bir anlatım söz konusu olduğunu söylemiştir. Bazı müfessirler de, yeminin cevabının ibareden kaldırıldığını yani hazfedildiğini, ifadenin tamamının şöyle olduğunu söylerler: “fierefli Kur’an hakkı için, durum nedir?” Kafirlerin dedikleri gibi: Onların saçma sözleri bu duruma delalet etmektedir.

2- İnkar edenler, bir gurur ve ayrılık içindedirler.

Katade yeminin yerinin bu ifade olduğunu söylemiştir. Tıpkı “fierefli Kur’an hakkı için, onlar hayret ettiler” mealindeki ayette olduğu gibi. Bu ifadede, yer değişikliği olduğu söylenmiştir. Normal ibarenin, “İnkar edenler, bir gurur ve ayrılık içindedirler. Öğüt dolu Kur’an’a and olsun.” şeklinde dizilebileceğini söyleyenler olmuştur. Ahfeş, bu ayetteki yeminin cevabının “Muhakkak hepsi de peygamberleri yalanladılar” mealindeki Kur’an ayeti olduğunu söyler. Yine bir ayetteki “Allah’a yemin olsun ki, muhakkak biz ... idik.” ve başka bir ayetteki, “Göğe ve Tarık yıldızına yemin olsun ki,

Page 38: Beğavi Tefsiri-7

bütün canlar Kıyamet günü, huzurumuzda toplanır” ifadeye benzer bir durum söz konusudur. Yeminin cevabının, “Muhakkak ki, bu bizim rızkımızdır” ayeti olduğunu söyleyenler de vardır. Kisai, “Bu cehennemliklerin çekiştirdikleri, münaşaka ettikleri bir haktır.” ayetinin, bu yeminin cevabı olduğunu söyler. Bu zayıf bir görüştür. Çünkü bu ifade, yemini delmektedir. Bu cevap, küçük hikayeler ve pek çok haberden ibarettir. Katade der ki, Allah (c.c) o sözü kesin olarak ispat edip, onun dışındakileri olumsuz kılmaktadır. Ayetin mecazı şöyledir: Allah Teala, Sad harfine ve şerefli Kur’an’a, Mekkeli kafirlerin, taassup, cahillik, hakka karşı kibirlenme, Hz Muhammed’e karşı kibir ve düşmanlık grururu içindedirler. Mücahid: “Aldanma gruru” demiştir.

3- Onlardan önce nice nesiller helak ettik. Onlar da feryat ettiler. Halbuki kurtulma vakti değildir.

Yani geçmiş ümmetten. (Fenadev) azabın gelişi ve cezanın yakalayışı esnasında, yardım için feryad ettiler. Ancak, artık kurtuluş zamanı değildi. Yani kendilerine azap inerken, kaçış zamanı değildi. (Menas) kelimesi, (Nase, yenusu) fiilinin masdarıdır. Manası, kaçma ve ertelenme demektir. Ertelenince (Nase, yenusu) öne alınınca da (Base, yebusu) denir.Yemenlilerin lehçesinde, (Late)’nin manası (Leyse) dir. Nahiv alimleri, kelimenin aslının (La) olup, sonuna (T) harfinin fazladan, zaid olarak eklendiğini söylemişlerdir. (Rabbe-Rabbet) kelimelerinde de böyle bir durum söz konusudur. (Te)’nin aslının (He) olduğunu söylemişlerdir. Yani, (Lahe) şeklinde. Nitekim, (Semmetün) kelimesini de geçiş esnasında (kapalı te)’sini (açık te) olarak okumuşlardır. Nahivci Zeccac ise, kelime üzerinde durulduğunda da (açık te) olarak durmuştur. Ancak Kisai, (He) olarak vakfetmiştir. Yani kelime üzerinde, “He” olarak durmuştur. Bir kısım Nahivci ve müfessir, (Hine) kelimesine de (Te) harfinin eklenip, kelime üzerinde durulması halinde, (te) olarak durulacağını söylemişlerdir. Ebu Ubeyd’e göre, (Tehinu) şeklinde kelimenin başına da (te) harfi gelebilmektedir. Hz. Osman’ın mushafında bu şekilde gördüğünü, söylemiştir. Bu, Ebu Veceze Sa’di’nin şu beytinde de bu şekildedir. Hiç bir şefkatlinin bulunmadığı zamanda şefkatli olanlar,Hiç bir yedirenin bulunmadığı zamanda yedirenlerKonuşması esnasında bir adam, İbn-i Amr’a Hz. Osman’dan sordu. İbn-i Amr, Hz. Osman’ın menkıbelerini anlattı. Sonra şöyle söyledi: Bu duyduklarını, dost ve arkadaşlarına da bildir. İbn-i Abbas (r.a.) şöyle demektedir. Mekke kafirleri savaşırken zor durumda kaldıkları zaman, birbirlerine, (Minas) derlerdi. Bu; Kaçın, sakınıp canınızı kurtarın” demekti. Allah (c.c.) onlara Bedir’de azabı indirince de aynı şekilde, (Minas) kelimesini kullanarak, “kaçıp, kurtulun” diye bağırmışlardı. Bu olay üzerine Cenab-ı Allah işte adını ettiğimiz, “Artık bu sözü söyleme zamanı değildir” manasındaki ayeti indirdi.

4- Kendilerine bir korkutucu geldi diye hayret ettiler ve kafirler: “Bu, bir büyücü, bir yalancıdır” dediler.

Allah’ın: “O kafirler gurur ve aldanma içindedirler” ayetinde tarif ettiği, Mekke müşrikleri, kendileri gibi bir beşerin kendilerine peygamber olarak gönderilerek onları uyarmasına şaştılar da, “Bu yalancı bir sihirbazdır” dediler.

5- Acaba o, bunca ilahı tek bir ilah mı yaptı? Muhakkak bu çok şaşılacak bir şeydir.

Hz. Ömer müslüman olmuş, buna müslümanlar sevinirken, müşrik Kureyşliler’e bu durum ağır gelmişti. Bunun üzerine, Velid bin Mugire, en yaşlıları bulunduğu, yirmi beş kişilik Kureyş önde gelenine, ki, onlar Kureyş’in asilzadeleri ve eşrafı idiler, dedi ki: “Yürüyün Ebu Talib’e gidelim dedi. Sonra ona geldiler. Ona:“Sen bizim yaşlımız ve büyüğümüzsün. Görüyorsun ya bu beyinsizlerin yaptıklarını. Sana, kardeşin oğlu ile aramızda hüküm vermen için geldik” dedi. Ebu Talip, Peygamberimiz (s.a.v.)’e elçi gönderip onu çağırdı. Ebu Talip Peygamberimiz (s.a.v.)’e: “Ey kardeşimin oğlu! İşte bunlar senin halkın. Senin tutumunu düzeltmeni istiyorlar. Halkını bu kadar fazla üzme” der. Rasulullah (s.a.v.) ona,“Benden istedikleri nedir?” diye sorar. Kureyş asilzadeleri: “Sen bizim ilahlarımızı diline dolamaktan vazgeç, biz de seni ve ilahını bırakalım” derler. Rasulullah (s.a.v.) onlara: “Bana, kendisiyle Araplara hakim olcağınız ve yabancıların da size kendisiyle boyun eğecekleri tek bir kelime mi söylüyorsunuz?” dedi. Ebu Cehil: “Sana on katını verelim” derler. Rasulullah (s.a.v.): “La ilahe illallah deyin” deyince, Kureyş asilzadeleri bundan huylanarak, ürkerek kalktılar. Ve:

Page 39: Beğavi Tefsiri-7

“Muhammed tanrıları bir teke indirdi. Bütün yaratıkları, tek bir ilah nasıl idare edip, kuşatır. Bu şaşılacak bir şey” dediler.Acep ve ucap kelimeleri aynı manadadır. Buna benzer şekilde, “cömert adam” ifadesinin Arapçasında, cömert manasında, hem “kerim” hem de “kiram” kelimesi kullanılır. Büyük kelimesinin Arapçası da, hem “kebir” hem de “kibar”dır . Yine, uzun manasında, hem “tavil” hem de “tıval”, geniş manasında, “ariz” ve “uraz” kelimeleri ortaktır.

6- Onlardan elebaşları: “Yürüyün ve ilahlarınıza (ibadette) direnin. fiüphesiz ki bu istenen bir şeydir” diyerek kalkıp gittiler.

Yani Ebu Talib’in yanında oturdukları yerlerinden kalktılar ve birbirlerine: “Yürüyün, tanrılarınıza tapmaya devam edin” dediler.Ayetin devamı, müşriklerin sözünü dile getiriyor: “Muhakkak, bu bizim için arzu edilen bir şeydir” diyorlar. Hz. Ömer (r.a.) müslüman olup, müslümanlar onun mertebesi sebebiyle onunla güç elde edince, müşrikler: “Aslında. Muhammed’in arkadaşlarının sayısında şahit olduğumuz artış, bizde olmasını isteyip, arzu ettiğimiz şeydir” dediler. Kimileri bütün yeryüzü insanları için istenen bir şeydir” manasında olduğunu söylemişlerdir. Kimileri de “Bize hükmetmesi için Muhammed (s.a.v.) için istenen bir şeydir” manasında olduğunu söylemişlerdir.

7- “Biz bunu öbür dinde işitmedik. Bu ancak bir uydurmadır.”

Müşrikler derler ki: “Biz Muhammed (s.a.v.)’in söylediği, bu tevhid, Allah’ın bir olduğu inancını, öteki son dinde de işitmemiştik. İbn-i Abbas, Kelbi ve Mukatil: “Müşrikler bu sözleriyle, Hıristiyanlığı kastetmişlerdir. Çünkü o zamana kadar ki en son din idi ve Hıristiyanlar Allah’ı bir bilmiyor, “o üçün üçüncüsüdür” diyorlardı. Mücahid ve Katade ise, Kureyş’in dinini kastettiklerini, üzerinde bulundukları inançtan bahsettiklerini söylemişlerdir. “Bu sadece yalan ve iftiradan ibarettir” dediler.

8- Aramızdan bu zikir onun üzerine mi indirildi? Hayır (aslında) onlar benim zikrimden şüphededirler. Hayır, onlar henüz azabımı tatmadılar.

“Zikir yani Kur’an aramızda, kala kala ona mı indirildi? Bizim büyüğümüze değil, ileri gelenimize değil” dediler. Bu sözleri Mekke müşrikleri söylüyorlardı. Allah (c.c) buyurduki: “Onlar benim vahyimden, indirdiğim Kuran’dan şüphe ediyorlar. Onlar henüz azabımı tatmadılar. fiayet tatmış olsalardı, böyle söylemezlerdi.”

9- Yoksa galib, çok çok bağışlayıcı Rabbinin rahmet hazineleri onların yanında mıdır?

Yani, yanlarında Rabbinin nimetleri ve peygamberin anahtarları mı var ki, onu istediklerine versinler. Bunun benzeri bir ayet te şudur: “Rabbinin rahmetini, yani peygamberliği onlar mı taksim ediyorlar? O Allah son derece güçlü ve karşılıksız veren Rab’dır. Muhammed’e peygamberliği hibe etmiş, bağışlamıştır.”

10- Yoksa, göklerin, yerin, ve ikisi arasıdakilerin hükümranlığı onların elinde midir? O halde sebeplerine yapışıp yükselsinler.

“Böyle değil” demektir. “fiayet öylese, sebeplerle yükselsinler.” Yani, onlar da böyle bir şey istiyorlarsa, vasıtaların içinde yükselsinler, kendilerini göğe ulaştıracak olan vasıtalarla yükselsinler de, gökten, dileyip seçtiklerine vahiy getirsinler” demektir. Mücahid ve Mukatil, Allah (c.c)’ün “sebepler” kelimesiyle, göğün kapılarını ve yollarını, gökten göğe giden yolları, murat ettiğini” söylemişlerdir. Birini bir şeye ulaştıran her yol ve kapı, o işin sebebidir. Buradaki emir, onları azarlayıp, aciz bırakmak için yapılmıştır.

11- Onlar hiziplerden oluşmuş, şurada yenilmeye mahkum bir ordudur.

Yani bu sözleri söyleyenler yenilmeye mahkum bir ordudur. Kastedilenler, Kureyş müşrikleridir. Katade diyor ki: Allah Teala peygamberine, o daha Mekke’de iken, Müşrik ordusunun yenileceğini haber vermiştir. fiöyle buyurmuştur: “O toplum yenilecek ve dönüp gidecek.” Bunun tevili Bedir günü geçekleşmiştir. Ayette, Bedir harbine ve müşrik gruplarının yenileceğine işaret vardır. Burada geçmişte, peygamberleri yalanlamak üzere grup grup toplanmış olan topluluklara da işaret edilmektedir. Onlar, aşağılanarak, helak edilmişlerdir.

Page 40: Beğavi Tefsiri-7

Cenab-ı Allah, şimdi de elçisini teselli etmek için şöyle buyuruyor:

12- Onlardan önce, Nuh kavmi, Ad kavmi ve kazıklar sahibi Fravun da yalanlamışlardı.

İbn-i Abbas ve Muhammed binKa’b: “Kazıklar sahibi” ifadesinin, “sağlam bina sahibi” manasına geldiğini söylemişlerdir. Kimileri: “Sürekli, zorba bir iktidar sahibi” manasına geldiğini söylerler. Kuteybe ise: “Arapların, Onlar daimi bir güç ve gurur içindedirler, dediklerini bu sözlerde, sürekli ve sert olmasını kastettiklerini söylemektedir. Esved bin Yafer de der ki:“Orada, değerli nimetlerle, zengin bir hayat yaşadı. Sabit direkli mülkün gölgelerinde. (Sağlam binaların gölgesinde).”Asıl mana, evlerinin, direkler üzerinde durmasıdır. Dahhak, “güç ve kudret sahibi” manasını verirken, Aliyye, pek çok asker ve avane sahibi olan, onların kendisini işlerini güçlendirmek olduğunu, yönetimdeki hükümanlığını da pekiştirdiğini söyler. Aynen direğin bir şeyi takviye etmesi gibi... Savaş ve seferlerinde, pek çok karargah ve çadırlar kurdukları için, direklere benzetilen askerlerdir. Bu Atiyye’nin İbn-i Abbas’tan rivayetidir. Mukatil ve Kelbi şöyle demişlerdi: (Evtad) kelimesi (Vetid) “kazık” kelimesinin çoğuludur. Firavun’un insanlara azap ettiği kazıkları vardı. Firavun birine kızınca, onu dört direk arasına sırt üstü yatırır, onu el ve ayaklarından o direklere bağlar, sonra da öylece havada, yerle gök arasında o adamı ölüme terkederlerdi. Ölünceye kadar öyle kalırdı. Mücahid ve Mukatil bin Hayyan, derler ki: Firavun böyle birini, sırtüstü yere uzatır, sonra iki elinden, ayaklarından ve başından direklere bağlardı.” Süddi: “Adamı yatırıp, direklere bağlar, sonra üzerine, akrep ve yılanları salardı” demektedir. Katade ve Ata ise, onun direkleri, urganları ve oyun yerleri bulunup oralarda, direk ve urganlarla oynadığını söylemektedir.

13- Aynı şekilde, Semud, Lut kavmi ve Eyke halkı da. İşte onlar güruhlardır. 14- Her biri elçileri yalanlamışlardı ve benim cezamı hak etmişlerdi.

Yani, peygamberleri yalanlamak üzere toplanmışlardı. Bil ki Ey Muhammed (s.a.v.), Kureyş de onlar gibi bir kabiledir. Onlardan biridir. Azabım o önceki kabilelere inmişti.

15- Bunlar devenin iki sağımlığı kadar dahi gecikmesi olmayan bir çığlıktan başkasını beklemiyorlar.

Bu Mekke kafirleri tek bir haykırıştan ibaret olan “Sur” sesinden başkasını beklemiyorlar. Dönüş manasında olan (Fevak) kelimesindeki (Fe) harfini, Hamza ve Kisai, ötreli okumuşlardır. Diğer kıraat alimleri ise fetha hareke ile okumuşlardır. İki durumda da manası aynıdır. Birinci okuyuş Temim lehçesi, ikincisi ise Kureyş lehçesidir. İbn-i Abbas ve Katade: “Bu ses onların dönmelerine fırsat vermez” yorumunu yapmışlardır. Dahhak, “reddetme ve geri çevirme” manasında olduğunu söylemişlerdir. Ayetin manası bu durumda şöyle olur: “Onların azaplarının süresinin dolup zamanının geldiğini bildiren bu korkunç ses geldiğinde, onu geri çevirip, defedemezler.” Bazı Navih alimleri, kelimenin iki okunuşu arasında mana farkı olduğunu söylemişlerdir. Ferra ve Ebu Ubeyde, fethalı okuyuşta manasının, “rahatlama ve ayıklama, iyileşme” olduğunu. Kelime türü olarak da, (Cevab) kelimesinden (İcabet) kelimesinin türemesi gibi bir kipe sahip olduğunu düşünürler. Dolasıyla, hastanın, hastalığından ayıkıp iyileşmesi manasına geldiğini vurgularlar (Füvak) şeklinde zammeli okuyuşta manasının, “devenin bir kere sağılmasından sonra, tekrar sütlerin birikip ikinci kez sağılması arasındaki süreyi” ifade ettiğini belirtirler. Buna göre ayetin ifadesi şöyle olur: “Azap onları, bu kadar süre bile serbest bırakmaz.” Denmiştir ki, iki durumda da, “dönmek” manasından, istiare yapılmış olması söz konusudur. Çünkü, iki sağılma arasında süt memeye döndüğü gibi, hastanın ayıkması da, sıhhatli hale dönüş demektir.

16- Dediler ki, “Rabbbimiz Bizim payımızı hesap gününden önce acele olarak ver.”

Said bin Cübeyr, “Kıtı” kelimesinin, her şeyi sayıp döken kitap manasında olduğunu İbn-i Abbas’tan nakleder. Kelbi, Hakka suresindeki, “Kitabı sağından verilenler” ve “Kitabı solundan verilenler” manasındaki ayetler indiğinde müşriklerin: Hesap gününden önce dünyada bize kitabımızı acele ver” diyerek alay ettiklerini söyler. Said bin Cübeyr, “cennetteki nasip ve payın kastedildiğini, Hasan Basri, Katade, Mücahid ve Suddi ise müşriklerin azap ve cezadan paylarını” istediklerini ve kastettiklerini söylerler.Ata, bu sözü söyleyenin, Nadr bin Haris olduğunu söylemiştir. fiöyle söylediği anlatılır: “Allah’ım, eğer o gerçek ise, üzerime gökten taş yağdır.” Mücahid, (Kıttana) yani, nasibimizi demek (hisabena) hesabımızı, demektir; zira hesap defterine bu ad verilir demiştir. Ebu Ubeyde ile Kisai ise: “Kıtt demek, ödüllerle ilgili kitap demektir.” derler.

Page 41: Beğavi Tefsiri-7

17- Onların söylediklerine sabret. Ve güçlü kulumuz Davud’u hatırla. Çünkü o (Allah’a) çokça dönen birisiydi.

Yani kafirlerin yalanlarına demektir. Ayetin devamı: “O güçlü kulumuz Davud’u hatırla.” İbn-i Abbas, ibadet ve kullukta güçlü demek olduğunu söylemiştir. Müellif Abdü’l-Vahid Melihi’den, Melihi, Ebu Mansur Sem’ani’den, o Ebu Cafer Reyani’den, o, Hamid bin Zencevih’den, o Ebu Naim’den, Ebu Naim, Süfyan bin Üyeyne’den, Süfyan, Amr bin Dinar’dan, o, Amr bin Evs’den, Amr da, Abdullah bin Amr’dan, Allah Rasulü’nün şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir: “Allah katında en sevimli oruç, Davud (a.s.)’ın tuttuğu oruçtur. Namazların da en sevimlisi, Davud’un namazıdır. O, gün aşırı oruç tutardı. Gecenin yarısını uyur, üçte birini namaz ve ibadetle geçirir, sonra da altıda birini uyurdu.” Kimileri de Davud (a.s.)’ın yönetiminde güçlü olduğunun anlaşıldığını söyler. Ayetin devamı: ‘Çünkü o, her türlü nahoş durumdan ötürü, çok çok Allah’a yönelir ve tevbe ederdi.” İbn-i Abbas: “İtaatkardı” derken, Said bin Cübeyr: “Habeş lisanıyla Allah’ı tesbih ederdi.’ demiştir.

18- Gerçekten biz dağları -akşamleyin ve kuşuk vakti- onunla birlikte tesbih eder halde- boyun eğdirmiştik.

“Dağları ona boyun eğdirmiştik.” Nitekim bir başka ayette Cenab-ı Hak aynı şekilde: “Dağları Davud’un emrine verdik.” buyurmaktadır. “Sabah-akşam dağlar onunla beraber Allah’ı tesbih ediyorlar.” Kelbi sabah, akşam ve işrak vakti güneşin ışığınınson derece parlak vurduğu anın kastedildiğini söylemiştir. İbn-i Abbas, kuşluk namazı diye tefsir etmiştir. Ebu Said fierihi, İshak es-Salebi’den, Salebi, İbn-i Fencevih’den, o, İbn-i Ebi fieybe’den, o Hasan bin Hayve’den, Hasan, Ebu Ümeyye Muhammed bin İbrahim’den, Ebu Ümeyye, Haccac bin Nasir’den, Haccac, Ebu Bekir Hezeli’den, o da, Ata bin Ebi Rebah’tan, (bi’l-aşiyyi ve’l-işrak) -akşam ve işrak vaktinde- kelam-i ilahisi hakkında, İbn-i Abbas’ın şöyle dediğini nakletmiştir: “Ben bu ayeti okuyup geçiyordum, fakat ne anlatmak istediğini bilmiyordum. Sonra bir seferinde, Ebu Talib’in kızı Ümmü Hani, bana şöyle anlattı. “Rasulullah bize uğradı, su istedi. Abdest alıp sonra namaz kıldı. (Kuşluk vaktinde namaz kıldı) Sonra dedi ki:“Bak Ümmü Hani; işte bu işrak namazıdır.”

19- Toplanıp gelen kuşları da (emrine verdik) Her birisi ona dönücü idi.

“Kuşlar” sözüne gelince, “Kuşları da onun emrine verdik” manasındadır. Kuşlar da Davud (a.s.)’ın yanına toplanıp, hep beraber tesbih etmek suretiyle ona itaat ederlerdi. Evvab’ın manası “tesbih eden” demektir.

20- Onun mülkünü de pekiştirdik. Ona hikmet ve hakkı batıldan ayıran sözü söyleme imkanını verdik.

“Onun hükümranlığını, bekçilerle ve askerlerle güçlendirdik” İbn-i Abbas, Davud (a.s.)’ın yeryüzünün en güçlü hükümranı olduğunu, konağını her gece otuz altı bin kişinin beklediğini söylemiştir.Ebu Said fierihi’nin, Ebu İshak Salebi’den, onun, Abdullah bin Hamid’den, onun, Muhammed bin Halit bin Hasan’dan, onun, Davud bin Süleyman’dan, Davud’un, Muhammed bin Hamid’den, onun, Muhammed bin Fadl’dan, onun, Davud bin Ebu Fürat’dan, onun, Ali bin Ahmed’den, onun da İbn-i Abbas’dan naklettiği bir habere göre; İbn-i Abbas şöyle demiştir: “İsrail oğullarından ileri gelen bir kişi, Davud (a.s.)’ın yanında bir başka adam hakkında şikayette bulunur ve o adamın, kendisinin bir ineğini gaspettiğini söyler. Davud (a.s.) sorunca öbürü inkar eder. Davud (a.s.) iddia sahibine: “Delilin nedir?” der. Delil gösteremez. Davud (a.s.) her ikisine, “Kalkın, işinize sonra bakacağım” der. Allah Teala Davud (a.s.)’a rüyasında davalıyı öldürmesini emreder. Davud (a.s.) rüyadır diye adamı öldürmez, acele etmez. İkinci kez tekrar kendisine aynısı vahyedilir. Yine adamı öldürmez. Üçüncü kez Allah (c.c.) ya o adamı öldürmesini, ya da kendisine ceza vereceğini söyleyince, Davud (a.s.) o adama: “Allah (c.c.) bana seni öldürmemi vahyetti” der. Adam Davud (a.s.)’a: “Beni delilsiz olarak mı öldüreceksin?” der. Davud (a.s.) adama: “Evet. Allah’a yemin olsun ki, Allah’ın senin hakkındaki emrini gerçekleştireceğim” der. Adam Davud (a.s.)’ın kendisin öldüreceğini anlayınca, der ki: “Acele etme de durumu sana haber vereyim. Yemin ederim ki ben bu suçu işlemedim. Fakat onun babasını pusu kurup öldürmüştüm. Bu sebeple itham edildim” dedi. Bunun üzerine, Davud (a.s.) emir

Page 42: Beğavi Tefsiri-7

verir ve adam öldürülür. O esnada, İsrail oğullarının Davud (a.s.)’a olan korku ve saygıları artar. Böylece, idaresi de güçlenir. Allah (c.c.)’ın “yönetimini güçlendirdik” sözü bunu anlatmaktadır. Ayetin devamı: “Ona hikmet yani peygamberlik yani işlerini doğru yapma yeteneği verdik. Ona düzgün konuşma kabiliyeti de verdik.” İbn-i Abbas “sözü açık ve anlaşılır idi” der. İbn-i Mes’ud, Hasan Basri, Kelbi ve Mukatil, ona verilenlerin, hikmet ilmi ve hükümde feraset olduğunu söylemişlerdir. Ali bin Ebu Talip (a.a.) ise, buradaki mesajın: “Muhakemeleşmede, iddia edip şikayette bulunanın üzerine delil ve şahit göstermek, inkar edene de yeminin gerekli olduğu hususudur” der. Çünkü onunla, hasımların sözü ayrılıp, açığa çıkar. Übeyy İbn-i Kab’dan şöyle rivayet edilmiştir: “Faslü’l-hitab” -hitabın ayrılması- sözünün şahitler ve yeminler olduğunu söylemiştir. Mücahid ve Ata bin Ebi Rebah da aynı görüştedirler. fia’bi’den şöyle rivayet edilmiştir: “Ayetteki “faslü’l-hitab” sözü, insanların, Allah’a hamd ve senadan sonra başka bir söze başlamak istediğinde söylediği (emma ba’dü) yani -şimdi ise, bundan sonrası- gibi manalar ifade eden o sözdür. Onu ilk defa söyleyen ve uygulayan, Davud (a.s)’dır.

21- Sana şu hasımların haberi geldi mi? Hani onlar duvarı tırmanarak namaz kıldığı yere inmişlerdi.

Bu ayet, Davud (a.s.)’ın imtihan edilmesini konu ediniyor. Alimler Davd (a.s.)’ın imtihan edilmesinin sebebi hakkında, Peygamberlerin haberlerine göre, farklı görüştedirler. Bazılarına göre, Davud (a.s.) bir gün (Rabbinden) ataları İbrahim, İshak ve Yakub’un mertebesinde olmayı arzular. Allah (c.c.) da onu deneyerek, onlara verdiği faziletleri, üstünlükleri ona da vermek ister. Süddi, Kelbi ve Mukatil, bunların sözleri -birbirine karışmaktadır- derler ki: Davud (a.s.), zamanı üç güne ayırmıştı. Bir gün insanlar arasında hüküm verirdi. Bir gün, Rabbi ile başbaşa kalıp ona ibadet ederdi, bir gün de hanımlarına ve diğer meşguliyetlerine ayırmıştı. Okuduğu kitaplarda, İbrahim, İshak ve Yakup (a.s.)’ların üstün meziyetlerini görüyordu. Bu sebeple şöyle niyazda bulundu: “Ya Rabbi görüyorum ki, bütün iyilikleri benden önceki atalarım alıp götürmüşler.” Bunun üzerine Allah (c.c.) ona: “Onlardan her biri, senin henüz denenmemiş olduğun çeşitli belalarla denendiler ve o belalara sabrettiler. İbrahim (a.s.) Nemrud’la, oğlunu kurban etmekle, İshak (a.s.) kurban edilmekle ve gözlerinin kör edilmesi ile, Yakub da, Yusuf (a.s.)’ın üzüntüsüyle sınanmışlardı” dedi. Davud (a.s.): “Ya rabbi, beni de onları sınadığın şeylerle sınarsan, ben de sabrederim.” deyince, Allah (c.c.); ona, “Sen şu ayda ve şu günde deneneceksin” diye vahyeder. sakınıp dikkatli olmasını söyler. Allah’ın ona haber vediği gün gelince, Davud (a.s.), konağına girer ve kapısını kapatır. Namaz kılıp, Zebur okumaya başlar. Bu arada şeytan, üzerinde her güzel renk bulunan altın bir güvercin kılığına girerek gelir. Denir ki o güvercinin, inci ve zebercedden kanatları ve Davud (a.s.)’ın ayakları arasına konar. Davud (a.s) onun güzeliğinden hoşlanır. Allah’ın kudretini görmeleri için, onu alıp, İsrail oğullarına göstermek için elini ona uzatır. Davud (a.s.) onu tutmaya yönelince, kısacık, kendisinden ümit kesilmeyecek kadar uçar. Davud (a.s.) elini uzatınca, tekrar kaçar. Davud (a.s.) onu takip eder. Tekrar uçar ve bacanın (ocağın) içine konar. Davud (a.s.) yine tutmak ister, oradan da uçar. Davud (a.s.) nereye konduğuna bakar ve onu avlamak için birini gönderir. Sonra bereketli bir ırmağın kıyısında bulunan bahçesinde (nehirde) yıkanmakta olan bir kadını görür. Bu Kelbi’nin görüşüdür. Süddi ise, kadını, kadının arazisinde yıkanırken gördüğünü ve onu çok güzel bir kadın olarak gördüğünü söyler. Davud (a.s.) kadının güzelliğinden hoşlanır. Sonra kadın o yöne dönünce, Davud (a.s.)’ın gölgesini görür. Saçlarını çözüp, bedenini örter. Bu durum onun o kadına olan ilgi ve beğenisini artırır.O kadının fiayi kızı, Teşayu ve Hanana’nın oğlu Urya’nın karısı olduğu (söylenir), kocasının Balka denilen yerde, Davud (a.s.)’ın bacısının oğlu olan Eyyub (a.s.) ile beraber bir savaşta bulunduğu söylenir. Kimileri, Davud (a.s.)’ın Urya’yı öldürüp, karısıyla evlenmeyi düşündüğünü zikrederler. Dolayısıyla Davud (a.s.)’ın hatası bu kadardır. Kimisi de Davud (a.s.)’ın yeğeni Eyyub’e mektup yazarak “Urya’yı falanca yere gönder ve Tabul cihetine sal” dedi. Tabul tarafına gönderilen kişi, ya eliyle Allah fetih nasip edinceye, ya da şehit oluncaya kadar geri dönme şansı yoktu. Eyyüb onu gönderdi ve denilen yere saldı. Uryan orayı fethetti. Eyyub (a.s.) Davud (a.s.)’a durumu bildiren bir mektup yazar. Davud (a.s.);“Bu sefer de, onu, şu ve şu düşmanın üzerine gönder” diye mektup gönderir. Eyyüb (a.s.) adamı onun dediği yere gönderir. Urya işi yapar. Eyyüb (a.s.) bunu da Davud (a.s.)’a mektupla bildirir. Bu defa Davud (a.s.), yine ona bir mektupla Urya’yı daha çetin olan başka düşmanın üzerine salmasını yazar. Eyyüb (a.s.) yine onu düşmanların üzerine gönderir. Urya bu üçüncü seferde öldürülür. Ondan sonra,

Urya’nın eşinin iddet süresi dolunca, Davud (a.s.) onunla evlenir. İşte o, Süleyman (a.s.) ın annesidir1 (1) Bu rivayet İbn-i Mes’ut’dan nakledilmiştir. İmam Begavi, bu hadisi, zayıf bir rivayet sigası olan (raviye: rivayet edildi) sigasıyla zikretmiştir. Bu rivayet sigası hadisçiler nezdinde zayıf bir yol olarak görülür. Özellikle, peygamberlerin masumluğu konusunda bu tür hadislere itibar edilmez.

Page 43: Beğavi Tefsiri-7

İbn-i Mes’ud’dan şöyle rivayet edilmektedir: Davud (a.s.)’ın bu günahı, onun, bir adamdan, kendisi için, karısından vazgeçmesini istemesi idi. Müfessirler, böyle yapmanın, Davud (a.s.)’ın ümmetine helal olduğunu, ancak Allah Teala’nın onun hakkında böyle bir şeyden razı olmadığını söylerler. Çünkü, bunda, dünyaya rağbet vardır. Kadınlara da düşkünlük vardır. Allah (c.c.) ona başka bir kadın

vermek suretiyle, o kadından vazgeçirmiştir.2 (2) İslam itikadının, açık hükümlerinden biri, peygamberlere, ancak onların günahsızlığına yakışan sıfatlarla inanılmasıdır. Davud (a.s.)’ın denenmesi ile ilgili Hasan Basri’den şöyle rivayet edilmiştir: “Davud (a.s.) günleri çeşitli işlere taksim etmişti. Bir gün hanımlarına, bir gün ibadete, bir gün israil oğullarının adli meseselelerine, bir gün de İsrail oğullarıyla görüş alış-verişinde bulunmaya tahsis etmişti. Birbirlerine ağlarlardı. İsrail oğullarına tahsis edilmiş olan gün gelince, ona şöyle dediler: “İnsanın günah işlemediği gün var mıdır? O, buna güç yetirebileceğini bildiğini gizledi. Denir ki bunu soranlar, kadınların fitnesini hatırlatıyorlardı. Davud (a.s.) bu duruma maruz kaldığı takdirde, ondan kurtulabileceğini nefsinde gizledi. İbadete ayırdığı gün gelince, kapılarını kapattı ve yanına kimsenin girmemesini emretti. Sonra Tevrat okumaya daldı. O Tevrat okumaktayken, yukarıda zikredilen, altın güvercin yanına girdi. Hasan Basri der ki: “Davud (a.s.) o kadının kocasını, askerlerinden birine göndermiş ve o askere, o adamı falanca yere götürmesini, oraya varınca da öldürmesini emreder.

Asker, o adamı öldürür. Davud (a.s.), onun karısıyla evlenir.3 (3) Bu iddia, Nebi ve Rasullerin günahsızlıklarına iman etme prensibiyle uyuşmayan batıl bir iddiadır. Derler ki, Davud (a.s.)’ın Urya’nın karısıyla evlenmesinden kısa bir süre sonra, ibadete ayırdığı günde, Allah (c.c.) ona, insan kılığında iki melek gönderir. Yanına girmek isterler. Bekçiler onlara mani olunca, onlar da, konağın duvarına tırmanırlar. O namazda iken onları hissettiğinde, melekler onun önünde oturmaktadırlar. O iki meleğin, Cebrail ile Mikail oldukları söylenir. İşte “Sana davacıların haberi geldi mi?” ayetinin ifadesi budur. (Tesevveret) tırmanmak ve yükselmek demektir. Birisi duvara veya suya tırmanınca, bu kelime ile ifade edilir. Fiilin çoğul sigasında gelmesinin sebebi, (Hasım) kelimesinin hem tekil hem de çoğul manası ifade edebilmesidir. Tırmananlar iki olup, çoğul kabul edilmiştir. (Hasım) kelimesi aynı zamanda, dişil ve eril için müşterek kullanılır. Tesniyede çoğul manası da vardır. Zira çoğul demek, bir şeyi bir şeye katmak demektir. Böyle bir durum: “kalpleriniz eğildi” ayetinde de vardır.

22- Hani onlar Davud’un yanına girmişlerdi de, o bunlardan korkmuştu. Onlar: “Bizden korkma. Biz, biri diğerine haksızlık etmiş olan iki davacıyız. Aramızda hak ile hükmet, zulüm etme ve bizi doğru yola ilet” dediler.

Yani onlar, izinsiz bir şekilde onun konağına girince korkmuştu. Onlara, “Niçin yanıma girdiniz?” demişti. Onlar da: “Bizden korkma. Biz, biri diğerine haksızlık etmiş olan iki davacıyız. Sana, aramızda hüküm vermen için geldik” derler. Eğer, onlar iki melek oldukları halde nasıl “Biz birbirimize haksızlık ettik” diyorlar? denecek olursa, şöyle demek mümkündür: Davud (a.s.)’ın dilinden: “Ben, birbirine haksızlık etmiş iki davacı gördüm” manası anlaşılır. Bu söz gelişi icabı bir ifadedir. Yoksa, birbirine gerçekten haksızlık ettiklerine delalet etmez.“Aramızda adaletle hüküm ver. Bize haksızlık yapma.”(fiat) kelimesi haksızlık ve zulüm manasındadır. Haddi aşmak demektir. Kök manası uzak olmak demektir. Ayetin devamı: “Bizi doğruluk ve adalet yoluna sevket. Sonra Davud (a.s.) onlara: “Konuşun” der.

23- (Onların ikisinden biri) dedi ki: “Bu benim kardeşimdir, kendisinin doksan dokuz koyunu var. Benim ise bir tek koyunum var. “O koyunu bana ver” dedi ve söz söylemede de beni yendi.”

Araplar, koyunu, kadından kinaye olarak kullanırlar. Hin bin Fadl; Bu anlatım, uyanmaya ve anlatmaya bir nevi tevriye ve kinayedir. Çünkü ortada ne koyun kuzu vardır, ve ne de haksızlık ve zulüm. Bu aynen, ortada dövme ve satın alma diye bir şey yokken, “Zeyd Amr’ı dövdü, ve Ebu Bekir ev satın aldı” cümlelerini söylemek gibi bir şeydir bu. Davacı devam ediyor: “O bendeki bir tek koyunu da istiyor” der. (Ekfilniha) kelimesinin manası, İbn-i Abbas’a göre, “onu bana ver” demektir. Mücahid ise, “Benim için ondan vazgeç” demek olduğunu söyler. Bananın aslı, “onu benim mülküme kat, beni ona sahip kıl, kefil kıl” demektir. Kefil ise, “bir şey hakkında, tasarrufta bulunma yetkisine sahip olan, onu idare eden” demektir. Açık manası ise, “Onu boşa da, onunla evleneyim” demektir. fiikayetçi devamla: “O münakaşada, bana üstün geldi” der. Güçlü yönetiminden yendi” şeklinde yorumlayanlar da olmuştur. Dahhak’ın yorumu şöyledir: “Konuşunca benden güzel

Page 44: Beğavi Tefsiri-7

konuşuyor, savaşsak benden güçlü.” Mananın hakikatı şöyledir: Benim kendisinin yanında güçsüz olmamdan dolayı, her hal-ü karda galibiyet onundur. Haklı olan ben olsam bile, durum böyledir” Bu anlatımların tamamı, Davud (a.s.)’ın kendisiyle evlendiği kadının kocası ile olan durumu temsil etmektedir. fiöyle ki; Hz. Davud (a.s.)’ın doksan dokuz karısı vardı. Urya’nın ise, bir karısı vardı.

(Buradaki iddialara göre) Davud (a.s.), onun karısını da kendi hanımları arasına katmıştır. 1

(1) Bu tür davranışdan her ümmetin salihleri bile kaçınırken, nasıl olur da, Nebi ve Rasuller yapar?

24- Dedi ki: “Andolsun ki o, senin bir koyununu koyunlarına (katmak) istemekle sana zulmetmiş. Muhakkak katan (ortak) ların çoğu şüphesiz birbirlerine haksızlık ederler. İman edip salih ameller işleyenler müstesna. Böyleleri ise ne de azdır!” Bunun üzerine Davud Bizim kendisini imtihan ettiğimizi sandığından hemen mağfiret istedi, rüku ederek yere kapanıp (Allah’a) döndü.

Davud şikayetçi olan adama: “O, senin karını, kendi karılarına katmak için istemekle sana haksızlık etmiş” der. Eğer, “diğer adamı dinlemeden, nasıl “sana zulmetmiş” diyor? “denecek olursa, bunun manası: “fiayet durum senin söylediğin gibiyse, o sana haksızlık etmiş” şeklindedir. Kimileri de, Davud (a.s.) bu sözü, davalının, dediğini itiraf ettikten sonra söylemiş olduğunu söylerler. Ayet-i kerime Davud (a.s.) sözleriyle sürüyor: “Zaten, ortakların çoğu birbirlerine haksızlık ederler” yani zulmederler. Ancak iman edip güzel ameller işleyenler istisnadır.” Onlar birbirlerine haksızlık ve zulüm yapmazlar. “Böylelerinin sayısı ise, çok azdır” Müfessirlerden bazıları derler ki: “Davud (a.s.) ikisi arasında bu şekilde hüküm verince, davacılardan biri, diğer arkadaşına bakarak güldü ve gökyüzüne yükseldi. Böylece, Davud (a.s.) Allah Teala’nın kendisini denemekte olduğunu anladı. Ayetin devamı bunu dile getiriyor: “Davud (a.s.) yakinen bilip anladı ki, biz onu denemişiz.” Süddi der ki: “Davacı olan şikayetini anlattığında, Davud (a.s.) davalıya: “Ne dersin?” demiş, o da: “Benim doksan dokuz koyunum var, kardeşimin ise, bir tek koyunu var. Ben onun koyununu da alarak, koyunlarımı yüze tamamlamak istiyorum” der O bundan hoşlanmamıştır. Davud (a.s.) ona, öyleyse seni salmayacağım. Senin filan filan yerlerine vuracağım” dedi. Yani, burnunun yanıyla, vücudunu ve alnını kastediyordu.Bunun üzerine o adam, Hz. Davud’a: “Buna sen daha müstahaksın. Çünkü, Ürya’nın yalnızca bir karısı vardı, seninse, doksan dokuz karın vardı. Buna rağmen sen onu ölüme maruz bıraktın, ve o öldürüldü. Sen de onun karısıyla evlendin” dedi. Davud (a.s.) bakındı, fakat kimseyi göremedi. Böylece başına

geleni anladı2. (2) Bu haberler, ehl-i kitabın, Müslümanların kulaklarına atıp, onların da tenkid ve araştırmaya tabi tutmadan aktardıkları, İsrailiyyat uydurmalarıdır. Peygamberleri bu kıssada anlatılanlardan tenzih etmek isteyenler, burada Davud (a.s.)’ın günah ve suçunun, Urya’nın karısının kendisine helal olmasını bekliyor olması, nihayet savaş baş gösterip, Ürya’yı savaşa, ölmeye göndermesi, Ürya’nın öldüğünü duyunca da, diğer askerlerin ölümüne duyduğu üzüntüyü, onun ölümüne duymayıp, onun karısıyla evlenmesi idi” demişlerdir.Bunun üzerine de Cenab-ı Allah Davud (a.s.)’ı uyarıp azarlamıştır. Çünkü, Peyamberlerin günahları, küçük de olsa, Allah katında büyüktür. Kimileri de, Davud (a.s.)’ın suçunun, Urya’nın nişanlayıp, gönül verdiği o kadını, Urya savaşa gidip kendisinden haber kesilince, Davud (a.s.)’ın, kendisinin doksan dokuz karısı olmasına rağmen, o bir tek kadını, nişanlısına bırakmayıp, onu nişanlayarak

kendisiyle evlenmesiydi” derler. böyle yaptığı için de Allah’ın onu azarladığın söylerler.1 (1) İmam İbn-i Hayyan, El-Bahru’l-Muhit isimli, büyük tefsirinde, Cilt 7 saya 393’de, bu ayetin tefsiri sadedinde der ki: “Kesinlikle bilinmektedir ki, peygamberler, günah ve hatalardan korunmuşlardır. Onların bu tür günahlara düşmeleri imkansızdır. Çünkü, şayet, bu batıl haberlerin anlattığı olayın peygamberler hakkında söz konusu olabileceğini düşünürsek, Allah’ın şeriatı batıl olur. Bu batıl haberleri uyduranların, bunları kendilerine Allah’ın vahyettiğine dair sözlerine inanamayız. Allah Teala’nın Kur’an’da anlattığı şeyler, O’nun iradesine uygun olarak geçmektedir. Bu batıl hikayelerde ise, peygamberlik makamının hususiyetini göz ardı ediş vardır. Bize düşen, şairin dediği gibi davranmaktır:“Dinleyiciler ve anlatıcılar batıl haberlere sarılsalar da,Biz aklın hükmünü tercih ederiz, tüm şüpheli durumlarda.” Ebu Said fierihi, Ebu İshak Salebi’den, Salebi’nin şöyle naklettiğini söyler: Adı geçen iki kişi ile ilgili söylediklerimizi doğrulayan kanıtlardandır ki; bana, Akil bin Muhammed bin Ahmed el-Fakih, kendisine, Bağdat’ta kadı olan Muafi bin Zekeriyya’nın, Muhammed bin Cerir et-Taberi’nin şöyle haber verdiğini nakleder: Taberi demiştir ki: Yunus bin Abdü’l-A’la es-Sarfi, İbn-i Vehb’den, Vehb,

İbn-i Lehia’dan, o Ebi Sarh’dan, o Yezid Rakkaşi’den,2 (2) Hafız İbn-i Hacer, Tehzibü’t-Tehzib adlı eserinin, 11 cilt, 311. sahifesinde, bu haberin nakledicisi olan Yezid Rakkaşi hakkında der ki: “O Hasan’ın sözünü değiştirip, Enes’in Rasulullah ve ailesinden

Page 45: Beğavi Tefsiri-7

yaptığı rivayetmiş gibi göstermektedir. Ondan yapılan rivayet doğru ve caiz değildir. 11. cilt sayfa 310’da da, Onun Enes’ten yaptığı pek çok rivayette, aynı durumun söz konusu olduğunu, kendisini, Nesai ve Hakim Tirmizi gibi Hadis alimlerinin, hadisi alınmayacak, güvenilmez bir ravi olarak gördüklerini nakleder. Kıssacı olduğu söylenir. İbn-i Muin, “Onun hadisi bir şeye yaramaz.” demiştir. fiabi ise, “Yol kesemek, bana, Yezid’den hadis rivayet etmekten daha sevimli gelir” der. Yine, “Zina etmem, Yezid Rakkaşi’den hadis nakletmemden daha sevimlidir” dediği de nakledilmiştir. İbn-i Hacer’in eserinin 11. cilt 309. sahifesinde İbn-i Sa’d’ın onun hakkında: “Zayıf ve kaderci idi” dediği yer almaktadır. Hafız Zehebi (el-muğni fi’d-duafai) adlı eserinde, sayfa 747’de Yezid Rakkaşi’yi de saymaktadır. Onun hakkında, “rivayeti metruktur” yani makbul görülmez der. Bütün bu sözler, Yezid Rakkaşi’nin rivayet ettiği bu haberlerin kesin olarak, uydurma ve gerçek dışı olduğunu ortaya koymaktadır.Rakkaşi’nin Enes bin Malik’ten rivayet etmiş olduğu bu haberde ise, asılsızlık, gayet açıktır. Çünkü, Allah’ın masum kıldığı bir peygamber olan Davud (a.s.)’dan böyle bir fiilin sadır olması düşünülemeyeceği gibi, böyle bir iftirayı içeren sözü, H.z. Muhammed (s.a.v.)’in nakletmesi de asla akıl karı değildir.Rakkaşi de Enes bin Malik’den nakletmiştir. Buna göre Enes şöyle rivayet etmiştir: Allah Rasulü’nün şöyle dediğini duydum: “Davud Nebi, o kadını görünce, İsrail oğullarını toplamaya karar verdi. Bir kişiyi kumandana gönderdi ve ona, o kadının kocasını, düşmanın yaklaşması esnasında tabutun önüne sevketmesini emreder. O zamanlarda savaşta bulundurulan tabut ve o tabutun önüne geçen savaşçıdan cesaret alınırdı. Artık o, öldürülene kadar, ya da düşmanı yenene kadar geri dönemezdi. O kadının kocası da bu şekilde öldürülür. Bunu üzerine iki melek gelir ve durumunu temsili olarak anlatırlar. Davud (a.s.) hemen meseleyi anlayıp, secdeye kapanır. Kırk gece secde halinde kalır. Nihayet gözyaşları nedeniyle,

başında ekin biter ve alnını yer kavrar (Yani alnı toprağa gömülür).3 (3) İmam İbn-i Hayyan Endülüsi, eserinin 7. cildinin, 391. sahifesinde, bu batıl hikayeleri es geçerek güzel bir davranış sergiler. Bu uydurma sözlere şu şekilde değinir: “Müfessirler bu rivayetler içinde, yüce peygamberlerin makamlarına yakışmayan şeyler zikrederler. Onları zikretmekten sarf-ı nazar ettim” der. Ali bin Ebi Talib (r.a.) bu tür asparagas haberlerin tehlikesine karşı uyararak şöyle demiştir: “Davud (a.s.) ile ilgili haberleri kim naklederse, ona yüz altmış değnek atacağım. Çünkü bu haberler, peygamberlere karşı yapılan en çirkin iftiralardır.” Allah (c.c.), bu haberin, Efendimiz Davud (a.s.)’a karşı uydurulmuş bur iftira olduğunu bilmektedir.İbn-i Hazin, Tefsirinin Altıncı cildinin 41. sahifesinde, Kadı İyad’ın, Ehl-i kitabın, tebdil ve tağyir ederek naklettikleri bu tür haberlere iltifat etmenin caiz olmadığını söylediğini yazmaktadır. Haklarında, ne ayet ne de sahih hadis yoktur. İmam Fahri Razi ise, haksız yere bir Müslümanı öldürmek ve karısına göz dikmek gibi iki büyük cürmü ihtiva eden böyle haberlerin, Davud (a.s.)’a aklı başında insanlar tarafından yakıştırılamayacağını söylemiştir.

Davud (a.s.), secdesinde şöyle diyordu: “Ya Rabbi, Davud, öyle bir kaydı ki, doğu ile batı arası kadar... Yarabbi! Davud’un bu zaafını bağışlayıp, günahını mağfiret etmezsen, onun günahını, suçunu, kendisinden sonraki insanlar arasında dolaşan söz kıl. Kırk geceden sonra, Cebrail (a.s.) geldi ve: “Ya Davud! Senin tasa edindiğin o günahı Allah bağışladı” dedi.Davud (a.s.) şöyle der: “Rabbim işlediğim günahı bağışlamaya kaadirdir. Biliyorum ki, Allah (c.c.) şaşmaz adalet sahibidir. Öldürttüğüm adam kıyamet günü gelerek, “Ya rabbi, Davud’daki kanımın hakkını istiyorum” dediğinde de şüphesiz o adalet eksiksiz tecelli edecektir.” Bunun üzerine Cebrail (a.s.) şöyle söyler: “Bu konuda Rabbinden isteğin ne ise, şayet dilersen mutlaka yapacağım.” Davud (a.s.): “Evet gereğini yap” der. Sonra, Cebrail (a.s.) göğe yükselir, Davud (a.s.) da secdeye kapanır. Cebrail Allah’ın katında, Allah’ın dilediği kadar kaldıktan sonra, geri gelir. Davud (a.s.)’a, “Sormak için beni Allah’ın huzuruna gönderdiğin meseleyi Allah (c.c.)’a sordum. Bana, sana bildirmek üzere şöyle buyurdu: “Davud’a söyle, Öldürttüğü o adamla ikisini Ahiret gününde biraraya getirip, o adama: “Davud’daki kanını bana bağışla” diyeceğim. O adam da diyecek ki: “Sana feda olsun Yarabbi.” Allah Teala da o adama: “Cennette ne istersen senindir. Kanına bedel olarak neyi arzu edersen senindir.”İbn-i Abbas, Ka’b el-Ahbar ve Vehb bin Münebbih’ten rivayet edilmiştir ki: İki melek Davud (a.s.)’ın yanına girip, Davud (a.s.), kendi aleyhine olan hükmü vermiş onlar “Davud (a.s.) hakkında, “Adam kendi aliyehine hüküm verdi diyerek, göğe yükselirler.” O anda Davud (a.s.), durumu anlar ve secdeye kapanır ve kırk gün secdede kalır. O kırk gün zarfında sadece def-i hacet ve farz namazlar için, başını kaldırır. Yemeden içmeden kırk günü tamamlar. O sürekli ağlar ve Rabbine niyazlarda bulunur. Davud

Page 46: Beğavi Tefsiri-7

(a.s.) o halde iken, başının çevresinde otlar biter. Sürekli bağışlanma diler. Yaptığı dualardan biri şöyledir: “Kulları istediği şekilde deneyen en yüce hükümdarı eksik sıfatlardan tenzih ederim. Nurun yaratıcısını tenzih ederim. Kalplerin arasını ayıranı tenzih ederim. Nuru yaratanın şanı pek yücedir. Yüce Rabbim.

Düşmanım iblisle bizi başbaşa bıraktın.1 (1) Bu söz, peygamberlik makamına büyük bir iftiradır. Aslında İmam Begavi’ye yakışan -Allah ona rahmet etsin- bu haberi (kitabında) tefsirinde zikretmeseydi. Onun bana musallat olan fitnesine engel olamadım. Nurun yaratıcısını tenzih ederim. Ya Rabbi. Beni sen yarattın. İşlediğim günah senin ezeli ilminde malumdu. Nurun yaratıcısını tenzih ederim. Ey İlah’ım! üstünden örtüsü kaldırılınca, vay Davud’un haline. O zaman denecek ki: “İşte günahkar

Davud2 (2) Bu, Allah’ın peygamberlerine yapılan bühtan ve iftiraların son haddidir. O, bozguncuların uydurmalarıdır. Nurun yaratıcısını tenzih ederim. İlahım! Kıyamet günü sana hangi gözle bakarım. Zalimler, gizli bir köşeden bakarlar. Nurun yaratıcısını tenzih ederim. Ey İlahım! Günahkarların ayaklarının kaydığı günde, hangi ayakla önünde yürür, huzurunda dururum. Nurun yaratıcısını tenzih ederim. Ey İlahım! Kul, efendisinden başka nereden ve kimden bağışlanma isteyebilir ki? Nurun yaratıcısını tenzih ederim. Ey İlahım! Ben senin gökgürültünün sesine dayanamazken, cehennemin dayanılmaz gürültüsüne nasıl tahammül edeceğim? Nurun yaratıcısını tenzih ederim. Ey İlahım! Ben senin güneşinin sıcaklığına dayanamıyorken, cehennemin ateşine ve sıcaklığına nasıl dayanabilirim? Nurun yaratıcısını tenzih ederim. İlahım! Vay, bu büyük günahı işleyen Davud’un haline. Nurun yaratıcısını tenzih ederim. Ey İlahım! Sen benim gizlimi ve aşikarımı biliyorsun. Özrümü kabul buyur. Nurun yaratıcısını tenzih tenzih ederim. Ey İlahım! Sonsuz merhametinle günahımı bağışla. Günahımdan dolayı beni rahmetinden kovma. Nurun yaratıcısını tenzih ederim. Ey ilahım! Beni mahveden günahımdan, yüce zatının nuruna sığınırım. Nurun yaratıcısını tenzih ederim. Ey İlahım! Günahımı sana ikrar ettim. Suçumu sana ikrar ettim. Beni ümit kesenlerden etme. Hesap gününde rezil etme. Nurun yaratıcısını tenzih ederim. Mücahid der ki: “Davud (a.s.) kırk gün başını kaldırmadan secdede kaldı. Öyle ki; onun gözyaşları sebebiyle otlar bitti ve başını kapladı. Sonra şöyle bir ses duydu: “Ey Davud. Aç mısın ki, doyurulasın. Susuz musun?Sana su verilsin. Çıplak mısın? Giydirilesin. Daha başka isteklere de karşılık veririm.” Mücahid diyor ki: Davud (a.s.) öyle bir ağladı ki, etrafında otlar

bitti karnının sıcaklığından yandı. Sonra Allah (c.c.) onun için, tevbe ve bağışlanma indirdi.3

(3) Allah’ı tenzih ederim. Bu zorlama kuruntuyu kim kabul edebilir? Gözyaşlarından ot bitmesi nasıl düşünülebilir?Vehb ise, şöyle demektedir: “Davud (a.s.)’a şöyle bir ses ve çağrı geldi. “Seni mutlaka kesin olarak bağışladım.” Davud (a.s.):“Ya Rabbi! Nasıl olur bu? Sen hiç kimseye zulüm ve haksızlık etmezsin” der. Allah (c.c.) şöyle buyurur: “Urya’nın mezarına git ve ona seslen. Ben senin nidanı ona duyuracağım. Ondan helallik dile.” Vehb’in anlattığına göre; Davud (a.s.); aba giymiş olarak gider ve onun mezarının yanında oturur. Sonra: “Ey Urya!” diye seslenir. Urya: “Buyurun. Kimdir bu, beni lezzet ve zevkimden alıkoyup uyandıran?” der. Davud (a.s.): “Ben Davud’um” der. “Seni bana getiren nedir, ey Allah’ın Nebisi?” diye sorar Urya. Davud (a.s.): “Sana yaptığımdan dolayı bana hakkını helal etmeni istirham ediyorum” cevabını verir. Urya: “Sen bana ne yapmıştın?” der. Davud (a.s.): “Seni ölüme arzetmiştim” der. Urya ise: “Sen beni savaş karşılaşmasına göndermiştin. Sana hakkımı helal ettim” der. Bunun üzerine Allah Teala şöyle vahyeder: “Ey Davud, sen bilmiyor musun ki, ben hikmet sahibi ve adilim. Gıyaben hüküm vermem. Sen anlamadın mı? Senin onun hanımıyla evlendin.” Vehb der ki: Sonra Davud (a.s.) tekrar Urya’nın yanına döner ve ona seslenir. Urya yine: “Kim bu beni zevkimden alıkoyan?” der. “Ben Davud’um” karşılığını verir Davud (a.s.). Urya: “Ey Allah’ın peygamberi, ben seni bağışlamamış mıydım?” diye sorar. Davud (a.s.) der ki: “Evet. Fakat ben seni karın yüzünden öldürüp, onunla evlenmiştim.” Vehb der ki: “Urya susar. Cevap vermez. Davud (a.s.) tekrar seslenir. Yine cevap vermez. Davud (a.s.) tekrar tekrar sorar. Urya cevap vermez. Sonra kabirden kalkar, başından toprak dökmeye başlar. Sonra, Davud

Page 47: Beğavi Tefsiri-7

(a.s.)’a, eyvahlar eder. Sonra yine eyvahlar eder. Sonra da uzunca bir şekilde eyvahlar eder. Nurun yaratıcısını tenzih ederim. Vay Davud’un haline. Mizan adaletle kurulduğu zaman hali nola? Nurun yaratıcısını tenzih ederim. Vay Davud’un haline. Çenesinden tutulup da, karanlığa atıldığında ise, uzak bir eyvah ona. Nurun yaratıcısını tenzih ederim. Yazık Davud’a. Yazıklar Davud’a. Tutulup günahkarlarla beraber yüzüstü cehenneme atıldığında, eyvahlar onun haline. Nurun yaratıcısını tenzih ederim. Sonra Davud (a.s.)’a gökten bir nida gelir: “Ey Davud! Ben sana günahlarını bağışlamış, ağlamana acımış ve duanı kabul ederek, hatanı azımsamıştım” der. Davud (a.s.): “Yarabbi nasıl olur? Arkadaşım beni bağışlamamışken” der. Allah (c.c.) şöyle buyurur: “Ey Davud! Ona kıyamet gününde, gözlerinin görmediği ve kulaklarının da duymadığı büyük bir sevap veririm ve ona: “Ben, kulum Davud’dan razı oldum derim.” Urya: “Yarabbi. Benim o sevaba nail olacak amelim yok iken, o sevaplar bana nereden gelecek?” der. Ben de ona: “Bu kulum Davud’dan sana diyettir” derim. Sonra ondan seni affetmesini isterim, o da seni bana bağışlar.” Bunun üzerine Davud (a.s.)

“Yarabbi. fiimdi anladım ki sen beni affettin.1 der.(1) Davud (a.s.)’ın bağışlanma dilemesinin bu uydurma hikayelerle tefsir edilmesi doğru olmaz. Bu meyanda uygun olan, İmam İbn-i Hayyan el-Endülüsi’nin, el-Bahru’l-Muhit adlı tefsirinde, bu ayetin tefsiri sadedinde söylediği şu görüştür. Allah Teala, Davud (a.s.)’ı, övdüğü sözlerle övünce, Allah Teala H.z. Davud’un bu kıssasını anlatmakla, buna benzer kıssaların onu övmeyi engellemediğini, kıymetini yüceltmeyi de engellemediğinin bilinmesini istemiştir. Her ne kadar, bu kıssa onun, Rabbinden bağışlanma dilemesini içeriyor olsa bile. Bağışlanma dilemekte onu gerektiren bir durumun irtikab edildiği düşünülmez. Zira Tevbe istiğfar, günahsızlıkları herkesce bilinen peygamberlerin şiarıdır. Sahih rivayetlerde geçmektedir ki Hz. Peygamber günde yetmiş defadan fazla Rabbine tevbe ve istiğfar ederdi. Bir rivayette de yüz defa geçer. İşte: “Rabbinden bağışlanma diledi de, sonra secdeye kapandı” ayetinin manası budur. Bu ayette Allah (c.c.), secde yerine, rüku demiştir. Bunun sebebi, her ikisinde de eğilmenin bulunmasıdır.Hüseyin bin Fadl der ki: Abdullah bin Tahir bana (veharre rakian) sözünün manasını, rüku hakkında, kapandı demenin olup olmayacağını sordu. Ben de, rüku için (harre), yere kapandı, sözünün kullanılmadığını, ayetteki ifadenin manasının “Rükudan sonra, secdeye kapandı” şeklinde anlaşılması gerektiğini söyledim.” (Enabe) kelimesinin manası, döndü ve tevbe etti” demektir.

25- Biz de ona bunu mağfiret ettik. fiüphesiz onun nezdimizde bir yakınlığı ve ve güzel bir dönüş yeri vardır.

“Biz de o günahı ona bağışladık.” Muhakkak ki ona, yanımızda, yani Kıyamet gününde, bağışlanmadan sonra, bir yakın makam ve mertebe vardır. Yine ona, güzel bir dönüş ve uğrak vardır. Vehb bin Münebbih şöyle der: “Allah (c.c.) Davud (a.s.s)’ın tevbesini kabul edip onu bağışladığı zaman, o otuz sene gece ve gündüz gözyaşı durmaksızın günahı için ağlar. O, o hatayı işlediği zaman yetmiş yaşındaydı. Hatadan sonra, zamanı dört güne taksim eder. Bir gün, israil oğullarının hukuki ve siyasi işlerine ayırır. Bir günü, (kadınlarına-eşlerine ) ayırır. Bir gün tenhalarda, dağlarda ve sahillerde zikir ve tesbihe ayırır. Bir gün de, içinde dört bin odası bulunan evinde kalır, yanına ruhbanlar gelir, beraberce onun için ağlarlar, ona bu hususta yardım etmiş olurlardı. Ağlama günü geldiğinde, kırlara çıkar, yüksek sesle, Zebur okurdu.Onunla birlikte, ağaçlar, kumlar, kuşlar ve yabani hayvanlar da, gözlerinden ırmak gibi yaşlar akarcasına ağlıyorlardı. Sonra dağlara geliyor, yüksek sesle Zebur okuyor ve ağlıyordu. Orada da onunla beraber, dağlar, taşlar, diğer canlılar ve kuşlar ağlıyorlardı. Hatta onların ağlamalarıyla, vadilerden seller akıyordu. Sonra sahile gidiyor, yine yüksek sesle Zebur okuyor ve ağlıyordu. Kendisiyle beraber orda da, yunuslar, deniz canlıları, su kuşları ve vahşi hayvanlar ağlıyorlar. Akşam olunca eve dönüyordu. Davud (a.s.)’ın kendine ağlama günü gelince, onun çağırıcısı, o günün Davud’un ağlama günü olduğunu haber veriyor, bunun üzerine yardımcıları geliyorlardı. Sonra, içinde pek çok özel yüksek yerler bulunan eve giriyorlardı. Davud (a.s.) için içi lif dolu üç geniş döşek seriliyordu. O onların üzerine oturuyor, sonra sırtları cübbeli ve elleri asalı, dört bin rahip geliyordu. O yüksek mekanlara otururlardı. Ondan sonra Davud (a.s.) yüksek sesle ağlar ve kendine matem ederdi. Onunla beraber rahipler de seslerini yükseltiyorlardı. Davud (a.s.) o kadar ağlardı ki, nihayet döşekler gözyaşları sebebiyle dağılırdı. Davud (a.s.) döşeklerin içinde, acı çeken kuş yavrusu gibi kalırdı. Sonra oğlu Süleyman gelir onu sırtında taşırdı. O esnada Davud (a.s.) avuçlarıyla gözyaşından bir avuç alarak yüzüne çalar ve şöyle derdi:

Page 48: Beğavi Tefsiri-7

“Ya Rabbi, gördüğün şeyi bağışla.” fiayet Davud’un gözyaşları ve ağlaması, bütün dünya halkının

gözyaşlarıyla kıyaslansa, Davud’unki onlarınkine denk gelir.”1 (1) Vehb’in bu haberinin uydurma olduğu aşikardır. Davud (a.s.)’ın tevbe ederken bir kuş yavrusu gibi gözyaşlarının içinde çırpındığını söyleyerek, tevbeyi bu kadar abartmak çok gerekli bir şey olmasa gerektir. Vehb der ki: “Davud (a.s.), melek ona gelip de; “senin durumunun başı tevbe, sonu ise bağışlanmadır. Artık başını kaldır” deyinceye kadar başını secdeden kaldırmamıştır.” Sonra başını secdeden kaldırmış, ancak hayatı boyunca gözyaşı katmaksızın su içmemiş, gözyaşıyla ıslatmadan da lokma yememiştir. Evzai, Rasulullah’a dayandırdığı bir rivayetinde şöyle demektedir: Davud (a.s.)’ın iki gözü, suda yüzen iki tulum gibiydi. Suyun yeryüzünü yarıp hendekleştirmesi gibi, gözyaşları da onun yüzünü

hendekleştirmişti.”2 (2) Bu ise, mesnedsiz bir haberdir. Dikkate almaya değmeyen uydurma sözlerdendir. Vehb der ki: “Allah (c.c.) Davud (a.s.)’ın tevbesini kabul edince, Davud (a.s.) şöyle söyler: “Ya Rabbi. Sen beni bağışladın. Benim bu günahımı unutmayarak sana o günahtan dolayı ve başka günahkarlar için bağışlanma dileğin nasıl olacak?” diye sorar. Bunun üzerine Allah (c.c) onun sağ eline damga vurur. O eliyle yiyecek ve içecek tutup kaldırdığında o damgayı görünce muhakkak ağlardı. İnsanlara hitap ettiği her defasında elinin içini açardı ve insanlar onun günah damgasını görmek için yanına gelirlerdi. Dua edince, kendinden önce, başka günahkarlar için af dilerdi. Katade, Hasan Basri’den naklen der ki: “Davud (a.s.), o günahı işledikten sonra, yalnızca günahkarlarla oturup kalkmıştır.” Onlara şöyle derdi: “Günahkar Davud’un yanına gelin.” Gözyaşı katmaksızın su içmezdi. Kuru arpa ekmeğini, kasaya koyar, sonra da onu ıslayıncaya kadar üzerine ağlar ve gözyaşı dökerdi. Sonra da üzerine tuz ve kül koyar, sonra onu yerdi ve: “İşte günahkarların yiyeceği budur” derdi. Davud (a.s.) o günahı işlemezden önce, gecenin yarısını ibadetle, senenin yarısını da oruçla geçirirdi. O günahı işledikten sonra, senenin her gününü oruçla,

bütün geceyi de ibadetle geçirir oldu.3 (3) Allah (c.c)’un “ O peygamberler, Allah’ın hidayet verdiği kimselerdir. Onların yoluna uy.” ayetinin yanında, bu uydurma iddiaların ne kıymeti kalır?Sabit şöyle demektedir: “Davud (a.s.) Allah’ın cezasını düşününce, dizlerinin bağı çözülürdü. Onları bağlayarak sıkı durdurmaya çalışırdı. Allah’ın rahmetini hatırladığında ise, normal durumuna dönerdi. Bir kıssada şöyle denmektedir: “Yabani hayvanlar ve kuşlar onun sesini, Zebur okurken dinlerlerdi. O günahı işlemesinden sonra, okuyuşuna kulak vermez oldular. O hayvanların şöyle söyledikleri rivayet edilir: “Ey Davud! Günahın, sesinin tadını gidermş.” Bize Abdü’l-Vahid Melihi, ona, Ahmed bin Abdillah en-Naimi, ona Muhammed bin Yusuf ona, Muhammed bin İsmail haber vermiştir. Muhammed, Süleyman bin Harb ve Ebu Numan’dan, onlar, Hammad bin Zeyd’den, Hammad, Eyyüb’den, o İkrime’den, İkrime, İbn-i Abbas’tan, şöyle rivayet etmişlerdir: (Sad) Suresindeki secde, zorunlu secdelerden değildir. Rasulullah (s.a.v.)’i bu suredeki secde ayetinde, secde ettiğini görmüştüm.” Müellif, Abdü’l-Vahid el-Melihi’den, o Ahmed bin Abdillah en-Naimi’den, Naimi, Muhammed bin Yusuf’tan, o, Muhammed bin İsmail’den, o, Muhammed bin Abdillah’tan, o, Muhammed bin Ubeyde Tanafisi’den, o da Avam’dan nakletmiştir ki: “Mücahid’e Sad suresindeki secde hakkında sordum. Dedi ki, İbn-i Abbas’a, “Hangi ayette secde ediyorsun?” dedim. İbn-i Abbas da, bana: (Ev ma tekra’e: ve men zürriyetühü Davudün ve Süleymanün) kısmından, (Davud ve Süleyman da onun soyundandır) ayetinden, (Ulaikellezine hudahumu’llah febihudahumukteduh) ayetine kadar olan kısmı okumuyor musun? dedi.” Davud (a.s.), peygamberinizin, kendilerine uymakla emredildiği peygamberlerden biri idi. Davud (a.s.) bu ayette secde etmiştir. Rasulullah da secde etmiştir. Yukarıda verdiğimiz ikinci ayet kesitinin manası şudur: “O peygamberler, Allah (c.c.)’un doğru yola ilettiği kimselerdir. (Ey Muhammed (s.a.v.)) sen de onların yoluna uy.” Ebu Osman, Said bin İsmail ez-Zaby’ı Muhammed bin Abdi’l-Cebbar bin Muhammed el-Cerrahi’den, Cerrahi, Ebu’l-Abbas Muhammed bin Ahmed el-Mehubi’den, Mehubi, Ebu İsa Tirmizi’den, Tirmizi, Kuteybe Muhammed bin Zeyd bin Huneys’ten, o, Hasan bin Muhammed bin Abdillah bin Ebi Yezid’den rivayet etmişlerdir ki, o şöyle demektedir. Bana İbn-i Cüreyc dedi ki; “Bana Abdullah bin Ebi Yezid, İbn-i Abbas’tan şöyle nakletti: İbn-i Abbas şöyle der: Rasulullah’a bir adam gelip “Ya Rasulallah. Bu gece uykumda, kendimi bir ağacın arkasında namaz kılarken gördüm. Ben secde edince ağaç da secde ediyordu. O ağacın şöyle dediğini de duydum:

Page 49: Beğavi Tefsiri-7

“Ya Rabbi! Bu secdeden dolayı bana sevap yaz ve o secde sayesinde günahımı kaldır. Bu secdemi katında azık olarak bana ayır. Kulun Davud’dan kabul buyurduğun gibi, o secdeyi benden de kabul buyur. Hasan Basri der ki: İbn-i Cüreyc, benim dedemin İbn-i Abbas’tan, şöyle rivayet ettiğini nakletti. İbn-i Abbas dedi ki, Hz. Peygamber Sad suresindeki secde ayetini okudu, ardından hemen secde yaptı. Ben onun, biraz önce, bir adamın, bir ağaçtan naklettiği sözleri söylediğini duydum.

26- Ey Davud, biz seni gerçekten yeryüzünde bir halife kıldık. O halde insanlar arasında hak ile hükmet, sakın hevaya uyma. O takdirde seni Allah’ın yolundan sapıtır. Muhakkak Allah’ın yolundan sapanlara hesap gününü unuttuklarından, onlar için çetin bir azap vardır.

“Ey Davud! Biz seni, emirlerimiz istikametinde kullarımın işlerini idare etmen için, bir halife yaptık” Hesap gününü unutmak demek, hesap gününe iman etmeyi terketmek demektir. İkrime ve Süddi, ayette, takdim ve tehir, yani önce gelmesi gereken kelimeyi sonra, sonra gelmesi gerekeni önce getirme durumu olduğunu söylemişlerdir. Onlara göre, (Lehüm azabün şedidün yevme’l-hisabi bima ...) şeklinde dizilmiş olmalıdır. “adaletle hüküm vermeyi terkettikleri manasını anlamışlardır.

27- Biz göğü, yeri ve ikisi arasındakileri, boş yere yaratmış değiliz. Bu, kafirlerin zannıdır. Cehennem ateşinden dolayı vay o kafirlerin haline.

Böyle zannetmek, kafirlerin işidir. Sözü edilenler, Mekke müşrikleridir. Onlar, göğün ve yerin boş yere, gayesiz olarak yaratıldığını iddia ediyorlardı. Ne tekrar dirilmeğe ve ne de hesap vermeğe inanıyorlardı.

28- İman edip güzel güzel amel edenleri, yeryüzünde fesat çıkaranlar gibi yapar mıyız hiç! Yahut takva sahiplerini günahkarlar gibi kılar mıyız hiç?Mekke-Kureyş kafirleri Mü’minler hakkında: “Ahirette onlara verilen, bize de verilecek “ diyorlardı. Onun üzerine: “Takva sahibi has kulları, günahkarlar gibi mi yapacağız?” mealindeki ayet indi. Yani, mü’minler, kafirler gibi olmaz. Denir ki, “Müttakiler: takva sahipleri- sözüyle, Peygamber (a.s.)’ın sahabileri murad edilmiştir.” “Asla öyle yapmayın” diyor Cenab-ı Hak.

29- Sana indirdiğimiz bu kitap, iyiliği ve faydası çok olan, mübarek bir kitaptır. (Ey Muhammed), bunu sana, insanlar onun ayetlerini düşünüp ibret alsınlar diye indirdik.

Ebu Cafer (liyütedbiru) kelimesini, bu şekilde, (te) harfi ilavesiyle ve (dal) harfini de şeddesiz olarak okumuştur. Hasan Basri, “tedebbür” kelimesinin, “Kur’an’a tabi olmak, ona uymak” manasına geldiğini söylemiştir.

30- Davud’a Süleyman’ı armağan etmiştik. O ne güzel kuldu. Daima (Allah’a) yönelirdi. 31- Hani ona öğleden sonra bir ayağını tırnağı üzere dikip üç ayağı üzere duran, hızlı koşan atlar sunulmuştu.Kelbi der ki: “Süleyman (a.s.) fiamlılarla ve Nusaybinlilerle savaş yapmış ve onlardan bin at almıştı.”Mukatil ise, onun bin atı, babası Davud’dan miras olarak elde ettiğini söyler, Hasan Basri’den rivayetle, o atların, denizden çıkarılmış, kanatlı atlar olduğunu bildirir. Süleyman (a.s.), sabah namazını kılar, sedirinin üzerine uzanır. İkindi namazı için uyandığında, bakar ki, güneş çoktan batmış ve o namazı kaçırmış. Hem de o bunun farkına varmadan. Bu sebeple Allah’tan korkarak endişelenir. Bunun üzerine atlara; “Geri, yanıma gelin” der. Atlar yanına gelince Süleyman (a.s.), onların ayaklarına ve boyunlarına kılıçla vurmaya başlar. Böyle yapmasının sebebi, atlarla meşgul olmasının, kendisini Allah’a itaattan alıkoymuş olması ve bunu telafi için, Allah’ın yakınlığını kazanıp, rızasına nail olma arzusudur. Bu şekilde hayvan (ya da attan kurban) kesmek, bize haram olsa da, ona haram değil, mübah idi. Nitekim bize de, bilinen hayvanları kesmek mübah kılınmıştır. Nihayet Süleyman (a.s.), sadece geriye yüz at bırakır. Bu gün insanların elinde bulunan atların, o yüz atın soyundan olduğu söylenir. Hasan Basri der ki: Hz. Süleyman atları boğazlayınca, Allah (c.c.) ona daha hayırlı ve daha hızlı olan rüzgarı hizmetkar olarak verir ki, Süleyman (a.s.) emriyle onun istediği şekilde eser durur. İbrahim Teymi söz konusu atların bin tane değil, yirmi tane olduğunu söyler. İkrime ise, kanatlı yirmibin at olduğunu bildirmiştir. Safinat, “üç ayağı yere sağlamca basıp, ön veya arkadan, ayaklarının biri tetikte bekleyen atlar” demektir. At, üç ayağı üzerinde durup, bir toynağını kaldırınca, bu duruş şekli

Page 50: Beğavi Tefsiri-7

Arapça’da, (safene) fiiliyle ifade edilir. Sözlükte, Safin, “ayakta duran” manasındadır. “İnsanların,

kendisi için ayakta durmasına sevinen, cehennemden yerini hazırlasın.” 1 (1) Hadisi imam Ebu Davud, Sünen adlı eserinde rivayet etmiştir. Sağlam senedle rivayet etmiştir. İmam Tirmizi de aynı şekilde rivayet etmiş ve hadis hakkında; “Hasen hadistir” ifadesini kullanmıştır. Hafız Münziri’nin et-Terğib ve’t-Terhib adlı eserinin, üçüncü cilt, 431. sahifede, farklı lafızlarla ve aynı manada rivayet edilmiştir. hadisinde, safin bu manadadır. Ciyad kelimesi ise, hayırlı ve hızlı atlar demektir. Tekili “cevad”dır. İbn-i Abbas, yarış atlarının kastedildiğini söyler.

32- Ve demişti ki: “Ben ancak hayır sevgisi ile (atları sevmekle) meşgul iken, Rabbimi anmaktan uzak kaldım. Nihayet o perdenin arkasına girince; Süleyman (a.s.) mal sevgisini tercih ettim dedi. Süleyman (a.s.), Hayr kelimesiyle, atları kastediyordu araplar, (ra) harfiyle, (Lam) harfini ard arda getirip, aralarını birleştirirler. Mesela “Adamı aldattım” manasında (Haleltü’r-racule hatertuhu) derler.Mukatil “hayır” kelimesinin manasının “mal” demek olduğunu, ondan maksadın da, Süleyman (a.s.)’a arzedilen atlar olduğunu söyler. Ayetin devamı, “Ben o malları, Rabbimi anmağa tercih ettim” şeklinde zikirden maksat da, namaz yani ikindi namazıdır. Hz. Süleyman, atlarla meşgul iken, ikindi namazını kaçırmıştır. Ayette, perde arkasına gizlenmiş ifadesi geçiyor. Kastedilen, güneşin ufuktan batarak, gözden kaybolmasıdır.Hicabın, Kaf Dağı’nın altında bir dağ olduğunu, senelerin bitiminde, güneşin o dağın arkasına battığını söyleyenler de vardır.

33- “Onları bana getirin” (dedi.) Boyunlarını ve ayaklarını sıvazlamaya başladı.

“Süleyman (a.s.), o atları, bana geri getirin” der. Ve getirilirler. Süleyman (a.s.), onların, bacak ve boyunlarını okşamaya başladı. Ebu Ubeyd, der ki: “Hep yapa geldiği şeyi yapmaya başladı.” Okşamaktan maksad kesmektir. Yani, Süleyman (a.s.), atları ayak ve boyunlarından kesmeye başlar. Bu görüşün sahipleri, İbn-i Abbas, Hasan Basri, Katade, Mukatil ve müfessirlerin çoğunluğudur. Bu, Hz. Süleyman için mübahtı. Çünkü, Allah’ın peygamberi harama yeltenecek değildi. Ya da bir günahı için, tevbe ederken, başka bir günah işliyor da değildi. Muhammed bin İshak şöyle der: “Allah (c.c.) Hz. Süleyman’ı, atları kesmeye sevketmiş değildi. Onun bu davranışı, Allah’ın bir farizasını gafletle kaçırmış olmasına duyduğu esef ve üzüntünün neticesi idi. Bazıları da derler ki: Hz. Süleyman o atları adak olarak kesmiş ve etlerini de sadaka olarak dağıtmıştır. Bu şekilde hayvan kesmek onun şeriatında mübah idi.” Bir grup şöyle der: Manası: “O, o atları Allah yolunda alıkoydu. Bacak ve boyunlarını sadaka için kızarttı.”Zühri ile İbn-i Keysen, Hz. Süleyman’ın, o atların bacak ve boyunlarını, onlara olan sevgisinden ve merhametinden dolayı, tozlarını gidermek için okşadığını söylerler. Bu zayıf bir görüştür. Meşhur olan yorum, birincisidir. Hz. Ali (r.a.)’dan, (rudduha aleyye) ayetinin manası hakkında, şu görüş rivayet edilmiştir: “Süleyman (a.s.) bu ayette, güneşin idaresiyle görevli meleklere, “güneşi kastederek, “onu bana, geri getirin” der. Melekler de güneşi geri getirirler ve Hz. Süleyman böylece, ikindi namazını vaktinde kılmış olur. Düşmanlarıyla cihad etmesi için ona atlar sunuluyordu ki, bu arada güneş batıverdi.

34- Andolsun biz Süleyman’ı imtihan ettik ve bu sebeple tahtı üzerine bir ceset bırakmıştık. Sonra o (pişman olup) döndü.

“Biz Süleyman’ı denedik” Yani, onu, hükümranlığını elinden almak suretiyle imtihan ettik. Muhammed bin İshak’ın, Vehb bin Münebbih’ten aktardığı rivayete göre bunun sebebi, şudur: “Süleyman (a.s.) duyar ki, yarımadalardan birinde yer alan (bir şehirde) Sidun adında bir şehirde, yanına hiç kimsenin varamadığı, çok kudretli bir kral vardır. Allah Teala, Hz. Süleyman’a da hükümdarlıkta, öyle bir saltanat vermiştir ki, karada ve denizdekilerden hiçbiri ona karşı koyamıyordu. O şehre gitmek üzere yola çıkar. Rüzgar onu suyun üstünde götürür. Nihayet cin ve insanlardan müteşekkil ordusuyla, o hükümdarın şehrine varır. Hükümdarı öldürür. Diğerlerini de esir alır. Gördükleri içinde, o kralın kızına da rastlar. Onun gibi güzel ve onun kadar görkemlisini hiç görmemiştir. Onu kendine seçer. İslam’a davet eder, kız müslüman olur. Ancak, zorlama ve isteksizce ve de bilgisizce. Hiç bir karısını sevmediği kadar onu sever. Ancak, onu bu kadar sevmesine, ve o kadar değer vermesine rağmen kızın hiç üzüntüsü gitmez ve gözyaşı da dinmez. Bu durum Hz. Süleyman’a ağır gelir. Ona sorar: “Yazık haline” der. “Bu dinmeyen gözyaşı ile, bu gitmez hüzün nedir?” Kızın cevabı şöyle olur,

Page 51: Beğavi Tefsiri-7

“Babamı, onun hükümdarlığını ve başına geleni hatırlıyorum da, bunlar beni üzüyor.” Hz. Süleyman ona: “Allah onun yerine sana, daha muazzam bir hükümdarlık ve de büyük bir saltanat verdi” der. Ayrıca, Allah (c.c.) seni İslam’a hidayet etti ki, bu hepsinden daha hayırlıdır” diye söyler. Kız ona: “Orası öyle ama, ben babamı hatırlayınca, bu gördüğün hüzün üzerime çöküyor. fieytanlara söylesen de, babamın suretini yapsalar, içinde bulunduğum evimde sabah-akşam onu görsem, umuyorum ki, bu, üzüntümü giderir” diye söyler. Hem beni içimdeki sıkıntılarıma karşı teselli ederdi” der. Süleyman (a.s.), şeytanlara emreder. fieytanlar onun dediğini yaparlar. fieytanlar babasının suretini yapınca kralın kızı hemen heykele yönelir. Ona, fanile, gömlek ve dış giysi giydirir, sarığını da giydirir. Yani, onu, tıpkı onun kıyafetini, babasının giydiği kıyafetlere benzetir. Sonra, Süleyman (a.s.), onun evinden çıkınca, hizmetçilerin içinde heykelin üzerine atlar. Nihayet o ve hizmetçiler heykele secde ederler.”Kralın kızı, aynen babası kral iken yaptığı gibi yapar ve bunun aynısını her akşam tekrarlar. Süleyman (a.s.). kırk sabah bu durumdan habersiz kalır. Bu durumu, Asıf bin Berhiya’ya malum olur. O sadık bir kişi olup, Hz. Süleyman bulunsun bulunmasın, onun evine, bir şey girip girmediğini gözetlemek için, Süleyman (a.s.)’ın kapısından hiç bir an ayrılmazdı. Asıf, Hz. Süleyman’a; “Ey Allah’ın Nebisi, yaşlandım ve kemiklerim inceldi, ömrüm tükendi. Artık gitme zamanım geldi. İsterim ki, bir makama oturayım da, ölmeden önce, orada, gelip geçmiş peygamberleri anıp, onları sena edeyim. onlar hakkındaki bilgimle onları öveyim. Biliyorum ki insanlar onlar hakkında, pek çok şeyden habersizler.” Hz. Süleyman ona yapmasını söyler ve onun için insanları toplar. Asıf insanlar içine, hatip olarak oturur, geçmiş peygamberleri birbir anar. Her bir peygamberi, sahip olduğu meziyetlerle över. Allah’ın kendisine vermiş olduğu üstün meziyetlerle, her peygamberi zikreder. Nihayet sıra Süleyman (a.s.)’a gelince, onun hakkında şöyle söyler: “Sen küçüklüğünde, ne kadar da hikmet sahibiydin! Sen küçüklüğünde ne kadar da takva ve vera sahibi idin! Küçüklüğünde nasıl da fazilet sahibi ve işlerinde ne kadar da hikmet erbabı idin. Sen küçüklüğünde, hoş olmayan şeylerden son derece uzak dururdun” der ve hemen oradan ayrılır. Süleyman (a.s.) bu duruma içerler ve son derece sinirlenir. Evine varınca onu çağırtır ve ona: “Ey Asıf, sen bütün geçmiş peygamberleri zikrettin. Onları bütün zamanlarıyla ve bütün halleriyle ilgili olarak övüp sena ettin. Sıra bana gelince, beni yalnızca küçüklük halimle ilgili olarak zikredip övdün. Yetişkinliğim dönemiyle ilgili hususlarda ise, sustun ve bir şey söylemedin. Benim hayatımın sonunda ne gerçekleştirmiştir? Asıf der ki: “Senin evinde, kırk günden beri, bir kadının hevasıyla, Allah’tan başkasına ibadet ediliyor.” Süleyman (a.s.): “Benim evimde mi?” şeklinde sorar. Asif: “Evet. Senin evinde” der. Süleyman (a.s.): “Allah’a aitiz, yine ona döeceğiz” der ve konuşmasını şöyle sürdürür: “İnanıyorum ki, sen mutlaka, sana ulaşan bir gerçekten söz ediyorsun.” Sonra Süleyman (a.s.), evine döner ve o putu kırar. O kadını ve çocuklarını da cezalandırır. Sonra belirli bir elbise giymesini emreder. Onu getirir. O elbiseyi ancak bekarlar giymektedir. Ve yine ancak bekarlar dokumaktadır. Yine onu ancak bekarlar yıkar. Hayız görmüş hiçbir kadın ona dokunmamıştır. Sonra onu giyer. Daha sonra da tek başına çöl bir araziye çıkar. Kül emreder. Ve kendisi için kül serilir. Sonra tevbe ederek Allaha yönelir. Sonra Süleyman (a.s.), bu külün üzerine oturur, Allah’a boyun eğmek ve ona niyazda bulunmak maksadıyla, ağlayarak, dua ederek ve evinde bulunan o puttan dolayı Allah (c.c.)’tan af dileyerek, elbisesini o külün içine sokar. Bu halde iken gün akşam olur. Sonra evine döner. Onun evinde, bir çocuğunun annesi olan bir kadın vardı. O kadına Ümeyne denirdi. Hz. Süleyman kadınlarından birinin yanına gitmek üzere yola girdiğinde, mührünü, Ümeyne’nin yanına bırakırdı. Yıkanıp temizlenmeden de, mührüne asla dokunmazdı. Onun hükümdarlığının nişanesi, mühründeydi. Yine bir gün mührünü, Ümeyne’nin yanına bırakmıştı. Sonra da yoluna gitmişti. Hemen, denizde yaşayan ve adı Kaya olan şeytan, Hz. Süleyman’ın kılığına bürünerek, Ümeyne’nin yanına geldi. Ümeyne ondan hiç şüphe etmedi. “Mührümü ver” dedi. Ümeyne de ona mührü verdi. Onu eline aldı ve çıktı. Sonra, Süleyman tahtına oturdu. Kuşlar, cinler ve insanlar, kendisine eğildiler. Süleyman (a.s.) çıkıp Ümeyne’nin yanına geldi. Ancak, onun durumu ve görünüşü, onu görenlere, sanki değişmiş gibi görülüyordu. Ümeyne’den mührünü istedi. Ümeyne ona: “Sen kimsin?” dedi. Ben Davud oğlu Süleyman’ım” der. Ümeyne: “Yalan söylüyorsun. Süleyman gelip mührünü aldı ve o şimdi hükümdarlık tahtının üstünde oturuyor” dedi. O esnada, Süleyman (a.s.), hatasının kendisini yakaladığını anladı. Dışarı çıkıp İsrail oğullarından birinin evinin üzerinde durmaya başladı. O, ben Davud oğlu Süleyman’ım” diyordu, ama insanlar da onun üzerine toprak atıp, ona sövüyorlardı.

