doğru bildiğimiz yanlışlar

562
İstanbul, 2014

Upload: buikien

Post on 31-Dec-2016

286 views

Category:

Documents


9 download

TRANSCRIPT

Page 1: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

İstanbul, 2014

Page 2: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Yayın No Süleymaniye Vakfı Yayınları – 9Kitabın Adı Kur’an Işığında Doğru Bildiğimiz YanlışlarYazar Prof. Dr. Abdulaziz BAYINDIREditör Enes DURMAZKapak ve İç Tasarım Flush IdeaBaskı ve Cilt Tuncel Ofset Matbaacılık Yay. San. Tic. Ltd. Şti. Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi B. Blok 369-370 Topkapı / İstanbul Tel: (0212) 501 95 85 • (0212) 565 37 00Beşinci Baskı Mayıs 2014ISBN No 978-605-89387-3-1Yayınevi Adresi Süleymaniye, Hoca Gıyaseddin Mah. Şifahane Sk. No 14 / 34134 Fatih / İstanbulYayınevi Tel 0 (212) 513 00 93 Fax: 0 (212) 511 21 69Web www.suleymaniyevakfi.come-mail [email protected]© Süleymaniye Vakfı Yayınları 2014

Bu eserin tüm hakları Süleymaniye Vakfı Yayınları’na aittir. Yayıncının izni olmaksızın tümüyle veya kısmen yayınlanamaz, kısmen de olsa fotokopi, film vb. tekniklerle çoğaltılamaz ve elektronik ortamlarda yayınlanamaz.

Page 3: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

KUR’AN IŞIĞINDA

DOĞRUBİLDİĞİMİZYANLIŞLAR

- 1 -

Din, Nesh, Faiz, İrade ve Meşiet, Ecel, Tahrif, Evlenme, Boşanma, Şirk, Küfür, İman

Prof. Dr. Abdulaziz BAYINDIR

Page 4: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar
Page 5: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

بســم اهلل الرحمن الرحيمBismillahirrahmanirrahim

İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

ر أولوا اللباب بروا اياته وليتذك كتاب أنزلناه إليك مبارك ليد

“(Kur’ân) bereketli bir kitaptır.

Onu sana indirdik ki, âyetlerini bağlantılarıyla düşünsünler ve

sağlam duruşlu olanlar doğru bilgiye ulaşsınlar.”

(Sâd 38/29)

Page 6: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar
Page 7: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 7 -

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ ......................................................................... 13İKİNCİ BASKIYA ÖNSÖZ .......................................... 16ÜÇÜNCÜ BASKIYA ÖNSÖZ ..................................... 17BEŞİNCİ BASKIYA ÖNSÖZ ........................................ 18A - GİRİŞ ....................................................................... 21B - BUGÜNKÜ HIRİSTİYANLAR .............................. 27C - BUGÜNKÜ MÜSLÜMANLAR ............................. 31D - NEBİLERİ TANRILAŞTIRMA .............................. 391- BESMELE .................................................................. 432- HAMD VE ŞÜKÜR .................................................. 453- HER İNSAN ALLAH’I BİLİR ................................... 474- KUR’ÂN’DA DİNDARLIK ...................................... 55

4.1. Fıtrata Uyanlar.................................................. 604.1.1. Kendilerine Tebliğ Ulaşmamış Olanlar 654.1.2. Kendilerine Tebliğ Ulaşmış Olanlar ..... 66

4.2. Kararsızlar ......................................................... 684.3. Fıtrata Uymayanlar .......................................... 68

4.3.1. Kendilerine Kul Olanlar......................... 704.3.2. Büyüklere Kul Olanlar ........................... 78

5- İNSAN ALLAH’IN HALİFESİ MİDİR? (Halef- Selef Olayı) ................................................... 83

Page 8: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 8 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

6- TESBİH VE TAKDİS ................................................ 897- CENNETE KİMLER GİRER .................................... 918- DİNLER .................................................................... 959- HAC 11-16. ÂYETLERİN AÇIKLANMASI (Şirkle İman Arasında Kararsızlık) .......................... 9910- MÜNAFIK (İki Yüzlü) ......................................... 11911- KÂFİR (Görmezlikten Gelen) .............................. 121

11.1. İyi ve Doğru Şeyleri Görmeme ................... 12111.2. Kötü ve Yanlış Şeyleri Görmeme ............... 124

12- KALBİN MÜHÜRLENMESİ ............................... 12513- İNSANI İNSAN YAPAN ÖZELLİKLER (Kalp - İşitme - Görme) ........................................ 12714- AKLINI KULLANMAYANIN HALİ ................... 13715- İÇİNDE OLANDAN SORUMLU OLMA ........... 16116- CUMARTESİ YASAĞI ........................................ 16317- BAKARA (Kurbanlık Boğa) OLAYI ..................... 16518- UYKU VE ÖLÜM İLİŞKİSİ .................................. 16919- KİTABI TAHRİF ................................................... 17520- YAHÛDİLER İSYAN SÖZÜ MÜ VERDİLER? ... 17921- ŞEY, ŞÂE ( ), MEŞÎET, KADER VE FITRAT .. 183

21.1 Şâe ( ) Fiili ................................................. 18521.2 Şâe ( ) ve İhtâre ( ) Fiilleri ................... 19021.3 Şeyin Oluşumu ............................................ 192

21.3.1 Şey’in Tanımı .................................... 19521.3.2 Şey’in Oluşum Safhaları ................... 196

a. Kaderin Oluşumu ................................ 197b. İrâde ...................................................... 201c. İlhâm .................................................... 203d. Allah’ın onayı ...................................... 206e. Kayda geçirme ...................................... 207f. Şeyin oluşumu ...................................... 208g. Şey’e güç verme -Takdîr ...................... 210h. İnsanın oluşumu .................................. 211

21,4 Meşîet ( ) .............................................. 21521.5 Kader ........................................................... 223

21.5.1 İmtihan .............................................. 229

Page 9: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 9 -

21.5.2 Allah’ın zamandan ve mekândan münez-zeh olduğu iddiası ........................................ 231

21.6 Allah ile Aldatma ........................................ 23521.7 Ayetlerdeki Şâe Fiilleri ................................ 24021.8 FITRAT ....................................................... 243

22- ECELİN KISALMASI ........................................... 24522.1. Yanlış Davranışlar ...................................... 248

22.1.1. Kişinin Kendi Ecelini Kısaltması .... 24822.1.1.1. Tevbenin Kabul Zamanı ......... 25022.1.1.2. Cezanın Gelişi .......................... 25322.1.1.3. Musibetlerin Yazılma Zamanı 254

22.1.2. Toplumların Eceli ............................ 25622.1.3. Başkasının Ömrünü Kısaltmak ....... 257

22.2. Allah Yolunda Kendini Feda Etmek .......... 26023- ŞEFAAT ................................................................ 263

23.1. Mahşerde şefaat yoktur .............................. 26623.1.1. Doğrudan Cennete gidecek olanlar . 26723.1.2. Müşrikler doğrudan Cehenneme gide-ceklerdir ........................................................ 269

23.2. Şefaat-i Uzmâ .............................................. 27823.3. Cennettekilerin Şefaati .............................. 28323.4. Makâm-ı Mahmûd284 ................................ 284

23.4.1. Makâm-ı İbrahim ............................ 28523.4.2. Musa aleyhisselamın Makâmı ........ 28823.4.3. Dünyadaki Makâm-ı Mahmûd ........ 28923.4.4. Ahiretteki Makâmı Mahmûdu ........ 29023.4.5. Livâu’l-hamd .................................... 292

24- SORU CÜMLELERİ ............................................. 29525- CUMA NAMAZI ................................................. 297

25.1. Cuma Kimlere Farzdır ................................ 29725.2. Cuma Ezanı ................................................. 29925.3. Namaza Gelme Âdâbı ................................ 30125.4. Namaz Bitince Yapılacak İşler ................... 30125.5. Cuma Günü ............................................... 30225.6. Cumanın Fazileti ........................................ 30325.7. Cuma İçin Özel Elbise ............................... 30325.8. Cuma İçin Yıkanma ................................... 304

Page 10: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 10 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

25.9. Cuma İçin Güzel Koku Sürünme .............. 30425.10. Cuma Vakti ............................................... 30425.11. Cuma Ezanları .......................................... 30525.12. Hutbe ......................................................... 30625.13. Hutbe Esnasında Namaz Kılınması ......... 307

25.13.1.Hutbe Esnasında Susmak ............... 30825.13.2. Hutbe Duası ................................... 30825.13.3. Hutbe Okunurken İmama Yakın Oturma .................................. 309

25.14. Cuma Günü Duaların Kabul Edildiği Saat ..30925.15. Hanefi Mezhebine Göre Cuma Namazı .. 310

25.15.1. el-Mebsût ........................................ 31425.15.2. el-Bedai’ .......................................... 31425.15.3. el-Hidâye ......................................... 31825.15.4. Fethü’l-Kadîr ................................... 31825.15.5. İbn Abidîn ....................................... 31825.15.6. İmamın Durumu ............................ 319

26- ÂDETLİ KADININ ORUCU VE NAMAZI ........ 32127- ORUÇ FİDYESİ .................................................... 327

27.1. Olumlu Anlam .......................................... 32827.1.1. Zamirin Orucu ( ) Göstermesi . 32827.1.2. Zamirin Kaza Orucunu Göstermesi 330

27.2. Anlamı Olumsuza Çevirenler .................... 33128- ADETLİ KADININ ORUCU İLEİLGİLİ ŞÜPHELER ..................................................... 335

28.1. İlgili Hadisler .............................................. 33728.1.1. Hamne bint-i Cahş hadisi: ............... 33728.1.2. Ebû’l-Yekzân hadisi: ........................ 34028.1.3. ........................................................... 34128.1.4. ........................................................... 345

28.2. İcma İddiası ................................................. 34629- TALAK (ERKEĞİN BOŞAMA HAKKI) ............... 351

29.1. İddet İçinde Boşama .................................... 35329.2. Şahit Bulundurma ...................................... 35529.3. İddeti Sayma Görevi ................................... 35729.4. Kadının Evden Çıkmaması ve Çıkarılmaması .35829.5. Hududullah = Allah’ın Koyduğu Sınırlar .. 358

Page 11: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 11 -

29.6. Eşine Dönme Kararı ................................... 35929.7. Talakın Sayısı ............................................. 36029.8. Üç Talak Konusu ........................................ 363

29.8.1. Nebîmizin Dönemi .......................... 36329.8.2. Sahabe Dönemi ................................ 36429.8.3. Fukaha Dönemi ................................ 365

30- İFTİDÂ (KADININ BOŞANMA HAKKI) ............ 36931- NİKÂHIN DENETLENMESİ .............................. 377

1. Bakirelerle ilgili olarak âyet ............................ 3772. Esir düşmüş kadınların evlendirilmesiyle ilgili âyet .......................................................... 3783. Boşanmış kadınların evlenmesiyle ilgili âyet 3784. Kocası ölmüş kadınlarla ilgili âyet ................. 37931.1. Hanefî Mezhebinin Delilleri ...................... 38231.2. Malikî, Şafiî ve Hanbelîlerin Delilleri ....... 38331.3. Zahiri Mezhebinin Delilleri ....................... 38731.4. Değerlendirme ............................................ 389

32- KADINLARIN ŞAHİTLİĞİ ................................. 39132.1. Zinaya Şahitlik ........................................... 39632.2. Talaka Şahitlik ........................................... 39832.3. Nebîmizin Uygulaması .............................. 398

33- KADININ DÖVÜLMESİ ..................................... 39934- FAİZ ...................................................................... 407

34.1. Faizin Çevresinde Koruma Çemberi ......... 41034.1.1. Altı Malı Kendi Cinsiyle Peşin Değişme........41134.1.2. Altı Malı Kendi Cinsiyle Eşit Değişme ..........41134.1.3. Ödünç Verilebilen Yakın Cinsleri Değişme ..41234.1.4. Farklı Paraları Günlük Fiyattan Değişme ......413

34.2. Mezheplerin Usul Hataları ........................ 41435- RÜŞVET ............................................................... 42136- AVCI TOPLUM ................................................... 42337- CEZA HUKUKU PRENSİPLERİ ......................... 425

37.1. Can Dokunulmazlığına Saldırı .................. 42737.1.1. Diyet ve Keffaret Cezası ..................................42737.1.2. Kısas ve Ebedi Cehennem Cezası ...... 428

37.2. Mal Dokunulmazlığına Saldırı .................. 43037.2.1. Malı Saklandığı Yerden Çalmak ...... 430

Page 12: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 12 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

37.2.2. Saklı Olmayan Malı Çalmak ........... 43137.2.3. Buluntu Malı Sahiplenme ................ 432

37.3. Özel Hayatın Dokunulmazlığına Saldırı ... 43237.4. Ceza Hukukunun Diğer Sahaları ............... 433

37.4.1. Zina Suçu .......................................... 43337.4.2. Gayr-i Müslimlerle İlişkiler ........... 43537.4.3. Dinden Dönme (İrtidad) ................... 43837.4.4. Dine Saldırı ....................................... 441

38- NESİH VE RECM CEZASI .................................. 44538.1. Tevrat’ta Zina Cezası ................................. 45138.2. İncil’de Zina Cezası .................................... 45238.3. Hadislerde Recm Cezası ............................ 45338.4. Recm Cezasının Kaldırılışı ....................... 458

38.4.1. Karısına Zina İftirası ....................... 45938.4.2. Nebî Eşleriyle İlgili Âyet ................ 46038.4.3. Evli Cariyelerin Zinası ..................... 46138.4.4. Recmin Kalktığını Gösteren Hadisler . 461

39- KUR’ÂN’I AÇIKLAMADA USUL ...................... 46339.1. Kur’ân’ın Kur’ân’ı Açıklaması ................... 467

39.1.1. Muhkem ........................................... 47239.1.2. Müteşâbih ......................................... 47239.1.3. Mesânî .............................................. 47739.1.4. Tevîl .................................................. 480

39.1.4.1. Musa ve Hızır Olayının Tevîli 48039.1.4.2. Rüya Tevîli .............................. 48139.1.4.3. Dünyanın Tevîli ....................... 48239.1.4.4. Âyetlerin Tevîli ........................ 484

39.2. Nebimizin Sünneti = Hikmet ................... 48639.3. Kur’ân’ın Önceki Kitapları Tasdiki ........... 48839.4. Arap Dilinden Yararlanma ......................... 49139.5. Kur’ân-Fıtrat İlişkisi ................................... 492

40- İMAM ŞAFİÎ’NİN HİKMET ANLAYIŞI ............. 497DİZİN ......................................................................... 537

Page 13: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 13 -

ÖNSÖZ

بسم اهلل الرحمن الرحيمالحمد هلل رب العالمين و الصالة و السالم على رسولنا محمد و على آله و

صحبه أجمعينDinimizin bir kitabı, bir de Nebîsi vardır. Kitabı

korumayı Allah üstlenmiş.

كر وإنا له لحافظون. لنا الذ إنا نحن نز“O Zikri (Kur’ân’ı) biz indirdik. Ne olursa olsun

onu koruyacak olan da biziz.” (Hicr 15/9) buyurmuştur.

Nebîmiz Kur’ân’a uymak ve onu tebliğ etmekle görevlidir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

وإذا لم تأتهم باية قالوا لول اجتبيتها قل إنما أتبع ما يوحى إلي من ربي“Onlara bir âyet getirmediğin zaman “bir yerden

derleseydin ya?” derler. De ki: “Rabbim tarafından bana ne vahyedilirse ben ona uyarım.” (A’raf 7/203)

Nebî, Kur’ân’a uymak zorunda olduğu için onun Sünnetini, hikmet olarak değerlendirmek gerekir. Bu

Page 14: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 14 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

yol, uydurma veya yanlış rivâyetlerden korunmayı sağlar.

Akaid, fıkıh, kelâm ve sair konularda oluşmuş mez-hepler vardır. Bu mezheplere ait kitaplarda Kur’ân’a ters görüşler bulunur. Bu görüşler genellikle eskilere dayan-dırılır. Bunun böyle olacağını Kur’ân haber vermiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

سول يا رب إن قومي اتخذوا هذا القران مهجورا. وقال الر“O gün Elçi diyecek ki, “Ya Rabbi, benim kavmim

bu Kur’ân’ı kendilerinden uzak tuttular.” (Furkan 25/30)

İbn Abbâs’ın bildirdiğine göre bir gün Nebîmiz şöyle bir konuşma yaptı: “Sizler yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak toplanacaksınız. Tıpkı âyette,

ا فاعلين. ل خلق نعيده وعدا علينا إنا كن كما بدأنا أو“İlkin yaratmaya nasıl başladıysak öylece yeniden

yaratacağız. Bu bizim verdiğimiz sözdür; onu yerine getireceğiz.”(Enbiya 21/104) denildiği gibi. Kıyâmet günü ilk giyindirilecek olan İbrahim’dir. Ashabımdan bir grup sol tarafa alınacak, ben; “Ashabım! Ashabım!” diyeceğim. Allah Teâlâ diyecek ki; “Bunlar, senin ayrıl-mandan sonra sürekli geriye gittiler.” Ben de salih kul İsa’nın dediği gibi diyeceğim:

قيب عليهم ا توفيتني كنت أنت الر وكنت عليهم شهيدا ما دمت فيهم فلمبهم فإنهم عبادك وإن تغفر لهم فإنك أنت وأنت على كل شيء شهيد. إن تعذ

العزيز الحكيم.“... İçlerinde bulunduğum sürece onları görüyor-

dum. Beni vefat ettirince gören yalnız sen oldun. Sen her şeyi görüp gözetirsin. Eğer azab edersen, onlar senin kullarındır. Bağışlarsan şüphesiz sen güçlüsün, doğru-sunu yaparsın.” (Maide 5/117-118) (Buhari, Enbiya 8)

Page 15: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 15 -

Dini menfaatlerine alet edenler, hiçbir zaman eksik olmaz. Bunlar ilim sahibi ve etkili kimselerse büyük zararları olur. Kimin ne niyette olduğu bilinemediğin-den dikkatli olmak, din adına ortaya konmuş görüş ve uygulamalara ihtiyatla yaklaşmak gerekir.

Biz de ihtiyatla yaklaşarak tefsir usûlünü gözden geçirdik ve gördük ki, muhkem, müteşâbih, mesânî ve nesih gibi temel kavramlar, Kur’an’dan uzak bir biçim-de tanımlanmışlar. Bu tespit bizim, Kur’ân’ı açıklama usûlünü, Kur’ân’dan bulup çıkarmamızı sağladı. Kitabın son bölümünü oluşturan bu usûl, birçok şeyi düzeltecek niteliktedir.

Beyaz bir sayfa açmaya çalıştık. Bu sebeple kitap, baştan sona yeniliklerle doludur. Esas yenilik, her ko-nunun Kitap-Hikmet bütünlüğü içinde ele alınmasıdır.

Çalışmalarımızı, Süleymaniye Vakfı’ndaki uzman-larla birlikte yürütmekteyiz. Bunlar arasında Arapçayı, Kur’ân’ı, hikmeti, tarihi, fıkhı, akaidi, ekonomiyi, felsefe vs.yi iyi bilenler vardır. Çalışmalara esnaf, sanayici, işçi-memur ve vasıfsız vatandaşların da katkısı olmuştur. Dünyanın her yerinden Vakfın internet sitelerine akan sorular, insanların sıkıntılarını ve beklentilerini tespit etmemizi sağlamaktadır. Bu sebeple en zor konuları, her insanın anlayacağı şekilde sunmaya çalıştık.

Hedefimiz, kimliğine bakmadan, Kur’ân’ı her in-sana ulaştırmak ve tebliğ etmektir. İnsanların yazdığı kitaplardan öğrenilmekte olan dini, Allah’ın kitabından öğrenmenin büyük bir zihniyet değişikliğine sebep ola-cağına inanıyoruz.

Gayret bizden, başarı Allah’tandır.

Prof. Dr. Abdulaziz BAYINDIR

İstanbul - 16.03.2006

Page 16: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 16 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

İKİNCİ BASKIYA ÖNSÖZİyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla

“Kur’ân Işığında Doğru Bildiğimiz Yanlışlar” kitabının ilk baskısı 2006 yılının Mayıs ayı sonlarında tamamlandı ve kısa sürede bitti. Bunu lütfeden Allah’a hamdü sena ve onun son Elçisine selam olsun.

Birinci baskıdaki bazı hatalar düzeltildi. Kur’ân’da Meşîet ve İrâde, Talak ve Şefaat konuları yeniden ya-zıldı. Bu kitapta yazılanların, özellikle meşiet ve irade konusunun iyice tartışılması için Allah’ın yardımını niyaz ederim. Çünkü bu ve benzeri konular geleceğimiz için önemlidir. Kitabın sonunda yer alan “Kur’ân’ı Açıklamada Usul” başlıklı yazının da tartışılmasına büyük ihtiyaç vardır.

Süleymaniye Vakfı’nda çok sayıda ilim adamı, tam mesai ile çalışmakta, Müslümanları ilgilendiren her ko-nuda araştırmalar yapmaktadır. Yapılan her bir araştır-ma, ikindi toplantılarında tartışılarak olgunlaştırılmak-ta, tatminkâr sonuca ulaşılınca internette yayınlanmak-tadır. Bu kitapta yer alan konular bu araştırmalardan bir kaçıdır. İnternet ortamında tartışılmasından sonra diğer çalışmaları da yayımlamayı arzu etmekteyiz.

Gayret bizden başarı Allah’tandır.

Prof. Dr. Abdulaziz BAYINDIR

İstanbul - Haziran 2007

Page 17: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 17 -

ÜÇÜNCÜ BASKIYA ÖNSÖZİyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla…

Yaptığı her şeyi güzel yapan yalnız Allah Teâlâ’dır. Biz de onun Kitabına uyduğumuz ve sağlam duruş sergilediğimiz ölçüde güzel şeyler yapabiliriz. Elçisi Muhammed sallallâhu aleyhi ve selleme salât-u selâm olsun. Sağlam duruş, Elçisi Muhammed’e (sallallahu aleyhi ve selem) uymak ve onu örnek almakla olur. “Kur’an Işığında Doğru Bildiğimiz Yanlışlar” adlı bu ki-tabımızı, bu ölçüye uygun çalışmalardan kabul etmesini Rabbimden niyaz ederim.

Bu baskıda İçindekiler bölümü yeniden düzenlendi. Ancak en önemli değişiklik Kur’an’da Şey, İrade ve Fıtrat ile Şefaat konusunun tekrar yazılması oldu. 2007 yılında gerek yurtiçinde ve gerekse yurtdışında düzenlediğimiz sempozyumlar ve yaptığımız toplantılar, bu konuların pişmesini sağladı. Emeği geçen herkese teşekkür ede-rim. Özellikle Şey, İrade ve Fıtrat konusunun başta ül-kemiz ve İslam âlemi olmak üzere tüm dünyada yoğun bir şekilde tartışılmasının hayati öneme haiz olduğunu düşünmekteyim.

Gerek bu kitabın okuyucularından ve gerekse 7 dilde yayın yaptığımız sitelerimizi takip eden dostlarımızdan gelen tepkiler, doğru bildiğimiz yanlışların bu kitapla sınırlı kalmaması gerektiğini bir kez daha bizlere göster-miştir. Süleymaniye Vakfı olarak yapmakta olduğumuz diğer çalışmalarımızı da kitaplaştırmak suretiyle bir parça olsun bu ihtiyaca cevap vermek niyetindeyiz. Bu açıdan Cenab-ı Hakk’ın, kimseye muhtaç bırakmayacak yardımını niyaz ediyorum.

Gayret bizden, başarı Allah’tandır.

Prof. Dr. Abdulaziz BAYINDIR

İstanbul - Haziran 2010

Page 18: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 18 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

BEŞİNCİ BASKIYA ÖNSÖZİyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla…

Allah Teâlâ, âhireti dünyaya tercih edip dürüst davranan ve sağlam duruşlu olanlara daima destek verir ve önlerini açar. O, şöyle buyurur:

لمع المحسنين هم سبلنا وإن اهلل والذين جاهدوا فينا لنهدين“Bizim uğrumuzda çaba gösterenlere, elbette yol-

larımızı gösteririz. Allah elbette güzel davrananlarla beraberdir.” (Ankebut 29/69)

Allah Teâlâ bize, İbrahim’i ve son nebisi Muham-med’i örnek göstermiştir; ikisine de selam olsun. Onun sözleri şöyledir:

برآء إنا لقومهم قالوا إذ معه والذين إبراهيم في حسنة أسوة لكم كانت قد العداوة وبينكم بيننا وبدا بكم كفرنا اهلل دون من تعبدون ا ومم منكم وحده إل قول إبراهيم لبيه لستغفرن لك والبغضاء أبدا حتى تؤمنوا باهلللنا وإليك أنبنا وإليك المصير من شيء ربنا عليك توك وما أملك لك من اهلل

“İbrahim’de ve onun yanında olanlarda sizin için güzel bir örnek, vardır. Bir gün halklarına şöyle dediler: “Bizim sizinle ve Allah’ın önüne geçirip boyun eğdi-ğiniz şeylerle ilişiğimiz olmaz; sizi tanımıyoruz. Ara-mızda düşmanlık doğmuş ve sevgi bağı kalmamıştır. Siz, yalnız Allah’a inanıp güveninceye kadar bu böyle gidecektir.” (Mümtahine 60/4)

الخر واليوم اهلل يرجو كان لمن حسنة أسوة اهلل رسول في لكم كان لقد كثيرا وذكر اهلل

“Sizin için, Allah’tan ve ahiret gününden umudu olanlar ve Allah’ı çok ananlar için Allah’ın Elçisi’nde güzel bir örnek vardır.” (Ahzab 33/21)

Bu nebîleri örnek alıp Allah’ın gösterdiği hedefe kilitlendik ki onun desteğini hak edelim. Eksik ve ku-

Page 19: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 19 -

surlarımıza rağmen asla hayal edemeyeceğimiz destek-lerini gördük. Kur’an’daki hikmete ulaşmada, Kur’an’ın yöntemini bulduk. Allah’ın indirdiği âyetler ile yarattığı âyetler arasındaki bütünlüğü yakaldık. Sahabeden sonra birikmiş sıkıntıları, tek tek giderme ve insanlığın önüne, Allah’ın dinini doğru bir şekilde sunma fırsatını elde ettik. Artık Müslümanlar sıkıntı kaynağı olmaktan çıkıp, Resulullah ve sahabe dönemindeki gibi tekrar sıkıntıları çözen kaynak olmaya başladılar.

Elinizdeki kitap, bu yöntemin ürünlerindendir. Bu baskıda, birçok şey gözden geçirildi. En önemli de-ğişiklikler, “Kur’ân’ı Açıklamada Usul” ile “Kur’an’da Şey, İrade ve Fıtrat” ve “Şefaat” başlıklarının yeniden yazılması ve “İmam Şafi’nin Hikmet Anlayışı” başlıklı yazının eklenmesi oldu.

Her konuyu, arkadaşlarımızla tartışırız. Allah’ın yarattığı ayetleri okuyan bilim adamlarını indirdiği âyetleri okuyanlarla bir araya getirmeye çalışırız. Doğ-duğu günden itibaren çevresinde ve içindeki âyetleri görmek zorunda olan her insanın görüşüne değer veririz. Öğrencilerimiz de yanımızda birer uzman gibidir. Bun-lar, vakfımızı farklılaştıran şeylerdir. Rabbimize sonsuz şükürler olsun.

Gayret bizden, başarı Allah’tandır.

Prof. Dr. Abdulaziz BAYINDIR

İstanbul - Mayıs 2014

Page 20: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar
Page 21: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 21 -

- A -

GİRİŞ

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

ونهم حمن نقيض له شيطانا فهو له قرين. وإنهم ليصد ومن يعش عن ذكر الرهتدون. بيل ويحسبون أنهم م عن الس

“Kim Rahman’ın Zikri’ne (Kur’ân’a) bulanık bakarsa başına bir şeytan sararız; onun arkadaşı olur. Onlar bunları yoldan çevirirler ama bunlar doğru yolda olduklarını hesap ederler.” (Zuhruf 43/36-37)

Âyetteki (يعش = ya’şu), (ذكرالرحمن = zikru’r-Rahman) ve (نقيض = nukayyid) kelimeleri önemlidir. (يعش) aşâ, kökünden, gözün dumanlı olması, iyi görememesi veya kör olması anlamındadır.1 (ذكرالرحمن), Rahman’ın Zikri demektir. Zikir, kafaya yerleştirilip kullanıma hazır tu-tulan bilgidir. Onu akla ve dile getirmeye de zikir denir.2 Kafalara yerleşip kullanıma hazır tutulacak asıl bilgi Allah’ın Kitabında olandır. Bu sebeple İlâhî kitapların ortak adı Zikir’dir.3 Allah Teâlâ şöyle buyurur:

1. Mütercim Asım, kamus Tercümesi (Firuzâbâdî’nin), Bahriye Matbaası, 1305.2. Ragıb el-İsfahânî, Müfredât, (nşr. Safvan Adnan Dâvûdî), Dımışk ve Beyrut, 1412/1992, ذكر mad. 3. Bkz. Al-i İmran 3/58, A’raf 7/63, Hicr 15/6,9; Nahl 16/44, Enbiya 21/2,50,105; Furkân

25/18, Yasin 36/11, Sad 38/8, Kamer 54/25.

Page 22: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 22 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

تطمئن القلوب. أل بذكر اهلل“Bilin ki, kalplerin yatışıp rahatlaması Allah’ın

zikri ile olur.” (Ra’d 13/28) Kendini ve çevresini dikkatle gözlemleyenler,

Allah’ın Kitabındakine benzer bilgilere ulaşırlar. Çünkü gözlemlenen o şeyler de birer âyettir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

. ن لهم أنه الحق فاق وفي أنفسهم حتى يتبي سنريهم اياتنا في ال“Biz onlara âyetlerimizi, hem çevrelerinde hem

de kendi içlerinde göstereceğiz; sonunda onun gerçek olduğu onlar açısından iyice anlaşılacaktır.” (Fussilet 41/53)

Bu bilgiler fıtrata, yani yaratılış, değişim ve gelişim kanunlarına tam uyduğu için kişiyi rahatlatır ve tatmi-ne ulaştırır. İşte Allah’ın dini budur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

لخلق الناس عليها ل تبديل فطر التي فطرة اهلل ين حنيفا للد فأقم وجهك م ولكن أكثر الناس ل يعلمون. ين القي ذلك الد اهلل

“Sen yüzünü dosdoğru bu dine, Allah’ın fıtratına çevir. O, insanları ona göre yaratmıştır. Allah’ın yarat-tığının yerini tutacak bir şey yoktur. İşte sağlam din bu dindir. Ama insanların çoğu bunu bilmezler.” (Rum 30/30)

kökündendir. Kayd, yumurtayı (kayd=قيض) : (نقيض)saran dış kabuktur.4 Ayette geçen; (“نقيض له شيطانا”= nu-kayyid lehû şeytânen) ifadesi, “şeytanın onu, yumurta kabuğu gibi sarmasına fırsat veririz” demek olur.

Doğru yol, şeytanın çalışma sahasıdır. İblis, Allah’tan Kıyâmete kadar yaşama izni alınca şöyle demişti:

4. Ragıb el-İsfahânî, Müfredât, قيض mad.

Page 23: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 23 -

خلفهم ومن أيديهم بين من هم تين ل ثم المستقيم. لهم صراطك لقعدن ...وعن أيمانهم وعن شمائلهم ول تجد أكثرهم شاكرين.

“... And olsun, insanlar için senin doğru yolu-nun üstünde oturacağım. Sonra onlara; önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım. Göreceksin, çoğu sana teşekkür etmeyecektir.” (A’raf 7/16-17)

Allah da şöyle demişti:

منكم م جهن ملـن ل منهم تبعك لمن مدحورا ما مذؤ منها اخرج قال جمعين ا

“Çık oradan; yerilmiş ve kovulmuş olarak. Hele onlardan biri sana uysun, sizin hepinizi Cehenneme dolduracağım.” (A’raf 7/18)

Şeytan insandan ve cinden olur.5 Cinden olanını kovmak için Allah’a sığınmak yeterli olur. Ama insan şeytanı ile mücadele zordur. En zoru da dînî söylemle karşımıza çıkanlardır. İlâhi dinleri bozanların tamamı, bu işi, dindar görünerek yapmışlardır.

Şimdi âyeti tekrar okuyalım:

ونهم حمن نقيض له شيطانا فهو له قرين. وإنهم ليصد ومن يعش عن ذكر الربيل ويحسبون أنهم مهتدون. عن الس

“Kim Rahman’ın Zikri’ne (Kur’ân’a) bulanık ba-karsa başına bir şeytan sararız. O onun arkadaşı olur. Onlar bunları yoldan çevirirler ama bunlar doğru yolda olduklarını hesap ederler.” (Zuhruf 43/36-37)

Sahabe döneminde, bilinen dünyanın büyük bir bölümü Müslümanların hâkimiyetine girince yönetimi ve gelirleri paylaşmada ihtilaf çıktı. Üzücü olaylar ve günümüze kadar süren derin ayrılıklar oldu. Nebîmize yakın kişilerden Ömer, Osman ve Ali (r.a), halife iken, torunu Hüseyin de daha sonra, Kerbelâ’da şehit edildi. Cemel ve Sıffin savaşlarında yetmiş bin kadar Müslüman

5. Bkz. En’am 6/112 ve Nas 114/6.

GİRİŞ

Page 24: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 24 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

birbirini öldürdü. Herkes haklılığına Kur’ân’dan delil getirme ihtiyacı içindeydi. Bu ortamda ilim, siyasetin emrine girdi. Bir taraf, sahabenin önemli bir bölümünü kâfirlikle suçlarken diğer taraf onları bir şekilde masum saydı. İslam’ı anlama ve yayma işi, yeni Müslüman olmuş kimselere kaldı. Mevâlî diye adlandırılan bu kişilerin çoğu Arap değildi.

Bu ayrışmada inançla ilgili mezhepler oluştu. Arkasından diğer mezhepler geldi. Sonra yapı kemik-leşti. Kitap ve Hikmetle meşgul olanlar hür olama-dılar, mezheplerin görüşlerine uydular. Öncekilerin görüşleri, Kitab’a ve Hikmete perde oldu ve yukarıdaki âyetin hükmü gerçekleşti. Yanlış yanlışı doğurdu. Müslümanların hayatı hurafeye boğuldu. Sonunda Müslümanlar hem Kur’ân âyetlerine, hem de birer kevnî âyet olan, vücudumuzda ve dış dünyadaki âyetlere ilgi-siz kaldılar. Batılıların kevnî âyetleri okumasına kadar birçok şey fark edilemedi. Ne zaman ki onlar kevnî âyetleri okumaya başladılar, o zaman İslam dünyasının durumu ortaya çıktı. Allah’ın hiçbir âyetini okumayan Müslümanlar, kevnî âyetlerini okuyan Batılılar karşı-sında şaşkın ve perişan duruma düştüler.

Kevnî âyetleri okumak; insanı, toplumu, toprağı, havayı, suyu, hayvanları, bitkileri ve gökyüzünü araş-tırıp incelemek ve oralardan bilgi edinmek demektir. Batılılar bu bilgilerle çok şey başardılar ve başarmaya da devam ediyorlar.

Nebîmizin yetiştirdiği bir avuç Müslüman’ın git-tiği yerlerin hâkim rengi hâlâ İslam’dır. Fas’tan Doğu Türkistan’ın en doğusuna kadar bu böyledir. Sözünü ettiğimiz karışıklıklardan sonra değişen anlayışla gi-dilen İspanya’da ve Osmanlı’nın dört asır kaldığı Batı Trakya’da ise durum farklı oldu. Batı Trakya’ya İslam yerine Müslüman aileler götürüldü. Dört asır sonra bu aileler geri dönmek zorunda kaldılar. Çünkü Kur’ân dışı engellerle sarılı İslam dünyasında ufuklar daralmış;

Page 25: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 25 -

İslam, insanlığa sunulan din olarak değil, hâkimiyetin bir unsuru olarak görülmeye başlanmıştı. Bu şartlar altında Müslümanlar kendilerine yol gösteremiyorlardı ki başkalarına göstersinler.

Bu kitabı okuyanlar, İslam’ın ilk hâli ile bu-günkü hâli arasındaki farkı göreceklerdir. Ama önce Hıristiyanların başına gelenleri okumak gerekir. Çünkü onları tenkit, Müslümanları tenkitten kolaydır.

GİRİŞ

Page 26: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar
Page 27: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 27 -

- B -

BUGÜNKÜ HIRİSTİYANLAR

Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir: “Sizden öncekilerin izlerini, kuşkusuz karış karış, arşın arşın takip edeceksiniz. Onlar bir kertenkele deliğine girmiş olsalar, siz de gireceksiniz.

Dedik ki; Yahûdi ve Hıristiyanlar mı?

-Ya kim olabilir? dedi.” (Buhari, İ’tisam bi’s-Sünne14)

Hıristiyanlıkta şirk en büyük günahtır. “Birinci buyruk şirki yasaklar. Allah’tan başka tanrılara inanıl-mamasını, Tek olandan başka ilahlara saygı gösterilme-mesini ister”6

İsa şöyle demiştir:

“Tanrın olan Rabb’e tap, yalnız ona kulluk et.” (İncil/Luka 4: 8)

Havariler zamanında İsa, gerçek anlamda insan sa-yılırdı.7 Zaten elimizdeki İncil’lerin hiçbirinde onun tan-

6. Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, (çev. Dominik Pamir), İstanbul 2000, par. 2112. Bu eser Papa 14. Lui’nin emriyle Kardinal Joseph Ratzinger başkanlığında kurulan 12 kişilik heyetin altı yıllık çalışmasının ürünüdür. Kilise tarafından kabul edilmiş öğretileri içerir. Kar-dinal Joseph Ratzinger, Katolik Kilisesi’nin bugünkü Papa’sıdır.

7. Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 465.

Page 28: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 28 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

rılığından bahsedilmez. Bunun yolunu açan Pavlus’tur. Milattan sonra 10. yılda doğduğu kabuledile8 Pavlus, İsa aleyhisselam ile çağdaş olmasına rağmen, Tarsus’ta yaşa-dığı için onu görememişti. Azılı bir Hıristiyan düşmanı iken İsa’nın ölümünden kısa bir süre sonra Hıristiyan olduğunu açıkladı. Havarilerin hayatta olmasına ve bütün engellemelere rağmen o, Şam yolunda ansızın gökten parlayan bir nurun çevresini sardığına, İsa’nın ona seslendiğine,9 sonra İsa’ya inandığına ve vaftiz edildiğine10 insanları inandırabildi. İsa’nın Elçisi olduğunu da kabul ettirerek kendi sözlerini İncil’e sokmayı başardı. Bugünkü İncil’in önemli bir bölümü Pavlus’un mektuplarından oluşur.

Pavlus, Allah’ın dışında tanrıların varlığını kabul etti ve bunlar arasında İsa’yı, kendilerinin tek Rabbi saydı. Onun, bugünkü İncil’de yer alan ifadeleri şöyledir:

“Yerde ya da gökte ilah diye adlandırılanlar varsa da nitekim birçok ilahlar ve rabler vardır, bizim için tek bir Tanrı Baba vardır. O her şeyin kaynağıdır ve biz O’nun için yaşıyoruz. Tek bir Rab var, O da İsa Mesih’tir. Her şey O’nun aracılığıyla yaratıldı, biz de O’nun aracılığıyla yaşıyoruz.”11

Pavlus Rab kelimesini ustaca kullanmıştır. Rab sahip demektir. Araplar kölenin sahibine rab derler. Biz de efendi deriz. Yusuf aleyhisselam, köle olarak Mısır’ın bir devlet yetkilisine satılmış, o yetkilinin ka-rısı Züleyhâ ona âşık olmuş ve beraber olmak istemişti. İlgili âyet şöyledir:

“Evinde bulunduğu kadın onu kendine çağırdı, ka-pıları sıkı sıkı kapadı ve “gelsene” dedi. Yusuf: “Günah işlemekten Allah’a sığınırım, doğrusu senin kocan

8. Şinasi Gündüz, Pavlus Hıristiyanlığının Mimarı, Ankara 2004 s. 32. 9. İncil/Elçilerin İşleri 9/3-6.10. İncil/Elçilerin İşleri 9/18 vd.11. İncil/Pavlus’un Korintililere 1. Mektubu 8:5-6.

Page 29: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 29 -

BUGÜNKÜ HIRİSTİYANLAR

benim rabbimdir; (ي bana iyi bakmıştır. Zalimler (انه ربiflah olmazlar.” dedi.” (Yusuf 12/23)

Rab kelimesi daha çok Allah için kullanılır. Allah’tan başkasına köle olmayı reddedenler, bir başka-sına rab demeyi kabul etmezler. Köle ile sahibi arasın-daki ilişki zoraki ilişkidir. Köle, ilk fırsatta hürriyetine kavuşmak ister. Kul ile Allah arasındaki ilişki gönüllü ilişkidir. Yanlışlar peşinde koşanlar, böyle iki anlama gelen kelimeler seçerler ki kendilerini kolay savunsun-lar. Bir Hıristiyan, İsa’yı Rab kabul ederse aradaki ilişkiyi gönüllü ilişki haline getireceğinden onu ilah makamına oturtması kolay olur. Pavlus’un bu tavrı İsa’yı tanrılaş-tırma sürecinin ilk basamağını oluşturmuştur.

Pavlus kendini, İsa Mesih’in kulu ve elçisi sayarak şöyle dedi:

“İsa Mesih’in kulu, Tanrı’nın müjdesini yaymak için seçilip elçi olmaya çağrılan ben Pavlus’tan selam! Tanrı, öz Oğlu Rabbimiz İsa Mesih’le ilgili olan bu müjdeyi Nebîleri aracılığıyla Kutsal Yazılarda önceden vaat etti. Bedence Davûd’un soyundan doğan Rabbimiz İsa Mesih’in, kendi kutsal ruhu sayesinde ölümden di-rilişiyle Tanrı’nın Oğlu olduğu kudretle ilan edildi. Her ulustan insanların iman edip söz dinlemesini sağlamak için Mesih’in aracılığıyla ve O’nun adı uğruna Tanrı’nın lütfuna ve elçilik görevine sahip olduk.”12 “Söylediğiniz ve yaptığınız her şeyi Rab İsa’nın adıyla, O’nun aracılı-ğıyla Baba Tanrı’ya şükrederek yapın.”13

Pavlus, daha ileri giderek şu sözüyle Mesih İsa’yı Allah’a eşit gibi gösterdi: “Mesih, Tanrı özüne sahip olduğu halde, Tanrı’ya eşitliği sımsıkı sarılacak bir hak saymadı.”14

12. İncil/Pavlus’un Romalılara Mektubu 1: 1-6.13. İncil/Pavlus’un Koloselilere Mektubu 3:17.14. İncil/Pavlus’un Filipililere Mektubu 2:6.

Page 30: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 30 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Pavlus’un yolundan giden Hıristiyanlar, 325’te Ekümenik İznik konsilinde İsa’nın yaratılmış olmadığı-na, Baba’dan doğduğuna ve onunla aynı özden olduğuna karar verdiler.15 451’de toplanan dördüncü Ökümenik Kadıköy Konsili’nde ise onun gerçek tanrı olduğu şöyle ilan edildi:

“Rabbimiz Mesih İsa’nın mükemmel Tanrılığa ve mükemmel insanlığa sahip, gerçek Tanrı ve gerçek insan olduğunu, akıllı bir ruhtan ve bedenden oluştu-ğunu, Tanrılık açısından Baba ile, insanlık açısından da bizimle aynı özde olduğunu, günah dışında hepimize her şeyde benzer olduğunu, Tanrılık açısından yüzyıllar öncesinden Baba’dan doğduğunu, insanlık açısından bizim esenliğimiz için bakire Meryem’den doğduğunu oy birliği ile kabul ettiğimizi resmen beyan ederiz.”16

Bugünkü Hıristiyanlar, şirki iyice özümsedikleri için Pavlus öncesi Hıristiyanlığı kabule yanaşmazlar. Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurur:

بني يا المسيح وقال مريم ابن المسيح هو اهلل إن قالوا الذين كفر لقد ة عليه الجن م اهلل فقد حر ربي وربكم إنه من يشرك باهلل إسرائيل اعبدوا اهلل

ار وما للظالمين من أنصار. ومأواه الن“Allah Meryem’in oğlu Mesih’tir” diyenler tam

kâfir oldular. Oysa Mesih şöyle demiştir: “Ey İsrail oğulları! Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a kul olun. Şurası bir gerçek ki; kim Allah’a şirk koşarsa Allah ona Cenneti haram eder, varacağı yer ateştir. Zalimlerin yardımcıları da olmaz.” (Maide 5/72)

15. Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 465.16. Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 467.

Page 31: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 31 -

- C -

BUGÜNKÜ MÜSLÜMANLAR

Sahabe döneminde başlayıp devam eden karmaşa içinde oluşan mezheplerin ihmali yüzünden şirke kapı aralandı. Allah’ın asla affetmeyeceği günah şirk olduğu halde akâidin konusu olarak ele alınıp incelen-medi. Allah’tan başkasına ibadet üzerinde durulmadı. Kur’ân’ın birçok âyeti, Allah’tan başkasına dua edip yar-dım beklemeyi müşriklerin en belirgin özelliklerinden saydığı halde akâidin konuları arasına ne dua girdi ne de istiâne.

Herkes Allah’ı var ve bir bildiği için hiçbir Nebî Allah’ın varlığını ispatla meşgul olmamış, bütün gay-retini Allah’tan başka ilah olmadığı üzerinde yoğunlaş-tırmıştır. Akâid kitaplarında bunun tam tersi yapıldı, Allah’ın varlığını ve birliğini ispat yani “İspât-ı Vâcib” ana konular arasına girdi. Sonunda “Lâilahe illallah, yani Allah’tan başka ilah yoktur” inancı, “vücut ve vah-daniyet” yani Allah’ı var ve bir bilme inancına dönüştü. Yeryüzünde Allah’ı var ve bir bilmeyen kimse olmadığı için kâfirleri tanıma ve İslam’ın farkını gösterme konu-sunda zihin karışıklığı ortaya çıktı.

Page 32: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 32 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Müşrik, Allah’ı var ve bir bilir ama onu, yeryüzü krallarına benzetir ve kendinden uzak sayar. Krala, bir yakını aracılığı ile ulaşıldığı için Allah’a yakın bildiği birini aracı koyar. Hıristiyanların İsa’yı Allah’ın oğlu, Mekkeli müşriklerin putlarını Allah’ın kızları,17 büyük-lerinin ruhlarından yardım umanların da onları, Allah’ın dostu saymaları bundandır.

Allah Teâlâ, bugünkü Hıristiyanlar hakkında şöyle buyurur:

ثالث ثالثة وما من إله إل إله واحد وإن لم ينتهوا لقد كفر الذين قالوا إن اهللن الذين كفروا منهم عذاب أليم. ا يقولون ليمس عم

“Allah üçün üçüncüsüdür” diyenler tam kâfir ol-dular. Oysa Tek Tanrı’dan başka tanrı yoktur. Eğer bu dediklerinden vazgeçmezlerse, onlardan kâfir olanları, elem verici bir azap elbette çarpacaktır.” (Maide 5/73)

Oysa onlara göre Allah birdir; ondan başka Tanrı yoktur.18 O, gerçeğin kendisidir. Yeri ve göğü tek başına yaratmıştır. Yaratılış düzenini ayarlayan ve dünyayı yöneten odur.19 O insanlara yakındır20 ve her şeyi bilir.21 O her zaman vardır,22 varlığının başı ve sonu yoktur. Her şey varlığını ona borçludur. Sahip olduğumuz her şey ondan gelmektedir.23 O, kendiliğinden var olandır.24 Allah’ın Baba olarak adlandırılması, her şeyin başlangıcı ve aşkın otorite sahibi olmasından ve tüm çocuklarının üstüne titreyen sevgi dolu iyiliğinden dolayıdır. Allah ne erkektir, ne kadın; Allah, Allah’tır.25

17. Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Camiu’l-beyan fî Tefsiri’l- Kur’an (Taberi Tefsiri), Beyrut 1412/1992, c. 11, s. 519, Necm 19. âyet.

18. Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 200 ve 212. Burada Allah yerine tanrı kelimesi kullanılmaktadır.

19. Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 215, 216 ve 222. 20. Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 206.21. Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 208.22. Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 212.23. Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 224.24. Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 212.25. Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 239.

Page 33: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 33 -

Böyle demelerine rağmen onların kâfir sayılmaları-nın sebebi, Allah ile aralarına, Allah’a ait özellikler ver-dikleri İsa’yı ve Kutsal Ruh’u koymalarıdır. Hıristiyanlar şöyle derler:

“İsa, Baba’nın yanında Hıristiyanların avukatlığını yapıyor. Onlar lehine aracılık etmek için hep canlıdır. Allah’ın huzurunda daima hazır bulunmaktadır.26 Kendisi aracılığı ile Allah’a yaklaşanları tamamen kur-tarmaya gücü yeter.”27

Kutsal Ruh ile ilgili olarak Pavlus’un Romalılara mektubunda şu ifadeler yer alır:

“Kutsal Ruh, bizim zayıflığımıza yardım eder, çünkü nasıl dua etmemiz gerektiğini bilmiyoruz; ama Ruh’un kendisi sözle anlatılamayan iniltilerle bizim için şefaat eder. İnsanların yüreklerini araştıran Allah, Ruh’un düşüncesinin ne olduğunu bilir. Çünkü Ruh, Allah’ın isteğine göre kutsallar için şefaat eder.28

Kur’ân, Mekkeli müşriklerin putları hakkında şöyle dediklerini bildirir:

زلفى بونا إلى اهلل ما نعبدهم إل ليقر“Onlara kul olmamız, başka değil sadece bizi

Allah’a iyice yaklaştırsınlar diyedir.” (Zümer 39/3)

Onlar, ilahlarının Allah’ın yanında kendilerine şefaatçi olacaklarına da inanırlardı. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

هم ول ينفعهم ويقولون هؤلء شفعاؤنا عند ما ل يضر ويعبدون من دون اهللماوات ول في الرض سبحانه وتعالى بما ل يعلم في الس ئون اهلل قل أتنب اهلل

ا يشركون. عم“Onlar, Allah’tan önce öyle şeye kul olurlar ki,

onlara ne faydası olur ne de zararı. Derler ki, “Bunlar,

26. Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 519.27. Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 2634.28. İncil/Romalılar 8/26-28. Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 741.

BUGÜNKÜ MÜSLÜMANLAR

Page 34: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 34 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Allah katında bizim şefaatçilerimizdir.” De ki: “Göklerde ve yerde, Allah’ın bilmediği bir şeyi mi ona bildiriyorsunuz?” O, onların şirkinden uzaktır ve yüce-dir.” (Yunus 10/18)

Hıristiyanların ve Mekkeli müşriklerin Allah’ı var ve bir kabul etmedikleri söylenebilir mi? Bunun doğur-duğu zihin karışıklığı içinde Kur’ân tefsirleri de şirkle ilgili âyetleri anlaşılmaz hale getirmiş ve hurafelere zemin hazırlamışlardır.

Mesela Kur’ân’da hem ibadet, hem de dua kelime-leri geçer. İbadet, kulluk etmek; dua, çağrıda bulunmak ve yardım istemektir. Tefsir ve meallerin çoğu, duaya “ibadet” anlamı vererek asıl anlamın kaybolmasına yol açmıştır. İbadet, yapılan duanın kabulüne yönelik olaca-ğı için bu iki kelime arasında sıkı bağ vardır. Nebîmiz; “Dua ibadetin iliğidir, özüdür”29 buyurmuştur. Ama dua, ibadet diye tercüme edilince, birini olağan dışı yollarla yardıma çağırmanın ibadet olduğu anlamı kay-bolmaktadır. Ahkâf Suresinin 4, 5 ve 6. âyetlerini örnek vererek, duaya ibadet anlamı vermenin, âyetleri nereye taşıdığını görelim:

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

أروني ماذا خلقوا من الرض أم لهم شرك قل أرأيتم ما تدعون من دون اهللماوات ائتوني بكتاب من قبل هذا أو أثارة من علم إن كنتم صادقين. في السوهم القيامة يوم إلى له يستجيب ل من اهلل دون من يدعو ن مم أضل ومن بعبادتهم وكانوا أعداء لهم كانوا الناس حشر وإذا غافلون. دعائهم عن

كافرين.“De ki, baksanıza, Allah’ın yakınından neyi çağırı-

yorsunuz? Gösterin bana, onların yeryüzünde yaratmış oldukları ne vardır? Yoksa onların göklerde bir payı mı bulunuyor? Bu konuda bana, bundan önce gelmiş bir

29. Tirmizî, Sahih, Dua, 1, 3371 sayılı hadis.

Page 35: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 35 -

BUGÜNKÜ MÜSLÜMANLAR

kitap veya bir bilgi kalıntısı getirin bakalım. Eğer doğru sözlü kimselerseniz.

Allah’ın yakınından Kıyâmet gününe kadar ken-disine cevap veremeyecek kimseleri çağırandan daha sapık kimdir? Oysaki bunlar onların çağrısının farkın-da değillerdir.

İnsanlar, ahirette bir araya getirildiği gün, bunlar onlara düşman olacak ve onların kulluğunu kabul et-meyeceklerdir.” (Ahkaf 46/4 5 6)

Duâya ibadet anlamı verilince yeni anlam kayma-ları kaçınılmaz olmuştur. Hata, hatayı doğurmuş ve âyetlerin asıl anlamı kaybolmuştur.30 Bu farkı, Türkiye Diyanet Vakfı tarafından yayımlanan ve Türkiye’de en yaygın olan mealden görebiliriz:

“De ki: Söylesenize, Allah’ı bırakıp taptığınız şeyler yeryüzünde ne yaratmışlar, göstersenize bana! Yoksa onların göklere ortaklıkları mı vardır? Eğer doğru söyleyenlerden iseniz, bundan evvel (size indirilmiş) bir kitap yahut bir bilgi kalıntısı varsa onu bana getirin.

Allah’ı bırakıp da Kıyâmet gününe kadar kendi-sine cevap veremeyecek şeylere tapandan daha sapık kim olabilir? (Oysa) onlar, bunların tapmalarından habersizdirler.

İnsanlar bir araya toplandıkları zaman (müşrikler) onlara (tapındıklarına) düşman kesilirler ve onlara kulluk ettiklerini inkâr ederler.” (Ahkaf 46/4, 5, 6)31

“Dua” yerine ibadet, “kimseler” yerine şeyler denmiş, “şeyler” de “putlar” diye açıklanmış ve âyetin anlamı tamamen değişmiştir. “Putlara tapan” nerde,

30. Daha geniş bilgi için bkz: Abdulaziz Bayındır, Duada Evliyayı Aracı Koyma ve Şirk, İstanbul 2001. s. 8-9. (Kitaba www.suleymaniyevakfi.org adresinden ulaşılabilir.)

31. Hayrettin Karaman, Ali Özek, İbrahim Kâfi Dönmez, Mustafa Çağırıcı, Sadrettin Gümüş, Ali Turgut, Kur’ânı Kerim ve Açıklamalı Meâli, TDV yayınları, Ankara 2005. (Bu meâl, yıllardır Suudi Arabistan krallığı tarafından Türk hacılarına hediye edilmektedir. Suudi Arabistan bas-kısında öze dokunmayan farklılıklar vardır.)

Page 36: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 36 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

“Kıyâmet gününe kadar kendine cevap veremeyecek kimseleri yardıma çağıran” nerde! Âyetlere bu anlamı verebilmek için beş ciddi hatayı yapmak kaçınılmaz olmuştur. Bu hatalar şunlardır:

1. Duaya ibadet anlamı verilmesi

2. “Men” kelimesine “ma” anlamı verilmesi

Arapça’da “men” kimse veya kimseler anlamına gelir ve akıllı varlıklar için kullanılır.32 “Ma” ise şey veya şeyler demektir. Ahkâf 5. âyette üç kere “men” kelimesi geçer. Dua’ya ibadet anlamı verenler, onlardan ikisine “men” üçüncüsüne de “ma” anlamı vermek zorunda kalmışlardır.

3. “Hum هم” zamirine “hiye هي” anlamı verilmesi

“Bunlar” diye tercüme edilen hum, Arapçada akıllı erkek varlıkları gösterir. Kur’ân’da kadınları da kapsa-mına alır. Ama “Men”e “şeyler” anlamı verildiği için hum zamirine de ya “men”in lafzını gösteren “huve” ya da manasını gösteren “hiye” anlamını vermek kaçınıl-maz olmuştur. Bu, önemli bir hatadır.

4. Cem’i müzekker sâlime yanlış anlam verilmesi

“Habersizdirler” diye tercüme edilen “gâfilûn keli-mesi cem’i müzekker sâlimdir; akıllı erkekler için kul-lanılır. Kur’ân’da kadınları da kapsar. “Men”e “şeyler” anlamı verilmesi bu anlamı da yok etmiştir.

5. Putlar cansız varlıklardır. Ahirette yeniden di-rilecek ve kendilerini yardıma çağıranlarla konuşacak olanlar ise insanlardır. Dolayısıyla “Kıyâmet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeyler…” sözü yanlıştır. Sonuç olarak bu âyet, savunulması imkânsız

32. Cümle içinde akıllı varlıklarla birlikte başka varlıklar da geçerse men kelimesi, akıllı olma-yanlar için de kullanılabilir. Buna şu âyet örnek verilir: “Allah bütün canlıları sudan yarat-tı. Onlardan kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayak üzerinde yürür, kimi de dört ayak üzerinde yürür.” (Nur 24/45) Bu âyette “kimi” diye tercüme edilen “men” kelimesidir. İki ayaküstünde yürüyen insanlar, canlılar kapsamında olduğu için diğer canlılara da “men” denmesi uygun düşmüştür.

Page 37: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 37 -

BUGÜNKÜ MÜSLÜMANLAR

hatalarla dolu olarak tercüme edilmiştir. Birçok Arapça tefsirde de durum aynıdır.33 Onlar da bu âyetleri doğru anlamayı imkânsız hale getirmişlerdir.

Tefsir ve meallerdeki bu gibi hatalar, türbe ziyareti ile ilgili şu inanca yol açmıştır:

“Allah bu sevgili kullarına bazı yetkiler, imkân-lar, özellikler bahşetmiştir, bunlar şefaatçilerimizdir, bizler günahkâr olduğumuz için doğrudan Allah’tan istemeye yüzümüz yok, belki bunlar sayesinde Allah dileklerimizi kabul eder.”34

Bu gibi yanlışlar sebebiyle, ölmüş bir din büyüğünü Allah’ın yakın dostu sayma, ona hayali yetkiler verip Allah’a onun aracılığı ile ulaşma hastalığı Müslümanlara da bulaşmıştır.

33. Örnek olarak şu tefsirlere bakılabilir: Celaleddin el-Mahallî, Tefsîru’l-celâleyn; Abdullah b. Ahmed en-nesefî, Tefsîru’n-nesefî, Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî, el-Cami’ li-ahkâmi’l-Kur’ân; Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Tefsîru’t-taberî, Fahru’d-Din er-Râzî, et-Tefsîru’l-kebîr.

34. Hayrettin Karaman, “Ramazanda Türbe Ziyaretleri” 10. 12. 2000 tarihli Yeni Şafak Gaze-tesi, Fıkıh Köşesi.

Page 38: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar
Page 39: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 39 -

- D -

NEBİLERİ TANRILAŞTIRMA

Hıristiyanlar İsa aleyhisselamı tanrı yaptılar. Onlara göre İsa olmasaydı kâinat yaratılmazdı. Göklerde ve yeryüzünde görünen ve görünmeyen şeyler, tahtlar, egemenlikler, yönetimler ve hükümranlıklar… Her şey onun aracılığıyla ve onun için yaratılmıştır.35

Yanlış inanç, bulaşıcı hastalık gibidir, çabuk yayı-lır. Yukarıdaki inançlar Müslümanlara da bulaşmıştır. Bir uydurma hadiste Allah Teâlâ’nın Nebîmiz için şöyle dediği iddia edilmiştir:

“Sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım.”36

Kimi tarikatlara göre Muhammed aleyhisselam, var oluşun başlangıcıdır. Allah’tan başka hiçbir şey yokken ilk defa Hakîkat-i Muhammediye var olmuş, bütün yaratıklar ondan ve onun için yaratılmıştır. Hakîkat-i Muhammediye nur olması bakımından âlemi yaratma ilkesi ve onun aslıdır. Bu nur ölümsüz ve ebedi

35. Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 331.36. İsmail b. Muhammed el-Aclûnî, Keşfu’l-hafâ ( الخفاء كشف), Beyrut 1988/1408, c. II s. 164.

Aclûnî bu eserini, halk arasında hadis diye bilinen sözleri, eğrisiyle doğrusuyla ortaya çı-karmak için yazmıştır. Bu sebeple o kitapta çok sayıda uydurma hadis vardır. Bu hadis de uydurmadır.

Page 40: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 40 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

olduğundan Nebî için “öldü” denmez. …Hakîkat-i Muhammediye bütün Nebîlerin ve velilerin ledünnî ve bâtınî bilgileri aldıkları kaynaktır. Bu hakikat Hak’tan gelen feyzin halka ulaşmasında aracı olur.37 Bu inancın tam şirk olduğu açıktır.

Katoliklere göre “Mesih İsa, gerçek Allah ve gerçek insandır. İşte bu nedenle insanlarla Allah arasında tek aracıdır.38 Bu inanç kimi tarikatçılara da bulaşmıştır. Onlara göre Allah ile Hakîkat-i Muhammediye aynı gerçeğin ön ve arka yüzleridir.39 Bu konuda şöyle bir şiir söylerler:

“Ahad Ahmed’dir, kim mim eder fark, Bütün âlem o mîm içre olur gark.”

Şiiri açıklamak için şu ilave de yapılır: “Ahad yani Allah’tır.”40

Ahmed, Muhammed aleyhisselamın Kur’ân’da da geçen isimlerindendir. “Ahad Ahmed’dir” “Ahad Allah’tır” sözünün tabii sonucu, “Allah Ahmed’dir yani Muhammed’tir” olur. Bu da Hıristiyanların, “Allah, Meryem oğlu Mesih’tir” iddialarıyla aynı anlamı taşır. Bu şiire göre, Ahad (أحد) ile Ahmed (أحمد) arasında farklı olarak sadece bir mim harfi vardır. Bu fark yazılıştadır ve Ahmed’in lehinedir. Çünkü onlara göre bütün âlem o mimin içindedir!.. Bu inancın İslam ile ilgisi olmadığı açıktır. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

37. Mehmet Demirci, “Hakikati Muhammediye”, Diyanet İslam Ansiklopedisi (DİA) c. XV, s. 179-180.

38. Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 480.39. Mehmet Demirci, “Hakikati Muhammediye”, DİA, c. XV, s. 179-180.40. Ali Ramazan Dinç, İki Cihan Serveri Peygamberi Zîşânımız, Yeni Dünya Dergisi, 58-59.

sayılar, Ağustos-Eylül 1998, s. 32. Bu şahıs, İlahiyat Fakültesi mezunudur ve Nakşibendi tarikatı şeyhlerdendir. Bu yazıyı dergi-de gördüğüm gün onu, İstanbul Gedikpaşa’da bulunan bir müridinin evinde ziyaret ederek gerekli uyarıyı yaptım. Ancak o, bunun sevgiden kaynaklandığını iddia edip kendini canla başla savundu. İnşaallah ölmeden tövbe eder. Günahı yazılı işlediği için tövbesi de yazılı olmalıdır.

Page 41: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 41 -

NEBİLERİ TANRILAŞTIRMA

سل. د إل رسول قد خلت من قبله الر وما محم“Muhammed, başka değil, sadece bir elçidir; ondan

önce de nice elçiler gelmiştir.” (Al-i İmran 3/144)

إليه فاستقيموا واحد إله إلهكم أنما إلي يوحى مثلكم بشر أنا إنما قل واستغفروه وويل للمشركين.

“De ki: ‘Ben başka değil, tıpkı sizin gibi bir insa-nım. Bana; Tanrınızın bir tek tanrı olduğu bildiriliyor. Artık ona karşı dürüst olun ve ondan bağış dileyin. Yazık o eş koşanlara.” (Fussilet 41/6)

أحد ولن أجد ا ول رشدا. قل إني لن يجيرني من اهلل قل إني ل أملك لكم ضر ورسالته. من دونه ملتحدا. إل بالغا من اهلل

“De ki: “Benim size ne zarar vermeye gücüm yeter, ne de sizi olgunlaştırmaya.

De ki: “Beni Allah’ın azabından hiç kimse kurtara-maz. Ben ondan başka bir sığınak da bulamam.

Benimkisi yalnız Allah’tan olanı, onun gönderdik-lerini tebliğdir, o kadar.” (Cin 72/21-23)

Müslümanlar beyaz bir sayfa açmaya, tefsir, hadis, fıkıh, akaid ve diğer ilimleri Kur’ân ışığında gözden geçirmeye mecburdurlar. Yoksa dünya da elden gider, ahiret de.

Page 42: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar
Page 43: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 43 -

1.Konu

BESMELE

Besmele diye bilinen “Bismillahirrahmanir-rahim”, Türkçeye farklı şekillerde tercüme

edilmiştir. Fark, Rahman ve Rahim kelimelerinden kay-naklanmaktadır. Bunlar rahmet kökünden türetilmiştir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamın-dadır. Ama bazen yalnız incelik, bazen de yalnız iyilik ve ikram anlamında kullanılır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlamı kast edilir.41

Rahman “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özel-lik Allah’tan başkasında olmaz. Rahim ise “rahmeti bol” demektir. Rahmet bolluğu Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Bu sebeple rahim sıfatı Kur’ân’da Rasûlullah için de kullanılmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

41. Ragıb el-İsfahânî, Müfredât, رحم mad.

- 43 -

Page 44: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 44 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

م حريص عليكم بالمؤمنين لقد جاءكم رسول من أنفسكم عزيز عليه ما عنترءوف رحيم.

“Size kendi içinizden bir elçi geldi. Sizi sıkıntıya sokan her şey onu da sıkar. O size pek düşkündür. Müminlere karşı çok şefkatli ve rahimdir.‏” (Tevbe 9/128)

“Rahman”ı Türkçeye “iyiliği sonsuz” diye çevir-dik. Çünkü Allah’tan başka kimsenin iyiliği sonsuz olamaz. Rahim; ise “ikramı bol” diye çevirdik. Çünkü güçlü birinin merhameti, onun yaptığı iyilik ve ikramı olarak yansır. Sonunda Besmelenin Türkçe tercümesi şöyle oldu:

“İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla”Bize göre bu tercüme en doğru tercümedir.

- 44 -

Page 45: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 45 -

2.Konu

HAMD VE ŞÜKÜR

Hamd; birini, yaptığı iyi bir işten dolayı övmek-tir. Buna medih de denir. O iyi işi, sizin için

yaptı diye övmek şükür olur. Türkçede buna teşekkür denir. Kişinin, kendi katkısı olmadan sahip olduğu şeyle övülmesi, sadece medih yani övgü olur. Hamd şükürden, medih de her ikisinden kapsamlıdır.

Birinin size iyi davrandığını söylemeniz, hem hamd hem şükür hem de medih olur. Size yaptığı iyilikten bahsetmeden “O iyidir” demeniz, hamd ve medihtir ama şükür değildir. “Uzun boylu ve zekidir” demek ise sadece medih olur. Çünkü zekâyı ve uzun boyu, kendi çalışmasıyla elde etmemiştir. Bunlar aşağıda olduğu gibi iç içe övgü halkalarıdır.

Her şükür, hamd ve medihtir. Her hamd me-dihtir ama şükür değildir. Her medih hamd ve şükür olmayabilir.42

42. Ragıb el-İsfahânî, Müfredât, حمد mad.

Page 46: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 46 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

“el-hamdu lillah” sözünün başındaki “el” takısı, “hamd” kelimesine cins anlamı kazandırır ve “Bütün hamdler Allah’a aittir” demek olur. Hamd; birini, yap-tığı iyi bir işten dolayı övmek, olduğundan “Yaptığı her şeyi doğru ve güzel yapmak Allah’a mahsustur” anlamı çıkar. Bütün bu anlamları içine alması ve şiirsel bir yapıda olması sebebiyle biz “el-hamdu lillah” sözünü, “Allah neylerse güzel eyler” şeklinde tercüme etmenin uygun olacağı kanaatindeyiz.

رب العالمين. الحمد هلل“Varlıkların sahibi Allah, neylerse güzel eyler.”

(Fatiha 1/1)

Page 47: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 47 -

3.Konu

HER İNSAN ALLAH’I BİLİR

(‘Elestu bi Rabbikum’ Olayı)

Yeni doğan çocukta bir bilgi olmaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

مع الس لكم وجعل شيـا تعلمون ل هاتكم ام بطون من اخرجكم واهللوالبصار والفـدة لعلكم تشكرون

“Allah sizi analarınızın karnından çıkardığında bir şey bilmiyordunuz. Ama size dinleme ve görme özelliği ile gönüller vermişti. Belki şükredersiniz.” (Nahl 16/78)

Allah Teâlâ kâfirlerle ilgili şöyle buyurur:

يوصل أن به اهلل أمر ما ويقطعون ميثاقه بعد من اهلل عهد ينقضون الذين ويفسدون في الرض أولئك هم الخاسرون.

“Onlar Allah’a verdikleri sözün kesinleşmesinden sonra cayarlar. Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler. Ortalığı karıştırırlar. Onlar büsbütün zararda-dırlar.” (Bakara 2/27)

Page 48: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 48 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Dünyaya bir şey bilmeden geldiğimize göre Allah’a ne zaman söz verdiğimizi bilmek gerekir. Şu ayetler, konunun önemini artırmaktadır:

نات وأولئك لهم قوا واختلفوا من بعد ما جاءهم البي ول تكونوا كالذين تفرا الذين اسودت وجوههم عذاب عظيم . يوم تبيض وجوه وتسود وجوه فأم

أكفرتم بعد إيمانكم فذوقوا العذاب بما كنتم“Kendilerine o açık âyetler geldikten sonra ilgisiz

davranan ve ihtilaf çıkaranlar gibi olmayın. Böylelerinin payına düşen büyük bir azaptır. O gün bazı yüzler ak olur, bazı yüzler de kararır. Yüzleri kararanlara şöyle denir: “Siz inandıktan sonra kâfir oldunuz, değil mi? Kâfir olmanıza karşılık, tadın o azabı!” (Al-i İmran 6/105-106)

Kâfir sözlükte “örten” anlamına geldiği için âyet kâfirin, kendinde olan imanı örttüğünü, bu yüzden ceza-yı hak ettiğini gösterir. Demek ki göre her insan, kendi imkânları ölçüsünde doğru bir imana sahip olduğu halde bazıları yoldan çıkmaktadır.

Bu imanın ne zaman kazanıldığını ve insanların Allah’a ne zaman söz verdiğini şu âyetlerden öğreniyoruz:

انفسهم على واشهدهم يتهم ذر ظهورهم من ادم ي بن من ربك اخذ واذ ا عن هذا غافلين. الست بربكم قالوا بلى شهدنا ان تقولوا يوم القيمة انا كنية من بعدهم افتهلكنا بما فعل ا ذر او تقولوا انـما اشرك اباؤنا من قبل وكن

يات ولعلهم يرجعون ل ال المبطلون. وكذلك نفص“Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından nesillerini

aldığında onları kendilerine karşı şöyle şahit tuttu: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Onlar da: “Evet Rabbimizsin; biz buna şahidiz.” dediler. Artık Kıyâmet günü; “biz bunun farkında değildik” diyemezsiniz.

Şunu da diyemezsiniz: “Önceden ortak koşanlar babalarımızdı. Biz ise onlardan sonra gelen bir nesil idik. O batıla sapanların işlediklerinden ötürü bizi yok mu edeceksin?”

Page 49: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 49 -

HER İNSAN ALLAH’I BİLİR

İşte o belgeleri böyle açık açık anlatırız. Belki dö-nerler.” (A’raf 7/172-174)

Halk arasında “bezm-i elest’te alınan misak” veya “elestu birabbikum” denen bu olay, insanın, açık ve net olarak, Allah’ın varlığını ve birliğini kabul etmesi olayıdır. Âyet bu işlemin, Âdemoğullarının “sırtla-rından nesillerinin alınması” sırasında kesinleştiğini bildirmektedir.

İnsan, henüz çocuk yaşta iken yaptığı gözlemlerle, varlıkların bir sahibinin ve bir yaratıcısının olduğunu anlar ve o konuda çevresini soru yağmuruna tutar. Sonunda kendisinin ve her şeyin sahibinin Allah oldu-ğunu kavrar. Yaptığı gözlemlerle sanki Allah ona, “Ben senin rabbin değil miyim?” diye sorar. O da tam bir kararlılıkla “Evet, Rabbimsin, ben buna şahitlik ediyo-rum” der.

Neslin sırttan alınması, nesli devam ettirecek to-humun alınmasıdır. Kişi onunla erginlik çağına girer ve çocuğu olacak yaşa gelir. Sözün bu sırada alınması, kişi-nin o yaşa geldiğinde kesin bir karara varması demektir. Gözlemler ölünceye kadar devam ettiği için benzer durumlar sıklıkla tekrarlanır. Bu sebeple her insan, Allah’ın var ve bir olduğunu, her şeyi onun yarattığını ve bir eşinin olmadığını iyice kavrar.

Kendine ortak koşulan varlık daima Allah’tır. Allah’ın var ve bir olduğunu bilen insan, Allah’a ortak saydığı varlık için haklı bir gerekçe bulamayacağından ahirette şu sözü söyleyemeyecektir:

ية من بعدهم أفتهلكنا بما فعل المبطلون. ا ذر إنما أشرك اباؤنا من قبل وكن“Önceden ortak koşanlar babalarımızdı; biz onlar-

dan sonra gelen bir nesil idik. O batıla sapanların işle-diklerinden ötürü bizi yok mu edeceksin.” (A’raf 7/173)

Page 50: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 50 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Erginlik çağı önemlidir. Sorumluluk bu çağda baş-lar. Babalar veya çevredekiler aksini söylese de erginlik çağına giren insan, Allah’ın varlığına, birliğine, onun kendisinin ve tüm varlıkların sahibi olduğuna kesinkes şahit olur. Kimi bunu açığa vurur. Kimi de önemli olaylar karşısında ortaya çıkarır. Birçokları bu inancın kendine yeteceğini sanır. Bu bir şeytan aldatmasıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

الغرور. نكم باهلل ول يغر“O aldatıcı şeytan, sakın sizi Allah ile aldatma-

sın.” (Lokman 31/33)

Asıl konu, Allah’ın kişinin hayatında kaçıncı sırada yer aldığıdır. Müşrikler, Allah’ı ikinci sıraya koyanlardır. Onlar Allah’ı işlerine karıştırmak istemedikleri Çin ya kendilerini ya da başkalarını tanrılaştırır, onları Allah’a benzer konuma getirirler. Ama hepsi de bilir ki, Allah’ın bir benzeri olamaz. Böylece onlar;“...Allah’a verdikleri sözün kesinleşmesinden sonra caymış, Allah’ın birleş-tirilmesini emrettiği şeyi kesmiş olurlar.”

Madem insan her şeyini Allah’a borçludur, öyleyse onun isteklerini ilk sıraya almalıdır. Birleştirilmesi em-redilen budur. O, ikinci sıraya konursa Allah ile araya giren her şey onunla ilişkiyi keser ve kişiyi müşrik yapar.

Kur’an’da her şeyin örneği vardır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

ولقد ضربنا للناس في هذا القرآن من كل مثل لعلهم يتذكرون“Bilgilerini kullanırlar diye bu Kur’an’da insanlara

her örneği verdik.” (Zümer 39/27)

Bu konunun örneği İbrahim aleyhisselam’dır. Aşağıdaki âyetler, müşrik bir ailenin çocuğu olarak büyüyen İbrahim’in, Allah’ın birliği, gücü ve yetkisi konusunda kesin karara nasıl vardığını göstermektedir.

Page 51: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 51 -

HER İNSAN ALLAH’I BİLİR

ي اريك وقومك في ضالل واذ قال ابرهيم لبيه ازر اتـتخذ اصناما الهة انمن وليكون والرض موات الس ملكوت ابرهيم ي نر وكذلك مبين. ا افل قال ل احب ي فلم ا جن عليه اليل را كوكبا قال هذا رب الموقنين. فلمي رب يهدني لم لئن قال افل ا فلم ي رب هذا قال بازغا القمر را ا فلم فلين. الاكبر هذا ي رب هذا قال بازغة مس الش را ا فلم ين. ال الض القوم من لكونن هت وجهي للذي فطر ي وج ا تشركون. ان يء مم ي بر ا افلت قال يا قوم ان فلمي ون ه قومه قال اتحاج . وحاج موات والرض حنيفا وما انا من المشركين السي ي شيـا وسع رب ان يشاء رب وقد هدين ول اخاف ما تشركون به ال في اهللانكم تخافون ول اشركتم ما اخاف وكيف تتذكرون. افال علما شيء كل ل به عليكم سلطانا فاي الفريقين احق بالمن ان كنتم ما لم ينز اشركتم باهلل

تعلمون“Bir gün İbrahim babası Azer’e dedi ki: “Sen put-

ları birer ilah mı sayıyorsun? Ben, seni ve kavmini açık bir sapkınlık içinde görüyorum.

İbrahim’e bu sapıklığı gösterdiğimiz gibi göklerin ve yerin yönetimini de gösterdik ki, kesin bilgiye eri-şenlerden olsun.

Gecenin karanlığı üzerine çökünce bir yıldız gördü, “Bu benim Rabbimdir” dedi. Işığı kaybolunca, “Ben ışığı kaybolanları istemem.” dedi.

Ayı, ışıklarını saçarken gördü, “Benim Rabbim budur” dedi. Onun ışığı da kaybolunca “Rabbim doğ-ruyu göstermezse gerçekten ben de bu sapık kavimden biri olacağım” dedi.

Işıklarını saçarak doğan güneşi görünce “İşte benim Rabbim budur; bu daha büyük” dedi; onun ışığı da kaybolunca dedi ki; “Ey kavmim! Sizin ortak say-dığınız ne varsa ben onların hepsinden uzağım.” Ben

Page 52: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 52 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

yüzümü, doğrudan doğruya gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ben müşriklerden değilim.

Kavmi onunla tartışmaya başladı. İbrahim dedi ki, “Siz benimle Allah hakkında tartışıyorsunuz, öyle mi? Hem de bana doğruyu göstermişken… Ben ona ortak saydıklarınızdan korkmam, Rabbimin tercihi olmadan hiçbir şey olmaz.43 Rabbim her şeyi bilgisiyle kuşatmış-tır. Tezekkür etmez misiniz?44

Siz, hakkında Allah’ın indirdiği bir delil olmayan şeyleri ona ortak saymaktan korkmayacaksınız, ben sizin ortak saydıklarınızdan korkacağım, böyle şey olur mu? Biliyorsanız söyleyin, bu iki taraftan hangisi güven içinde olmaya daha layıktır?“ (En’âm 6/74-80)

Yukarıdaki âyetlerde geçen şu ifadeyi tekrar düşünelim:

“(Allah) onları kendilerine karşı şöyle şahit tuttu: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Onlar da: “Evet Rabbimizsin; biz buna şahidiz” dediler.”

Her insanın söylediği bu söz ile İbrahim aleyhisse-lamın şu sözü aynı anlamdadır:

“İbrahim’e o sapıklığı gösterdiğimiz gibi göklerin ve yerin yönetimini de gösterdik ki, kesin bilgiye eri-şenlerden olsun.”

İbrahim aleyhisselam babasının putunu beğenme-mişti ama onların inançlarının etkisinden de kurtula-mamıştı. Onlar gök cisimlerine tapıyor, yıldızı ve ayı birer tanrı sayıyorlardı. İbrahim aleyhisselam yaptığı gözlemle onların tanrı olamayacağını gördü ve şöyle söyledi:

“Rabbim doğruyu göstermezse gerçekten ben de bu sapık kavimden biri olacağım”

43. Bu bir istisna-i munkatı’dır.44. Bilginizi kullanmaz mısınız?

Page 53: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 53 -

Burada “Rabbim” dediği Allah’tır. Allah büyük Rab, diğerleri küçük rablerdi! O, böyle dese de toplumun yanlış inancın kurtulamamış; “Işıklarını saçarak doğan güneşi görünce “ İşte benim Rabbim budur; bu daha büyük” demişti.

Güneş de kaybolunca Allah’tan başka rab olmadığı konusunda bir şüphesi kalmamıştı. Bundan sonrasını anlatan ayetler, İbrahim aleyhisselamın yetiştiği kavmin de Allah konusunda şüphesi olmadığını, diğer varlıkları tanrı sayarken bir delile dayanmadıklarını gösteriyor. Zaten insanlar, başka tanrılara taparken onların tanrı olduğuna inandıkları için değil, o toplumdan dışlanmak istemedikleri için yaparlar. İbrahim aleyhisselamın bu-nunla ilgili sözlerinden biri şöyledir:

نيا ثم يوم القيامة ة بينكم في الحياة الد ود أوثانا م ن دون اهلل إنما اتخذتم من ناصرين ار وما لكم م يكفر بعضكم ببعض ويلعن بعضكم بعضا ومأواكم الن

.“Sizin bu putlara tutunmanız sadece aranızda

kaynaşmaya vesile olsun diyedir. Kıyamet günü biriniz diğerini görmek istemeyecek herbiriniz diğerini dışla-yacaktır. Sığınacağınız yer o ateştir. Size yardım eden de olmayacaktır.” (Ankebut 29/25)

HER İNSAN ALLAH’I BİLİR

Page 54: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar
Page 55: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 55 -

4.Konu

KUR’ÂN’DA DİNDARLIK

Din, Arapça deyn kökünden mastar veya isim olarak kabul edilir. Cevherî, dinin “âdet,

durum; ceza, mükâfât; itaat” şeklinde üç anlamını verir ve terim olarak dinin bu son anlamdan geldiğini belirtir.45 Ragıb, buna ceza ve itaat anlamlarını vermiş, İbn Manzur, bunlara hesap ve İslam’ı eklemiş, ayrıca deynin mastar, dinin isim olduğu yolunda bir görüş aktarmıştır.46 Zebîdî, âyet ve hadisler yanında Arap şiirinden aldığı çeşitli örneklere dayanarak din kelime-sinin yirminin üzerinde anlamını ve terim olarak iki ayrı anlamını zikretmiştir.47 Mütercim Asım Efendi ise dinin otuzu aşkın anlamından söz etmiştir. Bunlardan dinin terim anlamını yakından ilgilendirenler şunlardır: Ceza ve karşılık, İslam, örf ve âdet, zül, inkıyad, hesap, hâkimiyet ve galibiyet, saltanat ve mülkiyet, hüküm ve ferman, makbul ibadet, millet, şeriat, itaat.48

45. İsmail b. Hammad el-Cevheri, es-Sıhah, (Tahkik: Ahmed Abdulgafûr Atar), Beyrut 1983, دين mad. 46. Cemalüddin Muhammed b. Manzur, Lisanu’l-arab, Beyrut tarihsiz, دين mad. 47. Muhammed Murtaza ez-Zebidi, Tacu’l-arus, Mısır 1306/1889, دين mad. 48. Kamus Tercümesi دين mad.

Page 56: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 56 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Dinin sözlük anlamlarından boyun eğme ve karşı-lık görme anlamları49 öne çıkmaktadır. Çeşitli güçlere boyun eğilerek bir karşılık beklenebilir. Dinde boyun eğilen güç, aşkın güç, yani ilahtır. Her dinin ilahı, ken-dine boyun eğilen kuralları ve o kurallara uyanlara vaat ettiği bir karşılık vardır.

İlk din, Allah’ın Âdem’e öğrettiği, onun da çocukla-rına tebliğ ettiği dindir. Bu çizgi, ilk Nebîden son Nebîye kadar devam etmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

لخلق الناس عليها ل تبديل فطر التي فطرة اهلل ين حنيفا للد فأقم وجهك م ولكن أكثر الناس ل يعلمون. ين القي ذلك الد اهلل

“Sen yüzünü dosdoğru bu dine, Allah’ın fıtratına çevir. O, insanları ona göre yaratmıştır. Allah’ın yarattı-ğının yerini tutacak bir şey yoktur. İşte doğru din bu din-dir. Ama insanların çoğu bunu bilmezler.” (Rum 30/30)

Bu âyet, dini; doğru ve yanlış olarak ikiye ayırmak-ta, doğru dinin fıtratla örtüştüğünü bildirmektedir.

Allah Teâlâ bir de şöyle buyurur:

سالم. ال ين عند اهلل إن الد“Allah katında din, İslam dinidir.” (Al-i İmran 3/19)

سالم دينا فلن يقبل منه وهو في الخرة من الخاسرين. ومن يبتغ غير ال “Kim İslam’dan başka din ararsa, bu ondan kabul

edilmez. O, ahirette, kaybetmiş olanlardan olur.” (Al-i İmran 3/85)

İnsan, dünyaya gözünü açtığı andan itibaren Allah’ın âyetlerini görmeye başlar. Âyet; açık işaret, gösterge ve belge demektir. Kur’ân surelerinin birbirinden ayrılmış

bölümlerine de âyet denir.

49. Ragıp el-İsfahânî, Müfredât, دين mad.

Page 57: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 57 -

KUR’ÂN’DA DİNDARLIK

Allah’ın âyetleri Kur’ân’da olanlarla sınırlı değildir. Tüm varlıklarda; göklerde, yerde, hayvanlarda, bitkilerde,

kişinin iç dünyasında hâsılı her yerde onun âyetleri var-

dır.50 Bunlar fıtrat âyetleridir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

. ن لهم أنه الحق سنريهم آياتنا في الفاق وفي أنفسهم حتى يتبي“Biz hem dış çevrede hem de kendi içlerinde

olan âyetlerimizi onlara göstereceğiz; sonunda onun

(Allah’ın) gerçek olduğu onlar açısından iyice ortaya

çıkacaktır.” (Fussilet 41/53)

İnsanın çevresinde ve içinde var olan âyetler, bir

yaratıcının var olduğunu gösterir. Bu sebeple o, henüz

çocukken Allah ile ilgilenmeye başlar ve çevresini soru

yağmuruna tutar. Sonunda varlıkların Rabbini yani sahi-

bini, gözüyle görmüş ve eliyle dokunmuş gibi kavrar. Bu

konu “Her İnsan Allah’ı Bilir” başlığı altında anlatılmıştı.

Allah’ın varlığını herkes anlayıp kavradığı için

Kur’ân’da onu ispatla ilgili âyet yoktur. Allah’ın hiç-

bir elçisi bu konuda bir çaba sarf etmemiştir. Onlar

Allah’tan aldıkları emirle çabalarını, ondan başka ilah

olmadığı konusunda yoğunlaştırmışlardır. Allah Teâlâ

Elçisi Muhammed aleyhisselama şöyle buyurur:

إلها آخر إني لكم إني لكم منه نذير مبين. ول تجعلوا مع اهلل وا إلى اهلل ففرأو قالوا ساحر إل من رسول قبلهم من الذين أتى ما كذلك مبين. نذير منه ر فما أنت بملوم. وذك فتول عنهم قوم طاغون. به بل هم مجنون. أتواصوا نس إل ليعبدون. ما أريد كرى تنفع المؤمنين. وما خلقت الجن وال فإن الذ50. İlgi duyanlar şu âyetleri inceleyebilirler: Bakara 2/164; Aliİmrân 3/190; En’âm 6/97, 99;

A’raf 7/26, 58; Yunus 10/5, 6, 67, 92, 101; Yusuf 12/7, 35; Ra’d 13/2, 3, 4; Nahl 16/13, 65, 66, 67, 68, 69, 79; İsrâ 17/12; Kehf 18/9; Meryem 19/10; Tâhâ 20/128; An-kebût 29/ 24, 33, 34, 35; Rum 30/21, 22, 23, 24, 28; Lokman 31/31, 32; Secde 32/26; Sebe’ 34/15; Zümer 39/42, 52; Mümin 40/13; Câsiye 45/3, 4, 5, 6; Zâriyât 51/22, 23, 35, 36, 37; Kamer 54/12, 13, 14, 15.

Page 58: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 58 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

ة المتين. فإن اق ذو القو ز هو الر منهم من رزق وما أريد أن يطعمون. إن اهللللذين ظلموا ذنوبا مثل ذنوب أصحابهم فال يستعجلون. فويل للذين كفروا

من يومهم الذي يوعدون.“De ki, Allah’a koşun; ben ondan yana sizi açıkça

uyarıyorum.

Allah’ın yanı sıra başka bir Tanrı uydurmayın; ben

ondan yana sizi açıkça uyarıyorum.

Bunlardan öncekilere bir elçi gelmeye görsün;

hemen ya büyücü dediler ya deli. Bunlar da öyle.

Biri diğerine vasiyette mi bulundu? Yok; onlar

taşkınlık eden bir toplumdur.

Onlara bakma. Onlardan dolayı kınanacak

değilsin.

Sen yine de görevlerini hatırlat. Hatırlatma inana-

cak olanlara yarar sağlar.

Cinleri ve insanları yaratmam, başka değil, sırf

bana kul olsunlar diyedir.

Onlardan ne bir rızk isterim, ne beni doyurmaları-

nı isterim.

(Ben Allah’ım.) Rızkı, güç ve kuvvet sahibi olan

Allah verir.

Yanlış yapanların peşine takılacak vardır; tıpkı

arkadaşlarının peşine takılan gibi; acele etmesinler.

Sözü verilen günlerinden dolayı vay o kâfirlerin

haline!” (Zâriyat 51/50-60)

Dindar, bir dine uyan kişi demektir. Herkesin ken-

dine göre bir din anlayışı vardır ve herkes kendini, kendi

anladığı dinin dindarı sayar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

Page 59: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 59 -

KUR’ÂN’DA DİNDARLIK

عنهما ينزع ة الجن من أبويكم أخرج كما يطان الش كم يفتنن ل ادم بني يا لباسهما ليريهما سوآتهما إنه يراكم هو وقبيله من حيث ل ترونهم إنا جعلنا عليها وجدنا قالوا فاحشة فعلوا وإذا يؤمنون. ل للذين أولياء ياطين الشل ما اهلل على أتقولون بالفحشاء يأمر ل اهلل إن قل بها أمرنا واهلل آباءنا وادعوه مسجد كل عند وجوهكم وأقيموا بالقسط ربي أمر قل تعلمون. اللة ين كما بدأكم تعودون. فريقا هدى وفريقا حق عليهم الض مخلصين له الد

ويحسبون أنهم مهتدون. ياطين أولياء من دون اهلل إنهم اتخذوا الش“Ey Âdemoğulları! Sakın Şeytan başınızı derde

sokmasın. Nitekim edep yerlerini kendilerine göster-mek için ananızın ve babanızın elbiselerini soymuş ve onları o Cennetten çıkarmıştı. O ve onun takımından olanlar sizi, sizin onları göremeyeceğiniz yerlerden gö-rürler. Biz şeytanları, inanmayanlara dost olacak hale soktuk.

Onlar çirkin bir iş işlediler mi, “Atalarımızdan böyle gördük. Allah da bize böyle emretmiştir” derler. De ki: “Allah çirkinlikleri emretmez. Yoksa siz bilme-diğiniz şeyleri Allah’ın üstüne mi atıyorsunuz?”

De ki: “Rabbim adaletli davranmayı emretti. Siz, her secde yerinde ona yönelin. Dini, katkısız, ona has kılarak ona yalvarın. Sizi baştan yarattığı gibi yine ona döneceksiniz.”

Allah bir takımını doğru yola kabul etti. Bir takımı da sapkınlığı hak etti. Çünkü onlar Allah’tan önce o şeytanları kendilerine dost edindiler. Üstelik kendileri-ni doğru yolu tutmuş sanırlar.” (A’raf 7/27-30)

İtiraf etsin veya etmesin her insan Allah’ı kabul ettiği için bütün sapkınlar, Allah ile kendi aralarına başka dost-lar, başka ilahlar koyarlar. Doğru din, fıtrat ile örtüştüğü

Page 60: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 60 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

için fıtratı esas alarak değerlendirme yapacak olursak in-sanların üçe ayrıldığını görürüz; bir bölümü fıtrata uyar, bir bölümü uymaz, bir bölümü de kararsız kalır.

4.1. Fıtrata Uyanlar

Bütün Nebîler insanlara “Allah’tan başkasına iba-det etmemelerini”51 söylemişlerdir. “İbadet” sözlükte taat anlamına gelir. Taat boyun eğmek demektir, daha çok “emre uymak ve izinden gitmek” anlamında kulla-nılır.52 Türkçede buna kulluk ve kölelik denir. Allah’tan başkasına ibadet etmemek, ondan başkasına kul ve köle olmamak demektir. Bu da hürriyetin doruk noktasıdır. Fıtrat hür olmayı gerektirir. Ama insanlar, güçlerinin yettiğini kendilerine köle etmeye, güç yetiremedikleri-ne de köle olmaya yatkındırlar. Erginlik çağına girmiş kişi imtihan gereği, iç ve dış baskılarla yüz yüze gelir. Kendi iç dünyasından ve dışardan gelen bu baskılar onu zihinsel ve duygusal köleliğe iterler. Bunlar fıtratı boz-maya yönelik baskılardır.

Uyulması gereken fıtrattır. Fıtrat, varlıkların temel yapısını ve bu yapıyı oluşturan yaratılış, değişim, gelişim ilke ve kanunlarını ifade eder. İnsanların, hayvanların, bitkilerin, yerin, göğün hasılı her şeyin yapısı ve işleyişi buna göredir. İnsanın içinde ve çevresinde görüp durdu-ğu âyetler fıtrat âyetleridir. Kur’ân ise fıtratın “kelâma” dönüşmüş halidir.

İmtihan hür ortamda yapılır. İnsan, karar alırken de uygularken de hürdür. Fıtrattan edindiği bilgiler

51. Hûd 11/2,26; Yusuf 12/40; İsrâ 17/23; Yasin 36/60-61; Fussilet 41/14; Ahkâf 46/21.52. İbn Manzûr, Lisan’l-arab, İtaat, Tav’ طوع kökündendir. Tav’ boyun eğmek, istemek demektir.

Zıddı, kerih görmek ve hoşlanmamaktır. Âyette şöyle buyurulur: “Sonra, duman halinde bu-lunan göğe yöneldi, ona ve yeryüzüne: “İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin” dedi. İkisi de “İsteyerek geldik” dediler.” (Fussilet 41/11) Taat da aynı köktendir, boyun eğmek anlamına gelir ve daha çok “Emre uymak ve izinden gitmek.” anlamında kullanılır. (Ragıb el-İsfahânî, Müfredât, طوع mad.

Page 61: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 61 -

KUR’ÂN’DA DİNDARLIK

sayesinde yaptığının iyi mi kötü mü olduğunu fark eder. Kendine zorla yaptırılan şeylerden de sorumlu tutul-maz. Bu durumda insanın sahip olduğu üç şey ortaya çıkmaktadır.

Birincisi; karar alma hürriyetidir. İnsanın aklı ve kalbi vardır. Kalp karar organı; akıl onun yanında, fıtrata uymayan şeyleri ayıklamakla görevli uzmandır. Karar, akla uyarsa fıtrata da uyar. Bir hata yapılırsa kolaylıkla anlaşılır ve düzeltilir.

Akıl ve kalp, kişinin alabildiğine hür olduğu saha-dır. Burada verilen karara kimse karışamaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. İçinizde olanı, ister açığa vurun ister gizleyin, Allah sizi ondan hesaba çekecektir.53 Sonra o, bağışlanmayı hak edeni bağışlar, azabı hak edene de azap eder. Allah’ın gücü her şeye yeter.” (Bakara 2/284)

İçinde olan ile içinden geçen aynı değildir. İçinde olan; iman, küfür, sevgi, nefret, kin, iyi niyet gibi şey-lerdir. İçinden geçenler ise şeytan vesvesesi, duygular, istekler, beklentiler ve diğerleridir. İçte olana engel olunabilir ama içinden geçene engel olunamaz.

Dinin özü imandır. İmanın temeli de onu içten kabul etmek, yani kalp ile tasdiktir. Kalpteki tasdiki bir o kişi, bir de Allah bilir. Orası insanın en hür olduğu yerdir. Bu sebeple hiç kimse bir inancı kabule veya inkâ-ra zorlanamaz. Çünkü bu, fıtrata aykırıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

53. Önceki âyette şu hüküm vardır: “Şahitliği gizlemeyin. Kim gizlerse, kalbi günah işlemiş olur.” Bu hüküm şu âyette de yer alır: “Allah için yaptığımız şahitliği gizlemeyiz, yoksa elbette günahkârlardan oluruz.” (Maide 5/106) Kalp karar organıdır. İman, şirk, münafıklık, yalan, dürüstlük vs. hepsi kalbin kararı ile olur. Allah bunlardan şirki affetmeyecek, onun dışındaki-leri istediği kişiler için affedecektir. O, şöyle buyurur: “Allah şirki bağışlamaz, onun dışında kalanı bağışlanmayı hak eden için bağışlar.” Nisa 4/48). Geniş bilgi için, “İçinde Olandan Sorumlu Olma” bölümüne bkz.

Page 62: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 62 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

شد من الغي فمن يكفر بالطاغوت ويؤمن باهلل ن الر ين قد تبي ل إكراه في الد سميع عليم. فقد استمسك بالعروة الوثقى ل انفصام لها واهلل

“Dinde zorlama olmaz; doğru ile eğri birbirinden iyice ayrılmıştır. Kim azgınları tanımaz da Allah’a inanırsa kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa yapışmış olur. Allah işitendir, bilendir.” (Bakara 2/256)

İnsan ibadete de zorlanamaz. Çünkü ibadet için niyet gerekir. Niyet, bir şeye içten karar vermektir. “Ameller niyetlere göredir.”54 Bir ibadetin ne maksatla yapıldığını, tam olarak bir o ibadeti yapan bir de Allah bilir. Niyetsiz ibadet yapılamadığından zorla ibadet olmaz. Birisine zorla namaz kıldırılabilir ama niyet etmezse namaz kılmamış, boşuna yatmış kalkmış olur. Bu da bir şeye yaramaz.

Davranışlara yön veren, insanın içinde olanlardır. Kalbinde iman olduğu halde baskılar sonucu farklı davrananın sorumlu tutulmaması bu yüzdendir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

يمان ولكن من شرح من بعد إيمانه إل من أكره وقلبه مطمئن بال من كفر باهلل ولهم عذاب عظيم. بالكفر صدرا فعليهم غضب من اهلل

“Kim inandıktan sonra Allah’ı görmezlikten gelir, kâfir olursa… kalbi iman ile huzur bulmuşken baskı altında bırakılmış başka; ama kim içini küfre açarsa üstüne Allah’ın gazabı çöker. Onların payına düşen büyük bir azaptır.” (Nahl 16/106)

İkincisi; yaptığı şeyin farkında olmaktır. Büyüdüğünü ispat için sigara içen çocuk gibi fıtrata uymamak da kişi-ye cazip gelir. Ama o, bunun yanlış olduğunu bilir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

54. Bu hadis-i şerif, Sahih-i Buhârî’nin en başında yer alır.

Page 63: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 63 -

KUR’ÂN’DA DİNDARLIK

اها. اها. وقد خاب من دس فألهمها فجورها وتقواها. قد أفلح من زك“(Nefse) isyankârlığını ve takvâsını ilham edenin

hakkı için, onu arındıran gerçekten umduğuna ka-vuşmuş, kirletip karartan da kaybetmiş olur.” (Şems 91/8-10)

Fıtrata aykırı davranan, önce irkilir, sonra ya vaz-geçer ya da devam eder. Onu irkilten, Allah’ın “(Nefse) isyankârlığını ilham etmesi”; “yanlış yapıyorsun” diye uyarmasıdır. İsyandan sonra da bir iç sıkıntısı duyar; bu da onu tövbeye teşviktir.

Takvâ, kendini kötü duruma düşmekten korumak demektir. Bu, iyi bir davranıştır. İyi davranışlar insanın içini rahatlatır. Bu da Allah’tan ona bir ilham yani “(Nefse) takvâsını ilham” dır.

Vabısa b. Mabed diyor ki; Muhammedsallallahu aleyhi ve selleme gittim; “iyilikten ve günahtan sorma-ya mı geldin?” dedi.

Evet, dedim.

Parmaklarını bir araya getirip göğsüne vurdu ve üç kere şöyle dedi: “Nefsine danış, kalbine danış Vabısa! İyilik, nefsin yatıştığı, kalbin yatıştığı şeydir. Günah da içe dokunan ve göğüste tereddüt doğuran şeydir. İsterse insanlar sana fetva vermiş, yaptığını uygun bulmuş olsunlar.”55

Doğru karar veren kişinin içi rahat olur. Kararını uygularken de mutluluk duyar. Yanlış karar ise, hem karar verme süreci içinde hem de uygulama esnasında kişiyi rahatsız eder. Çünkü fıtrata aykırıdır.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

55. Sünen-i Dârimî, Büyû, 2.

Page 64: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 64 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

كاة لهم أجرهم الة وآتوا الز الحات وأقاموا الص إن الذين آمنوا وعملوا الصعند ربهم ول خوف عليهم ول هم يحزنون.

“Kimler inanır, iyi işler yapar, namazı dosdoğru kılar ve zekâtı verirlerse; onlara Rableri katında ödül vardır. Üstlerinde ne bir korku olur, ne de üzülürler.” (Bakara 2/277)

Üçüncüsü; tezekkürdür. İç ve dış dünyadaki âyet-lerden edinilen bilgileri zihne yerleştirmek ve kullanıma hazır halde tutmak gerekir. Bu tür bilgiye zikir denir. Onu kalbe ve dile getirme ve hatırlama da zikirdir.56 Bu

bilgilerin yanlışları da olur. Aklını kullananlar o yanlış-

ları ayıklayabilirler. Onların doğru olanları ile Allah’ın

kitabı arasında tam bir uyum bulunur. Bu sebeple

Kur’ân’ı okuyan her insanın içinde ona karşı bir güven

ve tatmin duygusu oluşur.

Nebîler insanları tezekküre çağırmışlardır. Tezekkür,

zihinde var olan bilgiyi harekete geçirmektir. İbrahim

aleyhisselam puta tapanlara “tezekkür etmez misiniz?”57

derken “Fıtrattan edindiğiniz bilgilerle benim sözlerimi

karşılaştırıp yaptığınız yanlışı görmez misiniz?” demiş ol-

maktadır. Bu onları, iç muhasebesi yapmaya çağırmaktır.

Fıtrattan alınan doğru bilgi zikir olduğu gibi ilâhî

kitapların ortak adı da zikirdir.58 Allah Teâlâ şöyle

buyurur:

تطمئن القلوب. أل بذكر اهلل“Bilin ki kalplerin yatışıp rahatlaması Allah’ın

zikri ile olur.” (Ra’d 13/28)

56. Ragıb el-İsfahânî, Müfredât, ذكر mad. 57. En’âm 6/80.58. Bkz. Al-i İmran 3/58, A’raf 7/63, Hicr 15/6,9; Nahl 16/44, Enbiya 21/2,50,105; Furkân

25/18, Yasin 36/11, Sad 38/8, Kamer 54/25.

Page 65: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 65 -

KUR’ÂN’DA DİNDARLIK

Allah Teâlâ Kur’ân ile ilgili şöyle buyurur:

كر وإنا له لحافظون. لنا الذ إنا نحن نز“O Zikri biz indirdik. Ne olursa olsun onu koruya-

cak olan da biziz.” (Hicr 15/9)

Allah’ın elçileri, insanlarda var olan doğru bilgileri

harekete geçirdikleri yani evrensel doğruları söyledikle-

ri için etkili olmuşlardır. Herkese Allah’ın bir elçisinin

tebliği ulaşmayabilir. Bu açıdan insanlar iki kısımdır.

Bir kısmı bir elçinin tebliğini almış, ikinci kısmı ise

böyle bir tebliğ ile muhatap olmamış olur.

4.1.1. Kendilerine Tebliğ Ulaşmamış Olanlar

Kendine bir elçinin tebliği ulaşmamış olanın so-

rumluluğu fıtrata uymakla sınırlıdır. Fıtrata uymak,

şirke karşı yani Allah’tan başkasına kul olmaya karşı

direnmeyi gerektirir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

ل يغفر أن يشرك به ويغفر ما دون ذلك لمن يشاء. إن اهلل“Allah şirki bağışlamaz, onun dışında kalanı,

doğru tercihi yapan için bağışlar.” (Nisa 4/48)

Allah’ın varlığının ve birliğinin delili her yerde sa-

yısız miktarda olduğu halde ortak koşulanlarla ilgili bir

delil yoktur. Bu konuda tek dayanak gelenektir. Allah

Teâlâ şöyle buyurur:

سول قالوا حسبنا ما وجدنا عليه وإلى الر وإذا قيل لهم تعالوا إلى ما أنزل اهللآباءنا أولو كان آباؤهم ل يعلمون شيئا ول يهتدون.

“Onlara, “Allah ne indirmişse ona ve o Elçi’ye

gelin.” denince şöyle derler: “Atalarımızda ne bulmuş-

sak o bize yeter”. Ya ataları bir şey bilmez, doğru yolu

da tutmaz kimseler idiyse?” (Maide 5/104)

Page 66: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 66 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

بع الذين يدعون من دون ماوات ومن في الرض وما يت من في الس أل إن هللبعون إل الظن وإن هم إل يخرصون. شركاء إن يت اهلل

“İyi bilin ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Öyleyse Allah’ın yakınından ortaklara yalvaranlar neyin peşindedirler? Onların peşine takıl-dığı sadece kuruntudur. Onlar sadece yalan söylerler.” (Yunus 10/66)

Aklını kullanan bu batağa düşmez. Çünkü ( ويجعل يعقلون ل الذين على جس -o pisliği aklını kullan (Allah)“ (الرmayanların üstüne bırakır.” (Yunus 10/100) Bu sebeple insana tebliğ ulaşsın veya ulaşmasın, onun bağışlan-mayacak günahı, şirk günahıdır. Yukarıda geçen ilgili âyetlerden birini burada tekrarlayalım.

فعل بما أفتهلكنا بعدهم من ية ذر ا وكن قبل من آباؤنا أشرك إنما أو تقولوا المبطلون.

“Şunu diyemezsiniz: “Önceden ortak koşanlar ba-balarımızdı. Biz ise onlardan sonra gelen bir nesil idik. O batıla sapanların işlediklerinden ötürü bizi yok mu edeceksin?” (A’raf 7/173)

Kendine Allah’ın bir elçisinin tebliği ulaşmamış olanlar, bir elçiden öğrenilebilecek şeylerden sorumlu olmazlar. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurur: (يكلف ل وسعها إل نفسا Allah, kimseye gücünün yettiğinden“ (اهلل fazlasını yüklemez.” (Bakara 2/286)

Bu konu ile ilgili olarak “Cennete Kimler Girer” başlıklı yazının da okunması yararlı olur.

4.1.2. Kendilerine Tebliğ Ulaşmış Olanlar

Kendine Allah’ın elçisinin tebliği ulaşan kişi önce o elçiyi sorgulamalıdır. Çünkü Allah her elçiye, elçiliğini

Page 67: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 67 -

KUR’ÂN’DA DİNDARLIK

ispatlayacak belge vermiştir. Taklidi mümkün olma-dığı için o belgeye mucize denir. Mucizeyi gören kişi, Allah’ın ona elçilik görevi verdiğini gözüyle görmüş gibi kavrar. “Eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resuluh.” Yani “Ben şahitlik ederim ki, Muhammed Allah’ın kulu ve elçisidir.” dememiz bundandır. Onun mucizesi olan Kur’ân’ı anlayan herkes bu kanaate varır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

بع غير سبيل المؤمنين ن له الهدى ويت سول من بعد ما تبي ومن يشاقق الرم وساءت مصيرا. نوله ما تولى ونصله جهن

“Doğru yol kendisi için apaçık belli olduktan sonra kim o elçiden ayrı düşer ve müminlerin yolundan başka bir yola girerse onu gittiği yolda bırakır ve Cehenneme sokarız. Ne kötü hale gelmedir o!” (Nisa 4/115)

Fıtrata uyanlar, benliklerini koruyan, doğru olduğu için dine uyanlardır. Allah Teâlâ bunlarla ilgili olarak şöyle buyurur:

أل تخافوا ول المالئكة ل عليهم تتنز ثم استقاموا ربنا اهلل قالوا الذين إن الحياة في أولياؤكم نحن توعدون. كنتم التي ة بالجن وأبشروا تحزنوا نزل عون. تد ما فيها ولكم أنفسكم تشتهي ما فيها ولكم الخرة وفي نيا الد وعمل صالحا وقال إنني ن دعا إلى اهلل من غفور رحيم. ومن أحسن قول مم

من المسلمين.“Rabbimiz Allah’tır diyen, sonra doğru davranan-

lar.. onların üzerlerine melekler iner ve “korkmayın, üzülmeyin, size söz verilmiş Cennet ile sevinin” derler.

Biz dünya hayatında da ahirette de sizin dostları-nızız. Ahirette sizin için canınızın çektiği her şey vardır. Sizin için orada istediğiniz her şey vardır.

Bu, bağışlaması ve ikramı bol olan Allah tarafın-dan bir ziyafet olarak verilecektir.

Page 68: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 68 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Allah’a çağıran, iyi işler yapan ve “ben Müslüman’ım” diyen kimsenin sözünden daha güzeli kimin sözüdür?” (Fussilet 41/30-33)

4.2. Kararsızlar

Kendi arzularına uygun olarak yaşamak isteyenler, Allah’ın her şeyi vermesini ama emir vermemesini isterler. Bunlardan bazıları da Allah’a kulluğu, istekle-rinin kabulüne vasıta sayarlar. İşler iyi giderse sevinir, dine sarılırlar. Kötü giderse umutsuzluğa kapılır, yoldan çıkarlar. Bunlar dine, doğru olduğu için değil, menfaat-lerine uygun düştüğü için uyarlar. Menfaatleri bozuldu mu kararları değişir, çareyi başka kapılarda aramaya baş-larlar. Onun için bunlara kararsızlar demek uygun olur. Bununla ilgili olarak “Şirkle İman Arasında Kararsızlık” bölümünü okumak gerekir.

4.3. Fıtrata Uymayanlar

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

الذي خلقكم ثم رزقكم ثم يميتكم ثم يحييكم هل من شركائكم من يفعل اهللا يشركون. ظهر الفساد في البر والبحر من ذلكم من شيء سبحانه وتعالى عمقل يرجعون. لعلهم عملوا الذي بعض ليذيقهم الناس أيدي كسبت بما أكثرهم كان قبل من الذين عاقبة كان كيف فانظروا الرض في سيروا اهلل من له مرد ل يوم يأتي أن قبل من م القي ين للد وجهك فأقم مشركين.

عون. من كفر فعليه كفره ومن عمل صالحا فلنفسهم يمهدون. د يومئذ يص“Sizi yaratmış olan, sonra size rızık veren, sonra

canınızı alacak olan, sonra yeniden diriltecek olan Allah’tır. Ortaklarınız içinde bunlardan birini yapan var mıdır? Allah, onların ortak koştuklarından uzaktır ve yücedir.

Page 69: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 69 -

KUR’ÂN’DA DİNDARLIK

İnsanların kendi elleriyle yaptıkları yüzünden karada ve denizde bozulmalar ortaya çıktı. Bu, yap-tıklarının bir kısmını onlara tattırsın diyedir. Belki vazgeçerler.

De ki: “Yeryüzünde gezip dolaşın da bakın ki, bun-dan evvelkilerin sonu nasıl olmuştur?” Onların çoğu müşrik kimselerdi.

Sen yüzünü o doğru dine yönelt. Bunu Allah tarafın-dan gelecek olan ve savma imkânı olmayan bir günden önce yap. İnsanlar o gün bölük bölük bölüneceklerdir.

Kim kâfir olursa kâfirliği kendi aleyhinedir. Kim de iyi iş yaparsa kendileri için hazırlık yapmış olurlar.” (Rum 30/40-44)

İnsanların çoğunun müşrik olması, çoğunun fıt-rata uymaması demektir. Müşrik, ortak koşana denir. Ortaklık en az iki şey arasında olur. Bunlardan biri daima Allah’tır; ikincisi değişir. Bazen değer verilen bir varlık, bazen de bir ruhani olur. Allah’a ortak sayılan bu varlıklara, Allah’a ait özellikler yakıştırılır. Allah ile bitecek işin, ancak onların araya girmesi ile olacağına inanılır.59 Böylece kişi, Allah’tan önce bu aracıya kul olur. Çünkü aracılar yarı insan, yarı tanrı sayılırlar. Hıristiyanların 451’de Kadıköy’de toplanan dördüncü ökümenik konsil’de İsa aleyhisselamın “…mükemmel Tanrılığa ve mükemmel insanlığa sahip, gerçek Tanrı ve gerçek insan olduğuna60 karar vermeleri bundandır. Bu, aklın ve fıtratın kabul edemeyeceği bir iddiadır. Bu sebeple bu tür inançlara sahip olanlar akıllarını kullan-maya yanaşmaz, uydurma iddialar, telkinler ve manevi baskılarla insanları şartlandırmaya çalışırlar.

59. Muhammed b. Abdullah Hani, Adâb, (trc. Abdulkadir Akçiçek), İstanbul, 1396/1976, s. 172.

60. Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 467.

Page 70: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 70 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

İnsanlardan bir kısmı da kendilerini tanrılaştırarak Allah’tan önce kendilerine kul olurlar.

4.3.1. Kendilerine Kul Olanlar

Kendine kul olanlar, gönüllerince yaşamak iste-yenlerdir. Karşılarına Allah’ın bir elçisinin tebliği ile çıkılınca çok rahatsız olurlar. Çünkü Allah’ın her şey vermesini ama emir vermemesini isterler. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

ورسله ويقولون قوا بين اهلل يفر أن ورسله ويريدون باهلل يكفرون الذين إن نؤمن ببعض ونكفر ببعض ويريدون أن يتخذوا بين ذلك سبيال. أولئك هم

ا وأعتدنا للكافرين عذابا مهينا. الكافرون حق“Allah’ı ve elçilerini görmezlik ederek kâfir olan,

Allah’la elçilerinin arasını ayırmak isteyen, birine ina-nır diğerini tanımayız diyen ve ikisi arasında bir yol tutmak isteyenler… Onlar hak ederek kâfir olanlardır. O kâfirlere aşağılayıcı bir azap hazırlamışızdır.” (Nisa 4/150- 151)

Allah’ın Elçisini kabul etmeyen biriyle yaptığımız bir görüşme şöyledir:

-Benim Allah’ıma inancım sonsuzdur.

-Allah’a herkes inanır, bu her insan için kaçınılmazdır.

-Zaman zaman Allah’ıma sığınır, onun yardımını isterim. Böyle yapınca rahatlar, mutlu olurum.

-Bunu herkes yapar. Zor olan Allah’ın emirlerine yani Elçisinin tebliğine uymaktır. Siz Elçiye uymak yerine gönlünüzce yaşamak istiyorsunuz değil mi?

-Elbette. Hayat benim hayatım; buna kim karışabilir?

Page 71: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 71 -

KUR’ÂN’DA DİNDARLIK

-O hayatı veren Allah karışamaz mı?

-… ?!

Bunların bir kısmı Allah’ın emirlerini sınıflara ayırır, kimini uygun görür, kimini görmezler. Bazıları kendilerini Tanrıtanımaz saydıkları için onları ikiye ayırarak inceleyeceğiz.

Kendine kul olanların bir kısmına tanrıtanımaz yani ateist denir. Bunların bir kısmı önder kişiler, bir kısmı da onların takipçileridir. Önderler, fıtrata uyma yerine fıtratı kendilerine uydurmaya çalışır, görüş ve teoriler üretirler. Kimileri de itibarını kaybetme korku-suyla ateizme sarılırlar. Bunların ortak yönü, kendi arzu ve heveslerine uygun bir dünya kurmak veya böyle bir dünyada yaşamaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

وقلبه سمعه على وختم علم على اهلل وأضله هواه إلهه اتخذ من أفرأيت أفال تذكرون . وجعل على بصره غشاوة فمن يهديه من بعد اهلل

“Kendi arzusunu kendine tanrı edineni görmedin mi? Bilgili olduğu halde Allah onu sapık saymış, ku-lağında ve kalbinde izler, gözünün önünde perde oluş-turmuştur. Allah sapık saydıktan sonra onu kim yola gelmiş kabul edebilir? Hiç düşünmez misiniz?” (Câsiye 45/23)

Bunlar kendine âşık, kendini kâinatın merkezi gören ve kendi doğrularını evrensel doğru sayan, dünyası dar, çözemediği problemler sebebiyle huzursuz ve hırçın kimselerdir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

ارايت من اتخذ الهه هويه افانت تكون عليه وكيال. ام تحسب ان اكثرهم يسمعون او يعقلون ان هم ال كالنـعام بل هم اضل سبيال.

“Kendi arzusunu kendine tanrı edineni görmedin mi? Ona sen mi vekil olacaksın? Yoksa sen zannediyor

Page 72: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 72 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

musun ki, onların çoğu söz dinler veya aklını çalıştırır?

Onlar; en’âm61 gibidirler; hayır, daha düşük seviyede-

dirler.” (Furkan 25/43-44)

Koltuğunu kaybetme korkusuyla ateizme sarılan-

ların işi daha da zorlaşır. Bunların karşısına hangi de-

lille çıkılırsa çıkılsın aldırmazlar ve hırçınlıkları artar.

Nitekim bunlardan biri olan Firavun, Musa’nın Allah’ın

elçisi olduğundan şüphe duymadığı halde onu kabul

etmemişti. Konuyla ilgili âyet şöyledir:

بها واستيقنتها قالوا هذا سحر مبين. وجحدوا مبصرة اياتنا ا جاءتهم فلما. أنفسهم ظلما وعلو

“Belgelerimiz bütün açıklığı ile onlara gelince:

“Bunlar apaçık büyüdür” dediler.

Belgeleri içten kesin olarak anladıkları halde za-

limlikten ve büyüklük taslamadan dolayı, onlara karşı

inkârcılık yaptılar.” (Neml 27/13-14)

Firavun’un tanrıtanımazlardan olduğunu şu âyet-

lerden anlıyoruz:

فرعون إني رسول من رب العالمين. حقيق على أن ل أقول وقال موسى يا نة من ربكم فأرسل معي بني إسرائيل. إل الحق قد جئتكم ببي على اهلل

“Musa dedi ki, “Bak, Firavun! Ben âlemlerin Rab-

binin bir elçisiyim.

Bana düşen, Allah’a karşı gerçek dışı bir şey söyle-

memektir. Size Rabbinizden bir mucize getirdim, İsrail

oğullarını benimle beraber gönder.” (A’raf 7/104-105)

إن بينهما وما والرض ماوات الس رب قال العالمين. رب وما فرعون قال لين. كنتم موقنين. قال لمن حوله أل تستمعون. قال ربكم ورب آبائكم الو61. En’am Arapça’da koyun, keçi, sığır ve deveye verilen ortak addır.

Page 73: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 73 -

KUR’ÂN’DA DİNDARLIK

قال إن رسولكم الذي أرسل إليكم لمجنون. قال رب المشرق والمغرب وما من لجعلنك غيري الها اتخذت لئن قال تعقلون. كنتم إن بينهما

المسجونين.“Firavun dedi ki: “Âlemlerin Rabbi de neyin nesi

oluyor?”

Dedi ki, kesin olarak inanacaksanız, o göklerin,

yerin ve ikisinin arasındaki her şeyin Rabbidir.”

Çevresinde bulunanlara dedi ki, “İşitmiyor musunuz?”

Musa devam etti: “O sizin de Rabbiniz, önceki atalarınızın da Rabbidir.”

Firavun dedi ki, “Size gönderilen elçiniz gerçekten

delidir.”

Musa dedi ki: “Eğer aklınızı kullanabilirseniz o,

doğunun, batının ve bu ikisinin arasında olanların

Rabbidir.

Firavun dedi ki: “Hele benden başkasını tanrı edin,

ant olsun seni zindanlıklardan biri yaparım.” (Şuarâ

26/23-29)

Firavun önce akıllı, sabırlı, bilgili ve güçlü görünüp

Musa aleyhisselama cevap vermeye çalıştı. Başarılı

olamayınca hırçınlaştı ve aşırı tepkiler gösterdi. Allah

Teâlâ şöyle buyurur:

ب وأبى. قال أجئتنا لتخرجنا من أرضنا بسحرك ولقد أريناه اياتنا كلها فكذمثله فاجعل بيننا وبينك موعدا ل نخلفه نحن يا موسى. فلنأتينك بسحر

ينة وأن يحشر الناس ضحى. ول أنت مكانا سوى. قال موعدكم يوم الز“Firavun’a belgelerimizin hepsini gösterdik. Ama

o, yalana saptı ve direndi.

Page 74: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 74 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Dedi ki, “Sen büyünle bizi toprağımızdan çıkar-maya mı geldin, Musa?

Ne olursa olsun, sana onun dengi bir büyü getirece-ğiz. Bizimle senin aranda bir buluşma yeri belirle. Düz bir yer olsun ki, ne biz cayalım, ne de sen.”

Musa dedi ki, “buluşmamız bayram gününüzde, insanların toplandığı kuşluk vaktinde olsun.” (Taha 20/56-59)

وقال فرعون ائتوني بكل ساحر عليم.“Firavun: “Bana bütün bilgin büyücüleri getirin”

dedi.” (Yunus 10/79)

(Büyücüler ve halk toplandı, gösteri başladı.)

ة بعز وقالوا هم وعصي حبالهم فألقوا ملقون. أنتم ما ألقوا موسى لهم قال فرعون إنا لنحن الغالبون.

“Musa büyücülere: “Ne atacaksanız atın” dedi.

İplerini ve değneklerini attılar ve “Firavun’un gücü adına üstün gelen biz olacağız” dediler.” (Şuarâ

26/43-44)

ل إليه من سحرهم أنها تسعى. هم يخي قال بل ألقوا فإذا حبالهم وعصي“…değnekleri ve ipleri, büyüleri yüzünden,

Musa’ya sanki yürüyorlarmış gibi geldi.” (Taha 20/66)

فألقى موسى عصاه فإذا هي تلقف ما يأفكون.“Musa da değneğini attı; birden, onların uydur-

duklarını yutmağa başladı.” (Şuarâ 26/45)

فوقع الحق وبطل ما كانوا يعملون. فغلبوا هنالك وانقلبوا صاغرين.“Hak yerini buldu, onların yaptıkları da boşa gitti.

Orada yenildiler ve küçük düştüler.” (A’raf 7/ 118-119)

Page 75: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 75 -

KUR’ÂN’DA DİNDARLIK

ا برب العالمين. رب موسى وهارون. قال حرة ساجدين. قالوا آمن فألقي السحر فلسوف تعلمون آمنتم له قبل أن آذن لكم إنه لكبيركم الذي علمكم الس

كم أجمعين. عن أيديكم وأرجلكم من خالف ولصلبن لقط“Büyücüler hemen secdeye kapandılar. “Biz âlem-

lerin Rabbine inandık. Musa’nın ve Harun’un Rabbine”

dediler.

Firavun dedi ki: “Ona inandınız ha? Ben size izin

vermeden!.. Muhakkak o sizin büyüğünüzdür; size

büyüyü öğreten odur. Yakında iyice öğreneceksiniz.

Ellerinizi ayaklarınızı, çaprazlama keseceğim ve hepi-

nizi asacağım.” (Şuarâ 26/46-49)

نات والذي فطرنا فاقض ما أنت قاض قالوا لن نؤثرك على ما جاءنا من البيأكرهتنا وما خطايانا لنا ليغفر بربنا ا آمن إنا نيا. الد الحياة هذه تقضي إنما

خير وأبقى. حر واهلل عليه من الس“Büyücüler dediler ki: “Biz seni, ne bize gelen apa-

çık mucizelere üstün tutarız ne de bizi yaratana. Haydi

ne karar vereceksen ver. Sen, ancak bu dünya hayatına

hükmedebilirsin.

Biz Rabbimize inandık ki, hem hatalarımızı hem

de bize zorla yaptırdığın büyüyü bağışlasın. Allah’ın

vereceği daha iyi ve daha kalıcıdır.” (Taha 20/72-73)

ل دينكم أو أن وقال فرعون ذروني أقتل موسى وليدع ربه إني أخاف أن يبدر يظهر في الرض الفساد. وقال موسى إني عذت بربي وربكم من كل متكب

ل يؤمن بيوم الحساب.“Firavun dedi: “Bırakın beni Musa’yı öldüreyim; o

da Rabbini çağırsın bakalım. Çünkü korkarım o, sizin

dininizi değiştirir veya bu toprakta karışıklık çıkarır.”

Page 76: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 76 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Musa şöyle dedi: “İşte ben, benim de Rabbim sizin

de Rabbiniz olan Allah’a sığınırım. Hesap gününe inan-

mayan her kibirlinin şerrinden.” (Mümin 40/26-27)

Bunlar Allah’ın varlığını bilirler ama açığa vurmak

istemezler. Ümitlerinin kaybolduğu, gizlemenin bir

anlam taşımadığı zaman bunu açığa vururlar.

حتى إذا أدركه الغرق قال آمنت أنه ل إله إل الذي آمنت به بنو إسرائيل وأنا من المسلمين .

“… Firavun boğulmayla yüz yüze gelince dedi

ki, “İsrail oğullarının inandığından başka tanrı olma-

dığına inandım, artık ben ona teslim olanlardanım.”

(Yunus 10/90)

Bunların arkasından gidenler de bunlar gibi değer-

lendirilirler. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

فاستخف قومه فأطاعوه إنهم كانوا قوما فاسقين.“Firavun kavmini küçümsedi ama, onlar ona

boyun eğdiler. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir kavim

idiler.”‏(Zuhruf 43/54)

Kendine kul olanların tamamı Allah’ı bilirler.

Yukarıda anlatılan tanrıtanımazlar yani ateistlerin gö-

rüntüde bir farkı vardır ama aslında onlar da bu gurupla

aynıdır. Kendine kul olanların başında İblis gelir. Allah,

Âdem’e secde emri verince İblis, kendi şartlarına uygun

görmediği için secde etmemişti. Konu ile ilgili âyetler

şöyledir:

فإذا مسنون. حمإ من صلصال من بشرا خالق إني للمالئكة ربك قال وإذ كلهم المالئكة فسجد ساجدين. له فقعوا روحي من فيه ونفخت يته سوأل لك ما إبليس يا قال اجدين. الس مع يكون أن أبى إبليس إل أجمعون.

Page 77: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 77 -

KUR’ÂN’DA DİNDARLIK

حمإ من من صلصال خلقته لبشر لسجد أكن لم قال اجدين. الس مع تكون مسنون. قال فاخرج منها فإنك رجيم.

“Bir gün Rabbin meleklere dedi ki: “Ben, kurumuş

çamurdan, değişken kara balçıktan bir insan yarata-

cağım. Onu düzenleyip içine ruhumdan üflediğimde

ona secde edin.” Bütün melekler hemen topluca secde

ettiler; İblis öyle yapmadı, secde edenlere katılma-

makta direndi. Allah dedi ki: “İblis! Senin neyin var

ki, onlarla birlikte secde etmedin?” Dedi ki, “Kurumuş

çamurdan, değişken kara balçıktan yarattığın insana

secde edemem.” Allah dedi ki, “Öyleyse çık oradan,

çünkü sen kovuldun.” (Hicr 15/28-34)

أبى واستكبر وكان من الكافرين.“O, direnmiş, büyüklük taslamış ve kâfirlerden

olmuştu.” (Bakara 2/34)

İblis, Âdem’e değil, Allah’a karşı büyüklenmişti.

Çünkü uygun bulmadığı Allah’ın emriydi. Bu yüzden

Allah ona,

اغرين ر فيها فاخرج إنك من الص قال فاهبط منها فما يكون لك أن تتكب“..İn oradan, orada büyüklenmek sana düşmez;

çık, sen alçağın tekisin” demişti.”(A’raf 7/13)

İblis, Allah’ın ne varlığını, ne de birliğini inkâr

etmiştir. Sapık sayıldıktan sonra bile şöyle demiştir:

شديد العقاب واهلل ي اخاف اهلل ي ارى ما ل ترون ان ... ان“...Doğrusu ben Allah’tan korkarım, Allah’ın ceza-

sı pek ağırdır.” (Enfâl 8/48)

İblis ahirete de inanır. Çünkü kovulunca şöyle

demişti:

Page 78: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 78 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

قال رب فأنظرني إلى يوم يبعثون“Rabbim! Hiç olmazsa, tekrar dirilecekleri güne

kadar bana süre tanı.” (Hicr 15/36)

İblis’in kâfirliği, Allah’a şart ileri sürmesi ile başladı ve artarak devam etti. Çünkü Allah’a şart ileri sürmek, kendini o konuda onunla eşit görmektir. Bu da kendini tanrılaştırmaktan başka bir şey değildir. Büyüklenmenin en kötüsü işte budur.

4.3.2. Büyüklere Kul Olanlar

İslam’ın dışına çıkan her insan ya nefsinin ya baş-kasının kölesi olur. Yanlış yolda olduğu için kendine destekçiler arar. Kendisi gibi düşünenlerle birlik olur. Bunların ortak hatası, ortak değerleri olur. Bu yanlış değerler etrafında kenetleşirler. Putperestlerde de olan bu özelliğini Kur’ân şöyle anlatır:

نيا. ة بينكم في الحياة الد أوثانا مود وقال إنما اتخذتم من دون اهلل“İbrahim dedi ki; Allah’ın yakınından putlara

tutulmanızın sebebi sadece bu dünyada, aranızda bir sevgi bağı oluşsun diyedir...” (Ankebut 29/25)

Her insan, yaptığı yanlışın farkındadır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

واجتنبوا الطاغوت فمنهم من ة رسول أن اعبدوا اهلل ولقد بعثنا في كل أماللة فسيروا في الرض فانظروا كيف ومنهم من حقت عليه الض هدى اهلل

بين. كان عاقبة المكذ“Her millete bir elçi gönderdik; “Allah’a kul olun

ve azgınlardan uzak durun!” diye. Sonra onlardan bir kısmına Allah hidâyet nasip etti, bir kısmı da sapıklığı hak etti. Yeryüzünde gezin dolaşın da o yalancıların sonu ne olmuş bir görün.” (Nahl 16/36)

Page 79: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 79 -

KUR’ÂN’DA DİNDARLIK

ة إل خال فيها نذير. إنا أرسلناك بالحق بشيرا ونذيرا وإن من أم“Ya Muhammed, seninle o gerçeği (Kur’ân’ı), müj-

deci ve uyarıcı olasın diye gönderdik. Her ümmetin geçmişinde bir uyarıcı, kesin vardır.” (Fâtır 35/24)

Her millete elçi gönderildiğine göre mevcut dinler-den her birinin temelinde bir elçinin tebliğini bulmak mümkündür. Nitekim Mekke’nin geçmişinde de Nebîlerden İbrahim ve İsmail vardı. Kureyş’liler İbrahim soyundan gelmekle övünür,62 ondan kalma hac ve umre ibadetlerini yerine getirirlerdi.

Geçmişlerinde İbrahim ve İsmail aleyhisselam olmasına rağmen Mekkeliler şirke düşmüşlerdi. Hıristiyanların büyük bir bölümü ise, İsa aleyhisselamı ve Kutsal Ruh’u yani Cebrail’i Allah’a ortak saymaya başlamışlar ve şirke düşmüşlerdir.

Allah, dinlerdeki bozulmanın nasıl başladığını, ehl-i kitaba hitaben söylediği şu sözleriyle açıklamaktadır:

إل الحق إنما المسيح ياأهل الكتاب ل تغلوا في دينكم ول تقولوا على اهلل باهلل فآمنوا منه وروح مريم إلى ألقاها وكلمته اهلل مريم رسول ابن عيسى إله واحد سبحانه أن يكون ورسله ول تقولوا ثالثة انتهوا خيرا لكم إنما اهلل

وكيال. ماوات وما في الرض وكفى باهلل له ولد له ما في الس“Ey ehl-i kitap! Dininizde sınırı aşmayın. Allah’a

karşı gerçek dışı şeyler söylemeyin. Meryem oğlu İsa Allah’ın sadece elçisi, Meryem’e yönelttiği sözü63 ve onun bir ruhûdur.64 Artık Allah’a ve Elçisi’ne inanın. Tanrı üçtür, demeyin; buna bir son verin, sizin için iyi

62. İbn Hişam, Siretu’n-Nebî, Thk: M. Muhyiddin Abdülhamid, Beyrut, 1401/1981, c. I, 216.63. “Meryem’in rahminde ol” dediği için orada babasız olarak bir çocuk oluşmuştur.64. “Allah’ın ruhu” terimi İsa aleyhisselama has değildir. Bu terim, Âdem için ve her insan için

kullanılmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Âdem’i tamamlayıp, içine ruhumdan üfürdüğüm zaman, derhal ona secdeye kapanın.” (Sad 38/72) İnsanın yaratılışı ile ilgili bir âyet şöyle-dir: “Sonra insanı tamamlayıp şekillendirmiş, ona kendi ruhundan üflemiştir.” (Secde 32/9)

Page 80: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 80 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

olur. Allah tek tanrıdır, onun çocuğa ihtiyacı olmaz. Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi onundur. Vekil olarak Allah yeter.” (Nisa 4/171)

Sınırı önce Yahûdiler aşmış, Hıristiyanlar onları takip etmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

قد قوم أهواء بعوا تت ول الحق غير دينكم في تغلوا ل الكتاب أهل يا قل بيل. لعن الذين كفروا من ضلوا من قبل وأضلوا كثيرا وضلوا عن سواء السوكانوا عصوا بما ذلك مريم ابن وعيسى داوود لسان على إسرائيل بني

يعتدون.“De ki: Ey ehl-i kitâp! Dininizde haksız yere aşırı-

lık yapmayın; daha önce sapmış bir kavmin arzusuna uymayın; onlar çoklarını yoldan çıkardılar. Kendileri zaten doğru yoldan çıkmışlardı.

