devrimci cephe sayi 3

20

Upload: devrimci-cephe

Post on 30-Mar-2016

252 views

Category:

Documents


5 download

DESCRIPTION

Seçimler Yaklaşırken - Fehmi Erbaş Latin Amerika’nın Günümüz Devrimselliği ve 21. Yüzyıl Sosyalizmi -Ali Efe www.devrimcicephe.org - [email protected] Ölülerimiz Bizi Uyarıyor - Birindar Basım Yeri Gün Matbaacılık ltd. Şti. Beşyol Mahallesi Akasya Sokak No 23/a Küçükçekmece İstanbul Ortadoğu: “Buralarda Biz Varız”... - Feza Yılmaz Avrupa İletişim: Limmatstrasse 206, 8005 Zürih/ Isviçre [email protected]

TRANSCRIPT

Page 1: Devrimci Cephe Sayi 3
Page 2: Devrimci Cephe Sayi 3

Ortadoğu: “Buralarda Biz Varız”... - Feza YılmazSon bir haftayı Ortadoğu’yu kaplayan altüstlüklerle geçirdik. Ortadoğu tarihi boyunca hep kaynayan kazan olmuştur, ancak “doğu cephesinde yeni bir şey yok” denilemeyecek kadar yeni bir durum var ortada.

Seçimler Yaklaşırken - Fehmi ErbaşGünümüzde, devlet ve demokrasi konuları birlikte, eskiye nazaran daha da yoğun olarak tartışılmaktadır.

Latin Amerika’nın Günümüz Devrimselliği ve 21. Yüzyıl Sosyalizmi -Ali EfeKolomb’un keşfetmesinden sonra Latin Amerika, kıtasal olarak hem kendi iç evrimiyle sömürgecilik tarihinin ve hem de buna koşut olarak kıta halklarının sömürgeciliğe karşı direniş tarihinin oluştuğu ve geliştiği bir coğrafya oldu.

Ölülerimiz Bizi Uyarıyor - BirindarKavgamız, değerlerimiz kutsaldır ve insanlık sınıflı toplum aşamasında kaldığı sürece tekil insan yaşamı kutsal değildir. Ancak böylece anıları altında ezilmeden devrim şehitlerini anmak mümkün olabilir.

Süreci Sınıf Mücadelesi Perspektifinden Yakalamak Zorundayız... - Bedir AydınSon derece önemli bir süreçten geçiyoruz. Egemen sınıflar bir süreden beri tüm çabalarını sistemin yeniden düzenlenmesinde yoğunlaştırıyorlar

Demokratik Özerklik, Türkiye’yi Demokratikleştirme Projesidir - Mustafa KarasuKürt Özgürlük Hareketi beş yıldır Demokratik Konfederalizm ve Demokratik Özerk-likten söz ediyor. Demokratik Özerkliğin ne olduğunu ve Demokratik Özerkliğin neyi hedeflediğini çeşitli vesilelerle ortaya koymuştur.

Hey Liseli! - Liseli bir Devrimci Cephe OkuruSistemin uyguladığı ayrımcı, cinsiyetçi, gerici, vahşice oligarşik ve antidemokratik bu uygulamalar burada da kendini açıkça hissettiriyor!

İÇİNDEKİLER

3

4

9

1317

19

5

Devrimci Cephe - Aylık Siyasi Dergi - Ocak-Şubat 2011 -Sayı : 3

Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü : Okan Duman

Bülbül Mahallesi, Küçük Şişhane cad, No:3-5 Daire 4, Beyoğlu/ Taksim, Tel: 0212 297 70 97

www.devrimcicephe.org - [email protected]

Avrupa İletişim: Limmatstrasse 206, 8005 Zürih/ Isviçre

[email protected]

Basım YeriGün Matbaacılık ltd. Şti.

Beşyol Mahallesi Akasya Sokak No 23/a Küçükçekmece İstanbul

Page 3: Devrimci Cephe Sayi 3

Devrimci Cephe

3

Son bir haftayı Ortadoğu’yu kaplayan altüstlüklerle geçirdik. Ortadoğu tarihi boyunca hep kaynayan kazan olmuştur, ancak “doğu cephesinde yeni bir şey yok” denilemeyecek kadar yeni bir durum var ortada. O kadar yeni ki, henüz kimse tam adını koyamıyor, yorum yapamıyor. Hele tam bir oryantalistlikle Ortadoğulu halkları “ensesine vur lokmasını al” bir koyun gibi gören batılı aydınlar, gelişmeler karşısında hem halkların isyanından şaşkınlık geçiri-yor, hem de bunun islam köktendinciliğine gidebileceğinden büyük en-dişe duyarak desteklerini açıklamakta tereddüt ediyor-lar.

Ortadoğu’da yeni bir durum var, evet. “Darbeler ve emperyalizm uydusu re-jimler cenneti” Ortadoğu’da işsiz bir üniversite mezunu, 26 yaşındaki işportacı Mu-hammed Buazizi kendini yakınca, bir halk isyanının da kıvılcımını yakmış oldu. Olayları çok kısaca özetlersek: Buazizi’nin ölmesi üzerine Tu-nus halkı ayaklanarak 23 yıldır ülkeyi ağır baskılarla yöneten Zeynelabidin Bin Ali’yi ülkeyi terk etmek zorunda bıraktı, reformlar sözü verildi, ülke bir nebze yatışmış durumda. Ancak bu isyan Tunus’la sınırlı kalmadı, “domino etkisi” denilen bir hareketlen-meyle Yemen’e, Ürdün’e yayıldı, bütün Ortadoğu dünyasını şu ya da bu ölçüde et-kisi altına aldı. Bununla kalmadı, en büyük etkisini Mısır’da gösterdi. Mısır halkı gün-lerdir Tahrir (Özgürlük) meydanında yatıp kalkıyor, üzerlerine açılan ateşe aldırmıyor. Parçalı muhalefeti birleştirme gücü taşıyan, saygın bir isim, eski Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu başkanı Baradey de Mısır’a dönüp muhalefetin başına geçti. Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek, Eylül’de aday olmayacağını açıkladı, ama bu ne Mısır halkı ne de emperyalizm (bizzat Obama’nın ağzından) açısından yeterli olmadı. Mısır’daki gelişmeler gün be gün değiştiği için, bu yazıda halk

ayaklanmasının sonuçları yer alamaya-cak, ama bu isyanların Ortadoğu ve em-peryalizmin bölgesel planları açısından kısa bir değerlendirmesini yapabiliriz.

Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki, bu ayaklanmalar bir sosyalist devrim niteliği taşımamaktadır. İsyancıların işçi, emekçi olması, aydın desteği almaları kendi başına o isyanı sosyalist kılmaya yetmez; öncüsü, bilinci olmayan isyan-lar en nihayetinde emperyalizme altlık olma olasılığını içinde taşır. Ancak şu da belirtilmelidir, 70-80’lerde Latin Amerika’da gözlediğimiz gibi, şimdi Ortadoğu’da halkların ve devletlerin ter-cihlerindeki nüanslar bile küresel ölçekte değişimlere ve hatta örneğin Filistin’de küçük çaplı da olsa nefes almalara im-kân sağlayabilir; Nikaragua devriminde

Feza Yılmaz

buna bizzat tanık olduk.

ABD’nin uydusu konumundaki Mısır’da nasıl bir uzlaşma sağlanacağını bilmiyoruz, ancak olayların, tam da em-peryalizmin İran presini açık saldırganlığa dönüştürme planı sırasında, bölge halklarının antiemperyalist damarını daha da genişleteceği, bunun da ABD ve İsrail’i bölgesel planlarını bozma ya da ertelemeye itebileceği beklenebilir.

Tunus ve Mısır halkı ilk kez “buralarda biz varız” di-yerek iradesini ortaya koy-du; olaylar ülkelerin kend-isinde nereye varırsa varsın -ki demokratik haklardan ve ekonomik iyileşmelerden daha öteye varmayacak gibi görünüyor- bölgedeki genel kırılma konjonktür açısından önemli değişiklikler yaratabilir.

Olayların Türkiye’ye tezahürüne gelince, tüm AKP muhaliflerinin iştahla belirt-tikleri gibi, kendisini “bölge-sel güç” olarak pazarlamaya kalkan hükümet, tıpkı bundan bir süre önceki Lübnan kriz-

inde şapa oturduğu gibi, Mısır isyanında da cılız sesler çıkartmaktan öteye geçe-meyecek kadar aciz kaldı. Olayların dili, “bölgesel güç” maskaralığını bir kez daha açığa çıkarmış oldu.

Burada son noktayı çuvaldızı ken-dimize batırarak koyalım: Tunus ve Mısır halkları, öteki Ortadoğu halkları “buralarda biz varız” derken, Türkiye’de bunu Kürt halkından başka söyleyen yok. Her şeyin tepeden inme getirildiği, tevekkül geleneğinin derin kök saldığı coğrafyamızda “biz varız” diyebilmek için, öncelikle Ortadoğu ve Türkiye gerçeğini iyice analiz etmek gerekiyor. ☆

[email protected]

Ortadoğu: “Buralarda Biz Varız”...

“Buralarda biz varız! Bu topraklar bizim topraklarımız!

Bu ağaçlar katlanamaz artık basık, dumanlı bir gökyüzüne.

Bu taşlar katlanamaz yabancı çizmelere. Buralarda biz varız! Devrilmiş

bedenlerimizden öreriz kaleleri”

Page 4: Devrimci Cephe Sayi 3

Ocak-Şubat 2011

4

Günümüzde, devlet ve demokrasi konuları birlikte, eskiye nazaran daha da yoğun olarak tartışılmaktadır.

Ve her zaman olduğu gibi de demokrasinin, devlete feda edildiği görülmüş ve görülmektedir.

Devlet kutsanarak ne kadar abartılmış ve yetkileri bunun temel kurumları etrafında toplanmış ise halkın iradesizleşmesi, devlete eklenti yapılması o kadar gerçekleşmiştir. Öyle ki, devlet hep merkezileşmeyi dayatmış ve tüm gücü burada toplamıştır. Krallık, oligarşik ya da parlamentarizm gibi değişik yönetim biçimleri görülmüşse de, güçlü devlet, karşsına dik-tatörlük kendisine özgürlük ya da demokrasi ikilemi biçi-minde iktidar olmuştur.

Ayrıca ulus devletler feodalizmi tasfiye etse de, ulus adına bir grup giderek ulusal egemenlik ve milliyetçi-lik eşliğinde yetki ve iktidarı gasp etmiştir.

Marx’ın devletsizliğe geçiş ve halk için demokra-si, halk yöntemleri anlayışı karşıtlarına diktatörlük, işçi ve emekçilere ise demokra-si uygulama biçiminde ifade edilmişse de giderek daraltılmış, eşitlik ve özgür-lük yönünde halkın kazandığı kazanımlar dışında, reel sosyalistler de devlete ye-nik düşmüşlerdir. Aynı zamanda prole-tarya diktatörlüğü ve sosyalist demokra-si biçiminde ifade edilse de; devlet ve merkeziyetçilik güçlendirilmiş, halkın yönetime katılması sağlanamamış, in-san ilişkilerine ve iradesine karşı anti demokratik aygıt ve uygulamalar ortaya çıkmıştır. Bu anlamda reel sosyalizmin devlete yaklaşımı da egemen ve empery-alist güçlerden farklı olmamıştır. Öyle ki , “Avrupa Demokrasisi’’nin bile gerisine düşmüşlerdir.

Aynı şekilde emperyalist ve bur-juva cephede savaşlar ve milliyetçilik demokrasinin düşmanı olmuştur. Halkın ve emekçilerin kazanımları belli bir yer ed-inse de, faşizm, totalitarizm, parlamenta-rizm biçimde özetlenen devlet ve iktidar olgusu, katı merkeziyetçilikten, çekirdek güçten vazgeçmemiştir.

Türkiye’de ise otokratik ve oligarşik,

totaliter ve despotik yanı ağır basan uygulamalara gidilmiştir. Parlamenterl-erin hukuk devleti, demokrasi söylemleri, incir yaprağı gibi günahları örtmek için kullanılmıştır. Devlet yüceltilmiş, ordu ise her şeye karışmasına, her kötü uygulamayı yapmasına karşın temiz ve eleştirilmeyen güç olmuştur. Bundan dolayıdır ki, katı merkeziyetçiliği uygulayan, bütün yet-kileri tek merkezde (MGK) de toplayan, herkesi kesip biçen, “koruyan”, “kollayan”, eleştirilmeyen ve itaat edilen güç, yani güçlü; devlet olmuştur.

Buna bağlı olarak ister burjuva, ister milliyetçi, isterse “sosyalist” olsun, katı merkeziyetçiliği uygulayan partiler, katı merkeziyetçi devlete katılmıştır. Söylem-leri eşitlik ve demokrasi olsa dahi bu şekilde davranmışlardır.

Görüldüğü gibi zihniyet devrimi eşliğinde, devletin köklü sorgulanması gerekiyor, demokratikleşmek için.

Bu sorgulamada, eleştiri gerçekleşmezse partiler ve sivil toplum örgütleri, eşitlik, özgürlük ve adalet istey-enler, demokratik katılım, demokratik so-syalizm temelinde kendisini örgütleyemez-se, hem demokrasi deyip, hem de geçmiş yüzyılın partileri, örgütleri ve kurumları gibi örgütlenir ve mücadele yaparlarsa; kutsanan, güçlü sayılan, ulusal egemenlik denilen otoriter, cinsiyetci devlet gerçeğini aşamazlar.