Page 52: Beğavi Tefsiri-7

“fiu mecnuna bakın, neler söylüyor? Süleyman olduğunu iddia ediyor.” Süleyman (a.s.) bu durumu görünce, denize yöneldi. Her gün dev balıklar, Ashab’ı bahr için, iki balık getirip, ona veriyorlardı. Akşam olunca da o, iki balıktan birini ekmek karşılığında satıyor, diğerini de, kızartıp yiyordu. Bu durum Süleyman (a.s.) için, kırk gün böyle devam etti. Bu süre, o putun Süleyman (a.s.)’ın evinde kaldığı süreye tekabül ediyordu. Bu kırk gün zarfında, Asif ve İsrail oğullarının ileri gelenleri, Allah’ın düşmanı olan şeytanın hükmünü yadırgadılar. Asif şöyle diyordu: “Ey İsrail oğulları topluluğu, Davud’un oğlunun yönetimindeki benim gördüğüm değişmeyi siz de görüyor musunuz?” Onlar da: “Evet” diyorlardı. Asif onlara:“Buna biraz müddet verin de, Süleyman’ın hanımlarına gidip, onun hususi muamelelerinde, yadırgadıkları durumlar olup olmadığını sorayım. Onlar da,, bizim harici, genel konularda yadırgadığımız hususları; onun özel yaşantısında da görüp yadırgıyorlar mı bakayım” der.Asif öyle söyledikten sonra, Süleyman (a.s.)’ın hanımlarının yanına gidip, onlara: “Vah size! Davud’un oğlunda, bizim garip bulduğumuz şeyleri, siz de yadırgıyor musunuz?” diye sorar. Onlar: “En çok yadırgadığımız, hayız halinde iken bize yaklaşması ve cünüplükten yıkanmamasıdır” derler. Bunu duyan Asif: “Allah’a aitiz, yine ona döneceğiz” sözünü söyler, Bu apaçık bir bela ve sınamadır” der. Sonra İsrail oğullarının yanına gider. Onlara; “Süleyman’ın özel hayatındaki anlaşılmaz durumunun, umumi hayattakilerinden daha büyük olduğunu” söyler. Kırk gün geçince, şeytan tahttan uçar. Sonra denize gider, yüzüğü denize atar. Bir balık, yüzüğü yutar. Balıkçılardan biri onu alır. Süleyman (a.s.), o balıkçı için yaptığı iyiliği o günün sabahında yapmıştır. Akşam olunca balıkçı ona iki balık verdi. Balıklardan biri yüzüğü yutmuş olan balıktı. Süleyman (a.s.), iki balığıyla beraber çıkar. Karnında yüzük bulunmayan balığı, ekmek karşılığında satar. Sonra öbür balığa yönelir, kızartmak için, onun karnını yarar. Karnında, kendi yüzüğü ile karşılaşır, onu alıp eline takar. Sonra da secdeye kapanır. Kuşlar ve cinler, ona saygıyla eğilirler. İnsanlar da ona doğru akın ederler. Anlar ki, başına gelen olay, evine girmiş olan o puttan kaynaklanmıştır. Hükümdarlık merkezine döner ve günahından tevbe eder. Diğer şeytanlara, başına o işleri açan, Sahr isimli şeytanı getirmelerini söyler. fieytanlar Sahr’ı arayıp bulurlar ve yakalarlar. Sonra onu Süleyman a.s.)’ın yanına getirirler. Süleyman (a.s.)’a bir de kaya getirirler. O kayayı oyup, Sahr adındaki şeytanı onun içine tıkar. Sonra da o oyuk kayanın ağzına başka bir kayayı set olmak üzere koyar. İki kayayı birbirine demirlerle ve kurşunlarla sıkıca bağlar. Sonra da emreder ve o kayanın

içinde denize atılır. Bu Vehb’in rivayetidir.1 (1) Vehb’in Süleyman (a.s.) ile ve onun mührüyle ilgili bu haberi, olmayacak şeydir. Nasıl olur da şeytan Süleyman (a.s.)’ın mührünü alır, onu denize atar, kırk gün onun saltanatını gaspeder ve yetkilerini kullanır. İnsanlar, mührünü kaybedince, Süleyman’ı tanıyamazlar. Ve daha bir sürü hayal ürünü sözler. Bunların hepsi, İsrail oğullarının uydurması olan, itibar edilmez ve güvenilemez uydurmalardır. En iyisini bilen Allah (c.c.)’tur. Hasan Basri ise, Allah’ın, şeytanı Süleyman (a.s.)’ın hanımlarına musallat etmiş olmasının imkansız olduğunu söyler. Süddi şöyle rivayet eder: “Süleyman’ın başına gelen olayın sebebi, yüz hanımı içinde, hepsine tercih ettiği ve hepsinden güvenilir bulduğu, Zürade isimli hanımı idi. Bir ihtiyacı için gidince, mührünü, o hanımına emanet ederdi. Bir gün Cürade, Süleyman (a.s.)’a “Kardeşimin, falanca ile aralarında husumet var. Sana geldiklerinde, kardeşim lehinde hüküm vermeni isterim” der. O da hanımına “Tamam” der fakat öyle yapmaz. Bunun üzerine, eşine “evet, olur” demiş olması sebebiyle, Allah tarafından denenir. Mührünü hanımına verip, tuvalete girer. Hemen şeytan onun kılığına bürünerek gelir, mührü alır ve Süleyman (a.s.)’ın tahtına oturur. Sonra Süleyman (a.s.) çıkıp, mührünü isteyince hanımı ona: “Sen onu almadın mı?” diye sorar. Süleyman, “Hayır” der ve evden çıkar. Kırk gün şeytan insanlar arasında hüküm verir. İnsanlar onun verdiği hükümleri yadırgarlar. İsrail oğullarının önde gelenleri ve alimleri, toplanıp Süleyman’ın eşlerinin yanına giderler. Hanımlara şeytan hakkında: “Biz bunu tanıyamıyoruz, yadırgıyoruz. eğer bu Süleyman ise, mutlaka aklını kaybetmiş olmalı” derler. Kadınlar ağlarlar o esnada. Bundan sonra, ileri gelen ve alimler, şeytanın üzerine yürüyüp, onu kuşatırlar. Tevrat’ı açıp okurlar ve böylece şeytan onların arasından sıyrılıp, uçar gider. Mühür yanında olduğu halde, pencereye konar. Sonra da uçup, denize gider. Orada mühür denize düşer ve onu yunus balığı yutar. Süleyman (a.s.) gidip, denizdeki balıkçılardan (avcılardan) birinin yanına varmıştır. fiiddetli bir açlık içindedir. O balık avcısının balıklarından ister. “Ben Süleyman’ım” der. O avcı onu sopasıyla dövüp, başını yaralar. Süleyman (a.s.), denizin kenarında kanını yıkamaya başlar. Diğer balıkçılar, Süleyman (a.s.)’ı döven kişiyi kınayıp azarlarlar ve yanlarında bulunandan, Hz. Süleyman’a, iki balık verirler. Hz. Süleyman,

Page 53: Beğavi Tefsiri-7

balıkların karınlarını yarıp, yıkamaya başlayınca, onlardan birinin karnında mührünü bulur. Onu alıp takar. Böylece, Allah (c.c.) ona hükümdarlığını geri verir. Kuşlar onun çevresine doluşurlar. İnsanlar onun Süleyman olduğunu anlarlar. Yaptıklarından dolayı özür dilemeye başlarlar. Süleyman onlara: “Hatanızdan dolayı cezalandırmıyorum ve sizden sadır olan tavırlardan dolayı da sizi kınamıyorum. Bu olacak şeydi. O muhakkak gerçekleşecekti” der. Makamına gelince, cinlerden birine, yüzüğünü alan o şeytanı tutup getirmesini emreder. Gelince, onu (bir sandığa koyup) bir demir sandığın içine koyup, sandığı onun üzerine kapatır. Sonra kilitler ve mühürüyle de sandığı mühürler. Sonra emir verir. Canlı canlı bu şekilde denize atılır. Kıyamete kadar da öylece kalacaktır. Bazı rivayetlerde, denenme esnasında Hz. Süleyman’ın yüzüğünün elinden düştüğü, Süleyman’ın onu tekrar eline aldığı, ancak yüzüğün tekrar düşmesiyle, Süleyman (a.s.)’ın, kendisinin Allah tarafından sınanmakta olduğunu anladığı rivayet edilir. Sonra Asıf Süleyman (a.s.)’a gelerek ona: “Sen günahın sebebiyle denendin.” On dört gün yüzüğü (mührü) eline alma. Allah’a koş, tevbe et. Allah tevbeni kabul edip seni bağışlayıncaya kadar, senin yerinde ben oturayım ve işlerini ben yürüteyim” der. Bunu üzerine Hz. Süleyman, kaçarak Allah’a sığınır. Yüzük (mührünü) Asıf alır. Onu parmağına takar ve işe koyulur. İşte, Allah Teala’nın: “Biz Süleyman’ın tahtının üzerine bir ceset koyduk” buyurduğu ceset, Asıf’ın kendisidir. Böylece, Asıf, Allah Süleyman’a hükümdarlığı tekrar verinceye kadar, on dört gün Süleyman (a.s.)’ın koltuğunda oturur ve onun yerine işlerini yürütür. Sonunda Hz. Süleyman tekrar tahtına oturur ve Asıf yüzüğü ona iade eder. O da yüzüğü eline alır ve işine başlar.Said bin Müseyyeb’den yapılan rivayete göre, Hz. Süleyman, üç gün insanların gözünden kaybolur. Bunun üzerine Allah (c.c.) ona: “Neden insanlardan ayrıldın ve o kullarımın işlerine bakmadın?” diye vahyeder. Bu sebeple onu imtihan eder. Yukarıda anlatılan yüzük hikayesini anlatan hadisi aynı şekilde, şeytanın o yüzüğü

almasını, Said bin Müseyyib de aktarır. 1 (1) Bu hadis, Ahmed bin Hanbel’in, Müsned adlı eserinin IV. cilt, 176-177. ve V. cilt, 68 ile 239. sahifelerde tahriç ettiği hadisin bir bölümüdür. Cesetle ilgili değişik bir anlatım da şudur. Hz. Süleyman, bir gece bütün hanımlarıyla birleşip, onların her birinden birer mücahid evlad edinmek ister. O gece tek tek bütün hanımlarıyla, istisnasız, cinsel birleşimde bulunur. Ancak, Kabile isimli hanımından başka hiçbir hanımı, bu birleşmelerden hamile kalıp, doğurmaz. Hz. Süleyman onun doğurduğu o bir tek çocuğu alıp, tahtının üzerine koyar. İşte ayette sözü edilen cesedin o çocuk olduğu söylenir. Abdü’l-Vahid bin Ahmed el-Melihi’nin, Ahmed bin Abdullah en-Naimi’den, onun, Muhammed bin Yusuf’tan, onun, Muhammed bin İsmail’den, onun, Ebu’l-Yeman’dan, onun, Ebu’z-Ziyad’dan, onun da Ebu Hureyre’den rivayet ettiklerine göre; Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Süleyman; Bu gece doksan hanımımdan hepsini dolaşıp, ziyaret edeceğim. Her biri Allah yolunda cihat edecek birer süvari doğuracaklar” dedi. Arkadaşı ona: “Allah izin verirse de” dedi. Süleyman (a.s.) söylemedi ve unuttu. Bu şekilde hepsiyle de cima yaptı. Ancak içlerinden biri hariç, hiç bir hanımı hamile kalmadı. O kadın, bir erkek çocuk doğurdu.” Rasulullah sözlerini şöyle tamamlıyor: “Nefsimi elinde elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, eğer Hz. Süleyman, -İnşaallah- yani Allah dilerse (izin verirse) demiş olsaydı, bütün hanımları, Allah yolunda cihad eden süvariler doğuracaklardı.” Tavus Ebu Hureyre’den şöyle rivayet eder: Hz. Süleyman: “Bu gece bütün hanımlarımı, (yüz karımın hepsini) ziyaret edeceğim” dedi. Melek ona: “İnşaallah” -Allah dilerse- de” dedi. Hz. Süleyman bunu unutarak söylemedi.”Bu husutaki en yaygın görüş, taht üzerine konan cesedin, Sahr adlı cin ya da şeytan, olduğunu bildiren görüştür. İlgili ayetin manası şudur: “Biz onun tahtının üzerine, bir ceset koyduk. Sonra o döndü.” Yani, kırk gün sonra, geri gelince saltanatına geri döndü.

35- Dedi ki: “Rabbim! Beni bağışla ve bana, benden sonra hiç kimseye nasip olmayacak bir hükümdarlık ver”

Mukatil ve İbn-i Keysan: “Benden (kendisinden), sonra kimsenin olmayacak bir saltanat istediğini söylerler. Ata bin Ebi Rebah ise, Hz. Süleyman’ın bu sözle, “ömrünün sonlarında elinden almayacağın bir saltanat istiyorum” demek istediğini söyler. Yani onu benden alıp da, daha önceki hayatımda olduğu gibi başkasına verme” demeyi murad ettiğini bildirir. Ayetin son kısmı: “fiüphesiz sen çok lütufkarsın” şeklindedir. Denir ki, Hz. Süleyman bu isteği, Nübüvvetine bir alamet ve risaleti için de bir delil olmak üzere yaptı. “Aynı zamanda bir mucize olması için bu istekte bulunmuştur” denir.

Page 54: Beğavi Tefsiri-7

Kimileri de, onun bu duayı, tevbesinin kabul olup olmadığını anlayıp bilmek için yaptığını; nitekim (duasının kabul olunup) Allah’ın, onun duasını kabul edip, saltanatını kendisine geri verdiğini söylerler.Mukatil bin Hayyam der ki: “Süleyman (a.s.)’ın saltanatı vardı. Ancak o “Benden sonra kimseye nasip olmayacak bir saltanat” isteğiyle, rüzgarın, kuşların ve şeytanların da kendi emrine verilmesini istiyordu: Bundan sonraki ayet buna işaret etmektedir” Abdü’l-Vahid Melihi, Ahmed bin Abdillah en-Naimi’den, Naimi, Muhammed bin Yusuf’tan, o, Muhammed bin İsmail bin Bişar ‘dan, o, Muhammed bin Ziyad’dan, o, fiu’be’den, fiu’be, Muhammed bin Ziyad’dan, o da Ebu Hureyre’den rivayet etmişlerdir ki, Rasulullah şöyle buyurur: “Dün gece İfrit adlı bir cinnin tasallut edip, beni namazdan alıkoymasından, zor kurtuldum. Allah beni ona galip kıldı, Onu tutup, mescidin direklerinden birisine bağlamak istedim ki sizler de hepiniz onu göresiniz. Sonra, Süleyman (a.s.)’nın: “Rabbim bana, benden sonra kimseye nasip olmayacak bir hükümdarlık ver” şeklindeki duasını hatırladım da, onu perişan bir durumda salıverdim.”

36- Biz rüzgarı da onun emrine verdik. Onun emriyle, yine onun istediği yerlere, yumuşakça akıp gidiyordu.

Yani fırtına olarak değil de, hafif bir surette esmekteydi. (Esabe) fiili, istedi manasındadır. Araplar bu kelimeyi kullanarak, “Doğruyu istedi, yanlış cevap verdi” sözünü söylerler.

37- Ve şeytanları (onlardan) her bina ustasını ve dalgıçları da.

Aynı şekilde, şeytanları da onun hizmetine vermiştik de, ona, her istediği binaları ve heykelleri yapıyorlardı. O şeytanlardan bazıları da, dalgıçlardı. Süleyman (a.s.) için, denizden inciler çıkarıyorlardı. İlk defa denizden inci çıkaran, şeytandır.

38- Zincirlerle bağlanmış diğerlerini de.Biz ona, demir halkalarla birbirlerine bağlanmış daha başka şeytanları da boyun eğdirdik. Yani ona azgın şeytanlar da boyun eğdirilmiştir. Serkeşlik yapmamaları için de, birbirlerine demir zincirlerle bağlamıştır onları.

39- “İşte bu, bizim hesapsız bağışımızdır. Artık ister ver, ister vermeyip tut.”

Biz Süleyman’a: Bu bizim ihsanımızdır. Onu istediğine ver, istemediğinden de esirge” dedik. Men kelimesinin eş manalısı, ihsan etmek, bağışlamak demektir. Sana verip vermemenden hesap sorulmayacaktır. Hasan Basri şöyle demektedir: “Allah birine nimet verince, ona muhakkak hesap sorar. Ancak Süleyman (a.s.) bundan müstesnadır. O infak ederse ecir kazanıyordu, etmezse kendisinden hesap sorulmuyordu. Mukatil’in görüşü ise şöyledir. Bu serbestlik işi, şeytanlar hakkındadır. Allah (c.c.) ona, “o şeytanlardan istediğini salıver, bağını çöz, istediğini de bağda bırak. Bu hususta sana hesap yoktur.” dedi.

40- Doğrusu, onun, bizim yanımızda, yakın bir makamı ve güzel bir geleceği vardır.41- Kulumuz Eyyub’u da hatırla. Hani o Rabbine, “fieytan bana bir yorgunluk ve azap dokundurdu” demişti.

(Nusb) kelimesini, Ebu Cafer, Nun ve Sad harflerini ötreleyerek okumuştur. Yakup ise, bu iki harfi fetha harekeyle okumuş, diğer kıraat alimleri ise, (nun) harfini ötreli, (Sad) harfini ise cezimli olarak okumuşlardır. Her üç durumda da manası aynıdır. Katade ve Mukatil, “bedende yorgunluk” demişlerdir. Eyyub (a.s.)’a, mal hususunda şeytanın verdiği azap ve sınanma müddeti, Enbiya suresinin tefsirinde zikredilmiştir.42- “Ayağını yere vur. Bu hem yıkanacak, hem içilecek soğuk bir sudur” (diye duasını kabul etmiştik)

Eyyub (a.s.)’ın imtihan müddeti bitince kendisine: “Ayağını yere vur. İşte yıkanacak ve içilecek, serin bir su” diye seslenildi. O da ayağını yere vurdu, yerden su fışkırdı. Allah Teala ona, su ile yıkanmasını emretti. O da yıkandı. Böylece, dış bedenindeki bütün hastalıklar kaybolup gitti. Sonra kırk adım yürüdü, diğer ayağını da yere vurdu. Bu sefer de, serin, bir içme suyu gözü fışkırdı. O sudan içti. Onun sayesinde de, içindeki hastalıklardan kurtuldu.

43- Katımızdan bir rahmet ve olgun akıl sahipleri için de bir ibret olmak üzere, biz ona ailesini ve onunla beraber onun bir mislini bağışlamıştık.

Page 55: Beğavi Tefsiri-7

44- Ve ona, “Eline bir demet sap al da, onunla vur, yeminini bozma” demiştik. Biz onu gerçekten, çok sabırlı gördük. O ne güzel kuldu. Sürekli (Allah’a) yöneliyordu.

Eyyüb (a.s.), iyileşince karısına yüz sopa vurmaya yemin etmişti. İyileşince, ona, otsu bitkilerden, eline yüz tane ince çöp ve sap alıp, onunla beraber hanımına, bir sefer vurmasını emretmiştir.

45- Kudret ve basiret sahibi olan kullarımız, İbrahim, İshak ve Ya’kub’u da hatırla.

İbn-i Kesir (abdüna) kulumuz şeklinde tekil olarak okumuştur. Diğer kıraatçılar ise, kullarımız (ibadüna) şeklinde çoğul olarak okumuşlardır. İbn-i Abbas, Kuvvet sahibi ifadesinin, ibadette ve Allah’a itaatte kuvvet sahibi manasında olduğunu söyler. Basiret sahibi ifadesi ise, Allah’ı tanımada anlaşılmıştır. Yani dinde basiret ve ilim sahibi idiler demektir. Katade ve Mücahid: “Kendilerine, ibadet için güç, din hususunda da, basiret verilmişti” derler.

46- Biz onları, ahiret yurdunu hatırlayıp düşünme özellikleriyle seçip, halis kullar yaptık.

Medineliler, (bi-halisetin) kelimesini (zikra) kelimesine izafet yani tamlama olarak okumuşlardır. Mana olarak, “Biz onları, ahireti zikretme hasletiyle seçtik” oluyor. Türkçe ifadesi pek fark etmiyor. Diğer kıraat alimleri ise, (bi-halisetin) kelimesini, tenvinli olarak okumuşlardır. Zikra kelimesinin manası, zikir, yani anma, düşünme demektir. Malik bin Dinar’ın verdiği mana şöyledir. “Onların kalplerinden, dünya sevgisini ve dünya düşüncesini, çekipaldık. Onları böylece, yalnızca ahiret sevgisi ve ahiret düşüncesiyle vasıflandırdık. Katade der ki: “Onlar, daima Allah’a ve ahirete çağırırlardı.” Süddi: “Onlar Ahiret korkusuyla donatılmışlardı.” Kimileri de bu ayetin manasının: “Biz onları, ahirette bulunanların en üstünü ile halis kıldık” şeklinde olduğunu söylerler. İbn-i Zeyd ile, (bi-halisetin) kelimesini tenvinli okuyan diğer müfessirler, bu ibarenin manasının, “Biz onları, halis-temiz bir özellikle hususi kıldık ki o da ahireti düşünme özelliğidir” şeklinde olduğunu söylerler. Bu durumda, (zikra’d-dar) ahiret düşüncesi, ifadesi (bi-halisetin) “katıksız bir özellik” ifadesinin bedeli durumunda bulunur. Bazı alimler (Ehlasnahum) kelimesinin, onları ahireti düşünme özelliği sayesinde,” ihlaslı kullur yaptık” şeklinde anlaşılabileceğini söylemişlerdir.

47- Onlar bizim katımızda, seçkin ve iyi kullardandır. 48- İsmail’i, Elyesa’yı, Zülkifli de hatırla. onların da hepsi iyi kimseler idiler. 49- Bu bir zikirdir. Takva sahibleri için, güzel bir dönüş yeri vardır.Zikir, yani anma, hatırlama ya da hatırlatma kelimesi, burada, okunan ayetleri ifade edebildiği gibi, şeref ve iyi ün manasına da gelebilmektedir. Yani, “bu, kendisiyle anılacağınız, güzel bir anı ve şereftir” manası verilebilir.

50- Kapıları kendileri açılmış Adn cennetleri de onlar içindir.

Kapılar onlar için açık tutulmuştur.

51- Orada yaslanıp, bir çok meyve ve içecek isterler. 52- Yanlarında da, yalnız kendilerine bakmakta olan, yaşıt güzeller vardır.

Yani, yaşları otuz üç olan hepsi de aynı yaşta bulunan demektir. Mücahid der ki: Hepsi de kardeşler gibidirler. Ne birbirlerinden nefret ederler ve ne de ayrılırlar.

53- İşte bu, size hesap günü için va’dedilenlerdir.

İbn-i Kesir, (yuadune) şeklinde okumuştur. (Kaf) suresinde de aynı şekilde okumuştur. Bu okuyuşa göre, mana: İşte bu, takva sahiplerine va’dedilendir” şeklinde olur. Burada, Ebu Amr da, İbn-i Kesir gibi okumuştur. Diğerleri her iki yerde de (tuadune) okumuşlardır. Yani, mü’minlere: “Sizin va’dolunduğunuz şey, işte budur” de.

54- Bu bizim rızkımızdır. Onun için tükenme söz konusu değildir.

Yok olmaz ve kesintiye de uğramaz.

55- İşte durum budur. Azgın kafirler için de, kötü bir dönüş yeri vardır.56- O da cehennemdir. Oraya girerler. O ne kötü yataktır.

Page 56: Beğavi Tefsiri-7

57- İşte böyle (azap). Onu tatsınlar. Kaynar su ve irindir.

Ferra, “İşte kaynar ve soğuk sular. Onu tatsınlar” şeklinde, kelimelerin yerini değiştirmiştir. Hamim: “Son derece sıcak su demektir. (⁄assak) kelimesini, Hamza, Kisai ve Hafs, şeddeli olarak okumuşlardır. Diğer kıraatçılar ise, şeddesiz olarak, cezimle okumuşlardır. fieddeli okuyanlar, onu (fa’alü) vezninde bir isim olarak kabul etmişlerdir. Tıpkı habbaz ve tabbah kelimeleri gibi, fieddesiz okuyanlar ise, azab kelimesinde olduğu gibi feal, vezninde kabul ederler. Bu kelimenin manası hususunda görüş farklılıkları vardır. İbn-i Abbas, onun tıpkı ateşin sıcaklığı ile yakması gibi, cehennemlikleri, aşırı soğukluğu ile yakacak olan aşırı derecede soğuk su manasına geldiğini söyler. Mukatil ile Mücahid ise; soğukluğu son safhaya ve noktaya varmış demek olduğunu söylerler. Kimileri de bu kelimenin, Türk dilinde, “pis kokulu” manasında olduğunu söyler. Katade şöyle demektedir. Bu kelime, cehennem halkının derilerinden akacak olan cerahat, irin ve sarı suyu ifade etmektedir. Derilerinden olduğu gibi, etlerinden ve zinakarların cinsel organlarından da aynı şekilde irin akacaktır.

58- Ve daha başka azap türleri de vardır.

Basralılar, (Aharü) kelimesini, (üharü) şeklinde okumuşlardır. Bu durumda, (ühra) kelimesinin çoğulu olur. (Kibaru) kelimesi, (kübra) kelimesinin çoğulu olduğu gibi. Ebu Ubeyde bu görüşü, seçmiştir. Böylece, sıfat görevinde olur. Diğer kıraatçılar bu kelimeyi, hemzesini fethalayarak okumuşlardır. 59- İşte bunlar da sizinle beraber (cehenneme) girecek olan gruptur. Onlara merhaba yok. Onlar cehenneme gireceklerdir.

İbn-i Abbas’a göre, bu söz, günahkarların önderlerine söylenecektir. Onlar cehenneme girdikleri zaman, peşlerinden, onlara tabi olmuş olanlar da girerler. Bu sefer cehennem bekçileri, o lider konumundaki kafirlere: Bakın. İşte bunlar da sizlerle beraber cehenneme giriyorlar” derler. Yani, nasıl ki siz giriyorsanız, aynı şekilde onlar da cehenneme giriyorlar” denir. Fevc, insanlardan bir grup demektir. Çoğulu “efvac”dır. İktiham da, bir şeyin içine, kendini atarak girmektir. Kelbi der ki: “Onlara, gürzlerle vurulur. Sonunda, o gürzlerden korkarak, kendilerini cehennem ateşinin içine atarlar.

60- Derler ki: “asıl size Merhaba yok. Bunu önümüze siz getirdiniz. Ne kötü bir duraktır burası.”

Araplar, hoşlama ve tanışma esnasında, bu kelimeyi kullanarak, hoş geldin, ferah geldin, huzur ve mutlulukla geldin” derler. Yine sana merhaba olmasın derler ki, “yeryüzü sana dar gelsin, ferah olmayasın” şeklinde bir nevi bedduadır. “Tabi olmuş olanlar liderlere, “onu bizim önümüze siz getirmiştiniz” derler. Yani, bizden önce küfre siz başlamıştınız da, küfrü bizim için de bir yol ve yöntem yapmıştınız demektir. Diğer bir görüşe göre, “Bizi inkara davet etmenizden dolayı bu azabı, siz bizim önümüze getirdiniz” şeklindedir. “Ne kadar kötü bir konaklama yeri bu cehennem” derler.

61- “Ey Rabbimiz. Bunu bizim önümüze getirenin azabını, cehennemde kat kat artır” derler. Yani, “küfrü bize gelenekleştirmiş olan bu öncülerin cehennemdeki azaplarını katla” demektir. İbn-i Mesud yılan ve çıyanları kastettiklerini söyler.

62- “Bize ne oluyor ki, o kötülerden erkekleri burada göremiyoruz” derler.

“Kureyş ileri gelenleri cehennemde; Dünyada kötü addettikleri; Ammar, Habbab, Suheyb, Bilal ve Selman gibi fukara mü’minleri kastetmektedirler. Sonraki ayette de kendileriyle alay etmiş olduklarını şöyle derler:

63- “Hani, onlarla alay ederdik. Yoksa gözlerimiz mi onlardan başka tarafa kaydı?”

Basralılar, Hamza ve Kisai (mine’l-eşrari ittehaznahüm) şeklinde birleştirerek okumuşlardır. Elifi de esreli okumuşlardır. Diğer kıraat alimleri, (ittehaze) filinin başındaki elifi sabit harekeli olarak ve fethalı olarak okumuşlardır ki, bu durumda soru cümlesi olur. Meani alimleri, birinci okuyuşun daha uygun olduğunu, çünkü soru yapısını gerektiren bir durum bulunmadığını, o kafirlerin, mü’minlerle alay etmiş olduklarını zaten bilmekte olduklarını söylerler. Bu okuyuşta, (Em) yoksa, kelimesi, (Bel) bilakis, manasında olur. Elifi fethalı okuyanlar, bu okuyuşun soru için olmayıp, (Em) yoksa, edatına (bağlacına) uyum sağlaması için olduğunu söylemişlerdir. Lafzidir, mana bakımından değildir, demişlerdir. Ferra ise bunun azarlama ifade eden ve şaşkınlık bildiren bir soru yapısı olduğunu kabul eden ayetin ifadesi şöyledir: “Bize ne oluyor ki, şu kendileriyle alay ettiklerimizin bizimle beraber

Page 57: Beğavi Tefsiri-7

cehenneme girdiklerini göremiyoruz?” Yoksa onlar cehenneme girdiler de, biz onları gözden mi kaçırdık ki, kendilerini göremedik?Kimilerinin yorumuna göre: “Yoksa onlar cehennemdeler de, gözümüzden mi gizlendiler?” İbn-i Keysan ise şöyle yorumlamıştır: “Yoksa onlar bizden daha iyi kimseler idiler de, biz bilmiyor muyduk? Dünyada iken gözlerimiz onlardan kayıyordu. Biz onları bir şey saymıyorduk” derler.

64- Cehennem halkının, tartışması meselesi bir hakikattir.65- “Ben ancak bir uyarıcıyım. Tek ve her şeye üstün gelen Allah’tan başka ilah yoktur.66- “O göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir. Çok güçlü ve çok affedicidir.”67- “Bu büyük bir haberdi” de.

Büyük haber’den kasıt Kur’an’dır. Bu Mücahid, İbn-i Abbas ve Katade’nin sözüdür. Bazıları ise, büyük haber sözüyle kastedilenin, “Kıyamet günü” olduğunu söylerler. Amme suresinin ilk ayetlerini ve buayetlerin ilkinde aynı ifade ile, kıyametten bahsedilmiş olmasını bu görüşlerine gerekçe ve dayanak gösterirler.

68-“Ancak siz ondan yüz çeviriyorsunuz.” 69- O yüce melekler topluluğu tartışırlarken ben onlardan habersizdim” de sen onlara.

Bu tartışma, Allah Teala’nın Adem (a.s.) hususunda, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım deyince, melekler Allah (c.c.)’a, “Sen orada bozgunculuk çıkaracak olan varlıklar mı yaratacaksın?” demişlerdi.

70- “Bana ancak, açık bir uyarıcı olduğum için vahyediliyor.”

Ferra der ki; (ennema), dilenirse merfu mahalde alınıp, mana: “Bana ancak, uyarı vahyolunuyor” şeklinde anlaşılabilir. Ya da mensub mahalde irab edilip mana “Bana ancak benim açık bir uyarıcı olduğum vahyolunuyor.” şeklinde olur. Ebu Cafer, (innema) şeklinde, elifi esreli olarak okumuştur. Çünkü vahy, sözdür. Abdü’l-Vahid bin Ahmed Melihi, Ebu Mensur Semani’den, o, Ebu Cafer Rayyani’den, o, Hamid bin Zencevih’ten, o, Hişam bin Ammar’dan, Hişam, Sadaka bin Halit’den, o, Abdurrahman bin Yezid bin Cabir’den nakletmişlerdir. Abdurrahman, şöyle anlatır: Halit bin Hallac bize uğradı. Mekhul ona seslendi: “Ey İbrahim” dedi. Ey İbrahim’in babası: bize Abdurrahman bin Aiş, şöyle demiştir. Duydum ki, Abdurrahman bin Aiş Hadrami, şöyle diyordu: Rasulullah buyurdu ki: “Rabbimi en güzel suretle gördüm.” Allah (c.c.) buyurdu ki: “Melekler ne hususta tartışıyordu? Ey Muhammed.” İki sefer, “Rabbim sen daha iyi bilirsin” dedim. Avucunu, iki omzum arasına koydu. Elinin serinliğini memelerimin arasında hissettim. Gökte ve yerde bulunanları öğrendim.” Sonra şu ayeti okuduğunu söyledi: “Böylece, İbrahim’e, yakinen inananlardan olması için, göklerin ve yerin hükümranlığını gösteriyoruz.” Sonra Rasulullah (s.a.v.)’e, Allah (c.c.) “Ey Muhammed (s.a.v.), yüce melekler kurulu ne hususunda tartışıyorlardı?” der. Dedim ki: “Keffaretler konusunda tartışıyorlardı.”“Onlar nelerdir?” buyurdu. Ben de: “Yürüyerek cemaate gitmek, namazlardan sonra mescidlerde oturmak, çetin durumlarda, abdest suyunu abdest mahallerine ulaştırmaktan ibarettir” dedim. Cenab-ı Allah buyurdu ki: “Bunu kim yaparsa, hayırla yaşar, hayırla ölür. Anasından doğduğu günkü gibi, günahlarından sıyrılır. Yemek yedirmek, selam vermek, insanlar uyurlarken geceleyin ibadet etmek, üstün derecelerdendir. De ki Ey Muhammed: Allahım! Senden iyilikler ve temizlikler dilerim. Kötülüklerin terkini ve yoksulları sevmeyi dilerim. Beni bağışlamanı, bana acımanı, tevbemi kabul etmeni arzu ederim. Bir topluma fitne vermek istediğinde, beni fitneyle denemeden öldür.” Rasulullah (s.a.v.) şöyle demiştir: “Bu duaları öğreniniz. Onlar kesinlikle gerçektir.”

71- Hani Rabbin meleklere, “Çamurdan bir beşer yaratacağım” demişti.72- “Ben onu şekillendirip de, ruhumdan ona üfleyince, ona secde edin” demişti. 73- Melekler de hepsi birden secde etmişlerdi. 74- Ancak, İblis müstesna. O kibirlenip, kafirlerden olmuştu. 75 “Ey İblis! kendi ellerimle yarattığıma secde etmekten alıkoyan nedir? Büyüklendin mi, yoksa, çok mu yücelerden oldun?” der.

Page 58: Beğavi Tefsiri-7

(Estekberte) fiilinin başındaki elif, soru elifidir. Bu sorular, azarlama ifade etmektedir. Aynı zamanda inkar bildiriyor. Allah buyuruyor ki, Sen kendinde kibirlenip de, secdeden kaçındın öyle mi? Yoksa, büyüklenen toplumlardan olup da, onlardan olduğun için mi secdeden geri durdun?

76- “Ben ondan daha hayırlıyım. Sen beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın” dedi. 77- “Defol oradan! Sen artık kovuldun” dedi.

Kimisi, şeytanın göklerden kovulduğunu söyler. Hasan Basri ile Ebu’l-Aliye: “İçinde bulunduğun yaratılış şeklinden çık” dendiğini söylerler. Hasan bin Fadl, bu yorumun sağlam bir yorum olduğunu, çünkü İblis’in içinde bulunduğu yaratılış şekliyle büyüklenip, övünmüş olduğunu bunun üzerine de Allah Teala’nın onun yaratılışını-suretini değiştirip, güzel bir yaratılış ve surete sahip iken, onu çirkinleştirdiğini söylemiştir.

78- “Hesap gününe kadar, lanetim üzerinde olacaktır.” 79- “Rabbim, o halde tekrar diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver” dedi. 80- Buyurdu ki: “O halde sen kendisine mühlet verilenlerdensin”81- “O belli zamanın gününe kadar.”

Yani, o bilinen vaktin gününe kadar ki, o ilk sur üfürülüşüdür.

82- Dedi ki: “Senin izzetine ve yüceliğine yemin ederim ki, mutlaka onları azdıracağım” 83- “Ancak ihlaslı kulların bunun dışındadır.” 84- Buyurdu ki: “Hakikat bendendir. Ben hakikati söylüyorum”

Asım ve Hamza, birinci (Fel-hakku) kelimesinin son harfi olan (gaf) harfini, ötre harekeyle okumuşlardır. Onu mübteda kabul etmişlerdir. Onlara göre, bu mübtedanın haberi, mahzuf (lafızdan kaldırılmış) bir (minni) zarfıdır. İkinci (Velhakka) kelimesi ise, fethalı olarak okunmuştur. Bu Mücahid’in tercihidir. Diğer kıraat alimleri ise, her ikisini de, mensub yani son harfleri üstün (fetha) harekeli olarak okumuşlardır. Bu iki kelimenin cümledeki görevleri hususunda ihtilaf olmuştur. Bazıları, birincinin “iğra” (teşvik ve yöneltme) görevinde bulunup, mensup olması gerektiğini; manasının da bu durumda, “Hakka sarıl” şeklinde olduğunu, ikinci (velhakka) kelimesinin de (ekulü: söylemek fiilinin tümleci (mef’ulü olduğu için de mensub) olduğunu söylerler. Bazıları ise, birinci (Felhakku) kelimesinin, yemin görevinde olduğunu, bu manada, Allah (c.c.)’u ifade ettiğini; kelimenin başından (Ba) harf-i cerri kaldırıldığı için de, kesre ile harekelenmeyip, fetha ile harekelenerek, mensub kılındığını söylemişlerdir. İkincinin son harf harekesinin fetha olmasının sebebini, bu grupta olanlar da, birinci grup gibi, ardından (ekulü): söylerim fiilinin gelmiş olmasına bağlarlar. Kimileri de, ikinci (velhakka) kelimesinin, birinci yeminin tekrarı olmak üzere bulunduğunu söylemişlerdir. Onlara göre, Allah (c.c.) kendi zatının üzerine yemin etmektedir.

85- “Seninle ve onlardan sana uyanların hepsiyle, muhakkak cehennemi dolduracağım.” 86- De ki: “Ben sizden yaptığım tebliğ karşılığında bir ücret istemiyorum. Ve ben, yapmacık davrananlardan da değilim.”

Yani, “Kur’an’ı kendi yanımdan uydurmuyorum” de. Kendi yanından söyleyen herkes muhakkak uyduruk ve yapmacık söyler. Abdü’l-Vahid Melihi, Ahmed Abdillah en-Naimi’den, o, Muhammed bin Yusuf’tan, o, Muhammed bin İsmail’den, o, Kuteybe’den, Kuteybe, Cerir’den, Cerir, A’meş’ten, o, Ebi Duha’den, o, Mesruk’tan, rivayet etmişlerdir. Mesruk şöyle demiştir: “İbn-i Mes’ud’un yanına girdik. O dedi ki: İnsanlar: Kim bir şey biliyorsa söylesin. Bilmeyen, “Allah en iyisini bilir desin. Bilmediği şey hakkında: “Allah daha iyi bilir demek, ilimdendir. Bunu söyledikten sonra, yukarıdaki ayeti okudu.87- “O ancak, alemler için, bir öğüttür.”88- “O nun haberini, bir süre sonra mutlaka anlayacaksınız.”

“Ey Mekke kafirleri Kur’an’ın hakikatlerini bileceksiniz” İbn-i Abbas ve Katade, “bir süre sonra” ifadesini, “ölümden sonra” diye yorumlarken, İkrime, “Kıyamet günü” manasını vermiştir. Kelbi’nin yorumu şudur: Hayatta kalan, durum ayyuka çıkınca öğrenir, ölen de öldükten sonra anlayacaktır.” Hasan Basri; Allah Teala’nın; “Ey Adem oğlu, ölüm anında sana kesin haber gelecektir” buyurduğunu söylemektedir.

ZÜMER SURESİ

Page 59: Beğavi Tefsiri-7

Mekke döneminde inen surelerdendir. Sadece (Kul ya ibadiye’l-lezine esrefu ala enfüsihim) ayeti, Medine döneminde nazil olmuştur. Ayet sayısı 75’tir.

Rahman Ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla...

1- Bu kitabın indirilmesi, çok güçlü ve sonsuz hikmet sahibi olan Allah tarafındandır.2- Biz bu kitabı sana, bir hakikatla indirdik. Öyleyse sen de Allah’a, dini yalnız O’na has kılarak kulluk yap.

Mukatil: “Allah onu boş yere batıl olarak başka bir gayeyle indirmemiştir” der.

3- İyi bilinsin ki, halis din, sadece Allah’ındır. Ondan başka veli edinenler: “Biz bunlara, ancak bizleri Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz” (derler) Muhakkak Allah ihtilaf edip durdukları şeyler hakkında aralarında hüküm verecektir. fiüphe yok ki Allah, yalan söyleyen, kafir olan hiçbir kimseye hidayet etmez.

Katade: Maksat, şehadet kelimesi, yani, Allah’tan başka ilah olmadığın tasdik etmektir” der. Denir ki: fiirkten korunmuş, halis din, yalnız Allah’ın dinidir. Ondan başkasına müstehak değildir. Allah’ı bırakıp da, putları dost edinenler: “Biz bunlara, sadece bizi Allah’a yaklaştırmaları için tapınıyoruz” diyorlar. İbn-i Mes’ud ve İbn-i Abbas bu ayeti bu şekilde okumuşlardır. Katade şöyle demiştir. Putperestlere, “Rabbiniz kim, sizi kim yarattı, yeri ve gökleri kim yarattı?” dendiği zaman “Allah” cevabını veriyorlardı. Onlara: “Bu putlara tapınmanızın manası nedir?” dendiğinde ise: “Bizi Allah’a yakınlaştırsınlar diye tapınıyoruz” diyorlardı. Ayetteki (Zulfa) kelimesi, masdar manasında ve mahallinde bulunan bir isimdir. (kurba) kelimesiyle eş anlamlıdır. Cümledeki görevi, “mef’ulü mutlak” olmak üzere mensup masdarlıktır. Yani; “Biz onlara, bizi Allah’a tam olarak yaklaştırsınlar da, bizim için Allah katında şefaat dilesinler diye tapınıyoruz” diyorlar. Ayetin devam: “Kıyamet gününde mutlaka Allah, yalancı ve nankör kimseyi doğru yola iletmez.” Allah muradı şudur: O kimse, yalanı bırakıp da din yoluna girmiyor. fiefaat veren Allah olduğuna göre, ne diye, yalandan, nankörlükten, ondan başka ilah arıyorlar?

4- Allah çocuk sahibi olmak isteseydi, yarattıkları içinden, dilediğini seçerdi. O, bundan münezzehtir. O, Allah’dır, birdir, herşeye hükmünü geçirendir.

Yani, melekler içinden, beğendiğini kendine evlad seçerdi. Bu, müşriklerin şu: “Biz eğlence yapmak edinsek, mutlaka kendi tarafımızdan edinirdik” sözlerine karşı söylenmektedir. Sonra Allah (c.c.) zatını tenzih ederek “Allah, bundan yani çocuk edinmekten ve kendi paklığına yakışmayan her şeyden uzaktır. O, tek ve her şeye boyun eğdiren bir Allah’tır!

5- Gökleri ve yeri hak ile yarattı. Geceyi gündüzün üstüne, gündüzü de gecenin üstüne örtüyor. Güneşi ve ayı musahhar kıldı. Her biri belirli bir süreye kadar akıp gitmektedir. Uyanık olun, O, galip olandır, günahları çok çok bağışlayandır.

Katade, başka bir ayette de açıkça ifade edildiği gibi, bu manayı tercih ederek, “birini diğerinin üstüne örtüyor” manasını vermiştir. Bazıları da, “Geceyi gündüzün içine, gündüzü de gecenin içine girdirir” ayetine telmih ederek, o manayı vermişlerdir. Hasan Basri ile Kelbi: “Geceden azaltıp, gündüze, gündüzden noksanlatıp geceye katar. Geceden eksilttiği miktarı gündüze, gündüzden eksilttiği miktarı da geceye ekler. Eksiltmenin asgari süresi dokuz, artmanın a’zami süresi, on beş saattir” yorumunu

yapmışlardır.1 (1) Yani, mevsimlere ve günlere göre, gündüz ve gecenin kısalıp uzamasını ve buna bağlı olarak da, en kısa ve en uzun gündüz ve gece süreleriyle, en uzun gündüz ve gece sürelerini zikretmişlerdir. (Mütercim) Tekvir kelimesinin asıl manası, sarmak ve toplamak demektir. Mesela sarık sarmak, bu kelime ile ifade edilir. Ayetin devamı: “Güneşi ve ayı, emri altına almıştır. Her biri, belli bir süreye kadar, akıp giderler. Dikkat et ki, O Allah, çok güçlü ve çok bağışlayıcıdır.”

6- Sizi bir tek candan yarattı. Ondan da eşini meydana getirdi. Ve sizin için, hayvanlardan sekiz çift indirdi. Sizi analarınızın karnında üç karanlık içinde, bir yaratılıştan sonra öbür yaratılışa geçirerek

Page 60: Beğavi Tefsiri-7

yaratıyor. İşte bunları yapan Rabb’iniz Allah... Mülk yalnız O’nundur. O’ndan başka ibadete layık ilah yoktur. Böyle iken nasıl döndürülüyorsunuz.

Yani, Allah önce Ademi, ondan da eşi Havva’yı yarattı. Buradaki “indirdi” kelimesi “ortaya çıkardı, meydana getirdi” manasına gelmektedir. Nitekim, “size örten giyecek indirdi” ayetinde de “indirdi” kelimesi, bu manadadır. Denmiştir ki: Bu son ayette “indirdi” kelimesi mecaz olarak kullanılmıştır. Cümlenin ifadesi şudur: Allah, elbise yapmaya yarayan pamuğun bitmesine sebep olan yağmuru yağdırdı. Yine yağmur, hayvanların yaşamasını sağlayan bitkilerin de yetişmelerinin sebebidir. Ayette geçen, “size hayvanlardan sekiz sınıf indirdik” ifadesinin, tefsiri En’am suresinde geçen, sekiz sınıf (grup) hayvansal yiyecek ve rızıkdan söz ettiğini söyleyenler de olmuştur. Ayetin devamı: “Sizi, annelerinizin karnında, üç karanlık bölmede, belli, birbiri ardına gelen yaratılış evreleri halinde yaratmıştır. Önce sperm ve zigot, sonra da embriyo ve durumuna dönüşüm kastediliyor. Nitekim bir ayette, “Sizi aşamalar halinde yarattı” buyurmaktadır. İbn-i Abbas, karanlık bölmelerin, karnın karanlığı, rahim ve cenini saran plasentadan ibaret olduğunu söyler. İşte bu varlıkları yaratan Allah’tır. Rabbiniz olan Allah. Mülk O’nundur. Ondan gayrı ilah yoktur. Bütün bu açıklamalardan sonra, nasıl da gerçekten döndürülüyorsunuz.

7- Eğer inkar ederseniz, Allah size muhtaç değildir. Ancak, Allah kulları için küfürden hoşlanmaz. fiükrederseniz faydanız için ondan hoşlanır. Hiç bir günahkar, bir başkasının günahını yüklenmez. Sonra, dönüşünüz Rabbinize olacaktır. O size yapmakta olduklarınızı haber verecektir. Çünkü O, kalplerin özünü bilmektedir.

İbn-i Abbas ve Süddi; “Allah mü’min kulları için küfre razı olmaz der. O mü’minler ki, Allah onlar hakkında şeytana, “O kullarım aleyhine, senin elinde bir yetki yoktur” buyurmaktadır. Bu ifade, lafzı umumi, manası hususi olan bir ifadedir. “O kaynaktan, Allah’ın kulları içiyorlar” ayetindeki kullar kelimesi de özel manadadır. Yani, bütün kullar değil, bazı seçkin kullar söz konusudur. Bazıları da, Allah, hiç bir kulu için küfre razı olmaz, şeklinde, Katade, selefin yorumunu rivayet etmiştir. Demişlerdir ki: Her ne kadar onun izniyle-iradesiyle olsa da, kafirin inkarı, Allah’ın rızası dışında gerçekleşir. (Yerda) kelimesini, Ebu Amr, (Yerdah) şeklinde, sonunu sakin olarak okumuştur. Medine ehli ile, Asım ve Hamza, çabucak, belli-belirsiz okumuşlardır. Diğer kıraatçılar ise, tok olarak okumuşlardır.

8- İnsana bir zarar dokununca, Rabb’ine dönerek O’na dua eder. Sonra ona kendi lutfundan bir nimet verince de, evvelce O’na yalvardığını unutarak, yolundan kaydırmak amacıyla, Allah’a eşler koşar. (Ey Muhammed;) De ki; “Küfrünle eğlene dur. Çünkü sen, cehennemliklerdensin”.

Bu ayetin, Utbe bin Rebia hakkında nazil olduğu söylenmektedir. Mukatil, Ebu Huzeyfe bin Muğire el-Mahzumi hakkında indiğini söylemiştir. Bazıları da, bütün kafirler hakkında geçerli olduğunu söylerler.

9- Yoksa o, gece saatlerinde, secde ve kıyamla ibadet eden, ahiret azabından sakınan, ve Rabbinin merhametini ümit eden kimse gibi midir? De ki: Bilenlerle bilmeyenler, eşit olur mu? Ancak, sağlam akıl erbabı öğüt alır. İbn-i Kesir, Nafi ve Hamza, (Emmen) kelimesini, (Emen) şeklinde, şeddesiz olarak okumuşlardır. Diğerleri şeddeli okumuşlardır. fieddeli okunması halinde, iki durum söz konusudur. Ya, (mim) harfi “sıla” olarak ifade, cevabı saklı (mahzuf) bir soru ifadesi olur. Nitekim “Kalbini, Allah’ın İslam’a açtığı kimse, açmadığı kimse gibi midir?” ayetinde de durum böyledir. Ya da, bu ifade soru üzerine atıftır. İfadesi ise şöyledir: “Allah’a eşler koşanlar mı daha hayırlıdır, yoksa kulluk eden mi? “ fieddesiz okuyanlar (elif)’in soru edatı olduğunu düşünürler. Manası: “Bu, Allah’a eşler atfeden gibi midir?” şeklinde olur. Kimi tefsirciler de, bu “elif’in, “Nida” edatı olduğunu söylerler. Manası: “Ey ibadet eden kişi” şeklinde olmaktadır. Araplar, “Ya” harfiyle nida ettikleri gibi, aynı şekilde, (Elif) harfiyle de nida ederler. Nida harfi olarak “elif”i kullanmak suretiyle, “Ey falancı, ey falancının oğlu” (E beni fülanün ve eya beni fülanün) derler. Ayetin manası “De ki, küfrünle azıcık yaşa. Muhakkak sen cehennemliksin” olur. Ya da, “Ey geceleyin ibadet eden! Mutlaka sen cennetliklerdensin” demek olur. Bu İbn-i Abbas’ın yorumudur. Ata’nın rivayetinde ise, bu ayetin, Ebu Bekir Sıddık (r.a.) hakkında indiği söylenmektedir. Dahhak Ebu Bekir ile Ömer (r.a.) hakkında, nazil olduğunu rivayet etmiştir. Abdullah bin Ömer, Hz. Osman hakkında nazil olduğunu söyler. Kelbi ise, “İbn-i Mes’ud, Ammar ve Selman hakkında indi” der.

Page 61: Beğavi Tefsiri-7

Kanit, ibadete devam eden demektir. İbn Ömer “Kunut” Kur’an okuyup uzun süre ayakta durmaktır, demektir. Ayette geçen “bilenler” sözüyle Ammar’ın, “bilmeyenler” sözüyle de, Ebu Huzeyfe el-Mahzumi’nin kasdedildiğini söylerler.

10- De ki: “Ey iman eden kullarım, Rabbinizden korkun!Bu dünyada ihsanda bulunanlara bir güzellik vardır. Allah’ın arzı da geniştir. Sabredenlere de ecirleri hiç şüphesiz hesapsız verilir.

Ey Muhammed (s.a.v.) (tarafından) de ki: “Ey inanmış olan kullarım. Kendisine itaat ederek ve Ona isyandan kaçınarak, Rabbimiz’den sakının. Bu dünyada iyilikte bulunanlara iyilik vardır. Allah’ın yeri geniştir. Yani, iman edip, iyi amellerde bulunanlara iyi bir mükafat olan cennet vardır. Bu Mukatil’in yorumudur. Süddi şöyle demektedir. “İyilik, sıhhat ve afiyet olarak bu dünyada vardır.” “Allah’ın yeri geniştir.” ifadesi, ile ilgili olarak, İbn-i Abbas, Mü’minlere, Mekke’den hicret etmelerinin tavsiye edildiğini anlamıştır. Yine bu ayette, içinde açıkça masiyet irtikap edilen memleketlerden, şehirlerden, hicret etmeye teşvik vardır. Bazıları bu ayetin, Habeşistan muhacirleri hakkında indiğini söylerler. Said bin Cübeyr, şöyle anlamıştır: “Bir memlekette isyan ve günahlarla emrolunursa, oradan başka bir beldeye kaçsın.” Mutlaka, sabredenlere, mükafatları hesapsız olarak ödenecektir. Yani eziyetlerden dolayı dinini terketmeyerek sabır gösterenlerin mükafatları, hesapsız derecede olacaktır” manasına gelir. Kendilerine uygulanan eziyetler şiddetlendiğinde, dinlerini terketmeyerek, sabrettikleri ve hicret ettikleri için, bu ayet Cafer bin Ebi Talib ile arkadaşları hakkında nazil olmuştur” diyenler de vardır. Hz. Ali(r.a.) der ki: “Her itaatkar kişi için sevaplar ölçülüp tartılır, ancak, sabredenler için böyle yapılmaz. Onlara tartılıp ölçülmeksizin, adeta saçılır. Rivayet edilir ki: “Musibetlere sabırla katlanmış olanlara, mükafatlar öylece verilir. Onlar için ne mizan kurulur, ne de defter açılır. Onların üzerine ecirler, hesapsız miktarda saçılır. Allah (c.c.) buyuruyor ki: “Sabır ehline mükafatları, hesapsızca, o kadar verilir ki, dünyada iken selamette bulunanlar, musibete uğramış ve sabretmiş olanların elde ettikleri mükafat karşısında, vücudlarının makaslarla kesilmesini temenni ederler.

11- De ki, “ben, dini Allah’a has kılarak, yalnız ona kulluk etmekle emrolundum.”12- “Ve ben, bu ümmet içinde, Müslümanların ilki olmakla emrolundum.”13- “Ve de ki: Eğer ben, Rabbime isyan edersem, büyük bir günün azabından korkarım.”

“Ve de ki: Eğer ben, Rabbime isyan edip, O’ndan başkasına kulluk edecek olursam, büyük bir günün azabından korkarım. Bu, Peygamberimiz (s.a.v.)’in, (müşrikler tarafından) atalarının dinine çağrıldığı andır.

14- De ki: “Ben dinimi kendisine halis kılarak, yalnızca Allah’a kulluk ederim. 15-Siz de O’ndan başka, kime taparsanız tapın.

Bu ifadede, azarlama ve tehdit vardır. “İstediğinizi bilin” ayetinde olduğu gibi. “De ki, hüsrana uğrayanlar, kendilerini ve ailelerini, kıyamet gününde hüsrana uğratanlardır. Dikkat edin: İşte bu apaçık bir ziyandır. Aileden maksat, eşler ve hizmetçilerdir. İbn-i Abbas şöyle der: “Durum şöyledir: Allah Teala, her insana, cennette bir konak ve bir aile (eş) verir. Kim Allah’a itaat ederse, bu ev ve eş-aile onun olur. Kim de günah ve isyana dalarsa, cehenneme girer. Kendisine ayrılmış olan ev ve aile de, itaatkar olanlardan birisinin olur.Denir ki, kendisinin hüsranı, ateşe girmektir. Eşinin-ailesinin hüsranı ise, o kişinin, ailesiyle arasının ayrılmasıdır. İşte bu, açık bir hüsrandır.

16- Onların üzerlerinde de ateşten tabakalar ve altlarında da tabakalar vardır. İşte Allah bununla kullarını korkutuyor. Ey benim kullarım, benden korkun.

“Onlar için, üstlerinden, ateşten gölge tabakaları ve dumanları vardır. Altlarından da, yine, ateşten gölgeler vardır. Yani, altlarından da, ta cehennemin dibine kadar, ateşten döşek ve yatak vardır. Alt da, gölge diye adlandırılmıştır. Çünkü, altında bulunan için, o da gölge olur. fiu ayetteki ifade de bunun benzeridir: Onlara, (cehennemden) ateşten bir yatak ve üstlerinden de örtüler vardır. Ayetin sonu şöyle bitiyor: “Böylece Allah o cehennemle, onları korkutuyor. Ey kullarım, benden korkun!”

17- Tağuta ibadet etmekten sakınıp Allah’a dönenlere, işte onlara müjde vardır. O halde sen de müjde ver o kullarıma ki;18- Onlar sözü işitip en güzeline uyarlar. İşte onlar Allah’ın kendilerini doğru yola ilettiği kimselerdir. Ve işte bunlar özlü akıl sahibi olanların ta kendileridir.

Page 62: Beğavi Tefsiri-7

Putlara tapmaktan beri duran ve Allah’a yönelenlere, dünyada cennet müjdesi, ahirette de bağışlanma müjdesi var. Sözü (Kur’an’ı) dinleyip de en güzeline uyan kullarımı müjdele. Süddi: “Emrolunduklarının en güzelini dinleyip, onu yapanı müjdele” şeklinde tefsir etmiştir. Bazı müfessirler de, söz konusu olanın, Kur’an’da Allah (c.c.)’un zikretmiş olduğu, zalimlere galip ve afva uğratılma, mükafatlarının olduğunu, bunların en güzelinin de, afvedilmek olduğunu söylemişlerdir. Bazıları da, “en güzel” ifadesinin, “azimet hükümlerini” yani genel-geçer olan, İslam’ın, normal şartlarda geçerli olan hükümlerinin söz konusu edildiğini belirtirler. Kimileri ise, “Hem Kur’an’ı, hem de Kur’an’dan başka şeyleri dinlerler, sonuçta Kur’an’a uyarlar” şeklinde anlamışlardır. Ata, İbn-i Abbas’tan şunu rivayet eder. Ebu Bekir (r.a.) Rasulullah’a iman edince, Hz. Osman, Abdurrahman bin Avf, Talha, Zübeyr, Sa’d bin Ebi Vakkas ile Said bin Zeyd kendisine gelerek sorarlar, o da onlara iman etmiş olduğunu söyler. Bunun üzerine onlar da iman ederler. İşte bu bu olay üzerine, “Sözü dinleyip de, onun güzeline tabi olan kullarımı müjdele” ayeti nazil oldu. İşte onlar, Allah’ın kendilerini hidayete erdirdiği kimselerdir. Ve onlar akl-ı selim sahipleridirler. İbn-i Zeyd; bu iki ayetin, cahiliye döneminde bile, “Allah’tan başka ilah yoktur” (La ilahe illallah) diyen, üç kişi olan, Zeyd bin Amr bin Nefyel, Ebu Zer el-Gıfari, ve Selman el-Farisi hakkında nazil olduğunu söylerler. Sözlerin en güzeli “Allah’tan gayrı ilah yoktur” (La ilahe illallah) sözüdür.

19- Ya aleyhine azap sözü hak olmuş kimseyi, (bu yüzden) ateşte bulunan kişiyi sen mi kurtaracaksın.

“Üzerine azap kelimesi hak olanı”, yani ateşte olanı mı kurtaracaksın sen?” İbn-i Abbas, “Allah’ın ilminde”, cehennemlik olduğu malum olan kastediliyor.” demiştir. Kimileri, azap kelimesinin “Ben muhakkak cehennemi dolduracağım” ilahi kelamı olduğu söylerler. Bazıları ise, “İşte onlar ateşteler.

Beni hiç ilgilendirmez”1 sözünün azap sözü olduğunu söylemişlerdir. Senin onları kurtarmaya gücün yetmez demeyi murad ediyor Cenab-ı Hak. İbn-i Abbas, ayette sözü edilenin, Ebu Leheb olduğunu bildirmiştir.(1) Aslı astarı olmayan Garanik hikayesi, Hac suresinin 52 ayetinin tefsirinde geçmiştir. Oraya müracaat edilebilir.

20- Fakat Rablerinden sakınanlar için, altlarından ırmaklar akmakta olan üstüste yapılmış odalar vardır. Bu Allah’ın sözüdür. Allah sözünden caymaz

Üstüste konaklardan sözediliyor. Cennette birbirinden yüksek oda ve konaklar. Allah bu konakları sözü edilenlere, va’detmiştir. Asla va’dinden dönmeyecektir. Abdü’l-Vahid el-Melihi, Ahmed bin Abdillah en-Naimi’den, Naimi, Muhammed bin Yusuf’tan, o, Muhammed bin İsmail’den, o, Abdü’l-Aziz bin Abdillah’tan, o, Malik’den, Malik, Safvan bin Selim’den o, Ata bin Yesar’dan, Ata, Ebu Said el-Hudri’den, Ebu Said ise, Rasulullah’tan şöyle rivayet ediyor: “Cennet halkı (konuttakiler) üzerlerindeki konutlarda bulunanları, doğu ya da batı ufkunda, duran, billur yıldızı (gibi) gördükleri gibi görürler. Kendi şartlarından, daha üstün olduğu için.” Dediler ki: “Ey Allah’ın Rasulü, bunlar, Peygamberlerin konaklarıdır. Başkası onlara nail olamaz ki.” Rasulullah: “Hayır öyle değil. Nefsimi elinde bulundurana yemin ederim ki, onlar Allah’a inanıp, peygamberleri tasdik etmiş olan erlerdir” der.

21-Görmezmisin ki Allah gökten bir su indirip onu yeryüzünde kaynaklara yerleştirmekte, sonra onunla renkleri türlü türlü ekinler çıkarmakta, sonra o ekinler kurumaktadır. Sen de onu sararmış görürsün. Sonra onu ufalanmış çöplere döndürür. Muhakkak bunda özlü akıl sahipleri için bir ibret vardır.

“Görmedin mi, Allah’ın gökten su indirip de onu yerin içindeki kaynaklara geçiridiğini?” fia’bi der ki: “Yerin içindeki suların hepsi mutlaka gökten inmiştir.” Sonra Allah (c.c.) o suyla, renkleri çeşit çeşit olan, ekinler çıkarıyor. Kırmızı, sarı ve yeşil... “Sonra ekin kurur. Sen onu, yeşilliğinden ve yaşlığından sonra, sararmış durumda görürsün. Sonra da Allah onu, çürüyüp kırılmış bir çöp haline getirir. fiüphesiz ki, bunda aklı selim sahipleri için, bir ibret vardır.

22- Acaba kendisi Rabb’inden gelmiş bir nur üzere bulunup da -Allah’ın göğsünü İslam için genişlettiği bir kimse (sapıklıkta olan gibi) midir? Allah’ı anmaktan (yüz çevirdikleri için) kalpleri kaskatı olanların vay haline! İşte bunlar apaçık bir sapıklık içindedirler.

Page 63: Beğavi Tefsiri-7

“Kalbini, Allah’ın İslam’a açtığı kimse, Rabbinden bir nur üzerinde değil midir?” Yani, kalbini Allah’ın hakkı kabul etmeye kabiliyetli kıldığı kimse, Allah’ın, kalbini katılaştırdığı kimse gibi değildir. Ebu Said Ahmed bin İbrahim fierihi, Ebu İshak Ahmed bin Muhammed bin İbrahim Salebi’den, Salebi, İbn-i Fencevih’ten, o, Abdullah bin Muhammed bin fieybe’den, o, Ebu Cafer Muhammed bin Hasan Musuli’den (ki o Bağdatlıdır), o, Ebu ferve denen Yezid bin Muhammed’den, o, babasından, o, Zeyd bin Ebi Enise’den, o, Amr bin Merre’den, Zeyd, Abdullah bin Haris’ten, o da, Abdullah bin Mesud’dan rivayet etmişlerdir ki; İbn-i Mesud şöyle anlatır: Rasulullah (s.a.v.) “Allah’ın, kalbini İslam’a açtığı kimse, Rabbinden bir nur üzere değil midir?” ayetini okudu. Biz “Ya Rasulallah, kalbin açılması nasıl olur?” dedik. Buyurdu ki: “Nur kalbe girince, kalp açılıp genişler.” “Biz bunun alametini sorduk.” Rasulullah, “Ebediyet yurduna yönelmek, aldanma dünyasından kaçınmak ve ölmeden önce, ölüme hazırlık yapmak, onun belirtilerindendir” buyurdular. Ayetin devamında Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: “Allah’ı anmağa karşı kalpleri katılaşmış olanlara eyvahlar olsun” Onlar apaçık bir sapıklık içindedirler. Malik bin Dinar, der ki: “Kul, kalp katılaşmasından daha büyük bir cezaya uğramaz. Allah (c.c.), bir topluma gadap edince, mutlaka rahmetini o kimseden çekip alır.”

23- Allah sözün en güzelini müteşabih tekrar edilen (mesani) bir kitap halinde indirmiştir. Ondan dolayı Rablerine kalpden saygı duyanların derileri ürperir. Sonra Allah anıldığı için derileri ve kalpleri yumuşar. Bu Allah’ın hidayetidir. Onunla dilediğine hidayet verir. Allah’ın saptırdığı kimseyi doğru yola ileten olmaz.

“Allah, ayetleri güzellikte birbirine benzeyen, birbirini doğrulayan, ve içinde çelişki ve ihtilaf bulunmayan, sözlerin en güzelini, bir kitap olarak indirdi.” O mesanidir. Yani, içinde mükafat ve tehdit sözleri, emir, nehiy, haberler ve hükümler vardır. Rablerinden korkanların, ondan, derileri ürperir, titrer, muzdarip olur. İkşi’rar, korku ve telaş anında, insan derisinde görülen, değişmedir. “Asıl söylenmek istenenin, ciltler değil, kalplerdir” diyenler de vardır. Sonra, derileri ve kalpleri Allah’ı zikretmek için yumuşar. Yani, azap ayetleri zikredildiği zaman, Allah’tan korkanların derileri ürperir, rahmet ayetleri anıldığında ise, kalpleri yumuşayıp, huzura erer. Nitekim “Dikkat edin, kalpler, yalnızca Allah’ı zikretmekle huzura kavuşur” ayeti de bunu vurgulamaktadır. Mananın aslı, “yani, korkudan dolayı, kalpleri ürperir, ümit esnasında ise, yumuşar. Ebu Said fierihi, Ebu İshak Salebi’den, Salebi, Hüseyin bin Muhammed bin Abdus bin Kamil’den, o, Yahya bin Abdü’l-Hamid el-Hamim’den, Yahya, Abdü’l-Aziz bin Muhammed’den, o, Yezid bin Hadi’den, o, Muhammed bin İbrahim Teymi’den, o, Ümmü Gülsüm binti Ömer’den, o da, Abbas bin Abdü’l-Muttalib’den rivayet etmişlerdir. Rivayete göre Rasulullah şöyle buyurmuştur: “Kulun derisi Allah korkusuyla ürperince, tıpkı kuru ağaçtan, yapraklarının dökülmesi gibi, o kulun günahları kendisinden dökülür. Ebu Said fierihi, Ebu İshak Sa’lebi’den, Sa’lebi, Hüseyin bin Muhammed’den, o, Ahmed bin Cafer bin Hamdan’dan, o, Musa bin İshak el-Ensari’den, Ebu İshak Ensari, Muhammed bin Muaviye’den, o Leys bin Sa’d’dan, o da, bu senedle, Yezid bin Abdillah bin Had’dan naklederek şöyle demektedir: “Kulun derisi Allah korkusuyla titreyince, Allah onu cehenneme haram kılar. Katade, bunun, Allah’ın evliya kullarının, (O’nun dostlarının), sıfatı olduğunu, onların, Allah korkusuyla derilerinin ürperip, kalplerinin de zikrullah ile mutmain olduğunu, bildirmiştir. Allah onları, akıllarının başlarından gitmesiyle ve bayılmakla vasıflandırmamıştır. Böylesi, bidatçıların işidir. Bu durum şeytandandır.Ebu Said fierihi, Ebu İshak Salebi’den, o, Hasan bin Muhammed Fencevih’ten, o, İbn-i fieybe’den, o, Hamdan bin Davud’dan, o, Seleme bin fieyb’den, o, Halef bin Seleme’den, Halef, Heşim’den, o, Husayn’dan, o da, Abdullah bin Urve bin Zübeyr’den nakleder ki: Abdullah şöyle demiştir: “Ninem, Ebu Bekir kızı Esma’ya; “Rasulullah’ın sahabileri, Kur’an okunurken nasıl yaparlardı? diye sordum. Dedi ki: “Allah’ın onları vasıflandırmış olduğu şekilde, gözleri ağlar, derileri de ürperirdi.” Sonra ona: “Bu günün insanları, Kur’an okunup da dinlerlerken, içlerinden biri bayılıp gidiyor” dedim. Ninem bana: “Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım” dedi. Yine aynı senedle Seleme’den, o, Yahya bin Yahya’dan, o da, Said bin Abdirrahman el-Cemhi’den, İbn-i Ömer’in şöyle anlattığı rivayet edilmiştir. Irak halkından olan bir adam düşüverir. Abdullah bin Ömer, “ona ne olduğunu” sorar. Ona, “kendisine Kur’an okunduğunda ya da kendisi Kur’an dinlediğinde, onun düştüğünü” söylerler. İbn-i Ömer der ki: “Biz de muhakkak Allah’tan korkuyoruz,

Page 64: Beğavi Tefsiri-7

ama biz düşmüyoruz! fieytan mutlaka onlardan birinin içine girmiş, zira Rasulullah’ın ashabı böyle şeyler yapmazlardı.” İbn-i Sirin’e kendilerine Kur’an okununca, düşüp bayılanların durumu sorulur da, şöyle buyurur: “Onlarla anlaşalım. İçlerinden biri bir binanın üstüne çıkıp, ayaklarını çatının saçaklarından salıversin. Sonra, Kur’an baştan sona kadar kendisine okunsun. Eğer kendisini ordan aşağı atarsa, o gerçektir.” İşte sözlerin en güzeli olan bu Kur’an, Allah’ın rehberidir. Dilediğini onunla doğru yola ulaştırır, Allah kimi de saptırırsa, artık ona doğru yolu gösteren bulunmaz.

24- Kıyamet gününde azabın kötüsünden yüzünü korumaya çalışan kimse (azab görmeyecek kimse gibi) mi? Zalimlere de: “Kazandıklarınızı tadınız” denilir.“Kıyamet gününde, kim yüzünü, azabın en kötüsünden koruyabilir?” Mücahid der ki: Cehennemlik olan kimse, yüzüstü ateşe atılır.” Ata, “Belini eğmiş olarak cehenneme atılır. Ona ilk temas eden şey, yüzüne dokunan ateştir”der. Mukatil’in yorumu ise, şöyledir. Kafir, elleri buynuna kenetlenmiş bir vaziyette cehenneme atılır. Boynunda da kibritten, kocaman bir dağ gibi olan kaya vardır. O taşın içinde, ateş yanmaktadır. Taş boynunda asılı olup, sıcaklığı ve alevi, yüzünü dağlamaktadır da, o kafir onu kendisinden savamaz. Çünkü, elinde ve boynunda sanki, demir halkalar buna mani olmaktadır. Ayetin ifadesi şöyle olmaktadır: “Yüzünü, azabın en beterinden korumaya çalışanla, azaptan muaf olan bir olur mu?” Zalimlere cehennem bekçileri, “Tadın kazancınızın günahını” derler.

25- Onlardan öncekiler yalanlamıştı da, bilmedikleri bir yerden azab onlara geliverdi.

O Mekke kafirlerinden önceki kafirler de peygamberleri yalanlamışlardı da, Allah’ın azabı onlara, hiç beklemedikleri bir yerden gelmişti. (Yani, onlar, azabın farkında olmaksızın, kendilerini güvende hissettikleri bir anda, azap onları yakaladı.)

26- Bu sebepten Allah dünyada onlara rüsvaylığı tattırdı. Ahiret azabı ise elbette daha büyüktür. Eğer bilselerdi.

Allah (c.c.) onlara, dünya hayatında, azabı ve rezilliği tattırdı. Ahiretin azabı ise, daha büyüktür. Keşke onlar bilseydiler.

27- Andolsun ki, biz bu Kur’an’da öğüt almaları için, insanlara her misali verdik.28- Sakınmalarını temin etmek için, (o kitabı,) pürüzsüz, Arapça bir Kur’an olarak indirdik.

İbn-i Abbas, “İhtilafsız” terimini kullanmıştır. Mücahid ise, “karışık olmayan, açık-seçik” ifadesini tercih etmiştir. Süddi, “yaratılmamış bir Kur’an” tanımlamasını yapar. Malik bin Enes’ten de, bu mana rivayet edilmiştir. Süfyan bin Uyeyne, yetmiş Tabii’den Kur’an’ın yaratıcı ve yaratık olmadığını rivayet etmiştir. Böyle olması, insanların küfür ve yalandan korunmaları içindir.

29- Allah kötü huylu, ortak bir kaç efendisi olan bir adam ile yalnızca bir efendiye ait olan bir diğer adamı misal verir. Bu ikisi örnek olarak eşit olurlar mı? Hamd, yalnız Allah’adır. Fakat onların çoğu bilmez.

Allah (c.c.) misal veriyor: “Kendisi hakkında çekişen bir çok kişinin ortak malı olan bir köle ile, yalnız bir tek kişiye ait olan kölenin durumu bir midir?” buyuruyor. Kisai, (racülen) adam (köle) kelimesinin (Mesele) kelimesinin tefsiri olduğu için mensub bulunduğunu söylemiştir. Müteşakis kelimesi, ihtilaf çıkaran, kötü huylu manasındadır. İnsanlara muhalefet edip, hakkına razı olmayan insanlar bu tabirle ifade edelirler. (Selemen) kelimesini, Mekke ve Basra alimleri, (salimen) şeklinde okumuşlardır. Bir kimseye, bir şeye ait olan, hakkında ortaklık bulunmayan demektir. Diğerleri, (selemen) olarak okumuşlardır. Onun manası da, hakkında tartışma olmayan demektir. Allah (c.c.) bu misali, çeşitli ilahlara tapınan kafir bir kimse ile, tek Allah’a kulluk eden mü’min kimseyi ifade etmek üzere misal vermiştir. Bu ikisi hiç eşit olur mu? şeklindeki soru, inkar sorusudur. Asla bir olmaz manası taşır. Hamd ve övgünün her türlüsü, yalnızca Allah’a mahsustur. Ancak, onların çoğu bilmiyorlar. Tamamı bilmiyorlar manasındadır.

30- Mutlaka, sen de öleceksin, onlar da ölecekler.

Ferra ve Kisai, (Meyyit) kelimesinin şeddeli hali, henüz yaşamakta olan insanların ölümlü olduklarını, öleceklerini, şeddesiz halinin ise, ölmüş olanların ölmüş olduklarını anlatır” derler. Burada şeddeli

Page 65: Beğavi Tefsiri-7

olmasının sebebi, sözü edilen, Peygamberimizin ve müşriklerin henüz ölmemiş olmalarıdır. (Tabi ki,

ayet nazil olduğu zaman)1

(1) Mütercim

31- Sonra siz, kıyamet gününde, Rabbinizin divanında, davalaşacaksınız.

İbn-i Abbas, sözü edilenlerin, Hak ve batıl ehli ile, zalim ve mazlum olduğunu söyler. Bize Ebu Said fierihi, Ebu İshak Salebi’den, Sa’lebi, İbn-i Fencevih’den, o, İbn-i Malik’ten, o, İbn-i Hanbel’den, o, babasından, babası, İbn-i Nümeyr’den, o, Muhammed bin Amr’dan, o, Yahya bin Abdirrahman bin Hatip’den, o, Abdullah bin Zübeyr’den, o da, Zübeyr bin Avvam’dan, naklederler ki, bu ayet indiği zaman, Zübeyr, “Ya Rasulallah; dünyada büyük günahlarla bizim aramızda olan (günah) bize tekrarlanır mı?” diye sordu. Rasulullah: “Evet, her hak sahibine hakkı verilinceye kadar tekrarlanır” der. Zübeyr diyor ki: “Andolsun, durum çok çetindir.”İbn-i Ömer ise: “Bir süre yaşadık. Biz bu ayetin hem bize ve hem de ehl-i kitaba indirilmiş olduğunu öğrendik” demiştir. Ve yine der ki: “Kitabımız ve dinimiz bir olduğu halde, biz nasıl olur da, tartışıp kavga edebiliriz?” derdim. Nihayet gördüm ki, kimimiz kimimizin yüzüne, kılıç vuruyordu. Anladım ki bu ayet bizim için, bizim hakkımızda inmiş. Bu ayetle ilgili olarak, Ebu Said el-Hudri’den şu rivayet gelmiştir: “Bizler: Rabbimiz bir, dinimiz bir, Peygamberimiz de bir olduğu halde bu husumet de ne oluyor? derdik. Vakta ki, Sıffin günü gelip de, bazımız bazımıza kılıçla vurunca, işte bu ayetin delaleti budur” dedik. İbrahim’in rivayeti şöyledir: Bu ayet nazil olduğu zaman “Bizler kardeş olduğumuz halde nasıl düşmanlık ve husumet yaparız” diyorlardı. Hz. Osman şehid edildiği zaman, “husumetimiz bu mu?” dedi.Bize Abdü’l-Vahid bin Ahmed bin Melihi, Ebu Muhammed Abdurrahman bin Ebi fierih’den, o, Ebu’l-Kasım Abdullah, bin Muhammed bin Abdü’l-Aziz el-Beğavi’den, o, Ali bin Ca’d’dan, o, İbn-i Ebi Zi’b’den, o, Said el-Makberi’den, o da, Ebu Hureyre’den rivayet ederler ki; Nebi (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Mü’min kardeşinin ırzına ya da malına haksızlık yapmış olan, dinar ve dirhemin geçmediği hesap günü gelmeden, bu dünyada ondan helallik dilesin. Haksızlık edenin iyi ameli varsa, orada, haksızlığı-zulmü oranında o amelinden alınır. fiayet zulmedenin sevabı yoksa, mazlumun günahından alınıp, zalime yüklenir?” Bize Ebu Abdullah Muhammed bin Fusayl Harki, Ebu’l-Hasan Taberi’den, o, Abdullah bin Ömer el-Cevheri’den, o, Ahmed bin Ali Kişmihini’den, o, Ali bin Hacer’den, o, İsmail bin Cafer’den, o, Ala’dan, Ala, babasından, o da, Ebu Hureyre’den, Rasulullah’ın şöyle buyurmuş olduğunu rivayet ederler: Rasulullah buyuruyor. “Müflis kimdir? Bilir misiniz?” Oradakiler: “Bize göre müflis, parası ve malı olmayandır” derler. Allah’ın Rasulü: “Ümmetimden iflaskar olan, kıyamet günü, namaz, oruç ve zekat sevaplarıyla gelip de, şuna sataşmış olan, buna küfretmiş, ötekinin malını yemiş, berikinin kanını dökmüş ve falancayı dövmüş olmasından ötürü, sevaplarından, şu kadar, şu kadar alınıp, hak sahiplerine verilen kimsedir. Üzerindeki hakların hepsi ödenmeden sevapları tükenirse, hak sahiplerinin günahlarından alınıp, onun günahlarına eklenir. Sonra da cehenneme atılır” buyurmuştur.

32- Allah’a karşı yalan söyleyenden ve hak kendisine geldiğinde yalanlayandan daha zalim kimdir? Kafirler için cehennemde yer mi yok?

“Allah’ın çocuğu ve ortağı olduğunu idda ederek O’na iftira edenden, Kur’an’ı yalanlayan (kendisine geldiği zaman) dan daha zalim olan kimdir ki?! Cehennem’de, kafirler için, bir konak yok mudur?! Bu soru, takrir ifade etmektedir.

33- Doğruyu getiren ve onu doğrulayan (lar) ise, onlar sakınanların ta kendisidir.

“Doğuruyu getirip, onu tasdik edene gelince”... İbn-i Abbas, hem doğruyu yani, tevhid inancını getiren ve hem de onu tasdik eden ve halka tebliğ eden olduğunu söylemiştir. Süddi, doğruyu getiren sözüyle, Kur’an’ı getiren Cebrail’in, onu tasdik eden sözüyle de, Rasulullah’ın, onu canla başla kabul etmiş olan Peygamberimizin söz konusu edildiğini söyler. Kelbi ile Ebu’l-Aliye; Doğruyu getiren Rasulullah, tasdik eden de, Ebu Bekir Sıddık’tır derler.” Katade ve Mukatil, doğruyu getirenin Hz. Muhammed, tasdik edenin de, bütün mü’minler olduğunu söylemişlerdir. “Onlar takva sahipleridirler” ayeti de bunu

Page 66: Beğavi Tefsiri-7

telmih ediyor. Ata, şöyle demektedir: “Doğruyu getiren, peygamberler, onu tasdik eden de, onların ümmetleri, tabiileridir.” Bu durumda, ayetin başındaki tekil ilgeç (ellezi) çoğul (ellezine) manasında bulunmuş olur. Nitekim (Meselühüm kemeseli’l-lezi’stevkade naran) “Onların misali, şu ateş yakanların ki gibidir” ayetindeki tekil ilgeç, mana bakımından çoğuldur. (İlgeç: İsm-i mevsul) Allah buyuruyor: “Allah onların nurlarını (ışıklarını) söndürmüştür. Hasan Basri, mü’minler, Kur’an’ı dünyada tasdik ederler, ahirette de, getirirler der. İbn-i Mes’ud’un okuyuşunda, ism-i mevsul çoğul formdadır. (Ellezine) şeklinde Ayetin son bölümü: “İşte takva sahibi olanlar, onlardır.”

34- Rablerinin yanında, onlara, ne isterlerse vardır. İşte, güzel davrananların mükafatı budur. 35- Bunu sebebi, Allah’ın onlardan, yaptıklarının en kötüsünü örtüp, afvetmek ve en iyisi ile de onların ecirlerini vermeyi murad etmesindendir.

Mukatil der ki: “Böyle kullarını, Allah, iyi amelleri ile ödüllendirir. Kötü amellerine ceza vermez.

36- Allah kuluna yetmez mi?Halbuki onlar seni O’ndan başkaları ile korkutuyorlar. Allah kimi saptırırsa doğru yola ileten olmaz.

“Allah kulu Muhammed’e yetmiyor mu?” Yani, Allah (c.c.) Muhammed (s.a.v.)’e yetmez mi? Elbette yeter. Ebu Cafer, Hamza ve Kisai, (ibadehu) şeklinde çoğul olarak okumuştur ki, “Allah (c.c.) peygamberlerine muhakkak yeter” manasına gelmektedir. Halbuki kavimleri onlara, kötülük yapmak istemişlerdi. Bir ayette de, “Her ümmet peygamberine onu yakalamak için saldırmıştır” yani, Allah (c.c.) o peygamberine, ona düşmanlık yapanlara karşı yeter. Ey Muhammed (s.a.v.), onlar seni, Allah’tan başkaları ile korkutuyorlar. Putperestler, Rasulullah’ı putların gazabıyla korkuturlardı. Ayet bunu dile getiriyor.Onlar diyorlardı ki, “Ya ilahlarımıza sataşmaktan vazgeç, ya da, o ilahlarımızdan size delilik ve mecnunluk dokunacaktır. Allah (c.c.) kimi saptırırsa, onu kimse doğru yola erdiremez.

37- Allah kime hidayet verirse onu da saptıracak olmaz. Allah muhakkak galip ve intikam alıcı değil midir?

Allah (c.c.), kimi de hidayete erdirirse, onu da saptıracak hiç kimse bulunmaz. Allah, hükümranlığında çok güçlü ve düşmanlarından intikam alıcı değil midir?