İsrail oğulları içinden kâfir olan bu kimseler hem Davûd’un hem Meryem oğlu İsâ’nın diliyle lanetlendi-ler. Bu onların isyan etmeleri ve sınırı aşmaları sebe-biyle idi.” (Maide 5/77-78)

Yahûdi ve Hıristiyanlar, bu şekilde aşırılıklar yapa-rak kendi din adamlarına kul olmuşlardır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

والمسيح ابن مريم وما أمروا اتخذوا أحبارهم ورهبانهم أربابا من دون اهللا يشركون. إل ليعبدوا إلها واحدا ل إله إل هو سبحانه عم

“Âlimlerini ve din büyüklerini, Allah ile aralarına rab olarak koydular. Meryem oğlu Mesih’i de öyle. Oysa onlara verilen emir, sadece tek bir Tanrı’ya kul olmaları idi. Ondan başka tanrı yoktur. O, onların şirkinden uzaktır.” (Tevbe 9/31)

Adiyy b. Hatim diyor ki, Nebî sallallahu aleyhi ve selleme geldim, boynumda altın haç vardı; “Adiyy, at o putu” dedi. Ondan yukarıdaki âyeti dinledim. Dedi ki, “Onlar bunlara ibadet etmediler, ama bir şeyi

Page 81: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 81 -

helal sayarlarsa helal saydılar, haram sayarlarsa haram saydılar.”65 Onları rab edinmeleri böyle oldu.

Bir çok Müslüman’ın da bu konuda yukarıdaki duruma düştüğü gözlenmektedir. Bu kitapta yer alan bölümler bunun delilidir. Örnek olarak Talak, Nikâhın Denetlenmesi ve iftidâ başlıklı yazılar incelenebilir.

Sonuç olarak doğru dindarlık, aklı kullanmayı ve Allah’ın kitabına uymayı gerektirir. Sınırları aşanlar ise dinin akılla anlaşılamayacağını söyler, Allah’ın ki-tabı yerine büyüklere uymayı tavsiye ve telkin ederler. Mesela üçlü tanrı inancını aklın kabul edemeyeceğini bilen Katolikler şöyle derler: “İmanın nedeni, açıklanan gerçeklerin doğal aklımızla anlaşılmaları ve gerçek olarak görülmeleri değildir.”66 İnanmak bir Kilise eyle-midir. Kilisenin imanı bizim imanımızdan önce gelir, imanımızı taşır ve besler. Kilise tüm inananların anası-dır. Anası Kilise olmayanın Babası Tanrı olamaz.”67

Allah Teâlâ Yahûdi ve Hıristiyanlara şöyle buyurur:

نجيل وما أنزل وراة وال قل يا أهل الكتاب لستم على شيء حتى تقيموا التإليكم من ربكم وليزيدن كثيرا منهم ما أنزل إليك من ربك طغيانا وكفرا فال

تأس على القوم الكافرين.“De ki: Ey ehl-i kitap! Siz Tevrat’ı ve İncil’i ve size

rabbinizden indirileni uygulamadıkça hiç bir temeliniz olmaz. (Ya Muhammed!) Sana rabbinden indirilen -bu Kur’ân- onlardan bir çoğunun sadece aşırılığını ve kâ-firliğini artıracaktır. O kâfirler topluluğuna üzülme.” (Maide 5/68)

65. Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 10.66. Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 156.67. Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 181.

KUR’ÂN’DA DİNDARLIK

Page 82: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 82 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Allah Teâlâ Müslümanlar için de benzer bir uyarıda bulunmuş ve şöyle demiştir:

ونهم حمن نقيض له شيطانا فهو له قرين. وإنهم ليصد ومن يعش عن ذكر الربيل ويحسبون أنهم مهتدون. عن الس

“Kim Rahman’ın Zikri’ne (Kur’ân’a) bulanık ba-karsa başına bir şeytan sararız. O onun arkadaşı olur. Onlar bunları yoldan çevirirler ama bunlar doğru yolda olduklarını hesap ederler.” (Zuhruf 43/36-37)

Kur’ân, fıtratın kelama dönüşmüş hali olduğu için evrenseldir. Onu açıklayan ve tebliğ eden Muhammed aleyhisselamın dili de evrenseldi. Kur’ân’da anlatılanlar, her insanın kendinde ve çevresinde gözlemlediği fıtrat âyetlerinin gereği olduğundan onu anlamak ve kavra-mak kolay olur. Yorumlar ise yereldir. Hangi mezhep ve hangi yorum olursa olsun, yerel unsurlar taşır. İnsanlara, onları hayata bağlayacak olan Kur’ân’ı anlatmak, doğru dini tebliğ etmek gerekir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

يعملون الذين المؤمنين ر ويبش أقوم هي للتي يهدي القرآن هذا إن لهم أعتدنا بالخرة يؤمنون ل الذين وأن كبيرا. أجرا لهم أن الحات الص

عذابا أليما.“Bu Kur’ân, insanlara en doğru yolu gösterir. İyi

iş yapan müminlere, kendilerini büyük bir karşılığın beklediğini müjdeler. Ahirete inanmayanlara gelince, onlar için elemli bir azap hazırlamışızdır.” (İsrâ 17/9-10)

Page 83: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 83 -

5.Konu

İNSAN ALLAH’IN HALİFESİ MİDİR?(Halef- Selef Olayı)

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

من فيها أتجعل قالوا خليفة الرض في جاعل إني للمالئكة ربك قال وإذ س لك قال إني أعلم ما ح بحمدك ونقد ماء ونحن نسب يفسد فيها ويسفك الد

ل تعلمون.“Bir gün Rabbin meleklere: “Yeryüzünde halife,

biri diğerinin yerine geçecek bir varlık oluşturmakta-yım” dedi. Melekler: “Orada karıştırıcılık yapacak ve kan dökecek kimseleri mi oluşturuyorsun? Ama ney-lersen, güzel eylersin; biz bu sebeple sana boyun eğeriz. Sen en temizini yaparsın”68 dediler. Allah dedi ki: “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.” (Bakara 2/ 30)

Başkasının yerine geçene halife veya halef denir. Allah her bir insanı bir başkasının yerine geçebilecek şekilde yaratmıştır. İnsan, öncelikle aile büyüklerinin yerine geçer. Hayatı boyunca, birçok kimsenin malını,

68. Bkz. “Tesbih ve Takdis” başlıklı yazı.

Page 84: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 84 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

makamını ve imkânlarını ele geçirebileceği gibi elinde olanı da kaptırabilir.

Bütün karışıklıklar, elindekini kaybetme kor-kusundan veya başkasının yerine geçme arzusundan kaynaklanır. Nebîlere karşı gelenler de ellerindekini kaybetme korkusu ile hareket etmişlerdir. Buna karşılık her bir Nebî şunu söylemiştir:

“Ben sizden bunun bir karşılığını beklemiyorum. Alacağım karşılığı âlemlerin Rabbi verecektir.” (Şuarâ 26/127)

Melekler; “Orada karıştırıcılık yapacak ve kan dökecek birilerini mi oluşturuyorsun?” derken bu sistemden duydukları endişeyi aktarmışlardır. Allah Teâlâ bunun olmayacağını söylememiş ama meleklerin bilmediği şeyler olduğunu belirtmiştir.

İnsanlar daha çok bilgi ve becerileriyle başkasının yerine geçmeye çalışırlar. Bunların yerine geçmek isteyenlerin de daha çok bilgi ve beceriye sahip olması gerekir. Bu da hayırlı bir yarışın doğmasına yol açar. Fertte ve toplumda gelişmeler olur. Bilim ve medeniyet oluşur. Halifelik sistemi olmasaydı insanlar da diğer varlıklar gibi olur, bir medeniyet oluşturamazlardı. İşte meleklerin bilmediği taraf bu olmalıdır.

Bazıları bu âyete dayanarak Âdem’den önce başka Âdemler olduğunu, yeryüzünde fesat çıkarıp kanlar döktüklerini iddia ederler. Derler ki, melekler onları bildikleri için bu Âdem’in soyundan gelenlerin de fesat çıkaracaklarını söylemişlerdir. Bu iddia doğru olsaydı Allah Teâlâ meleklere; “Ben sizin bilmediklerinizi bili-rim.” demezdi.

Halifeliğin yani birinin diğeri yerine geçmeye çalı-şacağı sistemin kan dökülmesine yol açtığı hayvanlar âleminde görülebilir. Mesela hiçbir horoz kendi küme-sinde başka horoza tahammül edemez. İki horozdan

Page 85: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 85 -

İNSAN ALLAH’IN HALİFESİ MİDİR? (Halef- Selef Olayı)

biri ya orayı terk eder, ya da diğeri tarafından öldürülür. Halifelik kavgası tavuklar arasında da olsaydı daha çok kan dökülürdü. Kadınıyla erkeğiyle bütün insanların halifelik sistemi içinde yaratıldığını öğrenen melek-lerin endişesi, hayvanlar âlemindeki gözlemlerinden kaynaklanabilir.

Bu âyete dayanılarak insanın, Allah’ın halifesi olduğu da iddia edilir. Halife, kendinden öncekinin ye-rine konan ve onun makamına geçen kişi69 olduğu için önceki, ya orada bulunmamalı veya aciz yahut ölmüş olmalıdır. Bunlar Allah hakkında düşünülemez. Öyle ise insan Allah’ın değil, ancak bir başka insanın halifesi olabilir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

بع بالحق ول تت إنا جعلناك خليفة في الرض فاحكم بين الناس يا داوود . الهوى فيضلك عن سبيل اهلل

“Bak Davûd! Biz seni bu toprağa halife yaptık. İnsanlar arasında gerçekçi kararlar ver. Arzuna uyma, bu seni Allah’ın yolundan saptırır.” (Sâd 38/26)

Çünkü Davûd, kendinden önce o toprağa hâkim olan Talut’un yerine geçmişti. Konu ile ilgili âyetlerin tamamı insanların birbirlerine halife olmasını anlatır.70 Onlardan dört tanesi şöyledir:

الذين وأغرقنا خالئف وجعلناهم الفلك في معه ومن يناه فنج بوه فكذبوا بآياتنا فانظر كيف كان عاقبة المنذرين. كذ

“Kavmi, Nuh’u yalancı yerine koydu. Biz de onu ve gemide kendisiyle beraber olanları kurtardık. Onları ötekilere halifeler yaptık. Âyetlerimizi yalan sayanları

el-Halil b. Ahmed (100-175 h.) el-Ayn, Tahkik;: Mehdî ”الخليفة من استخلف مكان من قبل هو يقوم مقامه“ .69el-Mahzûmî, İbrahim es-Sâmrâî, İran 1409 خلف mad., c. IV, s.267.

70. Halef kökünden kelimeler şu âyetlerde geçer. Bakara 2/30,66, Al-i İmran 3/170, Nisa 4/9, En’am 6/133,165, A’raf 7/69,74,129,169,Yunus 10/14,73, Hud 11/57, Ra’d 13/11, İsra 17/76 Meryem 19/59, Nur 24/55, Neml 27/62, Fatır 35/39. Sad 38/26. Toplam 20 âyet.

Page 86: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 86 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

da suda boğduk. Bak bakalım, uyarılan o kimselerin sonu nasıl olmuş.” (Yunus 10/73)

يهلك أن ربكم عسى قال جئتنا ما بعد ومن تأتينا أن قبل من أوذينا قالوا كم ويستخلفكم في الرض فينظر كيف تعملون. عدو

“İsrailoğulları Musa aleyhisselama demişlerdi ki: “Sen gelmeden önce de işkence gördük, geldikten sonra da.” Musa dedi ki: “Belki Rabbiniz düşmanlarınızı yok eder de bu toprakta sizi onların halifesi yapar. Sonra da nasıl davranacağınıza bakar.” (A’raf 7/129)

وما نات بالبي رسلهم وجاءتهم ظلموا ا لم قبلكم من القرون أهلكنا ولقد في خالئف جعلناكم .ثم المجرمين القوم نجزي كذلك ليؤمنوا كانوا

الرض من بعدهم لننظر كيف تعملون“Sizden önce nice nesilleri, zalimlik ettikleri

zaman helâk ettik. Hâlbuki onlara elçileri açık belge-lerle gelmişlerdi ama inanacak değillerdi. İşte günahkâr kavmi böyle cezalandırırız. Sonra onların arkasından sizi o toprakta halifeler yaptık ki, sizin ne yapacağınıza bakalım.” (Yunus 10/13–14)

ا يشاء كما م حمة إن يشأ يذهبكم ويستخلف من بعدكم وربك الغني ذو الرية قوم آخرين ن ذر أنشأكم م

“Senin Rabbin zengindir, ikram sahibidir. Sizi gidermeyi tercih ederse giderir ve tercih ettiği kişileri, sizden sonra yerinize geçirir.Tıpkı sizi bir başka kav-min soyundan çıkardığı gibi yapar.” (Enâm 6/133)

Bilgisine güvendiğim bir kişi ile aramızda şu konuş-ma geçti:71

Sordum: İnsan Allah’ın vekili olabilir mi?

Dedi ki: Hayır, Allah, Nebîsini vekil etmemiştir; bizi eder mi? O, Nebîsine şöyle demiştir:

71. Bu zat, uzun süre İstanbul Müftülüğü’nde Fetva Kurulu Üyesi olarak çalışmış ve bu görevden emekli olmuş olan Celal Börühan’dır.

Page 87: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 87 -

وما أنت عليهم بوكيل.“Sen onların üzerinde bir vekil de değilsin.” (En’am

6/107)

على كل شيء وكيل. إنما أنت نذير واهلل“Sen sadece bir uyarıcısın. Her şeye vekil olan

Allah’tır.” (Hûd 11/12)

Sordum: İnsan Allah’ın halifesi olabilir mi?

Dedi ki: Evet, çünkü Allah meleklere, “Yeryüzünde bir halife var edeceğim” buyurmuştur.

Sordum: Halifelik mi üst görevdir, yoksa vekillik mi?

Dedi ki: Halifelik. Vekil bazı konularda temsile yetkili olur ama halifenin yetkisi fazladır.

Sordum: Allah’ın vekili olamayan, halifesi olabilir mi?

Dedi ki: Peki sen o âyeti nasıl anlıyorsun?

Dedim ki; ilgili âyetlere bakınca Bakara 30. âyette, bir kişinin diğerinin yerine geçeceğinden, halef-selef sis-teminden bahsedildiği ortaya çıkar. Yoksa insan Allah’a halife olamaz. Bu, kelimenin hem sözlük anlamına; hem de terim anlamına aykırıdır. Ayrıca çok çirkin bir durumun ortaya çıkmasına da yol açar. Çünkü Melekler; Allah’ın yerine geçecek birinin karıştırıcı ve kan dökücü olacağını söylemekle, Allah’ın karıştırıcı ve kan dökücü olduğunu ima etmiş olurlar. Allah Teâlâ da Melekler de böyle şeylerden uzaktır.

Dedi ki: Beni susturdun.

İNSAN ALLAH’IN HALİFESİ MİDİR? (Halef- Selef Olayı)

Page 88: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar
Page 89: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 89 -

6.Konu

TESBİH VE TAKDİS

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

س لك قال إني أعلم ما ل تعلمون. ح بحمدك ونقد ونحن نسب“… Melekler: Neylersen, güzel eylersin; biz bu

sebeple sana boyun eğeriz. Sen en temizini yaparsın.” dediler. Dedi ki: “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.” (Bakara 2/30)

Tesbih, sebh kökündendir. Sebh, havada veya suda hızla akıp gitme, yüzme, yıldızların kendi yörüngele-rinde dönmesi anlamlarına gelir. Hızla işe koşma veya atın hızla koşması anlamına da gelir. Tesbih, terim olarak, Allah’a kul olmada hızlı davranma anlamında kullanılmıştır.72

Buna göre “nusebbihu bi hamdike” cümlesi, “Hamdin sebebiyle sana kul oluruz” demek olur. Hamd’in Türkçe73 karşılığını katınca anlam şöyle olur: “Neylersen güzel eylersin, biz bu sebeple sana kul oluruz”.

72. Mufredât, سبح mad. 73. Bkz: “Hamd” başlıklı yazı.

Page 90: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 90 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Takdis, kuds kökündendir. Kuds, temiz olma anla-mına gelir. Takdis ise, teksir kalıbında tertemiz saymak demektir. Kuddüs, Allah’ın isimlerinden, lekesiz, terte-miz demektir.74 Allah’ın lekesiz ve tertemiz olduğunu, yaptığı işlere bakarak görebiliriz. “Nukaddisu lek” (seni takdis ederiz) sözünü, “en temizini yaparsın” diye ter-cüme etmemiz bundandır.

74. Mufredât, قدس mad; Muhammed b. Yakub el-Firuzâbâdi, Besâiru zevi’t-temyiz, Beyrut tarih-siz, قدس mad.

Page 91: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 91 -

7.Konu

CENNETE KİMLER GİRER

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

واليوم باهلل آمن من ابئين والص والنصارى هادوا والذين آمنوا الذين إن هم ول عليهم خوف ول ربهم عند أجرهم فلهم صالحا وعمل الخر

يحزنون.“İman etmiş olanlar; Yahûdi, Hıristiyan ve Sabiî

olanlar; bunlardan kim Allah’a ve Ahiret gününe inanır ve iyi işler yaparsa, onların ödülleri Rableri katındadır. Üstlerinde ne bir korku olur, ne de üzülürler.”‏(Bakara 2/62)

Kendine Allah’ın bir elçisinin tebliği ulaşmayan kişi, sadece şirkten ve bildiği doğrulardan sorumlu olur. Elçinin tebliği ulaşan ise o Elçiye inanmak ve onun gösterdiği gibi yaşamak zorundadır. Tebliğin ulaşması, elçinin mucizesini, yani elçilik belgesini görmekle olur. Çünkü o zaman Allah’ın elçisini, gözüyle görmüş gibi kesin bilgiye ulaşır. Muhammed aleyhisselamın belgesi Kur’ân’dır. Kur’ân âyetlerini, kendi anlayacağı dille

Page 92: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 92 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

anlayarak okumamış veya dinlememiş kişilere de tebliğ ulaşmış olmaz.

Yukarıdaki âyetin bir benzeri Maide suresinde geçer. O âyet, öncesi ve sonrasıyla şöyledir:

نجيل وما أنزل وراة وال قل يا أهل الكتاب لستم على شيء حتى تقيموا التإليكم من ربكم وليزيدن كثيرا منهم ما أنزل إليك من ربك طغيانا وكفرا فال ابئون والص هادوا والذين آمنوا الذين إن الكافرين. القوم على تأس فال خوف عليهم ول واليوم الخر وعمل صالحا باهلل آمن من والنصارى هم يحزنون. لقد أخذنا ميثاق بني إسرائيل وأرسلنا إليهم رسال كلما جاءهم

بوا وفريقا يقتلون. رسول بما ل تهوى أنفسهم فريقا كذ“De ki: “Ey kitap ehli! Tevrat’ı, İncil’i ve

Rabbinizden size indirilmiş olanı uygulamadıkça bir değeriniz olmaz. (Ya Muhammed) Rabbinden sana indirilenler, onların çoğunun azgınlık ve inkârını kesin artıracaktır. Onun için bu kâfirler topluluğuna üzülme.

İman etmiş olanlar; Yahûdi, Sabiî veya Hıristiyan olanlar; işte bunlardan kim Allah’a ve Ahiret gününe inanır ve iyi işler yaparsa üstlerinde ne bir korku olur, ne de üzülürler.

İsrail oğullarından kesin söz aldık ve elçiler gön-derdik. Ama onlar, canlarının istemediği bir şey getiren elçilerden kimini yalanlamışlar, kimini de öldürmüş-lerdir.” (Maide 5/68-70)

Konu ile ilgili bir âyet de şöyledir:

وراة ي الذي يجدونه مكتوبا عندهم في الت بي الم سول الن بعون الر الذين يتم بات ويحر ي نجيل يأمرهم بالمعروف وينهاهم عن المنكر ويحل لهم الط والعليهم الخبائث ويضع عنهم إصرهم والغالل التي كانت عليهم فالذين آمنوا

روه ونصروه واتبعوا النور الذي أنزل معه أولئك هم المفلحون. به وعز“Yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı bula-

cakları ümmi Elçiye uyanlara; işte onlara o Elçi iyiliği

Page 93: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 93 -

CENNETE KİMLER GİRER

emreder, kötülüğü yasaklar. İyi şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar. Sırtlarından ağır yükleri, boyunlarından demir halkaları kaldırır atar. Kim ki ona inanır, onu saygıyla destekler, ona yardım eder, onunla birlikte gönderilen o Nur’a uyarsa; işte onlar umduklarına ka-vuşurlar.” (A’raf 7/157)

Bu üç dinde; Yahûdi, Sabiî ve Hıristiyanlarda Allah’ın varlığı ve birliği inancı ile âhiret inancı vardır. Âyette geçen “iyi işler” kavramı, kişilerin bilgisine göre değişir. Yukarıdaki âyetlerin açıkça gösterdiği gibi onlardan kim, son Nebînin tebliği ile karşılaşırsa ona inanmak ve orada belirtilen iyi işleri yapmak zorunda-dır. Allah, bu konuda Elçilerden kesin söz almıştır:

ق لما معكم لتؤمنن ... لما آتيتكم من كتاب وحكمة ثم جاءكم رسول مصدبه ولتنصرنه قال أأقررتم وأخذتم على ذلكم إصري قالوا أقررنا قال فاشهدوا

اهدين. وأنا معكم من الش“Size kitap ve hikmet veririm de, sonra sizdekini

doğru sayan bir elçi gelirse, ona muhakkak inanacak-sınız ve yardım edeceksiniz! Bunu kabul ettiniz mi? Bu hususta ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?” demişti. Onlar: “Kabul ettik” demişlerdi. “Öyleyse şahit olun, ben de sizinle beraber şahit olanlardanım” demişti.” (Al-i İmran 3/81)

Sonuç olarak yukarıdaki âyeti şöyle anlamak gerekir.

“İman etmiş olanlar; Yahûdi, Hıristiyan ve Sabiî (olup kendilerine Son Elçi’nin tebliği ulaşmamış) olanlar; işte bunlardan kim (şirk koşmadan) Allah’a ve Ahiret gününe inanır ve iyi işler yaparsa, onların ödül-leri Rableri katındadır. Üstlerinde ne bir korku olur, ne de üzülürler.”‏(Bakara 2/62)

Page 94: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar
Page 95: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 95 -

8.Konu

DİNLER

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

أندادا وأنتم تعلمون. فال تجعلوا هلل“…Allah’a benzer nitelikte varlıklar uydurmayın.

Bunu bile bile yapmayın.” (Bakara 2/22)

Herkes Allah’ın benzerinin olamayacağını bilir. Bu yüzden kimse onun heykelini yapamamıştır. En büyük hastalık, Allah ile ilişkiyi, aracılarla kurmaya çalışmak-tır. Allah’a dair sayısız delil olduğu halde aracılarla ilgili delil yoktur. Buna inananların tek dayanağı, atalarına dayandırdıkları haberlerdir.

Allah tek olduğu halde aracı olacağına inanılanlar sayısızdır. Her topluluk, kendi hayaline göre, farklı ara-cılar uydurur. Bu onları şirke sokar. Çünkü bu aracıla-rın, Allah’a ait bazı özelliklere sahip olduğu var sayılır. Allah’a yakın bilinir ve Allah’tan önce onlara köle olu-nur. Allah kral, onlar da onun yakınları gibi görülürler.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

Page 96: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 96 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

بونا ين الخالص والذين اتخذوا من دونه أولياء ما نعبدهم إل ليقر الد أل هلل زلفى. إلى اهلل

“İyi bil ki, saf din Allah’ın dinidir. Allah ile kendi aralarına koydukları velilere tutulanlar derler ki: “Biz onlara, başka değil sadece bizi Allah’a daha çok yak-laştırsınlar diye kul oluruz.” (Zümer 39/3)

Aracıların değişmesi ile dinlerin adı değişir. Hıristiyanlar İsa aleyhisselamı, Kutsal Ruh’u, Meryem’i, havarileri ve kilise babalarını, Taoistler Te, Yin-Yang vb. yi, Mekkeli müşrikler ise Allah’ın kızları diyerek bazı melekleri aracı sayar, onların putlarını yaparlardı.

el-Lât, el-Uzza ve el-Menat, Mekke’nin meşhur putları idi. Allah’ın kızları saydıkları için isimlerini Allah’ın isimlerine benzetmişlerdi. el-Lât, ellah’ın, el-uzza, el-aziz’in, el-menat da el-mennan’ın benzeridir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

تلك النثى. وله كر الذ ألكم الخرى. الثة الث ومناة ى. والعز ت الال أفرأيتم إذا قسمة ضيزى.

“Gördünüz değil mi el-Lât’ı ve el-Uzzayı; diğer üçüncüsü el-Menât’ı? Erkek size dişi ona öyle mi? O halde bu haksız bir paylaşımdır.” (Necm 53/19-22).

İslam, aracılığı kesin olarak reddeder. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

حبل من إليه أقرب ونحن نفسه به توسوس ما ونعلم نسان ال خلقنا ولقد الوريد.

“İnsanı biz yarattık ve nefsinin ona ne fısıldadığını biliriz. Biz ona şah damarından da yakınız.” (Kaf 50/16)

Allah şah damarından yakın olduğuna göre araya aracı giremez. Öyle olsa, insanlar önce ona kul olurlar. Çünkü aracı memnun olmazsa işlerini görmez. Mesela

Page 97: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 97 -

DİNLER

biri, belediye başkanı ile olan işlerini bir kişi aracılığı ile yürütse onun için belediye başkanı artık odur. Onunla ilişkilerini iyi yürütür ki, o da belediye ile olan işlerini iyi yürütsün.

Bütün Elçiler insanları, Allah’tan başkasına kul olmamaya çağırmışlardır.75 Allah’tan başkasına kul olmamak için Allah ile araya kimseyi sokmamak gere-kir. Müslümanlar yalnız Allah’a kul olur ve hürriyetin doruğuna ulaşırlar.

Allah, yarattığı ve her şeyini temin ettiği insanın başkasına da kul olmasını affetmez. O, şöyle buyurur:

ل يغفر أن يشرك به ويغفر ما دون ذلك لمن يشاء. إن اهلل“Allah şirki bağışlamaz, onun dışında kalanı,

doğru tercihi yapan için bağışlar.” (Nisa 4/48)

كونوا للناس يقول ثم ة بو والن والحكم الكتاب اهلل يؤتيه أن لبشر كان ما ين بما كنتم تعلمون الكتاب وبما ولكن كونوا رباني عبادا لي من دون اهلل

كنتم تدرسون.“Hiçbir insanın hakkı yoktur ki, Allah ona Kitap,

doğru bilgi ve Nebîlik versin, o da tutsun halka, “Allah’tan önce bana kul olun” desin. Onun diyeceği şudur: “Kitabı öğrettiğinize ve okuduğunuza göre ka-tıksız olarak Rabbe kul olun.” (Al-i İmran 3/79)

Allah ile insan arasına aracı koymayı kabul et-meyen tek din İslam’dır. İslam çizgisi dışında olanlar kendilerini aracılara göre isimlendirirler.

75. Şu âyetler de konu ile ilgilidir: En’am 6/56, Ra’d 13/36, Zümer 39/11.

Page 98: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar
Page 99: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 99 -

9.Konu

HAC 11-16. ÂYETLERİN AÇIKLANMASI(Şirkle İman Arasında Kararsızlık)

Arzularını ve menfaatlerini öne alanlar, Allah’ın her şeyi vermesini ama emir vermemesini

isterler. Bazıları da Allah’a kulluğu, dünyalık elde etmenin vasıtası sayarlar. İşler iyi giderse sevinir, dine sarılırlar. Kötü giderse umutsuzluğa kapılır, yoldan çıkarlar. Bunlar dine, doğru olduğu için değil, menfaat-lerine uygun düştüğü için uyarlar. Menfaatleri değişti mi kararları da değişir. Onun için bunlara kararsızlar demek uygun olur. Allah Teâlâ bunlarla ilgili olarak şöyle buyurur:

أصابته وإن به اطمأن خير أصابه فإن على حرف اهلل يعبد من الناس ومن نيا والخرة ذلك هو الخسران المبين. يدعو فتنة انقلب على وجهه خسر الده الل البعيد. يدعو لمن ضر ه وما ل ينفعه ذلك هو الض ما ل يضر من دون اهللآمنوا الذين يدخل اهلل إن العشير. ولبئس المولى لبئس نفعه من أقرب يفعل ما يريد. من الحات جنات تجري من تحتها النهار إن اهلل وعملوا الص

Page 100: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 100 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

ماء ثم نيا والخرة فليمدد بسبب إلى الس في الد كان يظن أن لن ينصره اهللليقطع فلينظر هل يذهبن كيده ما يغيظ.

“İnsanlardan kimi Allah’a sınırda kulluk eder. Eline bir imkân geçse rahatlar; başına bir sıkıntı gelse yüz çevirir. Böylesi dünyayı da kaybeder âhireti de. Apaçık kayıp budur işte.

Allah’ın yakınından, kendisine zarar vermeyecek ve yarar da sağlamayacak şeyi yardıma çağırır. İşte bu, pek derin bir sapıklıktır.

Zararı yararından yakın olan kişiyi de yardıma çağırır. O ne kötü bir veli ve ne kötü bir yandaştır.

Allah, iman eden ve iyi işler yapanları içinden ırmaklar akan Cennetlere koyacaktır. Allah, dilediğini yapar.

Kim Allah’ın, dünyada da âhirette de kendine asla yardım etmeyeceği kanaatine varmışsa bir sebebe tutu-nup göğe (Allah’a) yönelsin, diğer ilişkiyi derhal kessin ve baksın ki, bu yol kendini bunaltan şeyi gerçekten giderecek mi yoksa gidermeyecek mi?”(Hac 22/11-15)

Tutunulacak sebep, iman edip iyi işler yapmaktır. Bir âyet şöyledir:

ابرين. مع الص الة إن اهلل بر والص يا أيها الذين آمنوا استعينوا بالص“Ey iman edenler! Sabır göstererek ve namaz

kılarak yardım isteyin. Çünkü Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Bakara 2/153)

Bazıları sıkıntıya düşünce Allah’ın yardımını almak için Allah’a yakın bildikleri kişileri araya koyarlar. Önce Eyüp Sultan gibi yatırlara koşar, onun ruhaniyetinden yardım isterler. İstekleri olmazsa Allah’a yakın bildikle-ri din büyüklerine koşarlar. Onların bir kısmı doğru yolu gösterirler. Bir kısmı ise, sıkıntılarını gidereceklerini

Page 101: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 101 -

HAC 11-16. ÂYETLERİN AÇIKLANMASI

ima ederek gelenlerin kendilerine bağlanmalarını ve cemaatlerinin bir üyesi olmalarını şart koşarlar. Bunlar da Allah ile ilişkilerini onlar aracılığıyla yürütmek ve yardım alıp sıkıntıdan kurtulmak için onlara bağla-nır; hediyeler sunar, huzurlarında saygıyla eğilirler. Bunların, Allah’tan aldıkları bir yetkiyle kendilerine yardım edecekleri hayalini kurarlar. Böylece ellerine bir şey geçmeden en büyük zarara uğramış, şirke düşmüş olurlar. Allah Teâlâ bunlar hakkında şöyle buyurur:

ن دون اهلل والمسيح ابن مريم وما أمروا اتخذوا أحبارهم ورهبانهم أربابا ما يشركون. إل ليعبدوا إلـها واحدا ل إلـه إل هو سبحانه عم

“Âlimlerini ve din büyüklerini, Allah ile aralarına rab olarak koydular. Meryem oğlu Mesih’i de öyle. Oysa onlara verilen emir, sadece tek bir Tanrı’ya kul olmaları idi. Ondan başka tanrı yoktur. O, onların şirkinden uzaktır.” (Tevbe 9/31)

Âyette geçen أحبار (ahbâr); iz anlamına gelen حبر (hibr)’in çoğuludur. Bilgileri, insanların gönlünde iz bı-raktığı için âlim anlamında kullanılmıştır.76 el-Halil b. Ahmed’e göre حبر; din âlimlerinden bir âlim demektir; ister zimmi olsun, isterse ehl-i kitaptan iken Müslüman olmuş olsun.77

-Tekil olabildiği gibi rahib kelime :(ruhbân) رهبانsinin çoğulu da olabilir. Kökü, ruhbanlık yani الرهبانية (er-Ruhbâniy-ye)’dir; “çok ibadet yükü altına girme” anlamına gelir.78 Bizde bu işi yapanlara sofu, sufi veya derviş, onların başında olanlara da şeyh denir. Halk bunları din büyüğü kabul eder.

Rab kelimesinin çoğuludur. Rab sahip :(erbâb) أربابdemektir. Araplar kölenin sahibine rab derler. Yusuf aleyhisselam hapiste iken hapisten çıkıp krala içki sunma görevi alacak olan köleye şöyle demişti:

76. Müfredât حبر mad. 77. el-Halil b. Ahmed, el-Ayn, حبر mad.78. Müfredât والرهب الرهبة mad.

Page 102: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 102 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

اذكرني عند ربك“Rabbinin yanında benden bahset.” (Yusuf 12/42)

Bizde kölenin sahibine efendi denir. Bir din büyü-ğünü, Allah ile kendi arasına bir rab, bir efendi olarak yerleştiren kişi ona tanrılık özelliği vermiş olur. Bu da kişiyi şirke sokar. Nitekim Hıristiyanlar da İsa aleyhis-selamı araya sokar ve ona Rab derler. Kimi din büyükle-rine “Efendi Baba” denmesi boşuna değildir.

Yukarıdaki âyet mealine karşı yapılacak en tutarlı itiraz şu olur:

“Ahbar ve ruhban kelimeleri, daha çok ehl-i kitabın din adamları için kullanılır. Siz bu mealle Müslüman âlimleri ve din adamlarını da bu kapsama sokmuş oluyorsunuz.”

Bu itiraza şöyle cevap verilir: Din âlimlerini ve din büyüklerini efendileri kabul edip onların karşısında köle gibi olan ve onlara kayıtsız şartsız itaat edenler, onları Rab edinmiş olacakları için ehl-i kitapla aynı konuma düşmüş olurlar.

Adiyy b. Hatim diyor ki, Nebî sallallahu aleyhi ve selleme geldim, boynumda altın haç vardı; “Adiyy, at o putu” dedi. Ondan yukarıdaki âyeti dinledim. Dedi ki, “Onlar bunlara ibadet etmediler, ama bir şeyi helal sayarlarsa helal saydılar, haram sayarlarsa haram saydılar.”79 Onları rab edinmeleri böyle oldu.

Şimdi asıl konuya dönelim. Sıkıntıya düşen kişi, Allah’a yakın bildiği aracılara başvurarak destek almaya çalışır. Sıkıntıyı bu yolla gidermeye çalışmak, Allah’a ortak koşmak ve çıkmaza girmek olur. Bütün ümitler yok olur gider. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

79. Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 10.

Page 103: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 103 -

HAC 11-16. ÂYETLERİN AÇIKLANMASI

يح في ماء فتخطفه الطير أو تهوي به الر فكأنما خر من الس ومن يشرك باهللمكان سحيق.

“Allah’a ortak koşan öyle olur ki, sanki gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgâr onu uzak bir yere sürüklüyordur.” (Hac 22/31)

Yapılacak tek şey, derhal aracıları bırakıp doğrudan Allah’a yönelmek ve sabır göstererek onun yardımını beklemektir. Allah, bizi sıkıntılara sokmak suretiyle imtihanını tamamlayacağı için sabır çok önemlidir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

ماء نيا والخرة فليمدد بسبب إلى الس في الد من كان يظن أن لن ينصره اهللثم ليقطع فلينظر هل يذهبن كيده ما يغيظ.

“Kim Allah’ın kendisine, dünyada ve âhirette yar-dım etmeyeceği kanaatine varmışsa bir sebebe tutunup göğe (Allah’a) yönelsin, diğer ilişkiyi derhal kessin; baksın ki, bu yol, kendini bunaltan şeyi gerçekten gide-recek mi yoksa gidermeyecek mi?” (Hac 22/15)

Bunun hemen arkasından şu âyet gelir:

يهدي من يريد. نات وأن اهلل وكذلك أنزلناه آيات بي“İşte böylece biz onu apaçık âyetler olarak indir-

mişizdir. Şüphesiz Allah, isteyeni yola getirir.” (Hac 22/16)

Bu âyetin, şimdiye kadar yapılmış bir çok tefsiri vardır. Buna geleneksel yöntem diyoruz. Bir de onu Kur’ân’la açıklama yöntemi vardır. Bu yöntem, Kur’ân’ın açık olmasının ne anlama geldiğini göstermektedir.

9.1. Geleneksel Yöntem

Tefsirlerde ve meallerde bu âyet üç şekilde açıklanmıştır:

Page 104: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 104 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

1- Birinci açıklamaya göre, “Kim ona, Allah’ın dün-yada ve âhirette yardım etmeyeceğini sanıyorsa” bölü-mündeki “o” zamiri ile Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem’e işaret edilmektedir. Bu görüşte olanlar kendi aralarında ikiye ayrılırlar. Bir gruba göre âyetteki sebeb ise evin tavanı anlamındadır. O (السماء) ip, sema (السبب)zaman âyetin meali şöyle olur:

“Her kim Peygambere, Allah’ın dünyada da ahi-rette de yardım etmeyeceğini sanıyorsa evinin tavanına bir ip uzatsın, sonra onunla intihar etsin; baksın ki, onun bu hilesi nefret ettiği şeyi giderecek mi?”

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hasan Basri Çantay, Ömer Nasuhi Bilmen, Bekir Sadak, Suat Yıldırım, Muhammed Hamidullah ile Ali Özek, Hayrettin Karaman ve arkadaşları bu anlamı tercih etmişlerdir.

İkinci gruba göre âyetteki sema “gök”, sebeb ise bildiğimiz “sebeptir”. O zaman âyetin meali şöyle olur:

“Her kim Peygambere, Allah’ın dünyada da ahi-rette de yardım etmeyeceğini sanıyorsa bir sebeple göğe uzanıversin de ona Allah’tan gelen vahyi kessin; baksın ki, onun bu hilesi nefret ettiği şeyi giderecek mi?”

Mustafa Hizmetli bu anlamı tercih etmiştir.

2- “O” zamiri âyetin başındaki “من (men)=kim”i gösterir. Sebeb, ip, sema evin tavanı anlamındadır. Bu durumda meâl şöyle olur:

“Her kim kendine, Allah’ın dünyada da ahirette de yardım etmeyeceğini sanıyorsa evinin tavanına bir ip uzatsın, sonra onunla intihar etsin; baksın ki, onun bu hilesi nefret ettiği şeyi giderecek mi?”

İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Süleyman Ateş, Ahmet Ağırakça ve Beşir Eryarsoy bu anlamı tercih etmişlerdir.

Page 105: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 105 -

Taberî, Zemahşerî ve İbn Kesîr bu iki anlamdan birincisini tercih etmişlerdir.80

3- Üçüncü görüş şöyledir: Sema ile kastedilen bildi-ğimiz göktür. Sebeb, ip anlamınadır. Yukarıda “ilişkiyi kessin” diye tercüme edilen ليقطع (=liyakta’) ise “yol ka-tetsin” demektir. Yani dünya ile ilişkisini kesip göğün yukarısına doğru gitsin, peygambere gelen yardımı en-gellemeye veya kendi için rızık elde etmeye gayret etsin, demek olur.81 Muhammed Esed bu anlamı tercih etmiş, farklı olarak sebeb kelimesine yol anlamını vermiştir. Onun Türkçeye tercüme edilen meali şöyledir:

“Kim Allah’ın kendisine bu dünyada da, ahirette de yardım etmeyeceğini düşünüyorsa göğe başka bir yolla ulaşmayı denesin de yol katetsin ve böylece görsün bakalım bu hilesi onu sıkıntısından kurtaracak mı?”82

Bunlardan bazıları, bu âyetin, Hac Suresinin 11 ve 12. âyetleriyle ilişkili olduğunu söylemiş ama bunun nasıl bir ilişki olduğunu göstermemiştir.

Yukarıdaki tefsir ve meâllerin anlaşılamaz olduğu ortadadır. Çünkü âyet bağlantılarından koparılmış ve bir boşluk doğmuştur. Boşluğu gidermek için yeni hata-lar yapılmış, bir hata diğerini doğurmuştur.

1- Birinci yorum hatalıdır; çünkü “O” zamiri ile Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem’e işaret edilmesi imkânsızdır. Zamirler, kendilerinden öncesini gösterirler. Hac Suresinin 1. âyetinden buraya kadar bir tek yerde Allah’ın Elçisinden söz edilmemiştir.

80. Taberî, Tefsîr’ut-taberî, c. IX, s. 118-121; Mahmud b. Ömer ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, Daru’l-Marife, Beyrut, c. III, s. 8; İsmail b. Ömer b. Kesîr, Tefsîru’l-Kur’ani’l-azîm, Beyrut 1401/1981, c. II, s. 211.

81. Kadı Abdullah b. Ömer el-Beydâvî, Envâru’t-tenzîl ve Esrâru’t-tevîl, (Tefsîru’l-Beydâvî), İstan-bul tarihsiz., c. II, s. 85. Beydâvî, birinci görüşü tercih etmiş, bu son görüşü de قيل = denildi başlığı ile vermiştir.

82. Muhammed Esed, Kur’ân Mesajı, Çev: Cahit Koytak, Ahmet Ertürk, İstanbul 2001, c. II, s. 669.

HAC 11-16. ÂYETLERİN AÇIKLANMASI

Page 106: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 106 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Bu anlamı verenlerin birinci grubuna göre, Nebî düşmanı olup Allah’ın ona, dünyada da ahirette de yar-dım etmeyeceği kanaatinde olan kişi intihar etmelidir. Böyle bir kişi sadece mutlu olur. Hiç ona, “öfkeni gider-mek için intihar et”, denir mi?.

Bu tefsiri yapanlar, satır arasına bazı şeyleri sıkıştı-rarak düzeltme yapmaya çalışmışlardır. Elmalılı’nın şu sözü, bu konudaki ortak tavrı yansıtmaktadır:

“Yani onun o zanda bulunması, kin ve kıskançlığın-dan, Nebîninn dünya ve ahirette ilahi yardım görmesini ve başarıya ulaşmasını istememesindendir.”83

“O” zamiri ile Allah’ın Elçisine işaret edildiğini söyle-yenlerden ikinci gruba göre bu kişi göğe uzanıp gelen vahyi kesmeliymiş. Böyle bir şeye kimin gücü yeter? Allah kim-seye, gücünün yetmediği yükü yüklemez. Allah Teâlâ’nın, Elçisine yaptığı şu uyarıyı düşünmek gerekir.

أو الرض في نفقا تبتغي أن استطعت فإن إعراضهم عليك كبر كان وإن ماء فتأتيهم بآية سلما في الس

“Onların yüz çevirmesi sana ağır gelince yeri del-meye veya göğe merdiven dayamağa gücün yetseydi onlara bir mucize getirirdin.” (En’am 6/35)

Hac Suresinin 15. âyeti şöyle bitiyor: “...baksın ki, tuzağı öfkelendiği şeyi giderecek mi?” İntihar edip ölen kişi dönüp neye bakabilir?

Zemahşerî diyor ki: Tuzak (كيد=keyd) denmesi, yapabileceği başka bir şey olmadığı içindir. “.... baksın ki, tuzağı öfkelendiği şeyi giderecek mi? sözü de, “hayal dünyasında böyle bir şeyi tasarlasın da baksın ki, Nebîye gelen ve kendini öfkelendiren yardımı kesebilir mi?” anlamınadır.84

83. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili Yeni Mealli Türkçe Tefsir, İstanbul 1935, c. IV, s. 3389.

84. Zemahşerî, el-Keşşâf, c. III, s. 8.

Page 107: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 107 -

Göğün yukarısına doğru ip uzatılabilir mi? Yahut dünya ile ilişkiyi kesip göğün yukarısına hangi yolla gidilebilir? Bunu bugünkü uzay çalışmalarına delil gös-terme imkânı da yoktur. Çünkü bu yorumu yapanlar, Nebînin hayatında, ona muhatap olan kâfirleri hedef almışlardır.

2- İkinci yorum da tutarsızdır. Allah’ın kendine dünyada da ahirette de yardım etmeyeceğini sanan kişi-nin öfkesini giderecek hile, yardım almasını sağlayacak hile olur. Yoksa kimse intihar için hile yapmaz. Allah kendine ahirette de yardım etmeyecekse neden intihar etsin? Allah’ın Kitabında böyle anlamsız bir şey olur mu?

3- Üçüncü yorumun da tutarlı yanı yoktur. Dünya ile ilişkiyi kesip göğün yukarısına doğru gidiş, Nebîye gelen yardımı engellemeye veya kendi için rızık elde etmeye gayret nasıl olabilir? İnsanların göğe zaten ulaştıkları bir yol var mı ki, Muhammed Esed âyete, “… göğe başka bir yolla ulaşmayı denesin de yol katetsin” şeklinde anlam veriyor?

Bu bölümde Hac Suresi’nin yalnızca 15. âyeti üzerinde durulmuştur. Aşağıda görüleceği gibi gelenek-sel yöntemde âyetlerin öncesi ve sonrası ile ve diğer âyetlerle bağlantısı yeteri kadar gösterilmediğinden 15. âyetle bağlantılı olan 11’den 16’ya kadar olan âyetler de anlaşılamaz biçimde yorumlanmıştır. Konunun bu yönü bundan sonraki bölümde ele alınacaktır.

9.2. Kur’ân’ın Yöntemi

Kur’ân’ın diğer âyetleri gibi Hac Suresinin 11’den 16’ya kadar olan âyetleri hem birbiriyle hem de diğer âyet-lerle ilişkilidir. Şimdi bu âyetleri ve ilişkiler ağını görelim.

HAC 11-16. ÂYETLERİN AÇIKLANMASI

Page 108: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 108 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

11. Âyet:

“İnsanlardan kimi Allah’a sınırda kulluk eder. Eline bir imkân geçse rahatlar; başına bir sıkıntı gelse yüz çevirir. Böylesi dünyayı da kaybeder, âhireti de. Apaçık kayıp budur.”

Her insan, bu dünyada imtihandan geçirilecektir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

والنفس الموال من ونقص والجوع الخوف من بشيء ولنبلونكم إليه وإنا هلل إنا قالوا مصيبة أصابتهم إذا الذين ابرين. الص ر وبش مرات والث

راجعون. أولئك عليهم صلوات من ربهم ورحمة وأولئك هم المهتدون.“Sizi, biraz korku, biraz açlık; mallardan, canlar-

dan ve ürünlerden biraz eksiltme ile ağır bir imtihandan geçireceğiz; bundan kaçış olmaz. Sen sabır gösterenlere müjde ver.

Onlar başlarına bir sıkıntı geldiğinde şöyle derler: “Biz zaten Allah’a aidiz; nasıl olsa ona döneceğiz.”

Onlar üzerlerinde Allah’ın verdiği olgunlukları ve bereketi taşırlar. Yola gelmiş olanlar işte onlardır.” (Bakara 2/155-157)

Başına gelen sıkıntıya katlanamayan kişi, ondan kurtulmak için Allah’a yakın gördüğü birinin ruhâniye-tini aracı koymaya çalışır ve yoldan çıkar. 12. âyet onu söylüyor.

12. Âyet

“Allah’ın yakınından, kendisine zarar vermeyecek ve yarar da sağlamayacak şeyi yardıma çağırır. İşte bu, pek derin bir sapıklıktır.”

Çevremizdeki Müslümanlar böyle durumlarda Eyüp Sultan gibi yatırlara koşar, onları Allah’a yakın gördüklerinden ruhaniyetinden yardım isterler. Halbuki bunlar ölmüş kimselerdir. Bizi duyamaz ve cevap vere-mezler. Kıyâmetten önce onlarla görüşme imkânımız da yoktur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

Page 109: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 109 -

أروني ماذا خلقوا من الرض أم لهم شرك قل أرأيتم ما تدعون من دون اهللماوات ائتوني بكتاب من قبل هذا أو أثارة من علم إن كنتم صادقين. في السوهم القيامة يوم إلى له يستجيب ل من اهلل دون من يدعو ن مم أضل ومن

عن دعائهم غافلون.“De ki, baksanıza, Allah’ın yakınından neyi çağırı-

yorsunuz? Gösterin bana, onların yeryüzünde yaratmış

oldukları ne vardır? Yoksa onların göklerde bir payı mı

bulunuyor? Bu konuda bana, bundan önce gelmiş bir

kitap veya bir bilgi kalıntısı getirin bakalım. Eğer doğru

sözlü kimseler iseniz.

Allah’ın yakınından kıyâmet gününe kadar kendi-

sine cevap veremeyecek kimseleri yardıma çağırandan

daha sapık kimdir? Oysaki bunlar onların çağrısının

farkında değillerdir.” (Ahkaf 46/4-5)

Bu şahıs, daha sonra Allah’a yakın bildiği bir din

büyüğünü araya koymaya çalışır. Ona bağlanıp manevi

yardımını almak ve sıkıntıdan kurtulmak ister. 13. âyet

onu gösteriyor.

13. Âyet

“Zararı yararından yakın olan kişiyi de yardıma

çağırır. O ne kötü bir yardımcı ve bu ne kötü bir cemaat

üyesidir.”

Halbuki yardım istediği kişi de yardıma muhtaçtır.

Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurur:

والذين تدعون من دونه ل يستطيعون نصركم ول أنفسهم ينصرون.“Onun yakınından çağırdıklarınız kendilerine

yardım edemezler ki size yardım etsinler.” (A’râf 7/197)

HAC 11-16. ÂYETLERİN AÇIKLANMASI

Page 110: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 110 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

ر عنكم ول تحويال. قل ادعوا الذين زعمتم من دونه فال يملكون كشف الضأيهم أقرب ويرجون رحمته ربهم الوسيلة أولئك الذين يدعون يبتغون إلى

ويخافون عذابه إن عذاب ربك كان محذورا.“De ki, Allah’ın yakınından yardım bekledikleri-

nizi çağırın bakalım; onlar, sıkıntınızı ne gidermeye, ne de başka tarafa çevirmeye güç yetirebilirler.

Zaten Rablerinin yakınından yardımcı çağıranlar, onun rahmetini umdukları ve azabından korktukları sırada, kim ona daha yakın diye vesile ararlar. Rabbinin azabı cidden korkunçtur.”85 (İsrâ 17/56-57)

Bu şahıs, aracı yaptığı din büyüğünün cemaatine girer; ona kul olur, hediyeler, adaklar sunar, huzurunda saygıyla eğilir ve şirke düşer. Eline bir şey geçmeden en büyük zarara uğrar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

لهم وهم نصرهم يستطيعون ل ينصرون. لعلهم الهة اهلل دون من واتخذوا جند محضرون.

“Belki kendilerine yardımları dokunur diye Allah’ın yakınından tanrılar edindiler. Ama onların yardıma güçleri yetmez. Oysaki kendileri onlar için hazır askerdirler.” (Yasin 36/74-75)

İnsanların çoğu, olağan üstü saydıkları bir kısım varlıkları, ata ruhlarını, bir de Allah’a yakın bildikleri kişileri araya koyarak isteklerini Allah’a ulaştırmaya ve kabul ettirmeye çalışırlar. İşte bu, İslam ile batıl inanç-ları ayıran temel farktır. 11, 12 ve 13. âyetler, bu yola giren bir Müslüman’ın pek derin bir sapıklığa düşmüş olacağını, hem dünyayı hem de âhireti kaybedeceğini bildiriyor. İşte apaçık kayıp budur.

85. Bu meal diğerlerinden farklıdır. Önceki âyette olanlar dışında bir takdire gidilmediğinden bize göre doğru mealdir. (الذين يدعون -cümlesi ma (أيهم أقرب) ,haber (يبتغون إلى) ,mübteda (أولئك hallen mensub olup (الوسيلة) nin bedelidir. Daha sonra gelen cümle de (يبتغون) fiilinin failinin halini beyan eder.

Page 111: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 111 -

12. âyette yardıma çağrılan için “ما” ma=şey, 13. âyette ise منmen=kişi kelimeleri kullanılmıştır. Ayrıca 12. âyette yardıma çağrılanın, zarar vermeyecek ve yarar da sağlamayacak şey olduğu belirtilirken, 13. âyette, za-rarı yararından yakın olan kişi olduğu ifade edilmektedir. Bunlar, yardıma çağrılan iki farklı şeyi gösterdiğinden meâl ona göre yapılmıştır. Ama geleneksel yöntemde bu farklar görülmemiş, her iki âyette de yardıma çağrılanın putlar olduğu sanılmıştır.

Çağdaş tefsircilerden Muhyiddin ed-Dervîş 13. âyeti, 12. âyetin tekrarı, onun bedeli saymıştır. Büyük tefsir bilgini ez-Zemahşerî’nin aşağıda gelecek olan yo-rumu, onun da aynı görüşte olduğunu göstermektedir.

Bedel, bir kelime veya cümlenin diğerinin yerine geçmesidir. İkinci âyeti birincinin bedeli saymak ara-daki farkları görmezlikten gelip birinci âyete de ikinci âyetteki anlamı vermek olur. Yani ikinci âyet, mana olarak birincinin tekrarı sayılmış olur.

O zaman birinci âyetteki, “zarar vermeyecek ve yarar da sağlamayacak şey” ifadesi ikinci âyette; zararı yararından yakın olan kişi olarak değiştirilmiş olur. Bu yorumcular, yardıma çağrılanın put olduğuna karar verdiklerinden; putun zarar verebileceği, yarar da sağ-layacağı, ama zararının yararından yakın olduğu ortaya çıkar. Bu, çok sayıda âyetle çelişir. Meşhur müfessir ez-Zemahşerî, hatadan döneceğine şunları söylemiştir:

“Eğer dersen ki, putların zarar vermesi veya fayda sağlaması reddedilmişken bu iki âyette var gösterilmiştir;86 bu bir çelişki değil midir? Derim ki; mana kavranırsa bu anlayış ortadan kalkar. Şöyle ki, Allah Teâlâ, kâfiri zavallı duruma sokmuştur. Çünkü o, fayda ve zarar verme gücü olmayan cansız bir maddeye

86. Zemahşerî, el-Keşşâf, c III, s. 7-8.

HAC 11-16. ÂYETLERİN AÇIKLANMASI

Page 112: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 112 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

kul olur. Cahilliği ve sapıklığı sebebiyle inanır ki, şe-faat isteyeceği zaman puttan yararlanacaktır. Sonra bu kâfir, Kıyâmet günü putlar sebebiyle zarar gördüğünü, onlara kul olduğu için Cehenneme girdiğini, iddia ettiği şefaatten de bir iz olmadığını görünce bağırıp çağırır ve şöyle der: “Zararı yararından yakın olan kişi!.. O ne kötü yardımcı ve ne kötü bir arkadaştır.”

İkinci âyet birincinin bedeli olduğundan “çağırır” ifadesi tekrarlanmış olur. Sanki Allah Teâlâ şöyle demiş-tir: “Allah’ın çevresinden, kendisine zarar vermeyecek ve yarar da sağlamayacak şeyi yardıma çağırır da çağı-rır.” Sonra da sanki Allah, şöyle devam etmiştir: Mabut sayıldığı için “zararı”, şefaatçi sayıldığı için “yararından yakın olan kişi” ne kötü yardımcıdır!”87

Zemahşerî’nin birinci yorumu kabul edilemez. Ebedi Cehenneme mahkum olmuş kâfir o anda, putun hangi yararını bekleyebilir ki “zararı yararından yakın” desin?

İkincisi hiç kabul edilemez. Çünkü o yorum, putun şefaatçi olacağını kabul etmek olur.

Muhyiddin ed-Dervîş diyor ki; 12. âyetle ilgili yorumların sayısı yediye ulaşır. Ancak onların hepsi mantık dışıdır... Bu âyet, nahiv ve tefsir âlimlerini meşgul etmiş ama onlar, susuzluğu giderecek bir yorum getirememişlerdir.88

İkinci âyeti birincinin tekrarı sayıp da bu işin için-den çıkmak elbette mümkün olamaz. Bunlar, insanların din perdesi altında nasıl sömürüldüğünü görebilselerdi âyetleri doğru yorumlarlardı.

12. âyetin sonundaki العشير (el-aşîr) kelimesi de önemlidir. Aynı soydan gelip birlikte yaşayanlara aşiret

87. Zemahşerî, el-Keşşâf, c III, s. 7-8.88. Muhyiddin ed-Dervîş, İ’rabu’l-Kur’ani’l-Kerîm ve beyânuh, Dımaşk-Beyrut 1412/1992, c.

VI, s. 403-404.

Page 113: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 113 -

denir. Aşîr ise, aynı soydan olan veya birbirini (العشيرة)tanıyanlarla birlikte yaşayan kişidir.89 Bugün buna parti, grup veya cemaat üyesi denir. Allah’a yakın olduğuna ve manevi yardım yapacağına inanılan kimselerin etrafın-da bir cemaat oluşur. Onlara sığınanlar cemaate girer ve orada olmanın bazı faydalarını görebilirler. Âyette sözü edilen menfaat bu olmalıdır.

Şu âyet, böyle bir menfaate dikkat çekmektedir:

يوم ثم نيا الد الحياة في بينكم ة مود أوثانا اهلل دون من اتخذتم إنما وقال ار وما لكم من القيامة يكفر بعضكم ببعض ويلعن بعضكم بعضا ومأواكم الن

ناصرين.(İbrahim şöyle) demişti: “Allah ile aranıza koydu-

ğunuz putlara tutulmanız sadece bu hayatta birbirinize karşı bir sevgi ortamı oluşsun diyedir. Sonra, Kıyâmet gününde biriniz diğerini tanımayacak ve biriniz diğeri-ne lanet edecektir. Varacağınız yer o ateştir; size yardım eden de olmayacaktır.”‏(Ankebut 29/25)

تحتها من تجري جنات الحات الص وعملوا آمنوا الذين يدخل اهلل إن يفعل ما يريد النهار إن اهلل

“Muhakkak ki Allah, iman edip salih ameller işle-yenleri içinden ırmaklar akan Cennetlere koyacaktır. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar.” (Hac 22/14)

Allah, iman eden ve iyi işler yapanları içinden ırmaklar akan Cennetlere koyacaktır. Allah, dilediğini yapar.

Bunlar sıkıntılar karşısında yüz üstü geri dönmeyip sabır gösterenlerdir. Bu zor bir iştir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

89. Ragıb el-İsfahânî, عشر mad.

HAC 11-16. ÂYETLERİN AÇIKLANMASI

Page 114: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 114 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

ة أعين جزاء بما كانوا يعملون. فال تعلم نفس ما أخفي لهم من قرHiç kimse, yapmakta olduklarına karşılık olarak,

onlar için saklanan göz aydınlıklarını bilemez. (Secde 32/17)

(Bir gün Lokman oğluna demişti ki:) “Yavrum! Namazı sürekli kıl, iyiliği emret, kötülükten sakındır ve başına gelene sabret; çünkü bunlar kararlılık gerek-tiren işlerdendir.” (Lokman 31/17)

ماء نيا والخرة فليمدد بسبب إلى الس في الد من كان يظن أن لن ينصره اهللثم ليقطع فلينظر هل يذهبن كيده ما يغيظ

“Kim Allah’ın kendisine, dünyada ve âhirette yar-dım etmeyeceği kanaatine varmışsa bir sebebe tutunup göğe (Allah’a) yönelsin, diğer ilişkiyi derhal kessin; baksın ki, bu yol, kendini bunaltan şeyi gerçekten gide-recek mi yoksa gidermeyecek mi?” (Hac 22/15)

Yukarıda sözü edilen kişinin aracılarla Allah’ı ikna çabaları başarısızlıkla sonuçlanmış, bu onu bunalıma sokmuş ve korumasız bırakmıştır. Aslında o, her şeyin Allah’ın elinde olduğunu da bilir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

ومن والبصار مع الس يملك من أم والرض ماء الس من يرزقكم من قل يخرج الحي من الميت ويخرج الميت من الحي ومن يدبر المر فسيقولون الل فأنى ربكم الحق فماذا بعد الحق إل الض فقل أفال تتقون. فذلكم اهلل اهلل

تصرفون.“Desen ki: Gökten ve yerden size rızık veren kim?

Ya da işitmenin ve gözlerin sahibi kim? Kimdir o diriyi ölüden çıkaran, ölüyü de diriden çıkaran? Ya her işi çekip çeviren kim? Onlar: “Allah’tır” diyeceklerdir. De ki; öyleyse hiç sakınmaz mısınız?

Page 115: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 115 -

İşte sizin gerçek Rabbiniz Allah budur. Hakkın ötesi sapıklık değildir de ya nedir? Nasıl çevriliyorsu-nuz?” (Yunus 10/31-32)

Sıkıntı geçmeyince, Allah’tan kendine dünyada da ahirette de yardım görmeyeceği kanaatine varır. Allah, sonsuz merhameti ile şöyle demiş oluyor: “O yanlış yolları bırak, emrime uy ve doğrudan bana yönel. Bunalımdan çıkıp çıkmayacağını gör.”

Âyette geçen kelimeler:

a) فليمدد (fe’l-yemdud) med kökündendir. Med, çekip uzatmak ve bir vasıtayla biriyle dikey ilişki kur-mak anlamına gelir.90

b) السبب (es-Sebeb), aracı, vesile, vasıta anlamınadır.91 Müslüman Allah ile arasına aracı koymaz, çünkü o ken-dine, şah damarından daha yakındır. Ama Müslümanın da sarılacağı sebep ve vesileler vardır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

يا أيها الذين امنوا اتقوا اهلل وابتغوا إليه الوسيلة وجاهدوا في سبيله لعلكم تفلحون.

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun, ona bir vesile arayın. Onun yolunda gayret gösterin. Belki umduğu-nuza kavuşursunuz.” (Maide 5/35)

Âyetteki vesile, elif lamlıdır, yani bilinen, Kur’ân’ın bir çok yerinde açıklanmış olan vesiledir. Mesela bir âyet şöyledir:

ابرين. مع الص الة إن اهلل بر والص يا أيها الذين آمنوا استعينوا بالص“Ey iman edenler! Sabır göstererek ve namaz

kılarak yardım isteyin. Çünkü Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Bakara 2/153)

Bir başka âyette de şöyledir:

.Firuzabâdî, Besâir, c. IV, s. 488 أصاللمدجرالشيفيطولواتصالشيءبشيءفياستطالة .90 .Firuzabâdî, Besâir, c. III, s. 169 مايتوصلبهإلىغيره .91

HAC 11-16. ÂYETLERİN AÇIKLANMASI

Page 116: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 116 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

كاة لهم أجرهم الة وآتوا الز الحات وأقاموا الص امنوا وعملوا الص الذين إن عند ربهم ول خوف عليهم ول هم يحزنون.

“Kimler inanmış, iyi işler yapmış, namazı sürekli

kılmış, zekâtı vermiş olurlarsa onların Rableri katında

ücretleri vardır. Üstlerinde ne bir korku olur, ne de

üzülürler.” (Bakara 2/277)

c) السماء Sema, gök anlamınadır. “Bir sebeple göğe

uzansın” ifadesi Allah’a duadan kinayedir. Allah’ın

Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem’in yaptığı dua ile ilgili

aynı kelime kullanılmıştır.

ماء قد نرى تقلب وجهك في الس “Yüzünün, zaman zaman gökte aranıp durduğunu

görüyoruz.” (Bakara 2/144)

kelimesi, “diğer ilişkiyi kessin” diye tercüme ليقطع

edilmiştir. Çünkü o kişiyi bu hale sokan, Allah ile

arasına arabulucu koyma çabasıdır. Arabulucu saydığı

kişiye Allah’a benzer özellikler yakıştırması gerekti-

ğinden şirke düşer. Şirk, bağışlanmayacak bir suçtur.

Dolayısıyla o ilişki derhal kesilmelidir. Allah Teâlâ

şöyle buyurur:

إن اهلل ل يغفر أن يشرك به ويغفر ما دون ذلك لمن يشاء ومن يشرك باهلل فقد افترى إثما عظيما

“Allah şirki bağışlamaz, onun dışında kalanı doğru

tercihi yapan için bağışlar.” (Nisa 4/48)

Burada ثم =sümme atıf edatına derhal anlamı veril-

miştir. Çünkü bu kelime, aşağıdaki âyette olduğu gibi مع

=maa beraberlik anlamına gelir.92

92. Firuzabâdî, Besâir, c. II, s. 344.

Page 117: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 117 -

بر وتواصوا بالمرحمة ثم كان من الذين آمنوا وتواصوا بالص“O, aynı zamanda iman edip birbirine sabrı tavsiye

eden ve merhametli olmayı tavsiye edenlerden oldu.” (Beled 90/17)

d) Âyetin sonunda yer alan هـل=hel soru edatı, somut bir olayla ilgili olumlu cevap almak için kullanılır. Zihinde canlandırılan (tasavvur), yahut olumsuz cevap beklenen bir soruda kullanılmaz.93 Geleneksel yöntem-de bunun tam tersi bir anlam verilmiştir. Anlamı doğru verebilmek için soru; “...giderecek mi yoksa gidermeye-cek mi?” şeklinde tekrarlanmıştır.

e) كيد, keyd bir şeye yaklaşma, çare bulma ve gayret gösterme anlamına gelir. Kişinin kendine keydi, ken-dine iyilik yapması, yönünü iyi belirlemesi demektir.94 Âyette geçen keyd, kişinin kendine keydi olduğu için “bu yol” diye tercüme edilmiştir

Keyd, مكر mekr anlamına da gelir. Mekr, bir çıkış yolu göstererek birini yöneldiği taraftan çevirmektir. Türkçede buna hile veya aldatma denir.

Keyd hedefine göre ikiye ayrılır. Biri hainlerin key-didir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

وأن اهلل ل يهدي كيد الخائنين“Allah hainlerin keydini başarıya ulaştırmaz.”

(Yusuf 12/52) Diğeri de iyilik yapmak isteyenlerin keydidir.

كذلك كدنا ليوسف “Böylece Yusuf için bir çıkış yolu (keyd) göster-

dik.” (Yusuf 12/76)95

93. Firuzabâdî, Besâir, c. V, s. 335-336.94. İbn Manzur, Lisanu’l-arab, كيد mad.95. Firuzabâdî, Besâir, c. IV, s.399-400 ve 516.

HAC 11-16. ÂYETLERİN AÇIKLANMASI

Page 118: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 118 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

f) غيظ = ğayz kelimesi hışım ve gazab, tansiyonun yükselmesinden doğan ve giderek artan kızgınlık anla-mına gelir.96 Bu kızgınlık kişiyi bunalıma sokacağı için bunalım diye tercüme edilmiştir.

يهدي من يريد. نات وأن اهلل وكذلك أنزلناه آيات بي “İşte böylece biz onu apaçık âyetler olarak indir-

mişizdir. Şüphesiz Allah, isteyeni yola getirir.” (Hac 22/16)

Âyetleri, öncesi ve sonrasıyla ve diğer âyetlerle birlikte anlamaya çalışınca anlatım, gerçekten apaçık görülmektedir. Geleneksel yöntemde bu yola gidilme-diği için o açık âyetler, anlaşılmaz hale getirilmiştir. Bu sebeple gelenekçiler, 16. âyeti farklı açıklamak zorunda kalmışlardır. Mesela Taberî’nin açıklaması şöyledir:

“Allah Teâlâ diyor ki: Ey insanlar! Ölen bir kimse-nin yok olmasından sonra ona yeniden hayat vermeye gücümün yeteceğini size delilleriyle açıklayıp izah etti-ğim gibi aynı şekilde bu Kur’ân’ı, Nebîmiz Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme, açık âyetler olarak yani Allah’ın yola gelmesini istediği kişileri doğruya yönel-ten işaretler olarak indirmişizdir.”97

Yukarıdaki örnek üzerinde düşününce, Kur’ân’ın açık kitap olmasının anlamı ortaya çıkmaktadır. Ama geleneksel yöntemde bu anlam kaybolmaktadır.

96. Mütercim Asım, Kamus Tercümesi. غيظ mad.97. Taberî, Tefisiru’t-Taberi, c. IX, s. 121.

Page 119: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 119 -

10.Konu

MÜNAFIK (İki Yüzlü)

Münafık, önce inanan sonra Allah’ı görmezlik eden ama kendini inançlı gören veya gösteren

kişidir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

يعلم إنك لرسوله واهلل واهلل إذا جاءك المنافقون قالوا نشهد إنك لرسول اهلل اهلل سبيل عن وا فصد ة جن أيمانهم اتخذوا لكاذبون. المنافقين إن يشهد إنهم ساء ما كانوا يعملون. ذلك بأنهم آمنوا ثم كفروا فطبع على قلوبهم فهم

ل يفقهون.“O münafıklar sana geldiklerinde şöyle dediler:

“Biz şahitlik ederiz ki, sen, gerçekten Allah’ın elçisisin.” Allah biliyor ki, sen elbette kendi elçisisin. Ama Allah şahitlik eder ki, o münafıklar kesinlikle yalan söylerler. Yeminlerini kalkan edip Allah yolundan çekilirler. Ne kötü şey yapıp duruyorlar! Bu, şundandır: Onlar önce inandılar, sonra kâfirlik ettiler, sonra kalplerinde farklı bir yapı oluştu. Artık anlamazlar.” (Münafikun 63/1-3)

İnanmadığı halde kendini inançlı gösterenler de vardır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

Page 120: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 120 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

يخادعون بمؤمنين. هم وما الخر وباليوم باهلل ا آمن يقول من الناس ومن والذين آمنوا وما يخدعون إل أنفسهم وما يشعرون. اهلل

“İnsanlardan “Allah’a ve Ahiret gününe inandık” diyenler vardır. Oysa onlar inanmış değillerdir. Allah’a ve inanmış kimselere oyun kurarlar. Oysa oyunu sırf kendilerine karşı kurarlar da farkına varmazlar.”‏(Bakara 2/8-9)

Bakara 7. âyette, Allah’ı görmezlikten gelen kâfirle-rin, gerçekleri görmeme alışkanlığı kazandığı ve bu yüz-den gözlerinde perde oluştuğu bildirilmiştir. Aynı perde, münafıklarda da oluşur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

بنورهم اهلل ذهب حوله ما أضاءت ا فلم نارا استوقد الذي كمثل مثلهم وتركهم في ظلمات ل يبصرون. صم بكم عمي فهم ل يرجعون

“Onların durumu bir ışık yakmak isteyenin duru-muna benzer. Işık çevresini aydınlatınca Allah göz nur-larını gidermiş ve onları karanlıklar içinde bırakmış da göremez hale gelmiş gibidirler. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık onlar vazgeçmezler.” (Bakara 2/17- 18)

Bu âyet onların başlangıçta ilahi tebliğle aydınlan-maya istekli olduklarını gösterir. O tebliğ, gerçekleri or-taya çıkarınca rahatsız olur, onları görmezlikten gelerek tekrar karanlıklara dalarlar. Kendilerini sağır, dilsiz ve kör konumuna sokarlar. Doğruları; ne duymak, ne gör-mek, ne konuşmak isterler. Bundan vazgeçme niyetleri de yoktur.

Page 121: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 121 -

11.Konu

KÂFİR (Görmezlikten Gelen)

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

إن الذين كفروا سواء عليهم أأنذرتهم أم لم تنذرهم ل يؤمنون.“O kâfirlere, gerçekleri görmezlik edenlere gelince,

onlar için fark etmez, ister uyar, ister uyarma; inanacak değillerdir.” (Bakara 2/6)

“Kâfir” kelimesinin kökü küfr ve küfûr’dur, örtme anlamına gelir. Örtmek, göstermemek içindir. Allah’ın bir elçisinin tebliği gibi herkesin görüp duyabileceği bir şeyi örtmeye çalışmak onu görmezlikten gelmek olur. Bir kişinin yaptığı iyiliği görmemek de öyledir. Böylelerine de nankör anlamında kâfir denir. Çünkü yapılan iş küfrân-ı nimettir. Bazen de bir kötülük, görmezlikten gelinerek örtülür. Bunu iyi kimseler yapar. Dolayısıyla örtülen şey, iyi ya da kötü olabilir. İyiyi örtmek kötü, kötüyü örtmek iyidir.

11.1. İyi ve Doğru Şeyleri Görmeme

İyi ve doğru şeyleri örtüp gizleyen, onların görül-mesine engel olur. Arapçada buna küfûr veya küfrân

Page 122: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 122 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

denir. Birçok kimse, kendine yapılan iyilikleri görmek istemez. Bu, kötü bir şeydir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

البر إلى اكم نج ا فلم إياه إل تدعون من ضل البحر في ر الض كم مس وإذا نسان كفورا . أعرضتم وكان ال

“Denizde başınıza bir sıkıntı gelse, yardıma ça-ğırdığınız herkes kaybolur; yalnız Allah kalır. Allah sizi kurtarıp karaya çıkardı mı, yüz çevirirsiniz. İnsan, yapılan iyiliği görmez.” (İsrâ 17/67)

ان كفور. ل يحب كل خو يدافع عن الذين آمنوا إن اهلل إن اهلل“Allah, hain olan ve yapılan iyiliği görmezlik eden-

lerin hiçbirini sevmez.” (Hac 22/38)

Birçok insan bu hale düşer. En kötüsü Allah’ı, el-çisini ve Kitabını görmezlikten gelmektir. İşte kâfirlik budur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

فنا للناس في هذا القرآن من كل مثل فأبى أكثر الناس إل كفورا. ولقد صر“Biz bu Kur’ân’da her örneği, gerçekten, türlü bi-

çimlerde verdik. Ama insanların çoğu, kolayca bunları görmezlik eder.” (İsrâ 17/89)

Kâfirlik şuurlu bir eylemdir, her kâfir kendi konu-munun farkındadır. Bu sebeple hiçbiri sağlam bir gerek-çeye dayanmaz. Kendini savunmak zorunda kaldı mı, gerçekleri saptırır. İblis’in yoldan çıkması ile ilgili âyetler bunun için iyi bir örnektir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

إل فسجدوا لدم اسجدوا للمالئكة قلنا ثم رناكم صو ثم خلقناكم ولقد اجدين. قال ما منعك أل تسجد إذ أمرتك قال أنا خير إبليس لم يكن من الس

منه خلقتني من نار وخلقته من طين .“Sizi yaratmıştık, sonra şekil vermiştik; sonra me-

leklere: “Âdem’e secde edin” demiştik. Hemen secde et-tiler, İblis öyle yapmadı. O secde edenler arasında yoktu.

Page 123: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 123 -

KÂFİR (Görmezlikten Gelen)

Allah dedi ki: “Emrettiğim zaman seni secdeden alıkoyan neydi?” “Beni ateşten, onu çamurdan ya-rattın. Ben ondan üstünüm” diye cevap verdi.” (A’raf 7/11-12)

İblis, Âdem’e secde etme emrinden hoşlanmamıştı. Emri verenin Allah olduğunu görmezlikten gelerek Âdem’e karşıymış gibi davrandı. Doğrudan Allah’a karşı çıkma cesaretini gösteremedi. Çünkü her şeyi Allah’a borçlu olduğunu ve kendini onun yarattığını biliyordu. Bunlar, İblis’in şu sözlerinde gizlidir:

قال أنا خير منه خلقتني من نار وخلقته من طين.“Ben ondan üstünüm. Beni ateşten yarattın, onu

çamurdan yarattın.” (Sâd 38/76)

قال لم أكن لسجد لبشر خلقته من صلصال من حمإ مسنون.“Balçıktan, işlenebilen kara topraktan yarattığın

insana secde edemem.” (Hicr 15/33)

Hak ettiği ceza gecikmedi. Allah ona şöyle dedi:

اغرين. ر فيها فاخرج إنك من الص قال فاهبط منها فما يكون لك أن تتكب“İn oradan! Orada büyüklenmeye hakkın yok.

Defol! Sen alçağın tekisin.” (A’raf 7/13)

İblis böyle kâfir olmuştu. Halbuki Allah’ın varlığın-dan ve birliğinden şüphe etmiyordu. Ahiretin varlığını da kabul ediyordu. Çünkü kovulmasından sonra şöyle yalvarmıştı:

قال رب فأنظرني إلى يوم يبعثون.“Rabbim! İnsanların tekrar dirilecekleri güne

kadar bana süre tanı.” (Sâd 38/79)

Allah’ın bir tek emrini görmezlikten gelmesi, İblis’in kâfir olması için yetmişti. İnsan da öyledir;

Page 124: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 124 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

bilmediği için değil, Allah’ın emirlerini görmek isteme-diği için kâfir olur.

Bu çalışmada küfür kelimesine “görmezlikten gelme”, “tanımama, bazen de “kâfirlik” anlamı verilmiştir.

11.2. Kötü ve Yanlış Şeyleri Görmeme

Kötü ve yanlış şeyleri örtüp gizlemek, bir iyiliktir. Onları Allah da gizler. O şöyle buyurur:

مدخال وندخلكم ئاتكم سي عنكم ر نكف عنه تنهون ما كبائر تجتنبوا إن . يما كر

“Yasaklandığınız şeylerin büyüklerinden uzak durursanız, öbür günahlarınızı örteriz. Sizi güzel bir konuma sokarız.” (Nisa 4/31)

هم أحسن ئاتهم ولنجزين رن عنهم سي الحات لنكف والذين آمنوا وعملوا الصالذي كانوا يعملون.

“İnanıp iyi işler yapanların; evet işte onların kö-tülüklerini örter ve onları işlediklerinin en güzeliyle ödüllendiririz.” (Ankebut 29/7)

ئاتكم سي عنكم ر ويكف فرقانا لكم يجعل اهلل تتقوا إن آمنوا الذين أيها يا ذو الفضل العظيم. ويغفر لكم واهلل

“Müminler! Allah’tan sakınırsanız size doğruyu eğriden ayırma gücü verir. Suçlarınızı örter ve sizi ba-ğışlar. Allah büyük ikram sahibidir.”98 (Enfâl 8/29)

98. Keffera (كفر) kelimesi de küfr kökünden gelir. Teksir yani çokluk ifade eder. Bu âyetlerde Al-lah Teâla günahları çokça bağışladığını, örttüğünü ve onları görmezden geldiğini bu kelime ile bildirmektedir.

Page 125: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 125 -

12.Konu

KALBİN MÜHÜRLENMESİ

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

عذاب ولهم غشاوة أبصارهم وعلى سمعهم وعلى قلوبهم على اهلل ختم عظيم.

“Sanki Allah,onların kalplerine ve kulaklarına mühür basmış, gözlerine de perde inmiştir. Onlara büyük bir azap vardır.” (Bakara 2/7)

Bu âyette, kötü davranışlardan doğan kötü sonuçlar, bir istiâreyle anlatılmıştır. İstiare sözlükte, “bir malı ödünç isteme” edebiyatta ise “güzel ve etkili anlatım için bir kelime veya terkibi gerçek anlamı dışına taşı-maktır. Mesela “Bir aslanla tanıştım” diyen kişi, aslanla tanışamayacağı için tanıştığı kişiyi benzetme edatı kullanmadan aralana benzeterek istiâre yapmış olur.

İstiare, terkible yani bir anlam kümesiyle de yapılabilir. İstiâre’nin bu türüne istiâre-i temsîliyye, mürekkep istiâre veya alegori denir. Mesela israf edene söylenen; “ayağını yorganına göre uzat” sözü ile gizli işler yapana söylenen; “saman altından su yürütüyor”

Page 126: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 126 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

sözü, bir istiâre-i temsiliyyedir. Çünkü bu sözlerde ger-çek anlamı kast etme ihtimali olmadığı gibi benzetme edatı da yoktur.

Yukarıdaki âyette de benzetme yerine doğrudan benzetilecek anlam kümesi kullanılarak Kur’ân karşı-sındaki önyargılı tavırlar canlandırılmıştır. İstiarede gerçek anlamı kast etme ihtimali olmaz. Bu âyette de gerçek anlamı kast edilmiş olamaz. Öyle olsa bu insan-lar sorumlu olmazlar. Çünkü kalbi ve kulakları mühür-lenmiş, gözlerine de perde inmiş biri, iman ile sorumlu tutulamaz. Zira “Allah, kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemez” (Bakara 2/286)

Bu ve benzeri âyetlerdeki anlatım mecaz değil, ger-çek sanıldığı için onlarda gizli olan “sanki” kelimesini açığa çıkarmak bir zorunluluk olmuştur.

Yasin Suresinin şu âyetlerinde de durum aynıdır:

لقد حق القول على أكثرهم فهم ل يؤمنون . إنا جعلنا في أعناقهم أغالل فهي ا سد خلفهم ومن ا سد أيديهم بين من وجعلنا . مقمحون فهم الذقان إلى ل تنذرهم لم أم أأنذرتهم عليهم وسواء . يبصرون ل فهم فأغشيناهم

يؤمنون “Onlardan çoğu, bunun gerçek anlamda Allah’ın

sözü olduğunun etkisine girdi ama inanmıyorlar. Sanki boyunlarına, çenelerine kadar dayanan demir halkalar takmışız da başlarını eğemiyorlar. Sanki önlerine bir engel, arkalarına bir engel koyup onları kuşatmışız da göremiyorlar. Onları uyarsan da bir uyarmasan da, inanmıyorlar.” (Yasin 36/7-10)

Page 127: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 127 -

13.Konu

İNSANI İNSAN YAPAN ÖZELLİKLER(Kalp - İşitme - Görme)

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

من نسله ثم جعل من طين. نسان ال خلق وبدأ كل شيء خلقه أحسن الذي مع الس لكم وجعل روحه من فيه ونفخ اه سو ثم مهين. ماء من ساللة

والبصار والفئدة قليال ما تشكرون.“Yarattığı her şeyi güzel yaratan odur. İnsanı ya-

ratmaya sulanmış topraktan (tîn) başlamıştır.

Sonra onun soyunu süzülmüş bir özden, dayanık-sız bir sudan yaratmıştır.

Sonra onu dengeli bir şekle sokmuş ve içine ruhun-dan üflemiştir. Sizin için kulaklar, gözler ve gönüller var etmiştir. Ne kadar az şükrediyorsunuz!” (Secde 32/7-9)

İnsan genellikle, düşünen veya konuşan canlı diye tarif edilir. Buna bağlı olarak akıl, insan ile hayvanı ayı-ran en önemli varlık sayılır. Hâlbuki Kur’ân’da kuşların ve karıncaların konuşmalarına ve akıllarını kullanarak yaptıkları değerlendirmelere yer verilir. Yukarıdaki

Page 128: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 128 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

âyetler, insanı diğer canlılardan ayıran temel farkın, ku-laklar, gözler ve gönüllerde aranması gerektiğini bildirir. Karıncalar ve kuşlarla ilgili âyetler şunlardır:

نس والطير فهم يوزعون. حتى إذا أتوا وحشر لسليمان جنوده من الجن والكم سليمان مل ادخلوا مساكنكم ل يحطمن مل قالت نملة يا أيها الن على واد النم ضاحكا من قولها وقال رب أوزعني أن أشكر وجنوده وهم ل يشعرون. فتبسوأدخلني ترضاه صالحا أعمل وأن والدي وعلى علي أنعمت التي نعمتك د الطير فقال ما لي ل أرى الهدهد أم كان الحين. وتفق برحمتك في عبادك الصمبين. بسلطان ليأتيني أو ه لذبحن أو شديدا عذابا ه بن لعذ الغائبين. من فمكث غير بعيد فقال أحطت بما لم تحط به وجئتك من سبإ بنبإ يقين إني وجدت امرأة تملكهم وأوتيت من كل شيء ولها عرش عظيم. وجدتها وقومها بيل هم عن الس يطان أعمالهم فصد وزين لهم الش مس من دون اهلل يسجدون للشماوات والرض الذي يخرج الخبء في الس فهم ل يهتدون. أل يسجدوا هلل ل إله إل هو رب العرش العظيم. قال سننظر ويعلم ما تخفون وما تعلنون. اهللثم تول عنهم أصدقت أم كنت من الكاذبين. اذهب بكتابي هذا فألقه إليهم فانظر ماذا يرجعون. قالت يا أيها المل إني ألقي إلي كتاب كريم. إنه من سليمان أيها يا قالت مسلمين. وأتوني علي تعلوا أل حيم. الر حمن الر اهلل بسم وإنه

المل أفتوني في أمري ما كنت قاطعة أمرا حتى تشهدون.“Süleyman için cinlerden, insanlardan ve kuşlar-

dan ordular toplandı. Düzenli bir halde idiler.

Karınca deresine kadar geldiler. Bir karınca şöyle dedi: “Karıncalar, yuvalarınıza girin! Süleyman ve askerleri sakın sizi ezmesin! Onlar farkına varmazlar.”

“Süleyman dişleri gözükecek şekilde gülümsedi. “Rabbim!” dedi. “Beni bana bırakma ki ettiğin iyiliğin kıymetini bileyim. Anama, babama ettiklerinin de. Senin isteğine uygun iş yapayım. Beni, ikramınla, iyi kulların arasına kat.”

Page 129: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 129 -

Süleyman kuşlar ordusunu teftiş etti. Sonra şöyle dedi: “Ne oldu, neden Hüdhüd’ü (çavuş kuşunu) göre-miyorum. Yoksa kayıplara mı karıştı?

Ne olursa olsun ona ağır bir ceza vereceğim, ya da onu keseceğim. Bana apaçık bir kanıt getirirse başka!”

Fazla beklemedi. (Hüdhüd çıka geldi.) Dedi ki; “Senin bilmediğin bir şey öğrendim. Sana Seba’dan doğru bir haber getirdim.

Orada hükümdarlık yapan bir kadın gördüm. Her şeyi var, bir de koskoca tahtı.

Baktım ki, hem o, hem toplumu, Allah’ı bırakmış güneşe secde ediyorlar. Şeytan yaptıkları kötülükleri onlara güzel göstermiş, onları yoldan çıkarmış; doğruyu göremiyorlar.

Allah’a secde etseler ya! Yerlerin ve göklerin bütün gizlilerini açığa çıkaran, onların gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilen odur.

Allah... Ondan başka tanrı yoktur. O büyük arşın sahibidir.”

Süleyman dedi ki: “Bakacağız, doğru mu söylüyor-sun, yoksa yalancının teki misin?

Şu mektubumu götür, onlara at. Sonra biraz kenara çekil. Bak bakalım ne diyecekler.”

Kraliçe dedi ki: “Ey ileri gelenler! Bakın, bana değerli bir mektup atıldı;

Süleyman tarafından. “Bismillahirrahmanirra-him” diye başlıyor,

“Bana karşı çıkmayın. Gelin teslim olun.” diyor.

Dedi ki: Ey ileri gelenler! Bu işte bana doğru bir çözüm getirin. Sizlerle görüşmeden bir işi kesip ata-mam.” (Neml 27/17-32)

İNSANI İNSAN YAPAN ÖZELLİKLER (Kalp - İşitme - Görme)

Page 130: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 130 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Bu âyetlerde, kuşun ve karıncanın akıllıca yaptıkla-rı konuşmalar ve değerlendirmeler vardır. Bütün âyetler incelenince insanı hayvandan ayıran temel farkın akıl olmadığı anlaşılır. İlgili âyetlerden biri şudur:

ولهم بها يفقهون ل قلوب لهم نس وال الجن من كثيرا م لجهن ذرأنا ولقد أعين ل يبصرون بها ولهم آذان ل يسمعون بها أولئك كالنعام بل هم أضل

أولئك هم الغافلون.“Cinlerden ve insanlardan birçoğunu gerçekten

Cehennem için yetiştirmiş olduk.99 Onların da kalpleri vardır, onunla kavramazlar. Onların da gözleri vardır, onlarla görmezler. Onların da kulakları vardır, onlarla işitmezler. Onlar; en’âm (koyun, sığır ve deve) gibidir-ler; hayır, daha da düşüktürler. Gafiller işte onlardır.” (A’raf 7/179)

Karşılaştırmanın bütün hayvan çeşitleriyle değil de en’âm denen koyun, sığır ve deveyle yapılması ve görmezlik edip kâfir olanların daha düşük durumda olduklarının bildirilmesi önemlidir. Bu gibi insanlar kargaya benzetildikleri için En’âm’dan düşüğü karga olduğu anlaşılmaktadır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

بكم ونداء صم دعاء إل يسمع بما ل ينعق الذي كمثل كفروا الذين ومثل عمي فهم ل يعقلون.

“Kâfirlik edip gerçekleri görmezlikten gelenler, kavramadığı sese karşı öten karga gibidirler; onların kavradığı sadece bağırtı ve çağırtıdır.100 Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Onlar akıllarını kullanmazlar.” (Bakara 2/171)

99. Bu ayetin meali ile ilgili bakınız. s.157. ek başlıklı bölüm.100. Âyette geçen (ينعق) sözlükte; hem karganın ötmesi; hem de çobanın davara bağırması ve

onu engellemesi anlamına gelir (Lisan’ul-arab نعق mad.). Tefsirlerin tamamı kelimeye ikinci anlamı vermişler ve kâfirlerin çobana benzetilmesi durumu ortaya çıkmıştır. Bunu önlemek için çobana mecâz olarak davar denmiş, bu defa âyet, metne uygun olmayan bir anlama çekilmiştir. Yukarıdaki meâl ise her bakımdan yerinde olmuştur. Bu kitapta “Aklını Kullan-mayanın Hali” başlıklı yazıya bkz.

Page 131: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 131 -

En’âmın da kalbi vardır ama bu kalp, kanı vücuda pompalama dışında bir iş yapmaz. İnsanın kalbi, aynı zamanda bir karar organı, vücudun ana kumanda mer-kezidir. Akıl, doğruları tespit eder. Kalp, menfaatlerin, beklentilerin ve özentilerin etkisiyle onları ya kabul veya reddeder. Akıl, kalbin yanında bir danışman gibidir. Kalp, akla uygun karar vermeyince onu kullanmamış olur. İmanın, kalp ile tasdik şartına bağlanması bunu gösterir. Yoksa Nebîlerin söylediklerinin doğru oldu-ğunu hiçbir akıl inkâr edemez. Kur’ân’ın sürekli akla vurgu yapması bundandır. Nitekim Firavun, Musa’nın elçiliğini kabul etmemişti ama aklı, onun Allah’ın elçisi olduğundan emindi. İlgili âyetler şöyledir:

واستيقنتها بها وجحدوا مبين سحر هذا قالوا مبصرة اياتنا جاءتهم ا فلما. أنفسهم ظلما وعلو

“Belgelerimiz bütün açıklığı ile onlara gelince: “Bunlar apaçık büyüdür” dediler.

Onları, içten kanasıya anlamışken, zalimlikten ve büyüklük taslamadan dolayı, inkârcılık yaptılar”. (Neml 27/13-14)

Cehennemlikleri anlatan aşağıdaki âyetler, onların bu suçu, bile bile işlediklerini gösterir.

لها ألقوا فيها سمعوا إذا وبئس المصير. م بربهم عذاب جهن وللذين كفروا خزنتها سألهم فوج فيها ألقي كلما الغيظ من ز تمي تكاد تفور. وهي شهيقا من شيء إن ل اهلل بنا وقلنا ما نز ألم يأتكم نذير. قالوا بلى قد جاءنا نذير فكذأصحاب في ا كن ما نعقل أو نسمع ا كن لو وقالوا كبير. ضالل في إل أنتم

عير. عير. فاعترفوا بذنبهم فسحقا لصحاب الس الس“Rablerini görmezlikten gelip kâfir olanlara Ce-

hennem azabı vardır. Ne kötü hale düşmedir o!

İçine atılınca homurtusunu işitirler. O, kaynıyor olacaktır.

İNSANI İNSAN YAPAN ÖZELLİKLER (Kalp - İşitme - Görme)

Page 132: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 132 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Öfkeden sanki çatlayacak gibi olur. Her bir bölük içine atıldı mı Cehennem bekçileri sorarlar: “Size bir uyarıcı gelmedi mi?”

“Evet” derler, bize uyarıcı geldi; ama biz yalana sarıldık. Allah hiç bir şey indirmiş değildir, siz büyük bir sapkınlık içindesiniz” dedik.

Şöyle devam ederler: “Keşke onu dinlemiş olsay-dık, ya da aklımızı çalıştırsaydık, şimdi bu kızgın ateşe arkadaş olanlar arasında olmazdık.”

Suçlarını itiraf ettiler. Def olsunlar, o kızgın ateşe arkadaş olanlar!” (Mülk 67/6-11)

En’âm’da göz vardır, ama basiret yoktur. Âyetler basirete vurgu yapar. Basiret, baktığı şeyi kavramadır. Eğer en’âm yani koyun sığır ve deve, elinde bıçakla gelen kişinin kendini keseceğini kavrasaydı neler olur-du? Yanındaki ineğin kesildiğini gören bir boğa, hiçbir şey olmamış gibi otlamaya devam eder miydi? Ama insanlar, bir katilin elini kolunu sallayarak dolaşmasına razı olmazlar.

İşitme, duyduğu sesleri sınıflandırıp anlamını kav-ramadır. En’âm’da bu da yoktur.

Yukarıda ana karıncanın uyarısı ve hüdhüd kuşu-nun değerlendirmesi, onların insan gibi işitme ve basiret sahibi olduklarını gösterir. Ama onlarda hayatlarına yön çizecek karar merkezi durumundaki kalp yoktur. Bu açıdan, en’âm ile aynı konumdadırlar.

İnsan farklıdır; o, duyularıyla elde ettiği bilgilere göre hayatına yön verir. Önünde iki yol vardır; ya doğru-lara uyacak, ya da doğruları kendine uyduracaktır. Eğer bir düşünce ve anlayışa esir olmuşsa hür karar veremez. Evrensel doğruların yerini kendi doğruları veya bağlı olduğu cemaatin doğruları alır. Asıl körlük ve sağırlık budur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

Page 133: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 133 -

İNSANI İNSAN YAPAN ÖZELLİKLER (Kalp - İşitme - Görme)

بها أو آذان يسمعون بها يعقلون قلوب لهم فتكون أفلم يسيروا في الرض دور. فإنها ل تعمى البصار ولكن تعمى القلوب التي في الص

“Onlar yeryüzünde hiç gezip dolaşmadılar mı ki,

kalpleri olsun, onunla düşünsünler; ya da kulakları

olsun, onunla duysunlar. Aslında kör olan gözler değil-dir. Kör olan, göğüslerdeki kalplerdir.” (Hac 22/46)

Gözler ve kulaklar kalbin danışmanıdır. Göz doğru-ları görür, kulak doğruları işitir ama kalp bunları dikkate almayabilir. O zaman görmenin ve işitmenin bir faydası olmaz. Hatta kalp, doğruları görmeye ve işitmeye ta-hammül edemez hale de gelebilir. Asıl vurgunun, işit-meye ve görmeye değil kalbe yapılması ve imanın kalp ile tasdik olması bundandır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

بذنوبهم أصبناهم نشاء لو أن أهلها بعد من الرض يرثون للذين يهد أولم ونطبع على قلوبهم فهم ل يسمعون.

“Eski halkının çekilmesinden sonra o toprağa yerleşenler için şu gerçek belli olmadı mı ki, emretsek günahlarına karşılık onları da çarparız. Sanki kalpleri üstünde yeni bir tabiat oluşturuyoruz da artık işitmi-yorlar.” (A’raf 7/100)

Demek ki, insanı hayvandan ayıran asıl özellik onun konuşması, duyması veya düşünmesi değildir. Duyu organlarıyla elde ettiği bilgileri değerlendirerek hayatına yön verecek durumda olmasıdır. Ama hür karar verme özelliğini kaybeden, insan olma özelliğini de kaybeder. O, yaptığı yanlışın farkında olduğu için doğ-ruların baskısı altında kalır. İnsanda görülen bunalım, huzursuzluk veya tersi duygular, kalbinin doğru veya yanlış kararlarıyla ilgilidir. Bu sebeple çevreyi, insandan başka kimse bozamaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

Page 134: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 134 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

الذي بعض ليذيقهم الناس أيدي كسبت بما والبحر البر في الفساد ظهر عملوا لعلهم يرجعون.

“İnsanların kendi elleriyle yaptıkları yüzünden karada ve denizde bozulma görüldü. Bunun böyle ol-ması, Allah onlara, yaptıklarının bir kısmını tattırsın diyedir. Belki vazgeçerler.” (Rum 30/41)

Kendi doğrularına uyup fitne ve fesat çıkarmak nasıl insana has ise evrensel doğrulara canı pahasına sahip çıkma da insana hastır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

قلبه في ما على اهلل ويشهد نيا الد الحياة في قوله يعجبك من الناس ومن الحرث ويهلك فيها ليفسد الرض في سعى تولى وإذا الخصام ألد وهو ثم فحسبه ة بال أخذته العز ل يحب الفساد. وإذا قيل له اتق اهلل والنسل واهلل واهلل اهلل مرضاة ابتغاء نفسه يشري من الناس ومن المهاد. ولبئس م جهن

رءوف بالعباد.“İnsanlardan öylesi var ki, dünya hayatıyla ilgili

sözleri seni hayran bırakır. İçinde olana da101 Allah’ı şahit tutar. O yaman bir düşmandır.102

İş başına geçti mi,103 ortalığı karıştırmak, kaynak-ları yok etmek ve nesilleri bozmak için gayret gösterir. Allah bozgunculuğu sevmez.

Ona: “Allah’tan kork!” denilince günahıyla övün-meye başlar.104 Onun hakkından ancak Cehennem gelir. Orası ne kötü bir yerdir!

101. Sözlerinde samimi olduğuna.102. Allah Teâlâ, bu iki yüzlülerle ilgili olarak şöyle buyurur: “O münafıklar sana geldiklerinde

şöyle dediler: “Biz şahitlik ederiz ki, sen, gerçekten Allah’ın elçisisin” Allah biliyor ki, sen elbette kendi elçisisin. Ama Allah şahitlik eder ki, o münafıklar kesinlikle yalan söylüyor-lar. Yeminlerini kalkan edip Allah yolundan çekildiler. Ne kötü şey yapıp duruyorlar! Bu, şundandır: Onlar önce inandılar. Sonra görmezlik ettiler. Sonra kalplerinde farklı bir yapı oluştu. Artık anlamazlar. Onları gördüğün zaman yapıları seni imrendirir. Konuşurlarsa ko-nuşmalarını dinlersin. Sanki dayalı kütükler gibidirler. Her gürültüyü kendilerine karşı sanır-lar. İşte düşman onlardır. Onlardan çekin. Allah canlarını alsın, nasıl da yalana sürükleni-yorlar!” (Münafikûn 63/1-4)

103. “Dönüp gitti mi” anlamı da verilebilir.104. Yaptığı eğrilikleri, doğruymuş gibi gösterir.

Page 135: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 135 -

İnsanlardan öylesi de var ki, Allah’ın rızasını kazanmak için canını verir. Allah kullarına karşı çok şefkatlidir.” (Bakara 2/204-207)

Bütün bu bilgiler ışığında insan şöyle tarif edilebilir: “İnsan, duyu organlarıyla elde ettiği bilgileri değerlendi-rip davranışlarını değiştirebilen canlıdır.”

İNSANI İNSAN YAPAN ÖZELLİKLER (Kalp - İşitme - Görme)

Page 136: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar
Page 137: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 137 -

14.Konu

AKLINI KULLANMAYANIN HALİ

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

بكم ونداء صم دعاء إل يسمع بما ل ينعق الذي كمثل كفروا الذين ومثل عمي فهم ل يعقلون.

“Kâfirlik edip gerçekleri görmezlikten gelenler, din-lemediği sese karşı öten karga gibidirler; onların kavra-dığı sadece bağırtı ve çağırtıdır. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Onlar akıllarını kullanmazlar.” (Bakara 2/171)

Âyette geçen na’g (نعق); hem karganın ötmesi; hem de çobanın davara bağırması ve onu engellemesi anla-mına gelir.105 Tefsirler kelimeye ikinci anlamı vererek âyeti anlaşılamaz hale getirmişler sonra kendilerini, metne uygun olmayan anlamlara zorlamışlardır. Türkçe meallerden örnekler verelim:

Diyanet Vakfı’nın meali:

(Hidâyet çağrısına kulak vermeyen) kâfirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten

105. İbn Manzur, Lisanu’l-arab,““نعق mad.

Page 138: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 138 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

hayvanların durumuna benzer. Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple düşünmezler.106

Bu mealde (نعق)’ye çobanın davara bağırması anlamı verilmiştir. O zaman kâfirleri çobana benzetmek gere-kir, o bağırtıyı işiten hayvana değil. Bu sebeple tercüme Arap dili bakımından kabul edilemez.

Elmalılı Muhammed Hamdi YAZIR:

“O kâfirlerin meseli sade bir çağırma veya ba-ğırmadan başkasını duymaz bir kulakla haykıranın hâline benzer, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, akıl da etmezler.”107

Hiçbir varlık kulak ile haykıramayacağından bu tercüme de doğru değildir.

Ömer Nasuhi BİLMEN:

“Ve kâfirlerin meseli, o hayvanların meseli gibidir ki, çağırmadan, bağırmadan başka bir şey işitmeksizin haykırır durur; sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık onlar düşünemezler.”108

الذي ينعق بما ل يسمع إل دعاء ونداءcümlesi “…çağırmadan, bağırmadan başka bir şey işit-meksizin haykırır durur” şeklinde tercüme edilemez.

Suat YILDIRIM:

“İnkârcıları hakka çağıranın durumu, tıpkı bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyen hayvanlara hay-kıran kimsenin durumu gibidir. Sağır, dilsiz ve kördür onlar. Bundan ötürü akledip anlayamazlar.”109

Bu mealde yukarıdaki hatalara düşülmemiş ama daha büyük bir hata yapılmış; “ومثل الذين كفروا” (ve me-sel’ullezîne keferû) ibaresi, “İnkârcıları hakka çağıranın durumu” şeklinde tamamen ters bir anlama çekilmiştir.

106. Ali Özek ve arkadaşları, Kur’ânı Kerim ve Açıklamalı Meâli.107. Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, c. I, s. 582-583.108. Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’ân-ı Kerim ve Meâl-i Âlisi, Ankara 1997.109. Suat Yıldırım, Kur’ân-ı Hakîm ve Açıklamalı Meâli, İstanbul 1998.

Page 139: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 139 -

Meallerin her biri, eski tefsirlerdeki hataları günü-müze taşımışlardır. Bu yanlışların sebebi, âyetler arası ilişkilere dikkat edilmemesidir. Eğer dikkat edilseydi aşağıdaki âyette yer alan benzetmeden hareketle doğru anlama ulaşılırdı. Allah Teâlâ, şöyle buyurur:

ولهم بها يفقهون ل قلوب لهم نس وال الجن من كثيرا م لجهن ذرأنا ولقد أعين ل يبصرون بها ولهم آذان ل يسمعون بها أولئك كالنعام بل هم أضل

أولئك هم الغافلون.“Cinlerden ve insanlardan bir çoğunu gerçekten

Cehennem için yetiştirmiş olduk.110 Onların kalpleri vardır, onunla kavramazlar. Onların gözleri vardır, onlarla görmezler. Onların kulakları vardır, onlarla işitmezler. Onlar en’am gibidirler; hayır, daha da dü-şüktürler.111 Gafiller işte onlardır.” (A’raf 7/179)

En’âm, koyun, sığır ve deve demektir.112 Türkçede bunun tek bir karşılığı yoktur. Bir çok meâl, “dört ayak-lı” diye tercüme etmiştir. Dört ayaklı tanımına kedi, köpek, vahşi hayvanlar vs. de gireceğinden bu tercüme doğru olmaz.

Koyun, sığır ve deve faydalı hayvanlardır. Kâfirler bunlardan da düşük sayıldığına göre âyette en’âmdan düşük bir hayvana işaret aranmalıdır. Bakara 171’deki karganın ötmesi anlamına geldiğine göre (yen’igu = ينعق)aranan hayvan bulunmuş olur.

Gerçekten de karga en’âmdan düşüktür. Çünkü leşle beslenir. Küçük kuşları, yumurtaları ve civcivleri yer. Yiyecek aramak için çöplükleri karıştırır. Tahıl bit-kilerine, meyve ağaçlarına, sebzelere ve bağlara büyük

110. Bu ayetin meali ile ilgili bakınız. s.157. ek başlıklı bölüm.111. Daha düşük diye tercüme edilen (الضل)’in kökü olan dalâlet, Arapça’da, yoldan çıkma ve

düşük seviyede olma anlamınadır. (Lisanu’l-arab ضلل mad.)112. Müfredât, نعم mad.

AKLINI KULLANMAYANIN HALİ

Page 140: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 140 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

zarar verir. Gelişmiş psişik (duygusal) yetenekleri vardır, kolayca evcilleştirilebilir.113

Kâfirleri tanımlayan şu âyet onlarda, kargaya benzer özellikler görür:

وإذا تولى سعى في الرض ليفسد فيها ويهلك الحرث والنسل.“… İş başına geçti mi, ortalığı karıştımak, kay-

nakları tahrip etmek ve nesilleri bozmak için gayret gösterir.” (Bakara 2/205)

Âyetler arası ilişkiye dikkat etmeyenler, yukarıda geçen, A’raf 179. âyete; “Onlar; bunlardan da sapıktır-lar” veya “Onlar; bunlardan da şaşkındırlar” şeklinde anlam vermişlerdir. Koyun, sığır ve deveye, sapık veya şaşkın demenin haklı gerekçesi olamayacağı için o meâl de yanlış olmuştur.

Kâfir-karga ilişkisi, Habil-Kabil olayında da vardır. Yoldan çıkarak kardeşi Habil’i öldürmüş olan Kabil kendini, karga kadar olamamakla suçlamıştır. Bu olayı anlatan âyetler şöyledir:

ل ل من احدهما ولم يتقب با قربانا فتقب واتل عليهم نبا ابني ادم بالحق اذ قرقين. لئن بسطت الي يدك من المت ك قال انما يتقبل اهلل خر قال لقتلن من الي ان العالمين. رب ي اخاف اهلل ان لقتلك اليك بباسط يدي انا ما لتقتلني . ار وذلك جزؤا الظالمين اريد ان تبوأ باثمي واثمك فتكون من اصحاب النغرابا اهلل فبعث الخاسرين. من فاصبح فقتله اخيه قتل نفسه له عت فطوان اعجزت ويلتى يا قال اخيه يواري سواة كيف ليريه الرض يبحث في

. ادمين اكون مثل هذا الغراب فاواري سواة اخي فاصبح من الن“Onlara, Âdem’in iki oğlunun olayını anlat: Bir

gün birer kurban sundular; birininki kabul edildi, di-ğerininki edilmedi. Kabul edilmeyen, “Ne olursa olsun,

113. Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, İstanbul 1986, c. XI, s. 6423.

Page 141: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 141 -

seni öldüreceğim” dedi. Öteki: “Allah, sadece sakınan-larınkini kabul eder” dedi.”

“İnan ki, beni öldürmek için elini kaldırsan, ben seni öldürmek için el kaldırmam. Ben Allah’tan, var-lıkların sahibinden korkarım.”

İsterim ki, benim günahımı ve kendi günahını yüklenip o Cehennem ateşinin arkadaşlarından olasın. Zalimlerin cezası budur.”

Sonra ötekisi nefsine uydu ve kardeşini öldürdü… Kaybedenlere karıştı gitti.

Derken Allah, yeri eşeleyen bir karga gönderdi. Bu ona, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini göstermesi içindi. “Yazık bana!” dedi. “Şu karga kadar da mı olamadım ki, kardeşimin cesedini gömeyim?” Nihâyet ettiğine pişman oldu.” (Maide 5/27-31)

Bahaeddin SAĞLAM’ın Tenkidi

Kur’ân-ı Kerim ve Açıklamalı Meâli adıyle bir meâli bulunan Bahaeddin SAĞLAM, Bakara Suresi 171. âyete verdiğimiz meâlde beş büyük yanlış bulduğunu ve bu yanlışların, bizdeki dil yetersizliğinden ve muhakeme fakirliğinden kaynaklandığını iddia etmiş, eleştirdiğimiz bütün tefsir ve meâllerin, lafzen tam doğru olmasalar da ana manayı tam verdiklerini savunmuştur.

Bu yazı, hem Sayın SAĞLAM’a bir cevap olsun, hem de Bakara Suresi 171. âyetin doğru meâli bilinsin diye yazılmıştır.

Bakara 171. âyet şudur:

بكم ونداء صم دعاء إل يسمع بما ل ينعق الذي كمثل كفروا الذين ومثل عمي فهم ل يعقلون

Âyete verdiğimiz meâl şöyledir:

“Kâfirlik edip gerçekleri görmezlikten gelenler, kavramadığı sese karşı öten karga gibidirler; onların

AKLINI KULLANMAYANIN HALİ

Page 142: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 142 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

kavradığı sadece bağırtı ve çağırtıdır. Sağırdırlar, dil-sizdirler, kördürler. Onlar akıllarını kullanmazlar.” (Bakara 2/171)

Şimdi Sayın Sağlam’ın bu meâlde bulduğu Beş Büyük Yanlış’a bakalım:

Birinci Büyük Yanlış

Sağlam - Abdulaziz BAYINDIR Arapçada ve Kur’ân’da asla hayvanlar için kullanılmayan “ellezi” edatını karga için kullanmıştır.

BAYINDIR - Ellezî (الذي) ile men (من) edatı karış-tırılmaktadır. Aşağıdaki âyette olduğu gibi (الذي) edatı akılsız varlıklar için de kullanılır.

يب يخرج نباته بإذن ربه والذي خبث ل يخرج إل نكدا والبلد الط“Verimli beldenin bitkisi Rabbinin izniyle çıkar.

Verimsiz olanınki ise zar zor çıkar.” (A’râf 7/58)

İkinci Büyük Yanlış

Sağlam - Abdulaziz BAYINDIR, teşbih cümlesinin yüklemi olarak kullanılan “illâ duaen ve nidaâ” istis-nasını ayrı bir cümle yapmıştır. Öznesiz bir yüklem manasını veriyor. Bu da dil açısından düşüncesizliği ve mantıksızlığı çağrıştırıyor.

Bayındır – Bu söz, meâlimizde yer alan şu cümle ile ilgilidir:“kavradığı sadece bağırtı ve çağırtıdır”

Bu cümlenin, öznesi vardır. Çünkü “kavradığı” sözü “onun kavradığı” yani “karganın kavradığı” demek olur. Dolaysıyla özne, kargayı gösteren gizli zamirdir. Burada dil açısından herhangi bir hata, düşüncesizlik ve mantıksızlık yoktur.

Üçüncü Büyük Yanlış

Sağlam – “Ma” cansız veya bilinçsiz şeyler için kullanılan bir edattır. Ve burada bu edat “ la yesmeu” (işitmez) fiilinin öznesidir. Ve bu durum dil açısından

Page 143: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 143 -

çok bedihidir. İşte görünürdeki özneyi fiile nesne (meful) yapmak gerçekten gramer körlüğüdür.

Bayındır – “Ma” edatı; sadece cansız veya bilinçsiz varlıklar için değil, bilinçli varlıklar hatta aşağıdaki âyetlerde olduğu gibi Allah Teâlâ için dahi kullanılır.

فألهمها . اها سو وما ونفس . طحاها وما والرض . بناها وما ماء والسفجورها وتقواها .

“Göğe ve onu kurana, yere ve onu döşeyene, nefse ve onu tesviye edene, sonra günahını ve takvasını ilham edene yemin olsun ki...” (Şems 91/5-8)

Bir de “Ma” edatı “la yesmeu” fiiline özne olamaz. Özne, hiçbir zaman fiilden önce gelmez. Dil açısından çok bedihi olan bunlardır.

“La yesmeu = ليسمع” fiilinin öznesi ile “yen’iku fiilinin öznesi aynıdır. “Ma” mevsuldur ve ona ”ينعق =ait zamir hazfedilmiştir. Aslı ‘يسمع ال dur. Arkadan ’ما gelen إال edatı, olumsuzu olumluya çevirdiği için “دعاء إال cümlesine olumlu anlam verilmiştir. Âyete farklı ”ونداءanlam veren tefsir ve meâllerin çıkmazları aşağıda gösterilecektir.

Dördüncü Büyük Yanlış

Sağlam – “Kur’ân’da “akıl” kavramı somut, nesnel bir şey olarak geçmiyor. Dolayısıyla “aklını kullananlar veya kullanmayanlar” şeklinde bir meâl yanlış olur.

Demek ki, “ lâ ya’kılûn” gibi deyimlerin çevirisi, “algılamazlar, karar vermezler, sonucu düşünmezler, insanlığın en önemli değeri olan sorumluluk taşımaz-lar” şeklinde olmalıdır.”

Bayındır – Sözlükte akl; (الحجروالنهى) = engelleme ve yasaklama anlamına gelir. Akleden kişi, kendini kötü söz ve davranıştan engelleyen kişidir. Ragıb el-İsfahanî diyor ki; akıl, bilgiyi kabule hazır güç ve bu gücün

AKLINI KULLANMAYANIN HALİ

Page 144: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 144 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

yardımıyla yararlanılan bilgidir… Allah’ın kâfirleri akılsızlıkla nitelediği her yerde onların bu bilgiyi kul-lanmadıklarına işaret edilir. Türkçede aklını kullan-mak; düşünerek hareket etmek ve kafasındaki bilgiyi kullanmak demektir. Böylece kişi, yanlıştan korunur ve kendini kötü duruma düşürmez. Dolayısıyla ”ليعقلون -ibaresine “...Onlar akıllarını kullanmazlar” şeklin ”فهمde verilen anlam doğrudur.

Beşinci Büyük Yanlış

Sağlam - Bakara 171’in tefsiri için delil getirdiği Bakara 205 ve A’râf 179. âyetleri de Bayındır yanlış çevirmiştir. Bakara 205. âyet, kâfirlerle ilgili değildir. Münafık karakteri ile ilgilidir. Hoca, âyetler arasındaki ilişkiler dikkate alınmamış, diyor. Fakat kendisi, 2/204. âyete baksaydı, bu yanlışını görürdü. Ayrıca bu âyet belli ve hain bir kişiden söz ediyor. 171. âyet ise küfrün genel yeteneksizliğini ve körlüğünü gösteriyor.

Bayındır - Bakara 205. âyet, kimi kâfirlerle karga arasındaki benzerliği tespit için zikredilmiştir. İlgili bölüm şöyledir:

“Gerçekten de karga en’âm’dan düşüktür. Çünkü leşle beslenir. Küçük kuşları, yumurtaları ve civcivleri yer. Yiyecek aramak için çöplükleri karıştırır. Tahıl bit-kilerine, meyve ağaçlarına, sebzelere ve bağlara büyük zarar verir. Gelişmiş psişik yetenekleri vardır, kolayca evcilleştirilebilir.

Kâfirleri tanımlayan şu âyete göre kimi kâfirlerde kargaya benzer özellikler vardır. Böyle biri “… İş başına geçti mi, ortalığı karıştırmak, kaynakları tahrip etmek ve nesilleri bozmak için gayret gösterir.” (Bakara 2/205) …”

Münafıkların kâfir olduğunu bilmeyen yoktur. Bunlar genellikle önce inanır, sonra kâfir olur yine de

Page 145: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 145 -

kendilerini inançlı görür veya gösterirler. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“O münafıklar sana geldiklerinde şöyle dediler: “Biz şahitlik ederiz ki, sen, gerçekten Allah’ın elçisi-sin.” Allah biliyor ki, sen elbette kendi elçisisin. Ama Allah şahitlik eder ki, o münafıklar kesinlikle yalan söylerler.

Yeminlerini kalkan edip Allah yolundan çekilirler. Ne kötü şey yapıp dururlar!

Bu, şundandır: Onlar önce inandılar, sonra kâfir oldular, sonra kalplerinde farklı bir yapı oluştu. Artık anlamazlar.” (Münafikûn 63/1-3)

Sağlam - A’raf 179. âyette 172’de anlatılan kişisel sorumluluk ve Allah’a verilen ezeli doğal misaktan söz ediliyor. Bu misaktan sonra bazıları tercihini, zulüm ve yanlıştan yana koyuyor. Bazıları da hidâyeti seçiyor. Bu tercih kanununun sonucu olarak kaybeden, tam kaybe-der. Kazanan da tam kazanır. (178. âyete bakınız.)

Buna ilave olarak kaybedenlerin sayısı daha çoktur. Çünkü imtihan ve kalite kanunlarının gereği, kalite-sizlik ve kayıp, kemmiyetin tarafında kalır. Nitelik ve kazanç da keyfiyet kanadında yer alır.

İşte gerek sorumluluğun gereğini yerine getire-memekten, gerek fiilen imtihan ve kalite kapasitesine çıkamamaktan, insan ve cinlerin çoğu yapı itibari ile Cehenneme kalır.”

A’râf, 179. âyete şöyle meâl vermek gerekir:

“Bir gerçek olarak (lekad) birçok insan ve cinni Cehennem için ektik, (oraya layık oldular.) Çünkü kalbleri var; fakat kavramıyor. Gözleri var; fakat gör-müyor. Kulakları var; fakat işitmiyor. Böyleleri evcil hayvanlar gibi yolunu kaybederler. Belki de onlardan

AKLINI KULLANMAYANIN HALİ

Page 146: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 146 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

daha çok kaybolmaya müsaitdirler. Bunlar gerçekten gafildirler, habersizdirler.”

Âyette geçen “edallu” yolunu kaybetme manasın-dadır. Nitekim kaybolan deve veya hayvana “dalle” denilir. Küfür de bir nevi yolu kaybetmek olduğundan bu sıfatı ikinci mana olarak almıştır.”

İşte bu evrensel ve ontolojik bilgiler nerede? Hocanın “ Dört ayaklı, iki ayaklı ayrımı ve hayvanlara hakareti, kargayı suçlaması gibi gerçek dışı ve anlamsız izahları nerede?!

Bayındır – Bu sözler, temel yanlışlarla doludur. Ana konudan ayrılmamak için onlardan çoğuna değinme-yeceğiz. Fakat A’râf 179. âyetin doğru meâli ise aşağıda gelecektir.

Sayın Sağlam’ın A’râf 179’a meâl verirken düştüğü hatalardan konumuzla ilgili olanlar şunlardır:

1. Âyetteki en’âm’a “evcil hayvanlar” anlamı veri-lemez. En’âm suresinde bu kelime “sekiz eş”; koyun, keçi, deve ve sığır diye açıklanmıştır. Evcil hayvan sözü ise evde beslenen ve insana alışık olan bütün hayvanları ifade eder.

2. Âyette geçen “ -edallu” kelimesine de “yo = أضلlunu kaybetme” anlamı verilemez. Yolunu kaybeden hayvan var mıdır? Ayrıca “edallu” kelimesi, en’am ile ilgili değil, kâfirlerle ilgilidir. Öyleyse âyetine;

Böyleleri evcil hayvanlar“ ”إن هم إل كالنعام بل هم أضل “gibi yolunu kaybederler” anlamı verme ihtimali yoktur.

Bir de أضل ism-i tafdîldir. İsm-i tafdîl, aynı özelliği taşıyan iki şeyden birinde, o özelliğin daha fazla olduğu-nu göstermek için kullanılır. Sayın Sağlam’ın meâlinde ism-i tafdîl anlamı da yok olmuştur.

3. A’râf 179. âyetteki ذرأ kelimesinin anlamı “ekmek” değil bir şeyi yetiştirmek yani beslemektir.

Page 147: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 147 -

Yazının sonunda bu kelime ile ilgili bir yazı vardır. Oraya bakılabilir.

Bahaeddin Sağlam’ın Bakara 171. Âyete verdiği Meâl:

Bakara 171’e verdiğimiz meâlde beş büyük hata bulan Sayın Sağlam’ın meâli şöyledir:

“O kâfirlerin örneği, ses ve sadâdan başka bir şey işitmeyen (aksetmeyen) cansız kayaları çağıran bir ada-mın örneği gibidir. (Kâfirlerin gözünde her şey cansız ve ölüdür. Böyle olduğu için) Kendileri de sağır, dilsiz ve kör-dürler. Böyle cansız oldukları için de düşünmüyorlar...”

Bu anlam, maalesef hem Arap diline uymamaktadır hem de çok zayıf bir Türkçe ile yazılmıştır. Anlam içeri-ği ise, tutarsızdır. Parantez içleri kendine ait olduğundan onları bir kenara bırakıp âyete verdiği meâle bakalım:

“…ses ve sadâdan başka bir şey işitmeyen cansız kayalar…” ifadesinin sadece “başka bir şey işitmeyen = إل يسمع bölümü âyette vardır. Âyette geçen dua’ya “ ل ses, nida’ya da sada anlamı vermiştir. Ayrıca ses ve sada-yı işiten kayadan bahsetmektedir. Böyle kayalar nerede vardır?

“O kâfirlerin örneği… cansız kayaları çağıran bir adamın örneği gibidir” sözünün âyetle ilgisi olmadığı açıktır. Delilerden başkası cansız kayaları çağırmaz. Sayın Sağlam böyle bir şeyi Kur’ân meâline yerleş-tirirken bunun hesabının sorulacağını acaba hiç mi düşünmemiştir?

Yine âyete ilaveler yaparak meâle yerleştirdiği; “… Böyle cansız oldukları için de düşünmüyorlar” ifadesi ile neyi anlatmak istemiştir? Görünüşe bakılırsa bunlar kâfirlerdir. Kâfirlerin cansız olduğunu ve bunun için düşünmediklerini nereden çıkarmıştır?

Bahaeddin Sağlam’ı Tebrik Ederim.

AKLINI KULLANMAYANIN HALİ

Page 148: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 148 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Yukarıdaki yazıyı okuyanlar, böyle bir tenkidin nasıl yapılabildiğini düşünebilir, hatta onu ciddiye almamızı eleştirebilirler. Bize göre Sayın Sağlam’ın bu cesareti tebrike değer. Çünkü bu tenkit, Bakara 171. âyete gelenekte nasıl anlam verildiğinin görülmesine ve doğru anlamı göstermemize yardımcı olmuştur.

Meâl ve Tefsirlerde Bakara 171. Âyet

Âyet şöyledir:

بكم ونداء صم دعاء إل يسمع بما ل ينعق الذي كمثل كفروا الذين ومثل عمي فهم ل يعقلون .

Biz âyete şu meâli veriyoruz:

“Kâfirlik edip gerçekleri görmezlikten gelenler, kavramadığı sese karşı öten karga gibidirler; onların kavradığı sadece bağırtı ve çağırtıdır. Sağırdırlar, dil-sizdirler, kördürler. Onlar akıllarını kullanmazlar.” (Bakara 2/171)

Âyette geçen (ينعق); hem karganın ötmesi; hem de çobanın davara bağırması ve onu engellemesi anlamına gelir. Meâl ve tefsirler kelimeye ikinci anlamı vererek âyeti anlaşılamaz hale getirmişlerdir. Anlamlı kılmak için de kendilerini, metne uygun olmayan anlamlara zor-lamışlardır. Önce Türkçe meâllerden örnekler verelim:

1. Türkçe Meâllerden Örnekler

a. Diyanet Vakfı’nın meâli:

(Hidâyet çağrısına kulak vermeyen) kâfirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer. Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple düşünmezler .

Çobanın davara bağırması anlamını taşıyan keli-me (نعق)’dir. Meâlde bu anlamı tercih edenler, kâfirleri çobana benzetmek zorundadırlar. Çünkü âyetin ilgili bölümü şöyledir:

Page 149: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 149 -

مثل الذين كفروا كمثل الذي ينعقBu sebeple tercüme Arap dili bakımından kabul edi-

lemez. Bu anlamı vermek için âyetin metnini şu şekilde değiştirmek gerekir:

ومثل الذين كفروا كمثل الذي ل يسمع إل نعق الراعي دعائه وندائه ...Âyetin yapısını bozduğu için bunun kabul edilebi-

lecek bir tarafı yoktur.

b. Elmalılı Muhammed Hamdi YAZIR:

“O kâfirlerin meseli sade bir çağırma veya bağır-madan başkasını duymaz bir kulakla haykıranın hâline benzer, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, akıl da etmez-ler .”

Hiçbir varlık, kulak ile haykıramaz. Böyle bir şey mümkün olsa onu Müslüman da yapar. Öyleyse bu haykırış kâfirlikle nasıl özdeşleştirilebilir? Bu meâli verebilmek için âyetin yapısı ve mantığı, aşağıdaki gibi bozulmuştur.

ومثل الذين كفروا كمثل الذي ينعق بالذن الذي ل يسمع إل دعاء ونداء...Bunun da kabul edilebilir bir yanı yoktur.

c. Ömer Nasuhi BİLMEN:

“Ve kâfirlerin meseli, o hayvanların meseli gibidir ki, çağırmadan, bağırmadan başka bir şey işitmeksizin haykırır durur; sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık onlar düşünemezler .”

Bu meâlde (نعق)’ye hayvanın haykırıp durması anla-mı verilmiştir. Kelimenin böyle bir anlamı yoktur ama hakiki manayı verme imkânı bulamadığı için mecâze gittiğini kabul etsek bile âyette aşağıdaki değişikliği yapmadan mecâza da gidemez.

AKLINI KULLANMAYANIN HALİ

Page 150: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 150 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

ومثل الذين كفروا كمثل البهائم التي تنعق وهي ل تسمع إل دعاء ونداءBurada müzekker müennese, müfred cemi’e dönüş-

türülmüş ve mef’ulün bihe hal manası verilmiştir. Bu meal, diğerlerine göre doğruya daha yakın olsa da doğru değildir.

d. Suat YILDIRIM:

“İnkârcıları hakka çağıranın durumu, tıpkı bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyen hayvanlara haykıran kimsenin durumu gibidir. Sağır, dilsiz ve kördür onlar. Bundan ötürü akledip anlayamazlar .”

Bu meâlde daha büyük bir hata yapılmış;

”inkârcıların durumu =”ومثل الذين كفروا“

ibaresinin yerine, ومثاللذينيدعونالكفارإلىالحق

الحق“ إلى الكفار يدعون الذين İnkârcıları hakka = ”مثل çağıranın durumu” ibaresi konarak âyete ters bir anlam yüklenmiştir. Bu anlam doğru kabul edilse, âyetin so-nundaki hüküm cümlesinin yani “Sağır, dilsiz ve kördür onlar. Bundan ötürü akledip anlayamazlar” cümlesinin hakka çağıran kişilerin özelliği olması gerekir. Bunun daha büyük bir hata olduğu açıktır.

2. Tefsirlerden Örnekler

Yukarıdaki meâlleri yazanlar, kendi sahalarında yetkili kişilerdir. Meâllerini eski tefsirlerden aktarmış-lardır. Onları tenkit etmemizin sebebi eskilerin yolları-na, düşünmeden girmeleridir.

a. Taberî Tefsiri

Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr et-Taberî (öl. 310 h.), Bakara 171. âyete tefsir âlimleri tarafından farklı anlamlar yüklendiğini söylemiştir. Bunlar:

1- Kâfirler, Allah’ın Kitabı’ndan kendilerine okuna-nı tam anlamadıkları, Allah’ın tek ilâh olduğunu kabule yanaşmadıkları ve öğüt dinlemedikleri için hayvanlar

Page 151: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 151 -

gibidirler. Seslenildiğinde onlar da sesi duyarlar ama söyleneni akledemezler.

Bu; İbn Abbas, İkrime, Mücahid, Katade, Ata, er-Ra-bî’ ve Süddî’nin görüşüdür. Mücahid demiştir ki, burada seslenen çoban, dinlemeyen ise hayvanlardır.

Taberî’ye göre bunlar âyeti şöyle anlamışlardır:

ومثل وعظ الذين كفروا وواعظهم كمثل نعق الناعق بغنـمه ونعيقه بهاKâfirlere verilen öğütün ve o öğütü verenin durumu

tıpkı çobanın davarına seslenmesine ve davara karşı çıkardığı sese benzer.

Taberî sözlerine şöyle devam ediyor: “Âyette مثل kelimesinin “الذين كفروا”nun başına konup الوعظ ve الواعظ kelimelerinin konmamış olması, cümlenin akışının bunu göstermesinden dolayıdır.”

Bize göre, kâfirlere öğüt veren kişi, çobana benze-tilemez. Hayvanlarına seslenen çoban, vermek istediği emri verir ve istediği sonucu çoğunlukla alır. Benzetmeyi doğru saysak bile bu âyette böyle bir benzetme ola-maz. Çünkü o zaman, âyetin sonundaki “Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Onlar akıllarını kullanmazlar” cümlesinin öğüt veren kişilerin özelliği olması gerekir. Yukarıdaki tefsiri, ilgili yere yerleştirince âyetin metni şöyle olur:

ومثل وعظ الذين كفروا وواعظهم كمثل نعق الناعق بغنـمه ونعيقه بها صم بكم عمي فهم ل يعقلون.

Kâfirlere verilen öğütün ve o öğütü verenin durumu tıpkı çobanın davarına seslenmesine ve davara karşı çıkardığı sese benzer. Sağırdır, dilsizdir, kördür. Onlar akıllarını kullanmazlar.

Bunun kabul edilemeyeceği açıktır.

Taberî diyor ki: “Adı geçen âlimler âyeti şöyle anla-mış da olabilirler:

AKLINI KULLANMAYANIN HALİ

Page 152: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 152 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

به الـمنعوق قلة فهمهم عن اهلل وعن رسوله كمثل فـي الذين كفروا ومثل من البهائم الذي ل يفقه من المر والنهي غير الصوت

Kâfirler, Allah’tan ve Elçisi’nden geleni tam anlama-ma konusunda kendine seslenilen hayvanlar gibidirler. Onlar da verilen emri ve yasağı sadece ses olarak algılarlar.

Mesela bir hayvana “yemini ye” veya “suya git” dense bu onun için, sadece söyleyenin sesidir; başka an-lamı yoktur. Kâfir de emredildiği veya yasaklandığı şeyi pek düşünüp taşınmadan eksik anlar ve kötü algılar.”

Bu tefsiri kabul etmek de mümkün değildir. Böyle olsa, hiçbir kâfirin sorumlu tutulmaması gerekir. Çok sayıda âyet, kâfir olanların gerçeği anladıktan sonra kâfir olduklarını bildirmektedir. Aşağıdaki âyetler onlardandır:

İnsanlar tek bir topluluktu. Sonra Allah onlara, müjde veren ve uyarıda bulunan Nebîler gönderdi. Onlarla birlikte gerçeği içeren kitap da indirdi ki, ay-rılığa düştükleri konularda insanlar arasında hakemlik yapsın. Kitapta ayrılığa düşenler kendilerine Kitap ve-rilenlerden başkası olmadı . O açık belgeler geldikten sonra birbirlerinin haklarına göz diktikleri için böyle oldu. Sonra Allah inanmış olanları, anlaşamadıkları konuda, kendi izniyle doğruya ulaştırdı. Allah gayret göstereni doğru yola çıkarır. (Bakara 2/213)

“Allah Nuh’a ne buyurmuşsa onu, sizin için bu dinin şeriatı yapmıştır. Sana vahyettiğimiz, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya emrettiğimiz şudur: Bu dini ayakta tutun ve ayrı düşmeyin. Senin çağırdığın şey müşriklere ağır geldi. Allah bu dini tercih edeni kendi tarafına alır; ona yöneleni o da ona yönlendirir”.

Ayrı düşenler, kendilerine bu ilim geldikten sonra ve sadece birbirlerinin haklarına göz diktikleri için ayrı düştüler. Eğer belirli bir süre için Rabbin tarafından

Page 153: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 153 -

verilmiş bir söz olmasaydı, aralarında hüküm verilirdi. Arkalarından Kitaba varis kılınanlar da ondan dolayı endişe doğuran bir şüphe içindedirler.” (Şûra 42/13–14)

Bakara 171. âyete yukarıdaki anlamı verenler, bu ve benzeri âyetleri dikkate almamış ve Kur’ân’ın üslubuna ters düşmüş olurlar.

Taberî diyor ki:” Bazısı da âyete şu anlamı vermiştir:

Kâfirler, kendilerini duymayan ve düşünmeyen ilâhlarına ve putlarına isteklerini sundukları sırada, tıpkı bağırma ve çağırma dışında bir şey duymayan hayvanlara seslenen kişi gibi olurlar. Bu kişi, hayvanın verdiği cevaptan da bir şey anlamaz.

Bunlar âyeti şu şekilde düşünmüşlerdir:

إياها وهي ل تفقه ول تعقل كمثل ومثل الذين كفروا وآلهتهم فـي دعائهم الناعق بـما ل يسمعه الناعق إل دعاء ونداء.

“Duymayan ve düşünmeyen putlarına isteklerini sundukları sırada kâfirler ve ilahları, tıpkı bağırma ve çağırma dışında bir şey işittiremediği hayvanlara sesle-nen kişi gibi olurlar. Bu kişi sadece hayvanın ona yaptığı seslenmeyi duyar.”

Bu görüş İbn Zeyd’e aittir.