O halde katı merkeziyetçi yapılanma, devletten parti ve kurumlara kadar değişmeli, devlet koordinasyon ve düzen-leme işlerini yapmalıdır. Aynı zamanda demokratik katılım temelinde, iktidar ve yetki kullanma yeni yapılanmaya uygun

olarak düzenlenmelidir.Çok açıktır ki, özgürlük, eşitlik ve ada-

let kavramlarını birbirine karşı çıkartmadan dengeli bir şekilde yaratmak gerekiyor.

Eşitlik adına özgürlükten vazgeçil-irse, devlet sosyalizmi ya da kapitalizmi ortaya çıkar. Özgürlükler adına eşitlik ve sosyal adaletten vazgeçilirse liberal özgür-lük anlayışı çıkar.

Şüphesiz ki ikisi de devleti güçlendir-meden öteye geçmez. Demokrasi; özgür ve iradeli katılım ve insanı esas alan bir rejim olduğu için, demokrasi mücadelesi verenler eşitlik, özgürlük, sosyal adalet dengesini, yine birey ve toplum dengesi-ni yeniden kurmakla karşı karşıyadır. Bu değerlere doğru yaklaşıldığı ölçüde tam demokrasi gerçekleşir. Öte yandan sınırlara takılan demokrasi çarpık ve geri

olmaktan kurtulamazTürkiye’de yıllardır

demokrasi sorunu tartışılmaktadır. Bu konuda iç ve dış dinamiklerin zorlaması, demokratikleşmeyi günde-min en acil sorunu haline getirmiş olmasına rağmen, yoksullar, aydınlar ve toplu-mun demokratikleşmesini isteyen tüm muhalif kesim-lerin birleşik bir örgütlen-meyi ve de geniş kapsamlı bir demokrasi programıyla mevcut siyasete müda-hale gerçekleştiremedikleri için toplumun taleplerine

ve bekletilerine uygun bir demokrasi gelişmedi. Sanki devlet ve mevcut si-yasi iktidar tarafından atılan göstermelik adımlarla yetinme durumuna gelindi.

Diğer bir yandan, demokratikleşme projeleri bir kaç kez Kürt Hareketi tarafından Türkiye kamuoyuna sunuldu ve demokrasiden yana olan toplumun tüm kesimlerinin taleplerini de içer-mesine rağmen istenilen ölçüde bir sonuç alınamadı. Hatta Kürt halkının demokra-si mücadelesi bazı konularda, çözüm-leyici ve kolaylaştırıcı tutum almasına rağmen, ülkenin demokratikleşmesini gerçekleştirmeye yetmedi.

Durum bu kadar açık olunca, kendi sorunlarını kendi çözen, bölge halklarını çatışma içinde tutan tavırları ve davranışları bir yana iten, kardeşleşmeyi öne çıkaran, halkların demokrasi gücünü birleştiren, bir duruşa dünden daha ziyade ihtiyacımız olduğunu bilince çıkartarak davranışlarımızı belirlemeliyiz, üzümün çekirdeğiyle veya armudun sapıyla ugraşmaya gerek yok diye düşünüyorum. ☆

Fehmi Erbaş

SEÇİMLER YAKLAŞIRKEN

[email protected]

Page 5: Devrimci Cephe Sayi 3

Devrimci Cephe

5

Latin Amerika’nın Günümüz Devrimselliği

ve 21. Yüzyıl Sosyalizmi Ali Efe

Kolomb’un keşfetmesinden sonra Latin Amerika, kıtasal olarak hem kendi iç evrimiyle sömürgecilik tarihinin ve hem de buna koşut olarak kıta halklarının sömürgeciliğe karşı direniş tarihinin oluştuğu ve geliştiği bir coğrafya oldu.

Yakın tarihe hızlı bir bakışla, II. Paylaşım Savaşı sonrasında Latin Amerika’nın, artık bir dünya hakimi olan Amerika’nın arka bahçesi olarak orga-nize edildiğini görebiliriz. Bu dönemde Amerikan sermayesinin yerel toprak sa-hipleriyle yeni sömürgecilik temelinde yarattığı oligarşiler emek sömürüsünü si-yasal zora dayandıran açık diktatörlükler olarak egemenlik sürdü. Küba’da Batista, Havai’de Duvalier, Nikaragua’da Somoza, Paraguay’da Stroessner, Venezuela’da Perez Jimenez yönetimleri, azgelişmiş Latin ekonomilerinde tipik oligarşik dik-tatörlükler olarak şekillenmişti. Ulusal burjuvazinin kendini az çok ABD empery-alizmine dayatabilecek kadar geliştiği ülkelerde ise, örneğin Brezilya’da Var-gas ve sonrasında, Arjantin’de ise Peron egemenliğinde gözleyebildiğimiz gibi, yerli ve yabancı sermayenin egemenlik savaşları ulusal burjuvazinin zaman za-man emekçi sınıfları kısmen anti empery-alist temelde kendi mücadelelerine ente-gre edebildiği yoğun kargaşa dönemleri olarak kendini gösterdi.

ABD’nin, kendi arka bahçesini oligarşik diktatörlüklere dayalı bir şekilde düzenleme sürecine kıta ezilenlerinin muhalefeti, kıtasal caudillo (askeri poli-tik önderlik) geleneğine dayalı bir şekilde gerilla mücadelesiyle ortaya çıktı. Özel-likle Küba devrimiyle hem taçlanan hem de kıtasal çapta ateşlenen bu süreç bütün dünyada devrimsel bir konjonk-tür oluşturdu. Alt kıtada, hemen her ül-kede gerilla kolları oluştu. Kolombiya’da FARC ve ELN, Peru’da MRTA ve Aydınlık Yol, Uruguay’da Tupamarolar, Arjantin’de ERP, Montenerolar, Şili’de MIR, Bolivya’da ELN, Salvador’da FMLN,

Nikaragua’da FSLN,Guatemala’da FAR ve diğerleri.. Bu konjonktürde, emperyalizmin derinleşen krizinin yeni sömürge ülkelerde daha güçlü hissedilen yoksullaştırıcı etkisine karşı, emekçi sınıfların ve küçük burjuvazinin gerillacılık ya da kitle direnişçiliğiyle geliştirdiği tepki başka ülkelerde kayda değer bir sonuç alamadıysa da, Şili’de sosyalist Allende’yi iktidara taşıyacak kadar büyümüştü.

ABD emperyalizminin, özellikle Vietnam savaşı nedeniyle mali kon-trolü kaybetmesine petrol üretici ülke burjuvalarının emperyalizmden kend-ilerine daha fazla pay istemeleri de eklenince, bütün bir konjonktür em-peryalizmi yıkıma doğru götüren borç ve petrol bunalımıyla tanımlanabilir oldu. Emperyalizmin bu süreci özel-likle Latin Amerika’da askeri faşist dik-tatörlükler kurarak yönetti. Şili (1973) ve Arjantin(1976)’deki askeri faşist darbel-erle kıtasal hegemonyasını güçlendiren emperyalizme karşı, dünya devrimci konjonktürünün tek karşılığı Nikaragua devrimi (1979) olabildi.

89’da sosyalizmin çöküşüyle sonuçlanan saldırgan emperyalist politika, tüm 70 ve 80’ler sürecinde, Friedmancılık olarak adlandırılan yeni emperyalist birikim modeline göre yeni oligarşilerin yapılandırılabilmesi için sınırsız şiddet temelinde gelişti.

Sömürgeciliğin Laboratuarı

Uluslararası sosyalist sistemin çözülüşüne kadar emperyalist sömürge-cilik politikalarının ya da yeni birikim modellerinin ilk uygulama alanı öncelikle Latin Amerika oldu. Bunda bir yanıyla klasik sömürgecilik tarihinin uygun bir arka plan oluşturması rol oynadığı ka-dar, alt kıtanın hemen Amerika’nın eli-nin altında olması ve uluslararası siyasal dengelerde oranın Amerika’nın “arka bahçe”si sayılmasının da rolü vardı. II.

Paylaşım Savaşı sonrasında emperyalist sistemin yeniden sömürgecilik tarzlarına geçişiyle Amerika’nın emperyalist sistemin belirleyici gücü olması, Latin Amerika’yı emperyalist politikaların labo-ratuar alanı kıldı.

Şili ve Arjantin’de örneğini gördüğümüz askeri diktatörlüklerden tutun, Kolombiya, Ekvador ve Guatemala’daki gibi düşük yoğunluklu savaş tarzlarına, Peru, Bolivya gibi klasik oligarşik yapılanmalardan, Grenada, Panama gibi doğrudan Amerikan askeri müdahalelerine kadar emperyalist burju-vazinin yerel pazarları kendi politikalarına göre düzenleme tarzları önce Latin laboratuarında denendi ve aşağı yukarı on yıllık bir gözlem süresini takiben özel-likle uzak doğu ülkelerinde ve de ülkem-izde uygulandı.

Belki bunda, Latin halklarının sömürgeciliğe karşı direniş açısından dünya halklarının en ileri geleneklerine ve potansiyeline sahip olması da bir fak-tördür, çünkü emperyalist sömürgeciliğin en şiddetli uygulamalarına karşı halk sınıflarının ve devrimin yapabilirlikleri gene bu alanda sınanmış oluyordu. Bu alanda başarısı kanıtlanan yönetim mod-eli küresel açılıma sokuluyordu.

Açık terör ve toplumsal muhalefetin kitlesel boyuttaki kıyımlarının sonrasında Latin halklarının sindirilme süreci

Page 6: Devrimci Cephe Sayi 3

Ocak-Şubat 2011

6

uluslararası sosyalizmin çöküş süreciyle birleşince, emperyalist sistem 90 yılında Washington Konsensüsü adı altında kendi “on emir”ini yayınlayarak küresel egemenliğini kayıt altına aldı.

Tarih Doğu’ya Kayarken…

Kendi yıkılma kâbuslarıyla sal-dırganlığı en üst düzeylere taşıyacak ka-dar gözü kararan emperyalizm 90’dan sonra rahatladı. Gözünü Sovyetler’in bıraktığı boşluğa dikti. Artık Yeni Dünya Düzeni ve onun taktik hamlesi olarak BOP devreye girmiş, emperyalist günde-mi Doğu politikaları belirler olmuştur.

Yeni konjonktürün temel tanımının uluslararası emperyalizmin küresel egemenliği üzerinden yapılıyor olması, aynı zamanda, artık bir karşıtı kalmadığı için emperyalizmin yapısal sorunlarının da öne çıkması anlamına gelmekteydi. Amerikan sermayesinin geleceği “Ameri-kan yüzyılı” olarak tanımlama isteği uluslararası emperyalist politikaların ancak Amerika’nın yapabilirlikleriyle sınırlı olmasını getiriyordu. Ve Amerikan em-peryalizmi, İran-Nikaragua senk-ronize devrimlerinde ölçülebildiği üzere hem doğuda hem batıda eş ağırlıklı egemenlik sürdürme gücünde değildi. ABD, 79 senk-ronundan bu yana kendi askeri makinesini önce “bir buçuk savaş” yani bir yerde büyük bir savaş, başka bir yerde durumu pata tutma stratejisine, ardından Ortadoğu açılımları gereği “iki savaş”a kaydırmasına karşın, küresel üstünlüğünü kurumlaştırmakta oldukça zorlandı. Hatta daha sonra uluslararası mali kriz nedeniyle Obama tarafından sadece pozisyon koruyacak düzenlemel-erle sınırlanana kadar, Amerikan ulusal güvenlik stratejisi oğul Bush zamanında “iki savaş ve bir düzine küçük savaş” düzeyine çıkartılmış olsa da, empery-alizmin siyasal ağırlığının hem batıda hem doğuda senkronize olmuş halk mu-halefetlerinin ve devrimci kalkışmalarının üstesinden gelmeye yetmediği, Latin Amerika’daki gelişmeler üzerinden bir kez daha doğrulanmış oldu.

Devrimin ezilmesi nedeniyle bir tür garanti gözüyle bakılan Latin Amerika’da, sosyalist çöküşün hemen arkasından

gelen doğu açılımları nispeten de olsa emperyalist iplerin az çok gevşemesini zorunlu kıldı. “Enstitü aydınının kültürel karşı-devrimi”yle toplumsal muhalefeti devrimden uzak tutacak modernizasyon-larla yetinmeye çalışan neo liberal uygu-lamalar başlangıçta başarılı görünse de, zaman içinde ABD açısından önemli poz-isyon kayıplarına yol açtı, çünkü tarih, bütün emperyalist tedbirleri aşkın olarak kendi kurgusunu alttan alta işletmekte bir an bile duraksamıyordu.

Neo Liberal Süreçte Kader Ortaklıkları

Latin Amerika’da toplumsal mu-halefeti liberal sol aydınlar üzerinden kontrol altına alma süreci işlerken, paralel olarak Türkiye’de de 80’le başlayan zin-

dan süreci devrimci hareketin belirleyici öğesi olmaktan çıkıyordu. Cezaevlerin-den boşalan devrimci kadrolar açısından her ne kadar öne çıkan örnek, Türkiye solunun yapısal karakterini oluşturan kentli küçükburjuva devrimciliğini daha içinden yakalayabildiği için Tupamarolar idiyse de, kolektif aksiyon gücünün zaaflı olduğu Türkiye’de sol aydının kaçınılmaz kaderi Latin aydınlarıyla aynı kaba akarak yasalcı, aydınlanmacı, liberter “enstitü aydını” olmak oldu.