38- Eğer onlara, gökleri ve yeri kim yarattı diye sorsanız, “Allah” diyeceklerdir. Gördün mü? Allah’tan başka çağırdıklarınız, Allah bana zarar vermek dilediği takdirde, onlar O’nun verdiği zararı kaldırabilir mi? ya da Allah bana bir nimet bereket vermek isterse, onlar o nimete engel olabilirler mi? De ki: Bana Allah yeter, Tevekkül edecekler, yalnız O’na güvenip dayanır. Basralı kıraatcılar, (kaşifatun) ve (Mumsikatun) kelimelerini tenvinli, (Durrihi) ve (rahmetihi) kelimelerini de mensub okumuşlardır. Diğer kıraatçılar ise, ilk iki kelimeyi tenvinsiz, son iki kelimeyi ise, birincinin ikinci harfi olan (ra)’yı esre harekeli, ikinci kelimenin (Te) harfini tamlama olarak okumuşlardır. Mukatil der ki: “Rasulullah onlara sordu. Onlar sustular. Bunun üzerine Allah (c.c.) şöyle buyurdu: “Ey Muhammed, onlara de ki: “Bana Allah yeter, ona güveniyorum, ona itimad ediyorum. Tevekkül edenler, O’na dayansınlar. Yani güvenecek olanlar, ona güvensinler.”39- De ki: “Ey kavmim, elinizden geleni yapın, ben de yapacağım. Yakında bileceksiniz. 40- Kendisini rezil edecek azabın kime geleceğini ve kalıcı azabın kimin üzerine ineceğini.41- Biz bu kitabı insanlar için sana hak ile indirdik. Kim hidayete ererse, kendi lehine olur. Kim de yoldan çıkarsa, ancak kendi aleyhine sapıtır. Sen onların üzerinde bir vekil değilsin.

Yani, sapıklığın günahı kendi aleyhinedir. Sen onlar üzerine vekil değilsin. Yani, koruyucu, gözetleyici değilsin. Onlara güvenme, Onlarla uğraşma.

42- Allah ölümleri vaktinde ruhları alır. Ölmeyeninkini de uykusunda (alır). Hakkında ölüm hükmettiği (kimselerin ruhları) nı tutar, diğerini ise belli bir süreye kadar salıverir. Muhakkak bunda iyice düşünen bir topluluk için ayetler vardır.

“Allah ruhları öldürür.” Bu ecelin geldiği esnada olur. Zaten rızkı da o esnada bitmiştir. Ölümü anında öldürür, ifadesinin, cesedin ölmesi esnasında ruhunu da öldürür şeklinde yorumlamışlardır. Ölmemiş olan ruhları da öldürür. Uyku anında öldürülen akıl ve temyiz melekesi bulunan candır. Her insanın iki nefsi vardır. Biri hayat nefsi ki, ölüm anında ayrılır, ve onun ayrılmasıyla can çıkmış olur. Diğeri ise,

Page 67: Beğavi Tefsiri-7

temyiz nefsi olup, uykuda sahibini terkeder. Bu nefis, uykudan sonra, tekrar o nefsin sahibine döner. Allah ölümüne hükmettiği canı yanında tutar. Ölümüne hükmetmediğini ise, salıverir belli bir süreye kadar. Böyle yapmasında, mutlaka, düşünen bir toplum için ibretler vardır. Hamza ve Kisai, (kudiye) şeklinde, fiili meçhul olarak okumuşlardır. (el-mevte) kelimesi ise, ayetin başındaki (yeteveffa) fiilinin mefulü olduğundan dolayı mensub -son harfi fethalı-dır. Kimileri, insanda, bir nefis, bir de ruh olmak üzere iki tür manevi varlık bulunduğunu, uyku esnasında, nefsin çıktığını, ruhun ise çıkmadığını söylerler. Ali (r.a.) der ki: “Uyku anında ruh bedenden çıkar, şuası, yani ışığı kalır. Onun sayesinde kişi rüya görür. Kişi uyandığında ise, derhal ruh geri döner.” Yine bazıları, uyku esnasında, canlı ve ölü ruhlarının biraraya gelip tanıştıklarını, Allah’ın dilediği kadar beraber kaldıklarını, sonra cesedlere dönmek istediklerinde ise, ölülerin ruhlarını Allah’ın kendi yanında tutup, hayattakilerin ruhlarının da, cesetlere dönmek üzere salı verdiğini söylerler. Ölünceye kadar bunun böyle olduğunu belirtirler. Bize Abdü’l-Vahid el-Melihi, Ahmed bin Abdullah en-Naimi’den, Ahmed, Muhammed bin Yusuf’tan, o, Muhammed bin İsmail’den, o, Ahmed bin Yunus’tan, o, Züheyd’den, o, Abdullah bin Ömer’den, o, Said bin Ebi Said el-Makberi’den, o da, babasından, babası da, Ebu Hüreyre’den rivayet etmiştir. Ebu Hüreyre, Allah Rasulü’nün şöyle buyurduğunu rivayet eder: “Sizden biri, yatağına girdiği zaman, gömleği içinde iken yatağını silkelesin. Çünkü, o, geride, aleyhine olan ne bıraktığını bilemez. Sonra şöyle desin: Ya Rabbi. Senin isminle başımı yastığa koydum. Onu sana emanet ediyorum. fiayet ruhumu alırsan, ona acı, merhamet et. Eğer salıverirsen, onu, salih kullarını koruduğun şekilde koru.” Ruhları hatasız bir şekilde, geri gönderilmesi gerekenleri geri gönderen, yanında tutulması icap edenleri kendi yanında tutan Allah’ın bu, şaşmaz nizamında, O’nun sonsuz gücüne işaret eden, açık deliller vardır. Mukatil der ki: Uyuyanın ruhunun ölmesinde, ve uykudan sonra tekrar bedenine dönmesinde, düşünen bir toplum için, ahirette dirilişe dair, alametler vardır.”

43- Yoksa onlar, Allah’dan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki:“Ya onlar birşeye malik olmasalar ve akıl erdirmeseler de mi? (Hala onları şefaatçi mi göreceksiniz)

“Ey Muhammed, yoksa onlar Allah’tan başka şefaatçılar mı edindiler? Onlara de ki: “O ilahlarınız, hiç bir şefaat yetkisine sahip olmasalar ve düşünemeyen varlıklar da olsalar bile, yine de onlara tapınacak mısınız?” Aslında cümlede şartlı soru öbeği bulunup, cevabı yanı da mevcut değildir. Mahzuftur. Bu cevap şöyle takdir edilir: “Bu eksik sıfatlara rağmen mi onlara tapınacaksınız?”

44- De ki: Bütün şefaat Allah’ındır. Göklerle yerin mülkü yalnız O’nundur. Sonra O’na döndürülürsünüz.

De ki: “fiefaat yetkisi, tamamıyla Allah’a aittir.” Mücahid’in yorumuna göre: Onun izni olmadan hiç kimse şefaatte bulunamaz. “Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Sonra ona döndürüleceksiniz.”

45- Allah bir olarak anılsa ahirete inanmayanların kalbi tiksinir. O’ndan başkası anılsa, hemen yüzleri güler.

Allah’ın ismi tek başına anıldığı zaman, ahirete inanmayanların kalpleri ürker, nefret eder. İbn-i Abbas, Mücahid ve Mukatil: “Kalpleri tevhidden yüz çevirir” demişlerdir. Katade, “büyüklenir” şeklinde yorumlar. İşmi’zaz kelimesinin kök manası, nefret etme ve kibirlenmedir. “(Onların yanlarında) Allah’tan başkaları, yani putlar anıldığı zaman ise onlar, hemen sevinirler.” Mücahid ve Mukatil, ayetin, Rasulullah Necm suresini okurken, şeytanın gelip, “bu en büyük uydurmadır” şeklinde kuruntusunu dile getirmesiyle, kafirlerin sevinmesi olayını ifade ettiğini söylerler.

46- De ki: “Ey göklerin ve yerin yaratıcısı, gizliyi ve aşikarı bilen Allah’ım. Ayrılığa düştükleri hususlarda, kulların arasında, ancak hüküm verirsin”

Bize, İmam Ebu Ali Hüseyin bin Muhammed el-Kadi, Ebu Naim el-İsferayini’den, o, Ebu Avane’den, Avane Sülemi’den, o, Nasır bin Muhammed’den, o, İkrime bin Ammar’dan, o, Yahya bin Ebi Kesir’den, o da, Ebu Seleme’den haber verdi. Ebu Seleme şöyle anlatmıştır: “Hz. Aişe’ye,”Rasulullah geceleyin namaza nasıl başlardı? diye sordum. Dedi ki: “Ey Cebrail, Mikail ve İsrafil’in Rabbi; göklerin ve yerin yaratıcısı, gizliyi ve aşikarı bilen Allah’ım. Hakkında ayrılığa düştükleri hususlarda kulların arasında, ancak sen hüküm verirsin. Hakkında ihtilafa düştüğüm hakikati, müsaadenle bana göster. Çünkü sen, istediğini doğru yola iletirsin.”

Page 68: Beğavi Tefsiri-7

47- Eğer yerdekilerin hepsi zulmedenlerin olsa, ve bir o kadarı daha kendilerinin olsa, kıyamet gününde, o kötü azaba karşılık onları fidye olarak verirlerdi. Çünkü, Allah’tan, hiç hesap etmedikleri bir şeyle karşılaşırlar.

Mukatil’in yorumu: “Dirildikleri zaman, dünyada iken, ahirette asla başlarına gelebileceğini hesap etmedikleri bir şeyle karşılaşırlar” şeklindedir. Süddi şöyle der: “Onlar, iyilikler sanırlarken, hemen onlar kötülüklere döndürülür. fiu demektir: “Onlar putlara tapınmakla Allah’a yakınlaşacaklarını düşünüyorlardı. Ama, onlar sebebiyle cezalandırıldıkları zaman, Allah tarafından, hesap etmedikleri durum karşılarına çıkmış olacak.” rivayet olunur ki, Muhammed bin Münkedir, ölüm anında, sızlanır. Kendisine sebebi sorulduğunda: “Beklemediğim şeyle karşılaşmaktan korkuyorum” der.

48- Kazandıkları amelin fenalıkları kendilerine görünecek ve alaya aldıkları şey onları çepeçevre sarıp kuşatacaktır.

fiirk ve peygamberlere zulmetmek gibi, yaptıkları kötülüklerin sonucuyla karşılaşırlar. Alay etmiş oldukları şey, kendilerini kuşatır.

49- İnsana bir sıkıntı dokunduğu zaman bize dua eder. Sonra ona, kendi yanımızdan bir nimet verdiğimizde ise, “Bu bana bilgim sayesinde verildi” der. Halbuki, o bir imtihandır. Ancak çoğu bilmezler.

“Çoğu bunun bir istidraç ve deneme olduğunu bilmez.” Onlar düşünürler ki, kendilerine verilen bu nimet, kendilerinin o nimete layık olduğunu bildiği içindir. Mukatil: “Allah’ı iyi bilmemden dolayı Allah bu nimeti bana veriyor” dediklerini söyler. Burada (ayette) kinaye vardır. Çünkü, “nimet” kelimesiyle, nimet vermek anlatılmakta ve kasdedilmektedir. Bu nimet verme, bir azdırma imtihanıdır. Kimileri, “onların söyledikleri kelime bir fitnedir” derler.

50- Onlardan öncekiler de öyle söylemişlerdi. Ancak onların kazandıkları şeyler kendilerine fayda vermedi.

Burada kasdedilen Karun’dur. O, “bu nimet bana bilgimden dolayı veriliyor” demişti. Ayetin devamı: “Ancak, onların kazandıkları, yani irtikap ettikleri küfür fiili, onları azabın zerresinden bile kurtaramayacaktır.

51- Sonunda da kazandıkları o amellerin kötülükleri kendilerine gelip çattı. Bunlardan zulmedenleri de kazandıklarının kötülükleri yakında gelip bulacaktır. Onlar aciz bırakamazlar.

Yaptıklarının kötülüğü, sonunda başlarına geldi. Yani, haketmiş oldukları karşılık olan azapla karşılaştılar. Sonra Allah (c.c.), Mekke kafirlerine azap vadederek, “Bunların zalimlik yapanları da, aynı şekilde, kazandıklarının kötü sonucunu görecekler. Onlar o azabı, başlarından savamazlar. Çünkü dönüşleri Allah’adır.

52- Bilmiyorlar mı ki? Allah, dilediğine rızkı genişletip yayar ve kısar. fiüphesiz bunda inanan bir toplum için, ayetler vardır.53- De ki:“Ey nefisleri aleyhine ileri giden kullarım. Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları mağfiret eder.’Muhakkak ki O, çok cok mağfiret edendir, rahmet edendir.

“Onlara tarafımdan de ki: “Ey kendi zararlarına israfkar davranan kullarım. Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin.” Said bin Cübeyr, İbn-i Abbas’tan rivayet ediyor: “Müşriklerden bir grup insan, çok çok adam öldürüyorlardı ve çokça zina yapıyorlardı. Sona Rasulullah’a gelip, dediler ki: “Senin bizi çağırdığın şey çok güzel. Keşke yaptıklarımıza karşı keffaret olduğunu bize bildirsen” dediler ve hemen bu ayet nazil oldu. Ata bin Ebi Rebah İbn-i Abbas’tan şöyle rivayet etmektedir. “Allah Rasulü, Vahşi’ye elçi gönderip, onu İslam’a davet etmek istedi. Vahşi de O’na elçi göndererek: “Sen, adam öldürenin, şirke bulaşanın ve zina edenin günaha ve cezaya atılıp, kendisi için azabın katlanacağını iddia ederken, nasıl oluyor da, beni dinine davet ediyorsun?” Halbuki ben bunların hepsini işlemiş durumdayım” der. Bunun üzerine Allah (c.c.) “Tevbe edip, iman eden ve iyi ameller işleyen bundan istisna” ayetini indirir. Vahşi, “Bu çok çetin bir şart bana. Ben buna güç yetiremem. Öyle değil mi?” diye karşılık verir. Bunun üzerine, Allah (c.c.)

Page 69: Beğavi Tefsiri-7

“Allah, kendine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındakilerden, dilediğini bağışlar” ayetini indirir. Vahşi bu ayet karşısında, “fiimdi ben hala şüphe içindeyim. Bilemiyorum ki, Allah beni afveder mi, yoksa etmez mi?” der. Sonra Allah “Ey kendisi aleyhine azgın davranan kullarım (de), Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin” ayetini indirir. Bu ayetten sonra, Vahşi “Evet şimdi tamam” der ve gelip Müslüman olur. Müslümanlar derler ki: “Bu, özellikle Vahşi’ye has bir hüküm müdür, yoksa bütün Müslümanları kapsayan, umumilik arzeden bir hüküm müdür?” Yapılan rivayete göre, İbn-i Ömer şöyle demiştir: “Bu ayet, Abbas bin Ebi Rabia, Velid bin Velid ve Müslümanlardan bir grup hakkında indi. Onlar Müslüman olmuşlardı. Sonra imtihan edilip, azap gördüler. Onlar sınanıyordu, biz ise, “Allah bunlardan, asla ne sadakalarını kabul eder, ne de ibadetlerini. Bir topluluk Müslüman oldu, sonra da azaba uğramaktan ötürü, dinlerini terkettiler” diyorduk. bunun üzerine bu ayetler indi. Onları Hz. Ömer kendi eliyle yazıp, sonra, İyaş bin Rebia, Velid bin Velid ve öbür gruba gönderdi. Onlar da Müslüman oldular ve hicret ettiler. Mukatil bin Hayyan, Nafi’den, o da, İbn-i Ömer’den rivayet etmişlerdir. İbn-i Ömer demiştir ki: “Bizler Rasulullah’ın sahabileri şöyle düşünüyor veya söylüyorduk: “Hiç bir iyiliğimiz yoktur ki, kabul edilmiş olmasın.” Nihayet, “Allah’a ve Rasule itaat edin. Amellerinizi boşa çıkarmayın” ayeti indi. Bu ayet inince, biz: “Nedir bu amellerimizi boşa çıkaracak olan?” dedik. Sonra da, “Büyük günahlarla, hayasızlıklar olsa gerek” dedik. Dedi ki: “Biz birinin başına o günahlardan bir nebze geldiğini gördüğümüz zaman, “O mahvoldu” derdik. Sonra bu ayet indi. Bu sefer, bu konuda konuşmaktan vazgeçtik. Artık böyle bir günaha bulaşanı görünce korkar olduk. fiayet öyle bir günah işlemezse, ümitlenirdik. Ayette geçen “israf” kelimesinden kasıt, büyük günah işlemektir. Rivayete göre, İbn-i Mes”ud, mescide girer. Bir de ne görsün, bir hikayeci, hikaye anlatıyor. Cehennemi ve zincirleri hatırlatıyor. Adamın başına dikilir ve ona: “Ey kıssacı, insanları niçin ümitsizliğe sevk ediyorsun?” der. Sonra, “Ey kendisi aleyhine haddi aşan kullarım, Allah’ın rahmetinden, ümit kesmeyin” ayetini okur.Bize, Ebu Bekir bin Heysen et-Türabi, Ebu Muhammed Abdullah bin Ahmed el-Hamavi’den, o, Ebu İshak’dan, o, İbrahim bin Hazim’den eş-fiaşi’den, o, Abdullah bin Hamid’den, o, Hayyan bin Hilal’den, o, Süleyman bin Harb’dan, o, Haccac bin Mihhal’den; onlar demişlerdir ki; “Bize Hammad bin Seleme, Sabit’ten, Sabit, fiehr bin Husip’ten, o da, Esma binti Yezid’den rivayet etti.” Esma şöyle demiştir. Rasulullah’tan, “Ey nefsi aleyhine haddi aşan kullarım. Allah’ın rahmetinden ümitsizliğe düşmeyin. Çünkü Allah, günahları tamamıyla bağışlar” ayetini okuduğunu ve “Ben karışmam” dediğini duydum. Bize, Abdü’l-Vahid Melihi, Ahmed bin Abdillah en-Naimi’den haber verdi. O, Muhammed bin Bişar’dan, o, İbn-i Ebi Adiy’den, o, fiu’be’den, fiu’be, Katade’den, o, Ebu Sıddık Naci’den, o da, Ebu Said el-Hudri’den Allah Rasulü’nün şöyle buyurduğunu haber vermişlerdir. Rasulullah buyurur ki: “İsrail oğullarından, doksan dokuz kişiyi öldürmüş bir adam vardı. Sonra (kendi durumunu) araştırmak üzere yola çıktı ve bir rahibe geldi. Rahibe “Benim için tevbe var mıdır? dedi. Rahib “Hayır” deyince adam Rahibi de öldürerek, öldürdüklerinin sayısını, yüze tamamladı. Sonra bir adam kendisine, “şöyle şöyle olan köye git” dedi. Fakat ölüm onu daha evvel yakaldı. Tabii ki kalbinde, o köye gitme arzusu taşıyordu. O adam hakkında, rahmet melekleriyle, azap melekleri ihtilaf ettiler. Allah (c.c.) onlardan birine, adama yaklaşmasını, birine de, ondan uzaklaşmasını vahyetti. Allah (c.c.): “İkisinin arasını ölçün” dedi. Berikine, bir karış yakın bulundu ve bağışlandı.” Bu hadisi, Müslim bin Haccac, Muhammed bin Müsenna el-Anbari’den, o, Muaz bin Hişam’dan, o, babasından, babası, bu senedle rivayet etmişlerdir. Katade şöyle demiştir: “O adama, bir rahip, tavsiye edilir. O adam rahibe gelip, kendisinin doksan dokuz kişiyi öldürdüğünü, bu durumda tevbesinin kabul olup olmayacağını sorar. Rahip de“Hayır” deyince, adam o rahibi de öldürür. Böylece, öldürdüklerinin sayısı yüze tamamlanır. Sonra adam, dünyanın en bilgili kişisini sorar. Kendisine, alim bir kişi önerilir. O alime de aynı şekilde, doksan dokuz kişiyi öldürmüş olduğunu, bu halde iken tevbesinin kabul edilip edilemeyeceğini sorar. Adam (alim) ona: “Elbette kabul olunur” der. Tevbesiyle kendisi arasına, kimsenin veya herhangi bir engelin giremeyeceğini söyler. Sonra alim ona: “Falanca yere git. Orada, Allah’a ibadet eden insanlar var. Onlarla beraber sen de ibadet et” der. Kendi memleketine dönmemesini öğütler. Oranın, kötü bir yer olduğunu söyler. Adam, o alimin tavsiye ettiği

Page 70: Beğavi Tefsiri-7

yere doğru yola çıkar. Yarı yola varınca, ölür. Kendisi hakkında, rahmet meleği ile, azap meleği münakaşa ederler. Sonra, yanlarına insan suretinde bir melek gelir. O meleği aralarında hakem tayin ederler. O melek: “İki yer arasını ölçüp karşılaştırın” der. Hangisine daha yakınsa, oraya ait olacağını söyler. Ölçüp karşılaştırırlar. Ulaşmak istediği yerin mesafesini, daha yakın bulurlar. Bu sebeple de onun ruhunu, rahmet melekleri alıp götürürler.” Bize Ebu’l-Hasan Serahsi, Zahir bin Ahmed’den, o, Ebu İshak İbrahim bin Abdi’s-Samed el-Haşimi’den, o, Ebu Mus’ab’dan, Mus’ab, Malik’den, o, Ebu’z-Zinad’dan, o, A’rac’dan, o da Ebu Hureyre’den, Rasulullah’ın şöyle buyurmuş olduğunu rivayet etmişlerdir: “Ailesine hiç iyilik bilmeyen bir adam, öldüğünde yakınlarına kendisini yakıp, sonra, onun yarısını karaya, yarısını da denize atmalarını söyler ve der ki: “Allah’ın gücü yeterse bana hiç kimselere etmediği kadar bir azap eder.” Öldüğü zaman emrettiklerini yaptılar. Allah, denize emretti o bütün içindekileri topladı. Karaya emretti içindekileri o da topladı. Sonra o adama: “Bunu niçin yaptın” dedi. Adam: “Sana saygımdan Yarabbi, sen biliyorsun” dedi. Allah, onu bağışladı.”Ebu Bekir Muhammed bin Abdullah bin Ebi Tevbe, Ebu Tahir Muhammed bin Ahmed bin Haris’ten, o, Ebu’l-Hüseyin Muhammed b. Yakup el-Kisai’den, o, Abdullah bin Mahmut ‘tan, o, İbrahim bin Abdullah el-Hilal’den, o, Abdullah bin Mübarek’ten, o, İkrime’den, o, Amr’dan, o da Damdam bin Huşib’den, o şöyle demiştir: “Medine’ye girdim. Bana bir yaşlı seslendi. Ben, onu tanımadığım halde: “Ey Yemenli buraya gel” dedi. Sonra da: “Bir kimseye: “Allah’a yemin olsun ki: Ebedi Allah seni bağışlamayacak ve cennete de koymayacak deme” dedi. Ben; ona: “Allah Rahmet edesi. Sen kimsin?” dedim. “Ebu Hureyre” dedi. Ben dedim ki: “Bizden biri, kızdığı zaman bu kelimeyi bir başkasına, eşine, ve uşağına söylüyor” dedim. O, bana şöyle dedi: “Andolsun ki ben, Hz. Peygamberi şöyle derken işittim” buyurdu ki: “İsrail oğulları içinde birbirini seven iki kişi vardı. Biri ibadette gayretli, diğeri ise günahkar idi. O, ona: fiu içinde bulunduğun durumu bırak” demeye başladı.“Beni Rabbimle başbaşa bırak” der. Diyor ki: “Sonra bir gün onu günah işlerken görünce, onu gözünde büyütür ve “vaz geçmesini” ister. Adam ona:“Rabbimle benim aramdan çekil. Başıma gözcü mü kesildin?” der. O adama: “Allah’a yemin ederim ki, Allah seni ebedi affetmeyecek, ve seni asla cennete koymayacak” der. Ravi diyor ki: “Allah onlara bir melek gönderdi. Melek onların canlarını aldı. Allah’ın huzuruna götürüldüler, yanyana getirildiler. Allah o günahkara, “Rahmetimle cennet gir” dedi. Diğerine ise: “Kuluma verdiğim rahmetime mani olabilir misin?” dedi. O adam “Hayır Yarabbi” dedi. Allah (c.c.) meleklere emir vererek, “Götürün bunu cehenneme” dedi.Ebu Hureyre der ki: “Nefsim elinde bulunana yemin ederim ki, bir kelime söyledi, dünyası ve ahireti mahvoldu.” Ayetin devamı: “Allah günahları top yekün bağışlar. Çünkü o, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir” buyuruyor. Bize Abdurrahman bin Ebi Bekr el-Gafal, Ebu Mes’ud Muhammed bin Ahmed bin Yunus el-Hatib’den, o, Muhammed bin Ya’kub el-Esam’dan, o, Ebu Kılabe’den, o, Ebu Asım’dan, o, Zekeriya bin İshak’dan, o, Amr bin Dinar’dan, o, Ata’dan, Ata, İbn-i Abbas’dan, Rasulullah’ın kelamı hakkında, şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir. “Bağışlarsan, çokça bağışla, Allah’ım. Hangi kulun acı çekmiyor ki?”

54- Size azap gelmeden önce Rabbinize dönün ve teslim olun. Sonra yardım olunmazsınız.

Yani, ona yönelin ve ibadetle ona dönün. Tevhidi ona halis kılınız demektir.

55- Siz farkında değil iken, ansızın size azap gelmeden önce, size Rabinizden indirilenin en güzeline uyun.

Page 71: Beğavi Tefsiri-7

Sözü edilen Kur’an’dır. Çünkü, Kur’an, tamamen güzeldir. Ayetin manası, Hasan Basri’nin söylediği şu manadır: “Allah’a itaate sarılın, O’na isyandan sakının. Çünkü Kur’an’da, uzaklaşılması için kötü ve çirkin olan şeylerden ve arzu edilmemesi için, değersiz şeylerden bahseder. Güzel şeylerden de, tercih edilmesi için zikredilmiştir. Süddi der ki: “Güzel, Allah’ın Kur’an’da emrettiği şeydir.”

56- Ta ki kimse “Allah’a karşı işlediğim kusurlardan dolayı vay benim halime!Ve gerçekten ben alay edilenlerdendim” demesin.

Nefsin, “Allah’ın yanında günah işlememden dolayı, vay halime” demesinden sakının. “Allah yeryüzüne, sizi sarsmaması için, dağlar koymuştur.” ayetinde de, buna benzer bir ifade yer almaktadır. Müberrid der ki: “Ayetin anlamı, “Nefsin o şekilde söylemesinden, kaçının ve sakının” şeklindedir. Zeccac şöyle der: “Allah, insanları, bu sözü söyleyecekleri duruma gelmekten korkutuyor.” Hasret, pişmanlık demektir. Tehassür ise, kaybedilen şeye hayıflanmaktır. Allah (c.c.) “Vah benim pişmanlığım” demeyi murad ediyor. Ancak, Araplar, kinaye olarak, yardım isteme anında, (ye) harfi yerine (elif) harfini kullanırlar. Ve derler ki, “Vay halime, vah pişmanlığım.” Bazen de, izafet durumunda, Elif’ten sonra (ye) harfi getirilir ki, tamlamaya işaret etsin. Ebu Cafer, buna uygun olarak (Ya hasreta) şeklinde okumuştur. Ayetin manasının: “Ey pişmanlık, işte senin zamanın” şeklinde olduğunu söyleyenler de vardır. Hasan Basri, der ki: “Allah’a itaatta kusurlu davranmaktır” der. Ayetin son kısmından, Mücahid: “Allah’ın emirleri hususunda kusur etmektir” manasını verir. Bazıları, “Allah’ın zatı hakkında, hatalı davranmak” yorumunu yapmışlardır. Bazı alimler ise: “Allah (c.c.)’ın rızasına ileten yönde hata yapmaktır” derler. Araplar, “yan” kelimesi yerine, “yön” kelimesini kullanırlar.Ayetin devamı: “Gerçekten ben, alay edenlerdenim.” Yani, Allah’ın diniyle, kitabıyla, peygamberiyle ve mü’minlerle alay ediyordum” demektir. Katade der ki: “Allah’a itaatta, kusurlu davranmakla yetinmemiş, üstelik Allah’a itaat edenlerle alay etmiş” diyor.

57- Veya, Allah bana da hidayet vermiş olsaydı, ben de mutlaka, korunanlardan olurdum; 58- Ya da, azabı gördüğü zaman, “Keşke bir daha dünyaya dönsem de, iyi davrananlardan olsaydım” dememesi için, (şimdiden, Allah’a yönelip, O’na itaat etsin.)59- “Hayır, sana ayetlerim, gerçekten gelmiş idi. Sen ise onları yalanlamış, büyüklenmiş ve kafirlerden olmuş idin.”

O şekilde söyleyen kişiye şöyle denir: “Halbuki sana, ayetlerim, yani Kur’an gelmişti de, sen onu, Allah’tan değildir diyerek, yalanlamış, insandan kaçınıp büyüklenmiştin de, kafirlerden olmuştun.”

60- Kıyamet gününde Allah’a yalan söyleyenleri yüzleri kararmış görürsün. Büyüklük taslayanlara cehennemde yer mi yok?

Allah hakkında yalan uyduranların -O’nu oğlu ve ortağı olduğunu iddia edenlerin- yüzlerinin kapkara olduğunu görürsün. Kibirlenenler için cehennemde bir barınak yok mu?!”

61- Allah, takva sahiplerini umduklarına erdirmek suretiyle kurtarır. Onlara istenmeyen kötü şey dokunmaz. Hem de onlar, üzülmezler.

Hamza, Kisai ve Ebu Bekr, (Bimefazetihim) kelimesini (Bimefazatihim) olarak, çoğul kipinde okumuşlardır. Yani, “onları, kendilerini başarı ve kurtuluşa götüren yollarla kurtardık” manası çıkar. Diğer kıraatçılar, tekil olarak (Bimefazetihim) şeklinde okumuşlardır. Çünkü bu kelime, başarı manasına gelmektedir. “Onları, başarılarının sırrı olan iyi amelleri sayesinde kurtardık” demektir. Müberrid, (Mefaze) kelimesinin (fevz) kelimesinden türeme olduğunu ve çoğul olarak okunmasının daha uygun olduğunu söylemiştir. (Saadet) kelimesinden (Saadat) çoğulunun türemesi şeklinde bir tekil-çoğul ilişkisinin bulunduğunu belirtir.

62- Allah her şeyin yaratıcısıdır. O her şeye vekildir.

Yani, her şey O’na teslimdir. O, onları korumaktadır.

63- Göklerin ve yerin hazinelerinin anahtarları, O’nundur. Allah’ın ayetlerini inkar edenler varya, işte onlar, gerçekten hüsrana uğramışlardır.

Page 72: Beğavi Tefsiri-7

(Mekalid) anahtarlar kelimesinin tekili, mikladü ya da maklidün kelimeleridir. Katade ve Mukatil: “Göklerin ve yerin, rızık ve rahmet anahtarları” yorumunu yapmışlardır. Kelbi, maksadın, “yağmur ve bitki hazineleri” olduğunu söyler.

64- De ki: “Ey cahiller, bana, Allah’tan başkasına tapmamı mı emrediyorsunuz?

Mukatil, bu ayetin, Peygamber (a.s.)’ın atalarının dinine çağıran Kureyş kafirlerine hitap etmekte olduğunu söylemiştir. Suriyeli kıraatçılar, (te’mürunni) kelimesini asli şekliyle (te’müruneni) olarak okumuşlardır. Medine kıraatçılarına gelince, onlar, (te’müruni) şeklinde, hazf ile okumuşlardır. Diğer alimler ise, şeddeli nunla idgamlı olarak okumuşlardır. Ayetin yukarıdaki metninde yazılı olduğu gibi.

65- Sana ve senden öncekilere, “eğer ortak koşarsan amelin boşa gider ve mutlaka zarara uğrayanlardan olursun” diye vahyedildi.

Yani şirk koşmazdan öne yaptığın iyi ameller boşa gider. Bu hitap, peygamberimize yapılmakla beraber, maksat başkalarıdır. “Bu, başkalarını uyarıp tehdit etme hususunda, Cenab-ı Hakk’ın bir edebidir.” derler. Yoksa, Allah (c.c.) elçisini, şirkten, zaten korumuştur.

66- Hayır, yalnız Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol.

Yani, sana verdiği nimetlere.

67- Onlar Allah’ı gereği gibi takdir edemediler.Halbuki kıyamet gününde arz bütünü ile O’nun kabzasındadır, gökler ise O’nun sağ eli ile dürülmüş olacaktır. O, şirk koştuklarından münezzehtir ve çok yücedir.

“Allah’ı hakkıyla bilemediler.” Yani, O’nun büyüklüğünü, gereğince takdir edemeyerek, O’na ortak tuttular. Allah zatının yüceliğini şöyle dile getiriyor: “Kıyamet gününde yer, tamamıyla O’nun avucundadır. Gökler de O’nun sağ elinde dürülmüştür. Allah, onların ortak koşmalarından çok uzak ve çok yücedir.” Müellif diyor ki: “Bize Abdü’l-Vahid el-Melihi, Ahmed bin Abdullah en-Naimi’den, o, Muhammed bin Yusuf’tan, o, Muhammed bin İsmail’den, o, Adem’den, Adem, fieyban’dan, o, Mensur’dan, o, İbrahim’den, o, Ubeyde’den, Ubeyde, Abdullah bin Mes’ud’dan nakletmiştir: “Rasulullah’a bir haham gelerek: “Ya Muhammed. Ben, Allah’ın gökleri bir parmak üzerine, yerleri bir, ağaçları bir, suyu ve toprağı bir ve diğer yaratıkları da birer parmak üzerine koymuş olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden Allah (c.c.): “Ben hükümdarım” buyuruyor” dedi. Bunun üzerine Allah Rasulü, o hahamın söylediğini doğrulamak üzere, azı dişleri görünecek şekilde güldü ve sonra “Allah’ın kıymetini gereğince bilemediler. Halbuki yer Kıyamet gününde O’nun avucundadır.” ayetini okudu. Bu rivayeti, Müslim bin Haccac, Ahmed bin Abdillah bin Yunus’dan, o, Fudayl bin iyad’dan, o, Mensur’dan naklederek şöyle demiştir: “Dağlar ve ağaçlar bir parmak üzerindedir. Allah, onu, iyice bir sallar ve şöyle buyurur: “Ben hükümdarım ve Ben Allah’ım.” Bize Ahmed bin İbrahim eş-fierihi, Ahmed bin Muhammed bin İbrahim es-Sa’lebi’den, o, Hüseyin bin Fencevih’ten, o, Ömer bin Hattab’dan, o, Abdullah bin Fadl’dan, o, Ebu Bekir bin Ebi fieybe’den, o, Ebu Üsame’den, o, Ömer bin Hamza’dan, o, Salim bin Abdillah’dan, o da, Abdullah’dan naklettiler. Abdullah bin Ömer diyor ki: “Rasulullah şöyle buyurdu: “Kıyamet günü, Allah gökleri dürer. Sonra onları sağ eliyle tutar. Ondan sonra “Ben hükümdarım -bunların sahibiyim- der ve şöyle seslenir: “Nerede o büyüklenen zorbalar?” Bu hadis, Müslim’in Ebu Bekir bin Ebi fieybe’den rivayet etmiş olduğu, sahih bir haberdir. Bize Ebu Bekir bin Muhammed bin Abdillah bin Ebi Tevbe el-Kişmihini, Ebu Tahir Muhammed bin Ahmed bin Haris’den, o, Muhammed bin Yakub el-Kisai’den, o, Abdullah bin Muhammed’den, o, İbrahim bin Abdillah el-Hilal’den, o, Abdullah bin Mübarek’den, o, Yunus’dan, Yunus, Zühri’den, o, Said bin Müseyyeb’den, o da, Ebu Hüreyre’den, Rasulullah’ın şöyle buyurduğunu haber verdi: “Kıyamet günü, Allah (c.c.) yeri avucuna alır. Gökleri de sağ eliyle dürer. Sonra da “Ben hükümdarım. Dünyanın hükümdarları neredeler?” der.

68- Sura üfürülmüş -Allah’ın diledikleri müstesna- göklerde ve yerde olanların hepsi ölmüş (olacak)tır. Sonra ona ikinci bir defa üfürülür, o anda olanlar ayağa kalkar, bakınırlar.

Page 73: Beğavi Tefsiri-7

“Sur’a üflendi, göklerde ve yerde bulunanlar, bayıldılar. Yani, korkudan öldüler. Bu ilk nefhadır. “Ancak Allah’ın diledikleri istisnadır.” Bu istisna tutulanların kimler olduğu hususunda alimler farklı görüştedirler. Onları, Neml suresinde zikretmiştik. Hasan Basri, müstesna olup, baki kalacak olanın, yalnızca Allah’ın zatı olduğunu söylemiştir. Sonra, Sur’a bir kez daha üflenir. O zaman, onların, birden kalkıp bakınarak beklediklerini görürsün. Yani kabirlerinden kalkıp, haklarında, Allah’ın emrini beklemeye koyulurlar. Bize Abdü’l-Vahid el-Melihi, Ahmed bin Abdillah en-Naimi’den, o, Muhammed bin Yusuf’tan, o, Muhammed bin İsmail’den, o, Muhammed’den, o, İbn-i Muaviye el-Ameş’den, o, Ebu Salih’ten, o da, Ebu Hureyre’den, Rasulullah’ın şöyle buyurduğunu haber verdiler: “İki nefha -Sur üfürülmesi- arasında kırk vardır.” Dediler ki: “Kırk gündür.” Rasulullah “Hayır, öyle değil” dedi. Oradakiler, “Kırk aydır” dediler. Rasulullah, “Hayır, değil” dedi ve ekledi: “Sonra Allah (c.c.) gökten yağmur indirir ve insanlar, yeşil otların bitmesi gibi, biterler. İnsanın tek bir kemikten başka çürümedik bir şeyi kalmaz. O da, Acbü’z zeneb’dir. Kıyamet günü yaratılmışlar (mahlukat) o kemikden, tekrar oluşurlar.”

69- Yer, Rabbinin nuruyla aydınlanacak, kitab konulacak, peygamberlerle şahidler getirilecek, aralarında hak ile hükmedilecek. Onlara zulmedilmez.

“Rabbinin emriyle yeryüzü aydınlanır.” Bunun izahı şudur: Allah Teala kulları arasında hüküm vermek üzere tecelli edince onlar bulutsuz bir günde güneşi görmekte nasıl güçlük çekmiyorlarsa Allah’ın nurunu görmede de güçlük çekmezler. Hasan Basri ile Süddi nurdan kasdın Allah’ın adaleti olduğunu söylemişlerdir. Yer ise kıyametin arasatını ifade etmektedir. Amel defterleri açılır Peygamberler ve şahitler getirilir. İbn-i Abbas bu şahidlerin peygamberlere peygamberliklerini tebliğ ettikleri hususunda şahidlik edenler olduğunu söylemektedir. Muhammed (s.a.v.) ümmetinin kasdedildiğini bildirmektedir. Ata da der ki: “fiahitlerden maksat “Hafaza” denilen, koruyucu meleklerdir. fiu ayet buna işaret etmektedir. “Her nefis getirilir yanında da bir öncü ve bir şahid bulunur” Ayetin devamı şöyledir. “Aralarında adaletle hükmedilir. Onlara hiçbir haksızlık yapılmaz.”Yani: Kötülüklerine ek yapılmaz, iyiliklerinden de eksiltilmez.

70- Her bir kimseye amellerinin karşılığı eksiksiz olarak verilir. O , onların yaptıklarını en iyi şekilde bilmektedir.

Ata der ki: “Allah ben onların davranışlarını biliyorum. Bir yazıcıya veya bir şahide ihtiyacım yoktur” demek istiyor. 71- Kafirler de cehenneme zümre zümre sürülecek. Nihayet onlar oraya geleceklerinde kapıları açılacak ve bekçileri onlara şöyle diyecek: Size aranızdan Rabbinizin ayetlerini üzerinize okuyan ve bu gününüze kavuşmakla sizi korkutan peygamberler gelmedi mi?Onlar“evet” diyecekler. Fakat azab sözü kafirler aleyhine hak olmuştur.

“İnkar edenler şiddetli bir sevk ile cehenneme bölük bölük sevkedilirler.” Yani birbiri ardında grup grup cehenneme sevkedilirler. Her ümmet kendi sıra ve hizasındadır. Ebu Ubeyde ve Ahfeş: “Zümre zümre” ifadesinin “ayrı ayrı cemaatlar halinde” manasına geldiğini söylerler. Zümer kelimesinin tekili zümredir. Ayetin devamı: “Nihayet onlar cehenneme gelince cehennemin kapıları açılır” Yedi kapıdır ve daha önce kapalı durumdadırlar. Kufeliler (Futihat) kelimesini şeddesiz olarak okumuşlardır. Diğerleri ise kapıların çokluğuna delil olmak üzere şeddeli okumuşlardır. Cehennemin bekçileri onları azarlamak ve kınamak için onlara “Size kendi içinizden elçiler gelmedi mi?” derler. Onlar sizi bugününüze kavuşacağınız hususunda uyarmak için size Rabbinizin ayetlerini okuyorlardı.” Kafirler de derler ki: “Evet gelmişti” “Buna rağmen kafirler üzerine azap sözü hak olmuştur.” Bu söz Allah’ın şu ayetidir: “Muhakkak cehennemi tamamen cinlerle ve insanlarla dolduracağım.”

72- Onlara “ebedi kalmak üzere cehennemin kapılarından girin. Böbürlenenlerin yeri ne kadar da kötüdür” denir. 73- Rablerinden korkanlar ise bölüm bölüm cennete sevkedilirler. Oraya geldikleri ve cennetin kapıları açıldığı zaman cennetin bekçileri onlara: “Selam size hoş geldiniz ebedi kalmak üzere girin cennete” derler.

Page 74: Beğavi Tefsiri-7

Kufeliler: “(Ve futihat) kelimesinin başındaki (vav) harfinin “oraya geldikleri zaman” ifadesine cevap niteliği taşıması sebebiyle işlevsiz zaid bir vav olduğunu söylemişlerdir.Tıpkı, kafirlerin sevkedilmelerinde olduğu gibi. Yine, bir Kur’an ayeti olan: (Ve lekad ateyna Musa ve Harunü’l-Fürkanü ve dıyaen) ibaresinde de, (Ve dıyaen) kelimesnin başındaki (vav) harfi de, zaid (işlevsiz-fazladan) bir harftir. Söz konusu ayetin manası, “Andolsun Musa ile Harun’a da, -hakla batılı ayıran- Tevrat’ı, bir “aydınlatıcı” olarak vermiştik” şeklindedir. (ve futihat) kelimesinin başındaki vav, harfinin “hal” vav’ı olduğunu, mananın “Kapıları açılmış durumda olan cennetler” şeklinde olduğunu söyleyenler de vardır. Bu durumda, vav harfinin, kelimenin başında bulunmasının sebebi, daha cennetlikler gelmezden önce, cennetin kapısının açık durumda bulunmasıdır. Önceki ayette vav bulunmamasının sebebi ise, cehennem halkı gelmezden önce, cehennemin kapısının kapalı durumda bulunmasıdır. (ve futihat) kelimesinin başındaki vav harfinin zaid kabul edilmemesi durumunda, (hatta iza) şartının cevabı hakkında müfessirler farklı görüşler serdetmişlerdir. Bazıları, bu şartın cevabının (Kale lehüm hazenetüha)-bekçiler onlara dediler” ifadesi olduğunu, buradaki (Ve kale lehüm hazenetüha) vav harfinin kaldırılmış olduğunu söylemişlerdir. Yani, “Cennet ehli, cennetin yanına, cennetin kapıları açık vaziyette iken geldikleri zaman, cennetin bekçileri onlara, “size selam” derler” manası anlaşılır. Zeccac der ki: “Bana göre, cevap mahzuftur.” Takdiri şöyledir: “Onlar oraya gelip de, cennetin kapıları açılınca ve cennetin bekçileri de onlara, “selam sizlere”, “hoş geldiniz” deyince, cennete girerler.” İfade girdiklerine işaret ettiği için, “girdiler” sözü hazfedilmiştir. Cenab-ı Hakk, “Cennetin bekçileri onlara, “Selam sizlere, hoş geldiniz” dedi” ifadesi ile, “cennet bekçilerinin, cennetliklere, selam verip, onlara, “hoş geldiniz” demelerini” kasdetmektedir. İbn-i Abbas “Bu makam size helal-i hoş olsun” yorumunu yapmıştır. Katade şöyle yorumlamıştır: Onlar cehennemi geçtikten sonra, cennetle cehennem arasındaki köprüde alıkonurlar (durdurulurlar). Bu arada, birbirleriyle, haklaşıp helalleşirler. Sonunda, temizlenip, aklanınca, cennete giridirilirler. Bundan sonra, Rıdvan isimli cennet meleği ile arkadaşları onlara: “Selam sizlere, hoş ve temiz geldiniz ebedi kalmak üzere, girin cennetlere!” derler. Hz. Ali (r.a.)’dan şöyle rivayet edilmiştir: “Cennete gönderilirler. Oraya varınca, gövdesi altından iki kaynak çıkmakta olan bir ağaç görürler. Mü’min kişi, onun birinden yıkanır, dış kirleri temizlenir. Diğerinden de içer. Böylece de, içerisi temizlenir. Sonra, Melekler, cennetin kapısında onu karşılayarak, “Selam size, temizlendiniz -aklandınız-, ebedi kalmak üzere, girin cennete” derler.

74- Onlar da diyecekler ki: “Bize olan va’dini yerine getiren, cennetten dilediğimiz yere konmak üzere arzı bize miras veren Allah’a hamdolsun. (Güzel iş) işleyenlerin sonu ne güzeldir.

“Cennetlikler “Bize verdiği sözü gerçekleştiren ve bizi cennet yurduna varis kılan Allah’a hamd olsun. Cennette, istediğimiz yerde otururuz. İtaat edip güzel ameller yapanların sevapları ne de güzelmiş!” derler. Allah’ın verdiği söz, şudur: “Andolsun ki, biz zikirden (Tevrat’tan) sonraki Zebur’da da, (cennet) yurdumuza, salih kullarımız mirasçılar olacaklar, diye yazmıştık.”

75- Melekleri de Arş’ın etrafını kuşatmış görürsün. Rablerini hamd ile tesbih ederler. Aralarında hak ile hükmolunur. Ve “Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun” denir. “Meleklerin de, Rablerini tesbih ederek, arşın çevresini kuşatıp döndüklerini görürsün.” Denir ki; “Bu tesbih, lezzet ve zevk tesbihidir. İbadet tesbihi değildir. Zira, o günde ibadet artık terkedilir. “Cennet ve cehennem halkları arasında, adaletle hüküm verilir ve “Alemlerin Rabbi olan Allah’a şükrolsun” denir. Yani, cennetlikler: “Allah’ın sözü kendileri için gerçekleşince, şükrederler.”

Page 75: Beğavi Tefsiri-7

⁄AFİR SURESİ

Mekki bir suredir ve ayet sayısı seksenbeştir.

Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla!

Takdim: Bize, Abdullah bin Ahmed el-Melihi, Ebu Mansur Muhammed bin Muhammed bin Sem’an’dan, o, Ebu Cafer Muhammed bin Ahmed bin Abdü’l-Cebbar er-Reyyani’den, o, Hamid bin Zencevih’den, o, Abdullah bin Musa’dan, o, İsrail’den, İsrail, Ebu İshak’dan, o, Ebu’l-Ahvas’dan haber verdiğine göre, Abdullah şöyle demiştir: “Kur’an’ın misali, ailesi için bir mekan ararken, bereketli yağmur yağmış olan bir yere varıp, orada hem yürüyüp hem de oradan hoşlanırken, dümdüz bahçelere girerek, “İlk bereketli yerden hoşlanmıştım, bu ise, ondan daha hoş ve daha büyüleyici deyince, kendisine “Birinci mekan Kur’an’ın kemiği gibidir. Bu dümdüz, göz alıcı bahçelerin misali ise, Kur’an’ın Ha-mimleri (Ha-mim) gibidir denen adamın misaline benzer.”Bize, Ebu Said eş-fierihi, Ebu İshak es-Salebi’den, o, Ebu Muhammed Rumi’den, Rumi, Ebu Abbas es-Serac’dan, o, Kuteybe’den, Kuteybe, İbn-i Lehia’dan,o, Yezid bin Ebi Habib’den, Yezid de, kendisine, Cerah bin Cerrah’ın İbn-i Abbas’tan naklettiğini haber vermiştir ki, buna göre, İbn-i Abbas şöyle demiştir: “Her şeyin mutlaka bir özü vardır. Kur’an’ın özü de, Ha-mim’lerdir. (Yani, ha-mim’le başlayan sureler) İbn-i Mesud ise, şöyle der: (Kur’an okurken) ha-mim’le başlayan surelere gelince, çok hoşlandığım bahçelere girmiş gibi olurum.” Sa’d bin İbrahim ise: “Ha-mim’ler ailesi, “gelinler” diye adlandırılıyordu” demektedir.

1- Ha mim.

Ha-mim harfleri, daha önce sözü geçen. “tehecci” (mukatta’a) harflerindendir. Süddi, İbn-i Abbas’tan şöyle rivayet etmektedir: “Ha-mim, Allah’ın en yüce ismidir.”İkrime’den, bunula ilgili olarak, “Elif-Lam-Ra, Ha-mim, ve Nun harfleri, Rahman’ın kesik -bağlantısız- harfleridir” yorumu rivayet edilmiştir. Said bin Cübeyr ve Ata el-Horasani’den ise, şu yorum rivayet edilmiştir: “Ha” harfi, Allah’ın, Hakim, Hamid, Hay, Halim ve Hannan isimlerinin; “Mim” ise, O’nun, Melik, Mecid, Mennan isimlerinin baş harfleridir.” Dahhak ile, Kisai’nin yorumu şöyedir: “Manası, “olacak olanlara hükmolundu” Bu yorum, (Ha-mim)’in Ha’sının ötreli, “Mim”inin de şeddeli olması durumuna işarettir. Hamza, Kisai ve Ebu Bekir “Ha” harfini kesreli, diğerleri fethalı okumuşlardır.

2- Bu kitabın indirilmesi, çok güçlü ve çok bilgili olandandır.

3- O, günahları örten, tevbeleri kabul eden, azabı şiddetli ve nimeti bol olandır. Allah’tan başka ibadete layık ilah yoktur. Dönüş yalnız O’nadır

(tevbe) kelimesi, (tevbetün) kelimesi ile eş anlamlı olup, aynı kökten, o da masdardır. Bazıları, devme, devmetu’nun, Havme da havmetu’nun çoğulu olduğu gibi, tevbe kelimesinin de, tevbetün kelimesinin çoğulu olduğunu söylemişlerdir. İbn-i Abbas şöyle demektedir: Allah (c.c.), “Allah’dan başka ilah

Page 76: Beğavi Tefsiri-7

yoktur” (La ilahe illallah) diyenlerin günahlarını örter, “Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed de Allah’ın elçisidir” (La ilahe illallah Muhammedün Rasulullah) diyenlerin de tevbelerini kabul buyurur.”Mücahid, (Zittavli)’in manasının, “bolluk ve zenginlik sahibi” demek olduğunu söyler. Hasan Basri “Lütuf sahibi” tanımlamasını yaparken, Katade “Nimet sahibi” şeklinde mana vermektedir. Kimileri de, “Güç-kudret sahibi” yorumunu yapmışlardır. (Tavlün) kelimesinin asıl manası, “sahibine uzun süre verilen nimet” demektir. Ayetin devamı: “O’ndan başka ilah yoktur. Dönüş de O’nadır.”

4- Allah’ın ayetlerinde, ancak kafirler (inatla) tartışır. O halde onların şehirlerde dönüp dolaşması seni aldatmasın.

“Kafirlerden başkası, Allah’ın ayetlerini yalanlamak ve inkar etmek suretiyle ortadan kaldırma konusunda, mücadele etmez.” Ebu’l-Aliye der ki: “Kur’an hususunda mücadele edenlere en ağır gelen iki ayet: “Kur’an hakkında kafirlerden başkası mücadele etmez” ayeti ile, “Kur’an hakkında ihtilafa düşenler, uzak bir düşmanlık içindedirler” ayetleridir. Müellif diyor ki: “Bize Ebu Said es-Serihi, Ebu İshak es-Salebi’den, o, Abdullah bin Ahmed’den, o, Muhammed bin Halid’den, o, Davud bin Süleyman’dan, o, Abdullah bin Hamid’den, o, Hüseyin bin Ali el-Cafi’den, o, Zaide’den Zaide, Leys’den, Leys, Said bin İbrahim’den, o, Ebu Seleme’den, o da Ebu Hüreyre’den haber verdiklerine göre, Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’daki Deccal, inkar etmiştir.” Bize Ahmed bin Abdillah es-Salihi, Ebu’l-Hasan bin Büşran’dan, o, İsmail bin Muhammed es- Sufar’dan, o, Ahmed bin Mensur er-Ramadi’den, o, Abdü’r-Rezzak’dan, o, Mamer’den, Mamer, Zühri’den, o, Amr bin fiuayb’den, o, babasından, babası, dedesinden, şöyle haber vermişlerdir: “Rasulullah (s.a.v.), Kur’an hakkında mücadele eden bir toplumu haber aldı. Sonra şöyle dedi: “Sizden öncekiler de böyle yapıp, Allah’ın Kitabının ayetlerini, birbiriyle çeliştirmişlerdi. Halbuki Allah’ın kitabı, ayetleri, birbirini doğrulamak üzere inmiştir. Onların birini diğeriyle yalanlamayınız. Ondan, neyi biliyorsanız, onu söyleyiniz. Bilmediğinizi de, bilene havale ediniz” dedi. Ayetin devamı şöyle diyor: “Onların şehirlerde, ticaret için dolaşmaları, ve kafir olmalarına rağmen, sağ-salim yaşamaları, seni aldatmasın. Onların işlerinin sonu, azaptır.” Bu ayetin bir benzeri de şu ayettir: “İnkarcıların memleketlerde gezip dolaşmaları seni aldatmasın.”

5- Onlardan önce de, Nuh’un kavmi ve ardından da gruplar yalanlamışlardı. Her ümmet alıp peygamberini yakalamak istedi ve batılı onunla çürütmek kastıyla ileri sürüp mücadele ettiler. Sonunda ben de onları yakaladım. Naasılmış benim azabım?

O guruplar, Nuh kavminden sonra, peygamberlerine yalanlamak suretiyle saldırılarda bulunan kafir topluluklardır. “Her ümmet, peygamberini yalanlamaya kalkışmıştır. İbn-i Abbas: “Öldürüp, yok etmeye kalkışmışlardır” şeklinde yorumlar. Kimileri de, “Tutsak etmek istemişlerdir” yorumunu yapmıştır. Araplar, “esir”e, “Ehiz” (ehizün: esirün) de derler. “Batıl şeylerle, Rasuller’in getirdikleri hakikatleri, yok etmek için mücadele ederler.” Demogojilerinden biri şuydu: “Siz de bizler gibi, ancak birer beşersiniz” Bir diğeri de “Bize elçiler olarak, melekler inmeli değil miydi” sözüydü. Buna benzer başka sözleri de vardı. Allah buyuruyor: “Asıl ben onları yakaladım da, azabım nasılmış, görürler...!”6- Böylece kafirler hakkında azab sözü “Elbette onlar cehennemliklerdir” diye hak olmuştur.

Böylece, Rabbi’nin “Onlar cehennem halkıdır” şeklindeki azap sözü, diğer yalanlayıcı ümmetlere olduğu gibi, senin kavminin inkarcıları için de, gerekli oldu.” Ahfeş:“Cehennemlik olmalarından dolayı böyle olmuştur” yorumunu yapmıştır.

7- fiu Arş’ı yüklenenler ve etrafında bulunanlar, Rablerini hamd ile tesbih ederler, O’na iman ederler, mü’minlere de mağfiret dilerler. (Derler ki): “Rabb’imiz, rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. Tevbe ednlere ve senin yolunu izleyenlere mağfiret buyur ve onları cehennem azabından koru.”

“Arşı taşıyanlar ve Onun yanında bulunanlar.” Yani arşı taşıyan melekler ve onun taifesi olan meleklerdir. Onlara “Kerubiler” denir. Yani (Cebrail, Ölüm meleği, Mikail ve İsrafil)’den oluşan bu dört büyük meleğe, “Kerubiyyun” denmektedir.Onlar, meleklerin efendileridirler. İbn-i Abbas, şöyle demektedir: Arşın taşıyıcısı olan meleklerden, birinin, diz kapağıyla, ayaklarının en aşağısına kadar olan uzunluk, yüz yıllık yürüme mesafesidir.” Rivayet olunur ki, onların ayakları yerin sınırlarındadır. Yerler ve gökler, onların haczi altındadır.

Page 77: Beğavi Tefsiri-7

Onlar şöyle demektedirler: “fieref ve kudret sahibini yüceltirim. Mülk ve saltanat sahibi olan Allah’ı tenzih ederim. Hiç ölmeyecek olan hayat sahibini tenzih ederim. Çok yüce, çok mukaddes ve Meleklerin ve Cebrail’in Rabbi’dir O.” Meysere bin Abdi Rabbih, der ki: “O meleklerin ayakları yerin dibinde, başları ise, arşın altındadır. O kadar huşu sahibidirler ki, asla başlarını kaldırıp yukarı bakmazlar ve yedinci göğün meleklerinden, daha fazla korku ve saygı sahibirler. Yedinci göğün sakinleri, daha aşağıdakilere göre, daha fazla saygılıdırlar. Onlar da, daha aşağıdakilere göre, Allah’tan daha çok çekinirler.” Mücahid der ki: “Meleklerle arş arasında, nurdan yetmiş perde vardır. Muhammed bin Münkedir, Cabir’den şöyle rivayet etmektedir: Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki “Bana Arşın taşıyıcısı olan meleklerden biri hakkında konuşmam için izin verildi. O’nun kulak memeleriyle, omuzu arasındaki mesafe, yediyüz yıllık yürüme mesafesidir.” Muhammed bin Cafer, babasından, babası da, dedesinden rivayet eder ki; o şöyle söylemiştir: “Arşın iki sütunu arasındaki mesafe, hızlı uçan bir kuşun otuz bin yıllık uçuş mesafesi kadardır. Arşa, her gün nurdan yetmiş lerk giydirilir. Allah’ın kullarından hiç bir kul, ona bakmaya güç yetiremez. Bütün maddi eşya, arşın yanında, çölden bir kap (kum) mesabesindedir.” Mücahid ise, şöyle demektedir: “Yedinci gök ile, arş arasında, nurdan yetmiş bin tane perde vardır. Sonra, bir perde karanlıktan, bir perde nurdan ve bir perde karanlıktan şeklinde devam eder... Vehb bin Münebbih de der ki; Arşın çevresinde, arka arkaya saf tutmuş bulunan, yetmiş bin saf melek vardır. Birbirlerine yönelirler. Karşılaştıklarında ise, bir grup tehlil ve tevhid okurken, bir grup da tekbir getirir. Onların arkasında, elleri boyunlarına kaldırılmış ve omuzlarına konulmuş durumda olan, yetmiş bin saf melek daha vardır. Bunlar da, öndeki safta yer alan meleklerin tekbir ve tehlillerini duyunca, seslerini yükselterek, şöyle derler: “Ey Rabbim. Seni noksanlıklardan tenzih ederim. Sana hamd ederim. Ne kadar büyük ve ne kadar yücesin. Ve sen, kendisinden başka ilah bulunmayan Allah’sın! Sen en büyüksün. Bütün yaratılmışlar, mutlaka Sana döneceklerdir.” Bu safların gerisinde de, sağ ellerini, sol ellerinin üstüne koymuş vaziyette bulunan, yüzbin saf melek yer almaktadır. Onlardan her biri de, bir diğerinin yapmadığı tesbih ve tahmid ile tesbih etmektedir. Her birinin, iki kanat ucu arasındaki mesafe, üç yüzbin yıllık yürüme mesafesidir. Kulak memesi ile omuzu arası ise, dört yüz bin yıllık yürüme mesafesidir. Allah Teala, Arşın etrafındaki meleklerden, yetmiş tane ateşten, yetmiş karanlıktan perde, yetmiş adet nurdan perde, yetmiş adet beyaz inciden, yetmiş adet kırmızı yakuttan perde, yetmiş sarı yakut perde, yetmiş adet yeşil zeberced perde, yetmiş adet kar perde, yetmiş tane de soğuktan perde ile, yetmiş tane de su perde ile gizlenmiştir. Bunlardan başka, Allah’tan başkasının bilmediği daha başka engeller de vardır. Arşın taşıyıcıları ile, yanındakilerin, dört şekilleri vardır. Kimileri boğa şeklinde, kimileri aslan şeklinde, kimileri dev kuşlar kılığında ve kimileri de insan kılığındadırlar. Ve her birinin dört kanadı vardır.Kanatlardan iki tanesi, arşa bakıp da bayılması korkusuyla, yüzündedir. İki tanesi ise, bildiğimiz kuşun, iki kanadını hareket ettirerek uçması gibi, meleklerin hızlıca uçmalarını sağlayan kanatlardır. Tesbih ve tahmidden başka bir söz de söylemezler.Ayetin devamı: “Rablerinin hamdini tesbih ederler ve O’na inanırlar.” Yani, O’nun bir ve ortaksız olduğunu tasdik ederler. Bize Abdü’l-Vahid el-Melihi, Ebu Mansur Semani’den, o, Ebu Cafer er-Reyyani’den, o, Hamid bin Zencevih’den, Hamid, Ömer bin Abdillah er-Rakkaşi’den, o, Cafer bin Süleyman’dan, Cafer, Harun bin Rubab’dan, o, fiehr bin Huşib’den haber verdi ki; fiehr bin Huşib şöyle söylemiştir: “Arşın taşıyıcıları sekiz tanedir. Onlardan dördü “Seni tenzih ederim, Ey Allah’ım! Ve seni hamdinle tesbih ederim. İlminin yanında, sonsuz şefkat ve sabrın sebebiyle bütün övgüler senin içindir” derler. Dört tanesi ise: “Allah’ım, seni eksikliklerden tenzih eder, hamdini yüceltirim. Sonsuz kudretine rağmen, afvetmenden dolayı, her çeşit övgü ancak senindir” demektedirler. Sanki onlar, Ademoğullarının günahlarını görüyor gibidirler. Ayetin devamı: “O melekler, iman etmiş olanlar için, mağfiret talep ederek, şöyle demektedirler: Rabbimiz, Sen, herşeyi rahmet ve bilginle kuşatmışsındır. Tevbe edip Senin yoluna uymuş olanları bağışla. Onları, cehennem azabından koru..!” “Rahmetün ve ilmen (rahmet ve ilim) kelimeleri, açıklama kelimesi oldukları için mensubdur” denmiştir. Kimileri de, “nakil” kelimeleri olup, mananın, bizim tercüme ettiğimiz şekilde “Senin rahmetin ve bilgin her şeyi kuşatmıştır” demek olduğunu söylemişlerdir. Mutarrif der ki: “Allah’ın kulları içinde, mü’minlere en çok iyilik düşünüp, nasihatte bulunanlar, melekler; inananları en çok aldatmaya çalışan mahluklar ise, şeytanlardır.”

8- “Rabbimiz, onları ve babalarından, eşlerinden, çocuklarından imanlı olanları, kendilerine va’detmiş olduğun Adn cennetlerine koy. fiüphe yok ki, sen, çok güçlü ve sonsuz hikmet sahibi olasın!”

Said bin Cübeyr, der ki: “Bir mü’min cennete girer,

Page 78: Beğavi Tefsiri-7

“Nerde babam? Nerde anam? Nerde çocuğum? Nerde eşim?” der. Ona “onlar senin gibi güzel amel yapmamışlardı” denir. O da der ki: “Ama ben, hem kendim ve hem de onlar için amel etmiştim.” Bunun üzerine, “Onları da girdirin” denir.9- “Onları kötülüklerden (cezalardan) koru. O gün sen kimi kötülüklerden korursan, ona rahmet etmişsin demektir. İşte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir.”10- fiüphesiz kafirlere şöyle seslenilir: “Allah’ın (size) buğzu sizin kendinize olan buğzunuzdan elbette daha büyüktür. Çünkü siz imana çağrılıyordunuz da küfürde direniyordunuz.

“İnkarcılara seslenilir” Yani kıyamet günüde, onlar cehennemde bulundukları halde, kötülükleri kendilerine sunulup, azabı gördüklerinde, kendilerine kızarlarken, onlara şöyle denir: “Allah’ın kızması, sizin kendinize kızmanızdan daha büyüktür. Çünkü siz imana davet ediliyordunuz da, buna rağmen inkar ediyordunuz.” fiu demektir: “Dünyada iken, sizi imana çağırıp da, siz inkara devam ettiğiniz zaman ki, Allah’ın size olan kızgınlığı, sizin şimdi azabın size gelmesi anında kendinize kızmanızdan çok daha büyüktür.

11- Derler ki; “Rabbimiz, bizi iki kere öldürdün ve iki kere de dirilttin. İşte günahlarımızı itiraf ettik. Artık çıkış için bir yol var mı?” İbn-i Abbas (r.a.), Katade ve Dahhak, derler ki: “Onlar, babalarının sulblerinde ölü idiler, Allah (c.c.) onları, dünyaya diriltti. Sonra onları, kaçınılmaz olan ölümle öldürdü.Sonra da, kıyamet gününde, hesap için tekrar diriltir” İşte bunlar iki ölüm ve iki hayattır” derler. Bu da, şu ayet-i kerimeye benzemektedir. “Sizler ölüler iken sizi ilk defa dirilten, sonra yine öldürüp, ardından tekrar diriltecek olan Allah (c.c.)’ı nasıl inkar ediyorsunuz?” Süddi’nin yorumu şöyledir: “Dünyada öldürülürler, sonra sual için kabirde diriltilirler. Kabirde tekrar öldürülürler, sonra da nihai olarak ahirette diriltilirler.” Ayetin devamı: Sonra da: “Günahlarımızı itiraf ettik. Çıkmaya yol var mı acaba?” derler. Yani, cehennemden çıkıp dünyaya dönerek, iyi ameller ve Allah’a kulluk yapmanın yolunu sorarlar.” Bunun benzeri “Dönüşe yol var mı acaba?” ayetidir.

12- İşte bunun sebebi, sizin, yalnızca Allah’a çağırılınca, inkar edip, O’na ortak koşulduğu zaman da, inanmanızdır. Hüküm yüce ve büyük olan Allah’ındır.

Bu ayette, lafızda yer almayan, hazfedilmiş ifade bulunmaktadır. Mana açık olduğundan gerek duyulmamıştır. İfadenin manası şöyledir: “Cehennemliklere, çıkışa yol yoktur. Bu azap ve cehennemde kalış, sizin, yalnız Allah’a çağrıldığınız zaman, inkar etmenizdendir. Yani, Allah’tan başka ilah yoktur dendiği zaman, inkar etmiştiniz.”Ve demiştiniz ki: “İlahları, bir teke mi indirgedi?”Ayetin devamı: “Allah’a başka bir şey ortak koşulduğunda ise, bu şirki tasdik ediyordunuz “Bu durumda, hüküm, kendisinden başka daha yüce ve daha büyük zat bulunmayan en yüce ve en büyük olan Allah’ındır.”

13- O, size ayetlerini gösteren ve size gökten rızık indirendir. Buna rağmen ancak (O’na) dönenler öğüt alır.

Yani, Allah (c.c.) rızkın sebebi olan yağmuru indirmektedir. Bu ayetlerden, ancak, bütün işlerinde Allah’a dönenler öğüt alırlar.

14- Kafirler hoş görmeseler de, siz, dini yalnız Allah’a halis kılarak O’na dua ediniz.15- O, dereceleri yükseltendir. Arş’ın sahibidir. Kavuşma günü ile korkutmak için kendi emrinden Ruh’u kullarından dilediği kimseye gönderir.

(O Allah), cennette, peygamberlerin ve velilerin derecesini artırandır. Arşın yaratıcısı ve sahibidir. Ruhu, yani, vahyi indirendir. Allah (c.c.) vahyi, “ruh” diye isimlendirmiştir. Çünkü, bedenlerin ruhlarla canlanması gibi, kalpler de vahiyle canlanır. “Vahiy Allah’ın emirlerindendir” İbn Abbas “Onun hükümlerindendir” der. Bazıları “Onun sözündendir” demişlerdir. Mukatil ise, “Allah vahyi emriyle indirir” şeklinde mana verir. Allah (c.c.) vahyi, buluşma gününe karşı uyarmak için, kullarından dilediğine indirir.” Yakub, (litünzirü) şeklinde (te) harfiyle okumuştur. Bu durumda, Peygamber (a.s.) hitap edilip “Sen insanları uyarman için vahyi indirdik” manasına gelir. Buluşmadan maksat, gök ehli ile yer ehlinin buluşmasıdır. Katade ve Mukatil şöyle derler: “O günde, yaratılmışlarla yaratan buluşur” İbn-i Zeyd “Kullar buluşurlar” der. Meymun bin Mihran ise “Zalim, mazlum ve hasımlar buluşurlar”

Page 79: Beğavi Tefsiri-7

demektedir. “Tapanlarla kendisine tapılanlar buluşurlar” diyenler de olmuştur. Kimi de, “O günde, kişi ameliyle buluşur.” demiştir.

16- O gün onlar, ortaya çıkarlar. Onların hiçbir şeyleri Allah’a gizli kalmaz. “Bugün mülk kimindir?” Bir ve tek, Kahhar Allah’ındır.

O gün onlar, kabirlerinden çıkıp görünürler. Amellerinden ve hallerinden hiç bir şey Allah’a gizli kalmaz. O gün Allah (c.c.) mahlukat yokolduktan sonra; “Bu gün mülk kimindir?” diye sorar. O’na cevap verecek bir kimse bulunmaz ve Cenab-ı Hak kendi kendine, “Tek ve kahredici Allah’ındır” der. Yani, kullarını, öldürmek suretiyle kahretmektedir.

17- Bugünde herkese kazandığının karşılığı verilir. Bugün zulüm etmek yoktur. fiüphesiz Allah hesabı pek çabuk görendir.Bu gün her nefis kazandığıyla karşılık alır. İyilik yapan iyiliğin, kötülük yapmış olan da, kötülüğün karşılığını alır. “Bugün zulüm yoktur. Allah (c.c.) hesabı çabucak görendir.”

18- Onları yaklaşan günle korkutup uyar. O vakit kalpler gam ve kederle dolu olarak gırtlaklara kadar gelip dayanacaktır. Zalimlerin ne candan bir dostu, ne de şefaati kabul edilir bir şefaatçisi olacaktır.

“Onları, yakın güne karşı uyar” Söz konusu edilen, Kıyamet günüdür. O şekilde isimlendirilmesinin sebebi, yakın olmasıdır. Çünkü her gelecek yakındır. “Yakın olan yaklaştı” yani kıyamet yaklaştı” ayeti de bunun benzeridir. “Kalpler gırtlaklara dayanmıştır” fiöyle ki: “Kalpler korkudan yerlerinden kayar, ta gırtlaklara kadar dayanır. Bu durumda bulunan kalpler ne geriye, yerlerine döner, ne de ağızlarından dışarı çıkar ki, ölsünler de rahat etsinler.Sıkıntılı bir durumda, korku ve hüzün dolu bir haldedirler. Kazm, kızgınlık, korku ve üzüntünün kalbe gidip gelerek, kalbi darlığa iter. “Zalimlerin, ne onlara fayda sağlayan bir yakınları ve ne de sözü tutulan, onlara aracılık eden bir şefaatçi bulunur.

19- O, gözlerin hain bakışını ve kalplerin gizlediklerini bilir.

“Allah (c.c.), gözlerin hain bakışlarını bilir.” Yani, helal olmayan şeylere göz hırsızlığıyla, haince bakmalarını Allah bilmektedir. Mücahid, “Allah’ın men ettiği şeylere bakar” der. Ayetin devamı: “Allah, göğüslerin gizlediklerini de bilir.”

20- Allah, hak ile hükmeder. O’ndan başka çağırdıkları ise, hiçbir şeye hükmedemez. Muhakkak Allah, her şeyi işitendir, görendir.

Allah (c.c.)adaletle hüküm verir. Allah’tan başka, tapıp, çağırdıkları o putlar ise, hiç bir şey bilmediklerinden ve hiç bir şeye güçleri yetmediğinden bir şeye hükmedemezler. Nafi ve İbn-i Amir, (tedde’un) şeklinde okumuşlardır. Diğerleri ise, (yedde’un) şeklinde okumuşlardır. “fiüphe yok ki, Allah (c.c.) her şeyi işiten ve her şeyi görendir.”

21- Acaba yeryüzünde gezip dolaşarak kendilerinden önce gelenlerin akibetlerinin nasıl olduğuna bakmazlar mı? Onlar, güç ve yeryüzündeki eserleri itibariyle bunlardan daha üstün idiler. Allah yine de onları günahları sebebiyle alıp yakaladı. Allah’a karşı onları koruyan da olmadı.

“Onlar yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki, kendilerinden önce geçmiş olan ve onlardan daha güçlü olanların sonunun nasıl olduğunu görsünler.” “Minhüm” kelimesini, İbn-i Amir, “minküm” olarak okumuştur. Kendi mushaflarında bu şekilde yer almıştır. Ayetin devamı: “Eserler bakımından da onlar daha güçlü idiler.” Bu kendilerine fayda vermemişti. “Allah (c.c.), günahları sebebiyle onları yakalar. Onları, Allah’ın azabından koruyacak bir koruyucu yoktur.”

22- Buna sebeb şuydu: Peygamberleri onlara apaçık mucizelerle geliyorlardı da onlar kafir oldular. Bunun üzerine Allah da onları alıp yakaladı. Çünkü O, güçlüdür, cezalandırması pek çetindir.23- Andolsun biz Musa’yı ayetlerimizle ve apaçık bir belge ile gönderdik.24- Firavun’a, Haman’a ve Karun’a. Onlar: “Çok yalancı bir sihirbaz bu!” dediler.25- İşte o kendilerine nezdimizden hakkı getirdiğinde: “Onunla birlikte imana gelenlerin oğullarını öldürün, kadınlarını diri bırakın” dediler. Halbuki kafirlerin hilesi, durum ne olursa olsun boşa çıkar.

Page 80: Beğavi Tefsiri-7

Onların başına gelen bu azabın sebebi, peygamberleri kendilerine ayetlerle gelince, onların inkar etmiş olmalarıdır. Allah da onları yakalamıştır. Zira O, çok güçlüdür ve azabı şiddetli olandır. Andolsun ki, biz Musa’yı, ayetlerimizle ve açık bir yetkiyle göndermiştik. Yani biz onu, Firavun’a, Haman’a ve Karun’a göndermiştik de, onlar onun hakkında “Bu yalancı bir sihirbazdır” demişlerdi. O, katımızdan onlara hakikati getirince, onlar (Firavun ve halkı) onunla beraber, inananların oğullarını, öldürün, hanımlarını sağ bırakın demişlerdi. Kafirlerin tuzağı, mutlaka boşa çıkar.”Katade der ki: “Bu ilk katil değildir. Çünkü, Firavun erkek çocukları katletmeyi bırakmıştı. Ne zaman ki, Musa (a.s.) peygamber olarak gönderildi, o zaman Firavun, İsrail oğullarının erkek çocuklarını öldürmeye, yeniden başladı. Ayetin manası, “öldürmeye tekrar başladılar” şeklinde anlaşılmalıdır. Böyle yapmalarının sebebi, onları Musa (a.s.)’a uymaktan vaz geçirtmekti.” Oysa, Allah (c.c.) kafirlerin tuzaklarını boşa çıkardığından, Firavun ve kavminin de, tuzakları ve hileleri boşa gitmiş, Allah (c.c.)’ın irade ettiği şey onları kuşatmıştır.”

26- Firavun dedi ki: “Bırakın beni Musa’yı öldüreyim. O da varsın Rabbini çağırsın. Çünkü ben onun dininizi değiştirmesinden veya yerde bozgunculuk çıkartmasından korkuyorum”

“Firavun kızgınlığından, beni bırakın da, Musa’yı öldüreyim. O da Rabbini çağırsın” dedi. Firavun’un böyle söylemesinin sebebi, kavminin ileri gelenleri içinde, helak olma korukusuyla, onu Musa’yı öldürmekten menedenlerin olması idi. Firavun diyor ki, “Ben onu öldüreyim de, o kendisini gönderdiğini ve bizden onu koruyacağını iddia ettiği Rabbini çağırsın.”Firavun tebasına “Çünkü ben, O’nun (Musa’nın) sizin sahip olduğunuz dini değiştirmesinden ya da yeryüzünde düzensizlik çıkarmasından korkuyorum” dedi. Ya’kub ile Kufe ekolü (ev en yezhera) şeklinde okurken, diğer alimler (ve en yezhera) şeklinde okumuşlardır. Medine ve Basra ekolü ile, Hafs, (yüzhira) şeklinde geçişli kiple okumuşlardır. Bu durumda (el-fesade) kelimesinin mensub okunması, (en yübeddile) fiiline bağlanmıştır. Burada iki fiil, bir matufu nasbetmiş olur. Bunların dışında kalan kıraat alimleri söz konusu kelimeyi (yezherü) olarak, geçişsiz kipte okumuşlardır. Bu durumda da, (el-fesadü) kelimesi merfu olarak, din ve ibadetlerin değiştirilmesini ifade etmiş olur.

27- Musa: “Gerçekten ben hesap gününe iman etmeyen, her büyüklenenden, benim de sizin de Rabb’inize sığınırım.” dedi.28- Firavun ailesinden olup imanını gizleyen bir adam dedi ki: “Siz, benim Rabbim Allah’dır, dedi diye bir adamı öldürür müsünüz? Halbuki o size, Rabbinizden apaçık belgelerle geldi. Eğer o yalancı ise, yalanı kendi aleyhinedir. Eğer doğru söylüyor ise onun size vadettiğinin bir bölümü gelir sizi bulur. fiüphesiz Allah haddi aşan ve yalan söyleyen kimseleri doğru yola iletmez.

Musa (a.s.) Firavun’un kendisine ölüm tehdidinde bulunmasından ötürü, “Ben hesap gününe inanmayan her kibirli kimseden, benim ve sizin Rabbimiz olan Allah’a sığındım” dedi. Bunu üzerine, Firavun ailesinden imanını gizlemekte olan mü’min bir kişi onlara “Rabbim Allah’tır diyor diye bir adamı öldürecek misiniz?” dedi. Bu adamın kim olduğu hususunda görüş ayrılığı gerçekleştirmiştir. Mukatil ve Süddi, onun, Yasin suresinde Allah Teala’nın kendisinden bahsettiği Firavun’un amcası oğlu olan bir kıpti olduğunu söylerler. Yasin suresinde ondan, şöyle bahsedilmektedir: “fiehrin en uzak yerinden, bir adam koşarak geldi.” Bir grup alim de onun, İsrail oğullarından bir kişi olduğunu söylemişlerdir. Bu durumda ayetin manası “Firavun halkından, imanını gizlemekte olan bir adam... dedi” şeklinde olur. İbn-i Abbas’a göre o mü’minin adı “Hazbil”dir. Alimlerin çoğu da bu kanaattedir. İbn-i İshak o kişinin adının Cibril olduğunu söyler. Yine bazıları da, onun adının “Habib” olduğu kanaatindedirler. Hz. Musa Rabbim Allah’tır diyordu. Bu nedenle de o adam Firavun ve adamlarına “Bir insanı, sırf Rabbim Allah’tır dediği için öldürecek misiniz?” demişti. Ve yine onlara şöyle demişti: “Halbuki o size Rabbiniz’den, kendisinin doğru söylediğine delil olan ayetler getirmiştir. fiayet yalancı ise, bu onun aleyhinedir. Size bir zarar vermez. Ama doğru söylüyorsa, o zaman, o doğru söylediği halde siz onu yalanlamış olursunuz. Size va’dettiklerinin bir kısmı da, başınıza gelir.” Ebu Ubeyde, “Bazısı ifadesiyle, hepsi murad edilmiştir. Yani, “Eğer onu öldürürseniz, onun va’dettiği azap başınıza gelir” şeklinde izah etmektedir. Meani alimleri, şöyle söylerler: “Bazı ifadesi, açık olan musibetlerden söz etmektedir. O mü’min zat, adeta, “Onun (Musa’nın) doğruluğunun kanıtlarından asgarisi, va’dettiklerinden en az bir kısmının sizin başınıza gelmesidir. Bu da sizin yok olmanıza sebeptir.” Tamamının gerekliliğini çağrıştıracağı için, bazısının zikredilmesiyle yetinmiştir. Leys ise, buradaki “Bazı” sözünün, “sıla” olduğunu düşünerek, mananın mutlak olarak “Size va’dettiklerinin tamamı başınıza gelir” şeklinde olduğunu söylemiştir. Ayetin sonu şöyle tamamlanıyor: “Allah (c.c.) kendisini yalanlayan müşrik kimseyi, asla doğru yola, yani kendi hak dinine eriştirmez.”

Page 81: Beğavi Tefsiri-7

Müellif diyor ki: “Bize Abdü’l-Vahid el-Melihi, Ahmed bin Abdillah en-Naimi’den, o, Muhammed bin Yusuf’tan, o, Muhammed bin İsmail’den, o, Ali bin Abdillah’tan, o, Velid bin Müslim’den,Velid, Evzai’den, Evzai, Yahya bin Ebi Kesir’den, o, Muhammed bin İbrahim Teymi’den, o, Urve bin Zübeyr’den nakletti: Urve şöyle rivayet etmiştir:Abdullah bin Amr bin As’a “Bana, müşriklerin Allah Resulü’ne yaptıkları en şiddetli işkenceyi haber ver” dedim. O da bana dedi ki: Rasulullah (s.a.v.) Ka’be’nin avlusunda namaz kılarken, ansızın Ukbe bin Ebi Muit gelip, Allah Rasulü’nün omuzundan tutar. Elbisesini boynuna dolar ve onun boğazını, elbiseyle çok şiddetli bir şekilde sıkar. O esnada, Ebu Bekir (r.a.) yetişir. Ukbe’nin omzundan tutup, Allah Rasulü’nün yanından onu uzaklaştırarak, “Size Rabbinizden açık deliller getirmişken, bir insanı, Rabbim Allah’tır dediği için öldürecek misiniz?” ayetini okur.

29- “Ey kavmim, bugün bu yerde üstünlük sağlayanlar olarak mülk sizindir. Eğer Allah’ın azabı bize gelirse, bize kim yardım eder? Firavun dedi ki: “Ben size ancak gördüğümü gösteriyorum. Ve ben sizi doğru yoldan başkasına da iletmiyorum.”30- İman eden o kimse dedi ki: “Ey kavmim, muhakkak ben sizin için o gurupların günü gibi bir günden korkuyorum;

O mü’min kişi “Ey halkım, bugün saltanat sizindir. Mısır ülkesine siz hükmediyorsunuz. Siz galipsiniz. Ancak, Allah’ın azabı bize gelince, ona karşı bize kim yardım edip de bizi o azaptan kurtarır?” dedi. Yani, “Bugün galibiyet sizindir. Ancak, yalanla ve peygamberi öldürerek, Allah’ın azabını celbetmeyin. Zira başımıza gelince, Allah’ın azabına hiç bir şey mani olamaz” demek istiyordu. Firavun oradakilere şöyle dedi: “Ben size ancak kendim için öngördüğüm düşünce ve nasihatleri öneriyorum ve sizleri, doğru yoldan başkasına da çağırmıyorum.” Dahhak’ın yorumu şöyledir: “Ben size ancak bildiğimi bildiriyorum.” O inanmış olan adam dedi ki: “Ey kavmim, ben sizin üzerinize, önceki toplulukların üzerine gelmiş olan günün bir benzerinin gelmesinden korkuyorum.”

31- “Nuh kavmi, Ad, Semud ve onlardan sonra gelenlerin başına gelenin benzerinden. Allah kullara zulüm dilemez.

“Nuh kavminin, Ad ve Semud ve onlardan sonrakilerin durumuna (düşersiniz diye korkuyorum.) Yani, onlar gibi, yalanlamada bulunursunuz da, sonra azap gelir. “Oysa Allah (c.c.) kullarına zulmetmek istemez.” Kendilerine delil sunmadan önce, onları yoketmez.

32- “Ey kavmim, muhakkak ben sizin için bağrışıp çağrışma gününden korkarım.”

İmanlı kişi yine şöyle der: “Ey kavmim, ben sizin hakkınızda, çağırma gününden korkuyorum.” Kıyamet gününde, her topluluk lideriyle beraber çağrılır. Yine insanlar birbirlerine de çağırırlar. Cennetlikler, cehennemliklere, cehennemlik olanlar, cennet halkına çağırırlar. A’raf’takiler de çağırırlar. Yine orada, mutluluğa ve bahtsızlığa çağrılır. Mesela: “Baksanıza! Filan oğlu filan öyle bir mutululuğa kavuştu ki, asla bir daha bahtsızlığa düçar olmayacak, ya da filan oğlu filan öyle bir talihsizliğe uğradı ki asla bir daha mutlu olamaz.” şeklinde nidalar olur. Ölüm boğazlanırken de şöyle seslenilir: “Ey cennet halkı, ebedi olarak kalacaksınız. Ölüm yok.” ve “Ey cehennem sakinleri, artık ebedi devam edeceksiniz. Ölüm yoktur.” diye seslenilir.İbn-i Abbas ile Dahhak, (Et-tenad) kelimesinin (dal) harfini, şeddeli olarak okumuşlardır. O durumda, “Ayrılık günü” manasına gelir. Çünkü o gün insanlar, sahibinden ürken develer gibi, birbirlerinden ayrılıp kaçacaklardır. Dahhak der ki: “Bu durum, insanlar (cehennemlikler) cehennemin korkunç gürültüsünü duydukları zaman olur. İnsanlar ürküp kaçışırlar. Ancak vardıkları her köşede sıra sıra meleklerle karşılaşınca da tekrar kaçtıkları yere geri dönerler.” Nitekim şu ayet de bu durumu dile getirmetedir: “Melekler onun kenarlarındadır.” Yine “Ey cin ve insan toplulukluğu, göklerin ve yerin kenarlarından çıkıp gitmeğe gücünüz yetiyorsa, çekin gidin.” ayeti de bu hususla ilgilidir.

33- “O günde arkanızı dönüp (cehenneme doğru) gideceksiniz ve sizi Allah’a karşı koruyacak kimseniz olmayacaktır. Allah’ın saptırdığını doğru yola iletecek kimse bulunmaz.”

O gün, hesap yerinden ayrılarak, arkanızı dönüp, cehenneme gidersiniz.” Mücahid “kaçarak, ellerinden bir şey gelmeyerek” gitmeyi anlamıştır. “Ancak sizi Allah’ın azabından kurtaracak bir kurtarıcı yoktur ki.” Allah’ın yoldan çıkmasına hükmettiği kimseyi, hidayete erdirecek kişi bulunmaz.”