Taberi, birinci görüşü, yani İbn Abbas ve diğerleri-nin görüşünü tercih ettiğini söyledikten sonra şunları ekliyor:

“Bu âyet Yahudiler hakkında inmiştir. Onlar puta tapmaz ve heykellere saygı göstermezler. Onlardan bir fayda ummaz, bir zararlarını gidermelerini de beklemez-ler . Bu sebeple son görüş doğru değildir.

b. Keşşaf Tefsiri

Ebu’l- Kâsım Mahmud bin Ömer ez-Zemahşerî (467–538 h.) diyor ki: Âyetin başından kaldırılmış bir

AKLINI KULLANMAYANIN HALİ

Page 154: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 154 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

kelimeyi ekleme zorunluluğu vardır. Âyete şöyle anlam verilir:

ومثل داعي الذين كفروا كمثل الذي ينعقKâfirleri imana çağıran tıpkı hayvana seslenen kişi

gibidir.

Âyete şu anlam da verilebilir:

ومثل الذين كفروا كبهائم الذي ينعقKâfirler, seslenen çobanın hayvanları gibidir.

Âyetin anlamı şöyledir: Kâfirleri imana çağıran, hayvanlara seslenen çoban gibidir. Yapılan çağrıyı cid-diye almadıkları ve gerçeği görmek istemedikleri için sesin sadece musikisini ve uğultusunu duyarlar. Hayvan da kendine seslenen ve engellemeye çalışan çobanın se-sini sadece çağırma ve bağırma olarak algılar. Hayvanlar akıllılar gibi bir şey anlayıp kavrayamazlar.

Bunlar, yukarıda, Taberî’nin dile getirdiği görüşler-den olduğu için üzerinde tekrar durmaya gerek yoktur. Okuduğumuz tefsirler bu çerçeveyi aşamamışlardır.

Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz: Meâller ve tef-sirlerde yer alan yanlışların sebebi, âyetler arası ilişkile-re dikkat edilmemesidir. Eğer dikkat edilseydi şu âyette yer alan benzetmeden hareketle doğru anlama ulaşılırdı:

“Cinlerden ve insanlardan birçoğunu gerçekten Cehennem için beslemiş olduk. Onların da kalpleri vardır, onunla kavramazlar. Onların da gözleri vardır, onlarla görmezler. Onların da kulakları vardır, onlarla dinlemezler. Onlar; en’âm (koyun, keçi, sığır ve deve) gibidirler; hayır, daha da düşüktürler. Gafiller işte on-lardır. ” (A’raf 7/179)

Koyun, keçi, sığır ve deve diye tercüme ettiğimiz kelime en’âm (األنعام)’dır. Türkçede bunun tek bir kar-şılığı yoktur. Birçok meâl, “dört ayaklı” diye tercüme

Page 155: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 155 -

etmiştir. At, eşek, kedi, köpek ve vahşi hayvanlar da dört ayaklı olduğundan bu tercüme doğru olmaz.

Bu âyetle Bakara 171 arasında üç temel benzerlik vardır:

1- Her iki âyet de kâfirlerle ilgilidir.

2- Her iki âyette de onların sağır, dilsiz ve kör ol-duklarından bahsedilmektedir.

3- A’râf 179’a göre kâfir en’âmdan düşük sevi-yededir. Bakara 171, kâfirlerin neye denk olduğunu belirttiğine göre en’âmdan düşük seviyedeki hayvanı göstermelidir. Na’g (= نعق) karganın ötmesi anlamına geldiğinden o hayvan kargadır.

Gerçekten de karga en’âm’dan düşüktür. Çünkü leşle beslenir. Küçük kuşları, yumurtaları ve civcivleri yer. Yiyecek aramak için çöplükleri karıştırır. Tahıl bit-kilerine, meyve ağaçlarına, sebzelere ve bağlara büyük zarar verir. Bununla birlikte gelişmiş psişik yetenekleri vardır, kolayca evcilleştirilebilir.

Şu âyet, bazı kâfirlerde, kargaya benzer özellikler olduğunu bildirmektedir:

“… İş başına geçti mi, ortalığı karıştırmak, kay-nakları tahrip etmek ve nesilleri bozmak için gayret gösterir.” (Bakara 2/205)

Şu âyete göre kâfirler şerli insanlardır:

“Görmezlik edip kâfir olanlar, ister ehl-i kitaptan ister müşriklerden olsunlar, sürekli kalmak üzere Cehennem ateşine gireceklerdir. İşte onlar yaratılmış-ların şerlileridir.” (Beyyine 98/6)

Aşağıdaki örneklerde olduğu gibi karga ile ilgili ata-sözleri ve deyimler hep kötü ve zararlı insanları anlatır.

Kılavuzu karga olanın burnu pislikten kurtulmaz.

AKLINI KULLANMAYANIN HALİ

Page 156: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 156 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Karga mandayı rahata kavuşsun diye değil, karnını doyursun diye bitler.

Alacağına şahin, vereceğine karga.

Karga gibi leşe konma.

Karga gibi sesi olmak.

Kargalar derneği.

Kâfir – karga ilişkisi, Habil – Kabil olayında da vardır. Yoldan çıkarak kardeşi Habil’i öldüren Kabil kendini, karga kadar olamamakla suçlamıştır. Bu olayı anlatan âyetler şöyledir:

“Onlara, Âdem’in iki oğlunun olayını anlat: Bir gün birer kurban sundular; birininki kabul edildi, di-ğerininki edilmedi. Kabul edilmeyen, “Ne olursa olsun, seni öldüreceğim” dedi. Öteki: “Allah, sadece sakınan-larınkini kabul eder” dedi.

“İnan ki, beni öldürmek için elini kaldırsan, ben seni öldürmek için el kaldırmam. Ben Allah’tan, var-lıkların sahibinden korkarım”.

İsterim ki, hem benim günahımı, hem de kendi gü-nahını yüklenip o Cehennem ateşinin arkadaşlarından olasın. Zalimlerin cezası budur”.

Sonra ötekisi nefsine uydu ve kardeşini öldürdü… Kaybedenlere karıştı gitti.

Derken Allah, yeri eşeleyen bir karga gönderdi. Bu ona, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini göstermesi içindi. “Yazık bana!” dedi. “Şu karga kadar da mı olamadım ki, kardeşimin cesedini gömeyim?” Nihâyet ettiğine pişman oldu.” (Maide 5/27-31)

Bütün bu sebeplerden dolayı Bakara 171. âyete şu anlamı vermek gerekir:

“Kâfirlik edip gerçekleri görmezlikten gelenler, dinlemediği sese karşı öten karga gibidirler; onun

Page 157: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 157 -

dinlediği sadece bağırtı ve çağırtıdır. Sağırdırlar, dilsiz-dirler, kördürler. Onlar akıllarını kullanmazlar.”

Bu mealde âyetin metnine hiçbir müdahale yapılmamıştır.

EKKelimesi (ذرأ)

,nin iki anlamı vardır; biri beyaza çalan renk’(ذرأ)diğeri tohum serpmektir; ذرأناالرض، أي بذرناها .

Saçları ağarmış erkeğe رجل امرأة kadına da أذرأ ذرآء denir. “ذرأ و شعره رأة .saçları ağardı” demektir“ وذرئ ،الذbeyaz, ملح ذرآني و ذرآني Beyaz tuz anlamına gelir .

Şu âyet delil gösterilerek ذرأ’ye خلق anlamı da veril-miştir. خلق Türkçe’ye “yarattı” diye tercüme edilmek-tedir .

ن أنفسكم أزواجا ومن النعام أزواجا ماوات والرض جعل لكم م فاطر السميع البصير. يذرؤكم فيه ليس كمثله شيء وهو الس

O gökleri ve yeri yaratandır. Size kendi nefisleri-nizden eşler yaptığı gibi en’amı da eşleştirmiştir. O, sizi yeryüzünde yaratır. Onun benzeri hiçbir (يذرؤكم فيه)şey yoktur. O, işitir ve bilir. (Şura 42/11)

Âyetteki (فيه iberesine “yaratma” anlamı (يذرؤكم uygun düşmez. İnsana ve en’ama kendi cinslerinden eşler verildiğini söyledikten sonra onları yaratmaktan bahsetmek olmaz.

Kelimeye; ya saçların ağarması anlamındaki ذرأ’yi müteaddi yaparak “saçlarını ağartma yani yaşlandırma” ya da onun lâzımî anlamı olan “besleme ve yetiştirme” anlamını vermelidir. O zaman âyetin meâli şöyle olur:

AKLINI KULLANMAYANIN HALİ

Page 158: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 158 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

“O gökleri ve yeri var edendir. Size kendi nefisle-rinizden eşler yaptığı gibi en’am’ı da eşleştirmiştir. O, yeryüzünde sizi yetiştirmektedir. Onun benzeri hiçbir şey yoktur. O, işitir ve bilir.” (Şuara 42/11)

Müfredatta ذرأ’ye; “ماأبداه تعالى إظهاراهلل Allah’ın bitir-diği şeyi ortaya çıkarması” anlamı verilmiştir. الخلق اهلل أوجد“ nin anlamı‘ ذرأ .şahıslarını var etti”dir ”أشخاصهم Şahıs, kişinin veya eşyanın uzaktan görüntüsüdür. Sadece yetişmiş ve olgunlaşmış olan şey uzaktan kendi şeklinde görülebilir. Bu sebeple kelimeye Müfredat’ın verdiği anlam ile bizim verdiğimiz anlam örtüşmektedir.

Bu anlamın doğruluğuna âyetlerden örnekler verelim:

بزعمهم وهـذا ا ذرأ من الحرث والنعام نصيبا فقالوا هـذا هلل مم وجعلوا هلللشركآئنا ...

Allah’ın yetiştirdiği ekinden ve en’amdan ona pay ayırır ve kendilerince “Bu Allah’ın, bu da ona ortak saydıklarımızındır” derlerdi. (En’âm 6/136)

Bu âyette ذرأ kelimesi, ekinin ve en’amın yetişmiş, olgunlaşmış ve paylaşılacak duruma gelmiş halini gös-termek için kullanılmıştır. Bu da verdiğimiz anlamın doğruluğuna delildir.

ا تشكرون . وهو الذي مع والبصار والفئدة قليال م وهو الذي أنشأ لكم السذرأكم في الرض وإليه تحشرون

Sizin için dinleme ve görme organları ve gönüller var eden odur. Ne az şükrediyorsunuz! Sizi yeryüzünde yetiştiren de odur. Onun huzurunda toplanacaksınız. (Müminun 23/78-79)

Birinci âyet, yaratılmış insanın biçimini ve en önem-li organlarını anlatıyor. İkinci âyetteki (ذرأ), yaratma diye tercüme edilirse gereksiz tekrar olur. Hâlbuki yaratılma

Page 159: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 159 -

AKLINI KULLANMAYANIN HALİ

ile haşir arasında insanın yetişip olgunlaştığı dünyadaki hayatı vardır. İşte (ذرأ) onu ifade için kullanılmıştır.

Zürriyet de (ذرأ) kökündendir. Kişinin zürriyeti, kendinden sonra yaşayacak neslidir. Yetişip olgunlaş-mayanlar o hayatı yaşayamazlar. Şu âyet buna işaret eder.

ن بعدهم ية م ا ذر إنما أشرك آباؤنا من قبل وكنŞirke düşen sadece babalarımızdır, biz onlardan

sonra gelen zürriyetiz. (A’râf 7/173)

Sonuç olarak (ذرأ) kökünden Kur’ân’da geçen keli-meler besleme ve yetiştirme anlamındadır.

Doğrusunu Allah bilir.

Page 160: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar
Page 161: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 161 -

15.Konu

İÇİNDE OLANDAN SORUMLU OLMA

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

تخفوه أو أنفسكم في ما تبدوا وإن الرض في وما ماوات الس في ما هلل ب من يشاء واهلل على كل شيء قدير. يحاسبكم به اهلل فيغفر لمن يشاء ويعذ

“Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. İçinizde olanı açığa vursanız da, gizleseniz de Allah sizi ondan hesaba çekecektir. Sonra o, affı tercih edip gere-ğini yapanı affeder, azabı tercih edip gereğini yapana da azap eder. Allah her şeye bir ölçü koyar.” (Bakara 2/284)

Nebîmiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dedi:

“Bakın, vücutta bir et parçası vardır. O iyi olursa vücudun tamamı iyi olur, o bozulursa vücudun tamamı bozulur. İşte o kalptir.”114

İçinde olan ile içinden geçen aynı değildir. İçinde olan; iman, küfür, sevgi, nefret, kin, iyi niyet gibi hayata yön veren şeylerdir. İçinden geçen ise genellikle şeytan vesvesesidir. Bazen içinize öyle şeyler gelir ki “acaba

114. Müslim, Müsakât, 107.

Page 162: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 162 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

kâfir mi oldum?” dersiniz. Bu, doğru yolda olduğunuzu gösterir. Çünkü şeytan, Kıyâmete kadar süre alınca şöyle demişti:

بين من هم لتين ثم المستقيم. صراطك لهم لقعدن أغويتني فبما قال أيديهم ومن خلفهم وعن أيمانهم وعن شمائلهم ول تجد أكثرهم شاكرين .

“Şeytan dedi ki “Madem beni azdırdın, ben de senin doğru yolunun üstüne onlar için oturacağıma yemin ederim.”

Sonra önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Göreceksin, onların çoğu sana teşekkür etmeyecektir.” (A’râf 7/16-17)

Şeytana izin verildiği için vesvesesine engel olu-namaz. Bundan Nebîler de kurtulamazlar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

في يطان الش ألقى تمنى إذا إل نبي ول رسول من قبلك من أرسلنا وما عليم حكيم. آياته واهلل يطان ثم يحكم اهلل ما يلقي الش ته فينسخ اهلل أمني

“Senden önce gönderdiğimiz bir tek nebi ve elçi yoktur ki, bir şeyi kursun da şeytan onun kurgusuna vesvese karıştırmış olmasın. Allah şeytanın karıştırdı-ğını giderir, sonra âyetlerini pekiştirir. Allah bilendir, hakîmdir.” (Hac 22/52)

Şeytan vesvesesinden kurtulmaya güç yetmeye-ceği için onun sorumluluğu olmaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

نفسا إل وسعها ل يكلف اهلل“Allah, kimseye gücünün yettiğinden fazlasını

yüklemez.” (Bakara 2/286)

Page 163: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 163 -

16.Konu

CUMARTESİ YASAĞI

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

قردة خاسئين. فقلنا لهم كونوا بت ولقد علمتم الذين اعتدوا منكم في السقين. فجعلناها نكال لما بين يديها وما خلفها وموعظة للمت

“İçinizden Cumartesi yasağını çiğneyenleri elbette bilirsiniz. Bu sebeple onlara “aşağılık maymunlar olun!” demiştik. Bunu yaptık ki, hem orada olanlar ve olmayanlar için caydırıcı bir ceza, hem de sakınanlar için bir öğüt olsun.” (Bakara 2/65–66)

Yahûdilerde Cumartesi günü av yasağı vardı. Davûd (a.s.) zamanında sahil kenti olan Eyle’de115 Yahûdiler yaşardı. Yılın bir ayında her taraftan oraya balıklar akın eder, neredeyse su görünmez olurdu. O ayın dışında ise sadece Cumartesi günleri balık gelirdi. Derken deniz kenarında havuzlar kazıp arklar açtılar. Cumartesi ha-vuzlar balıkla dolar, pazar günü onları avlayarak yasağı

115. Kutsal Kitap’ın Türkçe baskısına (Kitab-ı Mukaddes Şirketi, İst. 2001) eklenen haritaya göre bu yerin adı Eylat’tır.

Page 164: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 164 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

çiğnememiş olduklarını sanırlar, cezalandırılacakların-dan korkarlar ama yine de balıklardan yararlanırlardı.

Zamanla evlatlar babaların yolundan gitti, zengin oldular. Bunu hoş karşılamayanlar vazgeçirmeye çalış-tılarsa da vazgeçmediler. “Çoktandır bunu yapıyoruz, Allah’tan bir ceza gelmedi.” dediler. “Aldanmayın, belki bir azap gelir, yok olursunuz.” dendi. Bir sabah alçak maymunlar haline geldiler. Üç gün böyle yaşadılar, sonra yok olup gittiler.116

Bir bölük mücadeleyi sürdürdü. “Aralarından bir (başka) bölük şöyle diyordu: “Allah’ın yok edeceği veya şiddetli azaba uğratacağı bir topluma niçin öğüt veri-yorsunuz?” Öğüt verenlerin buna cevabı şöyle olmuştu: “Bu, Rabbinize, hiç değilse bir özür beyan edebilmemiz içindir, belki Allah’a karşı gelmekten sakınırlar.” Âyetler şöyle devam ediyor:

الذين ظلموا وأخذنا وء الس ينهون عن الذين أنجينا به روا ذك ما ا نسوا فلمقلنا لهم كونوا ا عتوا عن ما نهوا عنه فلم بما كانوا يفسقون. بعذاب بئيس

قردة خاسئين.“Ne zaman ki, kendilerine verilen öğüdü dikkate

almadılar, kötülüğe karşı mücadele verenleri kurtardık. O yanlışı yapanları da, yoldan çıkmalarına karşılık kötü bir azaba çarptırdık. Yapılan engellemelere baş kaldırıp direnince onlara, “aşağılık maymunlar olun, dedik.” (A’raf 7/165-166)

116. Fahrüddin er-Râzî, Tefsir-i kebîr, Bakara 64-65’in tefsiri.

Page 165: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 165 -

17.Konu

BAKARA (Kurbanlık Boğa) OLAYI

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

يأمركم أن تذبحوا بقرة قالوا أتتخذنا هزوا قال وإذ قال موسى لقومه إن اهللن لنا ما هي قال إنه أن أكون من الجاهلين. قالوا ادع لنا ربك يبي أعوذ باهللقالوا تؤمرون. ما فافعلوا ذلك بين عوان بكر ول فارض ل بقرة إنها يقول ن لنا ما لونها قال إنه يقول إنها بقرة صفراء فاقع لونها تسر ادع لنا ربك يبين لنا ما هي إن البقر تشابه علينا وإنا إن شاء اظرين قالوا ادع لنا ربك يبي الن لمهتدون. قال إنه يقول إنها بقرة ل ذلول تثير الرض ول تسقي الحرث اهلل

مسلمة ل شية فيها قالوا الن جئت بالحق فذبحوها وما كادوا يفعلون.“Bir gün Musa halkına demişti ki: “Allah size bir

sığır kesmenizi emrediyor”. “Sen bizimle eğleniyor musun?” dediler. O da; “Kendini bilmez biri olmaktan, Allah’a sığınırım” dedi.

Dediler ki: “Bizim için Rabbine sor, o nasıl bir şeydir, bize açıklasın”. Dedi ki: “O bir sığırdır, diyor; ne yaşlı, ne körpe; ikisinin ortası bir şey. Haydi, verilen emri yerine getirin!”

Page 166: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 166 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

“Bizim için Rabbine sor, o ne renktir, bize açıkla-

sın” dediler. Dedi ki: “O, sarı bir sığırdır, diyor; sapsarı

renkte. Görenlere zevk verir”.

“Bizim için Rabbine bir daha sor, o nasıl bir şeydir,

bize iyice açıklasın! Bize göre o özellikler birçok sığır-

da var. Allah açıklarsa117 biz onu mutlaka buluruz”

dediler.

Dedi ki: ”O bir boğadır” diyor. “Ne koşulup top-

rağı sürmüş, ne de ekin sulamıştır. Sapasağlam! Hiç

alacası da yok”. “Tamam! Şimdi doğru bilgiyi getirdin,

dediler”. Nihâyet onu kestiler. Neredeyse yapmayacak-

lardı.” (Bakara 2/67-71)

.bakar’ın tekilidir, sığır demektir=بقر ,(bakara) بقرة

Erkeğine (ثور=sevr) denir.118 Âyetteki (تثيرالرض=tusîru’l-

arda) ifadesi bu sığırın erkek olduğunu gösterir. Çünkü

ولتسقي الحرث) .aynı köktendir (tusîru=تثير) ile (sevr=ثور)

=velâ tesqi’l-hars) ikinci kanıttır. Yani öyle bir sığır ki;

“Ne koşulup toprağı sürmüş, ne de ekin sulamıştır.”

Bunları yapacak kabiliyette ama yapmamıştır. Bu bir

boğadan başkası olamaz. Fiillerin müennes olması بقرة nın müennes-i lafzî olmasından dolayıdır.

Memfis’te Apis adı verilen boğaya tapılırdı.

Memfis, Kahire’nin 35 km. güneyinde, Nil üzerinde yer

alan eski Mısır kentidir. Bu inanç daha sonra Mısır’ın

diğer bölgelerine yayılmıştı. Apis bir tane olur ve ölen

Apis’in başka bir boğanın bedeninde yeniden dünyaya

geldiğine inanılırdı. Yeni boğayı rahipler otlaklarda arar,

belirgin özellikleriyle diğerlerinden ayırır, bulurlardı.119

Tevrat’ta konu ile ilgili şu ifadeler vardır:

117. Allah fırsatını verirse biz onu mutlaka buluruz.118. Müfredât, بقر mad.119. Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, c. II, s. 712.

Page 167: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 167 -

BAKARA (Kurbanlık Boğa) OLAYI

Mısır’da bildirin, Migdol’da duyurun, Nof’ta,120 Tahpanhes’te duyurun: Yerini al, hazırlan, çünkü çev-rendekileri yiyip bitiriyor kılıç!

“İlahın Apis neden kaçtı? Boğan neden ayakta ka-lamadı? Çünkü Rab onu yere serdi.” (Yeremya 46/14)

Bakara’nın âyetleri Apis özelliğinde bir boğanın kesilmesini emretmektedir. Böylece o batıl inanç orta-dan kalkacaktı. Çünkü Musa aleyhisselam, 40 günlü-ğüne Tur’a gidince İsrail oğulları, Harun aleyhisselama rağmen buzağı heykeli yapıp tapmışlardı. “...buzağı tutkusu onların içlerine işlemişti...” (Bakara 2/93) Böyle olmasa, o sığırı kesmemek için bahane aramazlardı.

Hindular, ineğe saygı gösterirler. Bir inek camiye girse çıkarılması sıkıntı doğurur. Hindistan’da 250 mil-yon kadar inek olduğu belirtiliyor. Hint yönetiminin, ineği asıl konumuna getirmek için uğraştığı ama başarılı olamadığı bildiriliyor.121

Müslümanların her yıl kutladığı kurban bayramı bu bakımdan önemlidir. İnsanların bir kesimi tarafından kutsanan hayvanları kurban kesen Müslümanlar bu tür inançlardan sürekli uzak kalmaktadır. Kurbanla ilgili şu âyet pek anlamlıdır:

لحومها ول دماؤها ولكن يناله التقوى منكم. لن ينال اهلل“O kurbanların ne etleri, ne de kanları Allah’a

erişecektir. Ona erişecek olan, sizin (şirkten) korunma-nızdır.” (Hac 22/37)

Kurban etleriyle ilgili olarak şöyle buyrulur:

“(Kesilen kurbanlar) yan üstü düşüp ölünce on-lardan yiyin, isteyene de istemeyene de yedirin.” (Hac 22/36)

120. Nof, Memfis’in diğer adıdır. Bu husus, Tevrat’ın dipnotlarında ve ekindeki haritada yer al-maktadır. (Kutsal Kitap, Yeni Çeviri, İstanbul, 2001)

121. Günay Tümer, Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ankara 2002, s. 145.

Page 168: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar
Page 169: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 169 -

18.Konu

UYKU VE ÖLÜM İLİŞKİSİ

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

الموتى ويريكم آياته لعلكم تعقلون. فقلنا اضربوه ببعضها كذلك يحيي اهلل“Sığırın bir parçası ile o ölüye vurun” demiştik.

Allah ölülere işte böyle can verecektir. Size âyetlerini gösteriyor; belki aklınızı kullanırsınız.” (Bakara 2/73)

“… İşte Allah ölüleri böyle diriltir.” hükmü önem-lidir. Ahirette ölüler, bir sığır parçasının vurulması ile diriltilmeyeceklerdir. Onunla olsa olsa, uyuyan bir kişi uyandırılabilir. Öyleyse ölülerin diriltilmesi, uyuyanın uyanması gibi olabilir. Çünkü âyetlere göre ölüm bir uyku, kabir, uyuma yeri, öldükten sonra dirilme de uykudan kalkma gibidir. Bir âyet şöyledir:

ليقضى فيه يبعثكم ثم هار بالن ما جرحتم ويعلم بالليل يتوفاكم الذي وهو ى. أجل مسم

“Geceleyin sizi vefat ettiren ve gündüzün ne yap-tığınızı bilen odur. Sonra belirli süre doluncaya kadar gündüzün sizi kaldırır.” (En’am 6/60)

Page 170: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 170 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Kıyâmetin anlamı kalkıştır. Öldükten sonra dirilme yataktan kalkış, sura üfleme de kalk borusunun çalması gibidir.

Yukarıdaki âyet, yeni öldürülmüş ve vücudu henüz bozulmamış kişinin diriltilmesinden bahsediyor. Allah Teâlâ kudretiyle onun tahrip olmuş organını düzeltmiş ve ruhu vücuda göndermiştir. İşte ölülerin yeniden dirilmesi böyle olacaktır. Önce kişinin vücudu canlı hale getirilecek, sonra ruhu, uykudan uyanır gibi bedene döndürülecektir.

İnsan, sulanmış topraktan (tîn) yaratılmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

من نسله ثم جعل من طين. نسان ال خلق وبدأ كل شيء خلقه أحسن ألذي ساللة من ماء مهين.

“Yarattığı her şeyi güzel yaratan odur. İnsanı yaratmaya tînden başlamıştır. Sonra onun soyunu süzülmüş bir özden, dayanıksız bir sudan yaratmıştır.” (Secde 32/7-8)

Tîn, su ile toprağın karışmış halidir.122 Su toprağa karışmazsa hayat olmaz. Bütün yiyecekler bu şekilde oluşur. Dolayısıyla sadece Âdem değil, her insan top-raktan yaratılmıştır. Gıdalardan süzülen bir öz, insan tohumunu oluşturur. Tohum ana rahminde, topraktan gelen gıdalarla gelişir. Vücut ölünceye kadar toprak ve su ile beslenir. Ondan ayrılan her şey, tekrar toprak olur. Yeniden yaratılma da topraktan olacak ve insan bitkile-rin çıkması gibi yeryüzüne çıkacaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

منها خلقناكم وفيها نعيدكم ومنها نخرجكم تارة أخرى.“Sizi topraktan yarattık, ona iade edeceğiz ve sizi

bir kere daha ondan çıkaracağız.” (Taha 20/55)

122. Ragıp el-İstafahani, Müfredât طين mad.

Page 171: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 171 -

UYKU VE ÖLÜM İLİŞKİSİ

18.1. İnsan Ruhu

Vücut, ana rahminde belli bir kıvama geldikten sonra Allah ona ruh üfler. Yukarıdaki âyetlerin devamı şöyledir:

مع والبصار والفئدة قليال ما اه ونفخ فيه من روحه وجعل لكم الس ثم سوتشكرون.

“Sonra onu dengeli bir şekle sokmuş ve içine ru-hundan üflemiştir. Sizin için kulaklar, gözler ve gönül-ler var etmiştir. Ne kadar az şükrediyorsunuz!” (Secde 32/9)

18.2. Ölüm ve Uyku

Ruh, vücudu ev gibi kullanır. Uykuya dalınca çıkar gider. Uyanma sırasında tekrar gelir. Ölen vücut, yıkılan ev gibidir. Yeniden yaratılıncaya kadar ruh oraya dönmez. Şu âyet bunu anlatmaktadır:

يتوفى النفس حين موتها والتي لم تمت في منامها فيمسك التي قضى اهللى. عليها الموت ويرسل الخرى إلى أجل مسم

“Allah ölüm esnasında ruhları alır, ölmeyenle-rinkini de uykuda alır. Ölümüne hükmettiğini tutar, ötekini belli bir vakte kadar salıverir.” (Zümer 39/42)

Âyete, daha açık olarak şu meâl verilebilir:

“Allah ölümü esnasında nefisleri vefat ettirir, ölmeyen nefsin vefatı uykudadır. Ölümüne hükmettiği nefsi tutar, ötekini belli bir vakte kadar salıverir.”

Âyette hem mevt, hem vefat kelimeleri geçer. “Nefisler” hem (يتوفي=yeteveffa) fiilinin mef’ûlü hem mevtin (موت) ve (منام=menam)ın yani uykunun fâilidir. Buna göre bir kişide iki nefis vardır. Biri vefat ettirilen nefis, diğeri de uyuyan ve ölen nefistir. Âyetler arası iliş-kiler iyi kurulursa görülür ki, uyuyan veya ölen beden, vefat ettirilen ise ruhtur.

Page 172: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 172 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Vefat’ın kökü vefâ (وفى)’dır. Vefâ Arapçada bir şeyin tamamına ulaşma anlamındadır. Vefat ettirmek yani teveffi=(توفي); işini tamamlatmaktır. Ölüm veya uyku sırasında ruhun yapacağı bir iş kalmadığı için Allah onu bedenden çekip alır.

Mevt (موت), canlılığın kaybolması yani ölüm demektir.

Uyuyan ve ölen bedendir. Ruh ne ölür, ne de uyur. İnsan, ruh ile bedenin birleşimidir. Bunların her ikisine de nefs denir. Kur’ân bize, ölmüş bedenden ayrılan bir ruhun yapacağı şu konuşmayı bildirir:

فيما صالحا أعمل لعلي ارجعون. رب قال الموت أحدهم جاء إذا حتى تركت كال إنها كلمة هو قائلها ومن ورائهم برزخ إلى يوم يبعثون.

“Onlardan birine ölüm gelince der ki: “Rabbim! Beni geri çeviriniz. Belki terkettiğim dünyada iyi bir iş yaparım. Hayır; bu onun söylediği sözdür. Arkalarında yeniden dirilecekleri güne kadar berzah (engel) vardır.” (Müminun 23/99-100)

Ruh ile vücudun ilk birleşmesi ana rahminde olur.

خلقكم من تراب ثم من نطفة ثم جعلكم أزواجا. واهلل“Allah sizi topraktan, sonra döllenmiş yumurta-

dan yarattı. Sonra eşler haline123 getirdi.” (Fâtır 35/11)

Ahirette beden tekrar yaratılınca eşleşme de tek-rarlanacaktır. Bu, (زوجت فوس الن Nefisler eşleştiği“ (وإذا an…” (Tekvir 81/7) diye bildirilen andır.

Uyku, dinlenmek için zorunludur. Ölüm de bo-zulmayan, ihtiyarlamayan ve hasta olmayan, ölümsüz yani Ahiret hayatına uygun bir vücuda sahip olmak için zorunludur. Kişiye göre ölüp yeniden dirilme, gözleri kapayıp tekrar açmak gibidir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

123 Demek ki, erkeklik veya dişilik, döllenmeden sonra oluşmaktadır.

Page 173: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 173 -

UYKU VE ÖLÜM İLİŞKİSİ

اعة إل كلمح البصر أو هو أقرب ماوات والرض وما أمر الس غيب الس وهلل على كل شيء قدير. إن اهلل

“O saatin oluşu ancak kısa bir bakış gibidir veya

daha yakındır. Çünkü Allah her şey bir ölçü koyar.”

(Nahl 16/77)

البصر -bakış demektir.124 Bakışta göz açılıp ka لمح

panır sonra tekrar açılır. İşte Allah, Dünya ile Ahiretin

arasını buna benzetmiştir. Ölen insan hayata gözünü

yumar ve dirilince yeniden açar.

Yeniden dirilme bu dünyada olur, ruh o zaman be-

denle eşleşir ve insan gözünü açar ve kendini uykudan

uyanmış gibi hisseder. Kâfir olan, kabir azabını kötü bir

rüya sandığı için şöyle der:

يوم يدعوكم فتستجيبون بحمده“Allah’ım ne iyi yaptın (da bizi kaldırdın)!” (İsra

17/52)

Mahşerdeki sıkıntıları görünce de şöyle derler:

رقدنا قالوا يا ويلنا من بعثنا من م“Yazık oldu bize! Bizi uyuduğumuz yerden kim

kaldırdı? derler.” (Yasin 36/52)

Kişinin algılaması açısından uyku ne ise ölüm de

odur. Yukarıdaki âyetler bunu anlatmaktadır.

el-Halil b. Ahmed (100-175 h.) el-Ayn, (thk: Mehdî لمحالبرقولمع،ولمحالبصر،ولمحهببصرهواللمحة: النظرة .124el-Mahzûmî, İbrahim es-Sâmrâî), İran 1409/1988.

Page 174: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar
Page 175: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 175 -

19.Konu

KİTABI TAHRİF

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

فونه ثم يحر أفتطمعون أن يؤمنوا لكم وقد كان فريق منهم يسمعون كالم اهللمن بعد ما عقلوه وهم يعلمون.

“Bunların size inanmalarını mı bekliyorsunuz? Halbuki, içlerinden bir takımı, Allah’ın sözünü dinler-ler. Ona akılları yatar, yine de başka tarafa çekerler. Bunu bile bile yaparlar.” (Bakara 2/75)

Tahrîf, harf kökündendir. Harf sözlükte uç, kıyı, sivri ve keskin taraf anlamlarına gelir.125 Sözü Tahrîf ise iki tarafa yüklenebilecek anlamlar taşıyan bir sözü yalnız bir tarafa çekmektir.126

Kur’ân’ın yasakladığı Tahrîf dine saldırma mak-sadıyla, kelimeyi yerleşik anlamından çıkarıp diğer anlamına kaydırmaktır. Bu konu şu âyette, örneklerle açıklanmıştır.

125. Mütercim Asım, Kamus حرف mad.126. Ragıp el-İsfahani, Müfredât, حرف mad.

Page 176: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 176 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

وعصينا سمعنا ويقولون واضعه م عن الكلم فون يحر هادوا الذين من قالوا أنهم ولو ين الد في وطعنا بألسنتهم ا لي وراعنا مسمع غير واسمع اهلل لعنهم ولكن وأقوم لهم خيرا لكان وانظرنا واسمع وأطعنا سمعنا

بكفرهم فال يؤمنون إل قليال“Kimi Yahûdiler kelimeleri yerlerinden Tahrîf

ederler (yerleşik anlamlarından kaydırırlar) سمعناوعصينا” = semi’na ve asayna” “واسمع غير isma’ gayre = مسمع musmain” bir de “ـنا -râinâ” derler. Bunu dilleri= ”راعni bükerek ve dine saldırarak yaparlar. Eğer bunlar, isma’” bir“واسمع”semi’nâ ve ata’nâ“ =”سمعناوأطعنا“de “انظرنا=unzurnâ” deselerdi elbette daha iyi ve daha doğru olurdu. Ama kâfirlik etmelerinden dolayı Allah onları lanetledi. Artık pek az inanırlar.” (Nisa 4/46)

Âyette geçen üç cümleden her birinin, birbirine zıt iki anlamı vardır.

semi’nâ ve asaynâ” cümlesinin bir=سمعناوعصينا“ .1anlamı “dinledik ve sıkı tuttuk” diğeri ise “dinledik ve isyan ettik” şeklindedir. Çünkü (asâ=عصى); hem isyan, hem de değneği tutar gibi sıkı tutma anlamına gelir.127 Ulaşabildiğimiz tefsir ve meallerde bu inceliğin tespit edilemediği görülmektedir.

Eğer “سمعناوأطعنا=semi’nâ ve ata’nâ” “Dinledik ve boyun eğdik” deselerdi onu Tahrîf, yani başka anlama çekme imkânı olmayacağından daha iyi ve daha doğru olurdu.

واسمع“ .2 غير -isma’ gayre musmain” cüm= مسمع lesinin bir anlamı, “lütfen dinle, sana söz söylemek haddimize değil ama..” diğeri ise “dinle, söz dinlemez adam”128 şeklindedir. Eğer sadece “dinle” anlamına gelen, “اسمع=isma’” denseydi başka anlama çekilemezdi.

127. es-Sıhah, Tacu’l- arus, Lisanu’l-arab. 128. Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, c. II, s. 1363, (Nisa 46. âyetin tefsiri).

Page 177: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 177 -

KİTABI TAHRİF

ـنا“ .3 râinâ” cümlesinin anlamlarından biri “bizi=راعgüt” diğeri “bizi gözet” şeklindedir. “Bizi güt” sözünde bir iğneleme vardır. Yani “Sen bizi hayvan güder gibi gütmek istiyorsun, öyleyse güt” demiş olurlar. Dillerini biraz eğer, ayn harfini uzatarak raînâ derlerse “bizim çoban” demiş olurlar. Ama eğer “انظرنا=unzurnâ” dese-lerdi “bizi gözet” dışında başka anlama çekilemezdi.

Tahrîfin başka şekilde olması Kur’ân için mümkün değildir. Çünkü bu Kitap, milyonlarca insanın hafıza-sındadır ve sayısız baskısı bulunmaktadır.

Âyette yer alan, “...Bunu dillerini bükerek ve dine saldırarak yaparlar” cümlesi Tahrîf için kötü niyeti şart koşmaktadır. Yoksa birden fazla anlam içeren bir sözle ilgili yanlış bir tercih veya dili dönmeyen yahut unutan kişinin âyeti yanlış okuması, Tahrîf kapsamına girmez.

Page 178: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar
Page 179: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 179 -

20.Konu

YAHÛDİLER İSYAN SÖZÜ MÜ VERDİLER?

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

واسمعوا ة بقو آتيناكم ما خذوا الطور فوقكم ورفعنا ميثاقكم أخذنا وإذ قالوا سمعنا وعصينا وأشربوا في قلوبهم العجل بكفرهم قل بئسما يأمركم

ؤمنين. به إيمانكم إن كنتم م “Bir gün sizden kesin söz almıştık. Tur’u da te-

penize kaldırmıştık. “Size verdiğimiz şeye sıkı sarılın; dinleyin!” demiştik. “Dinledik ve sıkı sarıldık” demiş-tiniz.129 Oysa kâfirlik etmeniz sebebiyle o buzağı tutku-su içinize işlemişti. De ki: “İmanınız size ne kötü emir veriyor!.. Eğer inanmış kimselerseniz.” (Bakara 2/93)

Âyette geçen “سمعناوعصينا =semi’nâ ve asaynâ” cümlesine, “Dinledik ve sıkı sarıldık” şeklinde anlam verdik. Ancak bütün meâl ve tefsirler ona; “Dinledik ve isyan ettik” şeklinde anlam vermişlerdir.

129. Burada iltifat sanatı vardır; “demiştiniz” yerine “dediler” yazmak gerekir. Ancak Türkçe’de iltifat sanatı olmadığından, böyle yapmak cümlenin güzelliğini ve akışkanlığını bozar. Bu sebeple yukarıdaki anlam tercih edilmiştir.

Page 180: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 180 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Sahneyi göz önüne getirelim; Allah Tur’u, o koskoca dağı İsrail oğulları’nın üstüne kaldırmış, onlardan kesin söz alıyor; “Size verdiğimiz şeye sıkı sarılın” diyor. Böyle bir anda kim “işittik ve isyan ettik” diyebilir?

Şu âyet, dağın durumunu daha açık olarak bildiriyor:

ة وإذ نتقنا الجبل فوقهم كأنه ظلة وظنوا أنه واقع بهم خذوا ما آتيناكم بقوواذكروا ما فيه لعلكم تتقون.

“Bir gün o dağı yerinden koparıp tepelerine kal-dırdık, sanki bir gölgelik gibi oldu. Üstlerine düşecek sandılar. “Size verdiğimize sıkı sarılın, onda olanı ak-lınızdan çıkarmayın, belki sakınırsınız” dedik.” (A’raf 7/171)

Bir an için “isyan ettik” dediklerini düşünelim. Böyle söyleyen birinden söz alınmış olur mu? Hâlbuki Allah, “Bir gün sizden kesin söz aldık” diyor.

Âyetin son bölümü şöyledir: “…Oysa kâfirlik et-meniz sebebiyle o buzağı tutkusu içinize işlemişti. De ki: “İmanınız size ne kötü emir veriyor!.. Eğer inanmış kimselerseniz.” “İşittik ve isyan ettik” diyenler için böyle bir ifade kullanılmaz.

Bütün bunlara göre “سمعناوعصينا” cümlesine anlam verirken “عصينا= aseyna” kelimesine özel önem vermek gerekir. el-Asa (العصا) değnek demektir. “عصى=asâ” ise değneği tutar gibi tuttu veya değnekle döver gibi dövdü anlamınadır. Esmaî, bazı Basralıların şu sözünü nakle-der: Değneğe asa denmesi elin ve parmakların, üzerinde birleşmesinden dolayıdır. Ebû Abîd’e göre asa’nın kök anlamı, birleşme ve anlaşmadır. (عصى): İsyan etti, emre karşı çıktı anlamına da gelir.130 Her iki anlam da değnek-te saklıdır. Onu bir iş için kullanırsanız, sıkı sarılırsınız. Ama değneği bir başkasının kafasına da indirebilirsiniz. Bu da onun “isyan” anlamı ile ilgilidir.

130. es-Sıhah, Tacu’l-arus, Lisanu’l-arab.

Page 181: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 181 -

YAHÛDİLER İSYAN SÖZÜ MÜ VERDİLER?

Buna göre “سمعناوعصينا” cümlesi, “işittik ve sıkı sarıldık” anlamına gelebileceği gibi “işittik ve isyan ettik” anlamına da gelebilir. Kötü niyetliler, böyle ifadeleri seçerler ki, her yöne çekebilsinler. Bu tür kullanıma cinas denir. ”سمعناوعصينا” Nisa 46. âyette bu şekilde kullanılmıştır. Bu sebeple o âyette Yahûdilerin = سمعناوأطعنا“ semina ve aseyna” yerine=”سمعناوعصينا“semi’nâ ve ata’nâ” “Dinledik ve boyun eğdik” demele-rinin daha iyi olacağı bildirilmiştir. “Daha iyi” “iyi”nin bir üst seviyesidir. Demek ki, Yahûdilerin “سمعناوعصينا” demeleri de iyidir, ama onu başka tarafa yani “işittik ve isyan ettik” anlamına çekme imkânı olduğu için Allah, ikinci cümleyi söylemelerini tavsiye emiştir. Bu âyetle ilgili açıklama “Kitabı Tahrîf” başlığı altında geçmişti.

Tevrat’ın konu ile ilgili bölümü şöyledir:

“Musa gidip Rabb’in bütün buyruklarını, ilkelerini halka anlattı. Herkes bir ağızdan, “Rabb’in her söyledi-ğini yapacağız” diye karşılık verdi.”

Musa Rabb’in bütün buyruklarını yazdı. Sabah er-kenden kalkıp dağın eteğinde bir sunak kurdu, İsrail’in on iki oymağını simgeleyen on iki taş sütun dikti. Sonra İsrailli gençleri gönderdi. Onlar da Rabb’e yakmalık sunular sundular, esenlik kurbanları olarak boğalar kestiler. Musa kanın yarısını leğenlere doldurdu, öbür yarısını sunağın üzerine döktü.

Sonra antlaşma kitabını alıp halka okudu. Halk, “Rabb’in her söylediğini yapacağız, O’nu dinleyeceğiz” dedi.” (Tevrat, Çıkış 24/3-7)

Kur’ân’daki bilgi ile Tevrat’taki bilginin birbirini tamamladığı görülmektedir. Bu da Kur’ân’ı açıklamada önceki ilahi kitaplardan yararlanılabileceğini gösterir.

Page 182: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar
Page 183: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 183 -

21.Konu

ŞEY, ŞÂE ( ), MEŞÎET, KADER VE FITRAT

Şey (شيء) ve fıtrat, birbirleriyle yakın ilişkisi olan kelimelerdir. Şey, varlık demektir. Fıtrat ise

varlıkların yapısını oluşturan, geliştiren ve değiştiren kanunlar bütünüdür. Bir varlığın oluşmasında kader ve iradenin büyük önemi vardır. Kader, varlıklardaki ölçü, irade de bir şeyi var etme isteği veya kararıdır.

Şey (شيء) hem mastar hem isimdir. Mastar, kelime-nin türetildiği kaynaktır. “Şey”den, “seçip yapma” anla-mına gelen şâe “شاء” fiili türetilmiştir. Bu fiil, daha çok imtihanla ilgili âyetlerde geçer. Böyle yerlerde Allah’ın seçimi, kulun seçimine bağlı olduğundan Allah, isteme-diği şeyleri de seçip yaratabilir.

Bir de kitap ve hikmette olmayan ve Arapların bil-mediği meşîet (مشيئة) kelimesi vardır. Bu kelime kural dışı (şaz) olarak şey (شيء) mastarından türetilmiştir. Öyle de olsa ona, “seçip yapma” dışında bir anlam ve-rilemez. Ama bu yeni kelimeye yine kural dışı olarak “irade” anlamı yüklenmiş ve o anlam şâe (شاء) fiiline taşınmıştır. Artık Kitaplar ve Arapça sözlükler, “شاء” fiiline, “irade” dışında bir anlam yüklemez olmuşlardır.

Page 184: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 184 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Kelimenin anlamındaki bu değişiklik, başka değişikliklere yol açmış; âyetlerde, faili insan olması gereken şâe (شاء) fiillerinin çoğunda Allah fail sayılarak çok sayıda âyet, hem kendi içinde hem de diğer âyetlerle çelişir hale getirilmiştir. Buna şu âyeti örnek verebiliriz:

ن لهم فيضل اهلل من يشاء ويهدي وما أرسلنا من رسول إل بلسان قومه ليبيمن يشاء وهو العزيز الحكيم

İmam Maturîdî’nin (öl.333/944) Te’vîlat’ına kadar âyete verilen meâl şöyleydi:

“Biz, her elçiyi kendi halkının dili ile gönderdik ki, onlara açık açık anlatsın. Bundan sonra Allah, sapıklığı seçenin sapıklığını onaylar; hidayeti seçenin de hidayetini onaylar. Güçlü olan o, doğru karar veren odur.” (İbrahim 14/4)

Şâe (شاء) fiilinin anlamının değiştirilmesinden sonra âyetin meali şöyle olmuştur:

“Biz, her elçiyi kendi toplumunun dili ile gön-derdik ki, onlara iyice açıklasın. Bundan sonra Allah dilediğini saptırır, dilediğini de yola getirir. Güçlü olan o, doğru karar veren odur.”

Bu meal, Allah’ın Kitab’ını ve Elçi’sini itibarsızlaş-tırmıştır. Çünkü Allah, dilediğini saptırıp dilediğini yola getiriyorsa elçi ve kitap göndermesi anlamsızdır. Böyle anlamsız bir işin Allah’a yakıştırılamayacağı açıktır. O zaman Kur’an’ın Allah’ın kitabı olduğu şüpheli hale gelir.

Kelime üzerinde yapılan bu oyunu fark edemeyenler, çelişkiden kurtulmak için Allah’ın bilgisi ve yaptığı im-tihanla ilgili ayetleri, akıl almaz taraflara çekmişlerdir. Benzer işlemler, birçok kelime ve kavramla ilgili olarak da yapıldığından Kur’an’ın doğru anlaşılması ve İslam’ın evrenselliği, büyük ölçüde engellenmiş ve varlıkların ölçüsü demek olan kader, bilinemez ve anlaşılamaz bir

Page 185: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 185 -

ŞEY, ŞÂE ( ), MEŞÎET, KADER VE FITRAT

inanç esası haline dönüştürülmüştür. Bu sebeple konu, son derece önemlidir.

21.1 Şâe ( ) Fiili

Şâe (شاء), şey (شيء) mastarından türetilmiştir131. Fiil, mastarın içerdiği anlamı, zamanla bağlantılı hale getirir132. Şey; isim olarak varlık (= الموجود)133, mastar olarak da (اليجاد =) var etme anlamındadır.

Şâe (=شاء), geçişli (müteaddî) olduğundan tümleç (mef’ûl) alır134. Onun tümleci, cümlenin akışından anla-şıldığı için çoğu zaman söylenmez. İmanın oluşmasından söz ediliyorsa tümleç “iman”, kâfirliğin oluşmasından söz ediliyorsa “kâfirlik”, başka bir şeyden söz ediliyorsa tümleç o şey olur.

Şâe (شاء), irade ile sıkı bağlantısı olan fiildir. İnsanın imtihan gereği yaptığı seçimler ve onlarla bağlantılı olarak Allah’ın yarattığı şeyler için kullanılır. Bu sebep-le şâe (شاء)’nin faili ya Allah, ya da insan olur. Kur’an bize, her konuda doğruyu gösterdiği gibi şâe (شاء) fiilinin anlamı konusunda da doğruyu göstermiştir. Kelimenin bütün anlamlarını ortaya koyan âyet şudur:عما وتعالى اهلل سبحان الخيرة لهم كان ما ويختار يشاء ما يخلق وربك

يشركون“Senin Rabbin, onların seçme hakları olanlardan

seçerek şey haline getirdiğini yaratır. Allah, onların içine daldıkları şirkten uzak ve yücedir.” (Kasas 28/68)

Ayeti, bölümler halinde anlamaya çalışalım:

131. Şâe (شاء)’ nin aslı şe-ye-e (شيأ)’dir. Yâ (ي)’dan önce fetha olduğu için yâ elife dönüşmüş, şâe .olmuştur (شاء)

132. Daha geniş bilgi için bkz: Cemalü’d-Din EbiAbdillah Muhammed b. Abdilllah b. Malik et-Tâî’l-Ceyyânî, Şerhu’l-Kafiyeti’ş-Şafiyye, thk: Abdül Mün’imAhmed, Daru’lMe’munli’Türas, Mekke, 1406/1986, c. 1, s. 103.

133. Ahmed b. Muhammed b. Ali el-Mekarri’l-Feyyûmi, Misbah’l Münir fi Ğaribi’ş-Şerhi’l-Kebir, Matbaatü’lYemeniyye, c. 1, s. 159. “ا كالجسام أو حكما كالقوال ا حس يء في اللغة عبارة عن كل موجود إم ”والش

134. En’am 80. âyette (شاء)’in mef’ulü شيئا olarak geçmektedir: إل أن يشاء ربي شيئا

Page 186: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 186 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

a- Ayetin ilk bölümüوربك يخلق ما يشاء ويختار

Yeşâu = يشاءfiilinin mef’ulü, ما’yı gösteren zamirdir; demektir. Mef’ul, cümlenin (şey haline getirdiği) ما يشائهakışından anlaşıldığı için metne konmamıştır. يشائه ما cümlesi يخلق fiilinin mef’ûlüdür. Anlam şöyledir:

“Senin Rabbin, seçerek şey haline getirdiğini yaratır.”

Yaratmadan önce “şey haline getirme” ölçüyü be-lirlemedir. Bu husus, aşağıdaki âyette geçen şey’en = شيئاkelimesi ile anlatılmaktadır.

إنما أمره إذا أراد شيئا“(Allah) Bir şeyi irade ettiğinde işi ...” (Yasin 36/82)

Ölçüsü var olmayan, irade edilemez. Bir şeyi irade eden önce onun ölçüsünü belirler. Yukarıdaki âyette irade yerine ihtiyar, yani seçme kelimesi kullanılmıştır. Seçim, hem iradenin karara dönüşmesi hem de eyleme geçirilmesi anlamlarını içerir. Bu ayete göre Allah, şey -in ölçüsünü, kişinin seçimine göre seçip belirle‘ (شيء)dikten sonra yaratır. Şu âyet, bu anlamı daha açık olarak göstermektedir:

إنما أمره إذا أراد شيئا أن يقول له كن فيكون“Allah bir şeyi irade ettiğinde işi, onun için “ol”

demesidir. O şey oluşur.” (Yasin 36/82)

Allah, seçimini eyleme geçirmek için sadece “ol” emrini verir. Bu emirle, her şeyini Allah’a borçlu olan insanın, kendi seçimini eyleme geçirmesinin şartları oluşur. Önceki âyette “ol” emri yerine yeluku = يخلق fiili kullanılmıştır. Çünkü Allah, yapılan seçimin gere-ğini yaratmazsa insan hiçbir eylemi yapamaz.

b- Ayetin ikinci bölümüويختار ما كان لهم الخيرة

Page 187: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 187 -

ŞEY, ŞÂE ( ), MEŞÎET, KADER VE FITRAT

Bu cümle, yeşâu = يشاء’nun failinden haldir, Allah’ın yaratmayı, hangi durumda başlattığını gösterir. Buradaki mâ“= ما” ise ism-i mevsûl yani bağlaçtır. Bu bölümün anlamı şöyledir:

“(Allah), onların (insanların) seçme hakları olan şeylerden seçerek…”

الخيرة“ لهم كان fiilinin يختار = cümlesi, yahtâru “ ما mef’ulüdür. Allah, kendi seçimini, insanların seçimi ile sınırladığından mâ“= ما”nın başında hazfedilmiş min = .harfi vardır; meal ona göre verilmiştir من

Allah’ın yaratacağı şeyin ölçüsü, kişinin zihninde oluşur. Bu da kişinin seçimini yani niyet ve kararlılığını gösterir.

Faili insan olan şâe (شاء) ile bir şeyin oluşması, faili Allah olan şâe (شاء) ile o şeyin oluşmasına bağlıdır. Allah şartları yaratmazsa kişi hiçbir şey yapamaz. İlgili âyet şöyledir:

وماتشاءون إلأن يشاء اهلل“Bir şeyi oluşturmanız, Allah’ın da o şeyi oluştur-

masıyla mümkün olur.” (Tekvîr 81/29)

c- Âyetin üçüncü ve son bölümü:

سبحان اهلل وتعالى عما يشركون“Allah, onların içine daldıkları şirkten uzak ve

yücedir.” (Kasas 28/68)

Burada Allah, müşrikin seçimine uygun olarak kalbinde şirki yarattığını ama onu asla istemediğini bildirmektedir. Bunu şu ayetlerden de öğreniyoruz:

ول يرضى لعباده الكفر“Allah, kullarının kâfir (nankör) olmasına razı

olmaz.” (Zümer 39/7)

Page 188: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 188 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

من كفر فعليه كفره ومن عمل صالحا فلنفسهم يمهدون . ليجزي الذين آمنوا وعملوا الصالحات من فضله إنه ل يحب الكافرين

“Kim görmezlikten gelir, nankör olursa nankörlüğü kendi aleyhinedir. Kim de iyi iş yaparsa onlar da kendi yerlerini hazırlarlar. Bu, iyi iş yapanları kendi ikramı ile ödüllendirmesi içindir. Allah, görmezlikten gelip nankör olanlardan hiç birinden hoşlanmaz.” (Rum 30/44-45)

Bütün bu âyetler; kulun imtihanı ile ilgili konular-da faili Allah olan şâe (شاء) fiilinin kulun fiiline bağlı olarak gerçekleştiğini gösterir. Tümlecin hidayet veya dalalet olması, kulun seçiminin sonucudur. İbrahim Suresinin 4. âyetinin mealine tekrar bakılırsa bu husus açıkça görülebilir.

Buraya kadar geçen ayetlere göre bir şeyin oluşum safhaları şöyle anlatılabilir:

Kulun seçimi + Allah’ın seçimi

(irade = niyet) (irade)

Allah’ın ‘ol’ emri ile başlayan kulun fiili

Şeyin oluşması

d- Tefsir ve meallerde Kasas 68. âyet:

Tefsir âlimlerinin büyük bir bölümü, “لهم كان ما nınnafiye olduğunu’(mâ) ما cümlesinin başındaki ”الخيرةsöylemişler ve âyete şu anlamı vermişlerdir:

“Rabbin dilediğini yaratır ve seçer; onların seçim hakkı yoktur. Allah onların koştukları ortaklardan uzaktır, yücedir.”

Allah dilediğini seçip yaratıyorsa, insanların seçim hakları yoksa onların şirkinden uzak olmasının ne anla-mı olur. O zaman ondan önceki şu âyet de anlamsızlaşır:

ا من تاب وآمن وعمل صالحا فعسى أن يكون من المفلحين“ ”فأم

Page 189: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 189 -

ŞEY, ŞÂE ( ), MEŞÎET, KADER VE FITRAT

“Kim tevbe eder, inanır ve iyi işler yaparsa umdu-ğuna kavuşması beklenir.” (Kasas 28/67)

Bir sonraki âyet de bu anlamı desteklemektedir:

وربك يعلم ما تكن صدورهم وما يعلنون

“Rabbin, içlerinin neyi gizlediğini ve neyi açıkla-dıklarını bilir.” (Kasas 28/69)

Tercih eden insan, yaratan Allah’tır. Bunun sebebi şudur:

لسميع عليم نة وان اهلل نة ويحيى من حي عن بي ليهلك من هلك عن بي“Yok olan, gerçeği görerek yok olsun, yaşayan da

gerçeği görerek yaşasın. Allah elbette işiten ve bilen-dir.” (Enfal 8/42)

Âyete verilen yukarıdaki meal, kendi içinde de tutarsızdır. İnsanların tercih hakları yoksa nasıl Allah’a ortak koşabilirler. Tercih hakları olmazsa “Allah onla-rın koştukları ortaklardan uzaktır, yücedir” sözünün de bir anlamı olmaz.

Şevkânî, âyete verdiğimiz anlamı kabul etmekle birlikte geleneksel anlamın doğru olduğunu, çünkü onda icma edildiğini söylemektedir135.

İbn Cerir et-Taberi (224-310 ) ise âyete böyle bir anlamın verilemeyeceğini üç ayrı açıdan açıklamıştır. Ayrıntılı bilgi isteyenler oraya bakabilirler.

Ayete verilen ikinci anlam:

“Rabbin, onlar için hayırlı olanı diler ve yaratır. Allah onların koştukları ortaklardan uzaktır, yücedir.”

Ebussuud, mâ=”ما”nın mastariye sayılıp âyete böyle bir anlam verildiğini nakletmekte ama doğru olanın geleneksel anlam olduğunu söylemektedir136.

135. eş-Şevkânî, Ebu Abdillah Muhammed b. Ali b. Muhammed el-Havlânî, Fethu’l-kadir el-câmi’ beyne fenney er-rivâyeve’d-dirâye, Beyrut tarihsiz., c. IV, s. 260.

136. Ebussuud Muhammed b. Muhammed el-İmadî, İrşad’ul-akl’is-selîm ilâ mezâyâ’l-Kur’an’il-azîm, c. VII, s. 23. Beyrut, tarihsiz. الخير والصالح فيه لهم كان ويختارالذي

Page 190: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 190 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Taberî ise âyete böyle bir anlam verilemeyeceğini ifade etmektedir137.

Allah insanların hayrına ve iyiliğine olan şeyi seçip yaratırsa şirk olmaz ki, ondan uzak ve beri olduğunu söylesin.

Ayete verilen üçüncü anlam:

Endülüslü tefsir bilgini İbn Atiyye’ye138 göre âyet-teki كان tam fiil, “ما” da onun mef’ulüdür. Âyet şöyle açıklanmıştır:

“Rabbin, olan her şeyi diler, tercih eder ve yaratır. Kabul eder anlarlarsa bu nimetleri saymaları Allah’ın onlar için yaptığı tercih içindedir.139”

Bu yorumun kabul edilebilir yani olmadığı da açıktır.

Konuyla ilgili bütün âyetler, şâe fiilinin anlamının tercih edip yapma olduğunu ortaya koymaktadır.

21.2 Şâe ( ) ve İhtâre ) ( Fiilleri

Şâe (شاء) fiili var etme (=اليجاد), ihtâreاختار) ( fiili de seçme anlamındadır. Bunlar, iradeye bağlı olduğu için bir şey önce zihinde seçilir, sonra varlık haline getirilir. Bir âyet şöyledir:

واختار موسى قومه سبعين رجال“Musa kavminden 70 kişiyi seçti” (A’râf 7/155)

Bu 70 kişi önce zihinde seçilir, sonra diğerlerinden ayırt edilerek seçim tamamlanır. İhtiyar kelimesi, hem niyeti hem de eylemi gösterdiğinden (شاء) fiiline “seçip yapma” anlamı verilir. Buraya kadar anlatılanlar, başta-ki şu ayetin gereğidir:

137. et-Taberî, a.g.e. c. 19, s. 610.138. Abdulhak b. Galib b. Abdurrahman b. Atiyye (481-542 h. 1148-1088 m.) Hayerttin Zirikli,

el’A’lâm.139. EbûHayyân Muhammed b. Yusuf el-Endelüsî el-Gırnâtî, (654 – 754 h.) el-Bahru’l-muhîtfî’t-

tefsîr, Beyrut 1422/2001, c. 7, s. 124.

Page 191: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 191 -

ŞEY, ŞÂE ( ), MEŞÎET, KADER VE FITRAT

وربك يخلق ما يشاء ويختار ما كان لهم الخيرة“Senin Rabbin, onların seçme hakları olan şeyler-

den seçerek şey haline getirdiğini yaratır.” (Kasas 28/68)

Öyleyse faili insan olan şâe (شاء), seçip yapma (=اختار اختار=) de “seçip yaratma (شاء) faili Allah olan şâe ,140(وفعل anlamında olur. Daha sonra görüleceği gibi İmam ”(وخلقMaturîdî’ye kadar şâe(شاء) fiiline bu anlamlar verilmiş-tir. Bu anlam az da olsa daha sonraki tefsirlerde de geçer. Zemahşerî (467-538 h.) şöyle demiştir:

شيأ اهلل تعالى خلقهAllah şey haline getirdi, yani yarattı141.

Allah önce ölçüyü belirler, sonra “ol” emrini verir ve oluşumu başlatır. İlgili âyet şöyledir:

إنما أمره إذا أراد شيئا أن يقول له كن فيكون“Allah bir şeyi var etmek istediğinde işi, onun için

“ol” demesidir. O şey oluşur.” (Yasin 36/82)

Celâleyn’de bu son âyet, şöyle tefsir edilmiştir:

}إنما أمره{ شأنه }إذا أراد شيئا{ أي خلق شيء }أن يقول له كن فيكون{Onun emri (işi) bir şeyi irade ettiğinde (yani bir şeyi

yaratmayı irade ettiğinde) Onun için “ol” demesidir; o şey oluşur.142

-deki tenvin, muzafunileyh’tenıvaz(şey’en =) ”شيئا“dır ve شيئ شيئ (= şey’e şey’in) demektir. Birincisi mastar,

140. Tefsir bilginlerinin çoğu Kasas 68. Âyetteki mâ= “ما” harfinin nâfiye olduğunu yani cümleye olumsuzluk anlamı yüklediğini söylemişlerdir. Bu durumda ayetin meali şöyle olur: ما كان لهم ”.Onların tercih hakları yoktur“ :الخيرة

Bu anlayış kabul edilemez. Çünkü Allah, bu ayetin hemen öncesindeki şu âyette insanların tercih haklarının olduğunu bildirmektedir: ا من تاب وآمن وعمل صالحا فعسى أن يكون من المفلحين Tevbe“ :فأمedip inanmış ve iyi işler yapmış olan kimsenin, umduğuna kavuşması beklenir.” (Kasas 28/67)

Bunu, bir sonraki âyet, yani Kasas 69. âyet de desteklemektedir: وربك يعلم ما تكن صدورهم وما يعلنون :“Senin Rabbin, onların içlerinde saklı olanı da bilir, açığa vurduklarını da” (Kasas 28/69)

141. Zemahşeri, Mahmud b. Ömer, Esasü’l-Belağa, Mektebetü’l-Asriyye, Beyrut, 1430/2009, s. 459.

142. Celaleddin Muhammed b. Ahmed el-Mehallî(öl. 864 h.), Tefsîr’ul-Celâleyn, İstanbul, tarih-siz, Yasin tefsiri.

Page 192: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 192 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

ikincisi isimdir; “bir şeyi var etme” anlamındadır. Bu sebeple Celaleyn ona, “خلق شيء (=alke şey’in) bir şeyi yaratma” anlamı vermiştir.

Âyetteki كن=kün tam fiildir143; faili şey (شيئ)dir. ;da tam fiildir. Bu sebeple ayetin (feyekûn) فيكون

إذا أراد شيئاbölümüne;

إذا أراد إحداث شيء وتكوينه= bir şeyi var etmek ve oluşturmak istediği

zaman144’ anlamı verilir. Çünkü tam fiil olan كن (=kün); (uhdus=) أحدث“ oluşmaya başla!” veya (tekevven=) تكونvarlığa dönüş” anlamındadır. Bunlar, mastar olan şey anlamı verildiğini (تكوين) ve tekvîn (إحداث) e, ihdas’(شيئ)gösterir.

21.3 Şeyin Oluşumu

Daha önce gördüğümüz gibi Allah, bir şeyi yarat-mak istediğinde onun için sadece “ol” emrini verir ve oluşum başlar. Eğer emir, insan fiilleriyle ilgiliyse, önce şartları, sonra kişinin gayretine göre sonucu oluşturur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

وأن ليس لإلنسان إل ما سعى

ya tam, ya nakıs fiil olur. Tam fiil olduğu zaman fail alır. Nakıs ise mübteda ve haberin كان .143başına gelir, mübtedayı kendine isim yapar, haberi de mensup kılar. Mübtedânın, bir zaman diliminde haber ile vasıflandığını gösterir. Bazen de süreklilik ifade eder. Eğer كان tam olursa burada olduğu gibi fail alır.

144. Muhammed b. İbrahim el-Bağdâdî, Lübâb’ut-tevîl fî meânî’t-tenzîl (telifi h. 725) Matbaa-a Amire 1319 h. C. V, s.223 (Kitabu mecmuatin min’et-tefâsîr içinde.) Konuyla ilgili bir başka âyet şudur:

فيكون له كن يقول أمرافإنما Allah Bir işe karar verdi mi, onun için sadece “ol!” der, o da“ وإذا قضى oluşur.” (Bakara 2/117)

Buradaki قضى kelimesi ‘karar verdi’ أمر kelimesi de ‘şey’ anlamındadır. Tenvîn ise muzaftanı-vazdır. إذا قضى أمرا= “bir şeyi oluşturma kararı verirse”anlamındadır. Kurtubî bunu; شيء خلق أراد ,bir şeyi yaratmak isterse, şeklinde ifade etmiştir. (Kurtubî, el-Cami liahkâm’il-Kur’ân = إذاDar’ul-Kutub’il-ılmiyye, Beyrut 1408/1988, c. II, s. 61.)

Page 193: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 193 -

ŞEY, ŞÂE ( ), MEŞÎET, KADER VE FITRAT

“İnsanın kendi yaptığından başkası kendinin de-ğildir.” (Necm 53/39)

İnsan, başkasının yaptığından etkilenir; onun seva-bı veya günahı ona aittir. Kendine ait olan ise o davranış karşısında gösterdiği tepkidir.

Dua, çok önemlidir; kulun Allah’a olan ihtiyacını ortaya koyar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

قل ما يعبأ بكم ربي لول دعاؤكمDe ki: “Duanız olmasa Rabbinizin yanında ne

değeriniz olur?” (Furkan 25/77)

Kul, gereğini yapmazsa dua ile de bir sonuç elde edemez. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

نيا وما له في الخرة من خالق . ومنهم ومن الناس من يقول ربنا آتنا في الد . النار وقنا عذاب الخرة حسنة وفي نيا حسنة الد في آتنا ربنا يقول من

أولئك لهم نصيب مما كسبوا واهلل سريع الحساب“İnsanlardan kimi der ki: “Rabbimiz! Bize bu

dünyada ver!” Onun Ahirette alacağı bir şey olmaz. Onlardan kimi de der ki: “Rabbimiz! Bize bu dünyada güzellik ver, Ahirette de güzellik ver. Bizi o ateşin aza-bından koru!” Bunlardan her birine kazandıklarından bir pay vardır. Allah hesabı çabuk görür.” (Bakara 2/200-202)

Demek ki, söz ile sonuç alan Allah Teâlâ’dır, çünkü her şey onun emrindedir. Ama insan çalışmadan bir şey elde edemez; duası bile kabul olmaz. Şu âyetler de bununla ilgilidir:

ومن أراد الخرة وسعى لها سعيها وهو مؤمن فأولئك كان سعيهم مشكورا“Kim ilerisini/Ahireti ister ve inanarak onun için

gereği gibi çalışırsa, işte onların çalışması teşekküre değer.” (İsra 17/19)

Page 194: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 194 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

نيا نؤته منها ومن يرد ثواب الخرة نؤته منها وسنجزي ومن يرد ثواب الدالشاكرين

“Kim dünyalık isterse ona ondan veririz. Kim ahiretlik isterse ona da ondan veririz. Biz şükredenleri ödüllendireceğiz.” (Al-i İmran 3/145)

Kişinin niyetini tam olarak Allah’tan başkası bile-mez. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

ما يعلم منه ال حين يستغشون ثيابهم انهم يثنون صدورهم ليستخفوا ال دور ون وما يعلنون انه عليم بذات الص يسر

“Bilin ki onlar, Allah’tan gizlenmek için iki bük-lüm olurlar. Yine bilin ki, elbiselerine büründükleri zaman neyi gizlediklerini ve neyi açığa vurduklarını Allah bilir. Çünkü o, göğüslerde olanı bilir.” (Hud 11/5)

Bu âyetlere göre, bir iş yapmak isteyenin önce niyeti olması gerekir. Nebîmiz şöyle demiştir:

يات وإنما لكل امرئ ما نوى إنما العمال بالنAmeller (işler) niyetlere göredir. Herkese niyetine

göre verilir145.

Sonra kişi, niyetine uygun seçim yapar; onu Allah da o seçer, “ol” emrini verirse iş yoluna girer. Bundan sonra işi, iyi yapmak gerekir; yoksa sonuç alınamaz. Kişi, her an Allah ile ilişkide olduğunu bilerek hem dua etmeli hem de çalışmalıdır.

Mesela birinin evlenme isteği, onun niyeti ve ira-desidir. Evleneceği kişiyi seçerse iradesi karara dönüşür. Bu, faili insan olan şâe’nin birinci safhasıdır. O kişiyi Allah da seçerse şâe’nin ilk safhası tamamlanır. Sonra Allah “ol” emrini vererek şâe’nin ikinci safhasını başla-tır. Taraflar gereği gibi çalışırlarsa Allah, şartları yaratır

145. Buhari, Bedu’l-Vahy, 1.

Page 195: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 195 -

ŞEY, ŞÂE ( ), MEŞÎET, KADER VE FITRAT

ve evlilik gerçekleşir. Demek ki, kul çalışır, Allah yara-tır ve sonuç alınır. Bu, şu ayetin de hükmüdür.

وما تشاءون إل أن يشاء اهلل“Sizin seçip yapmanız, ancak Allah’ın da seçip

yaratmasıyla meydana gelir.” (Tekvîr 29)

Bu bir istisna cümlesidir. Mâ”= ما” ile başlayan olumsuz anlam, illâ “= إل” ile olumluya çevrilmiş ve mef’uller hazfedilmiştir. Mef’ulleri yerlerine koyarsak âyetin Arapça tefsiri şöyle olur:

أن إل )أي اهلل يشائه أن إل شيئا) لتختارون )أي تشاؤون وما يختاره اهلل ويخلقه)

21.3.1 Şey’in Tanımı

Şey, var olandır; var olmayana şey denmez. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

كل شيء هالك إل وجههAllah’ın zatı dışında her şey yok olacaktır. (Kasas

28/88)

Bu âyete göre Allah da şey’dir; onun farkı, yok olma-masıdır. Onun dışında ne kadar şey varsa yok olacaktır. Olmayanın yok olmasından söz edilemeyeceği için var olandan başkasına şey denemez.

İmam Maturîdî’nin konu ile ilgili sözleri şöyle özetlenebilir: Olmayana (maduma) şey dense varlıkların Allah ile birlikte ezeli olması gerekir. O da tevhîd inan-cına ters düşer.146

Allah, ölçünün ve ön şartların oluşmasından sonra ol” emrini verir ve o şey oluşur. Allah Teâlâ şöyle = كن “buyurur:

146. İmam Maturîdî, Kitab’ut-tevhîd, s. 67. Tahkik ve talik; Bekir TOPALOĞLU, Muhammed ARUÇİ, Ankara 2005

Page 196: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 196 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

أول يذكر النسان أنا خلقناه من قبل ولم يك شيئا“İnsan bilmez mi, daha önce hiçbir şey değilken

onu biz yarattık.” (Meryem 19/67)

ن الدهر لم يكن شيئا مذكورا هل أتى على النسان حين م“İnsan, mezkûr bir şey oluncaya kadar çok zaman

geçmiştir.” (İnsan 76/1)

Mezkûr; zikre konu demektir. Zikir, kullanıma hazır doğru bilgidir.147 “İnsan, mezkûr bir şey oluncaya kadar…” sözü; “o kişiyle ilgili bilgi oluşuncaya kadar” demektir. İnsanın şey haline gelmesi ana rahminde olur.

ركم في الرحام كيف يشاء ل إله إل هو العزيز الحكيم هو الذي يصو“Rahimlerde seçtiği biçimde size şekil veren odur.

Ondan başka ilah yoktur. O güçlüdür, doğru karar verir.” (Al-i İmran 3/6)

Şimdi şey’in oluşum safhalarını ayrıntılı olarak görelim.

21.3.2 Şey’in Oluşum Safhaları

Âyetler üzerinde yaptığımız araştırmalara göre şey (شيء), yedi safhada oluşmaktadır. Birincisi kaderin oluşumu, ikincisi irâde, üçüncüsü ilham, dördüncüsü onay, beşincisi kayda geçme, altıncısı şeyin varlık ha-line gelmesi, yedincisi o şeye güç verme safhasıdır. En güzel kıvamda yaratılmış olan insanın ayrı bir safhası vardır; o da ruh üflenmesi safhasıdır. Bununla insan, di-ğerlerinden ayrı olarak, bilgi üretecek özelliğe kavuşur. İnsana ruhun üflenmesiyle oluşan fark, son başlıkta ele alınacaktır.

147. Ragıb el-İsfahânî, Müfredât, (nşr. Safvan Adnan Dâvûdî), Dımışk ve Beyrut,1412/1992, ‏ذكرmad.والذكر يقال اعتبارا باستحضار المعرفة‏

Page 197: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 197 -

ŞEY, ŞÂE ( ), MEŞÎET, KADER VE FITRAT

a. Kaderin Oluşumu

Kader, ölçü demektir. Allah önce, yaratacağı şeyin ölçüsünü belirler. İlgili âyetler şöyledir:

إنا كل شيء خلقناه بقدر“Biz, her şeyi bir ölçüye (kadere) göre yaratmışız-

dır”. (el-Kamer 54/49)

وكان أمر اهلل قدرا مقدوراAllah’ın işi, ölçüsü (kaderi) tam olarak belirlenmiş

şekildedir. (el-Ahzâb 33/38)

إن اهلل على كل شيء قدير“Allah her şeye ölçü (kader) koyar” (Bakara 2/20)

O, her şeyi olması gereken ölçüye göre yaratır; eksi-ği de fazlası da olmaz.148

İnsanın ölçüsü (kaderi) ile eşya ve hayvanların öl-çüsü farklıdır. Allah Teâlâ yere ve göğe; “İsteyerek veya istemeyerek emrime gelin” deyince ikisi de; “İsteyerek geldik” dediler.149 Zaten istemeseler de emrinden çıkamazlardı.

Allah, insanla ilgili olarak şöyle buyurmuştur:

إنا هديناه السبيل إما شاكرا وإما كفورا“Biz ona yolu gösterdik; ya teşekkür eder ya da

nankör olur.” (İnsan 76/3)

İnsan, istemezse emre uymaz. Bu sebeple dinde zorlama olamaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

شد من الغي فمن يكفر بالطاغوت ويؤمن باهلل ين قد تبين الر ل إكراه في الدفقد استمسك بالعروة الوثقى ل انفصام لها واهلل سميع عليم

148. Ragıb el-İsfahânî, Müfredat, قدر mad.149. Fussilet 41/11

Page 198: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 198 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Dinde zorlama olamaz.150 Doğru, eğriden iyice ayrılmıştır. Kim azgınları tanımaz,151 Allah’a güvenirse kopması olmayan sağlam kulpa yapışmış olur. Allah işitir, bilir. (Bakara 2/256)

Önceki âyette geçen (شاكرا) ve (كفورا) kelimeleri önemlidir. Şâkir, (شاكر) şükr (الشكر) kökündendir. Şükr, nimeti akla getirmek, onu vereni övmek ve karşılığını vermektir.152

İnsan her şeyini Allah’a borçludur. Bir âyet şöyledir:

وا نعمت اهلل ل تحصوها ن كل ما سألتموه وإن تعد وآتاكم م“O size istediğiniz her şeyden verir; Allah’ın nime-

tini saysanız bitiremezsiniz.” (İbrahim 14/34)

Bu nimetler insanın Allah’a olan borcudur. Arapçada borca deyn (الدين) denir. Deyn insanı itaate zorlar. Allah’a olan borca karşılık, ona itaati öngören sisteme din (الدين) denir. Din ile deyn aynı köktendir.

Allah’a olan borcunu görmezlik eden ve emirlerine uymak istemeyen insan sayısı çoktur. Görmezlik edene kefûr (كفور) denir. Kefûr (كفور) küfr (الكفر) kökünden ism-i faildir; kâfir de aynıdır. Nimete küfr, onu örtmek ve şükrünü yerine getirmemektir.153 Bu, nankörlüktür. En büyük nankörlük Allah’a karşı yapılır. Birçok insan, elindeki nimetin kıymetini bilmez ve Allah’ın kurduğu düzeni bozacak işlere girişir. Bunun hesabı kıyamet gününde görülecektir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

إن الذين يلحدون في آياتنا ل يخفون علينا أفمن يلقى في النار خير أم من يأتي آمنا يوم القيامة اعملوا ما شئتم إنه بما تعملون بصير

150. Dinin özü imandır. İmanın temeli onu içten kabul etmek, yani kalp ile tasdiktir. Kalpteki tasdiki bir o kişi, bir de Allah bilir. Orası in sanın en hür ol duğu yerdir. Bu se beple hiç kimse bir inancı kabule veya inkâra zorlanamaz. Zorla ibadet de olmaz. Çünkü ibadet için niyet şarttır. Niyetin yeri de kalptir; kalpten yapılmayan niyet geçersizdir. Kimseye zorla niyet etti-rilemeyeceğinden ibadet de yaptırılamaz.

151. Yoldan çıkmışlara boyun eğmez.152. Ragıb el-İsfahânî, Müfredat, شكر mad.153. Ragıb el-İsfahânî, Müfredat, كفر mad.

Page 199: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 199 -

ŞEY, ŞÂE ( ), MEŞÎET, KADER VE FITRAT

“Âyetlerimiz karşısında yamukluk yapanlar bize gizli kalmazlar. Ateşe atılan mı hayırlıdır, yoksa Kıyamet günü güven içinde gelen mi? Ne yaparsanız yapın; Allah yaptığınızı görür.” (Fussilet 41/40)

Allah, her şeyin hem kaderini hem kendini oluştu-rur. İmtihan ile ilgili konularda Allah, seçme hakkını insana bıraktığı için insan, medeniyet kurma, medeni-yet yıkma, savaş, barış, ıslah ve fesat gibi birbirine zıt işler yapabilir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

بعضهم ورفع اهلل كلم من نهم م بعض على بعضهم فضلنا سل الر تلك نات وأيدناه بروح القدس ولو شاء اهلل درجات وآتينا عيسى ابن مريم البينات ولكن اختلفوا فمنهم ن بعد ما جاءتهم البي ما اقتتل الذين من بعدهم م

من آمن ومنهم من كفر ولو شاء اهلل ما اقتتلوا ولكن اهلل يفعل ما يريد“Allah o elçilerden kimini kimine üstün kıldı.

Kimiyle konuştu, kimini derece derece yükseltti. Meryem oğlu İsa’ya da açık deliller verdi. Onu Kutsal Ruh ile destekledi.154 Allah’ın seçimiyle olsaydı sonra-kiler o açık deliller geldikten sonra birbirleriyle sava-şamazlardı. Ama ayrılığa düştüler; kimi inandı, kimi görmezlik edip kâfir oldu. Allah’ın seçimiyle olsaydı birbirleriyle savaşamazlardı. Ama Allah dilediğini yapar.” (Bakara 2/253)

فاستبقوا آتاكم مآ في ليبلوكم ولكن واحدة أمة لجعلكم اهلل شاء ولو ئكم بما كنتم فيه تختلفون الخيرات إلى اهلل مرجعكم جميعا فينب

“Allah’ın seçimiyle olsaydı elbette hepinizi tek bir ümmet yapardı, ama verdiği şeyde sizi yıpratıcı imtihandan geçirmek için seçimi size bıraktı. Öyleyse

154. Arap dilinde iltifat sanatı vardır; üçüncü şahıs, birinci şahıs sayılır veya tersi olur. Bu ayette, Türkçe açısından üçüncü şahıs olması gereken ifade birinci şahıs olmuştur. Türkçe’de iltifat sanatı olmadığı için bu gibi ifadeleri, değiştirmeden tercüme etmek, bir Türk’te şaşkınlık meydana getirmektedir. Bu sebeple âyetin asıl ifadesi “Onu Kutsal Ruh ile destekledik” şeklinde iken, yanlış anlaşılmasın diye iltifat sanatına uyulmamış ve meal, “Onu Kutsal Ruh ile destekledi” şeklinde verilmiştir.

Page 200: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 200 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

hayırlarda yarışın. Dönüşünüz Allah’adır; o size ihtilaf

ettiğiniz konuları haber verecektir.” (Maide 5/48)

أو في الرض نفقا تبتغي أن فإن استطعت إعراضهم كبر عليك وإن كان بآية ولو شاء اهلل لجمعهم على الهدى فال تكونن سلما في السماء فتأتيهم

من الجاهلين“Onların yan çizmeleri sana ağır gelir ve gücün

de yeterse yerde bir tünel veya göğe bir merdiven arar

onlara bir mucize getirirsin. Allah’ın seçimiyle olsaydı

elbette onları hidâyet üzere toplardı. Sakın cahillerden

olma” (En’âm 6/35)

ولوشاء اهلل ما أشركوا وما جعلناك عليهم حفيظا وما أنت عليهم بوكيل“Allah’ın seçimiyle olsaydı onlardan hiç kimse

müşrik olmazdı; biz seni onlara bekçi göndermedik,

sen onlara vekil de değilsin.” (En’âm 6/107)

ولو شاء اهلل لجعلهم أمة واحدة ولكن يدخل من يشاء في رحمته والظالمون ن ولي ول نصير ما لهم م

Allah’ın seçimiyle olsaydı elbette hepsini bir tek

ümmet yapardı. Ama rahmeti seçeni rahmetine sokar.

Zalimlere gelince onların ne dostu ne de yardımcısı

vardır. (Şura 42/8)

Menfaatleriyle çatışıncaya kadar her insan Allah’a

kul olmak ister. Allah, kendine kulluğu öne alıp menfa-

atlerini ikinci sıraya koyanların kalbinde imanı yaratır.

Dünya sevgisi öne geçerse Allah uyarıda bulunur; o

uyarıyı insan kendi içinde duyar; başkalarından da du-

yabilir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

ن لهم ما يتقون إن اهلل بكل وما كان اهلل ليضل قوما بعد إذ هداهم حتى يبيشيء عليم.

Page 201: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 201 -

ŞEY, ŞÂE ( ), MEŞÎET, KADER VE FITRAT

“Allah bir toplumu yoluna kabul etikten sonra sakınmaları gereken şeyi açıkça bildirmedikçe onları yoldan çıkmış saymaz. Allah her şeyi bilir.” (Tevbe 9/115)

Kişi, yaptığının yanlış olduğunu iyice anladıktan sonra menfaatlerini tercihe devam ederse Allah onun yoldan çıkışını onaylar. Bunlardan bir çoğu, sapıklığını gizlemek için dini kendine uydurmaya çalışır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

على نيا الد الحياة ون يستحب الذين . شديد عذاب من للكافرين وويل …ون عن سبيل اهلل ويبغونها عوجا أولئك في ضالل بعيد الخرة ويصد… Kâfirlerin çetin bir azaptan çekecekleri var.

Onlar, yaşadıkları anı ilerisinden çok seven, Allah’ın yolunu çarpıtmaya çalışarak ondan uzaklaşan kimse-lerdir. Onlar derin bir sapkınlık içindedirler. (İbrahim 14/2-3)

Bazısı aklını kullanarak Allah’ın emirlerini her şeye seçim eder ve ömür boyu ona kulluk eder. Bazısı da zorda kalınca kulluk ihtiyacı duyar, sıkıntı geçtikten sonra menfaatlerini öne alıp Allah’ı yine ikinci sıraya iter. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

وما قدروا اهلل حق قدره“Allah’ın gerçek değerini ölçemediler.” (En’âm 6/91)

b.İrâde

Şeyin oluşmasının ikinci şartı, iradenin bulunma-sıdır. İrâde (إرادة), ravd (رود) kökündendir. Ravd (رود), bir noktadan bir hedefe gidip gelmektir. Bu, konaklama yeri bulmak için gidip gelen kişinin yani râid’in, yaptığı iştir. O dolaşır ve kendine göre en iyi yeri seçer. Araplar şöyle derler:

بعثنا رائدا يرود لنا الكل والمنزل

Page 202: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 202 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Râid gönderdik, bize otlak ve konaklama yeri bakacak.155

İnsanın içinde, râid gibi gidip gelen, istek ve ka-rarlarını oluşturan bir yetenek vardır. İrâde, o yeteneği harekete geçirmektir; istek ile başlar, bir karar veya kararsızlıkla biter. Bu sebeple iradenin başı istek, sonu karardır.

Şu âyet, istek anlamındaki iradeyi gösterir.

ميال تميلوا أن الشهوات يتبعون الذين ويريد عليكم يتوب أن يريد واهلل عظيما

“Allah tevbenizi kabul etmek ister; arzularının peşine takılanlar da büyük bir sapıklığa düşmenizi isterler.” (Nisa 4/27)

İstek anlamındaki irade yerine gelmeyebilir. Allah bütün insanların tevbe etmesini ister ama onlar tevbe etmezler. Arzularının peşinde olanlar da istedikleri halde bütün insanları saptıramazlar.

Allah, karar anlamındaki iradesini yerine getirecek güçtedir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

إن ربك فعال لما يريدSenin rabbin irade ettiği şeyi yapacak güçtedir.

(Hûd 11/107)

Allah’ın iradesi, ancak onun “ol” emri ile gerçekle-şir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

إنما قولنا لشيء إذا أردناه أن نقول له كن فيكون“Bir şeyi irade ettiğimizde sözümüz onun için “ol”

dememizdir. O şey oluşur.” (Nahl16/40)

İnsanın kararlılığı anlamını taşıyan iradeye şu âyet örnektir.

155. Cemalüddin Muhammed b. Manzur, Lisanu’l-arab, Beyrut tarihsiz, رود mad.

Page 203: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 203 -

ŞEY, ŞÂE ( ), MEŞÎET, KADER VE FITRAT

والوالدات يرضعن أولدهن حولين كاملين لمن أراد أن يتم الرضاعة“Anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Bu,

emzirmeyi tamamlama iradesinde olanlar içindir.” (Bakara 2/233)

İnsan, iradesini ancak Allah’ın şartları oluştur-masıyla uygulayabilir. Mesela çocuğu emzirmek için Allah’ın vereceği imkânlara sahip olmak gerekir. Bu sebeple Allah Teâlâ şöyle buyurur:

لين فإذا عزمت فتوكل على اهلل إن اهلل يحب المتوك“Bir şeye karar verdin mi Allah’a dayan. Allah

kendine dayananları sever.” (Al-i İmran 3/159)

İnsan, bir şeye karar verirse Allah o kişiye önce, onun iyi veya kötü olduğunu ilham eder.

c.İlhâm

İlham; Allah’ın, kulunun kalbine bir şeyi doğurma-sıdır.156 Allah Teâlâ şöyle buyurur:

ونفس وما سواها . فألهمها فجورها وتقواها“Nefse ve onu dengeleyene, yaptığının isyankârlık

veya takvâ olduğunu ilham edene yemin olsun.” (Şems 91/7-8)

Karar verdiği şeyin takvâ mı yoksa isyankârlık mı olduğu kişinin kalbine ilham edildikten sonra o, ya o şeye devam eder ya da vazgeçer. Doğru karar verenin içi giderek daha da rahatlar. Karar yanlışsa üzüntü, vicdan azabı ve bunalımlara kadar varan sıkıntılar olur.

Şu âyet, ilhamın her iki çeşidini de göstermektedir:

فمن يرد اهلل أن يهديه يشرح صدره لإلسالم ومن يرد أن يضله يجعل صدره جس على الذين ل قا حرجا كأنما يصعد في السماء كذلك يجعل اهلل الر ضي

يؤمنون

156. Fahrüddin er-Razî, et-Tefsîr’ül-Kebîr, Matbaa-i Amire, c.VIII, s. 583.

Page 204: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 204 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Allah kimi hidâyete erdirme kararı vermişse onun gönlünü İslam’a açar. Kimi de saptırma kararı vermiş-se onun içini daraltır; sanki göğe yükseliyor gibi olur. Allah o pisliği inanmayanların üstüne işte böyle yığar. (En’âm 6/125)

Allah Teala’nın yanlış yolda olanlara verdiği sıkıntı, o yoldan vazgeçmeleri içindir.

ما الشيطان لهم وزين قلوبهم قست ولكن تضرعوا بأسنا جاءهم إذ فلول روا به فتحنا عليهم أبواب كل شيء حتى إذا كانوا يعملون . فلما نسوا ما ذك

فرحوا بما أوتوا أخذناهم بغتة فإذا هم مبلسون“Senden önceki topluluklara da elçiler göndermiş-

tik. Belki yalvarıp yakarırlar diye onları sıkıntıya ve zarara uğratmıştık. Verdiğimiz sıkıntılar başlarına ge-lince yalvarıp yakarsalardı olmaz mıydı? Ama kalpleri katılaştı ve yapmakta olduklarını Şeytan onlara güzel gösterdi. Yapılan uyarıları göz ardı ettikleri zaman önle-rine her şeyin kapılarını açarız. Kendilerine verilenlerle tam ferahladıkları bir sırada onları kıskıvrak yakalarız. Hepsi bir anda umut suzluğa düşerler.” (En’âm 6/42-44)

ولنذيقنهم من العذاب الدنى دون العذاب الكبر لعلهم يرجعون“Belki vazgeçerler diye büyük azaptan önce onlara

kesinlikle belli bir azap tattıracağız.” (Secde 32/21)

Yanlışlarından dönmeleri için tattırılacak “belli azap =العذاب, yukarıdaki azap olmalıdır.

Allah Teâlâ, hidâyete erdireceği kişilerle ilgili şu ölçüleri koymuştur:

ويهدي إليه من أناب“Allah, kendine yönelenin yola gelişini onaylar.”

(R’ad 13/27)

Page 205: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 205 -

ŞEY, ŞÂE ( ), MEŞÎET, KADER VE FITRAT

ستقيم ومن يعتصم باهلل فقد هدي إلى صراط م“Kim Allah’a bağlanırsa kesinkes doğru yola ileti-

lir” (Al-i İmran 3/101)

Allah Teâlâ; kâfirlik, fâsıklık, zalimlik, yalancılık, nankörlük, müsriflik ve âyetlerine inanmazlık edenleri, tevbe edinceye kadar yoluna kabul etmez. Aşağıdaki âyetler bunu göstermektedir:

واهلل ل يهدي القوم الكافرين“Allah kâfirler topluluğunu yola getirmez.”157

واهلل ل يهدي القوم الفاسقين“Allah fâsıklar topluluğunu yola getirmez.”158

واهلل ل يهدي القوم الظالمين,“Allah zâlimler topluluğunu yola getirmez.”159

إن اهلل ل يهدي من هو كاذب كفار“Allah nankör yalancıyı yola getirmez.” (Zümer

39/3)

إن اهلل ل يهدي من هو مسرف كذاب“Allah yalancı müsrifi yola getirmez.” (Mü’min

40/28)

إن الذين ل يؤمنون بآيات اهلل ل يهديهم اهلل“Allah, âyetlerine inanmayanları yola getirmez.”

(Nahl 16/104)

Vâbısa b. Mabed diyor ki, Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme gittim; “İyilikten ve günahtan sormak için mi geldin? “ dedi.

157. Bakara 2/264; Maide 5/67; Tevbe 9/37; Nahl 16/107.158. Maide 5/108; Tevbe 9/24, 80; Saff 61/5; Munafıkun 63/6.159. Bakara 2/258; Al-i İmran 3/86; Maide 5/51; En’am 6/144; Tevbe 9/19, 109; Kasas

28/50; Ahkaf 46/10; Saff 61/7; Cuma 62/5.

Page 206: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 206 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Evet, dedim.

Sonra parmaklarını bir araya getirerek göğsüne vurdu ve üç kere şöyle dedi:

“Nefsine danış, kalbine danış Vabısa! İyilik, nefsin yatıştığı, kalbin yatıştığı şeydir. Günah da içe dokunan ve göğüste tereddüt doğuran şeydir. İsterse insanlar sana fetva vermiş, yaptığını uygun bulmuş olsunlar.”160

Muhammed sallallahu aleyhi ve selemin bir sözü de şöyledir: “Seni işkillendiren şeyi bırak, işkillendir-meyene bak. Çünkü doğruluk iç huzuru verir, yalan da şüphe ve tereddüt doğurur.”161

Allah Teâlâ yanlış davranış gösterenlerle ilgili şöyle buyurur:

قلوبهم واهلل عليم إل أن تقطع قلوبهم ريبة في الذي بنوا بنيانهم ل يزال حكيم

Kurdukları bina, içlerinde bir şüphe olarak devam edecektir; kalpleri parça parça olursa başka. (Tevbe 9/110)

Bütün bu safhalardan geçtikten sonra Allah’ın onayı çıkar.

d.Allah’ın onayı

Kur’an’da onay vermeyi ifade eden kelime izin (الذن) dir. Arapçada kulağa üzün (الذن), kulakla alınan veya ku-lağa duyurulan bilgiye izin (الذن), o bilgiyi yüksek sesle bildirene müezzin (المؤذن), bildirilen şeye de ezan (الذان) denir.162 Allah’ın onayı çıkmadan hiçbir şey olmaz. İnsan kararını kendi içinde oluşturur; onu, Allah’ın dışında kimse bilemez. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

160. Sünen-i Dârimî, Büyû’, 2.161. Tirmizî, Kıyame, 60.162. Ebu’lHüsyn Ahmed İbn Faris b. Zekariyya, Mekayîs’il-luğa, (اذن) maddesi; Ragıb el-İsfahânî,

Müfredat, اذن maddesi.

Page 207: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 207 -

ŞEY, ŞÂE ( ), MEŞÎET, KADER VE FITRAT

مال قعيد ما يلفظ من قول إل لديه يان عن اليمين وعن الش إذ يتلقى المتلقرقيب عتيد

“İki alıcı (melek) sağda ve solda oturur; ağzından bir söz çıkmaya görsün hemen yanında gözetleyici (melek, yazmak için) hazır bulunur.” (Kaf 50/17–18)

وإن عليكم لحافظين . كراما كاتبين . يعلمون ما تفعلون .“Üzerinizde koruyucular vardır, değerli yazıcılar;

bütün işlediklerinizi bilirler.” (İnfitâr 82/10–12)

Allah’ın izni yani onayı olmazsa kişi kayıtlara mümin olarak geçmez. Çünkü her insan, kendine göre Allah’a inanır ama Allah, her imanı onaylamaz. Onaylanması, kişinin Allah’a olan güvenine bağlıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

صيبة إل بإذن اهلل ومن يؤمن باهلل يهد قلبه واهلل بكل شيء ما أصاب من معليم

“Meydana gelen her şey Allah’ın onayıyla (izniyle) olur. Kim Allah’a güvenirse kalbini doğruya yöneltir. Allah her şeyi bilir.” (Teğâbun 64/11)

جس على الذين ل يعقلون وما كان لنفس أن تؤمن إل بإذن اهلل ويجعل الرHiç kimse, Allah’ın onayı (izni) olmadan mümin

olacak değildir. Allah pisliği, aklını kullanmayanların üzerine yığar. (Yunus 10/100)

e.Kayda geçirme

Allah, bir şeyi var etmek isterse önce yazılmasını sonra oluşmasını emreder. Kayda geçmeyen hiçbir şey başa gelmez. İlgili ayet şöyledir:

Page 208: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 208 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

قل لن يصيبنا إل ما كتب اهلل لنا هو مولنا وعلى اهلل فليتوكل المؤمنون“De ki: “Allah ne yazdıysa başımıza o gelir. O,

bizim velimizdir. Müminler yalnız Allah’ı vekil edin-sinler.” (Tevbe 9/51)

Ezelde yazılmış bir yazgı yoktur. Bunu iddia eden-ler, kendi hayalleri dışında bir şeye dayanmazlar. Yazma işi hep devam ettiğinden şöyle dememiz emredilmiştir:

نيا حسنة وفي الخرة إنا هدنا إليك واكتب لنا في هذه الد“Rabbimiz, bu dünyada bize iyilik yaz, Ahirette

de. Biz sana yöneldik.” (Araf 7/156)

İddia edildiği gibi ezelden bir yazgı olsaydı böyle bir ayet olmazdı.

Allah, iznini önce yazıcı meleklere bildirir. Onlar hemen kayda geçerler. Oluşum bu kayıttan sonra başlar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

أن قبل ن م كتاب في إل أنفسكم في الرض ول في صيبة م من أصاب ما نبرأها إن ذلك على اهلل يسير

“Yeryüzünde ve kendinizde olan her şey,163 onu ayrı bir varlık olarak yaratmamızdan önce mutlaka bir kita-ba kaydolunur. Bu, Allah için kolaydır.” (Hadîd 57/22)

Kayıttan sonra tekvîn yani şeyin oluşumu başlar.

f.Şeyin oluşumu

Allah, olmasına karar verdiği şey için sadece “ol” der, o şey oluşmaya başlar.

163. Âyette geçen صيبة ,kökündendir. Mucemümekâyîs’il-luğa’ya göre savb (صوب) musibet, savb مbir şeyin nüzulü ve yerine yerleşmesi (يدل على نزول شيء واستقراره قراره) anlamına gelir. Bu sebeple âyete, ister iyi ister kötü olsun ‘olan her şey’ anlamını verdik. Sonraki âyet de bu anlamı doğrulamaktadır. Âyet şöyledir: ليحب كل مختال فخور :لكيال تأسوا على ما فاتكم ولتفرحوا بما آتاكم واهلل

“Bunun böyle olması, kaybettiğinize üzülmeyesiniz, Allah’ın verdiği şeyle şımarmayasınız di-yedir. Allah, kendini bir şey zannedip övünen hiç kimseyi sevmez.”

Page 209: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 209 -

ŞEY, ŞÂE ( ), MEŞÎET, KADER VE FITRAT

Allah, ölçüsünü belirlediği her şeyi yapacak güçte-dir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

يخلق ما يشاء وهو العليم القدير“Allah seçtiği şeyi yaratır. Bilen ve ölçüyü koyan

odur”. (Rum 30/54)

قال رب أنى يكون لي غالم وقد بلغني الكبر وامرأتي عاقر قال كذلك اهلل يفعل ما يشاء

“Zekeriya dedi ki; “Ya Rab! Benim oğlum nasıl olur; ihtiyarlık gelmiş çatmış, karım da kısır? Dedi ki, bu böyledir, Allah seçtiği şeyi yapar.” (Ali-i İmran 3/40)

Bir şey, ancak Allah’ın emir vermesiyle oluşabilir. Bu sebeple Allah Teâlâ şöyle buyurur:

ول تقولن لشيء إني فاعل ذلك غدا . إل أن يشاء اهلل“Hiçbir şey için yarın bunu yapacağım, deme; “Allah

seçip yaratırsa yaparım” dersen başka.” (Kehf 18/23–24)

Yazının başında görüldüğü gibi, insan fiilleriyle ilgili bir şeyin olması için önce insanın seçimi sonra Allah’ın da o şeyi seçip yaratması gerekir.

Üzüm üretmek isteyen kişi, toprağa, suya, üzüm kütüklerine, gübreye, tarım aletlerine, uygun tabiat şartlarına, bilgiye ve beceriye vs. ihtiyaç duyar. Gereken çabayı da gösterirse üzümü üretir. Bundan sonra “Bunu ben ürettim” diyebileceği gibi “Bunu Allah yarattı” da diyebilir. Çünkü Allah o kanunları koymasa ve şartları oluşturmasaydı üzüm üretilemezdi. Şarap üreticisi de benzer durumdadır. Allah, üzümü helal, şarabı haram kılmıştır ama insanı, ne üzüm üretimine zorlar, ne de şarap üretimine engel çıkarır. Bütün insan fiilleri böyle-dir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

وأن ليس لإلنسان إل ما سعى“İnsanın kendine ait bir şeyi yoktur; çaba gösterdi-

ği başka.” (en-Necm 53/39)

Page 210: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 210 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Yani kişinin bir çabası yoksa kendinin sayılacak işi de yoktur. Miras, hediye ve sair yollarla eline geçen şey-lerde kendi katkısı olmadığından bu kişi iyi veya kötü diye vasıflandırılamaz.

g.Şey’e güç verme -Takdîr

Takdîr, bir şeyin ölçüsünü oluşturmak veya ona güç vermektir.164 Yaratılış bir kadere yani ölçüye göre oldu-ğundan, âyetlerde yaratılıştan sonrasını gösteren takdîr kelimeleri, yaratılana ölçülü güç verme anlamındadır.‏Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

الذي خلق فسوى والذي قدر فهدىYaratan ve düzenleyen odur. Güç veren, arkasın-

dan yolu gösteren odur. (A’lâ 87/1-3)

Âyette geçen سوى (sevvâ) tesviye etti, yani eşitledi, yaratılışını tamamladı, demektir. Bu, her varlığın, kendi cinsine ait ölçülerde yaratılmasıdır. Armut, elma olmaz; hangi cins armut ise o cinsin şeklini ve temel özellikle-rini alır.

Yaratılıştan sonrasını gösteren قدر (kaddere) keli-mesi, o şeye kudret, yani belli ölçüde güç vermeyi ifade eder. Demek ki Allah, yarattığı her varlığın içine bir güç koymaktadır.

Âyetteki فهدى (fe hedâ) sözü, “yolu gösterdi” anlamındadır. Bütün varlıklar Allah’ın gösterdiği yola girerler. Böylece eşya, Allah’a muhatap hale gelir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

كرها أو طوعا ائتيا وللرض لها فقال دخان وهي السماء إلى استوى ثم قالتا أتينا طائعين

164. Ragıb el-İsfahânî, Müfredat قدر mad. يء القدرة يء وكنهه ونهايته . والتقدير إحداثه أوأعطاء الش والقدر يدل على مبلغ الش

Page 211: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 211 -

ŞEY, ŞÂE ( ), MEŞÎET, KADER VE FITRAT

“Sonra, duman halinde olan göğe yöneldi, ona ve yeryüzüne: “İsteyerek veya istemeyerek emrime gelin” dedi. İkisi de: “İsteyerek geldik” dediler.” (Fussilet 41/11)

Varlıkların طائعين eteynâtâiîn = isteyerek) = أتينا geldik) demeleri önemlidir. Bu, onlardaki şuurun ve gerçeği gördüklerinin delilidir. Bunu şu âyet daha açık ifade eder:

ح يسب إل شيء ن م وإن فيهن ومن والرض السبع السماوات له ح تسببحمده ولكن ل تفقهون تسبيحهم إنه كان حليما غفورا

“Yedi gök, yer ve bunlardaki varlıklar onu tesbih ederler; Onu hamdi sebebiyle tesbîh etmeyen bir şey yoktur; fakat siz onların tesbihlerini anlamıyorsunuz. “(İsrâ 17/44)

Hamd; birini, yaptığı iyi bir işten dolayı övmektir.165 Allah’ı, hamdi sebebiyle tesbih etmek, yaptığı her şeyi güzel yaptığı için ona boyun eğmektir. Bu da eşyanın şuurunu gösterir.

h.İnsanın oluşumu

İnsan ile ilgili olarak şöyle buyurulmuştur:

من أي شيء خلقه . من نطفة خلقه فقدره“Kişiyi hangi şeyden yarattı? Döllenmiş yumurta-

dan (nutfeden)... Yarattı, sonra ona güç yükledi. (Abese 80/18-19)

İnsana, diğer canlılardakine benzer bir güç veril-miştir. Çünkü yaratılışı tamamlanıncaya kadar insanın, onlardan farkı yoktur. Onun yaratılış evrelerini anlatan âyet şöyledir:

165. Ragıb el-İsfahânî, Müfredat حمد mad.

Page 212: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 212 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

فكسونا عظاما المضغة فخلقنا مضغة العلقة فخلقنا علقة طفة الن خلقنا ثم العظام لحما ثم أنشأناه خلقا آخر

“Sonra döllenmiş yumurtayı alaka (kan pıhtısı görünümünde) yaptık. Alakayı bir çiğnem et parçası yaptık. Et parçasını kemikler haline getirdik. Sonra kemikleri etle donattık, sonra onu başka bir yaratık haline getirdik.” (Müminûn 23/14)

Kemiklerin etle donatılması, vücudun bütünüyle yaratılması ve tam bir insan görüntüsü alması demektir. Ayete göre farklılaşma bundan sonra olur. Onu da şu âyet anlatır:

ثم سواه ونفخ فيه من روحه وجعل لكم السمع والبصار والفئدة قليال ما تشكرون

Sonra Allah ruhundan üfleyerek onu (diğer insan-larla) eşitledi. Böylece sizde dinleme özelliği, basarlar ve gönüller oluşturdu. Ne kadar az şükrediyorsunuz! (Secde 32/9)

Demek ki, insanı farklılaştıran, vücudunun şekli değil, ona üflenen ruhtur. Ruh, Allah’tan gelen bilgi anlamındadır. İlgili âyet şöyledir:

وح من أمر ربي وما أوتيتم من العلم إل قليال . وح قل الر ويسألونك عن الرولئن شئنا لنذهبن بالذي أوحينا إليك ثم ل تجد لك به علينا وكيال“Sana ruhu soruyorlar. De ki: “Ruh Rabbinizin

emridir. Size o bilgiden pek az verilmiştir. Seçimimiz farklı olsaydı sana vahyettiğimizi giderirdik de bize karşı seni bu konuda savunacak birini bulamazdın.” (İsra 19/85-86)

Ruh, Allah’tan gelen bilgidir. Elçisine vahyettiği ruh ise Kur’an’dır. Bunu şu âyetten öğreniriz:

Page 213: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 213 -

ŞEY, ŞÂE ( ), MEŞÎET, KADER VE FITRAT

يمان وكذلك أوحينا إليك روحا من أمرنا ما كنت تدري ما الكتاب ول الصراط إلى لتهدي وإنك عبادنا من نشاء من به نهدي نورا جعلناه ولكن

مستقيم.“İşte böylece sana da emrimizden bir ruh vahyet-

tik. Sen, bu Kitabı ve bu imanı bilmezdin. Ama biz, kullarımızdan seçtiğimiz kimselere onunla yol gösteri-riz. Sen elbette doğru bir yol gösterirsin.” (Şura 42/52)

İnsan dünyaya bilgisiz geldiği için ona üflenen ruh, Allah’tan gelen bilgi sistemidir. İlgili âyet şöyledir:

مع الس لكم وجعل شيئا تعلمون ل هاتكم أم بطون ن م أخرجكم واهلل والبصار والفئدة لعلكم تشكرون .

“Allah sizi analarınızın karnından çıkardığında bir şey bilmiyordunuz. Ama size dinleme özelliği, basarlar ve gönüller vermişti. Belki şükredersiniz.” (Nahl 16/78)

Ruh gözün, kulağın ve kalbin yaratılmasından sonra üflendiğinden bunlar, bildiğimiz göz, kulak ve kalp değil, basiret, dinleme özelliği ve gönüldür.

Basar, basirete yani doğruları görme özelliğine sahip organdır. Dinlemeyi ve bilgi toplamayı sağlar. Gönül ise bu bilgileri işleyen organdır. Bunlar; ruhun gözü, ruhun kulağı ve ruhun kalbi olduğu için gözün kör ve kulağın sağır olması bunları etkilemez. İlgili âyet şudur:

بها أو آذان يسمعون بها يعقلون قلوب لهم فتكون أفلم يسيروا في الرض دور. فإنها ل تعمى البصار ولكن تعمى القلوب التي في الص

“Yeryüzünde hiç dolaşmadılar mı ki, akıllarıyla birlikte kullanacakları kalpleri oluşsun veya kulakları olsun da onunla dinlesinler. Basarlar kör olmaz; kör olan, göğüslerdeki kalplerdir.” (Hac 22/46)

Gözün kör olmasıyla basar kör olmaz. İnsan bil-giyi, basiretiyle ve dinlemesiyle elde eder. Sonra onu,

Page 214: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 214 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

gönlünde işler. Akıllıca hareket ederse dürüst olur ve doğru bilgi üretebilir. Ama duyguları ağır basarsa ruhu-nun kalbi körelmeye başlar. Çünkü kişi kendi yararları-nı öne alınca aklı ile gönlü arasında çatışma çıkar ve içi daralır. Yanlış yapmaya devam ederse kötü alışkanlık kazanarak doğruları görmeye ve işitmeye tahammül edemez hale gelir. Artık gözü kör, kulakları sağır ve kalbi mühürlü gibi olur. İmanın kalp ile tasdiki gerektirmesi bundandır. Bunlar, gerçekleri bile bile gizledikleri için cehennemi hak ederler. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

ولهم بها يفقهون ل قلوب لهم نس وال الجن من كثيرا م لجهن ذرأنا ولقد أعين ل يبصرون بها ولهم آذان ل يسمعون بها أولئك كالنعام بل هم أضل

أولئك هم الغافلون.“Cinlerden ve insanlardan çoğunu gerçekten

Cehennem için yetiştirmiş olduk. Kalpleri vardır, on-larla kavramazlar. Gözleri vardır, doğruları görmezler. Kulakları vardır, onlarla dinlemezler. Bunlar en’âm (koyun, sığır ve deve) gibidirler; belki daha da düşük-türler. Gafiller işte onlardır.” (A’raf 7/179)

Allah Teâlâ her şeyi güzel yaratmış ama insanı daha güzel yaratmış ve şöyle demiştir:

نسان في أحسن تقويم لقد خلقنا ال“İnsanı, gerçekten en güzel kıvamda yarattık.”

(Tîn 95/4)

İnsanın ruhu körelince aşağılık hale gelir. Tîn suresi şöyledir:

“İncire ve Zeytine, Sina dağına, bir de şu güvenli şehre yemin olsun ki, insanı en güzel kıvamda yarattık. Sonra onu aşağıların en aşağısına çevirdik. İman edip iyi işler yapmış olanlar farklıdır; onları bitmez tüken-mez bir ödül beklemektedir. Ey insan, bu din karşısında seni yalana sürükleyen nedir? En doğru karar, Allah’ın kararı değil midir?” (Tîn 95)

Page 215: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 215 -

ŞEY, ŞÂE ( ), MEŞÎET, KADER VE FITRAT

Vücut bilgisayara benzer; onun elektriği insanın canı, bilgi işletim sistemi de ruhu gibidir. Vücut ölünce ruh, o bilgilerle birlikte vücudu terk eder. Ölmüş bir kâfirin ruhu, şöyle diyecektir:

…رب ارجعون. لعلي أعمل صالحا فيما تركت كال إنها كلمة هو قائلها ومن ورائهم برزخ إلى يوم يبعثون.

“Rabbim! Beni geri çeviriniz. Belki terkettiğim yerde iyi işler yaparım. Hayır; bu onun söylediği söz-dür. Arkalarında yeniden dirilecekleri güne kadar engel vardır.” (Müminun 23/99-100)

Ruh ile beden öylesine bütünleşir ki, tek bir nefis halini alır. Onlardan her birine de nefis adı verilir ve o ruh, o bedenden başkasına girmez. Ahirette beden tekrar yaratılınca ruh kendi bedenine girer ve yine tek bir nefse dönüşür. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Nefisler birleştirilince, diri diri gömülen kıza so-rulunca: hangi suçtan dolayı öldürüldü diye. Defterler açılınca, gök sıyrılınca, Cehennem körüklenince, Cennet yaklaştırılınca, her nefis ne getirdiğini öğrene-cektir.” (Tekvir 81/7-14)

İşte insanı farklı kılan, ondaki bu ölçülerdir.

21,4 Meşîet ( )

Şâe (شاء) fiili, insanların seçimine bağlı olarak Allah’ın seçip yarattığı şeyleri anlatan âyetlerde geçtiği için çok önemlidir. Bu fiil üzerinde ustaca oynanan oyunlar sebebiyle İslam âlemi, karanlıklara gömülmüş-tür. Şimdi oyunun nasıl oynandığına bakalım.

Şâe (شاء) fiilinin kökü olan “şey”( الشيء)’den, kural-dışı (şaz) mimli mastar kalıbı olan مفعلة = mef’ile‘den166

166. El-Mustafa b. Muhammed Selim el-Ğelâyînî(öl. 1364 h), Camiu’d-Durusi’l-Arabiyye, Be-yurt, 28. Baskı, 1414/1993, c. V, s. 29.

)وشذ بناؤه على )مفعلة) )بكسر العين

Page 216: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 216 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

meşîet kelimesi türetilmiştir.167 “Şey”in anlamı (مشيئة)neyse “meşîet”in anlamı da odur. Kur’an’da ve Sünnette olmayan, Arapların da bilmediği bu kelimeye168 kelam bilginleri zamanla “irade” anlamını yüklemişlerdir. Ragıb el-İsfahanî (ö. 425 h.) şöyle der:

“Meşîet, kelamcıların çoğuna göre irade gibidir, aynıdır.”169

Meşîete irade anlamı verilemez. Daha önce açık-landığı gibi meşîetin faili insan olursa anlamı (irade + gereğini yapması), Allah olursa (irade + “ol” emrini vermes)idir. Mesela bir kimsenin namaz kılmaya karar vermesi onun iradesini gösterir. Bu iradenin meşîete dönüşmesi için Allah’ın “ol” emriyle birlikte kulun namazı tam kılması gerekir. Çünkü kulun meşîeti Allah’ın meşîetine bağlı olarak gerçekleşir. Allah’ın “ol” emri çıkmazsa irade meşîete dönüşmez. Bunu şu âyetten açıkça anlayabiliriz:

واهلل عليكم ويتوب قبلكم من الذين سنن ويهديكم لكم ن ليبي اهلل يريد عليم حكيم.

“Allah size, açıkça anlatmayı; sizi, sizden önceki-lerin doğru yollarına yönlendirmeyi ve tevbenizi kabul etmeyi irade eder. Allah bilir, doğru karar verir.” (Nisa 4/26)

Allah’ın bu iradesi, onun “ol” emri ile meşîete dönüşmediği için insanların çoğu doğru yola gelmez. Çünkü bu gibi konularda ilahî irâdenin meşîete dönüş-mesi için insanın o şeyi yapmaya karar vermesi gerekir. Yukarıdaki âyette irade yerine meşîet kullanılsaydı

167. Ahmed Muhtar Abdulhamid Ömer, (öl. 1424 h.), Mu’cem’ul-luğ’al-arabiyye el-muasıra, c. II, s. 1252, Alem’ul-kutub, 1429/2008 (dört cilt) مشيئة، مصدر ميمي من شاء .

168. Mekayîs’ul-luğa ve Esas’ul-belağa’da المشيئة kelimesi yoktur. Tabiîn’denMücahid b. Cebr el-Mahzûmî’nin (ö. 103/721) ile Abdurrazak b. Hümam es-San’anî (126 - 211 h.) ve Süfyan b. Said es-Sevrî(öl. 161’778) tefsirlerinde meşîet kelimesine yer vermemişlerdir.

169. Ragıp el-İsfahani, Müfredât,شيء mad.

Page 217: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 217 -

ŞEY, ŞÂE ( ), MEŞÎET, KADER VE FITRAT

yeryüzünde kimse kâfir olamazdı. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

ولو شاء لهداكم أجمعين“Allah meşîet etseydi elbette hepinizi yola getirir-

di.” (Nahl 16/9)

حتى الناس تكره أفأنت جميعا كلهم الرض في من لمن ربك شاء ولو يكونوا مؤمنين

“Allah meşîet etseydi yeryüzünde kim varsa el-bette hepsi topluca iman ederdi. Mümin olsunlar diye insanlara sen mi baskı yapacaksın?” (Yunus 10/99)

Nebimiz de bunu şöyle ifade etmiştir:

ماشاء اهلل كان وما لم يشأ لم يكن“Allah’ın meşîet ettiği olur, meşîet etmediği

olmaz.”170

Allah imtihan ettiği için tek taraflı seçimde bulunmaz o, bize seçme hakkı verdiği şeyleri, bizim seçimimize bağlı olarak seçip yaratır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

إن هذه تذكرة فمن شاء اتخذ إلى ربه سبيال وما تشاؤون إل أن يشاء اهلل إن اهلل كان عليما حكيما .

“Bu bir bilgilendirmedir; doğruyu meşîet eden Rabbine giden yola girer. “Sizin meşîetiniz, ancak Allah’ın da meşîet etmesiyle meydana gelir. Allah bilir, doğru karar verir.” (İnsan 76/29–30)

Bu ayetler ve hadis, irade ile meşîet arasındaki büyük farkı açıkça gösterdiği halde meşîete irade anlamı vermenin savunulabilir bir tarafı olamaz. Çünkü irade-de baskı yoktur; insanın iradesi, Allah’ın iradesine ters olabilir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

170. Ebû Davûd, Edeb 110.

Page 218: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 218 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

ميال تميلوا أن الشهوات يتبعون الذين ويريد عليكم يتوب أن يريد واهلل عظيما

“Allah tevbelerinizi kabul etmeyi irade eder ama arzularının peşine takılanlar, sizin büyük bir sapıklığa düşmenizi irade ederler.” (Nisa 4/27)

Ulaşabildiğimiz en eski tefsirlerden İmam Maturîdî’nin (öl. 333/944)Te’vîlat’ına kadar şâe (شاء) fiiline, irade anlamı verildiğine rastlamıyoruz. Mesela Maturîdî’nin, en başta zikrettiğimiz İbrahim 4. âyetle ilgili tefsiri şöyledir:

ن لهم فيضل اهلل من يشاء ويهدي وما أرسلنا من رسول إل بلسان قومه ليبيبه الذي سبب آثر من ويهدي الضالل، سبب آثر من اهلل )يضل يشاء من

يهتدي؛ يهديه ذلك. ) وهو العزيز الحكيم“Biz, her elçiyi kendi halkının dili ile gönderdik ki,

onlara açık açık anlatsın. Bundan sonra Allah sapıklık yolunu tercih edenin sapıklığını onaylar, hidayete gö-türen yolu tercih edenin de yola gelmişliğini onaylar. Güçlü olan o, doğru karar veren odur”.171 (İbrahim 14/4)

Burada Maturîdî, şâe =شاء fiiline âser (آثر) = tercih etti, anlamı verip fiilin kaldırılmış tümleçlerini (mef’ûl-lerini) yerine koyduğu için ayete tefsir yapmamış, meal vermiştir.

Maturîdî şu ayetteki meşîete de tercih anlamı vermiştir:

سيقول الذين أشركوا لو شاء اهلل ما أشركنا ول آباؤنا ول حرمنا من شيء علم من عندكم هل قل بأسنا ذاقوا حتى قبلهم من الذين كذب كذلك الحجة فلله قل . إل تخرصون أنتم وإن الظن إل تتبعون إن لنا فتخرجوه

البالغة فلو شاء لهداكم أجمعين

171. EbûDavûd, Edeb, 110.

Page 219: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 219 -

ŞEY, ŞÂE ( ), MEŞÎET, KADER VE FITRAT

“Müşrikler diyecekler ki: “Müşrik olmamızı Allah tercih etmeseydi ne biz şirke düşerdik ne de atalarımız. Bir şeyi haram da kılmazdık.” Onlardan öncekiler de bu yalana sarıldılar ve sonunda azabımızı tattılar. De ki: “Yanınızda bir bilgi var mı ki, çıkarıp bize göste-resiniz. Siz sadece zannınızın peşine takılmışsınız; siz sadece atıyorsunuz.

De ki, susturucu delil Allah’ınkidir; tercihi Allah yapsaydı elbette hepinizi yola getirirdi.”‏ (En’am 6/148–149)

Maturîdî diyor ki, Mutezile; buradaki meşîete baskı (kahr) ve zorlama (cebr) anlamı vermiştir.172 O durumda meal şöyle olur:

“Müşrikler diyeceklerdir ki: “Allah bizi müşrik yapmasaydı ne biz şirke düşerdik ne atalarımız. Bir şeyi haram da kılmazdık.” …

Maturîdî; Hasen el-Basrî (21/110) ve Ebubekr el-Esamm’ın(öl. 201 h.) bu âyetteki meşîete rıza anlamını verdiğini söyler.173 O zaman müşrikler şöyle demiş olurlar:

“Allah razı olmasaydı ne biz ortak koşardık ne de atalarımız.”

Maturîdî, âyetlerdeki yeşâ = يشاء fiiline emir ve çağrı anlamı verildiğini de söylemiştir. “Allah onlara onu emretti ve ona çağırdı demiş olurlar.174 O zaman meal şöyle olur:

“Allah bizim müşrik olmamızı emredip şirke çağırmasaydı ne biz müşrik olurduk ne de atalarımız.”

172. Ebu Mansur el-Maturîdî, Te’vîlât, Thk: Ertuğrul Boynukalın, Kontrol: Bekir TOPALOĞLU, İstanbul, 2006, c. V, s. 250.

قالت المعتزلة يقولون: المشيئة هاهنا مشيئة قسر و قهر...و)عندنا) المشيئة: مشيئة الختيار 173. Ebu Mansur el-Maturîdî, Te’vîlât, c. V, s. 250.174. Ebu Mansur el-Maturîdî, Te’vîlât, c. V, s. 250.

Page 220: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 220 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Maturîdî diyor ki; bazılarına göre de müşrikler bunu, alay etmek ve Müslümanları işletmek için söylü-yorlardı yoksa ciddi değillerdi.175 O zaman ayetin meali şöyle olur:

“Allah bizi müşrik yaratmasaydı ne biz şirke dü-şerdik ne atalarımız. Bir şeyi haram da kılmazdık.”

Meşîete irade anlamı verilmesine Maturîdî’den önce başlanmıştır. Çünkü Maturîdî, kendi çağında bunun örf haline geldiğini bildirmektedir.176 Daha sonra onun mezhebinin kelamcıları dahil bütün kelamcılar, meşîe-te irade anlamı vermişlerdir. Maturîdîlerden Nuruddin es-Sabûnî (öl. 580/1184) şöyle der:

ل فرق بين المشيئة و الرادة عند أهل السنة“Ehl-i Sünnet’e göre meşîet ile irade arasında fark

yoktur177.”

Bazı Arap dilcileri de yanlış olduğunu bile bile bu yola girmişlerdir. Mesela Muhammed Murtaza ez-Ze-bîdî (ö. 1205/1791) sözlüğünde meşîet ile ilgili olarak şöyle demiştir:

ككراهة ( )ومشاءة كخطيئة ( شيأومشيئة )أشاؤه الشيء أي ( )شئته : شيأ )ومشائية ) كعالنية : )أردته )178

Zebîdî, kelimeye irade anlamı verdikten sonra şun-ları söylemiştir:

“Meşîet sözlükte icad (= var etme), irade ise talep (= isteme) anlamındadır. Bunlar farklı anlamlar olsa da kelamcıların çoğu arada bir fark görmemiştir179.”

175. Ebu Mansur el-Maturîdî, Te’vîlât, c. V, s. 250.176. Ebu Mansur el-Maturîdî, Te’vîlât, c. V, s. 183. ما أشركوا. قالت المعتزلة: المشيئة هاهنا مشيئة قهر وجبر، أي: لو شاء اهلل لعجزهم ومنعهم عن الشرك على وقوله - عز وجل -: )ولو شاء اهلل

دفع البتالء والمتحان. وأما عندنا: المشيئة: مشيئة اختيار177. Nuruddin es-Sabûnî, el-Bidâye fî usûl’id-dîn, Diyanet Yayınları, Ankara 1995, s. 72. Eş’ârî-

lerin aynı mealde ibareleri için bkz. İbrahim b. Muhammed el-Beycûrî(öl. 1277 h./1860 m.), Şerhucevhereti’t-tevhîd, Beyrut 1403/1983, s. 65.

Es-Sabûnî’nin eserini, Bekir TOPALOĞLU, notlar ekleyerek “Maturidiyye Akaidi” adıyla ter-cüme etmiş, Diyanet İşleri Başkanlığı da ana metinle birlikte yayınlanmıştır. Yukarıdaki ifade Türkçe tercümenin 144. Sayfasındadır.

178. ez- Zebîdî, Tacu’l-arus, c. I, s. 82-83.179. ez- Zebîdî, Muhammed Murtaza, Tacu’l-arus, Mısır 1306/1889, c. I, s. 82-83.قوا بينهما ، وإن كانتا في الصل مختلفتين فإن المشيئة في اللغة : اليجاد ، والرادة : طلب واكثر المتكلمين لم يفر

Page 221: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 221 -

ŞEY, ŞÂE ( ), MEŞÎET, KADER VE FITRAT

Kelimenin sözlük anlamı “irade” değil de “var etmek” ise bir sözlükte kelimeye irade anlamı nasıl verilebilir. Zebîdî bununla da yetinmemiş meşîeti, خطيئة vezninde saymıştır. Bu, bir dilci için affedilmez hatadır. Çünkü meşîet مشيئة mef’ile = مفعلة kalıbındadır ve ondaki mîmzaiddir yani kelimeye sonradan eklenmiştir. Hatîe ;kalıbındadır180 فعيلة = ise asıl mastar olan feîle خطيئةonda zaidmîm olamaz.

Bir de sözlüklerde rastlanılmayan مشاءة kelimesini, vezninde عالنية kelimesini de مشائية vezninde ve كراهةsayarak onları da şâe (=شاء)’nin mastarı gibi göstermiş ve tahribatını derinleştirmiştir. Üstelik عالنية kelimesine eklenen ya’yı ve müenneslikta’sını da görememiştir. Çünkü o ekler asıl mastarda olmaz.

Zebîdî’yi buna sürükleyen, el-Fîrûzâbâdî’nin (ö. 817/1415) el-Kâmûsu’l-Muhît’ındeki şu yanlış ifadeleri, meşrulaştırma çabasıdır:

شئته أشاؤه شيئا ومشيئة ومشاءة ومشائية : أردته181Görüldüğü gibi şuurlu bir tercih ve saptırma ile

meşîetin, “bir şeyi var etme” anlamı terk edilmiş, yerine “irade” konmuştur. Onunla da yetinilmeyip meşîet, asıl mastar sayılmış ve ona verilen yeni anlam, şâe “=شاء” fiiline taşınmıştır. Eski dilcilerden el-Cevherî(öl. 393 h.) bile o yola girmiştir. Onun ifadeleri şöyledir:

والمشيئة: الرادة، وقد شئت الشئ أشاؤه.Meşîet irade anlamındadır. “وقد شئت الشئ= şeyi şey

yaptım, yani onu istiyorum182.”

180. Celaluddin es-Süyûtî(öl. 911 h.), el-Müzhir fî ulûm’il-luğa ve envâihâ, tahkik Fuad Ali Man-sur, Beyrut 1998/1418, c. II, s. 100.

181. Muhammed b. Yakub el-Fîrûzâbâdî (ö. 817/1415) el-Kâmûsu’l-Muhît, tahkik Muhammed Naîm el-Arksûsî (العرقسوسي), Beyrut 1426/2005, s. 44. Arapça bilmeyenler için cümleyi ter-cümenin bir faydası olmayacağı için tercüme edilmemiştir.

182. El-Cevheri, İsmail b. Hammad (ö. 393 h.), es-Sıhah, (thk: AhmedAbdulgafûrAttâr), Beyrut 1987, c. I, s. 58.

Page 222: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 222 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Cevherî, Maturîdî’den 60 yıl sonra ölmüştür. Bu kadar kısa bir süre içinde kelimenin sözlük anlamının Arapça’nın kurallarına aykırı olarak keskin bir deği-şime uğraması şaşırtıcıdır. Cevherî’den 32 yıl sonra ölen Ragıb el-İsfehânî (ö. 425 h./1034 m.), kelamcıların çoğunun meşîet’e irade anlamı verdiğinden söz ettiğine göre Cevherî’nin sözlüğündeki o keskin ifadenin kelam-cıların etkisiyle yazıldığını söylemek gerekir.

Artık bütün sözlükler, şâe“=شاء” fiiline irade anlamı verirler. Tefsir ve meallerde de öyledir. Meşhur dilci İbn Manzûr (ö. 711/1311) da bu değişimi iyice benimsemiş ve şöyle demiştir:

ومشاية: ومشاءة ومشيئة شيئا أشاؤه الشيء شئت الرادة. المشيئة: "شيأ: أردته183“

İbn Manzûr, meşîetin şâe’nin mastarı olduğunu, kesin dille ifade etmeyi de ihmal etmemiştir:

المشيئة مصدر شاء يشاء مشيئة184Şâe شاءfiilinin anlamında yapılan bu büyük tahri-

bat, kelimenin geçtiği âyetleri çelişkili hale getirmiştir. Şimdi En’âm 148 ve 149. Âyetlere Maturîdî’den sonra verilen meale bakalım:

“Müşrikler diyecekler ki: “Allah dileseydi ne biz şirke düşerdik ne atalarımız. Bir şeyi haram da kılmaz-dık.” Onlardan öncekiler de bu yalana sarıldılar ve sonunda azabımızı tattılar. De ki: “Yanınızda bununla ilgili bir bilgi var mı ki, çıkarıp bize gösteresiniz. Siz sadece zannınızın peşine takılmışsınız; siz sadece atıyorsunuz.

De ki, susturucu delil Allah’ınkidir; eğer o dilesey-di elbette hepinizi yola getirirdi.” (En’âm 6/148–149)

183. İbn Manzûr (ö. 711/1311), Lisan’ul-Arab, شاء mad.184. İbn Manzûr, Lisan’ul-Arab,شاء ve شأي maddeleri.

Page 223: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 223 -

ŞEY, ŞÂE ( ), MEŞÎET, KADER VE FITRAT

Bu meale göre müşriklerin sözü ile Allah’ın sözü aynı anlama gelmektedir.

Müşriklerin sözü: Allah dileseydi ne biz şirke dü-şerdik ne atalarımız.

Allah’ın sözü: Allah dileseydi hepinizi yola getirirdi.

Âyette Allah müşrikleri yalancılık ve saçmalama ile suçladığı için Allah’ın sözü onların sözüne ters olmalıdır. Ama meşîete verilen irade anlamı, hem bu âyetlerde hem de şâe fiilinin geçtiği diğer ayetlerde ciddi çelişkilere yol açmıştır.

21.5 Kader

Kur’ân’a göre kader, Allah’ın tüm varlık ve olaylar için koyduğu ölçüdür; her şey o ölçüye göredir. Bu ko-nunun ayrıntısı yukarıda anlatılmıştı. İmam Maturîdî şöyle der:

“Kaderin iki yönü vardır: Biri, bir şeyi; hayır-şer, güzel-çirkin, hikmet ve sefihlik şeklinde oluşturmanın ölçüsüdür. Bu, hikmeti gereği, Allah’ın her şeyi kendi özellikleriyle ve en uygun şekilde oluşturmasıdır. Allah Teâlâ şöyle demiştir: “Biz, her şeyi bir kadere (ölçüye) göre yaratmışızdır” (Kamer 54/49).

İkincisi de her şeyin ölçüsünü, zamana ve mekâna göre hak ve batıl diye oluşturarak onun sevabını ve ce-zasını açıklamaktır. Bunun örneği de Allah’ın Elçisi’ne Cebrail aleyhisselâmın imanla ilgili sorduğu soruda “hayrın da şerrin de Allah’tan olduğunu”; anlattığımız kader kavramıyla birlikte ifade etmiş olmasıdır185.

185. İmam Maturîdî, Kitab’ut-tevhîd, Tahkik ve talik; Bekir Topaloğlu, Muhammed Aruçi, Ankara 2005, s. 488-489.

واما القدر فهو على وجهين. أحدهما الحد الذي عليه يخرج الشيء وهو جعل كل شيء على ما هو عليه من خير أو شر، من حسن أو قبح، من حكمة أو سفه وهو تأويل الحكمة أن يجعل كل شيء على ما هو عليه و يصيب في كل شيئ الولى به وعلى مثل هذا قوله : " إنا كل شيء خلقناه بقدر ]القمر : 49[ والثاني بيان ما عليه يقع كل شيء من زمان و مكان، و حق وباطل ، وما له من الثواب و العقاب و على مثل أحد هذين.المروي عن رسول اهلل عند سؤال جبريل عليه وسلم إياه عن اليمان أن قرن ما ذكرنا بالقدر: خيره و شره من اهلل

Page 224: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 224 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Maturîdî şâe (شاء) fiiline doğru anlam verdiği için kaderi doğru tanımlamıştır. Ama şâe’nin anlamını değiştiren kelamcılar, kaderin anlamını da değiştirmiş-lerdir. Onlardan biri olan Tahâvî’nin (öl. 321 h.) kaderle ilgili sözleri şöyledir:

“Allah’ın iradesi dışında hiçbir şey olmaz… Her şey Allah’ın takdiri ve meşîetiyle olur. Geçerli olan onun meşîetidir. Onun, kulları için meşîeti olmadan kulun meşîeti olmaz.

Allah; dilediği, koruduğu ve affettiği kimseye bir ikram olarak hidayeti nasip eder. Dilediği, alçalttığı ve sıkıntıya soktuğu kişiyi de adaleti gereği saptırır. Hepsi onun meşîetinde, onun ikramıyla adaleti arasında dönüp durur186.