O dönem madem ki Latin Amerika sömürgecilik uygulamaları ve buna karşı toplumsal direnişler laboratuarıydı, ül-kemizde 24 Ocak Kararları’yla devreye sokulan neo liberal yeni birikim modeli-nin izlerini Latin Amerika uygulamaları içinde izlerken Latin devriminin tarih ve toplum gerçeklerine de yönelmek kaçınılmaz olmuştu, bizim için. Nasıl ki

neo liberal sürecin kurumlaştırılmasında örneğin Şili’de Piranha’lara koşut olarak Türkiye’de, bugün nihayetinde AKP egemenliğine döl yataklığı yapan yeni finans kapital gruplarının oluşum süre-cini saptayabildiysek , büyük kesimleri-yle Türkiye soluna Latin deneyiminin yasalcı siyasallaşma tarz modelleri örnek olurken, biz, bizdeki tarihsel devrimciliğe denk gelebilecek caudillo olgusunu, bu-nun devletleşme süreçlerinde devlet sınıfları olgusu üzerinden Ortadoğu’lu Baas modelleriyle kurduğu yapısal koşutlukları saptamakla öncü devrimci tarzların tarihsel gerekliliğinde ısrarın teorik dayanaklarını öne çıkarabilmiştik. Bu etütler içinde, keza, Türkiye’deki sömürücülüğün ve sömürgeciliğin dini yerine Latin Amerika’da muhalefe-tin en geri noktada sığındığı dinsel

kurumlaşmanın varlığı, ilgili yazında çokça değerlendirildiği gibi bir kez daha ifade edilmiş, ayrıca kolektif aksiyon üreti-ci gücü temelinde Latin Amerika’ya büyük zenginlik katan kolektif aksiyon üretici gücü kızılderili toplumsallığının yaratacağı farklılık, bizdeki “yeni toplumsal hareketler” öykün-meciliklerine ön uyarılar olarak belirlenebilmişti .

Bütün bu referansları, Latin Amerika’nın bugününü analiz edebilmek için gereken kavramlara ulaşılabilecek bir iç

dizine olan ihtiyaç nedeniyle sıralamak gerekiyor. Kızılderili gerçeğinde so-mut ifadesini bulan insan/kolektif aksi-yon üretici gücünün açıklayıcı içeriğine başvurulmadan, ne bu gücü arkasına al-amayan bütün orta sınıf ayaklanmaların kendi kabuğuna çekilmesine karşın Venezuela’da, Ekvador’da , Bolivya’da sol iktidarlara ulaşılması ne de bütün saldırılara karşın FARC’ın ayakta kalışı açıklanabilir. Ne de caudillo gerçeği konuşulmadan Chavez iktidarının kıtasal Bolivar devrimi açılımı anlaşılabilir. Bu konuları ilerleyen bölümlerde yeniden ele almak üzere Latin devrimselliğini kendi süreci üzerinden izlemeye devam edelim.

Papazlar, Caudillo’lar, Yerliler…

Caudillo geleneğinin yakın za-man tezahürü olarak adlandırılabilecek

Page 7: Devrimci Cephe Sayi 3

Devrimci Cephe

7

olan gerilla hareketlerinin karşı devrim tarafından açık faşist diktatörlükler ya da düşük yoğunluklu savaş tarzlarıyla etki-siz kılınması, halk muhalefetinin sistemin görece daha korunaklı alanlarına sığınarak kendini korumasını getirdi. Bu zeminde daha 60’lardan başlayarak katolisizmin merkezi doğruları dışında giderek örgüt-lenen ve süreç içinde kurtuluş teolojisi olarak adlandırılan dinsel muhalefet önemli bir çatı görevi gördü. Nikara-gua ve Salvador’dan tutun, Brezilya’daki Topraksızlar Hareketi’ne kadar pek çok ileri ve başarılı muhalefetin ittifak gücü olarak kurtuluşçu hıristiyanlık daima önemli bir rol oynamıştır. Marksizmin sö-mürü söylemini, kendi felsefi yaklaşımı içinde sefalet ve fakirlik paradigmaları üz-erinden yeniden üreten Kurtuluş Teolojisi, sefalet ve fakirliğin tek yaşam tarzı olduğu kırsal alanlarda ve kent varoşlarında en ağır baskı koşullarında bile toplumsal muhalefetin için için yanmasını sağladı.

90’larla birlikte neo liberal soy-gunun askeri yöntemlerden ziyade ye-rel yönetici sınıflar eliyle uygulanmaya başlamasıyla halk muhalefeti kendini ko-rumaya aldığı kabuklardan çıkarak özel-likle kentli orta sınıfların katılımının da sağlandığı bir siyasal ağırlık kazanmaya başladı. Bu eylemliliklerin örnek ülkesi, hükümetin birkaç kez devrildiği Arjantin oldu. Ancak nihayetinde 2003 seçimleri-yle merkez sol iktidara ulaşan toplum-sal muhalefet, ekonomik krizin az çok kontrol altına alınmasını takiben özel-likle kentli orta sınıfların muhalefetten düşmesiyle kıtasal direniş dinamiklerin-den biri olmaktan çıktı. Geride bırakılan dönemde devrimci aydınların statüko sol-una dönüşmeleri ve duvarın yıkılmasının sonrasında ideolojik bir yenilenme gücü bulamayan sendikal önderliklerin progra-matik muhalefet temellerinden yoksun kalışı işçi sınıfının ve kent yoksullarının eylemlerinin gelişmesini engelledi. Ar-jantin öncü örgütlenmelerin yokluğunda ağırlıkla kentli sınıfların direnişine dayalı toplumsal eylemciliğin sınırlarını gös-teren bir örnek halini aldı.

Toplumsal muhalefetin çok ileri siyasal başarılar elde ettiği Venezuela, Bolivya, Brezilya ve Ekvador gibi ülkel-erde ise, gerek kır yoksulları hareketine içkin olarak gerekse de doğrudan kendi örgütlenmeleri üzerinden öne çıkan bir başka dinamik, anılan başarıların önemli

bir faktörü olan kızılderili kolektif aksi-yonudur. Ekvador’da iki hükümet de-virebilen CONAIE (yerli uluslar konfed-erasyonu) gibi, Bolivya’da Morales’i iktidara taşıyan koka üreticilerinin ey-lemlerinin asıl dinamiğini oluşturan El Alto’nun yerli nüfus çoğunluğu gibi, Brezilya’daki Topraksızlar Hareketi’nin Aztek ve Maya yapılanması gibi ve ni-hayetinde Chavez’in keza başka şeylerin yanı sıra harekete geçirebildiği yerli kimliği gibi öğeler, Latin Amerika’da özel bir konjonktür oluşturan “yeni toplumsal hareketler”in, - Lula ve Morales gibi ancak içerden faktörl-erle kısmi etkisizliğe uğratılsalar da- dağıtılamayan bir kızılderili kolektif ak-siyonunda devrimci eylem zeminini bulan bir özgünlük taşıdığını bize açıkça göstermektedir. Köylülük gibi, küçük mülkiyetin bir sınıf olmaktan bile uzak düşürdüğü bir toplumsal varlığı bütün mülksüzleşme süreçlerinin deviniminde doğrudan bir kolektif aksiyon faktörü haline getiren, açıktır ki, bu yapısallığa içkin ilkel komünal kızılderili gelenekle-ridir. Bu yapılanma kendi toplumsal kolektif eylemciliğini sürekli yeniden üretebilecek bir tarihsel kurguya sa-hiptir ve bu nedenle sömürgecilere karşı caudillo öncülüklü mücadeleden bekledikleri toplum-sal kurtuluşçuluğa, c a u d i l l o ’ l a r ı n ağırlıkla tasfiye edildikleri ko-şullarda kendi ö n d e r l i k l e r i y l e soyunmaları müm-kün olabilmiştir.

Latin Ame-rika’nın sahip olduğu bu tarih-toplumsal devrim dinamikleri nedeniyle, hem caudillo’yu hem ye-rli kolektivitesini bir arada barındıran Venezuela’da, yeni yüzyılın sosyalizm tanımını verecek kadar iddialı bir iktidarın yapılanması rastlantısal bir gelişme olarak görül-emez. Bu haliyle Venezuela, özellikle kendisinde “21. Yüzyıl Sosyalizmi”nin sırlarını arayanlara, öncelikle bu iktidar yapılanmasının belirleyenlerini belirlem-esini şart koşan bir tarihsel moment sunmaktadır.

Venezuela ve 21yyS

21. Yüzyıl Sosyalizmi (21yyS) kavramı, teorik olarak Alman sosyolog ve politik analizci Heinz Dieterich tarafından 90’lı yılların sonlarına doğru dile getirilip yaygınlaştırılmasına karşın, asıl popül-aritesini, o gün olduğu gibi bugün de dünya siyasal akışını doğrudan etkileye-bilen bir lider konumunda olan Chavez’in ağzından, 2005 Dünya Sosyal Formu’nda, bir “çağrı” halini almasıyla kazandı.

Mestizo (İspanyol ve yerli halk melezi) bir albay (devlet sınıfları, cau-dillo) kimliğiyle Latin Amerika’nın tarih-toplumsal devrim dinamikleriyle ilişkilenen Chavez, 1992’de başarısız bir darbe girişiminden sonra yasal bir parti kurarak 98’de iktidarı aldı. Ancak Chavez politikaları için asıl belirleyenin, kendisine karşı geliştirilen Amerikan destekli darbe girişimi olduğu söylenebilir. Chavez, 2002 yılında 47 saatliğine kaybettiği iktidarı Castro’nun ve Venezuela ordusunun ve halkının yardımıyla yeniden kazanınca, ABD emperyalizmine ve içerdeki işbirlikçi sermaye sahiplerine karşı daha cesur, daha pervasız tutumlar takınmaya başladı. Bir taraftan Bush’u “eşek”likle suçlarken, özellikle 2003’de gerçekleştirilen petrol

şirketleri üzerinde ulusal kontrol kurma hamleleriyle toplumsal hayatta somutça görülebilen iyileştirmeler başardı. O za-mandan bu yana Venezuela ekonomi-si yıllık ortalama %13.5’luk değerlerle büyüyerek kendini ikiye katladı. Yoksulluk yarı yarıya azaldı. Kişi başına düşen reel harcama üç kat daha fazlalaştı. Küba’dan gelen yaklaşık 15 bin doktorla güçlendi-

Page 8: Devrimci Cephe Sayi 3

Ocak-Şubat 2011

8

rilen sağlık hizmetleri sonucunda bebek ölüm oranları üçte bir daha azaldı. İşsizlik yarıdan fazla düştü. Enflasyonda önem-li bir düşüş sağlanamasa da daha da artmasının önüne geçildi. Kamu borçları yarı yarıya, dış borçlar daha da fazla azaltıldı.

Chavez: sezarizm, bonapartizm, devlet sınıfları

Chavez, neo liberal saldırganlığın egemen olduğu bir dünyada hem de Amerika’nın tam da dibinde uygulamaya sokabildiği kendi sosyal devlet anlayışını, daha ordu içinde dar örgüt-lenmeler yaptığı dönem-den beri kıtasal Bolivarcı devrim ideolojisinden türetmektedir. Bu anlayış sömürgeciliğe karşıtlık, eşitlik ve kıtasal birlik te-melinde şekillenmektedir. Chavez’in kendisine tarih-sel önder kıldığı Simon Bo-livar, 19. yüzyılda, Agustino Sandino ya da Jose Marti gibi, İspanyol sömürgecil-ere karşı az çok gelişen yerel (creole) burjuvazi-nin egemenlik savaşlarını örgütleyen caudillo’lardan biridir. Bugünkü Venezu-ela, Kolombiya, Ekvador, Peru gibi ülkeleri içine ka-tan Büyük Kolombiya ül-kesini kurmuş libertador’ (kurtarıcı)lardandır.

Chavismo hakkında konuşurken, bizzat bir çağdaşı olarak Marx’ın Bolivar hakkında geliştirdiği düşüncelerine bir göz atmak özellikle gereklidir. Özellikle gereklidir çünkü, ağırlıkla klasik marksist teoriyi kendine referans edinen sağ ka-nat küçükburjuva sosyalistlerinin kendi duruşlarına bir rönesans vesilesi kılarak öne çıkardıkları Chavez’in Bolivarcı kökleri hakkında Marx’ın yaklaşımı pek de olumlu değildir. Hindistan üzerine yaptığı değerlendirmelerden bilinebileceği gibi, Marx, üretici güçlerin siyasal uzamının parçalanmaması ve gelişmelerinin önüne geçilmemesi adına burjuva önderlikli bağımsızlık hareketlerine pek de prim verme yanlısı değildir. Bu zeminde Bolivar’ı da “bonapartist bir diktatör” olarak görür.