Page 82: Beğavi Tefsiri-7

34- “Andolsun önceden Yusuf da size apaçık belgelerle gelmişti. O zamanlar da size getirildiğinden şüphe edip durmuştunuz. Nihayet o vefat ettiğinde de:Allah ondan sonra artık asla bir daha peygamber göndermez. dediniz. Allah haddi aşan şüpheci kimseleri işte böyle saptırır. Musa (a.s.)’dan önce de, Ya’kub oğlu “Yusuf da sizlere açık delillerle gelmişti. O’nun size getirdiklerinden de kuşkulanıp duruyordununz.” Yusuf (a.s.)’ın getirdiği kanıtlardan biri “Bölük pörçük Rabler mi, yoksa daima üstün olan tek bir Allah mı?” sözüdür. İbn-i Abbas, kuşkulu oldukları şeyin, “eşi-ortağı bulumayan Allah (c.c.)’a kulluk ve ibadet” konusu olduğunu söylemektedir. Sonra, o vefat edince, “Allah ondan sonra bir daha elçi göndermeyecek” dediniz.Yani, küfür üzere devam ettiniz de, Allah’ın size delilini yenilemeyeceğini sandınız. “İşte, Allah (c.c.), müşrik ve kuşkucu olan kimseyi, böylece saptırır.”

35- “Onlar ki kendilerine gelmiş bir delil olmaksızın Allah’ın ayetleri hakkında tartışırlar. Gerek Allah indinde, gerek mü’minler yanında (buna) öfke oldukça büyüktür. Allah büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte böyle mühürler.”

Kendilerine Allah’tan bir işaret gelmemişken, Allah’ın ayetleri hususunda, delilsizce münakaşa edenler var ya, onların bu tutumu, bu münakaşası, Allah katında ve inananlar nazarında büyük kızgınlık doğurur. İşte, Allah, her kibirli despotun kalbini, böyle mühürler.” Zeccac, ayetin ilk kısmını, “müşrik şüpheciler” ifadesinin tefsiri olarak yorumlamıştır. Yani, bir önceki ayette sözü edilen şüpheci müşrik-müsrif kimseler, Allah’ın ayetlerini yalanlayarak iptal etmek için, o ayetler hakkında mücadele edenlerdir. Ebu Amr ve İbn-i Amir, (kalbün) kelimesini tenvinli okumuşlardır. Diğer kıraat alimleri ise, izafet gereği, tenvinsiz okumuşlardır. Bu okuyuşun delili, ise, Abdullah ibn-i Mes’ud’un, (Ala külli kalbin külli mütekebbirin cebbarin) şeklindeki okuyuşudur.

36- Firavun dedi ki: “Ey Haman benim için yüksek bir köşk yap!Belki o yollara ulaşırım;37- “Göklerin yollarına. Sonunda belki Musa’nın ilahının yanına çıkarım. Doğrusu şu ki, ben onu yalancı sanıyorum” İşte böylece Firavun’un kötü ameli kendisine süslendirildi ve doğru yoldan alıkonuldu. Firavun’un hilesi ancak bir hüsranla iç içe idi.

Firavun vezirine: Ey Haman, bana yüksek bir kule yap da, belki göğün birinden diğerine giden yollarına ve kapılarına ulaşırım.” dedi. Sarh demek, etrafı, uzak bile olsa, görmeye müsait olan; veya çok uzaklarda bile olsa, bakanın görmekte güçlük çekemeyeceği bina demektir. Aslı açıklama, ortaya çıkarma kelimesidir. Firavun, “Böyle yap ki, Musa’nın ilahını göreyim” dedi. Ekseriyetin okuyuşuna göre, (Fe ettaliu) son harekesi, (Ebluğu) kelimesine atıf olmak üzere, ötrelidir. Hafs’ın Asım’dan rivayetine göre ise, (Lealli)’nin cevabı olmak üzere, (Fe ettaliu) kelimesinin son harf harekesi üstündür. Bu okuyuşun kaynağı da, Hamid el-A’rac’dır.Ayetin devamı: “Firavun şöyle devam eder: Ben Musa’yı, benden başka Rabbi olduğuna iddiasında, yalancı olarak görüyorum:” Böylece amelinin kötülüğü, Firavun’a süslü gösterildi. Ve o yoldan alıkondu. Firavun’un tuzağı kesinlikle boşa çıktı. Kufe ekolü ile, Yakub, (Sudde) fiilini, meçhul edilgen çatı olarak okumuşlardır. Yani, Firavun için kötü işleri süslü gösterildi ifadesine atfedilmiştir. ‘Züyyine’ fiili meçhul olduğundan, onu da meçhul okumuşlardır. İbn-i Abbas ise şöyle mana vermiştir: “Allah onu hidayet yolundan çevirdi.” Diğer kıraatçılar geçişli-etken çatı olarak okumuş ve manayı da “Firavun, insanları doğru yoldan saptırdı.” şeklinde anlamışlardır.

38- O mü’min kişi dedi ki: “Ey kavmim, bana tabi olun da, sizi doğru yola götüreyim.39- “Ey kavmim, bu dünya hayatı ancak bir geçimliktir. Ahiret ise; doğrusu asıl kalınacak yurdun ta kendisidir.”

Ve yine dedi ki: “Ey kavmim, bu dünya hayatı, ancak bir müddet faydalanacağınız ve sonra da kesilecek olan bir geçimliktir. Ahiret ise, sürekli kalınacak olan, hiç yok olmayacak olan bir ebedi yurttur.”

40- Kim bir kötülük işlerse, ona ancak onun benzeri ile karşılık verilir. Erkek veya kadın, kim mü’min olarak salih amel işlerse; işte onlar cennete girerler, onlar orada hesapsız rızıklanırlar.

Bir kötülük işleyen, ancak onun dengiyle karşılık görür. Ancak, kadın veya erkek, inanmış olarak, iyi bir amel yapanlar ise, işte onlar cennete girecek olanlardır. Ve onlar orada, hesapsızca yedirileceklerdir. Mukatil şöyle demektedir: “Cennettekilere, orada kendilerine bahşedilen nimetlerden ötürü, herhangi bir hesap yoktur.”

Page 83: Beğavi Tefsiri-7

41- “Ey kavmim, ne oluyor böyle ki ben sizi kurtuluşa çağırıyorum, siz ise beni ateşe çağırıyorsunuz.?

Bana ne oluyor sözü, karşıdaki muhataba yönelik olunca, “Sana veya size ne oluyor” manasına gelmektedir. Nitekim Araplar (Ma liye erakehazina) şeklinde, “Sana ne oluyor ki ben seni üzgün görüyorum?” derler. Yani, “Bana kendinizden haber verin. Bu durum nasıl oluyor? Ben sizi, Allah’a iman vesilesi ile ateşten kurtulmaya davet ederken, siz beni cehennemi mucip olan şirke çağırıyorsunuz.42- “Siz beni Allah’a kafir olmaya ve O’na bilmediğim şeyi ortak koşmaya çağırıyorsunuz. Halbuki ben sizi mutlak galip, çok mağfiret edici olana davet ediyorum.

O mü’min durumu açıklıyor: “Siz beni Allah’a nankörlük etmeğe ve bilmediğim şeylerle O’na ortak koşmağa çağırıyorsunuz. Halbuki ben sizi, kafirlerden intikam almada çok çetin ve güçlü, tevhid erbabının günahlarını çokça bağışlayan Zat’a davet ediyorum.” diyor.

43- “Elbette beni kendisine davet ettiğiniz şeylerin dünyada ve ahirette her hangi bir davet (özelliği) yoktur. Dönüşümüz muhakkak Allah’adır. fiüphesiz haddi aşanlar da ateşin dostlarıdır.

“Gerçek şu ki, beni kendisine çağırdığınız put, kendisine ne dünyada ve ne de ahirette davet yapılmayacak olan şeylerdir.” Süddi, onlar dünyada ve ahirette, çağrılara karşılık vermezler. Davete icabet edemezler” şeklinde tefsir etmiştir. Bazıları da, şöyle yorumlamışlardır: “Bir put, dünyada kendine ibadete çağırmaz, çünkü putlar Rablık iddiasında değildirler. Kendilerine ibadete de davet etmezler. Ahirette ise, kendilerine tapanlardan uzaklaşırlar.” Ayetin devamı şöyle tamamlanıyor: “Dönüşümüz mutlaka Allah (c.c.)’a olacaktır. Ve O, herkese hak ettiği karşlığı verecektir. fiüphe yok ki, israfçı müşrikler de, cehennem halkıdırlar.”

44- “Yakında benim size söylediğimi hatırlayacaksınız. Ben işlerimi Allah’a ısmarlıyorum. Muhakkak Allah kullarını çok iyi görendir.”

Hatırlamanın fayda etmeyeceği anda, azabı gördüğünüz zaman, “size söylediklerimi hatırlayacaksınız. Ben işimi Allah’a havale ediyorum.” O mü’min kişi, bu sözü, öbürleri kendisini dinlerine karşı gelmesinden dolayı tehdit etmeleri karşısında söylemiştir. Ayetin devamı: “Mutlaka Allah (c.c.) kulları görmektedir.” Yani, Allah hak inanç sahibini, batıl inanç sahibinden ayırır.” O mü’min bunları söyledikten sonra onların yanlarından çıkar. Öbürleri onu ararlar fakat bulamazlar.

45- Sonunda Allah kurdukları tuzakların kötülüklerinden korudu onu; Firavun hanedanını ise kötü azab kuşattı.

Bu ayet durumu açıklıyor: “Allah (c.c.) onu, öbürlerinin kendisi için istedikleri tuzağın kötülüklerinden korudu.” Katade şöyle demiştir: “Musa (a.s.)’la beraber kurtuldu. O bir kıpti idi.” Ve Firavun ailesine azabın en kötüsü indi. Dünyada boğuldular. Ahirette ise, cehenneme girecekler.

46- Ateştir, o. Onlar sabah akşam ona arzolunurlar. Kıyametin kopacağı günde:“Firavun hanedanını azabın en şiddetlisine sokun” (denilecek)

Bunu Allah (c.c.)’ın şu kelamı açıklıyor: “Ateş!” Ateş manasındaki (en-nar) kelimesi, (su’ün) kelimesinin bedeli olduğu için, ona uygun olarak, son harfinin harekesi zammedir. “Sabah akşam ateşe sunulurlar.” İbn-i Mes’ud şöyle demektedir: “Firavun ailesinin ruhları siyah kuşlarının karnındadır. Sabah ve akşam olmak üzere iki kere ateşe arzedilirler. Ve şöyle denir: Ey Firavn ailesinin ruhları, işte kıyamet gerçekleşene kadar sizin sığınağınız budur.” Katade, Mukatil, Süddi ve Kelbi şöyle derler: “Her kafirin ruhu, dünya durdukça, sabah ve akşam ateşe konur.” Bize Ebu’l-Hasan Serahsi, Zahir bin Ahmed’den, o, Ebu İshak Haşimi’den, o, Ebu Mus’ab’dan, o, Malik’ten, Malik, Nafi’den, o da, Abdullah bin Ömer’den rivayetle haber verdi ki, Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:“Sizden biri ölünce, yeri kendisine sabah ve akşam verilir. Eğer o, cennetliklerden ise, kendisine cennet sunulur. Yok eğer cehennemliklerden ise, kendisine cehennemden bir yer sunulur. Ve o ruha denir ki: “İşte bu, Kıyamet gününde Allah seni ona gönderinceye kadar senin makamın olacaktır.”Sonra Allah (c.c.) onların Kıyamet günündeki karargahlarından haber vererek şöyle buyuruyor: “Kıyamet koptuğu günde, “Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun” denir. İbn-i Kesir, İbn-i Amir, Ebu Abr ve Ebu Bekir (Udhulu) kelimesini, sülasi mücerred emir kipinden olmak üzere, ilk elifi ötreli ve vasıl hemzesi olarak, (ha) harfini de yine ötreli olarak (udhulu) şeklinde okumuşlardır. Mana

Page 84: Beğavi Tefsiri-7

“Onlara, ey Firavn ailesi, azabın en şiddetlisine girin” denir. Diğer kıraat alimleri ise (edhulu) şeklinde, if’al (el-if’alü) babından emir kalıbındadır. Ettirgen çatıdır. Bu durumda mana “Meleklere, Firavun ailesini azabın en çetinine sokun” şeklinde olmaktadır. İbn-i Abbas şöyle der: “Allah (c.c.), boğulduklarından beri düçar oldukları azabın dışındaki azap çeşitlerini murad etmektedir.”

47- Ateşin içinde karşılıklı deliller getirip tartışacaklarında, zayıf olanlar büyüklük taslayanlara şöyle diyecekler: “Biz size uyan kimselerdik. fiimdi bu ateşin bir kısmını olsun, bizden kaldırabilir misiniz?”

Ateşin içinde tartışırlarken, güçsüz olanlar, büyüklük taslayanlara derler ki: “Dünyada iken biz size uymuştuk. fiimdi siz, bu ateşin bir katresini bizden kaldırabilir misiniz?” Ey Muhammed, sen kavmine cehennemliklerin, ateş içinde böyle tartışacaklarını hatırlat.” Teba’ kelimesi Basra ağzında, tekil ve çoğul manasında kullanılır. Tekili ise, (Tabi’un) kelimesidir. Kufe alimlerine göre, bu kelime, tekili (müfredi) olmayan bir çoğul -cins- ismidir. Onun da çoğulu (ittiba’un) kelimesidir.

48- O büyüklük taslayanlar, diyecekler ki: “Muhakkak biz, hepimiz bunun içindeyiz. fiüphesiz Allah kullar arasında hüküm vermiş bulunuyor.”49- Ateşte olanlar, cehennem bekçilerine diyecekler ki: “Rabbinize dua edin ki, üzerimizden bir gün olsun azabı hafifletsin.”

Müstekbirler, “Hepimiz ateşin içindeyiz Allah kulları arasında hüküm vermiştir.” Sonra kendilerine azap kızışınca “Ateştekiler (meleklere) cehennem bekçisi olan meleklere “Rabbinize çağırın da, bir gün olsun azabımızı hafifletsin” derler.

50- Bekçiler de diyecekler ki: Peygamberleriniz size apaçık deliller getirmediler mi? Onlar: “Evet” diyecekler. (Bekçiler) diyecekler ki: “fiimdi siz dua edin”Kafirlerin duası -ne olursa olsun- boşunadır.

Cehennem bekçileri de onlara “Peygamberleriniz sizlere apaçık delillerle gelmemişler miydi?” derler. Onlar “Evet (gelmişlerdi) dediklerinde, bekçiler onlara “Öyleyse siz kendiniz çağırın -dua edin- Rabbinize” derler Yani, “Biz sizin için dua edemeyiz” derler. Çünkü onlar bilirler ki, cehennemdekilerin azabları azaltılmaz. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: “Kafirlerin duası, mutlaka boşa gider.” Yani kendilerine fayda sağlamaz.

51- Muhakkak ki, biz, elçilerimize ve inanmış olanlara, hem dünyada ve hem de şahitlerin duracağı günde yardım ederiz.

İbn-i Abbas, yardımın, galibiyet müyesser kılmak ve düşmanları mağlup etmek şeklinde olduğunu bildirir. Dahhak ise, dünyada, delil ile, ahirette de, inanmayanlara azap etmekle olacağını söylemiştir. Bazıları da, dünya ve ahirette düşmanlardan intikam almak suretiyle, yardım gerçekleştirdiğini söylerler. Bunların hepsinin peygamberler ve mü’minler için gerçekleşmiş olduğunu, onların kesin kanıtlarla, muhaliflerine galip geldiğini belirtirler. Ve yine Allah (c.c.) onların öldürülmelerinden sonra düşmanlarından intikam almak suretiyle de kendilerine yardım etmiştir. Nitekim Allah Hz. Yahya’ya yardım etmiştir. Katledildiği zaman, onun yerine yetmiş bin kişiyi öldürmüştür. Onlar bu yollardan biri ile yardım görmüşlerdir.Ayette geçen şahidler, koruyucu meleklerdir. Onlar, Peygamberlerin tebliğlerine, kafirlerin de, yalanlamış olmalarına şahitlik yaparlar.

52- O günde, özür dilemeleri kafirlere fayda vermez. Hem lanet onlaradır, hem de kötü yurt onlarındır.

“O gün, mazeretleri, zalimlere fayda vermez” Yani küfürlerinden dolayı özür dileyecek olsalar, kabul olunmaz. Tevbe etseler, kendilerine fayda vermez.Ve onlar için, rahmetten uzaklaştırılma ile, yurtların kötüsü olan cehennem vardır.

53- Andolsun Biz Musa’ya hidayet verdik. İsrailoğullarına da, Kitab’ı (Tevrat’ı) miras bıraktık;

Andolsun, biz Musa’ya da sapıklıktan hidayete eriştiren Tevrat’ı bir rehber olarak verdik. İsrail oğullarını o kitaba mirasçı yaptık.

54- O, özlü akıl sahipleri için bir rehber ve öğüttür.55- O halde sen sabret! fiüphesiz Allah’ın vadi haktır. Günahın için de mağfiret dile, akşam ve sabah Rabbini hamd ile tesbih et.

Page 85: Beğavi Tefsiri-7

Onların eziyetlerine sabret, Ey Muhammed (s.a.v.) Allah’ın, senin düşmanlarını mağlub ederek helak etme hususundaki sözü, mutlaka gerçekleşecektir. Kelbi, savaş ayetinin, sabır ayetinin hükmünü kaldırdığını söylemiştir. Günahına af dile. Bu , Peygamberimiz (a.s.)’ın günahının varlığından değil, yapacağı istiğfar sayesinde, derecesinin artması ve bu davranışının, kendisinden sonrakiler için bir çığır ve sünnet olması içindir. Ve akşam sabah Rabb’ini överek tesbih et. O’na şükür ifadesinde bulun. Hasan Basri, sabah ve ikindi namazlarının kastedildiğini, İbn-i Abbas (r.a.) ise, söz konusu olanın beş vakit namazın tamamı olduğunu söylemişlerdir.

56- Kendilerine kesin bir delil gelmemişken Allah’ın ayetleri hakkında tartışanlar var ya; şüphesiz onların göğüslerinde asla kendisine ulaşamayacakları bir kibirden başka bir şey yoktur. Derhal Allah’a sığın. Çünkü O, herşeyi işitendir, görendir.

Kendilerine gelmiş hiç bir delil olmadığı halde Allah’ın ayetleri hakkında münakaşa edenler varya, onların gönüllerinde, asla ulaşamayacakları bir kuruntu ve kibir vardır. Kalbin (gönlün) yeri göğüs olduğu için, kalp yerine, kinaye yoluyla göğüsten bahsedilmiştir. İbn-i Abbas şöyle yorum yapmıştır: “Onları, yalanlamaya iten, kalplerinde bulunan kibir ve büyüklük kompleksinden başka bir şey değildir. Mücahid, “Onlar kalplerindeki kibrin gereğine ulaşamazlar. Çünkü Allah (c.c.) onları alçaltır.” yorumunu yapmıştır. İbn-i Kuteybe ise şöyle yorum yapmaktadır. “Onların kalplerinde, Hz. Muhammed’e karşı, büyüklenme ve onu yerme arzusu vardır. Ancak onlar bu arzularına kavuşamazlar.” Tefsircilerin yorumu ise şöyledir: “Bu ayet Yahudiler hakkında inmiştir. Sebebi de, onların Allah Resulü’ne “Ahir zamanda, dostumuz, Davud oğlu Mesih namlı Deccal çıkacak ve saltanatı karaya ve denize ulaşacak” demeleridir.

57- Göklerle yerin yaratılması, andolsun ki insanların yaratılışından daha büyüktür. Fakat insanların çoğu bilmezler.

Göklerin ve yerin yaratılması, büyüklüklerinden dolayı, insanların ölümden sonra tekrar diriltilmesi olayından daha büyük bir iştir. Ancak insanların çoğu, yani kafirler, bunu bilmiyorlar. fiöyle ki, bu olaydan hareketle yaratıcılarının eşsiz bir tek olduğu sonucunu çıkaramıyorlar. Bir grup alim de der ki, “Göklerin ve yerin yaratılması, Deccal’ın yaratılması olayından daha büyük bir iştir.” Ancak, Deccal konusunda münakaşa eden Yahudiler’in çoğu bunu bilmiyorlar.” Rivayete göre, Haşim bin Amir şöyle demiştir: “Rasulullah’ı şöyle söylerken işittim: “Adem (a.s.)’ın yaratılışı ile, kıyametin kopuşu arasında, fitnesi Deccal’ınkinden daha büyük olanlar olacaktır.”Bize, Ebu Said Abdillah bin Ahmed et-Tahiri, dedesi Abdü’s-Samed bin Abdürrahman el-Bezzar’dan, o, Muhammed bin Zekeriya el-Azafiri’den, o, İshak bin İbrahim ed-Debri’den, o, Abdü’r-Rezzak’dan, o, Ma’mer’den, Ma’mer, Katade’den, Katade, fiehr bin Huşib’den haber verdiklerine göre, Esma binti Yezid el-Ensariye şöyle rivayet etmiştir:Rasulullah (s.a.v.) evimde iken, Deccal’dan söz edildi. Rasulullah (a.s.) şöyle buyurdular: “Onun önünde üç yıl vardır. İlk sene gök, yağmurun, yer de bitkinin üçte birini tutar. İkinci yıl gök, yağmurun üçte ikisini yağdırmaz, yer de bitkinin üçte ikisini bitirmez. Üçüncü sene ise, gök yağmurun, yer de bitkinin tamamını tutar. Tırnaklı olan ve dişi bulunan her hayvan yok olur. Onun fitnelerinden en çetini ise, bir Bedeviye gelip: “Deveni canlandırmamı ister misin? Bilmiyor musun? Ben senin Rabb’inim.” demesi ve Bedevi’nin de “Tabii isterim.” demesi üzerine, şeytanın, en güzel memeli ve en büyük hörgüçlü olarak, onun devesinin kılığında görünüvermesidir. Yine Deccal’ın fitnelerinin en şiddetlilerinden biri; “ona babası ve kardeşi ölmüş olan bir adamın gelmesi ve Deccal’ın ona: “İstersen senin için babanı ve kardeşini dirilteyim. Bilmiyor musun? Ben senin, Rabb’inim” demesi üzerine o adamın, bunu istemesi ve o anda da şeytanın o adama, kardeşinin ve babasının suretinde görünmesidir.” Esma diyor ki: “Sonra Allah Rasulü ihtiyacı için çıktı. Daha sonra oradaki topluluk kendilerine olandan dolayı, keder ve endişe içinde döndüler. Rasulullah, kapının iki argacından tuttu ve: “Onlara ne oldu Esma?” diye sordu. Ben de:“Ya Rasulallah! Deccalın adı anılmakla kalplerimiz adeta soyuldu” dedim. Rasulullah buyurdu ki:“Deccal ben hayatta iken çıkarsa, ben onu kesin delillerle yenerim. Değilse mutlaka Rabbim mü’minler için benim halifemdir.” Esma diyor ki: Ben Rasulullah’a şöyle dedim: “Ya Rasulallah andolsun, öyle bir hamur yoğuracağım ki, acıkıncaya kadar onu ekmek yapmayacağız. O gün mü’minler nasıl olacaklar?” Allah Rasulü buyurdular ki: “Allah onları, gök ehlini ödüllendireceği tesbih ve takdis ile ödüllendirecek.”

Page 86: Beğavi Tefsiri-7

Bu hadisi, bu senedle, Ma’mer, İbn-i Haysem’den, o, fiehr bin Huşib’den, o, Esma binti Yezid’den, o da Rasulullah’tan şu şekilde rivayet etmişlerdir: Allah Rasulü dedi ki: “Deccal yer yüzünde, kırk sene kalacak. Sene, ay gibi, ay hafta gibi ve hafta gün gibi olacak, Gün de, yanıcı sıvının ateşte tutuşup sönmesi kadar süredir.”Bize Ebu Said et-Tahiri, dedesi, Abdü’s-Samed bin Abdirrahman el-Bezzaz’den, o, Muhammed bin Zekeriyya el-Azafiri’den, o, İshak ed-Debri’den, o, Abdürrezzak’tan, o, Ma’mer’den, Ma’mer, Zühri’den, o, Salim’den, Salim, İbn-i Ömer’den haber verdiler. İbn-i Ömer der ki: “Allah’ın Rasulü, insanların içinde kalktı, sonra, layık olduğu şekilde, Allah’a övgü ta’zimde bulundu. Sonra, Deccal’den bahsederek dedi ki: “Ben sizi uyarıyorum. Hiç bir peygamber yoktur ki, ona (Deccal’a) karşı ümmetini uyarmış olmasın. Nitekim Nuh (a.s.) da,ona karşı kavmini uyarmıştı. Ancak, ben size, bu hususta, hiç bir Nebi’nin kavmine söylemediği bir şeyi söyleyeceğim: “Biliyorsunuz o tek gözlüdür. Allah Teala ise, asla tek gözlü değildir.” Bize Abdü’l-Vahid el-Melihi, Ahmed bin Abdillah en-Naimi’den, o, Muhammed bin Yusuf’tan, o, Muhammed bin İsmail’den, o, Cüveyriye’den, Cüveyriye, Nafi’den, Nafi, Abdullah’dan haber verdi. Abdullah şöyle rivayet etmiştir: “Rasulullah’ın yanında Deccal’den söz edildi de, Allah Rasulü şöyle buyurdu: “Allah (c.c.) size asla gizli kalmaz. Asla Allah (c.c.) tek gözlü değildir. (Ve Rasulullah, bu esnada gözüne işaret etti.) Mesih Mesih Deccal’in ise, kesinlikle sağ gözü kördür. Gözü, sanki şişik sivilce gibidir.”Bize İsmail bin Abdilkahir el-Cürcani, Abdülgafir bin Muhammed el-Farisi’den, o, Muhammed bin İsa el-Celudi’den, o, İbrahim bin Muhammed bin Süfyan’dan, o, Müslim bin Haccac’dan, Müslim, Ali bin Hacer’den o, fiuayb bin Safvan’dan, fiuayb, Abdülmelik bin Umeyr’den, o, Rebi bin Harraş’dan o, Ukbe bin Ömer ve Ebi Mes’ud el-Ensari’den haber verdiler: Ebu Mes’ud şöyle dedi. Ukbe bin Ömer’le beraber Huzeyfe bin Yeman’e gittik. Ukbe ona şöyle dedi. “Deccal hakkında Allah Rasulü’nden duyduğunu bana anlatır mısın? Huzeyfe şöyle rivayet etti: “Deccal, yanında bir su ve bir ateş olduğu halde ortaya çıkar. İnsanların su olarak gördüğü şey, yakıcı bir ateş, insanların ateş olarak gördükleri ise, serin ve tatlı bir sudur. Sizden kim bunu idrak ederse, ateş olarak gördüğü şeyin içine girsin. Çünkü o, tatlı temiz bir sudur.”Ukbe dedi ki: “Ben de onu, Huzeyfe’yi doğrular şekilde duymuştum.Bize, Abdü’l-Vahid Melihi, Ahmed bin Abdillah en-Naimi’den, o, Muhammed bin Yusuf’tan, o, Muhammed bin İsmail’den, İbrahim bin Münzir’den, İbrahim, İbn-i Velid’den, o, İbn-i Amr’dan, o, İshak’dan, İshak, Enes bin Malik’den, Enes de, Rasulullah’dan şöyle haber verdiler: Rasulullah buyurdu ki: “Mekke ve Medine’den başka, Deccal’in çiğnemeyeceği yer yoktur. Mekke ve Medine’nin hiç bir geçidi (deliği) yoktur ki, orada saf saf durup, oraları bekleyip koruyan melekler olmasın. Sonra Medine, üç sarsıntıyla halkını sallar. Bunun üzerine, bütün kafir ve münafıklar, Deccal’ın yanına çıkarlar.”Bize, Ebu Abdillah, Muhammed bin Fadl, el-Harki, Ebu’l-Hasan Ali bin Abdillah Taysıfuni’den, o, Abdullah bin Ömer el-Cevheri’den, o, Ahmed bin Ali el-Keşmihini’den, o, Ali bin Hacer’den, o, İsmail bin Cafer’den, o, Ala’dan, Ala, babasından, o, Ebu Hureyre’den, Allah Resulü (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu haber verdiler: “Mesih Deccal, doğu yönünden gelecek Medine’ye girmek üzere, yönelip Uhud arkasına kadar gelecek. Sonra Melekler onu, Suriye tarafına çevirecekler. Deccal orada helak olacak.”Yine, bize, Ebu Said et-Tahiri, dedesi Abdü’s-Samed el-Bezzar’dan, o, Muhammed bin Zekeriyya el-Azafiri’den, o, İshak ed-Debri’den, İshak, Abdü’r-Rezzak’dan, o, Ma’mer’den, Ma’mer, Harun el-Abdi’den, o, Ebu Said el-Hudri’den haber verdiler. Habere göre, Allah Rasulü (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: “Ümmetimden, başlarında bekçiler bulunan yetmiş bin kişi Deccal’e tabi olacaklardır.” Bu haberi, Ebu Ümame de Rasulullah’dan rivayet ederek şöyle demektedir: “O gün Deccal ile beraber, hepsinin de tacı ve süslü kılıcı olan yetmiş bin Yahudi bulunur.”

58- Kör ile gören de bir olmaz. İman edip salih amel işleyenler ile günahkar olan da. Ne az düşünüyorsunuz.

Allah (c.c.) buyuruyor: “Kör ile gören; inanıp iyi davranışlarda bulunanlarla da, kötü olanlar bir olmaz. Çok az düşünüyorsunuz.” Küfeliler (tetezekkerun) şeklinde, (siz düşünüyorsunuz) ikinci çoğul kipinde, diğer kıraat alimleri ise, (yetezekkerun), (gaib-cemi) yani, üçüncü çoğul kipinde, (onlar düşünüyorlar) şeklinde okumuşlardır.

Page 87: Beğavi Tefsiri-7

59- Kıyamet saati mutlaka gelecektir. Bunda şüphe yoktur. Ancak insanların çoğu inanmıyor.60- Rabbiniz buyurdu ki: “Bana dua edin. Ben de duanızı kabul edeyim. fiüphesiz bana ibadeti büyüklüklerine yediremiyenler, yakında hor ve hakir olarak cehenneme gireceklerdir.”

“Rabbiniz, “Bana dua edin de duanızı kabul edeyim” buyurdu. Yani, “Bana ibadet edin, başkasına etmeyin ki, duanızı kabul buyurayım da, size sevap vereyim ve günahlarınızı bağışlayayım.” dedi. Allah (c.c.), ibadeti dua ile, ifade edince, sevabı da, duaya icabet olarak adlandırdı.Bize, Abdü’l-Vahid el-Melihi, Ebu Mansur Muhammed bin Sem’an’dan, o, Ebu Cafer Muhammed bin Ahmed bin Abdi’l-Cebbar er-Reyyani’den, o, Hamid bin Zencevih’den, Hamid, Muhammed bin Yusuf’dan, o, Süfyan’dan, Süfyan, Mensur’dan, Mensur, Ebu Zer’den, o, Yesbi el-Kindi’den, Yesbi, Numan bin Beşir’den, haber verdiler. Numan şöyle anlatmıştır: Rasulullah’ı minberde şöyle derken duydum “Dua, ibadetin ta kendisidir.” Böyle söyledi ve “Bana dua edin, size icabet edeyim” ayetini okudu.Ayetin son kısmı: “Bana ibadet hususunda büyüklenenler, aşağılanmış olarak, cehenneme girecekler.” Bize, Ebu Bekir Muhammed bin Ahmed bin Ali ez-Zerki, Ebu’l-Hasan Ali bin Yusuf eş-fiirazi’den, o, Ebu’l-Hasan (Bağdat’taki) Ahmed bin Muhammed bin Musa el-Kureşi’den, o, Muhammed bin Ubeyd bin Ala’dan, o, Ahmed bin Bedil’den, o da, Veki’den, Veki ise, Ebu’l-Melih’den haber verdiler ki, Ebu’l-Melih şöyle nakletmiştir: Ebu Salihi, Ebu Hureyre’den bahsederken duydum. O, Allah Rasulü’nün, şöyle buyurduğunu söyledi: “Kim Allah’a dua etmezse, Allah ona gazap eder.” Denir ki, “Dua, Allah’ı anma ve O’ndan istekde bulunmadır.” İbn-i Kesir, Ebu Cafer ve Ebu Bekir Varrak, ayetteki (seyedhulune) kelimesini, (seyedhulu) şeklinde, edilgen (meçhul) çatı ile okumuşlardır. Diğerleri ise, metinde olduğu şekliyle, (seyedhulune) olarak, etken (Ma’lum) çatıda okumuşlardır. (dahirin) kelimesinin manası, “alçalarak ve zelil -perişan- olarak” demektir.61- Allah O dur ki, içinde rahat bulasınız diye geceyi yaratandır; gündüzü de aydınlık (kılandır) Muhakkak Allah insanlara lutufkardır. Fakat insanların çoğu şükretmezler.62- İşte Rabbiniz Allah budur. Herşeyin yaratıcısıdır. O’ndan başka ilah yoktur. O halde nasıl döndürülüyorsunuz?63- Allah’ın ayetlerini bilerek inkar edegelenler işte böyle döndürülür.

Allah (c.c.) geceyi, içinde istirahat etmeniz için istirahat (zamanı), gündüzü de, sizin için aydınlık kılmış olan yüce zat’dır. Çünkü Allah (c.c.), insanlara karşı, çok lütufkardır. Ancak insanların çoğu şükretmiyorlar. İşte, herşeyin yaratıcısı olan Rabb’iniz budur. O’ndan başka hiç bir ilah yoktur. Nasıl da döndürülüyorsunuz. Tıpkı, pek çok delilin varlığına rağmen, haktan çevriliş olduğunuz gibi. İşte Allah’ın ayetlerini inkar edenler, böylece döndürülüyorlardı.

64- Allah O dur ki, yeri sizin için bir karargah, göğü üstünüze yüksek bir bina yapmış, size suret verip güzelleştirmiş ve hoş şeylerden sizi rızıklandırmıştır. İşte Rabbiniz Allah ! Alemlerin Rabbi Allah’ın şanı ne yücedir!65- O, diri olandır. O’ndan başka hiçbir ilah yoktur. O halde dini yalnız O’na halis kılanlar olarak O’na dua edin, ‘Alemlerin Rabbi Allah’a hamdolsun’ (deyin)

Allah (c.c.) O’dur ki, sizin için yer yüzünü, bir döşek, göğü de, kubbe gibi bir tavan yapmıştır. Sizi şekillendirmiş, şekillerinizi de güzel yapmıştır. Mukatil “Sizi yarattı; yaratılışınızı da güzel yaptı” şeklinde manalandırmıştır. İbn-i Abbas’ın yorumu ise “Adem oğlunu yarattı, yemeğini eliyle yiyebilecek, ayakta dik durabilecek bir konum verdi, insanoğlunun dışındaki varlıkları ise, gıdalarını, doğrudan ağızlarıyla alacakları bir konumda yarattı.” şeklindedir. “Ve sizi temiz yiyeceklerle rızıklandırdı.” Denir ki, “O rızık, başka canlıların rızkının dışındadır.” Ayetin devamı şöyle tamamlanıyor: “İşte bu, Rabbiniz olan Allah’tır. Alemlerin Rabb’inin şanı ne kadar da yücedir! O Allah diridir. O’ndan başka da, ilah yoktur. Dini kendisine halis kılarak, O’na dua edin. Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.”Ferra, (El-Hamdü lillahi) ifadesinin emir niteliği taşıdığını, ifadenin (fed’uhu vahmüduhu) şeklinde olup “O’na yalvarın ve O’nu övün” manasında olduğunu söylemiştir. Mücahid kanalıyla İbn-i Abbas’tan şöyle rivayet edilmiştir: Kim (La ilahe illallah) - “Allah’tan başka ilah yoktur.” derse, hemen onun peşinden, (el-hamdü lillahi) - “Övgü Allah’a aittir.- desin.” Zira bu “Dini yalnızca kendisine has kılarak Allah’a yalvarın. Hamd, alemlerin Rabb’ine mahsustur” ayetinin gereğidir.”

66- De ki: “Bana Rabb’imden, açık deliller gelince, Allah’ın dışında sizin dua ettiklerinize tapmaktan men olundum. Ve alemlerin Rabb’ine teslim olmakla emrolundum.”

Page 88: Beğavi Tefsiri-7

Bu, Peygamberimiz (s.a.v.), inkara davet edildiği zaman gerçekleşmiştir.

67- O ki, topraktan, sonra bir nutfeden, sonra bir kan pıhtısından yaratan, sonra sizi bir bebek olarak çıkarandır. Sonra güçlü çağına ulaşmanız, sonra da ihtiyar olmanız için (sizi yaşatandır) Sizden kiminiz daha öncesinden vefat eder. Belirli bir ecele ulaşmanız için ve belki akıl erdirirsiniz diye (bu oluyor).

O’dur, sizi önce topraktan, sonra spermadan, sonra da zigottan yaratan. Sonra da sizi, çocuk olarak çıkarıyor. Sonra sizi güçlü durumunuza ulaştırıyor. Sonra da yaşlılar oluyorsunuz. Kiminiz de, yaşlanmadan önce, öldürüyorsunuz. Hep beraber, belli bir süreye ulaşıyorsunuz. Yani, belli, sınırlı ve aşılmaz bir zaman devresi olan, ölüme kadar süren dünya yaşamı süresi kasdediliyor. Allah’ın birliğini ve kudretini düşünüp, anlamanız için böyle yapılıyor.

68- O, dirilten ve öldürendir. Bir işe hükmettiği zaman, ona yalnız ‘ol’ der. O da hemen oluverir.69- Allah’ın ayetleri hakkında tartışanları görmez misin? Nasıl da döndürülüyorlar?

O’dur öldüren ve dirilten. O bir şeye karar verdiği zaman, ona ancak, “Ol!” der. O şey, hemencecik oluverir. Görmedin mi, Allah’ın ayetleri hakkında ileri-geri konuşanları?“Allah’ın ayetleri” ifadesinden murad, Kur’an-ı Kerim’dir. Onun hakkında mücadele edenler, onun Allah katından gelmediğine inanıyorlardı. Onlar nasıl da gerçek dinden döndürülüyorlar. Denir ki “Onlar müşriklerdir.” Muhammed bin Sirin ile, Ehl-i Sünnet alimleri bu ayetin, Karye halkıyla ilgili olarak indiğini söylemişlerdir.

70- Kitabı ve peygamberlerimizle gönderdiklerimizi yalanlayanlar, onlar yakında bileceklerdir.71- O zaman boyunlarında tasmalar ve zincirler bulunacak, sürüklenecekler.

“Kitabı ve elçilerimizi kendisiyle gönderdiğimiz şeyi yalanlayanlar, yakında boyunlarında demir halkalarla ve zincirlerle sürükleneceklerini bilecekler.”

72- Kaynar suda ve sonra da ateşte yakılacaklardır.

Mukatil “Onlarla, ateş yakılır” demiştir. Mücahid ise, “Ateş için, yakıt olurlar” demektedir.

73- Sonra onlara denilecek ki: “Hani ortak tutageldikleriniz nerede?”74- “Allah’dan başka?” Onlar: “Önümüzden kaybolup gittiler. Hayır, biz zaten önceden hiçbir şeye ibadet etmiyorduk” diyecekler. Allah kafirleri işte böyle şaşırtır.

Sonra onlara “Ortak koştuklarınız neredeler?” denir. Yani, “Allah’tan başka O’na ortak koştuklarınız, o putlar, neredeler?” denir. Onlar da “Bizden uzaklaşıp gittiler. Onları kaybettik. Artık onları göremiyoruz” derler. “Halbuki biz daha önce, doğru dürüst bir şeye de tapmıyormuşuz.” derler. Kimisi “İnkar ederler” der. Kimi de, ayetin manasının, “Daha önce biz, fayda ve zarar verebilen bir şeye tapmıyormuşuz” şeklinde olduğunu söylemiştir. Hüseyin bin Fadl’ın yorumu ise şöyledir: “Halbuki biz, hiç bir şey yapmamışız. Putlara yaptığımız tapınmalar boşa gitmiş.” Tıpkı çalışması boşa giden birinin, “Hiç bir şey yapmamışım” demesi gibi. Allah (c.c.) buyuruyor ki: “İşte Allah (c.c.), bunları saptırdığı gibi, aynı şekilde kafirleri de yoldan çıkarır.”

75- Bu halinizin sebebi şudur:Siz yeryüzünde haksız yere şımarıyor ve taşkınlık gösteriyordunuz.

“İşte başınıza gelen bu azap, yeryüzünde haksızca şımarıp sevinmenizden, ve aşırı bir şekilde böbürlenmenizden ileri gelmektedir.”76-Cehennem kapılarından, orada ebedi kalıcılar olarak giriniz. Büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür.77- Bu sebeple sabret!Muhakkak Allah’ın va’di haktır. Eğer onlara va’dettiğimizin bazısını sana gösterirsek veya seni (önceden) vefat ettirirsek, sonunda onlar bize döndürüleceklerdir.

“İçinde ebedi olarak kalmak üzere, girin cehennemin kapılarından içeri.” Kibirlenenlerin yeri, ne kadar da kötüdür.” Ey Muhammed (s.a.v.) “Sen sabret. Allah’ın sana yardım sözü gerçekleşecektir mutlaka. Biz, ya onlara va’dettiğimiz azabın bazısını, daha sen, hayatta iken sana göstereceğiz, veya bu azap onların başına gelmeden önce, seni vefat ettireceğiz. Onlar kesinlikle bize döndürülecekler.”

Page 89: Beğavi Tefsiri-7

78- Andolsun biz senden önce de peygamberler gönderdik. Onlardan kiminin kıssalarını sana anlattık; kiminin de kıssalarını sana anlatmadık. Allah’ın izni olmadıkça hiçbir peygamberin kendiliğinden bir ayet (mucize) getirmesi mümkün olmaz. Allah’ın emri geldiğinde, hak ile hükmolunur. İşte batılcılar orada hüsrana uğrayıverirler.

fiüphesiz biz, senden önce de, Peygamberler göndermiştik. Onlardan kiminin hikayesini sana Kur’an’da anlattık, ancak, sana haberlerini anlatmadıklarımız da var. Hiç bir peygamberin, Allah (c.c.)’ın izin ve isteği olmaksızın mucize göstermesi mümkün değildir. Allah (c.c.)’ın, peygamberlerle ümmetleri arasında hüküm verme zamanı gelince, adaletle hüküm verilir. İşte orada, Allah’ın ayetlerini iptal etmeğe kalkışanlar, hüsrana uğrarlar.”

79- Allah, davarları bazısına binesiniz, bazısını da yiyesiniz diye, sizin için yaratandır.80- Ve sizin için onlarda faydalar vardır. Kalplerinizdeki arzuya onların üzerine (binerek) ulaşmanız için (onları yarattı) Üstelik hem onların üzerinde hem gemilerin üstünde taşınırsınız.

O Allah ki, size, kimine binmeniz, kiminden de yemeniz için, hayvanları yaratmıştır. Sizin için onlarda faydalar vardır. Yani onların yünlerinden, tüylerinden, kıllarından ve sütlerinden yararlanırsınız. Ve onların üstünde gönüllerinizdeki ihtiyacınıza ulaşırsınız. Yani, yüklerinizi beldeden beldeye taşırlar ve onlara binerek, ihtiyaçlarınızı giderirsiniz. Karada, deve gibi hayvanların, denizde de, gemiler üzerinde taşırsınız. Buna benzer ifade şu ayette de vardır. “Onları karada ve denizde taşıdık.”

81- Sizlere ayetlerini gösteriyor. Allah’ın ayetlerinden hangisini inkar ediyorsunuz?

“O size, kudretinin alametlerini gösteriyor. Allah’ın ayetlerinin hangisini inkar ediyorsunuz?”

82- Kendilerinden öncekilerin akibetlerinin nasıl olduğuna bakmaları için yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı?Onlar, bunlardan daha çok, kuvvetçe de yerlerinde eserleri itibariyle de daha güçlü ve daha çetin idiler. Ala kazanageldikleri şeyler onlara fayda vermedi.

“Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı ki, kendilerinden öncekilerin sonlarının ne olduğunu görsünler? Onlar, kendilerinden daha kalabalık, güç bakımından daha güçlü ve yeryüzündeki eserleri bakımından da, daha sağlam idiler. Yani, yapıları ve sarayları daha sağlam idi. Ancak buna rağmen kazandıkları, kendilerine fayda vermedi.” Denir ki,, bu ifade soru niteliğindedir. fiu manayı çağrıştırmaktadır: “Kazançları onlardan neyi savdı?”

83-Peygamberleri onlara apaçık deliller ile geldiğinde onlar; yanlarındaki ilim dolayısıyla şımardılar ve alay edegeldikleri şey, onları kuşatıverdi.84- Onlar bizim azabımızı gördüklerinde: “Bir olarak Allah’a inandık, O’na eş tutmakta olduğumuz şeyleri de inkar ettik” dediler.

“Peygamberleri kendilerine açık delillerle gelince, kendi bilgilerince, sevinip övündüler.” Mücahid der ki: “Bu onların “Biz çok iyi biliyoruz ki, ne diriltileceğiz, ne de azap çekeceğiz - ne de bize azap edilecek -” şeklindeki sözleridir.” Bu durum, “ilim” diye, onların iddiaları gereği isimlendirilmiştir. Halbuki gerçekte o, cehalettir. “Sonra alay konusu yaptıkları şey, kendilerini kuşatıverdi.” Ne zaman ki azabımızı görürler, işte o zaman, “Tek olan Allah’a inandık. O’na ortak koştuğumuz şeyleri inkar ettik.” derler. Yani “Allah’a denk gördüğümüz şeylerden uzaklaştık” derler.

85- Ama bizim azabımızı gördüklerinde, imanları ona fayda vermedi. Bu, Allah’ın kulları hakkında geçerli olagelen sünnetidir. Ve kafirler işte burada hüsrana uğradı.

Ancak azabımızı gördükleri zaman, iman etmeleri, onlara fayda vermez. Allah’ın, kulları hakkındaki süregelen kanunu olarak, bu böyledir. (sünnete) kelimesi, (kesünnetin) durumundadır. Başında olması gereken cer edici (Kef) harfi düştüğü için, kelime mensub olmuştur. Bazıları da, bu kelimenin, masdar olmasından ötürü mensub olduğunu söylerler. Kimileri ise, kelimenin iğra olduğunu ve bu sebeple mensub olduğunu söylemişlerdir. Yani “Allah’ın kanunundan sakının” manası vardır derler. Bu kanun da onların, Allah’ın azabını gördükleri zaman inanmaları şeklinde cereyan etmektedir. Halbuki, azabı görünce yapılan iman, kendilerine fayda sağlamaz. “İşte o zaman, kafirler hüsrana uğramışlardır. Tabi ki, hem dünya ve hem de ahiret yurdunun nimetlerini kaybetmiş olmaktan dolayı. Zeccac der ki: “Kafir her zaman zarardadır. Ancak, onlar azabı gördüleri zaman zarara uğradıklarının farkına varırlar.

Page 90: Beğavi Tefsiri-7

FUSSİLET SURESİ

Mekki bir suredir. Ellidört ayettir.

Rahman ve Rahim Olan Allah’ın adıyla.

1- Ha-Mim. 2- Rahman ve Rahim olan (Allah’ın) indirmesidir.

Ahfaş, ayetin tamamıyla, mübteda (başlangıç sözü) olduğunu, haberinin ise, üçüncü ayet olduğunu söylemiştir.

3- Ayetleri açıklanmış, bilen bir toplum için Arapça okunan bir kitap olarak (indirilmiştir)

Arapça lisanla indirilmiştir. fiayet, Arapların dilinin dışında bir dilde indirilmiş olsaydı, onu bilip anlayamazlardı. Kur’an kelimesi, üzerinde açıklama gerçekleştiği için mensub kılınmıştır. Mana: “Onu, bir Kur’an olarak açıkladık” şeklindedir.

4- Müjdeleyici ve uyarıcı olarak (indirilmiştir.) Ama onların çoğu yüz çevirmiştir. Bundan dolayı onların çoğu işitmezler.

Bunlar Kur’an’ın iki sıfatıdır. Yani, Kur’an, Allah’ın dostlarını müjdeler, O’nun düşmanlarını da uyarır. “Ancak, onların çoğu yüz çevirmişlerdir. Ve onlar, tekebbürlerinden dolayı, Kur’an’a kulak vermiyorlar.

5- Dediler ki: “Bizi davet edegeldiğin şeye karşı kalplerimiz örtüler içindedir, kulaklarımızda bir ağırlık vardır; bizimle senin aranda da bir perde vardır. O halde sen yapacağını yap!fiüphesiz biz de yapanlarız.”

“Mekke müşrikleri, “Bizi çağırdığınız, şeye karşı kalbimiz kapalıdır, biz söylediğinizi anlamıyoruz” dediler. “Dediğinizi duymuyoruz” sözünde ısrar ederek, “Kulaklarımızda ağırlık var. Seninle bizim aramızda da, perde var. Sen kendi dinin gereğini yap. Biz de kendi dinimizin gereğini yapacağız.” dediler. “Kulağımızda ağırlık var.” ifadesinin manası, “Biz senin dediğini kabul etmemekle, sana göre anlamayan ve duymayan mesabesindeyiz” demektir. “Aramızda perde, var” demek ise, “Din konusunda farklıyız, millet olmamız hususunda ise, aramızda engel var” manasına gelir. “Bu durumda senin dediğini kabul edemeyiz” diyorlar.

Page 91: Beğavi Tefsiri-7

6- De ki: Ben ancak sizin gibi bir insanım. Bana, sizin ilahınız ancak bir tek ilahtır, diye vahyolunuyor. O halde O’na dosdoğru yönelin ve O’ndan mağfiret dileyin. O müşriklerin vay haline!”

De ki: “Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Yani, sizin gibi bir insanım. Eğer vahiy olmasaydı, sizi çağırmazdım de” diyor. Ayetin devamı: “Bana, ilahınızın, ancak bir tek ilah olduğu vahyediliyor.” Hasan Basri diyor ki: Allah (c.c.), ona, alçak gönüllülüğü öğretiyor.” İbadetle, Allah’a yöneliniz. O’nun yolundan sapmayınız. Günahlarınızdan dolayı da, O’ndan bağışlanma dileyin. Vay haline, O’na ortak koşanların.

7- Onlar ki, hem zekatı vermezler, hem de onlar ahireti inkar edenlerin ta kendileridir.

“Zekatı vermeyenler varya, işte onlar, aynı zamanda ahireti de inkar edenlerdir.” İbn-i Abbas şöyle demektedir: “Allah’tan başka ilah yoktur” diyen kimse için, bu söz nefislerin zekatıdır” Mana şöyle olmaktadır: “Ruhları tevhid ile, şirkten temizlenmiyor.” Hasan Basri ile Katade ise, “Zekatı kabul etmiyorlar ve onu vermeyi de vacip olarak görmüyorlar” demişlerdir.Diyordu ki: “Zekat, İslam’ın köprüsüdür. Kim o köprüğü geçerse, kurtulur. Kim de geri durursa, mahvolur.” Dahhak ve Mukatil’in yorumları ise “İtaat için harcamazlar ve sadaka da vermezler” şeklindedir. Mücahid ise, “İşlerini temiz yapmazlar” yorumunu yapmıştır.

8- fiüphesiz ki, iman edip salih amel işleyenler, onlar için kesilmeyen bir ecir vardır.

İman edip salih ameller yapanlara gelince; onlara, kesintisiz bir mükafat vardır. İbn-i Abbas bu şekilde mana vermiştir. Mukatil “Eksilmeyen mükafat” diye mana vermiştir. Yine, kesilmeyen şeklinde de ondan rivayet yapılmıştır. Çünkü o, insanın minnetini ve kuvvetini azaltır. “Onunla kendilerine minnet yapılmayan bir mükafat verilir.” denmiştir. Mücahid “Hesapsız mükafat” tanımlamasını yapar. Süddi bu ayetin, hastalar, müzminler ve yaşlılar hakkında indiğini söylemiştir. Yani, onlar ibadetten aciz duruma düştüklerinde, daha önce yapar olduklarının en iyisi üzerinden kendilerine sevap yazılır. Bize, Ahmed bin Abdillah es-Salihi, Ebu’l-Hasan bin Büşran’dan, o, İsmail bin Muhammed es-Sufar’dan, o, Ahmed bin Mansur er-Rumadi’den, o, Abdü’r-Rezzak’dan, o, Ma’mer’den, Ma,’mer, Asım bin Ebi’n-Necud’dan, o, Hayseme b. Abdirrahman’dan, o da Abdullah b. Ömer’den Rasulullah’ın şöyle buyurmuş olduğunu haber verdiler: “Kul, iyi bir ibadet üzere bulunur, sonra da hastalanırsa, kendisinden sorumlu meleğe, “Onun amelinin aynısını kendisine yaz. İyileştiği zaman, ister onu serbest bırak, istersen bırakma.” der.

9- De ki:“Siz yeri iki günde yaratan Allah’ı gerçekten inkar ediyor musunuz?”İşte O, alemlerin Rabbi’dir.

“De ki: Siz, yeri iki günde yaratmış olanı inkar edip, O’na eşler mi koşuyorsunuz? İşte O, alemlerin Rabb’idir.” İki gün, Salı ve Çarşamba günleridir.

10- Orada üstünden sabit dağlar yerleştirdi. Orayı bereketlendirdi ve gıdalarını isteyenler için müsavi olarak dört günde takdir etti.

O, yerin üstüne, sabit dağlar yaptı. Orada bereketler yarattı. Yani, yerin içini, yarattığı denizler, ırmaklar, ağaçlar ve meyvelerle bereketlendirdi. Ve orada, isteyenlere eksiksiz olarak dört gün içinde, yerdeki gıdaları belirledi. Hasan Basri ile Mukatil, “Kulların ve hayvanların rızıklarını taksim etti.” yorumunu yapmışlardır. İkrime ve Dahhak ise şöyle demişlerdir: “Beldeden beldeye ticaret yapmak suretiyle, birbirleri sayesinde hayatlarını sürdürmeleri için, her bir ülkede, bir diğerinde yaratmadığı şeyleri takdir edip yarattı.” “Dört gün içinde rızıkları takdir etti.” ifadesi ile, Cenab-ı Hak, içinde yeri yaratmış olduğu ilk iki günü de kasdetmektedir.Yani, şöyle demek istemektedir: “Allah (c.c.) iki günde yeri ve içindekileri yarattı, üçüncü ve dördüncü günler olmak üzere son iki günde de, rızıkları takdir etti. Bu ikisi, birinci ve ikinci günlerle beraber, toplam dört gün etmektedir. Sonraki iki gün, önceki iki günle beraber zikredilmiştir. Bu şuna benzer: “Dün bir kadınla evlendim. Bu gün de ikisiyle evlendim dersin. Burada, ikiye, dün evlendiğim kadın da dahildir.”Ebu Cafer, (seva’ün) kelimesini, söz başı kabul ederek, merfu olarak okumuştur. “O (rızıklar) eksiksizdir” manasını vermiştir. Yakub ise, (fi erba’atin eyyamin) ibaresinin sıfatı kabul ederek, mecrur -son harfi esreli- okumuştur. Diğer kıraat alimleri ise, (isteva) fiilinin masdarı olmak üzere, mensub olarak okumuşlardır. Bu durumda manası “İsteyenlere bu rızıktan eksiksiz olarak takdir edilir” şeklinde olur.***** Katade ve Süddi...

Page 92: Beğavi Tefsiri-7

11- Sonra duman halinde bulunan semaya yöneldi ve ona ve yere “İsteyerek veya istemeyerek gelin” dedi. İkisi de “İsteyerek geldik” dediler.

Sonra Allah (c.c.), göğe yöneldi. Gök, su buharından oluşmuş dumanlar içinde idi. Allah (c.c.), göğe ve yere, “İsteyerek gönüllü- veya gönülsüz olarak gelin” dedi. Yani, “size emrettiğimi yapın” dedi. Bu şöyle denmesine benzer bir ifade tarzıdır: “En güzel olan şeyi getir, yani “yap”. Tavus, İbn-i Abbas’dan nakleden der ki: “İ’tiya” kelimesinin manası, “veriniz” demektir. Yani, ayetteki ifadenin manası şöyledir: “Siz de kulların ihtiyaçları için yaratmış olduğun şeyleri onlar çıkarın.” İbn-i Abbas (r.a.) Allah (c.c.)’ın, “Sana gelince ey gökyüzü, güneşini, ayını ve yıldızlarını parlat, ve ey yeryüzü, sen de, nehirlerini yar ve akıt, meyvelerini ve bitkilerini çıkart” diye buyurduğunu ve sonra da, o ikisine “Size emrettiklerimi isteyerek yapın. Aksi takdirde, sizi bunu yapmaya zorlayacağım ve siz de istemeyerek yapmak durumunda olacaksınız” dediğini, bunun üzerine de gök ve yerin, isteyerek yapmayı kabul ettiklerini söylemiştir. Ayetin devamı: “Gök ve yer, gönüllü olarak geldik” dediler. Allah (c.c.), “dişil kalıbı kullanarak (Taatiyn) demedi. Çünkü, kelime, yeri, göğü ve içindekilerin hepsini kapsamaktadır. Mana “İçimizdekilerle beraber, isteyerek geldik” dediler. Allah (c.c.) yer ve göğü konuşma ile vasıflandırdığı zaman, onları, akıllı varlıkların çoğulu yerine koymuştur.”

12- Böylece onları yedi gök olmak üzere, iki günde yarattı. Her bir göğe ona ait olan emri vahyetti. Dünya göğünü de kandillerle süsledik. Ve (onu) koruduk. Bu, gücüne karşı konulamayan mutlak galibin, her şeyi en iyi bilenin takdiridir.

Allah (c.c.), iki gün içinde de, göğü yedi kat yapmayı tamamladı ve onları yaratmayı bitirdi. Ve her göğe emrini vahyetti. Ata, ibn-i Abbas’tan rivayetle şöyle demiştir: “Allah (c.c.), yaratmış olduğu her gökte, melekler, denizler, buz dağları ve kendisinden başka kimsenin bilmediği, daha başka şeyler yaratmıştır.” Katade ve Süddi ise, “Yani, onların içinde, güneşini, ayını ve yıldızlarını yaratmıştır.” derler. Mukatil’in yorumu şöyledir: “Allah (c.c.) her göğe istediği emir ve nehiyleri vahyetti.” Sözü edilen iki gün, Perşembe ve Cuma günleridir. Ayetin devamı: “Biz en yakın göğü, yıldızlarla ve koruma ile süsledik. İşte bu, çok güçlü ve çok bilen Allah’ın belirlemesidir.” “hifzen” kelimesi, masdar olmak üzere, mensuptur. Yani mana, “Yakın göğü, kulak hırsızlığı yapmak isteyen şeytanlardan, iyice koruduk.” şeklindedir. İşte sözü geçen, Allah’ın bu yaratmaları, mülkünde güçlü olan ve yarattıklarını bilen Allah’ın belirlemesidir.

13- Eğer yüz çevirirlerse, sen de deki:“Ben Ad ve Semud’a gelen yıldırım gibi bir yıldırımla sizi korkutup uyarırım.

“Eğer şu müşrikler, bütün bu açıklamadan sonra iman etmekten kaçınırlarsa, de ki: “Ben sizi, Ad ve Semud benzeri bir yok oluşa karşı uyarıp korkutuyorum.” Saika, “her türlü helak edici şey” manasına gelmektedir.

14- Hani onlara peygamberleri önlerinden ve arkalarından gelip “Allah’dan başkasına ibadet etmeyin” dediklerinde onlar: “Eğer Rabbimiz dileseydi, elbette melekler indirirdi. Bu sebepten muhakkak biz, sizinle gönderilenlere kafir olanlarız.” dediler.

Onlara, yani Ad ve Semud kavimlerine, önlerinden ve arkalarından elçiler gelip, kendilerine, Allah’tan başkasına kulluk etmeyin dediklerinde onlar, Allah kullarını davet etmek istese, mutlaka bir melek gönderirdi. Bu durumda, biz sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyi inkar ediyoruz” dediler. “Kendilerinden öncekiler” tabiri, onların önceki atalarına gönderilmiş olan peygamberleri; “arkalarındakiler” tabiri ise, atalarına gönderilenlerden sonra, kendilerine gönderilmiş olan, Hud ve Salih (a.s.)’lar gibi peygamberleri ifade etmektedir. Yine, “önlerinden” ifadesinde, kinaye, Ad ve Semud kavimlerine dönerken, “arkalarından” sözündeki kinaye, peygamberlere dönmektedir. Yani “öncekiler” deyimiyle, Ad ve Semud kavimleri, “sonrakiler” tabiriyle ise, gönderilmiş olan peygamberler kastedilmektedir.Bize Ebu Said eş-fierihi, Ebu İshak es-Sa’lebi’den, o, Abdullah bin Hamid el-Esfehani’den, o, Ahmed bin Muhammed bin Yahya el-Abidi’den, o, Ahmed bin Mecde bin Uryan’dan, o, Hamani’den, Hamani İbn-i Fudayl’dan, İbn-i Fudayl, Ahlec’den, o, Zeyyal bin Harmele’den, o, Cabir bin Abdillah’dan haber verdiklerine göre, Cabir şöyle demiştir: “Kureyş’in ileri gelenleri ile Ebu Cehl dediler ki: “Muhammed’in işi bize karışık görünüyor. fiiir, kehanet ve büyü bilen bir adam bulsanız da, ona gelip konuşsa ve sonra da onun durumu ile ilgili olarak bize bilgi getirse, onun durumunu bize açıklasa” Bunu üzerine Utbe Bin Rebia,

Page 93: Beğavi Tefsiri-7

“Ben şiir, kehanet ve sihir dinledim. Bu hususlarda da, bilgi öğrendim. Onun durumunun şöyle veya böyle olduğu bana gizli kalmaz” dedi. Sonra Hz. Muhammed’in yanına geldi. Huzuruna çıkınca, kendisine şu soruları sordu: “Sen mi daha hayırlısın yoksa Haşim mi? Sen mi daha hayırlısın, yoksa Abdü’l-Müttalib mi? Sen mi daha hayırlısın, yoksa Abdullah mı? Niçin ilahlarımıza sataşıyorsun? Atalarımızı sapıklıkla itham ediyorsun. Eğer evlenmek istiyorsan, sana Kureyş kızlarından beğendiğin on kadın nikahlayalım. Mal-mülk istiyorsan, senin için kendini ve senden sonra gelecek çoluk çocuğunu zengin edecek miktarda mal- mülk toplayalım. Bu esnada Rasulullah, bir şey konuşmaksızın sessizce duruyordu. O sözünü tamamlayınca, Allah Rasulü (s.a.v.) Besmele ile beraber, bu surenin baş tarafından, “Ha-mim. Çok esirgeyen ve sonsuz mehamet sahibi olan Allah’ın indirmesidir. Ayetleri açıklanmış bir ilahi kitaptır (bu)” kısmından başlayarak, “Eğer yüz çevirirlerse, onlara de ki: “Ben sizi, Ad ve Semud’unkine benzer bir helak oluştan ötürü uyardım.” Bunun üzerine Utbe, Rasulullah’ın ağzından ayeti ezberledi ve gizlice okudu. Sonra da ailesine döndü. Artık Kureyşliler’in yanına çıkmaz oldu. Onlarla görüşmedi. Nihayet Ebu Cehil Kureyşliler’e: “Ey Kureyş toplumu. Andolsun ki, ben Utbe’nin Muhammed’in dinine girdiğini düşünüyorum. Muhakkak Muhammed’in yemeği onun hoşuna gitmiş olmalı. Bir ihtiyacından dolayı bunu yapmış olması lazım. Haydi ona gidelim” dedi. Onun yanına gittiler. Ebu Cehl Utbe’ye:“Ey Utbe, seni bize gelmekten alıkoyan, Muhammed’in dinine intisab etmenden başkası değil. Onun yemekleri hoşuna gitti. Eğer bir ihtiyacın varsa, seni Muhammed’in yemeğine muhtaç olmaktan kurtaracak miktarda parayı, bizler kendi yanımızdan tedarik edelim.” dedi. Utbe kızdı ve Muhammed (a.s.)’la bir daha asla konuşmamaya yemin etti. Sonra şöyle dedi: “Vallahi, siz biliyorsunuz ki, ben Kuryeş’in en zenginlerindenim. Ancak ben, Muhammed’e gittim, ona durumu anlattım. Bana öyle bir şeyle cevap verdi ki, yemin ederim, o, ne şiir, ne kehanet ve ne de sihirdi. Yine bilirsiniz ki, Muhammed (s.a.v.), bir şey söyleyince o asla yalan çıkmaz. Ben, size bir azabın gelmesinden korkuyorum” dedi. Surenin baş tarafından, “Yüz çevirirlerse, onlara “Ben sizi, Ad ve Semud’un başına gelmiş olan helak oluşla uyarıyorum.” de. ayetine kadar okudu. Ve dedi ki, ben bunu onun ağzından ezberledim, kaçınması için de gizlice okudum.” Muhammed bin Ka’b el-Karzi şöyle demiştir: “Bana tahdis olundu ki, Utbe bin Rebia, efendi ve ağırbaşlı biri idi. Bir gün Kureyşliler’in meclisinde otururken, Peygamberimiz (s.a.v.) de yalnız başına Mescid’i Haram’da bulunduğu bir sırada, Utbe yanındaki Kureyş Kabilesi mensublarına, “Ey Kureyş toplumu, ne dersiniz, Muhammed (s.a.v.)’in yanına gidip de durumu, ona arzetsem. Belki bir kısmını kabul eder.” O’na bir şeyler veririz de, bizimle uğraşmaktan vaz geçer.” dedi. (Bu durum, Hz. Hamza’nın müslüman olması ve müşriklerin Hz. Muhammed (a.s.)’ın arkadaşlarının artıp çoğaldığını görmeleri esnasında gerçekleşmiştir.) Bunun üzerine yanındakiler Utbe’ye: “Evet. Ey Velid’in babası, sen ona git ve konuş” dediler. Sonra Utbe kalkıp Rasulullah’ın (s.a.v.) yanına gitti ve onun yanına oturdu, şöyle dedi: “Ey kardeşimin oğlu, bildiğin gibi aramızda, geniş bir aşiretin ve soy bakımından da, saygın bir merteben var. Ve sen, kavminin başına, büyük bir iş açtın. Birliklerini bozup dağıttın, akıllarını karıştırdın. İlahlarını ayıpladın, geçmiş atalarını inkar ettin. Dinlersen, sana bazı teklifler sunayım da, o hususlarda bir düşün” dedi. Rasulullah: “Söyle ey Velid’in babası” buyurdular. Utbe: “Ey kardeşimin oğlu, eğer ileri sürdüğün şeylerde maksadın, mal-mülk elde etmek ise, senin için kendi malımızdan toplayalım da, sen bizim en zenginimiz ol. Eğer şeref istiyorsan, seni başımıza lider yapalım. Yok eğer, bu gördüğün bir rüya ise, ve ondan kurtulamıyorsan, senin için tıbbi tedaviye başvuralım. Belki bu, kendisiyle gönlünün coştuğu bir şiirdir.” dedi. Utbe. Ve şöyle devam etti: “Hayatıma yemin derim ki, siz Abdü’l-Muttalib oğulları şiire, başkalarının olmadığı ölçüde kabiliyetlisiniz.” Nihayet Utbe, Allah Rasulü (s.a.v.)’i söylediğinden döndüreceğine inandığı daha bir çok şeyi söyleyip bitirince, Rasulullah şöyle buyurdu: “Bitirdin mi? Ey Velid’in babası.” “Evet” dedi Utbe. Rasulullah: “Beni dinle şimdi.” dedi. Utbe: “Söyle” dedi. Rasulullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Çokça esirgeyen ve pek acıyan Allah’ın adıyla. Ha-mim. Çok esirgeyen ve pek acıyanın indirmesidir. Arapça bir Kur’an olarak, ayetleri açıklanmış bir kitaptır” sonra Allah Rasulü okumaya devam etti. Utbe bunları duyunca, ellerini arkasına koyup onlar üzerine dayanır vaziyette dinlemeye koyuldu. Hz. Peygamber, secdeye kadar okudu. Secde ayetine varınca secde yaptı. Sonra Utbe’ye: “İşte duydun ey Velid’in babası fiimdi bunlar hakkındaki senin (kanaatin nedir?)” buyurdu. Utbe ise, kalkıp arkadaşlarının yanına gitti. Arkadaşları birbirlerine şöyle dediler: “Allah’a yemin ederiz ki, Utbe gittiğinden farklı bir durumda size geldi.” Utbe onların yanlarına oturunca da,

Page 94: Beğavi Tefsiri-7

“Ne oldu, arkanda ne bıraktın ey Velid’in babası?” dediler. Utbe onlara “Allah’a yemin olsun ki, (gerimde) benzerini asla duymadığım şeyler duydum. Duyduklarım ne şiir, ne kehanet ve ne de büyüdür ey Kureyş. Beni dinlerseniz, bu adamı içinde bulunduğu durumla başbaşa bırakın. Ona karışmayın. Yemin ederim, ondan işittiğim sözde, önemli mesajlar olacak. Eğer Araplar onu öldürürlerse, ne ala, bir başkası eliyle ondan kurtulmuş olursunuz. Yok eğer o Araplara galip gelirse, o zaman da, onun saltanatı sizin de saltanatınız ve şerefi de sizin şerefinizdir. Onun sayesinde insanların en bahtiyarı olursunuz.” dedi. Buna karşı olanlar Utbe’ye: “Vallahi o diliyle seni büyülemiş, ey Velid’in babası” dediler. Utbe onlara “Bu benim şahsi görüşüm. Siz kendinize uygun geleni yapın.” dedi.

15- Ad kavmine gelince, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve dediler ki: “Gücü bizden daha üstün kim vardır?” Kendilerini yaratan Allah’ın, onlardan daha üstün güce sahip olduğunu görmezler mi? Onlar, ayetlerimizi bilerek inkar ediyorlardı.

Ad kavminin durumu şöyleydi: Yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve “Bizden daha güçlü kim var ki” dediler.” fiöyle ki, Hud peygamber kendilerini azapla tehdit edince, “Bizden daha güçlü kim var. Bizler gücümüz sayesinde, azabı bertaraf etmeye muktedir olabiliriz dediler. Zira, uzun boylu, iri-yarı kimseler idiler. Allah (c.c.) onlara karşılık olarak şöyle buyurdu: “Görmediler mi ki, onları yaratan Allah (c.c.), kendilerinden daha güçlüdür.” Ne çare ki, onlar ayetlerimizi inkar ediyorlardı.”

16- Bu yüzden biz de dünya hayatında kendilerine horluk azabını tattıralım diye üzerlerine uğursuz günlerde ıslıklı bir rüzgar gönderdik. Ahiret azabı ise elbet daha horlayıcıdır. Onlara yardım da olunmaz.

Biz onların üzerine, uğursuz günlerde, dehşetli sesi olan kasırgayı gönderdik. Bazı alimler, “soğuk rüzgar” yorumunu benimsemişlerdir. (Nehisat) kelimesini, İbn-i Kesir, Nafi, Ebu Amr ve Ya’kub, (Nehsat) şeklinde, (Ha) harfini cezimli olarak okumuşlardır. Diğer kıraat alimleri ise, aynı harfin harekesini, “kesre” olarak okumuşlardır. Faydasız, meşakkatli ve uğursuz manasındadır. Dahhak der ki: “Allah (c.c.) üç yıl onlara yağmur yağdırmamış, bu süre zarfında, yağmursuz rüzgar devam etmiştir.Ayetin devamı şöyle tamamlanıyor. Biz onlara bunu, kendilerine dünya hayatında alçaklık azabını taddırmak için yaptık. Ahiretin azabı ise, daha alçaltıcıdır. Onlara yardım da edilmez.

17- Semud kavmine gelince, Biz onlara hidayet verdik. Ama onlar körlüğü hidayetten daha sevimli buldular. Bunun üzerine kazandıkları sebebiyle horlayıcı azabın yıldırımı onları aldı.

Semud’a gelince, biz onları hidayet yoluna çağırdık. Bu Mücahid’in tefsiridir. İbn-i Abbas ise: “Onlara hidayet yolunu açıkladık” yorumunu yapmıştır. Kimi de “Onlara hayrı ve şerri gösterdik” şeklinde anlamıştır. “Onlara yolu gösterdik” ayetinde de durum böyledir. Ayetin devamı: Buna rağmen onlar, körlüğü, aydınlığa yani, küfür karanlığını, iman aydınlığına tercih ettiler. Böylece, alçaltıcı, yok edici azap yıldırımı onları yakaladı. Yani, kendilerini perişan eden ve cezandalandıran o alçaltıcı azap onları yakalayı verdi. Bu da, onların yaptıklarından dolayı böyle oldu.

18- İman edip sakınanları kurtardık19- Allah’ın düşmanları cehenneme sürülmek üzere toplanacakları günde, hepsi (sıra sıra) biraraya getirilirler.

İman edip sakınanları kurtardık. Ve o gün, Allah’ın düşmanları, cehenneme sürülmek üzere bir araya toplanırlar. Nafi ile Yakub, (yuhşerü) fiilini, (nuhşerü) şeklinde okumuşlardır. Buna bağlı olarak (E’dau) kelimesini de mensub okumuşlardır. Katade ve Süddi, “Öncekiler sonrakilere bekletilir ki, karşılaşsınlar” şeklinde tefsir etmişlerdir.

20- Nihayet onlar oraya geldiklerinde, kulakları, gözleri, derileri işlediklerini bildirecek, aleyhlerine şahidlik edecektir.

Onlar cehenneme vardıkları zaman, kulakları, gözleri ve derileri, yaptıkları ile ilgili olarak, kendilerinin aleyhine şahitlik eder. Süddi ile diğer bir grup müfessir, “deriler”den maksadın, “tenasül organları” olduğunu söylemişlerdir. Mukatil ise şöyle yorumlamıştır: “Onların organları dillerinin gizlediği amellerini dile getirir.”

Page 95: Beğavi Tefsiri-7

21- Derilerine: “Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz?” diyecekler. Onlar da diyecekler ki: “Herşeyi konuşturan Allah bizi de konuşturdu” Sizi ilk defa yaratan O’dur. İşte yalnız O’na döndürülüyorsunuz.

Cehenneme toplanan kafirler derilerine: “Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz” dediler. Onlar da: “Her şeyi konuşturan Allah, bizi de konuşturdu” dediler. Onların sözü burada tamamlandı. Sonra Allah (c.c.) buyurur ki: “O Allah sizi ilk defa yaratmıştır. O’na döndürülüyorsunuz.” Bu kısım, derilerin cevabından değildir.22- Siz kulaklarınız, gözleriniz, derileriniz aleyhinizde şahidlik eder diye gizlenmiyordunuz. Fakat Allah yapmakta olduğunuzun çoğunu bilmez sandınız.

“Siz, kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin, aleyhinizde şahitlik etmesinden gizlenmiyordunuz.” Bu, alimlerin ekseriyetinin yorumudur. Mücahid, “Korkmuyordunuz.” şeklinde, Katade ise, “Sanmıyordunuz.” şeklinde, mana vermişlerdir. Ayetin devamı: “Ve siz sanıyordunuz ki, Allah sizin yaptıklarınızın çoğunu bilmiyor.” Bize Abdü’l-Vahid Melihi, Ahmed bin Abdillah en-Naimi’den, o, Muhammed bin Yusuf’tan, o, Muhammed bin İsmail’den, o, Hamidi’den, Hamidi, Süfyan’dan, o, Mensur’dan, Mensur, Mücahid’den, o, Ebu Ma’mer’den, o da Abdullah bin Mes’ud’dan haber verdiler. Buna göre, Abdullah bin Mes’ud, şöyle demiştir: “İkisi Sakif, biri Kureyş kabilesinden, ya da ikisi Kureyş, biri de Sakif kabilesinden olan karınları büyük, kalplerinin anlayışı kıt üç kişi, Beytullah’ın yanında bir araya geldiler. Onlardan birisi, “Biliyor musunuz? Allah söylediklerimizi duyuyor” dedi. Bir diğeri: “Sesli konuşursak duyar, gizli konuşursak duymaz” dedi. Üçüncüsü ise: “Eğer, sesli konuştuğumuzda duyuyorsa, gizli konuştuğumuzda da mutlaka işitir” dedi. Bu olay üzerine Allah (c.c.), bu ayeti indirdi.

23- “Sizin Rabbiniz hakkında bu zannınız sizi helak etti de ziyan edenlerden oldunuz.

“İşte Rabbi’niz hakkındaki, -O yaptıklarınızın çoğunu bilmiyor- şeklindeki zannınız, sizi helak etti. (Erdakum) kelimesini, İbn-i Abbas, “Sizi cehenneme attı.” şeklinde manalandırmıştır. Ayetin sonu şöyle tamamlanıyor: “Ziyana uğrayanlardan oldunuz. Sonra Allah (c.c.) durumlarından haber veriyor:

24- fiimdi onlar sabretseler de ateş onların yurdudur (etmeseler de). Kendilerinden razı olunmasını isterlerse, razı olunmaz.

Eğer dayanabilirlerse, şimdi, yerleri ateştir. Özür dileyip, hoşnutluk isteseler, özürleri kabul edilenlerden olmazlar. Kendilerinden razı olunmaz. Muteb, özrü kabul edilip, isteğine olumlu cevap verilen kimseye denir. Bazen denir ki, “Falanca bana kızgınlığından sonra, şimdi benden razı oldu.” (İste’tebe) kelimesinin manası ise, “Bağışlanma ve hoşnutluk diledi” demektir.

25- Biz onlara yakın arkadaşlar kıldık. Onlar da önlerinde ve arkalarında olanı kendilerine süslediler. Onlardan önce gelen cinlerden ve insanlardan ümmetler arasında, onlar üzerine söz (azab) hak olmuştur. fiüphesiz onlar zarar edenlerdi.

Onlara, şeytanlardan, öyle arkadaşlar gönderdik ki, sonunda kendilerini doğru yoldan saptırdılar. Mukatil “Onlara arkadaşlar hazırladık” şeklinde mana vermiştir. Zeccac ise, “onlara sebep kıldık.” yorumunu yapmıştır. Ayetin devamı: “O arkadaşlar, önlerindekini ve arkalarındakini kendilerine süslü gösterdiler de, kendilerinden önce gelip geçmiş cin ve insan toplulukları içindeki, o azap sözü, o geçmiş topluluklarla beraber, kendilerine de hak oldu. Çünkü onlar hüsran içinde idiler. “Önlerindekini kendilerine süslü gösterdiler” ifadesi, o arkadaşlar kendilerine, dünya işlerini süslü gösterdiler de, onlar da onu ahirete tercih ettiler” demektir. “Arkalarındakini süslü gösterdiler” demek ise, “ahirete dair mes’eleleri inkara, yalanlamaya; tekrar dirilişi yok saymaya çağırdılar.” manasına gelmektedir.

26- Kafir olanlar dediler ki: “Bu Kur’an’ı dinlemeyin ve o okunurken anlamsız sesler çıkarın. Belki baskın çıkarsınız.”

İnkarcı Kureyş Müşrikleri dediler ki: “fiu Kur’an’ı dinlemeyin. Onun hakkında yüksek sesle gürültü edin ki, belki, Muhammed (s.a.v.) Kur’an okurken onun okuyuşunu bastırarak ona galip gelirsiniz. İbn-i Abbas’ın yorumu şöyledir: “Kur’an okurken yüksek sesle demogoji yapın. Birbirlerine: “Muhammed’i (s.a.v.) Kur’an okurken gördüğünüzde, ürcüze ile, şiirle ve boş sözle kendisine karşılık verin” diye tavsiye ediyorlardı. Mücahid der ki: “Islık ve şamata ile onu karıştırın” derlerdi. Dahhak: “Çokça konuşun ki, okuduğunu karıştırsın” dediklerini söylemiştir. Süddi: “Yüzüne karşı bağırın” şeklinde yorumlamıştır.

Page 96: Beğavi Tefsiri-7

27- Elbette biz kafirlere şiddetli bir azabı tattıracağız. Ve onları yapageldiklerinin en kötüsü ile cezalandıracağız.

Kafirlere şiddetli bir azap taddıracağız. Ve onları, yapmakta olduklarının en kötüsüyle cezalandıracağız. Yani, dünyada iken yaptıklarının en çirkini ile cezalandıracağız. O da Allah’a ortak koşmalarıdır.

28- İşte bu, Allah düşmanlarının cezasıdır. Ateştir. Bizim ayetlerimizi bilerek inkar etmeleri sebebiyle bir ceza olarak, onlar için orada ebedilik yurdu vardır.

Zikrettiğim bu çetin azap, Allah’ın düşmanlarına verilecek karşılıktır.” Sonra, Allah (c.c.), o azabı açıklıyor ve “O ateştir” buyuruyor. Orada kendilerine, ayetlerimizi inkar etmiş olmalarından dolayı, bir karşılık olarak, ebedi ikametgah vardır. Oradan ayrılamazlar.

29- Kafirler diyecekler ki: “Rabbimiz cin ve insanlardan bizi saptıran o iki kişiyi bize göster ki, en aşağıda olanlardan olsunlar diye onları ayaklarımızın altına alalım.”

Cehennemde bulunan inkarcılar, kendilerine günah çığırını açmış olmalarından dolayı, İblis ile Hz. Adem’in oğlu Kabil’i kastederek, “Ey Rabb’imiz, cin ve insanlardan, bizi saptırıp yoldan çıkaran o iki kişiyi bize göster de, onları ayaklarımızın altına, ateşe atalım. Cehennemin en alt tabakasında yer almaları için bunu yapalım” derler. İbn-i Abbas’ın yorumu şöyledir: “Bizden daha çetin bir azap içinde olmaları için.”

30- O, Rabb’imiz Allah’tır deyip te sonra, dosdoğru istikamet tutanlar varya, onların üzerine, “Korkmayın, üzülmeyin, size va’edilmiş olan cennet sebebiyle sevinin” diyerek, melekler iner.

Ebu Bekir Sıddık (r.a.)’a “istikamet” soruldu. O da: “Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamadır.” dedi. Ömer bin Hattab (r.a.) şöyle demiştir: “İstikamet, emir ve nehiye tam olarak rivayet etmendir. Tilki yürüyüşüyle yürümemendir.” Osman bin Afvan (r.a.) “Ameli yalnızca Allah’a halis kılınız” buyurmuştur. Hz. Ali (r.a.) ise “Farzları eda ediniz” demiştir. İbn-i Abbas (r.a.)”Farzları yerine getirme hususunda dosdoğru olunuz” şeklinde açıklamıştır. Hasan Basri’nin yorumu şöyledir: “Allah’ın emrine dosdoğru sarılınız. O’na itaatla amel ediniz. Ve ona karşı gelmekten sakınınız.” Mücahit ve İkrime ise “Allah’dan başka ilah olmadığına şahitlikde dosdoğru olunuz ki bu şehadetiniz Allah’a ulaşsın” demişlerdir. Mukatil der ki: “İyiliğe tam ve doğru olarak devam ediniz. Asla geri durmayınız.” Katade: “Hasan Basri bu ayeti okuduğu zaman: Ey Allah’ım sen bizim Rabb’imizsin, o halde bizi istikametle rızıklandır derdi” demiştir. İbn-i Abbas “melekler iner” ifadesinin ölüm anıyla ilgili olduğunu söylemiştir. Katade ve Mukatil ise; “İnsanlar kabirlerinden kalktıkları zaman melekler iner” yorumunu yapmışlardır. Veki bin Cerrah şöyle der: “Müjdeleme üç yerde olur. Ölüm anında, kabirde, ve diriliş esnasında” “Ölümden korkmayın” ifadesi hakkında Mücahit: “Ahiret işleriyle ilgili önceden göndermiş olduğunuz şeyler hakkında korkmayın.” yorumunu getirmiştir. “Üzülmeyiniz” ifadesi ise: “Geriye bıraktığınız aile ve çocuklarınız hakkında üzülmeyiniz. Çünkü biz bütün bunlar hakkında sizin halifeniz olacağız” manasını taşımaktadır. Ata bin Ebi Rebah şöyle yorumlamıştır: “Günahlarınız hakkında korkup üzülmeyin. Çünkü ben onları, sizin için bağışlayacağım.

31- Biz, dünya hayatında da, Ahirette de sizin dostlarınızız. Orada canlarınız neyi arzu ediyorsa, orada neyi istiyorsanız sizin için (hepsi) vardır.

Bu sözü kendilerine inen melekler müjde olarak söylerler. Biz sizin dostlarınız, yardımcılarınız ve ahbaplarınızız derler. Süddi der ki: “Melekler “Bizler dünyada sizlerle barber olan koruyucularız. Ahirette de sizin dostlarınız olacağız derler. Bu esnada da cennete girinceye kadar sizden ayrılmayacağız demektedirler” yorumunu yapmıştır. Ayetin devamı: “Orada sizin için canınızın istediği her çeşit ikram ve lezzetler vardır. Ve yine arzuladığınız herşey cennette sizin için mevcuttur.

32- Çok bağışlayan, çok esirgeyiciden ikram ve ihsan olmak üzere.33- Allah’a davet eden, salih amel işleyen ve “fiüphesiz ki ben müslümanlardanım” diyen kimseden daha güzel sözlü kim olabilir?

Page 97: Beğavi Tefsiri-7

“Bütün bunlar çok bağışlayan ve çok acıyan (Allah)dan bir ziyafet olmak üzere mevcuttur. Kim, Allah’a kulluğa çağırıp, iyi amel yapan ve “Ben Müslümanlardanım diyenden daha güzel sözlü olabilir. İbn-i Sirin, burada sözü edilenin Rasulullah olduğunu, onun “Allah’dan başka ilah olmadığına” şahitlik etmeğe çağırdığını söylemiştir. Hasan Basri ise şöyle der: “O kimse, davetine Allah’ın icabet ettiği ve insanları ondan kabul ettiği şeye çağırdığı mü’min kişidir. Ve o: “Ben müslümanlardanım” demiştir. Hz. Aişe (r.a.): “Bu ayetin müezzinler hakkında indiğini düşünüyorum, demiştir. İkrime ise: “O, müezzin Ebu İmame el-Behili’dir. Ve salih amel sahibidir. Ezanla, ikamet arasında iki rekat namaz kılardı, demektedir. Kays bin Ebi Hazim der ki: “O salih amel, ezanla ikamet arasındaki namazdır” demiştir. Bize Ebu Sait Ahmet bin Muhammed bin Abbas el-Haydi, Ebu Abdillah Muhammed bin Abdillah el-Hafız’dan, o, Ebu Abdillah Hüseyin bin Hasan bin Eyyüb el-Tuse’den, o, Ebu Yahya bin Ebi Maysere’den, o, Abdullah bin Zeyd el-Mugri’den, o, Kehmis bin Hasan’dan, o, Abdullah bin Beride’den, o da, Abdullah bin Muğfil’den Allah Rasulü’nün şöyle buyurduğunu haber vermişlerdir.“Her iki ezan arasında bir namaz vardır.” Bunu üç kez söyledi sonra, üçüncünsünde “isteyene” buyurdu. Bize Abdü’l-Vahid el-Melihi, Ebu Mensur Sem’an’den, o, Ebu Cafer Reyyani’den, o, Hamid b. Zencevih’den, o, Muhammed b. Yusuf’tan, o, Süfyan’dan, Süfyan, Zeyd el-Amiden, o, Ebu İyas Muaviye bin Gurra’dan, o da, Enes bin Malik’den, Süfyan’ın şöyle dediğini rivayet ettiler: “Ben ancak Nebi (s.a.)’in söylediği şeyi biliyorum. O şöyle buyurdu: “Ezanla ikamet arasındaki dua geri çevrilmez.”

34- İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel olanla defet. O zaman seninle kendisi arasında düşmanlık olan kimse sanki candan bir dost gibi oluverir.

Allah (c.c.) buyurdu: “İyilikle kötülük bir olmaz” Ferra, buradaki (La) edatının sıla olduğunu söylemiştir. Mana: Sabırla, gadap, iyilikle-kötülük, bilgi ile cehalet, affetmeyle- kötülük yapma bir olmaz, demektir. “En güzel olan yolla, kötülüğü defet.” İbn-i Abbas der ki: “Allah (c.c.) kızgınlık anında, sabrı, bilgisizlik anında ağır başlılığı, ve kötülükle de karşılaşınca da bağışlamayı emrediyor.” Ayetin devamı: “Böyle yapınca, bir de bakarsın ki seninle kendisi arasında düşmanlık olan kimse, sanki sıcak bir dost oluvermiş.” yani sen böyle davrandığın zaman aranızda düşmanlık olan kimse sana boyun eğer ve bir dost, bir yakın gibi oluverir.” Mukatil bin Hayyan, bu ayetin Ebu Süfyan b. Harb hakkında indiğini söylemiştir. Hadise şudur: Ebu Süfyan, şiddetli düşmanlık döneminden sonra, Rasulullah’la aralarında oluşan hısımlıktan dolayı, Müslümanlarla yakınlaştı. Sonra Müslümanlığı sayesinde dost hısımlığı sayesinde de yakın ve sıcak oldu.

35- Buna ancak sabredenler kavuşturulur; buna ancak büyük bir pay sahibi olanlar kavuşturulur.

“Bu haslete, yani kötülükleri iyilikle defetme olgunluğuna sabredenlerden başkası ulaşamaz. Sabır, kızgınlığı yutmak, güçlüklere katlanmak demektir. Ve yine bu yüksek meziyete ancak büyük pay sahibi olan kimse kavuşturulur.” yani çok hayr ve sevap sahibi olanlar bu mertebeye ulaşabilirler. Katade şöyle demiştir: “Büyük pay cennettir. Ona kendisi için cennet vacip olandan başkası kavuşturulmaz.36- Eğer şeytandan bir vesvese seni dürtüp (kötülüğe) tahrik ederse, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir.

Sana şeytandan kötü bir düşünce arız olursa hemen Allah’a sığın, Çünkü, O sığınmanı ve söylediğini duyar, fiilerini ve hallerini bilir.

37- O’nun ayetlerinden bir kısmı da gece ile gündüz, güneş ve aydır. Güneşe de secde etmeyin ay’a da. Eğer yalnız O’na ibadet ediyorsanız onları yaratan Allah’a secde edin.

Gece, gündüz, güneş ve ay, O’nun ayetlerindendir. Güneşe ve aya secde etmeyin onları yaratan Allah’a secde edin. Allah (c.c.) (halakahünne) diyerek, o nesneleri müennes kıldı. Çünkü onları kırık çoğul, olarak saydı. Erilliklerini, dişiliklerine tercih edecek bir yapıda getirmemiştir. Ayetin devamı şöyle bitiyor: “fiayet siz O’na yani Allah’a (c.c.) kulluk ediyorsanız”

38- fiayet büyüklenmek isterlerse, Rabbinin yanında bulunanlar hiç usanmadan O’nu gece ve gündüz tesbih eder, dururlar.

Eğer onlar secde etmekten geri durularsa, Rabb’inin yanındaki melekler hiç usanmadan gece ve gündüz O’nu tesbih ederler. Ne yorulurlar ne de ara verirler.

Page 98: Beğavi Tefsiri-7

39- O’nun ayetlerinden biri de yeri kupkuru görmendir. Biz üzerine suyu indirdiğimizde, sarsılır ve kabarır. Onu dirilten şüphesiz ki, ölüleri de dirilticidir. Çünkü O, herşeye kadirdir.“Onun kudretinin delillerinden biri de, senin toprağı toz renginde kupkuru bitkisiz halde görmen ve onun üzerine yağmur yağdırınca da, toprağın titreşip kabarmasıdır. İşte onu öyle dirilten, mutlaka ölüleri de yeniden diriltecektir. Çünkü O, her şeye güç yetirendir.”

40- Ayetlerimiz hakkında doğru yoldan sapanlar, muhakkak onlar, Bize gizli kalmazlar. O halde ateşe atılacak kimse mi hayırlıdır, yoksa kıyamet gününde emin olarak gelen kimse mi? Dilediğinizi yapın. Çünkü O, ne yaptığınızı çok iyi görendir.

“Delillerimiz hakkında, hakikatten ayrılanlar var ya,” Mücahid: “Ayetlerimiz hakkında ıslık çalarak, el çırparak, boş söz söyleyerek ve şamata ederek haktan ayrılanlar.” şeklinde tefsir etmiştir. Katade: “Ayetlerimiz hakkında yalan uyduranlar.” şeklinde; Süddi: “İnad edenler ve güçlük çıkaranlar” şeklinde, mana vermiştir. Mukatil bu ayetin, Ebu Cehl hakkında indiğini söylemiştir. Ayetin devamı: “İşte öyle yapanlar, bize gizli kalmaz. O halde, ateşe atılan mı, yani Ebu Cehil mi hayırlıdır? Yoksa, Kıyamet günü güvenli olarak gelen mi? Burada sözü edilenin, Hz. Hamza, Hz. Osman veya Ammar bin Yasir olduğu söylenmiştir. “İstediğinizi yapın.” Bu emri, tehdit ve azapla korkutma ifadesidir. fiüphe yok ki, Allah (c.c.), yaptıklarınızı görüp bilmektedir ve sizi onunla cezalandıracaktır.

41- Muhakkak ki kendilerine geldiğinde o Zikri inkar edenler (Bize gizli kalmazlar) Halbuki o, hiç şüphesiz eşsiz bir Kitaptır.

“Kendilerine geldiği zaman Kur’an’ı inkar edenler.” Sonra Allah Teala Kur’an’ın özelliğinden bahse geçti. Ve “İnkar edenler” ifadesinin cevabını terk etti. İfadenin takdiri şöyledir: “Zikri” yani Kur’an’ı inkar edenler bu inkarları ile cezalandırılacaklardır.” bazıları da bu ifadenin cevabının “Onlar uzak bir yerden çağrılırlar” ayeti olduğunu söylemişlerdir. Ayetin devamı: “O Kur’an çok şerefli bir kitaptır.” Kelbi, İbn-i Abbas’dan rivayet ederek şöyle demiştir. “Allah katında çok değerli bir kitaptır o,” Katade ise: “Allah (c.c.) onu öyle şereflendirmiştir ki batıl asla ona ulaşmaya yol bulamaz.”

42- Önünden de arkasından da batıl ona erişemez. (Çünkü o) hikmeti sonsuz, her hamde layık olan tarafından indirilmedir.

Bunun ifadesi de bu ayette yer almaktadır. fiöyle ki: “Ne önünden, ne de arkasından batıl ona gelemez.” Katade ve Süddi: “Batıl şeytandır. O, Kur’an’ı değiştirimeye, ona bir fazlalık eklemeye ya da ondan bir şey eksiltmeye gücü yetmez demişlerdir.” Zeccac ise: “Bu ayetin manası, kendisinden birşey eksiltilmekten korunmuş olması dolayısıyla, önünden batılın gelememesi, aynı şekilde kendisinden de bir artış yapılmaktan da korunduğundan, batılın ona arkadan da gelemeyeceği yorumunu benimsemiştir. Bu mana gereği batıl, artma ve eksilme demektir. Mukatil der ki: “Ona kendisinden önceki kitaplardan yalanlama gelmez, kendisinden sonra da hiçbir kitap gelmeyecektir ki onu batıl kılsın.” Ayetin devamı şöyledir: “O, hikmet sahibi ve övgüye layık olan çokça öğülen tarafından indirilmiştir.” bundan sonra Allah Teala peygamberine yalanlayıcıların, yalanlamalarına karşı takviye ediyor. (yüceltiyor)

43- Sana, senden önceki peygamberlere söylenmiş olandan başka bir şey söylenmiyor. Muhakkak senin Rabbın hem mağfiret, hem can yakıcı azabın sahibidir. “Sana ancak Senden önceki peygamberlere söylenmiş olan eziyet verici şeyler söyleniyor.” Yani Allah (c.c.) şöyle buyuruyor. “Senden önceki Nebi ve Rasullere de “sihirbaz” deniyordu. Nitekim sana da öyle deniyor. Tıpkı senin yalanlandığın gibi onları da yalanlamışlardı. fiüphe yok ki, Rabb’in, tevbe edenler için ve sana inananlar için, son derece, bağışlayıcıdır. Yalanlama hususunda ısrarcı olanlar için de, acı azap sahipleridir.

44- Eğer biz onu Arap dilinden başka bir Kur’an yapsa idik, elbette “Ayetleri açıklanmalı değil miydi? Arapça olmayan (bir Kur’an ile) Arap olan bir kimse mi olur? diyeceklerdi. De ki: “O, iman edenler için bir hidayet ve şifadır. İman etmeyenlerin ise kulaklarında bir ağırlık vardır ve o, onlar için bir körlüktür. İşte onlar, kendilerine uzak bir yerden seslenilir (gibidirler)

Eğer biz onu, yani insanlara okumakta olduğun bu kitabı, Arapça’nın dışında yabancı bir dilde olan Kur’an yapsaydık, onlar diyeceklerdi ki: “Bunun ayetleri, anlamamız açısından Arapça olarak açıklanmalı değil miydi.” Yani, “Kitap yabancı, peygamber Arap mı?” diyeceklerdi. Bu soru, inkar

Page 99: Beğavi Tefsiri-7

türündendir. Yani onlar: “Kendisine kitap indirilen Arap, ona inen kitap yabancı” diyorlardı. Mukatil der ki: “Ayetin telmihi şudur: Allah Rasulü (s.a.v.) yabancı bir yahudi olan Yesar Gulam Amir bin Hadrami’nin (ki ona Ebu Fekihe de denir.) yanına giderdi. Bu sebeple müşrikler: “Yesar Muhammed’e öğretiyor.” dediler. Bunun üzerine, efendisi Yesar’ı dövdü. Ona, “Muhammed’e sen öğretiyorsun.” dedi. Yesar ise “Asıl o bana öğretiyor.” dedi. Bu olay üzerine de, Allah (c.c.) şöyle inzal buyurdu: “Ey Muhammed de ki: “O Kur’an, iman edenler için bir rehber ve kalplerde olanlara da bir şifadır.” Ağrılara şifadır diyenler de olmuştur. İnanmayanların ise, kulaklarında bir ağırlık vardır. O Kur’an onlara bir körlüktür. Katade “Kur’an’a karşı kör ve sağır davranırlar. Ondan faydalanmazlar.” şeklinde yorumlanmıştır. Ayetin devamı şöyle tamamlanıyor: “Onlar uzak bir yerden çağrılıyorlar.” Yani onlar, uzaklardan kendine çağrılanın duyup anlamadığı gibi, işitmiyorlar ve anlamıyorlar. Bu işitmeyecekleri bir yerden çağrılıyormuşcasına, kendilerine verilen öğütten çok az faydalanıyor olmalarına bir misaldir.

45- Andolsun biz Musa’ya Kitab’ı verdik de hakkında ihtilafa düşüldü. Eğer Rabbinden bir söz geçmiş olmasa idi, bunların da aralarında elbette hüküm olunurdu. Halbuki onlar bundan yana şüphe ve tereddüt içindedirler.

Andolsun, biz Musa’ya da Kitab’ı vermiştik de, onda da, tıpkı senin kitabında kavminin ihtilaf etmesi gibi, onun kitabı hususunda da, ayrılığa düşülmüş, kimi tasdik etmiş, kimi de yalanlamıştı. Eğer, Rabb’inden, Kur’an’ı yalanlayanlardan azabın ertelenmesi hakkında bir söz geçmiş olmasaydı, hemen aralarında hüküm verilirdi. Yani, azapları verilir, ivedilikle helak edilirlerdi. Çünkü onlar, senin doğruluğun hususunda şüphe içindedirler. Kendilerinde kuşku vardır.

46- Kim salih amel işlerse, kendi lehinedir. Kötülük yapanın da aleyhine olur. Rabb’in kullara zulmedici değildir.47- O saatin bilgisi O’na havale olunur. O’nun bilgisi dışında, hiçbir meyve tomurcuğundan çıkmaz, hiçbir dişi de ne gebe kalır ne de doğurur. “Benim ortaklarım nerede?” diye onlara sesleneceği gün, onlar”Bizden şehadet edecek kimse olmadığını sana arzederiz” derler.

“Kıyametin zamanından sorulursa, onun bilgisi, Allah’a bırakılır. O’ndan gayrısı kıyametin vaktini bilmez. O’nun bilgisi haricinde, ne bir meyve kabuğundan çıkabilir, ne bir dişi hamile olur ve ne de doğurabilir. Medine ve Suriye halkıyla, kıraatçı Hafs, meyve kelimesini (el-humeratü) “meyveler” şeklinde çoğul olarak okumuşlardır. Diğerleri ise, (el-humretü) şeklinde tekil olarak okumuşlardır. (ekmamü), kaplar demektir. Tekili (kemmün) kelimesidir. İbn-i Abbas bu kelimenin, meyvelerin kabuklarının, çatlayıp yarılmazdan önceki, gizlilik halini ifade ettiğini söylemiştir. Allah (c.c.) buyurmuş oluyor ki: “Nasıl meyvelerin kabuklarından çıkması ve dişilerin doğurması Allah’ın bilgisine bırakılıyorsa, kıyamet saati de O’nun ilmine bırakılır. Ayetin devamı:Allah (c.c.) müşriklere “O ilahlar olduklarını iddia ettiğiniz ortaklarım nerede?” diye çağırdığı gün, müşrikler, “Sana bildiririz ki, senin ortağın olduğuna şehadet eden içimizde hiç kimse yok” derler. Yani, azabı gördükleri zaman putlardan uzak dururlar.

48- Önceden dua ettikleri şeyler, önlerinden kaybolur. Kaçacak bir yerlerinin bulunmadığını da anlarlar.

“Daha önce dünyada iken taptıkları şeyler kendilerinden uzaklaşır. Ve yakinen görürler ki sığınacak yer yoktur.”

49- İnsan iyilik dilemekten usanmaz. Eğer ona kötülük dokunsa, hemen ümidini keser, ye’se düşer.

“Kafir olan insan Rabb’inden sürekli iyilik yani, mal, zenginlik ve sıhhat istemekten usanmaz. Ona bir sıkıntı ve fakirlik dokunduğunda ise, Allah’ın rahmetinden ümit keser.”

50- Andolsun ki kendisine dokunan bir darlıktan sonra ona rahmetimizden tattırsak, o elbette şöyle der: “Bu benimdir, ben kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Eğer Rabbime döndürülürsem de şüphesiz benim için O’nun yanında iyilik vardır.”Andolsun Biz kafir olanlara ne yaptıklarını haber vereceğiz ve andolsun onlara çok şiddetli azaptan tattıracağızdır.

Kendisine isabet eden bir sıkıntı ve beladan sonra, ona, tarafımızdan bir rahmet tattırdığımızda, yani bir iyilik, bir afiyet ve bir zenginlik verdiğimizde “Bu benim çalışmam sayesindedir, ben buna layıkım, kıyametin kopacağını sanmıyorum. Rabb’ime dönersem muhakkak, onun katında, benim için daha iyisi

Page 100: Beğavi Tefsiri-7

vardır” der. Yani bu kafir der ki: “Tekrar dirilişe inanmıyorum ya, faraza durum böyle olsa da, ve ben, Rabb’ime dönsem muhakkak onun katında, benim için daha iyisi vardır. Yani nasıl dünyada bana bu nimetleri verdi ise ahirette de aynı şekilde bana cenneti verecektir.” Ayetin devamı: “Mutlaka inkar edenlere yaptıklarını haber vereceğim. Ve muhakkak onlara kaba azaptan tattıracağım.” İbn-i Abbas der ki: “Mutlaka onları yaptıklarının kötülüklerini, onlara bildireceğiz.

51- İnsana bir nimet verdiğimiz zaman yüz çevirir ve yan çizer, ona bir kötülük arız olduğu zaman ise çokça dua edip durur.

Araplar, uzunluk ve enlilik ifadelerini çokluk manasında da kullanırlar. Mesela şöyle denir: “Falanca sözü ve duayı uzattı ve genişletti” bunun manası: çok konuştu ve çok dua etti, demetir.

52- De ki: “Söyleyin bana! Eğer o, Allah tarafından ise sonra da siz onu inkar ederseniz (haktan) uzak bir ayrılığa düşenden daha sapık kim olabilir?

“De ki: Düşünüyor musunuz? fiayet bu Kur’an Allah katından ise ve siz onu bu durumda iken inkar etmiş iseniz. O zaman, uzak bir ayrılığa düşenden, daha sapık kim olabilir” yani hakikate muhalif ve ondan uzak kimseden daha sapık yoktur. Onlara hitaben: “Sizden daha sapık kimse yok.” deniyor.

53- Onun, gerçeğin ta kendisi olduğu kendilerine apaçık belli oluncaya kadar ayetlerimizi onlara hem afakta (dış dünyalarında) hem kendi nefislerinde göstereceğiz. Rabbinin her şeyi görüp gözetici olması yetmez mi?

“Biz onlara, ayetlerimizi ufuklarda, yani dış alemde ve kendi nefislerinde göstereceğiz ki İslam’ın hak olduğunu anlayacaklar” İbn-i Abbas (r.a.): “Onlara geçmiş ümmetlerin ev ve yurtlarını göstereceğiz şeklinde yorumlamıştır” Nefislerindeki ayetlerden maksat ise bela ve hastalıklardır. Katade’nin yorumu şöyledir: “Ufuklarda demek, Allah’ın milletler içindeki vakı’alarıdır. Nefislerindeki ise Bedir gününde olanlardır” Mücahit, Hasan Basri, Süddi ve Kelbi: “Dış alemdeki ayetler, Hz. Muhammed ve müslümanlara açılan beldelerdir. Nefislerindeki ayet ise Mekke’nin fethidir.” demişlerdir. Ayette geçen “Hak” kelimesinin Kur’an’ı ifade ettiğini, buna göre mananın: “Onlara Kur’an’ın Allah katından olduğu belli olur.” şeklinde olduğunu söyleyenler de olmuştur.Bazılarının yorumu da şöyledir: “Muhammed (s.a.v.), onlara, Allah tarafından desteklenmekte olduğunu açıklayacak” Ata ile İbn-i Zeyd: Ufuklar, göğün ve yerin, güneş ay, yıldızlar, bitkiler, ağaçlar ve ırmaklar gibi katmanlarıdır” demişlerdir. Nifslerde de, ince nefis sanatlar ve harika hikmetler vardır ki, onlara hakikat bunlar sayesinde tebeyyün eder.” şeklinde yorumlamışlardır. “Rabb’inin her şeye şahit olması sana yetmez mi?” Mukatil’in yorumu şöyledir: “Rabb’in yetmiyor mu?” Zira o her şeye şahittir. Hiç bir şey O’na gizli kalmaz.”

54- Bilin ki muhakkak onlar, Rableri ile karşılaşmaktan şüphededirler. Uyanık olun, muhakkak o, herşeyi kuşatandır.

“İyi bil ki, onlar Rabb’lerine kavuşmaktan kuşkuludurlar. Tekrar diriliş konusunda şüphecidirler. Ancak dikkat et ki, Allah, her şeyi ilmiyle kuşatmıştır.

FIURA SURESI

Page 101: Beğavi Tefsiri-7

Mekki bir suredir. Ayet sayısı 53’dür.

Rahman ve Rahim Olan Allah’ın adıyla.

1- Ha-Mim. 2- Ayn-Sin-Gaf

Hüseyin bin Fadıl’a Ha-Mim Ayn-Sin-Gaf ve Kaf-ha-ya-ayn-sad “Niçin kopuk harfler oldu” diye soruldu. O şöyle dedi. Çünkü onlar, benzer surelerdir. (Ha-Mim) benzerlerinin yerine geçmiştir. Ve o, müpteda, (Ayn-sin-kaf) de haberidir.Denir ki, “Tefsirciler, (Kaf- ha-ayn- ya-sin-kaf) ve benzerlerinin Heca harfleri oldukları hususunda ihtilaf etmemişlerdir. Onlar, (Ha-Mim) hakkında ihtilaf etmişlerdir. Kimileri onu harfler dairesinden çıkarıp, fiil saymıştır. “Onun manası, “Ha-mim” yani, “olan şeye Allah hükmetti” demektir” demişlerdir. İkrime İbn-i Abbas (r.a.)’dan rivayetle şöyle diyor: “Ha-Allah’ın hilmi, Mim, Onun şerefi, Ayn, İlmi, Sin ,Kaf da kudretidir. Allah (c.c.) onlar üzerine yemin ediyor.” fieh bin Huşib ile, Ata bin Ebi Rebah, derler ki: “ “Ha”, harftir ki, onda, düşük durumda olan şerefli, şerefli olan Kureyşli’ler de, zelil olurlar. “Mim” toplumdan topluma el değiştiren, hükümdarlıktır. “Ayn” Kureyş’e kasteden düşmandır. “Sin” de, içlerinde bulunan kötülüktür.” demişlerdir. Kaf da, Allah’ın, kulları arasında geçerli olan gücüdür. İbn-i Abbas’ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir. “Kitap sahibi hiç bir peygamber yoktur ki, mutlaka kendisine, “Ha-Mim-Ayn-Sin-Gaf” nazil olmuş olmasın.

3- O güçlü ve hikmet sahibi olan Allah, sana ve senden öncekilere, böyle vahyediyor.

(Yûhi) kelimesini, İbn-i Kesir, (yûhâ) şeklinde, edilgen çatıyla okumuştur. Delili ise, “Sana vahyettik” ayetidir. Bu okuyuş gereğince “Allah (c.c.), güçlü ve hikmet sahibidir.” ifadesi, failin beyanı, açıklaması olur. Sanki, “Kim vahyediyor?” sorusuna karşılık olarak “Güçlü ve hikmet sahibi olan Allah (c.c.) vahyediyor.” denmektedir. Diğer kıraat alimleri de, (yûhî) şeklinde, okumuşlardır. Bu durumda manası “Sana ve senden öncekilere, güçlü ve hakim olan Allah (c.c.), vahyetmektedir.” şeklinde olur. Ata’nın, İbn-i Abbas’dan rivayetine göre, İbn-i Abbas, “Allah (c.c.) gayb haberlerini murad ediyor.” demiştir.

4- Göklerde olanlarla yerde olanlar yalnız O’nundur. O en yücedir, en büyüktür.5- Gökler nerede ise üstlerinden çatlayacaklar, melekler de Rablerine hamd ile tesbih ederler, yeryüzünde olanlar için istiğfar ederler. fiunu bilin ki muhakkak Allah, günahları mağfiret edendir, çok çok rahmet edicidir. “Göklerde ve yerde olanlar O’nun içindir. O çok yücedir ve pek büyüktür. Neredeyse, gökler üstlerinden çatlayacaktır. Bunun benzeri bir ifade de, Meryem suresinde şöyle geçmektedir: “Rahman çocuk edindi.” dediler. Andolsun ki, ortaya çok kötü bir şey attınız. Neredeyse, o sözden ötürü, gökler parçalanacak” Halbuki melekler, Rablerini övgüyle tesbih ediyorlar ve yeryüzündeki mü’minler için de, af diliyorlar. Dikkat ediniz. Allah (c.c.), çok esirgeyen ve çok bağışlayandır.

6- Ondan başka veli edinenlere gelince, Allah onların üzerinde bir hafızdır. Sense onların üzerlerinde bir vekil değilsin.

“O’ndan başkasını dostlar edinenleri, Allah (c.c.), kollamaktadır. Yani, onların amellerini kaybedip, aleyhlerine saymaktadır ki, kendilerini cezalandırsın. “Ey Muhammed, sen onlar üzerine vekil değilsin.” Yani Allah (c.c.) seni onlara vekil tayin etmedi ki, onlar sebebiyle sorgulanasın, siygaya çekilesin.

7- Hem şehirlerin anasını ve onun etrafında bulunanları uyarıp korkutasın, hem de kendisinde şüphe bulunmayan toplanma günü ile uyarıp korkutasın diye, sana da böylece Arapça bir Kur’an vahyettik. (O gün insanların) bir kısmı cennette, bir kısmı da cehennemde olacaktır.

“İşte, zikrettiğimiz gibi, şehirlerin anası olan Mekke ve çevresinin halkını uyarman için, sana Arapça bir Kur’an vahyettik. Mekke’nin çevresinden maksat, bütün yer yüzüdür. Ve yine, onları, vuku’ bulacağı hususundan şüphe bulunmayan ve içinde Allah’ın, öncekileri, sonrakileri, göklerin ve yerlerin

Page 102: Beğavi Tefsiri-7

halklarını toplayacağı o toplanma günü ile korkutman için, sana bu Kur’an’ı vahyettik. “Toplanmadan sonra ise ayrılırlar. Bir grup cennette, bir grup da cehennemdedir.” Bize, Ebu Said, Ahmed bin İbrahim eş-fierihi, Ebu İshak es-Sa’lebi’den, o, Ebu Menzur fiami’den, fiami, Ebu’l-Abbas el-Esam’dan, o, Ebu Osman Said bin Osman et-Tenuhi’den, o, Bişr bin Bekir’den, o, Said bin Osman’dan, o, Ebu’r-Raheviye’den, o, Cerir bin Küreyb’den, Cerir, Abdullah bin Amr bin As’dan haber verdiklerine göre, Sa’lebi şöyle demiştir: “Bize , Ebu Abdillah bin Fencevih ed-Dineveri, Ebu Bekr bin Malik el-Katii’den, o, Abdullah bin Ahmed bin Hanbel’den, o, Ebu Hişam bin Kasım’dan, o, Leys’den, Leys, o, Ebu Kubeyl el-Meafiri’den, o, fiefi Eşbahi’den, o, Abdullah bin Amr’dan şöyle haber verdi: “Rasulullah (s.a.v.) bir gün, yanında iki kitapla, iki avucunu kapatmış vaziyette yanımıza geldi ve: “Bu iki kitabın ne olduğunu biliyor musunuz?” dedi. Bizler: “Sen bize haber vermezsen bilemeyiz, ey Allah’ın Rasulü.” dedik. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.), sağ elindeki kitap hakkında: “Bu Alemlerin Rabb’inden bir kitaptır. İçinde, cennete gideceklerle, onların atalarının, kabilelerinin, isimleri ile, onların, tenasül uzuvlarında ve rahimlerde nutfe olarak yerleşmezden önce, toprakta süzülüp mayalanmalarının, bocalama süreleri vardır.” dedi.Sonra Allah Rasulü (s.a.v.), sol elindeki kitap hakkında da şunları söyledi: “Bu da Alemlerin Rabb’inden bir kitaptır. Bunun içinde de, cehennem halkının, onların atalarının, kabilelerinin adlarıyla, sulblerde ve rahimlerde yerleşmelerinden önceki, toprak içinde olgunlaşıp süzülmelerinin süresi bulunmaktadır. Ne cennetliklerin kitplarında ve ne de cehennemliklerin kitaplarında, kendi durumlarıyla ilgili, eksiklik ya da fazlalık yoktur. Kıyamete kadar kendileri ile ilgili her şey, top yekun o kitapların içinde Allah tarafından toplanmıştır.” Abdullah İbn-i Amr: “Öyleyse, amel niçindir ya Rasulallah (s.a.v.)” dedi. Allah Rasulü: “Amel ediniz, doğru olunuz ve yaklaşınız. Çünkü, cennetlik kişiye, cennet halkının güzel ameliyle mühür vurulur. Çok az bir güzel amel işlemiş olsa. Cehennemlik olana da, çok az kötü amel işlemiş bile olsa, cehennemliklerin kötü amelleriyle nişan vurulur.” Sonra Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: “Netice olarak, bir grup, Allah’ın lütfuyla cennete girer, bir gurup da, O’nun adaletinin gereği olarak cehennemdedir.

8- Eğer Allah dileseydi, tek bir ümmet kılardı. Fakat dilediği kimseyi rahmetine girdirir. O zalimlerin ise, hiçbir dost ve hiçbir yardımcıları yoktur.

Allah (c.c.) buyuruyor: “Allah dileseydi onları tek bir millet kılardı” İbn Abbas (r.a.) “Bir tek dine girdirirdi.” yorumunu yapmıştır. Mukatil ise “İslam dini üzere kılardı.” şeklinde yorumlamıştır. Nitekim: “Allah (c.c.) isteseydi, onların hepsini doğru yola toplardı.” ayetinde de mana böyledir. Fakat Allah (c.c.), dilediğini rahmetine yani İslam dinine girdiriyor. Zalim kafirlere gelince, onların, kendilerinden azabı kaldıran bir dostları, ve ne de cehennemden kurtaracak bir yardımcıları olur.”

9- Yoksa onlar O’ndan başka veliler mi edindiler?İşte Allah; veli O’dur. Ölüleri de o diriltir. O, herşeye gücü yetendir.

Ancak, aksine, kafirler, Allah’tan başka dostlar edindiler. Halbuki, asıl dost Allah’tır. Ölüleri dirilten de odur. Ve O’nun gücü her şeye yeter. İbn-i Abbas (r.a.) şöyle tefsir etmiştir: “Ya Muhammed, Allah senin ve sana uyanların dostudur.”

10- Herhangi bir şey hakkında anlaşmazlığa düşerseniz, onun hakkında hüküm vermek (hakkı) Allah’ındır. İşte benim Rabbim olan Allah O’dur. Yalnız O’na tevekkül ettim ve ben yalnız O’na dönerim.Hakkında ihtilafa düştüğünüz her hangi bir dini meselede, hüküm vermek, Allah’a mahsustur. Kıyamet gününde, Allah (c.c), o konuda şüpheyi giderecek bir ayrıştırma ile hüküm verir. İşte, ihtilaf edenler arasında hüküm veren Allah, benim Rabb’imdir. O’na dayandım ve O’na yöneliyorum.

11- Gökleri ve yeri yaratandır. Size kendi nefislerinizden eşler ve davarlardan da çiftler yaratmıştır. O, sizi bu yolla üretip çoğaltıyor. Onun benzeri hiçbir şey yoktur. Ve O, herşeyi işitendir, görendir. “Gökleri ve yeri yaratandır. Size kendi benzerlerinizden eşler, hayvanlardan da çiftler yaratmıştır. Denir ki: “Allah (c.c.), sizin nefsinizden eşler yarattım.” diyor. Çünkü, Havva’yı Adem (a.s.) ın kaburga kemiğinden yaratmıştır. Hayvanlardan da, erkek ve dişi olarak türler yaratmıştır. Allah (c.c.), sizi rahimlerde yaratıyor. Bunun yerine, “Karınlarda yaratıyor.” ya da, “Bu yaratma düzeni içinde yaratıyor.” diyenler de vardır. Kimisi de, “Manası, sizi evlendirmek suretiyle çoğaltıyor” şeklindedir”

Page 103: Beğavi Tefsiri-7

demiştir. Mücahid’in yorumu ise “İnsanları ve hayvanları, nesilden nesile yaratıyor.” şeklindedir. “O’na benzeyen hiç bir şey yoktur. (meselün) kelimesi sıla (bağlantı kelimesi) dir. “O hiç bir şey gibi değildir.” manasındadır. (meselün) kelimesini, manayı pekiştirmek için, kullanmıştır, Allah (c.c.) (Fe inne âmenû ma amentüm bihi). “Onlar da sizin inandığınız gibi inansalardı?” ayetinde de (meselün) kelimesi aynı konumdadır. Kâf harfinin de “sıla” olduğunu, buna göre mananın “Hiç bir şey O’nun benzeri değildir.” şeklinde olduğunu söyleyenler de olmuştur. İbn-i Abbas (r.a.) “O’nun benzeri yoktur” yorumunu yapmıştır. “O işiten ve görendir.”

12- Göklerin ve yerin anahtarları O’nundur. Dilediğine rızkı bol verir, dilediğinden de kısar. O, herşeyi bilendir.

Kelbi “Yağmur ve bitkiler” diye tefsir etmiştir. Allah (c.c.), istediğine rızkı bolca verir, istediğine de kıt verir. Çünkü rızkın anahtarları O’nun elindedir. fiüphesiz Allah (c.c.) her şeyi bilmektedir.

13- “Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin” diye Nuh’a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya tavsiye ettiğimizi Allah size de din kıldı. Fakat kendilerini çağırdığın bu (din) Allah’a ortak koşanlara ağır geldi. Allah dilediğini kendisine (peygamber) seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir.

Allah (c.c.) buyuruyor: “Allah size din namına şeriatlı peygamberlerin ilki olan Nuh’a tavsiye ettiğini kanunlaştırmıştır.”Mücahid der ki: “Sana da ona da aynı dini tavsiye etti. Ey Muhammed (s.a.v.)” Sana Kur’an’dan ve İslam şeriatlerinden vahyettiklerimle İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya tavsiye ettiklerimizi de sana diri olarak kanunlaştırdı.Ayetin işaret ettiği şeyler hakkında ihtilaf vaki olmuştur. Katade “Helalin helal, haramın haram kılınmasıdır.” demiştir. Hakem ise, “Annelerin, kızların ve kızkardeşlerin haram kılınmasıdır.” şeklinde yorumlamıştır. Mücahid’in yorumu ise “Allah (c.c.) gönderdiği her peygambere, mutlaka, namaz kılmayı, zekat vermeyi ve Allah’a karşı, itaatla ikrarda bulunmayı tavsiye etmiştir. İşte bu, O’nun o peygamberlere kanun olarak vaz’ettiği, dinidir” şeklindedir. Bazıları da, söz konusu edilenin, tevhid ve şirkten uzak durma olduğunu söylemişlerdir. Bazı müfessirler ise, ilahi dinin bu ana prensiplerinin, ayetin bundan sonraki kısmında yer alan, “Dini sağlam tutun, onda ayrılığa düşmeyin “ ilkeleri olduğunu söylemişlerdir. Allah (c.c.) bütün peygamberleri, dini sağlam tutma, sevgi ve birliği muhafaza etme; ayrılığı ve ihtilafı terketme prensipleriyle göndermiştir. Ayet devam ediyor: “Senin onları davet ettiğin, Allah’ın birliğine inanma ve putları terketme keyfiyeti, müşriklere ağır geldi.” Fakat, Allah (c.c.) kulları içinden dilediğini, kendi tevhid dinine seçer ve kendine yöneleni de, o dine eriştirir.

14- Onlar kendilerine ilim geldikten sonra, sadece aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Eğer belli bir süreye kadar Rabbinden bir (erteleme) sözü geçmemiş olsaydı, aralarında hemen hüküm verilirdi. Onlardan sonra kitaba varis kılınanlar da onun hakkında derin bir şüphe içindedirler.

O farklı din sahipleri, ancak kendilerine, “ayrılığa düşmek dalalettir.” şeklindeki bilgi geldikten sonra ihtilafa düştüler. İbn-i Abbas (r.a.), bunlar ehl-i kitaptır. Beyyine suresinde de onlar hakkında: “Kendilerine kitap verilenler, ancak açık deliller kendilerine geldikten sonra ayrılığa düştüler.” buyrulmaktadır” demiştir. Ancak bunu, aralarındaki çekememezlikten dolayı, yine de yaparlar. Ata der ki, “Hz. Muhammed’e olan kinlerinden dolayı ayrılığa düştüler.” fiayet, Rabb’inden, onların azaplarını belli bir süreye kadar erteleyeceğine dair bir söz geçmiş olsaydı ki, o gün kıyamet günüdür, mü’minlerle kafirler arasında derhal hüküm verilirdi de, yalanlayıcılar üzerine, daha dünyada iken azap inerdi. Kendilerinden sonra kitaba varis kılınanlar, yani Yahudiler, ve Hıristiyanlar, Muhammed (s.a.v.) hakkında kuşkulu bir şüphe içindedirler. Yani daha önceki peygamberlerden sonraki ümmetler bu durumdadırlar. Kimileri “geçmiş ümmetlerden sonrakiler” şeklinde yorum yapmışlardır. Katade ise “onlardan” yani Mekke müşriklerinden öncekiler” şeklinde yorum yapmıştır.

15- İşte onun için sen (tevhide) davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların heveslerine uyma ve de ki: “Ben Allah’ın indirdiği Kitab’a inandım ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz de size aittir. Aranızda tartışılabilecek bir konu yoktur. Allah hepimizi biraraya toplar, dönüş de O’nadır.

“Ve işte sen buna davet et” nitekim bu şekilde “falancaya çağırdım” denir. “Bu” kelimesi peygamberlerin tavsiye ettikleri tevhid inancına işaret etmektedir.

Page 104: Beğavi Tefsiri-7

Ve emrolunduğun gibi, dosdoğru ol.” Yani, emrolunduğun din üzere sabit dur. Onların heveslerine uyma. “Allah’ın indirdiği, bütün kitaplarına inandım.” de. “Ve yine onlara: “Sizin aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum.” de. Bu konuda İbn-i Abbas’ın yorumu: “Allah’ın farz kılmış olduğu hükümlerden fazlası ile, size zulmetmemekle emrolundum.” şeklindedir. Bazıları ise, “Her durumda ve her hususta, aranızda adil olmakla emrolundum.” de şeklinde yorumlamışlardır. Allah (c.c.), hem bizim ve hem de sizin Rabb’inizdir. Bizim amellerimiz bize, sizinkiler de sizedir. Yani, amellerimiz farklı da olsa, ilahımız birdir. Her birimiz kendi davranışımızla karşılık göreceğiz. Bizimle sizin aranızda, bir münakaşa mevzuu yoktur. Bu hükmü, savaş ayeti yürürlükten kaldırmıştır. Peygamber (s.a.v.), savaşla emrolunmayıp, yalnızca davetle emrolunduğu zaman, kendisiyle, davetine uymayanlar arasında münakaşa yoktu. Ayetin devamı: “Sonuçta, hüküm vermek için, Allah (c.c.) aramızı birleştirecektir. Dönüş O’nadır.”

16- (Daveti) kabul edildikten sonra, Allah hakkında tartışmaya girenlerin delilleri, Rableri katında boştur. Onlar için bir gazap, yine onlar için bir azap vardır.

Katade der ki: “Sözü edilenler Yahudilerdir.” Onlar diyorlardı ki: “Bizim kitabımız sizin kitabınızdan, peygamberimiz de, sizin peygamberinizden öncedir. Dolayısıyla, biz sizden hayırlıyız.” İşte oların tartışmaları budur. Onlar bu tartışmayı, insanlar Allah’ın davetini kabul edip, O’na teslim olduktan ve O’nun mucizelerinin tezahürü sebebiyle, dinine girmelerinden sonra yaptılar.

17- Kitab’ı ve mizanı hak olarak indiren Allah’tır. Ne biliyorsun, belki de kıyamet saati yakındır.

Katade, Mukatil ve Mücahid, “mizan”ın manasının adalet olduığunu, ölçü, adalet ve eşitliğin vasıtası olduğu için, bu şekilde adlandırılmış olduğunu söylemişlerdir. İbn-i Abbas “Allah (c.c.) her şeyin karşılığını tam olarak vermeyi emretmiş, eksik vermekten menetmiştir.” demektedir. Ayetin devamı: “Nereden bilirsin? Belki de kıyamet anı yakındır. Saat kelimesinin dişiliği gerçekçi (reel) olmadığından, “yakın” (karibün) (karibetün) şeklinde dişil (müennes) formda gelmemiştir. Manası: “Vakit yakındır.” şeklindedir. Kisai, “Onun gelmesi yakındır.” der. Mukatil der ki: “Bir gün Allah Rasulü (s.a.v.), müşriklerden bir grubun yanında kıyametten bahsetti” de, onlar, yalanlamak maksadıyla: “Ne zaman kıyamet kopacak?” dediler. Bu olay üzerine Allah (c.c.) şu ayeti indirdi:

18- Ona inanmayanlar, onun çabuk kopmasını isterler. İnananlar ise ondan korkarlar ve onun gerçek olduğunu bilirler. İyi bilin ki, kıyamet günü hakkında tartışanlar derin bir sapıklık içindedirler.

“Kıyamete inanmayanlar, onun gelmeyeceğine dair bir zanlarından dolayı, onu görmeye acele ediyorlar. İnananlar ise, ondan korkuyorlar ve onun mutlaka vuku bulacağını biliyorlar. Ondan şüphe etmiyorlar. İyi bil ki, kıyamet saati hakkında şüphe edip tartışanlar, uzak bir sapıklık içindedirler. Kimileri, “tartışanlar” kelimesi yerine, “Kendilerine, şüphe ve kuşku girenler” demişlerdir.

19- Allah kullarına karşı son derece lütufkardır, dilediğini rızıklandırır. O kuvvetlidir, güçlüdür.

İbn-i Abbas (r.a.): “Onlara, çok ikramkardır.” derken, İkrime, “Onlara çokça iyilik eder.” demiştir. Süddi: “Dosttur.” yorumunu yapmıştır. Mukatil: “Allah, iyiye de kötüye de lütufkardır. Zira, onları, açlıkla helak etmedi.” şeklinde mana vermiştir. “O dilediğini rızıklandırır.” sözü, buna işaret etmektedir. Gerek mü’min, gerek münkir ve gerekse, diğer ruh sahiplerinden, Allah’ın kendine rızık vermiş olduğu her birisi, O’nun rızık vermeyi diledikleridir. Cafer bin Muhammed Sadık der ki: “Rızıkta lütuf, iki yönlüdür. Birincisi, rızkın temiz şeylerden verilmiş olması, ikincisi de, onun bir sefere mahsus olmayıp, mütemadiyen verilmesidir. “O (Allah) kuvvetlidir, pek şereflidir.”

20- Kim ahiret kazancını istiyorsa, onun kazancını arttırırız. Kim de dünya karını istiyorsa ona da dünyadan bir şeyler veririz. Fakat onun ahirette nasibi olmaz.

Kim ahiretin kazancını istiyorsa”, yani, kim çalışmasıyla ahireti istiyorsa, onun kazancını artırırız. Hars, kazanç demektir. Arttırma, bire on ve daha fazla olmak üzere, Allah’ın dilediği oranda katlanma ile gerçekleşir. “Kim de, çalışmasıyla dünyanın kazancını istiyorsa, ondan kendisine veririz.” Katade: “Ona, Allah’ın taksimi miktarınca veririz.” yorumunu yapmıştır. Nitekim Allah (c.c.) bir ayette de: “Orada, istediğimize, ivedilikle verdik.” buyurmaktadır. Ayet, şöyle devam ediyor: “Ancak onun, ahiretten payı yoktur.” Çünkü o, ahiret için çalışmadı.

Page 105: Beğavi Tefsiri-7

Bize, İmam Ebu Ali Hüseyin bin Muhammed el-Kadi, Ebu Tahir Zeyyadi’den, o, Ebu Hamid, Ahmed bin Muhammed bin Yahya bin Bilal’den, o, Ebu’l-Ezher Ahmed bin Muni’ el-Bağdadi’den, o, Muhammed bin Yusuf Feryani’den, o, Süfyan’dan, Süfyan, Muğire’den, o, Übey bin Ka’b’dan, Rasulullah’ın şöyle buyurduğunu haber verdiler: Rasulullah buyurdu ki: “Bu ümmet aydınlık, yüceltme, yardım ve yeryüzünde yerleştirime ile müjdelenmiştir. Ancak onlardan, kim ahiret işini, dünya için yaparsa, onun ahirette nasibi yoktur.”

21- Yoksa onların Allah’ın izin vermediği bir dini getiren ortakları mı var? Eğer erteleme sözü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi. fiüphesiz zalimlere can yakıcı bir azap vardır.

Yani, Mekke kafirleri... Allah (c.c.), “Yoksa, onlara Allah’ın izin vermediği dini şeriat ve kanun kılan ilahları mı var?” buyuruyor. İbn-i Abbas (r.a.), “Onlara İslam’ın dışında bir din mi koyuyorlar” şeklinde yorumlamıştır. Eğer Allah kulları hakkında “Kıyamet onların randevularıdır.” şeklindeki, azabı onlardan kıyamete kadar erteleme sözünü söylememiş olsaydı, o seni yalanlayanların azapları, dünyada iken hemen verilirdi. O zalim müşrikler var ya, işte onlar için, ahirette, yakıcı bir azap vardır.

22- Yaptıkları şeyler başlarına gelirken zalimlerin, korkudan titrediklerini göreceksin. İman edip güzel davranışlarda bulunanlar ise, cennetliklerin bahçelerindedirler. Rableri yanında, istedikleri her şey kendilerine aittir. İşte bu, büyük lütfun ta kendisidir.“Kıyamet gününde, o zalim müşriklerin, kazandıklarının sonucu olan azap kendilerinin başına gelmişken, ondan korktuklarını görürsün.”

23- İşte Allah’ın, iman eden ve iyi işler yapan kullarına müjdelediği nimet budur. De ki: Ben buna karşılık sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum. Kim bir iylik işlerse onun sevabını fazlasıyla veririz. fiüphesiz Allah bağışlayan, şükrün karşılığını verendir.

İşte zikrettiğim bu cennet nimetleri, Allah (c.c.)’ın, iman edip salih ameller yapan kullarını kendisiyle müjdelemekte olduğu şeylerdir. Allah (c.c.) onlara, kendilerinin, o nimetlere layık olduklarını müjdelemektedir. Ey Muhammed (s.a.v.) de ki: “Buna karşılık sizden, yakınlaşma ya da yakınlara karşı sevgiden başka bir ücret istemiyorum.” Bize, Abdü’l-Vahid bin Ahmed el-Melihi, Ahmed bin Abdillah en-Naimi’den, o, Muhammed bin Yusuf’dan, o, Muhammed bin İsmail’den, o, Muhammed bin Bişar’dan, o, Muhammed bin Ca’fer’den, o, fiu’be Abdü’l-Melik bin Meysere’den, haber verdiler. fiu’be şöyle demiştir: “Tavus’un İbn-i Abbas (r.a.)’dan rivayetini duydum ki, İbn-i Abbas’a, (Elmeveddete filkurba)’nın manası sorulur, Said bin Cübeyr, “söz konusu edilen, Hz. Muhammed’in yakınlarıdır” der. Bu söz üzerine İbn-i Abbas (r.a.) der ki: “Herhangi bir Kureyş boyuna Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yakınlığı bulunmasına şaşarım!” Yani Allah Rasulü, “Ancak sizinle aramdaki yakınlığı gözetip koruyunuz.” buyurmuştur. fia’bi ve Tavus da, İbn-i Abbas’dan aynı şekilde rivayet etmişlerdir. Onların rivayeti de şöyledir: “Yakınlık hususunda sevgi beslemeniz müstesna.” Yani, “size olan akrabalığımı, muhafaza etmeniz, beni sevmeniz ve ziyarette bulunmanızın dışında, sizden ücret istemiyorum.”Mücahid, Katade, İkrime, Mukatil, Süddi ve Dahhak da aynı görüşü paylaşmışlardır. Allah onlardan razı olsun. İkrime’nin izahı şöyledir: “Sizden davet etmeme karşılık ücret istemiyorum. Ancak, aramızdaki yakınlığı koruyunuz. Durum yalanlayıcıların dedikleri gibi değildir.”İbn-i Ebi Nüceyh, Mücahid’den İbn-i Abbas bu ayetin manası hakkında şöyle rivayet etmiştir: “Ancak, Allah’ı sevmeniz ve ibadet ederek O’na yakınlaşmanız istisnadır.” Hasan Basri’nin yorumu ise şöyledir: “O, Allah (c.c.)’a yaklaşmadır. Allah (c.c.) buyuruyor ki: “Ancak Allah’a yaklaşma ve itaat ile, salih amel ile O’na sevgi sunmak istisnadır.” Bazıları da şöyle izahda bulunmuşlardır: “Ayetin manası (Resulullah’ın lisanıyla) “Ancak, yakınlığımı ve akrabalarımı sevmeniz, beni onların içinde korumanız başka.” Bu izahın aslı, Said bin Zübeyr ile, Amr bin fiuayb’e aittir. Alimler, Allah Rasulü’nün, Hz. Fatıma ez-Zehra, Hz. Ali ve iki oğluna olan yakınlığının burada söz konusu olup olmadığı hususunda, farklı görüştedirler. Onlar hakkında şu ayet inmiştir: “Ey Ehl-i beyt, Allah (c.c.) sizden azabı, ya da (pisliği) gidermek istiyor.” Bize, Yezid bin Hayyan, yoluyla, Zeyd bin Erkam’dan, Rasulullah’ın şöyle buyurduğu rivayet edildi: “Size iki ağırlık bırakıyorum; Alla’ın kitabı ve ev halkım. Ehl-i Beytim hakkında, size, Allah’ı hatırlatırım.” Zeyd bin Erkam’a dendi ki: “Rasulullah’ın ev halkı kimlerdir?” O da şöyle cevap verdi: “Onlar, Hz. Ali ailesi, Akil ailesi, Cafer ailesi, ve Hz. Abbas’ın aileleridir.”

Page 106: Beğavi Tefsiri-7

Bize Abdü’l-Vahid el-Melihi, Ahmed bin Abdillah en-Naimi’den o, Muhammed bin Yusuf’dan, o, Muhammed bin İsmail’den, o, Abdullah bin Abdi’l-Vehhab’dan, o, Halid’den, Halid, fiu’be’den, fiu’be de, Vakid’den haber verdiler ki, o şöyle demiştir: Babamı İbn-i Ömer’den, Ebu Bekr’in şöyle demiş olduğunu rivayet ederken duydum: Muhammed’i, Ehl-i Beyt’i içinde gözetiniz.” Denmiştir ki, onlar, kendilerine sadaka verilmesi haram olan Allah Rasulü’nün yakınlarıdır. Onların arasında, ganimetlerden elde edilen kazançların, beşte biri taksim edilir. Onlar. ne cahiliye devrinde ve ne de İslamiyet döneminde asla ayrılığa düşmemiş olan Haşim oğlulları ve Muttalib oğullarıdır. Bir grup şöyle demiştir: Bu ayet mensuhtur. Yani hükmü yürürlükten kaldırılmıştır. Çünkü o Mekke ‘de nazil olmuştur. Orada ise, Müşrikler H.z. Peygambere eziyet ediyorlardı. Bu sebeple Allah (c.c.) orada bu ayeti inzal buyurarak, onlar Allah Rasulü’nü sevmelerini ve onu terketmemelerini emretmiştir. Sonra Allah Rasulü Medine’ye hicret ettiğinde Ensar kendisine sığınıp, ona yardım edince, Allah (c.c.), onu diğer peygamber dostlarına ilhak etmek istedi. fiöyle buyurmuştu: “Ona karşılık, sizden ücret istemiyorum. Benim ücretim, ancak Alemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.” Peygamber (s.a.v.)’le ilgili de Allah (c.c.) şu ayeti indirdi:“De ki, ben sizden ücret istemedim. O size aittir. Benim ücretim, ancak Allah’a havaledir.” İlgili ikinci bir ayet de şudur: “Ben sizden, tebliğ görevine karşılık bir ücret istemiyorum. Ve ben zorlayıcılardan değilim.” Bu son iki ayet, önceki ayetin hükmünü ortadan kaldırmıştır. Bunlara ilaveten başka ayetler de vardır. Dahhak bin Müzahim ile Hüseyin bin Fadl da, bu görüşü benimsemişlerdir. Müellif diyor ki: “Bu hoş olmayan bir sözdür. Çünkü, Hz. Peygamberi sevmek, ona eziyetten kaçınmak onun akrabalarını sevmek, ve Allah (c.c.)’a, itaatla, salih amelle yaklaşmaya çalışmak, dinin farzlarındandır.Bu sözler, bu ayetin manası hakkındaki, selefin görüşlerini içermektedir. Bu durumda, buradaki hükümlerden birinin ortadan kaldırılmasına sonuç çıkarmak, uygun olmaz. Sonra, (İllelmeveddete filkurba) ifadesi, önceki ifadeyle bitişik (muttasıl) bir istisna degil ki, bu peygamberlik görevini ifa etmenin karşılığında bir ücret olsun. Bu, munkatı, yani, önceki ibare ile bağlantılı olmayan bir istisnadır. Manası “ancak ben size, akrabalıkta sevgiyi ve benim de size olan yakınlığımı hatırlatırım” şeklindedir. Nitekim Zeyd bin Erkam hadisi ile ilgili buna benzer şekilde rivayet etmiştir:

“Size Ehl-i Beytim hakkında, Allah’ı hatırlatırım.”1 (1) Bu hadisi, İmam Ahmed bin Hanbel Müsned adlı eserinin, III. cilt, 114 ile IV. cilt, 367. sahifelerinde rivayet etmiştir. Darimi de, Sunenin, “Kur’an’ın faziletleri” adlı bölümünde rivayet etmiştir. cild: 1. Ayetin devamı şöyle tamamlanıyor: “Kim bir iyi amel yani taat kazanırsa ona o iyiliği hususunda kat kat iyilik veririz. fiüphesiz ki, Allah (c.c.), günahları çokça bağışlayan ve az amelin karşılığını kat kat verendir.”

24- Yoksa onlar, (senin için) Allah’a karşı yalan uydurdu mu derler? Allah dilerse senin kalbini de mühürler. Ve Allah batılı yok eder; sözleriyle hakkı ortaya koyar. fiüphesiz O, kalplerde olanı bilendir.

Yoksa o Mekke kafirleri “Allah’a yalan uydurdu.” mu diyorlar? Oysa Allah (c.c.) istese senin kalbine mühür vurur. Mücahid der ki: “Senin kalbine sabrı yerleştiririz de, bu şekilde, onların eziyetleri sana ağır gelmez. “O iftiracıdır.” şeklindeki sözleri de... Katade: “Yani Allah (c.c.) senin kalbini mühürledi de, sana Kur’an’ı ve sana gelen şeyleri sana unutturdu. Allah (c.c.), kafirlere bildiriyor ki, “Eğer Hz. Muhammed kendisine iftirada bulunmuş olsaydı, ona bu ayette haber verdiği şeyi yapardı. Sonra söze tekrar başlayıp “Allah batılı mahveder.” buyuruyor. Kisai der ki, (Veyemhullahulbatıle) ifadesinde, takdim ve tehir vardır. Normal söz dizimi (Vallahu yemhulbatıle) şeklinde olmalıdır. Mushaftaki (yemhu) fiili, raf’ı mahallindedir. Ancak sonundan (vav) harfi hazfedilmiştir. Buna benzer şekilde (Veyed’u’l-insane) “insan dua eder.” ibaresindeki (yed’u) fiilinden de “vav” harfi hazfedilmiştir. Aynı şekilde, (sened’u’z-zebaniyetü)’de de durum böyledir. Allah (c.c.), Mekke kafirlerinin söylediklerinin batıl olduğunu, o batıl şeyleri, kendisinin yok edeceğini buyurmuştur. Allah (c.c.), sözleriyle hakkı yani İslam’ı gerçekleştirip yerleştirir. Yani indirdiği kitapla dinini te’yid eder. Nitekim bunu yapmıştır. Yani, onların batıllarını mahvetmiş, İslam kelimesini ise yüceltmiştir. “Çünkü O, göğüslerin özünü bilmektedir. İbn-i Abbas (r.a.) der ki: “Ben sizden yakınlığı sevmeniz dışında sizden tebliğe karşı ücret istemiyorum.” ayeti indiği zaman, Mekke halkından bir grubun kalbine bu ayetten dolayı bir şey arız oldu. Dediler ki,“Muhammed (s.a.v.) kendisinden sonra, akrabalarına bakmamıza bizi teşvik ediyor.” Bunun üzerine Cebrail (a.s.) indi ve Hz. Muhammed (s.a.v.)’e öbürlerinin kendisini itham ettiklerini, haber verdi ve bu ayeti indirdi. Bunun üzerine onu itham eden grup ayağa kalkarak: “Ya Rasulallah, senin doğru söylediğine mi inanalım?” dediler. Allah (c.c.) şöyle inzal buyurdu:

Page 107: Beğavi Tefsiri-7

25- O, kullarının tevbesini kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarını bilendir.

İbn-i Abbas (r.a.): “Allah (c.c.), veli kullarını ve taat sahiplerini murad ediyor.” demektedir. Denir ki: “Tevbe, niyet ve fiil olarak günahları terketmek, niyet ve fiil olarak ibadete yönelmektir.” Sehl bin Abdillah şöyle demiştir: “ Tevbe, kınanan durumlardan, övülen hallere geçmektir.”“Ve O Allah, günahları bağışlayandır.” Yani, insanlar tevbe edince, Allah onları söz konusu olan kötülüklerden dolayı, hesaba çekmez. Bize Abdü’l-Vahid el-Melihi, Ebu Mansur Muhammed bin Muhammed bin Sem’an’dan, o, Ebu Cafer Muhammed bin Ahmed bin Abdi’l-Cebbar er-Reyyani’den, o, Hamid bin Zencevih’den, o, Yahya bin Hammad’dan, o, Ebu Avane’den, o, Süleyman el-A’meş’den, o, Ammare bin Umeyr’den, Ammare ise, Haris bin Süveyd’den haber verdiler. Süveyd şöyle demiştir: “Kendisini ziyaret maksadıyla, Abdullah’a uğramıştım. Dedi ki, “Allah Rasulü’nü şöyle derken duydum: “Allah (c.c.), kulunun tevbesinden ötürü, öldürücü bir çölde, yanında yiyecek ve içeceği ile yüklü bineği bulunan, bu arada konaklayıp uyuyan, uyandığında bineğinin kaybolmasıyla karşılaşan, sonra onu aramaya koyulan ve sonunda susayan, buna rağmen, “Keşke bineğimin bulunduğu yere dönsem de o halde ölsem.” diyen, döndüğünde biraz uyuklayan, uyandığında ise, bineğini, yiyecek ve içecekleri de üzerinde olmak üzere, başucuda bulan adamdan, daha fazla sevinir.”Bize İsmail bin Abdi’l-Kahir Abdü’l-Gafir bin Muhammed’den, o, Muhammed bin İsa el-Celudi’den, o, İbrahim bin Muhammed bin Süfyan’dan, o, Müslim bin Haccac’dan, Müslim ise, Muhammed bin Sabbah ile Züheyr bin Harb’dan onların şöyle dediklerini rivayet etmişlerdir: Bize Ömer bin Yunus İkrime bin Ammar’dan, o, İshak bin Ebi Talha’dan, o da, amcası olan Enes bin Malik’den rivayet ettiler. Rivayete göre, Allah Rasulü buyurmuştur ki: “Sizden biri kendine tevbe ettiği zaman, Allah (c.c.) kulunun tevbesine, çöl bir arazide bineğinin üzerinde bineğinden ümidi kesip, bir ağacın gölgesine, bineğinden ümitsiz bir şekilde yatan, bu arada bineğini yanı başında, ayakta dururken gören ve hemen onun yularından tutup, aşırı sevinci sebebiyle, hata ile, “Ey Allah’ım, sen benim kulumsun, ben de senin Rabb’inim” diyen adamdan daha çok sevinir.” Ayetin devamı şöyle: “Allah (c.c.) kötülükleri afveder.”Ayet şöyle tamamlanıyor: “Ve Allah (c.c.), yaptıklarınızı bilir.” Hamza, Kisai ve Hafs (tef’alun) şeklinde (te) ile okumuşlardır. Bu hitabın müşriklere yönelik olduğunu söylemişlerdir. Diğer kıraat alimleri ise (yef’alun) şeklinde okumuşlardır. Çünkü bu ifade, öncesinde, “Allah kullarından tevbeyi kabul eder” şeklinde; sonrasında da “Onlara bolca ihsanda bulunur.” şeklindeki, bir kavimle ilgili olan iki haber cümlesi arasında yer almaktadır. (Bu da, üçüncü çoğul şahıs formunu gerektirmektedir.)

26- Allah, iman edip, iyi davranışlarda bulunanların tevbelerini kabul eder, lütfundan onlara fazlasını verir.

Ata, İbn-i Abbas’tan rivayetle: “Allah iman edenleri sağlam ve sabit kılar.” yorumunu yapmıştır. Ayrıca Allah (c.c.) onlara, amellerinin karşılığı olan sevabın dışında da, kendisinden bir lütuf olarak, fazladan sevap verir. Ebu Salih de İbn-i Abbas’tan rivayetle: “ Allah iman edenleri, dostları -kardeşleri- hakkında şefaate yetkili kılmış ve onlara kendi kereminden, fazladan ihsanda bulunmuştur.” açıklamasını yapmıştır. “Kardeşlerinin kardeşleri hakkında da aynı şekilde” demiştir. Ayetin sonu şöyle: “Kafirlere gelince, onlar için çetin bir azap vardır.”

27- fiayet, Allah, kulları için rızkı genişletseydi, onlar yeryüzünde taşkınlık yapıp, azarlardı. Fakat O (rızkı) dilediği ölçüde indirir. Çünkü O, kullarının haberini alandır, onları görendir. Habbab bin Eret, “Bu ayet bizim hakkımızda nazil oldu.” demiştir. Durumu şöyle anlatmıştır: “Bizler, Beni Kureyza, Beni Nadir ve Beni Kaynuka Yahudileri’nin servetlerine bakıp, kendimiz için zenginlik temennisinde bulunmuştuk. Bunun üzerine, Allah (c.c.) bu ayeti inzal buyurdu: İbn-i Abbas, “Azgınlıkları, evleri varken ev, binekleri varken binek, elbiseleri varken elbise istemeleridir.” demiştir. “Fakat O, kullarının durumuna bakarak ve kudretinin gereği olan bir hikmet neticesinde, onların rızıklarını, dilediği miktarda indirmektedir. Zira O, kullarını en iyi biçimde görüp haber almaktadır.”Bize Ahmed bin Abdillah es-Salihi, Ebu Ömer Bekr bin Muhammed el-Müzni’den, haber verdi. O, Ebu Bekir, Muhammed bin Abdillah (Abbas bin Hamza’nın torunu)’ndan, o, Hüseyin bin Fadl el-Bicli’den, o, Ebu Hafs ⁄amr bin Said ed-Dimeşki’den, o, Sadaka’dan, o, Abdullah’dan, o, Hişam el-Kinani’den Kinani, Enes bin Malik’den, Enes bin Malik ise, Peygamber (s.a.v.)’den, Cebrail (a.s.) yoluyla, Allah (c.c.)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Kim benim veli kulumu küçük görürse bana savaş açmış demektir. Ben dostlarım adına kızgın aslanın sinirlenmesi gibi kızarım. Mü’min kulum bana, kendisine farz kılınmış olan farizaları yerine getirmekle yaklaştığı gibi, başka bir şeyle yaklaşamaz. İnanmış kulum, nafilelerle bana yaklaşmaya devam eder ve sonunda benim sevgime nail olur. Ben kulumu sevince, onun, kulağı, gözü, dili, eli ve destekçisi

Page 108: Beğavi Tefsiri-7

olurum. Benden istekte bulunursa, kabul ederim. Benden birşey isterse, veririm. Yaptığım hiç bir şey hususunda, ölümden yana isteksiz olan mü’min kulumun canını almada olduğu gibi tereddüt etmedim. Ben onun kötülüğünü istemem, ölüm ise kaçınılmazdır. Kullarımdan öyleleri de vardır ki, benden ibadet kapısı isterler. Fakat ben ona kendini beğenme hali gelip de onu ifsad etmesin diye onu o kadarla yetindiririm. Yine mü’min kullarımdan öyleleri vardır ki, ancak zenginlikle imanı sahih olur. Onu fakirleştirecek olsam, bu fakirlik kendisinin imanını bozar.Bazı mü’min kullarımın imanı ise, ancak fakirlikle olgunlaşır. Eğer onları zenginleştirsem, bu zenginlik onları ifsad eder. İmanlı kullarımdan öylesi de vardır ki, imanı ancak sıhhat halinde tam olur. fiayet onu fakirleştirecek olsan, bu kendisini bozar. Yine öylesi de vardır ki, imanı ancak hastalıkla sahih olur. Eğer onu sıhhatli kılsam, bu durum onun imanını bozar. Ben kullarımın işlerini, kalplerinde olanları biliyor olmam sayesinde idare ediyorum. Ben mutlaka, her şeyi biliyorum ve her şeyden haberdarım.”

28- O, (insanlar) ümitsizliğe düştükten sonra, yağmur yağdıran, rahmetini her tarafa yayandır. O, hakiki dosttur, övülmeye layık olandır.

Bu ise, onları çok şükretmeye sevkeder. Mukatil der ki: “Allah (c.c.) Mekke halkından, yedi sene yağmuru kesmiş, sonunda onlar yağmurdan ümitlerini kesmişler, sonra da Allah (c.c.) yağmur yağdırmıştı. fiimdi ise, onlara o nimetini hatırlatmaktadır. Ayetin devamı: “Ve Allah (c.c.), rahmetini yani yağmurunu yayıp, genişletir. Nitekim şu ayette de yağmurdan, “rahmet” diye bahsediliyor. “O Allah ki, yağmurdan önce rüzgarı, müjdeleyici olarak göndermektedir.” Ayetin sonu: “O, kendisine itaat edenlerin dostu, kulları yanında da çokça övülendir.”

29- Gökleri, yeri ve ikisi arasında yaydığı canlıları yaratmış olması, onun delillerindendir. Ve O, dilediği zaman onları bir araya toplamaya kaadirdir.” Yani kıyamet gününde...

30- Başınıza gelen her musibet, mutlaka kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah çoğunu affeder.

Medine ve Suriye ekolü (bima kesebet) şeklinde, (fe)’siz olarak okumuşlardır. Onların mushaflarında, bu şekilde yer almaktadır. “Fe” harfini kaldıranlar, ayetin başındaki (ma) edatını, (ellezi) manasında ism-i mevsul olararak kabul etmişlerdir. Mana yine aşağı yukarı aynıdır. “Başınıza gelen musibet, kendi ellerinizin kazandıkları yüzündendir.” şeklinde olur. Ve Allah, çoğu şeyi de afveder. Hasan Basri der ki: “Bu ayet nazil olduğu zaman, Hz. Muhammed (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: “Muhammed’in nefsini, elinde tutana yemin derim ki, her tırnağın kaşımasında, her ayak sürçmesinde ve her göz sapmasında mutlaka günah vardır. Ancak, bunlardan çoğunu Allah (c.c.) afvetmektedir.”Bize Ebu Said eş-fierihi, Ebu ishak es-Sa’lebi’den, o, Ebu Abdillah bin Fencevih’den, o, Ebu Bekir bin Malik el-Katii’den, o, Bişr bin Musa el-Esedi’den, o, Halef bin Velid’den, o, Mervan bin Muaviye’den, o, Ezher bin Raşid el-Bahili’den, o, Hadr bin Kavvas el-Becili’den, o, Ebu Süheyle’den, haber verdiler. Rivayete göre, Hz. Ali (r.a.) şöyle demiştir: “Size Allah’ın kitabından, Allah Rasulü’nün bize bahsetmiş olduğu faziletli bir ayeti haber vereyim mi?” işte o “Başınıza hiç musibet gelmez ki, mutlaka yaptıklarınız sebebiyle olmasın. Ancak, Allah (c.c.) çoğunu afveder.” ayetidir. Ve Allah Rasulü (s.a.v.), “sana onu açıklayacağım Ey Ali” diyerek, şöylece izah buyurudular: “Başınıza bu dünyada, her ne hastalık, ceza veya bela gelirse, mutlaka o, ellerinizin yaptıkları yüzündendir. Allah (c.c.), onlara ahirette ikinci kez ceza vermekten yücedir. Ve yine Allah Teala, sizi dünyada afvettiği bir şeyi, afvettikten sonra tekrar sizi aynı meseleden muaheze etmeyecek kadar, şeref ve merhamet sahibidir.” İkrime de şöyle demiştir: “Kulun başına bir kötü durum gelince o mutlaka onun bir günahı sebebiyledir. Allah, o kulu ancak onunla bağışlar. Yine Allah onu ancak o afet sayesinde bir dereceye ulaştırır.”

31- Yeryüzünde (O’nu) aciz bırakamazsınız. Allah’tan başka bir dostunuz ve bir yardımcınız da yoktur.

“Siz, yeryüzünde bir yere kaçamazsınız. Bulunduğunuz durumla, ne beni aciz bırakabilirsiniz ve ne de geçebilirsiniz. Sizin Allah’tan başka, ne bir dostunuz vardır, ne de bir yardımcınız.”

32- “Denizde dağlar gibi akıp giden (gemiler) de, O’nun delillerindendir.

Page 109: Beğavi Tefsiri-7

(Cevari) kelimesinin tekili, (el-cariyetün) kelimesidir. “Yürüyen” manasındadır. (E’lam) da, dağlar demektir. Mücahid, “saraylar” manasına geldiğini tekilinin de, alem kelimesi olduğunu söylemiştir. Halil bin Ahmed ise:“Arapların kullanımında, göğe doğru yükselen her şey “Alem” diye adlandırılır” demektir.

33- Dilerse, (esmekte olan) rüzgarı durdurur da, onun (denizin) üzerinde hareketsiz kalakalır. Elbette bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.

Yani her mü’min için ibretler vardır. Çünkü, mü’minin vasfı, darlıkta sabır, bollukta ise şükürdür.

34- Yahut yaptıkları yüzünden onları helak eder. Birçoğunu da affeder (kurtarır).

Ya da Allah (c.c.), o gemileri, yolcularının ve tayfalarının irtikap ettikleri günahlar sebebiyle helak eder, batırır. Çoğunun da günahlarını afveder. Onları cezalandırmaz.

35- Böylece, ayetlerimiz hakkında tartışanlar, kaçacak yerleri olmadığını anlasınlar.

Medine’li ve Suriye’li kıraatçılar, (ya’lemü) fiilini, merfu olarak, başlangıç ifadesi kabul ederek okumuşlardır. Berae suresinde de buna benzer bir durum vardır: “Allah (c.c.) dilediğinin tevbesini kabul eder.” Diğer kıraat alimleri mensup olarak okumuşlardır. Ancak matufluğu göz önüne alınmazsa mensup kılınır. Cenab-ı Hakk’ın şu ayeti gibi: “Sabredenleri bilsin diye” burda da fiil hafifletmek ve cezm halinin ağırlığından kaçınmak için mensup yapılmıştır. Yani, netice itibariyle mana, “Kur’an’ı yalanlayanlar yeniden dirilişten sonra, Allah’ın huzuruna çıktıklarında, Allah (c.c.) onların, kendisinin azabından kaçabilecekleri bir yerleri bulunmadığını bilir.” şeklindedir.

36- Size verilenler, yalnızcai dünyalık geçimliğidir. Allah’ın yanında bulunanlar ise, inanıp, Rabb’lerine dayananlar için daha iyi ve sürekledir.

Ayette, dünyanın, hem mü’min ve hem de kafir için geçimlik olduğu, her ikisinin de, onunla metalandıklarını, fakat ahirete vardığında, Allah (c.c.)’ın yanında olanın, mü’min için daha hayırlı olduğunun açıklaması vardır.37- Onlar ki, günahların büyüklerinden kaçınırlar. Hayasızlıklardan da öyle. Kızdıklarında da, kusurları bağışlarlar.

Hamza ve Kisai, (kebaire’l-ismi) kelimesini, (kebirü’l-ismü) şeklinde okumuşlardır. O zaman tekil olur. Necm suresinde de bu şekilde okumuşlardır. Diğerleri ise, (kebairü) olarak, çoğul formunda okumuşlardır. (Kebair)’in manasını, Nisa suresinde zikretmiştik. Fevahiş kelimesi hakkında, Süddi “zinadır” demiştir. Mücahid ve Mukatil “Had cezalarını gerektiren fiillerdir” demişlerdir. “Kızdıkları zaman afvederler” sözünün manası ise, “tahammül ederler, kızgınlıklarını yutarlar ve vazgeçerler” demektir.

38- Yine onlar Rablerinin davetine icabet ederler ve namazı kılarlar. Onların işleri aralarında şura iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan da harcarlar.

“İbadete çağırma hususunda, Rabb’lerinin davetini kabul ederler. Namazı hakkı ile kılarlar. Aralarında zuhur eden işleri danışma ile görürler, aceleye getirmezler. Kendilerine rızık olarak verdiklerimizden de Hak için harcarlar.”

39- Bir haksızlığa uğradıkları zaman, yardımlaşırlar.

“O mü’minler, bir zulüm ve düşmanlığa maruz kaldıklarında, haddi aşmaksızın kendilerine zulmedenden öçlerini alırlar.” İbn-i Zeyd der ki: “Allah (c.c.) mü’minleri iki gruba ayırmıştır: Birisi, kendilerine zulmedenleri afveden gruptur ki, Allah (c.c.), “Kızdıkları zaman onlar afvederler.” kelamıyla, önce onlardan bahsetmiştir. İkinci grup ise, bu ayette kendilerinden bahsedilen, o, kendilerine zulmedenlerden öç alanlardır. İbrahim ise şöyle demiştir: “Bu ayette, onlar küçük görülmekten hoşlanmıyorlardı. Sonra muktedir durumuna geçtiklerinde, afvettiler.” deniyor.Ata der ki: “Onlar kafirlerin Mekke’den çıkardıkları ve zulmettikleri mü’minlerdir. Sonra Allah (c.c.), onları o yere yerleştrmiş, onlar da kendilerine zulmedenlerden intikam almışlardır. Sonra da Allah (c.c.), bu öç almanın mahiyetini açıklıyor:

Page 110: Beğavi Tefsiri-7

40- Kötülüğün karşılığı, benzer bir kötülüktür. Kim bağışlar ve barışı sağlarsa, onun mükafaatı Allah’a aittir. Doğrusu O, zalimleri sevmez.

Kötülük olmasa bile, şekil bakımından benzeşmeleri sebebiyle, ceza (karşılık), “kötülük” diye isimlendirilmiştir. Mukatil şöyle demiştir: “Kastedilen, organlarda ve kanda kısastır.” Mücahid ve Süddi ise: “O, çirkin cevaptır. Birisi, “Allah seni rezil etsin” deyince, o da “Allah seni rezil etsin” der. Birisi, sana kötü söz söyleyince, sen de ona kötü sözü, misli ile, haddi aşmadan söyle” demektir” derler. Süfyan bin Üyeyne de şöyle demiştir: “Süfyan-ı Sevri’ye, “Allah (c.c.)’ın, “Kötülüğün karşılığı benzeri bir kötülüktür.” sözünün ne olduğunu sordum. Dedi ki: “Sana bir adam söverse, sen de ona söv. Veya sana birşey yaparsa, sen de ona yap” dedi. Ben onun yanında bir şey bulamadım. (Tatmin olamadım) Sonra, Hişam bin Huceyre’ye bu ayet hakkında sordum. O dedi ki: “Yaralayan yaraladığı zaman, ona kısas uygulanır. Yoksa, “söverse söv” diye bir şey yoktur.” Sonra Allah (c.c.), afvetmeyi zikrederek şöyle buyuruyor: “Kim kendine zulmedeni afveder ve afvetmek suretiyle, kendisiyle, kendine zulüm yapanın arasını düzeltirse, onun karşılığı Allah’a aittir.” Hasan Basri der ki: Kıyamet günü olduğunda, bir çağırıcı seslenir “Allah (c.c.), üzerinde sevabı olan varsa kalksın” der. Afvediciden başka kimse kalkmaz. Hasan Basri sonra da bu ayeti okumuştur. Ayetin devamı: Çünkü Allah (c.c.), asla zalimleri sevmez. İbn-i Abbas (r.a.): Allah (c.c.). önce zulmü başlatanları sevmez.” demiştir.

41- Kim zulme uğradıktan sonra hakkını alırsa, artık onlara yapılacak bir şey yoktur.

“Kim kendisine zalimin zulmetmesinden sonra öcünü alırsa, işte onlar aleyhine bir yol, yani bir ceza ve azarlama yoktur.”

42- Ancak insanlara zulmedenlere ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenlere ceza vardır. İşte acıklı azap bunlaradır.

“Ancak, insanlara önce zulmü başlatanlara ve yer yüzünde haksızca taşkınlık yapanlara, yani günah işleyenlere, cezalandırma ve kınama yolu vardır. İşte onlar, kendilerine acı bir azap olan kimselerdir.”

43- Kim sabreder ve affederse şüphesiz bu hareketi, yapılmaya değer işlerdendir.

“Artık kim de öç almayıp sabreder ve bağışlarsa, işte bu sabır ve bağışlama, gerçekten büyük ve önemli işlerdendir. Mukatil der ki: “Allah’ın emretmiş olduğu işlerdendir. Zeccac ise: “Sabredene, sabrından dolayı sevap verirler. Asıl arzu edilen sevap ise, son merhaledir.

44- Allah, kimi saptırırsa, bundan sonra artık onun hiç bir dostu yoktur. Azabı gördüklerinde zalimlerin: Dönecek bir yol var mı dediklerini görürsün.

Yani, Allah (c.c.) kendisini saptırdıktan sonra, onun doğru yola ulaşmasına yardım edecek ya da onu Allah’ın azabından kurtaracak hiç kimse yoktur. Kıyamet gününde, zalimleri görürsün ki, azabı görünce, “Acaba dönüş yolu var mı?” derler.

45- Ateşe arz olunurlarken onların, zilletten başlarını öne eğerek göz ucuyla gizli gizli baktıklarını göreceksin. İnananlar da: İşte asıl ziyana uğrayanlar, kıyamet günü kendilerini ve ailelerini ziyana sokanlardır, diyecekler. Kesinlikle biliniz ki, zalimler sürekli bir azap içindedirler.

Ve yine onlar, aşağılanmadan dolayı, boyun eğer ve gizlice bakar vaziyette, ateşe atıldıklarını görürsün. Yani, üzerlerindeki aşağılık duygusundan dolayı, gizlice bakarlar. Kendisinden korktukları ve içlerinde aşağılık duygusu taşıdıkları için, cehenneme göz hırsızlığıyla bakarlar. Denir ki, (min) harfi cerri (be) harfi cerrinin yerine, yani, “ile” manasında kullanılmıştır. Yani, horlanmadan dolayı, gizli, zayıf bir bakışla bakarlar. Yine denmiştir ki: “Allah (c.c.), “Gizli bir bakış” demiştir. Çünkü o kişi, gözünü açamaz. Gözünün ucuyla bakar.” Bazıları da: “İbarenin manası, “Onlar cehenneme kalpleriyle bakarlar. Çünkü ama olarak haşrolunacaklardır. Kalple bakma ise, gizli olur.” demişlerdir. Ayetin devamı: Mü’minler derler ki: “Asıl zarara uğrayanlar, kıyamet gününde kendilerini ve ailelerini zarara sokanlardır. Biliniz ki, zalimler mutlaka devamlı bir azap içindedirler.” Denir ki: Cehenneme gitmek suretiyle kendilerine, cennetle kendilerinden (mahrum bırakmak) ayrı bırakmak suretiyle de, ailelerine yazık ederler.”

Page 111: Beğavi Tefsiri-7

46- Onların, Allah’tan başka kendilerine yardım edecek dostları yoktur. Allah kimi saptırırsa, artık onun kurtuluşa çıkan bir yolu yoktur.

“Dünyada doğruya ve gerçeğe, ahirette de cennete götürecek yollar yoktur. Bütün kapılar yüzlerine kapatılmıştır.”

47- Allah’tan, geri çevrilmesi imkansız bir gün gelmeden önce, Rabbinize uyun. Çünkü o gün, hiçbiriniz sığınacak yer bulamazsınız, itiraz da edemezsiniz.

“Kimsenin, gelmesine mani olamayacağı o kıyamet günü gelmeden önce, Rabb’iniz Allah’ın davetçisi olan Hz. Muhammed’in çağrısına uyun. O günde, ne sığınacak bir yeriniz, ve ne de başınıza geleni değiştirebilecek bir inkarcı yoktur.”

48- Eğer yüz çevirirlerse, bilesin ki biz seni onlara bekçi olarak göndermedik. Sana düşen ancak bildirmektir. Ve biz insana, kendi yanımızdan bir nimet tatdırınca, hemen ona sevinir. Fakat elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir kötülük gelirse, insan hemen nankör kesiliverir.

İbn-i Abbas: “Rahmet” kelimesinin, “zenginlik ve sıhhat” manasına geldiğini söylemektedir. İnsanın nankörlüğü ise şudur: İnsana Allah tarafından önceden nimet verildiğinde, o karşılaştığı ilk sıkıntıyla beraber, geçmiş bütün nimetleri unutur ve inkar eder.

49- Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Dilediğini yaratır; dilediğine kız çocukları, dilediğine de erkek çocukları bahşeder.

Göklerin ve yerin mülkü yani onlarda dilediği gibi tasarrufta bulunma hakkı, Allah’a aittir O, dilediğini yaratır. Dilediğine kız bağışlar, onun erkek çocuğu olmaz. İstediğine de erkek bağışlar. Onun da kız çocuğu olmaz. “Erkekten önce, kız çocukla doğuma başlamak, kadının bereketliliğindendir.” Çünkü Allah (c.c.), önce, ayette kızı zikretti.” denmiştir.

50- Ya da Allah (c.c.), onlara hem erkek ve hem de kız çocuk verir. Dilediğini de kısır yapar. O, herşeyi bilendir, herşeye gücü yetendir.

“Ne kendisi doğrur, ne de kendisi için doğurulur.” Bu ayetin peygamberlerle ilgili olduğu söylenmiştir. Yani, “Dilediğine dişi bağışlar.” ifadesi ile, erkek çocuğu doğmayan, yalnız iki kızı doğan Lut Peygamberin; “Dilediğine erkek verir” ifadesi ile, kız çocuğu doğmayan, İbrahim (a.s.)’ın “Veya, hem erkek, hem de dişi, her ikisinden de veririz.” sözüyle, Hz. Muhammed (a.s.)’ın kastedildiğini, zira onun hem erkek, hem de kız çocukları doğmuştur; “İstediğini de kısır yapar.” sözüyle de, hiç çocukları doğmamış olan Yahya ve İsa peygamberlerin kastedildiğini söylemişlerdir. Bu temsil yollu bir anlatımdır. Ayet, bütün insanlar hakkında genel hüküm ifade etmektedir. O bilendir ve güç yetirendir.

51- Allah bir beşerle, ancak, ya vahiy yoluyla, ya bir perde arkasından, veyahut da, bir elçi gönderip, izniyle dilediğini vahyetmek suretiyle konuşur. O yücedir, hikmet sahibidir. Yahudiler Hz. Muhammed (s.a.v.)’e, “Eğer sen peygamber olsaydın, Musa’nın konuşup, baktığı gibi, Allah (c.c.) ile konuşmalı ve O’na bakmalı değil miydin?” demişlerdi. Peygamber (a.s.) “Hz. Musa Allah’ı görmemiştir.” deyince, Allah (c.c.), bu ayeti indirmiştir. Yani, Allah (c.c.), bir insana ya uykusunda vahyeder veya ilham eder, veya insan Allah’ın söylediğini duyar, ancak onu göremez. Nitekim O, Hz. Musa ile bu minval üzere konuşmuştur. Ya da Allah (c.c.), Cebrail veya başka bir meleği göndermek suretiyle kuluyla konuşur. Yani, bu elçi melek, Allah’ın izniyle, O’nun dilediklerini, peygambere vahiyle bildirir. Nafi, (ev yürsile) fiilini, söz başı kabul ederek, merfu olarak okumuşlardır. (Feyuha) kelimesinin sonundaki (ye) harfini ise, sakin olarak okumuşlardır. Diğer kıraat alimleri ise, (ev yürsile) kelimesinin (lam) harfini, ve (ya) harfini fethalı olarak okumuşlardır. Çünkü onlar ilgili kelimeleri, “vahyetme” kelimesine atfetmiştir.

52- Böylece sana da emrimizle Kur’an’ı vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. fiüphesiz sen doğru bir yolu göstermektesin.

“Böylece, diğer peygamberlere vahyettiğimiz gibi, aynı şekilde, sana da emrimizden bir Ruh (Kur’an) vahyettik. “Ruh” kelimesi için, İbn-i Abbas, “peygamberliktir”, Hasan Basri “Rahmettir” demiştir.

Page 112: Beğavi Tefsiri-7

Süddi ve Mukatil “vahiy” kelimesini kullanmış, Kelbi “kitaptır” derken, Rabi’ “Cibril’dir” demiştir. Malik bin Dinar ise, “Kur’an’dır” demiştir. Ey Muhammed (s.a.v.), sen vahiyden önce, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Yani, imanın şartlarını ve yollarını bilmiyordun. Muhammed bin İshak bin Huzeyme şöyle demiştir: “Bu mevzuda iman, namazdır. Bunun delili Allah (c.c.)’ın, “Allah sizin imanınızı zayi edecek değildir.” ayetidir. Usulcüler, peygamberlerin, kendilerine vahiy gelmeden önce de mü’min oldukları, kanaatindedirler. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) de kendine vahiy gelmeden önce Hz. İbrahim’in dini üzere ibadet ediyordu. O zaman onun dininin kanunları henüz ortaya çıkmamıştı. Fakat biz onu bir nur yaptık. Buradaki “Nur” kelimesi hakkında, İbn-i Abbas “İmandır” demiştir. Süddi ise, “Kur’an’dır” der. Onunla, dilediğimiz kullarımızı doğru yola eriştiririz. Mutlaka sen de, doğru yola, yani İslam’a çağırıyorsun.

53- Gökler ve yer kendisinin olan Allah’ın yoluna... Dikkat edin, işler tamamıyla Allah’a döner.

Yani, yaratıkların işleri ahirette, tamamıyla O’na döner.

ZUHRUF SURESI

Mekke’de inmiş bir suredir. Ayet sayısı, seksen dokuzdur.

Esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adıyla...

1- Ha-Mim. 2- Apaçık kitaba yemin olsun.

Allah (c.c.), hidayet yollarını, dalalet yollarından ayırıp açıklayan, ümmetin ihtiyaç duyduğu kanunları izah eden kitaba yemin etmektedir.

3- Belki anlarsınız diye, biz onu, Arapça bir Kur’an kıldık.

“Onu arapça kıldık” ifadesinin manası, “Bu kitabı, Arapça yaptık” demektir. Bazıları “Onu açıkladık” şeklinde, kimileri “Onu isimlendirdik”; kimileri de “Onu vasıflandırdık” şeklinde mana vermişlerdir. Mesela, “Falanca Zeyd’i, insanların en bilgilisi kıldı.” denir ki, “Onu böyle vasıflandırdı.” demektir. Nitekim şu Kur’an ayetlerinde de, buna benzer bir kullanım vardır: Birisi: “Onlar, Rahman’ın kulları olan melekleri, kızlar kıldılar” Bir diğeri: “Onlar Kur’an’ı parça parça ettiler” ayetidir. Biri ise: “Hacc’ın sulama işlerini ... mi kıldınız?” Bütün bu ayetlerde, “kılmak” (ce’ale) fiili, vasıflandırmak, isimlendirmek, manasındadır.

4- O, katımızda bulunan Ana Kitap’ta mevcut, yüce ve hikmet dolu bir kitaptır.