Kaderin temeli, Allah’ın yaratmadaki sırrıdır. Onu, ne ona yakınlığı olan bir melek ne de elçi gönderdiği bir nebi bilebilir. Bu konuda düşünme ve derinleşme çabası, aşağılanmaya bir yol, yoksun bırakılmaya bir merdiven ve taşkınlığa bir basamaktır. Dikkatli olmak, kaderi düşünmekten, ona akıl yormaktan ve onunla ilgili ves-veseden tümüyle sakınmak gerekir. Çünkü Allah Teâlâ kader ilmini insanlara kapamış ve onu araştırmayı ya-saklamıştır. Nitekim Kitabında şöyle demiştir:

ل يسأل عما يفعل وهم يسألون“Allah, yaptığından dolayı sorguya çekilmez, ama

onlar sorguya çekilirler.” (Enbiya 21/23)

186. İmam Ebu Cafer et-Tahavi, Akidetü’t-Tahavi, tertib: Mecdi Ebu Arîş, Daru’l-Bayarek, Ürdün-Lübnan, 1421/2001, s. 11, 22.

…وليكون إل ما يريد وكل شيء يجري بتقديره ومشيئته ومشيئته تنفذ ل مشيئة للعباد إل ما شاء لهم يهدي من يشاء ويعصم ويعافي فضال ويضل من يشاء ويخذل ويبتلي عدل وكلهم يتقلبون في مشيئته بين فضله وعدله

Page 225: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 225 -

ŞEY, ŞÂE ( ), MEŞÎET, KADER VE FITRAT

Kim, “Allah niçin yaptı” diye sorarsa Kitabın hük-münü reddetmiş olur. Kitabın hükmünü reddeden de kâfirlerden olur187...”

Bu sözler, herhangi bir âyetle veya akılla izah edi-lemeyeceği için Tahâvî, ilgisiz bir âyeti delil getirmiş ve aklı kullanmanın kişiyi kâfir yapacağını söylemiştir. Hâlbuki Allah Teâlâ imansızlık pisliğini, aklını kullan-mayanların üzerine yığacağını söylemektedir:

حتى الناس تكره أفأنت جميعا كلهم الرض في من لمن ربك شاء ولو جس على الر اهلل ويجعل بإذن إل تؤمن أن لنفس مؤمنين وما كان يكونوا

الذين ل يعقلون“Seçimi Rabbin yapsaydı yeryüzünde kim varsa

elbette hepsi topluca iman ederdi. Mümin olsunlar diye insanlara sen mi baskı yapacaksın? Hiç kimse, Allah’ın onayı (izni) olmadan mümin olacak değildir. Allah o pisliği (imansızlık pisliğini), aklını kullanmayanların üzerine yığar.” (Yunus 10/99-100)

İmanın yeri kalptir; kalpte ne olduğunu Allah’tan başkası bilemeyeceği için bir kimsenin mümin olduğu-na, ondan başkası onay veremez. Allah Teâlâ Elçisine şöyle demiştir:

إنك ل تهدي من أحببت ولكن اهلل يهدي من يشاء وهو أعلم بالمهتدين“Sen beğendiğin kişiyi doğru yolda sayamazsın;

ama Allah, doğru yolu seçeni yola gelmiş sayar. Kimin doğru yolda olduğunu en iyi o bilir.” (Kasas 28/56)

Yola gelme, kalpteki imanla olacağı için Allah’ın Elçisi hata edip bir münafığı mümin sayabilirdi. Demek

187. İmam Ebu Cafer et-Tahavi, Akidetü’t-Tahavi, s. 26, 27. وأصل القدر سر اهلل تعالى في خلقه لم يطلع على ذلك ملك مقرب ول نبي مرسل والتعمق والنظر في ذلك ذريعة الخذلن وسلم الحرمان

ودرجة الطغيان فالحذر كل الحذر من ذلك نظرا وفكرا ووسوسة فإن اهلل تعالى طوى علم القدر عن أنامه ونهاهم عن مرامه كما قال اهلل تعالىفي كتابه : ) ل يسأل عما يفعل وهم يسألون ) فمن سأل : لم فعل؟ فقد رد حكم الكتاب ومن رد حكم الكتاب كان من الكافرين

Page 226: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 226 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

ki, kişi önce yola gelir, sonra Allah onun yola gelmişli-ğini onaylar.

Tahâvî’nin delil getirdiği ayetin konuyla ilgisinin olmadığı açıktır. Ayrıca Allah’a; “niçin yaptın” diyen kâfir olsaydı, Âdem’in halifeliğine itiraz eden melekler, öncelikle kâfir olurlardı188. Çünkü itiraz etmek, “niçin yaptın” demekten daha ağırdır. İlgili âyet şöyledir:

من فيها اتجعل قالوا خليفة الرض في جاعل اني للملئكة ربك قال واذ ي اعلم ما س لك قال ان ح بحمدك ونقد ماء ونحن نسب يفسد فيها ويسفك الد

ل تعلمون.Bir gün Rabbin meleklere: “Yeryüzünde, halife

olan bir varlık oluşturuyorum189” dedi. Melekler: “Orada çevreyi bozacak ve kan dökecek kimseler mi oluşturuyorsun? Ama sen güzel yaparsın, sana içten boyun eğmemiz bundandır. Tertemiz olanı yapmak

188. Bilindiği gibi Nuh aleyhisselama da Allah’a itiraz mahiyetinde soru sormuştur. İlgili ayetler şunlardır:

“Sonunda emrimiz çıktı ve geminin kazanı kaynadı. Nuh’a dedik ki; “Erkekli dişili her türden birer çifti, önceden hakkında karar bulunan kişi dışındaki aileni, bir de inananları gemiye bindir.” Nuh ile birlikte pek az kişi dışında inanan olmamıştı.

Nuh dedi ki; “Haydi binin. Bunun akıp gitmesi de durması da Allah’ın adıyladır. Benim Rab-bim çok bağışlar, ikramı da boldur.”

Gemi dağ gibi bir dalga içinde onları çalkalıyordu. Nuh bir kenarda duran oğluna: “Yavru-cuğum, bizimle birlikte bin de kâfirlerle beraber olma” diye seslendi

Dedi ki; “Bir dağa sığınacağım, beni sudan kurtarır.” Nuh; “Bugün Allah’ın emrinden, onun ikram ettikleri dışındakileri koruyacak hiçbir şey yoktur” dedi. Aralarına bir dalga girdi, o da boğulanlara karışıp gitti.

“Ey yer! Suyunu yut! Ey gök sen de açıl!” dendi. Sular çekildi, iş tamamlandı, gemi Cudi’nin üstüne oturdu ve şöyle dendi: “O zalimler topluluğu olmaz olsunlar.”

Nuh, Rabbine seslendi de dedi ki: “Rabbim, oğlum benim ailemdendir; verdiğin söz de gerçek sözdür ama en doğru karar senin kararındır.”

Allah dedi ki, “Bak Nuh! O, senin ailenden değildir. O, uygunsuz bir iş ürünüdür. Bilmediğin şeyi benden isteme. Sana, cahillerden olmamanı tavsiye ederim.

Nuh dedi ki; “Rabbim! Bilmediği şeyi senden istediğim için sana sığınırım. Eğer beni bağış-lamaz, bana acımazsan kaybedenlerden olurum.” (Hud 11/40-47)

feîl veznindedir, ism-i fail de ism-i mef’ûl de olabilir. İsm-i fail =فعيل halife kelimesi = خليفة .189olursa, birinin yerine geçen kişi anlamında olur. Bunun için o kimsenin ölmesi veya yerinden ayrılması gerekir. Allah’ın Elçisi ölünce Ebubekir (ra) onun halifesi olmuştur. Halife kelimesi-nin ikinci anlamı; yerine bir başkası geçen kişidir. Bu açıdan bakınca Allah’ın Elçisi de halife olur. Âdem aleyhisselâm kimsenin yerine geçmediği için başlangıçta ikinci anlamda halife idi. Ama onu ve eşini bulundukları yerden çıkarırken Allah Teâlâ’nın söylediği şu söz, onun ve Havva validemizin birinci anlamda da halife olduklarını göstermektedir:

“Her ikiniz de oradan inin; biri birinize düşmandır. Benim tarafımdan size doğru yolu gös-teren biri geldiğinde kim yoluma girerse artık ne yoldan çıkar, ne de mutsuz olur.” (Taha 20/123)

Bunun anlamı, aile içindeki iktidar kavgasının düşmanlığa kadar varacağıdır.

Page 227: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 227 -

ŞEY, ŞÂE ( ), MEŞÎET, KADER VE FITRAT

senin işindir” dediler. O da; “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim” dedi. (Bakara 2/30)

Aynı devirde yaşayan iki ehl-i sünnet kelamcısı olan Maturîdî ile Tahâvî’inin kader anlayışındaki bu derin far-kın, meşîetteki anlam değişikliğinden kaynaklandığını şu âyetin eski ve yeni mealini karşılaştırarak anlayabiliriz.

يشاء من ويهدي يشاء من يضل ولكن واحدة أمة لجعلكم اهلل شاء ولو ولتسألن عما كنتم تعملون

Şâe fiilinin anlamının değişmesinden önceki meâl:

“Seçimi Allah yapsaydı sizi elbette tek bir toplu-luk haline getirirdi. Ama o, sapıklığı seçenin sapıklı-ğını onaylar, hidayeti seçenin de hidayetini onaylar. Yaptıklarınızdan elbette sorumlu tutulacaksınız.” (Nahl 16/93)

Şâe fiilinin anlamının değişmesinden sonraki meâl:

“Allah dileseydi hepinizi bir tek ümmet kılardı; fakat O, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Yaptıklarınızdan mutlaka sorumlu tutulacaksınız.”190

Şâe fiilindeki anlam değişikliğinin kabul görüp yay-gınlaşması Maturîdîleri de etkilemiş ve onların kader anlayışlarını Tahâvî’ye yaklaştırmıştır. Ömer Nasuhi Bilmen’in sözleri şöyledir:

“Herhangi bir şeyin muayyen bir şekilde meydana gelmesini Cenab-ı Hakkın ezelde dilemiş olmasına “Kader” denir. Ve Hak Teâlâ’nın böylece dilemiş olduğu herhangi bir şeyi zamanı gelince meydana getirmesine de “Kaza” denilir…

Hangi mümkün bir şeydir ki, Allah Teâlâ takdir ettiği halde meydana gelmesin? Ve hangi bir şeydir ki, Hak Teâlâ dilemediği halde meydana gelebilsin?

190. Bu meal; Hayrettin KARAMAN, Ali ÖZEK, İbrahim Kâfi DÖNMEZ, Mustafa ÇAĞIRICI, Sad-rettin GÜMÜŞ ve Ali TURGUT tarafından hazırlanan Kur’anı Kerim ve Açıklamalı Meâ-li’nden alınmıştır. (TDV yayınları, Ankara 2007.) Bu meâli, yıllardır Suudi Arabistan krallığı Türk hacılarına hediye etmektedir.

Page 228: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 228 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Bu sebeple biz Allah’ımızın kazasına, kaderine de inanırız. Ve bu kaza ve kadere razı oluruz...”191

Artık Ehl-i Sünnette kader, insan davranışlarının Allah tarafından önceden belirlenmesi veya bilinmesi-dir. Bu durumda insanları imtihanın bir anlamı kalmaz. Hâlbuki Allah Teâlâ, düzenini imtihana göre kurduğunu bildirmiştir.

الموت خلق الذي . قدير شيء كل على وهو الملك بيده الذي تبارك والحياة ليبلوكم أيكم أحسن عمال وهو العزيز الغفور

“Yetkiyi elinde tutan Allah pek yücedir. O her şeye ölçü (kader) koyar. Ölümü ve hayatı yaratan odur. Bunlar; hanginiz daha güzel iş yapacak diye sizi yıpratıcı bir imtihandan geçirmek içindir. O güçlüdür, bağışlayıcıdır.” (Mülk 67/1-2)

... لكل جعلنا منكم شرعة ومنهاجا ولو شاء اهلل لجعلكم أمة واحدة ولكن ئكم فينب اهلل مرجعكم جميعا إلى آتاكم فاستبقوا الخيرات في ما ليبلوكم

بما كنتم فيه تختلفون“…Herbirinize bir şeriat ve bir yol belirledik. Seçimi

Allah yapsaydı hepinizi tek bir ümmet yapardı. Oysa verdiği şeylerle sizi yıpratıcı bir imtihandan geçirmek için böyle yaptı. Artık hayırlı işlerde yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O, uyuşmazlığa düştüğünüz şeyleri size bildirecektir“ (Maide 5/48)

درجات بعض فوق بعضكم ورفع الرض خالئف جعلكم الذي وهو ليبلوكم في ما آتاكم

191. Ömer Nasuhi BİLMEN, Büyük İslam İlmihali, İstanbul 1986, s. 31, Kaza ve Kadere İman, par. 67-70. Ö.N. Bilmen Maturîdî için, “Bizim itikatta imamımızdır” ifadesini kullanır. S. 33, paragraf 74.

Page 229: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 229 -

ŞEY, ŞÂE ( ), MEŞÎET, KADER VE FITRAT

“Bu topraklarda sizi, öncekilerinin yerine geçiren odur. Kiminizi kiminizden kat kat üstün kılmıştır ki sizi, size verdikleriyle zorlu bir imtihandan geçirsin.” (En’âm 6/165)

21.5.1 İmtihan

Allah, düzenini imtihan için kurduğunu söylese de yanlış kader inancı sebebiyle doğru düşünme yeteneğini kaybetmiş Müslümanlar tam tersini iddia etmektedir-ler. Şimdi şu âyetin ışığında imtihan konusuna nasıl yaklaşıldığına bakalım:

ي جاعلك للناس اماما قال ومن هن قال ان واذ ابتلى ابرهيم ربه بكلمات فاتميتي قال ل ينال عهدي الظالمين ذر

“Bir zamanlar Rabbi, İbrahim’i bir takım sözlerle imtihan etmiş, o da tam başarı göstermişti. Rabbi ona; “Ben seni insanlara önder yapacağım” demişti. O; “Soyumdan da olsun” deyince Rabbi; “Yanlış yapanlar için söz vermem” demişti.” (Bakara 2/124)

Fahreddin Râzî (ö. 606 h.) bu âyeti tefsir ederken her şeyi ezelden ayrıntılarıyla bilen Allah’ın kulunu imti-han etmesi için bir sebep olmadığını iddia eder. Onun sözleri şöyledir:

“Allah Teâlâ’nın İbrahim aleyhisselama yüklediği görevleri imtihan diye nitelemesi kelimenin kapsamını genişletmesidir. İmtihan, tecrübe ve sınama gibi şeyler bizde olur; çünkü emir verdiğimiz kişinin ne yapacağını bilmeyiz. Aramızdaki örfte böyle kullanımlar çok ol-duğu için Allah’ın da emrini ve yasağını mecaz olarak imtihan diye nitelemesi uygun olmuştur. Zira imtihan etme ve bir şeyin iç yüzünü öğrenme çabası Allah’a yakıştırılamaz. Çünkü o, ezelden ebede, sınırsız bütün bilgileri, ayrıntısıyla birlikte bilir.”192

192. Bkz: Fahreddin er-Razi, Tefsiru’l-Kebir, Daruİhyai’t-Turasi’l-Arabi, Beyrut-Lübnan, 1999/1420, c. 2, s. 31.

أنه تعالى وصف تكليفه إياه ببلوى توسعا لن مثل هذا يكون منا على جهة البلوى والتجربة والمحنة من حيث ل يعرف ما يكون ممن يأمره ، فلما كثر ذلك في العرف بيننا جاز أن يصف اهلل تعالى أمره ونهيه بذلك مجازا لنه تعالى ل يجوز عليه الختبار والمتحان لنه تعالى عالمبجميع المعلومات التي ل نهاية لها على سبيل التفصيل من الزل إلى البد

Page 230: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 230 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Allah Teâlâ, yarattığı ve yaratmayı planladığı şey-leri elbette bilir. Kulun, imtihan sırasındaki davranış biçimini önceden planlamadığı için şöyle buyurmuştur:

هل أتى على النسان حين من الدهر لم يكن شيئا مذكورا . إنا خلقنا النسان من نطفة أمشاج نبتليه فجعلناه سميعا بصيرا . إنا هديناه السبيل إما شاكرا وإما كفورا. إنا أعتدنا للكافرين سالسل وأغالل وسعيرا . إن البرار يشربون

من كأس كان مزاجها كافورا.“Biz insanı, karışımı çok nutfeden yarattık; imtihan

edeceğiz, onun için onu, dinleyen ve gören bir varlık yap-tık. Onu o yola (imtihan olacağı yola) koyduk; ister şük-reder, ister nankörlük yapar. Biz, nankörler için zincirler, kelepçeler ve alevli bir ateş hazırladık. İyiler de karışımı kâfur olan bir bardaktan içeceklerdir.” (İnsan 76/1)

والنفس الموال ن م ونقص والجوع الخوف ن م بشيء ولنبلونكم وإنا إليه صيبة قالوا إنا هلل ر الصابرين . الذين إذا أصابتهم م والثمرات وبش

ن ربهم ورحمة وأولئكهم المهتدون . راجعون.أولئك عليهم صلوات م“Mallardan, canlardan ve ürünlerden eksilterek

sizi korku ve açlık olgusu ile yıpratıcı bir imtihandan geçireceğiz; bundan kaçış olmaz. Sen sabır gösterenlere müjde ver. Onlar, başlarına bir sıkıntı gelince şöyle derler: “Biz, Allah’a aidiz; biz yalnız ona yöneliriz”. Onların üzerinde Rablerinin verdiği olgunluklar ve bereket olur. Yola gelmiş olanlar onlardır.” (Bakara 2/155-157)

Allah düzenini, imtihan için kurduğundan Fahreddin Râzî onu mecaz sayamaz. Çünkü iddiasını dayandırabileceği herhangi bir âyet yoktur.

Yukarıda belirtildiği gibi kader, ölçüdür. Allah, her şeye bir ölçü koymuştur. Ölçü koymak başka, insan davranışlarını önceden belirlemek başkadır. Şâe fiilinde-ki anlam değişikliğinden etkilenmeyenlerden Ebu Cafer

Page 231: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 231 -

ŞEY, ŞÂE ( ), MEŞÎET, KADER VE FITRAT

et-Taberî(öl. 310), İbrahim aleyhisselamın imtihanı (Bakara 124) ile ilgili olarak şunları söyler:

“Allah Teâlâ’nın İbrahim’i imtihanı, ona farz kıldığı şeyler ve verdiği emirlerle oldu. Ona, onlara göre davranma görevi yükledi ki, onu imtihan etsin ve denesin193.” Taberî’nin kendine ulaşan bütün görüşleri tefsirine almış olması194, imtihanla ilgili iddiaların daha sonra ortaya çıktığını gösterir.

Taberî’den 23 sene sonra ölen İmam Maturîdî, şâe fiiline doğru anlam verdiği halde İbrahim aleyhissela-mın imtihana çekilmesini kabul etmemektedir. Onun sözleri şöyledir:

“Allah’ın kişiyi imtihan etme ihtimali yoktur. Çünkü o, ezelden ebede, olanı ve olacağı bilir. Ama bir şeyi emretmesine veya yasaklamasına onun tarafından imtihan denmiştir195.”

Şâe (شاء) fiiline doğru anlam vererek Allah’ın sa-pıklık ve hidayetle ilgili seçiminin insanın seçimine göre olduğunu söyleyen Maturîdî, bu sözleri söylemiş olamaz. Bunlar, onun tefsirine daha sonra eklenmiş olmalıdır.

21.5.2 Allah’ın zamandan ve mekândan münezzeh olduğu iddiası

Açık ayetlere rağmen Allah’ın kimseyi imtihan etmeyeceğini söylemek yanlış olduğu için kadere ina-nanlardan bir kısmı da Allah’ın bilmesinin imtihanı etkilemediğini iddia ederek bir çıkış yolu aramışlardır. Onlara göre Allah için geçmiş ve gelecek şu an gibidir. Allah, insanın hür iradesiyle yapacağı seçimini, nerede

193. İbn Cerir et-Taberi, Camiu’l-Beyan an Te’vili’l-Kur’an, DarulKütübi’l-İlmiyye, Beyrut-Lüb-nan, 1992, c. 1, s. 571.

وكان اختبار اهلل تعالى ذكره إبراهيم، اختبارا بفرائض فرضها عليه، وأمر أمره به. وذلك هو"الكلمات" التي أوحاهن إليه، وكلفه العمل بهن، .امتحانا منه له واختبارا

194. İbn Cerir et-Taberi, Camiu’l-Beyan an Te’vili’l-Kur’an, s. 571-579.195. İmam Maturîdî, Tevilât, Bakara 124. âyetin tefsiri.

Page 232: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 232 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

ve ne şekilde yapacağını zaman ve mekânla sınırlı ol-mayan bilgisiyle bilir ve irade eder. Zamanı gelince de iradesinin gereğini, kulunun seçimi doğrultusunda yaratır. Allah’ın ilmi, bu anlamda kulun seçimine bağlı olduğundan onun bir şeyi ezelden bilmesinin, kulun ira-desini zorlayıcı etkisi olmaz. Dolayısıyla insan bir şeyi, Allah bildiği için yapmaz. Allah’ın bilmesi, onun o şeyi yapacak olmasından dolayıdır.

Kur’an’a baktığımızda zaman diğer bir varlığın olmadığını görürüz. Kur’an’da zaman, olanlarla olması beklenenler arasındaki sıralamayı göstermek için kul-lanılan bir araçtır. Bu yüzden Allah Teâlâ, kendi işleri ile ilgili olarak geçmiş, şimdiki ve gelecek zamanların hepsini kullanır.

Zamanı yaratılmış saymak hiçbir şeyi değiştirmez. Çünkü zamanın yaratılmış olmasıyla henüz yaratılma-mış insanın, kendine ait zaman diliminde göstereceği davranışların önceden bilinmesi arasında bir ilgi yoktur. Böyle olması için Allah’ın onu, bir robot gibi kurması gerekir. Robotun imtihanı, onu yapanın imtihanı ol-duğundan bu yolu kullanarak kader inancını imtihan ayetleriyle bağdaştırmak mümkün olmaz. Bu da “Allah için, geçmiş ve gelecek şu an gibidir” sözünün imtihan-la ilgili âyetlere aykırı olduğunu gösterir. Bundan dolayı kader inancına sahip olanlar Allah’ın, yaptığı imtihanın sonucunu bilmediğini gösteren âyetlerin anlamlarını başka tarafa çekmek zorunda kalmışlardır. Şu âyetle ilgili görüşler buna örnek verilebilir:

ولنبلونكم حتى نعلم المجاهدين منكم والصابرين ونبلو أخباركم“İçinizden cihad edenleri ve sabredenleri bilinceye

ve haberlerini ortaya çıkarıncaya kadar elbette sizi zorlu bir imtihandan geçireceğiz.” (Muhammed 47/31)

Allah’ın kişiyi imtihan etme ihtimalinin olmadı-ğını söyleyen İmam Maturîdî, âyetteki “نعلم hattâ) حتى

Page 233: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 233 -

ŞEY, ŞÂE ( ), MEŞÎET, KADER VE FITRAT

na’leme) = biz bilinceye kadar” ifadesinin üç ayrı anlama gelebileceğini söyler. Bunlardan birincisi şöyledir:

“Allah’ın evliyası, içinizden cihad eden ve sab-redenlerle, cihad etmeyen ve sabırsızlık gösterenleri bilene kadar.”

Bir Müslüman bu sözü nasıl söyleyebilir? Allah ile kul arasında bir evliyalık makamı var da Allah imtiha-nı, onlar bilsin diye mi yapıyor? Bu, şirk günahı değil midir? Sonra Allah için cihad eden ve sabredenler, onun evliyası olmazlar mı?

Maturîdî’nin “حتى نعلم (hattâ na’leme) = biz bilince-ye kadar” sözüne verdiği ikinci anlam şöyledir:

“İlimden maksat malumdur. Dilde böyle bir kula-nım olabilir. Mesela “Namaz Allah’ın emridir” sözü, Allah’ın emrettiği şeydir anlamına gelir.”

Bu söz de kabul edilemez. Çünkü emr (=المر) mas-tardır; onun zamana bağlı bir yönü yoktur. “نعلم حتى (hattâ na’leme) = Biz bilinceye kadar” sözü ise gelecek zamanı gösteren fiildir. Arap dili açısından bu sözü gele-cek zamandan soyutlamak mümkün değildir.

biz bilinceye kadar” sözü = (hattâ na’leme) حتى نعلم“ile ilgili olarak İmam Maturîdî’nin tefsirinde geçen üçüncü görüş şöyledir:

“Bu, Allah’ın olacağını bildiği şeyin oluşunu bilme-si demektir196.

196. İmam Maturîdî, Tevilâtu’l-Kur’an, Muhammed 31’in tefsiri, Thk: Murteza Bedir, Kontrol: Bekir Topaloğlu, İstanbul, 2008, c. 13 s. 411-412.

أحدها: أي: حتى يعلم أولياؤه المجاهدين منكم والصابرين من غير المجاهدين وغير الصابرين، فيكون المراد من إضافة العلم إلى نفسه علم وهو خادعهم)، ونحوه، فالمراد منه أولياؤه على أحد اهلل )يخادعون :- وجل - عز ينصركم)، وقوله اهلل )إن تنصروا - تعالى: أوليائه؛ كقوله .التأويالت، واهلل أعلم

، وكقوله - عز وجل : )واعبد : أي: مأمور اهلل والثاني: يكون المراد بالعلم: المعلوم، وذلك جائز في اللسان واللغة؛ كقول الناس: الصالة أمر اهللى يأتيك اليقين)، أي: الموقن به، وقوله: )ومن يكفر باليمان)، أي: بالمؤمن به، ونحو ذلك كثير .ربك حت

،والثالث: أي: يعلم كائنا ما قد علمه أنه سيكون؛ إذ ل يجوز أن يوصف هو بعلم ما سيكون بعلمه كائنا، أو بعلم ما قد كان بعلمه أنه يكون كائنا

Page 234: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 234 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Bu sözü anlamak da mümkün değildir. Allah ken-dini mi imtihan ediyor ki, olacağını bildiği şeyin olup olmayacağını bilme ihtiyacı duysun!

Kaderi bir inanç esası haline getirme gayretinde olanlar, hiçbir delile dayanmadan, kendilerini soktukla-rı bu çukurdan çıkamadıkları için son çare olarak şunu söylerler:

“Kader iç yüzünü yalnız Allah’ın bilebileceği bir sırdır.”

Bunları bu çukura sokan asıl yanlış, Allah’ı kendi-lerine göre tanımlama gayretidir. Hâlbuki Allah Teâlâ kendisini benzetebileceğimiz bir şey olmadığını söyler:

ليس كمثله شيء وهو السميع البصير“O’nun benzeri gibi bir şey yoktur ama o işitir,

görür.” (Şûrâ 42/11)

Onun ne benzeri, ne de ona benzer gibi bir şey vardır. Öyleyse biz onu kavrayamayız. Bize düşen, onu tarif etmeye kalkıp âyetleri ona göre yorumlamak değil, onun âyetlerine uymaktır.

جاءكم قد . الخبير اللطيف وهو البصار يدرك وهو البصار تدركه ل بصائر من ربكم فمن أبصر فلنفسه ومن عمي فعليها وما أنا عليكم بحفيظ . ما اتبع . يعلمون لقوم نه ولنبي درست وليقولوا اليات ف نصر وكذلك أوحي إليك من ربك ل إله إل هو وأعرض عن المشركين . ولو شاء اهلل ما

أشركوا وما جعلناك عليهم حفيظا وما أنت عليهم بوكيل .“Gözler (basiretler) onu kavrayamaz ama o,

gözleri kavrar. O latiftir, her şeyin iç yüzünü bilir. Rabbinizden size basiretler geldi. Kim görürse kendisi için görür, kim de körlük ederse kendi aleyhine körlük eder. (De ki,) ben sizin koruyucunuz değilim. İşte böyle; âyetlerimizi evire çevire anlatırız ki birileri; “Sen ders görmüşsün” desin, biz de onu, bilenlere açıklayalım.

Page 235: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 235 -

ŞEY, ŞÂE ( ), MEŞÎET, KADER VE FITRAT

Sen Rabbinden sana vahy edilene uy. Ondan başka ilah yoktur. Müşriklerden de yüz çevir. Seçimi Allah yapsaydı kimse şirke düşmezdi. Biz seni onların koruyucusu yapmadık. Sen onların üzerinde vekil de değilsin.” (En’âm 6/103-107)

Basiret (بصيرة), kişinin gerçekleri yanılmadan gör-mesini sağlayan şeydir. Madem basiretle onu kavrayacak güçte yaratılmamışız öyleyse Allah’ı, kendimize göre tanımlamaktan vaz geçmeliyiz. Her kes bilir ki, “kişinin çalışarak elde ettiğinden başkası kendinin değildir” (Necm 53/39) Bazı ilim adamlarının yanıltıcı ifadeleri olmasa hiç kimse Allah’ı, zamandan ve mekândan ba-ğımsız düşünemez. Zaten Kur’an’da bu anlama gelecek tek bir âyet de yoktur. Bütün ayetler, bu iddianın tersini gösterir.

Kader inancını icat edenler bu başarıyı daha çok kelimelerin anlamlarını değiştirerek elde etmişlerdir. En büyük başarıları ise meşîete irade anlamı verip onu kabul ettirmeleri olmuştur. Artık İslam âleminin kader kıskacından kurtulup sağlıklı düşünmesi; problem olmaktan çıkıp problem çözecek bir yapıya kavuşması imkânsız gibidir.

21.6 Allah ile Aldatma

Görüldüğü gibi herhangi bir âyete dayanmadan kader, Allah’ın gelecekle ilgili planlaması sayılmış-tır. İnsan fiilleri de planın bir parçası sayıldığından, kâinattaki düzenin imtihan için kurulmuş olması anlamsızlaşmıştır.

“Allah için geçmiş ve gelecek şu an gibidir. Allah, insanın hür iradesiyle yapacağı seçimini, nerede ve ne şekilde yapacağını zaman ve mekânla sınırlı olmayan bilgisiyle bilir ve irade eder” şeklindeki id-dialarla Allah’ın yüceltildiği havası verilmekte aksini

Page 236: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 236 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

söylemenin Allah’ın geleceği bilmediği iddiası sayılarak insanlar Allah ile aldatılmaktadır.

Kur’an’da her şeyin örneği vardır; bu iddianın yanlışlığının örneği, Musa-Hızır kıssasıdır. Hızır, bir oğlan çocuğunu öldürünce Musa aleyhisselam ona şöyle demişti: “Sen cana karşılık olmadan suçsuz birinin ca-nına kıydın ha? Doğrusu, çirkin bir şey yaptın.” (Kehf 18/74)

Daha sonra Hızır bunun sebebini şöyle anlattı:

وأما الغالم فكان أبواه مؤمنين فخشينا أن يرهقهما طغيانا وكفرا. فأردنا أن نه زكاة وأقرب رحما …ما فعلتهعن أمري يبدلهما ربهما خيرا م

“Oğlan çocuğunun anası babası mümin kimseler-dir. Bunun onları, azgınlığa ve kâfirliğe sürüklemesin-den korktuk. İstedik ki, rableri onun yerine daha hayırlı ve daha merhametli bir çocuk versin… Bu, Rabbinin bir ikramıdır. Ben bunu kendiliğimden yapmadım. İşte katlanmaya güç yetiremediğin şeyin iç yüzü budur.” (Kehf 18/81-82)

Hızır, görevli bir melektir. Çünkü Allah Teâlâ her iş için melekler görevlendirir197.

197. Yaptığı her şeyi güzel yapmak Allah’a mahsustur. Gökleri ve yeri yaratan, ikişer, üçer, dör-der kanatlı melekleri, elçi olarak görevlendiren, kendi tercihine göre yaratışta artırma yapan odur. Doğrusu Allah, her şeye kadir olandır. Allah insanlara bir rahmet kapısı açarsa ona kimse engel olamaz. Allah’ın engellediğini de serbest bırakacak biri yoktur. O, güçlüdür, doğru karar verir. (Fatır 35/1-2)

Bu melekler, insan görünümünde de gelebilmektedirler. Nitekim İbrahim aleyhisselama bir misafir gibi gelmişlerdi. O da hemen semiz bir buzağı pişirtip onlara ikram etmişti. Onların yemediğini görünce insan olmadıkların, bazı işlerle görevlendirilmiş melekler olduklarını anladı ve içine bir korku düştü. Onlar, “Korkma” dediler, ona, bilgin olacak kapasitede bir oğlan çocuğu müjdesini verdiler. Bunu duyan karısı bağırarak geldi; ellerini yüzüne kapayıp: “Ben kısır bir kocakarıyım” dedi. Dediler ki, “Böyle olacak, bunu Rabbin söyledi. Doğru karar veren o, bilen odur.” (Bkz. Zariyat 51/24-30)

Çocuk müjdesi İbrahim aleyhisselamı tatmin etmemişti. - “Elçiler! Asıl göreviniz nedir?” diye sordu. - “Biz, günahkârlardan oluşan bir halka gönderildik” dediler. “Üzerlerine balçıktan yapılmış

taşları yağdırmak için, geldik. Her biri Rabbin katında damgalanmıştır, azgınlık edenler içindir.” (Zariyat 51/31-34)

Melekler, Nuh kavmini cezalandırmak için gelmişlerdi. (Bkz. Hud 11/77-81) Musa aleyhisselam da başta Hızır’ı bir insan sandığı için sözlerine itiraz etmişti. Hızır, olay-

ların arka planını anlatıp şu sözleri söyleyince gerçeği anlamış oldu: Bu, Rabbinin bir ikramıdır. Ben bunu kendiliğimden yapmadım. İşte katlanmaya güç yetire-

mediğin şeyin iç yüzü budur.” (Kehf 18/82)

Page 237: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 237 -

ŞEY, ŞÂE ( ), MEŞÎET, KADER VE FITRAT

Kur’an’da kader, imanın şartı olarak geçmez. Onu imanın şartı haline getirenlerin ecel ile ilgili görüşleri, Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nde şöyle ifade edilmiştir:

“Selefiyye, Mâtürîdiyye ve Eş’ariyye’den oluşan Ehl-i sünnet âlimlerine göre ecel daha çok “Allah’ın canlıların öleceğini bil diği zaman” diye tarif edilir. Buna göre ecel, hayat süresi ve ölüm için takdir edilen zamanı ifade ettiğinden kaderle ilgili bir konudur. Bu sebeple canlıların her birinin yaşayacağı ecel tek olup ke sinlikle değişmez198.”

Eğer bu mezheplerin dediği gibi olsaydı, o çocuk öldürülmemiş, eceli geldiği için ölmüş olurdu. Hâlbuki âyette çocuğun öldürüldüğü ifade edilmektedir199. Zaten eceli gelmiş birinin ileride annesini babasını nankörlüğe sürüklemesi ihtimali olamaz.

Allah, planlamadığı geleceği biliyorsa çocuğun; anasını ve babasını kâfirliğe sürüklemesinden korkmaz. Allah’ın bilgisi değişmeyeceğine o çocuğun annesinin ve babasının kâfir olmaması için bir tedbir almasına da gerek yoktur.

Allah, düzenini imtihan için kurduğundan imtihan sonuçlarını planlamamıştır. Bu sebeple kullarının imti-han gereği yapacakları şeyi bilmediğini çok sayıda aye-tinde ifade etmiştir. O ayetlerden bir bölümü şöyledir:

نداولها بين الناس إن يمسسكم قرح فقد مس القوم قرح مثله وتلك اليام ص وليعلم اهلل الذين آمنوا ويتخذ منكم شهداء واهلل ل يحب الظالمينوليمحيعلم ولما الجنة تدخلوا أن أم حسبتم . الكافرين آمنوا ويمحق الذين اهلل

198. Cihat TUNÇ, Ecel, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1994.199. Ecel kısalabilir ama uzamaz. Bununla ilgili yazımıza şu linkten ulaşabilirsiniz. http://www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/ecelin-kisalmasi.html

Page 238: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 238 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

اهلل الذين جاهدوا منكم ويعلم الصابرين . ولقد كنتم تمنون الموت من قبل أن تلقوه فقد رأيتموه وأنتم تنظرون.

“Siz (Uhud’da) yara aldıysanız, o topluluk da vaktiyle (Bedir’de) benzeri bir yara almıştı. Böyle gün-leri, bir ona bir öbürüne, insanlar arasında döndürüp dururuz. Bu, Allah’ın kendine güvenenleri bilmesi ve içinizden kimilerini buna şahit tutması içindir. Allah, yanlış yapanları sevmez. Bir de bu, Allah’ın, müminleri arındırması ve kâfirleri çaresiz bırakması içindir.

Yoksa Allah, içinizden cihad edenleri bilmeden ve sabredenleri bilmeden cennete gireceğinizi mi hesap ettiniz? Ölümle karşılaşıncaya kadar, onu gerçekten göze almıştınız. Ölümle burun buruna gelince de dona-kaldınız.” (Al-i İmrân 3/140-143)

Âdem aleyhisselamı aldatan İblis, bazı Müslüman âlimleri de aldatmıştır. Çünkü İblis, yeniden dirilme gününe kadar yaşama izni alınca şöyle demişti:

بين من لتينهم ثم المستقيم. صراطك لهم لقعدن أغويتني فبما قال أيديهم ومن خلفهم وعن أيمانهم وعن شمائلهم ول تجد أكثرهم شاكرين .

“Madem beni hayallere daldırdın, ben de onlar için, kesinlikle senin doğru yolunun üstüne oturacağım. Sonra onlara; önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Göreceksin, onların çoğu sana teşekkür etmeyecektir.” (Araf 7/16-17)

İblis, doğru yolun üstünde oturacağı için insanları o yola ait sözlerle ve özellikle Allah ile aldatır. Bu sebeple Allah Teâlâ bize şu tenbihte bulunmuştur:

ول يغرنكم باهلل الغرور.“O aldatıcı şeytan, sakın sizi Allah ile aldatma-

sın.” (Lokman 31/33)

Page 239: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 239 -

ŞEY, ŞÂE ( ), MEŞÎET, KADER VE FITRAT

Ayrıca Allah’ın yaptığı imtihanın, sabır ve cihad imtihanı olduğu göz ardı edilerek bilgi imtihanına çev-rilmekte ve şöyle denmektedir:

“Öğretmen, bir öğrencisinin imtihanı kazanıp ka-zanamayacağını bilir de Allah bilmez mi?”

Yukarıdaki âyetlerden biri şöyledir:

“Ölümle karşılaşıncaya kadar, onu gerçekten göze almıştınız. Ölümle burun buruna gelince de donakaldı-nız.” (Al-i İmrân 3/143)

İmtihan, o son ana kadar gösterilecek azim, sabır ve kararlılıkla kazanılır.

Şeytanın hilelerinden biri de bu konunun “Allah’ın gaybı bilmesi” zeminine çekilmesidir. Gayb, duyular-dan uzak olan ve kişinin hakkında bilgisi olmayan şeye denir200. Allah’ın önceden planlamadığı şey gayb olma-yacağı için ona ait bir bilgi de olamaz.

Böyle kimselerin başına gelecekler konusunda şu ayetleri iyi düşünmek gerekir:

يوم ترى المؤمنين والمؤمنات يسعى نورهم بين أيديهم وبأيمانهم بشراكم اليوم جنات تجري من تحتها النهار خالدين فيها ذلك هو الفوز العظيم . يوم يقول المنافقون والمنافقات للذين آمنوا انظرونا نقتبس من نوركم قيل فيه باطنه باب له بسور بينهم فضرب نورا فالتمسوا وراءكم ارجعوا الرحمة وظاهره من قبله العذاب . ينادونهم ألم نكن معكم قالوا بلى ولكنكم فتنتم أنفسكم وتربصتم وارتبتم وغرتكم الماني حتى جاء أمر اهلل وغركم النار الذين كفروا مأواكم . فاليوم ل يؤخذ منكم فدية ول من باهلل الغرور

هي مولكم وبئس المصير .“Mümin erkeklerle mümin kadınların önlerinden,

artlarından ışıklar saçarak koştuklarını gördüğün gün,

200. Rağıb el-Isfahânî, Müfredât, غيب mad.

Page 240: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 240 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

içinden ırmaklar akan bahçelerde ölümsüz olarak kalma müjdesi aldığınız gündür. Bu, büyük bir ba-şarıdır. O gün münafık erkeklerle münafık kadınlar, müminlere şöyle diyeceklerdir: “Bizi bekleyin de ışığınızla biraz aydınlanalım.” Onlara; “Arkanıza dönüp kendinize ışık arayın” denir; sonra aralarına duvar çekilir. Duvarda, içi rahmet, dışı azap olan bir kapı olur. Münafıklar; “Biz de sizinle birlikte değil miydik?” diye bağırırlar. Müminler derler ki, “Doğru ama siz kendinizi zora soktunuz, beklentiye girdiniz, işkillenip durdunuz. Sizi kendi kurgularınız aldattı. O çok aldatan şeytan sizi Allah ile aldattı. Bugün sizden de kâfirlerden de fidye (can bedeli) kabul edilmez; artık gidip yerleşeceğiniz yer ateştir. Ne kötü hale gelmektir o.” (Hadîd 57/12-15)

21.7 Ayetlerdeki Şâe Fiilleri

Allah’ın faili olduğu şâe (شاء) fiilleri, ya imtihan soruları gibi olan ya da imtihan sonuçlarını bildiren âyetlerde geçer.

1. İmtihan sorusu gibi olan âyetler:

ونبلوكم بالشر والخير فتنة“Kötü ile de iyi ile de sizi dener, yıpratıcı bir imti-

handan geçiririz.” (Enbiya 21/35)

Bu sebeple şu âyetteki şâe (شاء) fiilleri, böyle bir imtihanın ön hazırlıklarını bildirmektedir:

: قل اللهم مالك الملك تؤتي الملك من تشاء وتنزع الملك ممن تشاء وتعز من تشاء وتذل من تشاء بيدك الخير إنك على كل شيء قدير . تولج الليل ت وتخرج الميت في النهار وتولج النهار في الليل وتخرج الحي من المي

من الحي وترزق من تشاء بغير حسابDe ki: “Ey hâkimiyeti elinde tutan Allah’ım! Sen,

kendi seçimine göre kişiye hâkimiyet verir, yine kendi

Page 241: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 241 -

ŞEY, ŞÂE ( ), MEŞÎET, KADER VE FITRAT

seçimine göre kişiden hâkimiyeti alırsın. Seçimine göre kişiye güç ve kuvvet verir, yine seçimine göre kişiyi de-ğersizleştirirsin. Bütün iyilikler senin elindedir. Sen her şeye ölçü koyarsın. Geceyi gündüze katarsın, gündüzü geceye katarsın; ölüden diriyi çıkarırsın, diriden ölüyü çıkarırsın. Seçim ettiğin kişiye orantısız rızık verirsin.” (Al-i İmran 3/26-27)

Bu imtihanı düşünmeyen birçok insan, içinde bu-lunduğu durumu yanlış değerlendirir.

إذا ما إذا ما ابتاله ربه فأكرمه ونعمه فيقول ربي أكرمن . وأما فأما النسان . ول اليتيم . كال بل ل تكرمون ابتاله فقدر عليه رزقه فيقول ربي أهانن ون المال ا . وتحب راث أكال لم ون على طعام المسكين . وتأكلون الت تحاض

ا . ا جم حب“İnsan bu… Rabbi onu yıpratıcı bir imtihana sokar,

ikram eder ve nimet verirse der ki: ‘Rabbim bana verdi; bana! ...’ Eğer onu yıpratıcı bir imtihana sokar, rızkını daraltırsa bu defa der ki: “Rabbim beni rezil etti”. Hayır, hayır… Siz yetime ikramda bulunmuyorsunuz, Çaresiz birini doyurmak için birbirinizi teşvik bile etmiyorsu-nuz. Helal-haram demeden mirası yiyorsunuz. Mala karşı da pek fazla sevgi besliyorsunuz.” (Fecr89/15-20)

2. İmtihan sonucunu bildiren âyetler

Yalnız Allah’ın faili olduğu şâe (شاء) fiilleri, imtihan sonuçlarını bildiren âyetlerde de geçer. Şu âyetler, imti-hanı kaybedenlerle ilgilidir:

ولو أننا نزلنا إليهم المالئكة وكلمهم الموتى وحشرنا عليهم كل شيء قبال ما كانوا ليؤمنوا إل أن يشاء اهلل ولكن أكثرهم يجهلون . وكذلك جعلنا لكل القول زخرف بعض إلى بعضهم يوحي والجن النس شياطين ا عدو نبي

غرورا ولو شاء ربك ما فعلوه فذرهم وما يفترون.

Page 242: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 242 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

“Biz melekleri indirsek, ölüler onlarla konuşsa ve her şeyi önlerine döksek yine de inanacak değillerdir; seçimi Allah yapsaydı başka olurdu ama onların pek çoğu bunu bilmez. Bu şekilde her nebiye insan ve cin şeytanlarından düşmanlar oluşturmuşuzdur; aldatmak için biri diğerine yaldızlı sözler fısıldar. Seçimi Rabbin yapsaydı böyle yapamazlardı. Öyleyse onları uydur-duklarıyla baş başa bırak.” (En’âm 6/111-112)

3. Faili kullar olan ve Allah’ın onayına bağlı olan şâe (شاء) fiilleri

Faili kullar olan şâe (شاء) fiili, Allah’ın seçim hakkı verdiği konularda kulun seçimini gösterirse Allah’ın onayını gösteren bir cümle daha bulunur. Buna şu âyet-leri örnek verebiliriz:

تخفوه أو أنفسكم في ما تبدوا وإن الرض في وما السماوات في ما هللب من يشاء واهلل على كل شيء قدير يحاسبكم به اهلل فيغفر لمن يشاء ويعذ

“Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. İçinizde olanı açığa vursanız da, gizleseniz de Allah sizi ondan hesaba çekecektir. Affı seçeni affeder, azabı seçe-ne de azap eder. Allah her şeye bir ölçü koyar.” (Bakara 2/284)

يختار لمن )أي يشاء لمن ذلك دون ما ويغفر به يشرك أن يغفر ل اهلل إن اليمان وترك الشرك) ومن يشرك باهلل فقد ضل ضالل بعيدا

“Allah kendine ortak koşulmasını bağışlamaz, onun altında olanı, hidayeti seçen kişi için bağışlar. Kim Allah’a ortak koşarsa derin bir sapıklığa düşmüş olur.” (Nisa 4/116)

واهلل يدعو إلى دار السالم ويهدي من يشاء إلى صراط مستقيم“Allah güven ve tatmin yurduna çağırır. Yola gel-

meyi seçeni doğru yola getirir.” (Yunus 10/25)

4. Faili yalnız kullar olan şâe (شاء) fiili

Page 243: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 243 -

ŞEY, ŞÂE ( ), MEŞÎET, KADER VE FITRAT

Bunlar sadece Cennete giden kulların, oradaki ni-metlerden seçim haklarını gösteren âyetlerde geçer. Ona şu âyetleri örnek verebiliriz:

عند يشاءون ما لهم . المتقون هم أولئك به وصدق دق بالص جاء والذي ربهم ذلك جزاء المحسنين

“Doğruyu getirinler ve onu kabul edenler kendi-lerini koruyanlardır. Beğendikleri her şey Rablerinin katında onlar içindir. İşte iyilik edenlerin karşılığı budur.” (Zümer 39/33-34)

والذين آمنوا وعملوا الصالحات في روضات الجنات لهم ما يشاءون عند ربهم ذلك هو الفضل الكبير

İnanan ve iyi işler yapanlar Cennet bahçelerinde olacaklardır. Beğendikleri her şey Rablerinin katında onlar içindir. İşte bu, büyük bir ikramdır. (Şûrâ 42/22)

21.8 FITRAT

Fıtrat, varlıkların yapısını oluşturan, geliştiren ve değiştiren kanunlar bütünüdür. Bu kanunlar, Allah’ın şey (شيئ) için oluşturduğu ölçülerin ve şeyler arası ilişkilerin incelenmesi ile ortaya çıkar. İnsanların, hay-vanların, bitkilerin, yerin, göğün, hâsılı her şeyin yapısı ve işleyişi fıtrata göredir. Kur’ân’da bu kanunlar ve on-larla oluşan varlıklardan her biri birer âyet sayılmıştır. Bu âyetlerle Kur’ân âyetleri arasında tam bir bütünlük vardır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

ين حنيفا فطرة اهلل التي فطر الناس عليها ل تبديل لخلق للد فأقم وجهك م ولكن أكثر الناس ل يعلمون. ين القي اهلل ذلك الد

“Sen yüzünü dosdoğru bu dine, Allah’ın fıtratına çevir. O, insanları ona göre yaratmıştır. Allah’ın yarattığı-nın yerini tutacak bir şey yoktur. İşte sağlam din bu din-dir. Ama insanların çoğu bunu bilmezler.” (Rum 30/30)

Page 244: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 244 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Bu âyete göre din, fıtrattır. Bundan dolayı Kur’ân’da, sık sık fıtrata vurgu yapılmış ve Kur’ân’daki örneklerin tamamı fıtrattan yani doğadan seçilmiştir.

Fıtrattaki şeylerin, kendi içinde ve diğer şeylerle ilişkisinde bir yöntem vardır. Bunu her insan, bilgisi ve tecrübesi ölçüsünde görür. Tıpkı bunun gibi, Kur’ân’daki dini hükümlerin de kendi içinde ve diğerleri ile ilişki-sinde bir yöntem vardır. Bu sistem fıtratla birebir uyum-ludur. Bir insan, Kur’an’ın Allah’ın kitabı olduğunu da ancak bu yöntemle kavrayabilir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

. سنريهم آياتنا في الفاق وفي أنفسهم حتى يتبين لهم أنه الحق“Onlara, hem çevrelerinde hem de kendi içle-

rinde olan âyetlerimizi, göstereceğiz; sonunda onun (Kur’an’ın) gerçek olduğu onlar açısından iyice anlaşı-lacaktır.” (Fussilet41/53)

Fıtratta tesadüflere yer yoktur. En kaderci insan bile işini oluruna bırakmaz. Doğayla ilişkilerde kaderci ola-mayanlar din konusunda da kaderci olamazlar. Doğayla ilişkilerinde aklını kullananların dinleri konusunda akıl-larını devre dışı bırakmaları, din algılarının yanlış oldu-ğunun göstergesidir. Çünkü Allah katında din, fıtrattır.

Sonuç

Görüldüğü gibi şey (شيء), kader ve irade; birbirleriy-le ilişkisi olan kelimelerdir. Tarihi süreçte bu ilişkinin koparılması, dinin bilimden ve fıtrattan ayrı düşmesine yol açmış, Kur’an’ın doğru anlaşılmasını engellemiştir.

Bize göre çağımızın en önemli problemi din-bilim ilişkisinde odaklanmaktadır. Bilimin kaynağı fıtrattır. Din ile fıtrat arasındaki birebir ilişki gösterilebilirse in-sanlığa çok büyük bir hizmet yapılmış olur. Bu çalışma-nın, bu hizmete katkıda bulunacağını ümit etmekteyiz.

Page 245: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 245 -

22.Konu

ECELİN KISALMASI

Ecel, bir şey için belirlenmiş süredir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

والذين ى مسم وأجل بالحق إل بينهما وما والرض ماوات الس خلقنا ما ا أنذروا معرضون. كفروا عم

“Biz gökleri, yeri ve o ikisi arasında olanları ecel-i müsemması olan gerçek varlıklar olarak yaratmışız-dır.” (Ahkaf 46/3)

İnsanlar hakkında da şöyle buyrulur:

ى عنده هو الذي خلقكم من طين ثم قضى أجال وأجل مسم“Sizi tînden yaratan odur. Sonra bir ecel belirle-

miştir. Onun katında bir de ecel-i müsemma vardır.” (En’âm 6/2)

Göklerin ve yerin tek bir eceli olduğu halde insan için iki ecelden bahsedilmesi önemlidir. Bunlardan biri, diğer varlıklarda da olan ecel-i müsemma olduğuna göre diğeri tabiî ecel olabilir. Tabiî ecel, vücudun dayanma süresidir. Süre bitince insan, dalında kuruyan çiçek gibi

Page 246: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 246 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

olur. Tabipler ömür biçerken ona bakarlar. Ecel-i mü-semma ise kişinin yaşayacağı süredir. Bu süre sonunda insan, dalından koparılmış çiçek gibi ölür. Tabii eceli 100 sene olanın ecel-i müsemması 60 sene olabilir. Bu süreyi yalnız Allah bilir.

Tîn, su ile toprağın karışmış halidir201. Su toprağa karışmazsa hayat olmaz. İnsan tohumu, topraktan gelen gıdalardan oluşur. Ana rahminde, yine topraktan gelen gıdalarla gelişir. İnsan ölünceye kadar topraktan besle-nir. Ondan ayrılan her şey toprak olur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

ثم طفال يخرجكم ثم علقة من ثم نطفة من ثم تراب من خلقكم الذي هو كم ثم لتكونوا شيوخا ومنكم من يتوفى من قبل ولتبلغوا أجال لتبلغوا أشد

ى ولعلكم تعقلون. مسم“Sizi önce topraktan sonra döllenmiş yumurtadan,

sonra yapışan şeyden (embriyodan)202 yaratan odur. Sonra sizi bir bebek olarak çıkarır, sonra kuvvetli çağınıza eresiniz, sonra da ihtiyarlar olasınız diye ya-şatır. Bundan önce vefat edeniniz de olur. Bunlar ecel-i müsemmaya ulaşmanız içindir. Belki aklınızı kullanır-sınız.” (Mümin 40/67)

Sonsuz hayat için yaratılan ve ölümsüz bir ruh taşıyan insanın dünyada geçireceği süre onun ecel-i müsemmasıdır. Bu süre içinde ruh, vücudu bir ev gibi kullanır. Vücut uykuya dalınca çıkar gider; uyanınca geri döner. Ölen vücut, yıkılan ev gibi olduğundan yeni-den yaratılıncaya kadar ruh ona dönmez.

Kıyâmet günü yaratılacak yeni vücut, ihtiyarla-mayan, yaşlanmayan, hastalanmayan ve ölmeyen bir vücut olacaktır. Bunu âyetlerdeki (خالدين) = hâlidîn

201. Ragıp el-İsfahani, Müfredât طين mad.202. Alak (علق) bulaşan ve yapışan nesne anlamına gelir. Bulaşıp yapıştığı için kızıl kana, koyu

kana veya pıhtılaşmış kana da alak ya da alaka denir.

Page 247: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 247 -

ECELİN KISALMASI

kelimesinden anlıyoruz. Kelimenin kökü olan (الخلود)=el-hulûd; bir şeyin bozulmayacak özellikte olması ve bu-lunduğu hal üzere kalması anlamındadır.203 Allah Teâlâ şöyle buyurur:

ة هم فيها خالدون. الحات أولئك أصحاب الجن والذين آمنوا وعملوا الص “İman etmiş ve iyi iş yapmış olanlar Cennet hal-

kıdırlar. Onlar orada hâlid (ölümsüz) olurlar.” (Bakara 2/82)

Cehennemlikler de ölümsüzdür. Onlarla ilgili ola-rak da şöyle buyrulur:

ار هم فيهاخالدون بوا بآياتنا أولئك أصحاب الن والذين كفروا وكذ“Görmezlik eden ve âyetlerimiz karşısında yalan

söyleyenler Cehennem halkıdırlar. Onlar orada hâlid (ölümsüz) olurlar.” (Bakara 2/39)

Cehennemliklerin sadece derileri değişir. Bunu şu âyetten öğreniyoruz:

لناهم بد جلودهم نضجت كلما نارا نصليهم سوف بآياتنا كفروا الذين إن جلودا غيرها ليذوقوا العذاب.

“Âyetlerimizi görmezlikten gelenleri ateşte kızar-tacağız; derileri piştikçe başka derilerle değiştireceğiz ki o azabı tatsınlar.” (Nisa 4/56)

Ölümsüz bir ruh taşıyan insanın dünyada geçireceği süre, vücudun canlı kaldığı süredir. İnsan bazen kendi eliyle, bazen başkasının eliyle hayatını kaybedebilir. Bu, ona verilen sürenin, yani ecel-i müsemmasının bitme-sinden önce olur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

ما يشاء ويثبت وعنده أم الكتاب. لكل أجل كتاب. يمحوا اهلل

203. Müfredât خلد mad.

Page 248: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 248 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

“Her ecelin yazıldığı bir belge (bir Kitap) vardır. Allah emrettiğini siler (kısaltır) veya sabitleştirir. Ana Kitap onun yanındadır.” (Ra’d 13/38-39)

يسير رول ينقص من عمره إل في كتاب إن ذلك على اهلل عم ر من م وما يعم“Ömrü olanın yaşatılması ve ömrünün kısaltılma-

sı mutlaka bir deftere kayıtlı olur. Bu Allah’a kolaydır.” (Fâtır 35/11)

Âyetlere bakılınca iki şeyin eceli kısalttığı görülür; biri yanlış davranışlar, diğeri kendini Allah yolunda feda etmektir.

22.1. Yanlış Davranışlar

Kişi, yanlış davranışlarla kendi ecelini kısalttığı gibi suçsuz birinin ecelinin kısalmasına da yol açabilir.

22.1.1. Kişinin Kendi Ecelini Kısaltması

Yapılan yanlışların eceli kısaltacağı konusunda en iyi örnek, Yunus aleyhisselam ve kavmidir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

من فكان فساهم المشحون. الفلك إلى أبق إذ المرسلين. لمن يونس وإن المدحضين. فالتقمه الحوت وهو مليم. فلول أنه كان من المسبحين. للبث في بطنه إلى يوم يبعثون. فنبذناه بالعراء وهو سقيم. وأنبتنا عليه شجرة من

عناهم إلى حين. يقطين. وأرسلناه إلى مئة ألف أو يزيدون. فآمنوا فمت“Yunus da elçilerden biridir. Bir gün dolu bir gemi-

ye kaçtı. Diğer yolcularla kur’a çekti ve kaybedenlerden oldu. Sonra onu bir balık yutuverdi, o kendini kınayıp duruyordu. Eğer tesbih etmeseydi yeniden dirilecekleri güne kadar balığın karnında eriyip gidecekti. Tesbih edince onu boş bir yere attık; hasta bir haldeydi. Yanı başında kabakgillerden bir bitki bitirdik. Hâlbuki onu yüz binlere, daha da çok kimselere elçi göndermiştik.

Page 249: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 249 -

ECELİN KISALMASI

Nihâyet onlar ona inandılar. Biz de onları bir süreye dek nimetlendirdik.” (Sâffât 37/139-148)

Sonra Yunus aleyhisselam kavmine döndü. Daha önce ona inanmayan kavmi bu defa inandı ve helaktan kurtuldu. Bunu da şu âyetler haber vermektedir:

ا آمنوا كشفنا عنهم لم قوم يونس إل فنفعها إيمانها قرية آمنت فلول كانت عناهم إلى حين. نيا ومت عذاب الخزي في الحياة الد

“Azap gelip çatmadan imana gelip de imanı ken-dine fayda vermiş bir tek kavim olsaydı keşke; Yunus kavmi başka, onlar iman ettiler; biz de kendilerinden dünya hayatındaki rüsvaylık azabını giderdik ve onları bir süre daha yaşattık.” (Yunus 10/98)

ماوات والرض يدعوكم ليغفر لكم من شك فاطر الس قالت رسلهم أفي اهللى. ركم إلى أجل مسم ذنوبكم ويؤخ

“Elçiler, toplumlarına dediler ki: “Allah hakkında şüphe mi olur; göklerin ve yerin yaratıcısı hakkında? O, günahlarınızı bağışlamak ve ecel-i müsemmanıza kadar yaşatmak için size çağrıda bulunmaktadır.” (İbrahim 14/10)

لت من لدن حكيم خبير. أل تعبدوا إل اهلل ثم فص الر كتاب أحكمت آياته عكم متاعا إنني لكم منه نذير وبشير. وأن استغفروا ربكم ثم توبوا إليه يمتأخاف فإني تولوا وإن فضله فضل ذي كل ويؤت ى مسم أجل إلى حسنا

عليكم عذاب يوم كبير.“Elif, Lâm, Râ. Bu öyle bir kitaptır ki, âyetleri muh-

kem kılınmış, sonra hakîm olan ve her şeyin iç yüzünü bilen Allah tarafından açıklanmıştır. Böyle olması Allah’tan başkasına kul olmamanız içindir. Ben onun tarafından bir uyarıcı ve müjdeciyim. Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra ona dönün ki sizi ecel-i müsemma gelinceye kadar güzel bir şekilde yaşatsın. Fazlasını yapana, kendi katından daha fazlasını versin.

Page 250: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 250 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Eğer yüz çevirecek olursanız, o büyük günün azabına uğramanızdan korkarım.” (Hûd 11/1-3)

إنا أرسلنا نوحا إلى قومه أن أنذر قومك من قبل أن يأتيهم عذاب أليم. قال يا واتقوه وأطيعون. يغفر لكم من ذنوبكم قوم إني لكم نذير مبين. أن اعبدوا اهلل

ر لو كنتم تعلمون. إذا جاء ل يؤخ ى إن أجل اهلل ركم إلى أجل مسم ويؤخ“Biz Nuh’u kavmine elçi gönderdik; kendilerini

acıklı bir azap çarpmadan önce onları uyar diye. Nuh dedi ki: “Kavmim! Ben sizi açıkça uyaran bir kişiyim; Allah’a kul olun; ondan sakının, sözlerimi dinleyin ki Allah günahlarınızı bağışlasın, sizi ecel-i müsemma-nıza kadar yaşatsın. Çünkü Allah’ın belirlediği ecel gelince artık geri bırakılmaz. Bunu bir bilseydiniz.” (Nuh 71/1-4)

Tövbe, hem Yunus aleyhisselamın hem de kavmi-nin kurtuluşunu sağlamıştı. Firavun da tövbe etmişti ama boğulmaktan ve kâfir olarak ölmekten kurtulama-mıştı. Burada bu konuya değinmek gerekir.

22.1.1.1. Tevbenin Kabul Zamanı

Hem Yunus aleyhisselam hem kavmi, ölümle yüz yüze gelmeden hatalarını anlamış, tövbe etmişlerdi. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

قريب من يتوبون ثم بجهالة وء الس يعملون للذين اهلل على وبة الت إنما للذين وبة الت وليست حكيما. عليما اهلل وكان عليهم اهلل يتوب فأولئك ئات حتى إذا حضر أحدهم الموت قال إني تبت الن ول الذين ي يعملون الس

ار أولئك أعتدنا لهم عذابا أليما. يموتون وهم كف“Allah’ın kabul sözü verdiği tevbe, kendini tutama-

yarak204 kötülük işleyen sonra vaktini geçirmeden tevbe edenlerin tevbesidir. Allah işte onların tevbesini kabul eder. Allah bilir, doğru karar verir. Kötülükleri işlemeye devam eden, ölüm gelip çatınca da; “Ben şimdi tevbe

الجيمو الهاء والالم أصالن: أحدهما خالف العلم، والخرالخفة وخالف الطمأنينة: جهل )مقاييس اللغة) .204

Page 251: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 251 -

ECELİN KISALMASI

ettim” diyenlerin tevbesi tevbe değildir. Kâfir olarak ölenlerin tevbesi de tevbe değildir. Onlar için elem verici bir azap hazırlamışızdır.” (Nisa 4/17-18)

Yunus aleyhisselamı balık yutmuştu ama o, ka-ranlık bir yere girdiğini sanıyordu. Balığın yuttuğunu bilseydi ölmek üzere olduğunu anlar, son pişmanlığın fayda vermeyeceğini bilirdi. Çünkü bu, Allah’ın yukarı-daki âyette yer alan kanunudur. Ama o, nerede olduğunu bilmediği için tövbe etmiş, tesbihte bulunuyordu. Bunu şu âyetlerden öğreniyoruz:

لمات أن ل وذا النون إذ ذهب مغاضبا فظن أن لن نقدر عليه فنادى في الظيناه من الغم إله إل أنت سبحانك إني كنت من الظالمين. فاستجبنا له ونج

وكذلك ننجي المؤمنين.“Balığın yuttuğu Yunus’u da an. Bir gün öfkelendi,

başını alıp gitti. Dünyayı başına dar etmeyeceğimi-zi sandı. Sonra karanlıklar içinden şöyle yalvardı: “Senden başka ilah yoktur. Senin kusurun yok, ben yanlış yaptım.” Onun yalvarmasına karşılık verdik; üzüntü ve kederden kurtardık. İşte inananları böyle kurtarırız.” (Enbiya 21/87-88)

Nuh aleyhisselam da kurtulma ümidi varken, oğlu-nu tövbeye çağırmıştı. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

بني يا معزل في وكان ابنه نوح ونادى كالجبال موج في بهم تجري وهي الماء من يعصمني إلى جبل قال سآوي الكافرين. مع ول تكن معنا اركب من فكان الموج بينهما وحال رحم من إل اهلل أمر من اليوم عاصم ل قال

المغرقين.“Gemi, dağlar gibi dalgalar içinde onları çal-

kalıyordu. Nuh, bir kenarda duran oğluna seslendi: “Yavrucuğum! Bizimle birlikte bin, kâfirlerle beraber olma” dedi. “Bir dağa sığınacağım, o beni sudan korur” diye karşılık verdi: Nuh ise: “İkram ettikleri bir yana, bugün Allah’ın bu işinden koruyacak kimse yoktur”

Page 252: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 252 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

dedi. Aralarına dalga girdi, o da boğulanlara karışıp gitti.” (Hûd 11/42-43)

Firavun da tövbe etmiş ama tövbeyi, ölümle yüz yüze geldiği anda yaptığı için kabul edilmemişti. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

وجاوزنا ببني إسرائيل البحر فأتبعهم فرعون وجنوده بغيا وعدوا حتى إذا من وأنا إسرائيل بنو به آمنت الذي إل إله ل أنه آمنت قال الغرق أدركه يك ننج فاليوم المفسدين. من وكنت قبل عصيت وقد آلن المسلمين.

ببدنك لتكون لمن خلفك آية وإن كثيرا من الناس عن آياتنا لغافلون.“İsrail oğullarını denizden geçirdik, Firavun ve

askerleri haksızca ve düşmanca onları takip ettiler. Firavun boğulmayla yüz yüze gelince dedi ki, “İsrail oğullarının inandığından başka tanrı olmadığına inan-dım, artık ben ona teslim olanlardanım.” “Şimdi mi? Az öncesine kadar baş kaldırmış ve bozgunculardan-dın. Bugün senin cesedini bir tepeye atacağız ki, senden sonrakiler için belge olsun. İnsanların çoğu belgeleri-mizden gerçekten habersizdir.” (Yunus 10/90-92)

ربك آيات يأتي بعض أو ربك يأتي أو المالئكة تأتيهم أن إل ينظرون هل أو قبل من آمنت تكن لم إيمانها نفسا ينفع ل ربك آيات بعض يأتي يوم

كسبت في إيمانها خيرا قل انتظروا إنا منتظرون.“Bunlar, kendilerine meleklerin gelmesinden veya

Rabbinin gelmesinden ya da Rabbinin birkaç işaretinin gelmesinden başka ne bekliyorlar? Rabbinin işaretleri gelince, o zamana kadar iman etmemiş veya imanlı olarak iyi iş yapmamış olanın o anki imanının faydası olmaz. De ki: “Bekleyin; biz de bekliyoruz.” (En’âm 6/158)

Firavun da tıpkı Yunus aleyhisselam gibi kendini kı-namıştı. Ama Yunus aleyhisselam bunu, ölüm gelmeden

Page 253: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 253 -

ECELİN KISALMASI

önce, Firavun ise ölüp denizin dibini boyladıktan sonra yapmıştı. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

فأخذناه وجنوده فنبذناهم في اليم وهو مليم.“Firavun’u ve ordularını yakaladık, denizin dibine

attık. Bu sırada o, kendini kınıyordu.” (Zâriyat 51/40)

Kendini kınama, kâfir olarak ölen her ruhun yapa-cağı iştir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

فيما صالحا أعمل لعلي ارجعون. رب قال الموت أحدهم جاء إذا حتى تركت كال إنها كلمة هو قائلها ومن ورائهم برزخ إلى يوم يبعثون.

“Onlardan birine ölüm gelince der ki:“Rabbim! Beni geri çeviriniz. Belki terk ettiğim dünyada iyi bir iş yaparım. Hayır; bu onun söyleyip duracağı bir sözdür. Arkalarında yeniden dirilecekleri güne kadar bir engel (berzah) vardır.” (Müminun 23/99-100)

Nebîmiz şöyle demiştir: “Allah kulunun tövbesini, can boğaza gelinceye kadar kabul eder.”205

22.1.1.2. Cezanın Gelişi

Allah, cezayı hemen vermez. Yoksa yeryüzünde kimse kalmazdı. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

هم بغتة ى لجاءهم العذاب وليأتين بالعذاب ولول أجل مسم ويستعجلونك وهم ل يشعرون.

“Senden azabı çarçabuk getirmeni isterler. Eğer ecel-i müsemma olmasaydı azap gelip onları yakalardı. Yine de bu azap farkında olmadan, onlara birdenbire gelecektir.” (Ankebût 29/53)

205. Tirmizi, Daavat 98; İbn Mace, Zühd 30; Ahmed b. Hanbel, 2/132, 153.

Page 254: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 254 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

رهم إلى أجل الناس بظلمهم ما ترك عليها من دابة ولكن يؤخ ولو يؤاخذ اهللى فإذا جاء أجلهم ل يستأخرون ساعة ول يستقدمون. مسم

“Eğer Allah insanları yaptıkları yanlışlardan dolayı hemen sorumlu tutsaydı, yeryüzünde tek bir canlı bırakmazdı. Ama Allah onları ecel-i müsemmaya kadar ertelemektedir. Ecelleri gelince ne bir an geri kalabilirler, ne de bir an ileri geçebilirler.” (Nahl 16/61)

ما يشاء ويثبت وعنده أم الكتاب. لكل أجل كتاب. يمحوا اهلل“Her ecelin yazıldığı bir belge (bir Kitap) vardır.

Allah tercihine göre bazısını siler, bazısını sabitleştirir. Ana Kitap Onun yanındadır.” (Ra’d 13/38-39)

يسير. ر ول ينقص من عمره إل في كتاب إن ذلك على اهلل ر من معم وما يعم“Yaşayanın yaşatılması ve ömrünün kısaltılması

bir deftere kaydedilmesin olmaz. Bu, Allah’a göre ko-laydır.” (Fâtır 35/11)

İnsanlar ve toplumlar, yaptıkları davranışlarla ecellerinin kısaltılmasına, ecel-i müsemmalarının bir kısmının silinmesine sebep olurlar. Mesela bir kişinin veya toplumun ecel-i müsemması 100 yıl olsa, yaptığı davranışlarla bu eceli 80 yıla indirilmiş bulunsa 80 yıl dolduğu an ömür biter. Artık bu anda onlar, ne bunun önüne geçebilir, ne de Firavun gibi kendilerine süre tanınmasını isteme hakkına sahip olabilirler. Ama 80 yıl dolmadan kısa bir süre önce hatalarını anlayıp tövbe etse, ömrü 100 yıla çıkabilir.

22.1.1.3. Musibetlerin Yazılma Zamanı

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

أن قبل من كتاب في إل أنفسكم في ول الرض في مصيبة من أصاب ما يسير. نبرأها إن ذلك على اهلل

Page 255: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 255 -

ECELİN KISALMASI

“Yeryüzünde veya kendinizde meydana gelen bir tek olay yoktur ki, onu yaratmamızdan evvel bir defte-re yazılmış olmasın. Bu, Allaha göre kolaydır.” (Hadid 57/22)

Olayın olması, bir kararın uygulanması gibidir. Mesela mahkemenin yazılı kararı olmadan bir ceza infaz edilemeyeceği gibi Allah’ın yazılı kararı olmadan da bir olay meydana gelmez. Bunu bir başka şekilde açıklayan âyet şudur:

. ما أصاب من مصيبة إل بإذن اهلل“Allah’ın izni olmadıkça hiçbir olay meydana

gelmez.” (Teğâbün 64/11)

Tövbe ile ilgili âyetlerden, Nuh aleyhisselamın oğlunun ve Firavun’un başına gelenlerden, bir de Yunus aleyhisselam ile kavminin ikrama mazhar olmalarından anlıyoruz ki, bir olayın yazılması, meydana gelmesinin öncesine rastlamaktadır. Yukarıdaki âyette geçen; “onu (yani olayı) yaratmamızdan evvel” ifadesi, bunu destek-lemektedir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

نيا نؤته ال ومن يرد ثواب الد كتابا مؤج وما كان لنفس أن تموت إل بإذن اهللاكرين. منها ومن يرد ثواب الخرة نؤته منها وسنجزي الش

“Allah’ın izni olmadan hiç kimseye ölüm yoktur. Onun eceli yazılı olarak belirlenmiştir. Kim dünyalık isterse ona ondan veririz. Kim ahiret nimeti isterse ona da ondan veririz. Biz teşekkür edenleri ödüllendirece-ğiz.” (Al-i İmran 3/145)

Allah’tan onay çıkar, yazı yazılırsa yapılacak bir şey kalmaz. Şu âyet bunu gösterir.

تهم ثم أنزل عليكم من بعد الغم أمنة نعاسا يغشى طائفة منكم وطائفة قد أهممن المر من لنا هل يقولون ة الجاهلي ظن الحق غير باهلل يظنون أنفسهم

Page 256: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 256 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

يخفون في أنفسهم ما ل يبدون لك يقولون لو كان شيء قل إن المر كله هللكتب الذين لبرز بيوتكم كنتم في لو قل هاهنا قتلنا ما المر شيء من لنا ص ما في ما في صدوركم وليمح إلى مضاجعهم وليبتلي اهلل القتل عليهم

دور. عليم بذات الص قلوبكم واهلل“(Uhûd savaşında içine düştüğünüz) o kederden

sonra sizi güven duygusu sardı, üzerinize tatlı bir uyku çöktü. İçinizden bir takımı böyleydi. Bir takımı ise kendi derdine düşmüş, Allah hakkında, gerçek dışı kuruntuya, cahiliye kuruntusuna kapılmıştı. Şöyle diyorlardı: “Bu işten elimize ne geçti?” De ki: “Bu iş, tamamıyla Allah rızası içindir”. Onlar, sana açma-dıkları bir şeyi içlerinde gizliyor “bu işte bir faydamız olsaydı, burada öldürülmezdik” diyorlardı. De ki: “Siz evlerinizde bile olsaydınız, öldürülecekleri yazılmış olanlar çıkar, yatacakları yere kadar giderlerdi”. Bu, Allah’ın içinizde olanı denemesi, kalplerinizde olanı iyice temizlemesi içindir. Allah içinizde ne olduğunu bilir.” (Al-i İmran 3/154)

22.1.2. Toplumların Eceli

Toplumların da eceli vardır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

ة أجل فإذا جاء أجلهم ل يستأخرون ساعة ول يستقدمون. ولكل أم“Her topluluk için bir ecel vardır. Ecelleri gelince,

ne bir an geri bırakılmalarını isteyebilirler, ne önüne geçebilirler.” (A’raf 7/34)

ة أجل إذا جاء أجلهم لكل أم ا ول نفعا إل ما شاء اهلل قل ل أملك لنفسي ضرفال يستأخرون ساعة ول يستقدمون.

“De ki: Allah da tercih edip yaratmadıkça benim kendime ne bir zararım ne de bir yararım olabilir. Her

Page 257: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 257 -

ECELİN KISALMASI

topluluk için bir ecel vardır. Ecelleri gelince, ne bir an geri bırakılmalarını isteyebilirler, ne önüne geçebilir-ler.” (Yunus 10/49)

Yunus kavmi gibi, ecel gelmeden hatasını anlayıp dönüş yapan toplumlar, kalan süreyi tamamlarlar. Mesela 200 yıllık ömrü 150 yıla düşürülse, süre dolma-dan hatasını anlayıp dönüş yapsa 200 yılı tamamlamayı hak etmiş olur.

روا ما بأنفسهم وأن را نعمة أنعمها على قوم حتى يغي لم يك مغي ذلك بأن اهلل سميع عليم اهلل

“Bu şundandır: Bir toplum kendinde olanı değiş-tirmedikçe Allah ona verdiği nimeti değiştirmez. Allah işitir, bilir.” (Enfâl 8/53)

Buraya kadar kişinin ve toplumun kendi ecelini kısaltması ile ilgili âyetleri gördük. Şimdi de kişinin başkasının ecelini nasıl kısaltabileceği ile ilgili âyetleri göreceğiz.

22.1.3. Başkasının Ömrünü Kısaltmak

Musa aleyhisselam ile Hızır, bir erkek çocuğun, ar-kadaşlarıyla oynadığını görürler. Hızır, çocuğu öldürür. Musa hemen: “Bir cana karşılık olmadan suçsuz bir canı öldürdün ha? Çok kötü bir şey yaptın” diye çıkışır. Hızır bunun sebebini şöyle açıklar:

“Oğlanın ana babası inanmış kimselerdir. Onun onları azdırmasından ve inkâra sürüklemesinden korktuk. İstedik ki Rableri onlara, daha temiz ve daha merhametli birini versin. Bunları kendiliğimden yap-mış değilim...” (Bkz. Kehf 18/65-80)

Çocuğun eceli gelmiş olsaydı Musa aleyhisselam Hızır’a karşı çıkamaz, o da böyle bir gerekçe ileri süremezdi.

Page 258: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 258 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Bu konuda Nebîmizden gelen bir nakil vardır. Sahabeden Cabir başından geçen bir olayı şöyle anlatmış-tır: “Yolculuktaydık, bir kişiye taş vurdu, başı yarıldı. Sonra ihtilam oldu ve arkadaşlarına “benim teyemmüm etmeme ruhsat var mı” diye sordu. Dediler ki, senin için bir ruhsat göremiyoruz; su kullanabilirsin.” Adam yıkandı ve öldü. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına vardık. Durum ona haber verilince dedi ki:

“Allah canlarını alsın, adamı öldürdüler. Bilgisizliğin ilacı sorup öğrenmektir. Teyemmüm etmesi veya yarası-na bez bağlayıp meshetmesi ve bedeninin geri kalanını yıkaması yeterdi.”206

Adam öldürmelerde de durum aynıdır. Mesela bir mümini kasten öldürene kısas uygulanır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

والعبد بالحر الحر القتلى في القصاص عليكم كتب آمنوا الذين أيها يا بالعبد والنثى بالنثى فمن عفي له من أخيه شيء فاتباع بالمعروف وأداء إليه بإحسان ذلك تخفيف من ربكم ورحمة فمن اعتدى بعد ذلك فله عذاب

أليم.“Ey iman edenler! Adam öldürmelerde size kısas

farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın. Kim öldürülenin kardeşi207 tarafından bir bedel karşılığı bağışlanırsa, marufa208 uysun ve bedeli güzelce ödesin. Bu, Rabbiniz tarafından bir hafifletme ve bir ikramdır. Kim düşmanlığı bundan sonra da sürdürürse, ona acı bir azap vardır.” (Bakara 2/178)

Kısas, öldüreni öldürme ve yaralayanı yaralama anlamına gelir.209 O tıpkı kırdığı camı taktırmak gibi,

206. Ebû Davûd, Taharet, 127.207. Mirasçı yakınları.208. Maruf; kısaca güzelliği akıl veya din yoluyla anlaşılan şey şeklinde tarif edilmiştir.209. Lisan’ul-arab قص mad.

Page 259: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 259 -

ECELİN KISALMASI

suçlunun verdiği zararı gidermektir. Öleni diriltmek mümkün olmadığından suçluya kısas uygulanır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

بالنف والنف بالعين والعين بالنفس النفس أن فيها عليهم وكتبنا ارة له ق به فهو كف ن والجروح قصاص فمن تصد ن بالس والذن بالذن والس

فأولئك هم الظالمون. ومن لم يحكم بما أنزل اهلل“Biz onlara Tevrat’ta şunu yazdık: “Cana can, göze

göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralar, işte bunların hepsi kısastır. Kim hakkından vazgeçerse, bu onun için keffaret olur. Kimler de Allah Teâlâ’nın indirdiği ile hükmetmezlerse işte onlar yanlış yapmış olurlar.” (Maide 5/45)

Yaşatan ve öldüren Allah’tır. Onun verdiği hayata kasten son veren kişi suçu Allah’a karşı işlemiş olur. Birinin camını kasten kıran, camı taktırmakla cezadan kurtulamayacağı gibi kasten adam öldüren de kısasla kurtulamaz. Allah, bu suçun asıl cezasını Cehennem olarak belirlemiş ve şöyle buyurmuştur:

عليه ولعنه م خالدا فيها وغضب اهلل دا فجزاؤه جهن ومن يقتل مؤمنا متعموأعد له عذابا عظيما.

“Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, ölümsüz olarakCehennemde kalmaktır. Allah ona gazap etmiş; onu lanetlemiş ve ona büyük bir azap hazırlamıştır.” (Nisa 4/93)

Öldürülenin ömrü bitmiş olsaydı katili cezalandır-mak anlamsız olurdu. O zaman, adam öldürmeyi yasakla-manın da bir anlamı olmazdı. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

جعلنا فقد مظلوما قتل ومن بالحق إل اهلل م حر التي النفس تقتلوا ول ه سلطانا فال يسرف في القتل إنه كان منصورا. لولي

Page 260: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 260 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

“Allah’ın dokunulmaz kıldığı kimseyi öldürmeyin, hukuka uygunsa başka. Haksız yere kim öldürülürse onun velisine yetki verdik o da öldürme işinde taşkın-lık etmesin. Çünkü o, yardım görmüştür.” (İsrâ 17/33)

Bunlar, öldürülen kişinin eceli ile ölmediğini gösterir.

22.2. Allah Yolunda Kendini Feda Etmek

İnsanlar, canlarını Allah yolunda feda ederek de ecel-i müsemmalarının kısalmasına yol açabilirler. Allah, bunun karşılığını kat kat verir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

ا يجمعون. ورحمة خير مم م لمغفرة من اهلل أو مت ولئن قتلتم في سبيل اهلل“Hele Allah yolunda öldürülün veya ölün; görürsü-

nüz ki, Allah’ın bağışı ve ikramı dünyada kalıp biriktire-ceğiniz şeylerden daha iyi olacaktır.” (Al-i İmran 3/157)

Ölen kişi, ecel-i müsemmasının dolmasıyla ölür. Ama Allah yolunda öldürülen, canını Allah için feda et-tiğinden canına karşılık Allah ona yeni can verir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

ربهم يرزقون. أمواتا بل أحياء عند ول تحسبن الذين قتلوا في سبيل اهلل من فضله ويستبشرون بالذين لم يلحقوا بهم من خلفهم فرحين بما آتاهم اهلل وفضل وأن اهلل أل خوف عليهم ول هم يحزنون. يستبشرون بنعمة من اهلل

ل يضيع أجر المؤمنين. “Allah yolunda öldürülenleri ölü sanma. Onlar

Rableri katında diridirler; kendilerine rızık verilir. Allah’ın onlara yaptığı ikram ile mutlu olurlar. Henüz aralarına katılmamış olanlara şu müjdeyi vermek is-terler: “Üstlerinde ne bir korku olur, ne de üzülürler.” Allah’ın nimetini ve ikramını da müjdelemek isterler. Allah, müminlerin alacağı karşılığı azaltmayacaktır.” (Al-i İmran 3/169-171)

Page 261: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 261 -

ECELİN KISALMASI

“Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ama siz bunu fark edemezsi-niz.” (Bakara 2/154)

Allah yolunda öldürülenler, verdikleri ömrün kat kat fazlasını alırlar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

من جاء بالحسنة فله عشر أمثالها.“Kim bir iyilikle gelirse ona onun on katı vardır.”

(En’âm 6/160)

Bu iyilik, Allah yolunda malını harcama şeklinde olursa 700 katına, hatta daha fazlasına çıkar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

ة أنبتت سبع سنابل في كمثل حب مثل الذين ينفقون أموالهم في سبيل اهلل يضاعف لمن يشاء. ة واهلل كل سنبلة مئة حب

“Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak bitiren bir taneye benzer. Her başakta yüz tane vardır. Allah tercih ettiği kişiye kat kat verir.” (Bakara 2/261)

Allah yolunda öldürülenin ömrü ise Kıyâmete kadar uzar. Onun ömrü bitmiş olsaydı fedakârlık yap-mış ve böyle bir karşılığı hak etmiş olmazdı. Bu da Allah yolunda ölen ile öldürülenin farkıdır.

İbn Mes’ud’un bildirdiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem yere bir dörtgen çizdi. Sonra, onun ortasını boydan boya keserek dışarı çıkan bir hat çizdi. Bu hattın içte kalan kısmına doğru bir çok küçük hatlar çizdi ve dedi ki: “Şu hat insandır. Şu onun ecelidir; ken-dini çepeçevre sarmıştır. Şu dışarı uzanan bölüm onun emelidir. Şu küçük hatlar da başa gelenlerdir. Şu hat onu alt etmezse bu eder. Bu da alt etmezse bu eder.”210

210. Buharî, Rikâk, 4.

Page 262: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 262 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Nebîmizin çizdiği çizgiyi şu şekilde gösterebiliriz:

Hatalardan Doğan Tehlikeler

Meleklerin Koruması

İNSANMeleklerin Koruması

Yükselişin Önündeki Tehlikeler

Hatalardan Doğan Tehlikeler

İNSAN

Yükselişin Önündeki Tehlikeler

Allah Teâlâ, sağdan ve soldan gelen bela oklarına karşı insanları korumaktadır. Bir âyet şöyledir:

ما ر يغي ل اهلل إن اهلل أمر من يحفظونه خلفه ومن يديه بين من بات معق له بقوم سوءا فال مرد له وما لهم من روا ما بأنفسهم وإذا أراد اهلل بقوم حتى يغي

دونه من وال.“Kişinin önünde ve arkasında Allah’ın emriyle onu

koruyan takipçiler (melekler) vardır. Bir toplum ken-dinde olanı değiştirinceye kadar Allah, onlarda olanı değiştirmez. Allah bir topluma kötülük diledi mi, artık onun için geri çevrilmesi diye bir şey yoktur. Onların Allah’tan başka yardımcıları da yoktur.” (Ra’d 13/11)

Ecel

Ecel

HedeflerBeklentiler

KişininEmeli

Page 263: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 263 -

23.Konu

ŞEFAAT

Şefaat sözlükte iki şeyin bir arada olması, tek olanı çift yapma, çift sayı, birinin kendine eşlik

etmesini isteme veya birine eşlik etme anlamlarına gelir211. İşini görmek istediğine eşlik edip arka çıkmak da şefaattir212. İnsanlar bu tür şefaatler yaparlar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

له ئة يكن منها ومن يشفع شفاعة سي من يشفع شفاعة حسنة يكن له نصيب على كل شيء مقيتا. كفل منها وكان اهلل

“Her kim iyiliğe şefaat ederse ondan ona pay vardır. Kim de kötülüğe şefaat ederse onun da ondan sorumluluğu vardır. Allah her şeyi korur ve kollar.” (Nisa 4/85)

Şefaat deyince, saygın birinin, mahşer günü Allah’ın yanında birine arka çıkması anlaşılır.İnsanın içini ve neler yaptığını bilen Allah’ın yanında birkimseye arka çıkılabileceğini düşünmek hem Allah’ı insan seviyesine

211. Kitab’ul-ayn212. Mekâyîs, Müfredât,

Page 264: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 264 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

indirmek hem de şefaat etmesi beklenen kişiyi ondan daha merhametli saymaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

تعلمون كنتم إن عليه يجار ول يجير وهو شيء كل ملكوت بيده من قل قل فأنى تسحرون. سيقولون هلل

“De ki, “Biliyorsanız söyleyin her şeyin hâkimiyeti elinde olan, koruyan ama ona karşı korunma imkânı olmayan kimdir? “Allah’tır” diyecekler. De ki, öyleyse nereden büyüleniyorsunuz?” (Müminun 23/88-89)

Birçok insan, Allah’a ait bazı özelliklerin şefaat ede-ceğine inandığı gerçek veya hayali kişilerde de olduğuna inanır ve onlara kulluk eder. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

هم ول ينفعهم ويقولون هؤلء شفعاؤنا عند ما ل يضر ويعبدون من دون اهللماوات ول في الرض سبحانه وتعالى بما ل يعلم في الس ئون اهلل قل أتنب اهلل

ا يشركون. عم“Allahile aralarına koydukları öyle şeye kul

olurlar ki, onlara ne bir zararı olur ne de fayda sağlar. “Bunlar Allah katında şefaatçilerimizdir” derler. De ki: Göklerde ve yerde, Allah’ın bilmediği bir şeyi mi ona bildiriyorsunuz? Allah, onların ortak saydıkları şeyden uzak ve yücedir.” (Yunus 10/18)

Kişiyi Allah’a karşı koruyacak olanın, Allah’tan güçlü olması gerekir. Bu sebeple şefaat edeceğine inanı-lan kişiler, birer hayali tanrı olurlar. Hıristiyanlara göre İsa, böyle bir tanrıdır. Katolikler şöyle derler:

“İsa, Baba’nın yanında Hıristiyanların avukatlığını yapıyor. Onlar lehine aracılık etmek için hep canlıdır. Allah’ın huzurunda daima hazır bulunur213. Kendisi aracılığı ile Allah’a yaklaşanları tamamen kurtarmaya gücü yeter214.”

213. Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 519.214. Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 2634.

Page 265: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 265 -

ŞEFAAT

Şefaatçiler genellikle yarı tanrı yarı insan sayılır, tanrı yönüyle Allah’a, insan yönüyle de insanlara yakın kabul edilirler. Hıristiyanlar 451’de, dördüncü Ökümenik Kadıköy Konsili’nde şu kararı almışlardır:

“Rabbimiz Mesih İsa’nın mükemmel Tanrılığa ve mükemmel insanlığa sahip, gerçek Tanrı ve gerçek insan olduğunu, akıllı bir ruhtan ve bedenden oluştu-ğunu, Tanrılık açısından Baba ile insanlık açısından da bizimle aynı özde olduğunu, günah dışında hepimize her şeyde benzer olduğunu, Tanrılık açısından yüzyıllar öncesinden Baba’dan doğduğunu, insanlık açısından bizim esenliğimiz için bakire Meryem’den doğduğunu oybirliği ile kabul ettiğimizi resmen beyan ederiz.”215

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

ول ولي دونه من لهم ليس ربهم إلى يحشروا أن يخافون الذين به وأنذر شفيع لعلهم يتقون.

“Rablerinin huzurunda toplanacaklarından kor-kanları Kur’ân ile uyar; onların Allah’tan başka ne dostları ne de şefaatçileri vardır. Belki korunurlar.” (En’am 6/51)

فاعة جميعا الش قل هلل“De ki: Şefaat, tümüyle Allah’a aittir.” (Zümer 39/44)

ا إل ما شاء اهلل قل ل أملك لنفسي نفعا ول ضر“De ki: Allah da tercih etmedikçe, benim kendime

bile bir fayda sağlamaya veya zarar vermeye gücüm yetmez.” (A’raf 7/188)

Ebû Hureyre’nin bildirdiğine göre “Kabilenin en yakınlarını uyar” (Şuarâ 26/214) âyeti inince Allah’ın elçisi şöyle bir konuşma yapmıştı:

215. Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 467.

Page 266: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 266 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

“Ey Kureyş topluluğu! Kendinizi kurtarmaya bakın; Allah’ın yanında size bir faydam olmaz. Ey Abdumenaf oğulları! Allah’ın yanında size faydam olmaz. (Amcam) Abdulmuttalib oğlu Abbâs! Allah’ın yanında sana faydam olmaz. (Halam) Safiyye! Allah’ın yanında sana faydam olmaz. Ey kızım Fatma! Benim malımdan dilediğini iste. Ama Allah’ın yanında sana bir faydam olmaz.” dedi. (Buhârî, Vesâyâ, 11)

23.1. Mahşerde şefaat yoktur

Mahşer sözlükte, toplanma yeri ve toplanma zama-nı anlamına gelir. Terim olarak, ilk insandan son insana kadar herkesin tekrar dirilip bir araya toplanacağı yerin adıdır. Ogün insanlar, dünyada yaptıklarının hesabını verecekleri için ona “hesap günü” de denir.

Müminler orada ikiye bölünecek, bir bölüğü doğ-rudan Cennete, bir bölüğü de Cehenneme gidecektir. Cehenneme gidenler daha sonra Cennetteki yakınları-nın yanlarına verileceklerdir. İşte şefaat, cehennemde yalnızlaşan günahkâr müminlerin, Allah’ın izni ve onayı ile Cennetteki yakınlarının yanlarına yerleştiril-mesidir. Bu konu, Kur’an’da ve ilgili hadislerde açıkça anlatılmıştır.

Şu âyetler, mahşerde yani hesap gününde şefaatin olmayacağını bildirmektedir:

يؤخذ ول شفاعة منها يقبل ول شيئا نفس عن نفس تجزي ل يوما واتقوا منها عدل ول هم ينصرون .

“Öyle bir günden çekinin ki, o gün kimse kimsenin yerine ceza çekmez, kimseden şefaat kabul edilmez, kimseden fidye alınmaz ve kimseye yardım edilmez.” (Bakara 2/48)

ول فيه بيع ل يوم يأتي أن قبل من رزقناكم ا مم أنفقوا آمنوا الذين أيها يا خلة ول شفاعة والكافرون هم الظالمون

Page 267: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 267 -

ŞEFAAT

“Müminler! Size rızık olarak ne vermişsek ondan harcayın. Bunu öyle bir gün gelmeden yapın ki, o gün alış veriş, dostluk ve şefaat olmayacaktır. Bunu görmezlikten gelenler tam bir yanılgı içindedirler.” (Bakara 2/254)

ين . يوم ل تملك نفس لنفس ين . ثم ما أدراك ما يوم الد وما أدراك ما يوم الد شيئا والمر يومئذ هلل

Hesap günü nedir nereden bileceksin! Gerçekten nereden bileceksin hesap gününün ne olduğunu! O gün, kimsenin kimse için bir şey yapamayacağı gündür. O gün bütün yetki Allah’ındır.” (İnfitar 82/17-19)

Cennetteki bir müminin birini yanına alması, yani şefaat etmesi ancak Allah’ın vereceği izinden sonra mümkün olacaktır.

على استوى ثم أيام ة ست والرضفي ماوات الس خلق الذي اهلل ربكم إن فاعبدوه ربكم اهلل ذلكم إذنه بعد من شفيعإل من ما المر يدبر العرش

أفالتذكرون“Sizin Rabbiniz olan Allah, gökleri ve yeri altı

günde yaratmış ve arşı hakimiyeti altına almıştır. İşleri o çekip çevirir. Şefaat edecek olan, ancak onun izninden sonra edebilir. Rabbiniz Allah işte budur. Ona kul olun. Aklınızı başınıza almayacak mısınız? (Yunus 10/3)

Şirk suçuyla mahşere gelenler cennet yüzü göre-meyeceklerdir. O suçla oraya gelmeyenlerden sevabı çok olanlar doğrudan cennete, günahı çok olanlar da cehenneme gideceklerdir.

23.1.1. Doğrudan Cennete gidecek olanlar

Nimetlere kavuşacak olanlar, büyük günah işleme-miş müminlerdir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

وندخلكم ئاتكم سي عنكم ر نكف عنه تنهون ما كبآئر تجتنبوا إن دخال كريما م

Page 268: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 268 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

“Size konan yasakların büyüklerinden kaçınırsa-nız, günahlarınızı örter, sizi şerefli bir yere yerleştiririz.” (Nisa 4/31)

Büyük günahlarla ilgili olarak Allah’ın Elçisi şöyle demiştir:

“Felâkete sürükleyen yedi şeyden sakınınız.

-Ey Allah’ın Elçisi nelerdir onlar?

-Allah’a ortak koşmak, sihir, haklı sebeple olması bir yana Allah’ın dokunulmaz kıldığı bir canı öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, düşmana toplu hücum yapılacağı sırada savaştan kaçmak ve kötü yolla ilgisi olmayan namuslu mümin kadınlara zina iftirasında bulunmaktır216.”

Büyük günahlar bunlarla sınırlı değildir. Konan yasakların büyüklerinden kaçınanlar, güzel bir hayat yaşamış sayılır ve daha güzeli ile karşılanırlar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

عملوا بما أساؤوا الذين ليجزي الرض في وما ماوات الس في ما وهللوالفواحش ثم ال كبائر يجتنبون الذين بالحسنى. أحسنوا الذين ويجزي

إل اللمم إن ربك واسع المغفرة .“Göklerde ve yerde olan herşey Allah’ındır. Bu,

kötü davrananları yaptıklarına karşılık cezalandırma-sı; güzel davrananları da daha güzeli ile karşılaması içindir. Onlar, günahların büyüklerinden ve fuhuş çeşitlerinden217 uzak duranlardır; diğer günahlar başka. Senin Rabbinin affı kapsamlıdır.” (Necm 53/31-32)

Yaptıklarından daha güzeli ilekarşılanma sözü alanlar şunlardır:

216. Buhârî, V vesâyâ, 23; Müslim, İman.217. Fuhuş çeşitleri diye tercüme ettiğimiz kelime fevâhiş’tir; fuhuş’un çoğuludur. Arapçada ço-

ğul en az üçü gösterir. Kur’an’a göre zina ve erkek erkeğe ilişki fuhuştur. Üçüncüsü kadın kadına yaşanan sevicilik olabilir.

Page 269: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 269 -

ŞEFAAT

ا الحسنى أولئك عنها مبعدون .ل يسمعون حسيسها ن إن الذين سبقت لهم ماهم وتتلق الكبر الفزع يحزنهم ل خالدون. أنفسهم اشتهت ما في وهم

المالئكة هذا يومكم الذي كنتم توعدون .“Önceden daha güzeli ile karşılama sözü verdikle-

rimiz Cehennemden uzak tutulurlar. O büyük dehşet onları üzmez, ölümsüz olarak canlarının çektiği şeyler içinde olurlar. Melekler “bu sizin gününüz, size söz verilen gündür” diyerek onları karşılarlar.”‏ (Enbiya 21/101-103)

Büyük günah işlediği halde tevbe edip kendini düzel-tenler de bu kesime girerler. Nitekim ilk Müslümanların çoğu, günahların en büyüğü olan şirkin içindeydiler. Onlar, tevbe edip kendini düzeltmiş ve bu ayetin kapsa-mına girmişlerdir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Rahman’ın kulları, Allah ile beraber başka bir tanrıyı yardıma çağırmazlar. (Kur’ân’ın) Haklı (saydı-ğı) bir sebep218 yoksa Allah’ın dokunulmaz kıldığı canı öldürmezler; zina etmezler. Kim bunları yaparsa güna-ha girer. Kıyâmet günü onun azâbı katlanır ve orada alçaltılmış olarak ölümsüzleşirler. Ancak tevbe eden, inanan ve iyi iş yapan başka. Allah onların kötülükle-rini iyiliğe çevirir. Allah bağışlar, ikram eder.” (Furkan 25/68-70)

23.1.2. Müşrikler doğrudan Cehenneme gideceklerdir

Müşik, Allah’ı ikinci sıraya koyup kendini veya başka bir varlığı Allah’ın yerine geçiren kişidir. Allah ile kendi arasına koyduğu şeye yoğunlaşıp Allah’ı görmez-likten geldiği için de kâfir olur. Dolayısıyla her müşrik

218. Bunlar kısas (Bakara 2/178) savaş ve (Muhammed 47/4) ve terör (Maide 5/33) suçlarıdır.

Page 270: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 270 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

kâfir, her kâfir de müşriktir. Bunlar doğrudan cehenne-me gideceklerdir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

هم ول ينفعهم ويقولون هـؤلء شفعاؤناعند ويعبدون من دون اللهما ل يضرماوات ولفي الرض سبحانه وتعالى ئون اهلل بما ل يعلم في الس اهلل قل أتنب

ا يشركون عم“Allah’tan önce, kendilerine zarar vermeyecek,

fayda da sağlamayacak olan şeye kul olurlar. Bir de derler ki: “Bunlar Allah’ın yanında bize şefaat edecek olanlardır.” De ki: “Siz Allah’a, onun göklerde ve yerde bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz?” Allah onla-rın ortak yaptıkları şeylerden uzaktır, yücedir.” (Yunus 10/18)

نيا وهم ئكم بالخسرين أعمال. الذين ضل سعيهم في الحياة الد قل هل ننبولقائه ربهم بآيات كفروا الذين أولئك صنعا. يحسنون أنهم يحسبون بما م جهن جزاؤهم ذلك وزنا. القيامة يوم لهم نقيم فال أعمالهم فحبطت

كفروا واتخذوا آياتي ورسلي هزوا.“De ki, işleri en zararlı şekilde bitecek olanları bil-

direlim mi? Onlar bu hayatta güzel iş yaptıklarını hesap ettikleri halde yanlış yapanlardır. Onlar Rablerinin âyetlerini ve ona kavuşmayı göz ardı edip kâfir olmuş-lar, yaptıkları boşa çıkmıştır. Artık Kıyamet günü onlar için tartı kurmayız. İşte onların cezaları Cehennemdir. Bu, kâfir olmalarına, âyetlerimi ve elçilerimi alaya almalarına karşılıktır.” (Kehf 18/103-106)

23.1.3. Günahı çok olan müminler Cehenneme gideceklerdir

Şirk günahıyla ölmemiş ama günahı sevabından çok olan herkes cehenneme girip cezasını çekecek, sonra cennetteki yakınlarının yanına yerleştirilecektir. İşte şefaat bunlarla ilgilidir. Allah Teâlâ birkaç nebi ile ilgili bilgi verdikten sonra şöyle demiştir:

Page 271: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 271 -

ŞEFAAT

ا هوات فسوف يلقون غي الة واتبعوا الش فخلف من بعدهمخلف أضاعوا الص“Onların arkasından namazı ihmal eden ve arzula-

rına uyan bir nesil geldi. Onlar yakında ğayy ile (yanlış kurgularıyla) yüzleşeceklerdir.” (Meryem 19/58-59)

Ğayy غي, yanlış yola girmek ve isteğine kavuşa-mamaktır219. Her günahkârın, kendince haklı sebebi ve ulaşmak istediği hedefi olur. Ğayy suçunu ilk işleyen İblis’tir. Çünkü o, Allah’ın kendine haksızlık ettiği iddi-asıyla Âdem’e secde etmemiştir.

رتن مت علي لئن أخ قال أأسجد لمن خلقت طينا . قال أرأيتك هذا الذي كريته إل قليال إلى يوم القيامة لحتنكن ذر

“(İblis Allah’a) şöyle demişti: Çamur halinde iken yarattığına secde mi ederim?” Arkasından şunu ekledi: “Sen ne yaptığına baktın mı; bana tercih ettiğin bu mu? Beni Kıyamet gününe kadar yaşatırsan birazı dışında onun bütün soyunu kendime bağlarım”. (İsrâ 17/61-62)

Allah ona, kıyamete kadar yaşama hakkı tanıyınca da ne yapacağını şöyle açıkladı:

أيديهم بين ن م لتينهم ثم . المستقيم لهمصراطك لقعدن أغويتني فبما ومن خلفهموعن أيمانهم وعن شمآئلهم ول تجد أكثرهم شاكرين

“Madem beni ğayya (yanlış kurguya) sürükledin, ben de senin doğru yoluna onlar için oturacağıma yemin ederim. Sonra önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Göreceksin, onların çoğu sana teşekkür etmeyecektir.” (Araf 7/16-17)

Allah, Âdem’i bahçeye yerleştirince İblis’i göstere-rek şöyle dedi:

ة فتشقى . إن كما من الجن فقلنا يا آدم إن هذا عدو لك ولزوجك فال يخرجنلك أل تجوع فيها ول تعرى . وأنك ل تظمأ فيها ول تضحى .

219. Es-Sıhah fî’l-luğa. ا وغواية الضالل والخيبة غوي يغوي غي

Page 272: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 272 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

“Bak Âdem! Bu, senin ve eşinin düşmanıdır. Sakın sizi bu bahçeden çıkarmasın, yoksa mutsuz olursun.Orada ne acıkır, ne de çıplak kalırsın; susuzluk çekmez ve güneşte yanmazsın” (Taha 20/117-119)

İblis Âdem’in zayıf noktalarını tespit edip harekete geçti:

يطان قال يا آدم هل أدلك على شجرة الخلد وملك ل يبلى فوسوس إليه الش“Ona şunları fısıldadı: Sana o sonsuzluk ağacını

ve yıpranmayacak saltanatı göstereyim mi?” (Taha 20/120)

Bu teklif, Âdem ile Havva’ya çok cazip geldi.

ة الجن ورق من عليهما وطفقايخصفان سوآتهما لهما فبدت منها فأكال وعصى آدم ربه فغوى

“İkisi de o ağaçtan yedi; kendilerine ayıp yerleri göründü. Hemen bahçenin yaprağıyla örtünmeye koyuldular. Âdem Rabbinin emrinden çıktı da ğayy suçunu işledi.” (Taha 20/121)

İblis, kendini suçlu görmediği için kâfir olmuştu. Allah Âdem ile Havva’ya şöyle seslendi:

قال . بين م يطآن لكما عدو إن الش لكما جرة وأقل أنهكماعن تلكما الش ألم ربنا ظلمنا أنفسنا وإن لم تغفر لنا وترحمنا لنكونن منالخاسرين .

“Size bu ağacı yasak etmedim mi, demedim mi ki, Şeytan sizin açık düşmanınızdır.”Dediler ki: “Rabbimiz! Biz ne ettikse kendimize ettik. Eğer bizi bağışlamazsan ve bize acımazsan, kesin olarak kaybe-den kişiler oluruz.” (Araf 7/22-23)

Ğayy suçunu işleyen, ya İblis ya da Âdem gibi olur. İblis gibi olan, kendini suçlu görmez ve ebedi cehenne-mi hak eder. Âdem gibi olan da suçunu kabul eder. Eğer onun gibi tevbe eder ve büyük günah işlemez veya işlese de sevabı çok olursa doğrudan cennete gider. Günahı çok

Page 273: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 273 -

ŞEFAAT

olan da Cehenneme gidip cezasını çeker. Ğayy cezasına çarptırılacak olanlar hakkında şöyle buyrulmaktadır:

ا . ثم لننزعن م جثي لنحضرنهم حول جهن ياطين ثم فوربك لنحشرنهم والشثم لنحن أعلم بالذينهم أولى بها ا. حمن عتي من كلشيعة أيهم أشد على الرالذين ي ننج ثم . ا مقضي حتما ربك على كان واردها إل منكم اوإن صلي

ا . اتقوا ونذر الظالمين فيها جثي“Rabbine andolsun ki onları (ğayy suçu işleyenleri),

şeytanlarla birlikte toplar, sonra alevli ateşin çevresinde diz çöktürürüz. Sonra her topluluğun içinden Rahman’a en güçlü başkaldıranları çekip ayırırız.Zaten Cehennemde kızarmayı en çok kimin hak ettiğini iyi biliriz.

Sizden (ğayy suçu işleyenlerden) oraya vârid220 olamayacak (gitmeyecek) yoktur. Bu, Rabbinin uygu-lamayı üstlendiği kesin hükümdür. Sonra müttakileri kurtarır, zalimleri de orada diz üstü çökmüş olarak bırakırız.” (Meryem 19/68-72)

Müttekî, takva sahibi demektir. Takvâ; kendini korktuğu şeyden korumaktır.221 Şirkten korunan, ebedi cehennemden de korunmuş olur. Şu âyetler konuyu kesinleştirmektedir:

اتخذ من إل فاعة الش يملكون ل . وردا م جهن المجرمينإلى ونسوق حمن عهدا . عندالر

“Günahkârları, suya koşarcasına cehenneme sevk edeceğiz. Rahman’dan söz almış olanlar dışında kimse şefaat hakkına sahip olamayacaktır.“ (Meryem 19/86-87)

Rahmandan söz almış olanlar, kendilerini şirkten koruyanlardır. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

220. Vârid (وارد) kelimesi cehennem ile birlikte kullanılınca suya gider gibi cehenneme gitmeyi ifa-de eder. Mahşerdeki hesaptan bunalanlar, oradan sevk edilince su içme umuduyla cehen-neme koşacaklardır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: ار وبئس الورد المورود يقدم قومه يوم القيمة فاوردهم الن“Firavun kıyamet günü halkının önüne düşecek, suya götürür gibi onları ateşe götürecektir. Başına varılan su ne kötü sudur!” (Hud 11/98)

221. Mufredat قوي mad.

Page 274: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 274 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

فقد ل يغفر أن يشرك به ويغفر ما دون ذلك لمن يشاء ومن يشرك باهلل إن اهللضل ضالل بعيدا

“Allah kendine ortak koşulmasını bağışlamaz, onun altında olanı, hidayeti tercih eden kişi için ba-ğışlar. Kim Allah’a ortak koşarsa derin bir sapıklığa düşmüş olur.” (Nisa 4/116)

Şirkin dışındaki büyük günahlarla ilgili bazı âyetle-re bakalım:

م خالدا فيها وغضب اهلل عليه ولعنه دا فجزآؤه جهن تعم ومن يقتل مؤمنا موأعد له عذابا عظيما

Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde ölümsüz olarak kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük azap hazırla-mıştır. (Nisa 4/93)

يطان من المس طه الش با ل يقومون إل كما يقوم الذي يتخب الذين يأكلون الربا فمن جاءه م الر با وأحل اهلل البيع وحر ذلك بأنهم قالوا إنما البيع مثل الربه فانتهى فله ما سلف وأمره إلى اهلل ومن عاد فأولـئك أصحاب ن ر موعظة م

ار هم فيها خالدون الن“Faiz yiyenler, şeytanın aklını çeldiği kimsenin

davranışından farklı davranış göstermezler.222 Bu onla-rın “alım-satım, tıpkı faizli işlem gibidir” demeleri se-bebiyledir. Allah alım-satımı helâl, faizli işlemi haram kılmıştır. Kime, Rabbinden bir uyarı gelir de faize son verirse geçmişte olan kendinindir. Onun işi Allah’a ait-tir. Kim de devam ederse onlar o ateşin arkadaşıdırlar; orada ölümsüzdürler.” (Bakara 2/275)

222. Ayette geçen, يتخبطه الشيطان من المس ifadesi, genellikle “şeytanın dokunup çarptığı “ şeklinde an-laşılır. Bize göre bu anlayış doğru değildir. الشيطان يتخبطه şu anlamlara da gelir: مسه بخبل, ona takılıp aklını çeldi, (Lisanu’l-arab خبط mad.) بخبله يفسده aklını çelerek onu bozuyor. (ez-Zebîdî, Tâc’l-arûs, خبط mad.) الخبل aklını ve organını bozma anlamına gelir: أفسد عقله وعضوه إذا خبله (Lisanu’l-arab خبل mad.) Yanlış bir şeye takılmamış olan, faiz alım satım demez. Dolayısıyla ayet, böyle kimselerin şeytana takıldığını ve sağlıklı düşünemediğini ifade etmektedir.

Page 275: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 275 -

ŞEFAAT

Ayetlerdeki hâlid (=خالد) kelimesine ölümsüzlük anlamı verilmiştir. Diğer mealler ona ebedilik anlamı verirler. Hâlbuki ebedilik demek olan ebeden (=أبدا) kelimesi, bazı âyetlerde hâlid ile birlikte (أبد افيها خالدين) geçer. Araplar hâlid’e; bozulmayan, olduğu gibi kalan223 ve ölümsüz olan varlık224 anlamını verirler. Bize göre Cennet ve Cehennem için kullanılan huld الخلد kökün-den kelimelere ölümsüzlük anlamını vermek gerekir. Çünkü Cehennemde kimse ölmeyeceklerdir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

لناهم بد جلودهم نضجت كلما نارا نصليهم سوف بآياتنا كفروا الذين إن كان عزيزا حكيما جلودا غيرها ليذوقوا العذاب إن اهلل

Ayetlerimizi görmezlikten gelenleri ateşte kızarta-cağız; derileri piştikçe başka derilerle değiştireceğiz ki, azabı tatsınlar. Allah güçlüdür, doğru karar verir. (Nisa 4/56)

Cehennemden çıkmayacak olanlar sadece müşrik-lerdir. Âyetlerde ebedîlik (=أبدا) kelimesi sadece bunlar için kullanılmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

ا ول لعن الكافرين وأعد لهم سعيرا . خالدين فيها أبدا ل يجدون ولي إن اهللنصيرا

“Allah kâfirleri dışlamış ve onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır. Oraya ölümsüz olarak sürekli kalmak üzere gireceklerdir. Onlar ne bir dost bulabilecekler ne de bir yardımcı.” (Ahzab 33/64-65)

Büyük günahı olan müminler; günahları fazla ise cehenneme, sevapları fazla ise cennete gideceklerdir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

223. Müfredat. 224. Mekâyîs’ul-luğa.

Page 276: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 276 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

ت خف ومن المفلحون هم فأولـئك موازينه ثقلت فمن الحق يومئذ والوزن موازينه فأولـئك الذين خسروا أنفسهم بما كانوا بآياتنا يظلمون.

O gün tartı yapılacağı gerçektir. Sevabı ağır basan-lar umduklarına kavuşurlar. Sevabı hafif gelenler de âyetlerimiz karşısında yanlış davranmaları sebebiyle kendilerini harcamış olurlar. (Araf 7/8-9)

ثقلت فمن . يتساءلون ول يومئذ بينهم أنساب فال ور الص نفخفي فإذا خسروا الذين فأولئك موازينه ت ومنخف . المفلحون هم فأولئك موازينه

ار وهم فيها كالحون أنفسهم في جهنمخالدون . تلفح وجوههم الن“Sura üfürüldüğünde aralarında ne bir akrabalık

bağı kalır ne de birbirlerini arayıp sorarlar.Artık kimin iyilikleri ağır basarsa onlar umduklarına kavuşurlar. Kimin de iyilikleri hafif gelirse onlar da kendilerini harcamış olurlar, Cehennem’de ölümsüz olurlar. Yüzlerini ateş yalar ve orada dişleri sırıtır halde kalır-lar.” (Müminûn 23/101-103)

Günahı ve sevabı eşit olanlar da Cennete gidecekler-dir. Çünkü şu âyetler Cehenneme, günahı ağır olanların gideceğini bildirmektedir.

“Kimin değerli işleri ağır gelirse, mutlu eden bir hayata kavuşur. Kimin de değerli işleri hafif gelirse, onun anası Haviye olur. Haviye nedir, nereden bilecek-sin? O, kızgın bir ateştir.” (Karia 101/6-11)

Ceza, verilen zararın giderilmesinden sonradır. Önce verilen zarar kapattırılır, sonra o kişiye onun dengi bir ceza verilir. Böylece ceza iki katına çıkmış olur. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

إل بالحق م اهلل إلها آخر ول يقتلون النفس التي حر والذين ل يدعون مع اهللول يزنون ومن يفعل ذلك يلق أثاما. يضاعف له العذاب يوم القيامة ويخلد ئاتهم سي ل اهلل يبد فأولئك من تاب وآمن وعمل عمال صالحا إل مهانا. فيه

غفورا رحيما حسنات وكان اهلل

Page 277: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 277 -

ŞEFAAT

“Rahman’ın kulları, Allah ile beraber başka bir tanrıyı yardıma çağırmazlar. Haklı bir sebep yoksa Allahın dokunulmaz kıldığı canı öldürmezler; zina etmezler. Kim bunları yaparsa günaha girer. Kıyâmet günü onun cezası katlanır ve orada alçaltılmış olarak ölümsüzleşir.” (Furkan 25/68-69)

كلما ار الن في والنس الجن ن م قبلكم من خلت قد أمم في ادخلوا قال اركوا فيها جميعا قالت أخراهم لولهم ة لعنت أختها حتى إذا اد دخلت أمل ولكن ضعف لكل قال ار الن ن م ضعفا عذابا فآتهم أضلونا هؤلء ربنا

تعلمون Allah onlara, “sizden önce gelmiş insanlar ve

cinlerle beraber şu ateşe girin” der. Oraya giren her top-luluk, kendi yoldaşına lanet eder; hepsi orada derlenip toparlanınca da sonrakiler öncekiler için şöyle derler: “Rabbimiz! Bizi işte bunlar saptırdı. Sen bunlara o ate-şin azabını iki kata çıkar.” Allah der ki, “hepinizinki iki kat ama bilmiyorsunuz.” (Araf 7/38)

بك ل إله إل هو وأعرض عن المشركين اتبع ما أوحي إليك من ر“Kim bir iyilikle gelirse ona onun on katı verilir.

Kim de kötülükle gelirse sadece bir katı ile cezalandırı-lır. Onlara bir haksızlık yapılmaz”. (En’âm 6/106)

Kötülük yapana yaptığı kötülükle beraber bir kö-tülük yazıldığına göre iyilik yapana da yaptığı iyilikle beraber on iyilik yazılması gerekir. Bu durumda 50 kötülük ve on iyilikle gelenin terazisi şöyle olur:

50 kötülük = 50 x 2 = 100 günah

10 iyilik = 10 x11 = 110 sevap.

Bunların sevabı fazla olduğu için doğrudan Cennete giderler. Bu sebeple bir Müslümanın günah yükünün oldukça fazla olması gerekir ki, Cehenneme gitsin.

Page 278: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 278 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Müşrikler ve günahları ağır basan müminler, doğru-dan cehenneme gireceklerdir.

23.2. Şefaat-i Uzmâ

Şefaat-i uzmâ, en büyük şefaat yetkisi demektir. Bu yetkinin, Mahşerde uzun bekleyişten dolayı iyice bunalan insanların hesaba çekilmesini sağlamak için Muhammed aleyhisselama verildiğine inanılır. Bu ko-nuda Ebu Hureyre yoluyla gelen şu rivayet delil alınır:

“Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem dedi ki:

“Ben kıyamet günü insanların efendisiyim. Neden böyle olduğunu biliyor musunuz? Allah bütün insan-ları; öncekileri ve sonrakileri bir yerde toplar. Çağıran sesini işittirir, göz onları görür. Güneş yaklaşır, sıkıntı ve keder güçlerinin yetmeyeceği ve taşıyamayacakları sınıra ulaşır. İnsanlar birbirlerine şöyle derler: “Ne hale geldiğimizi görmüyor musunuz; Rabbinize karşı şefaat edecek birine bakmayacak mısınız?”

Kimileri; “Âdeme gitmelisiniz”, derler.

Âdem’e gelip derler ki: “Sen insanların atasısın. Allah seni eliyle yarattı ve sana ruhundan üfledi. Meleklere emretti, sana secde ettiler. Rabbine karşı bize şefaat et. Halımizi ve başımıza gelenleri görmüyor musun?”

Âdem der ki: “Bugün Rabbim hiç olmadığı kadar öf-kelendi. Bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecektir. O bana ağacı yasaklamıştı ben ona asi oldum. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Başkasına gidin; Nuh’a gidin!”

Nuh’a gelir, şöyle derler: “Ey Nuh! Sen insanlığa gönderilen ilk elçisin. Allah sana “çok şükreden kul” adını verdi. Rabbine karşı bize şefaat et; ne halde oldu-ğunuzu görmüyor musun? Nuh der ki:

Page 279: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 279 -

ŞEFAAT

“Bugün Rabbim hiç olmadığı kadar öfkelendi. Bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecektir. Benim bir dua hakkım vardı, kavmimin aleyhine kullandım. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Başkasına gidin. İbrahim’e gidin!”

İnsanlar İbrahim’e gelir derler ki: “Ey İbrahim! Sen Allah’ın Nebîsi ve halk içinde onun sevdiği kişisin. Rabbine karşı bize şefaat et; şu halimizi görmüyor musun?”

İbrahim onlara şöyle der:

“Bugün Rabbim hiç olmadığı kadar öfkelendi. Bundan sonra böylesine öfkelenmeyecektir. Ben üç kere yalan söyledim. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Başkasına gidin! Musa’ya gidin!”

Musa’ya gelir derler ki: “Ey Musa! Sen Allah’ın Elçisisin. Allah elçilik vererek ve seninle konuşarak diğer insanlardan üstün kıldı. Rabbine karşı bize şefaat et; şu halımizi görmüyor musun?”

Musa onlara şöyle der:

“Bugün Rabbim hiç olmadığı kadar öfkelendi. Bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecektir. Ben, öl-dürme emri almadan bir cana kıydım. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Başkasına gidin; İsa’ya gidin!”

İnsanlar İsa’ya gelir, derler ki:

“Ey İsa, sen Allah’ın Elçisi, Meryem’e hitaben söy-lediği söz ve ondan bir ruhsun. Beşikte iken insanlara hitap ettin. Rabbine karşı bize şefaat et; içinde bulundu-ğumuz şu hali görmüyor musun?”

İsa onlara şöyle diyecektir:

“Bugün Rabbim hiç olmadığı kadar öfkelendi. Bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecektir. İşlediği bir günahtan söz etmeden, “Nefsim! Nefsim! Nefsim! Başkasına gidin! Muhammed’e gidin!” diyecektir.

Page 280: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 280 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

İnsanlar Muhammed’e gelir derler ki:

“Ey Muhammed! Sen Allah’ın Elçisi ve nebilerin sonuncususun. Allah, geçmiş ve gelecek günahlarını bağışladı. Rabbine karşı bize şefaat et; içinde bulundu-ğumuz şu hali görmüyor musun?” Bunun üzerine yola koyulur, Arş’ın altına gider, Rabbim için secdeye kapa-nırım. Derken Allah, benden önce kimseye açmadığı takdir ve övgüleri benim için açar, sonra şöyle denir:

“Ey Muhammed başını kaldır ve isteğini bildir ki, karşılansın. Şefaat et; şefaatin yerine getirilsin” Ben de başımı kaldırır; “Ya Rab, ümmetim! Ya Rab, ümmetim! Ya Rab, ümmetim!” derim. Denir ki, “Ey Muhammed! Ümmetinden, üzerinde hesap olmayanları Cennet ka-pılarından sağdaki kapıdan içeri al! Esasen onlar diğer kapılarda da insanlara ortaktırlar!”

Sonra Allah’ın Elçisi şöyle dedi:

“Nefsim elinde olana yemin ederim ki Cennet kapısının iki kanadının arasındaki mesafe Mekke ile Himyer veya Mekke ile Basra gibidir.” (Buhârî, Enbiya 3, 8, Tefsir, Benî İsrail 5)

Hadis ayrıca, Müslim (İman 327, (194) ve Tirmizî’de (Kıyamet 11, 2436) de geçmektedir.

Hadis, senet yönünden sahih olabilir. Ama şu ifa-deler Kur’an’a ters olduğundan tutarsızlıklarla doludur.

1- Güneş yaklaşır, sözü tutarsızdır. Çünkü Mahşerde güneş dürülmüş, yıldızlar kararmış225, yer-yüzü Allah’ın nuruyla aydınlanmış226 olur. Bu sebeple güneşin yaklaşması söz konusu olamaz.

2- “…sıkıntı ve keder, güçlerinin yetmeyeceği ve taşıyamayacakları sınıra ulaşır.” Sözü tutarsızdır.

225. Tekvîr, 81/1-2.226. Zümer 39/69

Page 281: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 281 -

ŞEFAAT

Çünkü büyük günah işlememiş olanlar sıkıntı görmeye-ceklerdir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Rabbimiz Allah’tır deyip dosdoğru olanlara (ölürken) melekler iner. Korkmayın, üzülmeyin, size söz verilen cennetle sevinin, derler. Bizler sizin hem Dünyadaki yaşamınızda hem Âhiretteki yaşamınızda dostlarınızız. Ahirette canınızın çektiği her şey sizin için, istediğiniz her şey, sizin içindir.” (Fussilet 41/30-31)

3- Âdem’e mal edilen şu söz doğru olamaz: “O ağacı bana yasaklamıştı, ben ona asi oldum. Nefsim! Nefsim! Nefsim!” Çünkü o, affedilmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Âdem Rabbinden uyarılar aldı.227 Sonra Rabbi tevbesini kabul etti. O, tevbeleri kabul eder, ikramı boldur.” (Bakara 2/37)

4- “Ey Nuh! Sen insanlığa gönderilen ilk elçisin” sözü de doğru olamaz. Allah Teâlâ, Nuh aleyhisselamile beraber 18 nebînin adını saydıktan sonra şöyle buyu-ruyor: “Bunların babalarından, soylarından ve kar-deşlerinden de seçtik ve onlara doğru yolu gösterdik. Bunlar, kendilerine kitap, hüküm ve nebilik verdiğimiz kimselerdir.” (En’âm 6/83-89)

Nuh aleyhisselamın babalarından Nebî varsa, o ilk Nebî olamaz. Zaten Meryem Suresinin 56. âyetinde Nuh aleyhisselamın babalarından İdris’in nebi olduğu bildirilmektedir.

5- İbrahim aleyhisselamın “üç kere yalan söyle-dim” diyecek olması da kabul edilemez. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“İbrahim tek başına bir topluluk gibiydi. Allah’a boyun eğerdi, hep doğruya yönelirdi; müşriklerden olmamıştı.” (Nahl 16/120)

227. Allah, Âdem’i nasıl uyardığını Araf Suresinde açıklamakta.

Page 282: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 282 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

6- Musa aleyhisselam; “Ben, öldürme emri almadan bir cana kıydım. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Başkasına gidin” diyemez; çünkü Allah Teâlâ onu affetmiştir. İlgili âyet şöyledir:

“(Adamı öldürdükten sonra Musa) dedi ki; Rabbim, kendimi kötü duruma soktum, beni bağışla. Allah da onu bağışladı. O, çok bağışlar, ikramı boldur. (Kasas 28/16)

7- Mahşerdeki bütün insanlar şefaat beklerken Nebîmizin “Ümmetim! Ümmetim! Ümmetim!” diye şefaat talep etmesi hadisin üst tarafına ters düşmektedir.

8- “Ey Muhammed! Ümmetinden, üzerinde hesap olmayanları Cennet kapılarından sağdaki kapıdan içeri al! Esasen onlar diğer kapılarda da insanlara ortaktırlar!” sözü kabul edilemez. Çünkü bunlar zaten, cehennem-den uzak tutulacak ve doğruca cennete gidecek olan kişilerdir. Hâlbuki Nebîmiz, “Şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyenleredir” buyurmuştur.

9- Bu hadisin, Müslim’de yer alan rivayetinde geçen şu ifadeler Kur’an’daki şefaate uygun düşmektedir:

“…Sonra şefaat ederim, benim için bir sınır çizilir; onları Cehennemden çıkarır Cennete sokarım. Sonra dua eder, secdeye kapanırım. Allah beni, bir süre öyle bırakır. Sonra “Muhammed, başını kaldır; söyle, sözün dinlensin. İste, yerine getirilsin. Şefaat et, şefaatin kabul olsun denir.” Denir. Başımı kaldırır, bana öğrettiği şekil-de Rabbime hamd eder, arkasından şefaat ederim. Bana bir sınır çizilir; onları cehennemden çıkarır cennete sokarım. Derim ki, Ya Rab, Kur’ân’ın bıraktıklarından yani ebedi olarak orada kalacaklardan başka kimse ce-hennemde kalmadı228.”

228. Müslim, İman, Ednâ ehl-il-cenneti menzileten, 322 – (193).

Page 283: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 283 -

ŞEFAAT

23.3. Cennettekilerin Şefaati

Aşağıdaki âyetler, cehennemde yalnızlaşan ve ora-nın azabını çeken müminlerin cennetteki yakınlarının yanına yerleştirileceklerini bildirmektedir.

عذاب ربهم ووقاهم ربهم آتاهم بما فاكهين ونعيم. جنات في قين المت إن صفوفة سررم على كئين مت تعملون. كنتم بما هنيئا واشربوا الجحيم.كلوا بهم ألحقنا بإيمان يتهم ذر واتبعتهم آمنوا والذين عين. بحور جناهم وزو

ن شيء كل امرئ بما كسب رهين. ن عملهم م يتهم وما ألتناهم م ذرKendini koruyanlar bahçelerde ve nimetler içinde

olur, Rablerinin verdikleri ile safa sürerler. Rableri onla-rı Cehennem’in azabından korumuştur. Onlara; “Yiyin için; afiyet olsun; bu, sizin yaptığınıza karşılıktır,” denir. Sıra sıra dizilmiş sedirlere yaslanırlar. Yanlarına ceylan gözlü huriler veririz. İnanmış olan, soylarından inanarak kendilerini takip edenleri, onlara katarız ama onların yaptıklarının değerini eksiltmeyiz. Herkes kendi kazandığına karşılık rehindir. (Tur 52/17-21)

والمالئكة ياتهم وذر وأزواجهم آبائهم من صلح ومن يدخلونها عدن جنات ار ن كل باب . سالم عليكم بما صبرتم فنعم عقبى الد يدخلون عليهم م

“Kalıcı bahçelere girerler; babalarından, eşlerinden ve evlatlarından uygun olanlar da girerler. Melekler her kapıdan yanlarına girer;“Sabrınızın karşılığı olarak huzur ve güvendesiniz. O dünyanın sonu ne güzelmiş!” derler.” (Ra’d 13/23-24)

Aşağıdaki âyet, cennete girmiş olanların, cehen-nemde bulunan bazı yakınlarını yanlarına isteyebile-ceklerini göstermektedir.

حمن ورضي له قول فاعة إل من أذن له الر يومئذ ل تنفع الشO gün şefaatin faydası olmaz, Rahman’ın izin ver-

diği kişinin, lehine söz söylenmesine razı olduğu kişi için yaptığı başka. (Taha 20/109)

Page 284: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 284 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Nebî sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle dediği rivayet edilir:

“Ümmetimden bazıları çok sayıda kişiye şefaat eder, bazıları bir kabileye şefaat eder; bazıları kendi yakınlarına şefaat eder; bazıları da tek bir kişiye şefaat ederek cennete girmesini sağlar.” (Tirmîzi, Sıfat’ul- Kıyâmeh 12, 2440)

“Şefaatim, ümmetimden büyük günah sahipleri içindir.”

Hadisi rivâyet eden Câbir dedi ki: “Büyük günahı olmayanın şefaate ne ihtiyacı olur!”229

Nebîmizin mahşer yerinde şefaat edeceğine dair sahih bir hadis yoktur. Hadisler, âyetlerle bütünlük gös-termektedir. Bazı hadis metinlerine ilaveler yapılmıştır. Onlardan şefaat-i uzmâ hadisi olarak bilinen hadistir.

23.4. Makâm-ı Mahmûd

Makâm-ı mahmûd sözlükte, kötülenecek yanı olmayan yer230 anlamına gelir. Terim olarak,Mahşerde beklemekten bıkan insanların, hesaba çekilmek için şefaat (şefaat-i uzmâ) başvurusunda bulunacaklarına inanılan makamdır. Bu makamın Muhammed sallal-lahu aleyhi ve selleme verileceğine inanılır. Bu tanım, Kur’ân-Sünnet bütünlüğüne terstir. O, dünyada Medine-i münevvere, ahirette ise Resulullah’ın Cennetteki ma-kamıdır. Makâm-ı mahmûd, şu âyette geçer:

حمودا د بهنافلة لك عسى أن يبعثك ربك مقاما م ومن الليل فتهج“Sana ek görev olarak gecenin bir kısmında namaz

için uyan. Belki Rabbin seni güzel yer(ler)e (makâm-ı mahmûd’a) gönderir.” (İsrâ 17/79)

229. Tirmizi, Sünen, Kıyâmet 12, (2436)230. Hamd zemmin yani kötülemenin zıddıdır. Es-Sıhah, حمد mad.

Page 285: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 285 -

ŞEFAAT

Arapçada, kişinin durduğu veya yerleşip ikamet et-tiği yere makâm (مقام) denir231. Âyette makâm (مقام) cins isim (nekre) olarak geçmiştir. Onu özel isim (marife) yapacak elif ve lâm (=ال) takısı olmadığı için makâm-ı mahmûd, belli bir yerin adı olamaz. Ayrıca makâm (مقام) kelimesinin çoğulu yoktur; hem tekil, hem çoğul kulla-nıldığından makâm-ı mahmûd, birden fazla olabilir.

Kur’ân’da İbrahim aleyhisselamın makâmından (makâm-ı İbrahim), İsrailoğullarına verilen makâmlar-dan ve cennetteki makâmlardan da bahsedilir. Konuyu doğru anlamak için o âyetlere de bakmak gerekir.

23.4.1. Makâm-ı İbrahim

Makâm-ı İbrahim, İbrahim aleyhisselamın, hac ibadetini yaptığı yerlerdir: İlgili âyet şöyledir:

ايات فيه للعالمين وهدى مباركا ة ببك للذي للناس وضع بيت ل او ان من البيت حج الناس على وهلل امنا كان دخله ومن ابرهيم مقام نات بي

غني عن العالمين استطاع اليه سبيال ومن كفر فان اهلل“İnsanlar için kurulan ilk mabet, kesinkes

Bekke232’de olandır. Bereketli olsun ve bu âlem için yön belirleyici (kıble) olsun diye kurulmuştur. Orada açık göstergeler; İbrahim’in (ibadet için) durduğu yerler vardır...” (Al-i İmran 3/97)

Kâbe’yi, Âdem aleyhisselam yapmış olmalıdır. Çünkü o ve evladı, toplu ibadeti, ancak ilk mabette yapabilirler. Orayı ilk bina edenin İbrahim aleyhisselam olduğu söylense de şu âyet buna engeldir:

231. el- Ayn ve es- Sıhah.232. Mekke’de.