Marx bonapartizm tanımını, ege-men sınıflar bloğu içindeki geçici ikti-dar yapılanmaları oldukları için yüzeysel bir bakışla aynı görülen sezarizmden ayrı olarak geliştirmiştir ve bu ayrımı da sınıf mücadelesinin kadim ve mod-ern çağlar arasındaki farkları üzerinden açıklar. Ancak açıktır ki, bonapartizm tanımı, bu tanıma içkin olan arızi, gelgeç iktidar yapılanmasıyla, caudillo olgusu-nun Latin toplumlarındaki tarih-toplum-sal derinliğini açıklamakta yetersiz kalmaktadır.

Melez kapitalizm süreçlerinde sosyolojik olarak “asker sivil bürokra-si” tanımıyla tarif edilen, ama tarihsel kavrayışını ve kavramını Kıvılcımlı’da bu-lan “devlet sınıfları” gerçeğinin, kadim çağ sezarizmini de, devrimci kapitalizmin bonapartizmini de öteleyen içeriğinin, özellikle Ortadoğu (Baas iktidarları coğrafyası) devrimcileri tarafından artık kavranılması şarttır. Geç kapital-izm devletleşmelerinde, Latin Amerika coğrafyasının peronizmi, chavizmi ya da Ortadoğu coğrafyasının kemalizmi, nasırizmi aynı tarihsel olgunun tezahür-leri olup, “devlet sınıfları” gerçeği üzeri-nden açıklanabilirler. Bu açıklama gücü bizi bugün chavizme, bonapartizm dey-ip burun bükmekten kurtaracağı gibi, dün yaşandığı gibi, 12 Mart faşizmine

bonapartist darbe deme komikliklerinden de uzak tutacaktır. Daha ötesi, bu tarihsel gerçek gözle görünür pratik egemenlikler oluşturmadıkları süreçlerde dahi potan-siyel politik değerleriyle çözümlemeleri-mizde yer bulmak durumundadırlar. Ask-eri vesayet mi sivil vesayet mi gibi yanlış sorulmuş sorulara yanlış cevaplar ver-mek tehlikesinden bizi koruyacak olan, klasik geçişlerden farklılıklar gösteren geç kapitalist devletleşme süreçlerini doğru kavramaktır. ☆

(devam edecek)

Gelecek sayımızda:

21yyS: Dühring’ten Sonra Dieterich Niye

Gerekti?

Notlar 1- Caudillismo, sö-

mürgecilik döneminde yönetici sınıfların Latin Amer-ika doğumlu olan ve kendini artık Latin Amerikalı sayan İspanyol asıllı kesimine ver-ilen ad itibariyle criollo’ların İspanyol egemenliğine karşı geliştirdikleri mücadele ve kısmi egemenlik yöntemidir. Halk sınıfları, sömürgeciliğin baskısıyla fiziki ve psikolojik sindirilmişlik koşullarında poli-tik olarak etkisizken, yapısal olarak sistemin egemenlik ilişkileri içinde olmakla bu tür aşınmışlıklar yaşamayan üst sınıftan unsurların halk adına silahlı muhalefet yürütme-sidir. Bu konuda daha ayrıntılı

ve Türkiye tarihselliğiyle kıyaslamalı bir anlatı için bkz. Serdar Kaya, “Latin Amerika Devriminin Özgün Dinamikleri”, devr-imcicephe.org, http://www.devrimcicephe.org/index.php?option=com_content&view=article&id=65:serdar-kaya&catid=2:bak-acs&Itemid=7

2- James Petras, “Latin Amerikalı Aydınların Dönüşümü”, Eğitim Bilim Toplum Dergisi, Bahar 2006, (orijinal metin, Latin American Perspek-tives, cilt 17, S2, bahar 1990, s102, çev. Deniz Yıldırım)

3- 24 Ocak; Bir Dönemin Perde Arkası, Serdar Kaya, Devrimcicephe.org

4- “Latin Amerika’nın Tarih ve Toplum Gerçekleri”, Serdar Kaya, Devr-imcicephe.org, http://www.devrimci-c e p h e . o r g / i n d e x . p h p ? o p t i o n = c o m _content&view=article&id=64:latin-amerikann-tarih-ve-toplum-gercekleri-1&catid=2:bak-acs&Itemid=7

[email protected]

Page 9: Devrimci Cephe Sayi 3

Devrimci Cephe

9

“Ölülerimiz Bizi Uyarıyor” yazıyor büyük önderlerimiz Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in anıtmezarlarında. Evet, ölülerimiz bizi gerçekten de uyarıyor; dostlar alışverişte görsün diye yılın sa-dece bir gününde anılan, anmaların hafızalarda yavaş yavaş silinmekle özdeşleştiği şehitlerimiz bizi uyarıyor. Devrim şehitlerini ölümsüz kılmak, onları bir pankartın ruhsuz kelimelerin-den, bir resmin donuk çerçevesinden, bir sloganın kahredici dogmalığından çıkarmak, ancak onların uğruna can ver-dikleri devrimi, devrim mücadelesindeki koşulları anlamaktan geçiyor oysa. Bu koşulları anlamakla kalmayıp özümseme-kten, değiştirme savaşında çıtayı yükselt-mekten, şehitlerimizi cansız bir manken gibi omuzlarda taşımaktan çıkarıp yolu-muzu gösteren bir ışık misali yanımızda taşımaktan geçiyor…

Ölülerimiz bizi uyarıyor gerçekten de: On binlerce şehidimizin bazılarını klişe ağıtlarla, pratikte hakkı verilmemiş bir devrimci romantizm ile anmak savaşan sosyalizmin kültürü değildir, diyorlar. Bizce aramızdan fiziksel olarak ayrılmaları, bir bilinç ve öfke bileylenmesi işlevi görmelidir. Yaşamlarını adadıkları idealler, onları farklı kılan özellikler, kimilerini öldürüp diğerlerini yaşatan dengeler, hataları ve açmazları bir büt-ün olarak ele alınmalıdır. Kavgamız, değerlerimiz kutsaldır ve insanlık sınıflı toplum aşamasında kaldığı sürece tekil insan yaşamı kutsal değildir. Ancak böylece anıları altında ezilmeden devrim şehitlerini anmak mümkün olabilir. On-lara hayran kalmak mümkündür, yüreği gelişkin bir insan için kaçınılmazdır, an-cak yaşamın geri kalan günleri, saatleri, ayları ve yılları boyunca onlara hiç denk düşmeyen bir kendiliğindenlik içinde yaşamaya devam etmek kurnazca bir tutarsızlıktır. Devrimin ölümsüzleri için hınçlı gözyaşları değil, davranışı ve düşüncesi birbirine uyan savaşçılar armağan etmeliyiz mücadeleye.

Ocak ayında kaybettiğimiz devrim önderlerimiz Lenin, Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht, Mustafa Suphiler, onların izinden giden devrim şehidimiz Bülent Ramazan Ongan (Tahsin) ve daha onlarca devrim şehidi bize büyük

bir miras, büyük bir gurur, büyük bir öfke, en önemlisi de büyük bir görev bıraktı: onlara lâyık olmak. Onlar ki bütün bu baskı, sömürü, zulüm, faşizm dalgasına vücuduyla karşı koyarak meşale olup yandılar, sulara atılırken ne-hir gibi çağladılar, bir teknede katledil-irken on beşi birden ışığı sonsuza kadar yanan bir aleve dönüşüp dünyamızı aydınlattılar, elindeki bombayı gövde-

siyle bütünleştirip bir ateş topu halinde patladılar…

Tahsin yoldaş 24 Ocak 1990’da, 1980’de alınan ve Eylül darbesine giden yolun köşe taşlarından biri olan 24 Ocak kararlarının yıldönümünde şehit düştü. Bu ekonomik önlemler paketi emperyalistler ve bir avuç hâkim zümre için daha fazla sömürü, daha fazla çapul, daha fazla kâr, işçiler, memurlar, esnaflar, köylüler ve tüm emekçiler için daha fazla açlık, daha çok zulüm ve daha çok kan, gözyaşı de-mekti, bu anlamıyla savaştığımız düzenin en açık simgelerinden biriydi.

Tahsin yoldaş işte bu simgenin en önemli kurumlarından birine, Men-kul Kıymetler Borsası’na, tam da bu kararların yıldönümünde, 24 Ocak 1990’da sabotaj eylemine yönelmişken şehit düştü. Biz devrimciler için 24 Ocak gününün anlamındaki kan yoldaşımızın şehadetiyle somutlaştı, bizim için 24 Ocak’lar mücadele tarihindeki bir ni-rengi noktası olmanın yanı sıra “zafer savaşan sosyalizmin olacak” şiarını daha yükseklere, daha yükseklere, ta ki zaf-ere kadar taşıyacağımız, şehitlerimizi mücadelemizle andığımız bir gün haline dönüştü.

12 Mart sonrasında yükselen devr-imci mücadeleyle matbaa işçisiyken tanışan Bülent Ramazan Ongan, bir yandan sosyalist bir matbaa işçisi olarak basın işkolunda sınıf mücade-lesini sürdürürken, diğer yandan da Kocamustafapaşa’daki antifaşist mü-cadelede aktif bir silahlı militan olarak yer alıyordu. Dr. Hikmet Kıvılcımlı’ya inanarak girdiği devrimci mücadelede önceleri Yol dergisi saflarında sürdürdüğü savaşını, Partizan Yolu örgütünün kurulmasıyla birlikte ora-da da sürdürmeye devam etti. 12 Ey-lül sonrası ağır faşizm koşullarının yıprattığı, yılgınlık ve karamsarlık dolu yıllarda bile ülke dışına çıkmayıp mü-

Kızıl Rosa da göçtü gittiBelli değil yattığı yerGerçeği söylediği için

yoksullarakovdu onu dünyadan zenginler

(Brecht)

Ölülerimiz Bizi UyarıyorBirindar

Page 10: Devrimci Cephe Sayi 3

Ocak-Şubat 2011

10

cadeledeki aktif yerini hep korudu. Yurtdışında Partizan Yolu’nun kendini feshetmesi üzerine de, ülkedeki diğer eski ve yeni yoldaşlarıyla birlikte 16 Haz-iran Harekete’nin oluşturulması, askeri-politik çizgisinin yaratılması mücadele-sinde bulundu. Onlarca yıllık tecrübe birikimine sahip, azimli bir kadroydu. 16 Haziran Hareketi saflarında çok çeşitli mücadele alanlarında bulundu. Vard-

iya işçi gazetesinin oluşturulması, Halk Uyanış Güçleri’nin kurulması ile bir-inci dereceden ilgilenen, kitle hareke-tini radikalleştirmeye çalışan Tahsin yoldaş, daha sonra da ağır illegalite koşullarında dar kadro eylemleri içinde, saldırı kampanyalarının örgütlenmes-inde yer aldı.

Bülent Ramazan Ongan, Vardiya işçi gazetesiyle birlikte Netaş işçi eyleminin örgütlenmesinde yer alırken gazetenin de bir devrimci silah olduğunu bir kez daha kanıtladı ve “Tahsin” adını, tarihi ve gün-cel Prens Sabahattinlere karşı, statükocu teslimiyete karşı Teşkilat-ı Mahsusa gaze-tesi Silah’ı çıkaran Tahsin’den, Silahçı Tahsin’den aldı.

Tahsin yoldaş, tıpkı Kıvılcımlı’nın şiirindeki gibi gedik açmak üzere kendisi bomba oldu patladı…

Türkiye devrimci hareketindeki gelenekselleşmiş, sosyalizmi meşrebine göre yapma çizgisi yerine, proletaryanın gönüllü vardiya işçiliğini egemen kılmaya çalışan Tahsin yoldaş, mücade-lesiyle olduğu kadar ölümüyle de burju-vaziye korku saçarken, bize bir kez daha askeri-politik bir kadronun nasıl olması gerektiğini gösterdi. Onun pazarlıkçı eğilimlere karşı öfkesi, tasfiyeciliğe, pasifizme, teslimiyetçiliğe ve her türden oportünizme karşı duyduğu sınıfsal kin, bizim de kinimizi bilerken, onun mü-cadele azmi, halka ve devrime bağlılığı, imkânsızlıklardan yılmayan kişiliği bizim de kişiliğimizi olgunlaştırıyor.

Tahsin yoldaş, Orhan Yıl-mazkaya’nın bayrağı devraldığı “Bülent Ramazan Ongan Müfreze”sinde yaşıyor, tıpkı Orhan Yılmazkaya’nın “Orhan Yılmazkaya Müfreze”lerinde yaşayacağı gibi...

Evet, ölülerimiz, Lenin yoldaş, Rosa ve Karl yoldaşlar, Mustafa Suphi yoldaş ve on beş yoldaşı, Tahsin yoldaş ve devrim mücadelesini bu topraklara kanını akıtarak vermiş binlerce şehidimiz bizi uyarıyor. Uyarıyorlar bizi, Edip Cansever’in şiirindeki “ölü mü denir, ölü mü denir şimdi onlara” dizesindeki gibi, şehitlerimizi mücadele azmimizde, sınıf kinimizde yaşatmamız, onlardan devraldığımız bayrağı daha da yük-seklere çıkarmamız için… ☆

[email protected]

Yol ver ölümÇök yıkıl ey mezarBak devrim dev gibi

dimdikİnsan ateştir

Yanarken yakarBomba patlarsa açılır

gedik(Kıvılcımlı)

Ölü mü denir şimdi onlaraDurmuş kalpleri çoktan

Ölü mü denir şimdi onlaraKımıldamıyor gözbebekleri

Ölü mü denir pekiEn büyük limanlara demirlemiş

En büyük gemiler gibiKımıldamıyor gözbebekleriÖlü mü denir şimdi onlara.