“Muhakkak ki o Kur’an levhi mahfuzdadır.” Katade “Ümmü’l-kitap” Kitabın aslı demektir.” der. Herşeyin annesi O’nun aslıdır, İbn-i Abbas ise şöyle demiştir: “Allah’ın ilk yarattığı şey kalemdir. Sonra ona yaratmak istediği şeyleri yazmasını emretti. İşte o, Onun yanındaki kitaptır.” Sonra İbn-i Abbas “O, yanımızdaki levhi mahfuzdadır.” ayetini okumuştur. Kur’an-ı Kerim, Allah’ın katında, levhi mahfuzda yazılı durumdadır. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmaktadır: “Muhakkak ki O, levhi mahfuzda yer alan şerefli bir Kur’an’dır.” Ayetin sonu şöyle tamamlanıyor. “O Kur’an yücedir,

Page 113: Beğavi Tefsiri-7

hikmetlidir.” Katade şöyle der: “Allah (c.c.) Kur’an’ın mertebe ve şerefinden haber veriyor” yani şöyle buyuruyor.: “Ey Mekke halkı Kur’an’ı yalanlıyor musunuz? Halbuki o benim indimde pek şerefli, pek yüce ve batıldan korunmuş sağlam bir kitaptır.”

5-Siz, haddi aşan kimseler oldunuz diye, sizi Kur’an’la uyarmaktan vaz mı geçelim.

“Siz müşrik oldunuz diye, size öğüt vermekten vaz mı geçeyim” (darabe an...) kelimesi “terketmek ve vazgeçmek” manasına gelir. (Safaha) kelimesi ise mastardır. “yüz çevirmek” manasına gelir. (yüzü ve boynu çevirmek) manasındadır. Zikirden, maksat da Kur’an-ı Kerim’dir.Manası “Size vahiy göndermeyi bırakayım, Kur’an’ı indirmekten vazgeçeyim de, küfürde aşırı gitmenizden ve imanı terketmenizden dolayı sizi menetmeyeyim öyle mi? Bu soru, inkaridir. “Asla bunu yapmayacağım.” manasına gelmektedir. Bu görüş, Katade ile, bir grup tefsirciye aittir. Katade şöyle demiştir: “Bu ümmetin ilkleri, bu Kur’an’ı reddettiklerinde, o ortadan kaldırılsaydı, reddedenler helak olurlardı. Fakat, Allah (c.c.), onlara sünnetullah’ı üzere rahmeti ile muamelede bulunmuş, yirmi sene ya da dilediği kadar vahyi onlara tekrar tekrar göndermiştir. Kimine göre de mana: “Terkedip yüz çevirerek, size öğüt vermekten vaz mı geçelim?” şeklindedir. Kisai ile Süddi, “Sizden öğüdü, artık kendinize çağrı yapılmayacak ve öğüt verilmeyecek şekilde dürüp kaldıralım mı?” şeklinde manalandırmışlardır. Kelbi’nin yorumu ise, şöyledir: “Hiç bir emir ve yasak koymayarak, sizi başıboş bir halde mi bırakalım?” Mücahid ve Süddi: “Sizden sarf-ı nazar edip bırakalım da, küfrünüz sebebiyle sizi cezalandırmayalım ha! (in küntüm)’deki Elifi, Medineli kıraatçılarla, Hamza ve Kisai, kesre harekeli olarak okumuşlardır. Bu durumda ayetin manası “Siz haddi aşan bir toplum olduğunuzda, sizi serbest mi bırakalım?” şeklinde olur. Nitekim “İnanıyorsanız, en üstün sizsiniz” ayetinde de aynı durum söz konusudur. Diğer kıraat alimleri, söz konus Hemzeyi, fetha hareke ile okumuşlardır. Bu durumda da, “Sizler haddi aşan bir toplum oldunuz diye size, öğüt vermekten vaz mı geçeyim?” manası verilmektedir.

6- Biz öncekilere de, nice peygamberler gönderdik. 7- Onlara hiç bir peygamber gelmiyordu ki, mutlaka onu alaya almasınlar.

Tıpkı kavminin seninle alay etmeleri gibi. Burada Allah (c.c.), peygamberini teselli ediyor.

8- Biz bunlardan daha zorba olanları da helak ettik. Nitekim öncekilerde örneği geçmişti.

Halbuki biz, senin kavminin insanlarından daha güçlü-kuvvetli olanlarının nicesini, peygamberleri yalanlamaları sebebiyle, önceki ümmetler içerisinde, helak etmişizdir. Öncekilerin, özellikleri, adetleri ve yaşantıları ile, uğradıkları ceza geçti. Helak olmak noktasında bunların sonu da aynı şekilde olacaktır.

9-Andolsun ki, onlara gökleri ve yeri kim yarattı? diye sorsan; “Onları şüphesiz güçlü olan, herşeyi bilen Allah yarattı” derler.

Sen onlara, yani kavmine, “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, onlar: “Onları, güçlü ve bilgili olan yarattı” diyerek, yüce Allah’ın onların yaratıcısı olduğunu, onun yüceliğini ve ilmini dile getirirler de, sonra yine aşırı cehaletlerinden ötürü, O’ndan başkasına tapınırlar ve O’nun tekrar diriltmeye gücünün yeteceğini inkar ederler. Allah (c.c.), buraya kadar, o nankör toplumdan haber verdi. Bundan sonra, zatına delalet eden sözlere başladı.

10- O ki, yeryüzünü size bir döşek yaptı ve doğru gidesiniz diye size orada yollar yaptı.

“Yolculuklarınızda, hedeflerinize ulaşabilesiniz.” diye...

11- Gökten bir ölçüye göre suyu indiren O’dur. Biz onunla (kupkuru) ölü memlekete hayat veririz. İşte siz de böylece (mezarlarınızdan) çıkarılacaksınız.

Yine O’dur ki, ihtiyacınız miktarınca gökten su indirdi. Nuh kavmine yağdırdığı gibi ölçüsüz yağdırıp da sizi helak etmedi. İşte bu şekilde, yağmurla beraber ölü bir beldeyi canlandırdığı gibi, Allah (c.c.) sizleri de, canlı olarak, kabirlerinizden çıkaracaktır.

12- Ve O, bütün türleri yaratmıştır. Sizin için bineceğiniz, gemiler ve hayvanlar yaratmıştır.

Page 114: Beğavi Tefsiri-7

13- Ki böylece onların sırtına binip yerleşince Rabb’inizin nimetini hatırlayıp, “Bunu bize boyun eğdirerek, hizmetimize sunanın şanı yücedir. Yoksa biz ona güç yetirip elde edemezdik.” diyesiniz.14- fiüphesiz, biz, Rabb’imize döneceğiz.

Bize Ahmed bin Abdillah es-Salihi, Ebu’l-Hüseyin Ali bin Muhammed bin Abdillah bin Büşran’dan, o, İsmail bin Safar’dan, o, Ahmed bin Mansur er-Ramadi’den, o, Abdü’r-Rezzak’dan, o, Ma’mer’den, Ma’mer, Ebu İshak’dan, o, Ali bin Ebi Rebia’dan, onun Hz. Ali (r.a)’yi bineğe binerken gördüğünü haber vermişlerdir. Rivayete göre, Hz. (Ali), ayağını üzengiye koyunca, “Allah’ın adıyla” diyerek besmele çeker. Bineğin sırtına çıkınca, “El-hamdü lillah-Övgü Allah’a aittir.” şeklinde, hamdeder. Sonra da “Biz kendisini elde etme imkanına sahip değil iken, bunu bizim hizmetimize veren Yüce Zat’ın şanı çok büyüktür” der. Ardından, üç kere hamd eder, üç kere de tekbir getirir. Daha sonra da, “Allah’tan başka ilah yoktur. Kendime zulmettim. Ya Rabbi günahlarımı bağışla. fiüphesiz ki, senden başkası günahları afvedemez.” der ve güler. Ali bin Ebi Rebia “Seni güldüren nedir ey Mü’minlerin hükümdarı?” deyince, Hz. Ali ona: “Rasulullah’ı görmüştüm, benim yaptığımı yapmıştı ve benim söylediğimi söylemişti. Sonra da gülmüştü. Bizler de: “Seni güldüren nedir Ya Rasulallah?” diye sorduk. fiöyle buyurdu: “Bir kula gülüyorum.” Kul, “Allah’tan başka ilah yoktur. Kendime haksızlık ettim. Beni bağışla. Çünkü senden başkası günahları bağışlayamaz.” dediği zaman hoşuma gider. O kul bilir ki, günahları Allah’tan başka bağışlayacak yoktur.”

15- Onlar, kullarından bazılarını O’nun bir kısmı saydılar. Gerçekten insan apaçık bir nankördür.

Bu onların “Melekler, Allah’ın kızlarıdır.” şeklindeki sözleridir. (ce’ale) fiilinin buradaki manası, “bir şeye hükmetmek” manasıdır ya da “söylemek” manasına gelmektedir. Mesela bu kelime kullanılarak, “Zeyd’in, insanların en erdemlisi olduğuna hükmettim” denir. Öyle vasıflandırdım demektir. Ayetin devamı: “fiüphesiz insan, yani kafir, açıkça Allah’ın nimetlerine nankörlük eder.

16- Yoksa Allah, yarattıklarından kızları kendisine aldı da oğulları size mi ayırdı?

Allah (c.c.), bir azarlama ve inkar olmak üzere: “Yoksa Allah’ (c.c.), yarattığı dişileri kendine kızlar edindi de, erkekleri size mi ayırdı?” buyuruyor. Nitekim başka bir ayette de: “Sizi Allah (c.c.) erkeklerle ayrıcalıklı kıldı da, melekleri kendine kızlar mı edindi.” buyuruyor.

17- Onlardan biri, Rahman’a isnat ettiği kız çocuğuyla müjdelenince, hiddetlenerek yüzü simsiyah kesilir.

Onlardan biri, Rahman olan, Allah’a benzer kıldığı şeyle müjdelendiği zaman, yüzü simsiyah olur da, kızgınlık ve üzüntü ile, yutkunur. Her şeyin yavrusu kendine benzediği için bu ifade kullanılmıştır. Yani onlardan birisi, Nahl suresindeki bir ayette de geçtiği gibi, bir kız çocuklarının doğmuş olduğu müjdesiyle karşılaşınca, üzülür ve kızar.

18- Süs içinde yetiştirilip savaş edilemiyecek olanı mı istemiyorlar? Hamza, Kisai ve Hafs (Yüneşşeu) şeklinde şeddeli ve edilgen çatıda “yetiştirilir” manasında, diğer kıraatçılar ise, yine edilgen formda, fakat şeddesiz olarak (Yüneşeu) “yetişir ve büyür” manasında okumuşlardır.Burada süs içinde yetiştirilen kadınlar söz konusu edilmektedirler. Onlar, kavga ve münakaşada zayıflıklarından ve yetersizliklerinden dolayı üstünlük sağlayamazlar. Katade der ki:“Bu ayette delillerle konuşmak isteyen kadın, çok az konuşur ve ancak kendi aleyhine konuşur.” (Eve men) cümledeki görevi bakımından, üç durumda (mahal) bulunması muhtemeldir: “Birinci, mübteda olarak, merfu, mahalde bulunabilir. İkincisi, fiil ve öznesi gizli bir meful olmak üzere, mensub olabilir, üçüncüsü ise (mimma yahluku) ve (bima darabe) ifadelerinin karşılığı olarak kesre olabilir.

19- Onlar, Rahmanın kulları olan melekleri, dişi saydılar. Acaba meleklerin yaratılışlarını mı görmüşler?Onların bu şahitlikleri yazılacak ve sorguya çekileceklerdir.

Küfe ekolü ile Ebu Amr “Kullar” kelimesini bu şekilde ve bu manada okurken, diğer kıraat alimleri, (Na’bude) şeklinde, nun harfi ile ve mensub dal harfi ile zarf olarak okumuşlardır. Bunun kanıtı “Rabb’inin yanında olanlar” ayetidir. Ayetin devamı: “Onlar, o meleklerin yaratılmasına şahit mi

Page 115: Beğavi Tefsiri-7

oldular?” Medineliler, fail, zikretmeksizin okumuşlardır. Ve soru edatı olan “Hemzeden” sonraki, ikinci hemzeyi yumuşatmışlardır. “Onlar, meleklerin yaratılmasında hazır mı bulunmuşlardı” manasındadır. Diğer kıraat alimleri ise “fiın” harfini fethalı olarak okumuşlardır. Bu durumda da mana “Onlar, melekler yaratılırken, onların yaratılmasına şahit mi oldular?” şeklindedir. fiu ayette de buna benzer bir ifade vardır: “Yoksa biz onlar görüp dururlarken melekleri dişiler olarak mı yaratmıştık?” Onların, melekler hakkındaki “Onlar, Allah’ın kızlarıdır” şeklindeki şehadetleri yazılacaktır. Ve onlar bu şehadetlerinden sorguya çekileceklerdir. Kelbi ve Mukatil derler ki: “Onlar böyle söyledikleri zaman Hz. Peygamber (s.a.v.), onlara: “Meleklerin Allah’ın kızları olduğunu nereden biliyorsunuz?” dedi. Onlar da: “Atalarımızdan duyduk ve onların yalan söylemediklerini de şehadet ederiz” dediler. Bu olay üzerine Allah (c.c.): “Onların şahitlikleri yazılacak ve Ahirette de ondan dolayı hesaba çekilecekler” buyurdu.

20- Dediler ki: “Eğer Rahman dileseydi biz, o meleklere ibadet etmezdik.” Onların bu hususta bir bilgileri yoktur. Onlar sadece yalan söylüyorlar.

Bunu Katade, Mukatil ve Kelbi söylemişlerdir. Mücahid ise şöyle yorumlamıştır: “Rahman dileseydi biz o putlara tapmazdık. Allah (c.c.) o putlara tapınmamıza rıza gösterdiği için, bu tapınmamız karşılığındaki cezamızı peşinen vermiyor.” Allah buyuruyor ki: “Onların söyledikleri bu mesele hakkında bilgileri yoktur.” “Onlara, tapmamıza Allah rıza gösteriyor.” şeklindeki sözlerinde Onlar mutlaka yalancıdırlar. Kimisi de, “muhakkak onlar sözlerinde yalan söylüyorlar” şeklinde yorumlamışlardır. Ayetin devamı: “Yine onlar, “Muhakkak melekler dişilerdir ve Allah’ın kızlarıdır” şeklindeki sözlerinde yalan konuşuyorlar.”

21- Yoksa bundan önce onlara bir kitap verdik de ona mı tutunuyorlar?

Yoksa biz onlara Kur’an’dan önce, Allah’dan gayrısına tapınmalarını öğütleyen bir kitap mı verdik ki, Ona tutunuyorlar.22- Hayır, onlar, “bizler atalarımızı bir din üzere bulduk, biz de onların izinde gidiyoruz” derler.

Mücahit: “Bir lider üzere bulduk.” demiştir. Ve biz onların izlerinde gidiyoruz dediler yani kendilerini eski atalarına uymakla, doğru yolda kabul ettiler.

23- İşte böylece, biz senden önce hangi memlekete bir uyarıcı gönderdiysek, oranın ileri gelenleri mutlaka “Biz atalarımızı bir din üzere bulduk. Ve biz onların izlerine uyarız.” dediler.24- “Ben, size, babalarınızın bağlı olduğundan daha doğrusunu getirmiş olsam da öyle mi?” dedi. Onlar ise: “Biz senin kendisi ile gönderildiğin şeyi inkar ediyoruz” dediler.

(Kale) kelimesini İbn-i Amir ile Hafs (kale) şeklinde haber kipinde, diğer kıraatçiler ise (kul) olarak emir kipinde okumuşlardır. (Ci’tüküm) kelimesini Ebu Cafer (Ci’nakum) şeklinde çoğul olarak okumuştur. Diğerleri ise tekil olarak okumuşlardır. Bu ayetle ilgili Zeccac’ın yorumu şöyledir: Peygamber (a.s.) onlara: “Ben size daha doğrusunu getirmiş olsam da yine atalarınızı, üzerinde bulduğunuz dine mi uyacaksınız?” dedi.

25- Biz de onlardan öc aldık, bak yalanlayanların akıbeti nasıl oldu.26- Bir zamanlar, İbrahim (a.s.) babasına ve kavmine Demişti ki: “ben, sizin taptıklarınızdan uzağım. 27- Ben yalnız beni yaratana ibadet ederim. Çünkü o beni doğru yola iletecek”

Uzak kelimesi, tesniye, çoğul veya dişil değildir. Çünkü o, sıfat yerine konulmuş bir mastardır.

28-Bu sözü ardından geleceklere devamlı kalacak bir miras olarak bıraktı ki, insanlar (onun dinine) dönsünler.

Mücahit ve Katade, bahis konusu olan bu kelimenin, İbrahim (a.s.)’ın kendinden sonraki zürriyeti arasında devam ede gelen “Allah’dan başka ilah yoktur” şeklindeki tevhid kelimesi olduğunu söylemişlerdir. Ayrıca Katade şöyle demiştir: “Hz. İbrahim’in soyu içerisinde daima bir tek olan Allah’a kulluk yapanlar buluna gelmektedir.” Karzi’nin tefsiri ise şöyledir: “Yani Allah Teala İbrahim (a.s.)’ın oğullarına yapmış olduğu vasiyeti onun nesli ve zürriyeti içinde baki kılmıştır. Allah’ın (c.c.) şu kelamında bu söz konusu edilmektedir. “Bu vasiyeti İbrahim (a.s.) oğullarına tavsiye etmiş Yakup (a.s.) da aynı tavsiyede bulunmuştur.” İbn-i Zeyd ise bu kelimenin Hz. İbrahim’e ait olan “Alemlerin

Page 116: Beğavi Tefsiri-7

Rabb’ine teslim oldum.” sözü olduğunu söylemiştir. Ve “O, sizi Müslümanlar diye isimlendirdi.” ayetini okumuştur. Asıl ayetin devamı: “Allah (c.c.) böyle yaptı ki belki Mekkeliler bu dine sarılırlar ve üzerinde bulundukları dinden dönüp te, İbrahim’in dinine girerler.” Süddi şöyle yorumlamıştır: “Belki tevbe ederek Allah’a (c.c.) İbadet etmeye dönerler.”

29- Doğrusu bunları da atalarını da kendilerine hak ve onu açıklayan bir peygamber gelinceye kadar geçindirdim.

“Hayır, ben bu müşrikleri ve onların atalarını dünyada onlara Kur’an ya da İslam ve onu açıklayan bir elçi gelinceye kadar yaşattım. Küfürlerinden dolayı onların cezalarını acilen vermedim.” Dahhak “Hak” kelimesinin İslam olduğunu söylemiştir. Sözü edilen Peygamber ise onlara hükümleri açıklayan Hz. Muhammed (s.a.v.)’dir. Bu hükümlerin hakkı, müşriklerin o peygambere itaat etmeleri idi. Halbuki onlar bunu yapmadılar da isyan ettiler. Bu isyanı gelen ayet şöyle dile getiriyor:

30- Kendilerine Hak geldiği zaman; “bu sihirdir ve biz onu inkar ediyoruz” dediler. 31- Ve dediler ki: “Bu Kur’an iki kentten bir büyük adama indirilmeli değil miydi?”

Burada kasdettikleri Mekke’den Velid bin Mugire, Taif’den de Urve bin Mes’ud Es Sakifi’dir. Bu Katade’nin görüşüdür. Mücahid, Mekke’den Utbe bin Rebia ile Taif’den İbn-i Abdi Ya Leyl Es Sakifi olduğunu söylemiştir. Yine Mekke’den Velid b. Muğire ile Taif’ten Habib b. Amr b. Umeyr Es-Sakifi olduğunu söyleyenler de olmuştur. Bu görüş İbn-i Abbas (r.a.)’dan rivayet edilmiştir.

32- Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekilerine derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır.

“Onlar mı, Rabb’inin bir rahmeti olan peygamberliği taksim ediyorlar?” Mukatil, “Allah buyuruyor ki, “Peygamberliğin anahtarları onların elinde de, onu istedikleri yere onlar mı koyuyorlar.” şeklinde yorum yapmıştır. Sonra Allah (c.c.), şöyle buyuruyor: Onların dünyadaki geçim vasıtalarını aralarında, biz bölüştürdük.” Yani, şunu zengin, şunu fakir, şunu yönetici ve şunu da yönetilen yaptık. Ve nasıl ki, rızık konusunda kimini kiminden üstün kıldıysak, aynı şekilde, dilediğimizi de peygamberliğe seçtik. Ve yine onların bazılarını, diğer bazılarına, zenginlik ve mal derecesi bakımından üstün kıldık ki, kimisi kimisini çalıştırıp istihdam edebilsin. Zenginler, mallarıyla fakirlere ücret versin. Böylece, birbirlerine, kimi parasıyla, kimi de çalışmasıyla, geçim sebebi olurlar. Böylece, dünyanın işleri düzelip, yoluna girer. Katade ve Dahhak derler ki: “Bazıları, parasıyla bazılarına, kölelik ve mülk olarak sahip olur.” demişlerdir. Rabb’inin rahmeti, yani cennet, mü’minler için, kafirlerin toplayıp biriktirdikleri mal-mülkden daha hayırlıdır.

33- Eğer insanların küfür üzerine birleşen, tek millet olmaları söz konusu olmasaydı, Rahman’ı inkar edenlerin evlerine, gümüşten tavanlar ve üzerine çıkacakları merdivenler yapardık.

İbn-i Kesir, Ebu Ca’fer ve Ebu Amr, “tavan” kelimesini (Sakf) şeklinde tekil olarak okumuşlardır. Yine de manası çoğul durumunda olur. Nitekim “Allah onların tavanlarını başlarına yıktı.” ayetinde de, tekil formunda yazıldığı halde çoğul manası taşımaktadır. Diğer kıraat alimleri ise çoğul formunda “tavanlar” (sukufen) şeklinde okumuşlardır. Buna benzer şekilde, (rehnün) “Rehin” kelimesinin çoğulu da, (rühünün) “rehinler” şeklindedir. Ebu Ubeyde, “Bu iki kelimenin üçüncüsü yoktur.” demiştir. Kimisi de, “Bu kelimenin (sekifün) “tavan” kelimesinin çoğulu olduğunu söylemiştir. Kimileri de, çoğul kipi olan (sukufün) kelimesinin, yani çoğulun çoğulu olduğunu söylemişlerdir. Mearic, merdiven demektir. Onunla, evin damına çıkılır. Zahera kelimesinin buradaki manası, yukarı çıkmak, yükselmektir. Dama çıkan birinin bu fiili anlatılırken, bu kelime kullanılır.

34- Evlerinin kapılarını ve yaslanacakları koltukları da (gümüşten) yapardık.35- Ve onları zinetlere boğardık. Bütün bunlar sadece dünya hayatının geçimliğidir. Ahiret ise, Rabbinin katında, Allah’ın azabından sakınıp rahmetine sığınanlara mahsustur.

Onlara bunların yanında, altın zinetler de verirdik. “Ya da, senin altından evin olmalıydı.” ayetinde, buna benzer bir ifade vardır. “Bütün bunlar, sadece, geçici, dünya meta’ıdır.” Buradaki, (lemma) edatı, (illa) “ancak, sadece, yalnızca” manasındadır. Başka kıraatçılar ise, ayette, ‘inne) ve (lemma) edatlarını kullanmayıp, ifadeyi vurgusuz olarak manalandırmışlardır. Bu durumda, (inne) başlangıç edatı, (lemma) da sıla olarak kabul edilmiştir. Her iki durumda da mana. “Bunların hepsi de, geçici dünyalık

Page 117: Beğavi Tefsiri-7

geçimliktir.” şeklindedir. Zail olup gideceklerdir. Rabb’inin katındaki ahiret yani cennet ise, Allah’a saygısızlıktan çekinen takva sahiplerine mahsustur. Bize İmam Ebu Ali Hüseyin bin Muhammed el-Kadi, Ebu’l-Abbas Abdullah bin Muhammed bin Harun Taysafuni’den o, Ebu’l-Hasan Muhammed bin Ahmed Türabi’den, o, Ebu Bekir Hamd bin Ömer bin Bestam’dan, o, Ahmed bin Seyyar el-Kureyşi’den o, Abdü’r-Rahman bin Yunus’tan, o, Ebu Müslim’den, o, Ebu Bekir bin Memalur’dan, o, Ebu Hazim’den, o da, Sehl bin Sa’d’dan Allah Rasulü (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir: “Eğer Allah katında dünya sinek kanadıyla tartılsa, mizanın kefesi ondan bir yağmur damlası kadar etkilenmez.” Bize, Ebu Bekir Muhammed bin Abdillah bin Ebi Tevbe, Ebu Tahir Muhammed bin Ahmed bin Haris’ten, o, Muhammed bin Ya’kub el-Kisai’den, o, Abdullah bin Mahmud’dan, o, İbrahim bin Abdillah el-Hilal’den, o, Abdullah bin Mübarek’den, o, Halid bin Said’den, Halid, Kays bin Hazim’den, o, ise, Beni Fehr’in kardeşi olan, fieddad oğlu Müstevrid’den haber verdiler. Müstevrid şöyle demiştir: “Rasulullah (s.a.v.), ile beraber, bir kafile içinde ölü bir kuzuya tevafuk edip yanında durmuştuk da, Allah Rasulü “Görüyor musunuz? Bu, sahibine kıymetsiz geldiği için onu atmış” buyurmuştu. Diğerleri de, “Evet, gerçekten de kıymetsizliği sebebiyle atmışlar.” demişlerdi. Bunun üzerine Allah Rasulü şöyle buyurmuştu: “Dünyanın Allah nezdindeki kıymeti, bu kuzunun, sahibinin nezdindeki kıymetinden daha azdır.”

36- Kim, Rahman’ın zikrinden yüz çevirirse, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat kılarız.

(Ase) fiili, (adele) fiili ile (male) fiili gibi, (ila) harfi ile yönelip yaklaşma, (an) harf-i cerri ile de, yüz çevirip uzaklaşma manasına gelir. Mesela, bu fiil, yönelme harf-i cerri olan (ila) harf-i cerri ile kullanıldığında, “ateşe yaklaştım” denirken, ayrılma harf-i cerri olan (an) ile kullanılınca “Ateşten yüz çevirdim, uzaklaştım.” manasında kullanılabilir. Karzi ayeti, “Rahman’ın zikrine sırtını döner. O zikir Kur’an’dır.” şeklinde yorumlamıştır. Ebu Ubeyde ile Ahfeş: “Kur’an’dan sarf-ı nazar ederek, ona, haksızlık eder.” şeklinde mana vermişlerdir. Halil bin Ahmed ise “Aşv, kelimesinin asıl manası, “zayıf bakıştır.” demiştir. İbn-i Abbas, (ve men ya’şe) şeklinde, kelimenin son harfini fetha harekeyle okumuştur. Bu kipte olunca, “Kör olmak” manasını taşımaktadır. Bir kimsenin ama olduğunu ifade etmek için, bu kelime kullanılır. Yine “kör kadın” manasında (İmreetü aşva) deyimi kullanılır. Ayetin devamı: “İşte böyle yapanlara, şeytanı sebep kılıp, musallat ederiz. fieytan ona dost olur. Ondan hiç ayrılmaz. Körlüğü ona süsler ve ona doğru yolda olduğu hayalini telkin eder. (nekidu) kelimesini Yakub, (yekidu) şeklinde okumuştur. Diğer kıraatçılar ise, ilk yazılışta okumuşlardır.

37- Halbuki şeytanlar onlar doğru yoldan alıkoymaktadır, buna rağmen, olanlar, kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar.

Bu ayette zamirler, çoğul olarak vaz’edilmiştir. Çünkü, bir önceki ayetteki: “Kim Rahman’ı zikretmekten yan çizerse, ona şeytanı musallat ederiz.” ifadesi her ne kadar tekil kipte ise de, manası çoğuldur.

38- O şeytan dostu kimse, en sonunda bize gelince arkadaşına:Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı, ne kötü arkadaşmışsın der.

“İki doğu” ifadesi “tağlib” yolu ile, “doğu” ve “batı” kelimelerinin ikisinin yerine kullanılmıştır. Nitekim, güneşle ayın ikisini bir ifade etmek üzere “iki ay” yani (kamerani) kelimesi bu itibarla kullanılmaktadır. Yine aynı itibarla, Ebu Bekir ve Hz. Ömer hakkında, (Umerani) yani “iki” Ömer deyimi kullanılmaktadır.Bazı tefsirciler de, “iki doğu” ifadesiyle Allah (c.c.)’ın, yazın doğusu ile kışın doğusunu kasdettiğini söylemişlerdir. Ebu Said el-Hudri, şeytanla, onun dostu olan kafirin ilişkisini şöyle yorumlar: “Kafir, yeniden diriltildiği zaman, dostu olan şeytanla eşleştirilir ve artık, cehenneme atılıncaya kadar ondan hiç ayrılmaz.”

39- Zulmettiğiniz için bugün (pişmanlık) size hiçbir fayda vermeyecektir. Çünkü siz azapta ortaksınız.

Onlara denir ki: “Dünyada iken ortak koşmanız sebebiyle, bu ahiret gününde azapta müşterek olmanız size bir fayda sağlamaz. Ve bu ortaklık, sizin azabınızı hafifletmez.” Zira, kafirlerden ve şeytanlardan her biri için, azaptan yeterli pay vardır.

Page 118: Beğavi Tefsiri-7

Mukatil şöyle tefsir etmiştir: “Bu gün özür dilemeniz ve pişman olmanız size fayda vermez. Ve siz, nasıl ki dünyada iken inkarda müşterek idiyseniz, bugün de aynı şekilde, o şeytan dostlarınızla, azapta ortaksınız.”

40- (Ey Muhammed), sağıra sen mi işittireceksin, ya da sen mi körü ve apaçık sapıklık içinde olanı doğru yola ileteceksin?

Yani, kendilerine azap sözü hak olmuş olan ve inanmayan kafirlere sen mi doğru yolu göstereceksin?

41-Biz seni onlardan alıp götürsek de yine onlardan intikam alırız. 42- Yahut onlara vaadettiğimiz azabı, sana gösteririz. Çünkü bizim onlara gücümüz yeter.

Yani, “ne zaman istesek, onlara azap edebiliriz.” Allah (c.c.), bu ifade ile, Bedir gününde kendilerinden intikam almış olduğu Mekke müşriklerini murad etmektedir. Müfessirlerin çoğu bu görüştedir. Hasan-ı Basri ile Katade’nin yorumları ise şöyledir: “Allah bu sözle Muhammed ümmetinden olan müslümanları kasdetmektedir. Çünkü, vefatından sonra, Allah Rasulü’nün ümmeti içinde, şiddetli azap ve ceza baş göstermiştir. Ancak Allah Rasulü’ne lutfedip, onu kendi yanına alıp götürmüştü. Ümmeti içinde o fitneyi sevinenlerden başkası görmedi. O, Allah Rasulü’nün irtihalinden sonraya kaldı. Rivayet edilir ki, Rasulullah (s.a.v.)’e kendisinden sonra ümmetinin başına gelecek olanlar gösterilirdi de, bu sebeple, vefatına kadar, asla gülerken ve sevinirken görülmemiştir.

43- Sen, sana vahyedilene sıkıca tutun. Çünkü sen dosdoğru yol üzeresin.44- fiüphesiz Kur’an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız.

Bunun benzeri “Andolsun size içinde zikriniz, yani şerefiniz bulunan bir kitap indirdik.” ayetidir. “Siz o kitabın hakkından ve şükrünü eda etmekten sorulacaksınız.” Dahhak, İbn-i Abbas yoluyla Peygamber (s.a.v.)’den rivayet eder ki: O’na, “Senden sonraki bu durum kim içindir?” diye sorulduğunda, O cevap vermemiş, nihayet bu ayet inmiştir.” Bundan sonra aynı soru sorulduğunda, “Kureyş içindir.” demiştir. Bize, Abdü’l-Vahid el-Melihi, Abdu’r-Rahman bin fierih’den, o, Ebu’l-Kasım Beğavi’den, o, Ali bin Ca’d’dan, o, Asım bin Muhammed bin Zeyd’den, o, babasından, o da İbn-i Ömer’den, Allah Rasulü şöyle buyurdu:“İki şey var olduğu sürece bu durum Kureyş içinde devam edecektir.”Bize, Abdü’l-Vahid el-Melihi, Ahmed bin Abdillah en-Naimi’den, o, Muhammed bin Yusuf’dan, o, Muhammed bin İsmail’den o, Ebu’l-Yeman’dan, o, fiuayb’dan, o da, Zühri’den şöyle rivayet etmiştir: “Muhammed bin Cübeyr bin Mut’im, Muaviye’den bahsediyordu. Anlattığına göre, Muaviye şöyle demiştir: “Allah Rasulü’nün şöyle buyurduğunu işittim, “Bu durum Kureyş’tedir. Onlar dinin gereklerini yaptıkları sürece, Allah o durumu tepe taklak etemeyeceği için hiç kimse onlara düşmanlık edemeyecek.”Mücahid şöyle demiştir: “Kavimden maksad, Araplardır. Kur’an onlar için, şereftir. Çünkü onların dillerinde nazil olmuştur. Sonra bu şerefe, Arapların, daha özel bir kesimine mahsus kılınmıştır. Ta ki, Kureyş ve Haşim oğullarına daha fazla şeref düşsün. fiöyle de denmiştir: “Ey Muhammed (s.a.v.), bu, Allah (c.c.)’ın sana vermiş olduğu hikmetten dolayı sana ait bir şeref; kendilerini Allah’ın ona hidayet etmiş olmasından dolayı da, inanmış ümmetin içinde inanmış olan kavmin için bir şereftir. Sizler, Kur’an’dan ve onunla ilgili yerine getirmeniz gerekenlerden hesaba çekileceksiniz.”

45- Senden önce gönderdiğimiz elçilerimize (ümmetlerine) sor!Rahmandan başka tapılacak tanrılar (edinin diye) emretmiş miyiz?

Alimler bu sorulacaklar hakkında ihtilaf etmişlerdir. Ata, İbn-i Abbas’dan rivayetle der ki: “Allah Rasulü, Miraç gecesi yürütüldüğünde Allah (c.c.) ona Adem (a.s.) ve O’nun peygamber olan çocuklarını gönderdi. Cebrail, ezan okudu ve ikamet etti. Sonra: “Ya Muhammed, öne geç ve onlara namaz kıldır” dedi. Namaz bitince Cebrail (a.s.) ona: “Ey Muhammed senden önce gönderdiğimiz Peygamberlere sor” ayetini okudu. Allah Rasulü: “Hayır sormayacağım bu kadarla yetindim.” dedi. Bu görüş, Zühri, Said bin Cübeyir ve İbn-i Zeyd’e aittir. fiöyle demişlerdir: “Allah onun için kendisini yürüttüğü gece peygamberleri topladı ve ona, O peygamberlere sormasını emretti. Allah Rasulü ise şüphe etmediği için onlara bir şey sormadı.” Müfessirlerin çoğu şöyle yorumlamışlardır: “Ey Muhammed! Kendilerine kitap gönderilenlerin mü’minlerine sor. Onlara tevhidin dışında bir şeyle peygamber gelmiş mi?” Bu söz diğer rivayetler içinde, İbn-i Abbas’ın, Mücahid, Katade, Dahhak, Süddi, Hasan Basri ve Mukatil’e aittir. Abdullah bin Ömer ile, Übey’in kıraatleri buna işaret etmektedir. fiöyle ki: “Senden önce kendilerine

Page 119: Beğavi Tefsiri-7

peygamberlerimizi gönderdiğimiz kimselere sor.” Sormanın emredilmesinin manası, Kureyş müşrikleri için Allah’dan gayrısına ibadeti öngören bir peygamber veya bir kitap gelmediğine dair ikrar ettirmedir.”

46- Andolsun biz Musa’yı da ayetlerimizle Fravn ve onun ileri gelenlerine göndermiştik de onlara, “Ben alemlerin Rabb’inin elçisiyim” demişti. 47- Ayetlerimizle beraber onlara geldiğinde, hemen ona gülmeye, başlamışlardı.48- Onlara gösterdiğimiz her ayet diğerinden daha büyüktür. Doğru yola dönsünler diye onları azaba uğrattık.

Onları, kıtlık, tufan, çekirge, haşarat, kurbağa, kan ve gözlerini düzleme gibi azaplarla yakaladık. Bunların her biri Musa (a.s.) için birer mucize idi ve onlar için de azap idi. Her biri de, kendisinden öncekinden daha büyüktü. Belki küfürlerinden vazgeçerler diye bunları yaptık.

49- Bunun üzerine dediler ki: Ey büyücü!Sana verdiği ahde göre bizim için Rabb’ine dua et; çünkü biz artık doğru yola gireceğiz.

Azabı görünce, Musa (a.s.)’a, “Ey sihirbaz, ey, olgun ve mahir alim, bizim için, Rabb’ine, sendeki ahdi gereğince dua et. Mutlaka bizler artık inanancağız” dediler. Musa (a.s.) da onlar için duada bulundu. Kendilerinden azap kaldırıldı ancak inanmadılar. Onlar “Ey sihirbaz” sözünü, saygı ve ta’zim olarak söylemişlerdi. Çünkü, sihir onların gözünde, büyük biri ilim ve övgüye değer bir gaye idi. Denir ki, bu sözün manası “Ey büyüsüyle bize galip gelen “ demektir. Zeccac der ki: “Onların Hz. Musa’ya “Ey sihirbaz” diye hitap etmelerinin sebebi, daha önce onu bu şekilde isimlendirmiş olmalarıdır.” “Senin yanındaki söz gereği dua et” demek, “İnandığımız takdirde azabımızı kaldıracağına dair sana verdiği söz gereği ondan istekte bulun da, azabımızı kaldırsın” demektir.

50- Onlardan azabı kaldırdığımız zaman, hemen sözlerinden dönüyorlardı.

Yani, verdikleri sözü bozup, küfürlerinde diretiyorlardı.

51- Firavn, kavminin içinde seslenerek: Ey kavmim, Mısır mülkü şu saraylarımın altından akıp giden şu nehirler bana ait değil mi? Hala görmüyor musunuz?” dedi.

Katade’nin yorumu şöyledir: “Önümde, bahçe ve bostanlarımda akmakta olan nehri görmüyor musunuz?” Hasan Basri: “Emrimle akan nehir.” yorumunu yapmıştır.

52- Yoksa ben, kendisi zayıf ve neredeyse söz anlatamayacak durumda bulunan şu adamdan daha hayırlı değilmiyim?

“Besbelli ki, ben bu zayıf ve hakir kişiden, yani Musa (a.s.)’dan daha iyiyim. O neredeyse, dilindeki tutukluktan dolayı sözünü açıkça anlatamıyor.” Müfessirlerin çoğuna göre, ayetin başındaki (em) atıf harfi değil, (bel) “Bilakis, mutlaka” manasındadır. Ferra, durağın (em)’den sonra olduğunu, burada bir gizleme söz konusu olduğunu manasının “Görmüyor musunuz, yoksa görüyor musunuz?” şeklinde olduğunu söyler. Ona göre ayet (ene hayrün) “Ben daha iyiyim.” ifadesiyle başlamaktadır.

53- Ona altın bilezikler verilmeli veya yanında ona yardımcı melekler gelmeli değilmiydi?

“Eğer doğru söylüyor olsa, ona altın bilezikler atılmalı, ya da kendisiyle beraber peşpeşe, birbirini takip eden, ona yardımcı olan melekler de inerek, kendisine doğru söylediğine dair şahitlik etmeli ve ona yardım etmeli değil miydi?” Hafs ve Yakub, (Esviratun) “Bilezikler” kelimesini bu şekilde (sivarün) kelimesinin çoğulu olarak (esaviretün)şeklinde okumuşlardır. Diğerleri ise, çoğulun, yani (Esviratün)’nın çoğulu olarak (Esaviratü) şeklinde okumuşlardır. Mücahid der ki: “Firavun halkı, birisini lider tayin ettiklerinde, ona altın bilezikler ve gerdanlıklar takarlardı. Bunlar, onun hükümdarlığının alametleri olurdu.” İşte bu yüzden, Firavun, “Musa’nın Rabb’i, onun üzerine, altın yüzükler atmalı değil miydi? Madem ki o kendisine itaat etmemiz gereken bir efendidir...” diyordu.

54- Firavun kavmini aldattı; onlar da kendisine boyun eğdiler. Onlar yoldan çıkmış bir kavimdir.

Page 120: Beğavi Tefsiri-7

“Firavun kavmi olan Kıptileri küçümsedi, yani onları cahiller olarak gördü. Denir ki, “Onlara cahillik ve basitlik atfetti.” Yine birini cahilliğe hamledip, onu doğrudan saptırınca, “Onu düşüncesinden dolayı küçümsedi.” tabiri kullanılır.” Bunun üzerine kavmi, Musa (a.s.)’ı yalanlama konusunda, Firavan’a itaat etti. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir topluluk idiler.

55- Ne zaman ki bizi gazaplandırdılar, işte o zaman onlardan intikam aldık ve onların hepsini boğduk. 56- Böylece onları, sonrakiler için selef ve ibretlik misal kıldık. Hamza ve Kisai, (selefen) kelimesini (sülüfen) şeklinde, “sin” ve “Lam” harflerini ötre harekeyle okumuşlardır. Ferra, bu kelimenin (selifün) kelimesinin çoğulu olduğunu, onun da (selüfe) fiilinden müştak olup, “önceden geçip giden” manasında olduğunu söylemiştir. Diğer kıraat alimleri ise, (selefa) şeklinde okumuşlardır. Ve bu kelimeyi, (harisün)’den “haresün”, “hadimün”den “hademün” ve “ramidün”den de “ramedün” kelimelerinin çoğul yapılmaları gibi, “salifün” kelimesinden yapılmış bir çoğul kelime olarak düşünmüşlerdir. Her iki durumda da manası aynıdır. “Önceden geçip giden milletler” manasındadırlar. Birisi önceden gidince, onu ifade etmek için bu kelime kullanılır. Bu manada “selef”, geçip gitmiş atalar” demektir. Allah (c.c.) buyuruyor ki: “Arkadan gelenler kendilerinden ibret alsınlar diye, onları öncüler yaptık.” “Mesel’in manası, kendilerinden sonrakiler için ibret ve öğüt demektir. Kimileri: “Bu ümmetin inkarcıları için, cehennem yolunda önder, kendilerinden sonrakiler için, örnek” yorumunu yapmışlardır.

57- Meryem oğlu İsa misal olarak anlatılınca, senin kavmin, hemen ondan dolayı, bağırmaya başladılar.

İbn-i Abbas (r.a.) ile müfessirlerin çoğunluğu, bu ayetin, Abdullah bin Zeb’ari’nin Rasulullah ile Hz. İsa hakkındaki münakaşası hakkında indiğini söyler. Münakaşa, “Mutlaka siz ve Allah’tan başka taptıklarınız cehennem odunusunuz.” şeklindeki ayet indiği zaman gerçekleşmişti. Enbiya suresinde ondan bahsetmiştik. (Yesudun) kelimesini, Medinelilerle, Suriyeliler, bir de Kisai (Yesuddun) şeklinde, “sad” harfini zammeleyerek okumuşlardır. Bu durumda “yüz çeviriyorlardı” olur. “Senden yüz çeviriyorlar” ayetinde, kelime bu formdadır. Diğer kıraat alimleri ise bu kelimeyi (Yesiddun) şeklinde “Sad” harfini kesre ile harakeleyerek okumuşlardır. Kelimenin manası hakkında, muhtelif görüşler ortaya atılmıştır. Kisai, kelimenin iki farklı formunun, “çardak yapmak” manasına gelen (Yedrişu-yedruşu) kelimeleri ile, “bağlamak” manasındaki (Yeşidu-yeşudu) kelimeleri gibi, eş manalı iki kelime olduklarını söyler. Yine “söz taşımak” manasındaki (nemme) fiilinin de aynı şekilde, aynı manada olmak üzere (yenimmü ve yenümmü) şekillerinde, iki farklı müzari formu vardır. İbn-i Abbas’a göre, kelimenin manası “Feryad etmek”, Said bin Müseyyeb’e göre, “Yüksek sesle bağırmak”, Dahhak’a göre, “Kederlenmek”, Katade’ye göre “Telaşlanmak”, Karzi’ye göre ise, “Sıkılmak, bezginlik göstermektir.” Her halükarda mana, “Meryem oğlu İsa bir misal olarak verilince, senin kavmin, hoşlanmadılar. Dediler ki: “Muhammed (s.a.v.), bizden, ancak, kendisine kulluk etmemizi ve bizim kendisini, ilah edinmemizi istiyor. Tıpkı Hıristiyanların Hz. İsa’ya tapınmaları gibi...”

58- Ve onlar dediler ki: “Bizim ilahlarımız mı iyi, yoksa o mu?!” Bunu ancak sana tartışmak için söylediler. Doğrusu onlar kavgacı bir toplumdur.

Katade der ki: “Bu sözleriyle, Hz. Muhammed’i kasdediyorlar. Yani diyorlar ki, kendi ilahlarımızı bırakıp da Ona mı tapalım ve itaat edelim?” Süddi, İbn-i Zeyd onların, Hz. İsa’yı kasdettiklerini söylemişlerdir. Çünkü onlar şöyle diyorlardı: “Muhammed (s.a.v.), Allah’ın dışında kendisine tapılanların tamamının cehenneme gideceklerini iddia ediyor. Öyle ise bizler tanrılarımızın İsa, Üzeyir, ve Meleklerle beraber cehennemde olmalarına razıyız.” Allah (c.c.) buyurdu ki: “Bu misali sana ancak boşuna tartışma olsun diye veriyorlar. Onlar, “Allah’dan başka taptıklarınız cehennem odunudur.” ayetinden maksadın, taptıkları putlar olduğunu pekala biliyorlar. “Doğrusu onlar kavgacı bir toplumdur.” Bize Ebu Said fierihi, Ebu İshak Salebi’den, o, Ebu Bekir Abdurrahman bin Abdillah el-Cemşavi’den, o, Ahmed bin Cafer bin Hamdan el-Kati’den, o, Abdullah bin Ahmed bin Hanbel’den, o, babasından, babası, Abdullah bin Nümeyir’den, o, Haccac bin Ebu Ümame, Allah Rasulü (s.a.v.)’in “Bir toplum, hidayete erdikten sonra ancak, bulundukları doğru yoldan saplandıkları boş cedel ile saparlar.” buyurduğunu sonra da “Sana bu misali sadece boş tartışma olsun diye veriyorlar. Onlar, kavgacı bir toplumdurlar.” ayetini okuduğunu söylemiştir.

59- O, sadece kendisine nimet verdiğimiz ve İsrailoğullarına örnek kıldığımız bir kuldur.

Page 121: Beğavi Tefsiri-7

Sonra Allah (c.c.) Hz. İsa’yı zikrediyor ve şöyle buyuruyor: “İsa (a.s.) kendisine peygamberlik lütfettiğimiz bir kuldan başkası değildir. Biz, onu, İsrail oğullarına bir mucize ve bir ibret misali yaptık Kendisini, babasız olarak yaratmış olması sebebiyle onun sayesinde Allah’ın dilediği herşeye gücünün yettiğini anlarlar.

60- Eğer dileseydik, içinizden, yeryüzünde yerinize geçecek melekler yaratırdık.

“Eğer biz isteseydik, sizleri yok edip, sizin yerinize yeryüzünde melekleri yaratırdık, onlar, sizin yerinize geçerler, yeryüzünü imar edip, bana kulluk ederlerdi ve itaatta bulunurlardı. Kimisi de, Meleklerin birbirinin yerine geleceğini söylemişlerdir.

61- Mutlaka, O (İsa) kıyamet saati için bir belirtidir. Ondan hiç şüphe etmeyin ve bana uyun; çünkü bu dosdoğru yoldur.

Yani onun yeryüzüne inmesi kıyamet alametlerindendir. Onunla kıyametin yaklaştığı bilinir. İbn-i Abbas, Ebu Hureyre ve Katade (leılmun) kelimesini (Lam ve ayn) harflerini fetha ile harekleyerek “alem” diye okumuşlardır. Kelime bu durumda “belirti ve alamet” manasına gelir.Rasulullah’dan bize şöyle rivayet edildi: “Meryem oğlu İsa’nın, aranıza adil bir hakem olarak inip, Haç’ı kırması yakındır. O, domuzu öldürecek ve cizye vergisini koyacaktır. Onun zamanında İslam’dan başka bütün dinler yok

olacaktır.”1 (1) Hadisi, İmam Buhari, Sahih adlı eserinin, Peygamberler bölümünün, 49, Alış-veriş bölümünün 102, Mezalim bölümünün 31. sahifelerinde; Müslim, eserinin, İman bölümünün 242 ve 243. sahifelerinde, Tirmizi, kitabının, Fitneler bölümü 33. sahifelerinde İmam Ahmed bin Hanbel, Müsned adlı kitabının ikinci cildinin, 240, 272, 394, 411, 494 ve 538. sahifesinde rivayet etmişlerdir. Yine rivayet edilir ki: Hz. İsa, Mukaddes beldelere bir tepeye inecek, üzerinde kırmızıya boyanmış iki elbise bulunacaktır. Saçları yağlı olacak, elinde Deccal’i öldürdüğü mızrak bulunacak, insanlar ikindi namazında iken o, Mescid-i Aksa’ya gelecek, İmam geri duracak, ancak Hz. İsa, onu, imamlığa sevkederek arkasında, Hz. Muhammed (s.a.v.) şeriatı üzere namaz kılacak. Sonra, Hz. İsa, domuzları öldürecek ve Haçları kıracak.Kilise ve Havraları yıkacak, kendisine inananlardan başka, Hıristiyanları

öldürecek 2. (2) Muhakkik diyor ki: “Bu rivayeti, bu lafızlarla, Beğavi ile Hazin’den başka hiç kimsede bulamadım. Onlarda da, isnadsız olarak yer alıyor. Müslim’in Sahih’inde ise şu lafızlarla yer almaktadır: “(Hz. İsa) fiam’ın doğusunda, Beyaz Minare’nin yanında yer yüzüne inecek.” Tirmizi, İbn-i Mace, İmam Ahmed, ve Hakim Müsned’inde, bu son şekliyle rivayet etmişlerdir. Yine İbn-i Asakir, “fiam Tarihi” adlı eserinde, İbn-i Rub’i, “Suriye’nin Faziletleri ve Güvenilir İnsanları” adlı kitabında, hep bu lafızla rivayet etmişlerdir. Buhari de, Tarihi’nde, aynı lafızlarla tahric etmiştir. Kenzu’l-Ummal’da de Taberani’ye atfederek, zikretmiştir. Bize Abdü’l-Vahid el-Melihi, Ahmed bin Abdullah en-Naimi’den, o, Muhammed bin Yusuf’dan, o, Muhammed bin İsmail’den, o, İbn-i Bükeyir’den, o, Leys’den, Leys, Yunus’dan, o, İbn-i fiihab’dan, o, Katade el-Ensari’nin babası’nın, Mevlası olan Nafi’den, o da Ebu Hureyre’den, Allah Rasulü’nün şöyle buyurmuş olduğunu haber verdiler: “Meryem oğlu İsa, aranıza inip, imamınız da kendinizden olduğu vakit haliniz nice olur?” Hasan Basri ile bir grup Müfessir, şöyle demişlerdir: “Rasulullah, Kur’an-ı Kerim’in kıyametin bir alameti olup, onu haber verdiğini ve sizlere onun hallerinden ve dehşetlerinden haber vermekte olduğunu kastetmektedir. Ayetin devamı: “O kıyametin kopacağından asla şüphe etmeyiniz.” İbn-i Abbas “Onu yalanlamayın.” şeklinde tefsir etmiştir. Ayetin sonu: “Tevhid üzere bana uyun, benim üzerinde bulunduğum bu yol, dosdoğru yoldur.”

62- fieytan sizi yoldan çevirmesin, şüphesiz ki o, sizin için açık bir düşmandır.63- İsa (a.s.), açık delillerle geldiği zaman, dedi ki: “Ben size hikmeti, (peygamberliği) getirdim. Size hakkında ayrılığa düştüğünüz şeylerin bazısını açıklamak için geldim. Allah’dan korkun ve bana itaat edin.”

İhtilaf ettikleri şey, Tevrat hükümlerinden bazılarıydı. Katade bu ihtilafın, İsa (a.s.)’ın durumu hakkında ayrılığa düşen fıraksiyonların ihtilafı olduğunu söylemektedirler. Zeccac ise, ihtilaf konusu olan şeyin Hz. İsa’nın, İncil’de getirdiği şeyler olduğunu söylemiştir. Bunun dışında da, İncil dışında onların ihtiyaç duyduğu açıklamalar, ihtilaf konusu olmuştur.

Page 122: Beğavi Tefsiri-7

64-Muhakkak ki Allah hem benim, hem de sizin Rabb’inizdir. Ona kulluk ediniz. İşte doğru yol budur. 65- Gruplar, aralarında ayrılığa düştüler. Acı bir günün azabından, vay o zalimlerin haline, 66- Onlar, farkında değillerken kıyametin, ansızın gelmesini mi gözlüyorlar?67- O gün, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar dışında, dost olanlar (bile) birbirlerine düşman kesilirler.

Bize, Ahmed bin İbrahim eş-fierihi, Ebu İshak Ahmed bin Muhammed bin İbrahim es-Salebi’den, o, Akil bin Muhammed bin Cerir’den, o, İbn-i Abdi’l-Ala’dan, o, Katade’den, Katade, Ebu Sevr’den, o, Ma’mer’den, Ma’mer, Katade’den, o, Ebu İshak’dan, Hz. Ali’nin bu ayet hakkında şu rivayetini haber verdiler: İki tane mü’min, iki tane de kafir dost vardı. Mü’minlerden biri öldü. Dedi ki: “Ya rabbi, falanca sana ve senin elçine itaat etmemi bana emrediyordu. Yine, bana, iyiliği emrediyor, kötülükten de beni sakındırıyordu. Ve bana mutlaka sana kavuşacağımı haber veriyordu. Ya rabbi, benden sonra onu saptırma, bana hidayet verip, ikram ettiğin gibi ona da hidayet et, ve ikramda bulun” dedi. Diğer mü’min dostu öldüğünde bir araya getirildiler. Allah (c.c.) onlara buyurdu ki, “Biriniz,arkadaşı hakkında övgüde bulunsun.” onlardan biri: “Ne güzel kardeş, ne güzel dost ve ne güzel arkadaş” dedi. Hz. Ali devam ederek, der ki: “Kafirlerden de biri ölür ve der ki: “Ey Rabbim, falanca, beni, sana itaat etmekten, ve elçine saygı göstermekten men ediyordu, bana şerri emrediyor, hayırdan men ediyordu, ve bana asla sana kavuşmayacağımı söylüyordu” sonra da: “Ne kötü kardeş, ne kötü dost, ve ne kötü arkadaş” der.68- Onlara denir ki: “Ey kullarım, bugün size korku yok. Ve siz, mahsun da olmayacaksınız”

Mutemir bin Süleyman’dan Rivayet olunur ki, babası şöyle demiştir: “işittim ki, insanlar diriltildiği zaman, mutlaka her biri korku içindedir. Sonra bir münadi seslenir. Ve şöyle der: “Ey kullarım bugün size korku yok ve siz üzülmeyeceksiniz de” sonra insanlar, hep beraber bunu ümit ederler ve o çağrıya uyarlar.”

69- Onlar ayetlerimize inanıp müslüman olanlardır.

“İnsanlar, ondan ümitsizliğe düşerler, ancak ayetlerimize inanmış olanlar ve müslüman olanlar bunun dışındadır.

70- (Onlara şöyle denir:) “Hadi girin cennete, siz ve eşleriniz, sevindirilip, ağırlanacaksınız.”71- Onların önlerinde, geniş altın tepsiler ve kadehler dolaştırılır. Orada canlarının istediği, gözlerinin hoşlandığı herşey vardır. Ve siz orada ebedi kalacaksınız.

Ekvep (küp) kelimesinin çoğuludur. Yuvarlak başlı, oval ve kulpsuz bir kaptır. Cennette, canların istediği, gözlerin hoşlandığı herşey vardır. Siz orada ebedi kalacaksınız.” Medine ve Suriye ekolü ile Hafs (teştehihi) kimesini bu şekilde okumuşlardır. Onların mushaflarında bu şekilde yer almaktadır. Diğerleri ise, sonundaki, (he) zamirini kullanmamışlardır. Bize, Ebu Bekir Muhammed bin Abdillah bin Ebi Tevbe, Ebu Tahir Muhammed bin Ahmed bin el-Haris’den, o, Muhammed bin Yakup el-Kisai’den, o, Abdullah bin Mahmud’dan, o, İbrahim bin Abdillah el-Hilal’den, o, Abdullah bin Mübarek’den, o, Süfyan’dan, Süfyan, Alkame bin Mürşid’den, o ise Abdur’r-Rahman bin Sabid’den haber verdiler ki: Adamın biri şöyle demiştir: “Ey Allah’ın Rasulü, cennette at var mıdır? ben atları seviyorum.” Rasulullah şöyle buyurmuştur:“Eğer Allah seni cennete koyarsa, sen kırmızı yakuttan bir ata bile binmek istemezsin ki, seni istediğin cennete götürsün.” Bir Bedevi şöyle demiştir: “Ey Allah’ın Rasulü, cennette deve var mıdır? Çünkü ben develeri seviyorum.” Allah Rasulü ise şöyle buyurmuştur: “Ey Bedevi! Eğer Allah, seni cennete koyarsa sen orada canının istediğini ve gözünün hoşlandığını elde edersin.”

72- İşte, bu yaptıklarınıza karşılık, size miras olarak verilen cennettir. 73- Orada sizin için pek çok meyve vardır. Ve ondan yersiniz.

Bir hadisde şöyle geçer:

“Bir kimse, cennet meyvelerinden birini koparmaya görsün, hemen onun yerinde benzerleri biter.”1

(1) Bu rivayetin, bu lafızlarla, Hafız Heysemi’nin “Mucmu’uz-Zeva’id adlı kitabından başka yerde zikredildiğini görmedim. O, kitabının 10. cildinin 414. sahifesinde bu hadisi zikretmektedir. Sevban’dan şöyle rivayet edilmiştir. Allah Rasulü (s.a.v.) buyurdu ki: “İnsan cennetten bir meyve

Page 123: Beğavi Tefsiri-7

koparınca, onun yerini bir başkası alır.” Bu lafızları Taberani ve Bezzar rivayet etmiştir. Ancak şöyle demiştir: “Koparılan meyvenin yerine benzeri iade edilir.” Tabera’nin bütün Ricali, Bezzar’ın ise İsnadlarından birisi güvenilirdir.74- fiüphe yok ki, günahkarlar, cehennem azabında ebedi olarak kalacaklardır. 75- Kendilerinden azap hiç azaltılmayacaktır. Ve onlar azap içinde ümitsizdirler. 76- Biz onlara zulmetmedik, fakat onlar bizzat kendileri zalimler idiler. 77- “Ey Malik rabbin işimizi bitirsin” derler” Malik ise, “Siz böyle kalacaksınız” der.

Bize, Muhammed bin Abdillah bin ebi Tevbe, Muhammed bin Yakup, el-Kisai’den, o, Abdullah bin Mahmud’dan, o, İbrahim bin Abdillah el-Hilal’den, o, Abdullah bin Mübarek’den, o, Said bin Ebi Arube’den, o, Katade’den, o, Ebu Eyyüb’den, o, Abdullah bin Amr bin As’dan, şöyle haber verdiler: “Cehennem halkı Malik’e çağırırlar, ancak o, onlara kırk sene cevap vermez. Sonra da “Siz kalacaksınız diye karşılık” verir. Abdullah (r.a.) der ki: “Allah’a yemin olsun, onların çağırmaları, Malik ve onun Rabb’ine değersiz gelir. Sonra Rablerine dua ederek şöyle derler: “Ey Rabb’imiz, cezamız bize galip geldi. Biz, sapmış bir topluluk idik. Ey Rabb’imiz, bizi cehennem’den çıkar, eğer biz dönersek yine de zalimleriz.” Abdullah der ki: “Onlara, dünyanın ömrünün iki katı müddetle cevap verilmez. Sonra kendilerine: “Orada sinin, benimle konuşmayın” diye karşılık verilir. Ondan sonra topluluk cehennemde hiç bir kelime söyleyemezler ki, mutlaka o, aynen eşeklerin sesi gibi, önce inilti şeklinde iç geçirme, sonra da soluma olmasın

78- Andolsun biz size hakkı getirdik. Fakat çoğunuz haktan hoşlanmıyorsunuz.

Allah (c.c.) buyuruyor ki, “Ey Kureyş topluluğu, biz size peygamberimizi hakikatle gönderdik. Ancak sizler, çoğunuz gerçeklerden hoşlanmıyorsunuz.79- Yoksa (müşrikler) bir işe kesin karar mı verdiler?Doğrusu biz de kararlıyız.

Yoksa onlar, Allah Rasulü’ne kötülük yapma hususunda bir şeye mi karar verdiler. Biz de onları cezalandırma hususunda kararlıyız. Mücahid şöyle tefsir etmiştir: “Eğer kötülük yapmak isterlerse, aynısını kendilerine yaparım.”

80- Yoksa onlar, başkalarından gizleyip kendi aralarında açığa vurdukları, sırlarını ve giizli konuşmalarını, bizim işitmediğimizi mi sanıyorlar? Hayır, öyle değil; yanlarındaki elçilerimiz (Hafaza melekleri de), yazmaktadırlar. 81- De ki: “Eğer Rahman’ın çocuğu olsaydı, ona tapanların ilki ben olurdum.”

Ben, onun birliğine dair, kendisine kulluk edenlerin ilkiyim. Onun ne ortağı ne de çocuğu vardır. İbn-i Abbas der ki: (in kane) demek, Rahman için çocuk yoktur.” demektir. Ve ben, ona ibadet edenlerin ve bu şekilde ona şehadet edenlerin ilkiyim. (in) edatını, Allah (c.c.) inkar manasında koymuştur. Süddi der ki: Ayetin manası: “Eğer Rahman’ın bir çocuğu olsaydı, ona bu şekilde ibadet edenlerin ilki ben olurdum. Fakat onun çocuğu yoktur.” demiştir. Denir ki: -İbadet edenler kelimesinin manası: “İnkar edenler” demektir. Yani, söylediklerinizi en önce inkar eden ben, olurdum. Ve yine denir ki bu ifadenin manası: “Onun çocuğu vardır” denmesine Rahman için kızanların ilki benim” şeklindedir. Birisi kölesine kızıp, paylayınca, bu durum “abdü” fiiliyle anlatılır. Nadir de olsa “Abd” kelimesinin “Abid” yani ibadet eden manasında kullanıldığı olur. Ancak, asıl olarak, “Abd, kul, köle demektir.Sonra Allah (c.c.) kendi nefsini tenzih ederek şöyle buyuruyor: 82- Göklerin, yerin ve Arşın Rabbi, onların söylediği yalanlardan çok uzaktır.83- Bırak onları, dalsınlar batıllarına ve kendilerine va’dedilen güne kavuşuncaya kadar, oynasınlar.84- Gökte de ilah O‘dur, yerde de. O, hakim’dir, herşeyi bilendir.

Ve o, kullarının işini idare etmede hikmet sahibi, onların ihtiyaçları hususunda da, son derce, bilgilidir. Katade der ki: “Gökte ve yerde Allah’a kulluk edilir, O’ndan başka ilah yoktur.”

85- Göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Mülküne sahip olan Allah ne yücedir. Kıyamet vaktinin bilgisi ondadır ve ona döndürüleceksiniz.

İbn-i Kesir ile, Kisai, bu son kelimeyi (yerci’un) şeklinde ‘döndürülecekler” manasında okumuşlardır. Diğerleri ise Ayette yazılı olduğu şekilde “döndürüleceksiniz” manasında okumuşlardır.

Page 124: Beğavi Tefsiri-7

86- Onların, Allah’dan başka yalvardıkları, şefaate sahip değillerdir. Ancak bilerek hakka şahitlik edenler bunun dışındadır.

Kasdedilenler Hz. İsa, Üzeyir ve meleklerdir. Çünkü onlar, Allah’ın dışında kendilerine kulluk edilenlerdir. Onlar için şefaat yetkisi vardır. Bu durumda (Min dunihi) ismi merfu mahaldedir. Kimisi de Mecrur olduğunu söylerler. Ve Allah’ın bununla Hz. İsa, Üzeyir ve meleklere yalvaranları kasdettiğini söylerler.Yani onlar şefaat etme hakkına sahip değillerdir. Ancak hakka şahitlik edenler bunun dışındadır.” derler. Birinci görüş daha doğrudur. Hakka şahitlik ifadesi ile “Allah’dan başka ilah yoktur.” demek olan tevhid kelimesini, murad etmektedir, Allah Teala, onlar dilleriyle şahitlik ettikleri şeyi kalpleriyle de bilirler.

87- Onlara, kendilerini kimin yaratığını sorsan mutlaka “Allah” diyeceklerdir. Nasıl da, (Allah’a ibadetten) döndürülüyorlar.88- “Ya Rabbi bunlar iman etmeyen bir toplumdur.” demesine karşı;

Ve Allah (c.c.) Hz. Muhammed’in, Rabb’ine şikayetle “Ey Rabb’im, Muhakkak ki bunlar inanmayan bir toplumdur.” şeklindeki sözünü bilmektedir. Asım ve Hamza (Ve gılihi) kelimesini (Lam ve H) harflerini (Kesre) harekeli olarak okumuşlardır. Bu duruma göre, bu ifade kıyamet saatinin bilgisi, Allah’ın yanındadır, ifadesine atıf olmak üzere “O’nun, Ya Rabbi” şeklindeki sözü de Allah’ın bilgisi dahilindedir, şeklinde olur. Diğer kıraaçiler ise bu kelimeyi mensub olarak okumuşlardır. Bu okuyuşa göre, iki mana söz konusudur. Birinci mana: “Yoksa onlar, bizim, kendilerinin gizlilerini ve açıklarını; peygamberin de “Ya Rabbi” sözünü işitmeyeceğimizi mi sanıyorlar şeklindedir. İkinci mana ise: “Sözünü söyledi.” şeklinde olur.

89- Sen de onlardan yüz çevir ve “size selam olsun” de. Yakında bileceklerdir, buyurdu.

Bunun manası “ateşkestir” Nitekim, Allah Teala’nın “Size selam olsun, cahilleri istemiyoruz” ayeti de böyledir. Ayetin devamı: “Yakında bilecekler” Medine ve Suriye ekolü “Bilecekler” değil de “Bileceksiniz” şeklinde okumuşlardır. Diğerleri ise “Bilecekler” manasına gelen formda okumuşlardır. Mukatil der ki: “Bu ayetin hükmünü, kılıç ayeti yürürlükten kaldırmıştır.DUHAN SURESI

Mekke’de inmiştir. Ayet sayısı 59’dur.

Rahman ve Rahim Olan Allah’ın adıyla

1- Ha-Mim. 2- Apaçık kitaba yemin olsun ki 3- Biz onu pek mübarek bir gecede indirdik. Kuşkusuz biz uyarıcıyızdır.

Katade ve İbn-i Zeyd şöyle derler: “O Kadir gecesidir. Allah (c.c.) Kur’an’ı, Kadir gecesinde, Levh-i Mahfuz’dan en yakın göğe indirmiştir.Daha sonra Cebrail (a.s.) onu, yirmi sene zarfında, bölüm bölüm Hz. Peygamber (s.a.v.)’e indirmiştir. Diğer tefsirciler ise bu gecenin, fiaban ayının ortası olduğunu söylemişlerdir. Bize, Abdü’l-Vahid el-Melihi, ebu Mensur Sem’ani’den, o, Ebu Cafer Reyyani’den, o, Hamid bin Zencevih’den, o, Esbağ bin Ferec’den, o, İbn-i Ebi Zi’b’den, o, Kasım bin Muhammed’den, Kasım babasından ya da Amcasından, o da Allah Rasulü (s.a.v.)’den haber verdiler. Allah Rasulü şöyle buyurmuştur. “Allah (c.c.), fiaban ayının ortasında, en yakın gökde tecelli eder, ve bütün insanları bağışlar. Ancak kalbinde düşmanlık olan ya da Allah’a ortak koşan kimseyi bağışlamaz.” Ayetin sonu şöyle tamamlanıyor: “fiüphesiz biz uyarıcıyız.”

4- O gece, her iş, ayrılır.

İbn-i Abbas şöyle tefsir etmiştir. “Kadir gecesinde Levh-i Mahfuz’dan, sene içinde vuku bulacak olan hayır ve şerlerle, rızıklar ve eceller, ta hacılara varıncaya kadar ki, falanca hacc edecek falanca etmeyecek denir.” Hasan Basri, Mücahid ve Katade şöyle demişlerdir: “Ramazan ayındaki Kadir gecesinde bütün eceller, işler, yaratmalar, bütün rızıklar, ve o sene içinde olacak olan herşey iyice yazılıp belirlenir.” İkrime ise der ki: “O, fiaban’ın ortasıdır. O gecenin içerisinde, senenin işleri

Page 125: Beğavi Tefsiri-7

kaydedilip belirlenir. Yaşayanlar ölülerin yerlerini alırlar. Onların içinde ne bir tane artış yapılır, ne de bir tane eksiltilir. Bize, Abdü’l-Vahid el-Melihi, Ebu Mansur Sem’ani’den, o, Ebu Cafer Reyyani’den, o, Hamid bin Zencevih’den, o, Abdullah bin Salih’ten. O, Leys’den, Leys, Akil’den, Akil, İbn-i fiihab’dan, o, Osman bin Muhammed bin Muğire bin Ahnes’den, Rasulullah’ın şöyle buyurduğunu haber verdiler: “Eceller, bir fiaban ayından, diğerine kadar kesilir. Hatta, bir adam evlenir, çocuğu doğar da, onun ismi ölüler içinde çıkar.” Ebu’d-Duha İbn-i Abbas (r.a.)’dan rivayet etmiştir ki, o şöyle demiştir: “Allah (c.c.) fiaban ayının ortasında, yani Berat gecesinde kazaları, belirler, Kadir gecesinde de sahiplerine teslim eder.”

5- Katımızdan indirdiğimiz bir emir olarak bu böyledir. Çünkü biz, rasuller göndeririz.

Ferra der ki: “Emir” kelimesi daha önce geçmiş bulunan “O gece de bütün kıymetli işler, bir fark ve emir olarak ayrılır.” ayetindeki fiilden dolayı mensup kılınmıştır. Yani manası: “Bunun açıklanması bir emir olarak verilir.” şeklindedir.

6- Rabb’inden bir rahmettir. Muhakkak ki O, işitendir, bilendir.

İbn-i Abbas der ki: “Benden, onlara kendilerine peygamberler göndermek suretiyle onları nimetlendirme ve onları yaratma şeklinde bir merhamettir.” Zeccac’ın yorumu şöyledir: “O’nu, rahmet olsun diye, mübarek bir gecede indirdik.” Ayetin devamı: “Çünkü, o Allah her şeyi işiten ve bilendir. Göklerin ve yerin ve ikisi arasındakilerin Rabb’idir. Küfe Ekolü “Rab” kelimesini (hünne rabbüke) kelimesinin karşılığı olarak mecrur okumuşlardır. Diğerleri ise “O, işiten ve bilendir.” sözünün karşılığı olmak üzere merfu okumuşlardır. Kimisi de, “Rab” kelimesinin, “söz başı” olduğunu söyler. Ayetin sonu şöyledir: “Eğer siz, Allah (c.c.) göklerin ve yerin Rabbi olduğuna kesin olarak inanıyor iseniz bu iş böyledir.”

8- Ondan başka ilah yoktur. Yaşatır ve öldürür. Sizin ve önceki atalarınızın Rabb’idir, O. 9- Fakat onlar, şüphe içinde eğlenmektedirler.10-fiimdi sen göğün açık bir duman çıkaracağı günü bekle,11- Ki insnları bürür. Bu, elem verici bir azaptır.

Bu şu demektir. “O, Rabb’imin azabıdır.” bu ifadenin, insanları, o dumandan sonraki, “Bu yakıcı bir azap” şeklindeki sözlerini anlatıyor olması da muhtemeldir. Alimler bu duman hakkında farklı görüştedirler. Bize, Abdü’l-Vahid Melihi, Ahmed bin Abdillah en-Naimi’den, o, Muhammed bin Yusuf’dan, o, Muhammed bin İsmail’den, o, Muhammed bin Kesir’den, o, Süfyan’dan, Süfyan, Mansur ve Ameş’den, onlar, Ebu’d-Duha’dan, o ise, Mesruk’dan, haber verdiler. Mesruk demiştir ki: “Bir insan, dağda konuşup duruken der ki: “Kıyamet gününün dumanı geliyor, o duman, münafıkların, kulak ve gözlerini alır. İnananları ise nezleli gibi yapar.” Mesruk der ki: “Biz korktuk ve İbn-i Mus’ud’a gittik, o, yaslanıyordu. Hemen kalktı ve oturdu. Ve dedi ki “Bilen söylesin, bilmeyen ise “Allah daha iyi bilir” desin. Kişinin bilmediği şey için “Allah ve Rasulü daha iyi bilir” demesi de ilimdendir. Allah (c.c.), peygamberine şöyle demiştir: “De ki: Ben sizden, yaptığım tebliğ karşısında ücret istemiyorum. Ve ben zorbalardan değilim.” Kureyşliler İslam’a girmekte gecikince Allah Rasulü (s.a.v.) onlar hakkında şu şekilde bedduada bulunmuştur. “Allah’ım, onlara karşı bana Yusuf’un yedi senesi gibi, yedi sene ile yardım et.” Sonra onların başına bir kıtlık geldi ki, onda mahvoldular. Ölüleri ve kemikleri yediler. Bu durumda, insan gök ve yer arasındakileri duman olarak görür. Sonra Ebu Süfyan gelip şöyle dedi: “Ey Muhammed, sen, yakınları gözetmeyi emrederek geldin şimdi ise kavmin helak oluyor, onlar için Allah’a dua et.” Sonra Rasulullah (s.a.v.) “Göğün apaçık bir dumanla geleceği günü gözle” ayetinden başlayarak “siz, döneceksiniz” ifadesine kadar okudu.Ahiret azabı, geldiği zaman kendilerinden ber taraf edilsin de, sonra onlar tekrar küfürlerine dönsünler, öyle mi? Bu azap, “O gün büyük bir yakalama ile yakalarız.” ayetinde sözü edilen, Bedir günüdür. Bedir günü onlara azap yapışmıştır.” Haberi, Muhammed bin İsmail, Yahya’dan, Yahya, Veki’den, o da A’meş’den rivayet etmişlerdir.

12- Dediler ki: “Rabb’imiz, bizden azabı kaldır. Bizler inandık.”

Allah Rasulü’ne dendi ki: Eğer biz onlardan azabı kaldırırsak, onlar tekrar küfürlerine dönerler.” Allah Rasulü Rabb’inden niyazda bulundu. Bunun üzerine onlardan azap kaldırıldı. Onlar küfre döndüler.

Page 126: Beğavi Tefsiri-7

Sonra ise, Cenab-ı Hak onlardan Bedir gününde intikam aldı. Bu durum, “Göğün apaçık dumanla geldiği günü gözle” ayetinden, “Mutlaka biz intikam alıcıyız” ayetine kadar olan bölümde ifade edilmektedir. Bize, Abdü’l-Vahid Melihi, Ahmed bin Abdillah Naimi’den, o, Muhammed bin Yusuf’dan, o, Muhammed bin İsmail’den, o, Yahya’dan, o, Veki’den, Veki, A’meş’den, o, Müslim’den, Müslim, Mesruk’dan, o ise Abdullah’dan, şunu haber verdiler: “Beş alamet geçmiştir.” Lizam Rum, yakalama, (Bedir gazası), Ay hadisesiv e Duman olayı.” Bir grup, bu dumanın, Kıyametin kopmasından önce gelecek olan duman olduğunu ve henüz zuhur etmediğini söylemiştir. O duman geldiği zaman, kafir ve münafıkların kulaklarına dolar, ve onlar kızarmış kelleye dönerler. Mü’minlere ise, nezle gibi bir hal arız olur onda. Yeryüzü ise, tamamen içinde ateş yanmış ev gibi olur. Bu, İbn-i Abbas, İbn-i Ömer ve Hasan Basri’nin görüşüdür. Bize Ebu Said fierihi, Ebu İshak Sa’lebi’den, o, Akil bin Muhammed el-Cürcani’den, o, Ebu’l-Ferec Meafi bin Zekeriyya el-Bağdadi’den, o, Muhammed bin Cerir et-Taberi’den, o, Asam bin Ruvad binCerrah’dan, o, babasından, babası, Ebu Süfyan bin Said’den, o, Mansur bin Mu’temir’den, o, Rebi bin Harraş’dan, haber verdi. Rivayete göre, Huzeyfe bin Yeman, şöyle anlatmıştır: Allah Rasulü buyurdu ki: “Alametlerin ilki, “Duman”dır. Ondan başka, Meryem oğlu İsa’nın inmesi, Aden çölünün dibinden çıkacak olan ateş ki, insanları mahşere sürer, insanlar uyuyunca, o da onlarla beraber uyur (yani söner) Huzeyfe, “Ya Rasulallah” dedi. “Bu duman nedir.” Bu soru üzerine, Allah Rasulü, “Sema, apaçık bir dumanla geldiği gün.” ayetini okudu ve şöyle devam etti: “O duman, doğu ile batı arasını doldurur. Kırk gün, kırk gece kalır. Duman sebebiyle, inanlara, nezleye benzer bir durum arız olur. Kafirlere gelince, onların genizlerinden, kulaklarından ve makatlarından çıkar.”

13- Nerede onlarda öğüt almak? Oysa kendilerine gerçeği açıklayan bir elçi gelmişti.

Onlar, nerden düşünüp öğüt alacaklar. Allah (c.c.) buyuruyor ki: “Onlar, nasıl öğüt ve ibret alacaklar. Halbuki kendilerine, doğru söylediği açık olan peygamber, yani Hz. Muhammed (s.a.v.) gelmiştir.

14- Sonra, ondan yüz çevirdiler ve, “O, öğretilen, bir cinlidir.” dediler.15- Biz azabı az azıcık kaldıracağız. Ancak siz yine (eski halinize) döneceksiniz.

Mukatil: “Bedir gününe kadar.” der.

16- Fakat biz büyük bir şiddetle yakalayacağımız gün, kesinlikle intikamımızı alırız.

O gün biz, büyük bir vuruşla vururuz. İşte o Bedir günüdür. Biz öç alıcıyız. Bu görüş, İbn-i Abbas ile, alimlerin çoğunluğunun görüşüdür. Hasan Basri ise, o günün, Kıyamet günü olduğunu söylemiştir. İbn-i Abbas’tan İkrime’nin yaptığı rivayet de budur.

17- Biz onlardan önce, Firavun kavmini de denemiştik. Ve onlara, çok kıymetli bir elçi gelmişti.18- “Allah’ın kulları!Bana gelin!Çünkü ben size (gönderilmiş) güvenilir bir rasulüm.”

Musa (a.s.) Onlara: “Allah’ın kullarını yani İsrail oğullarını serbest bırakın, onlara azap etmeyin, onları bana teslim edin. Çünkü ben, size gönderilmiş, vahiyle temin edilen, güvenilir bir peygamberim.” demişti.

19- Allah’a karşı ululuk taslamayın. Çünkü ben size apaçık bir delil getiriyorum.

“Ve Allah’a karşı büyüklenmeyin.” Yani, kendisine itaati vaz geçerek ona karşı, büyüklük taslamayın. “Çünkü ben size sözümün doğruluğuna dair, açık bir delil getiriyorum.” Hz. Musa bu sözü söyleyince, onu ölümle tehdit ettiler.

20- Ben, beni taşlamanızdan, benim ve sizin Rabbiniz olan Allah’a sığındım.

Ve şöyle dedi: “Ben, beni taşlayıp öldürmenizden, benim ve sizin Rabb’inize sığındım.” ibn-i Abbas: “Sataşmanızdan ve o bir sihirbazdır, demenizden, sığınırım” şeklinde yorumlamıştır. Katade ise: “Beni taşlarla rejmetmenizden Allah’a sığınırım” demiştir.

Page 127: Beğavi Tefsiri-7

21- Eğer bana inanmıyorsanız benden ayrılın.

“Ne yanımda yer alın, ne de aleyhimde bulunun.” İbn-i Abbas’ın yorumu şöyledir: “el ve dilinizle bana eziyet etmekten vazgeçin.” Fakat onlar gene de inanmadılar.

22- Sonra Rabb’ine “Bunlar suçlu bir kavimdir” diye dua etti.

Allah onun duasını kabul etti ve ona, oradan gitmesini emretti.

23- Kullarımı, geceleyin yürüt. Çünkü siz, takip edileceksiniz.

“İsriloğullarını geceleyin yürüt. Onlar Firavun ve ordusu tarafından takip edileceklerdir.”

24- Denizi açık halde bırak. Çünkü onlar boğulacak bir topluluktur.

“Sen ve arkadaşların denizi geçtiğinizde, onu olduğu gibi öyle açık ve sakin bırak.” Yani, onu, asa ile vurup içine girdiğin vaziyette bırak. Ona önceki haline dönmesini emretme. Öylece bırak ki, Fravun ve ailesi, onun içine girsin. “Rahv” kelimesinin aslı durgunluktur. Mukatil, der ki: “Bu kelimenin manası “denizi sakin bırak” demektir. Burada, kelimenin mastar hali, isim olarak kullanılmıştır. Yani “sükunet sahihi” manasında kullanılmıştır. Ka’b; “Onu, yol olarak bırak” yorumunu yapmıştır. Katade: “Kuruyol” demiştir. Ve şöyle ilave etmiştir: Musa (a.s.) denizi geçince, denize vurmak için, asasını eline aldı; Denizin birleşip, eski halini almasını istemişti. Firavun ve ordusunun kendisini takip etmesinden korkuyordu ve ona: “Denizi olduğu gibi bırak, çünkü onlar boğulacak bir ordudur” dendi. Allah (c.c.), Hz. Musa’ya, denizi geçtiği şekilde bırakması hususunda, kalbinin mutmain olması için, onları boğacağını haber verdi. Ardından da Allah Teala, Mısır’da bıraktıkları şeyleri hatırlatıyor.25- Geride nice bahçeler ve pınarlar bıraktılar. 26- Ve nice ekinler ve değerli makamlar...

Katade “Kıymetli ve güzel makamlar” demiştir.

27- Zevk ve sefasını sürdükleri nice nimetler bırakmışlardı.

Ve daha nice nimetler ve zevk içinde yaşadıkları şatafatlı hayat ki, şımarıkça ve hoyratça zevk alıyorlardı.

28- İşte böylece biz de onları başka topluma miras bıraktık.

Kelbi, “Bana isyan edene ben böyle yaparım.” şeklinde tefsir etmiştir. Biz onlara, başka bir toplumu, yani İsrail oğullarını mirasçı kıldık.

29- Gök ve yer onlar üzerine ağlamadı; onlara mühlet de verilmedi.

Bunun izahı şudur: Mü’min kimse öldüğünde, gök ve yer onun için kırk sabah ağlar. Bunlara gelince ise, onlar için hiç bir faydalı amel yükselmemiştir ki, gökyüzü onu kaybetmiş olmaktan ötürü ağlasın. Onların yerde de salih bir amelleri yoktur ki o amel hürmetine yer ağlasın. Bize Ebu Said şerihi, Ebu ishak Salebi’den, o, Ebu Abdullah Fencevih’den, o, Ebu Ali Makarri’den, o, Ebu Yağla Vassıli’den, o, Ahmed bin İshak Basri’den, o, Mekki bin İbrahim’den, Musa bin Ubeyde ez-Zeydi’den, o, Yezid Rakkaşi’den, o da, Enes bin Malik’den, rivayet etmiştir ki: “Buna göre Allah Rasulü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Hiç bir kul yoktur ki, kendisi için gökte, iki kapı bulunmasın, biri onun rızkının çıktığı kapı, diğeri ise amelinin girdiği kapıdır. O, kul, öldüğü zaman, o kapılar, o ameli kaybederler ve onun için ağlarlar. Rasulullah bunu söyledikten sonra: “Onlar için gök ve yer ağlaması” ayetini okumuştur: Ata der ki: “Göğün ağlaması, ufuklarının kızarmasıdır.” Süddi de şunları söylemiştir: “Hz. Ali’nin oğlu Hüseyin öldürüldüğü zaman, gökyüzü, kendisi için ağladı. Onun ağlaması kızarmasıdır. Onlara azap geldiği zaman, tevbe ya da başka birşey için fırsat verilmedi.

30- Andolsun ki biz, İsrail oğullarını o alçaltıcı azaptan kurtardık.

Page 128: Beğavi Tefsiri-7

Andolsun ki biz, İsrail oğullarını, çocukların öldürülüp kadınların diri bırakılması ve bıktırıcı işlerde aşırı yorulmak gibi alçatıcı azaptan kurtarmıştık.

31- Yani Firavun’dan. Çünkü o, haddi aşanlardan bir müstekbirdi. 32- fiüphe yok ki biz, İsrail oğullarını, bir bilgi gereği, alemlere üstün kılmıştık.33- Ve onlara, içinde açık bir sınama bulunan ayetleri vermiştik.

Katade der ki: “Denizin yarılması, bir bulutun gölge yapması, bıldırcın ve kudret helvasının indirilmesi, gibi açık nimetlerle, bunların dışında Allah’ın kendilerine ihsan ettiği daha başka nimetler söz konusu edilmektedir.” İbn-i Zeyd’in yorumu ise: “Allah onları, bolluk ve sıkıntı ile denedi.” şeklindedir. Ve İbn-i Zeyd şu ayeti okumuştur: “Allah, onları şer ile hayırla, bir fitne olarak denemektedirler.”

34- Onlar diyorlar ki: 35- “ilk ölümümüzden başka bir şey yoktur. Biz diriltilecek değiliz.”

Bu Mekke Müşrikleri ise diyorlar ki: Ancak ilk ölümümüz vardır. Yani, şu dünyada öldüğümüzden başka bir ölüm daha yoktur. Tekrar diriliş söz konusu değildir. Bu şu ayette “Biz diriltilecek değiliz” yani “ölümden sonra tekrar diriltilmeyeceğiz” şeklindeki ayettir.

36- Eğer doğru söylüyorsanız, atalarımızı getiriniz.

Siz ölümden sonra tekrar diriltileceğimizi söylüyorsunuz dediler. Sonra Allah (c.c.) onları geçmiş ümmetlerin, azabının benzeri ile korkutuyor. Ve şöyle buyuruyor.

37- Onlar mı hayırlı yoksa Tubba’ kavmi ile onlardan öncekiler mi? Onları yok ettik, çünkü onlar suçlu idiler.