Page 286: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 286 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

ربنا م بيتكالمحر عند زرع ذي غير بواد يتي ذر من أسكنت إني بنا رالة ليقيموا الص

“(İbrahim dedi ki;) Rabbimiz! Ben soyumdan bir kişiyi, senin dokunulmaz Beytinin233 yanında, bitkisiz bir dereye yerleştirdim. Rabbimiz, (onun soyundan gelenler) namazı tam kılsınlar diye.” (İbrahim 14/37)

İsmail aleyhisselam büyüdükten sonra İbrahim aleyhisselam tekrar gelmiş ve onunla birlikte Kâbe’nin temellerini yükseltmişti.

أنت إنك ا من ل تقب ربنا وإسماعيل البيت من القواعد إبراهيم يرفع وإذ ميع العليم . الس

“İbrahim, İsmail’le beraber Kâbe’nin temellerini yükseltiyordu. Dedi ki: “Rabbimiz, bunu bizden kabul et; işiten de sensin, bilen de.” (Bakara 2/127)

Önceki âyette İsmail ve annesinin Beyt’in yanında bırakılmasından söz edilmesi, ikinci âyette de o Beyt’in temellerinin yükseltildiğinin ifade edilmesi ilk gelişte Beyt’in temellerinin var olduğunu gösterir. Öyleyse İbrahim aleyhisselam, Kabe’yi ilk bina eden değil, eski temelleri üzerinde yükselten kişidir.

Kâbe’nin yapımı bitince İbrahim aleyhisselam Allah’tan, orada ibadet yapacakları yerler oluşturmasını değil, evvelce hac ibadetinin yapıldığı yerleri gösterme-sini istemişti. Çünkü olan şeyin gösterilmesi istenir. Eğer o yerler olmasaydı şu duayı yapamazdı:

وأرنا مناسكنا...“…Bize menâsikimizi (hac ibadetini yapacağımız

yerleri) göster...” (Bakara 2/127-128)

Hac ibadetinin şatları oluşunca Allah Teâlâ ona şu emri vermişti:

233. Kabe.

Page 287: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 287 -

ŞEFAAT

عميق ن في الناس بالحج ياتوك رجال وعلى كل ضامر ياتينمنكلفج واذ“İnsanların içinde haccı ilan et ki sana, yürüyerek

ve bitkin binekler üzerinde gelsinler; bütün derin vadi-lerden geçip gelsinler.” (Hac 22/27)

Hac kelimesinin (الحج) elif lamlı yani özel isim olması, haccın bilindiğini gösterir. Mekke, ümmü’l-kurâ yani dünyanın anakentidir. İbrahim aleyhisselam Filistin’den oraya tek bir yoldan gelmiştir. Âyetteki “bütün derin vadilerden gelsinler” ifadesi, haccın artık yapılabileceğini duyanların, her yandan oraya geleceğini gösterir. Bu da adını bilmediğimiz nice nebinin ümmeti-nin gelmesi demektir. Öyleyse onlar da haccı biliyordu ama yeri kaybolduğu için yapamıyorlardı.

Haccın “bilinen günlerde” yapılmasının ve kurba-nın da o günlerde kesilmesinin emredilmesi, iki ibade-tin vaktinin de, bütün ümmetler tarafından bilindiğini gösterir. İlgili âyet şöyledir:

فياياممعلوماتعلىمارزقهممنبهيمةال ليشهدوا منافع لهم ويذكروا اسم اهللنعامفكلوامنها واطعموا البائس الفقير

“Gelsinler de kendi menfaatlerini görsünler234; belli günlerde de Allah’ın onlara rızık olarak verdiği hayvanlardan, en’âm (koyun, keçi, sığır ve deve) üze-rine Allah’ın adını ansınlar. Onlardan hem siz yiyin, hem de darda olan yoksula yedirin.” (Hac 22/28)

Öyleyse hac ve kurban, Âdem aleyhisselamdan beri aynı günlerde yapılan ibadetlerdir.

Araplar İbrahim aleyhisselam’ın soyundan geldik-leri için onun Hac ibadetini yaptığı yerleri biliyor ve her sene yapıyorlardı. Şu âyet haccı, bizim de o yerlerde yapmamızı emretmektedir:

234. Ticaret yapsınlar.

Page 288: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 288 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

قام إبراهيم مصلى… وإذ جعلنا البيت مثابة للناسوأمنا واتخذوا من م“Kâbe’yi insanlar için toplanacak ve güvende oluna-

cak yer yaptık. Siz makâm-ı İbrahim’i (İbrahim’in ibadet

için durduğu yerleri) ibadet yeri yapın…” (Bakara 2/125)

İşte makâm-ı İbrahim, zannedildiği gibi Kâbe’nin

yanında, koruma altınmış taş değil, Hac ibadetinin

yapıldığı Safa, Merve, Arafat, Müzdelife ve Mina’dır. Bu

sebeple şu âyetteki makâm-ı İbrahim, âyâtun (ايات) dan bedeldir. Âyetin bu bölümüne şu meal verilmiştir:

نات مقام ابرهيم فيه ايات بي“Orada açık göstergeler; İbrahim’in (ibadet için)

durduğu yerler vardır…” (Al-i İmran 3/97)

23.4.2. Musa aleyhisselamın Makâmı

Kur’ân’da makâm kelimesi, Musa aleyhisselam için yerleşme yeri anlamında kullanılmıştır. Firavun, İsrailoğullarını yok etmek, evlerinden ve yurtların-dan söküp atmak istemiş Allah da onu söküp atarak, ondan kalan yerlere Musa aleyhisselamı ve ümmetini yerleştirmiştir.

بعده من وقلنا . جميعا عه م ومن فأغرقناه الرض ن م هم يستفز أن فأراد لبني إسرائيل اسكنوا الرض فإذا جاء وعد الخرة جئنا بكم لفيفا .“Firavun onları o topraklardan söküp atmak istedi.

Biz de onu ve yanında olanların tamamını suda boğ-duk. Arkasından İsrailoğullarına dedik ki; “Bu yerlere siz yerleşin. Söz verilen Ahiret gelince sizi onlarla yüz-leştireceğiz.” (İsrâ 17/103-104)

Firavun ve ordusu geriye pek değerli makâmlar, yerleşme yerleri bırakmıştı:

Page 289: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 289 -

ŞEFAAT

كم تركوا من جنات وعيون . وزروع ومقام كريم . ونعمة كانوا فيها فاكهين . كذلك وأورثناها قوما آخرين .

“Geriye nice bahçeler, pınarlar, ekinler, değerli makâmlarve tadına vardıkları nimetler bıraktılar. Böylece onların hepsini, başka bir topluluğa verdik.” (Duhân 44/25-28)

فأخرجناهم من جنات وعيون . وكنوز ومقام كريم .“(Firavun ve ordusunu) bahçelerden, pınarlardan,

hazinelerden ve değerli makâmlardan çıkardık.” (Şuarâ 42/57-58)

İsrailoğullarının yerleşeceği yerler güzel olduğu için onlar da birer makâm-ı mahmûd idi.

23.4.3. Dünyadaki Makâm-ı Mahmûd

Mekke’de baskıların arttığı günlerde şu âyetler inmişti:

خالفك يلبثون ل منهاوإذا ليخرجوك الرض من ونك ليستفز كادوا وإن تنا تحويال سلنا ول تجد لسن ة من قدأرسلنا قبلك من ر إل قليال .سن“Seni buradan çıkarmak için yaşadığın yerde huzu-

runu kaçıracakları günlere iyice yaklaştılar. O zaman arkandan onlar da çok az kalabilirler. Elçilerimizi gönderdiğimiz kişilere, senden önce uygulanan kanun budur. Bizim kanunumuzda değişiklik bulamazsın. (İsrâ 17/76-77)

Muhammed aleyhisselâmın gideceği yerin güzel olması için şu ibadeti yapması emredilmişti:

حمودا د بهنافلة لك عسى أن يبعثك ربك مقاما م ومن الليل فتهج“Sana ek görev olarak gecenin bir kısmında

namaz için uyan. Belki Rabbin seni pek güzel yer(ler)e (makâm-ı mahmûd’a) gönderir.” (İsrâ 17/79)

Page 290: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 290 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Mekke’den çıkacağı için şu duayı yapması da emredilmişti:

منلدنك لي واجعل صدق مخرج وأخرجني صدق مدخل بأدخلني ر وقل سلطانا نصيرا

De ki: “Rabbim! Gireceğim yere dürüstçe girdir, çıkacağım yerden dürüstçe çıkar. Bana kendi katından yardımcı güç ver” (İsra 17/80)

Daha sonra gidip Medine’ye yerleştiğine göre makâm-ı mahmûd Medine’dir.

23.4.4. Ahiretteki Makâmı Mahmûdu

Cennetin her yeri makâm-ı mahmûd’dur. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

قين في مقام أمين . في جنات وعيون . يلبسون من سندس وإستبرق إن المتجناهم بحور عين . يدعون فيها بكل فاكهة آمنين . متقابلين . كذلك وزو

“Müttekiler güvenli makâmlarda, bahçelerde, pınar başlarında olurlar.” (Duhân 44/51-52)

Nebîmiz, Cennette güzel bir makâmı olsun diye Müslümanlardan şunu istemiştir: Kim ezanı duyduğu zaman şu sözleri söylerse kıyamet günü şefaatim ona helal olur:

دا الوسيلة والفضيلة الة القائمة آت محم ة والص ام عوة الت اللهم رب هذه الدوابعثه مقاما محمودا الذي وعدته

“Ey bu tam çağrının ve kılınacak namazın Rabbi olan Allah’ım! Muhammed’e, kendisini sana yaklaştıran bir vesile ve bir üstünlük ver; onu söz verdiğin makâm-ı mahmûda gönder235”

235. Buhari, Tavk’un-necat, 1 / 126.

Page 291: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 291 -

ŞEFAAT

Her insan gibi onun da yoldan çıkma ihtimali oldu-ğundan ümmetinden dua istemiştir. Çünkü Allah ona Cennet sözü vermediğini şöyle bildirmiştir:

ما إل أتبع إن بكم ول بي يفعل ما أدري وما سل الر من بدعا كنت ما قل يوحى إلي وما أنا إل نذير مبين

“De ki: “Ben elçilerin ilki değilim; bana ve size ne yapılacağını bilmem. Ben sadece bana vahyolunana uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.” (Ahkaf 46/9)

Şefaat, birlikte olma anlamına geldiği için Ebu Hureyre’den şöyle bir rivayet gelmiştir:

“Makâm-ı mahmûd, ümmetime şefaat ettiğim makâmdır”236.

Yani o makâm, onun ümmeti ile birlikte olacağı makâmıdır. Yerinin daha iyi olması için her ezanın arkasından o duayı biz de yaparız.

Sonuç olarak makâm-ı mahmûd konusuna, Kur’an-Sünnet bütünlüğü içinde bakınca onun, dün-yada Medine-i münevvere, ahirette ise Resulullah’ın Cennetteki makâmı olduğu anlaşılır. Cennetteki makâ-mında o, ümmeti ile birlikte olacaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

ين بي الن من عليهم اهلل أنعم الذين مع فأولئك سول والر اهلل يطع ومن من الفضل ذلك رفيقا. أولئك وحسن الحين والص هداء والش يقين د والص

عليما وكفى باهلل اهلل“Kim Allah’a ve Elçisine boyun eğerse onlar

Allah’ın mutluluk verdiği peygamberler, doğru kişiler, bilgeler ve iyilerle beraber olacaklardır. Onlar ne iyi ar-kadaştırlar! Bu, Allah’ın ikramıdır. Bunu Allah biliyor ya o yeter.” (Nisa 4/69-70)

236. Ahmed b. Hanbelh بي صلى اهلل عليه وسلم في قوله } عسى أن يبعثك ربك مقاما محمودا { قال هو المقام الذي عن أبي هريرة عن النتي فيه أشفع لم

Page 292: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 292 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Cennette her müminin kendine göre bir makâm-ı mahmûdu olur. Nebilerin makâm-ı mahmûdunu büyük bir kara parçası gibi düşünürsek onların çevresinde olan doğru kişilerin, bilgelerin ve iyilerin makâm-ı mah-mûdu da birer şehir, ilçe, bucak ve mahalle gibi olur. Bu kişilerin yanlarına aldıkları insanlarınki de dünyadaki durumlarına göre konaklar ve bahçelerden oluşur. İşte bu birlikteliğin adı şefaattir. Allah Teâlâ, herkesin ahi-rette farklı bir konumda olacağını şöyle bildirmiştir:

لنابعضهم على بعض ولآلخرة أكبر درجات وأكبر تفضيال انظر كيف فض“(Bu dünyada) İnsanlardan birini diğerine nasıl

üstün kıldığımıza bir bak. Şurası kesin ki, Ahiretteki dereceler daha büyük, üstünlükler daha belirgin ola-caktır.” (İsrâ 17/21)

Bütün bunlar, Nebimizin şu sözünü doğrular:

“Ümmetimden bazıları çok sayıda kişiye şefaat eder, bazıları bir kabileye şefaat eder; bazıları kendi yakınlarına şefaat eder; bazıları da tek bir kişiye şefaat ederek Cennete girmelerini sağlar.” (Tirmîzî, Sıfat’ul- Kıyâmeh 12, 2440)

Tirmîzî, bu hadise hasen dese de anlam bakımından sahihtir.

23.4.5. Livâu’l-hamd

Mahşerde hesap vermeyi beklemeyen insanların bunaldığı bir sırada Muhammed sallallahu aleyhi ve sel-lemin müminleri altında toplayacağına inanılan sancak diye anlatılır. Tirmizî’de geçen şefaat-i uzmâ hadisinde, Resulullah’a şu sözler mal edilmiştir:

“Ben kıyamet günü Âdemoğullarının efendisiyim, bu bir övünme değildir. Elimde livâ’ul-hamd olacaktır; bu bir övünme değildir. O gün Âdem ve bütün nebiler

Page 293: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 293 -

ŞEFAAT

sancağımın altında olacaktır. Yerden çıkacak ilk kişi de benim; bu da bir övünme değildir…”

Bundan sonra şefaat-i uzmâ hadisindeki sözlere benzer sözler tekrarlanır237.

Allah, kıyamet günü hesabı çabuk göreceğini bildir-diği için liva’ul-hamd ile ilgili anlayış, makâm-ı mah-mûd ile ilgili anlayış gibi Kur’an-Sünnet bütünlüğüne terstir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

سريع الحساب اليوم تجزى كل نفس بما كسبت ل ظلم اليوم إن اهلل“O gün herkes yaptığının karşılığını görecek ve o

gün en küçük bir haksızlık olmayacaktır. Allah hesabı çok çabuk görür.” (Mümin 4011)

Bunlar, Kitap-Sünnet bütünlüğüne uymaz. Cennete giden herkes Allah’a hamd edecektir:

ة حيث أ من الجن الذي صدقنا وعده وأورثنا الرض نتبو وقالوا الحمد هللنشاء فنعم أجر العاملين

“Cennete girenler şöyle derler: Bize verdiği sözü tutan ve bu toprakları bize veren Allah ne yaparsa güze-lini yapar (elhamdülillah). Şimdi tercih ettiğimiz yere yerleşeceğiz. Çalışanların ücreti ne güzelmiş!” (Zümer 39/74)

Bu hamdi temsilen Resulullah’ın makâm-ı mah-mûd’unda böyle bir sancak bulunabilir.

237. Tirmizî, Sünen c. 5, s. 308.

Page 294: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar
Page 295: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 295 -

24.Konu

SORU CÜMLELERİ

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

بعدي من تعبدون ما لبنيه قال إذ الموت يعقوب إذ حضر شهداء كنتم أم قالوا نعبد إلهك وإله آبائك إبراهيم وإسماعيل وإسحاق إلها واحدا ونحن

له مسلمون.“Yakub’a ölümün geldiği vakti gözünüzde canlan-

dırdınız mı? O gün oğullarına: “Benden sonra neye kul olacaksınız?” diye sordu. Onlar: “Senin İlahına kul olacağız! Ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın İlahına; o tek İlaha. Biz, zaten, ona teslim olmuş kimseleriz” demişlerdi.” (Bakara 2/133)

Soru, bir şeyi ya öğrenmek ya da kabul ettirmek için sorulur. Öğrenmek için sorulana tasavvur, diğerine tasdik sorusu denir. Mesela “Hasan mı geldi?” sorusu, gelenin kim olduğunu öğrenmek için sorulabileceği gibi Hasan’ın gelip gelmediğini onaylatmak için de sorulabi-lir. Daha farklı amaç için de soru sorulabilir.

Page 296: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 296 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Bir şeyin varlığını pekiştirmek için olursa ona istifham-ı ikrârî denir. Babanın oğluna, “senin baban değilmiyim?” diye sorması böyledir.

Bir şeyin yokluğunu pekiştirmek için olursa istif-ham-ı inkârî denir. Yabancı birine, “Ben senin baban mıyım?” diye sorulması böyledir.

Örnek vermek için sorulan soruya İstifhâm-ı tem-sîlî denir. Bu tür sorular, anlatılacak olaya ilgi çekmek içindir. Mesela “Bize yanlış yapana nasıl ders verdiği-mizi öğrenmek ister misin?” sorusu böyledir. Arapçada buna, tenbîh, vaîd veya tehdît ... amaçlı soru denir.238 İstifham-ı temsîlî terimi, bunların hepsini içerdiği için, tercih edilmiştir.

Kur’ân’da bu tür sorular çoktur. Yukarıdaki âyette de böyle bir soru vardır. Bu gibi âyetlere meâl verilirken, sorunun şekline değil, amacına dikkat edilmelidir.

238. Bkz. Sa’d et-Taftazânî, Mes’ud b. Ömer, Muhtasar’ul-meânî, (Muhammed b. Abdurrahman el-Ğazvînî’in Telhis adlı kitabının şerhi) İstanbul 1304/1887, s. 197 vd.

Page 297: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 297 -

25.Konu

CUMA NAMAZI

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

وذروا الة من يوم الجمعة فاسعوا إلى ذكر اهلل يا أيها الذين آمنوا إذا نودي للصفي فانتشروا الة الص قضيت فإذا تعلمون. كنتم إن لكم خير ذلكم البيع

كثيرا لعلكم تفلحون. واذكروا اهلل الرض وابتغوا من فضل اهلل“Müminler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldı-

ğında Allah’ı anmaya yönelin ve alım satımı bırakın. Bilseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Namaz bitince hemen yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lutfundan iste-yin. Allah’ı çokça anın ki umduğunuza kavuşasınız.” (Cuma 62/9–10)

25.1. Cuma Kimlere Farzdır

Âyetten, Cuma’nın herkese farz olmadığı anla-şılır. Çünkü alım satım belli yerlerde yapıldığı halde Müslümanlar her yerde yaşarlar.

Tarık b. Şihab’ın, Allah’ın Elçisi’nden bize şunu nakletmiştir:

Page 298: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 298 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

الجمعة حق واجب على كل مسلم فى جماعة إل أربعة عبد مملوك أو امرأة أو صبى أو مريض

“Cuma namazı, bir topluluktaki her Müslüman’a farzdır, dördü hariç; köle, kadın, çocuk ve hasta.”239

Bu sözü rivâyet eden Ebû Davûd, Tarık b. Şihab’ın Resulüllah’ı gördüğünü ama ondan bir şey işitmediğini not etmiştir. O zaman bu hadis mürsel, yani onun, işit-tiği sahabenin adını söylemeden doğrudan Nebîmizden rivâyet ettiği hadistir. Buna sahabe mürseli denir. Böyle rivâyetlere dayanılarak, Cuma namazı şunlara farzdır, şunlara değildir diye hükmü belirlenemez. Abdullah b. Ömer Allah’ın Elçisi’nin şöyle dediğini rivâyet etmiştir: “Cuma namazı, müezzini işiten herkese farzdır.”240

Namazlardan hiçbiri için Kur’ân’da “daha hayırlı-dır” ifadesi geçmez. Çünkü beş vakit namaz, her durum-da kılınır ama Cuma, bazen kılınmayabilir. Abdullah b. Abbâs yağmurlu bir günde müezzinine dedi ki, ezan okurken “Eşhedü enne Muhammeden Resulullah”tan sonra “Hayye ale’s-salâh” deme. “Namazınızı evleriniz-de kılın” de. İnsanlar bu davranışı yadırgar gibi olunca dedi ki:

“Bunu benden daha hayırlı olan biri yapmıştır.241 Cuma bir görevdir. Size sıkıntı vermek istemedim, yoksa çamurlu ve kaygan zeminde yürüyecektiniz.”242

Nebî sallallahu aleyhi ve sellemin eşi Aişe valide-mizin şöyle dediği bildirilmiştir:

“Halk,evlerinden ve Avâlî’den nöbetleşe Cumaya gelirlerdi. Tozlar içinde gelir, toz toprak ve ter içinde;

239. Ebû Davûd, Cuma, 1067.240. Ebû Davûd, Cuma, 1056. Bunu Peygambere isnad eden sadece rivâyet zincirinde adı ge-

çen Kubeyse’dir. Ebû Davûd’un bu hadise düştüğü nota göre bir topluluk bu sözün Abdullah b. Ömer’e ait olduğunu rivâyet etmiştir.

241. “Benden daha hayırlı olan biri “ifadesiyle Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemi kasdetmiş-tir. (Bedruddin el-Aynî, Umdet’ül-kârî şerhu sahihi’l-Buhari, Mısır 1972, c. V, s. 280)

242. Buharî, Cuma, 14.

Page 299: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 299 -

CUMA NAMAZI

kendilerinden ter akardı. Nebî sallallahü aleyhi ve sel-lem yanımdayken onlardan biri gelmişti. O buyurdu ki, “Keşke bu gün için temizlenmiş olsaydınız.”243

Muaviye, Şam’da Zeyd b. Erkam’a “Allah’ın Elçisi zamanında iki bayramın bir güne rastladığına şahid oldun mu?” diye sordu, Zeyd “Evet” dedi. “Nasıl dav-randı?” dedi. Dedi ki: “Bayramı kıldırdı, Cumayı serbest bıraktı, dedi ki, kılmak isteyen kılsın.”244 Ebû Hureyre Allah’ın Elçisi’nin şöyle dediğini rivâyet etti: “Bugün iki bayram bir araya geldi, isteyen Cumayı kılmayabilir ama biz kılacağız.”245

Atâ b. Ebî Rebah diyor ki, İbn’üz-Zübeyr Cuma gü-nüne rastlayan bir bayram günü bize bayram namazını kıldırdı. Sonra Cuma’ya gittik; o camiye gelmedi. Biz de tek tek kıldık.246 İbn Abbâs Taif’te idi, gelince durumu anlattık dedi ki, “Sünnete uygun davranmış.”247

25.2. Cuma Ezanı

İlgili âyet şöyledir:

اهلل ذكر إلى فاسعوا الجمعة يوم من الة للص نودي إذا آمنوا الذين أيها يا وذروا البيع

243. Buharî, Cuma, 15244. Ebû Davûd Cuma, 1070. Hadisi Neseî Îyd, l592’de, İbn Mace, Salat, 1310’da tahric etmiştir. 245. Ebû Davud, Cuma, 1073, İbn Mace, Salat, l311. Ebû Davud’u şerhedenlerden Hattâbî’ye

göre “Bu hadisin isnadında şüpheler (mekal) vardır. Eğer hadis sahih ise anlamının şöyle olması daha uygundur: “İsteyen Cumaya gelmeyebilir ama öğle namazından sorumluluğu devam eder. Bana göre İbnü’z-Zübeyr’in yaptığı caiz değildir. Ama Cuma namazının zeval-den önce kılınabileceği görüşüne hamledilirse başka. Böyle bir görüşİbn Mes’ud’dan rivâyet edilmiştir. Ama İbn Abbas’tan rivâyet edildiğine göre İbnü’z-Zübeyr’in davranışı kendisine iletildiğinde bunun sünnete uygun olduğunu ifade etmiştir. Ata şöyle dedi: Her bayram kuş-lukta (kılınır), Cuma, Kurban ve Ramazan. İbn İshak’ın İbn Mansur’dan, onun da Ahmed b. Hanbel’den naklettiğine göre Ahmed b. Hanbel’e “Cuma zevalden önce midir, yoksa sonra mı?” diye soruldu, o da zevalden önce kılarsan ayıplamam.” dedi. İshak da öyle demiştir. Buna göre İbnü’z-Zübeyr bayram namazı vaktinde kıldığı iki rekât ile Cumaya niyet etmiş, bayram namazını da ona tabi kabul etmiş olabilir. (el-Hattâbî, Hamd b. İbrahim, Kitâbü meâlimi’s-sünen, İstanbul 1981, Ebu Davud’un şerhi olup onun hamişinde yer alır. c. I, s. 647-648)

246. Cuma namazı cemaatle kılındığı için öğle namazını kıldıkları anlaşılmaktadır. 247. Ebû Davûd, Cuma, 1071.

Page 300: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 300 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

“Müminler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldı-ğında hemen Allah’ı anmaya yönelin ve Alım satımı bırakın…” (Cuma 62/9)

Bu çağrı, çarşısı ve pazarı olan bir yerde yapılmalı ki, Alım satımı bırakıp namaza gitme imkânı olsun. Medine’nin çarşısı, pazarı ve birden fazla camisi vardı. Ama Cuma namazı sadece Nebîmizin camisinde kılınır-dı. İbn Abbâs’ın dediğine göre Allah’ın Elçisi’nin cami-sinden sonra Cuma namazı ilk defa Bahreyn bölgesinde Cüvâsâ’da Abdülkays mescidinde kılınmıştır.248

Atâ b. Ebî Rebah dedi ki, eğer bir karye-i câmiada (ihtiyacı karışlayacak çarşısı olan yerleşim yerinde) olursan ve Cuma günü namaz için ezan okunup çağrı yapılırsa, ezanı işitsen de işitmesen de Cumaya gitmen boynunun borcudur. Enes iki fersah (11370 m.) uzaklıkta olan Zaviye’deki köşkünden bazen Cumaya gider, bazen gitmezdi.249

Ka’b b. Malik’in oğlu Abdurrahman dedi ki, babam Cuma günü ezanı işitince Es’ad b. Zürâre’ye rahmet okurdu. Dedim ki, “Ezanı işitince Es’ad b. Zürâre’ye rahmet okuyorsun?” Dedi ki, “Çünkü o, Nebit düzlü-ğünde, Benî Beyâda250 taşlığında Naki’ü’l-Hadman adlı sulak yerde bize ilk defa Cuma namazı kıldırmıştır. O gün kaç kişiydiniz? Diye sordum. “Kırk” dedi.251

248. Buharî, Cuma, 11. Cüvâsâ, Bahreyne bağlı köylerdendir. İbnü’t-Tîn, Şeyh Ebu’l-Hasen’den, oranın bir şehir olduğunu rivâyet etmiştir. el-Cevherî’nin es-Sıhâh adlı eserinde ve ez-Ze-mahşerî’nin el-Büldân adlı eserinde burasının Bahreyn’de bir kale olduğu yazılıdır. Ebû Abîd, burasının Bahreyn’de Abdülkays kabilesine ait bir şehir olduğunu söylemiştir. (el-Aynî, Um-det’ül-kârî, c. V, s. 270)

249. Buhârî, Cuma, 15. Zaviye Basra’nın dış mahallelerinden bir yerin adıdır. Basra’ya uzaklığı iki fersahtır. Bir Fersah üç mil, bir mil dörtbin adımdır.(el-Aynî, Umdet’ül-Kârî, c. V, s. 281-282) Bugünkü uzunluk ölçülerine göre bir fersah 7500 mimari arşınıdır. Bir mimari arşını 0.758 m. dir. (Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukıİslamiyye Kamusu , İstanbul 1969, c. IV, c. 127-128) Buna göre bir fersah 5685 m. eder.

250. Burası Medine’ye bir mil uzaklıkta bir yerleşim yeridir. (Hattâbî, Kitâbü Meâlimi’s-Sünen, c. 1, s. 645).

251. Ebû Davûd, Cuma, 1069.

Page 301: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 301 -

CUMA NAMAZI

25.3. Namaza Gelme Âdâbı

Ebû Hureyre Nebî sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle dediğini rivâyet etmiştir: “Namaz kılınacağı zaman koşarak gelmeyin, sakin sakin gelin; yetiştiğiniz rekâtları kılın, yetişemediğinizi tamamlayın.”252

25.4. Namaz Bitince Yapılacak İşler

Ebû Musa el-Eşarî’nin bildirdiğine göre Allah’ın Elçisi şöyle demiştir: “Cuma vakti, İmamın (minbere) oturmasıyla namazın bitmesine kadar olan vakittir.”253 Cuma namazı iki rekâttır.” Abdullah b. Ömer radiyel-lahü anh şöyle dedi: “Allah’ın Elçisi Cuma namazından sonra mescitten ayrılıncaya kadar namaz kılmaz, ayrı-lınca evinde254 iki rekât kılardı.”255

Âyette: “Namaz bitince hemen yeryüzüne dağılın” buyrulduğuna göre emre uymak gerekir. Abdullah b. Ömer, Cuma günü, mescitten çıkmadan iki rekât namaz kılan birini gördü ve onu iterek şöyle dedi: “Cumayı dört rekât mı kılmak istiyorsun?” Abdullah b. Ömer evinde iki rekât namaz kılar ve derdi ki: “Allah’ın Elçisi böyle yapardı.”256

Abdullah Mekke’de bulunur da Cumayı kılarsa ileri geçer iki rekât kılar, sonra ileri geçer dört rekât kılardı. Eğer Medine’de ise Cumayı kılar, sonra evine döner iki rekât kılardı. Mescitte kılmazdı. Derdi ki, “Allah’ın Elçisi böyle yapardı.”257

Ömer Cumadan önce namazı uzatır, Cumadan sonra eve gider, iki rekât kılar ve “Allah’ın Elçisi de böyle yapardı,”258 derdi.

252. Buhârî, Cuma, 18.253. Müslim Cuma, 16; Ebû Davûd, Cuma, 1048.254. “Evinde” ifadesi Müslim’de geçmektedir.255. Buhârî Cuma, 39, Müslim Cuma, 71.256. Ebû Davûd, Cuma, 1127.257. Ebû Davûd, Cuma, 1130.258. Ebû Davûd, Cuma, 1128.

Page 302: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 302 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

es-Sâib diyor ki, Muaviye ile birlikte maksure de (hünkar mahfilinde) Cuma namazını kıldık. İmam selam verince kalktım, aynı yerde namaza devam ettim. Muaviye bana birini gönderdi ve dedi ki, “Bu yaptığı-nı bir daha yapma. Cuma namazını kıldıktan sonra dışarı çıkmadan veya biraz konuşmadan başka namaz kılma. Çünkü Allah’ın Elçisi bize böyle emretmişti. Konuşmadıkça veya dışarı çıkmadıkça bir namazın diğerine eklenmemesini isterdi.”259

Ebû Hureyre, Allah’ın Elçisi’nin şöyle dediğini rivâ-yet etmiştir: “Cumadan sonra namaz kılacak olursanız dört rekât kılın.”260

25.5. Cuma Günü

Ebû Hureyre’nin, Allah’ın Elçisi’nden şu sözleri işittiği rivâyet edilmiştir: “Sonuncu ümmet olan biz-ler Kıyâmet gününde öncüler olacağız. Hâlbuki diğer ümmetlere daha önce kitap verilmiştir. Cuma günü de aslında onlara verildi ama ihtilafa düştüler. Allah artık bu günü bize verdi, diğerleri arkamıza takılmış oldular. Yahûdilerin günü yarın (Cumartesi), Hıristiyanlarınki de ertesi gün, (Pazar günü)dür.”261

Ebû Hureyre ve Huzeyfe tarafından rivâyet edilen bir hadiste Allah’ın Elçisi şöyle demiştir: “Allah Teâlâ sizden öncekilere Cumayı kaybettirdi. Cumartesi Yahûdilerin, Pazar Hıristiyanların oldu. Allah bizi dünyaya getirdi ve Cuma gününü bize gösterdi. Böylece Cuma, Cumartesi ve pazarı (kutsal) kıldı. Onlar Kıyâmet günü de arkamız-dan geleceklerdir. Biz dünyada yaşayanların sonuncusu, Kıyâmet gününün öncüleriyiz. Bir de bütün yaratıklar-dan önce hesabı tamamlanacak olanlarız.”262

259. Müslim, Cuma, 73; Ebû Davûd, Cuma, 1128.260. Müslim, Cuma, 67-68; Ebû Davûd, Cuma, 1131; Tirmizi, Cuma, 523.261. Buhârî, Cuma, 1; Müslim, Cuma, 21.262. Müslim, Cuma, 22.

Page 303: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 303 -

CUMA NAMAZI

25.6. Cumanın Fazileti

Ebû Hureyre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle dediğini rivâyet etmiştir: “Kim Cuma günü, cü-nüplükten yıkanırcasına yıkanır da Cumaya giderse bir deve vererek Allah’a yaklaşmış gibi olur. İkinci saatte giden bir sığır vererek, üçüncü saatte giden boynuzlu bir koç vererek, dördüncü saatte giden bir tavuk vererek, beşinci saatte giden de bir yumurta vererek Allah’a yak-laşmış gibi olur. İmam hutbeye çıkınca melekler hazır olur ve hutbeyi dinlerler.”263

Selman-i Fârisî Nebî sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle dediğini rivâyet etmiştir: “Bir kişi Cuma günü yıkanır, gücünün yettiğince temizlenir, yağdanlığından yağlanır veya evinde bulunan bir güzel kokuyu sürünür ve çıkar, iki kişinin arasını ayırmaz, sonra kendine farz olan namazı kılar, imam konuşurken de susarsa önceki Cumadan o Cumaya kadar olan günahları bağışlanır.”264

Ebû Hureyre, Allah’ın Elçisi’nin şöyle dediğini rivâ-yet etmiştir: “Kim yıkanır, Cuma namazına gelir, belirli miktardaki (nafile) namazı kılar, hutbe bitinceye kadar susar, sonra imamla birlikte Cuma namazını kılarsa o Cuma ile ondan önceki Cuma arasındaki günahları bağışlandığı gibi üç gün de ilave edilir.”265

25.7. Cuma İçin Özel Elbise

Muhammed b. Yahya Allah’ın Elçisi’nin şöyle de-diğini rivâyet etmiştir: “Eğer bulabilirseniz iş elbiseleri-nizden ayrı Cuma için bir takım elbise edinebilirsiniz.”266

263. Buhârî, Cuma, 4; Müslim, Cuma, 10.264. Buhârî, Cuma, 6.265. Müslim, Cuma, 27.266. Ebû Davûd, Cuma, 1078.

Page 304: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 304 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

25.8. Cuma İçin Yıkanma

Semüre b. Cündüb Allah’ın Elçisi’nin şöyle dediğini rivâyet etmiştir: “Cuma günü abdest alan iyi yapar, ama yıkanırsa daha iyi olur.”267

Abdullah b. Ömer, Allah’ın Elçisi’nin şöyle dediğini rivâyet etmiştir: “Sizden biri Cuma’ya geleceği vakit yıkansın.”268

“Hattab oğlu Ömer, Cuma günü hutbede ayaktay-ken Nebî sallallahu aleyhi ve sellemin ashabının ilk muhacirlerinden bir zat içeri girdi.269 Ömer ona şöyle seslendi: “Bu hangi saattir böyle?” O zat dedi ki,

– İşlerim vardı, ezan sesini duyuncaya kadar evime dönemedim. Sadece abdest alabildim.

Ömer dedi ki, “Gene mi abdest? İyi biliyorsun ki, Allah’ın Elçisi yıkanmayı emrederdi.”270

Ebû Hureyre, Allah’ın Elçisi’nin şöyle dediğini rivâyet ediyor: “Haftada bir kere, başını ve vücudunu yıkamak her müslümanın görevidir.”271

25.9. Cuma İçin Güzel Koku Sürünme

Ebû Saîd el-Hûdrî, Nebî sallallahu aleyhi ve sel-lem’in şu sözüne şahid olduğunu söyledi: “Cuma günü yıkanmak erginlik çağına girmiş herkesin görevidir. Dişlerini temizlemek ve koku sürünmek de öyle.”272

25.10. Cuma Vakti

Enes b. Malik, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in Cuma namazını güneşin meyli273 sırasında kıldırdığını söylemiştir.274

267. Tirmizi, Cuma, 497.268. Buhârî ve Müslim, Cuma, 2.269. Ebû Hureyre’den gelen bir rivâyette bu zatın Osman olduğu belirtilmektedir. (Müslim, Cuma, 4)270. Buhârî, Cuma, 2; Müslim, Cuma, 3.271. Buhârî, Cuma, 12; Müslim, Cuma, 9.272. Buhârî, Cuma, 3.273. Güneşin meyli, tam tepe noktasından batıya doğru kaymasına denir. Bu vakit öğle vaktinin

başlangıcıdır.274. Buharî, Cuma, 16; Ebû Davûd, Cuma, 1084; Tirmizî, Cuma, 503.

Page 305: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 305 -

CUMA NAMAZI

Enes b. Malik şöyle dedi: “Cumaları erken davra-nır, kayluleyi275 Cumadan sonra yapardık.”276 Enes b. Malik dedi ki: Allah’ın Elçisi soğuk havalarda namazı yani Cumayı erken kıldırır, sıcak havalarda da hararetin düşmesini beklerdi.”277

Seleme b. el-Ekva’ şöyle dedi: “Allah’ın Elçisi ile beraber Cuma namazını güneş batıya kaydığı zaman kılar sonra geri döner gölge arardık.”278

Seleme b. el-Ekva’ın şöyle dediği rivâyet edilmiş-tir: “Allah’ın Elçisi ile birlikte Cuma namazını kılar, döner duvar diplerinde gölgeleneceğimiz bir gölge bulamazdık.”279

25.11. Cuma Ezanları

es-Sâib b. Yezid şöyle dedi: “Cuma günü, imam oturduğu zaman ezan okunurdu”.280

es-Sâib b. Yezid demiştir ki; “Nebîmiz, Ebû Bekr ve Ömer zamanında ilk ezan, imam minbere oturduğu zaman okunurdu. Osman zamanında insanlar çoğalınca ez-Zevrâ üzerinde okunan üçüncü ezanı ilave etti.”281

İlave edilen ezan, öğle vaktinin girmesiyle okunan ezandır. İkincisi imam minbere çıktıktan sonra okunur Cumanın farzından önce okunan ikamete de ezan den-diği için yapılan ilave üçüncü ezan olur.282

ez-Zevrâ Medine çarşısında bir yer idi. İbn Battal bunun, Mescidin kapısında büyük bir taş olduğunu söylemekte, İbn Mace ve İbn Huzeyme bu konuda şu

275. Kaylule, gündüz vakti bir miktar uyumaktır. Genellikle sıcağın şiddetli olduğu saatlerde yapılır. 276. Buharî, Cuma, 16.277. Buharî, Cuma, 17.278. Müslim, Cuma, 31.279. Müslim, Cuma, 32.280. Buhârî, Cuma, 24.281. Buhârî, Cuma, 21.282. el-Aynî, Umdet’ül-kârî , c. V, s. 298.

Page 306: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 306 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

açıklamayı yapmaktadır: “Üçüncü ezanı, çarşıda, ez-Zevrâ denilen bir binanın damında okutmaya başladı.”283

Ebû Umame b. Sehl b. Huneyf şöyle anlatıyor: “Muaviye minberde otururken müezzin ezan okudu-ğunda “Allahu ekber Allahu ekber” deyince Muaviye de Allahu ekber Allahu ekber” dedi. Müezzin “Eşhedü en lâilâhe illallah” deyince Muaviye “Ben de” dedi. Müezzin “Eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûluhû” deyince Muaviye, “Ben de” dedi. Müezzin ezanı tamamlayınca dedi ki, “Ey insanlar ben Allah’ın Elçisi’nin bu yer üzerinde, müezzin ezan okurken ben-den işittiğiniz sözleri söylediğini işitmiştim.”284

25.12. Hutbe

Ammar b. Yasir dedi ki, “Allah’ın Elçisi bize hutbe-leri kısa okumayı emretmişti.”285

Cabir b. Semüre şöyle dedi: “Allah’ın Elçisi Cuma günü hutbesini uzatmazdı, söylediklerinin toplamı bir kaç kelimeden ibaretti.”286

Cabir b. Semüre şöyle dedi: “Allah’ın Elçisi ile be-raber çok namaz kıldım. Namazı da orta halli, hutbesi de orta halli idi.287 Kur’ân’dan âyetler okur, insanlara görevlerini hatırlatırdı.”288

Ebû Vail diyor ki, Ammar bize hitab etti, kısa ve güzel konuştu. Aşağı inince dedik ki, “Ebû’l-Yakzân, güzel ve özlü bir hutbe okudun, biraz daha nefes sarf etseydin ya? Dedi ki, “Ben Allah’ın Elçisi’nin şöyle dedi-ğini işittim: “Kişinin namazının uzun, hutbesinin kısa

283. el-Aynî, Umdet’ül-kârî , c. V, s. 299.284. Buhârî, Cuma, 23.285. Ebû Davûd, Cuma, 1106.286. Ebû Davûd, Cuma, 1107.287. Buradan sonraki kısım Ebû Davûd’da geçmektedir. 288. Müslim, Cuma, 41, Ebû Davûd, Cuma, 1101.

Page 307: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 307 -

CUMA NAMAZI

olması dini anladığını gösterir; namazınızı uzatın, hut-beyi kısa tutun. Çünkü bazı konuşmalar büyüleyicidir.”289

Abdullah b. Ömer şöyle dedi: “Allah’ın Elçisi iki hutbe okurdu. Minbere çıktığında (ezan bitinceye kadar) otururdu. Müezzin ezan okurken onu görür gibiyim. Sonra kalkar hitap eder sonra oturur, bir şey konuşmaz, sonra kalkar hutbe okurdu.”290

Abdullah b. Ömer şöyle dedi: “Allah’ın Elçisi Cuma günü hutbeyi ayakta okur, sonra oturur, tekrar ayağa kalkardı. Tıpkı şimdi yaptığınız gibi.”291

Cabir b. Semüre dedi ki, “Allah’ın Elçisi iki hutbe okur ve arada otururdu. Kur’ân okur, insanlara görevle-rini hatırlatırdı.”292

25.13. Hutbe Esnasında Namaz Kılınması

Câbir b. Abdullah dedi ki, “Allah’ın Elçisi Cuma günü hutbe okurken bir adam geldi. Ona; “Namaz kıldın mı?” dedi. O da “Hayır” dedi. Dedi ki, “Kalk iki rekât kıl.”293

Câbir b. Abdullah’ın Allah’ın Elçisi’nden yaptığı bir başka rivâyet de şöyledir: “Sizden biri, Cuma günü imam (hutbeye) çıkmışken gelirse iki rekât namaz kılsın.”294

Câbir b. Abdullah şöyle dedi: “Cuma günü Allah’ın Elçisi hutbe okurken Gatafan kabilesinden Süleyk çıkageldi ve hemen oturdu. Allah’ın Elçisi şöyle dedi: “Süleyk! Kalk, iki rekât namaz kıl. Caiz olacak kadar (kısa) olsun.” Sonra şöyle devam etti: “Sizden biri Cuma

289. Müslim, Cuma, 47.290. Ebû Davûd, Cuma, 1092.291. Buhârî, Cuma, 27; Müslim, Cuma, 33.292. Müslim, Cuma, 34; Ebû Davûd, Cuma, 1094; Neseî, Cuma, 1419; İbn Mace, Cuma,

1106.293. Buhârî, Cuma, 33; Müslim, Cuma, 55. Buhari’de, “iki rekât kıl.” ifadesi geçiyor, “Kalk”

ifadesi Müslimin rivâyetinde vardır.294. Müslim, Cuma, 57.

Page 308: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 308 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

günü imam hutbe okurken içeri girerse iki rekât namaz kılsın ve onu caiz olacak kadar (kısa) kılsın.”295

25.13.1.Hutbe Esnasında Susmak

Ebû Hureyre, Nebîmizin şöyle dediğini haber ver-miştir: “Cuma günü imam hutbe okurken arkadaşına “sus” dersen lağvde296 bulunmuş olursun.”297

Ebû Hureyre Allah’ın Elçisi’nin şöyle dediğini rivâ-yet etmiştir: “Kim güzelce abdest alır, Cumaya gider, dinler ve susarsa o Cumadan bir önceki Cumaya kadar olan günahları bağışlanır ve buna üç gün de ilave edilir. Kim bir taşa dokunursa lağvde bulunmuş olur.”298

Ali radiyellahü anhın Kufe’de minberden şöyle hitap ettiği rivâyet edilir. “Cuma günü olduğunda şey-tanlar bayraklarıyla birlikte çarşı pazarı dolaşır insanları Cumaya gitmekten alıkoyacak bir kısım bahaneler orta-ya çıkarır. Melekler de erken çıkar, mescidin kapısında oturur, imam minbere çıkıncaya kadar birinci saatte ve ikinci saatte gelenleri kaydederler. Kişi imamı görüp işiteceği bir yere oturur, sesini çıkarmaz ve lağv’da bu-lunmazsa iki sevap kazanır. İmamı görüp işiteceği bir yere yerleşir de lağv yapar, susmazsa bir günah kazanır. Cuma günü arkadaşına “sus” diyen lağv’da bulunmuş olur. Lağv’da bulunanın bu Cumadan alacağı kalmaz.” Ali sözünü şöyle bitirdi: “Allah’ın Elçisi’nin böyle söy-lediğini işitmiştim.”299

25.13.2. Hutbe Duası

İbn Mes’ud, Allah’ın Elçisi’nin hutbe okurken söze şöyle başladığını rivâyet etmektedir:

295. Müslim, Cuma, 60.296. Lağv, değersiz faydasız ve uygunsuz söz, davranış vs. anlamına gelir. 297. Buhârî, Cuma, 36; Müslim, Cuma, 11.298. Ebû Davûd, Cuma, 1050.299. Ebû Davûd, Cuma, 1051.

Page 309: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 309 -

CUMA NAMAZI

الحمد هلل نستعينه ونستغفره، ونعوذ باهلل من شرور أنفسنا، من يهده اهلل فال دا مضل له، ومن يضلل فال هادي له وأشهد أن ل إله إل اهلل، وأشهد أن محماهلل يطع من اعة، الس يدي بين ونذيرا بشيرا بالحق أرسله ورسوله عبده

ورسوله فقد رشد، ومن يعصهما فإنه ل يضر إل نفسه، ول يضر اهلل شيئا.“Allah’a hamdolsun, ondan yardım ister, bağış-

lanma talep eder, nefislerimizin şerrinden ona sığınırız. Allah kime hidâyet verirse onu saptıracak yoktur. Kimi de sapık sayarsa onu doğru yolda sayacak yoktur. Allah’tan başka ilah olmadığına şahitlik ederim. Muhammed’in Allah’ın kulu ve resulü olduğuna da şahitlik ederim. Onu, müjdeleyici ve uyarıcı olarak Kıyâmetin önü sıra göndermiştir. Kim Allah’a ve Resulüne boyun eğerse olgunlaşmıştır. İsyan eden de sadece kendine zarar verir. Onun Allah’a bir zararı dokunmaz.”300

İbn Şihâb yukarıdaki duaya şunu eklemektedir: “Rabbimiz olan Allah’tan bizi kendisine ve Nebîsine boyun eğen, rızasının peşinde olan ve onu üzecek şey-lerden sakınanlardan eylemesini niyaz ederiz. Varlık sebebimiz Allah’tır ve biz onunuz.”301

25.13.3. Hutbe Okunurken İmama Yakın Oturma

Semüre b. Cündüb, Allah’ın Elçisi salallahü aleyhi ve sellemin şöyle dediğini rivâyet etmektedir: “Hutbede hazır bulunun ve imama yaklaşın. Çünkü devamlı uzak duran, Cennete girse bile gerilerde kalır.”302

25.14. Cuma Günü Duaların Kabul Edildiği Saat

Câbir b. Abdullah Allah’ın Elçisi’nin şöyle dedi-ğini rivâyet ediyor: “Cuma günü on iki(saat)tir. Bir

300. Ebû Davûd, Cuma, 1097.301. Ebû Davûd, Cuma, 1098.302. Ebû Davûd, Cuma, 1108.

Page 310: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 310 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Müslüman o saatte Allah’tan bir şey isterse muhakkak verir. Onu İkindinin son saatinde arayın.”303

Enes b. Malik, Allah’ın Elçisi’nin şöyle dediğini ri-vâyet ediyor: “Cuma günü umut saatini İkindiden sonra güneş batıncaya kadar arayın.”304

Ebû Hureyre radiyellahü anh, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in Cuma gününden bahsederek şöyle dediğini haber veriyor: “Cuma gününde bir zaman vardır ki, o saatte bir Müslüman namaz kılarken Allah’tan bir şey isterse muhakkak verir.” Nebî eliyle bu zamanın kısa olduğunu işaret etmiştir.”305

25.15. Hanefi Mezhebine Göre Cuma Namazı

Hanefi mezhebinde Cumayı kılmanın farz olması için bazı şartlar aranır. Bunlardan biri, Cumayı kıldıran imamın sultan veya onun görevlendireceği bir kişi olmasıdır. Bu görüşün sebebini bilmeyenler, Sultanı devlet başkanı olarak anlamışlar ve Hanefî mezhebine göre Cumayı, Müslüman devlet başkanının veya onun görevlendireceği bir kişinin kıldırması gerektiğini zannetmişlerdir. Buna, bazı hayali gerekçeler ekleyen-ler, Hanefî mezhebinin Cuma namazı için belirlediği şartların Türkiye’de oluşmadığını öne sürmüşlerdir. Bu iddia şöyle özetlenebilir: “Türkiye laiktir. Burada devlet başkanının Cuma kıldırması söz konusu olamaz. Cuma İslâmî egemenliğin simgesidir. Laik yönetim İslam’ın egemen olmasını kabul etmez. Bu sebeple böyle bir yönetimin görevlendireceği imamların arkasında Cuma namazı kılınmaz.”

Çoğunluğu genç olan birçok Müslüman bu görüşün etkisine girmiş, Cuma namazı kılmamaya başlamış ve

303. Ebû Davûd, Cuma, 1048.304. Tirmizî, Cuma, 489.305. Buhârî, Cuma, 37; Müslim, Cuma, 13.

Page 311: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 311 -

CUMA NAMAZI

bunu İslam’ın egemen olması uğruna yapılan bir cihad olarak değerlendirmiştir.

Hanefî mezhebi böyle bir tavrı asla kabul etmez. Bu gerekçelerle ortaya çıkanlar, Cuma namazına engel oldukları için ağır bir vebal altındadırlar.

Cuma ile ilgili Hanefîlerin delil aldıkları hadis şudur:

Câbir b. AbdullahNebî sallallahu aleyhi ve sel-lem’in bir gün şöyle bir konuşma yaptığını naklediyor: “Ey insanlar! Ölmeden önce tövbe edip Allah’a yönelin. Meşguliyetler bastırmadan iyi işler yapmak için elinizi çabuk tutun. Sık sık hatırlayarak, gizli ve açık, bol bol sadaka vererek Rabbinizle bağ kurun ki rızkınız bol olsun, yardım göresiniz ve açıklarınız kapatılsın.

Şunu iyi bilin ki, Allah Teâlâ şu bulunduğum yerde, bu günümde, bu ayımda, bu yılımdan Kıyâmet gününe kadar devam edecek bir farz olarak size Cuma namazını farz kılmıştır. Ben hayatta iken ya da benden sonra kim, âdil veya zâlim bir başkanı varken, önemsemeyerek veya farzlığını kabul etmeyerek Cumayı kılmazsa, Allah onun iki yakasını bir araya getirmesin. Allah onun işini bereketlendirmesin. Bakın! Böyle birinin ne kıldığı namaz, ne verdiği zekât, ne gittiği hac, ne tuttuğu oruç ne de yaptığı iyilik kabul edilir. Tövbe ederse o başka. Tövbe edenin tövbesini Allah kabul eder.”306

Aşağıda görüleceği gibi bu hadis, Hanefîlerden Şemseddin es-Serahsî(ö. 483 h.) Alaüddin el-Kasânî (ö. 587 h.) ve Kemalettin b. Hümam (ö. 593 h.) tarafından Cuma namazının Sultan veya onun görevlendireceği biri tarafından kıldırılmasının delili sayılmıştır.

Ancak hadisi rivâyet edenlerden Abdullah b. Muhammed el-Adevî ile Ali b. Zeyd b. Ced’ân zayıf kişiler

306. İbn Mace, İkametü’s-salah, 78.

Page 312: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 312 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

olduğundan hadis, senet yönünden zayıf görülmüş307 ve bazı Hanefî fıkıh kitapları tarafından sultan konusu için delil sayılmamıştır. el-Hidâye, bu kitaplardandır.

Alaüddin el-Kâsânî’ye göre “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in, dört görevin valilere (yöneticilere) ait olduğunu söylediği ve Cumayı bunlar arasında saydığı, rivâyet edilmiştir.” Ancak Kemalüddin b. Hümam, bu sözün tabiînden Hasan-ı Basrî’ye ait olduğunu belirt-miştir.308 İmam Serahsî bu sözü hadis değil, eser olarak zikretmiştir. Sahabinin veya selefin sözlerine eser den-diği için309 Mebsut’un ifadesi İbn-i Hümam’ı destekler. Biz de hadis kitaplarında böyle bir hadise rastlayamadık.

Hanefîlerin dayandıkları esas delil maslahattır. Maslahat, bir işin iyi ve hayırlı olmasına sebep olan şey-dir. Karşıtı mefsedettir. İslam, koyduğu hükümlerinde maslahatları hep dikkate almıştır. Bu sebeple İslam’ın her hükmü hikmete uygun, yani daha iyisi olamayacak şekilde yerli yerindedir.

Maslahata kamu yararı denebilir. Cuma namazını Sultanın veya Sultan tarafından görevlendirilecek bir kişinin kıldırmasında kamunun yani Müslüman’ların yararı vardır. Şöyle ki, Cuma namazı, bir yerleşim böl-gesinde, erginlik çağına girmiş bütün Müslüman erkek-lerin bir araya gelerek kıldıkları namazdır. Bu namazı kıldıracak kişi önceden belli olmazsa aşağıda daha açık olarak belirtileceği gibi insanlar bu hususta anlaşmazlık-lara ve ölümle sonuçlanabilecek çatışmalara girebilirler. Okunacak hutbe, insanları fitne ve fesada düşürebilir. Ayrıca yetkili makamlar tarafından önlem alınmaması halinde iç ve dış düşmanların namaz sırasında baskın yapıp Müslüman erkekleri katletmeleri mümkün

307. İbn Mace, İkâmetu’s-salah, 78. 308. Kemalüddin b. Hümam, Fethü’l-kadîr, Mısır l3l5/1897, c. I, s. 412.309. Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukıİslamiyye Kamusu, c. I, s. 26.

Page 313: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 313 -

CUMA NAMAZI

olabilir. Ama Cuma namazı yetkili makamların dene-timi altında kılındığı takdirde bu problemler olmaz. Bu sebeple Cuma namazında sultanın bulunmasını şart koşmak maslahata yani kamu yararına uygundur.

Böyle bir maslahata uyulmasının zararı da yoktur. Çünkü Cuma imamı, imamlık için gerekli asgari şartları taşıyorsa onun işgal ettiği veya tayin edildiği makamın kusurları namaza mani olmaz. Sultan veya onun yerine geçecek bir kişi yoksa Müslümanların kendi aralarında belirleyecekleri bir imamın arkasında namaz kılmaları mümkündür. Bu sebeple sultan şartı Cumanın terk edilmesine yol açmaz.

Cuma namazını hayatı boyunca Nebî sallallahu aleyhi ve sellem kıldırmıştır. O, aynı zamanda devlet başkanı idi. Ondan sonra da merkezde halifeler, taşrada oranın en yetkili yöneticileri kıldırmıştır. Dolayısıyla sultan şartı, öteden beri var olan uygulamanın tespiti mahiyetindedir.

Bu şartları ihtiva eden bir maslahat, Hanefî mez-hebine göre şer’î delillerden sayılır ve ona dayanılarak hükümler konabilir.310 Cuma namazı ile ilgili sultan şartı bu şekilde konmuştur.

Aşağıdaki açıklamalardan anlaşılacağı gibi sultan, Cuma namazı kılınan yerin en yetkili amiri demektir. İlçenin sultanı kaymakam, İlin sultanı vali, ülkenin sultanı devlet başkanıdır. Eğer yetkili kişinin olmaması yahut anarşi ve terör sebebiyle yetkili amirin yetkisini kullanamaması söz konusu ise o zaman Müslümanlar kendi aralarından birini imam seçerek Cuma namazını kılarlar. Şimdi Hanefîlerin temel kaynaklarında konu-nun nasıl ele alındığına bakalım:

310. Ömer Nasuhi Bilmen, a.g.e. c. I, s. 199-200.

Page 314: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 314 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

25.15.1. el-Mebsût

Şemsüddin es-Serahsî’nin (ö. 483 h.) el-Mebsût adlı eseri, Hanefî mezhebini sonraki nesillere aktaran İmam Muhammed’in altı kitabının311 şerhidir. Bu altı kitapta-ki görüşlere zahirü’r-rivaye denir. Bu görüşler güvenilir yollarla bize ulaşmış kabul edilir. el-Mebsut’un konu ile ilgili ifadeleri şöyledir:

“Bize göre sultan Cumanın şartlarındandır. Allah ondan razı olsun, İmam Şafiî bu görüşte değildir. O, Cuma namazını diğer farz namazlara kıyaslayarak sul-tan ile halkı bu konuda aynı kabul etmiştir. Bizim de-lilimiz Cabir radiyellahü anhın rivâyet ettiği, “... zalım veya adil bir imamı (başkanı) olduğu halde Cumayı terk eden...” ifadelerini taşıyan hadisidir. Bu hadiste Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, Cumayı terk edenin cezayı hak etmesi için imamının yani başkanının olmasını şart koşmuştur. Eserde (yani sahabeden birine ait bir sözde) “Dört görevin yöneticilere ait olduğu, Cumanın bunlardan biri bulunduğu” belirtilmiştir. Bir de insanlar Cumayı kılabilmek için küçük cemaatleri bırakarak bir yere toplanırlar. Sultan şartı olmasa fitne çıkar. Çünkü bazı kimseler önceden camiye gelip kendilerince geçerli bir maksatla Cumayı kılabilirler. Bu durumda arkadan gelen cemaat Cumayı kaçırmış olur. Burada açık bir fitne vardır. Bu sebeple Cuma namazı, insanların işleri ve onların arasında adaletli davranma ile görevli imama (başkana) bırakılmıştır. Bu, fitnenin yatışması için daha uygun olur.”312

25.15.2. el-Bedai’

Alaüddin el-Kâsânî’nin (ö. 587 h.) el-Bedaiu’s-sanai’ fî tertîbi’ş-şerai’ adlı eseri Hanefî mezhebinin güvenilir

311. İmam Muhammed’in altı kitabışunlardır: 1- el-Asl (diğer adı el-Mebsût) 2- ez-Ziyâdât, 3- el-Camiu’s-sağîr, 4- el-Camiu’l-kebîr, 5- es-Siyerü’s-sağîr, 6- es-Siyerü’l-kebîr.

312. Şemsüddin es-Serahsî, el-Mebsût, Mısır l324/1906, c. II, s. 24.

Page 315: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 315 -

CUMA NAMAZI

kaynaklarındandır. el-Bedâî’nin konu ile ilgili ifadeleri şöyledir:

“Bize göre sultan, Cumanın edasının şartıdır. Öyle ki, sultan veya naibi (görevlisi) bulunmazsa Cumayı kılmak caiz olmaz. İmam Şafiî sultanın şart olmadığını söylemiştir. Ona göre Cuma farz bir namazdır, diğer namazlarda olduğu gibi bunun kılınması için de sulta-nın varlığı şart değildir. Bizim delillerimiz şunlardır: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem “...âdil veya zâlim bir imamı (başkanı) varken...” ifadelerini taşıyan hadisinde, Cumayı kılmayanın cezayı hak etmesi için imamın (yani yöneticinin) bulunmasını şart koşmuştur. Ayrıca Nebî sallallahu aleyhi ve sellemin “Dört görevin va-lilere (yöneticilere) ait olduğunu söylediği ve Cumayı bunlar arasında saydığı “ rivâyet edilmiştir. Bir de Cuma namazının edası için sultan şartı olmasaydı fitne çıkardı. Çünkü Cuma, büyük kalabalıklarla kılınan bir namazdır. Şehrin bütün halkının önüne geçip namaz kıldırmak bir şeref, itibar ve saygınlık kabul edilir. Saygınlık kazanma ve başkan olma hevesinde olanlar Cumayı kıldırmak için birbirleriyle yarışa girerlerdi, bundan dolayı arala-rında çekişme ve anlaşmazlıklar çıkardı. Bu da ölümle sonuçlanacak çatışmalara yol açardı. Onun için bu görev valiye bırakılmıştır ki, Cumayı ya kendi kıldırsın ya da bu iş için yetkili gördüğü bir kimseyi tayin etsin. Bu du-rumda ya valinin emrine uymayı vacip gördüklerinden veya cezalandırılma korkusundan dolayı bazı kimseler imam olmak için niza’ çıkarmaktan kaçınırlar.

Görev sultana bırakılmazsa camiye gelen her grup, namazı ayrı ayrı kılarak Cumadan beklenen faydanın kaybolmasına yol açabilir. Çünkü Cuma namazı, tam bir fazilet elde etmek için insanların bir araya gelerek kıldıkları namazdır. Ya da namaz sadece bir kere kılınır, bu sefer de önceden kılanlar kılmış, arkadan gelenler Cumayı kaçırmış olurlar. Bu sebeplerle Cumayı kıldırma

Page 316: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 316 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

görevinin sultana bırakılması yerindedir. Sultan, bütün cemaatin gelmesinden sonra uygun bir vakitte Cumayı ya bizzat kıldırır ya da görevlendireceği bir kişiye kıldırtır.

Sultan yoksa

Anarşi veya ölüm gibi bir sebeple imamın (en yetkili kişinin) bulunmaması veya yeni valinin henüz göreve başlamamış olması halinde, İmam Kerhî, halkın kendi-lerine namaz kıldıracak bir kişinin imamlığı üzerinde anlaşmalarında sakınca görmemiştir. el-Uyûn adlı ki-tapta İmam Muhammed’in de bu görüşte olduğu kayde-dilmiştir. Çünkü Osman’ın etrafı anarşistler tarafından sarılınca halk Ali’ye gitti, o da onlara Cumayı kıldırdı.

el-Uyûn’da Ebû Hanîfe’den şöyle bir görüş de rivâyet edilmiştir: Bir şehrin valisi ölse, ölüm haberi Cumaya kadar halifeye ulaşmasa, Cuma namazını, ölenin vekili veya Emniyet Müdürü yahut kadı kıldırsa namaz sahih olur. Fakat bu durumda halk bir başkasını imamlığa geçirirse olmaz. Çünkü bu görevliler vali hayatta iken onun yerine namaz kıldırma yetkisine sahip kimselerdir. Ölümünden sonra halife, valilik görevini bir başkasına verinceye kadar yetkileri devam eder.

Nevâdiru’s-salât adlı kitapta şu bilgiler vardır: “Önceki sultan hutbe okurken yeni tayin edilen sultan çıkagelse de hutbenin tamamlanmasını istese, bu hut-beden sonra yeni sultanın Cumayı kıldırması caiz olur. Çünkü eski sultan hutbeyi onun müsaadesiyle okumuş ve onun naibi (görevlendirdiği kimse) durumuna gelmiş olur. Yeni gelen sultan, öncekinin hutbeyi tamamlama-sını istemeden sessizce bekledikten sonra geçip Cumayı kıldırmak istese caiz olmaz. O, sadece öğle namazını kıldırabilir. Çünkü sessiz kalması hutbenin tamam-lanmasını istediği anlamına gelebileceği gibi buna razı olmadığı anlamına da gelebilir. Böyle ihtimalli durum-larda hutbe geçerli olmaz.

Page 317: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 317 -

CUMA NAMAZI

Yeni atanan sultan geldiğinde birincisi hutbeyi tamamlamışsa namazı kıldırması caiz olmaz. Çünkü okunan, görevden alınmış imamın (sultanın) hutbesidir. İkincisi de kendi hutbesini okumamıştır. Hutbe Cuma namazının şartıdır. Bütün bunlar birinci sultanın ikin-ciden haberdar olması halinde geçerlidir. Eğer birinci ikincinin geldiğini bilmez de hutbeyi okuyup namazı kıldırır ve yeni gelen de sesini çıkarmazsa namaz geçerli olur. Çünkü birinci, ikincinin geldiğini öğrenmeden gö-revden alınmış olmaz. Ama görevden alındığına dair bir yazının veya habercinin gelmesiyle de birincinin görevi sona erer.

Bir köle, sultan (yönetici) olsa, kendisi veya görev-lendireceği bir kişi Cumayı kıldıracak olsa namaz geçer-li olur. Yolculuk halinde (seferî) olan sultan da aynıdır. Çünkü Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Mekke’yi fet-hettiği sene, yolcu durumunda olmasına rağmen orada Cumayı kıldırmıştır. Hatta bir gün öğlen namazını iki rekat olarak kıldırdıktan sonra Mekkelilere şöyle ses-lenmişti: “Mekkeliler! Siz namazını tamamlayınız, biz seferiyiz.” Köle konusunda da Nebî sallallahu aleyhi ve sellemin şu sözüne dayanırız: “Başınıza burnu kesik Habeşli bir köle, sultan (yönetici) olarak tayin edilse ona boyun eğiniz.” Eğer böyle bir kimsenin imam olması caiz olmasaydı ona boyun eğmek farz kılınmazdı.

Kadının veya erginlik çağına girmemiş akıllı bir ço-cuğun Cuma namazını kıldırmaları caiz değildir. Bunlar diğer namazlarda da imamlık yapamadıklarına göre Cuma imamlığını öncelikle yapamazlar. Kadın, sultan (yönetici) olsa da uygun bir kişiyi imam olarak görev-lendirse ve bu kişi Cumayı kıldırsa sahih olur. Çünkü kadının sultan veya kadı olması genelde sahihtir.”313

313. Alaüddin el-Kâsânî, el-Bedâi’üs-sanâi fi tertibi’ş-şerâi’, Beyrut l394/l974, c. I, s. 261-262.

Page 318: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 318 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

25.15.3. el-Hidâye

Bürhanüddin Ali b. Ebîbekr el-Merğinânî’nin (ö. 593 h.) el-Hidaye adlı kitabının konuyla ilgili ifadeleri aşağıya alınmıştır. Bu kitap da mezhebin güvenilir kaynaklarındandır.

“Cuma namazını sultan veya onun görevlendireceği kişiden başkası kıldıramaz. Çünkü bu namaz büyük bir cemaatle kılınır. Böyle bir cemaatin önüne kimin geçe-ceği, kimin Cumayı kıldıracağı hususunda ya da başka hususlarda anlaşmazlık çıkabilir. Dolayısıyla Cuma na-mazının tam olarak kılınabilmesi için bu şartın yerine getirilmesi kaçınılmazdır.”314

Dikkat edilirse sultanın şart koşulmasının gerekçe-si olarak bir âyet veya hadisten bahsedilmemekte sadece anlaşmazlık çıkmasına mani olmaktan yani maslahat-tan söz edilmektedir. Eskiden camilerde görevli imam-lar yoktu, namazı cemaatten biri kıldırırdı. Bu sebeple Hanefî mezhebinin görüşünü anlayabilmek için görevli imamların olmadığı bir ortamı düşünmek gerekir.

25.15.4. Fethü’l-Kadîr

Kemalüddin b. Hümam (ö. 681 h.) şöyle der:

“Bir şehrin valisi öldüğü zaman ikinci vali göreve başlayıncaya kadar birincinin görevlendirdiği kişi veya emniyet müdürü yahut kadı namazı kıldırır. Bir kimse şehrin idaresine zorla el koyup hâkimiyeti ele geçirerek tam bir vali gibi davranırsa onun bulunmasıyla Cuma kılınabilir. Çünkü böylece sultanlığı gerçekleşmiş ve şart yerine gelmiş olur.”315

25.15.5. İbn Abidîn

İbn-i Abidin diye şöhret bulmuş olan Muhammed Emîn b. Ömer(1198-1252 h.) 19. asırda yaşamış Osmanlı

314. Burhaneddin Ali b. Ebîbekr el-Merğinânî, (ö. 593 h.) el-Hidâye, c.I,s. 412, Fethü’l-kadîr ile birlikte.315. Kemalüddin b. Hümam, Fethü’l-kadîr, c. I, s. 412.

Page 319: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 319 -

CUMA NAMAZI

âlimlerindendir. Asıl adı “Reddü’l-muhtar ale’d-dürri’l-muhtar” olan eserinde şöyle der:

“et-Tatarhâniye adlı fetva kitabında, “Cuma nama-zını kıldıracak imamı görevlendiren sultanın Müslüman olması şart değildir. “ şeklinde bir fetva yer almakta-dır. “Kâfir valilerin yönetimi altında olan beldelerde Müslümanların Cuma ve bayram namazlarını kılmaları caizdir.”316

Sultanın şart koşulmasının sebebi bir fitne çık-madan Cumanın huzur içinde kılınması olduğuna göre Cuma imamını tayin eden makamın Müslüman olmasının şart koşulmaması normaldir. Çünkü böyle bir sultanın tayin ettiği imamın görevine de kimse mani olamaz. Böylece Cuma namazı huzur içinde kılınır.

Sultan kelimesinin anlamı:

Sultan, bir yerin en yetkili amiri anlamındadır. İlçenin sultanı kaymakam, ilin sultanı vali, ülkenin sul-tanı devlet başkanıdır. Devlet başkanları bulundukları şehrin sultanı olduklarından başkentte Cuma namazını kıldırma yetkisi onlarındır.

Ömer Nasuhi BİLMEN sultanla ilgili olarak şu ifadeleri kullanır: “Cuma namazını ya en büyük veliy-yülemr veya onun izniyle diğer bir zat kıldırmalıdır.”317

Veliyyülemr, yetkili kişi demektir. En büyük ve-liyyülemr de en yetkili kişi anlamına gelir. Bu, namaz kılınan yer itibariyledir.

25.15.6. İmamın Durumu

Cuma namazı salih bir imamın arkasında kılına-bileceği gibi günahkâr imamın arkasında da kılınabilir. Bir zat Muhammed b. en-Nadr’a gelerek dedi ki, “Benim

316. İbn Abidîn, Haşiyetü reddi’l-muhtar ale’d-dürri’l-muhtar, K. Kaza, Matbaa-i Âmire , c. IV, s. 427.317. Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, İstanbul l962, s. 210.

Page 320: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 320 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

komşularım var, kendi arzularına uyarak Cuma nama-zına gelmiyorlar?

en-Nadr dedi ki, “Baksana, Ebû Bekr ve Ömer’e karşı gelen kişi hakkında ne dersin?”

-Kötü adam.

-Nebî sallallahu aleyhi ve selleme karşı gelirse?

-Kâfir sayılır.

-Ya yüce Allah’a karşı gelirse ne olur?

Bir süre kendinden geçti, aklı başına gelince şöyle devam etti:

“Kendinden başka ilah olmayan Allah aşkına siz de ona karşı durun. Çünkü Allah Teâlâ şöyle demiştir: “Müminler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığında hemen Allah’ı anmaya yönelin.” Allah Teâlâ Abbâsîlerin yönetimi ele geçireceklerini biliyordu. Cuma namazı İslam’ın açık simgelerindendir. Onu yöneticiler kıldırır, başkaları değil. Bu namazı onların arkalarında kılmamak namazın tamamen kılınmamasına sebep olur.”318

318. İbn Kudâme, el-Muğnî, Beyrut 1404/1984, c. II, s. 27.

Page 321: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 321 -

26.Konu

ÂDETLİ KADININ ORUCU VE NAMAZI

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

ول المحيض في ساء الن فاعتزلوا أذى هو قل المحيض عن ويسألونك يحب إن اهلل رن فأتوهن من حيث أمركم اهلل تقربوهن حتى يطهرن فإذا تطه

رين ابين ويحب المتطه و الت“Sana kadınların âdet halini319 ve lahusa ka-

namalarını soruyorlar. De ki, o bir eziyettir. Âdet günleri onları rahat bırakın; temizleninceye kadar da yaklaşmayın. Tertemiz oldular mı, onlara Allah’ın size buyurduğu yerden yaklaşın. Allah tevbe edenleri sever, tertemiz olanları da sever.” (Bakara 2/222)

“Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın” emri, âdetli kadının temiz sayılmadığını gösterir. Namaz için

319. Ayet metninde geçen el-mahîd (المحيض), hem adet hem loğusalık anlamına gelir. Mucemu makâyis’l-luğa’da şu ifadeler geçer: (فساء يت الن مرة إذا خرج منها ماء أحمر. ولذلك سم حيض) يقال حاضت السمرة Muz ağacından kırmızı su çıkınca“.حائضا، تشبيها لدمها بذلك الماء ,muz ağacı hayız oldu حاضت السdenir. Kanının o suya benzemesi sebebiyle nifas olan kadına da haiz denir.” Burada nifas ve hayız kelimeleri aynı anlamda kullanılmıştır. Ümmü Seleme, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte ince bir örtünün altında yattığından söz ederek şöyle dedi: Birden hayız olduğumu fark ettim. Hemen sıyrılıp hayız elbisemi aldım ve giyindim. “ أنفست؟ Nifas mı oldun?” dedi. “Evet!” dedim. Beni çağırdı. Örtünün altında beraber yattık.”(Buhari Hayz, 4)

Hayız ve nifas yani adet ve loğusalık kelimelerinden biri diğerinin yerine kullanıldığı için ayete yukarıdaki anlam verilmiştir. Her ikisinde de kan rahimden gelir, her ikisi de kadınlara mahsus hallerdendir ve her ikisi de kadınlar için bir eziyettir

Page 322: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 322 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

abdesti veya boy abdestini şart koşan âyet şöyle biter: “…Allah size güçlük çıkarmak istemez ama sizi temiz kılmak… ister.” (Maide,5/6) Âdetli kadın temiz sayıla-madığından namaz kılması mümkün olmaz. Bu sebep-le namazdan sorumlu tutulamaz. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Allah kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemez.” (Bakara 2/286)

Ümmü Habîbe binti Cahş, kandan şikâyet edince Allah’ın Elçisi şöyle demişti: “Hayzın seni engellediği süre içinde namaz kılma; sonra yıkan ve namazını kıl.”320

Âdetli kadın namazdan sorumlu olmayınca onu kaza etmekten de sorumlu olamaz. Muâze dedi ki, Aişe’ye sordum, dedim ki:

أنت؟ أحرورية فقالت: ؟ الصالة تقضي ول الصوم تقضي الحائض بال ما بقضاء فنؤمر ذلك يصيـبنا كان قالت أسأل. ولكني بحرورية لست قلت

الة. وم ول نؤمر بقضاء الص الص“Neden adetli kadın oruç tutuyor da namaz

kılmıyor?”

“Sen Harûriyye321 misin?” dedi. “Hayır, Harûriyye değilim ama soru soruyorum” deyince şöyle dedi: “Bizim başımıza bu olay gelince orucu tutmamız emredilirdi ama namazı kılmamız emredilmezdi.”322

İnsanları yanıltan kaza (قضى) kelimesidir. Bu keli-me, Kur’an ve Sünnette ibadetler için kullanılmışsa eda yani ibadeti zamanında yapma anlamındadır.

فإذا قضيتم مناسككم “Hac meâsikinizi yaparken” anlamındadır323.

320. Müslim, Hayz, 65.321. Harûriyye, Harûrâlı demektir. Harûrâ, Sıffîn savaşında Ali’nin saflarından ayrılan Hâricîlerin

toplandığı yerdir. (Bkz. Ethem Ruhi Fığlalı, “Hariciler”, DİA, c. XVI, s.169-175.) 322. Müslim, Hayız, 67.323. Bakara 2/200

Page 323: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 323 -

فإذا قضيتم الصالة“namazı kıldığınızda”324 demek olur.325

el-Feyyûmî (ö. 770/1368-69)326 şöyle demiştir: “Âlimler, ibadetlerde kazayı, vaktinin dışında yerine getirilen, edayı da vaktinde yerine getirilen için kullan-dılar. Bu, kelimenin sözlük anlamına aykırıdır ama iki vakti ayırmak için oluşturulmuş bir terimdir.”327 Aişe validemiz zamanında böyle bir terim olmadığı için onun kullandığı (قضى) kelimesine eda anlamı vermek gerekir.

Kaza kelimesi ile ilgili olarak İbn Teymiye şöyle der:

Kaza (القضاء), Allah’ın ve Resulü’nün sözlerinde iba-deti vaktinde tam yapmayı ifade eder. Şu âyetler bunu gösterir:

فإذا قضيت الصالة فانتشروا فى الرض وابتغوا من فضل اهلل.“Namaz tamamlandığı zaman yeryüzüne dağılın

ve Allah’ın ikramından arayın.”328

فإذا قضيتم مناسككم“Hac menâsikinizi yaparken.”329

Fakihlerden bir kısmı daha sonra kaza sözünü, vak-tinin dışında yerine getirilen, eda sözünü ise vaktinde yerine getirilen ibadete has terimler haline getirdiler. Resulullah’ın sözünde böyle bir şey asla yoktur. Bir de “Kaza sözü bazen eda anlamında kullanılır” diyerek kelimenin Kur’an-ı Kerim’in indiği zamanki anlamını “pekaz kullanılır” diye gösterirler. Bu sebeple Nebîmizin şu sözü ile neyin kastedildiğini tartışırlar:

324. Nisa 4/103.325. Kitab’ul-ayn, Tac’ul-Arus, Lisan’ul-Arab, es-Sıhah, el-Mısbah’ul-munir. قضي mad.326. Diyanet Vakfıİslam Ansk. Feyyumî md. İst. 1995.327. Ahmed b. Muhammed el-Feyyûmî, el-Mısbah’ul-Munîr, Lübnan 2001, s. 519.328. Cuma 62/10329. Bakara 2/200

ÂDETLİ KADININ ORUCU VE NAMAZI

Page 324: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 324 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

“فما أدركتم فصلوا وما فاتكم فاقضوا وفى لفظ فأتموا““yetiştiğinizi kılın, yetişemediğinizi kaza edin;

bir rivâyette tamamlayın.” O, bu sözlerden hiç biriyle

ibadetin vaktinden sonra yapılmasını kastetmemiştir.

Aslında Şari’in sözünde ibadetin vakti dışında yapılması

ile ilgili bir şey bulunmaz. Ancak vakit iki türlüdür; biri

genel, diğeri özürlüler için özeldir. Uyuyanın uyanınca,

unutanın da hatırladığı zaman namazını kılması böyle-

dir. Bu, Allah’ın onlar için belirlediği vakittir, diğerleri

için ibadet vakti olmaz.330

Aişe validemiz “...orucu tutmamız emredilirdi…”

dediğine göre âdet kanı oruca engel değildir. Zaten

Bakara 187’de orucu bozan şeyler; yeme, içme ve cinsel

ilişki olarak belirtildikten sonra şöyle denmiştir:

فال تقربوها تلك حدود اهلل“Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır; onlara yaklaş-

mayın.” (Bakara 2/187) Âdet kanının orucu bozduğunu

söylemek sınırları aşmak olur.

Oruc’un Arapçası savm=صوم dır. Savm, imsak yani

kendini tutma, kendine engel olma anlamına gelir. Oruç

tutan, kendini yeme, içme ve cinsel ilişkiden engeller.331

Âdet kanı ise engellenebilecek bir şey değildir. Bu sebep-

le de onu orucu bozan bir şey saymak mümkün olmaz.

Baştaki âyet, âdet halini eziyet saymıştır. Eziyet in-

sana sıkıntı veren şeydir. Hastalık da bir eziyettir. Zaten

kadınlar âdet halini hastalık sayarlar. Allah Teâlâ hasta

ve yolculara oruç tutmama ruhsatı verdikten sonra şöyle

demiştir:

330. İbn Teymiye, Mecmuu Fetâvâ Teymiye 1. baskı, 1382 h. C. XII, s. 106. 331. Bkz. Müfredât, صوم mad.

Page 325: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 325 -

ÂDETLİ KADININ ORUCU VE NAMAZI

وأنت صومواخير لكم إن كنتم تعلمون“...bilseniz oruç tutmanız daha hayırlıdır.” (Bakara

2/184)

Ramazanda oruç tutmama ruhsatını kullanan hasta, o günlerin orucunu daha sonra tutar. Âdetli kadın da bu günlerde hastalanıyorsa aynı kapsama girer. Oruç tutmama, onun için de ruhsat olur. Çünkü adet hali oruca engel değildir. Eğer engel olsaydı kadın, âdetli günlerinde kılamadığı namazları daha sonra kılmadığı gibi tutamadığı oruçları da daha sonra tutmazdı.

“Allah Teâlâ, “Sizden kim Ramazanı yaşarsa onu oruçlu geçirsin.” (Bakara 2/185) diye emrettiği halde, bir delile dayanmadan adetli kadının O ayda oruç tutmasını haram sayıp, o oruçları başka bir ayda kaza etmeyi farz sayanlar, neyin peşindedirler! Ne büyük bir sorumluluk altına girdiklerini nasıl görmüyorlar.

Hâlbuki Allah, Oruç ibadetini, diğer ibadetlerden farklı olarak genişçe anlatmış ve şöyle buyurmuştur:

آياته للناس لعلهم يتقون. ن اهلل فال تقربوها كذلك يبي تلك حدود اهلل“Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır; onlara

yaklaşmayın. Allah âyetlerini insanlara böyle açıklar, belki sakınırlar.” (Bakara 2/187)

Allah Kur’ân’da orucun sınırını belirlemiş ve âdeti oruca engel görmemiştir. Nebîmizden de böyle bir rivâ-yet yoktur. Öyle ise âdeti oruca engel görmek sınırlara yaklaşmak değil, onları aşmak olur. Buna da kimsenin hakkı yoktur.

Page 326: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar
Page 327: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 327 -

27.Konu

ORUÇ FİDYESİ

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

أخر وعلى أيام من ة فعد أو على سفر مريضا منكم فمن كان معدودات أياما ع خيرا فهو خير له وأن تصوموا الذين يطيقونه فدية طعام مسكين فمن تطو

خير لكم إن كنتم تعلمون.“Sayılı günler… Sizden kim o günlerde hasta veya

yolcu olursa, o günler sayısınca diğer günlerde oruç tut-sun. Onu tutabilenlere bir yoksulu doyuracak fidye de gerekir. Kim bir hayrı içten gelerek yaparsa onun için daha iyi olur. Oruç tutmanız sizin için daha iyidir. Eğer bilmiş olsaydınız…” (Bakara 2/184)

Âyette geçen

وعلى الذين يطيقونه= ve alellezîne yutîkûnehû) ifadesi “…onu tuta-

bilenlere...” anlamındadır. Ancak âlimlerimizin çoğu âyete; “...onu tutamayanlara...” şeklinde olumsuz anlam vermişlerdir. Bu, şaşırtıcı bir durumdur. Şimdi olumlu

Page 328: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 328 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

anlam ile ortaya çıkan hükümleri ve anlamı olumsuza çevirmenin sebep ve sonuçlarını görmeye çalışAlım:

27.1. Olumlu Anlam

Bakara 184. âyetteki

وعلى الذين يطيقونه ibaresine “...onu tutabilenlere..” şeklinde olumlu

anlam verince, “onu” zamiri ya bu âyette sözü edilen hasta ve yolcuların, tutamadıkları Ramazan orucunu kaza etmeleri halini ya da 183. âyette yer alan orucu .gösterir (es-sıyâm الصيام)

27.1.1. Zamirin Orucu ( ) Göstermesi

184. âyette olan “onu” zamirinin 183. âyetteki orucu gösterdiğini söyleyenlere göre yolcu ve hasta ol-mayıp oruç tutabilenler önceleri serbestti; isteyen tutar, isteyen de tutmaz bir fakiri doyururdu. Sonra

هر فليصمه فمن شهد منكم الش“Sizden kim Ramazanı yaşarsa, o ayı oruçlu ge-

çirsin...” (Bakara 2/185) âyeti geldi ve bu hükmü nesh ederek ortadan kaldırdı.332 Buna göre 184. âyetin açılımı şöyle olur:

“Orucu sayılı günlerde tutun. Sizden kim hasta veya yolcu olur da oruç tutamazsa, o günler sayısınca diğer günlerde tutsun. Hasta veya yolcu olmayıp gücü yerinde olanlar oruç tutmazlarsa onun yerine bir yok-sulu doyuracak fidye vermeleri gerekir…”

Demek ki ilk zamanlar, hasta ve yolcular, tutama-dıkları oruçları kaza etmek zorunda oldukları halde oruç tutabilecek olanlar serbesttiler; isterlerse oruç tutmaz,

332. Ebû Hayyân Muhammed b. Yusuf el-Endelüsî el-Gırnâtî, (654 – 754 h.) el-Bahru’l-muhît fî’t-tefsîr, Beyrut 1412/1992, c. II, s. 189.

Page 329: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 329 -

ORUÇ FİDYESİ

yerine bir yoksul doyuracak fidye verebilirlerdi. Bu bir çelişkidir, Allah’ın kitabında çelişki olmaz. Bu iddia, bunun dışında üç açıdan daha eleştirilebilir:

Âyetin metni muhayyerlik değil, vücub ifade eder.

وعلى الذين يطيقونه فدية طعام مسكين= ve alellezîne yutîkûnehû fidyetün taâmu mis-

kîn) Onu tutabilenlere bir yoksulu doyuracak fidye gerekir.”cümlesi, mübteda ve haberden oluşan isim cümlesidir. Haber, ef’âl-i ammeden olup hazfedilmiş-tir. İsim cümlesi sübut ve devam ifade eder. Çocuğun emzirilmesi ile ilgili şu âyet de aynı yapıdadır: “وعلى بالمعروف وكسوتهن رزقهن له ve ale’l-mevlûdi lehû = ”المولود rizquhunne ve kisvetuhunne bi’l-ma’rûf (Sütannenin) gıda ve giyeceğini temin; çocuk kendi için doğurulmuş babanın görevidir.” (Bakara 2/233)

Bu ve benzeri âyetlere, vücub anlamı verilirken yalnızca yukarıdaki âyete muhayyerlik anlamı verilme-sinin bir gerekçesi yoktur.

b) Burada nesihten bahsedilemez. Çünkü nesh eden âyet, ya önceki ile aynı hükmü ya da daha hafif bir hükmü içerir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

ما ننسخ من آية أو ننسها نأت بخير منها أو مثلها.“Biz bir âyeti nesh eder veya unutturursak, yerine

ya daha hayırlısını, ya da dengini getiririz.” (Bakara 2/106) Oruç tutabilenlere verildiği iddia edilen ruhsatın kaldırılması, hükmün ağırlaştırılmasıdır. Böyle bir nesih olamaz. Nesih konusuyla ilgili olarak bu kitapta yer alan “Nesih ve Recm Cezası” başlıklı yazıya bakılabilir.

c) Üçüncü husus şudur: Âyette hasta ve yolcuların tutamadıkları orucu kaza etmelerinden bahsediliyor. Zamirin en yakınını göstermesi esas olduğundan “…onu...” zamirinin bu âyetteki “oruç kazası”nı değil de 183. âyetteki “orucu” göstermesi için bir karine gerekir.

Page 330: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 330 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Okuduğumuz yerlerde böyle bir karineden bahsedilme-mektedir. Bize göre Ramazan bayramında verilen fitre bunun karinesi olabilir. O zaman âyetin anlamı şöyle olur: “Ramazan orucunu tutabilenlerin bir miskini do-yuracak fidye vermeleri gerekir.”

Fidye, kişinin ibadetteki eksiğini gidermek için ödenmesi gereken bedeldir.333 İkrime’nin İbn Abbâs’tan rivâyetine göre “Nebîmiz fitreyi, oruçlunun ağzından çıkabilecek olan boş ve çirkin sözler için bir temizlik ve çaresiz kalmış kişiler (miskinler) için yemek olsun diye farz kılmıştır. Kim onu (bayram günü) namazdan önce verirse makbul bir zekât olur. Kim de namazdan sonra verirse sadakalardan bir sadaka olur.”334

Abdullah b. Ömer demiştir ki; “Allah’ın Elçisi sal-lallahu aleyhi ve sellem fıtır veya Ramazan sadakasını; erkeğe, kadına, hüre ve köleye, hurmadan bir sa’335 veya arpadan bir sa’ olarak farz kıldı. İnsanlar bunu yarım sa’ buğdayla denkleştirdi.”336

Oruç; kadın, erkek, hür ve köle her Müslüman’a farzdır. Hadisler, fitrenin de aynı şekilde farz olduğunu açıklamıştır. Âyetteki “orucu tutabilenlere” ifadesi, bu hadis ile örtüşmektedir.

27.1.2. Zamirin Kaza Orucunu Göstermesi

“Onu tutabilenlere..” âyetindeki “onu” zamirinin kaza orucunu gösterdiğini söyleyenler, iki ayrı görüş ortaya koymuşlardır:

1. Hasta ve yolcular iki kısımdır. Bir kısmı oruca dayanamazlar; bunlar daha sonra kaza orucu tutarlar. Bir kısmı da fazla sıkıntı çekmeden oruç tutabilirler. İşte âyet; bunların ikinci kısmını, oruçla fidye arasında

333. Müfredât فدي mad. وما يقي بها النسان نفسه من مال يبذله في عبادة قصر فيها يقال له: فدية، ككفارة اليمين334. Ebû Davûd, Zekât, 18.335. Sa’ 3920 gr. Ağırlığında bir ölçü birimidir. 336. Buharî, Zekât, 77.

Page 331: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 331 -

ORUÇ FİDYESİ

muhayyer bırakmıştır. Fahrettin Razi, bu görüşten baş-kasına itibar edilemeyeceğini söyler.337

Bize göre âyetin manası vücub ifade ettiğinden ona dayanılarak muhayyerlik yorumu yapılamaz.

Ebû Hayyân’a göre İmam Malik bu âyeti şöyle yorumlamıştır: Ramazan ayı gelene kadar, tutma gücü olduğu halde önceki Ramazandan kalma kaza orucunu tutmayana fidye gerekir338 Bu görüşü kabul etmek için delil gerekir. Bize ulaşan böyle bir delil yoktur.

2. Hasta ve yolcu olduğu için oruç tutamayanların, kaza ile birlikte fidye vermeleri gerekir.339 Bu yorumu aktaran Ebûbekr el-Cessâs (ö. 370 h.), kime ait olduğun-dan ve gerekçelerinden bahsetmemiştir.

27.2. Anlamı Olumsuza Çevirenler

Bakara 184. âyetteki

وعلى الذين يطيقونهibaresine olumsuz anlam verenleri yanıltan (الطاقة

= et-tâkâtu) kelimesine verilen yanlış anlamdır. (الطاقة) güç ve kuvvet demektir. Kelime Türkçeye “takat” şek-linde geçmiştir. Kur’ân’da şu duayı yapmamız tavsiye edilmiştir:

لنا ما ل طاقة لنا به ربنا ول تحم“Rabbimiz! Takat getiremediğimiz yükü bize

yükleme…” (Bakara 2/286) Yani “zorlanacağımız yükü bize yükleme” demektir. Yoksa “gücümüzün yetmedi-ğini yükleme” değildir.340 Çünkü gücümüzün yetmediği yükü yüklememe, zaten Allah’ın bir kanunudur. O şöyle buyurur:

337. Fahru’d-Din er-Râzî, (ö. 606 h.) et-Tefsîru’l-kebîr, Lübnan 1420/1999, Bakara 184’ün tefsiri. 338. Ebû Hayyân, el-Bahru’l-muhît fî’t-tefsîr, Bakara 184’ün tefsiri.339. Ebubekr Ahmed b. Ali er-Râzî el-Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, ö. 370 h. İstanbul 1335, c. I, s. 176.340. Müfredât (الطوق) mad; Firuzabadî, Besâir, c. III, s. 524, 525.

Page 332: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 332 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

نفسا إل وسعها. ل يكلف اهلل“Allah, kimseye gücünün yettiğinden fazlasını

yüklemez.” (Bakara 2/286)

Fakat Ragıb el-İsfahânî (الطاقة) kelimesine, kendi söyledikleri ile de çelişen şöyle bir anlam vermiştir:

الطاقة: اسم لمقدار ما يمكن لإلنسان أن يفعله بمشقةYani “takat kişinin zorlanarak yapabileceği kadarı-

na isim olmuştur.”341 Bu, takat yetirememe halini gös-terir. Bunlara göre oruca takati olanlar, oruç tutmakta zorlanan kimselerdir. Oruca takati olmayanlar ise orucu kolayca tutan kimseler olur. Çünkü iki olumsuzdan bir olumlu anlam çıkar. “Yok yok” demek “her şey var” demektir. “Rabbimiz! Takat getiremediğimiz yükü bize yükleme…” sözü de; “Rabbimiz! Bize zorlanacağımız yükler yükle” demek olur. Bu, anlamı tersine çevirmek olduğu için takat kelimesine yukarıdaki anlamı vermek yanlıştır. Çünkü oruca takati olan, zorlanmadan oruç tutabilen kimse demek olur.

Bize göre bu yanlış, ya el-İsfahânî’nin kendinden ya da onun kitabını yazarak bize ulaştıran kişilerin bir hatasından kaynaklanmıştır. Yukarıdaki cümlenin aslı şöyle olmalıdır:

الطاقة: اسم لمقدار ما يمكن لإلنسان أن يفعله بدون مشقةYani “tâkat kişinin zorlanmadan yapabileceği

kadarına isim olmuştur.” Cümleden “دون = dûn” keli-mesi düştüğü için anlam bu hale gelmiştir. Bunun böyle olduğu, bütünlüğün bozulmasından da anlaşılmaktadır. Bundan hareketle, (يطيقونه الذين وعلى) ibaresine “.. zorlan-dığı taktirde oruç tutabilenlere..” anlamı verilmiştir. Bu, oruç tutamama hali olacağından, bir kısmı da an-lamı “oruç tutamayanlar” diye değiştirmiştir. Türkiye

341. Müfredât الطوق mad.

Page 333: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 333 -

ORUÇ FİDYESİ

Diyanet Vakfı’nın yayınladığı meâlin ilgili bölümü şöyledir:

“…(İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mazereti olup da) oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere bir fakiri doyuracak fidye gerekir…”

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yayınladığı “Kur’ân Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir”inde ise şu anlam veril-miştir: “Orucu tutmakta zorlananlar için bir yoksulun (günlük) yiyeceği kadar fidye yeterlidir”342 Bu tefsire şöyle bir açıklama konmuştur:

“Orucu tutmakta zorlananlar” şeklinde tercüme ettiğimiz kısımda geçen “yutîkûne” fiili gerek dil bilimi gerekse kıraat şekilleri bakımından farklı manalara müsait olduğu için bu kısmı “orucu tutabilecek durum-da olanlar” şeklinde anlayanlar olmuştur. Bu anlayışa göre başlangıçta müminler oruca alışıncaya kadar oruç tutabilecek durumda olanların, isterlerse fidye vererek bu ibadeti yerine getirmemelerine izin verilmiş, sonra bu izin kaldırılmış ve gücü yetenlerin orucu tutmaları gerekli kılınmıştır.

Bizim tercüme ettiğimiz şekil ve katıldığımız manaya göre ya bünyesi veya içinde bulunduğu durum ve şartlar sebebiyle orucu zor tutan, oruç tutmakta zorlanan, devam ettiği takdirde hasta olmaktan veya mecbur olduğu işini yapamamaktan korkan kimseler oruç tutmak yerine her gün için bir fidye verebilecek-lerdir. Eski zamanlarda yaşlılık yüzünden zayıf düşmüş kimselerle emzikli ve hamile kadınlar ‘orucu tutmakta zorlananlar’a örnek olarak zikredilmiştir. Bunlardan yaşlıların oruç yerine fidye vereceklerinde ittifak vardır. Diğer ikisine gelince mesela Şafiî ve Malik’e göre bunlar da fidye verirler, sonra da mazeretleri ortadan kalkınca

342. Hayrettin Karaman, Mustafa Çağırıcı, İbrahim Kafi Dönmez, Sadrettin Gümüş, Kur’ân Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, Ankara, 2004, c. 1, s. 179.

Page 334: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 334 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

kaza ederler. Hanefîler’e göre bu ikisi fidye vermezler, sonradan tutamadıkları oruçlarını kaza ederler.

Günümüzde dökümcü, maden, beton veya yol işçisi, tellak, hamal gibi ağır işlerde çalışan kimselerin de “orucu tutmakta zorlananlar” sınıfına dâhil edile-ceği hükmü birçok fıkıhçı tarafından benimsenmiştir. Bunlar da zarar gördükleri takdirde oruç tutmak yerine fidye verebileceklerdir.”343

وعلى الذين يطيقونهibaresinin anlamı “..onu tutabilenlere..” olduğun-

dan yukarıdaki anlam ve yorumlar yanlıştır. Bunların, daha önceden yapılmış olan bir yanlış görüş dışında dayanakları da yoktur. Hasta ve yolcuların, tutama-dıkları oruçları kaza etmelerinin gerekçesi olarak şöyle buyrulmuştur:

بكم اليسر ول يريد بكم العسر يريد اهلل “Allah size kolaylık ister, zorluk istemez.” (Bakara

2/185)

Demek ki bunlar, oruç tutmakta zorlanan kimse-lerdir. Bunlara oruçlarını kaza etmeleri emredilirken emzikli kadın, dökümcü, maden işçisi, tellak, hamal gibi ağır işlerde çalışanların, zarar görmeleri halinde oruç yerine fidye verebileceklerine hükmetmek tam bir çelişki olur.

Bunlar, bir âlimin yaptığı hatanın, sonrakiler tara-fından hangi boyutlara taşındığının güzel bir örneğidir.

343. Kur’ân Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, c. 1, s. 181-182.

Page 335: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 335 -

28.Konu

ÂDETLİ KADININ ORUCU İLE İLGİLİ ŞÜPHELER

“Kur’an Işığında Doğru Bildiğimiz Yanlışlar” kita-bımızda ve www.suleymaniyevakfi.org adlı sitemizde yayımlanan “Âdetli Kadının Orucu ve Namazı” başlıklı yazımızda, adetli kadının oruç tutması gerektiği ama namaz kılamayacağı, delilleriyle ispatlanmıştır. Ancak konunun fıkıhtaki takdim şekli, bazı kesimlerde kafa karışıklığı meydana getirmektedir. Çünkü kitaplarda, adetli ve loğusa olan kadının namaz kılamayacağı ve oruç tutamayacağı, tutamadığı oruçları daha sonra kaza edeceği ama namazları kaza etmeyeceği yolunda icma olduğu ve bunun sahih hadislere dayandığı yazılıdır. Bu sebeple konunun dikkatle incelenmesine ihtiyaç vardır. Aşağıdaki soru ve cevabı bu açıdan önemlidir.

Soru – Âdetli kadının oruç tutamayacağı ve namaz kılamayacağı, tutamadığı orucu daha sonra kaza edeceği ama namazı kaza etmeyeceği konusunda icma olduğu, hem fıkıh mezhepleri hem de geniş bir kitle tarafından kabul edilmekte ve buna şu hadisler delil getirilmektedir:

Page 336: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 336 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Hamne binti Cahş, Nebî (s.a.s)’e, kendisinden çok kan geldiğini, bunun kendisini namaz ve oruçtan alı-koyduğunu söyleyince ona:

“Allah’ın bilgisine uygun olarak (her ay) altı ya da yedi günü âdet kabul et, sonra da temizlendiğine ka-naatin geldiğinde gusül al ve yirmi üç ya da yirmi dört gece-gündüz namazı kıl, orucu tut!” buyurmuşlardır.

Muâze, Âişe’ye (r.anha); “Âdetli kadının orucu kaza ettiği hâlde namazı kaza etmemesinin sebebi nedir?” diye sorunca bana dedi ki: “Sen Hârîcî misin yoksa?”

“Ben Hârîcî değilim, ancak soru soruyorum” dedim. Aişe şöyle dedi: “Biz Resûlullah (s.a.s) dönemin-deyken bu hâl geldiğinde biriyle emrolunur, diğeriyle emrolunmazdık. Resûlullah, orucun kazasını emreder, namazın kazasını emretmezdi.”

İmam Nevevi, İbn Hazm, İbn Rüşd ve İbrahim Halebî, âdetli kadının oruç tutmasının haram olduğunu, bu konuda ümmetten farklı görüş bildiren bir müctehi-din çıkmadığını haber vermişlerdir.

İmam Nevevî der ki: Her kim; “Bu rivayet orucun haramlığına delil değildir, onda sadece orucu açmaya cevaz vardır. Âdetliye oruç, yolcuya olduğu gibi caizdir, haram değildir vs. derse ona şöyle cevap verilir: Sahabe kadınlarının ibâdet konusundaki içtihatları sabit oldu-ğu gibi ibâdete olan düşkünlükleri de bilinir. Eğer oruç caiz olsaydı onlardan bazıları bunu muhakkak yerine getirirdi.”

Bu hadislere ve oluşan icma’ya aykırı bir tutum sergilemenizin sebebi nedir?

Cevap: Âdetli kadının oruç tutacağını ama namaz kılamayacağını söylerken Kur’an’a ve onun uygulaması olan sahih hadislere dayandığımızı yukarıdaki yazımız-da belirtmiştik. İcma da buna göre oluşmuştur. Ancak

Page 337: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 337 -

ÂDETLİ KADININ ORUCU İLE İLGİLİ ŞÜPHELER

tarih içinde kaza (قضى) kelimesine verilen farklı anlam, yanlış ciddi yanılgılara yol açmıştır. Nitekim talak, iftidâ (kadının evliliğe son verme hakkı), küçüklerin evlendirilmesi, recim vs. gibi birçok konuda benzeri yanılgılar vardır.

Önce ilgili hadislere sonra oluşan icmaa bakAlım, en sonunda da yanılgının ana sebebini anlatalım.

28.1. İlgili Hadisler

Bu konuda rivayet edilen hadisleri dört başlık altın-da görebiliriz.

28.1.1. Hamne bint-i Cahş hadisi:

Hamne binti Cahş dedi ki; çok şiddetli âdet dışı kanamam vardı, Nebî’nin (s.a.s) görüşünü almaya ve durumu haber vermeye geldim. Kız kardeşim Zeynep binti Cahş’ın evindeydi, dedim ki; “Ya Resûlellah, âdet dışı kanamam var, çok şiddetli kanama; bana ne emredersin; orucuma ve namazıma engel oluyor? Dedi ki, “Pamuk (tıkamak) senin için uygun olur. O, kanı engeller.” “Ondan fazla” dedim. “Bağla” dedi. “Daha da fazla” dedim. “Bez tutun” dedi. “Daha da fazla, şiddetli bir şekilde akıp gidiyor” dedim. Bunun üzerine Nebî sallallahu aleyhi ve sellem dedi ki; “İki şey önereceğim, hangisini yaparsan sana yeter. Gücün yeterse. Sen daha iyi bilirsin.” Şöyle devam etti: “O, Şeytan’ın darbesidir; Allah’ın bilgisinde altı veya yedi gün olan âdet günle-rini geçir, sonra yıkan, temizlenip arındığın kanaatine varınca da yirmi dört veya yirmi üç gece ve bunların gündüzlerinde namaz kıl. Oruç tut ve namaz kıl; bu sana yeter. Böyle yap; tıpkı diğer kadınların âdetli ve temiz günlerinde âdet görüp temizlenmesi gibi. Öğleyi gecik-tirip ikindiyi öne almaya, sonra temizlendiğin zaman yıkanmaya ve öğle ile ikindiyi birleştirmeye gücün

Page 338: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 338 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

yetiyorsa öyle yap. Sonra akşamı geciktirip yatsıyı öne almaya, sonra yıkanmaya ve iki namazı birleştirmeye gücün yetiyorsa öyle yap. Sabahleyin de yıkanır namaz kılarsın. Sen böyle yap. Gücün yetiyorsa oruç da tut344.”

Tirmizi, bu hadisin hasen, sahih olduğunu söyle-miş ve şunu ilave etmiştir: Muhammed’e (Buharî’ye) sordum, hasendir, dedi. Ahmed b. Hanbel de bu hadis hasen sahihtir, dedi.

Ebu Davud; Ahmed b. Hanbel’in bu hadis için; “İbnu Ukayl’ın345 hadisi içime sinmiyor. (شيء في نفس يمنه ”dediğini nakletmiştir.346 (ابن عقيل حديث

Ahmed Muhammed Şakir de şunları söyler: Ahmed b. Hanbel’in bu sözü, Tirmizi’nin ondan yaptığı nakle ters düşer. Ama hadis, senet yönünden sabit ve sahih olsa da bununla diğer hadisleri uyuşturma ve bundan fıkhi hüküm çıkarma açısından Ahmed b. Hanbel’in içine sinmemiş olabilir. İbnu Ebî Hatim el-Ilel’inde (rakam 123, c.I, s. 51) der ki: Babama İbnu Ukayl’ın hadisini sordum, dedi ki; bazı âlimler bu haberle fetva vermediler347.

Bu hadisle fetva vermek, birkaç sebepten dolayı mümkün değildir:

1. Kanaması olan kadına önce pamuk tıkaması, sonra pamuğu bağlaması, yeterli olmadığını söyleyince de bez bağlaması öneriliyor. Kadın, kanamanın ölüme yol açacak şekilde şiddetle akıp gittiğini söyleyince kanı durdurmaktan vazgeçiliyor ve nasıl namaz kılacağı ve

344. Tirmîzî, Tahareh 95/128. Hadisin metni şöyledir:كنت أستحاض حيضة كثيرة شديدة ، فأتيت النبي صلى اهلل عليه وسلم أستفتيه وأخبره . فوجدته في بيت أختي زينب بنت جحش فقلت: يا رسول اهلل ، إني أستحاض حيضة كثيرة شديدة ، فما تأمرني فيها، قد منعتني الصيام والصالة ؟ قال : أنعت لك الكرسف ، فإنه يذهب الدم . قالت : هو أكثر من ذلك ؟ قال: فتلجمي. قالت : هو أكثر من ذلك؟ قال : فاتخذي ثوباقالت : هو أكثر من ذلك ، إنما أثج ثجا ؟ فقال النبي صلى اهلل عليه وسلم سآمرك بأمرين : أيهما صنعت أجزأ عنك ، فإن قويت عليهما فأنت أعلم فقال : إنما هي ركضة من الشيطان ، فتحيضي ستة أيام ، أو سبعة أيام في علم اهلل ، ثم اغتسلي ، فإذا رأيت أنك قد طهرت واستنقأت فصلي أربعا وعشرين ليلة ، أو ثالثا وعشرين ليلة وأيامها ، وصومي وصلي ، فإن ذلك يجزئك ، وكذلك فافعلي ، كما تحيض النساء وكما يطهرن ، لميقات حيضهن وطهرهن ، فإن قويت على أن تؤخري الظهر وتعجلي العصر، ثم تغتسلين حين تطهرين و تصلين الظهر والعصر جميعا، ثم تؤخرين المغرب، وتعجلين العشاء، ثم تغتسلين، وتجمعين بين الصالتين فافعلي، وتغتسلين مع الصبح وتصلين وكذلك فافعلي،. وصومي إن قويت على ذلك

345. Bu hadisi rivayet edenler arasında Abdullah b. Muhammed b. Ukayl olduğu için böyle demiştir.346. Sünenu Ebî Davud, Tahareh, 110/287.347. Tirmîzî, Tahareh 95/128, 5 numaralı dipnot.

Page 339: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 339 -

ÂDETLİ KADININ ORUCU İLE İLGİLİ ŞÜPHELER

oruç tutacağı anlatılıyor. Bu sebeple hadisin bu bölü-münde ciddi tutarsızlıklar vardır.

2. Hadiste âdet dışı kanamaya “Şeytan’ın darbesi” denmiştir. O, Şeytanı değil, sağlığı ilgilendirir. Diğer hadislerde bu ifade yoktur. Buhârî’de geçen bir rivayet şöyledir:

Fatıma binti Ebî Hubeyş, Resulullah sallallahu aley-hi ve selleme; “Ya Resûlellah, ben temizlenemiyorum; namazı terek edeyim mi?” diye sordu. Resûlüllah dedi ki, “Bu bir damar (çatlaması)dır, âdet değildir. Âdet günlerin geldiğinde namazı terk et. O günler kadar bir süre geçince sendeki kanı yıka ve namaz kıl348.”

Burada o kanın âdet kanı değil, damardan geldiği belirtilmiş, bir başka hadiste de kaynağının, rahimdeki bir rahatsızlık (الرحم .olduğu ifade edilmiştir349 (ركضة من Kanı doğru tanımlayan hadislerde, âdetli kadının oruç tutamayacağından değil, namaz kılamayacağından bahsedilir.

3. Şiddetli kanaması olan bir kadına söylenen; “…Öğleyi geciktirip ikindiyi öne almaya, sonra temizlen-diğin zaman yıkanmaya… gücün yetiyorsa…” sözünün ne anlamı olabilir. Unutmamak gerekir ki, bu kanama, âdet günleri dışında olan kanamadır. Burada yıkan-maktan değil, Buharî hadisinde olduğu gibi gelen kanı yıkamaktan söz etmelidir.

4. Namazları birleştirmeyle ilgili rivayetlerin hiçbi-rinde, öğleyi geriye bırakıp ikindiyi öne almak, akşamı geriye bırakıp yatsıyı öne almak yoktur. Namazları bu şekilde birleştirmeyi herkes, her zaman yapabilir. Bunun o kadına sunduğu bir kolaylık yoktur.

Ayrıca saatin ve takvimin olmadığı bir yerde, iki vaktin arasını bulmak zordur. Bunun için gündüzün

348. Buhari, Hayz, 8.349. Nesâî, Tahâret, babu zikr’il-ekrâ’, 135.

Page 340: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 340 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

gölgeyi, gece ise ufku sürekli gözetlemek gerekir. Bu da ayrı bir sıkıntı olur.

5. Hadise göre bu kadın günde üç kere; öğle ile ikin-di arasında, akşam ile yatsı arasında ve sabah namazın-dan önce yıkanmalıdır. Allah “bu dinde hiçbir zorluk koymadığı350” halde bu hadis işi, iyice zora sokmakta-dır. Hâlbuki Buhârî’nin rivayetinde böyle bir kadının, sadece kanı yıkaması yeterli sayılmış, abdest alması dahi istenmemiştir. Zaten kanın abdest bozacağına dair sahih bir rivayet yoktur.

6. Hadiste “…tertemiz olduğun kanaatine varınca yirmi dört veya yirmi üç gece ve bunların gündüzlerin-de namaz kıl” sözünden sonra “Oruç tut ve namaz kıl” denmesi Nebîmizin üslubuna uymamaktadır. Hadisin bu bölümünün sonradan ilave edildiği, yani müdrec ol-duğu anlaşılmaktadır. Hadisin sonunda, ayrı bir cümle olarak yer alan, “Gücün yetiyorsa oruç da tut” sözü de bunu gösterir. Çünkü bu derece kan kaybeden kadının oruca gücü yetmez. Allah Teâlâ:“(Ey hasta ve yolcular) Eğer bilmiş olsanız oruç tutmanız sizin için daha iyi-dir” (Bakara 2/184) buyurduğu için Nebîmiz “Gücün yetiyorsa oruç da tut” demiş olabilir.

7. Bu ve diğer bütün hadislerde adetli kadının namaz kılamayacağı açıkça belirtildiği halde oruç tuta-mayacağına dair bir ifade yer almaz.

Özet olarak bu hadis, Ahmet b. Hanbel gibi bizim de içimize sinmemiştir. Buna dayanılarak âdetli kadının orucu konusunda bir hüküm ve fetva verilemez.

28.1.2. Ebû’l-Yekzân hadisi:

Şureyk, Ebu’l-Yekzân’dan; o, Adiy b. Sabit’ten; o, babasından; o da dedesinden şunu rivayet etmiştir: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, istihâza (âdet dışı kanama) hakkında şöyle dedi. “Evvelce âdet gördüğü günlerde

350. Hac 22/78.

Page 341: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 341 -

ÂDETLİ KADININ ORUCU İLE İLGİLİ ŞÜPHELER

namazı bırakır sonra yıkanır ve her namaz vaktinde abdest alır, oruç tutar ve namaz kılar.351”

Timîzî der ki: Hadisi Ebu’l Yekzân’dan sadece Şureyk rivayet etmiştir.

Ahmed Muhammed Şakir der ki: Ebu Davud da bu hadisi zayıf bulur ve şöyle der: “Rivayet zincirinde yer alan Ebu’l Yekzân’ın adı Osman b. Umeyrdir; çok zayıf bir kişidir”. Ebu Hatim’e göre de, bu zatın rivayet ettiği hadisler zayıf ve münkerdir. Şu’be ondan hoşlanmazdı. Onun yanında bir hadis âliminden rivayette bulununca Şu’be, “kaç yaşındasın” diye sormuş, yaşını söylemiş; öyleyse o âlim öldüğü zaman sen iki yaşındaydın” demiş.”352

Ebu Davud, hadisteki “…oruç tutar ve namaz kılar” bölümünün Osman tarafından ilave edildiğini söyler353 ama onun Ebu’l-Yekzân mı, yoksa kendi rivayetinde yer alan Osman b. Ebî Şeybe mi olduğunu açıklamaz. Ancak aynı ibarenin Tirmizi’de de olması bu şahsın Ebu’l-Yekzân olduğunu gösterir. Çünkü Tirmizînin rivayet zincirinde Osman b. Ebî Şeybe yoktur.

Sonuç olarak Ebu’l-Yekzân hadisine dayanılarak da âdetli kadının orucu konusunda bir hüküm verilemez.

28.1.3. Buhârî Hadisi:

“Ebu Saîd el-Hudrî, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin bir kurban veya Ramazan bayramında namaz-gâha çıkıp kadınlar tarafına geçerek şöyle seslendiğini rivayet etmiştir:

351. Tirmîzî, Taharet, 94/126. Hadisin metni şöyledir. حدثنا شريك عن أبي اليقظان عن عديب نثابت عن أبيه عن جده عن النبي صلى اهلل عليه وسلم أنه قال في المستحاضة تدع الصالة أيام أقرائها

.التي كانت تحيض فيها، ثم تغتسلوتتوضأ عندكالصالة، وتصومو تصلي352. Sunenü’t-Tirmîzî, tahkik ve şerh eden Ahmed Muhammed Şakir, İstanbul 1981 (1401), c.

I, s. 221, 1 numaralı dip not. Muhammed Şakir şu bilgileri eklemektedir:“Adiy İbni Sabit’in dedesinin kim olduğu bilinmemektedir. Bu konuda çok çelişkiler vardır. Geniş bilgi için Et-tehzib (Cilt 2, Sayfa 19–20) de bulunan Sabit el Ensârî’nin öz geçmişine bakınız.”

353. Sünenu Ebî Davud, Taharet, 113/297.

Page 342: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 342 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

“Ey kadınlar topluluğu! Sadaka verin; çünkü bana, Cehennem halkının çoğunluğunu, sizin oluşturduğunuz gösterildi.”

– Neden ya Resûlellah?” dediler.

Dedi ki; “Çok lanet okursunuz ve hayatı paylaştığı-nız kişiye nankörlük edersiniz.

Aklı ve dini eksik olanlar içinde kendine hâkim bir erkeğin gönlünü sizden biri kadar kapıp götürenini görmedim.”

– Dinimizin ve aklımızın noksan olması nedendir ya Resûlellah?” diye sorduklarında dedi ki:

“Kadının şahitliği erkeğin şahitliğinin yarısı kadar değil mi?”

“Evet” dediler.

“İşte bu, aklının noksanlığıdır” dedi.

“Âdetli iken namaz kılmaz ve oruç tutmaz; değil mi?”

“Evet” dediler. “İşte bu da dinlerinin noksanlığıdır” dedi354.

Hadis senet yönünden sahihtir; ancak mana yönün-den bazı uyumsuzluklar vardır.

1- Kimseye “…aklı ve dini eksikler…” diye hitap edilemez. Bu hitap şekli, Nebîmizin nezaketine uyma-dığı gibi şu âyete de uymaz:

“Onlara nazik davranman, Allah’ın sana olan ikramı sebebiyledir. Kaba ve katı yürekli olsaydın yanından dağılıp giderlerdi. Öyleyse kusurlarına bakma, onların bağışlanmalarını iste. Yapacağın işler

354. Buhârî, Hayz, 6. Hadisin metni şöyledir:د بن جعفر قال أخبرني زيد هوا بن ثنا سعيد بن أبي مريم قال أخبرنا محم حدساء عليه وسلم في أضحى أو فطر إلى المصلى فمر على الن صلى اهلل عن أبي سعيد الخدري قال خرج رسول اهلل أسلم عن عياض بن عبد اهلل قال تكثرن اللعن وتكفرن العشير ما رأيت من ناقصات عقل ار فقلن وبم يا رسول اهلل قن فإني أريتكن أكثر أهل الن ساء تصد فقال يامعشر النجل قلن بلى قال أليس شهادة المرأة مثل نصف شهادة الر جل الحازم من إحدا كن قلن وما نقصان ديننا وعقلنا يا رسول اهلل ودين أذهب للب الرقال فذلك من نقصان عقلها أليس إذا حاضت لم تصلو لم تصم قلن بلى قال فذلك من نقصان دينها.

Page 343: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 343 -

ÂDETLİ KADININ ORUCU İLE İLGİLİ ŞÜPHELER

konusunda görüşlerini al. Bir de karar verdin mi, yalnız Allah’a dayan. Allah kendine dayananları sever.” (Al-i İmran 3/159)

2- “Aklı ve dini eksik olanlar içinde” …sözü, insan gibi sorumlu olup bu özellikte başka dişi varlıkların ol-masını gerektirir. Hâlbuki böyle bir varlık veya varlıklar yoktur.

3- Kadının şahitliğinin erkeğinkinin yarısı kadar olduğuna delil alınan âyet şudur:

“Erkeklerinizden iki kişiyi şahit tutun. İki erkek yoksa kabul edeceğiniz şahitlerden bir erkek ile iki kadın da olabilir; biri yanılırsa, diğeri hatırlatır…” (Bakara 2/282)

Âyetin bağlantılarını görmeyenler, şahitlik konu-sunda kadın erkek ayırımı yapıldığı kanaatine varmış-lardır. Âyetin devamında şöyle bir ifade yer alır:

“...Böylesi, şahitlik için daha sağlamdır...” “Daha sağlam” sözü, “sağlam”ın bir üst seviyesidir. Sağlam olan iki şeyi karşılaştırınca birine daha sağlam denir. “Bir erkek ile iki kadının şahitliği” daha sağlam ise bu şarta uymadan yapılan şahitliğin de sağlam sayılması gerekir. Vasiyete şahitlikle ilgili âyetler konuya açıklık getirmektedir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Müminler! Sizden biriniz ölüm döşeğinde vasiyet edeceği zaman içinizden güvenilir iki şahit tutsun. Eğer bir yerde yolcu iken ölüm gelip çatarsa sizden olmayan iki kişi de olabilir. Onlardan şüphelenirseniz, namaz-dan sonra alıkoyarsınız. Şöyle yemin ederler: ‘Vallahi, isterse en yakınımız olsun, buna karşılık hiçbir şey almayız. Allah için yapılan şahitliği gizlemeyiz. Öyle olsa, elbette günaha gireriz.”

Eğer günaha girdiklerinin farkına varılırsa, ölenin hak sahibi iki yakını onların yerine geçer, şöyle yemin

Page 344: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 344 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

ederler: Vallahi, bizim şahitliğimiz onlarınkinden daha doğrudur, biz haksızlık yapmayız. Öyle olsa elbette zalimlerden oluruz.” (Maide 5/106–107)

Bu âyetlerde kadın erkek ayrımı olmadan güvenilir iki Müslüman şahit öngörülmektedir. Yolculukta vasi-yet yapılacaksa, Müslüman olmayan iki kişinin şahit de yeterli görülmüştür. Duruma göre şahitlerin tamamı kadın, tamamı erkek veya biri kadın biri erkek olabilir.

Burada delil alınacak cümle şudur: “Böylesi, şahit getirmenin yeter seviyesidir...” (Maide 5/108) Bu cümleyi, Bakara 282’deki “...böylesi, şahitlik için daha sağlamdır...” cümlesi ile karşılaştırınca, şahitlerin iki erkek veya bir erkek ile iki kadın olmasının, borçların yazılmasında da kural olmadığı, tercih sebebi olduğu ortaya çıkar.

Nebîmiz (s.a.v) yerine göre bir kadının şahitliğini de yeterli görmüştür. “Ukbe b. el-Harise, Ebû İhâb kızı Ümmü Yahya ile evlenmişti. Ukbe dedi ki: Zenci bir cariye geldi, ben sizin ikinizi de emzirmiştim” dedi. Bunu Nebî (s.a.v)’e anlattım, benden yüz çevirdi. Önüne geçtim ve tekrar anlattım, dedi ki: “Nasıl olacak? Cariye ikinizi de emzirdiği kanaatinde’’. Sonra kadınla evlenmesini yasakladı.” (Buharî, Şehâdât, 13)

Bütün bunlar gösteriyor ki, “kadının şahitliği erkeğin şahitliğinin yarısı kadardır” diyerek onun akıl noksanlığına hükmedilemez. Zaten böyle bir şey doğru olsa, kadınların sorumluluklarının erkeklerin yarısı kadar olması da gerekir. Allah Teâlâ kadın erkek karşı-laştırması yaptığı bir âyette şöyle buyurmuştur:

“…maruf ölçüler içerisinde o kadınların erkekler üzerindeki hakkı, onların bunlara karşı olan hakkına denktir...” (Bakara 2/228)

4- Kadın âdetli iken namaz kılmıyor ve oruç tutmu-yor diye dininin noksanlığına hükmedilemez. Çünkü o

Page 345: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 345 -

ÂDETLİ KADININ ORUCU İLE İLGİLİ ŞÜPHELER

bunları, Allah’ın emri olduğuna inandığı için yapmıyor. Dininin emrine uyan kişinin dini, nasıl noksan olabilir!

Ayrıca adetli iken oruç tutmayan kadın, o orucu daha sonra tutacaksa eksiğini tamamlamış olur. Çünkü oruç tutmamış hasta veya yolcular da daha sonra oruç tutup sayıyı tamamlarlar355. Öyleyse adetli kadının oruç tutmaması, dinini noksanlaştıramaz. Aksi takdirde oruç tutmayan hasta ve yolcular da dinlerini noksanlaştırıl-mış olurlar. Bunu iddia eden çıkmamıştır. Üstelik bunlar oruç tutabildikleri halde yukarıdaki görüşü savunanlar adetli kadına orucu yasaklarlar.

Bu hadis, Kur’ân’ın koyduğu kurallara aykırı olduğu için buna dayanılarak da âdetli kadının orucu konusun-da bir hüküm verilemez.

28.1.4. Muâze Hadisi:

Adetli kadının orucu konusunda delil alınacak vasıftaki tek hadis budur.

Muâze dedi ki, Aişe’ye sordum:

أنت؟ أحرورية فقالت: ؟ الصالة تقضي ول الصوم تقضي الحائض بال ما بقضاء فنؤمر ذلك يصيـبنا كان قالت أسأل. ولكني بحرورية لست قلت

الة. وم ول نؤمر بقضاء الص الص“Neden âdetli kadın orucu kaza eder de namazı

kaza etmez?”

“Sen Harûrâlı356 mısın?” dedi. “Hayır, Harûrâlı deği-lim ama soru soruyorum” deyince şöyle dedi: “Başımıza bu olay gelince orucu kaza etmemiz emredilirdi ama namazı kaza etmemiz emredilmezdi.”357

355. Bakara 2/185.356. Harûrâlı, Harûrâlı demektir. Harûrâ, Sıffîn savaşında Ali’nin saflarından ayrılan Hâricîlerin

toplandığı yerdir. (Bkz. Ethem Ruhi Fığlalı, “Hariciler”, DİA, c. XVI, s.169-175.) 357. Müslim, Hayız, 67.

Page 346: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 346 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

28.2. İcma İddiası

Âdetli kadının orucu kaza etmesi, ama namazı kaza etmemesi üzerinde icma edildiği, bu icmaın Muâze hadisine dayandığı iddia edilmektedir.

Nevevî (öl.676/1277) der ki: “Aişe’nin, “Orucu kaza etmemiz emredilir, namazı kaza etmemiz emre-dilmezdi” sözü,üzerinde ittifak edilmiş hükümdür… Âdetli veya loğusa olan kadının, namazı kaza etmesinin farz olmadığı ama orucu kaza etmesinin farz olduğu hususunda icma vardır358.”

Şevkânî’ye göre İbnu’l Münzir ve diğerleri de bu görüştedir359.

Aişe validemizden gelen hadis sahih ve oluşan icma doğrudur. Ancak insanları yanıltan kaza (قضى) kelimesi-dir. Bu kelime fıkıhta, vakti içinde yerine getirilmeyen bir ibâdetin, daha sonra ifa edilmesi anlamında kulla-nılır. Ama bu anlam, kelimeye sonradan yüklenmiştir. Sözlük anlamı, bir ibâdeti zamanında yapmak yani eda etmektir. Kur’an’da, Hikmette ve sahabenin sözlerinde geçerli olan, kelimenin sözlük anlamıdır. (قضيتم فإذا فإذا) âyeti; “Hac ibâdetini eda ettiğinizde”360 ( مناسككمâyeti de “namazı kıldığınızda”361 demektir.362 (قضيتم الصالة

Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisinde kaza kelimesi ile ilgili şu bilgiler yer alır:

“Nebîmizin sözlerinde kaza kelimesi ve çeşitli kip-leri ibâdetlerin yeri ne getirilmesi, borçların ödenmesi ve yargılama anlamlarında sıkça kullanılmıştır.363”

358. Nevevî, Sahihu Muslim bi Şerh’in-Nevevî, c. IV, s. 26, bab vücub kada’is-savm ala’l-hâidi ve dune’s-salah, Beyrut 1990/1411.

359. Muhammed b. Ali b. Muhammed eş-Şevkânî, Neylü’l evtar şerhu muntekâ’l ehbar, 1.Baskı, Mustafa el halebi matbaası, Mısır, Tarih yok, c.1, s. 328.

360. Bakara 2/200361. Nisa 4/103.362. Kitab’ul-ayn, Tac’ul-Arus, Lisan’ul-Arab, es-Sıhah, el-Mısbah’ul-munir. قضي mad.363. Kâmil Yaşaroğlu, Diyanet Vakfıİslam Ansk. İst. 1995, Kaza mad.

Page 347: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 347 -

ÂDETLİ KADININ ORUCU İLE İLGİLİ ŞÜPHELER

Lügat âlimi el-Feyyûmî (ö.770/1368-69)364 şöyle der: “Âlimler, ibâdetlerde kazayı, vaktinin dışında yerine getirilen, edayı da vaktinde yerine getirilen için kullandılar. Bu, iki vakti ayırmak için oluşturulmuş bir terimdir ama kelimenin sözlük anlamına aykırıdır.”365

Öyleyse icma şöyledir:

“Âdetli veya loğusa olan kadının, namazı kılması farz değildir ama orucu tutması farzdır.”

Aksini iddia edenlerin delili yoktur. Bunu Nevevi de üstü kapalı olarak itiraf etmiş ve şunları söylemiştir:

“Bazı arkadaşlarımız âdetli kadının oruç tutmak-la muhatab olduğunu ama onu geriye bırakmakla emrolunduğunu söylediler. Nitekim abdestli olmayan bir kişi abdestsiz namaz kılamasa bile bu halde iken namaz kılma emri ile muhataptır, dediler.” Bu görüş, görüş değildir. Kadının, gidermeye güç yetiremediği bir şey sebebiyle oruç tutması nasıl hem farz hem de haram olabilir? Abdestsiz öyle değildir, onun abdestsizliği gi-dermeye gücü yeter.”366

Nevevî; “bu görüş, görüş değildir” derken, aslında yapılan yanlışı itiraf etmiş olmaktadır. Çünkü âdetli veya loğusa kadına Ramazan’da oruç tutmayı farz saymazlarsa daha sonra kaza etmeyi farz sayamazlar. Nitekim Ramazan’ın ortasında Müslüman olan kişi o güne kadar tutmadığı oruçlardan sorumlu tutulmaz. Nevevî ne derse desin adetli kadına Ramazan’da oruç tutmayı hem farz hem haram saymış olmaktadır. Nevevî’nin üzerinde icma edildiğini söylediği şu sözün de bir anlamı yoktur:

“Âdetli veya loğusanın, namaz kılmasının ve oruç tutmasının farz olmadığı üzerinde icma etmişlerdir.”367

364. Diyanet Vakfıİslam Ansk. İst. 1995, Feyyumî md. 365. Ahmed b. Muhammed el-Feyyûmî, el-Mısbah’ul-Munîr, Lübnan 2001, s. 519.366. Nevevî, a.g.e, c. IV, s. 26.367. Nevevî, Sahihu Muslim bi Şerh’in-Nevevî, c. IV, s. 26, bab vücub kada’is-savm ala’l-hâidi

ve dune’s-salah, Beyrut 1990/1411.

Page 348: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 348 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Abdest namazın şartıdır. Adetli kadın temizlenip abdest alamadığı için ona namaz farz olmaz. Çünkü Allah, kimseye gücünün üstünde bir yük yüklemez.368 Temizlik orucun şartı değildir; öyleyse adetli kadına oruç neden farz olmaz? Ramazan’da edası farz değilse kazası nasıl farz olur?

Sonuç

Yukarıdaki hadislerden Muâze hadisi dışındakile-rin, adetli kadının orucu konusunda delil alınabilecek vasıfta olmadığını gördük. Delil alınabilecek vasıftaki tek hadis Muâze hadisi olduğu için icma o hadise da-yandırılmıştır. Kaza kelimesine doğru anlam verince hadisin tercümesi şöyledir:

Muâze dedi ki, Aişe’ye sordum, dedim ki:

“Neden âdetli kadın oruç tutuyor da namaz kılmıyor?”

“Sen Harûrâlı mısın?” dedi. “Hayır, Harûrâlı deği-lim ama soru soruyorum” deyince şöyle dedi: “Başımıza bu olay gelince oruç tutmamız emredilir ama namaz kılmamız emredilmezdi.”369

Buradaki soru, adet kanaması devam eden kadınla ilgilidir. Bir rivayet de şöyledir:

أتقضي إحدانا الصالة أيام محيضها ؟ فقالت عائشة . أحرورية أنت ؟ قد كانت إحدانا تحيض على عهد رسول اهلل صلى اهلل عليه وسلم. ثم ل تؤمر بقضاء

.Muâze dedi ki, bir kadın Aişe’ye: “Birimiz âdet gün-

lerinde namaz kılar mı? diye sordu. Aişe; “Sen Harûrâlı mısın? Bizden biri Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında âdet görürdü, sonra (namazı) kılmakla emr olunmazdı” dedi370.

368. Bakara 2/286369. Müslim, Hayız, 69.370. Müslim, Hayız, 67.

Page 349: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 349 -

ÂDETLİ KADININ ORUCU İLE İLGİLİ ŞÜPHELER

Aişe’nin kadına; “Sen Harûrâlı mısın?” diye çıkışması önemlidir. Harûrâ, Sıffîn savaşında Ali’nin saflarından ayrılan Hâricîlerin toplandığı yerdir371. İbnu Abdilberr’in (ö. 463/1071) bildirdiğine göre Haricîlerden bir kesim, âdetli kadının namaz kılmasını farz sayar-mış372. Nitekim bu gün de bunu iddia edenler vardır.

Demek ki, adetli kadının oruç tutacağı, zaten bi-liniyordu. Merak edilen, böyle bir kadının namaz kılıp kılamayacağıydı. Çünkü ortalıkta böyle iddialar dolaşı-yordu. Allah Teâlâ, oruçla ilgili hükümleri açıkladıktan sonra şöyle buyurmuştur:

“…bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır; onlara yaklaşmayın…” (Bakara 2/187)

Ayet orucu; yeme, içme ve cinsel ilişkinin boz-duğunu hükme bağlamışken, kaza kelimesine yanlış anlam verme dışında bir delile dayanmadan âdetin veya loğusalığın da orucu bozduğunu söylemek ve bu konuda icma olduğunu iddia etmek sınırları aşmak olmaz mı?