Suratları gerginSuratları kararlı

Belli ki çok beklemişlerKabuğundan çıkan bir portakal gibi gelen

sabahıSuratları gergin

Bir savaş alanına benziyor suratlarıDudakları nemli

Son defa kendi etini öpüpYani son defa gerçek bir insan etini

Hazla kapanmışlar öyleGeçirmiyor gövdeleri soğuğu

Geçirmiyor sıcağı daVe ikiye ayrılmış bir nehir gibi bacakları

Akıyorlar sonsuzaÖlü mü denir şimdi onlara.

Kimse hüzünlü olmasınSırası değil hüznün daha

Bir gün bir şehrin alanındaBir mermer yığınının gözlerine

Omuzlarına düşerse bir çınar yaprağıHüzünlensin yaşayanlar o zaman

Sırası değil hüznün daha.Öylesine sıkılmış ki yumrukları

İyice sıkılsın yumruklarSaklansın diye bir armağan gibi bu katılık

Öylesine sıkılmış ki yumruklarıKimse hüzünlü olmasın

Kimse hüzünlü olmasın diyeSırası değil hüznün daha.

Unutulsun bir gövdeye duyulan hasretUnutulsun bu alışılmış duyarlık

O kadar sade, o kadar kalabalık kiUnutulmaya değer onların insan gövdeleri

Ve unutulmalı mutlakaDolsunlar diye yüreklere

Dolsunlar damarlara.Ölü mü denir

Ölü mü denir şimdi onlara.

(Edip Cansever)

Page 11: Devrimci Cephe Sayi 3

Devrimci Cephe

11

Son derece önemli bir süreçten geçiyoruz. Egemen sınıflar bir süreden beri tüm çabalarını sistemin yeniden düzenlenmesinde yoğunlaştırıyorlar. Sisteme muhalif kesimlerin, emekçi sınıfların bu planlarının önünde barikat oluşturmalarını engellemek için baskı ve sindirme politikalarında her geçen gün bi-raz daha pervasızlaşıyorlar. Ancak dema-gojilerle, aldatmacalarla hayata geçirmeye çalıştığı bu politikalarına rağmen, toplum-sal hoşnutsuzluk had safhadadır. Ve her geçen gün bu ikiyüzlü politikalarıyla duvara toslamaktan geri kalmıyorlar. Diğer yanda öfkesi günden güne kabaran yoksul halk kitleleri tepkilerini ifade etme noktasında küçümsenemeyecek hareketlenmeler içerisine girmekle birlikte büyük dağınıklık, kendiliğindecilik ve perspektifsizlik de bir handikap oluşturmaktadır.

Sistemin Başbakanı bir bakıyorsunuz en büyük “demokrat” havalarında sistemin sözcülerinin bugüne kadar söylemediği sözleri telaffuz ediyor.

Katliam diyor, özgürlük diyor, yargısız infaz diyor, her halkın dilini, kül-türünü kullanmanın zenginliği diyor, “Sen ne mutlu Türküm diyene dersen o da ne mutlu Kürdüm der” diyor, Kürt so-runu hepimizin sorunudur diyor. 12 Eylül Faşizminin darağacına yolladığı devrim-cilerin son mektuplarını alır geçiyor kam-era karşısına, iki gözü iki çeşme timsah yaşları döküyor, alevi diyor, okullarda zo-runlu din derslerine ise dokunmuyor. İleri demokrasi, özgürlük ... vb bunları sayfalar boyu sıralamak mümkün.

Ama tüm bu söylemler karşısında en ufak hak talebi ve özgürlük istemi gün-deme gelince, işte o zaman gerçek yüzü ortaya çıkıyor, maske düşüyor. Öğrenci gençliğin talepleri karşısında estirdiği terörle o mektupları okuyan aynı kişi ve aynı sistemin temsilcisi Başbakan Tayyip Erdoğan’ın kendisi.

BDP’nin Kürdistan’ın her yerinde Türkçe’nin yanı sıra ikinci dil olarak Kürtçeyi de kullanacağını açıklaması ve “demokratik özerklik” talebinde ısrarlı olacağını ifade etmesi sermaye sınıfı cephesinde öyle bir gürültü kopardı ki, burjuva partiler, AKP’sinden CHP’sine MHP hepsi ağız birliği ile “tek devlet, tek bayrak, tek vatan” üzerine yemin-lerini tekrarladılar. Burjuva yazarlar, bu istemlerin ne kadar tehlikeli olduğunu anlatarak aba altından sopa gösterdil-er vb vb. AKP, CHP ve MHP’den teh-dit gibi açıklama gelirken, ardından da Başbakan Erdoğan ‘tek millet, tek va-tan ve tek dil’ diyerek iki dilliğin ‘ihanet’ olduğunu açıkladı. Hemen akabinde

Milli Güvenlik Kurulu “Demokra-tik özerklik, iki dil ve PKK” gündemli toplandı. Toplantı sonrası yayınlanan bildiride “ ‘Toplantıda, ‘tek bayrak, tek millet, tek vatan, tek devlet’ anlayışını ve önde gelen ortak paydalarımızdan birini teşkil eden Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi dilinin Türkçe olduğu gerçeğini değiştirmeye yönelik hiçbir girişimin kabul edilmeyeceğinin bilinmesi gerektiğine dikkat çekilmiştir,’’ denildi. Bildiride aynı zamanda KCK, Devrimci Karargâh operasyonları benzeri geniş “siyasi operasyonların” da sinyali ver-ilerek, ‘’Bu yaklaşımla önümüzdeki dönemde de devletimizin terörün ve onun beslendiği ortamın tasfiyesine yönelik çok yönlü ve geniş kapsamlı mücadelesinin her zaman olduğu gibi, halkımızın sağduyusu ve desteğinden alınan güçle ve taviz verilmeksizin aynı azim ve kararlılıkla sürdürüleceği teyit edilmiştir,’’ ifadesi yer aldı.

Sistem ve sistemin sözcüleri yalnızca baskı terör aygıtlarıyla hareket et-miyor, her türlü demagojiyi, aracı kullan-maktan geri kalmıyor. İnsanların beyni-yle oynuyor, başta beyinleri dumura uğratmak istiyor, her şeyi silikleştirmeye, anlamsızlaştırmaya çalışıyor.

İşte bu manzara her yönüyle bir yol ayrımını ifade ediyor. Egemen sınıflar sistemi yeniden yapılandırırken, şiddeti, demagojiyi temel bir unsur olarak kullanıyorlar. Bu topyekun saldırının tüm devrimci ve düzen karşıtı güçlere yönelik olduğu açıktır. Ve bu saldırıyla insan hakları, demokratikleşme, barış söylemleriyle kimleri ve nasıl uyutmaya kalkıştıkları, bu kavramları hangi sınıfın ve kimin çıkarları çerçevesinde ele aldıkları bir kez daha görüldü. Demokratikleşme görüntüsü altında yapılan demagoji tamamıyla dev-letin yeniden yapılanmasına dönük bir politikadır. Emekçi halk kitlelerinin özgür-lüklerinin genişletilmesi, örgütlenme haklarının tanınması değildir.

Sınıf mücadelesi perspektifinden uzak bir yaklaşım, oligarşinin manipüle etmede sahip olduğu olanak ve avanta-jlar karşısında mücadeleyi küçümseme, hatta gereksiz görme, düşmanı abar-tma ya da tarafsız kalma hatalarına ko-layca düşmeyi beraberinde getiriyor. İki sınıfın çatışma süreçlerinde, özel-likle geçici yenilgi dönemlerinde bu tür savrulmalar karşımıza daima çıkar. Sınıf bilincinden yoksun emekçi kitlelerin yönelimlerini, davranışlarını belirleyen de bu oluyor işte.

Sınıf mücadelesi perspekti finden uzak bir yaklaşım, oligarşinin manipü­le etmede sahip olduğu olanak ve avantajlar karşısında mücadeleyi

küçüm seme, hatta gereksiz görme, düşmanı abartma ya da tarafsız kalma hatalarına kolayca dü ş meyi beraberinde getiriyor. İki sını­

fın çatışma süreçlerinde, özellikle geçici yenilgi dönemlerinde bu tür savrulmalar karşımıza daima çıkar. Sınıf bilincinden yoksun emekçi kit­lelerin yönelimlerini, davranışlarını

be lirleyen de bu oluyor işte.

Süreci Sınıf Mücadelesi Perspektifinden Yakalamak

Bedir Aydın

Page 12: Devrimci Cephe Sayi 3

Ocak-Şubat 2011

12

Stratejik konumlanış kadar, politik ve taktik atakların, açılımların da büyük önem arz ettiği böylesi süreçlerde, sa-vunma ve karşı atağın yanı sıra düşmanın saldırılarının nedenlerini, hedefle-rini, kapsamını da kitlelere kavratma noktasında genel geçer ajitasyon ve propagandanın ötesine geçmek zorunlu-dur. Sağlam bir analize, güçlü ve sürekli bir propaganda faaliyetine dayanmayan, alternatifini ortaya koyamayan bir yöneliş başından itibaren bir kısırlık ve darlık taşıyacak, kitlelerin bilinçlerinde doğru bir şekillenme yaratamayacaktır.

Oysa oligarşinin her fırsatta güç gösterisinde bulunmasına, son derece

etkili iletişim araçlarına sahip olmasına, beyinleri dumura uğratmak, bilinçleri bulandırmak için her türlü yolu den-emesine, karşı propagandayı en çirkin yöntemlerle sürekli gündemde tutmasına rağmen, halkın büyük kısmının mevcut düzene güven duymaması muazzam bir olanak değil midir? Halk düşmanı politika ve uygulamalarıyla kendi kendini teşhir etmekten kurtulamayan, tepeden tırnağa çürümüş bir düzeni bizler ne denli teşhir edebiliyoruz? Onların oyunlarını ne oran-da bozabiliyoruz? Ya da bunu sistemli ve yaygın bir çabayla, hayatın içindeki onca zengin yol, yöntem, araç-gereçle ve tam bir devrimci yaratıcılıkla ne ölçüde haya-ta geçiriyoruz? İşte bu sorulara pratik ça-bayla verilecek yanıt sayesinde, var olan nicel ve nitel güce sıçrama yaptırmak mümkün olacaktır.

O zaman, devrimcilere bu süreçte daha büyük görevler düştüğü unutulmamalıdır. Emekçi kitlelerin ezici çoğunluğunun bu zalim, zorba düzene karşı duyduğu hoşnutsuzluk salt bugünkü ekonomik-siyasal tükenişe, çürüyüşe bir tepki değildir. Tepkileri kolayca nötralize edilebilen, manipüle edilmeye açık vb gibi toplumsal özelliklerin yanı sıra, esas olarak gelecek umudunu güçlü ve diri kılacak alternatifler görememenin, bu noktadaki

güvensizliğin rolü büyüktür. Emekçile-rin öfke ve tepkilerini siyasallaştırma, kitleleri bilinç, moral ve motivasyon yanıyla çarpışma dönemlerine hazırlama, onlara önderlik etme görevini yerine getirme doğrultusunda yeterli çaba harcanmadıkça, istenilen sonuçlara ulaşmak mümkün olmayacaktır. So-mut ve maddi bir güce dönüşmeyen, belli bir sistematiğe sahip olmayan öfkenin mevziler kazandığı, devrime yol açtığı görülmemiştir. En küçüğünden en büyüğüne tüm kazanımların altında ciddi bir bilinç, kararlılık, yaratıcılık ve ısrar vardır. Bunlardan yoksun bir pratik görece gelişmeler kaydetse bile, sonuç-ta kaybetmeye mahkûmdur.

Kuralsızlıkta, “kirli savaş” yöntem-lerinde, vahşette sınır tanımayan bir düşman karşısındayız. Ancak bu düşmanı iyi tanımak gibi bir avantaja sahibiz ve bu avantajı bugün mutlaka değerlendirmeliyiz. Psikolojik, askeri boyutları olan saldırıların yanıtlanması öncelikle bir devrimci irade sorunu-dur. Mücadeleye ve kitlelere önderlikte ustalaşmak, yeni ve doğru kanallar aç-mak, güçlü alternatifler üretmek zorunda olduğumuz unutulmamalıdır.

Şunu aklımızdan hiç çıkarmamalıyız: İnsanların büyük bir kin ve öfkeyle dolu olduğu koşullarda bile, kendiliğindencilik aşılamadığı sürece bir adım ileri git-mek, verim elde etmek mümkün olmayacaktır. Diğer yandan, devrimci perspektif ışığında şekillendirilen pra-tik, bu pratik içinde yer alan insanları bugün yeterli deneyime sahip olmasalar da süreçteki gelişmelerle birlikte, hızla eğitir, şekillendirir. Fazlaca bir birikime sahip olmayan, fakat kararlı ve samimi unsurları yetkinleştirip, olumlu yanlarını siyasallaştırarak sınıflar mücadelesine kazanmak, sürekliliğini sağlamak mut-laka başarılmalıdır.

Tarihin o hep ileriye dönen tekerleğini geri döndürmeye çalışan, hâ-kim sınıflar karşısında alternatif devrimci örgütlenmelerden yoksunluk, yetersizlik olmasına karşın, işçisiyle, memuruyla emek hareketinin, yoksul köylülerin, gençliğin arayış ve yönelimler içinde olduğu açıktır.