Yani onlar daha hayırlı değillerdir. Onlar, Tubba’ kavminden daha kuvvetli, daha çetin ve daha kalabalık değillerdi. Katade şöyle diyor: “Adı edilen Tubba’ el-Himyeri’dir. O, ordularla yürüdü ki, gözleri kamaştırırdı. Semerkand şehrini o kurmuştur.Tubba, Yemen hükümdarlarından idi. Tebasının çokluğundan dolayı Tubba diye adlandırılmıştır. O hükümdarlardan her biri Tubba’ ismini almıştır. Çünkü, her biri arkadaşına tabi oluyordu. Bu kral, ateşe tapıyordu. Sonra Müslüman oldu. Ve kavmini İslam’a davet etti. Kavmi Himyeriler idi. Onu yalanladılar. Muhammed bin İshak ve ondan başkalarının anlattıkları, onun haberlerindendir. İkrime de, İbn-i Abbas’dan rivayetle onlardan bahsetmiştir. fiöyle demişlerdir: “Adı, Ebu Kürab Esad bin Müleyk olan en son Tubba’ doğudan gelmiş. Ve yolu Medine’ye düşmüştü. Daha önce oraya uğradığı zaman geride halkının içinde, bir oğlunu bırakmıştı. Onlar da oğlunu hile ile öldürmüşlerdi. Bu sebeple de Tubba’ orayı harap etmek ve halkını da oradan çıkarmak niyetiyle geliyordu. Onun bu durumunu duydukları zaman Ensar’dan müteşekkil bu semt onun için toplandılar. Ve onunla savaşmak için yola çıktılar. Ensar, gündüz onunla savaşıyor, gece ise onu bırakıyorlardı. Bu durum onun hoşuna gitti. Ve şöyle dedi: “Bunlar, asil insanlar” O bu durumda iken kendisine, adları Ka’b ve Esad olan, Kurayza oğulları Hahamlarından iki bilgin haham geldi. Amca oğulları idiler. Onun Medine ve halkını helak etmek istediğini işitmişlerdi. Ona şöyle dediler: “ey Kral, bunu yapma. Eğer sen, isteğinde diretirsen mutlaka seninle o şehir arasına engel girer. Ve biz, sana peşin bir cezanın gelmesinden emin olamayız. Çünkü oralar, bu semtten çıkan Kureyşli adı Muhammed ve doğum yeri Mekke olan bir peygamberin hicret ettiği yerlerdir. Burası da onun hicret yurdudur. Senin içinde bulunduğun durumdan onun başına gelebilecek ölüm veya yaralama gibi bir olay olur. Tubba’ “O bir peygamber iken kim onunla savaşır?” dedi. Hahamlar, “Kavmi ona gelir ve burada onu öldürür.” dediler. Tubba’ onların bu sözleri sebebiyle Medine’ye yapmak istediği şeyden vaz geçti. Sonra iki haham, onu kendi dinlerine davet ettiler. O da, onların davetini kabul etti. Dinleri üzerine onlara tabi oldu. Onlara ikramda bulundu ve Medine’den ayrıldı. Yahudiler’den bir grupla beraber o ikisinin yanında Mekke’ye doğru yola çıktı. Yolda Hüzeyl Kabilesi’nden bir gurup insan ona geldiler ve “Sana, içinde inci, zeberced ve gümüş hazinesi bulunan bir ev gösterelim” dediler. O: “Hangi ev?” dedi. Onlar: “Mekke’deki ev” dediler. Hüzeyliler ancak onun helak olmasını istiyorlardı. Zira onlar, ona kötülük yapmak isteyenin mutlaka helak olduğunu biliyorlardı. Tubba’ bu durumu Hahamlara danıştı. Onlar kendisine şöyle dediler:

Page 129: Beğavi Tefsiri-7

“Biz, yeryüzünde ondan başka Allah’a ait bir ev bilmiyoruz. Sen, onu mescit edin yanında ibadet yap, kurban kes, ve başını tıraş et. Bu Kavim, ancak senin helak olmanı istemişler. Çünkü, onlara düşmanlık yapmak isteyen herkes mutlaka helak olmuştur. Sen, o eve saygılı davran. onun yanında halkının yaptıklarını yap.” Ne zamanki ona, bunu söylediler, Hüzeyl’den olan, o gurubu hemen yakaladı. Ellerini ve ayaklarını kesti. Gözlerini oydu sonra da onları astı. Mekke’ye geldiği zaman geniş bir yolda konakladı ve Kabe’ye kumaş örttü. O, Kabe’yi ilk defa örten kişidir. Yolda altı bin deve kesti. Kabe’de günlerce kaldı. Onu tavaf etti. Traş oldu ve oradan ayrıldı. fiehrin içine girmek amacıyla Yemen’e yaklaştığında, Himyeri’ler, şehirle onun arasına girdiler. Ve Ona, “yanımıza gelme, sen dinimizden ayrıldın.” dediler. O da onları dinine çağırdı. Ve onlara: “fiüphesiz bu sizin dininizden daha iyi bir dindir.” dedi. Onlar da kendisine: “Öyleyse ateşin hakemliğine baş vuralım” dediler. O zaman, Yemen de bir dağın eteğinde bir ateş vardı. İhtilafa düştükleri hususlarda onun huzurunda muhakeme olurlardı. Ateş, haksız olanı yer, mazluma zarar vermezdi. Bu sebeple Tubba’: “Doğru söylediniz” dedi. Kavim, putlarıyla ve dinlerinde yaklaşma vesilesi kabul ettikleri şeylerle beraber yola çıktılar. İki haham yerinin yanında oturdular. Sonra ateş çıktı. geldi ve onları kapladı. Putlarla yaklaşma vasıtalarını ve onları taşıyan Himyer erkeklerini yedi. İki Haham boyunlarında mushaflarıyla beraber, alınlarında ter aka aka Tevrat okuyarak çıktılar. Ateş onlara zarar vermedi. Ve ateş çıktığı yerden geri dönüp gitti. Bunun üzerine Himyerliler, o iki Haham’ın dinine girdiler. Yemen’de Yahudiliğin temeli o zamandandır. Ebu Hatem, Rakkaşi’den şöyle rivayet etmiştir: “Ebu Kurab, Esad el-Himyeri, Hz. Muhammed (s.a.v.)’e, onun peygamber olarak gönderilmesinden yedi yüz sene önce inanmış olan bir Tubba’dır. Yine Ebu Hatem’in rivayetine göre Ka’b onun hakkında: “Allah onu kınadı, kendisini kıramadı.” demiştir. Hz. Aişe de şöyle diyordu: “Tubba’a sövmeyin. Çünkü o Salih bir kişi idi” Said bin Cübeyr ise: “O, Kabe”ye örtü giydiren kişidir.” demiştir. Bize Ebu Said fierihi, Ebu İshak Salebi’den, o, Ebu Abdullah bin Fenceveyh et-Dineveri’den, o, Ebu Bekir bin Malik el-Kat’i’den, o, Abdullah bin Ahmed bin Hanbel’den, o, babasından, babası, Hüseyin bin Musa’dan, o, İbn-i Lühey’a Ebu Zür’a bin Ömer bin Cerir’den, o, Sehl bin Sa’d’dan haber verdi. Sehl’in rivayet ettiğine göre, Allah Rasulü (s.a.v.), şöyle demiştir: “Tubba’a sövmeyin, çünkü o müslüman olmuştu. “ Ebu Said fierih de, bize, Ebu İshak Salebi’den, o, İbn-i Fencevih’den, o, İbn-i Ebi fieybe’den, o, Muhammed bin Ali bin Salim Hamdani’den, o, Ebu Ezher Ahmed bin Ezher en-Nişaburi’den, o, Abdü’r-Rezzak’dan, o, Ma’mer’den, Ma’mer, İbn-i Ebi Zi’b’den, o, Makberi’den, o da Ebu Hüreyre’den, Allah Rasulü(s.a.v.)’in, şöyle buyurduğunu haber verdi: “Tubba’nın peygamber olup olmadığını bilemiyorum.” Ayetin sonu şöyle tamamlanıyor: “Biz onlardan daha önceki kafir milletleri de helak ettik. Çünkü onlar, günahkar idiler.”

38- Biz gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri eğlence olarak yaratmadık. 39- Onları bir hakikat için yarattık. Fakat çoğu bilmiyorlar.O da, itaat edenlere sevap, günah işleyenlere de ceza uygulama hakikatidir. Ancak onların çoğu bilmiyorlar.

40- fiüphe yok ki, hüküm günü, onların hepsinin buluşma günüdür.

Yani öncekilerle sonrakiler, o kıyamet gününde, bir araya geleceklerdir.

41- O gün dostun dosta hiçbir faydası olmaz, kendilerine yardım da edilmez.

O gün de, hiç bir dost, hiç bir dosta bir fayda sağlayamaz. Ondan hiçbir şeyi soramaz. Allah’ın azabına karşı kendilerine yardım da edilemez.

42- Ancak, Allah’ın merhamet ettiği kimseler bundan müstesnadır. fiüphesiz O, üstündür, merhametlidir.

Onlar birbirleri için şefaatte bulunabilir. Çünkü, Allah (c.c.) düşmanlarından intikam alma hususunda güçlü, mü’minlere karşı son derece merhametlidir.

43- fiüphesiz Zakkum ağacı, 44- Günahkarların yemeğidir.

Onlardan biri Ebu Cehil’dir.

Page 130: Beğavi Tefsiri-7

45-Maden eriyiği gibi karınlarında kaynar. 46- Suyun kaynaması gibi.

Yani, siyah zeytin kütüğü gibi.Bu okuyuş, ibn-i Kesir ile Hafs’ın okuyuşudur. Diğerleri ise, fiili “T” harfi ile ağaçtan dolayı müennes okumuşlardır. Kasdedilen kafirlerin karınlarıdır. Tıpkı, sıcak suyun kaynaması kızıştığı zamanki gibi kaynar. Bize Abdü’l-Vahid bin Ahmed el-Melihi, Ebu Bekir Abdusi’den, o, Ebu Bekir Muhammed bin Hamdun bin Halid bin Yezid’den, o, Süleyman bin Yusuf’dan, o, Vehb bin Cerir’den, o, fiube’den, fiube, A’meş’den, A’meş ise Mücahid’den, Abdullah bin Abbas’ın Allah Rasulü’nden şöyle rivayet ettiğini, haber verdi: “Ey insanlar, Allah’dan gereğince korkun, eğer zakkumdan yeryüzüne bir katre düşse dünya ehline hayatlarını zehir eder. Hal böyle iken ve cehennemde ondan başka da yiyecek yok iken, yiyeceği zakkum olanların hali nice olur?”

47- ‘Tutun onu ve cehennemin ortasına sürükleyin”

“Zebanilere, o günahkarı yakalayın ve cehennemi ortasına sürükleyin” denir. Kufe ekolü, Ebu Ca’fer ve Ebu Amr, (fa’tiluhu) şeklinde “Te” harfini kesre harekeyle okumuşlardır. Diğerleri ise, ötreli olarak okumuşlardır. Eş manalı iki kelimedir. Sertçe, çekip sürüklemek ve itmek manalarına gelmektedir.

48- “Sonra da, başının üstünden, kaynar su azabından dökün.”

Mukatil der ki: “Cehennemin bekçisi, onun başına vurur. Beynini deler, sonra da, son derece kaynamış durumdaki suyu beyninin içine döker.” Daha sonra da kendisine:

49- “(Bu azabı) tad, çünkü sen (güya) üstün ve şerefliydin.” Kisai, (enneke) şeklinde, “Elif”i , fethalı okumuştur. Manası bu durumda: Çünkü sen “Ben güçlü ve şerefliyim diyordun.” şeklindedir. Diğer kıraatçılar ise, söz başı kabul ederek, (inneke) şeklinde, “Elif”i kesreli olarak okumuşlardır. “Kendi iddiana göre, sen kavmin nezdinde, güçlü ve şerefli idin.” sözü, cehennemin bekçisi olan melekler tarafından, alay ve azarlama yoluyla, Ebu Cehl’e söylenecektir.” Çünkü Ebu Cehl, dünyada, “Ben bu vadi halkının en güçlü ve en şereflisiyim.” diyordu.

50- “İşte bu, hakkında kuşku duyduğunuz şeydir.”

Sonra da Allah (c.c.), takva ehlinin karargahından söz ediyor ve şöyle buyuruyor:

51- Takva sahipleri, güvenli bir makamdadırlar.

Medineli alimler ve fiamlı alimler, (megamün) kelimesininbirinci “Mim” harfini, zamme harekeyle okumuşlardır ki, bu durumda manası, “İkamet etmek, ikametgah” demektir. Diğerleri ise “Mim” harfini, fethalı okumuşlardır. Bu durumda da manası, “Güvenli makam” demektir. Orada, ölüm ve kovulma gibi endişelerden emindirler.

52-Bahçelerde ve pınarların başlarındadırlar. 53- İnce ipekten ve parlak atlastan giyinerek karşılıklı otururlar. 54- İşte böyle. Bunun yanısıra biz onları, iri gözlü hurilerle evlendiririz.

Onlara, bahsettiğimiz cennetlerle, pınarlarla ve giysilerle ikramda bulunduğumuz gibi, iri gözlü hurilerle evlendirmek suretiyle de aynı şekilde ikramda bulunuruz. Yani onları hurilerle arkadaş yaparız. Bu evlendirme akdinden değildir. Çünkü, “Onu bir kadınla evlendirdim.” denmiyor. Ebu Ubeyde şöyle demiştir: “Nasıl ki bir ayakkabı diğer bir ayakkabıyla eşleştiriliyorsa, aynen öyle, onları Hurilerle eşleştirdik.” Yani, onları, ikişerli yaptık. “Hur”, temiz ve bayaz kadın” demektir. Mücahid ise, şöyle bir yorumda bulunmuştur: “Onların beyazlıklarından ve renklerininparlaklığından dolayı, gözün bakışı kendilerinden döner.” Ebu Ubeyde’nin yorumu ise şöyledir: “Hur, gözlerinin beyazı ve siyahı çok canlı olan kadınlara denir. Tekili de “Hur”dur. (İnün) kelimesi (aynaün) kelimesinin çoğulu olup, gözleri olan kadın için kullanılır.

55- Orada, güven içinde her meyveyi isterler.

Page 131: Beğavi Tefsiri-7

Orada, kovulmaktan ve zararlardan emin bir vaziyette her meyveden isterler. Katade, “Ölümden, hastalıklardan ve şeytanlardan emin olarak her türlü meyveden isterler.” yorumunu yapmıştır.

56- Orada, ilk ölümden başka ölüm tadmazlar. Ve Allah onları cehennem azabından korumuştur.

Yani dünyada iken tattıkları o, ilk ölümden başka ölüm tatmayacaklardır. (İlla) kelimesi, “.....”den, başka “....”den sonra manasındadır. fiu ayetteki anlatım da buna benzer, “Babalarınızın evlendiği kadını nikahlamayın. Ancak, daha önce geçmiş olanlar istisna.” Burada da (İlla) kelimesi (seva) ve (ba’dema) kelimeleri yerine konmuştur. Yani “daha önceden geçmiş olanlar istisna.” Ve “daha önce geçmiş olanlardan sonra” manalarındadır. Denir ki: “Dünyadaki ilk ölüm, cenneteki ölümden istisna edilmiştir. Çünkü, bahtı açık olanlar öldükleri zaman, bir lütufla cennetin, yollarına girerler. Ruh ve güzel koku ile karşılaşırlar. Cennetteki yurtlarını görürler.” Onların dünyadaki ölümleri, sebeplerine tutunmuş olmaları sebebiyle sanki cennetteki ölüm gibidir. Bunun bir sebebi de, ölüm esnasında, cenneti görmüş olmalarıdır. Ayetin devamı: “Ve Allah onları cehennem azabından korur.”

57- Rabb’inden bir lütuf olarak. İşte büyük kurtuluş budur.

Yani, Rabb’in onlara bunu bir lütuf olarak yapmaktadır. İşte, o büyük başarı budur.

58- Biz, o Kur’an’ı, senin diline kolaylaştırdık ki, belki onlar, düşünüp öğüt alırlar.59- Bekle; onlar da beklemektedirler.

“Rabb’inden yardım gözle, ya da “Onlar için, azabı bekle, çünkü onlar, kendi sanılarına göre, senin mahvolmanı bekliyorlar” Bize, Ebu Said fierihi, Ebu İshak Salebi’den, o, Hüseyin bin Fencevih’den, o, Yahya bin Muhammed bin Yahya’dan, o, Ebu İsa Musa bin Ali Hateli’den, o, Ebu Haşim Rifai’den, o, Zeyd bin Habbab’dan, o, Ömer bin Abdullah bin Ebi Husam’dan, o, Yahya bin Kesir’den, o, Ebu Seleme’den, Ebu Seleme ise Ebu Hüreyre’den, Allah Rasulü’nün şöyle buyurduğunu haber verdi: “Kim, Duhan suresini, bir gecede okursa, yetmiş bin melek o kimse için, af dileyerek sabahlar.”

CASIYE SURESI

Mekki bir suredir. Ancak 14. Ayeti Medine’de inmiştir. 37 Ayeti vardır. Duhan suresinden sonra inmiştir.

Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla

1- Ha-Mim. 2- Kitabın indirilmesi güçlü, hikmet sahibi Allah tarafındandır. 3- Göklerde ve yerde, inananlar için mutlaka ayetler vardır. 4- Sizin yaratılışınızda ve yeryüzüne yaydığı canlılarda da, kesin olarak inanan toplum için ibretler vardır

Hamza, Kisai ve Ya’kup (ayat) kelimelerini, mensup olarak okumuşlardır.Bu sebeple, harekelerini “esre” olarak koymuşlardır. Bunun sebebi de (liayati) kelimesine cevap kabul etmeleridir. Diğer kıraat alimleri ise, cümle başı kabul ederek, her iki yerde de kelimeyi merfu olarak okumuşlardır. Araplar derler ki, “Benim sende param var, senin kardeşinde de var.” bu ifadede, ikinci mal kelimesi mensup okunabildiği gibi merfu da okunabilir. Allah’dan başka ilah olmadığına kesin olarak inananlar için ibretler vardır.

5- Gece ile gündüzün ard arda gelmesinde, Allah’ın gökten rızık, indirip onunla ölümünden sonra yeri diriltmesinde ve rüzgarları estirmesinde düşünen bir toplum için deliller vardır.6- İşte bunlar Allah’ın ayetleridir ki; onları sana hak ile okuyoruz. Artık Allah’tan ve O’nun ayetlerinden sonra hangi söze inanacaklar?

Page 132: Beğavi Tefsiri-7

Allah Teala şunu murad ediyor: Sana anlattığımız, Allah’ın bu ayetlerini, gerçekte anlatıyoruz. Allah’ın kitabından ve ayetlerinden sonra hangi söze inanıyorlar. İbn-i Amir, Hamza, Kisai ve Ebu Bekir: İnanıyorlar değil de “İnanıyorsunuz” (tü’minun) şeklinde okumuşlardır. O zaman manası şöyle oluyor. Ey Muhammed! Onlara “hangi söze inanıyorsunuz?” de. Diğer alimler, üçüncü çoğul şahıs kipiyle okumuşlardır.

7- Vay haline, her yalancı günahkarın

Yani, Nadir bin Haris’in.

8- Kendisine okunan Allah’ın ayetlerini dinler, sonra büyüklük taslayarak, hiç onları işitmemiş gibi direnir. Onu acı bir azapla müjdele.

Sanki kulaklarında ağırlık var gibidir.

9- Ayetlerimizden birşey öğrendiği zaman, onu alaya alır. İşte, böyleleri için alçak düşürücü bir azap vardır.

Yani Kur’an’dan birşey öğrendiğinde. Allah, her günahkar yalancı, ifadesinden ötürü “İşte onlar” şeklinde, burada da çoğul ifadesini kullanmıştır.

10- Önlerinde cehennem vardır. Kazandıkları şeyler de, Allah’ı bırakıp kazandıkları dostlar da onlara hiçbir fayda vermez. Büyük azap onlaradır.

Yani, onlar, dünyada, mallarıyla geçinmekteler, ancak kendileri için ahirette cehennem vardır. Ona girecekler. Ve ne kazandıkları mal, mülk, ve ne de Allah’dan başka dost edindikleri, Allah’dan başka taptıkları ilahlar kendilerinden hiçbir şeyi gidermez ve onlar için büyük bir azap vardır.

11- Bu Kur’an, bir hidayettir. Rablerinin ayetlerini inkar edenlere, onlara en kötüsünden acı bir azap vardır.12- Allah, denizi emrinize vermiştir ki, gemiler içinde emri ile yüzsün ve siz onun lütfundan arayasınız. Ve de şükredesiniz. 13- Göklerde ve yerde olanların hepsini de emrinize vermiştir. Bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır.

Emrine vermenin manası: Allah (c.c.) o, nimetleri bizim faydalanmamıza sunmuş olması demekitr. Biz onlardan faydalandığımız için onlar bize boyun eğmiş durumdadırlar. “Allah’a ortaklar koşmayın” İbn-i Abbas der ki: “Hepsi ifadesi”, “Bunların hepsi ondan bir rahmettir.” manasına gelmektedir.” Zeccac ise: “Bunların hepsi, ondan bir lütuf ve ihsandır.” demiştir.

14- İman edenlere söyle, Allah’ın günlerinin geleceğini ummayanları affetsinler. Çünkü, Allah her kavmi yaptıklarından dolayı bizzat kendisi cezalandıracaktır.

Allah’ın günlerini ummayanlar, ifadesi O’nun azaplarından korkmayanlar ve cezasına da aldırmayanlar demektir. İbn-i Abbas ile Mukatil, Bu ayetin Ömer bin Hattab (r.a.) hakkında indiğini söylemişlerdir. Olay şöyledir: Gıfar- oğullarından birisi Mekke’de Hz. Ömer’e sataşır. Hz. Ömer de, onu yakalayıp dövmeye yeltenir. İşte bunun üzerine Allah (c.c.) bu ayeti indirir ve Hz. Ömer’e o adamı afvetmesini emreder. Karzi ile Süddi, ayetin, peygamberimizin sahabilerinden, bir grup hakkında indiğini söylemişlerdir. Bunlar Mekke halkındandı. Müşriklerin şiddetli eziyetlerine maruz kalmışlardı. Bu olayı, mü’minlerin savaşla emredilmelerinden önce idi. Bu sahabiler, Rasulullah’a şikayette bulunmuşlardı. Cenab-ı Hak da olay üzerine bu ayeti indirmişti. Daha sonra, savaş ile ilgili ayet bu ayetin hükmünü ortadan kaldırmıştır. İbn-i Amir, Hamza ve Kisai, (lineczihim) kelimesini (nun) ile diğer, alimler ise (ye) ile okumuşlardır. Bu durumda “Allah’ın cezalandırması için manasına gelmektedir. Ebu Cafer ise, kelimeyi edilgen çatı ile okumuştur. Ancak Ebu Amr, bunun yanlış olduğunu söylemiştir. Kisai der ki: “Kelimenin manası, “Allah bir topluma yaptıklarından dolayı, ceza versin diye” şeklindedir. 15- Kim iyi bir iş yaparsa kendi lehine, kim de kötü davranırsa aleyhinedir. Sonra siz Rabb’inize döndürüleceksiniz.

Page 133: Beğavi Tefsiri-7

16- And olsun ki, biz israil oğullarına kitab, hüküm ve peygamberliği verdik. Onları güzel rızıklarla besledik ve onları alemlere üstün kıldık

Onları, helal ve temiz yiyecekler olan, bıldırcın ve kudret helvasıyla rızıklandırdık. Ve yine onları kendi zamanlarının, alemlerine yani insanlarına üstün kıldık. İbn-i Abbas şöyle der: “Onların zamanlarında, Allah katında, onlardan daha şerefli, ve daha sevilen hiçbir insan topluluğu yoktu.”

17- Din konusunda onlara açık deliller verdik. Ama onlar kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. fiüphesiz Rabbin, ayrılığa düştükleri şeyler hakkında kıyamet günü aralarında hüküm verecektir.

“Biz, onlara, Allah’ın emirlerini açıklayan, açık deliller verdik. Yani Hz. Muhammed’i (s.a.v.) göndermek suretiyle ilim verdik. Onlar, kendilerine, ilim geldikten sonra, sadece aralarındaki azgınlık ve çekememezlik sebebiyle, ayrılığa düştüler. fiüphe yok ki, Rabb’in kıyamet gününde ihtilaf ettikleri hususlarda, aralarında hüküm verecektir.

18- Sonra da seni din konusunda bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy; bilmeyenlerin isteklerine uyma.

“Ey Muhammed! Musa’dan sonra, seni, din hususunda, bir kanun ve bir yol üzere kıldık. Sen o yola uy. O bilmeyen kafirlerin heva ve heveslerine uyma, sözü edilen olay şudur: Kafirler peygamberimize; “Atalarının dinine dön. Zira onlar, senden daha erdemli idiler.” diyorlardı.

19- Çünkü onlar, Allah’a karşı sana hiçbir fayda veremezler. Zalimler birbirlerinin dostlarıdır. Allah ise takva sahiplerinin dostudur.20- Bu (Kur’an), insanlar için basiret nurları, kesin olarak inanan bir toplum için hidayet ve rahmettir.

Bu Kur’an, cezalar, ve hükümler hususunda insanlar için, deliller sunan bir kitaptır. Yani işaret taşlarıdır. Onunla doğru yolu görürler. Aynı zamanda, kesin olarak inananlar için bir rehber ve bir rahmettir.”

21- Yoksa o, kötülükleri işleyenler, kendilerini iman edip, salih ameller işleyenler gibi yapacağımızı mı sanıyorlar? Ne kötü hüküm veriyorlar! Bu ayet, bir grup Mekkeli müşrik hakkında inmiştir. Onlar mü’minlere şöyle diyorlardı: “Eğer sizin söylediğiniz doğru ise, biz, dünyada sizden üstün olduğumuz gibi, ahirette de sizden üstün oluruz. Hayatları da, ölümleri de bir olacak öyle mi?” Hamza, Kisai, Hafs ve Ya’kup (Sevaen) kelimesini, “kılmak” fiilinin, nesnesi olmak üzere mensup okumuşlardır. Bu durumda mana şu şekildedir: Onlar, kafirlerin hayat ve ölümlerinin, mü’minlerin hayat ve ölümleri ile aynı olacağını sanıyorlar? Hayır, bu asla olmaz.” diğer alimler ise, ifadeyi müpteda ve haber olmak üzere merfu olarak okumuşlardır. Buna göre de manası: Hayatları ve ölümleri aynı mıdır? şeklinde olur. Kelimelerdeki çoğul zamirler, mü’min ölüsü de, dirisi de, dünyada ve ahirette mü’mindir. Aynı şekilde, kafir de, ister ölü, ister diri, hem dünya, hem de ahirette kafirdir. Ne kötü hüküm veriyorlar, Mesruk, der ki: “Mekke halkından bir adam bana, bu kardeşin, Temi Dari’nin makamıdır. And olsun ki, onu bir gece sabaha yakın gördüm. Allah’ın kitabından bir ayet okudu. Onu tekrar edip duruyordu. Onunla rüku ediyor ve secdeye varıyordu. Hem de ağlıyordu. İşte o, ayet; “Yoksa kötü işler yapanlar kehdilerini, iman edip salih ameller yapanlar, gibi kılacağımızı mı sanıyorlar?” ayetidir.

22- Allah, her nefis yaptığıyla cezalandırılsın diye gökleri ve yeri hak ve adaletle yarattı. Onlara haksızlık edilmez.23- Heva ve heveslerini ilah edinen ve Allah’ın bir bilgiye göre saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? fiimdi onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hala ibret almayacak mısınız?

İbn-i Abbas, Hasan Basri ve Katade, burada sözü edilenin, arzularını din haline getiren, kafir kişi olduğunu söylemişlerdir.O kafir kimse, arzu ettiği her şeye, taparcasına bağlanır. Çünkü o, Allah’a inanmaz ve ondan korkmaz. Allah’ın haram saydığını, haram saymaz. Diğer bazı alimler ise, ifadenin manasını şöyle izah ederler: O, kafir kimse, heveslerini mabud eder. Ve nefsinin arzu ettiği şeylere kulluk eder.” Said bin Cübeyr şöyle demiştir: “Araplar, taşlara, altına ve gümüşe tapıyorlardı. Öncekinden daha güzel bir şey buldukları zaman da, onu atıp kırıyor ve diğerine tapınıyorlardı.” fiabi der ki: “Nefsin

Page 134: Beğavi Tefsiri-7

arzusu “heva” diye isimlendirilmiştir. Çünkü, o sahibini cehenneme atar. Oysa, Allah da onu, kendisinden bir ilim gereği, yaptığı işin cezası olarak saptırmıştır.” Denir ki: Allah’ın, ezeli ilminde, o kişinin yaratılmadan önce, sapıklığına dair, bir bilgi bulunması sebebi ile, Allah onu saptırmıştır. “Ve Allah onun kulağına mühür vurdu. Böylece hidayeti duymazlar. Kalbini de mühürledi ki, doğruyu düşünemiyor. Gözüne de perde çekti.” Hamza ve Kisai, perde manasına gelen kelimeyi (⁄ışve) şeklinde, diğerleri ise, (⁄ışave) şeklinde, karanlık manasında okumuşlardır. Allah, onu sapıklığa düşürdükten sonra, kendisini kim doğru yola iletecek. Hiç düşünüyor musunuz?”

24- Dediler ki: Hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdır. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman helak eder. Bu husuta onların hiçbir bilgisi de yoktur. Onlar sadece zanna göre hüküm veriyorlar.

“Ahireti inkar edenler, bu dünya hayatımızdan başka hayat yoktur. Ölürüz, yaşarız. Yani atalar ölür, çocuklar yaşar” dediler. Zeccac, “Ölürüz, yaşarız” kelimeleri arasındaki “vav” bağlacının birleşme için olduğunu söylemişlerdir. Ve dediler ki, “bizi ancak zamanın geçmesi, ömrün uzaması, ve gece ile gündüzün birbiri ardına gelip gitmesi, yok eder.” Halbuki bu söyledikleri hususunda onların hiçbir bilgileri yoktur. Yani onlar, söylediklerini bilerek söylemiyorlar, ancak, öyle zannediyorlar. Bize Ebu Ali Hassan bin Said el-Menii, Ebu Tahir, Muhammed bin Muhammed Muhammeş ez-Zeyyadi’den, o, Ebu Bekir, Muhammed bin Hüseyin el-Kattan’dan, o, Ebu Hasan Ahmed bin Yusuf es-Sülemi’den, o, Abdü’r-Rezzak’dan, o, Ma’mer’den, Mamer, Hemmam bin Münebbih’den, Hemmam ise, Ebu Hüreyre’den, Peygamberimiz (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu haber verdiler: “Allah (c.c.) buyurdu ki, Adem oğlu, “Ey zamanın hüsranı demesin. Çünkü, zaman benim, geceyi ve gündüzü gönderiyorum. İstediğim zaman, onu kabzederim.” Bize, Ebu Said Abdullah bin Ahmed bin Tahiri, dedesi, Abdü’s-Samen bin Abdü’r-Rahman el-Bezzaz’dan, o, Muhammed bin Zekeriyya el-Azafiri’den, o, İshak bin İbrahim ed-Deyri’den, o, Abdü’r-Rezzak’dan, o, Mamer’den, Mamer, Eyyub bin Sirin’den, o da, Ebu Hüreyre (r.a.)’dan, haber verdi ki, Allah Rasulü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:“Sizden biri zamana sövmesin, çünkü, Allah (c.c.) zamanın kendisidir. Yaş üzüme de, Kerem demesin, cömert manasına gelmek üzere Kerem, Müslüman kimseye denir.” Hadisin manası şöyledir: Zamanı kötülemek, Arapların adetlerindendi. Ve yine bir adetleri de felaketler anında, ona sövmektir. Çünkü onlar, kendilerine isabet eden, musibet ve kötülükleri, zamana fatura ediyorlardı. Ve diyorlardı ki; “Başımıza zamanın musibetleri geldi, zaman bize mahvetti.” nitekim, Allah (c.c.) onların söylediği sözden şu şekilde bahsediyor: “Bizi ancak zaman helak ediyor dediler. Onlar, başlarına gelen sıkıntıları zamana, izafe ettiklerinde bunu yapana da sövüyorlardı. Oysa, sövmeleri Allah’a dönüyordu. İşin aslında, onların zamana atfettikleri işlerin asıl faili Allah Teala idi, bu sebeple zamana sövmekden men edildiler.

25- Onlara ayetlerimizi, açık açık okunduğu zaman, onların delilleri: Eğer doğruysanız babalarımızı getirin demelerinden başkası değildir. 26- De ki: Allah sizi diriltecek, sonra öldürecek sonra da kıyamet günü için toplayacak. Bunda şüphe yoktur. Fakat insanların çoğu bilmiyorlar. 27- Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Kıyamet kopacağı gün, işte o gün, batıl erbabı olan kafirler, hüsrana uğrayacaklardır.

İşte o günde, cehenneme girmek suretiyle hüsranları ortaya çıkacaktır.

28- O gün, her ümmeti, diz çökmüş vaziyette görürsün. Her ümmet kendi kitabına çağrılır. Bugün yaptıklarınızla cezalandırılacaksınız.

Bu oturuş, davalının, hakimin önünde oturması gibi bir oturuştur. O vaziyette, Allah’ın hükmünü bekler. Selman Farisi der ki: Kıyamet gününde, yirmi seneden ibaret olan bir saat vardır. O zaman zarfında, insanlar, diz çökerler. Nihayet İbrahim (a.s.) Rabb’ine seslenerek: “Yarabbi, senden, ancak, kendim için dilekte bulunuyorum” der. Her ümmet, içinde amelleri bulunan, amel defterine çağrılır. Ve ona denir ki: “Bu gün, yaptıklarınızla cezalandırılacaksınız.” Yakup (Küllü ümmetin) kelimesini mensub olarak okumuştur.

29- Bu yüzünüze karşı gerçeği söyleyen kitabımızdır. Çünkü biz yaptıklarınızı kaydediyorduk.

“İşte bu kitabımız, yani Hafaza Meleklerinin yazmış olduğu bu amel, defteri, sizin aleyhinizde gerçeğe şahitlik eder. Çok açık delillerle aleyhinizde beyanda bulunur. Adeta konuşur. Denmiştir ki, kitaptan

Page 135: Beğavi Tefsiri-7

murad levh-i mahfuzdur. Biz sizin yaptıklarınızı yazıyorduk. Yani, meleklere sizin amellerinizi yazmalarını emrediyorduk. Onlar da, amellerinizi yazıp aleyhinizde kaydediyorlardı. Kimisi de, kopya edilirdi. Yani bir nüshası alınırdı derler. fiöyle ki: İki melek, insanın amelini Allah’a ulaştırır. Allah (c.c.) da bu amelleri, onun hakkında sevap ya da ceza olarak kaydeder. Bunlar içerisinde “Gel, git” gibi, sevap ve günahı gerektirmeyen sözler de ayıklanır. Denmiştir ki: Kopya, Levh-i Mahfuz’dan yapılır. Her yıl melekler, Adem oğlunun amellerini oradan yazarlar. Ve istinsah, yani kopya ancak bir asıl nüshadan yapılır. Mesela, bir kitap başka bir kitaptan kopya edilebilir. Dahhak, bu hususta “kopya etme” ve “kaydetme” kelimelerini kullanmıştır. Süddi, “yazılır” kelimesini, Hasan Basri ise “korunur” kelimesinin kullanmışlardır.

30- İman edip salih amel işleyenlere gelince, Rableri onları rahmetine koyacaktır. İşte, o apaçık zaferin ta kendisidir.31- Kafirlere ise, şöyle denir: “Ayetlerim size okunmuyor muydu ki, siz, büyüklendiniz de, suçlu bir topluluk oldunuz. 32- “Size, Allah’ın sözü haktır. Ve şüphesiz kıyamet kopacaktır dendiği zaman, siz, kıyamet nedir, biz bilmiyoruz. Sadece, zan taşıyoruz. Kesin bir bilgi elde etmiş değiliz, demiştiniz.

Hamza, “saat” kelimesini “vaad” kelimesine atfederek mensup okumuştur. Diğerleri ise, mübteda sayarak “merfu” okumuşlardır.

33- Yaptıkları kötülüklerin cezası, karşılarına çıkar. O alay edip durdukları gerçek, kendilerini kuşatıverir.34- Denilir ki: Bu güne kavuşacağınızı unuttuğunuz gibi biz de bugün sizi unuturuz. Yeriniz ateştir, yardımcınız da yoktur. 35- Bunun böyle olmasının sebebi şudur: Siz Allah’ın ayetlerini alaya aldınız, dünya hayatı sizi aldattı. Artık bugün ateşten çıkarılamayacaklardır ve onların (Allah’ı) hoşnut etmeleri de istenmeyecektir.

“Nasıl ki siz bu gününüze kavuşmayı unutarak imanı terkettiyseniz, biz de bu gün sizi unutup, cehennemde bırakacağız. Sizin yeriniz ateştir. Hiç bir yardımcınız da yoktur. Bu, Allah’ın ayetlerini eğlenceye almanızdan ve dünya hayatının sizi aldatmış olmasındandır. Bu sebeple siz, “Ahiret de yok hesap da.” demiştiniz.” Artık bu gün onlar, ne cehennemden çıkarılırlar ve ne de kendilerinden Allah’a itaat etmeye dönmeleri istenir. Çünkü bu günde, özür de kabul edilmez, tevbe de...

36- Hamd, göklerin Rabbi, yerin ve alemlerin Rabb’i olan Allah’a mahsustur.

37- Göklerde ve yerde yücelik, yanızca O’na aittir. O güçlüdür, hikmet sahibidir.

Bize İmam Ebu Ali Hüseyin el-Ulvi’den, o, Ebu Hamid Ahmed bin Muhammed bin Hasan eş-fiarki’den, o, Ahmed bin Hafs bin Abdullah’dan, o, İbrahim bin Tuhfan’dan, o, Ata bin Saib’den, Ata, Eğar bin Müslim’den, o da Ebu Hüreyre’den haber verdiler. Ebu Hüreyre Allah Rasulü (s.a.v.)’in: “Allah (c.c.) buyuruyor ki: Kibriya (yücelik) benim iffet elbisem, azamet de gömleğimdir. Kim onlardan birini benden sayarsa, onu cehenneme sokarım.” dediğini rivayet etmiştir.

Page 136: Beğavi Tefsiri-7

AHKAF SURESI

Mekke’de nazil olmuştur ve otuz beş ayettir.

Esirgeyen, Bağışlayan Allah’ın adıyla...

1- Ha-Mim. 2- Kitabın indirilmesi, güçlü ve hikmet sahibi olan Allah tarafındandır. 3- Biz, gökleri, yeri ve bunların ikisinin arasında bulunan varlıkları, ancak gerçekle ve belli bir süre için yarattık. İnkar edenler, uyarıldıkları şeylerden yüz çevirmektedirler.

O belli sare, Kıyamete kadar olan zamandır. Kıyamet günü, göklerin ve yerin varlıklarının son bulacağı andır. Bu ifade, göklerin ve yerin yok olacağına işarettir. İnkar edenler,Kur’an’da, hakkında uyarıldıkları ve korkutuldukları, tekrar diriliş ve hesap gerçeğinden yüz çeviriyorlar.

4- De ki: O Allah’tan başka çağırdıklarınızın yerde neyi yarattıklarını bana gösterin. Yoksa göklerde onların ortaklıkları mı var? Eğer doğru iseniz, bana, bundan önce gelmiş, söylediklerinizi açıklayan bir kitap ya da bir bilgi eseri getirin

Kelbi: “Öncekilerinizi taşıyan bir bilgi kalıntısı.” deyimini kullanmıştır. Yani, “ onlara dayandırılan rivayet” demişlerdir. Katade “Özel bir bilgi” der. Kelimenin aslı ve kökü, “Rivayet” manasına gelen “Eser” sözcüğüdür. “Bir hadis rivayet ettim.” denirken “eser ve Esare” sözcükleri kullanılabilir. Bu sebeple, habere, “Eser” denmiştir.5- Allah’ı bırakıp da kıyamet gününe kadarkendisine ceavp veremeyecek şeylere tapandan daha sapık kim olabilir? (Oysa) onlar bunların tapmalarından habersizdirler.

Allah’ı bırakıp da, kıyamet gününe kadar, dünya durdukça dualarına karşılık vermeyecek olan putlara dua edenlerden daha sapık kim olabilir? Halbuki o işitip, anlamayan cansız putlar, onların çağrılarından habersizdirler.

6-İnsanlar biraraya toplandıkları zaman (müşrikler) onlara (tapındıklarına) düşman kesilirler ve onlara kulluk ettiklerini inkar ederler.

İnsanlar toplanınca, o putlar kendilerine düşman olurlar ve onların tapınmalarını inkar ederler. Bunun açıklaması Cenab-ı Hakk’ın şu kelamdır: (O ma’bud yerine konmuş olan yalancı tanrılar yani putlar Allah (c.c.)’a derler ki:) “Biz onlardan (bizi suçlayan tapıcılardan) yüz çevirip sana sığınıyoruz. Onlar bize tapmıyorlardı!”

7- Ayetlerimiz kendilerine açıkça okunduğu zaman, inkar edenler, kendilerine gelmiş olan o hak kitabı için: “Bu bir büyüdür” dediler.

Kur’an’ı “büyü” diye adlandırdılar.

8- Yoksa Onu uydurdu mu diyorlar? De ki: Eğer ben onu uydurmuşsam, Allah tarafından bana gelecek şeyi savmaya gücünüz yetmez. O, sizin Kur’an hakkında yaptığınız taşkınlıkları çok daha iyi bilir. Benimle sizin aranızda şahit olarak O yeter. O, bağışlayan, esirgeyendir.Yoksa, “Muhammed (s.a.v.) onu kendi yanından uydurdu mu” diyorlar? Ey Muhammed (s.a.v.) sen onlara de ki: “Eğer ben onu uydurmuşsam, siz Allah’ın bana bu iftiramdan dolayı vereceği azabı, benden uzaklaştırmaya güç yetiremezsiniz. Ben nasıl sizin için Allah (c.c.) hakkında iftirada bulunabilirim?” O, sizin, Kur’an’ı yalanlamaka ve onun hakkında “Bu büyüdür” demek suretiyle

Page 137: Beğavi Tefsiri-7

yapmış olduğunuz taşkınlığı daha iyi bilir. Kur’an’ın kendi katından geldiğine dair, sizinle benim aramda şahit olarak Allah yeter. O, sizden azabı erteleme konusunda, afvedici ve esirgeyicidir.” Zeccac: “Bu ifade onları tevbe etmeye bir çağrı olup, manası: Allah (c.c.), içinizden tevbe edenler için bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” der.

9- De ki: “Ben peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.”

(Bid’an) kelimesi (bedi’an) kelimesi ile eş anlamlıdır. “Nısfün” ve “nasifün” kelimeleri de böyledir. (Bid’un) kelimesinin çoğulu (İbdaun) kelimesidir. Yani onlara, “Benden önce pek çok peygamber gönderilmişken, nasıl oluyor da benim peygamberliğimi inkar ediyorsunuz?” Ben ne kendime ve ne de size ne yapılacağını bilmiyorum” de. Alimler bu ayetin manası hakkında ihtilaf emişlerdir. Kimileri: “Ben bana ve size kıyamet gününde ne yapılacağını bilmiyorum.” yorumunu yapmışlardır. Bu ayet indiği zaman müşrikler sevinmiş ve şöyle demişlerdir: “Lat ve Uzza’ya yemin olsun ki, Muhammed’in durumuyla bizim durumumuz Allah katında kesinlikle farksız. Onun bize hiç bir özelliği ve üstünlüğü yok. Eğer o söylediklerini kendisi uyduruyor olmasaydı, onu gönderen mutlaka kendisine ne yapılacağını ona bildirirdi.” İşte bu hadise üzerine Allah (c.c.) “Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamak istiyor.” ayetini indirmişti. Sahabiler ise, “Ey Allah’ın Nebisi, seni tebrik ederiz, böylece sana ne yapılacağını anladık. Acaba bize ne yapılacak? “demişlerdi. Bunun üzerine de Allah Teala “Erkek ve kadın mü’minleri cennetlere koymak için” ayeti ile mü’minleri kendilerine Allah’dan, büyük bir lütuf müjdesi ile müjdele.” ayetlerini indirerek peygamberimize ve sahabilere ne yapılacağını açıkladı. Bu görüş: Enes bin Malik, Katade, Hasan Basri ve İkrime’ye aittir. Onlar şöyle demişlerdir. Allah Teala bunu Hz. Peygamber’in, affedildiğini haber vermeden önce söylemiştir. Onun günahlarının afvedildiğini ise, Hudeybiye antlaşmasının yapıldığı yıl haber verilmiştir. Böylece, önceki ayetin hükmünü kaldırmıştır. Bize, Ahmed bin Abdillah es-Salihi haber verdi. Ona, Ebu Hüseyin Ali bin Muhammed bin Abdillah bin Büşran, ona, İsmail bin Muhammed es-Saffar, ona, Ahmed bin Mensur er-Rumadi, ona, Abdü’r-Rezzak, ona, Mamer haber vermiştir. Mamer Zühri’den, Zühri ise Harice bin Zeyd’den. fiöyle rivayet etmiştir: Ümmü’l-Ala en-Nesari’ye, Muhacirler Medine’ye geldikleri zaman, diyordu ki: Ensar, yanlarında kalacak Muhacir Sahabilerle ilgili kura çektiler. Bize, Osman bin Mazun, düştü. Sonra hastalandı, biz, onun hastalığı ile ilgilendik. Ancak daha sonra vefat etti. Rasulullah geldi. Ve bize girdi. Ben, o esnada: “Ey Ebu Saib, Allah’ın rahmeti üzerine olsun, senin hakkında şehadetim odur ki, mutlaka Allah (c.c.) sana ikram etmiştir.” Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Allah’ın, ona ikram etmiş olduğunu nereden biliyorsun” dedi. Ben de, “Vallahi bilemiyorum” dedim. Hz. Peygamber ise;“fiimdi ona Rabb’inden ölüm gelmiştir. Ben onun için hayır ve iyilik ümit ediyorum. Allah’a yemin ederim ki, ben Allah’ın elçisi olduğum halde, bana, ve size ne yapılacağını bilemiyorum” buyurdu. Ümmü’l-Ala diyor ki: “Allah’a yemin ederim, ondan sonra ben, asla hiçbir kimseyi temize çıkarıp, tezkiye etmedim” Ümmü’l-Ala şunu da söylemiştir: “Sonra ben, rüyamda Hz. Osman için, bir akarsu kaynağı gördüm. Ve onu, Allah Rasulü’ne anlattım. O, bana “İşte bu onun amelidir.” dedi. Bir grup şöyle demiştir: “Ben, bana ve size, ne yapılacağını bilmiyorum” sözü dünya hayatıyla ilgilidir. Allah Rasulü, kendisinin, ahirette, cennette olacağını, kesin olarak bilmektedir. Kendisine yalanlayanın da, mutlaka ateşte olacağını bilmektedir. Alimler, bu konuda ihtilaf etmişlerdir. İbn-i Abbas (r.a.) şöyle demiştir: Sahabilere, müşriklerin, uyguladıkları, ezalar şiddetlenince, Allah Rasulü, Mekke’de olduğu halde, uykusunda, gübreli ve hurmalı bir yerin oraya hicret etmesi için kendisine verildiğini gördü. Sahabilerin Peygamberimize (a.s.),“Sana gönderilen yere ne zaman hicret ediyorsun?” dediler. O, hiç ses çıkarmadı. Bunun üzerine, Allah (c.c.): “Ben, kendime ve size ne yapılacağını bilmiyorum. Olduğum yerde mi kalayım, yoksa, sizinle beraber bana gösterilen yere mi çıkayım, bu hususu bilemiyorum.” manasına gelen ayeti indirdi. Bazı alimler de, şöyle yorumlamıştır: “Kendimin ve sizin işlerimizin, sonucuna kadar, ne size, ne de kendime ne yapılacağını bilemiyorum. Sizinle beraber, sizin yerinizde mi kalacağım yoksa, benden önceki peygamberlerin çıkarıldığı gibi çıkarılacak mıyım? Yoksa, yine benden önceki peygamberlerin öldürülmesi gibi, öldürülecek miyim? Ey doğrulayıp, tasdik edenler, ben, sizin, benimle beraber

Page 138: Beğavi Tefsiri-7

çıkarılacağınızı ya da burada bırakılacağınızı da bilemiyorum. Siz ey yalanlayıcılar, ben size ne yapılacağını da bilemiyorum. Gökten taş mı atılacak, yoksa gök başınıza mı yıkılacak. Yoksa size daha ne yapılacak, tıpkı başka yalanlayıcı milletlere yapıldığı gibi. Sonra Allah (c.c.), kendi dininin diğer dinlere, üstün geleceğini haber vererek şöyle buyurdu:Cenab-ı Hak şöyle buyurdu: O Allah ki, elçisini, hidayetle ve hak dinle göndermiştir ki. O hak dini, diğer bütün dinlere üstün getirmek için bunu yapmıştır. Cenab-ı Hak, peygamberin, ümmeti hakkında da “Allah (c.c.), sen onların içinde iken, kendilerine azap edecek değildir. Ve yine onlar, bağı şlanma dileyip dururlarken, Allah, onlara azap etmeyecektir. Böylece Allah (c.c.), Hz. Peygamber’e ve onun ümmetine ne yapılacağını haber vermiştir. Bu Süddi’nin görüşüdür. Ayetin sonu şöyle tamamlanıyor. Ey Muhammed sen yine onlara de ki: Ben sadece. bana vahyolunan Kur’an’a uyuyorum. Kendiliğimden bir şey uydurmuyorum. Ve ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.

10- De ki: Hiç düşündünüz mü; şayet bu Allah katından ise ve siz onu inkar etmişseniz, İsrailoğullarından bir şahit de bunun bir benzerini görüp inandığı halde siz yine de büyüklük taslamışsanız (haksızlık etmiş olmaz mısınız?) fiüphesiz Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.

“De ki, ne dersiniz? bana söyleyin. Eğer Kur’an, Allah katından ise Ey müşrikler, ve siz de onu inkar etmişseniz, ve İsrail oğullarından bir şahit de, onun bir benzerine şahitlik yapmış olup, ona inanmışken, siz, ona iman etmekten kaçınmışsanız, durumunuz ne olacak.” Ayetteki “Misil” kelimesi, “sıla” görevindedir. “Eğer o, Allah katından ise...” ifadesinin cevabı da mahzufdur. Yani cümlede zikredilmemiştir. fiöylece takdir edilebilir: Eğer bu Kur’an Allah katından ise, o zaman Allah zalim kavmi doğru yola iletmez. Hasan Basri ise, bu ifadenin cevabının, Secde Suresi’nde de buyurduğu gibi “Sizden daha sapık kim olabilir ki?” olduğunu söylemiştir. Alimler, ayetteki şahit kelimesinin kimden bahsettiği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Katade ve Dahhak, sözü edilen şahidin, Abdullah bin Selam olduğunu söylemiştir. O, Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) peygamberliğine şehadet etmiş ve ona inanmıştır. Yahudiler ise, büyüklenerek inanmışlardı. Bize, Abdü’l-Vahid Melihi, Ahmed bin Abdullah Naimi’den, haber verdi, o, Muhammed bin Yusuf’dan, o, Muhammed bin İsmail’den, o, Abdullah bin Münir’den, o, Abdullah bin Ebi Bekir’den, o, Hamid’den, Hamid de Enes’den haber verdiler. Enes şöyle anlatmıştır: “Abdullah bin Selam, Allah Rasulü’nün, geldiğini duyar, kendisi de o esnada hurma devşirilen bir yerdedir. Hz. Peygamber gelir, Abdullah bin Selam kendisine: “Sana, ancak bir peygamberin bilebileceği üç şey soracağım der, ve şöyle sıralar: Kıyamet alametlerinin ilki nedir? Cennet ehlinin ilk yiyeceği nedir? Çocuğun babasına ya da annesine benzemesi neye bağlıdır?’” Allah Rasulü şöyle buyurdu: “Onları az önce Cebrail bana haber verdi.” Abdullah bin Selam: “Cebrail mi?” Allah Rasulü: “Evet” dedi. Abdullah bin Selam: “İşte o, melekler içinde, Yahudiler’in düşmanı olandır” dedi. Bunun üzerine Allah Rasulü: “De ki, kim Cebrail’e düşman idi ise, bilsin ki,Cebrail, Allah’ın izniyle, senin kalbine vahiy indirmiştir.” Sonra Rasulullah şöyle devam etti: “Kıyamet alametlerinden ilki, insanları doğudan batıya, biraraya getirecek olan ateştir. Cennetliklerin yiyeceği gıdanın ilkine gelince o da çok miktarda balık ciğeridir. Çocuğun kime benzeyeceği meselesinde ise durum şöyledir: Erkeğin suyu, kadının suyundan önce gelirse çocuk babasına benzer.” O esnada, Abdullah bin Selam, Kelime-i fiehadet getirerek, “Allah’tan başka ilah olmadığına ve senin Allah’ın elçisi olduğuna şehadet ederim. Ey Allah’ın Rasulü, Yahudiler, iftiracı bir kavimdir. Eğer sen onlara beni sormadan, onlar, benim Müslüman olduğunu öğrenirseler, mutlaka bana iftira ederler” dedi.Sonra Yahudiler geldiler, Hz. Peygamber (s.a.v.) onlara: “Aranızda Abdullah nasıl bir adamdır” diye sordu. Dediler ki: “O, bizim hem en hayırlımızdır. Ve hem en hayırlı olanımızın oğludur. Efendimiz ve efendimizin oğludur.” Peygamberimiz: “Abdullah Müslüman olmuş olsa ne düşünürsünüz?” dedi. Bu sefer, “Allah onu, bundan korusun” dediler. Sonra, Abdullah çıkageldi ve onların huzurunda: “fiehadet ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur. Ve Muhammed, Allah’ın elçisidir.” dedi. Yahudiler o zaman, dediler ki: “O bizim en kötümüzdür. Ve en kötümüzün oğludur.” Bu şekilde onu kötülemeye devam ettiler. Bunun üzerine Abdullah bin Selam: “Ya Rasulallah: “İşte bu benim korktuğum şeydi.” dedi.

Page 139: Beğavi Tefsiri-7

Abdü’l-Vahid el-Melihi bize Ahmed bin Abdullah Naimi’den, o, Muhammed bin Yusuf’dan, haber verdiler. Abdullah bin Yusuf şöyle demiştir: “Malik’i, Ömer bin Ubeydullah’ın Mevlası olan, Ebu Nadr’dan, rivayet ederken, işittim. O, Amir bin Sad bin Ebi Vakkas’dan, o da, babasından rivayet etmiştir. Babası şöyle demiştir: Ben, Allah Rasuül’nün, Abdullah bin Selam’dan, başka yeryüzünde gezen, herhangi bir kimse hakkında “Bu cennetliktir” dediğini işitmedim. “İsrail oğullarından bir şahit, o Kur’an’a şahitlik etti” ayetinin Abdullah bin Selam hakkında indiğini de, yine Sa’d bin Ebi Vakkas söylemiştir. fiöyle de demiştir: “Bilemiyorum ki, ayeti Malik mi söyledi, yoksa hadiste mi geçti. Diğer alimler, adı edilen şahidin, İmran oğlu Hz. Musa (a.s.) olduğunu söylemişlerdir.fia’bi’nin kendisinden rivayetine göre, bu ayet hakkında Mesruk şunu söylemiştir: “Allah’a yemin ederim ki, ayet Abdullah bin Selam hakkında inmedi. Çünkü “Ha-Mim” ailesine ait sureler Mekke’de nazil oldular. Abdullah bin Selam’ın müslüman olması ise, Medine’de gerçekleşti. Bu ayet, Allah Rasulü ile kavmi arasında cereyan eden bir münakaşa ile ilgili olarak inmiştir. “Kur’an’ın benzeri” deyimi ile “Tevrat” anlatılmıştır. Hz. Musa Tevrat’a, Hz. Muhammed (s.a.v.) ise, Kur’an’a şahitlik etmişlerdir. Ve onlardan her biri de diğerini tasdik etmişlerdir. Bazıları, adı edilen “şahit”in İsrail oğulları peygamberlerinden biri olduğunu ve onun iman ettiğini söylemişlerdir. Burada, Mekke müşriklerine de, “Siz büyüklendiniz ve de inanmadınız” deniyor.

11- İnkar edenler, iman edenler hakkında dediler ki:“Bu iş bir hayır olsaydı, onlar bizi geçemezlerdi” Fakat onlar bununla doğru yola girmek arzusunda olmadıkları için “Bu eski bir yalandır” diyecekler.

İnkar eden yahudiler iman edenlere, “Eğer Muhammed’in dini daha iyi olsaydı, siz ona bizden önce giremezdiniz.” Bunu Abdullah bin Selam ve arkadaşlarına söylemişlerdi. Katade, ayetin Mekke müşrikleri hakkında indiğini söylemiştir. Müşrikler şöyle diyorlardı: “Muhammed’in bizi davet etmekte olduğu din daha iyi bir din olsaydı, falanca ve falanca ona bizden önce giremezdi.” Kelbi, inkar edenlerin Esed ve Katfan kabileleri olduğunu, onların iman etmiş olan Cüheyne ve Müzeyne kabileleri mensupları hakkında: “Eğer Muhammed’in getirdikleri (daha) hayırlı olsaydı, deve çobanları ona bizden önce giremezlerdi.” demişlerdi. Allah (c.c.) buyurdu ki: “Onlar iman ehlinin hidayete erdiği gibi, Kur’an’la hidayete erememişlerdi.” Ve onlar diyecekler ki: “Bu eski bir yalandır. Tıpkı “Eskilerin efsaneleri” deyimini kullanmaları gibi.

12- Ondan önce de bir rahmet ve rehber olarak Musa’nın kitabı vardır. Bu (Kur’an) da zulmedenleri uyarmak ve iyilik yapanlara müjde olmak üzere Arap lisanıyla indirilmiş, doğrulayıcı bir kitaptır.

Kur’an’dan önce, kendine uyulan bir rehber ve ona inananlara Allah’tan bir rahmet olarak Musa (a.s.)’ın kitabı olan Tevrat vardır. Kisai, İmam ve rahmet kelimelerini, hal olmak üzere, mensub olduğunu söylemiştir. Ebu Ubeyde ise, bu ibarede gizlenmiş bir fiil bulunduğunu, İmam ve rahmet kelimelerinin “Kıldık, yaptık” fiilinin nesneleri olduğunu söylemiştir. Cümlenin takdiri şöyledir: “Kur’an’dan önce de, bir rehber olarak Musa’nın kitabı geçti. Ancak onlar, o kitaba inanmadılar. Nitekim ilk ayette de “Onunla hidayete ermemişlerdi.” denmektedir. Bu, kendinden önceki kitapları doğrulayan, Arapça olarak gönderilmiş bir kitaptır. Yani Kur’an’dır. “Lisanen ve Arabiyyen” kelimeleri hal oldukları için mensubdurlar. Bazı müfessirler bu ifadenin manası “Arap dili ile” şeklinde anlamışlardır. Ayetin devamı: “Zulmeden Mekke Müşriklerini uyarman ve iyi kimseleri de müjdelemen için gönderilmiştir.” Hicaz ve Suriye alimleri ile Yakup (liyünzira) kelimesinin öznesi olarak, Hz. Muhammed (s.a.v.) kabul etmişler, bu yüzden de kelimeyi ikinci tekil şahıs kipinde (litünzira) şeklinde okumuşlardır. Diğerleri ise, ayette geçtiği şekilde, üçüncü tekil şahıs kipinde okumuşlardır. Bu durumda fiil olan bu kelimenin öznesi, “kitap” kelimesidir. (Büşra) kelimesi merfu mahaldedir. Yani bu, doğrulayan ve müjdeleyen bir kitaptır manasına gelmektedir.

13- Hani O, Rabb’imiz Allah’dır deyip de, sonra da dosdoğru olanlar varya onlara korku yoktur. Hem üzülmeyeceklerdir de. 14- İşte onlar, cennet halkıdırlar, yaptıklarına karşılık olarak orada ebedi kalacaklardır.15- Biz insana ana-babasına iyilik yapmasını tavsiye ettik. Annesi onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu. Taşınması ile sütten kesilmesi, otuz ay sürer. Nihayet insan, güçlü çağına erip kırk yaşına varınca der ki: Rabbim bana ve ana-babama verdiğin nimete şükretmemi ve razı olacağın yararlı iş yapmamı temin et. Benim için de zürriyetim için de iyiliği devam ettir. Ben sana döndüm. Ve elbette ki ben müslümanlardanım.

Küfe ekolü, (hüsnen) kelimesini (ihsanen) şeklinde okumuştur. Bir başka ayette böyle geçmektedir. “Çünkü annesi insanı, zorlukla taşıdı ve doğurdu.” Allah (c.c.) zorluk ifadesiyle doğum ağrısını

Page 140: Beğavi Tefsiri-7

kasdediyor, Hicazlı alimlerle, Ebu Amr, “zorluk” manasına gelen, (kerhan) kelimesinin “kef” harfini fethalı, diğer isimler ise ötreli olarak okumuşlardır.İnsanın rahimde taşınması ile sütten kesilmesi otuz aydır. Yakup (fisalehu) kelimesini (fasluhu) şeklinde elifsiz olarak okumuştur. Allah Teala, bu ifade ile, hamileliğin asgari müddeti olan altı ay ile, yirmi dört ay olan, en fazla emzirme süresini kasdetmeştir. İkrime, İbn-i Abbas (r.a.)’dan şöyle rivayet eder. Kadının hamileliği dokuz ay olursa, çocuğu emzirme süresi yirmi bir aydır. Eğer hamilelik altı ay sürerse, bu sefer de yirmi dört ay emzirir. Nihayet insan gücünün sonuna, gençliğinin doruk noktasına ve olgunluk seviyesine ulaşınca ki o, kırk yaş civarıdır: “Yarabbi, bana ve ana-babama verdiğin nimete, şükretmeğe, razı olacağın faydalı işler yapmaya sevk eyle. Benim için, zürriyetim içinde, iyiliği devam ettir. Ben sana tevbe ettim. ve ben müslümanlardanım” dedi. Gençliğin güçlülük ve olgunluk dönemi, on sekiz yaşı ile kırk yaşı arasıdır. Süddi ile Dahhak, daha önce öyküsü geçen, Sad bin Ebi Vakkas’ın bu ayetin inişine konu olduğunu söylemişlerdir. Diğer alimler ise bu ayetin, Hz. Ebu Bekir Sıddık ve babası Ebu Kuhafe Osman bin Amr ile, annesi Sahır bin Amr’ın kızı olan ümmü Hayr hakkında indiğini söylemişlerdir. Ali bin Ebi Talib (r.a.) der ki: “Bu ayet Hz. Ebu Bekir hakkında indi. Onun anne ve babası da Müslüman olmuştu. Ondan başka hiçbir muhacirin anne ve babası, birlikte Müslüman olmamıştır. Ve yine kendisinden başkasına da Allah (c.c.) ana-babaya iyilik yapmasını tavsiye etmemiştir. Ancak ondan sonra bu durum gerekli olmuştur. Hz. Ebu Bekir, kendisi onsekiz, Peygamberimiz (s.a.v.) de yirmi yaşında iken, fiam ticareti esnasında Peygamberimize arkadaş olmuştur. Kırk yaşına vardığı ve Peygamberimize de peygamberlik verildiği zaman, o peygamberimize inandı, ve ayette geçen şu duayı yaptı: “Yarabbi, bana ve ana-babama vermiş olduğun nimetlerine şükretmemi, ve hoşnut olacağın salih ameller işlememi ilham et. Bana hidayet ve iman nasib et.” İbn-i Abbas şöyle der: Allah (c.c.) onun duasını kabul etti böylece Ebu Bekir (r.a.) Allah yolunda azap gören yedi Müslüman köleyi hürriyetine kavuşturdu. O, her ne iyilik istemişse mutlaka Allah (c.c.) kendisini o iyiliğe muvaffak kılmıştır. Duasının devamı şöyledir: “Benim için nesilm içinden gelecekleri de iyi kimseler yap” Allah Teatla, onun bu, duasını da kabul etmiştir. İman etmeyen hiçbir çocuğu olmamıştır. Yani bütün çocukları iman etmiştir. Aynı şekilde ana-babası da iman sahibi olmuşlardır. Hz. Ebu Bekir’in babası Ebu Kuhafe, Peygamberimiz (s.a.v.)’e kavuşmuştur. Oğlu Ebu Bekir (r.a.), onun oğlu Abdu’r-Rahman, Abdu’r-Rahman’ın oğlu, Ebi Atik de hep Peygamberimizi görmüşlerdir. Bu saadet, sahabeden başka hiçbir kimseye nasip olmamıştır.

16- İşte, yaptıklarının iyisini kabul edeceğimiz ve günahlarını bağışlayacağımız bu kimselercennetlikler arasındadırlar. Bu, kendilerine verilen doğru bir sözdür.

İşte onlar, dünyada yaptıkları iyi amellerin en güzelini kendilerinden kabul ettiğimiz kimselerdir. Aslında onların yaptıkları amellerin hepsi güzeldir. Allah (c.c.) onları yaptıkları o güzel amellerle sevaplandıracaktır. Ve biz onların kötü amellerinden geçeceğiz. Kendilerini, o kötü amellerden dolayı cezalandıramayacağız. Hamza, Kisai ve Hafs kelimeleri, bu manada olmak üzere, (Netekabbelu) ve (Netecavezu) şeklinde birinci çoğul kipinde okumuşlar ve (ahsene) (en güzel) kelimesini de nesne (meful) olmak üzere mensub okumuşlardır. Diğer kıraat alimleri ise, o iki fiili, birinci tekil şahıs kipinde ve edilgen çatı ile okuduklarından, (ahsenü) kelimesini de merfu okumuşlardır. Ayetin devamı: “Onlar cennet halkı ile beraber olacaklardır. Bu Allah’ın onlara va’dettiği doğru sözdür.” O söz de, şu Kur’an ayetindeki va’ddir. Allah (c.c.) buyuruyor ki: “Allah erkek ve kadın mü’minlere altlarından ırmaklar akmakta olan cennetler va’detmiştir.”17- Ana-babasına: Öf be size! Benden önce nice nesillergelip geçmişken, beni mi tekrar dirilmekle tehdit ediyorsunuz? diyen kimseye, ana ve babası Allah’ın yardımına sığınarak: Yazıklar olsun sana!İman et. Allah’ın vadi gerçektir, dedikleri halde o: Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir, der.

Kendisini Allah’a iman ve ahireti ikrara davet ettikleri için, ana-babasına; “Öf size be, Benden önce nice nesiller geçmiş ve onlar içinden bir kişi bile dirilmemiş olduğu halde, siz bana, kabirden diri olarak tekrar çıkarılacağımı mı söylüyorsunuz?” diyen (kimse de vardır). Halbuki ana ve babası ona yalvarıp, kendisi için Allah’tan yardım dilemekte ve: “Ne olursun iman et. Yoksa sana yazık olur. Mutlaka Allah’ın va’di gerçektir.” demektedirler. Fakat o bütün bunlara karşı ana-babasına: “Sizin beni kendisine davet ettiğiniz şey, sadece öncekilerin masallarından başkası değildir.” der. İbn-i Abbas ile Mücahid ve Süddi, bu ayetin Abdullah hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir. Bazıları şöyle demişlerdir: Bu ayet Ebu Bekir (r.a.)’ın oğlu Abdu’r-Rahman hakkında nazil oldu. Müslüman olmasından önce ana ve babası onu İslam’a davet ediyorlardı da, o bundan kaçınıyor ve: “Abdullah bin Ced’an ile Amir bin Ka’b ve diğer Kureyş büyüklerini diriltin de sizin söylediklerinizin doğru olup olmadığını onlara sorayım” diyordu. Ancak Hz. Aişe, bunun Abdu’r-Rahman bin Ebi Bekr hakkında

Page 141: Beğavi Tefsiri-7

varid olmasının imkansız olduğunu söylemiş ve olayı yalanlamıştır. Sağlam görüş, bu ayetin, ana-babasını reddeden bir kafir hakkında inmiş olduğu görüşüdür. Bu görüş, Hasan Basri ile Katade’ye aittir. Zeccac da, bundan sonraki ayetin, bu ayetin Ebu Bekr’in oğlu Abdu’r-Rahman hakkında indiğini söyleyenlerin görüşünü çürüttüğünü söylemiştir. 18- İşte onlar, kendilerinden önce cinlerden ve insanlardan gelip geçmiş topluluklar içinde, haklarında azabın gerçekleştiği kimselerdir. Gerçekten onlar ziyana uğrayanlardır.

“İşte onlar, haklarında azap sözü gerekli olan kimselerdir.” Bu ayette Allah (c.c.), böyle kimselere, azap kelimesinin hak olduğunu bildirmektedir. Hz. Ebu Bekir’in oğlu, Abdu’r-Rahman ise, müslümanların önde gelenlerinden faziletli bir mü’mindir. Kendisine azap kelimesi gerekli olanlardan birisi olamaz. Kendilerine azap kelimesi gerekli olanlar ifadesinin manası ise “Azabı hak edenler demektir. Onlar ise geçmiş insan ve cin topluluklarıdır. Ve onlar hüsrana uğramışlardır.”

19- Herkesin yaptıklarına göre dereceleri vardır. Allah onlara yaptıklarının karşılığını verir, asla kendilerine haksızlık yapılmaz.

“Onların herbiri için, yaptıkları amellerden dolayı dereceler vardır. İbn-i Abbas’ın yorumu: “Allah İslam’a girmede öncelik sahibi olanı kasdediyor. Böylesi, bir saat bile olsa, kendisinden sonra İslam’a girenden daha üstündür” şeklindedir. Mukatil ise şöyle demektedir: “Onların hirbiri için, amelleri karşılığında faziletler vardır. Amellerinin karşılığını eksiksiz olarak Allah onlara verecektir. Bazılarının yorumu ise şöyledir. “Hem mü’min, hem de kafir gruplarından herbiri için dereceler vardır. Yani kıyamet gününde herbirinin, Allah katında amellerine göre yerleri ve mertebeleri vardır. Bu mertebelere göre Allah onlara karşılık verecektir.” İbn-i Zeyd şöyle demektedir: “Bu ayette, cehennem halkının aşağı doğru inen merdivenleri ile, cennet halkının yukarı doğru yükselen merdiveninden söz edilmektedir.” “Allah onlara amellerinin karşılığını tam olarak verecektir. Ve onlara haksızlık edilmeyecektir.” Buradaki (ve liyüveffiyehüm) fiilini bu haliyle okuyan İbn-i Kesir ile, Basralı alimler ve Asım’dır. Diğer alimler ise (linüveffiyehüm) şeklinde “nun” harfi ile okumuşlardır.

20- İnkar edenler ateşe arzolunacakları gün (onlara şöyle denir:) Dünyadaki hayatınızda bütün güzel şeylerinizi harcadınız, onların zevkini sürdünüz. Bugün ise yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanızdan ve yoldan çıkmanızdan dolayı alçaltıcı bir azap göreceksiniz.

“İnkar edenler ateşe sunuldukları gün, onlara: “Dünya hayatınızda bütün temiz ve güzel şeylerinizi yok ettiniz. Onlara safa sürüp, o lezzetleri ve güzellikleri tükettiniz. Öyle mi? İşte bu yüzden, bu gün de alçaltıcı ve rezil edici, azapla, yeryüzünde büyüklük taslamış olmanız ve haksız yere doğru yoldan çıkmanız sebebi ile cezalandırılacaksınız. İbn-i Kesir, İbn-i Amir, Ebi Cafer ve Yakup “Gidermek, yok etmek” manasındaki ifadeyi, soru şeklinde okumuştur. İbn-i Amir, iki hemze ile okumuştur. Diğer alimler ise, ifadenin haber olduğunu kabul edip, sorusuz olarak, haber kipinde okumuşlardır. Her iki okuyuş da uygundur. Çünkü, Araplar, azar ifadelerini kullanırken soru kipini terk ederler. “Gittin mi? Yaptın mı?” ifadelerini anlatmak için, “gittin, yattın” ifadelerini kullanırlar. Bu aşamada Allah (c.c.), kafirleri dünyada temiz yiyeceklerle, zevk ve sefa sürüp onları tüketmek sebebiyle azarlayınca, Hz. Peygamber (s.a.v.)’i onun sahabilerini ve diğer iyi insanları yani salih kimseleri de, ahiret sevabını umarak, dünyadaki lezzetlerden, kaçınmaları sebebiyle tercih etmektedir.Rivayete göre, Hz. Ömer şöyle buyurmuştur: Allah Rasulü’nün yanına girdim. Bir de ne göreyim? Hz. Peygamber (s.a.v.) serilmiş kum üzerine yatmış, kumda, vücudunun yan tarafına iz yapmamış mı? Dedidm ki: “Ey Allah’ın Rasulü! Allah’a dua etsen de ümmetine zenginlik verse. Allah’a kulluk etmedikleri halde. Cenab-ı Hak, Fars ve Rum halkına zenginlik vermiştir.” Allah Rasulü, bunun üzerine şöyle dedi: “Onlar, temiz gıdaları bu dünya hayatında peşin olarak verilen toplumlardır.” Bize, Ebu Muhammed Abdullah bin Abdü’s-Samed el-Cüzcani, Ebu’l-Kasım Ali bin Ahmed el-Hizai’den, o, Ebu Said Heysem bin Küleyb’den, o, Ebu İsa Tirmizi’den, o, Muhammed bin Müsenna ve Muhammed bin Bişar’dan, onlar, Muhammed bin Cafer’den, o, fiube’den, fiube de Ebu İshak’dan haber verdiler. O, şöyle demiştir: “Abdu’r-Rahman bin Yezid’in, Esved bin Yezid’den, onun da Hz. Aişe (r.a.)’den anlattıklarını uydum ki, Hz. Aişe (r.a.) şöyle demiştir: “Hz. Muhammed (s.a.v.)’in ailesi, iki gün ardarda, arpa ekmeğinden doymamıştır ki, Allah Rasulü (s.a.v.) kabzolmuş olmasın.” Yine, bize, Ahmed bin Abdullah es-Salihi , Ebu Hüseyin bin Büşran’dan, o, İsmail Muhammed bin Saffar’dan, o, Ahmed bin Mansur er-Ramadi’den, o, Abdü’r-Rezzak’dan, o, Hişam bin Urve’den, Hişam, babasından, o da, Hz. Aişe (r.a.)’dan şöyle rivayet etmiştir: And olsun ki, içinde ateş

Page 142: Beğavi Tefsiri-7

yakmadığınız ve su ile hurmadan başka da yiyeceğimiz bulunmayan aylar geçirmişizdir. Ancak, şu kadar var ki, Allah iyiliklerini veresi Ensar kadınları zaman zaman bir miktar süt getirirlerdi.” Bize Abdullah bin es-Samed el-Cüzcani, Ebu’l-Kasım Hizai’den, o, Heysem bin Küleyb’den, o, Ebu İsa Tirmizi’den, o, Abdullah bin Muaviye el-Cemhi’den, o, Sabid bin Yezid’den, o, Hilal bin Habbab’dan, o, İkrime’den, İkrime ise, İbn-i Abbas (r.a.)’dan haber verdiler. Rivayete göre İbn-i Abbas şöyle demiştir: “Allah Rasulü (s.a.v.) peşepeşe nice geceleri, aç olarak geçirmiştir ki, ailesi, akşam yemeği bulamamıştır. Ve ekmeklerinin çoğu arpa ekmeği olmuştur. Bize Abdullah bin Abdü’s-Samed el-Cüzcani, Ebu’l-Kasım el-Hizai’den, o, Heysem bin Küleyb’den, o, Ebu İsa’dan, o, Abdullah bin Abdu’r-Rahman’dan, o, Ruh bin Eslem’den, o, Ebu Hatim el-Basri’den, o, Ham’dan, bin Seleme’den, o, Sabit’ten, Sabit ise, Enes’den haber verdiler. Enes, demiştir ki: Allah Rasulü (s.a.v.) dedi ki: “And olsun ki ben, hiç kimsenin korkutulmadığı kadar, Allah yolunda korkutuldum. Ve Allah yolunda, hiç kimsenin görmediği kadar eziyet gördüm. Ve and olsun ki, kırk gün, kırk geceyi, kendim ve Bilal için, Bilal’in koltuğunun, sakladığı birkaç hurma dışında bir ciğer sahibinin yiyebileceği bir gıda olmaksızın geçirdim.” Bize, Abdü’l-Vahid Melihi, Ahmed bin Abdullah en-Naimi’den, o, Muhammed bin Yusuf’dan, o, Muhammed bin İsmail’den, o, Yusuf bin İsa’dan, o, İbn-i Fudayl’dan, o, babasından, babası, Ebu Hazim’den, Ebu Hazim ise, Ebu Hüreyre’den, haber verdi. Rivayete göre, Ebu Hüreyre şöyle demiştir: Suffe Ashabı’ndan yetmiş kişi gördüm. Onlardan hiçbirinin üzerinde Cübbe yoktu, ya peştemalı ya da üst elbisesi yoktu. Onları boyunlarına bağlamışlardı. Kimisinin ki bacağının yarısına kadar iniyordu. Kimisi de diz kapaklarına kadar. Ve herbiri avret mahallerinin görülmesinden korkarak eliyle onu birleştiriyordu.Bize, Ebu Bekir Muhammed bin Abdullah bin Ebi Tevbe el-Kişmihini, Ebu Tahir Muhammed bin Haris’den, o, Ebu’l-Hasan Muhammed bin Yakup el-Kisai’den, o, Abdullah bin Mahmud’dan, o, İbrahim bin Abdullah el-Hilal’den, o, Abdullah bin Mübarek’den, o, fiube bin Haccac’dan, o, Sad bin İbrahim’den, Sad, babası İbrahim’den, Abdu’r-Rahman bin Avf’a, kendisi oruçlu iken, bir yiyecek getirildiğini, bunun üzerine Abdu’r-Rahman bin Avf’ın şunları söylediğini haber verdiler: “Mus’ab bin Umeyr, öldürüldü. Bizden daha hayırlı olduğu halde bir hırka ile kefenlendi. Başı örtülse ayakları meydana çıkıyordu. Ayakları kapatılsa başı açıkta kalıyordu.” Abdu’r-Rahman bu esnada şunu da söylemiştir: “Ben Mus’ab’ı şöyle derken görmüştüm.” O demişti ki “Hz. Hamza (r.a.) şehit edildi ve o bizden daha hayırlı idi. Buna rağmen, içine kefenlenip sarılacağı bir hırkadan başka birşey bulunamamıştır. Sonra dünya bize genişletildi. Yani bolca dünya malı verildi. Ya da şöyle demiştir. “Bize oldukça çok dünyalık verildi. Ve biz, iyi amellerimizin karşılığının bize peşin verilmiş olmasından korktuk.” dedi. Ve ağlamaya başladı. Nihayet yemeği bıraktı. Cabir bin Abdullah şöyle demiştir: Ömer bin Hattab (r.a.) benim elimde bir et gördü. Ve şöyle söyledi: “Ey Cabir bu nedir?” Ben: “Canım et çekti de satın aldım” dedim. Hz. Ömer, buyurdu ki: “Ey Cabir, sen canının her istediği şeyi satın mı alıyorsun?” “İyiliklerinizi dünya hayatında tükettiniz” ayetinden korkmuyor musun?”

21- Ad kavminin kardeşini (Hud’u) an. Zira o, kendinden önce ve sonra uyarıcıların da gelip geçtiği Ahkaf bölgesindeki kavmine: Allah’tan başkasına kulluk etmeyin. Ben sizin büyük bir günün azabına uğramanızdan korkuyorum, demişti.

“Ad’ın kardeşini, yani Hud’u hatırla. Hani o, Ahkaf denilen yerde bulunan kavmini uyarmıştı. Onlara, Allah’dan başkasına tapmayın, sizin hakkınızda büyük bir günün azabından korkarım demişti. İbn-i Abbas, Ahkaf’ın, Umman ile Mehra arasında bir vadi olduğunu söylemiştir. Mukatil ise, şöyle demiştir. Ad kavminin Yemen’deki evleri, Hadra Mevt’te, Mehra denilen yerde idi. Mehra develeri, o yere nispet edilir. Bu Ahkaf halkı, ilkbaharda seyyar çadırlara taşınırlardı. Dönüş zamanı gelince de evlerine dönerlerdi.İrem Kabilesi’nden idiler, Katade şöyle söylemiştir: Bize, Ad Kavmi’nin Yemen’de yaşadıkları, fiahr ve Ahkaf denilen bir yerde denize nazır kum tepeciklerine sahip oldukları anlatıldı. Ahkaf kelimesi “Hıkıf” kelimesinin çoğuludur. Yükseltilmiş engebeli kumlu yer demektir. İbn-i Zeyd ise “Dağ gibi yükselmiş kum tepeleridir. Ancak dağ kadar yüksek değildir demiştir. Kisai’nin tarifine göre, biraraya gelip yuvarlaklaşan kumdur şeklindedir. Ayetin devamı: “Hud Peygamberden önce de, sonra da Peygamberler kendi kavimlerine gönderilmiştir. Onlar da aynı şekilde kendi kavimlerini, “Allah’dan başkasına kulluk etmeyin, sizin hakkınızda büyük bir günün azabından korkuyorum diye uyarmıştır.”

22- “Sen bizi ilahlarımızdan çevirmek için mi bize geldin? Hadi, doğru söyleyenlerden isen, bizi tehdit ettiğin şeyi başımıza getir.” dediler.

Page 143: Beğavi Tefsiri-7

Dediler ki: Sen bizi ilahlarımıza ibadet etmekden çevirmek için mi geldin? Bize azap vereceğine dair, va’dinde doğrulardan isen, hadi getir bakalım, bize va’dettiğin azabı.

23- Hud da! Bilgi ancak Allah’ın katındadır. Ben size, bana gönderilen şeyi duyuruyorum. Fakat sizin cahil bir kavim olduğunuzu görüyorum, dedi.

Hud Peygamber, ilim ancak Allah’ın katındadır. Size azabın ne zaman geleceğini O bilir. Ben, ancak kendisiyle gönderildiğim va’di size tebliğ ediyorum. Fakat ben sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum.

24- Nihayet onu, vadilerine doğru yayılan bir bulut şeklinde görünce: Bu bize yağmur yağdıracak yaygın bir buluttur, dediler. Hayır! O, sizin acele gelmesini istediğiniz şeydir. İçinde acı azap bulunan bir rüzgardır.

Onlar, ne zaman ki kendilerine va’dedilen azabın göğün bir tarafında ortaya çıkıp sonra gökyüzünü kaplayarak, siyah bir bulut halinde çıkıp, onların Magis denilen vadilerine doğru geldiğini görünce, uzun süredir üzerlerine yağmur yağdırmadığından, sevinerek: “İşte bize yağmur yağdıracak bulut!” dediler. Allah (c.c.) buyuruyor ki: “Hayır, o, sizin, acele istediğiniz şey, içinde acı bir azap olan rüzgardır. O rüzgar, çadırları ve binek hayvanlarını taşımaya başladı. Hatta onlar, çekirgeler gibi görünüyorlardı. Ad Kavmi’nin insanlarından ve hayvanlarından, dokunduğu herşeyi, Rabb’inin emri ile yok ediyordu. Bunun bir azap olduğunu ilk defa anlamaları, kendi yurtlarının dışındaki, insanların ve küçük baş hayvanların, o rüzgarın etkisiyle gök ve yer arasında uçuştuklarını görmeleri oldu. Hemen evlerine girdiler ve kapılarını kilitlediler. Fakat rüzgar gelip kapılarını söktü ve onları yere serdi. Allah buluta emretti, bulut da onların üzerine kum doldurdu. Yedi gece, sekiz gün kumun altında kaldılar. İnleyip durdular. Sonra Allah (c.c.) rüzgara emretti, rüzgar onların üzerinden kumları kaldırdı. Onları alıp götürdü ve denize attı.Bize İmam Ebu Ali Hüseyin bin Muhammed el-Kadi, Ebu Naim Abdü’l-Melik bin Esferayini’den, o, Ebu Avane Ya’kub bin İshak el-Hafız’dan, o, Yunus’tan, Yunus, İbn-i Vehb’den, o, Amr bin Haris’ten, o, Nadr’dan, Nadr, Süleyman bin Yesar’dan, o da, Hz. Aişe (r.a.)’dan şöyle rivayet etmiştir: “Ben, Hz. Peygamber (s.a.v.)’i sevinçli ve mütebessim gördüğüm zaman onun azı dişlerini görürdüm. Bir bulut ve rüzgar gördüğü zaman ise bu onun yüzünden anlaşılırdı. Dedim ki: “Ya Rasulallah, insanlar bulut gördüklerinde, içinde yağmur bulunması ümidiyle sevinirler. Sen ise, onu gördüğün zaman çehrende hoşnutsuzluğun anlaşılıyor.” O bana: “Ey Aişe, ben onun içinde azap bulunmadığından emin olamıyorum. Çünkü bir kavme (Hud Kavmi’ne) rüzgarla azap edilmişti. O kavim azabı görmüşlerdi de, ayette bahsedildiği gibi, “Bu bize yağmur yağdıracak buluttur.” demişlerdi.” buyurdu. Bize İmam Ebu Ali Hüseyin bin Muhammed Kadi, Ebu Naim Abdü’l-Melik bin Hasan el-Esferayini’den, o, Ebu Avane’den, o, Yusuf’tan, Yusuf, ki o Müslim’in oğludur. O, Haccac’dan, o, Cüreyh’ten, Cüreyh ise Ata’dan haber verdiler. Rivayete göre Ata Hz. Aişe’den şu hadisi nakletmiştir: “Hz. Peygamber (s.a.v.) yoğun bulut görünce, çehresi değişir, renkten renge girerdi. İçeri girer, dışarı çıkar, ileri geri gidip gelirdi. Yağmur yağınca da, buna sevinirdi.” Hz. Aişe diyor ki: “Ben kendisinde gördüklerimi ona hatırlattım. Buyurdu ki: “Ey Aişe, nereden bileceksin, belki de o ayette geçtiği gibi, Ad kavminin başına gelmiş olan azaba benzer bir azap olabilir.” Ayet şöyle: “Azabı vadilerine doğru gelen bir bulut olarak görünce, “Bu, bize yağmur yağdıracak buluttur.” demişlerdi. Derken, evlerinden başka hiç bir şey görülmez bir duruma geldiler. Ayetin bu şekilde anlaşılmasını gerektiren okuyuş Asım, Hamza ve Ya’kub’un okuyuşudur. Onlar, fiili (yüra) şeklinde, (mesakinü) kelimesini de özne olarak merfu okumuşlardır. Diğer kıraat alimleri ise fiili (tera) şeklinde, (mesakinehüm) kelimesini ise nesne (mef’ul) olarak mensub okumuşlardır. Bu okuyuşa göre mana: “Ey Muhammed, sen onların evlerinden başka bir şey göremezsin.” şeklinde olur. Çünkü oranın sakinleri ve hayvanlar rüzgar sebebiyle helak olmuştur. Hud peygamberle ona inananlardan başka kimse kalmamıştır. Ayetin son kısmı: “İşte biz, günahkar kavmi böylece cezalandırırız” demektedir.