Daha da ileri gidip böyle bir kadının Ramazan’da oruç tutmasını haram saymak, kişiyi şu âyetin kapsa-mına sokar:

“Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak “Bu helâldir, şu da haramdır” demeyin, çünkü Allah’a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Allah’a karşı yalan uydu-ranlar umduklarına kavuşamazlar.” (Nahl 16/116)

371. Bkz. Ethem Ruhi Fığlalı, “Hariciler”, DİA, c. XVI, s.169-175. 372. eş-Şevkânî, a.g.e, c.1, s. 328.

Page 350: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar
Page 351: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 351 -

29.Konu

TALAK (ERKEĞİN BOŞAMA HAKKI)

Kur’ân’a göre talak, kocanın hakkıdır. Talakla ilgili fiillerin faili kocalardır. Kadının evliliği

sona erdirme hakkına iftidâ denir. İftidâ daha sonra gelecektir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

تان فإمساك بمعروف أو تسريح بإحسان. الطالق مر“O talak iki defadır. Her birinden sonra kadını

ya iyilikle tutmak, ya da güzellikle ayırmak gerekir.” (Bakara 2/229)

Âyetteki الطالق (el-talaku) ifadesinin başındaki “ال = el” marifelik ekidir; kelimeyi et-talâku şeklinde okutur ve “o talak” anlamı verir. Talakın ne olduğu talak sûre-sinde açıklanmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

ة واتقوا اهلل تهن وأحصوا العد فطلقوهن لعد ساء بي إذا طلقتم الن أيها الن يا نة وتلك ربكم ل تخرجوهن من بيوتهن ول يخرجن إل أن يأتين بفاحشة مبي يحدث بعد فقد ظلم نفسه ل تدري لعل اهلل ومن يتعد حدود اهلل حدود اهللبمعروف فارقوهن أو بمعروف فأمسكوهن أجلهن بلغن فإذا أمرا. ذلك

Page 352: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 352 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

ذلكم يوعظ به من كان يؤمن هادة هلل وأشهدوا ذوي عدل منكم وأقيموا الش يجعل له مخرجا. ويرزقه من حيث ل يحتسب ق اهلل واليوم الخر ومن يت باهلل لكل شيء قدرا. بالغ أمره قد جعل اهلل فهو حسبه إن اهلل ومن يتوكل على اهلل

“Ey Nebî! Kadınları boşadığınızda iddetleri içinde boşayın ve iddeti sayın. Rabbiniz Allah’tan çekinin; onları evlerinden çıkarmayın. Onlar da çıkmasınlar; açık bir fuhuş yapmış olurlarsa başka. Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa kendine kötülük etmiş olur. Bilemezsin, belki Allah bunun ardından yeni bir durum ortaya çıkaracaktır.

Kadınlar sürelerinin sonuna geldiklerinde onları ya maruf373 ile tutun veya maruf ile ayırın. İçinizden güvenilir iki kişiyi şahit tutun; şahitliği Allah için yerine getirin. İşte bu size, içinizden Allah’a ve Ahiret gününe inanan kimseye verilen öğüttür. Kim Allah’tan çekinirse o, ona bir çıkış yolu açar.

Beklemediği yerden ona rızık verir. Kim Allah’a güvenirse o, ona yeter. Allah emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur.” (Talak 65/1-3)

Allah, her şey gibi, talak için de bir ölçü, bir stan-dart koymuştur. Yukarıdaki âyetler bu ölçüyü gösterir. Ömer‘in oğlu Abdullah, karısını adetli iken boşamıştı. Ömer, bunu Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve selleme sorunca ona şöyle demişti:

“Söyle ona, eşine dönsün; temizleninceye kadar ay-rılmasın. Sonra eşi âdet görüp tekrar temizlenirse bundan sonra ister devam etsin, isterse ilişkiye girmeden onu boşasın. İşte bu, o iddettir ki, Allah kadınların ona göre

373. Maruf; bilinen ve malum olan şey demektir. Bu bilgi, ya gelenek ve göreneklerden ya da Kitap ve Hikmetten elde edilir. Gelenek ve görenekten elde edilmişse Kitap ve hikmete aykırı olmaması gerekir. Böyle bir bilgiyi akıl ve din güzel bilgi sayar.

Page 353: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 353 -

TALAK (ERKEĞİN BOŞAMA HAKKI)

boşanmalarını emretmiştir374”. Abdullah b. Ömer dedi ki; “Nebîmiz, yaptığım boşamayı geçersiz saydı ve şu âyeti okudu: “Ey Nebî! Kadınları boşadığınızda iddetleri içinde boşayın.” Yani onları iddetlerinin başlangıcında boşayın.”375

Eşini boşamak isteyen erkeğin yapacağı şeyler şöyle sıralanabilir:

1. İddet içinde boşamak

2. İddeti saymak,

3. Kadını evden çıkarmamak,

4. Kadının evden çıkmaması,

5. Süre içinde veya süre sonunda iyilikle tutmak veya iyilikle ayırmak.

6. Kadını gerek boşarken gerek dönüş sırasında ve gerekse ayrılırken iki kişiyi şahit tutmak.

29.1. İddet İçinde Boşama

Buradaki iddet, boşanan kadının, kocasının evinde geçirmek zorunda olduğu süredir. Kadın bu süre içinde kocasıyla aynı evi paylaşır ama onunla cinsel ilişkiye girmez. Çünkü iddeti kendi başına beklemesi gerekir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

والمطلقات يتربصن بأنفسهن ثالثة قروء“(Kocaları tarafından) boşanmış kadınlar kendi

başlarına üç kur’ beklerler.”

Adet halinde ilişki yasak olduğu376 için kadın zaten kendi başınadır. İddet süresi içinde kocası ile aynı evi pay-

374. Buhârî, Sahih, Talâk, 1, 3, 44, 45; Tefsîru sureti’t-talak, 1; Müslim, Sahih, Talak 1, 14; Nesaî, Sünen, Talak 13, 15, 19; İbn Mace, Sünen, Talak 1, 3; Darimî, Sünen, Talak 1, 2; İmam Malik, Muvatta’, Talak 53; Ebû Dâvûd, Sünen, Talak 4, Tirmîzî. Sünen, Talak. (Yukarıdaki metin, Buhârî, Sahih, Talâk, 1’in tercümesidir.)

375. Ebû Davûd, Sünen, Talak 4. 376. Allah Teâlâ şöyle buyurur: Sana kadınların adet halini soruyorlar. De ki, o bir eziyettir; adet

günlerinde onları rahat bırakın. Temizleninceye kadar kendilerine yaklaşmayın. (Bakara 2/222)

Page 354: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 354 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

laşacağından buradaki kur’, onunla ilişkiye girebileceği temizlik dönemidir. Öyle ise talakın iddet içinde olma-sı, kadının bu sırada adetten temizlenmiş ama kocasıyla ilişkiye girmemiş olması demektir. Abdullah b. Ömer öyle yapmadığı için Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellemin çok sinirlendiği rivâyet edilmiş377 ona, fazladan bir temizlik dönemi bekleme cezası vermiştir. Çünkü eşini, birinci temizlikten sonra değil, ikincisinden sonra boşayabileceğini söylemiştir.

Bunun önemli hikmetleri vardır. Erkek, adet gören eşiyle ilişkiye giremeyeceğinden huzursuz olabilir. Kadın adetten temizlenince erkeğin ona arzusu üst sını-ra çıkar. İlişkiye girince arzusu azalır. Erkeğin karısını, ilişkiye girmediği temizlik döneminde boşayabilmesi boşama önünde tabii bir engel oluşturur.

İddet, âdet gören için üç temizlik müddetidir.378 Adetli iken boşama gerçekleşemeyeceği için böyle bir kadının eşi ile ilişkiye girmeden geçirdiği toplam süre, aşağıda gösterildiği gibi üç adet ve üç temizlik süresi olur. Bu da üç ay kadar sürer.

ADET TEMİZLİK ADET TEMİZLİK ADET TEMİZLİK

Âdetten kesilen, adet görmeyen veya hamile olan kadınların iddeti ile ilgili olarak şöyle buyurulmuştur:

أشهر ثالثة تهن فعد ارتبتم إن نسائكم من المحيض من يئسن ئي والال ق اهلل ئي لم يحضن وأولت الحمال أجلهن أن يضعن حملهن ومن يت والال

يجعل له من أمره يسرا“Adetten kesilmiş olanlar hakkında şüpheye dü-

şerseniz iddetleri üç aydır; adet görmeyenler de öyle.

377. Buhârî, Ahkâm, 13.378. Bakara 228’deki kurû’ (قروء) kelimesinin anlamının elverişli olması sebebiyle Hanefî ve Ma-

likîler iddetin üç adet dönemi olduğunu söylemişlerdir. Bu durumda toplam süre iki temizlik, üç adet olur. Yukarıda görüldüğü gibi bu görüş yanlıştır. Doğrusu üç temizlik, iki adet olmalıdır.

Page 355: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 355 -

TALAK (ERKEĞİN BOŞAMA HAKKI)

Hamile olanların süreleri doğumları ile biter. Kim Allah’tan sakınırsa Allah onun işinde bir kolaylık oluş-turur.” (Talak 65/4)

Erkek, bu durumlarda olan eşini her an boşayabilir. Onun iddeti, boşama anından itibaren başlar.

29.2. Şahit Bulundurma

Boşamanın şahitler huzurunda olması şarttır. Allah Teâlâ Talak Suresi 2. âyette şöyle buyurur:

هادة هلل وأشهدوا ذوي عدل منكم وأقيموا الشİçinizden güvenilir iki kişiyi şahit tutun; şahitliği

Allah için yerine getirin.

İlgili âyetler dikkatle düşünülürse talakın her saf-hasının şahitlerle tespitinin şart olduğu ortaya çıkar. Bunlardan ilki, boşamanın gerçekleştiği andır. Bu andan itibaren müslümanlara yüklenen bir görev vardır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

يريدا إن أهلها ن م وحكما أهله ن م حكما فابعثوا بينهما شقاق خفتم وإن ق اهلل بينهما إن اهلل كان عليما خبيرا إصالحا يوف

“Karı-kocanın arasının ayrılmasından korkarsanız, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin; düzelmek isterlerse, Allah aralarını buldurur. Allah bilir ve işin iç yüzünden haberdardır”. (Nisa 4/35)

Boşamanın şahitlerle tespiti halinde müslümanlar durumdan haberdar olup harekete geçerler. Yoksa bu görevi yerine getirmeleri zorlaşır.

Erkek, iddetin bitmesini beklemeden eşine dönebi-lir. Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurur:

هن في ذلك إن أرادوا إصالحا وبعولتهن أحق برد

Page 356: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 356 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

“Kocalar arayı düzeltmek isterlerse, onlara iddet içinde dönmeye daha çok hak sahibidirler”379 (Bakara 2/228)

İddet içinde dönme, arayı düzeltme şartına bağlan-dığına göre bu konuda erkeğin niyetinin sorgulanmasına ve durumun tespitine ihtiyaç olur. Kötü niyetli olduğu tespit edilirse dönmesine imkân verilmez. Onun için bu safhanın da şahitlerle tespiti gerekir.

Süre sonunda dönme de iyi niyet şartına bağlanmış-tır. Bu sebeple o safha da şahitlerle tespit edilmelidir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

حوهن بمعروف وإذا طلقتم النساء فبلغن أجلهن فأمسكوهن بمعروف أو سرتتخذوا ول نفسه ظلم فقد ذلك يفعل ومن لتعتدوا ضرارا تمسكوهن ول الكتاب ن م عليكم أنزل وما عليكم اهلل نعمت واذكروا هزوا اهلل آيات

والحكمة يعظكم به واتقوا اهلل واعلموا أن اهلل بكل شيء عليم“Kadınları boşadığınızda bekleme sürelerinin

sonuna varırlarsa ya maruf380 ile tutun, ya da maruf ile serbest bırakın. Onları zarara uğratıp haklarına saldırmak için tutmayın.381 Bunu yapan, kendini kötü duruma düşürür. Allah’ın âyetlerini hafife almayın. Allah’ın üzerinizdeki nimetini düşünün. O, indirdiği Kitap ve doğru bilgi ile sizi uyarmaktadır. Allah’tan çekinin. Bilin ki, Allah her şeyi bilir.” (Bakara 2/231)

Erkeğin eşine, süre sonunda iyi niyetle döndüğünün veya ondan güzellikle ayrıldığının da şahitlerle tespiti gerekir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Kadınlar sürelerinin sonuna geldiklerinde onları maruf ile tutun veya maruf ile ayırın.” (Talak 65/2)

379. Bakara 231 ve 232 ile Talak 2. âyet erkeğin karısına dönme zamanı olarak iddet bitimini göstermektedir. Bu âyet ise erkeğin, iddet bitmeden dönmeye daha çok hak sahibi olduğu-nu bildirmektedir.

380. Maruf; bilinen ve malum olan şey demektir. Bu bilgi, ya gelenek ve göreneklerden ya da Kitap ve Hikmetten elde edilir. Gelenek ve görenekten elde edilmişse Kitap ve Hikmete aykırı olmaması gerekir. Böyle bir bilgiyi akıl ve din güzel bir bilgi sayar.

381. Evliliği devam ettirmek istemediğiniz halde, sırf serbest kalmalarını engellemek için onları tutmayın.

Page 357: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 357 -

TALAK (ERKEĞİN BOŞAMA HAKKI)

Demek ki, talakın her safhasının şahitlerle tespiti

şarttır. Buradaki her bir şahit hem olayı tespitte hem

de mahkemede şahitlik yapabilecek özellikte olmalıdır.

Bu sebeple akıllı, büluğa ermiş. dilsiz veya kör olmayan

âdil382 kimselerden olmaları gerekir. Namuslu birine

zina iftirasında bulunup ceza giymiş olan383 kimselerin

şahitliği ile usul veya fürudan olan kimselerin lehteki

şahitliği kabul edilmez.384

29.3. İddeti Sayma Görevi

Talak 1. âyette iddeti sayma görevi erkeğe verilerek

şöyle buyurulmuştur:

“Ey Nebî! Kadınları boşadığınızda iddetleri içinde

boşayın ve iddeti sayın.”

Adeti gören kadın, iddeti saymakla görevli olan

erkektir. Bu emir onun, bu süre içinde eşiyle yakından

ilgilenmesini zorunlu kılar. Eğer iddeti saymazsa dönüş

imkânı varken süreyi geçirerek hakkını kaybedebilir.

Kadın, iddeti ile ilgili olarak kocasını doğru bilgilen-

dirmek zorundadır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: ( ول يحل أرحامهن في اهلل خلق ما يكتمن أن Allah’ın rahimlerinde“ (لهن

yarattığını gizlemeleri o kadınlara helal olmaz.” (Bakara

2/228) Âdet olduğu halde olmadım derse günaha girer.

“Allah’ın rahimlerinde yarattığı” şey çocuk da

olabilir. Hiçbir kadın babasız çocuk doğurmak istemez

ama hamileliğini gizleyerek bir an önce kocasının evin-

den ayrılmak isteyebilir. Hamile kadın adet görmez.

Kocasının evinden ayrılması için adet gördüğünü söyle-

mesi gerekir. Bu da onu günaha sokar.

382. Mecelle 1705, (Adil, hasenatı seyyiatına galib olan kimsedir).383. Nur, 24/4.384. Kasani, a.g.e., c. VI s. 267-272; Mecelle 1686-1700.

Page 358: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 358 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

29.4. Kadının Evden Çıkmaması ve Çıkarılmaması

Talak 1. âyette boşanmış kadının iddet süresi için-de evden çıkması veya çıkarılması yasaklanarak şöyle buyurulmuştur: “Onları evlerinden çıkarmayın. Onlar da çıkmasınlar; açık bir fuhuş yapmış olurlarsa başka.”

Burada sözü edilen ev, kocanın evi olmasına rağmen kadının evi sayılmıştır. Demek ki iddet süresi içinde kadın o evi, kendi evi gibi kullanacaktır. Ev kadının olsaydı, onun oradan çıkarılmasından veya çıkmasından bahsedilemezdi.

Kadın evden çıkar veya çıkarılırsa eşleri barıştır-makla görevli hakemlerin işi zorlaşır. Ayrıca başkaları-nın yanında birbirlerinin kötü hallerini ortaya dökerek soğukluğun artmasına sebep olabilir ve kötü niyetli kişilerin engeline takılabilirler.

Bir de yaklâşık üç ayı bir çatı altında, ilişkiye girme-den geçiren eşler yumuşayabilir ve boşanmaya yol açan sebepleri ortadan kaldırabilirler. Talak 1. âyetin sonun-da “Bilemezsin, belki Allah bunun ardından yeni bir durum ortaya çıkaracaktır” buyrulması bunu gösterir.

29.5. Hududullah = Allah’ın Koyduğu Sınırlar

Talakla ilgili âyetlerden Talak 1, Bakara 229 ve 230’da hududullah ifadeleri geçer. Talak 2. âyet ise şöyle biter: İşte bu size, içinizden Allah’a ve Ahiret gününe inanan kimseye verilen öğüttür. Kim Allah’tan çeki-nirse o, ona bir çıkış yolu açar” Bu hüküm ile Bakara 231. âyette yer alan “Allah’ın âyetlerini hafife almayın” hükmü de hududullah anlamındadır. Allah Teâlâ bir âyette şöyle buyurur:

(Allah’ın Cennet sözü verdiği kişiler) Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, gezenler, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredenler, kötülükten alıkoyanlar ve Allah’ın hududunu koruyanlardır. İşte o müminleri müjdele. (Tevbe 9/112)

Page 359: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 359 -

TALAK (ERKEĞİN BOŞAMA HAKKI)

Bu âyetle birlikte toplam altı âyette, talak konusu üzerinde titizlikle durmamız emredilmiştir. Hududullah ifadesi, hiçbir konuda talakta olduğu gibi tekrarlanma-mıştır. Bu da bu konunun ne kadar önemli olduğunu gösterir.

Talak 1. âyetteki sınırlara uymayan, kendini zora sokmuş olur ama yaptığı talak geçerlidir. Bunlar; koca-nın iddeti sayması, eşini evden çıkarmaması, onun da çıkmamasıdır. Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa kendine yazık etmiş olur.”

Çünkü iddetin sonuna kadar erkeğin eşine dönme hakkı vardır. Eğer iddeti saymazsa sürenin bittiğini fark edemediği için bu hakkı kaybedebilir.

İddet süresi içinde koca eşini evden çıkarmazsa an-laşmazlığın çözümü kolaylaşır. Durumu gözden geçirip daha sağlıklı bir sonuca varabilir.

Kadın evden ayrılmazsa o da kocasını ikna etme fırsatını yakalar. Bu süre içinde onun, kocasına karşı davranışlarında tek yasak cinsel ilişkidir. Bu da kocası-nın kendine olan ilgisini artırır. Koca dönme kararı verir ve bunu şahitlerle tespit ettirirse o yasak da kalkar.

Talak 2, Bakara 229 ve 230’da belirtilen sınırlara uyulmadığı takdirde talak geçersiz olur. O âyetlerin hükümleri kendi yerlerinde gösterilmiştir.

29.6. Eşine Dönme Kararı

Erkeğin eşine dönmesi, kocanın iyi niyetine bağ-lıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Eğer kocalar arayı düzeltmek isterlerse, kadınlara iddet içinde dönmeye daha çok hak sahibidirler.”385 (Bakara 2/228) Yani iddet

385. Tefsir ve mealler âyete bu anlamı vermezler. Bize göre (هن في ذلك âyetinin anlamı (وبعولتهن أحق بردşöyledir: وبعولتهن احق بردهن في العدة في ردهن من نهايتها “kocaları onlara iddet içinde dönmeye iddet sonunda dönmekten daha çok hak sihibidirler.”

Page 360: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 360 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

sonunda dönebileceklerine göre, iddet içinde öncelikle dönebilirler. Ama arayı düzeltme niyeti yoksa, mesela boşamayı şartlarına uygun yaptıktan sonra iddet bitme-den eşine dönüp iddetin kalan kısmında tekrar boşaya-cak olsa yaptığı dönüş geçersiz sayılır ve iddet süresinin bitiminde eşiyle ilişkisi kesilir.

Eşine zarar vermek veya iddetini uzatmak için de dönemez. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

حوهن بمعروف ساء فبلغن أجلهن فأمسكوهن بمعروف أو سر وإذا طلقتم النتتخذوا ول نفسه ظلم فقد ذلك يفعل ومن لتعتدوا ضرارا تمسكوهن ول الكتاب من عليكم أنزل وما عليكم اهلل نعمة واذكروا هزوا اهلل آيات

بكل شيء عليم. واعلموا أن اهلل والحكمة يعظكم به واتقوا اهلل“Kadınları boşadığınız, onlar da bekleme süreleri-

nin sonuna vardılarsa artık ya maruf ile tutarsınız veya maruf ile ayırırsınız. Onlara zarar vermek ve haklarına saldırmak için tutmayın. Bunu yapan, kötülüğü kendi-ne yapar. Allah’ın âyetlerini arzularınıza alet etmeyin. Allah’ın üzerinizdeki nimetini düşünün. İndirdiği Kitap ve doğru bilgi ile o, size öğüt vermektedir. Allah’tan çekinin ve bilin ki, Allah her şeyi bilir.” (Bakara 2/231)

“Allah her şey için bir ölçü bir standart”386 koyduğu için buraya kadar anlatılanlar ölçüye uygun olarak yapı-lan birinci talakı gösterir.

29.7. Talakın Sayısı

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

O talak iki defa olur. Her birinden sonra kadını ya iyilikle tutmak, ya da güzellikle ayırmak gerekir. Onlara verdiklerinizden bir şey almanız size helâl

386. Talak 65/3.

Page 361: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 361 -

TALAK (ERKEĞİN BOŞAMA HAKKI)

olmaz.387 Eşler, Allah’ın koyduğu sınırlarda duramaya-caklarından korkarlarsa başka. Allah’ın koyduğu sınır-larda duramayacaklarından siz de korkarsanız kadının fidye verip kendini kurtarmasında her ikisi için de bir günah yoktur.388 Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır; onları aşmayın. Kim Allah’ın koyduğu sınırları aşarsa, işte yanlış yapanlar onlardır.

Âyetteki “O talak iki defa olur” hükmü, Allah’ın, ölçüsünü belirlediği yukarıdaki talakın en fazla iki kere olabileceğini gösterir.

“…bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır, onları aşmayın. Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa, işte yanlış

yapanlar onlardır” hükmü ise bu ölçüye uymayan ta-lakların geçersiz olduğunu gösterir.

Şarta veya belli bir zamanın gelmesine bağlanan talâk çeşitleri de bu ölçüye uymadığından geçersizdir.

Üçüncü boşamada yukarıdaki kurallar geçerli olmaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

فإن طلقها فال تحل له من بعد حتى تنكح زوجا غيره فإن طلقها فال جناح نها لقوم يبي وتلك حدود اهلل ا أن يقيما حدود اهلل عليهما أن يتراجعا إن ظن

يعلمون.“Erkek üçüncü defa boşarsa, artık bu kadın ona

helal olmaz.389 Kadın evlenir, bu koca da boşarsa bakarlar; Allah’ın koyduğu sınırlarda duracakları ka-naatine varırlarsa birbirlerine dönmelerinde bir günah yoktur. Bunlar Allah’ın sınırlardır. Allah bunları, bilen bir topluluk için açıklamaktadır.” (Bakara 2/230)

387. Ne evlilik devam ederken ne de boşanma sırasında koca, karısına verdiği mehir ve hediye-leri geri alma hakkına sahiptir. Allah Teâlâ bir başka âyette şöyle buyurur: “Ey inananlar! Karılarınızın mirasına zorla konmanız size helal değildir. Verdiğinizin bir kısmını geri almak için de onlara baskı yapmayın. Ama açık bir fahişelik yapmış olurlarsa o başka. Onlarla iyi geçinin. Onlardan hoşlanmadıysanız bilin ki siz, bir şeyden hoşlanmayabilirsiniz ama Allah onda sizin için birçok iyilik yaratacak olabilir.” (Nisa 4/19)

388. Bu âyet kadına evliliği sona erdirme yetkisi vermiştir. “İftida (Kadının Boşanma Hakkı)” baş-lıklı yazıya bkz.

389. Erkek üçüncü ve son hakkını da kullanmış olur.

Page 362: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 362 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Talakın üç ile sınırlanması fıtrata uyar. Çünkü istenmeyen bir işten sonra en çok iki kez özür kabul edilir, üçüncüsünde kabul edilmez. Bunu Musa aleyhis-selam ile Hızır olayında da görürüz.

Musa Hızır’a: “Sana öğretilenden bana da bir ol-gunluk bilgisi öğretmen için seninle gelebilir miyim?” dediği zaman Hızır: “Gel, ama sen benimle beraber olmaya dayanamazsın. İç yüzünü bilmediğin bir şeye nasıl dayanacaksın?” Bana uyarsan, ben sana anlatınca-ya kadar hiç soru sorma!” demişti. Musa aleyhisselam iki kere soru sorunca Hızır’a “Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam benimle arkadaşlık etme. Çünkü artık benim tarafımdan beyan edilecek son özür noktasına ulaştın” demişti. Üçüncü soruyu da sorunca Hızır, “İşte bu benimle senin aranı ayırır” demişti.390 Üçüncüden sonra artık özür kabul edilmez. Tıpkı bunun gibi üçün-cü talaktan sonra kocanın özür beyan etme imkânı sona erer ve eşler birbirinden ayrılırlar. Bu da fıtrata uygun bir boşama olur.

Bundan sonra herkes kendi yoluna gider. Bu arada kadın bir başka erkekle evlenir, o erkek ölür veya onu usulüne uygun olarak boşarsa, bu kadın kendini daha önce üç talakla boşamış olan eşiyle yeniden evlenebilir. Bu husus, yukarıdaki âyetin hükmüdür.

Cahiliye Arapları talakı bilirlerdi. Fakat bunun belli bir sayısı yoktu. Koca karısını boşar, iddet esnasında ona döner ve bu işi istediği kadar yapabilirdi. Böylece karısına ne kocalık yapar ne de başkasıyla evlenmesi için onu serbest bırakırdı. İddeti bitse dahi evlenmesini yasakla-yabilirdi.391 İslam, sınırsız talak hakkını üçe indirdi ve ilk ikisinde kocaya iddet içinde dönme hakkı tanıdı. Üçüncü boşamadan sonra bu hakkı tanımadı. Dolayısıyla karısını, âdetten temizlenmişken, ilişkiye girmeden boşayan kişi,

390. Kehf 18/66-78.391. Cessas, Ahkâmu’l-Kur’ân, c. II, s. 73; Reşid Rıza, Tefsiru’l-menar, Kahire, c. III, s. 38.

Page 363: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 363 -

TALAK (ERKEĞİN BOŞAMA HAKKI)

bir boşama hakkını kullanmış olur. Süre sonunda ayrılı-ğa karar vermenin bu konuda bir etkisi yoktur. Evliliği devam ettirme kararı verilirse boşama meydana gelmiş fakat evlilik yeniden kurulmuş olur.

29.8. Üç Talak Konusu

Mevcut mezhepler, doğru talakın yukarıdaki gibi olduğunu kabul ederler ama o ölçülere uymayan talakı geçerli sayarlar. Bunun sebebi, Talak sistemini kurar-ken Talak Suresinin âyetlerini temel almamaları, diğer âyetlere de şartlı yaklaşmalarıdır. Bu sebeple talakla ilgili âyetleri ve hadisleri büyük ölçüde değerlendirme dışı bırakmışlardır. Bu hususa aşağıda küçük bir örnek verilecektir.

Dört mezhebe göre erkek eşini, adetli iken veya onunla ilişkiye girdiği temizlik döneminde bir talakla boşayabileceği gibi birden fazla talakla da boşayabilir. Eğer eşine; “seni üç talakla boşadım” demişse aynı anda üç talak meydana gelir ve evlilik tamamen sona erer. Şarta veya belli bir zamanın gelmesine bağlanan talâk da geçerlidir. Ne boşama sırasında, ne dönme sırasında ne de iddet bitiminde ayrılırken şahit bulundurma şartı vardır. Erkeğin eşine dönmesi halinde iyi niyetli olup olmadığına da bakılmaz. Bütün bunların Kur’ân’a aykırı olduğu açıktır. Şimdi mezhepleri bu duruma getiren gelişmelere üç talak örneğini verelim.

29.8.1. Nebîmizin Dönemi

İbn Abbâs’ın bildirdiğine göre Abdu Yezîd, karısı Ümmü Rukâne’yi boşamış, Müzeyne kabîlesinden bir kadınla evlenmişti. Kısa bir süre sonra kadın Allah’ın Elçisine gelmiş ve Abdu Yezîd’in iktidarsız olduğunu ima için başından aldığı bir kılı göstererek, onun bana ancak şu kıl kadar faydası olabilir. Benimle onun arasını ayır.” demişti.

Page 364: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 364 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem buna öfkelenerek Adamın oğlu Rukâne’yi ve kardeşlerini çağırdı. Sonra orada bulunanlara o iki çocuğu göstere-rek: “Bunu şu ve şu bakımlardan, diğerini de şu ve şu bakımlardan Abdu Yezîd’e benzer buluyor musunuz?” diye sordu.

“Evet” dediler.

Allah’ın Elçisi Abdu Yezîd’e: “Onu boşa” diye em-retti. O da isteneni yaptı.

Sonra, “Önceki eşine; Rukâne’nin annesine dön.” dedi.

Abdu Yezîd: “Ey Allah’ın Elçisi! Ben onu üç talakla boşadım.” dedi.

“Biliyorum, sen ona dön” dedi ve şu âyeti okudu: “Ey Nebî! Kadınları boşadığınızda iddetleri içinde bo-şayın ve iddeti sayın.” (Talak, 65/1)392

İbn Abbâs’ın bildirdiğine göre Abdu Yezîd’in oğlu Rukâne de babası gibi karısını üç talak ile boşadı, sonra buna fazlasıyla üzüldü. Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem ona, karısını nasıl boşadığını sordu.

“Üç talakla”, dedi.

“Bir mecliste mi?” diye sordu.

“Evet”, dedi.

“Bu bir talaktır, istersen ona dön” dedi. O da hemen döndü.393

29.8.2. Sahabe Dönemi

İbn Abbâs’ın bildirdiğine göre Allah’ın Elçisi sal-lallahu aleyhi ve sellem ve Ebû Bekr devri ile Ömer’in

392. Ebû Dâvûd, Sünen, Talâk, 10.393. Ahmed İbn Hanbel, Müsned, I/265. Ahmed’e göre hadisi rivâyet edenlerin tamamı sikattan,

yani güvenilir kişilerdir. Ahmed Abdurrahman el-Bennâ, Büluğu’l-emanî min esrâri’l-fethi’r-rabbânî, Daru’ş-Şihâb, Kahire, c. XVII, s. 7.

Page 365: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 365 -

TALAK (ERKEĞİN BOŞAMA HAKKI)

halifeliğinin ilk iki yılında üç talak, bir talak sayılırdı. Hattâb oğlu Ömer: “İnsanlar ihtiyatlı olmaları gereken bir konuda aceleci davranmaktalar. Acaba onu, onların aleyhine geçerli saysak mı?” dedi ve geçerli saydı.394

Kaynaklar, bu tarihten sonra fetvaların şaşırtıcı bir şekilde değiştiğini göstermektedir. Yukarıdaki hadisleri rivâyet eden Abdullah b. Abbâs da görüş değiştirmiştir. Mücâhid diyor ki; İbn Abbâs’ın yanındaydım, bir adam geldi, karısını üç talakla boşadığını söyledi. İbn Abbâs bir süre sessiz kaldı. Karısını ona döndüreceğini sandım. Sonra söze şöyle başladı: “Biriniz tutup ahmaklık yapı-yor, sonra İbn Abbâs! İbn Abbâs! demeye başlıyor. Allah şöyle buyurmuştur: “Kim Allah’tan korkarsa o ona bir çıkış yolu yaratır.” (Talak, 65/2) Sen Allah’tan korkma-dın. Ben de sana bir çıkış yolu görmedim. Rabbine isyân etmişsin. Karın senden ayrılmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Ey Nebî! Kadınları boşadığınızda iddetleri içinde boşayın.” (Talak, 65/1).395

Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Mes’ûd, Ömer b. Abdülaziz ve Mervan b. el-Hakem’in de buna göre fetva verdikleri bildirilmiştir.396

29.8.3. Fukaha Dönemi

Hanefî, Şafiî, Malikî ve Hanbelî mezhepleri de bir lafızda verilen üç talakı, üç talak saymışlardır. Yani bir erkek eşine, “seni üç talakla boşadım” dedi mi, ister adetli, ister temiz olsun, ister o temizlik dönemi içinde eşiyle ilişkiye girmiş bulunsun, isterse hiç ger-değe girmemiş olsun onu üç talakla boşamış olacağını söylemişlerdir.

394. Müslim, Sahih, Talâk, 2 (15, 16 ve 17 (1472) nolu hadisler); Nesâî, Sünen, Talâk, 8; Ebû Dâvûd, Sünen, Talâk, 10.

395. Ebû Dâvûd, Sünen, Talâk, 10.396. Muvatta, Talâk, 1.

Page 366: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 366 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Bunlardan bir kısmı “الطالق مرتان” O talak iki defa olur.” (Bakara 2/229) âyetindeki ال’ın cins için olduğu-nu iddia etmiştir. Bu; “Erkek karısını en fazla iki kere boşayabilir” demektir. Fakat boşamanın üç defa olduğu konusunda ihtilaf yoktur. Bu sebeple ال’ın cins için olduğunu savunanlar cümlenin yapısını kökten değiş-tirmek zorunda kalmışlardır. Serahsî şöyle der: “Mubah talakların tamamı iki defadır ve üçüncü defadır.”397 “Üçüncü defadır” ilavesi Bakara 230’daki “Erkek eşini tekrar boşarsa…” hükmünden alınmıştır. Bu hükmü katma mecburiyeti varsa “ال”in cins için olma ihtimali kalmaz. Çünkü “الطالق مرتان ” isim cümlesidir. Devam ve sübut ifade eder. Arapça bilen herkes burada yapılanın yanlış olduğunu kolayca anlar.

İbn-i Hümam’a göre bu âyet, sünnete uygun talakın iki kere olacağını gösterir. Çünkü üç talakın bir lafızda vaki olacağı yolunda ittifak vardır.398 Bu görüş de kabul edilemez. Âyetlere aykırı bir ittifak, âyeti etkilemez.

Birçok fakih, “مرتان merra = مرة âyetindeki ”الطالق kelimesinin bir zaman dilimini gösterdiğini söylemiş-tir. Hanefîlerden el-Kâsânî’nin sözleri şöyledir: Allah Teâlâ’nın “O talak iki keredir” sözü, iki defadadır, demek olur. Biri diğerine iki dirhem verse, iki defada vermedik-çe iki kere verdi, denemez. Âyetin zahiri haber cümlesi olmakla birlikte emir cümlesi anlamındadır. Çünkü ona zahiri anlamını yüklemek, haberinin âyete ters düşmesi ihtimali olmayan (zatın) ona ters düşmesine yol açar. Çünkü bazen birden fazla talak bir arada verilir. Haber cümlesinin emir yerine kullanıldığı da olur.399 Nitekim “Boşanmış kadınlar kendi başlarına beklerler…”400 âyeti

397. Şemsuddin es-Serahsî, el-Mebsût, c. VI, s. 5.398. Kemal b. el-Hümam, Muhammed b. Abdilvahid es-Sivasi (ö. 681 h.) Şerhu fethi’l-kadir,

Daru’l-Firk Beyrut, c. IV, s. 70.399. Kasânî’nin ibaresi şöyledir: وقد يخرج الفظ مخرج الخبرعلى إرادة الجمع Doğrusu şöyle olmalıdır: (وقد يخرج

.Tercüme buna göre yapılmıştır (المر مخرج الخبر400. Bakara 2/228.

Page 367: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 367 -

TALAK (ERKEĞİN BOŞAMA HAKKI)

“…beklesinler” anlamında; “Anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler”401 âyeti de “… emzirsinler” anlamı-nadır. Böyle başka âyetler de vardır. Burada da öyledir; sanki Allah Teâlâ “onları boşamak istediğiniz zaman iki defada boşayın” demiştir. Ayrı ayrı boşamanın em-redilmesi bunların bir arada yapılmasının yasaklanması demektir. Çünkü ikisi birbirine zıttır. O zaman talakları birleştirmek haram veya mekruh olur.402

Bu konuda Nebîmize dayandırdıkları tek söz, onun talakların ayrı ayrı olmasını emrettiğidir. Diyorlar ki, ayrı yapılmasını emir, birleştirmeyi yasaklamadır. Bu da talakları birleştirmenin haram veya mekruh olduğunu gösterir.403 Yani haram veya mekruh olmakla birlikte geçerli olur.

Talakları birleştirmeyi Allah ve Resulü yasaklamış, fakihler ise “yasaktır ama geçerlidir” demişlerdir. Bu tavrın kabul edilebilir bir yanının olmadığı açıktır.

Tefsirler de ne مرة (merra) kelimesi üzerinde dur-muşlar, ne de Bakara 229 ile Talak Suresi arasında ilişki kurmuşlardır.404

Şimdi bu görüşlerin tutarsızlığını bir başka açıdan görmeye çalışalim:

O talak iki defa olur” (Bakara 2/229) ”الطالق مرتان“âyetinde defa diye tercüme edilen مرة kelimesi, zaman dilimi “جزء من الزمان” cüz’ün mine’z-zaman” anlamı içe-rir.405 Talak 1. âyet, bunun iddet süresi kadar olduğunu açıklamıştır. Koca karısını, bu süre içinde, ancak bir kere boşayabilir. İkinci âyet şöyledir:

401. Bakara 2/233.402. el-Kasani, el-Bedaiu’s-sanai’, c. III, s. 94.403. el-Kasani, el-Bedaiu’s-sanai’, c. III, s. 94.404. Ulaşabildiğim tefsirler, birbirinin tekrarı gibidir. Kurtûbî, İbn Kesîr, Kadı Beydâvî, Ebû’s-Suûd

ve Fethü’l-kadîr tefsirleri bunların başlıcalarıdır. 405. Müfredât, مر mad., Besâir, c. IV, s. 490.

Page 368: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 368 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

“Kadınlar sürelerinin sonuna vardıkları zaman onları ya iyilik (maruf) ile tutun veya iyilikle ayırın...”

Dolayısıyla kadını, bir iddet süresi içinde birden fazla boşamak mümkün değildir.

Sonuç olarak fıkıh kitaplarında yer alan talakla Kur’an’da yer alan ve Nebîmiz tarafından uygulanan talak arasında hiç bir ilgi yoktur.

Page 369: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 369 -

30.Konu

İFTİDÂ (KADININ BOŞANMA HAKKI)

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

ا آتيتموهن شيئا إل أن يخافا أل يقيما حدود اهلل ول يحل لكم أن تأخذوا مم فال جناح عليهما فيما افتدت به تلك حدود فإن خفتم أل يقيما حدود اهلل

فأولئك هم الظالمون. فال تعتدوها ومن يتعد حدود اهلل اهلل“… Onlara verdiklerinizden bir şey almanız size

helal olmaz. Eşler, Allah’ın koyduğu sınırlarda durama-yacaklarından korkarlarsa, o başka. Allah’ın koyduğu sınırlarda duramayacaklarından siz de korkarsanız, kadının fidye verip kendini kurtarmasında her ikisi için de bir günah yoktur. Bunlar Allah’ın koyduğu sınır-lardır. Onları aşmayın. Kim Allah’ın koyduğu sınırları aşarsa, işte onlar zalimlerdir.” (Bakara 2/229)

Evliliğin yürümeyeceği endişesine kapılan kadın, durumu yetkililere bildirir. Onlar da aynı endişeyi du-yarlarsa kadına iftidâ yetkisi verirler. Kadın, ayrılmaya karar verirse, kocasından aldığını geri verir. Âyette geçen, “Onlara verdiklerinizden...” ifadesi, kadının kocasından aldığı mehrin tamamı olarak anlaşılabileceği gibi, bir

Page 370: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 370 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

kısmı olarak da anlaşılabilir. Bunlardan ne kadarının geri verileceğine yetkililer karar verirler. Kocanın suçu yoksa tamamını geri vermek gerekir.

Yetkili makam mahkemedir. Mahkemenin olmadı-ğı yerde hakeme başvurulur. Mahkeme de işi hakeme havâle edebilir. Aşağıdaki örneklerde kadın, Nebîmize ve halife Ömer’e başvurmuştur.

Ensar’dan Sehl’in kızı Habîbe, Sâbit b. Kays ile evliydi. Bir gün Nebîmiz sabah namazına çıkmıştı. Habîbe’yi, alaca karanlıkta kapısının önünde buldu. “Sen kimsin?” dedi. “Sehl’in kızı Habîbe’yim” diye cevap verdi. “Neyin var?” dedi. “Sâbit ile birlikte ola-mayacağım” dedi. Kocası Sâbit gelince Nebî ona: “İşte Habîbe! Allah ne vermişse söyledi.” dedi. Habîbe dedi ki: “Ey Allah’ın Elçisi, onun bana verdiklerinin hepsi duruyor.” Allah’ın Elçisi Sâbit’e dedi ki; “Al o malı ondan”. O da aldı ve Habîbe ailesinin yanında oturdu.406

Konu ile ilgili farklı rivâyetler şöyledir:

“Sâbit b. Kays’ın eşi dedi ki: Onu ahlak ve din yö-nünden suçlamıyorum ama Müslüman olduktan sonra nankör olmak istemem. Elimde değil,407 ondan nefret et-mekten kendimi alamıyorum.408 Allah’tan korkmasam yanıma geldiğinde yüzüne tükürürüm.”409

“Habîbe,Nebîmizin komşusu idi. Sâbit onu döv-müştü.410 O, sert mizaçlı biri idi.411 O kocasından olabil-diğince nefret ediyor ama kocası onu çok seviyordu.”412

“Allah’ın Elçisi; “Sana verdiği bahçeyi iade eder misin?” dediğinde Habîbe, fazlasını dahi verebileceğini

406. el-Muvatta, Talak, 11.407. Buhârî, Talâk, 13.408. İbn Mace, Talak, 22.409. İbn Mace, Talâk, 22.410. Darimi, Talâk, 7. 411. Muhammed İbn Sa’d, et-Tabâkâtu’l-kübrâ, Beyrut, tarihsiz., c. VII, s. 445. (Ârim b. Fadl

Hammad İbn Zeyd’den tahdisen, o Yahya b. Said b. Kays b. Amr b. Sehl’den nakledilmiştir.)412. Kurtubî, el-Cami’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân, c. III, s. 95.

Page 371: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 371 -

İFTİDÂ (KADININ BOŞANMA HAKKI)

söyledi. Allah’ın Elçisi: “Fazlasına hayır, fakat bahçesini verirsin” dedi.”413

Ömer b. el-Hattab’a kocasını şikâyet eden bir kadın geldi. Kadın, içerisinde saman (çer-çöp) bulunan bir eve hapsedildi ve geceyi orada geçirdi. Sabah olduğunda Ömer gecesinin nasıl olduğunu sordu. Kadın “Böyle parlak bir gece geçirmedim” dedi. Bunun üzerine Ömer kocası hakkındaki düşüncesini öğrenmek istedi. Kadın onu övdü ve ardından “O yok mu o!? Fakat elimden başka bir şey gelmiyor!” dedi. Bunun üzerine Ömer iftidâ hususunda ona izin verdi.414

Ömer, kadının kocasıyla birlikte yaşayıp yaşaya-mayacağını anlamak istemişti. Gerek Nebîmiz gerekse Ömer, nefretin nedenini sormamıştır.

Şu âyet, iftidâ konusuna açıklık getirmektedir:

أعلم اهلل فامتحنوهن مهاجرات المؤمنات جاءكم إذا آمنوا الذين ياأيها ار ل هن حل لهم مؤمنات فال ترجعوهن إلى الكف فإن علمتموهن بإيمانهن إذا تنكحوهن أن عليكم جناح ول أنفقوا ما وآتوهم لهن يحلون هم ول آتيتموهن أجورهن ول تمسكوا بعصم الكوافر واسألوا ما أنفقتم وليسألوا

عليم حكيم. يحكم بينكم واهلل ما أنفقوا ذلكم حكم اهلل“Müminler! Mümin kadınlar hicret ederek size

gelirlerse onları imtihandan geçirin. Onların imanlarını en iyi Allah bilir. Eğer mümin olduklarını öğrenirseniz, onları kâfirlere geri çevirmeyin. Bunlar onlara helal ol-mazlar. Onlar da bunlara helal olmazlar. Onların bun-lara harcadıklarını geri verin. Bu kadınların mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman, onlarla evlenmenize engel yoktur. Kâfir kadınların ismetlerine yapışmayın; onlara harcadığınızı isteyin. Onlar da harcadıklarını istesinler.

413. eş-Şevkânî, Ebu Abdillah Muhammed b. Ali b. Muhammed el-Havlânî, Fethu’l-kadir el-câmi’ beyne fenney er-rivâye ve’d-dirâye, Beyrut tarihsiz., c. I, s. 240.

414. Malik b. Enes, el-Müdevvenetü’l-kübrâ, Mısır tarihsiz. c. I, s. 341.

Page 372: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 372 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Bu, Allah’ın size hükmüdür; aranızda o hükmeder. Allah bilir, doğru karar verir.” (Mümtahine 60/10)

Nebîmizin Mekkeli müşriklerle yaptığı Hûdeybiye antlaşmasının maddelerinden biri şöyleydi: “Senin di-ninden de olsa, bizden hangi adam sana gelirse bize geri göndereceksin.” Sonra Hûdeybiye’de bir grup Mekkeli Müslüman kadın çıka geldi. Bunun üzerine yukarıdaki âyet indi.415 Antlaşma şartında “adam” diye tercüme ettiğimiz (رجل=racul, erkek) kelimesi vardı. Kadınlar o kapsama girmediğinden Nebîmiz, âyetteki şartlara uyan o kadınlarla biat etti ve onları geri çevirmedi.416

Âyet, evli olduğu halde, inançları sebebiyle kaçıp Müslümanlara sığınan kadınları konu etmektedir. Onların bu tavırları, kocalarından ayrılmaya karar verdiklerini gösterir. Yoksa bu kararı vermediği için Mekke’de kalan Müslüman hanımlar da vardı. Hûdeybiye ile ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

فتصيبكم تطئوهم أن تعلموهم لم مؤمنات ونساء مؤمنون رجال ولول بنا الذين في رحمته من يشاء لو تزيلوا لعذ ة بغير علم ليدخل اهلل منهم معر

كفروا منهم عذابا أليما.“Eğer onların arasında olan ve henüz tanımadı-

ğınız mümin erkeklerle mümin kadınları ezmeniz ve ondan dolayı size leke sürülmesi ihtimali olmasaydı Allah savaşı önlemezdi. Allah, doğru tercihte bulunanı ikramı içine almak için böyle yaptı. Eğer onlar ayrılmış olsalardı, onların kâfir olanlarını acı bir azaba çarptı-rırdık.” (Fetih 48/25)

Mümtahine 10. âyeti bölümler halinde inceleyelim:

415. Buhârî, Şürut, 15.416. Ebubekr Ahmed b. el-Hasen b. Ali el-Beyhâqî, es-Sunen’ul-Kubrâ (el-Cevher’un-nakiy ile

birlikte) Mısır 1344, c. IX, s. 218 (Toplam 10 cilt); Safiyyurrahman el-Mubarekfûrî, er-Rahîk’ul-mahtûm, Beyrut, 1408/1988, s. 314.

Page 373: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 373 -

İFTİDÂ (KADININ BOŞANMA HAKKI)

1- “Müminler! Mümin kadınlar hicret ederek size gelirlerse onları imtihandan geçirin. Onların imanlarını en iyi Allah bilir. Eğer mümin olduklarını öğrenirseniz, onları kâfirlere geri çevirmeyin. Bunlar, onlara helal olmazlar. Onlar da bunlara helal olmazlar.”

Kadının hicret etmesi; eşini, ailesini ve yurdunu terk etmesi anlamına gelir. Göç etmesinin sebebini tespit için imtihandan geçirilmesi emredilmiştir. Bu, o kadınların gerçekten inançları sebebiyle göç edip etme-diklerini anlamak içindir. Bunun tespiti Müslümanlara maddi külfet yükleyecektir. Çünkü o kadının koca-sından, bu şekilde ayrılma kararının onaylanması, bir iftidâ işlemidir. Bu işlemden sonra o artık kocasına helal olmaz. Ama kararla birlikte kocanın kadına yap-tığı harcamayı iade etmek gerekir. Âyetin devamı bunu emretmektedir.

2- “Onların bunlara harcadıklarını iade edin.”

Bu, Habîbe’nin Sâbit b. Kays’a yaptığı ödeme gibi-dir. Hicret eden kadının malı olamayacağından ödemeyi Müslümanların yapması emredilmiştir. Bundan sonra kadın, istediği erkekle evlenebilir. Âyetin üçüncü bölü-mü onu göstermektedir.

3- “Bu kadınların mehirlerini kendilerine verdiği-niz zaman, onlarla evlenmenize engel yoktur.”

Âyet gösteriyor ki, onların önceki kocalarına yapılan ödeme, Müslümanların bu kadınlara bağışıdır. Yeniden evlenmeleri halinde yeni kocalarından alacak-ları mehirle o borcu ödemeleri gerekmez.

Burada önemli bir husus daha vardır: Ne bu âyet, ne bakara 229, ne de Habîbe hadisi, iftidâda bulunan kadına iddet bekleme görevi yükler. Boşanmada iddet emri, birinci ve ikinci talaktan sonradır. Bu, ailenin yeniden kurulması için alınmış bir tedbirdir, yoksa kadının rahminde çocuk olmadığını tespit değildir. Bu tespit bir

Page 374: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 374 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

tek Âdet ve temizlik süresi ile yapılabilir. Buna istibra denir. İftidâ da gerekli olan da budur.

Bu âyet, devletler hususi hukuku ile ilgili hükümler de içermektedir. Âyette Müslüman kadınlara tanınan hakların aynısı, Müslümanların nikâhı altında bulunan müşrik kadınlara da tanınmıştır. Bunu âyetin diğer bö-lümlerinden öğreniyoruz.

Âyette geçen

ول تمسكوا بعصم الكوافرİnkârcı kadınların ismetlerine yapışmayın.” ifade-

sindeki (ısam=عصم), (ısmet=عصمة)’-in çoğuludur. Ismet Arapçada engelleme ve koruma anlamlarına gelir.417 Kadın, kocanın koruması altındadır. Bu sebeple onun, bazı davranışlarına engel olabilir. Burada Müslüman kocadan ayrılıp Mekke’ye gitmek isteyen kâfir kadın konu edilmektedir. “İnkârcı kadınların ismetlerine yapışmayın” emri, bu kadınlara engel çıkarmayın, anla-mına gelir. Konunun devleti ilgilendiren tarafı da vardır. Dolayısıyla âyet, “o kadınların ülkeyi terk etmesine engel olmayın” anlamına da gelebilir. Ömer, bu âyetin indiği gün, iki müşrik karısını serbest bırakmıştı. Onlar Mekke’ye gitti ve biri Ebû Süfyan ile diğeri de Safvân b. Umeyye ile evlendi.418 Ebû Süfyan Mekke’nin fethi sırasında, Safvân b. Umeyye ise Huneyn savaşından sonra Müslüman oldu.419

Kâfir kadının Müslüman koca ile yaşamak iste-memesi bir iftidâ talebidir. Bu talebin sonuçlanması,

417. el-Firûzâbâdî, el-Besâir, عصم mad. 418. Buhârî, Şürut, 15. Buhârî, Ömer’in karısını boşadığını yazar. Biz, o kelimeyi “serbest bıraktı”

diye tercüme ettik. Çünkü hadis rivâyet edenler, duydukları kelimeleri değil, o kelimelerin zihinlerinde bıraktığı anlamı naklederler. Buhârî hadis öğrenimine hicrî 205 yılında baş-lamıştır. Ölümü 256’dır. Yani olay ile kendi arasında en az 220 yıl vardır. Daha önce görüldüğü gibi sahabe döneminden sonra iftidâ unutulmuş, yerini muhâlaa almıştır. Böyle bir ortamda hadis nakleden kişilerin karı-koca arasındaki her ayrılığı boşama diye algıla-maları normaldir. Ayrıca Bakara 228, eşinden talak yoluyla ayrılan erkeğin, ona verdiklerini almasını yasaklamaktadır. Mumtahine 10. âyet ise geri almayı emretmektedir. Bunun talak olmadığı bu açıdan da açıktır.

419. Muvatta, Nikâh, 20.

Page 375: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 375 -

İFTİDÂ (KADININ BOŞANMA HAKKI)

kocasından aldığını iade etmesine bağlıdır. Âyetin ilgili hükmü şöyledir:

“Onlara harcadıklarınızı isteyin.”

Bu kadınlar, müslüman kocalarından aldıkları me-hirleri iade edince, Habîbe gibi serbest kalırlar.

“Onlar da kendi harcadıklarını istesinler.”

Nasıl Müslümanlar yaptıkları harcamayı istiyorlar-sa, müşrikler de kendi harcamalarını isteyebilirler. Yani onlara böyle bir talep hakkı tanınır.

Müslümanların müşrik eşleri kaçıp kendi dindaş-larının yaşadığı ülkeye sığınır da kocaları onlardan, yaptıkları harcamayı alamazlarsa onlar için aşağıdaki hüküm uygulanır:

ذهبت الذين فآتوا فعاقبتم ار الكف إلى أزواجكم من شيء فاتكم وإن أزواجهم مثل ما أنفقوا.

“Eşlerinizden biri kâfirlere kaçar, sonra onlardan öcünüzü alırsanız ganimetten, eşleri kaçıp gitmiş olan-lara, harcadıkları kadar ödeme yapın...” (Mümtahine 60/11)

Sonuç olarak âyetler, kadına evliliği sona erdirme hakkı tanımış, Nebîmiz, uygulamasıyla konuya açıklık getirmiştir.

Page 376: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar
Page 377: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 377 -

31.Konu

NİKÂHIN DENETLENMESİ

Kur’an’da kadınlar muhsana (المحصنة) = kalenin içi gibi korunmuş diye tanımlanırlar. Bu kav-

ram, kendini koruyan kadın anlamında namuslu, kocası tarafından korunan evli kadın anlamlarında evli kadını ifade eder. Aksi sabit oluncaya kadar her kadın namuslu yani muhsana sayılır.Nikâhın denetlenmesi, kadının aldatılmasını önleyip tam bir hürriyet içinde evliliğe karar vermesi içindir.

1. Bakirelerle ilgili olarak âyet

نياومنيك نالتبتغواعرضالحياةالد ولتكرهوافتياتكمعلىالبغاءإنأردنتحصغفوررحيم فإناللهمنبعدإكراههن رههن

“Evlenmek isterlerse kızlarınızı, şu hayatın malını arzu ederek aşırı davranışlara zorlamayın.” (Nur 24/33)

Ayette geçen فتيات= genç kızlar, bakire kızlardır.

نا -evlenmek ister = (in eredne tehassunen)إن أردن تحصlerse, anlamına gelir.

Page 378: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 378 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

ن tehassun kelimesinin buradaki anlamı = تحصmuhsana olmaktır. Muhsana, Nisa 24. âyette evli, 25. âyette de namuslu anlamında kullanılır. Gençliğinin baharında olan genç kızlar zaten namuslu olacakları için âyetin anlamı “evlenmek isterlerse” şeklindedir. Bu âyet evlenme ile ilgili olduğundan başka bir anlama çekilemez420.

2. Esir düşmüş kadınların evlendirilmesiyle ilgili âyet

ا ملكت م المؤمنات فمن لم يستطع منكم طول أن ينكح المحصنات ومن بعض ن م بعضكم بإيمانكم أعلم واهلل المؤمنات فتياتكم ن م أيمانكم

فانكحوهن بإذن أهلهن وآتوهن أجورهن “Mümin ve iffetli hür kadınları nikâhlayacak

kadar varlıklı olmayanlar, yönetiminiz altında olan mümin cariyelerden nikahlayabilirler. İmanınızı en iyi bilen Allah’tır. Hepiniz birbirinizdensiniz421. Onları ailelerinin izni ile nikahlayın ve mehirlerini marufa uygun olarak verin…” (Nisa 4/25)

3. Boşanmış kadınların evlenmesiyle ilgili âyet

Bu âyet de evlenmek isteyen boşanmış kadınlara baskıyı yasaklamaktadır.

420. Ulaşabildiğimiz tefsir ve mealler, ayete şu şekilde anlam vermişlerdir: “Eğer namuslu kalmak isterlerse cariyelerinizi, dünya hayatının malını arzu ederek zinaya

zorlamayın.” Bunun için iki kelimenin anlamı değiştirilmiştir. Genç kızlar demek olan “feteyât فـتيات “a

mecaz olarak cariye, yani kadın köle; isyan demek olan “el-biğâ البغاء ” kelimesine de me-caz olarak zina anlamı verilmiştir. Bir kelimeye mecaz anlamı vermek için hakiki anlamının uygun düşmemesi gerekir. Burada ise kelimenin hakiki anlamının dışına çıkmak uygun düş-mez. Çünkü o zaman, namuslu kalmak istemeyen cariyeye, zorla da olsa zina yaptırıp para kazanmanın helal olacağı gibi Kur’ân’a ters bir anlam ortaya çıkar.

Sözlüklerin “el-biğâ البغاء ” kelimesine zina anlamı vermeleri de şaşırtıcıdır. İbn Manzûr’un bildirdiğine göre kelimeye bu anlamı veren İbn Hâleveyh ( ابن خالويه ) olmuştur. Bu şahsın Şiî-İsmailî olduğu ileri sürülür. (Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1999, İbn Haleveyh maddesi)

Âyetin, نا kısmına “evlenmek isterlerse” yerine “namuslu kalmak isterlerse” anlamı إن أردن تحصda verilebilir ama ayet evlenme ile ilgili olduğundan bu anlam uygun düşmez. Çünkü kadın, istisnalar dışında namuslu olur.

421. Ey insanlar! Doğrusu Biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz, Allah katında en değerliniz, O’na karşı gelmekten en çok sakınanızdır. Allah bilendir, haberdardır. Hucurat 49/13.

Page 379: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 379 -

NİKÂHIN DENETLENMESİ

إذاتراضوابينهمبالمعروف أنينكحنأزواجهن فالتعضلوهن“Kadınlar (müstakbel) kocalarıyla marufa uygun

olarak anlaştıkları zaman evlenmelerine engel olma-yın.” (Bakara 2/232)

4. Kocası ölmüş kadınlarla ilgili âyet

Bu ayet ise kocası ölmüş kadınların Kur’an’a uygun kararlarına karışılmamasını emretmektedir.

والذين يتوفون منكم ويذرون أزواجا يتربصن بأنفسهن أربعة أشهر وعشرا فإذا بلغن أجلهن فال جناح عليكم فيما فعلن في أنفسهن بالمعروف واهلل بما

تعملون خبير “(Kocası ölen kadınlar) Bekleme süresinin sonuna

vardıklarında kendileri için marufa uygun olarak yap-tıklarında size bir günah yoktur.” (Bakara 2/234)

Bu kadının yapacağı en önemli iş yeniden evlenmesidir.

Nikâh için kadın ile erkeğin anlaşmaları yeterli gö-rülmez. Bu konuda her toplum, kendi inancına, gelenek ve göreneklerine göre kurallar koymuştur. Âyetlerdeki “maruf” bunların Kur’ân’a aykırı olmayanı anlamında-dır. Eski Araplarda kız, babasından veya velisinden is-tenir, mehri422 verilir ve nikâhı kıyılırdı.423 Hıristiyanlar nikâhı kilisenin, Yahûdiler havranın gözetiminde kıyarlar. Laik toplumlarda nikâh, yetkili makamın izni ve gözetimi ile kıyılır.

Âyetler, kadının marufa uygun kararına engel ol-mayı yasaklamaktadır. Maruf; bilinen ve malum olan şey demektir. Bu bilgi, ya gelenek ve göreneklerden ya da Kitap ve Hikmetten elde edilir. Gelenek ve görenek-ten elde edilmişse Kitap ve Hikmete aykırı olmaması

422. Mehir, evlenme sırasında erkeğin eşine vermeyi üstlendiği maldır.423. Buhâri, Nikâh, 36.

Page 380: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 380 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

gerekir. Böyle bir bilgiyi akıl ve din güzel bilgi sayar. Kitap’ta ve Hikmet’te konu ile ilgili hükümler vardır. Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellemin sözleri, marufa uygunluğu velinin denetleyeceğini gösterir. O, şöyle demiştir:

“Velisiz nikâh olmaz.”424

“Hangi kadın, velisinin izni olmadan nikâhlanırsa onun nikâhı batıldır, onun nikâhı batıldır, onun nikâhı batıldır. Erkek onunla ilişkiye girmişse bu ilişkiye karşı-lık kadının mehir alma hakkı vardır. Eğer anlaşamazlar-sa sultan (yetkili kişi) velisi olmayanın velisidir.”425

Veli, isteyip istemediğine bakmaksızın, bir başka-sını bağlayıcı karar alma ve uygulama yetkisini sahip kişidir. Bu yetkiye velâyet denir.426

Hizam adında bir kişi, dul kızı Hansâ’yı nikâhla-mıştı. Kız bu evliliği istemiyordu. Allah’ın Elçisi sallal-lahu aleyhi ve selleme geldi ve durumu anlattı. O da babasının kıydığı nikâhı geçersiz saydı. Sonra kadın Ebû Lübâbe b. Abdi’l-munzir ile nikâhlandı.427

سنن النسائي )6 / 68):بن كهمس ثنا حد ،قال: غراب بن علي ثنا حد ،قال: أيوب بن زياد أخبرنا بن بريدة ،عن عائشة: أنفتاة دخلت عليها فقالت: إن أبي الحسن، عن عبداهللجني ابن أخيه ليرفع بي خسيست هو أنا كارهة، قالت: اجلسي حتى يأتي زو صلى اهلل عليه وسلم فأخبرته، بي صلى اهلل عليه وسلم، فجاء رسول اهلل الن، قد أجزت " فأرسل إلى أبيها فدعاه، فجعل المر إليها، فقالت: يارسول اهلل

ساء من المر شيء ماصنع أبي، ولكن أردت أن أعلم أللن424. Tirmîzî, Nikâh; İbn Mace, Nikâh, 15; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. VI, s. 260.425. Ebû Dâvûd, Nikâh, 20; Tirmîzî, Nikâh, 14; İbn Mace, Nikâh, 15; Ahmed b. Hanbel, Müs-

ned, c. VI, s. 66.426. Şemsuddin es-Serahsî, el-Mebsût, c. XVI, s. 124, Bâbü men lâ tecûzüşehâdetühü; Kasım b.

Abdullah Ali, Enîsu’l-fukahâ fi ta’rifâti’l-elfâzi’l-mütedâvile beyne’l-fukahâ, Thk. Ahmed b. Abdurrezzak el-Kubeysi, Cidde, 1406/1986, s. 148.

427. Ebû Dâvûd, Nikâh, 26; İbn Mace, Nikâh, 12; Nesâî, Nikâh, 35; (Metin İbn Mace’nindir. Hansâ ismi Ebû Davûd ve Nesâî’de geçmektedir.)

Page 381: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 381 -

NİKÂHIN DENETLENMESİ

Bir bakire kız Aişe’nin yanına geldi. “Babam beni kardeşinin oğluyla evlendirdi ki, benimle kendi konu-munu yükseltsin. Ama ben bundan hoşlanmıyorum.” dedi. Aişe, “Allah’ın Elçisi gelinceye kadar otur.” dedi. Allah’ın Elçisi geldi. Kız durumu ona anlattı. O, hemen babasına bir adam gönderip çağırttı. O konudaki yetkiyi kıza verdi. Kız dedi ki:

“Ey Allah’ın Elçisi! Aslında ben babamın yaptığına izin vermiştim ama bu konuda kadınların bir hakkı var mı, yok mu; öğrenmek istedim.”428

Bir çok yerde kızlar, nikâh akdinin tarafı olmaktan hoşlanmazlar. Bazen kızın, evliliğe onay verip vermedi-ğini öğrenmek bile zor olabilir. Nebî sallallahu aleyhi ve sellemin konu ile ilgili sözleri şöyledir:

“Dul kadın, kendisi ile ilgili olarak velisinden daha çok hakka sahiptir. Bakirenin onayı alınır. Dendi ki, “Ey Allah’ın Elçisi, bakire konuşmaktan utanır.” Dedi ki, “Onun susması onay vermesi demektir.”429

“Dul, kendi ile ilgili açık konuşur. Bakirenin sus-ması onay vermesi demektir.”430

Meşhur mezhepler, âyet ve hadislere önyargılı yak-laşmış ve farklı görüşler ortaya koymuşlardır. Hanefî mezhebi, hürriyetçi yaklaşımla, velinin izni olmadan evlenilebileceğini ileri sürmüştür.431Malikî, Şâfiî ve Hanbelî mezhepleri ise gelenekçi yaklaşımla veliyi nikâhı denetleme konumundan nikâha taraf olma ko-numuna çıkarmışlardır. Onlara göre veli, kadın adına nikâha taraf olmazsa nikâh kıyılamaz. Kadın nikâhta ne kendini, ne de başkasını temsil edebilir. Velisinden başkasını vekil etme yetkisi de yoktur. Baba bâkire

428. Nesâî, Nikâh, 36; İbn Mace, Nikâh, 12; Ebû Dâvûd, Nikâh, 26; Ahmed b. Hanbel, Müs-ned, c. VI, s. 136. (Metin Nesâî’den alınmıştır.)

429. Müslim, Nikâh, 66, 67, 68; Ebû Dâvûd, Nikâh, 26; İbn Mace, Nikâh, 11; Nesâî, Nikâh, 33, 34.

430. İbn Mace, Nikâh, 1872.431. Serahsî, el-Mebsût, c. V, s. 13. Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukıİslamiyye ve Istılahatı Fıkhiyye

Kamusu, İst. 1967, c. II, s. 49. Paragraf 175 (Bilmen burada veliyy-i akreb ifadesini kullan-maktadır. Baba ve dedenin veliyy-i akreb olduğu açıktır.)

Page 382: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 382 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

kızını, ona sormadan evlendirebilir.432 Zahirî mezhebi de hadisleri öne alan bir yaklaşım sergilemiştir. Buna göre “kadın ister bakire, ister dul olsun, velisinin izni olmaksızın evlenemez. Velileri izin vermezse onu yetkili bir kimse evlendirir. “Bakirenin nikâhı, babayla kızın görüşlerinin aynı kişi üzerinde birleşmesi halinde kıyılabilir.”433

Şimdi bu görüşlerin dayandırıldığı delillere bakalim:

31.1. Hanefî Mezhebinin Delilleri

Mezhepte Ebû Hanîfe’nin görüşü esas alınmıştır. Onun görüşü, şu üç âyete dayandırılmıştır:

غيره زوجا من بعد حتى تنكح له فال تحل طلقها Kocanın)“ فإن üçüncü kez boşadığı kadın) bir başka kocayla nikâhla-nıncaya kadar ilk kocaya helal olmaz.”(Bakara 2/230)

فإذا بلغن أجلهن فال جناح عليكم فيما فعلن في أنفسهن (Kocası ölen kadınlar) Bekleme süresinin sonuna

vardıklarında kendileri için ne yaparlarsa yapsınlar, onun size bir günahı yoktur.434

فال تعضلوهن أن ينكحن أزواجهن...o kadınların kocalarıyla nikâh kıymalarına engel

olmayın.”435

Âyetlerde kadın, nikâh fiilinin faili olduğu için Ebû Hanîfe onu, nikâhın tarafı saymış ama son iki âyetteki marufa uygunluk şartını dikkate almamıştır. Bu da il-gili hadislerin değerlendirme dışı kalmasına ve üçüncü âyet için şu yoruma yol açmıştır: “Âyetteki engelleme, fiilî engelleme, yani kadını eve hapsedip evlenmesine engel olmadır. Hitap kocalaradır. Çünkü âyetin başında, “Kadınları boşadığınız zaman...” ifadesi geçmektedir.436

Bazı kocalar, boşadıkları kadınların evlenmelerine engel olduklarından bu açıklama doğru gözükmektedir.

432. İbn Kudâme, el-Muğnî, c. VII, s. 5.433. İbn Hazm, Ali b. Ahmed b. Said, Beyrut 1988, el-Muhallâ, c. IX, s. 25-38. 434. Bakara 2/234.435. Bakara 2/232.436. Serahsî, el-Mebsût, c. V, s. 11-12.

Page 383: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 383 -

NİKÂHIN DENETLENMESİ

Ancak engelleme, kocaya karşı da olabileceğinden değer-lendirme eksiktir. Ayrıca iddetini tamamlayan kadının kocası ile ilişkisi kesilir. Yapacağı yeni evliliği denet-leme görevi de ona düşmez. Bu sebeple Ebû Hanîfe’nin değerlendirmesine katılmak zordur.

Hanefîler, velisinin onayını almadan evlenen kadınlarla ilgili şöyle derler: Kadın, izin almadan evlen-mişse bakılır; kocası kendine denk ve aldığı mehir kendi seviyesindeki kadınların mehrinden (mehr-i misil437) az değilse velilerin bu evliliğe itiraz hakları olmaz. Kadın, kendine denk olmayan bir koca ile evlenirse velilerini sıkıntıya sokar. Sıkıntıdan kurtulmak için, onların evli-liğe itiraz hakları doğar. Bu, velilere tanınmış bir haktır. Kadın onların bu hakkını düşüremez.438

Kadının aldığı mehir, mehr-i mislinden azsa veliler; mehrin artırılmasını veya eşlerin ayrılmasını isteyebilirler. Çünkü onlar, mehrin fazlalığı ile övünür, azlığından utanırlar. Bir de bu, o kabilenin kadınlarını zarara sokar. Çünkü bundan sonra onlardan kim, mehir belirlemeden evlense, onun mehri bu kadının mehrine göre belirlenir. Kabilenin kadınlarının hakkını erkekler koruyacağından itiraz hakkı erkeklere tanınır.439

Dikkat edilirse bu konuda dayandıkları bir âyet veya hadis yoktur.

31.2. Malikî, Şafiî ve Hanbelîlerin Delilleri

Bu üç mezhep, konuyla ilgili âyet ve hadisleri, gele-neğe göre yorumlamışlardır. Araplarda kız, babasından veya velisinden istenir, mehir verilir ve nikâh kıyılır-dı.440 Erkek nikâhın tarafı olur ama kadın olamazdı. Onun yerine velisi geçerdi. Onlar bu konuda şu âyete dayanmışlardır:

437. Mehr-i misil, kendine denk kadınların aldığı mehirdir.438. Serahsî, el-Mebsût, c. V, s. 13.439. Serahsî, el-Mebsût, c. V, s. 14.440. Buhari, Nikâh, 36.

Page 384: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 384 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

إذا أزواجهن ينكحن أن تعضلوهن فال أجلهن فبلغن ساء الن طلقتم وإذا تراضوا بينهم بالمعروف

“Kadınları boşadığınızda bekleme sürelerinin sonuna varırlar sonra kocalarıyla marufa uygun olarak anlaşırlarsa evlenmelerine engel olmayın.441

Diyorlar ki; söz konusu âyette geçen (عضل =adl, engel olma), (المتناع من تزويجها =el-imtina’ min tezvîcihâ, kadını evlendirmekten kaçınma) anlamındadır. Bu da kadını evlendirmenin veliye bırakıldığını gösterir.442 Yukarıdaki ön kabul olmasaydı âyeti böyle anlayamaz-lardı. Çünkü âyet, “... kocalarıyla nikâhlanmalarına engel olmayınız”443 şeklindedir. Engel olma, bir kişinin yapabileceği bir konuda olur. Nikâh fiilinin faili kadın-dır. Bu, kadının nikâhın tarafı olması demektir. Bir işi engelleme başka, yapmaktan kaçınma, başkadır. Engel olmayı, kaçınma diye tercüme etmek, âyetin anlamını değiştirmek olur.

Ayrıca bir de şöyle diyorlar: “أزواجهن ينكحن en=أن yenkihne ezvâcehunne, kocalarıyla nikâhlanmaları...” ifadesinde kadının fail olması, nikâha konu olmasından dolayıdır. Kadın nikâhın tarafı olamadığına göre, kadı-nın veli veya vekil olarak bir tek kişiyi bile evlendirmesi caiz olmaz.444

Kadını nikâh fiilinin faili yapan Allah Teâlâ, konu-su yapan da Arap geleneğidir. Gelenek esas alındığı için Allah’ın açık sözü mecaz sayılmış, yanlış üzerine yanlış yapılmıştır.

Kadını nikâhın konusu sayanlar, alınan mehri onun bedeli gibi görmüş, evlenmeden boşanmaya kadar bütün sistemlerini bu anlayış üzerine kurmuşlardır. Bu mezheplerden hiç biri iftidâyı, yani kadının evliliği sona erdirme hakkını kabul etmemiş, onun yerine, muhâlaa

441. Bakara 2/232.442. İbn Kudâme, el-Muğnî, c. VII, s. 338.443. Bakara 2/232.444. İbn Kudâme, el-Muğnî, c. VII, s. 338.

Page 385: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 385 -

NİKÂHIN DENETLENMESİ

adını verdikleri bir sistem geliştirmişlerdir. Muhâlaa, kadının kocasına vereceği bir mal karşılığında kocanın evliliği sona erdirmesidir. Muhâlaa ile ilgili görüşler, ko-nunun daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır. Şâfiîlerden Şirbînî şöyle diyor:

“Erkek, bir bedel karşılığı kadından yararlanma hakkına sahip olunca bu hakkı bir bedel karşılığı elinden çıkarabilir. Muhâlaanın câiz olmasının sebebi budur. Bu tıpkı alım-satım gibi olur. Nikâh, satın almaya, muhâlaa ise satmaya benzer.”445

İbn Teymiyye, muhâlaanın Talak olmadığını ispat için şöyle demiştir:

“Muhâlaa, kadının kendini kocasından kurtarması-dır. Tıpkı esirin kendini esaretten kurtarmasına benzer. Bu, üç Talaktan sayılmaz... Dört mezhebin imamlarına ve cumhura göre esir için fidye vermekte olduğu gibi bu işlemi kadının dışında bir başkası yapabilir. Yabancı bir kişi, köleyi azat etmesi için köle sahibine onun bedelini verebilir. Bu sebeple kişinin maksadı, esir için fidye öder gibi kadını, kocasının boyunduruğundan kurtarmaksa ödeme yaparken bunu şart koşmalıdır... Çünkü muhâ-laa bedeli, kadını kocasına köle olmaktan kurtarmak ve onun kadın üzerindeki hâkimiyetini ortadan kaldırmak için verilir. Yoksa bu, kadının, kendi üzerindeki hâki-miyeti kendi eline alması için değildir.”446

Bunlar kadına, köle kadar bile değer vermemişlerdir. Çünkü köle hürriyete kavuşunca kendi üzerinde hâkim hale gelir. Ama onlara göre kadın, kocanın hâkimiye-tinden çıkınca velinin hâkimiyeti altına girer. Kadın, satılık mal olamayacağı için onu nikâhın konusu sayıp mehri mal bedeli gibi görmek, kabul edilemez. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

445. eş-Şirbînî, Muhammed el-Hatib, Muğni’l-muhtac ilâ ma’rifeti maânî elfâzi’l-minhâc, Mısır 1958, c. III, s. 262.

446. İbn Teymiyye, Mecmûu’l-fetâvâ, Haz: Abdurrahman b. Muhammed b. Kasım el-Âsımî, Suûdî Arabistan, 1398/1978 c. XXXII, s. 306-307.

Page 386: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 386 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

ولهن مثل الذي عليهن بالمعروف.“…Maruf ölçüler içerisinde o kadınların erkekler

üzerindeki hakkı, onların bunlara karşı olan hakkına denktir.” (Bakara 2/228)

Âyete göre kadın, kocanın kölesi gibi görüle-mez. Çünkü köleyle efendi arasında denk haklardan bahsedilemez.

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Kadınlara mehir-lerini gönül rızası ile verin.”447 “Mehirler” diye tercüme edilen “Sadukât” “Saduka”nın çoğuludur. Kelimenin kökü sıdk, yani doğru sözlü olmak, sözü özüne uymak-tır.448 Erkekler evlendikleri kadınlara değer verdiklerini söylerler. Bir miktar malı mehir olarak vermek, bu iddianın ispatı olur. Âyette bir de “gönül rızası” diye tercüme edilen “nihle” vardır. “Nihle” karşılıksız ikram anlamınadır.449 Bütün bunlara göre mehir, bir şeyin bedeli olamaz.

Âyetlere şartlı yaklaşınca hadisler arasında ayırım-cılık kaçınılmaz olmuş, şu hadis görülmemiştir:

Bir bakire kız Aişe’nin yanına geldi ve “Babam beni kardeşinin oğluyla evlendirdi ki, benimle kendi konu-munu yükseltsin. Ama ben bundan hoşlanmıyorum.” dedi. Aişe, “Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem gelinceye kadar otur.” dedi. Allah’ın Elçisi geldi. Kız durumu anlattı. O, hemen babasına bir adam gönderip çağırttı. O konuda yetkiyi kıza verdi. Kız dedi ki:

“Ey Allah’ın Elçisi! Aslında ben babamın yaptığına izin vermiştim ama istedim ki, bu konuda kadınların bir hakkı var mı, onu öğreneyim.”450

Üç mezhebin delil aldıkları şu hadiste de nikâh fiilinin faili kadındır.

447. Nisa 4/4.448. İsfehâni, Müfredât, صدق mad.449. Müfredât, نحل mad.450. Nesâî, Nikâh, 36; İbn Mace, Nikâh,12; Ebû Dâvûd, Nikâh, 26; Ahmed b. Hanbel, Müsned,

c. VI, s. 136. (Metin Nesâî’den alınmıştır.)

Page 387: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 387 -

NİKÂHIN DENETLENMESİ

“Hangi kadın, velisinin izni olmadan nikâhlanırsa onun nikâhı batıldır, onun nikâhı batıldır, onun nikâhı batıldır.”451

Şu görüşleri kabul etmek de imkânsızdır: Malikî Mezhebine göre baba, bakire kızını zorla evlendirebilir. Koca ister kör, ister şimdiki veya gelecekteki durumu-na bakılınca kızdan kötü olsun, ister çirkin bulunsun, isterse kızın mehri bir kantar altın iken o, bir çeyrek dinarla evlendirmiş olsun fark etmez. Kız, 60 veya daha yukarı yaşta ve evlenmesi velisi tarafından engellenmiş de olabilir. Yeter ki koca, yumurtaları ve erkeklik organı kesilmiş veya organı olmakla birlikte meni gelmeyecek şekilde yumurtaları çıkarılmış olmasın. Sahih görüşe göre bu durumda baba, kızı zorlayamaz. Deli, alaca hastalığına tutulmuş, cüzzamlı, erkeklik organı sert-leşmeyen (ınnîn), hadım veya güçsüz olan erkek için de zorlama yapılamaz.452

Şafiîlere göre de bakireyi evlendirme hakkı babaya aittir. Onlarla konuşup, görüş ve onaylarını almak iyi olur ama şart değildir. Kızın annesinin iznini almak da iyidir.453

31.3. Zahiri Mezhebinin Delilleri

Bu mezhep, nikâhın denetimi konusunda âyetlere değil, yalnız hadislere yer vermiştir. Bu da hadislerin doğru anlaşılmasını engellemiştir. Bu yaklaşımın man-tığı şudur:

“Allah’ın, Elçisine yaptığı vahiy ikiye ayrılır; biri olduğu gibi kabul edilen vahiy (vahy-i metluvv),454 dizi-lişi insanı aciz bırakan bir telif, yani Kur’ân’dır. İkincisi, rivâyet edilen, nakledilen, telif edilmemiş, dizilişi insa-nı aciz bırakmayan, olduğu gibi kabul edilmeyen (gayr-i

451. Ebû Dâvûd, Nikâh, 20; Tirmîzî, Nikâh, 14; İbn Mace, Nikâh, 15; Ahmed b. Hanbel, Müs-ned, c. VI, s. 66.

452. Seydi Ahmed ed-Derdîr, eş-Şerhu’l-kebîr, Thk: Muhammed Ali, Beyrut, c. II, s. 221–223.453. Muhammed b. İdris eş-Şafiî, el-Um, Beyrut 1393, c. V, s. 13-15.454. Yani Cebrail’in Peygamber’e getirdiği kelimelerle bize aktarıldığı için metni, tartışmasız doğ-

ru sayılır ve uyulur.

Page 388: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 388 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

metluvv)455 ama okunan, Allah’ın Elçisi’nden bize ulaşan haberdir. O, Allah’ın bizden ne istediğini açıklar. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurur: “... kendilerine ne indirildi-ğini insanlara açıklayasın diye.”456 Allah, birinciye yani Kur’ân’a uymayı farz kıldığı gibi, ikinciye yani sünnete uymayı da farz kılmıştır, arada bir fark yoktur.457

Sünnet, eğer Allah’ın bizden ne istediğini açıklıyor-sa, Kur’ân’a ihtiyaç kalmaz. Kitap ile Sünnet arasında fark görmemeleri bundandır. Allah Nebîmize; “...ken-dilerine ne indirildiğini insanlara açıklayasın diye...”458 demiştir. Yoksa, “...kendilerinden ne istendiğini açıkla-yasın diye…” dememiştir. Bu yanlış, birçok yanlışa yol açmıştır. İbn Hazm şöyle diyor:

“Nebîmizin söylediği; “Dul kadın kendisi ile ilgili olarak velisinden daha çok hakka sahiptir.”459 sözü, onun izni olmadan velinin bir şey yapamayacağı anlamına gelir. O, kiminle isterse onunla evlenir ama velisinin izni olmadan nikâh kıyamaz. Eğer veli direnirse, burnu sürtülse de kadını, yetkili kişi evlendirir.”460

Madem velinin itiraz hakkı yok, öyleyse varlığının anlamı nedir? Allah’ın dininde böyle anlamsız, hikmet-siz şey olur mu?

Bir de şöyle diyor: “Bakirenin nikâhı, babayla kızın görüşlerinin aynı kişi üzerinde birleşmesi halin-de kıyılabilir.”461 Demek ki, ikisinin görüşü aynı kişi üzerinde birleşmezse evlilik olmayacaktır. Marufa uygunluk kıstası aranmayınca bu sonuçlar kaçınılmaz olmaktadır.

İbn Hazm, hadislerin örnek uygulamalar olduğunu görse ve önce âyetlere sonra hadislere baksaydı, velinin

455. Yani Nebînin ağzından çıkan kelimelerle değil, anlamı ile bize aktarıldığı için metni, tartış-masız doğru sayılmaz.

456. Nahl 16/44.457. İbn Hazm, Ali b. Ahmed b. Said el-Endelüsî, el–İhkâm fî usûli’l-ahkâm, (Bir ilim adamları

heyeti tarafından tahkik edilmiştir) Daru’l-Hadîs, Kahire 1404/1984, c. I, s, 93. 458. Nahl 16/44.459. Müslim, Nikâh, 66, 67, 68; Ebû Dâvûd, Nikâh, 26; İbn Mace, Nikâh, 11; Nesâî, Nikâh,

33, 34.460. İbn Hazm, el-Muhallâ, c. IX, s. 25-38. 461. İbn Hazm, el-Muhallâ, c. IX, s. 25-38.

Page 389: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 389 -

NİKÂHIN DENETLENMESİ

iznine başvurmanın bir anlamı olduğunu anlar ve siste-mini ona göre kurardı. Onun böyle bir metodu olmadığı için ilgili âyetlere yer vermemiştir:

31.4. Değerlendirme

Yukarıdaki âyetler ve hadislere göre nikâhı, marufa uygunluk açısından denetlemek gerekir. Denetimi kızın velisi yapar. Bir anlaşmazlık olursa yetkili makam dev-reye girer. Çiftlerin evlenmesinde sakınca görülmediği taktirde onlar, şahitler huzurunda evlenme kararlarını açıklar ve nikâhlanarak yeni bir aile kurarlar.

Mezheplerin konuya farklı yaklaşması, çok sayıda sıkıntının doğmasına sebep olmuştur.

Hanefi mezhebi, iki şahitle kıyılan denetimsiz nikâhı geçerli saydığı için bu görüş; okullarda, iş yer-lerinde ve bir çok mekanda gizli nikâhlara veya kız kaçırmalarına yol açmıştır. Kaçırılan kıza iki şahit huzurunda evet dedirtilerek nikâh kıyılmış ve kızın konumu meşrulaştırılmıştır.

Şafiî, Malikî ve Hanbelî mezheplerinin görüşü, başlık parasına yol açmıştır. Madem velinin taraf olma-dığı nikâh geçersizdir, öyleyse onu ikna etmek gerekir. Bunun en kısa yolu başlık vermektir. Başlığı mehirle ka-rıştırmamak gerekir. Mehir kızın kendine verilir. Başlık ise babasına, kardeşine, amcasına vs. verilir.

Âyet ve hadislere uyulsa ne kız kaçırma olur, ne kadının duygusallığını kullanıp onu sıkıntıdan sıkıntıya sokan evliliklere geçit verilir, ne de başlık parası ortaya çıkardı.

Page 390: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar
Page 391: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 391 -

32.Konu

KADINLARIN ŞAHİTLİĞİ

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

وامرأتان فرجل رجلين يكونا لم فإن رجالكم من شهيدين واستشهدوا ...ول الخرى إحداهما ر فتذك إحداهما تضل أن هداء الش من ترضون ن ممأجله إلى كبيرا أو تكتبوه صغيرا أن تسأموا ول دعوا ما إذا هداء الش يأب

هادة. وأقوم للش ذلكم أقسط عند اهلل“…Erkeklerinizden iki kişiyi şahit tutun. İki

erkek yoksa, kabul edeceğiniz şahitlerden bir erkek ile iki kadın da olabilir. Biri yanılırsa, diğeri hatırlatır. Şahitler çağrıldıklarında gelmezlik etmesinler. Borç, ister büyük, ister küçük olsun, vâdesi ile birlikte yaz-maktan üşenmeyin. Böylesi Allah katında daha doğru, şahitlik için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için daha uygun olur…” (Bakara 2/282)

Bağlantılarına bakmayınca bu âyetin şahitlik konu-sunda kadın erkek ayırımı yaptığı kanaatine varılabilir. Nitekim eski fakihler bu kanaatle hareket etmişlerdir. Âyetin devamı şöyledir:

Page 392: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 392 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

“...Şahitler çağrıldıklarında gelmezlik etmesinler. Borç, ister büyük, ister küçük olsun, vâdesi ile birlikte yazmaktan üşenmeyin. Böylesi; Allah yanında daha doğru, şahitlik için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için daha uygun olur...”

“...Böylesi, şahitlik için daha sağlamdır...” ifadesi, borcu yazıyla tespit açısından da şahitlik nisabı açısından da değerlendirilebilir. “Daha sağlam” sözü “sağlam”ın bir üst seviyesidir. Sağlam olan iki şey karşılaştırılınca birine daha sağlam denebilir. “Bir erkek ile iki kadının şahitliğine” daha sağlam deniyorsa, bu şarta uyulmadan yapılan şahitliğin sağlam sayılması gerekir.

Vasiyete şahitlikle ilgili âyetler konuya açıklık getirmekte, yukarıdaki hükmün, yazıyla tespit yanında şahitlik nisabı ile de ilgili olduğunu göstermektedir. Allah Teâla şöyle buyurur:

ة اثنان يا أيها الذين آمنوا شهادة بينكم إذا حضر أحدكم الموت حين الوصيفأصابتكم أنتم ضربتم في الرض إن أو آخران من غيركم منكم ذوا عدل ل ارتبتم إن باهلل فيقسمان الة الص بعد من تحبسونهما الموت مصيبة إنا إذا لمن الثمين. فإن نشتري به ثمنا ولو كان ذا قربى ول نكتم شهادة اهللاستحق الذين من مقامهما يقومان فآخران إثما ا استحق أنهما على عثر إنا اعتدينا وما شهادتهما من أحق لشهادتنا باهلل فيقسمان الوليان عليهم

إذا لمن الظالمين“Müminler! Sizden biriniz ölüm döşeğinde vasiyet

edeceği zaman içinizden güvenilir iki şahit tutsun. Eğer bir yerde yolcu iken ölüm gelip çatarsa sizden olmayan iki kişi de olabilir. (Şahitliği yerine getirdikleri zaman) şüphelenirseniz onları namazdan sonra alıkoyarsınız. Şöyle yemin ederler: ‘Vallahi, isterse en yakınımız olsun, buna karşılık hiçbir şey almayız. Allah için ya-pılan şahitliği gizlemeyiz. Öyle olsa biz, elbette günaha gireriz.

Page 393: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 393 -

KADINLARIN ŞAHİTLİĞİ

Eğer günaha girdiklerinin farkına varılırsa, ölenin hak sahibi iki yakını onların yerine geçer, şöyle yemin ederler: Vallahi, bizim şahitliğimiz onlarınkinden daha doğrudur, biz haksızlık yapmayız. Öyle olsa elbette zalimlerden oluruz.” (Maide 5/106-107)

Bu âyetlerde kadın erkek ayrımı olmaksızın güveni-lir iki Müslüman şahit öngörülmektedir. Yolculukta va-siyet yapılacaksa, Müslüman olmayan iki kişinin şahit olması yeterli görülmüştür. Yolculuğun özel şartları sebebiyle şahitlerin tamamı kadın, tamamı erkek veya biri kadın biri erkek olabilir.

Şahitlerin, yanlış ifade verip günaha girdikleri fark edilince; ölenin, hak sahibi iki yakını öncekilerin şa-hitliğini hükümsüz kılacak şahitlikte bulunur. Ölenin yakınları kadın olabilir.

Burada delil alınacak cümle şudur: “Böylesi, şahit-liği gereği gibi yapmalarının en alt seviyesidir...” (Maide 5/108) Bu cümleyi, Bakara 282’deki “... Böylesi, şahitlik için daha sağlamdır...” cümlesi ile karşılaştırınca, şahit-lerin iki erkek veya bir erkek ile iki kadın olmasının kural olmadığı ortaya çıkar.

Bu konuda şu hadis de delil alınmıştır: Allah’ın Elçisi Muhammed aleyhisselamın bir bayram günü namaz yerinden çıkıp kadınlar tarafına geçerek şöyle seslendiği rivayet edilir:

“Kadınlar topluluğu! Sadaka verin; çünkü bana, Cehennem halkının çoğunluğunu, sizin oluşturduğunuz gösterildi.”

– Neden Ey Allah’ın Elçisi?” dediler.

Dedi ki; “Çok lanet okursunuz ve hayatı paylaş-tığınız kişilere nankörlük edersiniz. Aklı ve dini eksik dişi varlıklar içinde kendine hâkim bir erkeğin gönlünü sizin kadar çelen birini görmedim.”

Page 394: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 394 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

– Dinimizin ve aklımızın noksan olması nedendir Ey Allah’ın Elçisi?” diye sorduklarında dedi ki:

“Kadının şahitliği erkeğin şahitliğinin yarısı kadar değil mi?”

“Evet” dediler.

“İşte bu, aklının noksanlığıdır”.

“Âdetli iken namaz kılmaz ve oruç tutmaz; değil mi?”

“Evet” dediler. “İşte bu da dinlerinin noksanlığıdır” dedi. (Buhârî, Hayz 6)

Hadis senet yönünden sahihtir; ancak anlam yö-nünden çok sayıda problem içerir. Onlardan bir kısmını şöyle sıralayabiliriz:

Kimseye “… aklı ve dini eksikler…” denmez.

Bu hitap şekli, Allah’ın Elçisi’nin nazikliğine uymaz.

“Onlara nazik davranman, Allah’ın sana olan ikramı sebebiyledir. Kaba ve katı yürekli olsaydın ya-nından dağılıp giderlerdi. Öyleyse kusurlarına bakma, onların bağışlanmalarını iste. Yapacağın işler konusun-da görüşlerini al. Bir de karar verdin mi, yalnız Allah’a dayan. Allah kendine dayananları sever.” (Al-i İmran 3/159)

Kadına aklı noksan denemez

Zannedildiği gibi kadının şahitliği erkeğin şahitliği-nin yarısı kadar değildir. Bunu böyle görenler, Kur’ân’a parçacı yaklaşanlardır.

Kadına dini noksan denemez.

Namaz kılmayan ve oruç tutmayan adetli kadınlar, bunları dinlerinin emri biliyorlar. Onlarla ilgili tek âyet şudur:

Page 395: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 395 -

“Sana kadınlardaki adet ve lohusa kanamalarını da soruyorlar. De ki, o bir eziyettir; kanama devam ederken onları rahat bırakın; temizleninceye kadar da yaklaşmayın. Tertemiz oldular mı, onlara Allah’ın size buyurduğu yerden yaklaşın. Allah tevbe edenleri sever, tertemiz olanları da sever.” (Bakara 2/222)

Buradaki tek hüküm, eşlerinin onları rahat bırak-maları, temizleninceye kadar ilişkiye girmemeleridir.

Muâze adında bir hanım Aişe validemize; “Neden adetli kadın oruç tutuyor da namaz kılmıyor?” deyince ona şu cevabı vermiş:

“Bizim başımıza bu olay gelince orucu tutmamız emredilirdi ama namazı kılmamız emredilmezdi.” (Müslim Hayız 67)

Ayete göre âdet, kadın için hastalık değil, bir ezi-yettir. Kur’ân eziyeti hastalık saymaz. (bkz. Bakara 196 ve Nisa 102) Bazı kadınlar onu hastalık saydıkları için bunun açıklığa kavuşturulması gerekirdi. Oruç tutma-larının emredilmesi bundandı.

Ayette geçen, “temizleninceye kadar da yaklaşma-yın.” emrine göre adetli kadın ne kadar yıkansa Kur’ân’ın istediği anlamda temiz sayılmaz Namaz için temizlik şart olduğundan (Mâide 6) kadın, o günlerde namazdan sorumlu olmaz. Sorumlu olmadığı bir şeyi yapmamak, kişinin dininde bir eksiklik sayılamaz.

“Aklı ve dini eksikler dişi varlıklar içinde kendine hâkim bir erkeğin gönlünü sizin kadar çelen birini görmedim.”sözü, aklı ve dini eksik olan başka dişi var-lıkların da olmasını, onların da erkeğin gönlünü çelme-ye çalışmasını ama kadınlar kadar başarılı olmamasını gerektirir. Hâlbuki böyle varlıklar yoktur.

Bir an için bütün bunların doğru olduğunu düşüne-lim. Bu eksikler sadaka ile nasıl kapatılabilir. Bu hadisi, kadınların dini duygularını kullanarak maddi yardım

KADINLARIN ŞAHİTLİĞİ

Page 396: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 396 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

almak isteyenler uydurmuş olmalıdırlar. Öyleyse yu-karıdaki söz Allah’ın Elçisi’ne ait olamaz. Çünkü onun bütün sözleri Kur’ân’a uygun olmak zorundadır. Allah ona şu emri vermiştir:

“Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet; onların arzularına uyma. Dikkatli ol; Allahın indirdiği emirle-rin herhangi birinden seni şaşırtabilirler.“ (Maide 5/49)

Bu hadisin kadının şahitliği konusunda delil alına-mayacağı açıktır.

32.1. Zinaya Şahitlik

Dört mezhep, kadınların zina davalarında şahitli-ğini kabul etmez. Ama Kur’ân, bu konuda kadın erkek ayrımı yapmamıştır. Allah Teâla şöyle buyurur:

فإن منكم أربعة عليهن فاستشهدوا نسائكم من الفاحشة يأتين تي والاللهن اهلل يجعل أو الموت يتوفاهن حتى البيوت في فأمسكوهن شهدوا

سبيال.“Kadınlarınızdan zina edenlere karşı içinizden

dört şahit getirin. Eğer şahitlik ederlerse onları ölünce-ye veya Allah onlar için bir yol açıncaya kadar evlerde hapsedin.” (Nisa 4/15)

Liân ile ilgili âyetler kadınların zina şahitliği konu-suna açıklık getirir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

والذين يرمون أزواجهم ولم يكن لهم شهداء إل أنفسهم فشهادة أحدهم أربع من كان إن عليه اهلل لعنة أن والخامسة ادقين. الص لمن إنه باهلل شهادات إنه لمن الكاذبين. الكاذبين. ويدرأ عنها العذاب أن تشهد أربع شهادات باهلل

ادقين. عليها إن كان من الص والخامسة أن غضب اهلل“Karılarına zina suçu atan ve kendileri dışında

şahitleri olmayanlardan birinin şahitliği, “Allah şahit

Page 397: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 397 -

KADINLARIN ŞAHİTLİĞİ

kesinkes doğru söylüyorum” diye dört defa şahitlik etmesidir.

Beşincisinde, eğer yalan söylüyorsa Allah’ın laneti-ne uğramayı diler.

Kadından o azabı giderecek olan şu şekilde dört defa şahitlik etmesidir: “Allah şahit, kocam kesinkes yalan söylüyor.” Beşincisinde, eğer doğru söylüyorsa Allah’ın gazabına uğramayı diler.” (Nur 24/6-9)

Erkeğin, “Allah şahit kesinkes doğru söylüyorum” diye verdiği her ifade bir şahitlik sayılmıştır. Bunu dört defa tekrarlaması, dört şahitlik sayılarak erkek, zina iftirası suçundan kurtulmuştur.

Kadının dört kere; “Allah şahit, kocam kesinkes yalan söylüyor” demesi dört şahitlik sayılmış ve böylece kocanın şahitliği kadının şahitliğine denk tutulmuştur.

Karı-kocadan her biri aynı sözleri söylemişlerdir. Tek fark; erkeğin sözlerinin olumlu, kadınınkinin olumsuz olmasıdır.

Erkek: Allah şahit kesinkes doğru söylüyorum. (4 kere)

Kadın: Allah şahit, kocam kesinkes yalan söylüyor. (4 kere)

Kadının bu şahitliği erkeğinkini değersiz hale getirmiştir.

Beşinci sözleri:

Erkek: “Yalan söylüyorsam Allah’ın laneti üzerime olsun.”

Kadın: “Kocam doğru söylüyorsa Allah’ın gazabına uğrayayım.”

Kadının bu sözü de erkeğin sözünü değersiz kılmış ve zina davasında kadının şahitliği erkeğin şahitliğine denk tutulmuştur.

Page 398: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 398 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

32.2. Talaka Şahitlik

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

فإذا بلغن أجلهن فأمسكوهن بمعروف أو فارقوهن بمعروف وأشهدوا ذوي . هادة هلل عدل منكم وأقيموا الش

“Kadınlar bekleme sürelerinin sonuna vardıkla-rında onları ya maruf ile tutun veya maruf ile ayırın. Sizden iki güvenilir şahit getirin, şahitliği Allah için yapın.”‏(Talak 65/2)

Burada da kadın erkek ayırımı yapılmamıştır.

32.3. Nebîmizin Uygulaması

Nebîmiz (s.a.v)’in şu açıklaması da yukarıdaki yo-rumların doğru olduğunu göstermektedir.

“Ukbe b. el-Harise, Ebû İhâb kızı Ümmü Yahya ile evlenmişti. Ukbe dedi ki: Zenci bir cariye geldi, ben sizin ikinizi de emzirmiştim” dedi. Bunu Nebî (s.a.v)’e anlattım, benden yüz çevirdi. Önüne geçtim ve tekrar anlattım, dedi ki: “Nasıl olacak? Cariye ikinizi de emzir-diği kanaatinde’’. Sonra kadınla evlenmesini yasakladı.” (Buharî, Şehâdât, 13)

Nebîmiz böyle demesine rağmen, fıkıhta süt akra-balığının sabit olması için kadınların şahitliği yeterli gö-rülmez. Konu ile ilgili olarak Ömer Nasuhi BİLMEN’in ifadesi şöyledir:

“Süt akrabalığı konusunda şahitlik nisabı, güvenilir olmak şartıyla iki erkek veya bir erkek ile iki kadındır. Fakat bu hususta yalnız bir erkeğin veya yalnız iki veya daha fazla kadının şahitlikleri kabul olunmaz.462

462. Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukıİslamiyye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, c.II, s. 88, par. 296.

Page 399: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 399 -

33.Konu

KADININ DÖVÜLMESİ

Allah Teâlâ, belli şartlar oluştuğu taktirde, koca-nın karısını dövmesine müsaade etmiştir. Bu

şartlar, âyetlerle ve Nebîmizin sözleriyle açıklanmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

ل اهلل بعضهم على بعض وبما أنفقوا من ساء بما فض امون على الن جال قو الرالحات قانتات حافظات للغيب بما حفظ اهلل والالتي تخافون أموالهم فالصفال أطعنكم فإن واضربوهن المضاجع في واهجروهن فعظوهن نشوزهن

ا كبيرا. تبغوا عليهن سبيال إن اهلل كان علي“Erkekler kadınların başlarında olurlar. Bu,

Allah’ın birine diğerinden fazlasını vermesi ve malla-rından harcama yapmaları sebebiyledir. İyi kadınlar, boyun eğenler ve Allah’ın korumasına karşılık yalnız-ken kendilerini koruyanlardır. Nüşûzundan havf ettiği-niz kadınlara gelince; onlara öğüt verin, yataklarında yalnız bırakın ve onları dövün. Eğer size itaat ederlerse onlara karşı başka bir yol aramayın. Allah yücedir, büyüktür.” (Nisa 4/34)

Page 400: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 400 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Âyetin ilgili bölümlerine tekrar bakalım:

1- “ اهلل بماحفظ للغيب حافظات قانتات الحات -İyi ka =فالصdınlar, boyun eğenler ve Allah’ın korumasına karşılık yalnızken kendilerini koruyanlardır.”

“Boyun eğen kadınlar” anlamına gelen “kaanitaat” kelimesi aşağıdaki âyette “kaanituun” şeklinde erkekler için de kullanılmıştır.

إن المسلمين والمسلمات والمؤمنين والمؤمنات والقانتين والقانتات…“Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar,

mümin erkekler ve mümin kadınlar, boyun eğen erkek-ler ve boyun eğen kadınlar…” (Ahzab 33/35)

“Boyun eğen erkekler ve boyun eğen kadınlar” Allah’a boyun eğenlerdir. Bir âyet diğerini açıkladığı için Nisa 34’teki “boyun eğen kadınlar” da Allah’a boyun eğen kadınlar olur. Bu âyeti, “Kocasına boyun eğen ka-dınlar” diye anlamak Ahzab 35’teki erkekleri de “karı-larına boyun eğen erkekler” diye anlamayı gerektirir. Bu da, aile içi ilişkilerde kuralları eşlerin koyması olur ki, kargaşaya ve kavgaya yol açar. Eşlerin, Allah’ın koyduğu kurallara uymaları ise ailenin; açık seçik kurallara göre yürütülmesini sağlar.

اهلل “ -2 بماحفظ للغيب Allah’ın korumasına =حافظات karşılık yalnızken kendilerini koruyanlar.” hükmü Allah’ın o kadınları koruduğunu gösterir.

Allah’ın koruması nedir, diye bakınca, kadınlar için koruma duvarları oluşturulduğu görülür. Şu âyetler bunlardan bazılarıdır:

a)

تي يأتين الفاحشة من نسائكم فاستشهدوا عليهن أربعة منكم فإن شهدوا والال لهن سبيال فأمسكوهن في البيوت حتى يتوفاهن الموت أو يجعل اهلل

Page 401: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 401 -

“Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı içinizden dört şahit getirin. Eğer şahitlik ederlerse onları evlere kapatın. Bu, ölüm canlarını alıncaya, ya da Allah onlara bir yol açıncaya kadar böyle gitsin.” (Nisa 4/15)

b)

ثمانين فاجلدوهم شهداء بأربعة يأتوا لم ثم المحصنات يرمون والذين جلدة ول تقبلوا لهم شهادة أبدا وأولئك هم الفاسقون.

“İffetli kadınlara zina suçu atan sonra dört şahit getiremeyenlere seksen kamçı vurun; ebediyen onların şahitliğini kabul etmeyin. Onlar yoldan çıkmış kimse-lerdir.” (Nur 24/4)

c)

والذين يرمون أزواجهم ولم يكن لهم شهداء إل أنفسهم فشهادة أحدهم أربع من كان إن عليه اهلل لعنة أن والخامسة ادقين. الص لمن إنه باهلل شهادات إنه لمن الكاذبين. الكاذبين. ويدرأ عنها العذاب أن تشهد أربع شهادات باهلل

ادقين. عليها إن كان من الص والخامسة أن غضب اهلل“Karılarına zina suçu atan ve kendileri dışında şa-

hitleri olmayanlardan birinin şahitliği, kesinkes doğru söylediğine dair dört defa Allah’ı şahit tutması ile olur.

Beşincisinde, eğer yalan söylüyorsa Allah’ın laneti-ne uğramayı diler.

Kadından o azabı (el-azab) giderecek olan şu şekilde dört defa şahitlik etmesidir: Allah şahit, kocası kesinkes yalan söylüyor.

Beşincisinde, eğer doğru söylüyorsa Allah’ın gaza-bına uğramayı diler. ….” (Nur 24/6-9)

d)

لكم خير هو بل لكم ا منكم ل تحسبوه شر فك عصبة بال الذين جاءوا إن عذاب له منهم كبره تولى والذي ثم ال من اكتسب ما منهم امرئ لكل وقالوا خيرا بأنفسهم والمؤمنات المؤمنون ظن سمعتموه إذ لول عظيم.

KADININ DÖVÜLMESİ

Page 402: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 402 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

هداء فأولئك هذا إفك مبين. لول جاءوا عليه بأربعة شهداء فإذ لم يأتوا بالش هم الكاذبون. عند اهلل

“(Nebîmizin eşi hakkında) o yalanı uyduranlar içinizden bir güruhtur. Bunu kendiniz için kötü san-mayın, o sizin için hayırlı olmuştur. O kimselerden her birine kazandığı günah karşılığı ceza vardır; içlerinden elebaşlık yapana ise büyük bir azap vardır.

Onu işittiğiniz zaman, erkek ve kadın müminlerin, kendiliklerinden hüsn-ü zanda bulunup da: “Bu apaçık bir iftiradır” demeleri gerekmez miydi?

Dört şahit getirselerdi ya? Madem o şahitleri geti-remediler öyleyse onlar Allah katında yalancıdırlar.” (Nur 24/11-13)

Görüldüğü gibi zina suçunu ispat için dört şahit şartı ve dört şahit getiremeyenlerin iftiracı sayılıp ce-zalandırılması ile ilgili hükümlerin tamamı kadınlar içindir. Bu, onların nasıl korunduğunu göstermektedir. Ama kötü kadın, bu korumayı yanlış davranışlarına örtü olarak kullanabilir. İşte Allah Teâlâ, kendinin onları korumasına karşılık onların da yalnızken kendilerini korumalarını istemiştir.

Bu konuda erkeklerle ilgili bir koruma yoktur. Fıkıh kitaplarında bu konuda erkeklerle ilgili hüküm-lerin tamamı, kadınlarla ilgili hükümlere kıyaslanarak konmuştur.

3- “ Nüşûzundan havf ettiğiniz =والالت يتخافون نشوزهنkadınlara gelince; onlara öğüt verin…”

Nüşûz, diklenmektir. Toprağın tümsek yerine neşz; kadının baş kaldırmasına ve gözünü başkasına dikmesi-ne nüşûz denir.463 Şu âyetlere göre Kur’ân’daki nüşûz, gözü başkasına dikme anlamına gelir:

463. Müfredât, نشز mad.

Page 403: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 403 -

للمؤمنات وقل فروجهم. ويحفظوا أبصارهم من وا يغض للمؤمنين قل . يغضضن من أبصارهن ويحفظن فروجهن

“Mümin erkeklere söyle: Gözlerini çevirsinler, mahrem yerlerini, korusunlar…”

“Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini çevirsinler, iffetlerini korusunlar...” (Nur 24/30-31)

يصلحا أن عليهما جناح فال إعراضا أو نشوزا بعلها من خافت امرأة وإن وتتقوا تحسنوا وإن ح الش النفس وأحضرت خير لح والص صلحا بينهما

كان بما تعملون خبير. فإن اهلل“Eğer kadın, kocasının nüşûzundan veya yüz

çevirmesinden havf ederse, aralarında anlaşma yap-malarında bir günah yoktur. Anlaşmak iyidir. Nefisler kıskançlığa hazırdır. Eğer iyi davranır ve kendinizi korursanız bilin ki, Allah yaptığınız şeyin iç yüzünü bilir.” (Nisa 4/128)

Havf: Zanna veya bilgiye dayalı bir emareden dolayı kötü beklenti içinde olmaktır.464 “Nüşuzundan havf et-tiğiniz kadınlara gelince…” âyetindeki havf da ya zanna veya bilgiye dayalı korkudur. Kocasının istemediği bir erkeği eve alan kadın hakkında zanna dayalı olarak onun gözünü başkasına diktiği korkusu ortaya çıkar. İşte bu noktada kocası ona öğüt verir, dinlemezse onu yatakta yalnız bırakır, yine dinlemezse onu döver. Bu davranışından vazgeçerse artık ona karşı başka bir yol aramaz.

Zaten Nebîmiz, ebedi evlenme yasağı bulunma-yan kadınlarla baş başa kalmayı yasaklamıştır. Utbe b. Amir’in bildirdiğine göre Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dedi: “Sakın kadınların yanına

464. Müfredât, خوف mad.

KADININ DÖVÜLMESİ

Page 404: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 404 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

girmeyin. Ensar’dan biri “Ey Allah’ın Elçisi kocanın erkek akrabası konusunda ne dersin?” diye sorunca dedi ki; “Kocanın akrabası ölüm olur.”465

Onun bir sözü de şöyledir: “Sakın bir erkek, bir ka-dınla baş başa kalmasın; yanında mahremi olursa başka. Bir adam kalktı ve dedi ki: “Karım hac için yola çıktı. Ben de şu savaş için askere yazıldım.” Dedi ki, “dön ve karınla birlikte hac yap.”466

Bilgiye dayalı korku ile ilgili olarak Nebîmiz sallal-lahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

شيئا منهن تملكون ليس عوان عندكم فإنهن خيرا ساء بالن استوصوا قال المضاجع في فاهجروهن فعلن فإن نة مبي بفاحشة يأتين أن إل ذلك غير ح فإن أطعنكم فال تبغوا عليهن سبيال إن لكم من واضربوهن ضربا غير مبرئن فرشكم كم على نسائكم فال يوط ا حق ا فأم ا ولنسائكم عليكم حق نسائكم حقأن عليكم هن وحق أل تكرهون لمن بيوتكم في يأذن ول تكرهون من

. تحسنوا إليهن في كسوتهن وطعامهن“Kadınlara karşı görevinizi yerine getirin; onlar sizin

yanınızda,kendilerini sizin için koruyan kimselerdir.467

465. Buhari, Sahih, Nikâh, 111; Müslim, Sahih, Selam, 20/2172.466. Buhârî, Sahih, Nikâh, 111.467. “Kendilerini sizin için koruyanlar” diye tercüme edilen kelime عوان (avânin)dir. Gelenekte bu

kelime, العنو‘ün ismi faili olan العانية nin cem’i sayılmıştır. Bu durumda عوان esirler demek olur ve hadise şu anlam verilir: “Kadınlar hakkında söz dinlemeniz hayrınıza olur. Onlar yanınız-da esirlerdir.” Bize göre bu anlam; hem hadisin iç bütünlüğüne hem de Kur’ân’a aykırıdır. Çünkü hadisin devamında “Onlar üzerinde başka bir şeye sahip değilsiniz” buyrulmaktadır. Esir üzerinde sahip olunmayan ne var ki Nebîmiz onu demiş olsun. Üstelik Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “… Maruf ölçüler içerisinde o kadınların erkekler üzerindeki hakkı, erkeklerin kadınlar üzerindeki hakkına denktir. Erkeklerin onlara karşı bir dereceleri vardır.” (Bakara 2/228) Buna göre kadın, kocasının esiri olamaz. Çünkü esir ile efendisi arasında denk haklardan söz edilemez. Konumuz açısından erkeklerin onlara karşı dereceleri, dörde kadar evlenebilmeleridir. Kadınlarda bu hak yoktur. Dolayısıyla hadise verilen yukarıdaki anlam yanlıştır. Avânin (عوان) kelimesi (عانية) âniye’nin çoğuludur. عانية ism-i faildir, عنو (unüvv) kö-künden de عناية (inâye) kökünden de gelebilir. Unüvv’ün ism-i faili عانوة anive’dir. Onu (عانية) âniye yapmak için vav yaya dönüştürülür. (عناية) inâye’nin ism-faili, hiçbir işleme gerek kal-madan âniye (عانية) olur. Unüvv’den türetilince “esir kadın”, inâye’den türetilince de “kendini koruyan kadın” anlamını alır. el-Misbâh’ul-münîr’de geçen ifadelere bakınca عانية kelimesi, hedefine ve niyetine koyan, itina ve özen gösteren, koruyan, zihnini başkasının ihtiyacı ile meşgul eden kadın anlamlarına gelir. Kadın cinsel yönden hedefine ve niyetine sadece ko-casını koyar ve kendini onun için korur. Bu sebeple عانية (âniye)nin en uygun anlamı“kendini koruyan kadın” olur. Zaten hadis bundan bahsetmektedir. Kocasının istemediği bir kişiyi evi-ne sokması dahi yasaktır. Bu anlam, âyette geçen حافظات للغيب بما حفظ اهلل = Allah’ın korumasına karşılık yalnızken kendilerini koruyanlar” anlamının da farklı ifadesidir.

Page 405: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 405 -

KADININ DÖVÜLMESİ

Onlar üzerinde başka bir şeye sahip değilsiniz, açık bir fahişelik yapmış olarak gelirlerse başka. Onu yaparlarsa yataklarında yalnız bırakın ve onları dövün. Eğer size boyun eğerlerse onlara karşı başka bir yol aramayın. Sizin karılarınız üzerinde hakkınız, karılarınızın sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin karılarınız üzerindeki hakkınız, istemediğiniz kişilere serginizi çiğnetme-meleri, onları evinize sokmamalarıdır. Onların sizdeki hakları ise onları giyindirme ve yedirme hususunda iyi davranmanızdır.”468

Kadın, aralarında ebedi evlenme yasağı olmayan bir erkekle baş başa kalamaz. Kocasının istemediği bir kişi-yi evine alması da yasaktır. Yoksa kocasının içine şüphe düşer, Nebîmiz bununla ilgili olarak şöyle buyurur:

فروجهن واستحللتم اهلل بأمان أخذتموهن فإنكم ساء الن في اهلل فاتقوا ذلك فعلن فإن تكرهونه أحدا فرشكم يوطئن ل أن عليهن ولكم اهلل بكلمة

ح ولهن عليكم رزقهن وكسوتهن بالمعروف. فاضربوهن ضربا غير مبر“Kadınlar hakkında Allah’tan korkun. Onları

Allah’ın emaneti olarak aldınız. Onlarla ilişkiye girmeniz size, Allah’ın emriyle helal oldu. Sizin onlar üzerindeki hakkınız, istemediğiniz bir kişiye serginizi çiğnetmemeleridir. Eğer böyle yaparlarsa onları hafif şekilde dövün. Onların sizin üzerinizdeki hakları, örfe uygun olarak onları yedirmeniz ve giydirmenizdir.”469

“hafif şekilde dövme” darp izi olmayacak şekilde dövme olur. Bu, kadının, dışa karşı zor duruma düşme-sini önler.

Demek ki, eşinin fahişelik yaptığı açıkça belli olan koca onu yatağında yalnız bırakma ve dövme hakkına sahiptir. Âyette kocanın karısına öğüt vermesinden söz edilirken hadislerde bundan bahsedilmemesi, bilgiye dayalı korku ile zanna dayalı korku arasındaki farkı

468. İbn Mace, Nikâh, 1841.469. Müslim, Sahih, Hac, 2137.

Page 406: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 406 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

göstermektedir. Baş başa kalan her erkek ve kadın ara-sında cinsel davranışlar olmayabilir. Bu sebeple arada bir farkın bulunması gerekir. Her iki durumda da kadın davranışlarını düzeltirse koca, başka bir yola başvurmaz.

Zinanın tespiti halinde koca, olayı ister örter, isterse mahkemeye götürür. Mahkemede suçu ispatlarsa karısı bun-dan dolayı hem itibarını kaybeder, hem de 100 değnek yer.

Olayı yalnız koca görmüş olur da dört şahitle ispatlayamazsa mahkemede liân yapılarak evliliğe son verilebilir. Liânda kadının kendini korumasına imkân verilir. Ama gerek liân ve gerekse suçun şahitle ispatı kadın için de aile için de yıpratıcı olur. Bu sebeple erkek davayı mahkemeye taşımayabilir. Kimi zaman eşini boşaması da uygun olmayabilir. Bu durumda kadının su-çunu kimseye söyleyemez. Çünkü söyler de dört şahitle ispatlayamazsa ya iftira cezası giyer, ya da liân yapmak zorunda kalır. Hem suçun örtülmesi hem erkeğin rahat-laması hem de kadının cezasız kalmaması için kocanın karısını, bir süre yatakta yalnız bırakmasına ve eliyle onu hafifçe dövmesine izin verilmiştir.

Nisa Suresinin 34. âyetini, Allah ve Elçisi’nin açıklamalarına göre değil de kendimize göre anlamaya çalışırsak kocanın karısını, isteklerine boyun eğmedi diye dövebileceği şeklinde yanlış bir sonuca ulaşırız. Allah’ın Elçisi şöyle buyurmuştur:

“Kimse karısını, gündüzün köle gibi kırbaçlayıp akşam onunla yatağa girmesin.”470

470. Buhârî, Sahih, Nikâh, 93.

Page 407: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 407 -

34.Konu

FAİZ

Allah Teâlâ şöyle buyurur;

يطان من المس طه الش با ل يقومون إل كما يقوم الذي يتخب الذين يأكلون الربا فمن جاءه م الر البيع وحر با وأحل اهلل ذلك بأنهم قالوا إنما البيع مثل الر ومن عاد فأولئك أصحاب موعظة من ربه فانتهى فله ما سلف وأمره إلى اهلل

ار هم فيها خالدون. الن“Faiz yiyenler, şeytanın peşine takılıp aklını çel-

diği kimsenin davranışından farklı bir davranış göster-mezler471. Bu onların, “alım satım da tıpkı faizli işlem gibidir” demeleri sebebiyledir. Allah alım-satımı helal, faizli işlemi haram kılmıştır. Her kime Rabbinden bir öğüt ulaşır da faize son verirse, geçmişte olan kendi-nindir. Onun işi Allah’a aittir. Kim de faizciliğe tekrar dönerse, onlar o ateşin arkadaşı olur, sürekli orada kalırlar.” (Bakara 2/275)

471. Ayette geçen, يتخبطه الشيطان من المس ifadesi, genellikle “şeytanın dokunup çarptığı “ şeklinde tercüme edilir. Bize göre bu tercüme manayı doğru aktarmamaktadır. يتخبطه الشيطان ifadesi Arapçada şu anlamlara da gelir: مسه بخبل, ona takılıp aklını çeler, (Lisanu’l-Arab خبط mad.) (.mad خبط ,Muhammed Murtaza ez-Zebîdî, Tâc’l-arûs) .aklını çelerek onu bozar يفسده بخبله(.mad خبل Lisanu’l-Arab)خبله إذا أفسد عقله وعضوه :aklını bozma, anlamına gelir الخبل

Page 408: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 408 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Faiz, borçtan elde edilen gelire denir. Mallar ya alım satım ya da ödünç şeklinde değiştirilir. Değiştirilen iki malın birbirinden az çok farkı varsa alım satım olur. Para verip ekmek almak öyledir. Onun peşini de olur, vadelisi de. Aralarında fark bulunmayan mallar ancak vadeli olarak değiştirilebilir. Bir ölçek buğday verip daha sonra aynı özellikleri taşıyan bir ölçek buğday almak böyledir. Buna ödünç denir. alım satımdan gelir sağla-nabilir. 75 liraya alınan ekmek, peşin 100 liraya satılırsa 25 lira kâr edilir. Ödüncün peşini olmaz. Hiç kimse, karşılığını hemen ödemek üzere ödünç almaz. Ödünçte ne verilmişse geriye onun dengi alınır. Fazla bir şey şart koşmak faiz olur. Ödünç dışındaki borçlarda da durum aynıdır. Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem “Faiz yalnızca borçta olur.”472 demiştir. Dolayısıyla borçtan gelir sağlamaya yönelik her işlem, faizli işlemdir.

Borçtan gelir elde etme ayrı, mal alım satımı ayrı-dır. “alım satım da tıpkı faizli işlem gibidir.” diyenler, şeytanın aklını çeldiği kimse gibi davranır. Alım satım ile faizi aynı saymak, gerçekten tam bir yanıltma olur.

100 altını, bir ay vadeli 101 altına karşılık ödünç veren onu, borçlunun malı içinde artsın diye verir. Bu, şu âyetin belirttiği işlemdir:

. وما آتيتم من ربا ليربو في أموال الناس فال يربو عند اهلل“İnsanların malları içinde artsın diye faize verdiği-

niz şey Allah’ın yanında artmaz.” (Rum 30/39)

Faiz olmaması için ödünç verilen ana malı yani 100 altını almak, kalan 1 altını almamak gerekir. Bu, şu âyetin hükmüdür:

وإن تبتم فلكم رءوس أموالكم ل تظلمون ول تظلمون.472. Dârimî, Büyu, 42.

Page 409: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 409 -

“..Eğer tevbe ederseniz ana mallarınız sizindir.

Böylece ne haksızlık edersiniz ne de haksızlığa uğrarsı-

nız.” (Bakara, 2/279)

İslam öncesi Araplara Cahiliye Arapları denir.

Onlar borç verdikleri zaman ana mala dokunmadan,

her ay belli bir gelir sağlamak şartıyla verirlerdi. Vadesi

dolunca alacaklarını isterler, eğer borçlu ödeyemezse,

yeni bir faiz tespit ederek vadeyi uzatırlardı.473 Borç, va-

deli satıştan doğmuşsa, ödeme zamanı gelince borçluya,

“Borcunu ödeyecek misin, yoksa artıracak mısın?” diye

sorarlardı. Öderse öder, yoksa borca bir miktar ilave ile

vade uzatırlardı.474

Kur’ân, faizin her çeşidini yasaklamış, borcunu

zamanında ödeyemeyenlerle ilgili şöyle bir hüküm

getirmiştir:

قوا خير لكم إن كنتم تعلمون. وإن كان ذو عسرة فنظرة إلى ميسرة وأن تصد“Borçlu, darlık içinde ise, rahata çıkıncaya kadar

beklenir. Bağışta bulunmanız sizin için daha hayırlıdır.

Bunu bir bilseydiniz.” (Bakara 2/280)

Bu âyetlerin inişine sebep sayılan olaylar şunlardır:

Sakîf Kabilesi’nden ‘Amr b. ‘Umeyr’in dört oğlu

Mes’ud, Abduyaleyl, Habîb ve Rebîa, Mekke’de bulunan

Benî Mahzûn’dan Muğîre oğullarına ödünç verirlerdi.

Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem Taif’i fethedin-

ce (Hicret’in 8. senesi) bu kardeşler müslüman oldular.

Daha sonra Muğîre oğullarından faiz alacaklarını istedi-

ler. Bu olay şu âyetin inmesine sebep oldu:

473. Fahrü’d-Din er-Râzi, et-Tefsirü’l-kebîr, c. VII, s. 91. 474. İbn Rüşd, Mukaddimat (el-Müdevvenetü’l-kübrâ ile birlikte), Matbaa-i Hayriyye, 1324/1906,

c. III, s.18,; İbnü’l-Arabî, Ebû Bekr Muhammed b. Abdillah, Ahkâmü’l-Kur’ân, Mısır 1976, c.I, s. 241. İbnü’l-Arabî burada veresiye alış verişten doğan alacağı söz konusu etmektedir. Yukarıya bu yazılmıştır.

FAİZ

Page 410: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 410 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

با إن كنتم مؤمنين. فإن لم وذروا ما بقي من الر يا أيها الذين آمنوا اتقوا اهللل أموالكم رءوس فلكم تبتم وإن ورسوله اهلل من بحرب فأذنوا تفعلوا

تظلمون ول تظلمون.“Müminler! Allah’tan korkun, faizden geriye ne

kalmışsa onu bırakın. Eğer inanan kişilerseniz.”

Bunu yapmadınız mı, bilin ki, Allah ve Elçisi tarafından bir savaşla yüz yüzesiniz. Tevbe ettiniz mi, ana mallarınız sizindir. Ne haksızlık edersiniz, ne de haksızlığa uğrarsınız.” (Bakara 2/278-279)

Bunun üzerine bu dört kardeş dediler ki: “Biz tevbe edip Allah’ın emrine uyuyoruz. Bizim Allah ve Resûlü ile savaşa gücümüz yetmez.”

Faizden vazgeçerek yalnız ana mallarını almaya razı oldular ve Muğîre oğullarından ana mallarını istediler. Onlar darda olduklarını belirterek; “Ürünler yetişince-ye kadar bize süre tanıyın.” dediler. Dört kardeş, süre tanımaya yanaşmadılar. Bu olay da şu âyetin iniş sebebi oldu:

قوا خير لكم إن كنتم تعلمون. وإن كان ذو عسرة فنظرة إلى ميسرة وأن تصد“Borçlu darlık içinde ise genişliğe çıkıncaya kadar

beklenir. Ama bağışta bulunmanız sizin için daha ha-yırlıdır. Bunu bir bilseydiniz.” (Bakara 2/280)475

34.1. Faizin Çevresinde Koruma Çemberi

Allah’ın Elçisi altın, gümüş, arpa, buğday, hurma ve tuzun bazı satış şekillerini de faizli işlem saymıştır. Ebû Saîd el-Hûdrî’nin (r.a.) bildirdiğine göre o, şöyle demiştir: “Altına karşılık altın, gümüşe karşılık gümüş, buğdaya karşılık buğday, arpaya karşılık arpa, hurmaya karşılık hurma ve tuza karşılık tuz, misli misline ve peşin olur.

475. Burada anlatılan olay için bkz. Fahru’d-Din er-Râzî, c. VII, s. 106-110; Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, c. I. s. 972.

Page 411: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 411 -

Kim artırır ya da fazlasını isterse faize girmiş olur. Bu konuda alan da veren de birdir.”476

Bir malın kendi cinsiyle değişimi daha çok ödünçte olur. İnsanlar ödünce alım satım görüntüsü vererek faiz yasağını delebileceklerinden Allah’ın Elçisi’nin altı mal ile ilgili sözleri faizin etrafında bir koruma çemberi oluş-turmuştur. Çünkü o malların tamamı, ödünç verilebilir mallardır.

Hadislerin kapadığı faiz kapılarını ve oluşturduğu koruma çemberlerini görmeye çalışalım.

34.1.1. Altı Malı Kendi Cinsiyle Peşin Değişme

Altın, gümüş, buğday, arpa, tuz ve hurmayı kendi cinsiyle değiştirirken değişimin peşin olması şart ko-şulmuştur. Buna göre 10 altını, vadeli 11 altına satmak, faizli işlemdir. Bu çok önemlidir; çünkü buna satış denseydi, faizli ödünçler satış şeklinde verilmeye baş-lanırdı. Bu durumda 100 lirayı daha sonra verilecek 110 liraya karşılık ödünç vermek faiz; ama onu vadeli 110 liraya karşılık satmak ticari işlem sayılırdı.

34.1.2. Altı Malı Kendi Cinsiyle Eşit Değişme

Hadis, altı malı kendi cinsiyle peşin değişirken miktarların eşit olmasını şart koşmuştur. Buna göre 10 adet Reşat altını verip peşin 11 adet Reşat altını almak faizli işlem olur. Allah’ın Elçisi, “Faiz sadece borçta olur”477 dediğine göre, bununla faizli borç arasında ilgi kurunca yasağın önemi ortaya çıkar.

Faizcinin asıl isteği, verdiği 10 altına karşılık 11 altın alacaklı duruma gelmektir. Bu işlemi meşru yoldan yapabilirse onu borca çevirmek zor olmaz. Meselâ önce 11 altın ödünç verir, bunun için gerekli teminatları alır,

476. Müslim, Müsâkât, 82.477. Müslim, Müsâkât, 102; Nesâî, Büyu, 50.

FAİZ

Page 412: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 412 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

sonra bir başka 10 altına karşılık borçludaki 11 altını satın alır. Bu iki işlem sonunda o, 10 altın vermiş, 11 altın alacaklı duruma geçmiş olur. İstenmeyen bir durumun doğmaması için bu işlem ya evrak üzerinde yapılır, ya da faizcinin güvendiği bir kişi, borçluya vekil olup işlemleri yürütürdü. Bunun kurumları da oluşurdu. Ama bu mal-ların kendi cinsleriyle değiştirilmesi hâlinde bedellerin eşit miktarlarda olması şartı bu kapıyı kapamıştır.

Nitekim eskiden, ödünç işlemlerinde alacaklıya yasal bir menfaat sağlamak için muamele-i şer’iyye adı verilen göstermelik bir satış yapılırdı. Meselâ ödünç ala-cak taraf bir malını, ödünç verecek kişinin önüne koyar ve “Bunu sana 10 altına sattım.” der, o da onu satın ve teslim alır ve parayı öderdi. Sonra ona; “Bu malı, bedeli-ni bir yıl sonra ödemem şartıyla bana 11 altına sat.” der, o da satardı. Böylece o, alım satım görüntüsü altında, 10 altına karşılık bir yıl vadeli 11 altın borçlanmış olurdu. Bunun birçok usulü vardı.

Osmanlı döneminde kurulan bankalardan Emniyet Sandığı’ndaki bir cep saati; kredi alanların ödeyecekleri faizi yasallaştırmak için her gün defalarca satılır, sandı-ğa hibe edilirdi.478 Eğer yukarıdaki yasak olmasaydı bu defa cep saati yerine bankada bir görevli bulundurulur, bu görevli kredi alacak kişi adına daha önce belirtilen işlemleri tamamlar onu 11 altın borçlandırır, sonra ona 10 altın verirdi.

34.1.3. Ödünç Verilebilen Yakın Cinsleri Değişme

Allah’ın Elçisi şöyle demiştir:

“...bu cinsler değişik olursa peşin olması şartıyla istediğiniz gibi satabilirsiniz.”479

İlgili hadislerde, değişik cins olarak, aynı türden olan altın ile gümüş ve buğday ile arpa sayılmış, farklı

478. Bu bilgi, eski İstanbul Müftüsü Selahattin Kaya’dan alınmıştır.479. Müslim, Müsâkât, 81.

Page 413: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 413 -

türlerden olan hurma ile tuza yer verilmemiştir. Allah’ın Elçisi şöyle demiştir:

“Gümüşe karşılık altın elden ele satıldığında gü-müşün fazla olmasında bir zarar yoktur, fakat veresiyesi olmaz. Arpaya karşılık buğday elden ele satıldığında ar-panın fazla olmasında bir zarar yoktur, fakat veresiyesi olmaz.”480

Altın ile gümüş ve buğday ile arpa birbirlerinin yerine konabilirler. Bunların fiyatları arasında uzun süre önemli değişiklik göstermeyen oranlar bulunur. Bu malların değişiminde peşinlik şartının olması, faize açılabilecek bir kapıyı daha kapamıştır.

Meselâ 1 dinar 10 dirhem değerinde ise, 100 dinar481 1000 dirhem değerinde olur. Bunları veresiye değiştir-mek yasak olmazsa, faizci elindeki 1000 dirhemi bir yıl sonra ödenecek 120 dinara karşılık satar ve alım satım perdesi altında %20 faizli ödünç işlemi yapabilir. Aynı şey arpa ve buğday için de olabilir.

Bu hadis, Türk lirası verip karşılığında vadeli döviz almanın yolunu da tıkamıştır. Meselâ 1000 Amerikan dolarının bugünkü değeri kadar Türk lirası verip bir yıl sonra ödemek üzere 1200 Amerikan doları alınamaz. Çünkü bunlar birbirlerinin yerine geçebilen şeylerdir. Yukarıdaki hadislerden bunun faiz olacağını anlamak zor değildir.

34.1.4. Farklı Paraları Günlük Fiyattan Değişme

Abdullah b. Ömer dedi ki; Beqî’de deve satardım. Dinara karşılık satar yerine dirhem alırdım, dirheme karşılık satar yerine dinar alırdım. Allah’ın Elçisi’ne geldim, Hafsa’nın evindeydi; “Ey Allah’ın Elçisi, mü-saadenle bir şey sormak istiyorum; ben Beqi’de deve

480. Ebû Davûd, Buyu’, 12.481. Dinar altın paraya, dirhem ise gümüş paraya verilen addır.

FAİZ

Page 414: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 414 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

satıyorum; dinara karşılık satıp yerine dirhem alıyorum. Dirheme karşılık satıp yerine dinar alıyorum. Ona kar-şılık onu alıyor, buna karşılık bunu veriyorum.” dedim. Dedi ki:

“Günün fiyatıyla almanda bir sakınca yoktur; yeter ki, aranızda bir şey bırakarak ayrılmayın.”482

Buna göre altın ile gümüşü o günün fiyatıyla değiş-mek gerekir. Eğer böyle olmasaydı faiz yasağı yine deli-nebilirdi. Meselâ 1 dinar, 10 dirhem değerinde iken faizci önce 11 dinar ödünç verir, gerekli teminatları alır, sonra da elindeki 100 dirhemi, borçludaki 11 dinara karşılık satardı. Bu iki işlem sonunda o, alım satım görüntüsü altında %10 faizli ödünç vermiş olurdu. Bunun yasal kurumları da oluşturulabilirdi. Ama bedelleri günün fiyatı ile değiştirme şartı bu kapıyı kapamıştır. Böylece hadisler, alım satım adı altında faizli ödünce açılan tüm kapıları kapamış olmaktadır.

34.2. Mezheplerin Usul Hataları

Meşhur dört mezhep faizi, alım satımdan doğan ve borçtan doğan faiz olarak ikiye ayırmış ve sistemlerini alım satımdan doğan faiz, yani altın, gümüş, buğday, arpa, hurma ve tuz satışı ile ilgili hadisler üzerine kurmuşlardır. Borç faizini ise faiz ve sarf (kambiyo) bö-lümlerinde değil, karz ve sulh bölümleri içinde çok kısa bir şekilde işlemişlerdir. Allah “alım-satımı helal, faizli işlemi haram”483 kıldığı halde fakihlerin, faizi neden alım satımın bir bölümü saydıklarını anlamak zordur.