Kitleleri etkileme ve örgütleme noktasında daha yüksek bir perfor-

mans sergilemeliyiz. Mücadelenin zorlu görevlerini omuzlamak, örgüt-lenmenin ihtiyaçlarına tüm alanlarda politik-pratik anlamda en iyi biçimde cevap vermek, adım adım sürekli bir gelişim sağlayabilmek saflardaki herkesin düşünsel eylemsel kavrayışına ve yaratıcılığına bağlıdır. Bu noktada, en sıradan bir ilişkiyi, en basit bir olanağı bile değerlendirmeye çalışmalıyız. Üretken ve yaratıcı olmanın sınırlarını zorlamalıyız. Emeğimizi sonuç alıcı bir tarzda kullanmalıyız.

Hırsızların, düzenbazların, çeteler-in, mafyacıların, katillerin ellerini kollarını

sallayarak dolaşmalarının ne tür bir boşluktan kaynaklandığını oligarşi de biliyor, halkımız da. Kitlelerin devrimci adaletten yana beklentilerinin artık daha sıkça ifade edildiği böyle bir dönemin karşılığını yaratacak olanlara düşen görev bellidir. Her insanımız yaşamdaki duruşunu bu bilinçle netleştirmelidir.

Şehirlerde, varoşlarda, okullarda, Kürdistan’da zindanlarda, hayatın her alanında yaşlısı, genci, öğrencisiyle yüzünü mücadeleye dönmüş, özlem-ini ve umudunu onda aramış, sevinc-ini, hüznünü onda yaşamış yüzlerce ve binlerce insanın, özenle bugün-lere getirdiğimiz filizin yeşermesini ve meyve vermesini sabırsızlıkla beklediği asla unutulmamalıdır. Dünyaya, mü-cadeleye ve gelişmelere daha geniş bir perspektifle bakmanın, büyük düşünmenin ve yaratıcılığımızı sonuna dek zorlamanın tam zamanıdır. Görev ve çalışmalarımızı bu bilinç ve heyecan-la ele almak zorundayız.

Atlattığımız bunca badireden sonra, yeniden kurumlaşma çabasında daha özenli davranma zorunluluğunu bize önemli sorumluluklar yükleme-ktedir. Bu sorumlulukların bilincinde

Kuralsızlıkta, “kirli savaş” yön tem­lerinde, vahşette sınır tanıma yan

bir düşman karşısındayız. Ancak bu düşmanı iyi tanımak gibi bir a vantaja sahibiz ve bu avantajı bu gün mutlaka

değerlendirmeliyiz.

Tarihin o hep ileriye dönen teker­le ğini geri dön dürmeye çalışan,

hâkim sınıflar karşısında alternatif devrimci örgütlenme ler den yoksunluk, yetersizlik olmasına karşın, işçi siy le, memuruyla emek hareketi nin, yok sul köylülerin, gençliğin arayış ve yö ne­

limler içinde olduğu açıktır.

Page 13: Devrimci Cephe Sayi 3

Devrimci Cephe

13

olmalıyız. Her geri tutum ve davranış, gecikme, hantallık, eski tarz ve statükocu yaklaşım hedeflerimize varmanın engeli olarak kavranıp mahkûm edilmelidir. Yeni bir dünya yaratma iddiası ehli keyf davranmayı, hoyratlığı, atıllığı, gevşekliği reddeder; disiplini, sorumluluğu, ilkeli ve kurallı bir yaşam biçimini gerekli kılar.

Yeni bir yılın arifesinde, zorlu geçen bir dönemi ardımızda bırakırken, en az onun kadar zorlu, karmaşık ve sancılı geçecek bir süreci daha yüksek bir bilinç, özgüven, kararlılık ve özveriyle karşılama çabasında olmalıyız.

“Ne tarih bitti, ne ideoloji; çözüm sosyalizmdir!” şiarını daha gür ve yüksek sesle haykırma görevine sahip çıkmalıyız. Beklentilerin artık daha net dile getirildiği, daha somut tarzda formüle edildiği bu günlerde, adımlarımızı sıklaştırmanın gereğini, anlamını ve tarihselliğini derin-den kavramalıyız.

İşimizin “iğneyle kuyu kazmak” ka-dar zor olduğunun bilincindeyiz. Umutla ve başımız dik yürümeye devam ediyoruz. Emekten yana, devrimden yana samim-iyetini yitirmemişlerle, insanca yaşanacak sömürüsüz, sınıfsız bir dünyayı kazanma-ya cüret ettik. Bugün bu cüreti daha da arttırmanın hesaplarını yapmaya daha fa-zla hakkımız olduğunu bilmemiz gerekir.

Bağımsızlık, demokrasi ve sosyal-izm mücadelesinde, bu yolda yitirdiğimiz şehitlerimize, ağır bedelleri göğüsleme onuruna gölge düşürmeyecek olanlara, genç, yaşlı, yüreği emeğin iktidarından yana olanlara verdiğimiz sözü tutmak için ısrarımızı bir kat daha artırmanın çabası içinde olmalıyız. Başaracağız... ☆

[email protected]

Yeni bir yılın arifesinde, zorlu geçen bir dönemi ardımızda

bırakırken, en az onun kadar zorlu, karmaşık ve sancılı geçecek bir süreci

daha yüksek bir bilinç, özgüven, kararlılık ve özveriyle karşılama

çabasında olmalıyız.

Kürt Özgürlük Hareketi beş yıldır Demokratik Konfederalizm ve Demokra-tik Özerklikten söz ediyor. Demokratik Özerkliğin ne olduğunu ve Demokratik Özerkliğin neyi hedeflediğini çeşitli vesilel-erle ortaya koymuştur. Ancak asıl tartışma DTK çalıştay yaptıktan sonra yaşanmıştır. Kuşkusuz tartışmalar olmuştur, ama bir-çok tartışma anlamaktan çok eleştirmek, kötülemek için yapılmıştır. Özellikle devle-tin ve hükümetin Kürt sorununda herhan-gi bir çözümü olmadığı için, Demokratik Özerklik gibi siyasal sömürgeciliğe ve kül-türel soykırıma son verecek bir demokra-tik çözüme karşı karalama kampanyası yürütmüşlerdir. Bu, açıkça hükümetin bir çözüm politikası olmadığını netleştirmiştir. Demokratik Özerklik, ulusal varlığı, kimliği, dili, kültürü, demokratik yaşamı ve özgür-lükleri inkâr edilmiş bir halk açısından en makul çözüm yoludur. Demokratik Özerk-lik olmaz, anadilde eğitim olmaz denilerek bu çözüm projesine şiddetle karşı çıkmak bir çözüm politikası olmadığının açıkça or-taya konulmasıdır.

Demokratik Özerklik, Kürt Özgürlük Hareketi açısından Türkiye koşullarında en uygun ve en doğru çözüm modeli olarak ortaya konulmuştur. Demokratik Özerk-lik çözüm modeli, Türkiye koşullarına en uygun ve en doğru çözüm modeli olduğu gibi, Kürt halkının ulusal varlığını ve özgürlüğünü Türkiye sınırları içinde demokrasi çerçevesinde sağlamasıdır. Bu çözümü asıl koşullandıran, hareketimizin ideolojik-teorik tezleridir. Kürt Özgürlük Hareketi devletçi ve iktidarcı zihniyeti red-detmektedir. Devletçi ve iktidarcı zihni-yetlerin egemenlere ait olduğunu, egemen olmayan halk topluluklarının demokrasi ve özgürlük çözümünün iktidar ve devletçi olmayan modeller olması gerektiğini or-taya koymuştur. Bu yönüyle de Demokra-tik Özerklik devletçi olmayan, iktidarcı ol-mayan, devleti ve iktidarı hedeflemeyen, devleti ve iktidar paylaşımını esas alma-yan, bir ülkenin demokratikleşmesi te-melinde gerçekleşecek demokratik bir çözüm projesidir.

Kürt Özgürlük Hareketi, Kürt sorunu gibi ulusal varlığı inkâr edilen, siyasi sö-mürgecilik ve kültürel soykırım altında tutu-lan topluluklar için Demokratik Özerkliğin bir çözüm modeli olduğunu söylemekte-dir. Klasik marksizmde ya da 20. yüzyılda ortaya konulan “ulusların kendi kaderini tayin hakkı” bir devlet kurma hakkı olarak ele alınmıştır. Kürt Özgürlük Hareketi ulus-al sorunların çözümünü bir devlet kurma olarak anlayan, bir devlet kurmayı hedefley-en bu yaklaşımları doğru görmemekte-dir. Çünkü ulus-devletin özgürlük karşıtı, demokrasi karşıtı olduğuna inanmaktadır. Kürt Özgürlük Hareketi, ideolojik ve teorik olarak tüm devletlerin özgürlük ve demokrasi karşıtı olduğunu söylemekle bir-likte, ulus-devletin özgürlük ve demokrasi karşıtlığında derinleşmiş faşizan karaktere sahip olduğunu vurgulamaktadır.

Kürt Halk Önderi yaptığı savunmalarında genelde devlet, özelde de kapitalist modernitenin en temel ayağı olan ulus-devletin özgürlük ve demokrasi karşıtlığına dair çözümlemeler yapmaktadır. Bugün dünyada var olan hakim sistemin kapitalist modernite olduğunu, bunun da üç sacayağından oluştuğunu söylemektedir. Bunlar kapitalizm, endüstriyalizm ve ulus-devlettir. Özgürlüğün de, demokrasinin de kapitalist moderniteye karşı çıkmakla, yani kapitalizme, endüstriyalizme ve ulus-dev-lete karşı çıkmakla gerçekleşebileceğini belirtmektedir. Bunlara karşı çıkmadan toplumları özgür ve demokratik hale ge-tirme iddiasında bulunmanın halkları kandırmaktan başka anlama gelmeyeceğini söylemektedir.

Kürt Özgürlük Hareketi’nin Demokratik Özerklik çözümünü ve projesini koşullayan bu ideolojik-teorik yaklaşımıdır. Demokra-tik Özerklik modeli esas olarak da bu çerçe-vede ele alınmalı ve değerlendirilmelidir. Bunu da devlet ve iktidarcı olmayan, ama bir toplumun demokratik haklarının ve özgürlüklerinin demokrasi içinde tanındığı bir çözüm modeli olarak görmek gerek-mektedir.

Dikkat edilirse, Kürt sorunu gibi

DEMOKRATİK ÖZERKLİK, TÜRKİYE’Yİ DEMOKRATİKLEŞTİRME

PROJESİDİRMustafa Karasu

*KCK Başkanlık Konseyi üyesi Mustafa Karasu’nundergimiz için hazırlanan yazısını aşağıda yayınlıyoruz..

Page 14: Devrimci Cephe Sayi 3

Ocak-Şubat 2011

14

ulusal sorunlarda sözü çok edilen fed-erasyon, bölgesel özerklik gibi kavramlar kullanılmamaktadır. Demokratik Özerk-lik kavramı bilerek ve bilinçli bir biçimde seçilmiştir. Sadece bir biçimi değil, özü de ifade etmektedir. Federasyon, belirli yön-leriyle devletin bir izdüşümü gibidir. Devle-tin yansıması biçiminde bir örgütsel mod-ele sahiptir. İktidar ve devlet paylaşımlı bir çözüm modelidir. Bu nedenle devletçi olan, biçimi ve özü itibarıyla demokrasi ve özgürlükler konusunda sorunlu olabilecek bu tür modeller önerilmemiştir. Kuşkusuz ulusal sorunlarda federasyon da bir çözüm modelidir. Federasyonla çözülmüş bir-çok örnek de vardır. Ancak Kürt Özgürlük Hareketi sadece ulusal sorunu çözen bir yaklaşımla hareket etmiyor; aynı zamanda bu çözümle birlikte bu çözümün etkisiyle, biçimi ve içeriğiyle söz konusu toplumun demokratikleşmesini sağlamayı ve o güne kadar Kürtleri egemenlik altında tutan ül-keleri de demokratikleştirmeyi hedefliyor. Bu nedenle de sadece Kürt sorunuyla ilgili bir çözümü ifade edecek federasyon ko-nusu çözüm modeli olarak ortaya konul-muyor.

Federasyonun önerilmemesinin pra-tik ve kimi siyasal nedenleri de var. Çünkü Türkiye’deki sorunların temeli esas olarak da Türkiye’nin demokratikleşememesi sorunudur. Demokratik zihniyetten uzak olması sorunudur. Bu açıdan Türkiye tarihsel özellikleri nedeniyle de çok katı bir despotik, merkeziyetçi karaktere sa-hiptir. Bu nedenle Kürt sorununu çözüm-süz bırakmada direniyor. Demokra-tik Özerklik kabul edildiği taktirde Kürt sorununun çözülmesi temelinde Türkiye’nin demokratikleşmesi de ivme kazanacağından bu karakterde olmayan ve Türkiye’nin geneli için olumlu sonuçlar doğuracağı konusunda kuşku duyulan federasyon bir çözüm modeli olarak öner-ilmiyor.