26- Andolsun ki, onlara da size vermediğimiz kudret ve serveti vermiştik. Kendilerine kulaklar, gözler ve kalpler vermiştik. Fakat kulakları, gözleri ve kalpleri kendilerine bir fayda sağlamadı. Zira bile bile Allah’ın ayetlerini inkar ediyorlardı. Alay edip durdukları şey, kendilerini kuşatıverdi.

“Andolsun biz onlara, beden gücü, uzun ömür ve mal çokluğu konularında, size vermediğimiz imkanlar vermiştik.” Müberrid (fima)’daki (ma)’nın (ellezi) manasında ve görevinde bulunan bir ism-i

Page 144: Beğavi Tefsiri-7

mevsul (bağlaç-isim) olduğunu, (in) edatının da olumsuzluk bildiren (ma)’nın görevinde bulunduğunu; dolayısıyla mananın, “Onları, size vermediğimiz imkanlara kavuşturmuştuk.” şeklinde olduğunu söylemiştir. Ayetin devamı: “Ve biz onlara, kulaklar, gözler ve kalpler vermiştik. Ancak, ne kulakları, ne gözleri ve ne de kalpleri kendilerine hiç bir fayda sağlamamıştı. Zira onlar bile bile Allah’ın ayetlerini inkar ediyorlardı. Bu yüzden de, alay edip durdukları (azap) kendilerini kuşatıvermişti.”

27- Andolsun biz, çevrenizdeki memleketleri de yok ettik. Belki doğru yola dönerler diye ayetleri tekrar tekrar açıkladık.

Ey Mekke halkı, biz sizin çevrenizde, Semud’un Hicr denilen memleketi, Sodom ve benzeri pek çok memleketi helak ettik. Ayetleri, delil ve açık burhanlarla açıklamıştık. Belki inkardan vazgeçerler diye böyle yapmıştık. Ancak onlar küfürlerinden dönmediler, biz de onları helak ettik. Cenab-ı Hak, bu şekilde Mekke müşriklerini korkutuyor.

28- Allah’tan başka kendilerine yakınlık sağlamak için ilah edindikleri şeyler, kendilerine yardım etselerdi ya! Hayır, onları bırakıp gittiler. Bu onların yalanı ve uydurup durdukları şeydir.

Allah’ı bırakıp, kendilerini Allah’a yaklaştıracaklarını düşünerek ilahlar edindikleri o putlar, onlara yardım etmeli değiller miydi? Kurban “kendisiyle Allah (c.c.)’a yaklaşılan her şey” demektir. Çoğulu “Karabin”dir. Tıpkı, “Ruhhan” kelimesinin çoğulunun “Rahabin” (ruhbanlar) olması gibi.Hayır, ilah edindikleri o putlar kendilerinden uzaklaştı. Azap geldiğinde, o ilahlar onlara fayda sağlamamıştır. Bu yorum, Mukatil’indir. İşte bu, yani “Bu ilahlar bizi Allah’a yakınlaştırıyor, bize şefaat ediyor” şeklindeki sözleri, onların yalanları ve “Bunlar ilahlardır.” şeklindeki iftiralarıdır.

29- Hani cinlerden bir gurubu, Kur’an’ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik. Kur’an’ı dinlemeye hazır olunca (birbirlerine): “Susun” demişler, Kur’an’ın okuması bitince uyarıcılar olarak kavimlerine dönmüşlerdi.

“Hani biz cinlerden bir grubu, Kur’an’ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik.” Müfessirler şöyle anlatmışlardır: Ebu Talip ölünce, Hz. Peygamber (s.a.v.), kavmine karşı Sakif Kabilesi’nden yardım ve kuvvet talep etmek için, tek başına Taif’e gitmişti. Muhammed bin İshak’ın, Zeyd bin Ziyad’dan, onun da Muhammed bin Ka’b el-Karzi’den yaptıkları rivayete göre, Allah Rasulü Taif’e ulaşınca, Sakif Kabilesi’nin efendileri ve önde gelenleri olan, Abdiyaleyl, Mes’ud ve Habib’den oluşan ve Amr bin Umeyr’in oğulları olan üç kardeşten müteşekkil grubun yanına varır. Onlardan birisinin hanımı, Kureyş Kabilesi’nden , Cemh oğullarındandı. Yanlarına oturdu, onları İslam’a davet etti. Onlara geliş maksadının, İslam için kendisine yardım etmeleri ve kendisiyle beraber, kavmi içinden ona karşı çıkanlara karşı kıyam etmelerini istemek olduğunu onlara anlattı. Onlardan, topuğunun kıllarını yolmakla meşgul durumda olan biri: “Allah seni peygamber olarak göndermiş olamaz” dedi. Bir diğeri: “Allah peygamber yapmak için, senden başka adam bulamadı mı?” dedi. Üçüncüsü ise: “Ben asla seninle konuşmam: Eğer sen söylediğini gibi Allah tarafından gönderilmiş bir elçi isen, o zaman sen, benim sana bir sözle karşılık vermemden daha tehlikelisin. Yok şayet, Allah’a yalan uyduruyor isen, o zaman da seninle konuşmam bana yaraşmaz.” Bunun üzerine Allah Rasulü (s.a.v.), Sakif Kabilesi’nden, yani onların yardımından ümidi keserek, yanlarından kalktı. Ve onlara şöyle dedi: “Madem ki yapacağınızı yaptınız, bari benim için bu durumu gizli tutun” (ifşa etmeyin) Rasulullah , hadisenin, Mekke müşriklerine ulaşmasından ve onları kendisine karşı cesaretlendirip, kışkırtmasından çekinmişti. Ancak onlar böyle yapmadılar. Aksine, ayak takımı çapulcularını ve kölelerini, Peygamberimiz (s.a.v.)’e karşı kışkırttılar. Onlar da ona sövmeye ve bağırıp çağırmaya başladılar. Nihayet insanlar başına üşüştüler. Allah Rasulü’nü, Rabia adında bir kadının oğulları olan Utbe ve fieybe adında iki kişiye ait olan bir duvara sıkıştırdılar. O ikisi de orada idiler. Sonra, Sakif’in o çapulcuları ve Peygamber (a.s.)’i takip eden diğerleri, onu kovalamaktan vaz geçip, geri döndüler. Ondan sonra Allah Rasulü, bir üzüm asmalığının gölgesine yönelip, oraya oturdu. Rabia’nın iki oğlu da, oa bakıyor, onun başına Sakif’in beyinsiz çapulcularından neler geldiğini görüyorlardı.Allah Rasulu (s.a.v) Cemh oğulları Kabilesine mensup, bir kadınlakarşılaştı ve ona şöyle dedi: “Nedir bu senin hısımlarından benim başıma gelenler?!” H.z Peygamber,sakinleştiğinde şu niyazda bulundu: “Allah’ım kuvvetimin za’fını, çaremin azlığını ve insanlar nazarımdakigüçsüzlük ve hakirliğimi sana arz ediyorum. Sen merhametlilerin en merhametlisisin. Sen güçsüzlerin Rabbisin. Benim de Rabbimsin. Beni kime bırakıyorsun. Asık yüzle karşılanacağım uzak bir yere mi yoksa işimi havale ettiğin bir düşmana mı? Sen bana kızmamışsan hiç bir şeye aldırmam.

Page 145: Beğavi Tefsiri-7

İhsan ettiğin afiyet, benim için en bol servettir. Gazabına uğramaktan ve kızgınlığını hak etmekten, sayesinde karanlıkların aydınlandığı, dünya ve ahiret işlerinin düzeldiği Zatının nuruna sığınırım. Hoş karşılayıp, razı olmak Ancak sana mahsustur. Güç ve kuvvet ancak senin elindedir.” Rabia’nın iki oğlu, Allah Rasulü’nün karşılaştığı durumu görünce, ona karşı merhametleri coştu. Hemen, Addas adındaki Hıristiyan uşaklarını çağırdılar. Ona!“fiu üzümlerden bir salkım al, şu tabağın içine koy ve şuradaki adama götür ve ona üzümü yemesini söyle.” dediler. Addas üzüm salkımını kopardı, sonra götürüp, Rasulullah’ın önüne koydu. Rasulullah elini üzüme uzatırken “Allah’ın adıyla” diyerek besmele çekti. Daha sonra üzümü yedi. Bunu gören Addas, H.z Peygamberin yüzüne baktıve sonra:“Allah’a yemin ederim ki, bu söz, bu belde halkının söylediği bir sözdür.” dedi. Allah Rasulu Addas’a, hanği memleketten olduğunu ve dinini sordu. Addas ona, kendisinin bir Hıristiyan ve Ninova halkından olduğunu söyledi. Bunun üzerine Hz Peygamber:“Demek o salih insan, Yunus bin Metta’nın memleketindensin, öyle mi?” buyurdu. Addas:“Yunus bin Metta’yısen nereden biliyorsun?” deyince, Allah Rasulu:“O benim kardeşimdir ve o bir peygamberdi. Ben de bir peygamberim.” buyurdu. Addas bunu duyunca, Peygamberimiz (s,a,v)’in üzerine kapandı. O’nun başını, ellerini ve ayaklarını öptü.Bunun üzerine Rabia’nın oğullarından biri diğerine“Kölene baksana, (o adam) onu sana karşı ifsad etti.”diyordu. Addas yanlarına gelince ona:“Sana yazıklar olsun Addas. Ne diye bu adamın başını, el ve ayağını öptün?” dediler. Addas ise onlara:“Ey efendilerim, yer yüzünde bu adamdan daha hayırlı bir kimse yok. Bana öyle bir şey söyledi ki, onu ancak bir peygamber bilebilir.” dedi. Onlardan biri: “Vah sana Sakın ola seni dininden döndürmesin. Çünkü senin dinin onun dininden daha hayırlı”dedi. Bundan sonra Hz. Peygamber (s.a.v), Sakif Kabilesi’nin yardım ve iyiliğinden iyice ümidini kesince, Mekke’ye gitmek üzere, Taif’ten ayrıldı. Derken bir hurmalığa ulaştı. Gece vakti orda namaz kılmaya koyuldu. Sonra, Nusaybin ahalisinden bir grup cin onun yanına geldi. Onu dinlemeye başladılar. O namazını bitirdiğinde de cinler inanmış ve işittiklerini kabul etmiş bir vaziyette, uyarıcılar olarak, tekrar kavimlerinin yanına döndüler. Allah (c.c.), o cinlerin haberini Hz. Peygamber’e, “Hani biz cinlerden bir grubu sana yöneltmiştik.” ayetiyle anlatıyor. Bize , Abdü’l-Vahid el-Melihi, Ahmed bin Abdillah en-Naimi’den, o, Muhammed bin Yusuf’tan, o, Muhammed bin İsmail’den, o, Müessid’den, o, Ebu Avane’den, Ebu Avane, Ebu Bişr’den, o, Said bin Cübeyr’den, o da İbn-i Abbas’tan haber verdiler.İbn-i Abbas (r.a.) şöyle rivayet etmiştir. “Hz Peygamber (s.a.v.), sahabilerinden bir grupla beraber, Suk-u Ukaz denilen yere gitmek üzere ayrıldılar. fieytanlarla, gökyüzünün haberleri arasına engel girdi. Onların üzerlerine alevli yıldızlar gönderildi.Bunun üzerine şeytanlar kavimlerinin yanına döndüler. Kendilerine: “Size ne oldu? diye sordular. Onlar da! “⁄öğün haberiyle aramıza engel girdive üzerimize parlak alevli yıldızlar gönderildi.” dediler. Kavimleri onlara; “⁄öğün haberiyle sizin aranıza giren, ancak yeni ortaya çıkmış bir durum; yeryüzünün doğularına ve batılarına (dört bir tarafına) gidin ve gök haberleri ile sizin aranıza giren o engelin ne olduğunu araştırın.” dediler. Suk-u Ukaz denilen bölgeye gitmek üzere Tihame yönüne doğru yola çıkan grup, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e rastladılar. O bir hurmalıkta, arkadaşlarıyla beraber sabah namazını kılıyordu. Kur’an-ı duyunca, onu dinlemeye koyuldular. Ve dediler ki “Allah’a yemin olsun ki -ğöğün haberiyle bizim aramıza giren engel, işte budur.” Sonra da oradan kavimlerinin yanına döndüler.Ve: “Ey kavmimiz, Biz garip bir kur’an dinledik. O doğruyu gösteriyor. Biz de ona inandık. Asla Rabbimize hiç bir ortak koşmayacağız.” dediler. Bunun üzerine Allah (c.c)’de ki, bana bir grup cinnin dinlediği vahyedildi.” ayetini indirdi. O’na cinlerin sözleri vahyedilmişti. Rivayet odur ki; ilk seferde giden bu Nusaybin yöresinin önde gelenlerinin oluşturduğu cin taifesi, parlak yıldızlar saçılarak geri kovuldukları zaman, İblis askerlerini, haberin doğuruluğunu öğrenmeleri için, Tihame denilen yere yolladı. Ebu Hamza Yemani demiştir ki, Onlar, fiisban havalisi cinleridir ve cinlerin en kalabalık sayıya sahip olanlarıdır. Onlar İblis’in askerlerinin çoğunluğunu oluşturmaktadır. Döndükleri zaman: “Biz acayip bir Kur’an dinledik” dediler. Bir grup da şöyle demiştir: “Allah Rasulü (s.a.v.) cinleri uyarmak ve onları İslam’a davet etmekle ve onlara Kur’an okumakla emrolunmuştu. Böylece kendisine, Ninova’lı cinlerden bir grup gönderildi. Allah Rasulü sahabileri topladı ve onlara dedi ki: Ben bu gece cinlere Kur’an okumakla emrolundum. Benimle hanginiz gelmek ister?” İnsanlar başlarını öne eğip sustular. Sonra Hz. Peygamber (s.a.v.) ikinci kez tekrar sordu. Yine sustular. Peygamber (a.s.) üçüncü kez sordu. İnsanlar yine aynı şekilde başlarını önlerine eğip sustular.

Page 146: Beğavi Tefsiri-7

Sonra kendisiyle Abdullah bin Mes’ud gitti. Abdullah, kendisinden başka kimsenin Hz. Peygamberle gitmediğini söylemiştir. Ve olayı şöyle anlatmıştır: “Mekke’ye vardığımızda, Allah Rasulü, Hacun vadisi denilen bir yere girdi. Bana ise, bir çizgi çizerek orada durmamı emretti. Kendisi dönünceyedek oradan çıkmamamı söyledi. Sonra gitti, daha sonra Kur’an açıldı. O esnada ben kerkenez kuşu gibi şeylerin indiğini görmeye başladım. Bir takım karışık yüksek sesler de duyuyordum. Nihayet Rasulullah hakkında korkmaya başladım. Kendisiyle benim arama, onu çevreleyen pek çok siyah bilerdi. Artık sesini duyamıyordum. Sonra, bulutların parçalanması gibi dağılıp gitmeye başladılar. Daha sonra Rasulullah sabah namazıyla işini bitirip yanıma gelerek bana: “Uyudun mu?” diye sordu. Dedim ki: “Hayır vallahi Ya Rasulallah. Defalarca, insanlardan yardım istemeye yeltendim. Sonra da, senin onlara asanla vurduğunu ve “Oturun” dediğiniişttim.” Sonra Rasulullah: “Eğer sen çıksaydın, onların başlarının seni yakalamalarından emin olamazdım.” Ardından da: “Bir şey gördün mü?” dedi. Ben de: “Evet Ey Allah’ın elçisi, beyaz elbiselerinin eteğini tutmakta olan siyah adamlar gördüm.” dedim. Buyurdu ki, “Onlar Nusaybin bölgesinin cinleriydiler. Bana yiyecek ve azıklarını soruyorlardı.” Onlara gıda olarak, bozulmuş kemik, tezek ve davar pisliğini salık verdim. Sahabiler, “Ya Rasulallah, insanlar onlardan tiksinirler” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.), kemik ve tezeklerle istinca etmeyi yasakladı. İbn-i Mes’ud diyor ki: “Ben Allah Rasulü’ne, “Ya Rasulallah, bu onlara ne fayda verir ki (onların ne işlerine yarar ki), dedim. O şöyle buyurdu: “Onlar, yendiği gün buldukları her kemikte mutlaka et, yandığı gün rastlanan her tezekte de, muhakkak tane bulurlar.” İbn-i Mes’ud: “Ya Rasulallah şiddetli gürültüler duydum.” dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.), buyurdu ki: “Cinler öldürülen bir mevta hakkında tartışıyorlardı. Benden Hakemlik istediler. Ben de aralarında adaletle hüküm verdim.” Sonra Allah Rasulü göründü ve yanıma geldi. Bana, “Yanında şu var mı?” dedi. Ben, “Ey Allah’ın Rasulü, yanımda, içinde bir miktar hurma içeceği bulunan bir kap var.” dedim. Onu istedi. Ben onun eline döktüm ve abdest aldı. Ve şöyle dedi: “Temiz bir hurma ve pak bir su!” Katade der ki: “İbn-i Mes’ud Kufe’ye vardığı zaman, bir grup karışık renkli yaşlı insan gördüğü ve onları görünce de kendilerini korkuttuğu bana bahsedildi.” Sonra İbn-i Mes’ud onlara:“Ortaya çıkıp görülün” dedi. Kendisine: “Bunlar bir grup insandır.” dendi. İbn-i Mes’ud ise: “Bunlar, Hz. Peygambere (s.a.v.) gönderilen cin topluluğuna ne kadar da benziyorlar!” dedi. Bize İsmail bin Abdi’l-kahir, Abdü’l-gaffar bin Muhammed’den, o, Muhammed bin İsa el-Celudi’den, o, İbrahim bin Muhammed bin Süfyan’dan, o, Müslim bin Haccac’dan, o, Muhammed bin Müsenna’dan, o, Abdü’l-Ala’dan, o, Ebu Hind’in oğlu olan Davud’dan, o da haber verdi: Amir şöyle anlatmıştır: Alkame’ye, “İbn-i Mes’ud, Hz. Peygamber’e, o cinlerle beraber olduğu gece şahid oldu mu?” diye sordum. Alkame, dedi ki: “Ben İbn-i Mes’ud’a, “Sizden hiçbiriniz, cinlerle beraber olduğu gece Hz. Peygamber’i gördü mü?” diye sordum. O: “Hayır, fakat, biz o gece Allah Rasulü ile beraberdik. Birara onu gözden kaybettik. Sonra vadilerde ve yollarda kendisini aradık. Bizler: “Allah Rasulü ya kaçırıldı, ya da suikastle öldürüldü” diye düşündük. Bu sayede, bir toplumun geçireceği en kötü geceyi geçirdik. Sabaha çıktığımızda, bir de gördük ki, Allah Rasulü , Hira tarafından geliyor. Kendisine: “Ya Rasulallah, biz seni kaybettik. Sanra aradık, fakat bulamadık ve bir toplumun geçirebileceği en kötü geceyi geçirdik.” dedik. Buyurdu ki: “Cinlerin davetçisi beni çağırdı. Ben de onunla gittim. Ve onlara Kur’an okudum.” Sonra da Allah Rasulü bizi alıp götürdü. Orada, cinlerin izlerini ve ateşlerinin kalıntılarını bize gösterdi. Ayrıca İbn-i Mes’ud, cinlerin, Allah Rasulü (s.a.v.)’e azıklarının ne olduğunu sorduklarını, Allah Rasulü (s.a.v)’in de onlara “Üzerine Allah’ın ismi zikredilmiş olan bütün kemikler sizin gıdadır. Onlarda yeteri kadar et bulunur. Yine hayvanların yem artıkları da size yiyecektir.” dediğini söylemiştir. Allah Rasulü yanındaki sahabilere: “O ikisiyle -kemik ve tezekle- istinca etmeyin, çünkü onlar kardeşlerinizin yiyecekleridir.” buyurmuştur. Bu hadisi Müslim, Ali bin Hacer’den, o, İsmail bin İbrahim’den, o da Davud’dan bu isnadla, “Ateşlerinin izini bize gösterdi.” ibaresine kadar olan kısmıyla rivayet etmiştir.

Page 147: Beğavi Tefsiri-7

fia’bi şöyle demiştir: “Hz. Peygamber’den gıdalarını sordular. Cezire bölgesi cinlerinden idiler. fia’bi, Abdullah’ın hadisini tafsilatlı bir şekilde sonuna kadar nakletmiştir. Allah (c.c.) buyuruyor: “Biz cinlerden bir grubu, Kur’an’ı dinlemeleri için sana yönelttik.” Alimler, bu cinlerin sayısı hususunda ihtilaf etmişlerdir. İbn-i Abbas; “Onlar, Nusaybin cinlerinden yedi kişi idi ve Allah Rasulü onları kavimlerine elçi yapmıştı demektedir.Diğerleri dokuz tane olduklarını söylemişlerdir. Asım bin Zer bin Habiş, şu ifadeyi kullanmıştır: “Zevba, Kur’an’ı dinlemiş olan dokuz cinden biri idi.” Ayetin devamı: “Cinler Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yanına geldiklerinde, birbirlerine: “Susun.” dediler. Hadiste şöyle rivayet edilmektedir: “Cinler üç sınıftır. Bir grubun kanatları vardır. Onlar sayesinde uçarlar. Bir grup, yılan ve köpek kılığındadır. Bir grup cin de gezip dolaşırlar. Oraya buraya göç ederler. Onlar Peygamberimiz (s.a.v.)’in yanına geldiklerinde birbirlerine: “Susun ve kulak verin ki, onun okuyuşunu dinleyelim. Onu dinlememize, hiç bir şey mani olmasın.” dediler. Sonra, sustular ve Kur’an’ı öyle bir dinlediler ki, hatta neredeyse, aşırı dinleme arzusuyla, birbirlerinin üzerine düşeceklerdi. Hz. Peygamber (s.a.v.) Kur’an okumayı bitirince, cinler kavimlerinin yanına geri dönerek, onları, korkutup, Allah Rasulü’nün emrine uymaya çağırdılar.

30- Ey kavmimiz! dediler, doğrusu biz Musa’dan sonra indirilen, kendisinden öncekini doğrulayan, hakka ve doğru yola ileten bir kitap dinledik.

Kavimlerine şöyle dediler: “Ey halkımız, doğrusu biz, Musa’dan sonra indirilen, kendinden öncekileri doğrulayan, gerçeği ve doğru yolu gösteren bir kitap dinledik. Ata der ki: “Onların dinleri, Yahudilik idi. Bu sebeple de, “Musa’dan sonra indirilen bir kitap dinledik.” dediler.

31- Ey kavmimiz! Allah’ın davetçisine uyun. Ona iman edin ki Allah da sizin günahlarınızı kısmen bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun.

Ve yine dediler ki: “Ey halkımız! Allah’ın davetçisi Muhammed (s.a.v.)’e uyun ki, Allah da sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi can yakıcı azaptan kurtarsın.” İbn-i Abbas (r.a.) der ki: “Bunun üzerine, kavimlerinden yetmiş dolayında cin onların çağrısını kabul ederek, Rasullullah’ın yanına geldiler. Betha denilen yerde, Peygamberimizle karşılaştılar. Hz. Peygamber (s.a.v.), onlara Kur’an’ı okudu. Onlara bir takım emirler ve yasaklar bildirdi. Bu olayda, Peygamberimizin, hem insanlara ve hem de cinlere gönderilmiş olduğuna deliller vardır. Mukatil der ki: “Hz. Peygamber (s.a.v.)’den önce, hiç bir peygamber , hem cinlere hem de insanlara gönderilmemiştir.” Alimler, cinlerin mü’minlerinin durumu hakkında ihtilaf etmişlerdir. Bir grup, onların cehennemden kurtulmaktan başka sevaplarının olmadığını söylemişler ve “Allah sizin günahlarınızı bağışlasın ve yakıcı azaptan kurtarsın.” ayetini, te’vil etmişlerdir. Mesela, Ebu Hanife, bu görüşü benimsemiştir. Süfyan, Leys’in şöyle dediğini anlatır: “Cinlerin sevapları, cehennemden kurtarılmalarıdır.” Sonra onlara “Toprak olun denir.” Bu hayvanların durumunun aynısıdır. Ebu Zinad’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: “İnsanlar arasında hüküm verilince, cinlerin mü’min olanlarına, “Toprağa dönüşün” denir, onlar da hemen toprak oluverirler. O esnada kafir “Keşke toprak olsaydım.” der.Diğer alimler şöyle demişlerdir: “İnsanlarda olduğu gibi, nasıl kötülüklerine karşı ceza varsa, iyiliklerine karşı da sevap vardır.” Malik ve İbn-i Ebi Leyla da bu görüşü benimsemişlerdir. Cerir, Dahhak’tan, cinlerinin cennete gireceklerini ve orada yiyip-içeceklerini rivayet etmiştir. Nakkaş da tefsirinde, cinlerin cennete gireceklerine dair hadis zikretmektedir. Cinlerin, cennet nimetlerine kavuşup kavuşmayacakları soruldu. Allah Rasulü (s.a.v.), Allah’ın onlara kendini tesbih ve zikretmeyi ilham edeceğini, böylece onların, Adem oğullarının kavuştukları nimetlere kavuşacaklarını söyledi. Ertat bin Münzir şöyle söylemiştir: “Damra bin Habib’e “Cinler için sevap var mıdır? diye sordum. “Evet.” dedi ve “Orada, daha önce hiç bir insan ve cinin dokunmamış olduğu eşler vardır.” ayetini okudu ve dedi ki: “İnsanlardan olan eşler insanlar için, cinlerden olan eşler de cinler içindir.” Ömer bin Abdi’l-Aziz şunu söylemiştir: “Mü’min olan cinler, cennetin etrafında, Ribad ve Rihab denen yerlerde bulunurlar, cennetin içinde yer almazlar.

32- Allah’ın davetçisine uymayan kimse yeryüzünde Allah’ı aciz bırakacak değildir. Kendisi için Allah’tan başka dostlar da bulunmaz. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içinde dirler.

Page 148: Beğavi Tefsiri-7

“Kim Allah’ın davetçisine uymazsa, bilsin ki, yeryüzünde Allah’ı aciz bırakamaz ve onun gözünden kaçamaz. Ve onların, Allah’tan başka kendilerini O’nun gazablarından kurtaracak dostlar da bulunmaz. Onlar, açık bir sapıklık içindedirler.

33- Gökleri ve yeri yaratan bunları yaratmakla yorulmayan Allah’ın, ölüleri diriltmeye de gücünün yeteceğini düşünmezler mi? Evet, O, herşeye kadirdir.

“Onlar, gökleri ve yeri yaratmış olan ve onları varetmiş olmak sebebiyle yorulmamış olan Allah’ın, ölüleri diriltmeye de kadir olduğunu görmüyorlar mı? Halbu ki O, herşeye kadirdir. Kıraatçilerin geneli (bigadirin) kelimesini bu şekilde okumuşlardır. Fakat, “Be” harfinin, işlevi hakkında farklı görüşler benimsemişlerdir. Ebu Ubeyde ile Ahfeş, “be” harfinin, zaid olup , pekiştirme görevinde bulunduğunu söylemişlerdir. Nitekim (tenbitün bi’r-rehni) “ifadesinde, (be) harfi aynı görevdedir. Kisai, ile Ferra, Araplar’ın, soru ile beraber inkar söz konusu olduğundan (be) harfini kullandıklarını mesela (ma ezünnüke bi-gaimin) yani, “Senin ayakta olduğunu sanmıyorum.” dediklerini bu kelimeyi (yagdiru) şeklinde, fiil olarak okumuştur. Ebu Ubeyde çoğunluğun okuyuşunu tercih etmiştir. Çünkü, bu kelime Allah’ın kıraatında (gadirün) şeklinde “be”siz olarak yer almaktadır.

34- İnkar edenlere, ateşe sunulacakları gün:Nasıl, bu gerçek değil miymiş? denildiğinde: Evet , Rabbimize andolsun ki gerçekmiş, derler. Allah: “Öyleyse inkar etmenizden ötürü azabı tadın!” der.

Ateşe sunuldukları gün kafirlere “Bu gerçek değilmidir?” denir. Onlar “evet, kesinlikle, ve Rabbimiz de gerçek” derler. Bunun üzerine kendilerine: “İnkar etmiş olmanız sebebiyle tadın bu azabı” denir.35- O halde (Rasulüm), peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret. Onlar hakkında acele etme, onlar vadedildikleri azabı gördükleri gün sanki dünyada sadece gündüzün bir saati kadar kaldıklarını sanırlar. Bu, bir tebliğdir. Yoldan çıkmış topluluklardan başkası helak edilir mi hiç!

Ey Muhammed (s.a.v.) Kararlılık sahibi Peygamberlerin sabrettikleri gibi,sen de sabret. İbn-iAbbas: “azim sahibi” tarifini kullanmıştır. Dahhak ise: “ciddiyet ve sabır ehli olanpeygamberler” denmiştir. Ve müfessirler, Ulu’l-Azm, peygamberlerin hangileri olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. İbn-i Zeyd şöyle demiştir: “kastedilen,bütün peygamberlerdir. Onların hepsi de, azim ve sabır sahibi idiler. Allah (c.c) hiç bir peygamber göndermemiştir ki, mutlaka o sabırlı ve azimli görüş sahibi, ve olgun akıl sahibi olmasın.(min) harficeri kısım bildirmek için değil, cins bildirmek için konmuştur.Bazıları: Bütün peygamberler sabır ve metanet sahibidir. Ancak Yunus bin Metta, kendisinden sadır olan bir acelecilik sebebiyle bunun dışındadır. Baksana h.z Muhammed (s.a.v.)’e “Balık sahibi (Yunus peygamber) gibi olma.”buyuruluyor.” demişlerdir. Bir grup müfessirin yaklaşımı ise şöyledir.” Ulu’l Azm olan peygamberler, Enam süresinde zikredilen, peygamberlerin efendileri olan peygamberlerdir. Onlar onsekiz tane olup , isimleri zikredildikten sonra, haklarında Hz. peygamber (s.a.v.)’e hitaben: “Onlar, Allah’ın doğru yola ilettiği kişilerdir. Onların yoluna uy.” buyurulmaktadır. Kelbi der ki: “Cihadla, emrolunan ve dinin düşmanlarıyla mücadelede galip gelen “peygamberlerdir.” Bazıları da onların, Hz. Nuh, Hud, Salih, Lut, fiuayb ve Musa aleyhimüsselam’dan ibaret olan altı peygamber olduğunu söyler. Zira onlar, A’raf ve fiuara surelerinde, ardarda beraberce zikredilmektedirler. Mukatil ise şöyle demiştir: “Onlar altı peygamberdir. Biri, kavminin eziyetine sabretmiş olan Nuh (a.s.), biri kuyuya ve hapisaneye sabretmiş olan Yusuf (a.s.), bir diğeri, ateşe sabreden H.z İbrahim (a.s.) biri kurban edilmeye sabreden İshak (a.s.), biri, oğlunun ve gözlerinin kaybolmasına sabreden Yakup (a.s.), biri de, amansız hastalığa sabretmiş olan Eyüp (a.s.) dır. İbn-i Abbas ile Katade ise , Ulu’l-Azm olan peygamberlerin, Nuh, İbrahim, Musa ve İsa (a.s.) ile, Hz. Muhammed (s.a.v.)’den ibaret şeriat sahibi olan beş peygamber olduğunu söylerler. Ben de dedim ki: “Allah (c.c.) onları, hususen “Biz peygamberlerden, senden, Nuh’dan, İbrahim’den, Musa’dan ve Meryem oğlu İsa’dan sağlam söz almıştık.” kelamında zikretmektedir. Ayrıca “size dinden, Nuh’a tavsiye ettiğini şeriat olarak verdi.” ayetinde de o peygamberden bahsedilmektedir. Bize Ebu Tahir, Mutahhir bin Ali bin Ubeydullah el-Farisi, Ebu Zerr Muhammed bin İbrahim, Sebt Salihani’den, o, Ebu Muhammed Abdullah bin Muhammed bin Ebi Hatem’den, o, Muhammed bin Haccac’dan, o, Sırrı bin Hayyan’dan, o, İbad bin İbat’tan, Mecalid bin Said’den, o, fia’bi’den, fia’bi ise Mesruk’tan, Hz. Aişe (r.a.)’ın şöyle buyurduğunu haber verdiler. “Rasulullah (s.a.v.), bana “Ey Aişe, dünya Muhammed’e ve onun ailesine yakışmaz. Ey Aişe, Allah (c.c.) Ulu’l-Azm olan, kişiden ancak dünyanın zorluklarına, gayretlerine sabretmesinden razı olur. Sen ancak, Allah’ın onları mükellef kıldığı şeylerle, beni de mükellef kılmasından razı olursun. Sonra Allah Rasulü, “Ulu’l-Azm peygamberlerin sabrettikleri gibi sabret.” ayetini okudu ve yemin ederim ki mutlaka benim Allah’a itaat etmem gerekir. Ve yine Allah’a yemin ederim ki, onlar gibi sabredeceğim

Page 149: Beğavi Tefsiri-7

ve tıpkı onlar gibi gayret göstereceğim. Ve Allah’dan başkasının gücü yoktur.” dedi. Ayetin devamı: “Onlara azabın acele gelmesini isteme. Çünkü onlara azabın geleceği konusunda şüphe yoktur. Sanki, Hz. Peygamber (s.a.v.), kafirlerden rahatsızlık duyuyor ve yüz çevirenlere azabın gelmesini istiyordu. Bu sebeple sabretmekle aceleyi bırakmakla emredildi. Sonra da Allah (c.c.), azabın yakın olduğunu bildirdi. Ve şöyle buyurdu: “Ahirette, kendilerine va’dedilen azabı gördükleri gün, onlar, dünyada sadece gündüzün bir müddeti kadar kaldıklarını sanırlar.” Yani, onlar azabı gördüklerinde, dünyada ve berzahta kaldıkları sürenin uzunluğu, kendilerine gündüzün belli bir vakti kadar gelir.Çünkü geçmiş süre, uzun da olsa, hiç olmamış gibidir. Sonra Allah (c.c.) şöyle buyurdu: “Bu Kur’an, ve onun içindeki açıklamalar, Allah’tan size bir bildiridir. Belağ kelimesinin manası, bildirmektir. Azab geldiğinde , Allah’ın emrinden çıkanlardan başkası mı o azab ile helak edilir? Zeccac der ki: Ayetin te’vili şöyledir: “Allah’ın rahmeti ve lütfu sayesinde, Allah’ın emrinden çıkmış olan kavimden başkası helak olmaktan kurtulur.” Bu sebeple bir grup alim demiştir ki: “Allah’ın rahmetini isteme hususunda, bundan daha kuvvetli bir ayet yoktur.”

MUHAMMED SURESI

Medine’de nazil olmuştur ve otuz sekiz ayettir.

Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla...

1- İnkar edenlerin ve Allah yolundan alıkoyanların işlerini Allah boşa çıkarmıştır.

İnkar edip, Allah’ın yolundan alıkoyanlar varya, Allah onların işlerini boşa çıkarmış, iptal etmiş ve o amellerini kabul etmemiştir. Allah’ın kasdettiği, onların muhtaçlara yedirme ve yakınları görüp gözetme gibi amelleridir. Dahhak, “Allah onların, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e kurdukları tuzak ve hilelerini boşa çıkardı ve hilelerini başlarına çevirdi.” diye yorumlamaktadır.

2- İman edip yararlı işler yapanların, Rableri tarafından hak olarak Muhammed’e indirilene inananların günahlarını Allah örtmüş ve hallerini düzeltmiştir.

İnanıp yararlı işler yapanların, ve Muhammed’e indirilenin Rabb’lerinden indirilmiş bir hakikat olduğuna inananların kötülüklerini Allah örter, ve onların durumlarını düzeltir. Süfyan-ı Sevri, Allah’a ve Hz. Muhammed’e inananlar hiçbir hususda Hz. Muhammed’e ihtilaf etmezler.” demiştir. İbn-i Abbas der ki: “İnkar edip, alıkoyanlar, Mekke müşrikleridir. İman edip, iyi işler yapanlar da, Medine’li Ensar’dır.” İbn-i Abbas (r.a.) der ki: “Allah (c.c.) onları hayatları boyunca korumuştur. Yani; bu islah olanların davranışlarına döner ki; böylece isyan etmezler.

3- Bunun sebebi, inkar edenlerin batıla uymaları, inananların da Rablerinden gelen hakka uymuş olmalarıdır. İşte böylece Allah, insanlara kendilerinden misalleri anlatır.

İşte bu inkar edenlerin, batıl olan şeytana, inananların da, Rablerinden gelen gerçeğe, yani Kur’an’a uymuş olmaları sebebiyledir. Böylece Allah(c.c.) insanlara kendi misalleri anlatır. Zeccac der ki: Allah (c.c.) böylece müminlerin iyiliklerinin ve kafirlerin de amellerinin saptırmalarının misallerini açıklamaktadır.

4- (Savaşta) inkar edenlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun. Nihayet onlara iyice vurup sindirince bağı sıkıca bağlayın (esir alın) Savaş sona erince de artık ya karşılıksız veya fidye karşılığı

Page 150: Beğavi Tefsiri-7

salıverin. Durum şu ki: Allah dileseydi onlardan intikam alırdı. Fakat sizi birbirinizle denemek ister. Allah yolunda öldürülenlere gelince, Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmaz.

Savaş esnasında inkarcılarla karşılaştığınız zaman, hemen onların boyunlarını vurun. (fedarbe) kelimesi, iğra -teşvik- olduğu için, Fetha ile harekelenmiştir.Nihayet savaşta onların ganimetlerini alıp da kendilerine galip geldiğiniz zaman, bağı sıkıca bağlayın. Yani esirleri sıkı takip edin ki, sizden kaçmasınlar. Esir, savaş sona erince olur. Nitekim bir başka ayette Cenab-ı Hak: “Yeryüzünde, ağır basıp düşmanı yere serinceye kadar, hiçbir peygambere kendisinin esirleri olması yakışmaz.” buyurmaktadır. Artık onları esir aldıktan sonra, ister onları karşılıksız olarak salıversinler, kendilerine lütufda bulunsunlar, isterlerse fidye karşılığında salıversinler. Alimler, bu ayetin hükmü hakkında ihtilaf etmişlerdir. Bir grup alim, bu ayetin hükmünün, “Eğer onlarla savaşta karşılaşırsan, onlar vasıtasıyla, arkalarındakileri de dağıt”ayeti ile ve “Bulduğunuz yerde müşrikleri öldürün.” ifadesi ile hükmünün ortadan kaldırıldığı. Katade, Dahhak, Süddi ve İbn-i Cureyc bu görüşü benimsemişlerdir. Bu görüşün asıl sahipleri Evzai ile Rey Ehlidir. fiöye demişlerdir: Esir düşen kafirler hakkında, kendilerine ikram etme ya da fidye ile salı verme caiz değildir. Diğer alimler ise, ayetin muhkem olduğunu, devlet reisinin, esir düşen yetişkin erkek kafirlere öldürmek, zincirlemek, bedelsiz olarak salı vermek veya fidye karşılığında serbest bırakmak ya da üstüne esirlerle değişmek konusunda muhayyer oluduğunu söylemişlerdir. Bu görüşü benimseyenler, İbn-i Ömer, Hasan Basri, Ata ve sahabilerle alimlerin çoğunluğudur. Bu görüş de Sevri, fiafii, Ahmed bin Hanbel ve İshak’a aittir. İbn-i Abbas şöyle demiştir: “ Müslümanların sayısı çoğalıp, yönetimleri güçlenince Allah (c.c.) esirler hakkında “artık, ister karşılıksız salıverin, ister fidye karşılığında” ayetini indirdi. Bu sağlam ve tercihe şayan olan görüştür. Çünkü, Rasulullah (s.a.v.) ve kendisinden sonraki halifeler bu görüşle amel etmşlerdir. Bize Abdü’l-Vahid bin Ahmed el-Melihi, Ahmed bin Abdullah en-Naimi’den, o, Muhammed bin Yusuf’tan, o, Muhammed bin İsmail’den, o, Abdullah bin Yusuf’tan, o, Leys’den, Leys, Said bin Ebi Said’den, haber verdi. Said, Ebu Hureyre’nin şöyle söylediğini işitmiştir: Allah Rasulü (s.a.v.) Neca cihetine doğru bir ordu göndermişti. Yemame halkının efendisi olan, Sümame bin Usal adında, Hanife oğullarından bir adamı getirdi. Onu, mescidin duvarlarından birine bağlamışlardı. Rasulullah, onun yanına varıp kendisine;“Neyin var, ey Sümame” dedi Sümame ise: “Ey Muhammed, yanımda hayır var eğer öldüreceksen bir kan sahibini öldürmüş olursun. Yok eğer, lutfedersen bir şükrediciye, lütfetmiş olursun. Eğer para istiyorsan, iste sana dilediğin kadar verilsin.” dedi. Allah Rasulü bunun üzerine, onun yanından ayrıldı. Nihayet ertesi gün oldu. Hz. Peygamber (a.s.) ona tekrar: “Yanında ne var, ey Sümame?” diye sordu. Sümame de bunun üzerine, “Yanımda sana söylediğim şey var. Eğer lütfedersen, bir şükrediciye lütfetmiş olursun.” dedi. Bunun üzerine Allah Rasulü tekrar onun yanından ayrıldı. Bir sonraki gün Hz. Peygamber (s.a.v.) ona tekrar; aynı şekilde:“Yanında ne var, ey Sümame?” dedi. O da: “Sana söylediğim şey var.” diye karşılık verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber,“Sümame’yi salıverin.” dedi. Sümame, mescidin yakınında bir hurmalığa kadar gitti. Gusul abdesti aldı. Sonra mescide gitti. Daha sonra da: “fiehadet ederim ki, Allah’tan başka ibadete layık ilah yoktur. Ve yine şehadet ederim ki, Muhammed O’nun kulu ve elçisidir.” diyerek şehadet getirdi. Sonra da şöyle dedi. “Ey Muhammed, Allah’a yemin ederim ki, benim için, yeryüzünde senin yüzünden, daha sevimsiz bir yüz yoktu. fiimdi ise, senin çehren, bana bütün çehrelerden daha sevimli oldu. Yine Allah’a yemin ederim ki, benim için senin dininden daha sevimsiz bir din yok idi, ancak şimdi senin dinin benim için bütün dinlerin en sevimlisi oldu. Allah’a yemin ederim ki, benim için senin memleketin en sevimsiz memleket idi, fakat şimdi, benim için bütün memleketlerin en sevimlisi oldu. Askerlerin beni yakaladılar. Halbuki ben Umre yapmak istiyorum. Ne buyurursun? Hz. Peygamber (s.a.v.) onu müjdeledi, tebrik etti. Ve ona Umre yapmasını emretti. Mekke’ye geldiğinde, birisi ona, “Dinden mi döndün?” dedi. O: “Hayır. Fakat, Allah Rasulü (s.a.v.) ile beraber Müslüman oldum. Allah’a yemin olsun ki, Allah’a Rasulü müsaade edene kadar size Yemame’den, bir buğday tanesi bile gelmeyecek.”dedi. Bize, Abdü’l-Vehhab bin Muhammed el-Hatip, Abdü’l-Aziz bin Ahmed el-Hilal’den, o, Ebu’l-Abbas el-Esham’dan, o, Rebi’den, Rebi, fiafi’den, o, Abdü’l-Vehhab bin Abdü’l-Mecid es-Sakifi’den, o, Eyyüb’den, o, Ebu Kıbbe’den, o, Ebu Mihlep’den o da, İmran bin Husayn’dan haber verdiler: İmran şöyle anlatmıştır: “Hz. Peygamber’in sahabileri, Akil oğullarından bir adamı, esir almışlardı. Sonra onu bağladılar. Sakiflilerden, Hz. Peygamber’in sahabilerinden iki kişiyi esir almışlardı. Rasulullah (s.a.v.) sahabilerin esir aldığı adamı, Sakifliler’in esir almış oldukları, iki sahabi karşılığında serbest bıraktı.

Page 151: Beğavi Tefsiri-7

Allah (c.c.): “Savaş yüklerini bırakıncaya kadar. Yani, ağırlıklarını ve taşıdıklarını bırakıncaya kadar.” sözüne gelince, bu ifadenin manası, savaşanların barış yapmaları ve harpden vaz geçmeleridir. “Vizir” kelimesinin manası “İnsanın taşıdığı şey” demektir. Silahlar, taşındığı, için böyle adlandırılmıştır. Bazı alimler, ayette geçen, “Harp” kelimesinin, “savaşanlar” manasında olduğunu söylemişlerdir. Buna benzer, şekilde, “şurup” kelimesi, “içen” manasında, “binek” kelimesi de “binici” kelimesi yerine kullanılır. “Yükler” kelimesinin “Günahlar” manasına geldiği de söylenmiştir. Ayette, Tevbe etmek suretiyle ve Allah ve Rasulü’ne inanmak suretiyle kafirlerin günahlarını bırakmaları, manası vardır” denmiştir. Kimileri de şöyle demiştir: “Harp ve savaşınız Müslüman olmaları sayesinde müşriklerin yüklerini kötü amellerini bırakıncaya kadar.” Ayetin manası şöyledir: “Savaşmak ve esir almak suretiyle müşriklere sert davranın ki,bütün din sahipleri İslam’a girsinler. Din de tamamıyla Allah’a ait olsun. Artık ondan sonra, cihad ve savaş olmasın. Bu, Meryem oğlu İsa (a.s.)’ın yeryüzüne ineceği zamandır.” Rasulullah’dan gelen hadisde şöyle geçmektedir: “Cihad, Allah (c.c.), beni göndermesinden itibaren, ümmetimin sonunun, Deccal ile savaşmasına kadar

devam edecektir.”1

(1) Bu hadisi, İmam Ebu Davud, Sünen adlı eserinin, cihad bölümünde 33.cü sahifede rivayet etmiştir. Kelbi; “Müslüman oluncaya, ya da barış yapıncaya kadar” demiştir. Ferra ise; “Müslüman olmayan veya barış yapmayan hiç kimse kalmayıncaya kadar” ifadesini kullanmıştır. İşte kafirlerin hükmü zikredip anlattığım gibidir. Allah dileseydi, onlardan öc alır, ve onları helak ederdi. Ve Allah savaş olmaksızın onlara karşı size yeterdi. Ancak o, sizi birbirinizle denemek suretiyle, öldürülen mü’minlere sevap, kafirlere de azap vermek maksadıyla size, savaşmayı emretmiştir.” Allah, kendi yolunda öldürülenlerin amelleriniboşa çıkarmayacaktır. Basralı kıraatçılarla, Hafs, fiili “edilgen çatı” ile, “Allah yolunda öldürülen şehitler manasında” okumuşlardır. Diğer kıraat alimleri ise, Etgen çatı ile ve işteş kip ile “Allah yolunda savaşan mücahidler” manasında okumuşlardır. Katade der ki: “Bize, bu ayetin Uhud gününde nazil olduğu söylendi. O esnada Müslümanlar için de pekçok yaralı ve ölü vardı.

5- Allah onları muradlarına erdirecek, gönüllerini şadedecek.

Allah onları dünya hayatlarında, en doğru işlere erdirecek, ahirette ise, derecelere, kavuşturacaktır. Durumlarını da düzeltecektir. Yani, mücadelelerinden hoşnut olacak ve amellerini kabul edecektir.

6- Ve onları kendilerine tanıttığı cennete sokacaktır. Ve Allah onları cennete koyar, ve onlara cennetteki yerlerini tanıtıp açıklar ki, yerlerini doğru olarak bulsunlar ve hata yapmasınlar. Bu sayede, yaratıldıklarından beri, oranın sakini gibidirler. Mü’min doğruca kendi mertebesine gider, aynı şekilde dünyadaki eşi, hizmetçileri, ve ailesi de onun yerine giderler. Bu, tefsircilerin çoğunluğunun görüşüdür. Ata, İbn-i Abbas’dan şu görüşü rivayet etmiştir: “Allah onlar için cennetteki mekanlarını temizleyip hazırlar. Güzel koku, ve temiz yiyeceklerle donatır.

7- Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a (dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.

Ey iman edenler, Allah’ın dinine ve peygamberine yardım ederseniz o da, düşmanlarınıza karşı size yardım eder, ve savaş esnasında ayaklarınızı sağlam tutar.

8- İnkar edenlere gelince, onların hakkı yıkımdır. Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır.

“İnkar edenlere gelince, onlara bir yıkım vardır.” İbn-i Abbas, “Onlara bir kovma ve uzaklaştırma vardır.” demiştir. Ebu’l-Aliye ise, “Onlar için bir düşüş vardır.” yorumunu yapmıştır. Dahhak, “Onlar için, bir hüsran vardır.” demiştir. İbn-i Zeyd “Onlar için bir bedbahtlık, yani talihsizlik vardır.” der. Ferra “Yıkım” manasına gelen kelimenin “Dua” yoluyla mensup olduğunu söylemiştir. Bazı alimler de “Dünyada zorluk, ahirette ise, cehenneme düşme vardır.” demişlerdir. Düşen kişiye, ayağa kalkması istenmediği zaman, “Tasen” (yıkıl) denir. Ayağa kalkması istendiği zaman ise bunun zıddı söylenir. Ayetin devamı: “Allah onların amellerini boşa çıkarır. Çünkü, onların amelleri, şeytana ibadet şeklindedir.”9- Bunun sebebi, Allah’ın indirdiğini beğenmemeleridir. Allah da onların amellerini boşa çıkarmıştır.

“Bu bedbahtlık ve saptırma onların, Allah (c.c.) indirdiğinu, kerih gömelerindendir. Bu yüzden Allah, onların işlerini boşa çıkarmıştır. Sonra da kafirleri korkutmaktadır.

10- Yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonlarının nasıl olduğunu görmezler mi? Allah onları yere batırmıştır. Kafirlere de onların benzeri vardır.

Page 152: Beğavi Tefsiri-7

Onlar yeryüzünde gezip de, kendilerinden öncekilerin sonlarının nasıl olduğunu görmediler mi? Allah onları helak etmiştir. Bu kafirler için de, onun benzeri vardır. Yani, inanmamış olan Mekke müşriklerini, Allah (c.c.) tehdit etmektedir.

11- Bu, Allah’ın, inananların yardımcısı olmasından dolayıdır. Kafirlere gelince, onların yardımcıları yoktur.

Bu zikrettiğim durum, Allah’ın, inananların dostu ve yardımcısı olmasından; Kafirlerin ise, hiçbir yardımcılarının olmamasından dolayıdır. Sonra, Allah (c.c.) iki grubun varacakları yeri hatırlatarak, şöyle buyuruyor:

12- Muhakkak ki Allah, inanıp iyi işler yapanları, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar; inkar edenler ise (dünyadan) faydalanırlar, hayvanların yediği gibi yerler. Onların yeri ateştir.13- Senin şehrinden -ki ora (halkı) seni çıkardı- daha kuvvetli nice şehirleri yok ettik; onlara bir yardım eden de olmadı. fiüphe yok ki, Allah (c.c.) iman edip, işler yapanları zemininden, ırmaklar akan cennetlere koyar. Kafirler ise, dünyada bir miktar geçinirler, ve hayvanların yediği gibi yerler. Cehennem onların, mekanıdır. Onların, karınlarından ve cinsel organlarından başka hiçbir meziyetleri yoktur. Ve onlar yarınları hakkında eğlence ve yanılgı içindedirler. Denir ki: Dünyada mü’min ihtiyaç giderir; münafık süslenir, kafir de zevk ve sefa sürer. “Seni çıkaran Mekke şehri halkından daha kuvvetli, nice şehirleri biz helak ettik de, onların hiçbir yardımcıları olmadı.”İbn-i Abbas , “Mekke Halkından daha çetin nice erleri helak ettik” şeklinde tefsir etmiştir. “Biz onları helak ettik.” ifadesindeki çoğul zamirin müzekker, yani eril bir zamir olması, buna işaret etmektedir. Çünkü, “şehirler, karşılığında “müzekker” çoğul zamir değil “müennes” yani, dişil tekil zamir kullanılır. İbn-i Abbas der ki: Rasulullah (s.a.v.) Mekke’den, mağaraya çıkarılınca, Mekke’ye yönelip şöyle dedi: “Sen, Allah nezdinde, Allah’ın beldelerinin, en sevimlisisin. ve benim içinde Allah’ın beldelerinin en sevimlisisin. Eğer, müşrikler beni çıkarmamış olsalardı, ben asla senden çıkmazdım.” Bunun üzerine Allah (c.c.) bu ayeti indirdi.

14- Rabbinden apaçık bir delil üzerinde bulunan kimse, kötü iş kendisine güzel görünen ve heveslerine uyan kimse gibi olur mu?

Rabb’inden açık bir delil üzerinde bulunan kimseler, yani, Allah’ın dinine yakinen inanan, Hz. Muhammed ve mü’minler, kendisine kötü davranışı süslü gösterilen, ve bu yüzden de nefsinin arzularına ve heveslerine uyan, yani putlara tapınan kimse gibi olur mu? Onlar, Ebu Cehil ile diğer müşriklerdir.15- Muttakilere vadolunan cennetin durumu şöyledir: İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır. Orada meyvelerin her çeşidi onlarındır. Rablerinden de bağışlama vardır. Hiç bu, ateşte ebedi kalan ve bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su içirilen kimselerin durumu gibi olur mu?

Sakınanlara söz verilen cennetin özelliği şöyledir: Onun içinde bozulmayan sudan nehirler vardır. Yine, tadı değişmemiş süt nehirleri, içenlere lezzet veren, şarap ırmakları ve süzme bal ırmakları vardır. İbn-i Kesir, (Asin) kelimesinin, Elif harfini uzatmaksızın, (esinin) şeklinde diğer kıraat alimleri ise medli olarak okumuşlardır. Bunlar, eş anlamlı iki kelimedir. (Ecine) kelimesi gibi, “değişmek, bozulmak” manasına gelmektedir. “İçenlere lezzet veren şarap” ifadesi, “El ve ayağın kirletmediği şarap” manasındadır. Bize İsmail bin Abdi’l-Kahir, Abdü’l-⁄afir bin Muhammed’den, o, Muhammed bin İsa el-Celudi’den, o, İbrahim bin Muhammed bin Süfyan’dan, o, Müslim bin Haccac’dan, o, Ebu Bekir bin Ebi fieybe’den, o, Ebu Üsame’den, o, Abdullah bin Ömer’den, o, Habib bin Abdu’r-Rahman’dan, Habib, Hafs bin Asım’dan, o da Ebu Hüreyre’den rivayet ettiler. Ebu Hüreyre, Hz. Peygamber (s.a.v.)’den şunları rivayet etmiştir:

“Seyhan, Ceyhan, Nil ve Fırat nehirlerinin hepsi cennet nehirlerindendir.” 1

(1) Bu hadisi, Hafız Suyuti, “Cami’u’s-Sağir” adlı eserinde, zikretmiş ve onu İmam Müslim’in Sahih’inin birinci cildinin, yirmi sekizinci sahifesine dayandırmıştır. Ka’b el-Ahbar ise şöyle demiştir: “Dicle, cennet halkının su nehri, Fırat süt nehri, Nil şarap nehri, Seyhan ise, bal nehridir. Bu dört nehir, Kevser Irmağı’ndan çıkmaktadır.”

Page 153: Beğavi Tefsiri-7

Onlar için orada, ayrıca, her türlü meyveden meyve ve bağışlanma vardır. Böyle olan kimseler, cehennemde devamlı kalan, kendilerine kaynar su içirilen ve kaynar su barsaklarını parçalayan kimse gibi olur mu? Yani, nimetlerle dolu cennetlerde bulunan mes’ud kişiyle, yaratıldığından beri yanmakta olan cehennem ateşi içinde kalacak olan kimse asla aynı olmaz. O cehennem ki, kendisine yakıştırılanların yüzlerini haşlar. Başlarının derisi sıyrılır, düşer. O sudan içtikleri zaman, onların bütün barsaklarını ve diğer iç organlarını parçalar da, onlar içenlerin makatlarından dışarı çıkar. Em’a, insanın karnında bulunan, barsak ve diğer sindirim organlarının hepsine verilen addır.

16- Onların arasında seni dinleyenler vardır. Fakat senin yanından çıkınca kendilerine bilgi verilmiş olanlara “Az önce ne verilmişti?” diye sorarlar. Bunlar, Allah’ın kalplerini mühürlediği, heva ve heveslerine uyan kimselerdir.

O kafirlerin içinde, senin söylediklerini işiten fakat, basit görüp görmemezlikten gelerek o sözleri anlayıp yorumlamayan kimseler de vardır. Onlar senin yanından çıktıkları zaman, kendilerine ilim verilmiş olan sahabilere: “Az önce Muhammed (s.a.v.) ne söyledi?” derler. (Anifen) kelimesi, “başlamak” kökünden gelmektedir. Mesela, (İ’tenftülemre) ifadesi, “İşe başladı” manasına gelmektedir. Yine (enfü’ş-şey’i) demek, “bir şeyin başlangıcı, evveli” manasındadır. Mukatil şunları söylemiştir: Allah Rasul’ü, münafıklara hitap ediyor ve onları ayıplıyordu. Onlar mescitten çıkınca, alay ederek, Abdullah bin Mes’ud’a “Rasulullah ne dedi?” diye sordular. İbn-i Abbas (r.a.) demiştir ki: “Hakkında soru sorulan bize de soruldu.” Ayetin devamı: “Böyleleri, kalplerine Allah’ın mühür vurmuş olduğu kimselerdir. Onlar inanmamışlardır. Ve onlar, küfür ve nifak konusunda, hevalarına uymuşlardır.”

17- Doğru yolu bulanlara gelince, Allah onların hidayetlerini arttırır ve sakınmalarını sağlar.

Doğru yola girmiş olan mü’minlere gelince, Allah Rasulü’nun söyledikleri onların hidayetini artırmış ve onlara takvalarını vermiştir. Kendilerine Allah’ın emretmiş olduğu şeylere muvaffak kılınmaları, işte takvanın ta kendisidir. Said bin Cübeyr: “Allah (c.c.) onlara, takvalarının sevabını verdi.” demiştir.

18- Onlar, kıyamet gününün ansızın gelip çatmasını mı bekliyorlar? fiüphesiz onun alametleri belirmiştir. Kendilerine gelip çatınca ibret almaları neye yarar?

“Onlar ancak, kıyamet saatinin ansızın kendilerine gelmisini bekliyorlar.” Bize Ebu’l-Hasan Ahmed bin Muhammed bin Musa bin Salt’tan, o, Ebu İshak Haşimi’den, o, Hüseyin’den, o, Hasan Basri’den, o, İbn-i Mübarek’ten, o, Ma’mer bin Raşid’den, o, Makberi’den, Makberi de, Ebu Hüreyre’den Hz. Peygamber’in şöyle söylediğini rivayet ettiler: “Sizden biri, dünyadan ancak, ya azdırıcı zenginlik, ya unutturucu bir fakirlik, ya ifsad eden bir hastalık, ya hareket kabiliyetini yok eden bir ihtiyarlık, ya hastalanmış bir ölüm, ya da Deccal’in zuhurunu bekler. Deccal ise, beklenmekte olan görünmez şerdir. Ya da sizden biri, kıyamet anını beklemektedir. Oysa kıyamet saati, daha feci ve daha acıdır.” Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: “Hal-i hazırda, kıyametin belirti ve alametleri gelmiştir.” (Eşrat) kelimesinin tekili (şartün) kelimesidir.Hz. Peygamber (s.a.v.), kıyametin belirtilerinden biridir. Bize, Abdü’l-Vahid Melihi, Ahmed bin Abdullah en-Naimi’den, o, Muhammed bin Yusuf’dan, o, Muhammed bin İsmail’den, o, Ahmed bin Mikdam’dan, o, Fadıl bin Süleyman’dan, o, Ebu Hazim’den, o da, Sehl bin Sad’dan haber verdi. Sehl demiştir ki: “Hz. Peygamber (s.a.v.)’i orta parmağı ile işaret parmağını, işaret ederek “Kıyamet saatiyle ben bu iki parmağım gibi yakın olarak gönderildim.” derken gördüm.Bize Abdü’l-Vahid Melihi, Ahmed bin Abdullah en-Naimi’den, o, Muhammed bin Yusuf’dan, o, Muhammed bin İsmail’den, o, Hafz bin Ömer Havzi’den, o, Hişam’dan, Hişam, Katade’den, Katade ise, Enes’den haber verdi. Enes şöyle demiştir: Size benden, başka kimsenin, Allah Rasulü (s.a.v.)’den nakletmediği bir hadisi rivayet edeceğim. Allah Rasulü’nü şöyle derken işittim: “İlmin kaldırılması, cahilliğin ve zinanın çoğalması, şarap içmenin çoğalması; Erkeklerin azalıp kadınların artması kıyamet alametlerindendir. Öyle olur ki, elli kadına bir erkek düşer.” Bize, yine, Abdü’l-Vahid Melihi, Ahmed bin Abdullah en-Naimi’den, o, Muhammed bin Yusuf’dan, o, Muhammed bin İsmail’den, o, Muhammed bin Sinan’dan, o, Füleyh’den, o, Hilal bin Ali’den, Hilal, Ata bin Yesar’dan, Ata’dan, Ebu Hüreyre (r.a.)’dan şöyle haber verdi: Allah Rasulü (s.a.v.) bir meclisde bulunan toplulukla konuşurken, bir Bedevi gelir, ve: “Kıyamet ne zaman?” diye sorar. Hz. Peygamber adamın sualini işittiğini fakat, onun sorusundan hoşlanmadığını bazıları da sözlerini tamamlayıncaya kadar, onu işitmediğini söylemişlerdir. Sonra Allah Rasulü:

Page 154: Beğavi Tefsiri-7

“Nerde o kıyameti soran?” der. “Buradayım Ey Allah’ın elçisi” diye cevap verir,Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.):“Emanet zayi edildiği zaman bekle” buyurdu. Bunun üzerine Bedevi: “Onun, zail edilmesi nasıldır?” diye sorar. Hz. Peygamber: “İşler, ehil olmayanlara verildiği zaman, kıyamet saatini bekle” karşılığını verir. Allah (c.c.) buyuruyor: “Kendilerine kıyamet saati geldiği zaman, onlar için düşünme, öğüt alma ve tevbe etme nereden mümkün olacak!” şu ayette bunun benzeridir: “O gün insan öğüt alır, ancak öğüt alması ona ne fayda verecek?!”

19- Bil ki Allah’tan başka ibadete layık ilah yoktur. (habibim) hem kendinin hem de mümin erkeklerin ve mümin kadınların günahlarının bağışlanmasını dile! Allah, gezip dolaştığınız yeri de duracağınız yeri de bilir.

Bilmiş ol ki, Allah’tan başka hiç bir ilah yoktur. Denmiştir ki; Hitap Hz. Peygamber’e yöneliktir, fakat, kastedilen başkalarıdır. Yine denir ki: Bu ifadenin manası “Allah’tan başka ilah olmadığı inancında kararlı ol.” demektir. Hüseyin bin Fadl’ın yorumu şöyledir: “Bilgine bilgi kat.” Ebu’l-Aliye ile İbn-i Uyeyne derler ki: “Bu ifade, kendinden öncesi ile irtibatlıdır. Manası da: “Bil ki, onlara kıyamet saati gelince, Allah’tan başka sığınacak ve kaçacak yer yoktur.” şeklindedir. Manayı şöyle açıklayanlar da olmuştur: “Bil ki, Allah’tan başka ilah yoktur. Ve kıyametin kopması esnasında, bütün mülkler iptal edilir. O anda, Allah’tan başka hiç kimsenin, ne malı ve ne de hükmü geçmez.” Allah (c.c.) yine buyuruyor ki: “Günahın için bağışlanma iste.” Günahları bağışlanmış olmasına rağmen, Allah Rasulü, istiğfarla emrolunuyor. Bunun sebebi, tevbe ve istiğfarın, onun ümmetine sünnet ve gelenek olmasının sağlanmasıdır. Abdü’l-Vahid Melihi, Ahmed bin Abdullah en-Naimi’den, o, Ebu Mensur Sem’ani’den, o, Ebu Cafer Reyyani’den, o, Hamid bin Zeyd’den, o, Ebu Bürde’den, o da Ağar el-Müzni’den haber verdi.Rivayete göre Allah Rasulü, şöyle buyurmuştur: “Kalbimi şehvet benzeri duyguların bürüdüğü oluyor. Bu sebeple, ben, günde yüz kere bağışlanma diliyorum.” Alah (c.c.) buyuruyor: “Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar için de bağışlanma dile.” Bu Allah Teala’nın bu ümmete bir ikramıdır. Zira onların peygamberlerine, günahları için, af dilemesini emretmiştir. Ve o peygamber, ümmeti hakkında, dilediği kabul olan şefaatçidir. Allah (c.c.), gezip dolaşacağınız ve varacağınız yeri bilir. İbn-i Abbas ve Dahhak şöyle yorumlamışlardır: Allah (c.c.): Dünyada işleriniz hakkında gezip dolaşmanızı, yaptığınız tasarrufları ve yayılmanızı da bilir. Ahirette, cennet ve cehennem olarak yerleşeceğiniz, yerinizi de bilir. Mukatil ve İbn-i Cüreyc, şöyle yorumlamışlardır: “Allah, gündüzün çalışmalarınız için, ayrılıp gitmenizi, geceleyin de, yatağınıza varmanızı bilir.” İkrime’nin yorumu ise şöyledir: “Allah, babalarınızın sulplerinden, analarınızın rahimlerine intikal etmenizi ve yeryüzünde, yerleşmenizi bilir.” İbn-i Keysan ise, şöyle demiştir: “Allah (c.c.) yerin dışından- içine intikalinizi ve kabirdeki yerleşmenizi bilir. Kısaca mana, şöyledir: Allah (c.c.), bütün hal ve hareketlerinizi bilmektedir. Onlardan hiçbirisi, O’na gizli kalmaz.”

20- İman etmiş olanlar, Keşke cihad hakkında bir sure indirilmiş olsaydı! derler. Ama hükmü açık bir sure indirilip de onda savaştan söz edilince, kalplerinde hastalık olanların, ölüm baygınlığı geçiren kimsenin bakışı gibi sana baktıklarını görürsün. Onlara yakışan da budur. “İman edenler, cihada karşı olan isteklerinden dolayı “Bize cihadı emreden bir sure inmeli değil miydi?” diyorlar. Ancak açık hükümlü bir sure indirilip de içinde savaş zikredilince, kalplerinde hastalık bulunan münafıkların, sana: Cihada karşı şiddetli hoşnutsuzluklarından ve düşmanla karşılaşmakdan korkmalarından dolayı, ölüm korkusuyla baygın düşmüş olan kimsenin, gözlerini dikerek cansız ve kaçak bakışlarla bakması gibi, baktıklarını görürsün. Onlara uygun olan da odur. Bu bir korkutma ve tehdittir. Onların tehdit hususundaki sözlerinin manası sana daha uygundur. Yani, senin dostun ve yakının hoşlanmadığın şeydir demektir.

21- (Onların vazifesi) itaat ve güzel sözdür. İş ciddiye bindiği zaman Allah’a sadakat gösterselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı olurdu.

“Sonra Allah (c.c.) şöyle buyurdu: Oysa, onlara düşen itaat etmek ve güzel söz söylemektir.” Bu ifade haberi mahfuz bir mübtedadır. Takdiri şöyledir. İtaat etmek ve güzel söz söylemek daha iyidir. Yani, onlar itaat etselerdi ve güzel söz söyleselerdi daha iyi ve daha güzel olurdu. Bazıları şöyle demiştir. Mana: “Bu münafıklar, açık hükümlü sure inmezden önce itaat derler. Yani, işimiz, itaat etmektir. Veya,bizden itaat sadır olur derler. “Taat” kelimesi, hikaye gereği merfudur. Ve yine bize düşen, güzel ve hoş sözdür derler. Denir ki: Bu ifade önceki ayetle bağlantılıdır. (Evla lehum) kelimesindeki, “Lam” harfi (Be) manasındadır. Ve manası da: “Allah’a ve Rasulü’ne itaat etmek, Allah’ın iradesine uyarak

Page 155: Beğavi Tefsiri-7

güzel söz söylemek, onlar için daha uygundur. Yani, eğer itaat etselerdi, itaat etmek ve Allah’ın kulluğunu kabul etmek onlara daha iyi yakışırdı. Bu, Ata’nın rivayetinde yer alan İbn-i Abbas’ın sözünün manasıdır. Sonra iş ciddiye binip, savaş gerekli olunca imanlarını ve itaatlerini ortaya koyma hususunda Allah’a sadık olsalardı kendileri için daha iyi olurdu.” Denmiştir ki: (iza) şartının cevabı mahzufdur. Takdiri şöyledir: İş ciddileşince geri çekildiler ve va’d ettikleri şeyde yalancı çıktılar. Ancak, eğer Allah’a karşı doğru sözlü olsalardı kendileri için daha iyi olurdu.

22- Geri dönerseniz, yeryüzünde bozgunculuk yapmaya ve akrabalık bağlarını kesmeye dönmüş olmaz mısınız?

Belki de siz, Kur’an’dan yüz çevirip onun, hükümlerinden ayrılırsanız, cahiliye döneminde olduğunuz gibi olur, günah işleyerek taşkınlık yaparak ve kan dökerek yer yüzünde bozgunculuk yaparsınız.Ve siz, Allah sizi İslam ile biraraya getirdikten sonra, ayrılığa dönersiniz. Akrabalık bağlarını koparırsınız. Yakup (tekadde’u) kelimesini fethalı, şeddesiz “Te” ile okumuştur. Diğer kıraat alimleri ise, şeddeli olarak çoğul kipinde okumuşlardır. Çünkü, “Erham” (Akrabalık bağları) kelimesi çoğuldur. Katade şöyle demiştir: Nasıl, kavmi Allah’ın kitabından yüz çevirdiklerinde gördünüz ya haram olan kanı dökmediler mi? Akrabalık bağlarını kesmediler mi? Ve Rahman’a isyan etmediler mi? Bazıları şöyle demiştir: (tevelleytüm) kelimesi “bir işi üzerine alma” manasına gelen (el-vilayetü) kelimesinden türemiştir. Müseyyib bin fierik ile Ferra şöyle mana vermişlerdir. Allah (c.c.) buyuruyor ki: İnsanların işlerini, üzerinize aldığınızda, muhtemeldir ki, zulümle yeryüzünde bozgunculuk yaparsınız. Ayet, Ümeyye oğulları ile Haşim oğulları hakkında inmiştir. Ali bin Ebi Talip (r.a.)’in okuyuşu bu manaya işaret etmektedir. O, (tevelleytüm) kelimesini (tüvelleytüm) şeklinde “Bir işi üzerine almak” manasında okumuştur. Bu okuyuşa göre mana şöyledir: “Eğer idareciler size, bir ödül verse onlarla beraber bozgunculuğa çıkar kendilerine yardım edersiniz.”

23- İşte onlar, kendilerine Allah’ın lanet ettiği, hakikate karşı sağır ve kör yaptığı kimselerdir.24- Onlar, Kur’an’ı mı düşünmüyorlar, yoksa kalplerinin üzerinde kilitler mi var

Ki Kur’an’ın öğütlerini ve hükümlerini anlamıyor. Buradaki (em) kelimesi “Bilakis” manasındadır. Ahmet bin İbrahim, Ebu İshak Salebi’den, o, Akil bin Muhammed’den, Akil, Meafi bin Zekeriyya’dan, o, Muhammed bin Cerir’den, o, Bişir’den, Bişir, Hammad bin Zeyd’den, o, Hişam bin Urve’den, o da babasından şöyle rivayet etmiştir: Rasulullah (s.a.v.) “Onlar, Kur’an’ı düşünmüyorlar mı, yoksa kalplerinin üzerinde kilitler mi var?” ayetini okudu. Bunun üzerine, Yemenli bir genç; “Evet, Allah açıncaya veya kaldırıncaya kadar kalplerinin üzerinde kilitler var” dedi. Bu sebeple o genç hep Hz. Ömer’in aklında kaldı ve onu dost edindi ve ona yardım etti.

25- fiüphesiz ki, kendilerine doğru yol belli olduktan sonra, arkalarına dönenleri, şeytan sürüklemiş ve kendilerine ümit vermiştir.

“Kendilerine, doğru yol belli olduktan sonra, eski küfürlerine geri dönenler varya, şeytan onlara çirkin günahlarını süslü göstermiştir. Ve onları, uzun arzulara sürüklemiştir.” Katade der ki: “Onlar, ehlini tanıdıktan sonra, bile bile Hz. Muhammed’i inkar etmişlerdir. İbn-i Abbas, Dahhak ve Süddi bahsedilenlerin münafıklar olduğunu söylemişlerdir. Basralı Alimler (Emla lehum) kelimesini edilgen çatı ile öznesi, belirsiz olarak okumuşlardır. Mücahid ise, kelimeyi, müzari kipinde, Allah (c.c.) fiili kendisinin yaptığını haber vermesi manasında okumuştur. Bu kıraat Yakup’dan rivayet edilmiştir. Diğer kıraat imamları ise kelimeyi, geçmiş zaman kipinde okumuşlardır. Bu durumda özne “şeytandır”.

26- Bunun sebebi; onların, Allah’ın indirdiğinden hoşlanmayanlara:Bazı hususlarda size itaat edeceğiz demeleridir. Oysa Allah onların gizlediklerini biliyor.

Bu, onların, yani münafıkların, yahut Yahudilerin, Allah’ın indirdiğinden hoşlanmayan müşriklere, Muhammed’e düşmanlık hususunda yardımlaşma ve cihaddan geri kalma hususu gibi bazı durumlarda, biz size itaat edeceğiz demeleri yüzündendir. Onlar bunu gizlice söylüyorlardı. Allah (c.c.) onlardan haber vermiştir. Allah onların gizlediklerini bilir. Ebu Bekir dışındaki Küfeli kıraatçiler kelimeyi, mastar olarak, diğerleri ise “sır” kelimesinin çoğulu olarak okumuşlardır.

27- Fakat melekler yüzlerine ve arkalarına vurarak onların canlarını alırken halleri nasıl olur?28- Bunun sebebi, onların Allah’ı gazablandıran şeylerin ardınca gitmeleri ve O’nu razı edecek şeylerden hoşlanmamalarıdır. Bu yüzden Allah onların işlerini boşa çıkarmıştır.

Page 156: Beğavi Tefsiri-7

Bu dövme, onların, Allah’ı gazaplandıran şeylerin peşine düşmeleri, yani İbn-i Abbas’ın yorumuna göre, Tevrat’ın verdiği bilgileri ört-bas ederek, Hz. Muhammed (s.a.v.)’i inkar etmeleri ve Cenab-ı Hakk’ı hoşnud edecek olan itaat ve imandan hoşlanmamaları yüzündendir. Allah onların amellerini boşa çıkardı.

29- Kalplerinde hastalık olanlar, yoksa Allah’ın, kinlerini ortaya çıkarmayacağını mı sanıyorlar?

Kalplerinde hastalık bulunan münafıklar, mü’minlere karşı besledikleri kini Allah’ın açığa çıkarıp da, iki yüzlülüklerini mü’minlerin öğrenemeyeceğini mi sandılar? (Edğan) Kelimesinin tekili (Dağn) kelimesidir. İbn-i Abbas “Hased” manasını vermiştir.

30- Biz dileseydik onları sana gösterirdik de sen, onları yüzlerinden tanırdın. Andolsun ki sen onları konuşma tarzlarından tanırsın. Allah işlediklerinizi bilir.

Biz isteseydik, onları sana gösterir, bildirir ve tanıtırdık da sen onları işaretlerinden tanırdın. Mücahid’in yorumu şöyledir: “Eğer dileseydik, biz münafıklar üzerinde bir işaret yapardık da, sen onları o işaretle tanırdın.” Enes (r.a.) şöyle demiştir: “Bu ayetin nuzulünden sonra, münafıkların hiç bir şeyi, Hz. Peygamber’e gizli kalmadı. O onları, simalarından tanıyordu.” Ey Muhammed (s.a.v.), sen onları sözlerinin üslubundan da tanırsın. Mana ve maksadından. Lahın, iki çeşittir. Biri doğru, diğeri yanlıştır. Birisi birşeyi daha iyi bilip anladığı zaman, doğru söz manasına gelen Lahn kelimesi ile ifade edilir. Peygamberimiz (s.a.v.)’in, şu hadisinde kelime bu manada kullanılmıştır. “Belki, bazınız, bazınıza delili ile üstün gelir.” “Hata” manasındaki “Lahn” kelimesi, kök manası ile sözü manasının istikametinden koparmak demektir. Ayetin manası şöyledir: Ey Muhammed, sen onları senin ve Müslümanların işlerinizi kusurlu bulup yüz çevirmelerinde ve Müslümanlarla alay etmelerinde tanırsın. Bundan sonra Hz. Peygamber (a.s.), yanında konuşan her münafığı mutlaka konuşmasından tanır. Ve konuşmasının, muhtevasından ve anlamından, onun ahlakının ve akidesinin bozukluğuna hükmederdi. Allah emellerinizi bilir.

31- Andolsun ki içinizden cihad edenlerle sabredenleri belirleyinceye ve haberlerinizi açıklayıncaya kadar sizi imtihan edeceğiz.

And olsun, mutlaka sizi deneyeceğiz. Yani, size cihadı ve savaşı emretmek suretiyle, imtihan muamelesi yapacağız. Bu sayede içinizden, cihad edenlerle, sabredenler, dininde sebat edenler, diğerlerinden ayrılır. Ve sizin haberlerinizi deneyip, savaşdan geri duranların, geri durma sebeplerini ve cihada sabretmeyenlerin, durumlarını ortaya çıkaracağız. Ebu Bekir, Asım’dan (ve leyeblüvenneküm hatta ya’leme) şeklindeki okuyuşu rivayet etmiştir. Bunun sebebi “Allah işleriniz bilir” ifadesinde üçüncü tekil şahıs kipi kullanılmış olmasıdır. Diğer kıraatçiler ise, birinci çoğul şahıs kipinde okumuşlardır. Çünkü, ayetin başında “Biz isteseydik size gösterirdik” ifadesi kullanılmıştır. Yakup, fiili (ve neblu) şeklinde, vav harfinin sakin olarak (velev neşa’ü leerayna küm) kelimesine cevap niteliğinde okumuştur. Diğer kıraat alimleri ise Vav harfini fethalı olarak okumuşlardır. Bu okuyuşta (hatta na’leme) ifadesinin karşılığıdır.

32- İnkar edenler, Allah yolundan alıkoyanlar ve kendilerine doğru yol belli olduktan sonra Peygamber’e karşı gelenler, Allah’a hiçbir zarar veremezler. Allah onların yaptıklarını boşa çıkaracaktır.

İnkar edip, Allah’ın yolundan alıkoyanlar, yani Hz. Peygamber (s.a.v.)’i, Allah’ın dininden çevirmek isteyenler ve kendilerine doğru yol belirdikten sonra Allah’ın elçisine eziyet edenler, Allah’a (c.c.) hiçbir zarar veremezler. Ancak kendilerine zarar verebilirler. Allah (c.c.), onların işlerini boşa çıkaracaktır. Ahirette, o işleri için sevap göremeyeceklerdir.İbn-i Abbas şöyle söylemiştir: “Onlar, Bedir gününde yedirip doyuranlardır.” Bu ayete benzeyen bir diğer ayet de: “İnkar edenler, mallarını, Allah yolundan alıkoymak için harcarlar.” ayetidir.

33- Ey iman edenler, Allah’a itaat edin. Elçiye de itaat edin. Amellerinizi boşa çıkarmayın.

Amellerin boşa çıkarılması, Ata’ya göre, “fiüphe ve nifakla”, Kelbi’ye göre, riya ve gösterişle, Hasan Basri’ye göre isyanlar ve büyük günahlarla” olmaktadır. Ebu’l-Aliye şu yorumda bulunmuştur: “Allah Resuü’nün sahabileri, şirkle beraber iyi amelin fayda etmemesi gibi, ihlas varken de günahın zarar vermediğini düşünüyorlardı. Sonra bu ayet nazil oldu. Bunun üzerine, ameller boşa gittikten sonra,

Page 157: Beğavi Tefsiri-7

büyük günahlardan (kaçındılar) korktular. Mukatil ise şöyle demiştir: “Hz. Peygamber’in aleyhine temennide bulunmayın, aksi halde, amellerinizi boşa çıkarırsınız.”Bu ayet, Esed oğulları kabilesi hakkında inmiştir. Allah izin verirse, o kabileye Hucurat Suresinin tefsirinde değineceğiz.

34- İnkar edip Allah yolundan alıkoyanları ve sonra da kafir olarak ölenleri Allah asla bağışlamaz.

“Hem inkar edip, hem de Allah’ın yoluna engel olduktan sonra, kafirler olarak ölenleri, Cenab-ı Allah asla bağışlamayacaktır.” Bu ayette sözü edilenler, Ashab-ı Kalib (Kuyu Halkı)dır. Tabii ki ayetin hükmü geneldir.35- Üstün durumda iken gevşeyip barışa çağırmayın. Allah sizinle beraberdir. O amellerinizi asla eksiltmeyecektir.

Sakın gevşeyip, zayıflık göstermeyin. Onlardan, kendiniz galip durumda iken andlaşma talebinde bulunmayın. Kelbi bu ibareyi “Onlar zaman zaman sizlere galip gelseler bile, i şin sonunda, iyi sonuç sizindir.” Çünkü, Allah (c.c.), yardım ve nusretiyle, sizin yanınızdadır. O, sizlerin sevaplarınızdan (amellerinizin karşılığından) hiç bir şey eksiltmez. “Vetira” fiili (kelimesi), “eksiltmek” manasındadır. İbn-i Abbas, Katade, Mukatil ve Dahhak şu yorumu yapmışlardır: “Allah (c.c.), salih amelleriniz konusunda, size zulüm etmeyecektir. Bilakis, onların karşılıklarını söze verecektir.

36- Doğrusu dünya hayatı bir oyun ve eğlencedir. Eğer iman eder ve sakınırsanız Allah size mükafaatınızı verir. Ve sizden mallarınızı (tamamen sarfetmenizi) istemez.

Sonra Allah (c.c.), ahireti talep etmeye teşvik ederek şöyle buyuruyor: “Dünya hayatı, ancak boş eğlence ve aldatıcı oyundan ibarettir. Eğer iman eder de, açık hayasızlıklardan sakınırsanız, ahirette Allah amellerinizin karşılıklarını verir. Allah (c.c.), sizden, sevap vermek için mal-mülk istemez. Bilakis karşılığında cenneti vermek için size iman ve itaati emretmektedir. Bunun benzeri “Ben onlardan her hangi bir rızık istemiyorum.” ayetidir.”Muhammed (a.s.), sizden mallarınızı istemiyor.” şeklinde yorumlamıştır. Bunun benzeri de, “De ki, ben sizden yaptıklarıma karşılık bir ücret istemiyorum.” ayetidir. Denmiştir ki: “Allah ve Rasulü, sadakalarda, sizin mallarınızın tamamını istemiyor.” Ancak fazlalık kısımdan, az bir miktar istemektedirler. Onda bir nisbetinde. Siz de o sadakaları vermek suretiyle, temizlenin, gözünüzü aydın edin.

37- Eğer onları (tamamını) isteseydi ve sizi zorlasaydı, cimrilik ederdiniz ve bu da sizin kinlerinizi ortaya çıkarırdı.

İbn-i Uyeyne bu görüşü benimsemiştir Ayetin siyakı bu manaya işaret etmektedir. Eğer o malların hepsini sizden isteseydi ve sizi malların hepsini isteyerek sıkıştırsaydı, (Ehfa) kelimesi, ısrar etmek, demektir. Siz cimrilik eder, o malları vermezdiniz.Yan çizmek ve düşmanlık şeklindeki kinlerinizi Allah (c.c.) ortaya çıkartır. Katade der ki: “Allah (c.c.) mal isteme hususunda kinlerin ortaya çıkarılmasının var olduğunu” bilmektedir.

38- İşte sizler, Allah yolunda harcamaya çağırılıyorsunuz. İçinizden kiminiz cimrilik ediyor. Ama kim cimrilik ederse, ancak kendisine cimrilik etmiş olur. Allah zengindir siz ise fakirsiniz. Eğer O’ndan yüz çevirirseniz, yerinize sizden başka bir toplum getirir, artık onlar sizin gibi de olmazlar.

İşte siz, Allah yolunda harcamaya çağrılıyorsunuz. Yani, Allah’ın size farz kıldığı şeyi elinizden çıkarmağa davet ediliyorsunuz. Kiminiz, kendisine farz kılınan şeyde cimrilik ediyor. Kendine cimrilik etmiş olur. Halbuki Allah zengindir, sizin sadakalarınızdan ve ibadetlerinizden varestedir. Siz ise O’na ve O’nun katında bulunan iyiliklere muhtaçsınız. Eğer yüz çevirirseniz, Allah yerinize bir başka toplumu getirir de, onlar sizin gibi olmazlar. Bilakis sizden daha iyi ve Allah’a karşı sizden daha itaatkar olurlar. Kelbi, onların, Kinde ve Nüha toplumları olduklarını, söylerken, Hasan Basri, “Onlar Acemlerdir.” demiştir. İkrime ise; onların Fars ve Rum toplumları olduklarını söylemiştir. Ebu Bekir Ahmed bin Ebi Nasr el-Küfeti, Ebu Muhammed Abdu’r-Rahman bin Ömer bin Muhammed bin İshak en-Necibi el-Mısri’den (Bu zat,”Bakır’ın oğlu” diye tanınmaktadır) o, Ebu Tayyip Hasan bin Muhammed er-Reyyaş’tan, o, Yunus bin Abdi’l-A’la’dan, o, İbn-i Vehb’den, o, Müslim bin Halid’den, o, Ala bin Abdu’r-Rahman’dan, o, babasından, babası ise Ebu Hüreyre’den, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in “Eğer yüz çevirirseniz, Allah yerinize başka bir toplum getirir, sonra da onlar sizin gibi olmazlar” ayetini okuduğunu; oradakilerin de:

Page 158: Beğavi Tefsiri-7

“Ey Allah’ın Elçisi, yüz çevirdiğimiz takdirde yerimize getirilecek olup, bizler gibi olmayacak olanlar kimlerdir?” dediklerini, bunun üzerine de Allah Rasulü’nünSelman Farisi’nin omuzuna vurarak oradakilere: “İşte bu ve onun kavmidir. Eğer din Süreyya yıldızının yanında olsa, yine de Fars’ın insanları ona ulaşırlar.” buyurduğunu haber vermiştir.

Page 159: Beğavi Tefsiri-7
Page 160: Beğavi Tefsiri-7
Page 161: Beğavi Tefsiri-7
Page 162: Beğavi Tefsiri-7
Page 163: Beğavi Tefsiri-7
Page 164: Beğavi Tefsiri-7
Page 165: Beğavi Tefsiri-7
Page 166: Beğavi Tefsiri-7
Page 167: Beğavi Tefsiri-7
Page 168: Beğavi Tefsiri-7
Page 169: Beğavi Tefsiri-7
Page 170: Beğavi Tefsiri-7
Page 171: Beğavi Tefsiri-7
Page 172: Beğavi Tefsiri-7
Page 173: Beğavi Tefsiri-7

Top Related