Faizli işlemi altı maddenin bazı alım satım şekille-rine bağlı olarak sistemleştirenler onun bu maddeler ile sınırlı olamayacağını gördükleri için, ilgili hadislerden faizli işleme sebep olabilecek özellikler (riba illetleri)

482. Ebû Davûd, 14; Nesâî, Büyu, 50.483. Bakara 2/275.

Page 415: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 415 -

çıkararak kıyas yoluyla faizin kapsamını genişletmişler-dir. Bu mezhepler, kendi sistemleri içinde de çelişkiye düşmüşlerdir.

Hanefiler iki şeyi faiz illeti saymışlardır. Bunlar kadr ve cins’tir. Kadr, ölçek ve tartıyı içerir. Cinsin faiz illeti olduğu, hadislerdeki “Altına karşılık altın, buğdaya karşılık buğday....” sözünden çıkarılmıştır. Kadr ise hadislerde geçen “misli misline” ifadesinden çıkarılmıştır. Kadr’in hadislerden nasıl çıkarıldığı şöyle açıklanmaktadır:

“Kadr, ölçeğe vurulan mallarda ölçek, tartılan mallarda vezindir.484Hadiste geçen “buğdaya buğday”ın anlamı “buğdaya karşılık buğday satışı...” dır. Bir buğ-day tanesi de buğdaydır. Onu hiç kimse satmaz, satsa da alan olmaz. Çünkü bir işe yaramaz. O zaman bununla ister istemez işe yarayacak485 ölçüde buğday satışının kastedildiği anlaşılır. Bunun satılabilecek mal olduğu da ölçek ile bilinebilir. Böylece bu mallardaki ölçeğe (kile-ye) vurulma özelliği hadisin göstermesiyle belli olmuş olur.

Allah’ın Elçisi’nin “Altına karşılık altın” sözü de öyledir. Altın tozuna da altın denir ama onu hiç kimse satmaz. Tartılabilen altın satılır. O zaman tartılma özelliği hadisin delaletiyle sabit olmuş olur. Allah’ın el-çisi sanki şöyle demiştir: “Tartılan altına karşılık altın, ölçeğe vurulan buğdaya karşılık buğday...”486

Hadislerde şu ifade de yer alır: “Bu cinsler değişik olursa peşin olması şartıyla istediğiniz gibi satabilir-siniz.487 “Bundan da cinsleri aynı olup ölçü birimleri farklı olan veya ölçek yahut tartı ile işlem gördüğü halde

484. es-Serahsî, el-Mebsût, c. XII, s. 113.485. Serahsîde mütekavvim olarak geçen kelime “işe yarayan mal” diye tecüme edilmiştir. Müte-

kavvim mal demek, kullanılması yasak olmayan ve elde edilmiş bulunan mal demektir. 486. es-Serahsî, el-Mebsût, c. XII, s. 116.487. Müslim, Müsâkât, 81.

FAİZ

Page 416: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 416 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

cinsleri farklı olan iki malın birbiriyle değişiminin peşin olmasının şart koşulduğunu anlamışlardır.

Buna göre hurda demir verip çubuk demir almak istenirse her iki demirin aynı ağırlıkta olması ve de-ğişimin peşin olması gerekir, yoksa faizli işlem olur. Demire karşılık bakır almak istenirse her iki bedeli peşin ödemek yeterli olur. Çünkü bunların ikisi de tartıyla alınıp, satılan mallardır. Cinsleri farklı olduğu için biri diğerinden fazla olabilir ama bu takas veresiye olamaz, yoksa faizli işlem olur.

Bu prensibe göre altın veya gümüşten basılı bir parayı (nükûd) verip tartıyla satılan bir malı veresiye almak faizli işlem sayılmalıdır. Çünkü altın ve gümüş tartıyla alınıp satılır. Ama Hanefîler bunu caiz görür ve sebeplerini şöyle açıklarlar:

1. Altından ve gümüşten basılı dinar ve dirhemlerle tartıyla alınıp satılan diğer mallar arasında görünüşte (sureten) bir fark vardır. Çünkü dinar ve dirhemler san-cat488 denen ağırlık birimleriyle, diğer mallar da men489 ile tartılırlar.

2. Bunlar arasında görünmeyen (manen) bir fark daha vardır. Dinar ve dirhemler tayinle taayyün etmez-ler. Ama diğer mallar tayinle taayyün490 ederler.

3. Aralarında değerlendirme yönünden (hükmen) de fark vardır. 1 dinara karşılık 12 men demir alınsa, demiri satıcı, dinarı da alıcı, diğerinin görmediği yerde tartmış olsa, teslim aldıktan sonra altınlar tekrar tartılmadan

488. Taştan yapılmış, tartı birimi.489. Men, 260 dirhemlik bir ölçüdür. (Ö. N. Bilmen, Kamus, c. IV, s. 126) Bir şer’î dirhem 2.975

gr. geldiğinden yaklâşık 774 gr.lık bir ağırlık eder.490. Tayinle taayyün, belirlenen şeyin kendisi demektir. Alıcı hangi malın pazarlığını yapmışsa

onu alır, onun yerine başkası verilemez. Çünkü mallar tayinle taayyün eder. Ama alıcı satıcı-ya gösterdiği paranın yerine aynı değerde başka para verebilir. Mesela satıcıya 10 liralık bir kağıt para gösterdiği halde onun yerine 10 tane bir liralık verebilir. Satıcı onu, bu on lirayı vermeye zorlayamaz.

Page 417: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 417 -

FAİZ

satılabilir491 ama demiri tartıyla satabilmek için müşte-rinin onu yeniden tartması gerekir.

Madem arada bu kadar fark vardır, öyleyse tartılan diğer mallarla nakitler, tartıda her yönüyle ortak olma-mış olurlar.492

Hem altın ve gümüşün tartı ile satıldığına dayana-rak tartıyı (vezn) faiz illeti saymak hem de onları diğer mallarla değişirken bu illete riâyet etmemek tam bir çelişkidir. Hanefilerin tartıyı faiz illeti saymayıp şöyle demeleri gerekirdi: Altın ve gümüş her ne kadar tartı ile alınıp satılsa da tartıyla satılan diğer mallardan sureten, manen ve hükmen farklı oldukları için bunlardaki tar-tılma özelliği yani vezin faiz illeti olamaz.

Vezn faiz illeti olamayınca ister istemez ölçek de faiz illeti olamayacak ve iki illetten biri sayılan kadr, faiz illeti olmaktan çıkacaktır. Bu da Hanefîlerin alım satıma dayalı faiz sistemini tümüyle çökertecektir.

Aynı tenkit Hanbeliler için de geçerlidir. Hanbeliler bir taraftan şöyle diyorlar: “Eğer altın ve gümüşte faiz illeti tartı (vezn) olsaydı tartı ile işlem gören malları bun-larla veresiye almak caiz olmazdı. Çünkü veresiyenin haram olması için ribanın iki illetinden biri yeterlidir.”493

Hem bunu söylüyorlar hem de Hanefîler gibi vezn’i faiz illeti olarak kabul ediyorlar. Ne büyük çelişki!

Malikîler, hadislerdeki arpa, buğday, hurma ve tuza bakarak faizin, sadece temel gıda maddesi olup saklanabilen veya gıda maddelerini lezzetlendiren şey-lerde olacağını söylemişlerdir. Bunlar kendi cinsleriyle değiştirildiğinde miktarların eşit ve mübadelenin peşin olması gerektiğini, farklı cins gıdalarla değiştirildiğinde

491. Çünkü altın paralar basılı olacağı için ağırlık ve ayarı bellidir.492. Bkz. Hidaye, Fethü’l-kadîr ve Bâbertî’nin Hidaye şerhleri, c V, s. 274 vd.493. İbn Kudâme, el-Muğnî c. IV, s. 138.

Page 418: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 418 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

miktarlarda eşitlik aranmayacağını, yalnızca mübadele-nin peşin olması gerektiğini söylemişlerdir.

Bu görüş, her ne kadar alım satım ile faizli işlemi birbirinden ayıran âyete aykırı ise de kendi içinde tutar-lıdır. Çünkü arpa, buğday ve hurma temel gıdalardandır ve saklanabilir özellikleri vardır. Tuz da yiyecekleri tatlandırmaya yarar.

Biriktirilsin veya biriktirilmesin bütün gıda madde-lerinin veresiye takası ile her çeşit eşyanın kendi cinsiy-le veresiye, bire iki takası ribe’n-nesie494 sayılmıştır. İşte bunun, kendi sistemlerinde de bir dayanağı yoktur.

Şafiîlere göre riba kelimesi mücmel yani kapalıdır; onu Allah’ın Elçisi açıklamıştır.495 Açıklama dedikleri, altı malın satışı ile ilgili hadislerdir.

Şafiîler şöyle derler: “Faiz, büyük günahların en büyüğüdür. Bütün şeriatlarda faizin haram kılındığı söylenir. Allah kendi kitabında faiz yiyen dışında bir isyankâra harp ilan etmemiştir. Faizin haramlığı taabbü-dîdir, faizli işlem sebebi olarak gözüken her şey sadece onun hikmeti olur, illeti değil.”496

Taabbüdî demek, illeti (asıl sebebi) anlaşılamayan ama kul olma gereği uyulan emir veya yasak demektir.497 İlleti anlaşılamayan bir şey üzerine kıyas yapılamaz. Ama bu sözü sanki hiç söylememişler gibi faizli işlemin iki illetinin olduğunu, bunların tu’miyet ve semeniyet-ten498 ibaret bulunduğunu belirtmiş ve sistemlerini bu iki illet üzerine kurmuşlardır. Bu mantığı anlamak ger-çekten zordur. Faizin haramlığı taabbüdî ise bu illetler nereden çıkıyor? Eğer bu illetler varsa neden taabbüdî deniyor?

494. İbn Rüşd, Mukaddimat, c. III, s. 49-51.495. Fahrü’d-Din er-Râzî, Tefsir, c. VII, s. 99.496. İbn Hacer el-Heysemî, Havâşî eş-Şirvânî ve İbn Kâsım el-Abbâdî alâ Tuhfeti’l-muhtâc bi

şerhi’l-minhâc, İstanbul tarihsiz., c. IV, s. 272-278.497. Bkz. Şirvânî, Tuhfetu’l-muhtâc haşiyesi, c. IV, s. 272, Riba bahsi.498. İbn Hacer el-Heysemî, c. IV, s. 273.

Page 419: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 419 -

FAİZ

İbn Abbâs’ın rivâyetine göre faizi yasaklayan âyetler Kur’ân-ı Kerim’in en son inen âyetleridir. Nebîmiz Veda Hutbesinde cahiliye faizinin kaldırıldığını ilan ettiğine göre âyetler bu sırada inmiş olmalıdır.

Hac, kamerî yılın 12. ayı olan Zilhiccede olur. Bu ayın 9. günü A’rafat’a çıkılır. Veda Haccı hicretin 10. senesinde olmuştur. Veda Hutbesi, Nebîmizin bu sırada A’rafat’ta yaptığı konuşmadır. O, Hicretin 11. senesinin 3. ayı olan Rebiyülevvelin 12’sinde, Pazartesi sabahı vefat etmiştir.499 Faizin kalktığını ilan etmesinden ve-fatına kadar 3 kameri ay ve 3 gün geçmiştir. Allah’ın Elçisi Veda Hutbesinde şöyle demiştir:

“Cahiliye faizi kaldırılmıştır. İlk faizi kaldırıyorum, bizim faizimizi, (amcam) Abbâs b. Abdulmuttalib’in faizini. Onun tamamı kaldırılmıştır.”500

Burada kaldırılan, herkesin bildiği faizdir. Bu yüz-den kimse bu konuda soru sorma ihtiyacı duymamıştır. Nebîmizin koyduğu, altı mal ile ilgili yasağın, konunun özünü oluşturmadığı, faiz yasağının çevresinde bir ko-ruma duvarı oluşturduğu, bu hadisten de anlaşılabilir.

499. Safiyyu’r-Rahman el-Mubârekfûrî, er-Rahîk’ul-mahtûm, s. 431.500. Ebû Dâvûd, Menâsik, 57.

Page 420: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar
Page 421: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 421 -

35.Konu

RÜŞVET

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

ام لتأكلوا فريقا من ول تأكلوا أموالكم بينكم بالباطل وتدلوا بها إلى الحكثم وأنتم تعلمون. أموال الناس بال

“İnsanların mallarından bir kısmını, günaha gire-rek, bile bile yemek için o mallarla yetkililere ulaşma-yın.” (Bakara 2/188)

Rüşvet rişâ kelimesinden alınmıştır. Rişâ ip de-mektir.501 Rüşvet, ipi kovaya bağlayıp kuyunun suyuna ulaşmaya benzer. Rüşvet alan, kova gibidir. Rüşvet veren, onu kullanarak hakkı olmayan bir mala ulaşır.

Âyet rüşveti iki şarta bağlamıştır:

1. Başkasının malını bile bile haksız yere yeme amacı.

2. Bu amaca ulaşmak için yetkililere mal verme eylemi.

501. Kamus tercümesi, رشو mad.

Page 422: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 422 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Kişi, kendi hakkını almak için yetkili kişiye mal verirse bakılır: Yetkili, bir şey beklemeden görevini yap-mışsa verilen mal hediye olur. Görevini, hakkı olmayan bir malı alma şartıyla yapmışsa o mal, alan için rüşvettir ama veren için değildir. Çünkü veren, bir hakkını almak için vermek zorunda kalmıştır.

Mesela ev yapmak için gereken bütün işlemleri tamamladığı halde ilgili makamdan hakkı olan ruhsatı alamayan kişi, rüşvet vermek zorunda kalırsa verene değil, alana haram olur. Ama başkasının hakkını almak için olursa ikisine de haram olur.

Page 423: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 423 -

36.Konu

AVCI TOPLUM

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

ا مم لنا يخرج ربك لنا فادع واحد طعام على نصبر لن موسى يا قلتم وإذ أتستبدلون قال وبصلها وعدسها وفومها ائها وقث بقلها من الرض تنبت وضربت سألتم ما لكم فإن مصرا اهبطوا خير هو بالذي أدنى هو الذي يكفرون كانوا بأنهم ذلك اهلل من بغضب وباءوا والمسكنة لة الذ عليهم

ين بغير الحق ذلك بما عصوا وكانوا يعتدون. بي ويقتلون الن بآيات اهلل“Bir ara şöyle demiştiniz: “Musa! Biz tek çeşit

yemeğe katlanamayız. Haydi, bizim için Rabbine yalvar, bize yerde yetişen şeylerden çıkarsın; sebze-sinden, hıyarından, sarımsağından, mercimeğinden ve soğanından...” O da şöyle demişti: “Yani üstün olanı daha aşağı olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? İnin bir şehre, orada istediğiniz her şeyi bulursunuz”. Başlarına sefillik ve çaresizlik çöktü. Tekrar Allah’ın azabına çarpıldılar. Evet, öyle! Çünkü Allah’ın âyet-lerini görmezlikten geliyorlar, Nebîlerini haksız yere

Page 424: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 424 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

öldürüyorlardı. Evet, öyle! Çünkü isyana dalıyorlar ve aşırı gidiyorlardı.” (Bakara 2/61)

“...Üstün olanı daha aşağı olanla değiştirme” ... gıdaların karşılaştırılması şeklinde yorumlanmıştır. Bize göre burada karşılaştırılan, tarım toplumu ile avcı toplumdur. Çünkü âyette yer alan istekler, Yahûdileri tarım toplumu haline getirir. Halbuki kudret helvası ve bıldırcın avı, onları avcı toplum yapmıştı. Böyle toplumlar, av peşinde koştukları için çok gezer ve yeni şeyler öğrenme konusunda duyarlı ve istekli olurlar. Güvenliklerini de en üst düzeyde sağlarlar.

Toprağa bağlı olanların dünyaları toprakları ile sınırlı olur. Gelişmeleri takip edemez, kolayca sömürü-lürler. “Yerin bitirdiği sebze, hıyar, sarımsak, mercimek ve soğan”ı tercih edenlerin “... başlarına sefillik ve çare-sizlik çökmüş....” olmasının sebebi bu olmalıdır. Çölde kalan Yahûdiler ise Calut’u yenerek büyük bir başarı elde etmişlerdi.

Bugünkü Yahudilerde de çoğunlukla avcı toplumu özelliği görülür. Av aletleri artık para; peşine koştukları ise ekonomik değeri olan işlerdir. Dünyanın neresinde önemli bir ekonomik değer üretilirse onları orada bal-mak mümkün olur.

Musa aleyhisselam onların talep ettikleri yiyecek-leri küçük görmedi, “… İnin bir şehre, orada istediğiniz her şeyi bulursunuz” dedi. Yani istediğiniz yiyecekleri elde etmek için tarım yapmanız gerekmez. Hangi şehre inseniz onları bulursunuz, demiş oldu. Böylece onları, tarım yerine ticarete de teşvik ediyordu.

Page 425: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 425 -

37.Konu

CEZA HUKUKU PRENSİPLERİ

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

اهلل واتقوا عليكم اعتدى ما بمثل عليه فاعتدوا عليكم اعتدى فمن قين. مع المت واعلموا أن اهلل

“Size kim saldırırsa, siz de ona, size yaptığı saldı-rıya denk bir saldırı yapın. Allah’tan sakının. Bilin ki, Allah sakınanlarla beraberdir.” (Bakara 2/194)

Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem Veda Hutbesi’nde şöyle seslendi:

- “Ey insanlar! Bugün hangi gün?”

- “Haram (dokunulmaz) gün” diye cevap verdiler.

- “Bu şehir hangi şehir?” dedi;

- “Haram (dokunulmaz) şehir” dediler.

- “Bu ay hangi ay?” dedi;

- “Haram (dokunulmaz) ay” dediler.

- Dedi ki: İşte sizin kanlarınız, mallarınız ve özel hayatınız (ırzınız) da tıpkı bu gününüzün, bu ayda ve

Page 426: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 426 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

bu şehirde dokunulmazlığı gibi dokunulmazdır. Bu sözü birkaç defa tekrarladı, sonra başını kaldırdı ve “Allahım! Tebliğ ettim mi?” dedi.502

Can dokunulmazlığı, mal dokunulmazlığı ve özel hayatın dokunulmazlığı... Bunlara saldırı olursa, saldır-gana karşı, yaptığına denk bir saldırı hakkı doğar. Saldırı, verilen zararın giderilmesinden sonra gerçekleşir. Böylece saldırgan, yaptığı suça denk bir cezaya çarptırıl-mış olur. İşte bu, ceza hukukunun temel prensibidir. Şu üç âyet, bu prensibe vurgu yapmaktadır:

ابرين. وإن عاقبتم فعاقبوا بمثل ما عوقبتم به ولئن صبرتم لهو خير للص“Eğer ceza vermek isterseniz size ne yapıldıysa

onun dengiyle ceza verin. Katlanacak olursanız kuşku-suz bu, katlananlar için daha iyidir.” (Nahl 16/126)

لعفو اهلل إن اهلل لينصرنه عليه بغي ثم به ما عوقب بمثل ومن عاقب ذلك غفور.

“Bu böyledir; kim kendine yapılan saldırıya aynı ile karşılık verir, sonra yine saldırıya uğrarsa, elbette Allah ona, yardım eder. Allah affeder ve bağışlar.” (Hac 22/60)

يحب ل إنه اهلل على فأجره وأصلح عفا فمن مثلها ئة سي ئة سي وجزاء الظالمين.

“Bir kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür. Kim affeder ve arayı düzeltirse onun ödülü Allah’a aittir. Allah yanlış davrananları sevmez.” (Şurâ 42/40)

Her suçun ahiret boyutu da vardır. Ahirette ceza görmemek için tevbe gerekir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

غفورا رحيما. يجد اهلل ومن يعمل سوءا أو يظلم نفسه ثم يستغفر اهلل502. Buhari, Hacc, 132.

Page 427: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 427 -

CEZA HUKUKU PRENSİPLERİ

“Kim bir kötülük işler veya kendini kötü duruma sokar, sonra Allah’tan bağışlanma dilerse, görür ki Allah’ın bağışlaması çok, ikramı boldur.” (Nisa 4/110)

Bu genel prensiplerden sonra can, mal ve özel haya-tın dokunulmazlığı ile ilgili âyetler ve hadisler vardır. Bunlara karşı işlenen suçlara verilen cezalar, yukarıdaki prensiplere uygundur.

37.1. Can Dokunulmazlığına Saldırı

Cana saldırı, hata ile olmuşsa diyet ve keffaret; kasıtlı ise kısas ve ebedi Cehennem cezası gerekir.

37.1.1. Diyet ve Keffaret Cezası

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

رقبة فتحرير خطأ مؤمنا قتل ومن خطأ إل مؤمنا يقتل أن لمؤمن كان وما وهو لكم عدو قوم من كان فإن قوا د يص أن إل أهله إلى مسلمة ودية مؤمنة مؤمن فتحرير رقبة مؤمنة وإن كان من قوم بينكم وبينهم ميثاق فدية مسلمة إلى أهله وتحرير رقبة مؤمنة فمن لم يجد فصيام شهرين متتابعين توبة من

عليما حكيما. وكان اهلل اهلل“Bir müminin bir mümini öldürmesi olacak şey

değildir; hata ile olmuş başka. Kim bir mümini hata ile öldürürse, mümin bir köleyi azad ve öldürülenin ailesine teslim edilecek bir diyet gerekir; aile bağışlarsa başka. Öldürülen mümin, size düşman bir toplumdan ise bir mümin köleyi azad gerekir. Sizinle antlaşmalı bir toplumdan ise ailesine teslim edilecek diyet ve bir mümin köleyi azad etmek gerekir. Köle bulamayan, Allah’a tevbe için peş peşe iki ay oruç tutar. Allah bilir ve doğru karar verir.” (Nisa 4/92)

Canı Allah verdiğinden suç, asıl ona karşı işlenmiştir. Köle, ölü gibidir. Onu özgürlüğüne kavuşturmak ölüyü diriltmek gibi olduğundan bir mümin köleyi özgürlüğe

Page 428: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 428 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

kavuşturmak, verilen zararın tazminidir. Mümin köle bulamayan, iki ay aralıksız oruç tutar. Çünkü Allah kimseye gücünün yetmediği yükü yüklemez. Bunlar keffarettir. Keffaret, günahın örtüsüdür. Suçu örter ve bağışlanmasına sebep olur. Böylece suçlu Ahirette so-rumlu tutulmaz.

Adam öldürme suçuna denk ceza ise, ölünün ai-lesine ödenecek kan bedeli, yani diyettir. Böylece aile, kaybettiği bir ferdinden dolayı bir mala kavuşmuş ve düşmanlık hisleri zayıflamış olur.

37.1.2. Kısas ve Ebedi Cehennem Cezası

Kasten adam öldürmenin cezası Cehennem azabı-dır. Bir müminin hayatına kasten son veren, mutluluk hakkını kaybeder. Bu hüküm şu âyette geçer:

عليه ولعنه م خالدا فيها وغضب اهلل دا فجزاؤه جهن ومن يقتل مؤمنا متعموأعد له عذابا عظيما.

“Kim bir mümini kasten öldürürse onun cezası içinde ölümsüz olarak kamak üzere Cehennemdir. Allah ona gazap etmiştir, onu lanetlemiştir ve onun için pek büyük bir azap hazırlamıştır.” (Nisa, 4/93)

Katile ayrıca, işlediği suça denk bir ceza olmak üzere ölüm cezası verilir. Bu hüküm şu âyette geçer:

والعبد بالحر الحر القتلى في القصاص عليكم كتب آمنوا الذين أيها يا بالعبد والنثى بالنثى.

“Ey iman edenler! Adam öldürmelerde size kısas503 farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın.” (Bakara 2/178)

Katilin öldürülmesinde son söz, öldürülenin ailesi-ne aittir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

503. Kısas, işlenen suç ile verilen ceza arasında denkliği ifade eder.

Page 429: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 429 -

جعلنا فقد مظلوما قتل ومن بالحق إل اهلل م حر التي النفس تقتلوا ول ه سلطانا فال يسرف في القتل إنه كان منصورا. لولي

“Allah’ın dokunulmaz kıldığı kimseyi öldürmeyin, hukuka uygunsa başka. Haksız yere kim öldürülürse onun velisine yetki verdik o da öldürme işinde taşkın-lık etmesin. Çünkü o, yardım görmüştür.” (İsrâ 17/33)

Öldürülenin ailesi katili bağışlayabilir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

ذلك بإحسان إليه وأداء بالمعروف فاتباع شيء أخيه من له عفي فمن تخفيف من ربكم ورحمة فمن اعتدى بعد ذلك فله عذاب أليم.

“Kim öldürülenin kardeşi tarafından bir bedel kar-şılığı bağışlanırsa, marufa uysun ve bedeli güzelce öde-sin. Bu, Rabbiniz tarafından bir hafifletme ve ikramdır. Her kim düşmanlığı bundan sonra da sürdürürse, ona acı bir azap vardır.” (Bakara 2/178)

Alınacak diyeti Nebîmiz şöyle açıklamıştır:

“Kim bir mümini kasten öldürürse öldürülenin ve-lilerine teslim edilir. İsterlerse onu öldürürler, isterlerse diyetini alırlar. Diyet otuz hıkka yani dört yaşına girmiş dişi deve, otuz cezea yani beş yaşına girmiş dişi deve ve kırk halifa yani hamile devedir. Bu, kasten öldürmenin diyetidir. Taraflar karşılıklı olarak bir şey üzerinde de anlaşabilirler. Bu, diyet-i muğallazadır.”504

Katil tevbe edebilir. Çünkü tevbe ile bağışlanmaya-cak suç yoktur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

يغفر إن اهلل قل يا عبادي الذين أسرفوا على أنفسهم ل تقنطوا من رحمة اهللحيم. وأنيبوا إلى ربكم وأسلموا له من قبل نوب جميعا إنه هو الغفور الر الذ

أن يأتيكم العذاب ثم ل تنصرون.504. Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. II, s. 217. Diyet-i muğallaza, ağırlaştırılmış diyet demektir.

CEZA HUKUKU PRENSİPLERİ

Page 430: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 430 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

“Aşırı giderek kendini tüketen kullarıma de ki; Allah’ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin. Allah bütün günahları bağışlar. Onun bağışlaması çok, ikramı boldur. Siz Rabbinize yönelin; azap gelmeden önce ona teslim olun; sonra yardım görmezsiniz.” (Zümer 39/53-54)

إل بالحق م اهلل إلها آخر ول يقتلون النفس التي حر والذين ل يدعون مع اهللول يزنون ومن يفعل ذلك يلق أثاما. يضاعف له العذاب يوم القيامة ويخلد ئاتهم سي ل اهلل يبد فأولئك من تاب وآمن وعمل عمال صالحا إل مهانا. فيه

غفورا رحيما حسنات وكان اهلل“Rahman’ın kulları, Allah ile beraber başka bir

tanrıyı yardıma çağırmaz, Allahın dokunulmaz kıldığı canı, onun haklı saydığı bir sebep505 yoksa öldürmez ve zina etmezler. Bunları yapan mahrumiyetle karşılaşır. Kıyâmet günü azâbı katlanır ve o azab içinde alçaltıl-mış olarak ölümsüzleşirler. Tevbe etmiş, inanmış ve iyi iş yapmışsa başka. Allah onların kötülüklerini iyiliğe çevirir. Allah bağışlar, ikram eder.” (Furkan 25/68-70)

37.2. Mal Dokunulmazlığına Saldırı

Buna hırsızlık suçu örnek olabilir. Hırsız, belli nisa-ba ulaşmış bir malı, saklandığı yerden çalarsa eli kesilir. Diğer hırsızların cezası farklıdır.

37.2.1. Malı Saklandığı Yerden Çalmak

Saklandığı yerden çalınan mal sahibine iade edilir. Çünkü hırsızlık mal kazanma yolu değildir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin.” (Bakara 2/188)

Bir malı saklandığı yerden çalan, üç suç işlemiş olur. Biri mal sahibine, ikincisi topluma, üçüncüsü Allah’a

505. Bunlar kısas (Bakara 2/178), savaşta vuruşma anı (Muhammed 47/4) ve terör (Maide 5/33) suçlarıdır.

Page 431: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 431 -

karşı işlenmiştir. Bu üç suçun cezası suçlunun elini kesmektir. El kesme cezasının caydırıcı özelliği vardır. Eli kesilen hırsız, ölene kadar, bu konuda çevresine ders olur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

عزيز واهلل ارقة فاقطعوا أيديهما جزاء بما كسبا نكال من اهلل ارق والس والسحكيم.

“Erkek olsun, kadın olsun hırsızların ellerini kesin ki, işlediklerine karşılık bir ceza, Allah tarafından bir nekâl olsun. Allah güçlüdür, doğru karar verir.” (Maide 5/38)

Nekâl (النكال), başkasını zayıflatıp gücünü kıran şeye denir.506 Bu da cezanın caydırıcı özelliğidir. Suçlu, yakalanmadan teslim olur ve iyi hal gösterirse nekâl’dan kurtulur, sadece ceza ödemekle yükümlü olur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

غفور رحيم. يتوب عليه إن اهلل فمن تاب من بعد ظلمه وأصلح فإن اهلل“Kim, yaptığı bu yanlıştan sonra tövbe eder,

düzelirse, Allah onun tevbesini kabul eder. Allah’ın bağışlaması çok, ikramı boldur.” (Maide 5/39)

Onun cezası, çaldığı malın dengi bir mal vermesidir. Bu husus bundan sonraki bölümde anlatılacaktır.

37.2.2. Saklı Olmayan Malı Çalmak

Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve selleme ağaçta-ki meyve soruldu, dedi ki: “İhtiyacı olduğu için ondan yiyen ama eteğine koyup götürmeyene bir şey gerekmez. Kim bir şey alıp götürürse iki katıyla öder ve ayrıca bir cezaya (ukubet’e) çarptırılır.”507

Ağaçtaki meyveyi eteğine koyup götüren üç suç işle-miş olur. Biri meyve sahibine, diğeri topluma, üçüncüsü

506. Müfredât , نكل mad. 507. Ebû Davûd, Lukata, 1.

CEZA HUKUKU PRENSİPLERİ

Page 432: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 432 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

de Allah’a karşıdır. Meyve sahibine, çaldığı meyveyi ve bir o kadarını öder. Yani iki kilo meyve çaldıysa iki kilo ile beraber iki kilo daha verir.

Bu şahıs, mal güvenliğini ortadan kaldırdığı için topluma karşı suçludur. Bu suçun cezası, yetkili maka-mın takdirine bırakılmıştır.

37.2.3. Buluntu Malı Sahiplenme

Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir:

“Buluntu deve saklanırsa o deveyi, onun gibi bir deve ile birlikte vermek gerekir.”508

Burada suç, o deveyi sahiplenme suçudur. Kaçmış deveyi yakalamak suç olmadığından bu kişiye başka ceza verilmez.509

37.3. Özel Hayatın Dokunulmazlığına Saldırı

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

ثمانين فاجلدوهم شهداء بأربعة يأتوا لم ثم المحصنات يرمون والذين جلدة ول تقبلوا لهم شهادة أبدا وأولئك هم الفاسقون.

“İffetli kadınlara zina suçu atan, sonra dört ş‏ahit getiremeyenlere seksener değnek vurun. Onların şa-hitliğini hiçbir zaman kabul etmeyin. Onlar yoldan çıkmışlardır” (Nur 24/4)

Zina cezası 100 değnektir. Bir kadının zina ettiğini iddia eden kişi, bu iddiasını ispatlayamasa dahi kadın töhmet altında kalır ve eski konumunu kaybeder. Suçu gerçekten işlemiş de olabilir. Bu durumda suçu ispat-lansa, itibarı daha çok düşer. Dolayısıyla namuslu bir kadına zina suçu atan kişiye, zina cezasından az bir ceza

508. Ebû Davûd, Lukata, 1.509. Ömer b. el-Hattâb’ın bu hadisi uyguladığı, Ahmed b. Hanbel’in de bu görüşte olduğu bil-

dirilmiştir. Diğer fakihler bu görüşte değillerdir. Bkz. Hattâbî, Meâlimu’s-Sünen, c.II. s. 339.

Page 433: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 433 -

uygulanır ve seksen değnek vurulur. Bu onun verdiği

zararın tazmini gibidir. Çünkü dört şahit bulabilseydi,

kendisi ile beş olacaktı. Bulamadığı için 100 değnek

beşe bölünmüş ve şahitlerin payına düşen 80 değnek

vurulmuştur. Zina cezasının beşte biri olan 20 değnek

toplam cezadan düşülmüştür.

İftira kadını yıpratır. Buna karşılık iftiracıya, bir

daha şahitliğinin kabul edilmemesi cezası verilir. Bu

ceza da onu yıpratır. İnsanlar böyle bir kadını bir süre

gözlem altında tutarlar ve iyi hali sabit olunca onun

yanında yer alır ve iftiracıyı baskı altında tutarlar. Ama

iftiracı tevbe eder ve iyi hali sabit olursa o zaman şahit-

liği kabul edilir. Bunu şu âyetten anlıyoruz:

غفور رحيم. إل الذين تابوا من بعد ذلك وأصلحوا فإن اهلل“Bundan sonra, tövbe eden ve kendini düzeltenler

başka. Allah’ın bağışlaması çok, ikramı boldur.” (Nur

24/5)

37.4. Ceza Hukukunun Diğer Sahaları

Burada zina suçu ve dine saldırı örnek olarak

verilecektir.

37.4.1. Zina Suçu

Zina yapan kişi, namuslu biriyle evlenme hakkını

kaybeder. Bu, verilen zararın tazmini gibidir. Allah

Teâlâ şöyle buyurur:

مشرك أو زان إل ينكحها ل انية والز مشركة أو زانية إل ينكح ل اني الزم ذلك على المؤمنين. وحر

“Zina eden erkek, ancak zina eden veya müşrik

olan bir kadınla evlenebilir. Zina eden kadınla da,

CEZA HUKUKU PRENSİPLERİ

Page 434: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 434 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

ancak zina eden veya müşrik olan bir erkek evlenebilir.

Bunlar müminlere haram kılınmıştır.” (Nur 24/3)

Zina suçunun cezası ise 100 değnektir. Konu ile

ilgili geniş bilgi aşağıda gelecektir. Allah Teâlâ şöyle

buyurur:

اني فاجلدوا كل واحد منهما مئة جلدة ول تأخذكم بهما رأفة في انية والز الزمن طائفة عذابهما وليشهد الخر واليوم باهلل تؤمنون كنتم إن اهلل دين

المؤمنين.“Zina eden kadınla zina eden erkekten her birine

yüz kamçı vurun. Eğer Allah’a ve o son güne inanıyor-

sanız, Allah’ın verdiği cezayı yerine getirirken onlara

karşı yumuşamayın. İnananlardan bir takım da onlara

yapılan azabı gözleriyle görsün.” (Nur 24/2)

Zinakâra neden 100 değnek vurulduğunu kavramak

mümkün olmadığından Allah Teâlâ bunun, kendi verdiği

ceza olduğunu söyleyerek tartışma kapısını kapamıştır.

Zina eden kişi tevbe eder ve ıslah olursa namuslu

mümin kadınlarla evlenebilir. Bu âyetlerin devamında

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

غفور رحيم. إل الذين تابوا من بعد ذلك وأصلحوا فإن اهلل“Bundan sonra tevbe edip ıslah olanlar başka.

Allah bağışlar, ikramı boldur.” (Nur 24/5)

Allah, bol ikramıyla böylelerinin günahını sevaba

çevirir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

إل بالحق م اهلل إلها آخر ول يقتلون النفس التي حر والذين ل يدعون مع اهللول يزنون ومن يفعل ذلك يلق أثاما. يضاعف له العذاب يوم القيامة ويخلد ئاتهم سي ل اهلل يبد فأولئك من تاب وآمن وعمل عمال صالحا إل مهانا. فيه

Page 435: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 435 -

غفورا رحيما. ومن تاب وعمل صالحا فإنه يتوب إلى اهلل حسنات وكان اهللمتابا.

“Rahman’ın kulları, Allah ile beraber başka bir tanrıyı yardıma çağırmaz, Allahın dokunulmaz kıldığı canı, onun haklı saydığı bir sebep510 yoksa öldürmez ve zina etmezler. Bunları yapan mahrumiyetle karşılaşır. Kıyâmet günü azâbı katlanır ve o azab içinde alçaltıl-mış olarak ölümsüzleşirler. Tevbe etmiş, inanmış ve iyi iş yapmışsa başka. Allah onların kötülüklerini iyiliğe çevirir. Allah bağışlar, ikram eder.” (Furkan 25/68-70)

37.4.2. Gayr-i Müslimlerle İlişkiler

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

ين ولم يخرجوكم من دياركم أن عن الذين لم يقاتلوكم في الد ل ينهاكم اهلل عن الذين يحب المقسطين. إنما ينهاكم اهلل وهم وتقسطوا إليهم إن اهلل تبرين وأخرجوكم من دياركم وظاهروا على إخراجكم أن تولوهم قاتلوكم في الد

ومن يتولهم فأولئك هم الظالمون.“Allah, din hususunda sizinle savaşmayan ve sizi

yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik etmenizi ve değer vermenizi yasaklamaz. Allah değer bilenleri sever.511 Allah sadece, din hususunda sizinle savaşmış, sizi yurdunuzdan çıkarmış ve çıkarılmanıza destek vermiş kimselere yakınlık göstermenizi yasaklar.512 Onlara yakınlık gösterenler zalimlik etmiş olurlar.” (Mümtehine 60/8-9)

510. Bunlar kısas (Bakara 2/178), savaşta vuruşma anı (Muhammed 47/4) ve terör (Maide 5/33) suçlarıdır.

511. Sözü edilen yasak, Mümtehine 1. âyetteki “sevgi gösterme” yasağıdır. Şartlar ortadan kal-kınca yasak da kalktığından bu âyetekiأن تقسطوا ifadesi, “onlara sevgiden pay vermeniz” an-lamında olur. Tercümeyi “değer vermeniz”şeklinde yapmamız bundandır.

512. Müslümanlardan başkasını veli edinmeyi Maide 57. âyet yasakladığı için buradaki (onları veli edinmeniz = أن نتولوهم) ifadesi bir önceki âyette geçen iyilik ve sevgi ile sınırlı olur. Bunun için meâl, “onlara yakınlık göstermeniz…”şeklinde yapılmıştır.

CEZA HUKUKU PRENSİPLERİ

Page 436: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 436 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Âyetler, gayrimüslimler için üç kırmızı çizgi belirlemiştir:

1. Dinimizden dolayı bizimle savaşmaları,

2. Bizi yurdumuzdan çıkarmaları,

3. Yurdumuzdan çıkaranlara destek vermeleri.

Bu çizgileri çiğneyenlerle dostluk kuramayız. Bizimle savaşanlara karşı Allah Teâlâ şu emri vermiştir:

ل يحب المعتدين الذين يقاتلونكم ول تعتدوا إن اهلل وقاتلوا في سبيل اهللواقتلوهم حيث ثقفتموهم وأخرجوهم من حيث أخرجوكم والفتنة أشد من قاتلوكم فإن فيه يقاتلوكم حتى الحرام المسجد عند تقاتلوهم ول القتل غفور رحيم. وقاتلوهم حتى فاقتلوهم كذلك جزاء الكافرين. فإن انتهوا فإن اهلل

فإن انتهوا فال عدوان إل على الظالمين. ين هلل ل تكون فتنة ويكون الد“Size savaş açanlarla Allah yolunda savaşın.

Haksız saldırı yapmayın. Allah, haksız saldırı yapanları sevmez. Onları yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkar-dıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, öldürmeden beterdir. Mescid-i Haram513 yanında onlarla savaşma-yın; kendileri savaş açarlarsa başka. Eğer savaşırlarsa, onları öldürün. O kâfirlerin cezası işte böyledir. Savaşa son verirlerse Allah bağışlar, ikram eder. Onlarla sava-şın ki, fitne ortadan kalksın; din Allah’ın dini olsun. Savaşa son verirlerse, zalimlerden başkasına düşman-lık edilmez.” (Bakara 2/190-193)

Müslümanlar, Bedir, Uhûd ve Hendek’te ken-dilerine saldıran Mekkelilerle savaşmış ve başarılı olmuşlardı. Hicretin 6. yılında, bugünkü Mekke’nin yerleşim alanında olan Hudeybiye’de 10 yıl sürecek bir barış anlaşması imzalamışlar ama Mekkeliler anlaş-mayı bozmuşlardı. Bunun üzerine Nebîmiz hicretin 8. yılı Ramazan ayında Mekke’yi fethetmiş514, anlaşmayı

513. Mescid-i Haram, Mekke’de Kabe’nin bulunduğu yerin adıdır.514. Muhammed Hamidulah, İslam Peygamberi, Ankara 2003, c. II, s. 271, paragraf 451.

Page 437: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 437 -

bozan savaş suçlularına ertesi yılın Zilhicce ayına kadar yani tam 15 ay dokunmamıştı. Hicretin 9. yılında Hac mevsiminde inen aşağıdaki âyetler, onlara verilmiş ültimatomdu.

ورسوله إلى الذين عاهدتم من المشركين. فسيحوا في الرض براءة من اهلل مخزي الكافرين. وأذان وأن اهلل أربعة أشهر واعلموا أنكم غير معجزي اهللالمشركين من بريء اهلل أن الكبر الحج يوم الناس إلى ورسوله اهلل من تبتم فهو خير لكم وإن توليتم فاعلموا أنكم غير معجزي اهلل ورسوله فإن لم ثم المشركين من عاهدتم الذين إل أليم. بعذاب كفروا الذين ر وبشتهم إن وا إليهم عهدهم إلى مد ينقصوكم شيئا ولم يظاهروا عليكم أحدا فأتمحيث المشركين فاقتلوا الحرم الشهر انسلخ فإذا قين. المت يحب اهللوجدتموهم وخذوهم واحصروهم واقعدوا لهم كل مرصد فإن تابوا وأقاموا

غفور رحيم. كاة فخلوا سبيلهم إن اهلل الة وآتوا الز الص“Antlaşma yaptığınız müşriklere, Allah ve Elçisi

tarafından yapılan son uyarıdır:

Bu topraklarda dört ay dolaşın. Bilin ki, siz Allah’ı

yıldıramazsınız. Ama Allah, kendini görmezlikten

geleni rezil eder.

Bu büyük hac gününde Allah’ın ve Elçisi’nin bütün

insanlara duyurusu şudur: Allah’ın o müşriklerle bir

ilişiği yoktur; Elçisinin de öyle. Ey müşrikler, tövbe

ederseniz hayrınıza olur. Sırt çevirirseniz bilin ki, siz

Allah’ı yıldıramazsınız. Görmezlik edenlere acıklı bir

azabı müjdele.

Bu uyarı, sizinle antlaşma yapmış ve daha sonra

bir kusur işlememiş, size karşı kimseye destek verme-

miş olanları kapsamaz. Onlara karşı olan andınızı sü-

resinin sonuna kadar koruyun. Allah korunanları sever.

CEZA HUKUKU PRENSİPLERİ

Page 438: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 438 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

(Dört) yasak ay515 çıkınca o müşrikleri, bulduğu-nuz yerde öldürün. Onları yakalayın, onları kuşatın, onlar için her gözetleme yerinde oturun. Ama tövbe ederler, namaz kılarlar, zekât verirlerse serbest bırakın. Allah’ın bağışlaması çok, ikramı boldur.” (Tevbe 9/1-5)

Ulemanın çoğunluğuna göre bu âyetlerin sonuncu-su, yukarıda geçen Mümtahine 8 ve 9. âyetlerini nes-hetmiştir. Bu sebeple müşriklerle ilişkide bu âyeti esas almışlardır.516 Burada nesih mümkün değildir. Âyetler üzerinde düşünen herkes bunu kolayca anlar. Bu iddia, siyasi baskılarla ortaya çıkmış olabilir. Sebep ne olursa olsun, kabul edilebilecek bir yanı yoktur.

37.4.3. Dinden Dönme (İrtidad)

Mezhepler, dinden dönen, Nebîye söven veya hakaret eden kişilerin öldürülmesi konusunda ittifak etmişlerdir.517Nebîye hakaret konusu bundan sonraki başlıkta incelenecektir. Dinden dönüp kâfir olanlarla ilgili olarak şöyle buyrulmuştur:

هم يحب بقوم اهلل يأتي فسوف دينه عن منكم يرتد من آمنوا الذين أيها يا اهلل سبيل في يجاهدون الكافرين على ة أعز المؤمنين على أذلة ويحبونه

واسع عليم. يؤتيه من يشاء واهلل ول يخافون لومة لئم ذلك فضل اهلل“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse,

Allah onların yerine bir toplum getirir; o onları sever, onlar da onu severler. Müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı sert olurlar. Allah yolunda savaşa atılır, kınayanın kınamasından korkmazlar. İşte bu, Allah’ın vergisidir, doğru tercihte bulunana verir. Allah’ın im-kânları geniştir, her şeyi bilir..” (Maide 5/54)

515. Yukarıdaki uyarı, haram aylarının sonuncusu Zilhicce ayında yapılmıştı. Buradaki haram aylar (el-eşhuru’l-hurum) bilinen haram aylar değil, ikinci âyette belirtilen dört aydır. Haram denmesi, bu süre içinde muhatapların dokunulmaz sayılmasından dolayıdır.

516. Ebûbekr el-Cessas, Ahkâmu’l-kur’ân, c. III, s. 437.517. Vehb’ez-Zuhaylî, el-Fıkh’ul-islâmî ve edilletuh, 3. bas. Dımaşk 1409/1989, c. VI, s. 184,

hadd’ur-riddeh.

Page 439: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 439 -

Mukatil b. Süleyman’ın (ö. 150/767) bildirdiğine göre 12 kişi Müslüman iken kâfir olmuşlar, düşünceli bir şekilde Medine’den çıkmış, Mekke yolunu tutmuş-lar ve Mekke kâfirlerine karışmışlardı. Sonra içlerinden Haris b. Süveyd pişman olup geri döndü ve kardeşi Cülâs’a haber gönderdi: “Ben tevbe ederek geri döndüm, Nebîden öğren bakalım, tövbeye hakkım var mı, yoksa

Şam’a gideyim” dedi. Cülâs durumu Nebîmize bildirdi

ama cevap alamadı. Sonra şu âyetler indi:518

وجاءهم حق سول الر أن وشهدوا إيمانهم بعد كفروا قوما اهلل يهدي كيف لعنة اهلل أن عليهم أولئك جزاؤهم القوم الظالمين. ل يهدي نات واهلل البيهم ول العذاب عنهم ف يخف ل فيها خالدين أجمعين. والناس والمالئكة

غفور رحيم. ينظرون. إل الذين تابوا من بعد ذلك وأصلحوا فإن اهلل“İnandıktan sonra kâfir olan bir topluma, Allah hiç

dirlik ve düzenlik verir mi? Bunlar, kendilerine açık

belgeler gelince o Elçi’nin doğru olduğuna şahit olmuş

kimselerdir519. Allah yanlışlar içinde olan bir topluluğu

yola getirmez.

Onlar var ya, onların cezası; Allah’ın, meleklerin ve

bütün insanların lanetidir. Sürekli o lanet içinde kalırlar.

Sıkıntıları hafifletilmez; onlara göz de açtırılmaz. Olup

bitenden sonra tevbe edip durumunu düzeltmiş olanlar

başka. Çünkü Allah çok bağışlar ve ikramı boldur.” (Al-i

İmran 3/86-89)

ن م ولـكن باليمان مطمئن أكرهوقلبه من إل إيمانه بعد من باهلل كفر من بأنهم .ذلك عظيم عذاب ولهم اهلل ن م غضب صدرافعليهم بالكفر شرح . الكافرين القوم يهدي ل اهلل الخرةوأن على نيا الد الحياة استحبوا 518. Tefsîru Mukatil b. Süleyman, Tahkik: Ahmed Ferîd, Beyrut 1424/2002, c. 1, s. 180-181. .hal cümlesi sayılmıştır و جائهم البينات .519

CEZA HUKUKU PRENSİPLERİ

Page 440: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 440 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

أولـئكالذين طبع اهلل على قلوبهم وسمعهم وأبصارهموأولـئك هم الغافلون . ل جرم أنهم فيالخرة هم الخاسرون .

“Ağır baskı altında olanlar bir yana; kim kalbi imanla rahatladıktan sonra kâfir olur ve kâfirliği içine sindirirse, Allah’ın öfkesi onların üstünde olur. Onlar için büyük bir azap vardır.

Bu onların, şimdiki hayatı sonrakinden çok sevme-leri sebebiyledir. Allah kâfirler topluluğunu yola getir-mez. İşte Allah’ın kalpleri, işitme ve görme organları üzerinde yeni bir tabiat oluşturduğu kimseler bunlar-dır. Bunlar, ne yapıklarının farkında değillerdir. Zerre kadar şüphe yok ki, sonraki hayatta onlar kaybetmiş olacaklardır.” (Nahl 16/16-109)

Demek ki, dinden dönüp kâfir olanın cezası, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti ve Ahireti kaybet kaybetmektir. Tevbe eden olursa bunlardan kur-tulur. Bu hüküm açık olduğu halde mezheplerin, dinden döneni öldürme konusunda ittifak etmeleri şaşırtıcıdır. Hanefilerin bu konuda dayandıkları âyet şudur:

قل للمخلفين من العراب ستدعون إلى قوم أولي بأس شديد تقاتلونهم أو أجرا حسنا وإن تتولوا كما توليتم من قبل يسلمون فإن تطيعوا يؤتكم اهلل

بكم عذابا أليما. يعذ“Çöl araplarından geride bırakılanlara de ki: “Siz

çok güçlü bir topluma karşı çağrılacak, onlarla sava-şacaksınız veya teslim olacaklardır. Eğer emre boyun eğerseniz Allah size güzel bir karşılık verir. Bundan önce yüz çevirdiğiniz gibi yine yüz çevirirseniz sizi acıklı bir azaba uğratacaktır.” (Fetih 48/16)

Bu âyetin “onlarla savaşacaksınız veya teslim ola-caklardır.” bölümünü, dinden dönenin öldürülmesinin

Page 441: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 441 -

delili sayılmıştır.520 Bu âyetten böyle bir hüküm çıkar-mak imkânsızdır.

37.4.4. Dine Saldırı

Din, ana imtihan sahasıdır. İnsan, herhangi bir dini kabul veya reddedebilir. Yanlış din seçerse sonucuna katlanır. Doğruyu tespit için tartışmak gerekir. Bu tür tartışmalar, ceza hukuku sahasına girmez. Bunun doğu-racağı sıkıntılara katlanmak icap eder. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

لتبلون في أموالكم وأنفسكم ولتسمعن من الذين أوتوا الكتاب من قبلكم ومن الذين أشركوا أذى كثيرا وإن تصبروا وتتقوا فإن ذلك من عزم المور

“Mallarınız ve canlarınız konusunda yıpratıcı bir imtihandan geçirileceksiniz; bir de sizden önce Kitap verilenlerden ve müşriklerden üzücü çok söz işitecek-siniz; bunlardan kaçış olmaz. Eğer sabreder, korunur-sanız, işte bu kararlılık gerektiren işlerdendir. (Ali-i İmran 3/186)

Üzücü söz ve hakaret, kırmızı çizgilerden olmadığı için böylelerine karşı; sabırlı, tedbirli ve kararlı olma dışında bir yol gösterilmemiştir.

Nebîmiz, önce Müslüman olan, sonra dinden dönen ve problem kaynağı olan ikiyüzlülerden çok çekmiş ama onları cezalandırmamıştır. Münafikûn Suresi bu açıdan önemlidir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

يعلم إنك لرسوله واهلل واهلل إذا جاءك المنافقون قالوا نشهد إنك لرسول اهلل إنهم وا عن سبيل اهلل ة فصد يشهد إن المنافقين لكاذبون. اتخذوا أيمانهم جنل فهم قلوبهم على فطبع كفروا ثم آمنوا بأنهم ذلك يعملون. كانوا ما ساء يفقهون. وإذا رأيتهم تعجبك أجسامهم وإن يقولوا تسمع لقولهم كأنهم خشب أنى اهلل قاتلهم فاحذرهم العدو هم عليهم صيحة كل يحسبون دة مسن520. el-Kâsânî, el-Bedâiu’s-sanâi’, c. VII, s. 111.

CEZA HUKUKU PRENSİPLERİ

Page 442: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 442 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

ورأيتهم رءوسهم وا لو اهلل رسول لكم يستغفر تعالوا لهم قيل يؤفكونوإذا لن لهم تستغفر لم أم لهم أستغفرت عليهم سواء مستكبرون. وهم ون يصد ل يهدي القوم الفاسقين. هم الذين يقولون ل تنفقوا على لهم إن اهلل يغفر اهللولكن والرض ماوات الس خزائن وهلل وا ينفض حتى اهلل رسول عند من منها العز ليخرجن المدينة إلى رجعنا لئن يقولون يفقهون. ل المنافقين

ة ولرسوله وللمؤمنين ولكن المنافقين ل يعلمون العز الذل وهلل“O münafıklar sana geldiklerinde: “Biz şahidiz ki,

sen, gerçekten Allah’ın elçisisin” dediler. Allah biliyor ki, sen elbette onun elçisisin. Ama Allah şahit, o mü-nafıklar kesinlikle yalancıdırlar. Yeminlerini kalkan edip Allah’ın yolundan çekildiler. Ne kötü davranıyor-lar!.. Bu, şundandır: Onlar önce inandılar, sonra kâfir oldular. Sonra kalplerinde yeni bir yapı oluştu, artık anlamazlar. Onları gördüğün zaman kalıpları seni im-rendirir. Konuşurlarsa konuşmalarını dinlersin. Sanki dayalı kütükler gibidirler. Her gürültüyü aleyhlerine sayarlar. İşte düşman onlardır. Onlara karşı dikkatli ol. Allah canlarını alsın, nasıl da yalana sürükleniyorlar!

Onlara: “Gelin; Allah’ın elçisi sizin için bağış-lanma dilesin” dendiği zaman, başlarını çevirirler. Bakarsın ki; kendilerini büyük görerek geri çekiliyorlar. İster bağışlanmalarını dile, ister dileme; sonuç değiş-mez. Allah onları bağışlayacak değildir. Çünkü Allah karıştırıcılar takımını yola getirmez.

Onlar şu sözü bile söylediler: “Allah’ın elçisinin yanındakilere bir şey vermeyin, dağılıp gitsinler”. Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allah’ındır, ama o münafık-lar anlamazlar. Şöyle dediler: “Hele Medine’ye dönelim, güçlü olan, güçsüz olanı, elbette sürüp çıkaracaktır.” Oysa güç Allah’tadır, Elçisindedir ve inananlardadır, ama münafıklar bilmezler. (Münafikun 63/1–8)

Page 443: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 443 -

Zeyd b. Erkam bu âyetlerle ilgili şunları anlatmıştır: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’le birlikte bir savaşa gitmiştik. Ordu sıkıntılar içine girmişti. Abdullah b. Ubeyy arkadaşlarına şöyle dedi: “Allah’ın Elçisi’nin yanındakilere nafaka vermeyin ki dağılsınlar. Hele Medine’ye dönelim, güçlü olan, güçsüz olanı oradan çıkaracaktır.” Bunu hemen Nebîmize haber verdim. Abdullah b. Ubeyy’i çağırtıp sorguladı. O da böyle bir şey söylemedim diye yemin etti. “Zeyd yalan söyle-di” dediler. Bu bana çok ağır geldi. Sonra Allah Teâlâ Münafikûn suresini indirdi.”521

Elmalılı Muhammed Hamdi YAZIR özetle şu bilgi-leri verir:

Abdullah’ın, kavmi içinde itibarı vardı; büyük sayılırdı. Üseyd b. Hûdayr geldi. “Ey Allah’ın Elçisi!” dedi. “Ona aldırma, nazik davran. Vallahi, Allah seni gönderdiği sırada kavmi ona taç giydirmek için boncuk diziyordu. O seni, krallığını elinden almış görür”.

Abdullah b. Ubeyy’in oğlu Abdullah temiz bir mümin idi. Babasının yaptıklarını öğrenince Allah’ın Elçisi’nin huzuruna geldi “Ey Allah’ın elçisi! İşittim ki Abdullah b. Ubeyy’i size ulaşan sözünden dolayı öldür-mek istiyormuşsunuz. Eğer yapacaksanız bana emredin, başını getireyim. Vallahi, bütün Hazrec bilir ki içlerinde babasına benden saygılısı yoktur. Korkarım ki, başka birine emredersiniz, o babamı katleder, ben de babamın katilinin halk içinde gezmesine tahammül edemem, tutar onu vururum. Bir mümini bir kâfire karşılık öldür-müş olur bu sebeble ateşe girerim” dedi. Allah’ın Elçisi şöyle dedi:

“Hayır. Biz ona nazik davranırız. Aramızda olduğu müddetçe iyi davranırız.”522

521. Buhârî, Tefsir Münâfikûn Suresi. 4.522. Muhammed Hamdi YAZIR, Hak Dini Kur’an Dili, Cilt, VI, s. 5005–5008.

CEZA HUKUKU PRENSİPLERİ

Page 444: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Abdullah’ın davranışı her ne kadar çok kötü ise de üç kırmızı çizgiden birini çiğnemediği için yukarıdaki âyetler gereğince Nebîmiz ona iyi davranmıştır. Bu gibi-leri en çok rahatsız eden, doğruların söylenmesidir. âyet-lerde olduğu gibi yanlış davranışlarını sayıp döktükten ve cezayı hak ettikleri konusunda kamuoyu oluşmasını sağladıktan sonra iyi davranılması, onları yalnızlığa sü-rükler ve yandaşları dahi kendilerini terk etmeye başlar. Nitekim Nebîmizin iyi davranışı, Abdullah’ın çevresin-dekileri İslam’a kazandırmıştır.

Page 445: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 445 -

38.Konu

NESİH VE RECM CEZASI

Nesih sözlükte, iki şeyi yan yana getirip birin-deki yazıyı diğerine aktarma anlamına gelir.

Bir şeyi uygulamadan kaldırıp yerine başka bir şey koy-maya da nesih denir. Bir âyetteki hükmün başka âyetle hafifletilmesi böyledir. Birinci âyete mensuh ikincisine nâsih denir.523

Buna göre bir kişinin, yazdığı bir yazıyı bir başka yere aktarması nesihtir. Bu kişi o yazının bir bölümünü çıkarır, bir bölümünü değiştirir, büyük bir bölümünü de aynen aktarır. İkinci yazı birinciyi nesheder ve onun yerine geçer. Allah’ın son Kitabı, öncekilerin yerine geçmek üzere indirilmiştir. Allah, öncekilerde olan hü-kümlerin bir kısmını son Kitab’ına almamış, bir kısmını daha iyisi ile değiştirmiş, büyük bir bölümünü de aynen aktarmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

به ينا وص وما إليك أوحينا والذي نوحا به ى وص ما ين الد من لكم شرع قوا فيه. ين ول تتفر إبراهيم وموسى وعيسى أن أقيموا الد

523. el-Ayn نسخ mad.

Page 446: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 446 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

“Allah, Nuh’a buyurduğunu sizin için bu dinin şe-riatı yapmıştır. Sana vahyettiğimiz, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya emrettiğimiz şudur: Dini ayakta tutun, o konuda ayrılığa düşmeyin...” (Şûrâ 42/13)

Kur’an’da yeni âyetler vardır. Bunlar, öncekilerde olan hükümleri hafifletmişlerdir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

وراة ي الذي يجدونه مكتوبا عندهم في الت بي الم سول الن بعون الر الذين يتم بات ويحر ي نجيل يأمرهم بالمعروف وينهاهم عن المنكر ويحل لهم الط وال

عليهم الخبائث ويضع عنهم إصرهم والغالل التي كانت عليهم.“Yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı bulacak-

ları ümmî Nebîye uyanlara; işte onlara o Nebî iyiliği emreder, kötülüğü yasaklar. İyi şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Sırtlarından ağır yükleri, boyunlarından demir halkaları kaldırır atar ...” (A’raf 7/157)

Önceki kitaplarda olduğu halde insanlardan giz-lenmiş ve zamanla unutulmuş âyetler vardır. Bunların bir kısmı Kur’an’a alınmış, bir kısmı alınmamıştır. Kur’an’da olduğu halde elimizdeki Tevrat ve İncil’de olmayan âyetlerin sebebi budur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

من تخفون كنتم ا مم كثيرا لكم ن يبي رسولنا جاءكم قد الكتاب أهل يا نور وكتاب مبين. الكتاب ويعفو عن كثير قد جاءكم من اهلل

“Ey Ehl-i Kitap,524 Kitap’tan gizlediğiniz bir çok şeyi size açıklayan bir çoğunu da affeden Elçimiz geldi. Size Allah’tan bir nur ve açık bir kitap geldi.” (Maide 5/15)

Önceki Kitaplara, insanlar tarafından yapılan ilave-ler de vardır. Bunu da şu âyetten anlıyoruz:

524. Elinde Allah tarafından indirilmiş kitaplardan olan topluluklara verilen genel ad.

Page 447: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 447 -

NESİH VE RECM CEZASI

ليشتروا به فويل للذين يكتبون الكتاب بأيديهم ثم يقولون هذا من عند اهللا يكسبون. ا كتبت أيديهم وويل لهم مم ثمنا قليال فويل لهم مم

“Vay o kimselere ki, kendi elleriyle yazar sonra biraz karşılık almak için “bu Allah katındandır” der-ler. Vay o ellerinin yazdığından dolayı onlara! Vay o kazandıklarından dolayı onlara!..”525 (Bakara 2/79)

Bu tür ilaveler, bütünlüğü bozduğu için onları anla-mak zor olmaz. Ehl-i Kitap, bu ilavelere değil, Allah’ın kendilerine indirdiğine uymalıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

للذين أسلموا الذين بيون الن بها يحكم ونور هدى فيها وراة الت أنزلنا إنا عليه وكانوا اهلل كتاب من استحفظوا بما والحبار بانيون والر هادوا لم ومن قليال ثمنا بآياتي تشتروا ول واخشون الناس تخشوا فال شهداء

فأولئك هم الكافرون. يحكم بما أنزل اهلل“Tevrat’ı biz indirdik. Onda bir hidâyet ve bir nur

vardı. Allah’a teslim olmuş Nebîler Yahudiler arasında onunla hüküm verirlerdi. Hocalar ve âlimler de Allah’ın kitabından hafızalarında olanla hükmederlerdi. Onlar bu hükme şahit idiler. Siz, insanlardan korkmayın; benden korkun. âyetlerimi bir kaç paraya değişmeyin. Her kim Allahın indirdiği hükümlerle hüküm vermezse onlar kâfirlerin ta kendileridir. (Maide 5/44)

فأولئك فيه ومن لم يحكم بما أنزل اهلل نجيل بما أنزل اهلل وليحكم أهل الهم الفاسقون.

“İncil’i bilenler, Allah’ın o kitapta indirdiği ile hüküm versinler. Kim Allah’ın indirdiğine göre hük-metmezse onlar fasıkların ta kendileridir.” (Maide 5/47)

525. İnsanları din yoluyla sömürenler, kitaplarına kutsallık vermek için onların kendilerine Allah tarafından yazdırıldığı havasını verirler. Bu yolla aldatılanlar oldukça fazladır.

Page 448: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 448 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

İncillerle kiliseler arasında derin kopukluk vardır. İncillerin hiçbirinde İsa’nın tanrı olduğu yazılı olmadığı halde kiliseler, aldıkları konsil kararlarıyla bugünkü Hıristiyanlığı İsa’nın tanrılığı inancı etrafında oluştur-muşlardır. Konu ile ilgili kısa bilgiler, Giriş Bölümünde “Bugünkü Hıristiyanlık” başlığı altında verilmiştir.

Önceki kitaplara yapılan ilaveleri tespit için Kur’an’a başvurmak gerekir. Çünkü o kitaplardaki doğ-ruları koruma görevi Kur’an’a aittir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

قا لما بين يديه من الكتاب ومهيمنا عليه وأنزلنا إليك الكتاب بالحق مصدلكل الحق من جاءك ا عم أهواءهم بع تت ول اهلل أنزل بما بينهم فاحكم ة واحدة ولكن ليبلوكم لجعلكم أم جعلنا منكم شرعة ومنهاجا ولو شاء اهللئكم بما كنتم مرجعكم جميعا فينب في ما آتاكم فاستبقوا الخيرات إلى اهلل

فيه تختلفون.“Kendinde olan âyetlerle526 öncekileri tasdik eden

ve koruma altına alan bu kitabı, sana hak olarak indir-dik. O halde aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet. Sana gelen doğruları bırakıp onların arzularına uyma. Her birinize bir şeriat ve bir yol belirledik. Tercihi Allah yapsaydı hepinizi tek bir ümmet yapardı. Oysa verdiği şeylerle sizi yıpratıcı bir imtihandan geçirmek için böyle yaptı. Artık hayırlı işlerde yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O, uyuşmazlığa düştüğünüz şeyleri size bildirecektir.“ (Maide 5/48)

Bu âyetler gösteriyor ki Kur’an, Allah tarafından indirilmiş kitapların son nüshası olup önceki kitapları

526. âyette الكتاب kelimesi muarref b’il-lâm olarak iki kere tekrarlandığı için ikisine de Kur’an anlamı verilmiştir. Çünkü Kur’an, önceki kitaplarda olup kendinde de olan âyetleri tasdik eder; yoksa onlara sokuşturulmuş şeyleri tasdik etmez. Zina edenin recmedilmesi gibi ağır hükümlerin hafifletilmesi de bir çeşit tasdiktir. Kur’an, Allah tarafından korunduğu için önce-ki kitapların bu tür hükümleri de korunmuş olmaktadır.

Page 449: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 449 -

NESİH VE RECM CEZASI

neshetmiştir. Artık uyulması gereken odur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

وراة ي الذي يجدونه مكتوبا عندهم في الت بي الم سول الن بعون الر الذين يتم بات ويحر ي نجيل يأمرهم بالمعروف وينهاهم عن المنكر ويحل لهم الط والعليهم الخبائث ويضع عنهم إصرهم والغالل التي كانت عليهم فالذين آمنوا

روه ونصروه واتبعوا النور الذي أنزل معه أولئك هم المفلحون. به وعز“Yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı bulacak-

ları ümmi Nebî olan bu Elçi’ye uyanlara; işte onlara o Elçi iyiliği emreder, kötülüğü yasaklar. İyi şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Sırtlarından ağır yükleri, boyunlarından demir halkaları kaldırır atar. Ona iman eden, onu saygıyla destekleyen, ona yardımcı olan ve onunla beraber indirilen Nur’a (Kur’an’a) uyanlar varya, işte umduklarına kavuşacak olanlar onlardır…” (A’raf 7/157)

Sünnetin Kur’ân âyetlerini neshedip edemeyeceği konusunda gereksiz tartışmalar yapılmıştır. Sünnet hikmettir ve Kur’ân’a tabidir. Tabi olana ayrı bir hüküm verilemez.527 Allah Teâlâ şöyle buyurur:

اتبع ما أوحي إليك من ربك ل إله إل هو وأعرض عن المشركين.“Rabbinden sana ne vahy olunuyorsa ona uy.

Ondan başka ilâh yoktur. Sen o müşriklere bakma.” (En’am 6/106)

غير بقرآن ائت لقاءنا يرجون ل الذين قال نات بي آياتنا عليهم تتلى وإذا له من تلقاء نفسي إن أتبع إل ما يوحى إلي له قل ما يكون لي أن أبد هذا أو بد

إني أخاف إن عصيت ربي عذاب يوم عظيم.“Âyetlerimiz onlara açık belgeler halinde okunun-

ca, bizimle karşılaşmak istemeyenler şöyle dediler: “Ya bundan başka bir Kur’ân getir veya bunu değiştir.” De ki: “Onu, kendiliğimden değiştirmem olacak şey

527. Açıklamalı Mecelle (Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye), Kont. Ali Himmet Berki, İstanbul, 1978, m. 48.

Page 450: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 450 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

değildir. Ben, bana ne vahyolunursa sadece ona uya-rım. Ben Rabbime karşı gelirsem, büyük bir günün azabından korkarım.” (Yunus 10/15)

Bir âyet neshedilince, Nebîmizin onunla ilgili söz ve uygulamalarının da neshedilmiş olacağı açıktır.

Âyetin lafzının neshedilip manasının kaldığı da iddia edilir. Bir âyet, ancak bir başka âyet ile neshedile-ceğinden sonraki âyet, öncekinin lafzı gibi manasını da nesheder.

Neshin tarifini veren âyet şudur:

على كل أن اهلل ألم تعلم مثلها نأت بخير منها أو ما ننسخ من آية أو ننسها شيء قدير

“Biz bir âyeti nesheder veya unutturursak, yerine daha hayırlısını, ya da dengini getiririz. Bilmez misin, Allah her şeye bir ölçü koyar.” (Bakara 2/106)

Bir âyet de şöyledir:

ل قالوا إنما أنت مفتر بل أكثرهم ل أعلم بما ينز لنا آية مكان آية واهلل وإذا بديعلمون.

“Bir âyeti bir başka âyetle değiştirince, ki Allah neyi indireceğini çok iyi bilir, şöyle dediler: “Sen sade-ce iftiracısın.” Yok, onların pek çoğu bilmezler.” (Nahl 16/101)

Bu âyetler, nesih için iki şeyi şart koşmuştur:

1. Âyetler arasında olması.

2. Nesheden âyetin, önceki âyetle aynı hükmü veya ondan daha hayırlı bir hükmü taşıması.

Sonuç olarak Kur’an âyetlerinin büyük bir bölümü, önceki kitaplarda olan âyetlerle aynı hükümleri taşı-makta, bir kısmı da hafifletici hükümler içermektedir. Hafifletmeye zina cezası örnek olabilir.

Page 451: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 451 -

NESİH VE RECM CEZASI

Tevrat ve İncil’de zinanın cezası ölümdür. Bunu Nebîmiz de bir süre uygulamıştır. Kur’ân o hükmü önce müebbet hapse çevirmiş daha sonra da 100 değneğe indirmiştir. Şimdi bu konu ile ilgili neshin Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’daki seyrini izleyelim.

38.1. Tevrat’ta Zina Cezası

Levililer Bap 20’de şu hükümler yer alır:

10 Biri başka birinin karısıyla, yani komşusunun karısıyla zina ederse, hem kendisi, hem de zina ettiği kadın kesinlikle öldürülecektir.

11 Babasının karısıyla yatan, babasının namusuna leke sürmüş olur. İkisi de kesinlikle öldürülecektir. Ölümü hak etmişlerdir.

12 Bir adam geliniyle yatarsa, ikisi de kesinlikle öl-dürülecektir. Rezillik etmişler, ölümü hak etmişlerdir.

13 Bir erkek başka bir erkekle cinsel ilişki kurarsa, ikisi de iğrençlik etmiş olur. Kesinlikle öldürülecekler. Ölümü hak etmişlerdir.

17 Bir adam anne ya da baba tarafından üvey olan kız kardeşiyle evlenir, cinsel ilişki kurarsa, utançtır. Açıkça aşağılanıp halkın arasından atılacaklardır. Adam kız kardeşiyle ilişki kurduğu için suçunun cezasını çekecektir.

19 Teyzenle ya da halanla cinsel ilişki kurmaya-caksın. Çünkü yakın akrabanın namusudur. İkiniz de suçunuzun cezasını çekeceksiniz.

20 Amcasının karısıyla cinsel ilişki kuran adam, amcasının namusuna leke sürmüş olur. İkisi de gü-nahlarının cezasını çekecek ve çocuk sahibi olmadan öleceklerdir.

Page 452: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 452 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

21 Kardeşinin karısıyla evlenen adam rezillik etmiş olur. Kardeşinin namusunu lekelemiştir. Çocuk sahibi olmayacaklardır.

Tesniye Bap 22’de şu hükümler yer alır:

22 Eğer bir adam başka birinin karısıyla yatarken yakalanırsa, hem kadınla yatan adam, hem kadın, ikisi de öldürülecek. İsrail’den kötülüğü atacaksınız.

23 Eğer bir adam kentte başka biriyle nişanlı ergen bir kızla karşılaşır ve onunla yatarsa,

24 İkisini de kentin kapısına götürecek, taşlaya-rak öldüreceksiniz. Çünkü kız kentte olduğu halde yardım istemek için bağırmadı; adam da komşusunun karısıyla ilişki kurdu. Aranızdaki kötülüğü ortadan kaldıracaksınız.

25 Eğer bir adam kırda nişanlı bir kızla karşılaşır, onu yakalayıp tecavüz ederse, yalnız tecavüz eden adam öldürülecek.

26 Kıza hiçbir şey yapmayacaksınız. Çünkü kızın ölümü hak edecek bir günahı yoktur. Bu, komşusuna saldırıp onu öldüren adamın davasına benzer.

38.2. İncil’de Zina Cezası

Yuhanna 8. bölümde şu olay yer alır:

3-4 Din bilginleri ve Ferisiler, zina ederken yaka-lanmış bir kadın getirdiler. Kadını orta yere çıkararak İsa’ya, “Öğretmen, bu kadın tam zina ederken yakalan-dı” dediler.

5 Musa, Yasa’da bize böyle kadınların taşlanmasını buyurdu, sen ne dersin?

6 Bunları İsa’yı sınamak amacıyla söylüyorlardı; onu suçlayabilmek için bir neden arıyorlardı. İsa eğil-miş, parmağıyla toprağa yazı yazıyordu.

Page 453: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 453 -

NESİH VE RECM CEZASI

7 Durmadan aynı soruyu sormaları üzerine doğrul-du ve, “Aranızda günahsız olan, ona ilk taşı atsın!” dedi.

8 Sonra yine eğildi, toprağa yazmaya koyuldu.

9 Bunu işittikleri zaman, başta yaşlılar olmak üzere, birer birer dışarı çıkıp İsa’yı yalnız bıraktılar. Kadın ise orta yerde duruyordu.

10 İsa doğrulup ona, “Kadın, nerede onlar? Hiçbiri seni yargılamadı mı?” diye sordu.

11 Kadın, “Hiçbiri, efendim” dedi. İsa, “Ben de seni yargılamıyorum” dedi. “Git, artık bundan sonra günah işleme!”

İsa aleyhisselam bu sözüyle recmi kaldırmamış, sadece günahkâr insanların şahitliğine dayanarak bu kadar ağır bir cezayı vermemiştir. Matta İncil’inde onun şu sözüne yer verilir:

17 Kutsal Yasa’yı ya da peygamberlerin sözlerini geçersiz kılmak için geldiğimi sanmayın. Ben geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim.

18 Size doğrusunu söyleyeyim, gök ve yer ortadan kalkmadan, her şey gerçekleşmeden, Kutsal Yasa’dan ufacık bir harf ya da bir nokta bile eksilmeyecek.

19 Bu nedenle, bu buyrukların en küçüklerinden birini kim çiğner ve başkalarına öyle yapmayı öğretirse, Göklerin Egemenliğinde en küçük sayılacak. Ama bu buyrukları kim yerine getirir ve başkalarına öğretirse, Göklerin Egemenliğinde büyük sayılacak. (Matta 5)

38.3. Hadislerde Recm Cezası

Muhammed aleyhisselamın önünden yüzü karartıl-mış ve değnekle dövülmüş bir Yahûdi geçirildi. Onları çağırdı, dedi ki; “Kitabınızda zinanın cezası böyle midir?” “Evet” dediler. Sonra onların âlimlerinden birini çağırdı ve “Musa’ya Tevrat’ı indiren Allah adına

Page 454: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 454 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

soruyorum, Kitabınızda zina cezası bu şekilde midir? dedi. Dedi ki; “Eğer böyle sormasaydın söylemezdim, orada recm cezası vardır. Ama üst düzey kişiler arasında zina çoğaldı. Onlardan birini yakalarsak serbest bırakır-dık, zayıfı yakalarsak ona o cezayı uygulardık. Dedik ki; gelin, üst düzeye de zayıfa da uygulayacağımız bir ceza üzerinde anlaşalım. Sonra recmin yerine yüz karartma ve değnek cezası koyduk. Allah’ın Elçisi sallallahu aley-hi ve sellem şöyle dedi:

“Allah’ım! Senin emrini ilk hayata sokan ben ola-cağım, çünkü onlar öldürmüşler.”

Hemen emir verdi, o Yahûdi recmedildi, yani taşla-narak öldürüldü. Sonra Allah Teâlâ şu âyeti indirdi:

فون الكلم من بعد مواضعه يقولون إن أوتيتم هذا فخذوه وإن لم تؤتوه يحرفاحذروا.

“…kimi Yahûdiler …sözleri yerleşik manasından kaydırır, tahrîf ederler. Derler ki; hakkınızda şu karar verilirse uyun, bu karar verilirse uymayın...” (Maide 5/41)

Çünkü diyorlardı ki, “Muhammed’e gidin; yüz karartma ve değnek cezası verirse uyun, recm yani taşlayarak öldürme cezası verirse kaçın.” Sonra bütün kâfirlerle ilgili şu âyetler indi:

فأولئك هم الكافرون ومن لم يحكم بما أنزل اهلل“...kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse onlar

kâfirlerin ta kendileridir.”

فأولئك هم الظالمون ومن لم يحكم بما أنزل اهلل“...kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse onlar

zalimlerin ta kendileridir.”

فأولئك هم الفاسقون. ومن لم يحكم بما أنزل اهلل

Page 455: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 455 -

NESİH VE RECM CEZASI

“...kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse onlar fasıkların ta kendileridir.” (Maide 5/44-47)528

Bir Yahûdi kadınla erkek zina etmişlerdi. Biri birine dedi ki; “Bizi şu Nebîye götürün. Çünkü o, hafifletici hükümlerle gönderilmiştir. Eğer recmden hafif bir ceza verirse kabul ederiz, Allah’ın yanında bize bir dayanak olur, deriz ki; “Nebîlerinden birinin kararına uyduk”. Nebî sallallahu aleyhi ve selleme geldiler. Mescitte ashabı arasında oturuyordu. Dediler ki; “Ebû’l-Kasım!529 Zina etmiş bir erkekle kadın hakkındaki görüşün nedir?” O, hiçbir şey söylemeden Beyt-i midraslarına yani Tevrat eğitim ve öğretimi yaptıkları kuruma530 geldi. Kapıda durdu ve dedi ki: “Musa’ya Tevrat’ı indiren Allah adına soruyorum, evli iken zina edenin cezası, Tevrat’ta nedir?” Dediler ki; yüzü kül ile karartılır, değnek vu-rulur ve eşeğe ters bindirilerek dolaştırılır. İçlerinden bir genç sessiz kaldı. Nebîy sallallahu aleyhi ve sellem onun suskunluğunu görünce yemin verdirerek ısrar etti. O genç dedi ki: “Allahım! ... Sen bize yemin verdin… Biz Tevrat’ta recm cezasını görüyoruz…” Nebî sallalla-hu aleyhi ve sellem şöyle dedi: “Allah’ın emrine karşı ilk çıkışınız nasıl oldu?” Dediler ki: Başkanlarımızdan birinin bir yakını zina etti. O, ona recm uygulamayı erteledi. Sonra halktan biri zina etti. Başkan onu rec-metmek istedi. Onun kavmi araya girdi ve dediler ki, “Senin yakınını getirip recmetmezsen bizim yakınımız recmedilemez.” Sonra uygulanacak ceza konusunda an-laştılar. Nebîy sallallahu aleyhi ve sellem dedi ki: “Ben Tevrat’ta olan ile hükmediyorum.” Emir verdi, ikisi de recmedildi.

Zührî dedi ki: Bizdeki bilgiye göre şu âyet bu konu-da inmiştir:

528. Müslim, Hudud, 28.529. Kasım’ın babası demektir. Araplar bir kişiyi ilk oğlunun adıyla çağırırlar. Nebîmizin ilk oğlu

Kasım idi.530. Ahmet Önkal, “Beytülmidras”, DİA, c. VI, s. 95.

Page 456: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 456 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

بيون. وراة فيها هدى ونور يحكم بها الن إنا أنزلنا الت“Biz Tevrat’ı indirdik. Onda doğru yol ve nur var-

dır. Allah’a teslim olmuş Nebîler onunla hükmederler.” (Maide 5/44) Nebîmiz de onlardandır.531

Bir gün Muhammed aleyhisselama bir Yahûdi erkek ile bir Yahûdi kadın getirilmişti. Birlikte suç işlemişler-di. Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem dedi ki: Bu konuda Kitabınızda ne buluyorsunuz? Âlimlerimiz yüzlerinin külle karartılması ve hayvana ters bindiril-meleri cezası koydu dediler.

Abdullah b. Selam dedi ki: “Ey Allah’ın Elçisi, söyle, Tevrat’ı getirsinler.” Tevrat getirildi. Biri elini recm âyeti üzerine koydu. Öncesini ve sonrasını okumaya başladı. Abdullah b. Selam; “Kaldır elini” dedi. Elinin altında recm âyeti hemen göründü. Allah’ın Elçisi emir verdi, ikisi de taşlanarak öldürüldü.532

Allah’ın Elçisi’nin Yahûdilere hükmü, ancak Allah’ın hükmü olabilirdi. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

قا لما بين يديه من الكتاب ومهيمنا عليه وأنزلنا إليك الكتاب بالحق مصدبع أهواءهم. ول تت فاحكم بينهم بما أنزل اهلل

“Sana bu Kitab’ı; önceki kitapları haklı bulur ve onları güven altına alır biçimde, doğrularla dolu olarak indirdik. Öyleyse onların arasında Allah’ın indirdiği ile hükmet. Sana gelen bu doğruları bırakıp onların arzularına uyma...” (Maide 5/48)

Aşağıdaki âyetin, bu zina olayı ile ilgili olduğu bildirilmiştir:533

531. Ebû Davûd, Hudud, 26.532. Buhârî, Hudûd, 24.533. et-Taberî, Tefsir, c. IV s. 583; el-Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, c. II, s. 438; el-Kurtubî, el-Cami

li ahkâmi’l-Kur’ân, c. VI, s. 122.

Page 457: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 457 -

NESİH VE RECM CEZASI

ذلك بعد من يتولون ثم اهلل فيها حكم وراة الت وعندهم مونك يحك وكيف وما أولئك بالمؤمنين.

“Seni nasıl hakem yapıyorlar? Yanlarında Tevrat var ve onda Allah’ın hükmü var. Sonra bunun arka-sından sırtlarını çeviriyorlar! Onlar inanan kimseler değillerdir.” (Maide 5/43)

Bu âyet, Tevrat’taki zina hükmünün Allah’ın hükmü olduğunu kesinleştirmiştir. Yahûdilerin Nebîmize gelmeleri, bu cezadan kaçmak içindi. Bu yüz-den gönderdikleri kişilere; (تؤتوه لم إن و فخذوه هذا أوتيتم إن hakkınızda şu karar verilirse uyun, bu karar...“ (فاحذرواverilirse uymayın...” (Maide 5/41) demişlerdi.534

Tevrat’taki hüküm, Allah’ın hükmü olduğuna göre Nebîmiz başka bir ceza veremezdi. O, bir süre, zina eden Müslümanlara da Tevrat’ı uygulamıştır. Şu hadis bunu göstermektedir:

Ebû Hureyre ve Zeyd b. Halid dediler ki, Nebî sal-lallahu aleyhi ve sellemin yanındaydık. Bir adam kalktı ve şöyle dedi: “Allah için, aramızda sadece Allah’ın kitabıyla hükmetmeni istiyorum.” Davalısı daha anla-yışlıydı, o da kalktı ve şöyle dedi; “Aramızda Allah’ın kitabı ile hükmet ve beni dinle.” Nebîmiz, “konuş” dedi, o da şöyle konuştu:

“Oğlum bunun işçisiydi, karısıyla zina etti. 100 koyun ile hizmetçi köleyi fidye olarak verdim. Bilenlere sordum, oğluma 100 değnek ve bir yıl sürgün, kadına da recm gerektiğini söylediler.”

Nebîmiz dedi ki: Canım elinde olana and içerim, aranızda elbette şanı yüce Allah’ın kitabı ile hükmede-ceğim. 100 koyun ile köle geri alınır. Oğluna 100 değnek ve bir yıl sürgün gerekir. Üneys, şu adamın karısına git,

534. et-Taberî, Tefsir, c. IV, s. 577.

Page 458: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 458 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

suçu kabul ederse recmet. Gitti kadın suçu kabul edince recmetti.535

Burada sözü edilen “Allah’ın kitabı”nın Tevrat olduğu kesindir. Çünkü Kur’ân’da zina ile ilgili bir âyet henüz inmemişti. İnen âyetlerin hiçbirinde de recm cezası bulunmamaktadır.

Elimizdeki Tevrat’ta değnek cezası yoktur. Bu ceza, Medine Yahûdilerinin elindeki nüshada olabilir.

38.4. Recm Cezasının Kaldırılışı

Nisa Suresindeki âyetlerle recm, yani taşlayarak öldürme cezası, kadınlar için ev hapsine çevrilmiş ayrıca kadın ve erkeğe, kendilerini düzeltinceye kadar eziyet edilmesi, hükme bağlanmıştır. Allah Tealâ şöyle buyurmuştur:

فإن منكم أربعة عليهن فاستشهدوا نسائكم من الفاحشة يأتين تي والاللهن اهلل يجعل أو الموت يتوفاهن حتى البيوت في فأمسكوهن شهدوا سبيال. واللذان يأتيانها منكم فآذوهما فإن تابا وأصلحا فأعرضوا عنهما إن

ابا رحيما. كان تو اهلل“Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı içinizden

dört şahit getirin. Eğer şahitlik ederlerse onları evlere kapatın. Bu, ölüm canlarını alıncaya, ya da Allah onlara bir yol açıncaya kadar böyle gitsin.

İçinizden bu suçu işleyen çiftlere eziyet edin. Eğer tevbe edip kendilerini düzeltecek olurlarsa bırakın. Allah tevbeleri kabul eder, ikramı boldur.” (Nisa 4/15-16)

Bu âyetler hem Tevrat’taki recm, yani taşlanarak öldürme cezasını kaldırmış, hem de bekârlara verilen 100 değnek ve sürgün cezasını hafifletmiştir. Bakire bir kadının bir yıl sürgünde kalması, yeni bir âyetle önünün

535. Buharî, Hudûd, 30.

Page 459: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 459 -

NESİH VE RECM CEZASI

açılmasına kadar evinde kalmasından zordur. Burada evli - bekâr ayrımı da yapılmamıştır.

Birinci âyette geçen, “...Allah onlara bir yol açıncaya kadar...” ifadesi, cezanın daha da hafifletileceğini göste-rir. Hafifletme Nur Suresinin ikinci âyetiyle olmuştur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

اني فاجلدوا كل واحد منهما مئة جلدة ول تأخذكم بهما رأفة في انية والز الزمن طائفة عذابهما وليشهد الخر واليوم باهلل تؤمنون كنتم إن اهلل دين

المؤمنين.“Zina eden kadınla zina eden erkekten her birine

yüz değnek vurun. Eğer Allah’a ve o son güne inanıyor-sanız, Allah’ın verdiği cezayı yerine getirirken onlara karşı yumuşamayın. İnananlardan bir takım da onlara yapılan azabı gözleriyle görsün.” (Nur 24/2)

Bu âyet, kadın-erkek, evli-bekâr ayırımı yapmadan zina cezasını 100 değnek olarak hükme bağlamıştır. Bu ceza, Nisa suresinde geçen, ölünceye kadar ev hapsinden ve kendini düzelttiği kanaati doğuncaya kadar eziyet görmekten hafiftir.

Kur’ân, Tevrat’ta yer alan, Nebîmizin de bir süre uyguladığı zina ile ilgili hükümleri neshetmiş-tir. Nebîmizin önceki uygulamalarına bakarak Nur Suresinin, bekârlara verilecek cezayı düzenlediği, Kur’ân’da evlilerle ilgili hüküm olmadığı, onlara recm cezası gerektiği kanaatine varanlar olmuştur. Halbuki üç âyette, evlilere verilecek cezanın da 100 değnek ol-ması gerektiği açıkça gösterilmiştir.

38.4.1. Karısına Zina İftirası

والذين يرمون أزواجهم ولم يكن لهم شهداء إل أنفسهم فشهادة أحدهم أربع من كان إن عليه اهلل لعنة أن والخامسة ادقين. الص لمن إنه باهلل شهادات

Page 460: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 460 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

إنه لمن الكاذبين. الكاذبين. ويدرأ عنها العذاب أن تشهد أربع شهادات باهللادقين. عليها إن كان من الص والخامسة أن غضب اهلل

“Karılarına zina suçu atan ve kendileri dışında şahitleri olmayanlar... Böyle birinin şahitliği, kesinkes doğru söylediğine dair dört defa Allah’ı şahit tutması ile olur. Beşincisinde, eğer yalan söylüyorsa Allah’ın la-netine uğramayı diler. Kadından o azabı (el-azab) gide-recek olan şu şekilde dört defa şahitlik etmesidir: Allah şahit, kocası kesinkes yalan söylüyor. Beşincisinde, eğer doğru söylüyorsa Allah’ın gazabına uğramayı diler.” (Nur 24/6-9)

8. âyetteki “o azab=el-azab” ifadesi, dört âyet önce-ki 100 değnek cezasını gösterir. “el” takısı ahd içindir; başında bulunduğu kelimeye, önceden belirlenmiş bir anlam yükler. Zina konusunda Kur’ân’da belirlenmiş azab 100 değnektir. Arapça bakımından o kelimenin başka bir şeyi göstermesi mümkün değildir. Yukarıdaki kadının evli olduğu da kesindir.

38.4.2. Nebî Eşleriyle İlgili Âyet

ضعفين العذاب لها يضاعف نة مبي بفاحشة منكن يأت من بي الن نساء يا يسيرا. وكان ذلك على اهلل

“Ey Nebînin hanımları! İçinizden kim açık bir fahişelik yaparsa onun için o azab (el-azab) ikiye katla-nır.” (Ahzab 33/30)

Nebî hanımlarının evli olduğu açıktır. Onlara veri-lebilecek bir cezanın katlanabilir cinsten olması gerekir. Ölüm cezasının iki katı olmaz ama 100 değnek ikiye katlanabilir.

Bu âyetlerde geçen el-azab kelimesi de, sadece Nur suresindeki 100 değneği gösterir. Çünkü onlardaki “el” takısı da ahd içindir.

Page 461: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 461 -

NESİH VE RECM CEZASI

38.4.3. Evli Cariyelerin Zinası

فإن أتين بفاحشة فعليهن نصف ما على المحصنات من العذاب.“…ellerinizin altındaki mümin cariyeler…

Evlendikleri zaman fahişelik yaparlarsa hür kadınlara verilen o azabın (el-azab) yarısı gerekir...” (Nisa 4/25)

Evli hür kadınların cezası recm olsa, taşlanarak öldürmenin yarısı olmaz. Çünkü bazıları tek taşla ölür, bazıları için çok sayıda taş gerekir. Yarıya bölünebilecek olan, sadece yüz değnektir.

Sonuç olarak zina suçunun tek cezası 100 değnek-tir. Bu kadar açık delillerden sonra bunun aksi iddia edilemez. Zaten Allah’ın Elçisi şöyle demiştir: İmkan buldukça şüphelerle had cezalarını düşürün.536Bu kadar açık delil varken şüpheli delile dayanarak recm cezası savunulamaz.

Böylece Kur’ân, zina cezası konusunda hem Tevrat’ı, hem de İncil’i neshetmiş olmaktadır.

38.4.4. Recmin Kalktığını Gösteren Hadisler

eş-Şeybânî dedi ki; Abdullah b. Ebî Evfâ’ya “Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem recm cezası uyguladı mı?” diye sordum. “Evet” dedi. “Nur suresinden önce mi, sonra mı” dedim. “Bilmiyorum” dedi.”537

Ancak aşağıdaki rivâyet, recm uygulamasının Nur Suresi’nin inmesinden önce olduğunu göstermektedir:

Bir erkek zina itirafında bulunmuştu. Allah’ın Elçisi sopa istedi. Kırık bir sopa getirildi. “Daha iyisi olsun” dedi. Yeni bir sopa getirildi, budakları yontulmamıştı. “Bundan hafif olsun” dedi. Düzgün, yumuşak bir sopa getirildi. Allah’ın Elçisi emretti, adama sopa vuruldu. Sonra şöyle dedi:

536. Tirmizi, Hudud, 2.537. Buhârî, Hudûd, 21.

Page 462: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 462 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

“Ey insanlar! Artık Allah’ın koyduğu sınırlardan kaçınmanızın zamanı geldi. Kim bu pisliklerden bir şey yaparsa Allah’ın örtüsüyle örtünsün.538 Çünkü bize yüzünü gösterene Allah’ın Kitabını uygularız.”539

Burada evli, ya da bekâr olduğuna bakılmaksızın, suçluya 100 değnek vurulması, sonra Allah’ın kitabının uygulandığının söylenmesi, bütün şüpheleri kaldıracak mahiyettedir. Çünkü Allah’ın Kitabı’nda 100 değnek dışında bir ceza yoktur.

538. Tevbe etsin.539. Muvatta, Hudûd, 2/12.

Page 463: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 463 -

39.Konu

KUR’ÂN’I AÇIKLAMADA USUL

Birçok sure, “Bunlar o açık Kitab’ın âyetleridir”540 diye başlar. Bir âyet şöyledir:

لنا عليك الكتاب تبيانا لكل شيء وهدى ورحمة وبشرى للمسلمين ونز“Biz bu Kitab’ı sana indirdik ki; her şeyi açıklasın,

doğru yolu göstersin, ona bağlananlar için bir ikram ve bir müjde olsun.” (Nahl 16/89)

Kur’ân’ın açık olması, Allah’ın rızık vermesine benzer. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

الذي خلقكم ثم رزقكم ثم يميتكم ثم يحييكم. اهلل“Sizi yaratan Allah’tır; sonra rızkınızı vermiştir.

Sonra canınızı alacak ve tekrar can verecektir.” (Rum 30/40)

Rızık, insanın yararlandığı yiyecek, içecek, barınak, evlat, yağmur ve ilim anlamlarına gelir. İhtiyacımız olan bazı şeyleri hazır bulabiliriz. Ama rızkın bir bölümüne ulaşmak gayret ister. Bir parça ekmek soframıza gelsin

540. Yusuf 12/1; Hicr 15/1, Şuarâ 26/2; Kasas 28/2; Duhân 44/2.

Page 464: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 464 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

diye ne emekler harcanır! Ne ekip çalışmaları yapılır! Allah; tohumu, suyu, güneşi, toprağı, kısaca rızık için gerekli her şeyi yaratmıştır. Ama onları bir araya getirip rızık elde etmek insanın işidir. O, şöyle buyurur:

زق لمن يشاء ويقدر إنه كان بعباده خبيرا بصيرا. إن ربك يبسط الر“Senin Rabbin rızkı, doğru tercihte bulunan ve

gücü yeten için yayar.541 O, kullarının içini bilir ve onları görür.” (İsrâ 17/30)

Kur’ân’dan yararlanmak, rızka ulaşmak gibidir. Bir çok âyetin açıklamaya ihtiyacı yoktur. Ama bazı âyet-lerin açıklamasına ulaşmak gayret ister. Allah, Kur’ân’ı açıklamayı kendi üstlenmiş ve o açıklamalara ulaşma-nın yolunu da göstermiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

ك به لسانك لتعجل به. إن علينا جمعه وقرآنه. فإذا قرأناه فاتبع قرآنه. ل تحرثم إن علينا بيانه.

“(Ya Muhammed!) Cebrail sana Kur’ân’ı bildirir-ken, aceleyle dilini harekete geçirme. Onu toparlamak ve ka’anlar haline getirmek bizim işimizdir.

Biz okuduğumuzda onun okunuşunu takip et. Sonra onu açıklamak da bizim işimizdir.” (Kıyâmet 75/16-19)

Geleneğimizde Kur’ân; inanç, ibadet ve ahlakla sınırlı hükümler koyan bir din kitabı sayılır. Ama bunlarla ilgili âyet sayısı bini geçmez. Bunların her biri başka konularla da ilgili hükümler taşır. Kur’ân her şeyi açıkladığını bildirdiğine göre ona sınır çizmek yanlış olur.

Kur’ân’ın açıklamalarına ulaşmak için âyetler arası ilişkileri bilmek gerekir. Bu, rakamlar arası ilişkilere benzer. 0’dan 9’a kadar toplam 10 rakam vardır. Bütün hesaplar onlarla yapılır. İnsan, rakamlar arası ilişkileri

541. Bkz: “Kur’ân’da Meşîet ve İrâde“ başlıklı yazı.

Page 465: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 465 -

KUR’ÂN’I AÇIKLAMADA USUL

ne kadar bilirse o kadar hesap yapar. Kimi onu, günlük hesaplarını tutacak kadar bilir. Kimileri de bilgisayarın, uzay teknolojisinin ve daha nice şeylerin hesaplarını yapacak kadar bilir. Her insan o rakamlardan, kendi bilgisi ölçüsünde yararlanır. Kur’ân’dan yararlanma da öyledir. Bazıları Kur’ân’ı anlamadan, sadece seslendirir ve bir takım beklentilere girer. Kur’ân bunlara ümmî adını verir. Bazıları onun açıklamalarına ulaşabilecek donanımdadır. Onlar sağlam bilgi sahipleridir.542 Bazıları da bu ikisi arasında bir yerde bulunur.

Mesela, Süleyman aleyhisselam zamanında Kitap’tan bilgisi olan bir kişi, Belkıs’ın tahtını göz açıp kapayıncaya kadar, Yemen’den Kudüs’e getirmiştir.

Süleyman kuş dilini bilirdi. Kuşlara, cinlere, insan-lara ve bunlardan oluşan ordulara hükmeden büyük bir krallığı vardı. Saba Kraliçesi Belkıs, ona karşı konama-yacağını anlamış, Kudüs’e gelmek ve Süleyman’a teslim olmak üzere yola çıkmıştı. Onun, büyük ve gösterişli bir tahtı vardı. Bu haberi alan Süleyman, önde gelen adamlarını topladı ve şöyle dedi:

قال يا أيها المل أيكم يأتيني بعرشها قبل أن يأتوني مسلمين. قال عفريت من الجن أنا آتيك به قبل أن تقوم من مقامك وإني عليه لقوي أمين. قال الذي ا ا رآه مستقر عنده علم من الكتاب أنا آتيك به قبل أن يرتد إليك طرفك فلميشكر فإنما شكر ومن أكفر أم أأشكر ليبلوني ربي فضل من هذا قال عنده

لنفسه ومن كفر فإن ربي غني كريم.“Ey önderler! Onlar gelip teslim olmadan önce sizin

hanginiz kraliçenin tahtını bana getirebilir? Cinlerden bir ifrit dedi ki: Ben, onu sana sen makamından kalkın-caya kadar getiririm. Bana güvenebilirsin, benim buna gerçekten gücüm yeter. O Kitap’tan bir bilgiye sahip olan kişi de: Ben onu sana gözünü açıp kapayıncaya

542. Bkz: Müteşâbih ve tevîl başlıkları.

Page 466: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 466 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

kadar getiririm dedi ve getirdi. Süleyman tahtı, yanına kurulu görünce dedi ki: Bu beni denemek için rabbimin bir ikramıdır; şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü? Kim şükrederse faydasını görür. Nankörlük eden etsin. Rabbimin kimseye ihtiyacı yoktur, onun iyiliği boldur.” (Neml 27/38-40)

Tahtı, göz açıp kapayıncaya kadar getiren kişinin bilgi aldığı kitap Tevrat’tır. İsrailoğulları Nebîlerinden olan Süleyman’ın makamında “O Kitap = el-Kitab” diye bahsedilen Tevrat’tan başkası olamaz.

“Kitabı bilen” değil de “Kitap’tan bilgisi olan” ifa-desi önemlidir. Demek ki o kişinin Kitab’ın tamamını bilmesi gerekmemiş, kendi uzmanlık sahası ile ilgili âyetleri bilmesi yeterli olmuştur. Bu, uzaktaki eşyayı getirme bilgisidir. Bugün eşyanın ışınlanması ile ilgili çalışmalar yapılıyor ama uzaktaki bir eşyayı getirmek hayal bile edilemiyor.

Kur’ân’ı, sadece din kitabı sayanlar yukarıdaki âyet-leri anlayamazlar. Bu sebeple tefsir bilginleri bu konuda zorlanmışlardır. Kimisi bu olayı bir keramet, kimisi de Süleyman aleyhisselamın mucizesi sanmış ve çelişkiye düşmüşlerdir.

Mucize, Allah’ın bir elçisinin elçilik belgesi; kera-met de Allah’ın bir kuluna ikramıdır. Kimse Allah adına söz veremeyeceği için keramette de mucizede de iddia olmaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

لكل أجل كتاب. وما كان لرسول أن يأتي بآية إل بإذن اهلل“Hiçbir elçi, Allah’ın izni olmadan bir mucize

getirme yetkisine sahip değildir.” (Ra’d 13/38)

Tahtın getirilmesi olayında iddia vardır. Kitap’tan bir bilgiye sahip olan kişi, Süleyman’a “Ben onu sana gözünü açıp kapayıncaya kadar getiririm” demiştir. Dolayısıyla bu olay ne mucizedir, ne keramet. Âyette

Page 467: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 467 -

KUR’ÂN’I AÇIKLAMADA USUL

belirtildiği gibi Allah’ın kitabından alınmış bir ilimdir. Bu ilim Kur’ân’da da olmalıdır. Kur’ân’ın gösterdiği yöntemle hareket edilirse o bilgiyi bulup çıkarmak mümkün olur.

Kur’ân’ı bizzat Kur’ân açıklamış, Allah’ın Elçisi, söz ve uygulamaları ile onların önemli bir kısmını bize göstermiştir. Kur’ân bize, önceki kitaplardan yararlan-ma yolunu da göstermiştir. İslam- fıtrat ilişkisine vurgu yapan âyetler, Kur’ân’ın anlaşılmasında fıtratın önemine işaret etmiştir. Kur’ân’ın Arapça olması da Arap dilinin önemini göstermektedir. İşte bu yöntemlerle âyetlerin açıklamalarına ulaşmak mümkün olur.

39.1. Kur’ân’ın Kur’ân’ı Açıklaması

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

لت من لدن حكيم خبير. الر كتاب أحكمت آياته ثم فص“Elif, Lâm, Râ. Bu, âyetleri muhkem kılınmış ve

hakîm olan, her şeyin iç yüzünü bilen Allah tarafından açıklanmış bir kitaptır.” (Hûd 11/1)

Muhkem; her hangi bir konuda özet hüküm bildi-ren ayettir. Allah onu, başka âyetlerle açıklamıştır. Bu sebeple âyetler; muhkem ve açıklayıcı yani mufassile olmak üzere ikiye ayrılır.

Muhkem âyet ile onu açıklayan (mufassile) âyet arasında benzerlik olur ve ikincisine müteşabih âyet denir ve bunlar ikili bir yöntem oluşturur. Konuyla ilgili âyet şudur:

ثاني تشابها م ل أحسن الحديث كتابا م نز اهلل“Allah sözün en güzelini, müteşâbih mesânî bir

kitap olarak indirmiştir.”‏(Zümer 39/23)

Müteşâbih, birbirine benzeyen iki şeye denir. Burada indirilen âyetlerden söz edildiği için biribirine benzeyen iki

Page 468: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 468 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

âyet demektir. Çünkü mufassile yani açıklayan âyet muh-keme benzerse muhkem de ona benzer, çünkü benzeşme karılıklıdır. Dolayısıyla burada, açıklayan ve açıklanan âyetlerin biribirine müteşâbih olduğu ifade edilmiştir.

Mesânî (مثاني) mesnâ (مثنى)’nın çoğuludur; ikişer-liler anlamına gelir.543 Demek ki, biribirin açıklayan âyetler;hem birbirine benzer olurlar hem de kendi arala-rında ikişerli kümeler oluştururlar.

Konuyla ilgili bir başka âyet de şöyledir:

ا لقوم يعلمون. لت آياته قرآنا عربي كتاب فص“Bu bir kitaptır ki, âyetleri; bilenlerden oluşan

bir topluluk için Arapça kur’ân olarak açıklanmıştır.” (Fussilet 41/3)

“bilenlerden oluşan bir topluluk için …açıklan-mıştır” sözü, Allah’ın yaptığı açıklamalara ancak böyle bir topluluğun ulaşabileceğini gösterir.

“Arapça kur’ân olarak” sözü, Arap dilinin önemini gösterir.

Kur’ân (قرآن) ise toplama ve bir araya getirme anla-mındadır544. Bu da ilgili âyetlerin bir arada olmadığını, onların “bilenlerden oluşan bir topluluk” tarafından bulunup çıkarılabileceğini ve kur’ân yani âyetler kümesi haline getirilebileceğini gösterir. Zaten Allah’ın kitabı-na Kur’ân denmesi de âyetlerini bir araya getirmesinden dolayıdır.545 İşte Kitap, her şeyi böyle açıklar. Çünkü bir âyet şöyledir:

لنا عليك الكتاب تبيانا لكل شيء وهدى ورحمة وبشرى للمسلمين ونز

543. el-Beydâvî, Tefsîr’ul-Beydâvî, c. II, s. 323.544. ez-Zebidi, Tacu’l-arus, قرأ mad.ه ) أي ضم بعضه إلى بعض ، وقرأت الشيء قرآنا : جمعته وضممت قرأ ) الشيء : جمعه وضم

بعضه إلى بعض545. Lisan’ul-arab, قرأ mad.

Page 469: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 469 -

KUR’ÂN’I AÇIKLAMADA USUL

“Biz bu Kitab’ı sana indirdik ki; her şeyi açıklasın, doğru yolu göstersin, ona bağlananlar için bir ikram ve bir müjde olsun.” (Nahl 16/89)

O zaman bu Kur’ân’ın içinde sayısız kur’ânlar yani âyet kümeleri olmalıdır. Herhangi bir konuda Kur’ân’ın açıklamalarına ulaşmak için içinde iyi Arapça bilenlerin de olduğu bir uzman takım kurulmalıdır.

Konuyu tam olarak ortaya koyan âyet şudur:

وأخر الكتاب أم هن حكمات م آيات منه الكتاب عليك أنزل الذي هو الفتنة ابتغاء منه تشابه ما بعون فيت زيغ قلوبهم في الذين ا فأم متشابهات ا به اسخون في العلم يقولون آمن وابتغاء تأويله وما يعلم تأويله إل اهلل والر

ر إل أولوا اللباب ك ن عند ربنا وما يذ كل م“Sana bu Kitab’ı indiren odur. Onun bir kısmı

muhkem âyetlerdir; onlar Kitab’ın anasıdır. Öbürleri ise müteşâbihtir (muhkemlere benzerler). Kalplerinde kayma olanlar, fitne (sıkıntı) çıkarma isteği ve Kitab’ı tevil isteği ile ondan (kendi kurgularına) benzer olanla-ra uyarlar. Oysa onun tevilini yalnız Allah bilir. Sağlam bilgi sahipleri şöyle derler: “Biz buna inandık; hepsi de Rabbimiz katındandır.” Bu bilgiye sadece sağlam duruşlu546 olanlar ulaşabilirler.” (Âl-i İmrân 3/7)

Tevîl, bir şeyi hedefine çevirmektir.547 Müteşâbih âyetlerin hedefi muhkemlerdir. Onları biribirine çevirip birini diğeri ile açıklayan Allah Teâlâ’dır. Bunu başkası yapamaz. Çünkü o, Kitab’ı açıklama konusunda kimse-ye yetki vermemiştir. İlgili âyetler şöyledir:

لت من لدن حكيم خبير. أل تعبدوا إل اهلل ثم فص الر كتاب أحكمت آياته إنني لكم منه نذير وبشير.

.لبب)الصحاح في اللغة)ابن السكيت: ألبب المكان، أي أقام به و لزمه .546547. Ragıb el-İsfahânî, Müfredât, اول mad. رد الشيئ إلى الغاية المرادةمنه

Page 470: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 470 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

“Elif, Lâm, Râ. Bu öyle bir kitaptır ki, âyetleri muh-kem kılınmış, sonra hakîm olan ve her şeyin iç yüzünü bilen Allah tarafından açıklanmıştır. Böyle olması Allah’tan başkasına kul olmamanız içindir. Ben onun tarafından bir uyarıcı ve müjdeciyim.” (Hûd 11/1-2)

Demek ki kim; Allah Teâlâ’nın koyduğu yönteme uyarak Kur’an’ın açıklamalarına ulaşma yerine uygun gördüğü bir yöntemle Kur’an’ı açıklamaya yönelirse Kendini Allah yerine koymuş olur. Bu da bir insanın düşebileceği en kötü durumdur.

Önceki ayette geçen “منه تشابه mâ teşâbehe = ما minhu”sözünün anlamı; “Kitap’dan (kendi zihinleride-kine) benzer olanlar.”dır. Buradaki “منه(minhu) = ondan” sözüne başka anlam verilemez. تشابه mâ teşâbehede =ما benzer olan yani iki şey arasındaki benzerliği gösteren demektir. Bunların niyeti fitne çıkarmak ve Kitab’ı kendilerine göre tefsir etmek olduğundan zihinlerinde-kine benzer âyetler arayacaklardır. Yani benzerliğin bir tarafı Kitap’taki bir ifade, diğer tarafı da zihinlerindeki kurgudur. Ondan dolayı âyetin bu bölümüne şu meal verilmiştir: “Kalplerinde kayma olanlar, fitne (sıkıntı) isteği ve Kitab’ı tevil isteği ile ondan (kendi kurguları-na) benzer olanlara uyarlar.”

Aslında burada paranteze gerek yoktur. Çünkü yapılan şey, sadece benzerliğin diğer tarafı “kendi kur-gularını” göstermektir.

İyi niyetli olduğu halde âyetler arası ilişkiyi yanlış kuran âlimler de olabilir. İçlerinde fitne (sıkıntı) çıkarma ve âyetleri kendilerine göre tevîl ve tefsir isteği olmadığı için onlar, yukarıdakilerden sayılmazlar.

“Sağlam bilgi sahipleri derler ki; biz buna inanırız, hepsi de Rabbimiz katındandır”. Âyetleri muhkem ve müteşâbih olarak indiren, onları birbirine bağlayıp tevîl ve tefsir eden odur. Biz âyetleri tevîle değil, Allah’ın tevilini ve açıklamasını bulmaya çalışırız.

Page 471: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 471 -

KUR’ÂN’I AÇIKLAMADA USUL

Âyetler arası ilişkiler ağını göremeyenler; tevîl, müteşâbih ve mesânî kelimelerine farklı anlamlar yüklemişlerdir. Bu yüzden çok yanlışlar yapılmış ve nice mezhepler, sıkıntı kaynağı haline gelmiştir. Talak, evlenmede velâyet ve faiz konuları548 buna örnek olabi-lir. Açıklamasız kalan veya yanlış açıklanan çok sayıda âyet de vardır. Bunlara da “işittik ve isyan ettik”549 âyeti ile Hac Suresi’nin 15. âyeti550 örnek verilebilir.

Âyetler arası ilişkilerin görülememesi, hikmetin yani Kur’ân-Sünnet bütünlüğünün görülememesine yol açmıştır. Âlimlerin çoğu Sünneti, Kur’ân’dan bağımsız, ikinci delil sayarak onların zıt anlamlar içerebileceğini ve farklı sahaları düzenleyebileceğini iddia etmiştir. Altın, gümüş, buğday, arpa, hurma ve tuz satışlarını düzenleyen hadisi doğru anlayamayanların onunla faiz âyetleri arasında zıtlık görmesi buna örnek olabilir.551 Bazıları, Sünnetin Kur’ân’ı nesh edebileceğini söylemiş; bazıları da Kur’ân, Kur’ân’ı, Sünnet Sünneti nesh eder; bunlardan biri diğerini neshedemez demişlerdir.552 Bir örnek olsun diye bu bölümün sonundaki“İmam Şafiî’nin Hikmet Anlayışı” başlıklı bir yazı okunabilir.

Kitap - Hikmet ilişkisinin kurulamamasından doğan sıkıntılar sebebiyle kimi âlimler, Sünneti dikkate almazken, kimileri de sıkıntının Kur’ân’dan kaynaklan-dığını sanarak “tarihselci” yaklaşımla Kur’ân’ı, indiği zamana ve indiği coğrafyaya veya dînî ve ahlâkî ilişkiler sahasına hapsetme gayretine girmişlerdir. Bu yaklaşım-lar; hem yanlış tevîllerin sahasını genişletmiş, hem de bazı âyetleri görmeme veya tarihe hapsetme gibi ağır sonuçlar doğurmuştur. Çoğunluğun ortak hatası ise, güvendikleri âlimlerin kitaplarında yer alan bilgileri,

548. Bkz: Talak, İftidâ ve Nikâhın Denetlenmesi başlıklı yazılar.549. Bkz: Sıkı Tutma/İsyan başlıklı yazı.550. Bkz: Şirkle İman Arasında Kararsızlık (Hac Suresi 11-16. âyetler) başlıklı yazı.551. Bkz:“Faiz” başlıklı yazı. 552. Bkz: “Nesih ve Zina Cezası” başlıklı yazı.

Page 472: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 472 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

doğru sayarak Kitap ve Hikmet açısından yeteri kadar eleştirememeleridir. Ama yukarıdaki âyetlerin ortaya koyduğu metot, yanlış tavırların tamamına engel olacak niteliktedir.

Şimdi muhkem, müteşâbih, mesânî ve tevîl keli-melerine, Kur’ân’ın verdiği anlam ile ulemanın verdiği anlamı karşılaştırmalı olarak görmeye çalışalım:

39.1.1. Muhkem

Muhkem; lafız ve anlam açısından şüphe doğuracak yanı olmayan söze denir.553 Muhkem âyet, “şöyledir” veya “değildir” diye açık ve kesin hüküm bildirir. Bunun tanımında bir ihtilaf yoktur.

39.1.2. Müteşâbih

Müteşâbihin kökü, benzerlik anlamına gelen şibh veya şebeh’tir. Birbirine benzeyen iki şeye müteşâbih, aradaki benzerliğe teşâbüh denir.554 Aşağıdaki sekiz âyette kelime bu anlamdadır.

الحات أن لهم جنات تجري من تحتها النهار ر الذين آمنوا وعملوا الص وبشبه وأتوا قبل من رزقنا الذي هذا قالوا رزقا ثمرة من منها رزقوا كلما

متشابها.a. “İnanan ve iyi işler yapanlara müjde ver; içinden

ırmaklar akan Cennetler onlar içindir. Onun her ürü-nünden yararlandıkça “bu daha önce yararlandığımız şeydir” diyeceklerdir. Onlara orada müteşâbih (dünya-dakilere benzer) şeyler verilecektir.” (Bakara 2/25)

اهلل شاء إن وإنا علينا تشابه البقر إن هي ما لنا ن يبي ربك لنا ادع قالوا لمهتدون.

553. Müfredât, حكم mad. 554. Lisanu’l-arab, شبه mad.; el-Halil b. Ahmed el-Ferahidi, Kitabu’l-Ayn, شبه mad; Müfredât شبه mad.

Page 473: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 473 -

KUR’ÂN’I AÇIKLAMADA USUL

b. “Bizim için Rabbine sor, o nasıl bir şeydir, bize açıklasın. Bize göre, sığır sığıra (benzer) müteşâbihtir, Allah fırsatını verirse doğru olanı yaparız” dediler.” (Bakara 2/70)

من الذين قال كذلك آية تأتينا أو اهلل يكلمنا لول يعلمون ل الذين وقال قبلهم مثل قولهم تشابهت قلوبهم.

c. “Kendini bilmezler derler ki: “Allah bizimle de konuşsa, yahut bize de bir belge gelse ya!. “Onlardan öncekiler de bu ağzı kullanmıştı. Kalpleri (birbirine benzer) müteşâbih oldu.” (Bakara 2/118)

منه فأخرجنا شيء كل نبات به فأخرجنا ماء ماء الس من أنزل الذي وهو وجنات دانية قنوان طلعها من النخل ومن متراكبا ا حب منه نخرج خضرا

ان مشتبها وغير متشابه. م يتون والر من أعناب والزd. “Gökten su indiren Allah’tır. O onunla her

türlü bitkiyi çıkarır.555 Yeşilliği ondan; üst üste binmiş taneleri de yeşillikten çıkarır. Hurmadan; onun tomur-cuğundan sarkan salkımları, üzüm bağlarını, zeytini ve narı da (diğerlerine benzerliği olan) müştebih ve (ben-zemeyen) gayri müteşâbih halde çıkarır.” (En’âm 6/99)

مختلفا رع والز معروشات والنخل معروشات وغير جنات أنشأ وهو الذي ان متشابها وغير متشابه. م يتون والر أكله والز

e. “Çardaklı ve çardaksız bitkileri, yenmeleri farklı hurma ve ekini; zeytini ve narı, (birbirine benzer) mü-teşâbih ve (benzemez) gayri müteşâbih halde var eden odur.” (En’âm 6/141)

كل خالق اهلل قل عليهم الخلق فتشابه كخلقه خلقوا شركاء هلل جعلوا أم ار شيء وهو الواحد القه

555. Türkçe’de iltifat sanatı olmadığından âyetin doğru anlaşılması için bu sanat ihmal edilerek tercüme yapılmıştır.

Page 474: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 474 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

f. “Yoksa Allah’la ortak özellikte varlıklar oluş-turdular ve onlar, Allah’ın yaratması gibi yarattılar da yaratılanlar kendilerine müteşâbih (birbirine benzer) mi göründü? De ki, her şeyi yaratan Allah’tır. O tektir, her şeye hâkimdir.” (Ra’d 13/16)

ل أحسن الحديث كتابا متشابها مثاني نز اهللg. “Allah sözün en güzelini, müteşâbih (birbirine

benzer) mesânî (ikişerlerden oluşan) bir kitap olarak indirmiştir.”‏(Zümer 39/23)

وأخر الكتاب أم هن محكمات آيات منه الكتاب عليك أنزل الذي هو متشابهات.

h. “Sana bu Kitab’ı indiren odur. Onun bir kısmı muhkem âyetlerdir. Onlar Kitab’ın anasıdır. Öbürleri ise müteşâbihtir.” (Âl-i İmrân 3/7)

Âlimler müteşâbihe, yukarıdaki yedi âyette “birbi-rine benzeyen iki şey” anlamı vermişler ama Al-i İmran 7. âyetteki müteşâbihi, hiçbir delile dayanmadan, şöyle tarif etmişlerdir:

“Anlamı kapalı olan, Kitap ve Sünnette ne kesin ne de zannî herhangi bir delil bulunmadığından âlimlerin aklının onu idrake yetmeyeceği âyettir.”556

Muhkemler “Kitab’ın anası, geriye kalanı mü-teşâbih” olduğundan, Kur’ân’ın büyük bir bölümünün müteşâbih olduğu açıktır. Çünkü “ana” her zaman az, diğerleri çok olur. Bu sebeple yukarıdaki tarif, âyetle-rin büyük bir kısmının anlaşılamayacağı iddiasını da taşır. Bunu kabul etmek mümkün olmadığından her âlim, yine bir delile dayanmadan müteşâbih sayısını sınırlama gayretine girmiştir. Taberî’nin İbn Abbâs’tan nakline göre muhkem; Kur’ân’ın nâsihi, helâli, haramı, hadleri, farzları, inanılan ve amel edilen âyetleridir. Müteşâbih ise; Kur’ân’ın mensuhu, geçmiş ve gelecekle

556. Muhammed Ebû Zehra, Usulü’l-fıkh, İstanbul, tarihsiz. s. 134

Page 475: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 475 -

KUR’ÂN’I AÇIKLAMADA USUL

ilgili haberleri, yeminleri, örnekleri ile inanılan ama amel edilmeyen âyetleridir.557

Ragıb el-İsfahanî’ye göre müteşâbih üçe ayrılır:

1. Kıyâmetin vakti, dâbbet’ül-ard ve çıkış şekli gibi bilinmesi mümkün olmayan müteşâbih.

2. Garip lafızlar ve muğlak hükümler gibi insanla-rın bir şekilde bilebilecekleri müteşâbih.

3. İlimde derinleşmiş âlimlerin bilip onların dışında kalanların bilemeyeceği müteşâbih.558

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır konuya bilimsel izah getirme gayretiyle şöyle demiştir: “İki şeyin birbiri-ne karşılıklı ve eşit olarak benzemesine teşâbüh, benze-yenlerden her birine müteşâbih denir ki, biri diğerinden seçilemez, zihin onları ayırt etmekten aciz kalır. Teşbih ve müşabehette bir taraf eksik ve ikinci derecede, diğer taraf tam ve esas olur. Teşâbühte559 ise her iki taraf aynı kuvvette ve eşit benzerlikte olur, benzerlikler fark-lılıkları örter de şu âyetlerdeki gibi seçilemez olurlar: “Muhakkak ki, o inek bize teşâbühlü oldu.” (Bakara, 2/70), “Kalpleri teşâbühlü oldu.” (Bakara, 2/118), “…ve onun müteşâbihi kendilerine verilecek.” (Bakara, 2/25) Demek ki teşâbüh seçilememeye sebeptir. Seçilememek bunun gerektirdiği bir anlamdır.”560

Bu izahın ilmî bir yanı yoktur. Elmalılı bunu, Fahrettin Razî’den almıştır.561 Yukarıdaki âyetleri, kendi tefsir ederken aynı hataya düşmemiştir. Bakara 25. âyeti şöyle tefsir etmiştir: “Acaba iki âlemdeki bu meyveler gerçekte aynı çeşitten midir? Hayır aynı çeşitten değil, benzerdirler, birbirine karşılıklı olarak bir benzeyişleri

557. Taberi, Tefsir, c. 3, s. 172 vd.558. Ragıp el-İsfahani, Müfredât, شبه mad.559. Müteşâbih konusunda.560. Elmalılı, c. II, s. 1037.561. Fahru’d-Din er-Razi, et-Tefsîru’l-kebîr, c. III, s. 138.

Page 476: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 476 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

vardır. Gerçekte ise aralarında büyük farklar vardır.”562 Yani bir karıştırma söz konusu değildir.

Bakara 70. âyetle ilgili tefsiri şöyledir: “Bu bakara bize müteşâbih geldi, hangi bakara olduğunu kestireme-dik. Biz onun özelliklerini sordukça bize başkalarında da olan özellikler açıklanıyor.”563 Başkalarında da olan özellikler, benzer özelliklerdir.

Elmalılı’nın Bakara 118 ile ilgili tefsiri ise şöyledir: “Görüyorsunuz, öncekilerle bunların kalpleri tamamen birbirine benzemiş, duygu ve düşünceleri sanki birbiri-nin aynı olmuştur.”564 Buradaki benzerlik de duygu ve düşünce benzerliğidir; yoksa onların birbirinden seçile-memesi değildir.

Tefsir usülcüleri bir gariplik daha yapmış; Hûd suresinin ilk âyetini delil göstererek Kur’ân’ın hepsini muhkem, Zümer 23. âyeti delil göstererek hepsini mü-teşâbih, Al-i İmran 7. âyeti delil göstererek bazı âyetleri muhkem bazılarını da müteşâbih saymışlardır.565

Nebîmiz müteşâbihle ilgili açıklama yapmamıştır. Aişe annemiz dedi ki; Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem, Âl-i İmrân 7. âyeti okudu ve şöyle dedi: “Kur’ân’ın müteşâbih âyetlerine tâbi olanları gördüğü-nüzde bilin ki onlar Allah’ın âyette haber verdiği kimse-lerdir, onlardan sakının.”566

Hadiste de müteşâbihin ne olduğu açıklanmadığı için ona, sözlük anlamını vermek gerekir. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

ن لهم. وما أرسلنا من رسول إل بلسان قومه ليبي

562. Elmalılı, c. I, s. 276.563. Elmalılı, c. I, s. 383.564. Elmalılı, c. I, s. 481.565. Ragıp el-İsfahani, Müfredât, شبه mad; Fahru’d-Din er-Razi, c. IX, s: 446.566. Buhârî, TefsirÂl-i İmrân, 1; Müslim, İlim, 1; Tirmizî, Tefsir Âl-i İmrân, (2996); Ebû Davûd,

Sünne, 2.

Page 477: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 477 -

KUR’ÂN’I AÇIKLAMADA USUL

“Biz, her elçiyi kendi toplumunun dili ile gönder-dik ki, onlara iyice açıklasın.” (İbrahim 14/4)

Görüldüğü gibi ulemanın müteşâbih anlayışı, ne Kur’ân’a, ne Hikmet’e, ne Arap diline ne de bilimsel bir gerekçeye dayanır. Bu anlayış Kur’ân’ın, birkaç âyet dışında anlaşılmaz olmasını da gerektirir. Hâlbuki o, açık bir kitaptır. Bir çok sure “Bunlar o açık Kitab’ın âyetleridir”567 diye başlar. Bu sebeple bu anlayışın kabul edilebilecek bir yanı yoktur.

Müteşâbih, birbirine benzeyen iki şeye denir. Bu, teşbihten farklıdır. Teşbih, benzerliği göstermek için değil, güçlü ve etkili bir anlatım için yapılır. “Aslan gibi cesur adam” veya “tilki gibi kurnaz çocuk” derken adam cesarette aslana, çocuk kurnazlıkta tilkiye benzetilir. Aslında ne adam aslana, ne çocuk tilkiye benzer. Yani bunların müteşâbih olmaları gerekmez. Müteşâbih olan şeyler cinsleri, nevileri ve sınıfları oluşturur. Eşya ancak bu şekilde tanınır. İlimler bu şekilde oluşturulur ve yeni hedeflere ancak bu şekilde ulaşılır.

Al-i İmran 7 ve Zümer 23. âyetler; Kur’ân âyetlerinin de müteşâbih olduğunu gösterir. Bunlar birbirini açık-ladığından müteşâbih olmaları kaçınılmazdır. Öyleyse Kur’ân’ı öğrenirken, eşyayı öğrenir gibi davranmak, müteşâbih âyetleri kümelere ayırıp Kur’ân’ın açıklama-sına ulaşmak gerekir. Benzerlik en az iki şey arasında olacağından Kur’ân’da ikili ilişkiler ağı vardır. Bunu âyetlerdeki mesânî kelimesi kuvvetlendirmektedir.

39.1.3. Mesânî

Mesânî (مثاني) , mesnâ (مثنى)’nın çoğuludur. Mesnâ,, ikişer, mesânî de ikişerler anlamına gelir.568 Kelime, aşağıdaki dört âyette geçer:

567. Yusuf 12/1; Hicr 15/1, Şuarâ 26/2; Kasas 28/2; Duhân 44/2.568. el-Beydâvî, Tefsîru’l-Beydâvî, c. II, s. 323.

Page 478: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 478 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

مثنى ساء الن من لكم طاب ما فانكحوا اليتامى في تقسطوا أل خفتم وإن أدنى ذلك أيمانكم ملكت ما أو فواحدة أل تعدلوا فإن خفتم ورباع وثالث

أل تعولوا.a. “Yetim kızların haklarını gözetemeyeceğinizden

korkarsanız size helal olan diğer kadınlardan ikişer (mesnâ), üçer veya dörder nikâh edin. Eşit davranama-yacağınızdan korkarsanız bir kadınla veya emrinizde olan (esir kadınla)evlenin. Böylesi, sıkıntıya düşmeme-niz için daha uygundur.” (Nisa 4/3)

مثنى وفرادى ثم تتفكروا ما بصاحبكم قل إنما أعظكم بواحدة أن تقوموا هللة إن هو إل نذير لكم بين يدي عذاب شديد. من جن

b. “De ki; size bir tek öğüdüm var: Allah için ikişer ikişer (mesnâ) ve teker teker kalkın ve iyi düşünün; arkadaşınızda bir delilik yoktur, o sadece şiddetli bir azâbın öncesinde sizi uyaran biridir.” (Sebe 34/46)

أجنحة أولي رسال المالئكة جاعل والرض ماوات الس فاطر هلل الحمد مثنى وثالث ورباع.

c. “Gökleri ve yeri yaratan, melekleri, ikişer (mesnâ) üçer ve dörder kanatlı elçiler kılan Allah, ney-lerse güzel eyler...” (Fâtır 35/1)

ل أحسن الحديث كتابا متشابها مثاني. نز اهللd. “Allah sözün en güzelini, müteşâbih ve mesânî

bir kitap olarak indirmiştir.”‏(Zümer 39/23)

Muhkem ve onu açıklayan müteşâbih âyet, iki âyet eder. Bunları açıklayan iki âyet daha olur. Bazı konular-da bu âyetler iki, dört, altı, sekiz… şeklinde uzar gider. Bu âyetleri bulup ortaya çıkaranlar, her konu ile ilgili en ince ayrıntıya ulaşabilirler. Birbirini açıklayan âyetler arasındaki ikişerli ilişkiyi gösteren kelime mesânî’dir.

Page 479: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 479 -

KUR’ÂN’I AÇIKLAMADA USUL

Şu âyette de mesânî geçer. “Sana o mesânîden yedi tane ve yüce Kur’ân’ı verdik.” (Hicr 15/87) Burada kelime el-mesânî şeklinde marife olduğu için Zümer suresindeki anlamdadır. Böylece Hicr 87 ile Zümer 23. âyetleri bize, bütün âyetlerin mesânî olduğunu göster-miş olur.

Hicr 87, mesânîlerden yedisine dikkat çekmiştir ki, onlar Fatiha’nın âyetleridir. Bu sebeple Fatiha, Kur’ân’dan süzülmüş bir öz ve surelerin en yücesi olmuştur. Ebû Saîd el-Muallâ diyor ki, Mescitte namaz kılıyordum, Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem seslendi cevap vermedim. Sonra “Ey Allah’ın Elçisi, namaz kılıyor-dum” dedim. “Allah Teâlâ; size seslendiğinde Allah’a ve Elçisine karşılık verin.” demiyor mu? Dedi ve devam etti: “Bu Mescitten çıkmadan sana bir sure öğreteceğim, o Kur’ân’ın en yüce suresidir.” Sonra elimden tuttu, mescitten çıkmak istedi; dedim ki, “Demedin mi, sana bir sure öğreteceğim ki, o Kur’ân’ın en yüce suresidir, diye?” Dedi ki; “El-hamdu lillah (Fatiha Suresi) bana verilmiş yedi mesânî ve yüce Kur’ân’dır.569 Allah onun gibisini ne Tevratt’a, ne İncil’de indirmiştir.”570

Âyetler arası ilişkiler doğru kurulamayınca mesânî-ye de doğru anlam verilememiştir. Ulemanın önemli bir bölümü ona, tekrar etme, birkaç kere tekrarlama anlamı vermişler; bunu Kur’ân’da kıssaların, öğütlerin, hüküm-lerin, geçmişle ilgili haberlerin ve olayların tekrarlan-ması, rahmet âyetlerinin azap âyetlerine bitişik olması, birbirine zıt şeylerden, Cennetten, Cehennemden, iyi ve kötü kişilerin özelliklerinden bahsetmesi şeklinde açıklamışlardır.571 Fahrettin Râzî şöyle der:

“Kur’ân’da her şey çifttir; emir-nehiy, amm-has, müc-mel-mufassal, yer ve göklerin durumu, Cennet- Cehennem,

569. Buhârî, Tefsir, 1; Nesâî, İftitah, 26.570. Tirmizi, Fedâil’ul-Kur’ân, 1.571. Taberi, Tefsir, c. X, s. 628-629; Kurtubi, el-Cami’ li ahkami’l-Kur’ân, c. VIII, s. 162 ve c. IV, s. 8-14.

Page 480: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 480 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

karanlık-aydınlık, korku ve ümit gibi çifter çifterdir. Maksat Allah’ın dışındaki her şeyin çift olduğunu açıklamaktır. Bu da her şeyin zıddıyla yani kendine ters gelenle imtihan edildiğini gösterir. Tek olan sadece Allah Teâlâ’dır.”572

Râzî’nin sözleri güzeldir, ancak Kur’ân’ın açıklan-masına katkı sağlamamaktadır.

39.1.4. Tevîl

Tevîl sözlükte, bir şeyi hedefine çevirmektir.573 Kur’ân’da bu anlam, mesânî prensibine uygun olarak dört yerde açıklanmıştır.

39.1.4.1. Musa ve Hızır Olayının Tevîli

Musa aleyhisselam Hızır’la574 yolculuk yapmış, bazı davranışlarına dayanamamıştı. Çünkü Hızır, önce bindikleri gemiyi delmiş, sonra bir erkek çocuğunu öl-dürmüş ve sonra da kendilerini misafir etmek istemeyen bir kasabada yıkılmak üzere olan bir duvarı doğrultmuş-tu. Ayrılmaya karar verdikleri bir sırada Hızır;

ليه صبرا. ئك بتأويل ما لم تستطع ع سأنب“...dayanamadığın işlerin tevîlini sana anlataca-

ğım.” (Kehf 18/78) diyerek şunları söylemişti:

وكان أعيبها أن فأردت البحر في يعملون لمساكين فكانت فينة الس ا أممؤمنين أبواه فكان الغالم ا وأم غصبا. سفينة كل يأخذ ملك وراءهم زكاة منه خيرا ربهما يبدلهما أن فأردنا وكفرا. طغيانا يرهقهما أن فخشينا تحته وكان المدينة في يتيمين لغالمين فكان الجدار ا وأم رحما. وأقرب ويستخرجا هما أشد يبلغا أن ربك فأراد صالحا أبوهما وكان لهما كنز

572. Razi, Tefsiru’l-kebir, c. IX, s. 446.573. Rağıb el-İsfahânî, Müfredât, اول mad.رد الشيئ إلى الغاية المرادة منه574. Kur’ân’da Hızır adı geçmez. Bu şahsın Hızır olduğu hadiste yer alır. Bkz. Buhârî, İlim, 44.