Bölgesel özerklik de bir çözüm olarak ortaya konulmamıştır. Kuşkusuz bölge-sel özerkliklerle de dünyanın birçok ye-rinde Kürt sorunu gibi ulusal sorunlar çözülmüştür. Ama bunun da federasyon gibi sakıncaları bulunmaktadır. Sadece belirli bölgedeki bir halka belirli hak-lar tanımayı ifade etmektedir. Kuşkusuz bölgesel özerklik çözümü olduğunda da söz konusu hakim devlet belli düzeyde demokratikleşme eğilimi gösterir, demokra-tik adımlar atmak zorunda kalır. Ama yine de belirli bölgedeki talepleri karşılamakla kendisini sınırladığında söz konusu ülk-enin demokratikleşmesinin gelişmesinde, derinleşmesinde, kapsamlılaşmasında

bölgesel özerklik çözümü yeterince etki yapmaz. Türkiye gibi Kürt inkârcılığının çok derin olduğu bir ülkede sadece Kürt sorunu açısından değil, bütün sorunların kalıcı çözümü ve çözüme ulaşması açısından hem Kürt sorununun çözümünü hem de Türkiye’nin demokratikleşmesinin birlikte gerçekleşeceği bir modelin ortaya konulması önemlidir. Türk devleti köklü bir zihniyet değişimine uğramadan başta Kürt sorunu olmak üzere tüm diğer sorunlarını kalıcı bir çözüme kavuşturması zordur. Ne var ki Tarihsel geçmişi ve Osmanlının dağılmasının ortaya çıkardığı kaygılar özellikle de Kürt sorunu gibi ulusal sorun-lar konusunda katı bir tutum içine girmesi-ni getirmektedir. Bu kaygı, bu katılık da onun zihniyet değiştirmesi önünde engel yaratmaktadır. Bu nedenle Türkiye’nin bu karakterini hem çözecek, hem de kaygıları nedeniyle katı bir tutuculuk içine girmesini engelleyecek bir çözüm modelinin daha doğru, daha gerçekçi, daha sonuç alıcı olacağını düşünmektedir. Bu nedenle fed-erasyon ve bölgesel özerklik gibi model-leri dillendirmemiştir.

Eyalet sistemi de belirli bir çözüm kapasitesine sahiptir. Kuşkusuz Kürt Özgürlük Hareketi’nin çözüm mod-elinde biçimsel olarak eyalete benzey-en yaklaşımlar vardır, ama bu biçimsel olarak böyledir. Özü itibariyle yine iktidar ve devlet paylaşımı anlamına gelecek bir eyalet biçimi değildir. Aksine Demokra-tik Özerkliğin bütün Türkiye’ye yayılması açısında öngörülen bu model özü itibari-yle tamamen hem eyaletleri, hem de bütün ülkeyi demokratikleştiren ya da demokratik içeriğe kavuşturan bir biçime ve öze sahiptir. Demokratik Özerkliğin pratikleşme modeli olan eyalet sistemi, 20. yüzyıldaki gibi ulusların kendi kaderini tayin hakkını devlet kurma hakkı olarak görme anlayışının yansıması değildir.

Demokratik Özerkliği; farklılığın, özgünlüğün özgürlüğü ve özerkliği olarak tanımlamak gerekmektedir. Farklılık ve özgünlük hem birinci doğanın hem de ikin-ci doğa olan toplumun karakteri gereğidir. Doğa da farklılıklar içermektedir. Toplum-sal doğa da farklılıkların zenginliğiyle ken-disini ifade etmektedir. Kuşkusuz birinci doğayla toplum olan ikinci doğa aynı kara-kterde değildir. Birinci ve ikinci doğanın sorunlarına aynı biçimde yaklaşım göster-ilemez. Ya da birinci doğanın kanunlarıyla ikinci doğanın kanunları örtüştürülemez. Bu açıdan toplumsallığın birinci doğadan çok farklı özellikleri vardır. Bu farklı özellikler toplumsal doğanın çok zengin farklılıklar içermesiyle ilgili değildir. Toplumsal doğa

da çok zengin farklılıklar taşımaktadır. Bu açıdan toplumsal doğanın özgürlüğü ya da demokratik yaşamı ancak farklılıkların özgünlüğünü ve özerkliğini dikkate alırsa, çözüm yollarını ve toplumsal yapılanma gerçeğini bu farklılıkları ele alma te-melinde gerçekleştirirse o zaman toplum-sal doğanın karakterine uygun davranılmış olur. Ancak böyle gerçek anlamda özgür ve demokratik toplum hedefine ulaşılır. Daha doğrusu bu zenginliklerin özerkliği kabul edilerek toplumun doğasına uygun bir siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel yaşam ortaya çıkarılır.

Demokratik Özerklik, toplumsal doğadaki etnik farklılıkların özgünlüğünü ve özerkliğini ifade etme anlamında da iyi bir çözüm modelidir. Somut olarak da Kürt halkının demokrasi içinde özgünlüğünü ve özerkliğini yaşaması anlamına gelmekte-dir. Görüldüğü gibi tamamen özgürlükçü ve demokratik bir karaktere sahiptir. Eğer Türkiye’de demokrasi gerçekleşecekse o zaman Kürt halkının özgünlüğünün, farklılığının özgürlüğünü ve özerkliğini ka-bul etmek zorundadır. Farklılık varsa, özgün-lük varsa bu kendini her biçimde özerklik biçiminde ifade etmek ister. Bir farklılık toplumsal doğanın diğer boyutlarıyla, diğer bileşenleriyle aynılaştırılamayacağına göre bu farklılık ve özgünlüğün özerklik olarak kendisini ortaya koyması gerekme-ktedir. Kürt sorunu açısından özerkliği bu nedenle zorunlu görmekteyiz. Özerkliğin başına demokratik kavramının getirilmesi-nin nedeni ise, bu özerkliğin demokratik olmasını ifade eder. Ancak özgünlüğün, farklılığın demokrasi içinde özerkliğini yaşayabileceği, demokrasi olmadan bu özgünlüğün, farklılığın, özerkliğin gerçek anlamda özgürlüğünü yaşamasının müm-kün olmayacağını ifade etmektedir. Bu yönüyle Kürt toplumunu gerçek anlamda özgünlüğünü ve özgürlüğünü yaşaması için özerkliğin demokratik karakterde olması gerekiyor.

Demokratik Özerkliği genel tanımı itibarıyla anlaşılması için bunlar ifade edilebilir. Kürt Özgürlük Hareketi’nin Tür-kiye açısından önerdiği somut Demokra-tik Özerklik ise biraz daha açımlanmayı gerektirir. Her şeyden önce Kürt Özgür-lük Hareketi’nin önerdiği, hedeflediği Demokratik Özerkliğin iki boyutu vardır. Birincisi; Türkiye ile ilişki boyutu, ikincisi ise düşünce ve örgütlenme özgürlüğü içinde bu Demokratik Özerkliğin içinin, altının demokratik toplumla, demokratik toplu-ma dayanan demokratik kurumlaşmayla doldurulmasıdır. Bu temelde de Demokratik Özerkliğin demokratik kara-

Page 15: Devrimci Cephe Sayi 3

Devrimci Cephe

15

kterinin kapsamlılaşması ve derinleşmesi hedeflenmektedir. Türkiye ile ilişkilerin nasıl olacağı boyutuyla Kürtlerin kendi özgür ve demokratik yaşamını demokratik olarak derinleştirmeyi ifade eden boyu-tu belirli yönleriyle ayrı olsa da, birbirini tamamlayan karaktere sahiptir. Birincisi, Türkiye ile daha çok siyasal ve idari ilişkiyi ifade ederken; ikincisi, Kürt toplumunun kendi demokratik kurumlaşmasını ifade et-mektedir. Bunu da Kürt Özgürlük Hareke-ti demokratik konfederalizm temelinde geliştirmeyi hedeflemektedir.

Demokratik Özerkliğin ikinci pratikleşme biçimiyse Türkiye ile müzakere ve diyalog sonucu Demokratik Özerkliğin gerçekleşmemesi durumunda Kürt toplu-munun kendi demokratik kurumlaşması temelinde Demokratik Özerkliği inşa etme sürecidir. Bu iki pratikleşme biçiminin ise belirli yönleriyle farklı karakterler taşıyacağı, farklı bir süreci ifade edeceğini belirtmek gerekir.

Demokratik Özerklik Türkiye ile diya-log ve müzakere çerçevesinde gerçekleştiği taktirde bu, Türkiye’nin Kürt halkının te-mel demokratik haklarını ve ulusal siyasal iradesini kabul etmesi anlamına gelir. Bu da pratikte Kürt halkının varlığını tanıma temelinde Kürtlerin ve Kürtler dışındaki toplulukların da demokratik siyasi iradesini yansıtacak halk meclislerinin, kabul edilm-esidir. Kürtlerin demokratik iradesi olacak bir meclisin tanınmasıdır. Bu, meclis için-den çıkacak bir öz yönetimi ya da çok bi-linen ifadeyle yerel hükümeti de kabul et-meyi ifade eder. Kuşkusuz Kürt sorunu gibi bir ulusal sorunla ilgiliyse sadece toplu-mun demokratik iradesinin ve demokra-tik öz yönetiminin tanınması yetmez; söz konusu halkın anadilde eğitiminin, kültür özgürlüğünün de kabul edilmesi gerekir. Demokratik Özerklik; kimlik, dil, kültür üz-erindeki bütün engellerin kaldırılmasını da ifade eder. Dil ve kültür konusunda Türk et-nisitesi hangi haklara sahipse Kürtlerin de aynı haklara sahip olması gerekir. Bunların kabul edilmesi, Demokratik Özerkliğin Türkiye ile ilişkisini ve siyasi boyutunu tamamlar. Kuşkusuz gerçek bir Demokratik Özerklik olması açısından da düşünce ve örgütlenme özgürlüğü de tam olmalıdır. Bu da Kürt halkının kendi dilini, kimliğini, kül-türünü özgürce geliştirmesi yanında kendisi-ni istediği biçimde örgütlenmesini, istediği düzeyde demokratik kurumlaşmalarına kavuşturulmasını içerir. Düşünce ve örgüt-lenme özgürlüğü temelinde Demokra-tik Özerkliğin derinleşmesini sağlayacak demokratik kurumlaşmaların da özgürce geliştirilmesi önemli görülmektedir.

Görüldüğü gibi birinci boyut, Türk devletiyle Kürt halkının siyasal, kül-türel, ulusal düzeyde ilişkisini ortaya koymaktadır. Bu, Türk devletiyle yapılacak müzakerenin de esas boyutudur. Bu te-melde bir müzakere yapıldığında, sonuç alındığında Demokratik Özerkliğin si-yasal olarak kabul edilmesi gerçekleşmiş olur. İkinci boyut ise, demokrasinin derinleşmesiyle ilgilidir. Kuşkusuz Kürdis-tan söz konusu olduğunda bu esas olarak Kürt halkını ve Kürt toplumunu ilgilendi-rir. Örgütlenme ve düşünce özgürlüğü temelinde ister etnik olsun, ister dinsel olsun, ister sosyal olsun her topluluğun kendi demokratik iradesini daha da derinleştirmesini ve geliştirmesini hedefler. Biz buna demokratik konfeder-alizm diyoruz. Demokratik konfederalizm; tüm siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik, ekolojik, öz savunma, diplomasi alanında demokratik kurumlaşmanın köyden, sokaktan, mahalleden başlayarak her il ve ilçede geliştirilmesini ve bunların demokratik konfederal temelde bir sisteme kavuşturulmasını ifade etmekte-dir. Buna da demokratik konfederalizm denilmektedir. Bu demokratik konfederal-izm kuşkusuz Türk devletiyle siyasi ve idari ilişkiyi ifade etmemektedir. Bazılarının çarpıttığı gibi Türk devletiyle demokratik konfederal bir siyasal ilişki içine girilmesi anlamına gelmiyor. Örneğin Kıbrıs’ta Türk devletinin savunduğu gibi konfederal bir devlet modeli değildir. Kıbrıs’ta Türk dev-letinin önerdiği, iki devletçiğin birbiriyle gevşek ilişkilerde bir arada bulunmasını ifade eder. Kürt Özgürlük Hareketinin ileri sürdüğü demokratik konfederalizm ise bir toplum örgütlenmesidir. Toplumun demokratikleşme modelidir. Toplumun, toplulukların örgütlenerek bu örgütlen-melerin demokratik konfederal ilişki içinde bir sistem kurmasını ifade eder.

Bu örgütlenmeler hem yerel düzeyde hem de özgünlükleri temelinde gerçekleşebilir. Köy, mahalle, ilçe ve iller baz alınarak yapılan toplumsal örgütlen-meler yanında kadınlar, gençler, eme-kçiler, etnik ve dinsel topluluklar da kend-ilerini özgün biçimde örgütlerler. Kendi konfederal sistemlerini kurarlar. Bunlar da bir araya gelerek bir üst konfederal sistem kurar. Bu, toplumun esas olarak demokratik örgütlenmesini, demokratik kurumlaşmasını bir bütün olarak içeriği ve biçimiyle demokratikleşmesini tanımlar. Kuşkusuz Kürt Özgürlük Hareketi’nin Tür-kiye devletiyle gerçekleştirmek istediği siyasal ilişkinin, Demokratik Özerkliğin böyle bir demokratik toplumla daha da

demokratikleşmesini, demokratik karakter kazanmasını sağlamaya çalışır.