Page 481: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 481 -

KUR’ÂN’I AÇIKLAMADA USUL

عليه تسطع لم ما تأويل ذلك أمري عن فعلته وما ربك من رحمة كنزهما صبرا.

“Gemi, denizde çalışan ve başka işleri olmayan birkaç kişinindi; istedim ki onu kusurlu hale getireyim. Çünkü arkalarında sağlam gemilere zorla el koyan bir hükümdar vardı.”

“Oğlana gelince; ana babası inanmış kimselerdi. Onun onları azdırmasından ve inkâra sürüklemesinden korktuk. İstedik ki Rableri onlara, daha temiz ve daha merhametli birini versin.”

“Duvar ise, şehirde iki yetim erkek çocuğa aitti. Altında onlara ait bir hazine vardı. Babaları iyi insan-dı. Rabbin istedi ki; onlar reşit olsunlar ve hazinelerini çıkarsınlar. Bu, Rabbinden bir ikramdır, bunları kendi-liğimden yapmış değilim. Dayanamadığın işlerin tevîli işte budur.” (Kehf 18/79-82)

Her bir olayın tevîli, yani ana bağlantısı gösterilince Musa aleyhisselamın şaşkınlığı geçmişti.

39.1.4.2. Rüya Tevîli

Rüya yorumuna tevîl denir. Yusuf aleyhisselamzin-danda iken hükümdar şöyle demişti:

وقال الملك إني أرى سبع بقرات سمان يأكلهن سبع عجاف وسبع سنبالت ؤيا تعبرونقالوا خضر وأخر يابسات يا أيها المل أفتوني في رؤياي إن كنتم للرمنهما نجا الذي وقال بعالمين. الحالم بتأويل نحن وما أحالم أضغاث يق أفتنا في سبع د ئكم بتأويله فأرسلون. يوسف أيها الص ة أنا أنب كر بعد أم وادبقرات سمان يأكلهن سبع عجاف وسبع سنبالت خضر وأخر يابسات لعلي فما حصدتم دأبا سبع سنين تزرعون قال يعلمون. لعلهم الناس إلى أرجع شداد سبع ذلك بعد من يأتي ثم تأكلون. ا مم قليال إل سنبله في فذروه

Page 482: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 482 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

فيه عام ذلك بعد من يأتي ثم تحصنون. ا مم قليال إل لهن متم قد ما يأكلن يغاث الناس وفيه يعصرون.

“Ben, yedi semiz ineği yedi zayıf ineğin yediğini; yedi yeşil başak ve bir o kadar da kuru başak görüyo-rum. Ey ileri gelenler! Rüya yorumlamayı biliyorsanız rüyamı doğru yorumlayın.”

Dediler ki: “Bunlar karışık rüyalar; biz böyle rüya-ların tevîlini bilmeyiz”.

(Yusuf ile zindanda iken) kurtulan iki kişiden biri, nice zaman sonra Yusuf’u hatırladı ve: “Ben size onun tevîlini bildireceğim, bana müsaade edin.” dedi. Sonra, Yusuf, aleyhisselama geldi, o da rüyayı tevîl etti ve dedi ki:

“Yedi yıl sürekli ekim yapın, bütün hasadı başa-ğında bırakın; yiyeceğiniz az bir kısım başka. Sonra yedi kıtlık yılı gelir, bütün birikiminizi yer tüketir; sakladığınız az bir kısım başka. Sonra arkadan, halkın rahat edeceği bir yıl gelir, o zaman da sıkıp sağarlar”. (Yusuf 12/43-49)

Rüya tevîli, günlük hayattaki olaylardan hangisi-nin, rüyadaki sembole benzediğine bakılarak yapılır. Bu ilgiyi kuramayanlar, o tevîli yapamazlar. Hükümdarın adamları bunu yapamamışlardı.

39.1.4.3. Dünyanın Tevîli

Dünya imtihan yeridir. Buradaki her olayın ahi-retle bağlantısı vardır. Doğru bağlantıyı kuramayanlar umdukları Cennete değil, istemedikleri Cehenneme giderler. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

ا مم أو الماء من علينا أفيضوا أن ة الجن أصحاب ار الن أصحاب ونادى لهوا دينهم اتخذوا الذين الكافرين. على مهما حر اهلل إن قالوا اهلل رزقكم وما هذا يومهم لقاء نسوا كما ننساهم فاليوم نيا الد الحياة تهم وغر ولعبا

Page 483: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 483 -

KUR’ÂN’I AÇIKLAMADA USUL

ورحمة هدى علم على لناه فص بكتاب جئناهم يجحدونولقد بآياتنا كانوا من نسوه الذين يقول تأويله يأتي يوم تأويله إل ينظرون هل يؤمنون. لقوم نرد أو لنا فيشفعوا شفعاء من لنا فهل بالحق ربنا رسل جاءت قد قبل ا نعمل قد خسروا أنفسهم وضل عنهم ما كانوا يفترون. فنعمل غير الذي كن

“Cehennem halkı Cennet halkına şöyle seslene-cektir: “O sudan ve Allah’ın size verdiği rızıktan bize de aktarın. Onlar diyecekler ki: Allah Teâlâ bunları kâfirlere haram kıldı.

Kâfirler, oyunu ve eğlenceyi kendilerine bir din, bir hayat biçimi edinenlerdir. Dünya hayatı onları aldattı. Bugün biz onları unutacağız; zaten onlar da böyle bir günle karşılaşacaklarını unutmuşlar ve âyetlerimizi bile bile inkâr etmişlerdi.

Biz onlara bir kitap göndermiş ve onu bilgiyle açık-lamıştık. İman edeceklere doğru yolu göstersin ve bir ikram olsun diye göndermiştik.

Onlar onun tevîlinden başkasını mı bekliyorlar? Tevîli geldiği gün evvelce onu unutmuş olanlar şöyle diyeceklerdir: “Rabbimizin elçileri gerçekten doğruyu getirmişler. Bize şefaat edecek kimseler var mı ki şe-faat etsinler. Ya da geri gönderilsek de yapıp ettiğimiz işlerden başkasını yapsak.” Onlar kendilerini tüketmiş kimselerdir. Uydurdukları şeyler de çekilip kaybolmuş olacaktır.” (A’raf 7/50-53)

Görüldüğü gibi dünyadaki davranışların âhiretle bağlantısına da tevîl denmiştir. Asıl ve kalıcı olan âhirettir. Orada verilecek karşılık, burada yapılanların benzeri olacaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

ئة فال يجزى إل مثلها وهم ي من جاء بالحسنة فله عشر أمثالها ومن جاء بالسل يظلمون.

Page 484: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 484 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

“Kim bir iyilikle gelirse ona onun on katı verilir; kim de bir kötülükle gelirse ona sadece onun dengi bir ceza verilir. Hiçbirine bir haksızlık yapılmaz.” (En’am 6/160)

39.1.4.4. Âyetlerin Tevîli

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

وأخر الكتاب أم هن محكمات آيات منه الكتاب عليك أنزل الذي هو الفتنة ابتغاء منه تشابه ما بعون فيت زيغ قلوبهم في الذين ا فأم متشابهات ا به اسخون في العلم يقولون آمن والر وابتغاء تأويله وما يعلم تأويله إل اهلل

ر إل أولو اللباب. ك كل من عند ربنا وما يذ“Sana bu Kitab’ı indiren odur. Onun bir kısmı

muhkem âyetlerdir; onlar Kitab’ın anasıdır. Öbürleri ise müteşâbihtir (muhkemlere benzerler). Kalplerinde kayma olanlar, fitne (sıkıntı) çıkarma isteği ve Kitab’ı tevil isteği ile ondan (kendi kurgularına) benzer olanla-ra uyarlar. Oysa onun tevilini yalnız Allah bilir. Sağlam bilgi sahipleri şöyle derler: “Biz buna inandık; hepsi de Rabbimiz katındandır.” Bu bilgiye sadece sağlam duruşlu575 olanlar ulaşabilirler.” (Âl-i İmrân 3/7)

Yukarıdaki üç olayda olduğu gibi bu âyette de tevîl ana unsura değil açıklamaya bağlanmış “...Onun tevîlini Allah’tan başkası bilmez.” denmiştir. Burada ana unsur muhkem âyetler, onları açıklayanlar ise müteşâbih olanlardır. Âyetler arasında ilişki kurarak birini diğeri-ne bağlayan Allah Teâlâ olduğu için onların tevîlini o yapmıştır. Araya benzerlik koymuş ki bağlantıları takip edip onun tevîlini bulabilelim. Âyetler arasında Allah’ın kurduğu ilişkiye bakmadan ulaşılan tevîl, Allah’ın tevîli olamaz. Bunu bilerek yapan, yoldan çıkar. Çünkü bu

لبب)الصحاح في اللغة)ابن السكيت: ألبب المكان، أي أقام به و لزمه .575 “Kur’an’da ulu’l-elbâb şöyle tanımlanmıştır: Sözü dinleyen ve en güzeline uyanlar Allah’ın

yoluna kabul ettiği kişilerdir. İşte ulu’l-elbâb onlardır.” (Zumer 39/18)

Page 485: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 485 -

KUR’ÂN’I AÇIKLAMADA USUL

tavır, âyetleri bağlantılarından koparmayı ve bazı âyet-leri görmemeyi zorunlu kılar. Dini kullanarak insanları yoldan çıkarmanın en kısa yolu budur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

اه للناس في ن نات والهدى من بعد ما بي إن الذين يكتمون ما أنزلنا من البيوأصلحوا تابوا الذين إل عنون. الال ويلعنهم اهلل يلعنهم أولئك الكتاب

حيم. اب الر و وبينوا فأولئك أتوب عليهم وأنا الت“İndirdiğimiz açıklayıcı âyetleri ve ana yolu bu

Kitapta insanlara açıkladığımız halde, gizleyenler var ya, Allah işte onlara lanet eder. Lanet edecek olanlar da lanet ederler.

Tevbe edip kendini düzelten ve onları açıklayanlar başka. Onların tevbesini kabul ederim. Ben tevbeleri kabul ederim, ikramım boldur.” (Bakara 2/159-160)

Tevîlde bir ana konu, bir de onun açıklaması vardır. Hızır olayında ana konu, Musa aleyhisselamın bilmediği arka plandır. Gördüğü olaylar ise onların açıklamasıdır. Melik’in rüyası da ileride olacak olay-ların açıklamasıydı. Onun adamları rüya ile o olaylar arasında ilgi kuramadıkları için yorum yapamamışlardı. Dünyadaki her olayın ahiretle bağlantısı vardır. Bunlar ahirette kişinin başına gelecek şeylerin habercisidir.

Demek ki tevîl; benzerlikten yola çıkarak ana unsur ile açıklayıcı unsuru bulup açıklamaya ulaşmak-tır. Âyetlerin tevîli için de benzerlikten yola çıkarak ana (muhkem) âyeti ve açıklayıcı (müteşâbih) âyetleri bul-mak gerekir. Bu yol bizi, âyetlerin açıklamasına götürür.

Âlimler müteşâbihe “akılların onu idrake yetmedi-ği âyettir”576 dedikleri için tevîle farklı anlam vermek zorunda kalmışlar ve Al-i İmran 7’deki şu bölümü anla-mada sıkıntıya düşmüşlerdir:

ن عند ربنا. ا به كل م اسخون في العلم يقولون آمن وما يعلم تأويله إل اهلل والر

576. Muhammed Ebû Zehra, Usulü’l-fıkh, s.134.

Page 486: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 486 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Kendilerine “cumhur” adı verilen çoğunluk buna, şu anlamı vermiştir: “Onun tevîlini Allah’tan başkası bilmez. Sağlam bilgi sahipleri şöyle derler: “Biz buna inanırız. Hepsi de Rabbimiz katındandır”. Bunlara göre müteşâbihler, Allah’ın kendi bilgisine has olmak üzere seçip ayırdığı âyetler olduğundan hiçbir âlim onların anlamını bilemez.

Azınlıkta kalan âlimler âyete şu anlamı vermişler-dir: “Onun tevîlini Allah ile sağlam bilgi sahiplerinden başkası bilmez. Onlar şöyle derler: “Biz buna inanırız. Hepsi de Rabbimiz katındandır.” Bunlara göre sağlam bilgi sahipleri, müteşâbihi bilirler.577 Onların bu bilgiye nasıl ulaşacakları, tevîl kelimesine verilen anlamda gizlidir.

Muhammed Ebû Zehra’ya göre tevîl: “Lafzı görünen anlamından alıp, başka anlam taşımak ama görünmeyen anlamına hamletmektir.”578

Zekiyyüddin Şa’ban’a göre ise “Lafzın zahir ma-nasında anlaşılmaktan engellenmesi ve bir delile bi-naen zahir olmayan başka bir mananın kastedildiğine hükmolunmasıdır.”579

Bu tariflere göre tevîl, bir sözü, görünen anlamından alıp, görünmeyen anlamına götürmektir. Görünmeyen anlam deyince ortaya belirsizlikler zinciri çıkar. Ulemanın tevîl anlayışının doğru olmadığı ortadadır.

39.2. Nebimizin Sünneti = Hikmet

Allah’ın Elçisi’nin iki görevi vardı; biri inen âyetleri tebliğ, diğeri de onları uygulamaktı. Birincisiye ilgili olarak şöyle buyurulmuştur:

577. en-Nesefî, Abdullah b. Ahmed b. Mahmud, Medâriku’t-tenzîl ve hakâiku’t-te’vîl, Beyrut 1989, c. I, s. 203.

578. A.g.e. s. 135.579. Zekiyyuddin Şa’ban, İslam Hukuk İlminin Esasları, Trc. İbrahim Kâfi Dönmez, Ankara, 1990,

s. 320.

Page 487: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 487 -

KUR’ÂN’I AÇIKLAMADA USUL

رسالته بلغت فما تفعل لم وإن ربك من إليك أنزل ما بلغ سول الر أيها يا ل يهدي القوم الكافرين يعصمك من الناس إن اهلل واهلل

“Ey Elçi! Rabbinden sana indirileni tebliğ et, bunu yap-maz isen onun elçiliğini yapmamış olursun” (Mâide 5/67)

Kitab’ı uygulama konusunda Allah Teâlâ ona şu emri vermiştir:

تكن ول اهلل أراك بما الناس بين لتحكم بالحق الكتاب إليك أنزلنا إنا للخآئنين خصيما

“Sana bu kitabı, tümüyle gerçek olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği şekilde hükmedesin. Sakın hainlerin savunucusu olma. (Nisa 4/105)

Böylece o, Kitab’ı hem tebliğ ediyor hem de Allah’ın gösterdiği yöntemle ondan hükümler çıkarıyordu. Bu iki görevi birlikte gösteren âyet şudur:

الكتاب ويعلمكم يكم ويزك آياتنا عليكم يتلو نكم م فيكم أرسلنا كما ا لم تكونوا تعلمون والحكمة ويعلمكم م

“İyiliklerimizi tamamlamak için580size içinizden bir elçi de gönderdik. O, size âyetlerimizi okur, sizi geliştirir, Kitab’ı ve Hikmeti öğretir; size bilmediğinizi öğretir”. (Bakara 2/151)

Kitap, ona inen âyetler, hikmet de Allah’ın gös-terdiği yöntemle,onun çıkardığı hükümlerdir. Çünkü hikmet, doğru hükümdür581. O, bu hükümleri bazen söz, bazen davranış bazen de bir şeyi onaylama şeklinde ve-riyor ve bunlar onun sünnetini oluşturuyordu. Allah’ın bize de gösterdiği bu yöntem doğru uygulanınca Kitap ile sahih sünnet arasında tam bir bütünlüğün olduğu ortaya çıkmaktadır.

580. Ayetin başındaki ك zamiri, bir önceki ayette bulunan لتم fiili ile bağlantılı sayılmıştır. 581. Hikmet (الحكمة), hüküm (حكم) kökünden mastar-ı nev’dir; hükmün doğru olanı anlamındadır.

Page 488: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 488 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Tespitlerimize göre hikmet ile sünnet arasındaki ilişkiyi ilk kuran İmam Şafiî’dir. Konu, bundan sonraki bölümde, “İmam Şafii’nin Hikmet Anlayışı” başlığı altında ayrıntılı olarak incelenecektir. Daha fazla bilgi iseteyenler orayı okumalıdırlar.

39.3. Kur’ân’ın Önceki Kitapları Tasdiki

Kur’ân, kendinden önceki ilahi kitapları kabul eder. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

نجيل. من وراة وال قا لما بين يديه وأنزل الت ل عليك الكتاب بالحق مصد نز لهم عذاب شديد قبل هدى للناس وأنزل الفرقان إن الذين كفروا بآيات اهلل

عزيز ذو انتقام. واهلل“Allah sana bu Kitab’ı, gerçekleri içeren ve ken-

dinden öncekileri kabul eden bir kitap olarak indirdi. Tevrat’ı ve İncil’i de o indirdi.

Onlar daha önce, insanlar için birer rehberdi. Allah hep doğruyu yanlıştan ayıran kitaplar indirmiş-tir. Allah’ın âyetlerini görmezlik edenler için ağır bir ceza vardır. Allah güçlüdür, ölçülü ceza verir.”582 (Al-i İmran 3/3-4)

İlk Nebîden son Nebîye kadar vahiyde bütünlük vardır. Kur’ân âyetlerinin büyük bir kısmı Nuh’a, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya vahyedilene denktir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

به ينا وص وما إليك أوحينا والذي نوحا به ى وص ما ين الد من لكم شرع على كبر فيه قوا تتفر ول ين الد أقيموا أن وعيسى وموسى إبراهيم

يجتبي إليه من يشاء ويهدي إليه من ينيب. المشركين ما تدعوهم إليه اهلل“Allah Nuh’a ne buyurmuşsa onu, sizin için bu

dinin şeriatı yapmıştır. Sana vahyettiğimiz, İbrahim’e,

582. Âyette geçen intikam انتقام , ukûbetle ceza verme anlamındadır. Ukûbet, işlenen suça denk olmalıdır (Nahl 16/126) . Bu sebeple “ölçülü ceza verme” diye tercüme edilmiştir.

Page 489: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 489 -

KUR’ÂN’I AÇIKLAMADA USUL

Musa’ya ve İsa’ya emrettiğimiz şudur: Dini ayakta tutun ve o konuda ayrı düşmeyin. Senin çağırdığın şey müşriklere ağır geldi. Allah doğru tercihte bulunanı kendi tarafına alır ve doğruya yöneleni de kendine yönlendirir.” (Şûrâ 42/13)

Kur’ân’ın bir kısmı da sadece Nebimize vahyedilen ve hafifletici hükümler içeren âyetlerden oluşur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

على كل أن اهلل ألم تعلم مثلها نأت بخير منها أو ما ننسخ من آية أو ننسها شيء قدير.

“Bir âyeti nesheder veya unutturursak, yerine ya daha hayırlısını, ya da dengini getiririz. Bilmez misin, Allah her şeye bir ölçü koyar.” (Bakara 2/106)

Kur’ân, önceki kitapları neshetmiştir. Çünkü nesih sözlükte; bir şeyi bir başka şeyle değiştirme, onun yeri-ne başkasını koyma demektir.583 Kur’ân, ilahi kitapların, Allah tarafından tasdik edilmiş son nüshasıdır. Kur’ân’a uymak; Tevrat’a, İncil’e ve Nebîlere inen tüm kitaplara uymaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

وراة ي الذي يجدونه مكتوبا عندهم في الت بي الم سول الن بعون الر الذين يتم بات ويحر ي نجيل يأمرهم بالمعروف وينهاهم عن المنكر ويحل لهم الط والعليهم الخبائث ويضع عنهم إصرهم والغالل التي كانت عليهم فالذين آمنوا

روه ونصروه واتبعوا النور الذي أنزل معه أولئك هم المفلحون. به وعز“Yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı bulacak-

ları ümmi Nebîye uyanlara; işte onlara o Nebî iyiliği emreder, kötülüğü yasaklar. İyi şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar. Sırtlarından ağır yükleri, boyunlarından demir halkaları kaldırır atar. Kim ki ona inanır, onu saygıyla destekler, ona yardım eder, onunla birlikte gönderilen o Nur’a uyarsa; işte onlar umduklarına ka-vuşurlar.” (A’raf 7/157)

583. İbn Manzûr, Lisanu’l-arab, نسخ mad.

Page 490: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 490 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Önceki kitaplar, ehl-i kitabı tanımayı sağlar ve onlarla ilişkilere yön verir. Allah Teâla şöyle buyurur:

ول قل يا أهل الكتاب تعالوا إلى كلمة سواء بيننا وبينكم أل نعبد إل اهللفقولوا تولوا فإن اهلل دون من أربابا بعضا بعضنا يتخذ ول شيئا به نشرك

اشهدوا بأنا مسلمون.“De ki: “Ey Ehl-i kitap! Aramızda eşit seviyede

olan bir söze gelin; Allah’tan başkasına kul olmayalım. Ona bir şeyi ortak koşmayalım. Bizden biri diğerini Allah ile kendi arasına rab olarak koymasın”. Eğer yüz çevirirlerse deyin ki: “Şahit olun, biz ona teslim olmu-şuzdur”. (Al-i İmran 3/64)

Eski ilahî kitaplardan, önceki toplumlarla ilgili bilgiler alabiliriz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

ما آمنت قبلهم من قرية أهلكناها أفهم يؤمنون. وما أرسلنا قبلك إل رجال كر إن كنتم ل تعلمون. نوحي إليهم فاسألوا أهل الذ

“Onlardan önce yok etmiş olduğumuz kasabaların halkı inanmamıştı. Şimdi bunlar mı inanacak?

Senden önce kendilerine vahyettiğimiz erkekler-den başka elçi göndermedik. Bilmiyorsanız ehl-i zikre (o kitapları bilenlere) sorun.” (Enbiya 21/6-7)

Tevrat Kur’ân’dan hacimlidir. Kur’ân’da kısa geçen bazı konular, Tevrat’ta genişçe yer alır. Bundan yarar-lanılarak ilgili âyetler açıklanabilir. Mesela Tevrat’ın bildirdiğine göre, ilk Yahûdilerin bulunduğu toplumda Apis adı verilen bir boğaya tapılırdı. Bakara Suresinde de Yahûdilere, bir boğa kesmelerinin emredildiği ama kesmemek için bahane aradıkları bildirilmektedir.584 Bu iki bilgi birleşince onları anlamak mümkün olur. Musa aleyhisselamın bir süre ayrılmasını fırsat bilerek neden buzağı heykeli yapıp taptıkları da anlaşılır.585 Buradan

584. Bkz. Bakara 2/67-71.585. Bkz. Bakara 2/51, 54, 92 ve 93.

Page 491: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 491 -

KUR’ÂN’I AÇIKLAMADA USUL

hareketle kurban bayramı kurbanında, hayvanın kanını akıtmanın şart olmasının sebebi de anlaşılır.

Buna şu âyet örnek verilebilir:

واسمعوا ة بقو آتيناكم ما خذوا الطور فوقكم ورفعنا ميثاقكم أخذنا وإذ قالوا سمعنا وعصينا وأشربوا في قلوبهم العجل بكفرهم قل بئسما يأمركم

به إيمانكم إن كنتم مؤمنين.“Bir gün sizden kesin söz almıştık. Tur’u da tepe-

nize kaldırmıştık. “Size verdiğimiz şeye sıkı sarılın; dinleyin!” demiştik. “Dinledik ve sıkı sarıldık” de-miştiniz. Hâlbuki görmezlikten gelmeniz sebebiyle o buzağı tutkusu içinize işlemişti. De ki: “İmanınız size ne kötü emir veriyor!.. Eğer inanmış kimselerseniz.” (Bakara 2/93)

“Dinledik ve sıkı sarıldık” diye tercüme edilen وعصينا) semi’nâ ve aseynâ) cümlesidir. Bütün= سمعنا tefsir ve meallerde ona “Dinledik ve isyan ettik” an-lamı verilmiştir. “İsyan ettik” diyenler söz vermiş ola-mayacağı için tefsirciler bu âyeti açıklayamamışlardır. Tevrat’a bakınca buradaki (عصينا = aseynâ)’nın “sıkı sarıldık” diye anlaşılması gereği ortaya çıkar. Bu, ke-limenin sözlük anlamlarından biridir. Geniş bilgi “Sıkı Tutma/İsyan” başlığı alt başlığı altında verilmiştir.

Eski ilahi kitaplardan yararlanmanın en önemli ta-rafı, Kur’ân’ın onları nasıl tasdik ettiğini görmektir. Bu sayede, o kitaplara karışan insan sözleri ayıklanabilir.

39.4. Arap Dilinden Yararlanma

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

من يشاء ويهدي ن لهم فيضل اهلل وما أرسلنا من رسول إل بلسان قومه ليبيمن يشاء وهو العزيز الحكيم.

“Biz, her elçiyi kendi toplumunun dili ile gön-derdik ki, onlara iyice açıklasın. Bundan sonra Allah

Page 492: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 492 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

sapıklığı tercih edeni sapıklıkta bırakır, doğru tercih edeni de yola getirir. Güçlü olan o, doğru karar veren odur.” (İbrahim 14/4)

من لتكون قلبك على المين. وح الر به نزل العالمين. رب لتنزيل وإنه المنذرين. بلسان عربي مبين.

“Kur’ân, gerçekten varlıkların sahibinin indir-mesiyle inmiştir. Onu güvenilir Ruh, Cebrail indirdi. Senin kalbine… Uyarıcılardan olasın diye. Apaçık Arap diliyle.” (Şuarâ 26/192-195)

Kur’ân Arapça olduğu için onu anlamada Arap dili-nin önemi açıktır. Ama bugün bir çok tefsir ve mealde dil kurallarına aykırı uygulamalar vardır. Meâlini verdiği-miz İbrahim 4. âyet buna örnek olabilir. Ulaşabildiğimiz tefsir ve mealler âyete şöyle anlam vermişlerdir:

“Biz, her elçiyi kendi toplumunun dili ile gön-derdik ki, onlara iyice açıklasın. Bundan sonra Allah dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğini de yola getirir. Güçlü olan o, doğru karar veren odur.”

Allah dilediğini yola getirecek ve dilediğini sap-tıracaksa neden elçi göndersin? Bu durumda elçinin, o toplumun dili ile açıklama yapmasının ne anlamı olur? Böyle anlamsız bir iş “doğru karar veren” Allah’a yakıştırılabilir mi? İçinde ciddi çelişkiler olan ifadeler, Allah’ın sözü olabilir mi?

şâe (شاء) fiiline verilen yanlış alam ve meydana ge-tirdidiği sıkıntılar, daha önce, “Kur’an’da İrade, Şey Ve Fıtrat” başlığı altında anlatıldı. Bu tür yanlışlar tefsir ve meallerde çoktur.

39.5. Kur’ân-Fıtrat İlişkisi

Varlıkların bir yapısı vardır. İnsanı, hayvanı ve bitkiyi oluşturan, geliştiren ve değiştiren ilke ve ka-nunlar bu yapıyı gösterir. Buna Fıtrat denir. Bilimin,

Page 493: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 493 -

KUR’ÂN’I AÇIKLAMADA USUL

teknolojinin ve insan ilişkilerinin kanun ve kuralları da bundan çıkarılır.

Din ise insanla Allah’ın, insanla insanın ve insanla tabiatın ilişkilerini düzenler. Dinin ilkeleri, kanunları ve hükümleri de “Fıtrat”tır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

لخلق الناس عليها ل تبديل فطر التي فطرة اهلل ين حنيفا للد فأقم وجهك م ولكن أكثر الناس ل يعلمون. ين القي ذلك الد اهلل

“Sen yüzünü dosdoğru bu dine, Allah’ın “Fıtrat”ına çevir. O, insanları ona göre yaratmıştır. Allah’ın yarat-tığının yerini tutacak bir şey yoktur. İşte doğru din bu dindir. Ama insanların çoğu bunu bilmezler.” (Rum 30/30)

Fıtrat, âyetlerden öğrenilir. Âyetler Allah’ın kitabı ile sınırlı değildir; Allah’ın yarattığı her şey âyettir.586 Allah Teâlâ şöyle buyurur:

يكف أولم الحق أنه لهم ن يتبي حتى أنفسهم وفي الفاق في آياتنا سنريهم بربك أنه على كل شيء شهيد.

“Âyetlerimizi onlara, hem çevrelerinde hem de kendi içlerinde göstereceğiz, sonunda onun gerçek olduğu onlar açısından iyice anlaşılacaktır.” (Fussilet 41/53)

İnsan bu âyetleri sürekli görür, üzerinde düşünür ve kendine göre sonuçlar çıkarır. Evrensel değerler ve ortak akıl böyle oluşur. İnsan yaşadıkça bu bilgiyi almaya devam eder. Ona zikir denir. Onu kalbe ve dile getirmek de zikirdir.587

586. İlgi duyanlar şu âyetleri inceleyebilirler: Bakara 2/164; Aliİmrân 3/190; En’am 6/97, 99; A’raf 7/26, 58; Yunus 10/5, 6, 67, 92, 101; Yusuf 12/7, 35; Ra’d 13/2, 3, 4; Nahl 16/13, 65, 66, 67, 68, 69, 79; İsrâ 17/12; Kehf 18/9; Meryem 19/10; Tâhâ 20/128; An-kebût 29/ 24, 33, 34, 35; Rum 30/21, 22, 23, 24, 28; Lokman 31/31, 32; Secde 32/26; Sebe’ 34/15; Zümer 39/42, 52; Mümin 40/13; Câsiye 45/3, 4, 5, 6; Zariyât 51/22, 23, 35, 36, 37; Kamer 54/12, 13, 14, 15.

587. er-Ragıb el-İsfahânî (ö. 425 h.), Müfredât (Tahkik: Safvan Adnan Dâvûdî), Dımaşk ve Bey-rut, 1412/1992, ذكر mad.

Page 494: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 494 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

O bilgi ile Allah’ın kitabı arasında tam bir uyum vardır. İlâhî kitapların ortak adı da zikirdir.588 Allah Teâlâ Kur’ân ile ilgili olarak şöyle buyurur:كر لنا الذ إنانحن نز O Zikri biz indirdik. Ne olursa olsun onu“ وإنا له لحافظونkoruyacak olan da biziz.” (Hicr 15/9)

Bu sebeple Kur’ân’ı okuyup anlayan her insan, kendindeki zikir ile Kur’an’daki zikir arasında büyük bir uyum olduğunu görerek Kur’ân’a karşı tam bir güven ve tatmin duygusu içine girer. Onun Allah’ın kitabı olduğu hususunda şüphesi kalmaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

تطمئن القلوب. أل بذكر اهلل الذين آمنوا وتطمئن قلوبهم بذكر اهلل“Bilin ki kalplerin yatışıp rahatlaması Allah’ın

zikri ile olur.” (Ra’d, 13/28)

İnsan, Allah’ın, tabiattaki ve Kur’ân’daki âyetlerini kavradığı ölçüde doğru bilgiye ulaşır.

İnsanın dışındaki varlıklar fıtrata aykırı davrana-mazlar. Allah insanı, akıl, irade ve bazı şeyleri yapacak güçte yarattığı için onun fıtrata ters davranışları olabilir. Bu davranışlar, insanın kendisi ile diğer insanlarla, çev-resi ile ve Allah ile olan ilişkilerini bozar.

İnsanı fıtrata aykırı davranışa iten; menfaatleri, beklentileri veya özentileridir. İnsan, bu gibi tutum ve davranışlardan rahatsızlık duyar. Fakat zamanla alışır, hatta zevk almaya başlar. İçinde gizlenen rahatsızlık bazen ortaya çıkar ve onu huzursuz eder. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

عليم واهلل قلوبهم تقطع أن إل قلوبهم ريبة في بنوا الذي بنيانهم يزال ل حكيم

“Kurdukları bina, içlerinde bir şüphe olmaya devam eder, kalpleri parça parça olmuş başka. Allah bilir, doğru karar verir.” (Tevbe 9/110)

588. Bkz. Al-i İmran 3/58, A’raf 7/63, Hicr 15/6,9; Nahl 16/44, Enbiya 21/2,50,105; Furkân 25/18, Yasin 36/11, Sad 38/8, Kamer 54/25.

Page 495: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 495 -

KUR’ÂN’I AÇIKLAMADA USUL

Günahlar, fıtrata aykırı davranışlardır. Sevap ise fıtrata uygun olan ama insana zor gelen davranıştır. Yaptığı davranışın doğru mu, yoksa yanlış mı olduğunu insan, her şeyden önce kendi vücudunda hisseder . Allah Teâlâ şöyle buyurur:

اها. اها. وقد خاب من دس فألهمها فجورها وتقواها. قد أفلح من زك“(Nefse) isyankârlığını ve takvâsını ilham edenin

hakkı için, onu arındıran mutlu olur, kirletip karartan da kaybetmiş olur.” (Şems 91/8-10)

Fıtrata aykırı davranan, önce irkilir, sonra ya vaz-geçer ya da devam eder. İrkilmesi, Allah’ın (Nefse) is-yankârlığını ilhamıdır. Bu bir uyarı; “yanlış yapıyorsun” uyarısıdır. İsyandan sonra da bir iç sıkıntısı duyar; bu da onu tövbeye teşviktir.

Takvâ, kötü duruma düşmekten korunmaktır. Takvâya uygun davranışlar insanın içini rahatlatır. Bu da Allah’tan ona bir ilham, “(Nefse) takvâsını ilham”dır.

Vabısa b. Mabed diyor ki; Muhammedsallallahu aleyhi ve selleme gittim; “iyilikten ve günahtan sorma-ya mı geldin? “ dedi.

Evet, dedim.

Parmaklarını bir araya getirip göğsüne vurdu ve üç kere şöyle dedi: “Nefsine danış, kalbine danış Vabısa! İyilik, nefsin yatıştığı, kalbin yatıştığı şeydir. Günah da içe dokunan ve göğüste tereddüt doğuran şeydir. İsterse insanlar sana fetva vermiş, yaptığını uygun bulmuş olsunlar.”589

İnsanlar, duyguları ve kısa vadeli menfaatleri yerine akıllarını öne alsalar böyle durumlara düşmezler. Çünkü جس على الذين ل يعقلون) -pisliği aklını kul (Allah)“ (ويجعل الرlanmayanların üstüne bırakır.” (Yunus 10/100)

589. Sünen-i Dârimî, Büyû’, 2.

Page 496: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 496 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

İlmin kaynağı da fıtrattır. Fen ve teknik bilimlerde uzman olanlar, kanun koymaz, âyetlerde var olan kanun-ları keşfe çalışırlar. Bu, onların fıtrata uymasıdır. Sosyal bilimcilerden de âyetleri doğru okuyarak kanunlar keş-fedenler vardır. Ama birçoğu kanun koymayı tercih eder ve topluma şekil vermeye kalkışırlar. Bu tavır, sosyal alanda fıtrata aykırı uygulamalara yol açar. Bunun kötü etkisi zamanla ortaya çıkar ve dengeler bozulur.

Fen ve teknik bilimlerle ulaşılan sonuçları, fıtrata aykırı kullanıp insanı ve çevreyi bozmak da mümkün-dür. Nitekim asrımızda dünya böyle bir felaket yaşa-maktadır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

الذي بعض ليذيقهم الناس أيدي كسبت بما والبحر البر في الفساد ظهر عملوا لعلهم يرجعون.

“İnsanların kendi elleriyle yaptıkları yüzünden karada ve denizde bozulma görüldü. Bunun böyle ol-ması, Allah onlara, yaptıklarının bir kısmını tattırsın diyedir. Belki vazgeçerler.” (Rum 30/41)

Kur’ân’ın hiçbir hükmü fıtratla çelişmez; çünkü fıt-rat İslâm’dır. Fıtratı anlamak için Kur’ân’dan, Kur’ân’ı anlamak için de fıtrattan yararlanmak gerekir. Eğer bir çelişki görülürse, Kur’ân’a gereği gibi uyulmamasın-dandır. Örnek olarak talak konusu ile ilgili açıklamaya bakılabilir.590

590. Bkz. “Talak” başlıklı yazı.

Page 497: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 497 -

40.Konu

İMAM ŞAFİÎ’NİN HİKMET ANLAYIŞI

Hikmet, İslam’ın temel kavramlarındandır. Allah Teâlâ En’âm 83 ve devamı âyetlerde Nuh’tan İsa’ya kadar 18 nebîyi saymış591 ve şöyle demiştir: “Bunların babalarını, soylarını ve kardeşlerini de seçtik; onlara doğru yolu gösterdik.”

Babaları Âdem’e, oğulları Muhammed sallallahu aleyhi ve seleme kadar uzanır. Kardeşlerini de katarak Allah Teâlâ bütün nebîlere işaret etmiş ve şöyle demiştir:

ة بو أولئك الذين آتيناهم الكتاب والحكم والن “Onlar, kendilerine kitap, hüküm ve nebîlik ver-

diğimiz kimselerdir.” (En’âm 6/89)

Şu âyete göre onlara verilen hüküm, Hikmettir:

ن كتاب وحكمة ثم جاءكم رسول ين لما آتيتكم م بي وإذ أخذ اهلل ميثاق النق لما معكم لتؤمنن به ولتنصرنه قال أأقررتم وأخذتم على ذلكم إصري صد م

اهدين ن الش قالوا أقررنا قال فاشهدوا وأنا معكم م

591. Ayetlerdeki sıralama şöyledir: “İbrahim, İshak, Yakub, Dâvûd, Süleyman, Eyyub, Yusuf, Musa, Harun, Nuh, Zekeriya, Yahya, İsa, İlyas, İsmail, Elyesa, Yunus ve Lut. (aleyhimusselâm).

Page 498: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 498 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

“Allah nebîlerden söz aldığında “Size Kitap ve Hikmet veririm de elinizde olanı tasdik eden bir resûl (elçi) gelirse ona kesinlik ile inanacak ve destek vere-ceksiniz. Kabul ettiniz mi? Bu ısrımı592 yüklendiniz mi?" dedi. Onlar da "kabul ettik" dediler. "Siz şahit olun, sizin ile birlikte ben de şahidim" dedi.” (Al-i İmran 3/81)

Hükm (الحكم) ve hikmet (الحكمة) kelimeleri mas-tardır. Hüküm, doğru veya yanlış olabilir. Hikmet, ,çeşit bildiren mastar olduğundan anlamı (=مصدرللنوع)“doğru hüküm vermek” olur. İsim olarak da “doğru hüküm” anlamındadır.

Nebîlerin verdikleri hükümler ile ilgili âyetlerden biri şöyledir:

معهم وأنزل ومنذرين رين مبش ين بي الن اهلل فبعث واحدة ة أم الناس كان الكتاب بالحق ليحكم بين الناس فيما اختلفوا فيه وما اختلف فيه

“İnsanlar tek bir ümmet idi; Allah onlara, müjde veren ve uyarıda bulunan nebîler gönderdi. Beraberlerinde gerçekleri içeren kitap da indirdi ki, o nebî, ayrılığa düştükleri konularda insanlar arasında o kitap ile hükmetsin.” (Bakara 2/213)

Allah’ın Kitab’ı ile hükmetmeyen yoldan çıkar. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

للذين أسلموا الذين بيون الن بها يحكم ونور هدى فيها وراة الت أنزلنا إنا عليه وكانوا اهلل كتاب من استحفظوا بما والحبار بانيون والر هادوا

592. Isr (الصر) bir şeyi bağlama ve zorla engelleme demektir. Kur’ân’da, önceki ümmetlerin bir sonraki nebiye inanma yükümlülüğü anlamındadır.Son nebîye inananların üzerinden bu yük olmayacaktır. İlgili ayet şöyledir: “Onlar (rahmetimi yazacağım kimseler) bu elçiye, bu ümmi nebiye uyanlardır. Onu yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı bulurlar. O, onlara iyiliği em-reder ve kötülüğü yasaklar. Temiz ve lezzetli şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar. Isrlarını ve üzerlerindeki bağları kaldırır. Kim ona inanır, onu destekler, ona yardım eder ve onunla birlikte indirilen nura uyarsa, işte onlar umduklarına kavuşurlar.” (A’râf 7/157)Son nebi gel-miştir. “Muhammed sizin erkeklerinizden birinin babası değildir ama Allah’ın resûlüdür ve nebîlerin sonuncusudur..” (Ahzab 33/40) Bu sebeple Muhammed aleyhisselamdan böyle bir söz alınmamıştır. Onun ümmetinin böyle bir görevi olmadığını unutmamamız için bize şu dua yaptırılır: “Rabbimiz, önceki ümmetlere yüklediğin ısr yükünü bize yükleme” (Bakara 2/ 286).

Page 499: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 499 -

İMAM ŞAFİÎ’NİN HİKMET ANLAYIŞI

لم ومن قليال ثمنا بآياتي تشتروا ول واخشون الناس تخشوا فال شهداء النفس أن فيها عليهم وكتبنا . الكافرون هم فأولئك اهلل أنزل بما يحكم ن بالس ن والس بالذن والذن بالنف والنف بالعين والعين بالنفس اهلل أنزل بما يحكم لم ومن له ارة كف فهو به ق تصد فمن قصاص والجروح

فأولـئك هم الظالمون.“İçinde hidayet ve nur olan Tevrat’ı biz indirmiş-

tik. Allah’a teslim olmuş nebîler, Yahudilere onun ile hükmederlerdi. Hocalar ve âlimler, kendilerinden Allah’ın Kitab’ını korumaları istenmesi sebebi ile onun ile hükmederler ve ona şahit olurlardı. (Onlara şöyle dedik:) İnsanlardan korkmayın; benden korkun. Ayetlerimi geçici593 bir bedel ile değişmeyin. Allah’ın indirdiği ile hüküm vermeyenler kâfirlerdir.Onlara o kitapta şunu yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve her yaraya karşılık kısas ge-rekir. Kim onu bağışlar ise kendisi için keffâret olur. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler yanlış yapanlar-dır.” (Mâide 5/44-45)

فأولئك فيه ومن لم يحكم بما أنزل اهلل نجيل بما أنزل اهلل وليحكم أهل الهم الفاسقون

“İncil ehli (uzmanları) Allah’ın onda indirdikleri ile hükmetsinler. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyen-ler fâsıklardır.” (Mâide 5/47)

Nebî’mize de şu emir verilmiştir:

بع أهواءهم واحذرهم أن يفتنوك عن ول تت وأن احكم بينهم بما أنزل اهللببعض يصيبهم أن اهلل يريد أنما فاعلم تولوا فإن إليك اهلل أنزل ما بعض ة يبغون ومن أحسن ذنوبهم وإن كثيرا من الناس لفاسقون . أفحكم الجاهلي

حكما لقوم يوقنون من اهلل dır. (Mu’cemu(خالفالستقرار)kelimesinin iki anlamı vardır; biri az olan diğeri de geçici olan قليل .593

mekâyîs’ul-luğa, Ahmed b. Faris b. Zekeriya, Beyrut, tarihsiz.)

Page 500: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 500 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

“Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet; onların arzularına uyma. Dikkatli ol; Allah’ın indirdiği emirle-rin herhangi birinden seni şaşırtabilirler. Yüz çevirirler-se bil ki, bazı günahlarına karşılık Allah böylelerinin başına bir kötülük gelmesini ister. Zaten insanların çoğu bozguncudur. Bunlar Cahiliye hükümlerini594 mi arıyorlar? Kesin bilgi sahipleri için kimin hükmü Allah’ın hükmünden güzel olabilir?” (Mâide 5/49-50)

Sonuç olarak nebîler âyetleri hem tebliğ hem de uygulamakla görevliydiler. Hikmet, onların Kitap’tan çıkardıkları hükümlerdir. Bir başka ifade ile onların Sünnetidir.

Tespitimize göre fakihlerden sadece İmam Şafiî Hikmete değinmiş ve Sünnet ile Hikmet arasında ilişki kurmuştur. Şimdi onun Hikmet anlayışını görmeye çalışalım.

İmam Şafiî’de Hikmet-Sünnet İlişkisi

İmam Şafiî’nin Hikmet ile ilgili sözleri şöyledir:

“Kur’ân bilgisine sahip güvendiğim bir zattan şunu işittim: “Hikmet Allah’ın Elçisi’nin Sünnetidir.” Hikmet Kur’ân’a tabi kılınmış, Kitap ve Hikmet öğreni-mi Allah’ın kullarına ikramı sayılmış iken, doğrusunu Allah bilir ama buradaki Hikmet’e Allah’ın Elçisi’nin Sünneti dışında bir şey denemez.”

“Allah’ın Elçisi’nin Sünneti; Allah adına, onun, özel ve genel hükümlerdeki muradını açıklar. Zaten Allah, Sünnet ile hükmetmeyi (Hikmeti) Kitab’ı ile eş tutmuş ve Sünneti Kitab’a bağlamıştır. Bunu, yarattıkları içinde bu Elçiden başkası için yapmamıştır595”.

Sonra İmam Şafiî, Sünnet’in Kitap ile aynı değerde olduğuna şu ayetleri delil getirir:

594. Ayete göre Allah’ın hükmü dışında kalan bütün hükümler cahiliye hükmüdür.595. Muhammed b İdris eş-Şâfiî (öl. 204 h), er-Risâle, tahkik Ahmed Şakir, Mısır 1358 h. /1940

m. c. I, s. 79.

Page 501: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 501 -

İMAM ŞAFİÎ’NİN HİKMET ANLAYIŞI

ورسوله أمرا أن يكون لهم الخيرة من وما كان لمؤمن ول مؤمنة إذا قضى اهللبينا ورسوله فقد ضل ضالل م أمرهم ومن يعص اهلل

“Allah ve Elçisi bir işi kesinleştirdiği zaman inan-mış bir erkeğin ve kadının, kendi işlerinde seçme hakkı olamaz. Kim, Allah’a ve Elçisine baş kaldırır ise apaçık bir şekilde sapmış olur.” (Ahzab 33/36)

فإن منكم المر وأولي سول الر وأطيعوا اهلل أطيعوا آمنوا الذين أيها يا واليوم باهلل تؤمنون كنتم إن سول والر اهلل إلى وه فرد شيء في تنازعتم

الخر ذلك خير وأحسن تأويال “Müminler! Allah’a itaat edin, bu Elçi’ye itaat

edin ve sizden olan yetki sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz onu Allah’a ve Elçi’sine götü-rün. Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsanız böyle ya-parsınız. Böylesi hayırlı olur ve çok güzel sonuç verir.” (Nisa 4/59)

ين بي الن ن م عليهم اهلل أنعم الذين مع فأولئك سول والر اهلل يطع ومن الحين وحسن أولئك رفيقا هداء والص يقين والش د والص

“Kim Allah’a ve Elçi’sine boyun eğerse onlar Allah’ın mutluluk verdiği nebîler, doğru kişiler, bilgin-ler596 ve iyiler ile beraber olurlar. Onlar ne iyi arkadaş-tırlar!” (Nisa 4/69)

يا أيها الذين آمنوا أطيعوا اهلل ورسوله ول تولوا عنه وأنتم تسمعون “Müminler! Allah’a ve Elçisine boyun eğin.” (Enfâl

8/20)

İmam Şafiî’nin hadisten delili de şudur:

596. Ayetteki şuhedâ = هداء in çoğuludur, şahitler anlamına gelir. Bize‘ شهيد = kelimesi şehid الشgöre bilgisini, gözüyle görmüş gibi kesinleştiren âlimler demektir.

Page 502: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 502 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

أو به أمرت ا مم أمري، من لمر يأتيها أريكته، على كئا مت أحدكم ألفين ل نهيت عنه، فيقول لأدري ما وجدنا فيكتاب اهلل اتبعناه

Ebû Râfi’, Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sel-lemden şunu rivayet etmiştir: Sizden birinin, koltuğuna yaslanmış, verdiğim bir emir veya koyduğum yasak ile ilgili şöyle dediğini sakın görmeyeyim: “Bilmem, biz Allah’ın Kitab’ında bulduğumuza uyarız597”.

İmam Şafiî, Sünnet ile ilgili olarak şöyle bir ayrın-tıdan bahseder:

“Nebî’nin Sünnetlerinin üç yönü olduğu hususun-da farklı görüşü olan bir âlim bilmiyorum. Onu ittifak ile ikiye indirmişlerdir. Çünkü ilk ikisi aynı noktada birleşen iki alt dal gibidir:

Kur’ân ile bağlantısı olan Sünnet

Kur’ân’da nass (açık hüküm) olan bir konuda, Allah’ın Elçisinin Kur’ân nassı gibi açıklama yapması.

Kur’ân’da kapalı geçen konularda Allah’tan alarak onun muradını açıklaması.

Bu iki konuda ihtilaf yoktur.

Allah’ın Elçisinin, Kur’ân’da nass bulunmayan ko-nularda koyduğu Sünnet. (İhtilaf buradadır.)

Kimine göre Allah, Elçisine itaati farz kıldığı ve rızasına uygun davranacağını bildiği için Kitab’ında nass bulunmayan konularda ona Sünnet koyma hakkı vermiştir.

Kimine göre de Allah’ın Elçisi, namazın farzlığı temelinde, namaz sayısını ve uygulamasını açıklayan Sünneti gibi Kitapta temeli olan bir konuda Sünnet koymuş, onun dışında asla koymamıştır…

597. İmam Şafiî, er-Risâle c I, s. 88.

Page 503: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 503 -

İMAM ŞAFİÎ’NİN HİKMET ANLAYIŞI

Kimine göre de bu konuda ona Allah’ın emri (risâleti) gelmiş ve Allah’ın farz kılması ile Sünneti sabitlenmiştir.

Kimine göre ise onun Sünneti, Allah tarafından kalbine konan Hikmettir.”

Sonuç olarak İmam Şafiî, Hikmetin Sünnet olduğu-nu söylemiş, onun Nebîmize Kur’ân gibi vahy edildiği kanaatine vararak Sünneti Kur’ân’a eş değerde görmüş-tür598. Bunları, iki ayrı kaynak saydığı için Kur’ân’ın Sünneti nesh edip yürürlükten kaldıramayacağını, Sünnetin ancak bir başka Sünnet ile nesh edilebileceğini söylemiştir599.

İmam Şafiî’nin Hataları

Bize göre İmam Şafiî’nin Hikmet anlayışında dört temel hata vardır. Bunlar; Hikmeti Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme has sayması, âyetler arasındaki mîzânı görememesi, resûl ve nebî farkına dikkat etmemesi ve Sünneti de Kitap gibi vahy edilmiş saydığı için Kitap ile Sünnet arasındaki bütünlüğü yakalayamamasıdır.

Hikmeti Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme has sayması

İmam Şafiî, Sünnetin Hikmet olduğunu belirttikten sonra şöyle demiştir:

“Allah Teâlâ bu işi, yaratıkları içinde bu Elçiden başkası için yapmadı600”.

Hâlbuki yukarıda geçen Al-i İmrân 81 ve En’âm 89’a göre kitap ve Hikmet bütün nebîlere verilmiştir. Üstelik Hikmet, nebîlere has da değildir. İlgili âyetler şöyledir:

598. İmam Şâfiî, er-Risâle, c. I, s. 104-105. .ليختلف حكم اهلل ثم حكم رسوله، بل هو لزم بكل حال599. İmam Şâfiî, er-Risâle, c. I, s. 107. ل ينسخ كتاب اهلل إل كتابه …وهكذا سنة رسول اهلل، لينسخها إل سنة لرسول اهلل600. İmam Şâfiî,er-Risâle, c. I, s. 79.ه، ثم قرن الحكمة بها نة عن اهلل معنى ما أراد، دليال على خاص هو عام وسنة رسول اهلل مبي

.بكتابه، فاتبعها إياه، ولم يجعل هذا لحد من خلقه غير رسوله

Page 504: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 504 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

ر إل ك يؤتي الحكمة من يشاء ومن يؤت الحكمة فقد أوتي خيرا كثيرا وما يذأولوا اللباب

“Allah doğru tercihte bulunana Hikmeti verir. Kime Hikmet verilir ise ona çok hayır verilmiş olur. Bu zikri601 (bilgiyi) sadece sağlam duruşlu olanlar602 elde ederler.” (Bakara 2/269)

ومن يشكر فإنما يشكر لنفسه ومن كفر ولقد آتينا لقمان الحكمة أن اشكر هلل غني حميد فإن اهلل

“Lokman’a Hikmeti, Allah’a şükret diye verdik.” (Lokman 31/12)

Kur’ân’da, Lokman’ın nebî olduğuna dair bir işaret yoktur. Nebî olsaydı ona yalnız Hikmet verilmez, Kitap da verilirdi.

Nebîmizin Hikmet konusunda şöyle dediği rivayet edilmiştir:

، الحق في هلكته على فسلط مال اهلل آتاه رجل اثنتين: في إل حسد ل الحكمة فهو يقضي بها ويعلمها ورجل آتاه اهلل

“İki kişiden başkası kıskanılmaz; biri Allah’ın ver-diği malı, yerli yerinde tüketmek için kendini zorlayan

601. Müfredat’a göre “zikir (الذكر), kişinin elde ettiği bir marifeti korumasına imkân veren özellik-tir. Marifet (المعرفة) ise bir şeyi bağlantıları ile birlikte düşünerek öğrenmektir. Onu kalbe ve dile getirmeye de zikir dediği için zikri; “bağlantıları ile birlikte düşünülüp öğrenilen doğru bilgiyi kullanıma hazır tutmaktır” diye tarif edilebilir. Çünkü ilgili âyetlere baktığımızda zik-rin asıl manasının “marifet” yani evrensel nitelikteki doğru bilgi olduğunu görürüz. Örfün emredilmesi (A’râf 7/199) ve 20 kadar âyette marûfa vurgu yapılması bundandır. Marifet, hem varlıklardan hem de kitaplardan elde edilir. Allah’ın indirdiği kitaplar, tümü ile doğru bilgilerden oluştuğu için zikir, onların ortak adı olmuştur. (bkz. Enbiya 21/24) Resûllerin görevi tezkîr (Ğâşiye 88/21) yani doğru bilgi vermek, insanların görevi de tezekkür(En’âm 6/80) yani kendilerindeki zikir ile resûllerin dile getirdiği zikri karşılaştırmak ve söylediklerinin doğru olduğunu görmektir.

602. İsmail b. Hammâd el-Cevherî, es-Sıhâh, Tahkik Ahmed Abdulgafur Attar, 3. Baskı, Beyrut.)لب) .أصل صحيح يدل على لزوم وثبات، وعلى خلوص وجودة. ألبب المكان، أي أقام به ولزمه

Lübb (لب)‘ünkök anlamı; yapışıp kalmak, saf ve iyi olmaktır. Bir yere yerleşen için ألبب المكان denir. Bir işte sebat gösteren için رجل لب بهذا المر denir. Ferrâ dedi ki, Kocasını seven kadına ة denir. İçinde daima kocasının sevgisini taşıyor demektir. (Mucemu mekâyîs’il-luğa) امرأة لب

Page 505: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 505 -

İMAM ŞAFİÎ’NİN HİKMET ANLAYIŞI

kişi603, diğeri de Allah’ın Hikmet verdiği kişi ki, kararını ona göre verir ve onu öğretir604”.

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, İbn Abbas’ı bağrı-na basıp şöyle demiştir:

اللهم علمه الحكمة“Allahım, ona Hikmeti öğret”605.

Bütün bu âyet ve hadislere göre İmam Şafiî yanıl-mıştır. Çünkü Hikmet son nebîye ya da nebîlere değil, gereken gayreti gösteren her insana verilmiştir.

İmam Şafiî’nin ayetler arasındaki mîzânı görememesi

Mîzân, (الميزان) vezn = وزن kökünden, denge demek-tir606. Allah Teâlâ şu âyette mîzânı, Hikmet kelimesinin yerine koymuştur:

الذي أنزل الكتاب بالحق والميزان اهلل“Gerçekleri içeren Kitab’ı indiren Allah’tır; mîzânı

da o indirmiştir.” (Şûra 42/17)

Aşağıdaki âyette de Hikmet yerine mîzân konmuş ve asıl hedefin kıst (قسط) olduğu bildirilmiştir. Kıst (قسط), dengeler korunarak hak edilen paydır607.

الناس ليقوم والميزان الكتاب معهم وأنزلنا نات بالبي رسلنا أرسلنا لقد بالقسط …

“Elçilerimizi açık belgeler ile gönderdik ve bera-berlerinde Kitab’ı ve mîzânı indirdik ki insanlar kıstı

603. Hadisteki fiil mechuldür, hazfedilen fail başkası olsa, başkasının baskısı ile yapılan hayırdan dolayı övgü olmaz. Fail kişinin kendisi olmalı, mal sevgisinin bastırmasına rağmen Allah rızasını tercih ederek malı Allah yolunda harcamalı ki, övgüyü hak etsin. Kelimeye “kendini zorlayan” anlamı vermemiz bundandır.

604. Sahîh-i Buhârî, İlim, 15.605. Sahîh-i Buhârî, Fedâil’ul-ashâb, 24.606. el-Halil b. Ahmed (öl. 170 h.) El-ayn, tahkik, M. el-Mahzûmî ve İbrahim es-Samirâî, Tarih-

siz. Ragıb el-İsfahânî (ö. 425 h.), Müfredât (thk: Safvan Adnan Dâvûdî), Dımaşk ve Beyrut, 1412/1992, Cevherî, es-Sıhâh, Mekâyîs’ul-luğa.

607. Ragıb el-İsfahânî, Müfredât. هوالنصيب بالعدل

Page 506: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 506 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

gerçekleştirsinler (her şeyin hakkını versinler).” (Hadîd 57/25)

Mîzân, Allah’ın yarattığı kitap olan doğada da var-dır. Şu âyetler, Allah Teâlâ’nın doğa ile ilişkilerimizde de bize, mîzânı ve kıstı emrettiğini göstermektedir.

الوزن وأقيموا . الميزان في تطغوا أل . الميزان ووضع رفعها ماء والسبالقسط ول تخسروا الميزان.

“Göğü yükseltti ve mîzânı (dengeyi) koydu. Mîzânı aşmayasınız diye bunu yaptı. Öyleyse ölçüyü kıst ile (hakça) yapın, mîzânı bozmayın.” (Rahman 55/7-9)

Görüldüğü gibi mîzân ve kıst yani dengeli ve hakça davranma Hikmetin diğer adıdır. Bundan dolayı birine olan kin ve nefretimiz bize haksız davranma ruhsatı vermez. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

كم شنآن قوم شهداء بالقسط ول يجرمن امين هلل يا أيها الذين آمنوا كونوا قو خبير بما تعملون إن اهلل على أل تعدلوا اعدلوا هو أقرب للتقوى واتقوا اهلل

الحات لهم مغفرة وأجر عظيم الذين آمنوا وعملوا الص . وعد اهلل“Müminler! Allah için dik duran ve kıst ile (hakça)

şahitlik yapan kimseler olun. Bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletsiz (dengesiz) davranma suçuna sürükle-mesin. Siz âdil (dengeli) olun; takvaya uygun608 olan budur. Allah’tan çekinin; çünkü Allah yaptığınız şeyin iç yüzünü bilir. Allah, iman edip iyi işler yapanlara söz vermiştir; onlar için hem bağışlanma hem de büyük bir karşılık vardır.” (Mâide 5/8-9)

Farklı inançlardaki insanlar ile birlikte yaşarken de mîzânı ve kıstı (Hikmeti) gözetmek gerekir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

aqrab kelimesi ism-i tafdil değil, sıfat-ı müşebbehe sayılarak anlam verilmiştir. Çünkü= أقرب .608âyet, dengesiz davranmayı yasaklamaktadır.

Page 507: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 507 -

İMAM ŞAFİÎ’NİN HİKMET ANLAYIŞI

ن دياركم أن ين ولم يخرجوكم م عن الذين لم يقاتلوكم في الد ل ينهاكم اهلل عن الذين يحب المقسطين - إنما ينهاكم اهلل وهم وتقسطوا إليهم إن اهلل تبرن دياركم وظاهروا على إخراجكم أن تولوهم ين وأخرجوكم م قاتلوكم في الد

ومن يتولهم فأولئك هم الظالمون “Allah, din hususunda sizin ile savaşmayan ve

sizi yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik etme-nizi ve hakça davranmanızı (kıstı) yasaklamaz. Allah hakça davrananları sever. Allah’ın yasağı sadece, din hususunda sizin ile vuruşan, sizi yurdunuzdan çıkaran ve çıkarılmanıza destek verenlere yakınlık gösterme-nizdir. Onlara yakınlık gösterenler yanlış yapanlardır.” (Mumtahine 60/8-9)

Mîzanı korumak için dinimizden dolayı bizim ile vuruşan, bizi yurdumuzdan çıkaran ve çıkaranlara destek verenlere hak ettikleri cevabı vermek gerekir. Böyle bir durumda karşı tarafa, hak ettiğinden fazlası yapılamaz. Bu konudaki emirler şöyledir:

Sizinle vuruşanlarla siz de vuruşun. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

وقاتلوا في سبيل اهلل الذين يقاتلونكم ول تعتدوا إن اهلل ل يحب المعتدين “Allah yolunda, sizinle vuruşanlarla vuruşun ama

haksız saldırı yapmayın. Allah, haksız saldırı yapanları sevmez.” (Bakara 2/190)

Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın.

ن حيث أخرجوكم …وأخرجوهم م

Page 508: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 508 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

“…sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın.” (Bakara 2/191)

Vereceğiniz zarar, karşı tarafın verdiği zarardan fazla olmasın.

عليكم اعتدى فمن قصاص والحرمات الحرام هر بالش الحرام هر الشقين فاعتدوا عليه بمثل ما اعتدى عليكم واتقوا اهلل واعلموا أن اهلل مع المت

“ … Size kim saldırır ise, siz de onun size yaptığı saldırıya denk bir saldırı yapın. Allah’tan çekinin. Bilin ki Allah, kendisinden çekinenler ile beraberdir.” (Bakara 2/194)

Hikmete uymak için gayrimüslimler ile ilişkileri gösteren ayetlerin tamamını bu kapsamda değerlen-dirmek gerekir. Hikmet anlaşılamadığı için Müslim-gayrimüslim ilişkilerini gösteren ayetler tek başına ele alınmış, büyük yanlışlar yapılmış ve İslam’ı doğru anlamalarının önünde engel oluşturmuştur609.

Buraya kadar anlatılanlara göre Hikmet şöyle tanımlanabilir:

“Hikmet, âyetlerdeki mîzânı bularak her hak sahibinin hakkını vermektir.” Mîzân ve kıst, yaratıl-mış âyetlerde de olduğundan bu tanım, bilim için de geçerlidir.

Ayetleri tebliğ; ihtiyacı olana su, tuz, et, domates, biber, ateş vs. vermek gibidir. Hikmet ise bunları den-geli ve ölçülü olarak bir araya getirip yemek yapmaya benzer. Yemekte; denge ve kıst gözetilmezse tiksinti doğurur. Dini konulardaki yanlışlar da öyledir. Vabısa b. Mabed diyor ki, Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme gittim, dedi ki; “İyilikten ve günahtan sormak için mi geldin?“ Sonra parmaklarını bir araya getirip göğsüne vurdu ve üç kere şöyle dedi:

609. Bkz. Abdulaziz BAYINDIR, Doğru Bildiğimiz Yanlışlar, s. 288 vd. İstanbul 2011.

Page 509: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 509 -

İMAM ŞAFİÎ’NİN HİKMET ANLAYIŞI

ثم؟« قال: قلت: نعم، قال: فجمع أصابعه فضرب بها جئت تسأل عن البر والما البر - ثالثا - وابصة يا قلبك استفت نفسك، »استفت وقال: صدره، د ثم ما حاك في النفس، وترد اطمأنت إليه النفس، واطمأن إليه القلب، وال

در، وإن أفتاك الناس وأفتوك. في الص“Nefsine danış, kalbine danış Vabısa! İyilik, nefsin

yatıştığı, kalbin yatıştığı şeydir. Günah da içe dokunan ve göğüste tereddüt doğuran şeydir. İsterse insanlar sana fetva vermiş, yaptığını uygun bulmuş olsunlar.610”

Nebîmiz bir de şöyle demiştir:

دق طمأنينة، وإن الكذب ريبة دع ما يريبك إلى ما ل يريبك، فإن الص“Seni işkillendiren şeyi bırak, işkillendirmeyene

geç. Çünkü doğruluk iç huzuru verir, yalan da şüphe ve tereddüt doğurur611.”

Bazı şeyler ilaç gibidir; hoşa gitmez. Ama güvenilir kimseler onun faydalı olduğunu söylediği için yenir. Benzer durum dini konularda da vardır. Bazı dini gö-revler, sırf güvenilir kaynaklar sevap dediği için yapılır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

لكم خير وهو تكرهواشيئا أن وعسى لكم كره وهو القتال عليكم كتب وعسى أن تحبوا شيئا وهو شر لكمواهلل يعلم وأنتم ل تعلمون

“Savaş farz kılındı ama size itici gelir. İtici gelen bir şey sizin için hayırlı olabilir. Hoşunuza giden bir şey de şerli olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara 2/216)

İnsanlar, sömürünün her çeşidini uygulamaktan çe-kinmezler. Din sömürüsü ise Allah’ın adı kullanılarak yapıldığından en kötü ve en tehlikeli sömürüdür. Onun için Allah Teâlâ, Kur’ân’ı açıklamayı kendi tekeline almış ve o açıklamalara ulaşmanın yöntemini Kur’ân’ın

610. Sünen-i Dârimî, Büyû’, 2.611. Tirmizî, Kıyâme, 60.

Page 510: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 510 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

içine koymuştur612. O yöntemin temeli şöyle ifade edilmiştir:

لت من لدن حكيم خبير )1) أل تعبدوا إل اهلل الر كتاب أحكمت آياته ثم فصإنني لكم منه نذير وبشير

“Elif, Lâm, Râ. Bu, âyetleri muhkem kılınmış hem de613 doğru karar veren ve her şeyin iç yüzünü bilen Allah tarafından açıklanmış bir kitaptır. Böyle olması, Allah’tan başkasına kul olmamanız içindir. (De ki;) Ben de onda bulunan ile sizi uyaran ve müjdeleyen kişiyim.” (Hûd 11/1-2)

Allah’ın Kur’ân’daki açıklamalarına Nebîmiz de bu yöntem ile ulaşır. Ama şu âyet, bu konuda onun da yanılabileceğini gösterir:

زوجها منها وخلق واحدة نفس ن م خلقكم الذي ربكم اتقوا الناس أيها يا إن به والرحام واتقوا اهلل الذي تساءلون منهما رجال كثيرا ونساء وبث

اهلل كان عليكم رقيبا “Senden fetva istiyorlar; de ki, kelâle konusundaki

fetvâyı size Allah veriyor. Bir kimse ölür, çocuğu olmaz, bir kız kardeşi olur ise bıraktığının yarısı ona kalır. Ölen kız kardeş ise, çocuğu da yoksa erkek kardeş onun mirasını alır. Kız kardeşler iki tane ise, mirasın üçte ikisi onlarındır. Kardeşler erkekli kızlı iseler erkek, iki kıza eşit pay alır. Yanılırsınız diye açıklamayı size Allah yapıyor. Allah her şeyi bilir.” (Nisa 4/176)

Fetvâ, karışık görünen şer’î hükümleri ayıklayıp or-taya çıkarmaktır614. Bu âyetteki fetvâ, kelâle ile ilgilidir. Nisa 7’den 12’ye kadar olan âyetler ile Nisâ 33. âyeti dikkat ile okuyanlar kelâle ile ilgili bilgiye ulaşabilirler.

612. Bu yazı, o yönteme göre yazılmıştır. Yöntemin ayrıntıları için bkz. Fatih Orum, Kur’ân ve Sünnet Temelinde Kur’ân’ı Anlama Usulü, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul 2013.

nin kök anlamı, nazikçe bir araya gelmektir. (Mekâyîs’ul-luğa) Kişi bir şeyi topladığında’ثم ثمم .613.der. Kelimeye “hem de” anlamı vermemizin sebebi budur ثممتالشيءثما

614. el-Hâzin, Alauddin Ali b. Muhamed b. İbrahim (öl. 741 h.) Tahkik ve tashih, Muhammed Ali Şahin, Beyrut 1415 h. c. I, s. 433.

Page 511: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 511 -

İMAM ŞAFİÎ’NİN HİKMET ANLAYIŞI

Ama Müslümanlar dengeyi tam kuramadıkları için Nebîmizden fetva istemişler, o da yanılabileceği için bu konudaki fetvâyı bizzat Allah Teâlâ vermiştir. Ayetin şu ifadesi bunu gösterir:

ن اهلل لكم أنتضلوا يبي“Yanılırsınız diye açıklamayı size Allah yapıyor.”

Bütün bunlar gösteriyor ki, ilgili âyetler arasındaki mîzan yani denge iyi kurulamazsa hikmete ulaşılamaz. Biz, ne İmam Şafiî’de ne de başka bir âlimimizde böyle bir anlayışı göremiyoruz. Bize göre nebîmizin Sünnetinin yeterince anlaşılamamasının sebebi budur.

İmam Şafiî’nin nebî – resûl farkına dikkat etmemesi

Resul, Kitab’ı tebliğ etme, Nebî ise Kitab’ı tebliğin yanında onu uygulamak ve ondaki Hikmetleri çıkarmak-la görevli zattır. Nebî ve resul farkına dikkat edilmezse ayetlerin çoğu doğru anlaşılamaz. İmam Şafiî’de ve ulemanın çoğunda bu dikkati göremiyoruz. Çoğunluğa göre resûl, yeni bir kitap ve yeni bir şeriat ile gönderilen, nebî ise kendinden önceki resûlün Kitab’ını ve şeriatını, onun ümmetine tebliğ ile görevli olan zattır. Onlara göre her resûl, nebîdir ama her nebî resûl değildir615.

Hâlbuki bütün nebîlere kitap verilmiştir. Meselâ geleneğe göre İsmail aleyhisselama verilmiş bir kitap ve şeriat yoktur. Bu sebep ile o, sadece nebîdir. Ama En’âm suresinin yukarıdaki âyetlerine göre ise ona kitap ve Hikmet verilmiştir. Şu âyet de İsmail aleyhisselamın hem nebî hem de resûl olduğunu bildirmektedir:

ا واذكر في الكتاب إسماعيل إنه كان صادق الوعد وكان رسول نبيBu kitapta İsmail’i de an, o sözünde durmuştu;

nebî olan resûl idi. (Meryem 19/54)

615. Bkz. Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, İstanbul, tarihsiz, s. 17, paragraf 34.

Page 512: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 512 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Resûl, kendinden bir şey katmadan birinin sözünü diğerine ulaştırmak ile görevli kişidir616. Türkçe’de ona elçi denir. Resûller iki kısımdır; biri nebî olan resûl, diğe-ri de nebî olmayan resûldür. Her nebî, Allah’ın Kitab’ını tebliğ ile görevli olduğu için aynı zamanda resûldür. Allah tarafından görevlendirilmemiş resûller de vardır. Kur’ân, Mısır Melikinin Yusuf aleyhisselama gönderdiği elçiye resûl (سول Belkıs’ın Süleyman aleyhisselama ,(الرgönderdiği elçilere de mürsel (المرسل) demiştir. Mürsel, resûl anlamındadır. Mısır Melikinin resûlü ile ilgili âyet şöyledir:

قطعن سوة الالتي فاسأله ما بال الن ربك إلى قال ارجع سول ا جاءه الر فلمأيديهن

“Melik’in resûlü geldiğinde Yusuf dedi ki: “Efendine dön de sor bakalım, ellerini kesen kadınların derdi ne imiş?…” (Yusuf 12/50)

Allah tarafından görevlendirilmemiş hiç kimseye nebî denmez. Geleneğin aksine her nebî resûldür ama her resûl nebî değildir. Nebî olmayan resûller, sadece tebliğde bulunurlar. Şu âyetler, vahiy almamış olan resûllerden bahseder:

بت قوم نوح المرسلين كذNuh kavmi resûlleri yalanladı. (Şuara 26/105)

بت عاد المرسلين كذAd kavmi resûlleri yalanladı. (Şuara 26/123)

Nuh kavmine Nuh aleyhisselâm; Ad kavmine de Hûd aleyhisselâm geldiğine göre bu resûller, o iki nebîye inen âyetleri tebliğ eden müminlerden başkası değillerdir.

616. Risalet, bir kimse tasarrufta dahli olmaksızın bir kimesnenin sözünü diğere tebliğ etmektir. Ol kimseye resul ve ol kimesneye mürsil ve diğerine mürselun ileyh denir.(Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye m. 1450)

Page 513: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 513 -

İMAM ŞAFİÎ’NİN HİKMET ANLAYIŞI

Nebîlik Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ile sona ermiştir; artık nebî gelmeyecek ve kimseye kitap inmeyecektir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

بيين وكان اهلل وخاتم الن سول اهلل جالكم ولكن ر ن ر د أبا أحد م ا كان محم مبكل شيء عليما

“Muhammed sizin erkeklerinizden birinin babası değildir ama Allah’ın resûlüdür ve nebîlerin sonuncu-sudur. Allah her şeyi bilir.” (Ahzab 33/40)

Ona, nebîlerin sonuncusu denip resûllerin sonun-cusu denmemesi önemlidir. Çünkü nebî olmayan re-sûller, her yerde ve her zaman olmalı ve Kur’ân’ı tebliğ etmelidirler. Allah Teâlâ şöyle der:

ن لهم فيضل اهلل من يشاء ويهدي سول إل بلسان قومه ليبي وما أرسلنا من رمن يشاء وهو العزيز الحكيم

“Biz, her resûlü kendi toplumunun dili ile gönder-dik ki, onlara açık açık anlatsın. Bundan sonra Allah, sapıklığı tercih edeni sapık sayar, hidayeti tercih edeni de yoluna kabul eder. Güçlü olan o, doğru karar veren odur.” (İbrahim 14/4)

Kur’ân’ın Arapça olması, Muhammed aleyhisselâ-mın içinden çıktığı toplum ile ilgilidir. Yoksa o, tüm insanlığa gönderilmiş bir elçidir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

وما أرسلناك إل كافة للناس بشيرا ونذيرا ولكن أكثر الناس ل يعلمونSeni, başka değil, bütün insanlar için müjdeleyici

ve uyarıcı resûl olarak gönderdik. Fakat insanların pek çoğu bunu bilmez. (Sebe 34/28)

ماوات الس ملك له الذي جميعا إليكم اهلل رسول إني الناس أيها يا قل ي الذي بي الم والرض ل إله إل هو يحيي ويميت فآمنوا باهلل ورسوله الن

يؤمن باهلل وكلماته واتبعوه لعلكم تهتدون

Page 514: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 514 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

“De ki:“Ey insanlar! Ben sizin hepinize Allah’ın gönderdiği elçiyim. Göklerde ve yerde hâkimiyet ona aittir. Ondan başka ilah yoktur. Hayat veren ve öldüren odur. Siz Allah’a inanın; nebî olan ümmi resulüne de. O Resul de Allah’a ve onun sözlerine inanır. Ona uyun ki yola gelesiniz.” (A’râf 7/158)

Resûlullah her tarafa ulaşamayacağından bize şu emri vermiştir:

بلغواعني ولو آية“Tek bir âyet de olsa benden tebliğ edin.” (Buhârî,

el-Enbiyâ 50)

Böylece Allah’ın Resulü’nün resulü olarak Kur’ân’ı, bütün dillerde tebliğ etmeliyiz. Tebliğ görevini ihmal edenlerin düşeceği kötü durum şu şekilde açıklanmıştır:

اه للناس في ن نات والهدى من بعد ما بي إن الذين يكتمون ما أنزلنا من البيوأصلحوا تابوا الذين إل . عنون الال ويلعنهم اهلل يلعنهم أولئك الكتاب

حيم. اب الر و وبينوا فأولئك أتوب عليهم وأنا الت“İndirdiğimiz açık ayetleri ve doğru yolu Kitapta

insanlara açıklamamızdan sonra gizleyenleri Allah dış-lar. Dışlayacak olanlar da dışlarlar. Tevbe edip kendini düzelten ve onları açıklayanlar başka. Onların tevbesi-ni kabul ederim. Ben tevbeleri kabul ederim, ikramım boldur.” (Bakara 2/159-160)

من الكتاب ويشترون به ثمنا قليال أولئك ما إن الذين يكتمون ما أنزل اهللولهم يهم يزك ول القيامة يوم اهلل يكلمهم ول ار الن إل بطونهم في يأكلون فما بالمغفرة والعذاب بالهدى اللة الض اشتروا الذين أولئك أليم. عذاب

ار. أصبرهم على الن“Allah’ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyenler ve

ona karşılık biraz çıkar sağlayanlar var ya, onlar ka-rınlarına sadece ateş doldururlar. Allah, Kıyamet günü onlar ile konuşmaz. Onları aklamaz. Onlara acı bir azap

Page 515: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 515 -

İMAM ŞAFİÎ’NİN HİKMET ANLAYIŞI

vardır. Onlar doğru yola karşılık sapıklığı, bağışlanma-ya karşılık azabı satın alanlardır. O ateşe ne kadar da dayanıklı kimseler imiş!…” (Bakara 2/174-175)

Resûlün görevi, kendine verilen Kitab’ı tebliğdir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

سل إل البالغ المبين فهل على الر“Resûllere apaçık tebliğden başka ne düşer?”

(Nahl 16/35)

سول بلغ ما أنزل إليك من ربك وإن لم تفعل فما بلغت رسالته يا أيها الر“Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et,

bunu yapmaz isen onun resûllüğünü yapmamış olur-sun” (Mâide 5/67)

Resûl, kendinden bir şey katamayacağı için resûle itaat, onu gönderene itaattir. Bu sebep ile Allah Teâlâ şöyle buyurur:

سول فقد أطاع اهلل من يطع الرKim resûle itaat eder ise Allah’a itaat etmiş olur.

(Nisa 4/80)

Resûl, kendinden bir şey katmadığı için onun helâl kıldığı şey Allah’ın helâli, haram kıldığı şey de Allah’ın haramıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

وراة ي الذي يجدونه مكتوبا عندهم في الت بي الم سول الن بعون الر الذين يتبات ي الط لهم ويحل المنكر عن وينهاهم بالمعروف يأمرهم والنجيل عليهم كانت التي والغالل إصرهم عنهم ويضع الخبآئث عليهم م ويحرهم أولئك معه أنزل الذي النور واتبعوا ونصروه روه وعز به آمنوا فالذين

المفلحونKendini koruma altına alanlar, yanlarındaki

Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları bu elçiye, bu ümmi nebîye uyanlardır. O, onlara iyiliği emreder ve

Page 516: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 516 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

kötülüğü yasaklar. Temiz ve lezzetli şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar…” (A’râf 7/157)

Resûllük hata kabul etmez. Nebî, Allah’ın sözlerini tebliğ ederken resûldür, onlara kendi sözünü katamaz. Tebliğ dışındaki sözleri kendine aittir; hatalı olabilir. Bu sebeple Nebî olarak helal veya haram koyamaz. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

غفور واهلل أزواجك مرضات لك تبتغي اهلل أحل ما م تحر لم بي الن أيها يا حيم. ر

Ey Nebî! Eşlerini razı etmeye çabalayarak Allah’ın sana helâl kıldığını niçin haram kılarsın? Ama Allah suçları örter ve merhamet eder. (Tahrîm 66/1)

Nebîler de yaptıkları yanlışın hesabını vereceklerdir.

وما كان لنبي أن يغل ومن يغلل يأت بما غل يوم القيامة ثم توفى كل نفس ما كسبت وهم ل يظلمون .

“Hiçbir nebînin güveni kötüye kullanmaya hakkı yoktur. Kim güveni kötüye kullanırsa kıyamet günü yaptığı kötülükle birlikte huzura gelir. Sonra herkese kazandığı tam verilir. Kimseye yanlış yapılmaz.” (Al-i İmran 3/161)

Nebîmiz Bedir’de, yanlış bir karar ile esir alınca şu ağır sözler ile suçlanmıştı:

نيا ما كان لنبي أن يكون له أسرى حتى يثخن في الرض تريدون عرض الدفيما كم لمس سبق اهلل من كتاب لول . حكيم عزيز واهلل الخرة يريد واهلل

أخذتم عذاب عظيم“Hiçbir nebînin, savaş meydanında düşmanı yere

serinceye kadar esir almaya hakkı yoktur. Siz hemen ele geçecek mal istiyorsunuz. Allah ise sizin için son-rasını istiyor. Allah güçlüdür, doğru karar verir. (Zafer sizin olacak diye) Allah tarafından bir yazı olmasaydı

Page 517: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 517 -

İMAM ŞAFİÎ’NİN HİKMET ANLAYIŞI

aldığınız esirlerden dolayı sizi ağır bir azap yakalardı.” (Enfâl 8/67–68)

Bu ağır ifadeler, daha önce konan şu kuralın çiğnen-mesinden dolayı idi617:

الوثاق وا فشد أثخنتموهم إذا قاب حتى الذين كفروا فضرب الر فإذا لقيتم ا فداء حتى تضع الحرب أوزارها ا بعد وإم ا من فإم

(Savaşta) Kâfirler ile karşılaştığınızda onları yere serinceye kadar boyunlarını vurun. Sonra (esirlerin) bağını sıkı tutun. Arkasından onları karşılıklı veya kar-şılıksız serbest bırakın. Savaş, ağırlıklarını bırakıncaya kadar böyle yapın… (Muhammed 47/4)

Romalılar Perslere yenilmişti. Mekke’de inen aşağıdaki âyetler, 3 ilâ 9 yıl içinde Romalıların galip geleceğini, o gün Müslümanlara zafer verileceği sözünü vermişti:

وم . في أدنى الرض وهم من بعد غلبهم سيغلبون . في بضع الم . غلبت الر ينصر المر من قبل ومن بعد ويومئذ يفرح المؤمنون . بنصر اهلل سنين هلل وعده ولكن أكثر الناس ل يخلف اهلل حيم .وعد اهلل من يشاء وهو العزيز الر

ل يعلمون“Elif, Lâm, Mim. Romalılar yenildiler; çok yakın bir

yerde. Onlar, bu yenilginin ardından galip gelecekler-dir. Üç ilâ dokuz yıl arasında. Bunun öncesi de sonrası da Allah’ın yetkisindedir. O gün müminler sevinecek-lerdir. Sevinme Allah’ın yapacağı yardım ile olacaktır. O, doğru tercihte bulunana yardım eder. O güçlüdür, ikrâmı boldur. Bu Allah’ın vaadidir. İnsanların çoğu bilmese de Allah vaadinden caymaz.” (Rum 30/1-6)

Ebu Süfyân, bir ticaret kervanı ile Şam’dan gelir-ken Romalılar ile Perslerin savaşacakları duyulmuştu. Müslümanlar, Allah’ın kendilerine kervanı vereceği

617. İbn Hibetullah, Dahhâk’tan ve Saîd b. Cubeyr’den Muhammed suresinin Mekkî olduğunu aktarmıştır. (Bkz. Kurtubî tefsiri, Kahire 1964/1384 c. XIV, s. 223).

Page 518: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 518 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

umudu, Mekkeliler de onu koruma amacıyla yola çıkmışlar; Ebû Süfyân ise kervanı kurtarma telâşına düşmüştü. Çünkü bu âyetleri onlar da biliyorlardı. Müslümanlar, beklemedikleri bir anda Mekke ordusunu karşılarında buldular. Bunu, şu âyetler anlatır:

وكة تكون إحدى الطائفتين أنها لكم وتودون أن غير ذات الش وإذ يعدكم اهللالحق ليحق . الكافرين دابر ويقطع بكلماته الحق يحق أن اهلل ويريد لكم

ويبطل الباطل ولو كره المجرمون.“Allah, o iki topluluktan biri, sizin olacak, diye

söz vermiş idi. Siz silahsız olanı (kervanı) istiyor idiniz. Allah da kendi sözleri gereği hakkı ortaya çıkarmak ve o kâfirlerin kökünü kazımak (için Mekke ordusunu size vermek) istiyor idi.” (Enfâl 8/7)

Müslümanlar kervanı ellerinden kaçırdılar ve Bedir’de, Mekke ordusu ile karşılaştılar. Kurallara uy-salar idi Mekke’ye girecekler idi. Çünkü “Allah kendi sözleri gereği hakkı ortaya çıkarmak ve o kâfirlerin kökünü kazımak; hakkı ortaya çıkarıp batılı etkisiz hale getirmek istiyor idi.” (Enfâl 8/7–8)

Müslümanlar Bedir’de Mekke ordusuna ağır bir darbe indirdiler ama geri çekilen düşmanı takip edip yere sermeleri gerekir iken esirler alıp geri döndüler. O iş, Nebimizin onayı ile olmuştu. Ashabın ona, esir alma ile ilgili ayeti hatırlatıp itiraz etmeleri gerekiyordu ama etmediler. Bu sebeple ashap da Nebîmiz gibi şu sözlerle ayıplandı:

“Siz hemen ele geçecek mal istiyorsunuz. Allah ise sizin için sonrasını istiyor.”

Resulullah Bedir esirlerinden fidye olarak dört bin (dirhem) aldı618. İmam Şâfiî, kiminin daha az fidye ile

618. Ebûbekr Abdurrezzak b. Hemmâm b. Nafi’ el-Himyerî el-Yemânî es-San’ânî (öl. 211 h.) Musannaf, Tahkik Habîbu’r-Rahmân el-A’zamî. Beyrut 1403, c. V, . 325, hadis no 9728.

Page 519: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 519 -

İMAM ŞAFİÎ’NİN HİKMET ANLAYIŞI

kiminin de karşılıksız serbest bırakıldığını söyler619. Esirlerle ilgili ilk âyet inince sahabe, aldıkları fidyeden ellerini çekince şu ayet indi620:

حيم با واتقوا اهلل إن اهلل غفور ر ا غنمتم حالل طي فكلوا مم“Aldığınız ganimeti artık helali hoş olarak yiyin.

Allah’tan çekinin. Allah bağışlar, ikramda bulunur.” (Enfâl 9/69)

Hatasını düzeltip işlediği günahtan kurtulsun diye Nebîmiz’e, Mekke’yi fethin yolu tekrar açıldı.

ويتم ر تأخ وما ذنبك من م تقد ما اهلل لك ليغفر . مبينا فتحا لك فتحنا إنا نعمته عليك ويهديك صراطا مستقيما

“Allah, senin için bir fethin önünü açtı621. Bunu, önceki ve sonraki günahını bağışlamak, sana olan ni-metini tamamlamak ve seni dosdoğru bir yola iletmek için yaptı.” (Fetih 48/1-2)

Mekke’nin fethinden sonra inen şu sure, artık güna-hının bağışlanmasını isteyebileceğini bildiriyordu:

ح أفواجا . فسب والفتح . ورأيت الناس يدخلون في دين اهلل إذا جاء نصر اهللابا بحمد ربك واستغفره إنه كان تو

“Allah’ın yardımı gelip Fetih gerçekleştiğinde ve insanların dalga dalga Allah’ın dinine girdiğini gördü-ğünde, her şeyi güzel yaptığından dolayı Rabbine yönel ve bağışlanma talebimde bulun. Çünkü o, tevbeleri kabul eder.” (Nasr Suresi)

Resûllük görevi hata kabul etmediği için resûle şartsız itaat gerekir. Nebîye itaat ise şarta bağlanmıştır.

619. eş-Şâfiî, Muhammed b. İdris (öl. 204 h.) İhtilâf’ul-hadîs, (Şâfiî’nin el-Um adlı kitabının 8. cildinin kenarında) Beyrut 1410 h. 1990 m. c VIII, s. 606.

620. Ebu Muhammed el-Huseyn b. Mes’ud b. Muhammed b. el-Ferrâ el- Beğavî eş-Şafiî (ö. 510 h.), Tahkîk Abdurrezzak el-Mehdî, Beyrut 1420, c. II, s. 310.

621. Arapça’da iltifat sanatı vardır. Üçüncü şahıs, birinci şahıs sayılır veya tersi olur. Bu ayetlerde de durum öyledir. Türkçe’de iltifat sanatı olmadığı için bu gibi ifadeleri, değiştirmeden ter-cüme etmek bir Türk’te şaşkınlık meydana getirmektedir. Buna fırsat vermemek için burada iltifat yok sayılarak meal verilmiştir.

Page 520: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 520 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Nitekim Nebîmizin kadınlardan biat alması ile ilgili ayet şöyledir:

شيئا ول بي إذا جاءك المؤمنات يبايعنك على أن ل يشركن باهلل يا أيها النيسرقن ول يزنين ول يقتلن أولدهن ول يأتين ببهتان يفترينه بين أيديهن غفور إن اهلل وأرجلهن ول يعصينك في معروف فبايعهن واستغفر لهن اهلل

رحيم“Ey Nebi! Mümin kadınlar sana biat için gelin-

ce, hiçbir şeyi Allah’a ortak koşmamaları, hırsızlık yapmamaları, zina etmemeleri, çocuklarını öldürme-meleri, başkasından kazandıkları çocuğu yalan dolan ile kocalarına mal etmemeleri ve maruf olan bir şeyde sana isyan etmemeleri şartı ile onlar ile biat et; onlara Allah’tan bağışlanma dile. Allah bağışlar, ikrâmı bol-dur.” (Mumtahine 60/12)

Resul kelimesi ile hitap edilen hiçbir ayette “ول -maruf olan bir şeyde sana isyan etme = يعصينك في معروفmeleri” şeklinde bir şart yer almaz. Çünkü resule isyan, bir şarta bağlı olmaksızın yasaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

ى بهم الرض ول يكتمون سول لو تسو يومئذ يود الذين كفروا وعصوا الر حديثا اهلل

“Kâfir olanlar ve Resule isyan edenler, o gün top-rağa karışıp kaybolmuş olmayı ne kadar çok isterler. Çünkü Allah’tan hiçbir sözü gizleyemeyeceklerdir.” (Nisa 4/42)

Bir resûl, Allah’ın Kitab’ını tebliğ ederken kendin-den bir şey katar ise resûllüğü biter. Eğer o zat, nebî olan resûl ise cezası ölümdür. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

وإذا غيره علينا لتفتري إليك أوحينا الذي عن ليفتنونك كادوا وإن قليال- إذا شيئا إليهم تركن كدت لقد تناك ثب أن خليال- ولول لتخذوك

ذقناك ضعف الحياة وضعف الممات ثم ل تجد لك علينا نصيرا ل

Page 521: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 521 -

İMAM ŞAFİÎ’NİN HİKMET ANLAYIŞI

“Başka bir şey uydurup üzerimize atasın diye sı-kıntı verip az kalsın sana vahy ettiğimiz şeyden seni ayıracaklardı. O zaman seni dost edinirlerdi. Eğer seni sağlam duruşlu yapmasaydık az da olsa onlara mey-ledecek gibi idin. Meyletseydin sana hayatın iki kat cezası ile birlikte ölümün de iki kat cezasını tattırırdık. Sonra bize karşı sana yardım edecek birini de bulamaz-dın.” (İsra 17/73-75)

ل علينا بعض القاويل. لخذنا منه باليمين . ثم لقطعنا منه الوتين ولو تقون أحد عنه حاجزين . فما منكم م

Eğer o (Resûl), bize karşı, bazı sözler uydursa onu kuvvet ile yakalar sonra onun şah damarını koparır idik. Hiçbiriniz de onu koruyamaz idiniz. (Hakka 69/44–47)

Nebîlerin, Kitab’ı tebliğ dışında onun ile hükmetme görevi de vardır.

معهم وأنزل ومنذرين رين مبش ين بي الن اهلل فبعث واحدة ة أم الناس كان إل فيه اختلف وما فيه اختلفوا فيما الناس بين ليحكم بالحق الكتاب نات بغيا بينهم فهدى اهلل الذين آمنوا الذين أوتوه من بعد ما جاءتهم البي

ستقيم لما اختلفوا فيه من الحق بإذنه واهلل يهدي من يشاء إلى صراط م “İnsanlar tek bir ümmet idi; Allah onlara,

müjde veren ve uyarıda bulunan nebîler gönderdi. Beraberlerinde gerçekleri içeren kitap da indirdi ki, o nebî, ayrılığa düştükleri konularda insanlar arasında o kitap ile hükmetsin.” (Bakara 2/213)

تكن ول اهلل أراك بما الناس بين لتحكم بالحق الكتاب إليك أنزلنا إنا للخآئنين خصيما

“Sana gerçekleri içeren bu Kitab’ı indirdik ki insan-lar arasında Allah’ın sana gösterdiği şekilde hükmede-sin. Sakın hainlerin savunucusu olma.” (Nisa 4/105)

Page 522: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 522 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Yine bundan dolayıdır ki, öldürülen nebîlerden bah-seden âyetlerin tamamında “haksız yere” ifadesi geçtiği halde öldürülen resuller ile ilgili böyle bir ifade geçmez.

الذين ويقتلون حق بغير ين بي الن ويقتلون اهلل بآيات يكفرون الذين إن رهم بعذاب أليم يأمرون بالقسط من الناس فبش

“Allah’ın ayetlerini görmezlik edenler, nebîleri haksız yere öldürenler ve adalet isteyenleri öldürenler var ya; işte onları acıklı bir azap ile müjdele.” (Al-i İmran 3/21)

لقد أخذنا ميثاق بني إسرائيل وأرسلنا إليهم رسال كلما جاءهم رسول بما بوا وفريقا يقتلون ل تهوى أنفسهم فريقا كذ

“İsrail oğullarından söz aldık; onlara resûller gönder-dik. Hoşlanmadıkları bir şey getiren resûllerden kimini yalancı saydılar, kimini de öldürdüler.” (Mâide 5/70)

İmam Şafiî’nin Kitap-hikmet bütünlüğünü görememesi

Allah’ın Elçisinin Kitap ile birlikte Hikmeti de öğretme görevi vardı. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

يكم ويعلمكم الكتاب نكم يتلو عليكم آياتنا ويزك كما أرسلنا فيكم رسول ما لم تكونوا تعلمون والحكمة ويعلمكم م

“İyiliklerimizi tamamlamak için622size içinizden bir elçi de gönderdik. O, size âyetlerimizi okur, sizi geliştirir, Kitab’ı ve Hikmeti öğretir; size bilmediğinizi öğretir”. (Bakara 2/151)

Allah’ın Elçisi’nin Kitap dışında öğrettiği tek şey Hikmet olduğu için İmam Şafiî haklıdır; Hikmete Sünnet dışında bir şey denemez623. Ama Sünnetin, Allah’ın Elçisi’nin, Allah adına, onun, özel ve genel hükümlerde-ki muradını açıkladığını624,Kur’ân gibi vahy edilmiş ve

622. Ayetin başındaki ك zamiri, bir önceki ayette bulunan لتم fiili ile bağlantılı sayılmıştır. 623. İmam Şâfiî,er-Risâle, c. I, s. 79.624. İmam Şâfiî,er-Risâle, c. I, s. 79.

Page 523: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 523 -

İMAM ŞAFİÎ’NİN HİKMET ANLAYIŞI

Kur’ân’a eş değerde olduğunu söyleyip625 Sünneti de vahiy kaynağı sayması, Kur’ân ile Sünnet arasındaki bütünlüğü görmesini engellemiştir. Hâlbuki Sünnet, Kur’ân’daki iç dengenin ürünüdür. Kur’ân ile Sünnet arasında, ihmal edi-lemez bir bütünlük vardır. Nebîmizin aldığı emir şöyledir:

“Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet; onların arzularına uyma. Dikkatli ol; Allahın indirdiği emirle-rin herhangi birinden seni uzaklaştırıp sıkıntıya soka-bilirler. Yüz çevirirlerse bil ki, bazı günahlarına karşılık Allah böylelerinin başına bir kötülük gelmesini ister. Zaten insanların çoğu bozguncudur. Bunlar Cahiliye hükümlerini626 mi arıyorlar? Kesin bilgi sahipleri için kimin hükmü Allah’ın hükmünden güzel olabilir?” (Mâide 5/49-50)

Mîzanı yani iç dengeyi koruyarak Kitap ile hükmet-mek için Allah’ın koyduğu yönteme göre hareket etmek gerekir. Bu, sadece nebîlerin görevi değildir; din adamı ve âlimlerin de görevidir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

بيون الذين أسلموا للذين هادوا وراة فيها هدى ونور يحكم بها الن إنا أنزلنا الت وكانوا عليه شهداء بانيون والحبار بما استحفظوا من كتاب اهلل والر“İçinde hidayet ve nur olan Tevrat’ı biz indirdik.

Allah’a teslim olmuş nebîler, Yahudilere onun ile hükmederlerdi. Hocalar ve âlimler de kendilerinden Allah’ın Kitab’ını korumaları istenmesi sebebiyle onunla hükmeder ve ona şahit olurlardı.” (Mâide 5/44)

Bizim ile ilgili âyet de şöyledir:

بعباده قا لما بين يديه إن اهلل والذي أوحينا إليك من الكتاب هو الحق مصدلخبير بصير . ثم أورثنا الكتاب الذين اصطفينا من عبادنا فمنهم ظالم لنفسه

ذلك هو الفضل الكبير ومنهم مقتصد ومنهم سابق بالخيرات بإذن اهلل

625. İmam Şâfiî, er-Risâle, c. I, s. 104-105..ليختلف حكم اهلل ثم حكم رسوله، بل هو لزم بكل حال 626. Ayete göre Allah’ın hükmü dışında kalan bütün hükümler cahiliye hükmüdür.

Page 524: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 524 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

“Sana vahy ettiğimiz Kitap, öncekileri tasdik eden doğru Kitaptır. Allah kullarından haberdardır, onları görür. Sonra kullarımızdan seçtiğimiz kimseleri bu Kitab’a mirasçı yaptık. Onlardan kimi kendine yazık eder, kimi orta yolu tutar, kimi de Allah’ın izni ile iyi-liklerde herkesi geçer. İşte büyük ikram budur.” (Fatır 35/31-32)

Nebîmiz’den sonra o kitap ile hükmedecek olanlar, âlimlerimizdir. Bu yüzden Resulullah sallahu aleyhi ve sellemin şöyle dediği rivayet edilmiştir:

ثوا ثوا دينارا، ول درهما ور وإن العلماء ورثة النبياء، وإن النبياء لم يورالعلم، فمن أخذه أخذ بحظ وافر

“Âlimler nebîlerin varisleridir. Nebîler miras olarak dinar veya dirhem bırakmazlar onlara ilim ile mirasçı olunur. Onu alan büyük bir pay almış olur.”627

Elçilik görevi, bir malı müşteriye tanıtmak gibidir. Ayetleri doğru öğrenip insanlara ulaştıranlar bu görevi yaparlar. Ama nebîlik, üretim yapmak gibidir. Yeterli bilgisi olmayan ve ekibini kuramayan üretim yapamaz. İşte âlimlerin, Kur’ân’dan hüküm çıkarmaları da ekip-lerini kurmalarına bağlıdır. Böyle bir ekibi olmayan, Allah’ın açıklamalarına ulaşamaz. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

ا لقوم يعلمون. لت آياته قرآنا عربي كتاب فص“Bu, bilen bir kavim için, âyetleri Arapça Kur’ân

olarak açıklanmış bir kitaptır.” (Fussilet 41/3)

Nebimize Kur’ân’ı Cibril öğretiyordu. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

والنجم إذا هوى . ما ضل صاحبكم وما غوى . وما ينطق عن الهوى . إن هو إل وحي يوحى . علمه شديد القوى

627. Sünen-i Ebî Davud, İlim, 1, (3641).

Page 525: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 525 -

İMAM ŞAFİÎ’NİN HİKMET ANLAYIŞI

“Batmakta olan yıldız hakkı için, arkadaşınız yol-dan çıkmadı, hayale de kapılmadı. O, kedi havasından konuşmuyor. Konuştuğu, sadece ona yapılan vahiydir. Onu ona, pek güçlü Cebrail öğretmektedir.” (Necm 53/1-5)

Nebîmizin vârisleri, onu örnek alan ve Kur’ân’ın gösterdiği yöntem ile Kur’ân’dan hüküm çıkaran âlim-lerdir. Bunlar Kur’ân’daki mîzanı bozmayacakları için Kur’ân ile Hikmet arasındaki bütünlüğü görürler. Böyle bir yola girmeyen, Kur’ân’ı ve Sünnet’i doğru anlayamaz. Bu da usul ile füru arasında sonu gelmez çatışmalara yol açar.

İmam Şafiî’de usul füru çatışması

İmam Şafii’nin Hikmet anlayışı, Kitap-Hikmet bü-tünlüğünü görmesini engellemiştir. Allah’ın Elçisi’nin, Allah adına; onun, özel ve genel hükümlerdeki mura-dını açıkladığını628 iddia edip Sünneti,Kur’ân gibi vahy edilmiş ve Kur’ân’a eş değerde sayması629; ayetler ile hadislerin görünürdeki çatışmasını gerçek çatışma gibi saymasına yol açmıştır. Tercihini Sünnetten yana yapsa Sünnet Kur’ân’ı nesh etmiş olur. Kur’ân’dan yana yapsa bu defa da Kur’ân Sünnet’i nesh etmiş olur. Hâlbuki onun usulüne göre Sünnet Kur’ân’ı, Kur’ân Sünneti nesh edip yürürlükten kaldıramaz.630 Bu gibi durumlarda İmam Şafiî, bazen Kitab’ı bırakıp Sünneti tercih etmiş, bazen de Sünnet’i bırakıp Kitab’ı tercih etmiştir. Konumuz Hikmet yani Sünnet olduğu için burada Kitab’ı bırakıp Sünnet’i tercih etmesi örneğinden hareket ile Şafiî fıkhındaki usul-füru çatışmasını görmeye çalışacağız. Örneğimiz Safâ İle Merve Arasında Sa’y konusudur.

Kur’an ile Sünnet arasında çatışma görüntüsü

628. İmam Şâfiî,er-Risâle, c. I, s. 79.629. İmam Şâfiî, er-Risâle, c. I, s. 104-105 ليختلف حكم اهلل ثم حكم رسوله، ب لهو لزم بكل حال.630. İmam Şâfiî, er-Risâle, c. I, s. 107. لينسخ كتاب اهلل إل كتابه …وهكذا سنة رسول اهلل، لينسخها إل سنة لرسول اهلل

Page 526: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 526 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

İlgili âyetleri bir bütünlük içinde göremeyenler sadece şu ayetin Safa ile Merve arasında sa’y ile ilgili olduğunu söylerler:

فمن حج البيت أو اعتمر فال جناح عليه أن فا والمروة من شعائر اهلل إن الصف بهما يطو

“Safâ ile Merve Allah’ın koyduğu işaretlerdendir. Kim hac veya umre için Kâbe’yi tavaf ederse, bu ikisi arasında sa’y etmesinde bir günah yoktur.” (Bakara 2/158)

“Sa’y etmesinde bir günah yoktur” sözü, kimseye sa’y görevi yüklemediği halde Nebîmizin şöyle dediği rivayet edilmiştir:

عي كتب عليكم الس اسعوا، فإن اهلل“Sa’y edin çünkü Allah size sa’yi farz kılmıştır.”631

Burada âyet ile hadis arasında gerçek bir çatışma görüntüsü ortaya çıkmaktadır. İmam Nevevî bu konuda şunları söyler:

“Eş-Şafiî dedi ki; bu hadis olmasaydı sa’y nâfile olurdu. Ona nafile diyenler bu âyete dayanırlar. Çünkü “sa’yin günah olmaması” farz olduğunu değil, mubah olduğunu gösterir632”

İmam Şâfiî’nin yöntemine göre hadis de âyet gibi Allah’ın hükmüdür ve eş değerdedir633. Bunlardan birini diğerine tercih mümkün değildir. Çünkü Kur’ân Sünnet’i, Sünnet de Kur’ân’ı nesh edip yürürlükten kaldıramaz634.

İmam Şafiî’nin sistemi burada çökmektedir. Âyete dayansa sa’ye mubah demesi, Sünnet’e dayansa bu defa da ona farz demesi gerekir.

631. Ahmed b. Hanbel,Musned, C.VI, s. 421.632. en-Nevevî, Ebû Zekeriyyâ Muhyiddîn b. Şeref (öl. 676 h.) Kitab’ul-Mecmû’ tahkik eden,

notlar ekleyen Muhammed Necîb el-Mutıî, Beyrut, tarihsiz, c. VIII, s. 65-66.633. İmam Şâfiî, er-Risâle, c. I, s. 104-105 ليختلف حكم اهلل ثم حكم رسوله، بل هو لزم بكل حال.634. İmam Şâfiî, er-Risâle, c. I, s. 107. لينسخ كتاب اهلل إل كتابه … وهكذا سنة رسول اهلل، لينسخها إل سنة لرسول اهلل

Page 527: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 527 -

İMAM ŞAFİÎ’NİN HİKMET ANLAYIŞI

İmam Şafiî’nin Sünneti Kur’ân’ın üstünde görmesi

İmam Şafiî bazen Sünneti Kur’ân’ın üstünde görür. O, burada da öyle yapmış; âyeti bırakıp hadisi almıştır. Onun sa’y ile ilgili sözleri şöyledir:

“Hadis olmasaydı sa’y nafile olurdu. Ona nafile diyenler âyete dayanırlar. Çünkü “sa’yin günah olma-ması” farz olduğunu değil, mubah olduğunu gösterir635”

“Safa ile Merve arasında sa’y farzdır; hiçbir şey onun yerine geçemez… Sa’y yedi kere tam olarak yapıl-maz ise yeterli olmaz. Bir kişi, yediyi tamamlamadan evine dönse eksiği sadece bir zira (kol boyu) kadar olsa, hiç sa’y etmemiş gibi olur. Geriye dönüp yeniden sa’y etmesi gerekir636.”

Görüldüğü gibi İmam Şafiî, kendi usulüne aykırı olarak Kur’ân’ı Sünnet’e nesh ettirmiştir. Abdulaziz b. Abdullah b. Bâz’ın (1911-1999 m.) şu sözleri, Sünneti Kur’ân’ın üstünde gören görüşü delilleri ile birlikte özetlemektedir:

“Evzâî şöyle demiştir:

السنة قاضية على الكتابSünnet Kitap üzerindeki son sözü söyler.

Sünnet, Kur’ân’ın genel bıraktığı şeyi sınırlar ya da onda olmayan hükümler koyar. Nitekim Allah Teâlâ şöyle demiştir:

ل إليهم و لعلهم يتفكرون كرلتبين للناس ما نز وأنزلنا إليك الذ“Bu Zikri sana indirdik ki kendilerine indirilenin

ne olduğunu o insanlara açıkça anlatasın; belki düşü-nürler.” (Nahl 16/43)637

“Bir de Allah’ın Elçisi (s.a.v.) şöyle demiştir:

635. en-Nevevî, el-Mecmû’ c. VIII, s. 65-66.636. eş-Şâfiî, Muhammed b. İdris (öl. 204 h.) el-Um, Beyrut 1410 h. 1990 m. c II, s. 231. 637. Bu ayeti İmam Şâfiî’de Sünnet konusunda delil almıştır. Bkz. el-Umm, Kitab’ul-istihsan, c.

VII, s. 309.

Page 528: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 528 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

أل إني أوتيت الكتاب و مثله معه“Bakın, bana Kitab ve onun bir benzeri verildi.”

Beyhaki, Amir Eş-Şabi’nin bazı insanlara şöyle de-diğini nakletmiştir:

“Siz eserleri terk ettiğiniz zaman bittiniz”.

Beyhâki, eserler sözü ile sahih hadisleri kastetmiştir.

Beyhâki, Evzai’nin bir arkadaşına şöyle dediğini de nakletmiştir:

“Rasulullah’tan sana bir hadis ulaştığında sakın ona ters bir şey söyleme. Çünkü Resulullah onu Allah’tan alıp tebliğ etmiştir.”

Beyhâkî, İmam Süfyân b. Saîd es-Sevri’nin şu sözü-nü de nakletmiştir:

“İlmin tamamı hadis ilmidir”

İmam Malik, Rasulullah›ın kabrine işaret ederek şöyle demiştir:

“Bizim sözlerimiz ya birine cevaptır ya da birinin cevapladığı şeydir. Bu kabrin sahibinin sözleri ise başkadır.”

Ebu Hanife de şöyle derdi:

“Bir söz bize Rasulullah’tan gelmiş ise başımızın ve gözümüzün üstünde yeri vardır.”

İmam Şafii’nin sözü şöyledir:

“Bana Rasulullah’tan sahih bir hadis gelmiş de ona uymamış isem aklımın gittiğine şahitlik edebilirsiniz”. Bir de şöyle demiştir: “Allah’ın Resulünden gelen bir hadise aykırı söz söylemiş isem benim sözümü duvara çarpın.”

İmam Ahmed bir talebesine şöyle demiştir:

Page 529: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 529 -

İMAM ŞAFİÎ’NİN HİKMET ANLAYIŞI

“Ne beni, ne Maliki ne de Şafii’yi taklit et. Sen, bizim aldığımız kaynaktan al638.”

Bu yaklaşımın temel hatalarını şöyle sıralayabiliriz:

Delil olarak getirilen şu ayetin konu ile ilgisi yoktur

ل إليهم ولعلهم يتفكرون ن للناس ما نز كر لتبي وأنزلنا إليك الذ “Bu Zikri sana indirdik ki kendilerine indirilenin

ne olduğunu o insanlara açıkça anlatasın; belki düşü-nürler.” (Nahl 16/44)

Âyeti, Kur’ân bütünlüğü içinde görmek için bir önceki âyetle birlikte okuyalım:

كر إن كنتم ل أهل الذ فاسألوا إليهم نوحي إل رجال قبلك أرسلنا من وما إليهم ل نز ما للناس ن لتبي كر الذ إليك وأنزلنا بر والز نات .بالبي تعلمون

ولعلهم يتفكرون“Senden önce gönderdiğimiz elçiler sadece vahy

ettiğimiz erkeklerdi. Bilmiyor iseniz o Zikri bilenlere sorun. O elçiler açıklayıcı belgeler ile kitaplar ile gelmişlerdi. O Zikri sana da indirdik ki, kendilerine indirilenin ne olduğunu o insanlara açıkça anlatasın, belki düşünürler.” (Nahl 16/43-44)

Resullullah’ın soracağı kişilerin kimler olduğu şu âyette açıklanmıştır:

ا أنزلنا إليكفاسأل الذين يقرؤون الكتاب من قبلك لقد م م فإن كنت في شكبك فال تكونن من الممترين جاءكالحق من ر

“Sana indirdiğimiz şeyden şüphen varsa bu Kitab’ı, senden önce okuyanlara sor. Doğrusu Rabbinden sana aynı gerçek gelmiştir. Sakın şüphelenenlerden olma.” (Yunus 10/94)

638. Abdulaziz b. Abdulla b. Bâz (1911-1999 m.) Vucûb’l-amel bi Sünneti Resulillahi Sallallahu aleyhi ve sellem ve küfrü men enkereha, Suudiarabistan 1420 h. c. I, s. 24-25.

Page 530: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 530 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Rasûlullah’ın görevlerinden biri, bu Kitab’ı Ehl-i Kitab’a anlatıp onların elindeki Kitab’ı tasdik ettiğini göstermektir. İlgili âyet şöyledir.

من تخفون كنتم ا مم كثيرا لكم ن يبي رسولنا جاءكم قد الكتاب اهل يا نور وكتاب مبين الكتاب ويعفوا عن كثير قد جاءكم من اهلل

“Ey Kitab ehli, Kitap’tan gizlediğiniz birçok şeyi size açıklayan bir çoğunu da affeden Elçimiz geldi. Size Allah’tan bir nur ve açık bir kitap geldi.” (Mâide 5/15)

Bu âyetler açıkça gösteriyor ki, Nahl 44. âyette geçen beyan, Kitab’ı tebliğ görevinden başkası değildir. Şu âyet, aynı görevin her Müslüman’a verildiğinin delilidir:

ه للناس ول تكتمونه نن وإذ أخذ اهلل ميثاق الذين أوتوا الكتاب لتبي“Allah, kendilerine kitap verilenlerden kesin söz

aldı; onu insanlara kesinlik ile açıklayacaksınız ve gizlemeyeceksiniz, dedi…” (Al-i İmran 3/187)

Nahl 44’te Nebîmizi muhatap alan ”ن للناس -in =لتبيsanlara açıklayasın diye” ifadesi bu âyette “ه للناس نن لتبي= onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız” şeklinde bütün müminleri muhtap almıştır. Demek ki o âyet, Sünnet’in Kur’ân’ı açıkladığı iddiasına delil olamaz.

Delil olarak getirilen hadisin de konu ile ilgisi yoktur

Yukarıdaki görüşü savunanların ikinci delili, Allah’ın Elçisi’nin şu sözüdür:

أل إني أوتيت الكتاب و مثله معه“Bakın, bana Kitab ve onun bir benzeri verildi.”

Rasûlullah’a Kitap ile birlikte verilen şeyin Hikmet olduğu, yukarıdan beri anlatmaya çalıştığımız şeydir. Bu hadis, Hikmet ile ilgili ayetlerin tamamının özetidir.

Page 531: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 531 -

İMAM ŞAFİÎ’NİN HİKMET ANLAYIŞI

Sünnet’i, âyetler bütünü içinde gördüğümüz zaman Kur’ân-Sünnet dengesinin nasıl ortaya çıktığına bakalım.

Kur’ân – Sünnet bütünlüğüne göre Safa ile Merve arasında sa’y

Cahiliye döneminde Safa ile Merve tepelerine konmuş olan İsaf (إساف)ve Naile (نائلة) putları639 arasında sa’y edilirdi. Müslümanlar; “Bunlar bunu putları için yapıyorlar” diyerek sa’y’i günah sayıp terk etmişlerdi640. Hudeybiye antlaşması sırasında şu âyet indi641:

وا الحج و العمرة“ ”وأتم

“Haccı ve umreyi Allah için tamamlayın. …” (Bakara 2/196)

Hac ve Umrede bir eksik vardı ama eksiğin ne olduğu bildirilmemişti. Bu sebeple Rasûlullah eksiği açıklayan ayet ininceye kadar bir şey söylemedi. Sonra Safa ile Merve’nin, Allah’a ibadetin simgelerinden oldu-ğunu, sa’y’in putlar için yapılmadığını, dolayısı ile sa’y etmenin günah olmadığını açıklayan şu âyet indi:

فمن حج البيت أو اعتمر فال جناح عليه أن فا والمروة من شعائر اهلل إن الصف بهما يطو

“Safâ ile Merve Allah’ın koyduğu işaretlerdendir. Kim hac veya umre için Kâbe’yi tavaf eder ise, bu ikisi arasında sa’y etmesinde bir günah yoktur.” (Bakara 2/158)

Eksiğin ne olduğu ortaya çıkınca Nebîmizin şu sözü söylediği rivayet edilmiştir:

ما أتم اهلل تعالى لمرئ حجة و لعمرة ل يطوف لها بين الصفا و المروة

639. el-Cevherî, es-Sıhah, اسف mad.640. Ahmed b. Ali b. Hacer el-Asklânî, (773-852 h.) Feth’ul-Bârî Şerhu Sahîh’il- Buhârî, Beyrut,

tarihsiz, c. III. s. 500, Vücub’us-Safâ v’el-Merve.641. el-Umm, c. II, s.173.

Page 532: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 532 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

“Allah, Safa ile Merve arasında sa’y etmeyen kişi-nin ne haccını tam sayar, ne umresini.”642

Bu hadiste geçen; (Allah), (Safa ile Merve arası), (sa’y etme), (kişi), (hac), (umre) ve (tamamlama) kelimeleri her iki âyetin ortak kelimeleridir. Bu tıpkı; birbirinden ayrı duran 1 ile 2 rakamını bir araya getirerek 12 rakamını yazmaya benzer.

Nebimizin şu sözü de önceki sözünün özetidir.

عي كتب عليكم الس اسعوا، فإن اهلل“Allah size sa’yi farz kıldı; sa’y edin”

Aişe validemizin şu sözü de her iki ayetin kelime-lerini içerdiğinden Hikmet’in sahabe tarafından kavran-dığının bir göstergesidir:

“لعمري ما أتم اهلل حج من لم يسع بين الصفا والمروة ول عمرته““Hayatıma yemin ederim, Safa ile Merve arasında

sa’y etmeyenin ne haccı tamam olur, ne de umresi643”.

Zaten Resulullah sahabelerine Hikmeti öğretmesey-di, görevini yapmış olmazdı. İlgili ayeti tekrarlayalım:

ويعلمكم يكم ويزك آياتنا عليكم نكميتلو م رسول فيكم أرسلنا كما ا لم تكونوا تعلمون الكتابوالحكمة ويعلمكم م

“İyiliklerimizi tamamlamak için644size içinizden bir elçi de gönderdik. Size âyetlerimizi okur, sizi ge-liştirir, Kitab’ı ve Hikmet’i öğretir; size bilmediğinizi öğretir”. (Bakara 2/151)

İkinci ayet ininceye kadar Nebimizin, hac ve um-renin eksiği ile ilgili bir şey söylememesi şu âyetlerden dolayıdır:

642. Serahsî, Şemsüddin, el-Mebsût, Mısır 1324/1906 c. IV. s. 50.643. Sahîh-i Müslim Hac, 260 (1277).644. Ayetin başındaki ك zamiri, bir önceki ayette bulunan لتم fiili ile bağlantılı sayılmıştır.

Page 533: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 533 -

İMAM ŞAFİÎ’NİN HİKMET ANLAYIŞI

“Elif, Lâm, Râ. Bu, âyetleri hem muhkem kılınmış hem de645 doğru karar veren ve her şeyin iç yüzünü bilen Allah tarafından açıklanmış bir kitaptır. Böyle olması, Allah’tan başkasına kul olmayasınız diyedir. (De ki;) Ben de ondan olan ile sizi uyaran ve müjdeleyen kişi-yim.” (Hûd 11/1-2)

Görüldüğü gibi Nebîmizin ve Aişe validemizin sa’y ile ilgili sözleriyle âyetler arasında bir bütünlük vardır. Bu bütünlük, Kur’ân’daki mîzânın yani iç dengenin gereğidir.

Yöntemi yanlış olsa da İmam Şafiî’nin sa’y konu-sunda Sünnete dayanması hükümde isabet etmesine sebep olmuştur. Hanefiler ise, yanlış yöntemden dolayı bu konuda ne Kur’ân’a ne Sünnet’e uymuşlardır. Onların görüşünü Serahsî şöyle anlatır:

“Şafiî’ye göre sa’y, hac ve umrenin rükünlerinden-dir; sa’y olmadan, kimsenin haccı ve umresi tamam olmaz. Onun delili, Nebî sallallahu aleyhi ve sellemin Safa ile Merve arasında sa’y ettikten sonra ashabına söylediği şu sözdür:

إن اهلل كتب عليكم السعي فاسعواAllah size sa’yi yazdı; sa’yedin”

Yazılan şey rükündür. Nebîmiz bir de şöyle demiştir:

ما أتم اهلل تعالى لمرئ حجة ول عمرة ل يطوف لها بين الصفا والمروة Allah, Safa ile Merve arasında sa’y etmeyen kişinin

ne haccını tam sayar, ne umresini.”

Bizim delilimiz Allah Teâlâ’nın şu sözüdür: “Kim hac veya umre niyeti ile Kâbe’yi tavaf eder ise, o ikisi arasında sa’y etmesinde bir günah yoktur.” Böyle bir söz vacip için değil, mubah içindir. Bu sebep ile âyetin zahiri

-nin kök anlamı, nazikçe bir araya gelmektir. (Mekâyîs’ul-luğa ) Kişi bir şeyi topladığın’(ثم )ثمم .645da ثممت الشيء ثما der. Kelimeye “hem de” anlamı vermemizin sebebi budur.

Page 534: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 534 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

say’in vacip olmamasını gerektirir. Ama biz Sa’yin vacip olduğu hükmünde âyetin zahirini terk ederek icma deli-line dayandık646.”

Dikkat edilir ise ayete dayanmadıkları halde daya-nıyor gibi bir ifade kullanmışlardır. Bunların iddia ettiği icmaın olma imkânı da yoktur. Çünkü Hanefîlerin vacip kavramını başkaları kabul etmez. Böyle bir kavram etra-fında da icma olamaz. Sa’y konusunda Hanefiler hiçbir delile dayanmadan hüküm ve fetva vermişlerdir.

Sonuç

Görüldüğü gibi Hikmet, İslam’ın temel kavramla-rındandır. Allah Teâlâ onu, bütün nebîlerine verdiği gibi gerekli gayreti gösteren insanlara da verir. Hikmet, hem Kur’ân’dan, hem de varlıklardan elde edilen doğru bilgi olduğu için ilim ile dinin birleştiği noktadır. Yaratılmış ayetler olan varlıklar ile indirilmiş ayetlerden oluşan Kur’ân, birlikte okunursa dengeler kurulur, sıkıntılar giderilir, huzur ve mutluluk ortamı doğar. Âyetlere inanarak yaşayanlar hem dünyada hem âhirette mutlu olurlar.

Tespitimize göre fakihlerden sadece İmam Şafiî Hikmete değinerek Sünnet’e Hikmet demiştir. Ama Sünnet’i, âyetler arası dengenin ürünü göremeyip Rasûlullah’a has sayması ve daha sonra onun bu görü-şünün Müslümanlar arasında yaygınlaşması, Kur’ân’ı ve Sünnet’i doğru anlamanın önünü kapatmış ve yeni Hikmetlere ulaşmayı engellemiştir.

Kur’ân’ın iki temel kavramından biri olan Hikmet unutulunca din ve bilim dengesi bozulmuş, Kur’ân’dan çözüm üretilemez olmuştur. Resulullah ve sahabe dö-neminde sıkıntılara çare olan müslümanlar, Hikmeti

646. Serahsî, Hanefîlerin görüşünü şöyle anlatır:وحجتنا في ذلك قوله تعالى فمن حج البيت أو اعتمر فال جناح عليه ان يطوف بهما و مثل هذا اللفظ لالباحة ل لاليجاب في قتضى ظاهرالية ان ليكون واجبا ولكن اتركنا هذا الظاهر فيحكم ال يجاب بدليل… الجماع

Page 535: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 535 -

İMAM ŞAFİÎ’NİN HİKMET ANLAYIŞI

unuttukları için sıkıntı üretmeye başlamışlardır. Bugün müslümanların en temel görevi Hikmeti yeniden öğrenmeleridir.

Page 536: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 536 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Page 537: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 537 -

İMAM ŞAFİÎ’NİN HİKMET ANLAYIŞI

Page 538: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 538 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Page 539: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 539 -

İMAM ŞAFİÎ’NİN HİKMET ANLAYIŞI

Page 540: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 540 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Page 541: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 541 -

İMAM ŞAFİÎ’NİN HİKMET ANLAYIŞI

Page 542: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 542 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Page 543: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 543 -

İMAM ŞAFİÎ’NİN HİKMET ANLAYIŞI

Page 544: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 544 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Page 545: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 545 -

İMAM ŞAFİÎ’NİN HİKMET ANLAYIŞI

Page 546: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 546 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Page 547: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 547 -

İMAM ŞAFİÎ’NİN HİKMET ANLAYIŞI

Page 548: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 548 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Page 549: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 549 -

İMAM ŞAFİÎ’NİN HİKMET ANLAYIŞI

Page 550: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 550 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Page 551: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 551 -

İMAM ŞAFİÎ’NİN HİKMET ANLAYIŞI

Page 552: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 552 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Page 553: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 553 -

İMAM ŞAFİÎ’NİN HİKMET ANLAYIŞI

Page 554: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 554 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Page 555: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 555 -

İMAM ŞAFİÎ’NİN HİKMET ANLAYIŞI

Page 556: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 556 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Page 557: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 557 -

İMAM ŞAFİÎ’NİN HİKMET ANLAYIŞI

Page 558: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar
Page 559: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 559 -

DİZİN

AAbbâs 298, 365Abdullah 307, 309, 338, 352, 353, 354, 365, 526Abdurrahman 190, 364Abdu Yezîd 364Ahiret 288, 352, 358Ahmet Ağırakça 104Alım satım 300Ali 185, 209, 221, 227, 346, 372, 509, 530Al-i İmran 3/3-4 488Al-i İmran 3/7 97Al-i İmran 3/19 56Al-i İmran 3/64 490Al-i İmran 3/79 97Al-i İmran 3/81 93, 497Al-i İmran 3/85 56Al-i İmran 3/86-89 439Al-i İmran 3/144 41Al-i İmran 3/145 194, 255Al-i İmran 3/154 256Al-i İmran 3/157 260Ankebut 29/25 53

BBaba 28, 102, 264Bakara 2/22 351, 353, 356, 357, 359, 366, 367, 395, 404Bakara 2/25 198, 199, 267Bakara 2/27 275Bakara 2/28 126, 242, 348Bakara 2/30 227Bakara 2/155-157 230Bakara 2/159-160 513Bakara 2/171 141, 148Bakara 2/178 269, 430, 435Bakara 2/184 340Bakara 2/185 325, 345Bakara 2/187 349Bakara 2/190 506Bakara 2/194 507Bakara 2/196 530Bakara 2/205 144, 155Bakara 2/222 353, 395

Bakara 2/228 356, 366, 404Bakara 2/229 367Bakara 2/231 356Bakara 2/233 203, 367Bakara 2/256 198Bakara 2/275 275Bakara 2/284 242Bakara 2/286 126, 348Bedir 233, 238, 515, 517Belkıs 511Beşir Eryarsoy 104

CCahiliye 499, 522, 530Cebrail 223, 524Cevherî 221, 222, 503, 504, 530Ceza 276Cumartesi 163, 302

DDavûd 258, 298, 299, 300, 301, 302, 303, 304, 306, 307, 308, 309, 310, 330, 380, 413, 414, 431, 432, 456, 476deyn 55, 198Dua 193Dünya 200

EEbû Davûd 353Ebû Hureyre 265Ebû İhâb 344, 398Ebû Musa el-Eşarî 301Ebû Umame b. Sehl b. Huneyf 306Elmalılı 149

FFaizli işlem 414Fıtrat 17, 183, 243, 492Firavun 273, 288, 289Fuhuş 268Fussilet 41/3 281

Page 560: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 560 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

GGümüş 35, 333

HHabîbe 322Habil 156Hac 113, 114, 118, 167, 213, 287, 288, 340, 405, 530, 531Hac 22/15 114Hac 22/16 118Hac 22/46 213Hadis 280, 342, 394, 526Hak 227Halife 226Hamd 211, 284Hamile 355, 357Hanbelî 365Hanefî 354, 382Harun 496Hattab oğlu Ömer 304Helal 241Hıristiyanlar 265Hızır 236Hûd 11/1 202, 509, 532Hüküm 497

Iibadet 198, 285, 286, 288, 358İblis 22, 76, 77, 78, 122, 123, 238, 271, 272İbn Abbâs 14, 299, 300, 330, 363, 364, 365, 419, 474İbn Battal 305İbn Hazm 336, 382, 388İbn Huzeyme 305İbn-i Hümam 312, 366İbn Kesîr 105, 367İbn Mace 253, 299, 305, 307, 311, 312, 353, 370, 380, 381, 386, 387, 388, 405İbn Manzur 55, 117, 137İbn Mes’ud 261, 308İbn Teymiyye 385İbrahim 14, 35, 50, 51, 52, 53, 64, 78, 79, 85, 113, 152, 173, 184, 188, 192, 198, 201, 218, 220, 227, 229, 231, 236, 249, 279, 281, 285, 286, 287, 288, 295, 299, 333, 336, 446,

477, 486, 488, 492, 496, 504, 509, 512İbrahim 14/4 184, 218, 477, 492, 512İbrahim 14/10 249İddet 353, 354, 356, 359İddeti saymak 353İftidâ 351, 374, 471İkrime 151, 330İmam Kerhî 316İmam Muhammed 314, 316İmam Şafiî 314, 315, 471, 488, 496, 499, 500, 501, 502, 504, 510, 521, 522, 524, 525, 526, 532, 534İman 61, 68, 91, 92, 93, 99, 214, 228, 247, 268, 280, 282, 471, 483İncil 27, 28, 29, 33, 81, 92, 446, 447, 449, 451, 452, 453, 461, 479, 488, 489, 497, 499, 514İrâde 16, 201, 202, 464İsa 14, 27, 28, 29, 30, 32, 33, 39, 40, 69, 79, 80, 96, 102, 152, 264, 265, 279, 446, 448, 452, 453, 488, 489, 496İsfahânî 21, 22, 43, 45, 56, 60, 64, 113, 196, 197, 198, 206, 210, 211, 332, 469, 480, 493, 504İsmail 39, 55, 79, 104, 105, 221, 286, 295, 496, 503, 510İsmail Hakkı Baltacıoğlu 104İspanya 24İspât-ı Vâcib 31İsrâ 17/9-10 82İsrâ 17/30 464İsrâ 17/33 260, 429İsrâ 17/56-57 110İsrâ 17/67 122İsrâ 17/89 122İsrail 30, 72, 76, 80, 92, 167, 180, 181, 252, 280, 452, 521İsrail oğulları 30, 72, 76, 80, 92, 167, 180, 252, 521İstifhâm 296İsyan 180, 309, 471, 491İyi niyet 470

KKabil 156Kadın 338, 344, 353, 359, 404, 405

Page 561: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 561 -

DİZİN

Kâfir 48, 152, 156, 173, 251, 319, 320, 374, 519Kahire 362, 364, 516Kalp 127, 129, 131, 133, 135Katolikler 264Kıyâmet 269, 277, 284, 430, 435Kul 193Kurban 167Kureyş 79, 266Kutsal Ruh 199

LLokman 31/33 238

MMaide 5/6 82, 92Maide 5/15 446Maide 5/27-31 141, 156Maide 5/35 115Maide 5/38 431Maide 5/39 431Maide 5/41 454, 457Maide 5/43 457Maide 5/44 447, 455, 456Maide 5/44-47 455Maide 5/45 259Maide 5/47 447Maide 5/48 200, 228, 448, 456Maide 5/54 438Maide 5/68 82, 92Maide 5/77-78 80Maide 5/104 65Maide 5/106-107 393Malikî 365, 381, 383, 387, 389Maruf 258, 352, 356, 379, 386Medine 284, 290, 291Mekke 185, 280, 285, 287, 289, 290, 516, 517, 518Melik 511Merğinânî 318Meryem 30, 196, 199, 265, 271, 273, 279, 281, 510Meryem oğlu İsa 79, 199Meryem oğlu Mesih 40, 80, 101Mesânî 477Meşîet 16, 216, 220, 221, 464Mısır 220, 346, 372, 500, 511, 531Muğîre 409, 410

Muhkem 467Muhyiddin ed-Dervîş 111, 112Musa 152, 190, 236, 279, 282, 288, 496Müminun 23/99-100 215Müşrik 32, 69, 219Müteşâbih 465, 468, 469, 472, 474, 475, 477

NNikâh 374, 403, 404, 405Nisa 4/3 268, 355Nisa 4/25 378Nisa 4/31 268Nisa 4/56 275Nisa 4/93 274Nuh 152, 226, 236, 278, 281, 496, 511Nur 24/3 377Nüşûz 402

OOruç 324, 325, 337, 340, 395Osman 341Öğüt 164Ökümenik 265Ömer Nasuhi BİLMEN 138, 149, 228, 319, 398

PPavlus 28

RRamazan 341, 347, 348, 349, 436Recm 453, 458Rişâ 421Ruh 33, 79, 96, 199, 212, 213, 215Rum 30/30 243Rüşvet 421

SSahabe 336, 364Sahih 268, 353, 365, 403, 404, 405, 406Secde 32/9 212Selman-i Fârisî 303Serahsî 366, 531, 532, 533

Page 562: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

- 562 -

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

sığır 72, 130, 132, 139, 140, 146, 154, 165, 166, 169, 214, 287, 303, 473Suat YILDIRIM 150Sultan 100, 108Süleyman 438, 439, 496, 511Süleyman Ateş 104Sünnet 220, 284, 291, 293, 487, 499, 500, 501, 502, 509, 521, 522, 524, 525, 526, 527, 529, 530, 532, 534Şafiî 333, 365, 383, 387, 389, 518, 525, 532Şam 28, 299, 439, 516Şefaat 16, 17, 263, 265, 267, 278, 280, 282, 291Şefaatim 282, 284Şems 91/8-10 63, 495Şeyh 300Şeytan 23, 59, 129, 162, 204, 272, 337, 339Şirbînî 385Şirk 35, 116, 267, 270Şuarâ 26/23-29 73Şuarâ 26/43-44 74Şuarâ 26/45 74Şuarâ 26/46-49 75Şuarâ 26/127 84Şuarâ 26/192 492Şurâ 42/40 426

TTaberî 32, 150, 151, 153, 154, 190, 231Takvâ 273Talak 16, 352, 353, 355, 356, 357, 358, 359, 363, 364, 365

Talak 65/1 352Talak 65/2 356Tarık b. Şihab 297, 298Tefsir 188, 191, 222, 280, 359Teğâbün 64/11 255Temizlik 348Teşbih 475, 477Tevbe 191, 201, 205, 206, 208, 358, 430, 435, 513Tevrat 451, 497, 498, 514, 522Tezekkür 52Tîn 214Tur 283

UUyku 171

VVabısa b. Mabed 507

YYasin 36/82 186, 191Yunus 207, 217, 225, 242, 264, 267, 270, 496, 529Yunus 10/18 264, 270Yunus 10/100 207Yusuf 117, 496, 511

ZZebîdî 220, 221, 274, 407Zekiyyüddin Şa’ban 486Zemahşerî 105, 106, 111, 112, 153, 191, 300Zeyd 153, 311Zina 451, 452Zümer 39/3 243