Kürt Özgürlük Hareketi, Demokratik Özerkliği toplumun demokratik iradesinin yansıması, toplumun ve ülkenin bir bütün olarak demokratikleşmesi açısından tüm Türkiye için bir model olarak önerme-ktedir. Bu modelin de eyalet biçiminde olabileceğini de önermektedir. Zaten Türkiye’nin merkezden yönetiminin so-runlar yarattığı yıllardır söylenmekte-dir. Türkiye’deki yedi bölge merkezden yönetilen bir siyasal idari modelle değil de, merkezi yetkilerin belirli düzeyde ye-rellere devredildiği ademimerkeziyetçi bir demokratik sistem önermektedir. Kuşkusuz bu model bir iktidar paylaşımı için önerilmemektedir. Bu modelle, klasik demokrasi anlayışının aşındığı günü-müzde toplumun kendisini daha güçlü biçimde ifade etmesine yol açacak yerin-den yönetim, yani ademimerkeziyetçi bir yönetimin oluşması sağlanacaktır. Böyle olunca her bölgede meclisler oluşur, bu meclisler içinde öz yönetimler oluşur, bu meclisler kendi bulunduğu alanlarla il-gili kararlar alır, öz yönetim de bunları pratikleştirir. Ama bu Demokratik Özerk-lik modelinde Kürt Özgürlük Hareketi’nin önerdiği, bunun sadece bir meclis ve öz yönetimle sınırlı kalmaması, tabandaki toplumun iradesinin, sesinin yansıdığı bir örgütlenme modeline kavuşmasıdır. Köy-lerden, mahallelerden başlayarak toplu-mun örgütlenerek kendisini demokratik bir güç yapması Demokratik Özerkliğin sadece Kürdistan’da değil, tüm Türkiye’de demokrasinin derinleşmesini beraberinde getirecektir. Kürt Özgürlük Hareketi bunu demokratik konfederalizm biçiminde ifade etmektedir. Bu demokratikleşme mod-elinin tüm Türkiye’de gerçekleşmesini arzulamaktadır.

Demokratik Özerklik, Türkiye’nin gerçek anlamda demokratikleşeceği, bütün sorunların da topluma dayanılarak çözüleceği bir modeldir. Böyle bir çözüm-le Türkiye’nin zayıflamayacağını, ak-sine Türkiye ile yerelin ya da merkez yönetimle yerelin ilişkilerinin daha sağlıklı gelişeceği, diğer sosyal toplulukların, etnik toplulukların sorunları merkeze taşımadan, merkeze yığmadan çözümünü gerçekleştireceği bir siyasal sistem ortaya çıkacaktır. Bu da Türkiye’deki etnik, din-sel, sosyal sorunların aza inmesini ve bu yönüyle merkezi hükümetlerin daha genel sorunlarla ve daha büyük projelerle ilgilen-mesini sağlar. Böylelikle Türkiye devleti de toplumu da bir bütün olarak daha güçlü hale gelir.

Page 16: Devrimci Cephe Sayi 3

Ocak-Şubat 2011

16

Kuşkusuz demokrasiden söz ediyor-sak, eğer demokrasiyi kabul edeceksek, demokrasi gelişecekse devletin kullandığı bir kısım yetkilerin halka devredilmesi ger-ekir. Bu bir iktidar, devlet olma değildir. Halktan gasp edilen, halka ait olan bir-çok faaliyetin, yaşamın, sosyal, kültürel, ekonomik yaşamın halka devredilm-esidir, halka verilmesidir. Böyle olunca kuşkusuz devletin bazı kullandığı yetkiler sınırlanacaktır. Birçok faaliyet topluma devredilecektir. Ama bunu bir devlet olma, iktidar olma değil de, toplumun kendisiyle ilgili faaliyetlere kendisinin karar vermesi ve yürütmesi olarak görmek gerekir. Bu da bir bütün olarak sorunları azaltacağından, Türkiye sorunlar içinde boğuşan, kendini tüketen bir ülke ve devlet olmaktan çıkar. Böylece toplum desteğini alan, toplumla sorunlarını çözmüş bir ülke olarak birçok alanda daha büyük gelişmelerin yaşanması gerçekleşir.

Eğer Türk devleti Türkiye’nin genel-inde ben bunları kabul etmiyorum ya da Türkiye’nin genelinde Demokratik Özerkliği ya da eyalet sistemini belirli düzeyde ka-bul ediyorum, ama sizin belirttiğiniz gibi demokratik konfederal sistemi, toplu-ma dayanan demokratik kurumlaşmayı, demokratik sistemi kabul etmiyorum, ben bunu uygun görmüyorum derse tabii bu da ayrı bir pozisyonu ifade etmektedir. Bu durumda Kürt Özgürlük Hareketi’nin ille de sen Türkiye’nin her tarafında da bunu kabul edeceksin biçiminde bir dayatması olmayacaktır. Eğer ulusal ve siyasal an-lamda, devletle ilişki anlamında Demokra-tik Özerkliği kabul eder, bunun yanında Kürt halkının kendi kendini istediği gibi örgütlemesini, kendi faaliyetlerini istediği gibi yürütmesini, düşünce özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde kabul ederse o zaman belirli düzeyde Türkiye’nin demokratikleşmesi temelinde Kürt sorunu-nun çözümü gerçekleşmiş olur. Tabii ki bu Türkiye’deki demokrasinin derinleşmesini ifade eden, Demokratik Özerkliğin topluma dayandırılması, topluma dayandırılarak demokratik karakterinin derinleştirilmesi konusunda zayıflıklar içerir, zayıflıklar orta-ya çıkarır. Türkiye demokrasisi istediğimiz biçimde gelişme göstermez. Bu da bir çözümdür, ama tabii ki bu çözüm olduk-tan sonra da halklar her zaman demokrasi ve özgürlükleri derinleştirmek için dün olduğu gibi bundan sonra da kendi tale-plerini demokratik yollardan dayatırlar. Demokratik mücadele araçlarıyla her al-andaki Demokratik Özerkliğin demokrasi boyutunun kapsamlılaşması için faaliyet yürütürler.

Kürt Özgürlük Hareketi Demokratik Özerkliği demokrasinin derinleşmesi çer-çevesinde ele almakla birlikte, diyalog ve müzakere sürecinde Kürtlerin demokra-tik siyasi iradesinin ve öz yönetiminin tanınmasını; anadilde eğitim ve kültürel özgürlüğünün sağlanmasını sorunun çözü-mü açısından önemli görmektedir. Bunun yanında Kürdistan’da Kürtlerin kendisini istediği gibi örgütlemesi, sorunları istediği gibi çözebilmesi önündeki her türlü enge-lin kaldırılmasını isteyecektir. Bunlar kabul edildiğinde sorun önemli oranda çözülmüş olacaktır.

Demokratik Özerkliğin diğer pra-tikleşme biçimiyse Türk devleti kabul etmediği taktirde Kürt halkının kendi örgütlenmesiyle Demokratik Özerkliği gerçekleştirmesidir.

Kürt Özgürlük Hareketi paradig-ma değişikliğine giderek ulus-devletin, iktidarın halklar ve uluslar için bir çözüm olmadığı kararına varınca bu tabii mü-cadele stratejisinde, örgütlenmesinde, tak-tiklerinde önemli değişiklikler getirmiştir. Eskiden başta gerilla olmak üzere tüm mü-cadele yöntemlerini kullanarak Kürdistan’ı özgürleştirme ve böylelikle Kürt ulus-dev-letini kurma gibi bir yaklaşımı vardı. Bunun bir türevi olarak da devletten talepte bu-lunma, isteme söz konusuydu. Kuşkusuz Kürt halkı temel demokratik haklarını, taleplerini bugün de istemektedir. Bugün bu hakların tanınmasını özellikle bu hakları gasp eden devletlerden baskıların bırakılarak Kürt halkının ulusal varlığını ve özgürlüğünün sağlanmasını istemektedir. Ancak geçmişte olduğu gibi sadece dev-letten isteyen, talep eden bir yaklaşımı doğru bulmamaktadır. Bunu klasik dev-letçi paradigmanın ya devlet kurma ya da devletten isteme paradigmasının devamı olarak algılamaktadır. Bu nedenle ge-linen aşamada esas olarak da bir halkın kendi özgürlüğünü, demokrasisini kendi örgütlülüğüne, mücadelesine dayanarak kurmasını öngörmektedir. Hatta bir halkın kendi örgütlenmesine dayalı demokratik kurumlaşmasını kurmadığı taktirde inkârcı, sömürgeci, kültürel soykırımcı devlete karşı mücadele etmesinin mümkün olmadığını, böyle bir demokratik kurumlaşma ve güce ulaşmayan Kürt halkının taleplerinin katı inkârcı bir karaktere sahip Türk dev-leti tarafından tanınmayacağını da söyle-mektedir. Bu açıdan kendi örgütlülüğü ve sistemini kurması hem özgürlük ve demokrasi mücadelesini yürütmek hem de toplumu güç yaparak kendi sistemini devlete rağmen örgütlü gücüyle kurması için gerekmektedir.

Bugün Kürt Özgürlük Hareketi esas olarak da kendi sistemini kendi örgütlülüğüyle kurmayı önemsemektedir. Bu çalışmaları özgürlük mücadelesinin temeli olarak ele almaktadır. Önder Apo Demokratik Özerklik Projesi’ni esas olarak da 2005 Newrozunda ilan etti. Demokra-tik Konfederalizmi ilan ediyorum, Kürt Demokratik Konfederalizmi gelişmelidir, değerlendirmesinde bulundu. Bu aslında Demokratik Özerkliğin kurulmasına çağrıydı. Demokratik konfederalizm, Kürt halkının demokratik kurumlaşması, bu demokratik kurumlaşma temelinde siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel sorunlarını çözmesi aslında Demokratik Özerkliğin kurulması anlamına gelmektedir. Demokra-tik Özerklik, Kürt halkının demokrasi içinde özgünlüğünün, farklılığının özerkliği ve özgürlüğüyse Kürt halkı bütün alanlarda kendini örgütleyerek, kendi yaşamını kendi-si yürütür hale gelerek Demokratik Özerkliği kurumlaştırmış olacaktır. Demokratik siya-set anlayışıyla köylerden, mahallelerden başlayarak komünleri, meclisleri, kooper-atifleri, topluluklar ekonomisini, toplumun zihniyetini geliştirme ve bilinçlendirme faaliyetleri olan akademileri kurması; yine kendi dili ve kültürüyle yaşaması Demokra-tik Özerkliği ortaya çıkaracaktır. Kürt halkı örgütlendiği taktirde kendi eğitim sistem-ini kendisi de kurabilecektir. Kendi kül-türel kurumlarını kuracaktır ve bu temelde kültürel soykırıma karşı kendi Demokra-tik Özerklik sistemiyle dil, kimlik ve kültür özgürlüğünü yaşatacaktır. Yine Kürtler üzerindeki siyasi egemenlik kuran Türk devletine karşı kominleri, meclisleri köy-lerden, mahallelerden başlayarak il, ilçe ve köylerde kurarak kendi demokratik siyasi iradesini ortaya çıkaracaktır. Bu demokra-tik siyasi iradeyle bütün toplumsal yaşamı hakkında karar alacaktır. Bu kararlarını da örgütlü gücüyle pratikleştirecektir. Bu gerçekleştiği taktirde devlet ister ka-bul etsin ister kabul etmesin Kürt halkı kendi demokratik özerk yaşamını kurmuş olacaktır. Halkın gücüne ve örgütlülüğüne dayanarak o güne kadar çözümsüz kalan bütün sorunlar çözüme kavuşturulacaktır. Sorunlar toplumun sorunlarıysa o zaman çözümünü de en iyi biçimde toplumun kendisi bulacaktır ve pratikleştirecektir.

Kürt halkı bu bilinçle bugün Demokra-tik Özerkliği tabana dayalı Demokratik Konfederal Sistem’le inşa etmektedir. Demokratik kurumlaşma, Demokratik Konfederalizm çerçevesinde inşa edilince bu, aslında Kürt halkının kendi Demokra-tik Özerkliğini kurması anlamına gelecek-tir. Çünkü artık o merkezi ulus-devletin

Page 17: Devrimci Cephe Sayi 3

Devrimci Cephe

17

Kürt halkının ulusal varlığını inkâr etme, özgürlüğünü yok sayma ve haklarını tanımama yönündeki baskıcı rejimini esas olarak kendi örgütlülüğüyle aşmaya yönelecektir. Demokratik örgütlenmesi, demokratik bilincinin gelişmesi toplumun güç olmasını sağlayacak; bu da kendi yaşamını her boyutta özgürce örgütlem-esini birlikte getirecektir. Devlet ne kadar inkârcı olursa olsun, bu inkârcılığı toplum kendi örgütlenmesiyle boşa çıkaracaktır. Böylece Kürtlerin bütün yaşamlarını ken-disi örgütleyip kendi kararlarını kendileri verdiği ve bütün yaşamını yürüttüğü bir si-yasal, toplumsal, ekonomik, kültürel yaşam ortaya çıkacaktır.

Kürt Halk Önderi, Demokratik Özerkliğin Kürt halkının iradesi ve örgütlen-mesiyle kuruluşundan söz ederken sekiz boyutta örgütlenmeyi önemli görmekte-dir. Bunlar; siyasal, hukuki, sosyal, ekono-mik, kültürel, ekolojik, diplomatik ve öz savunma boyutudur. Kürt halkının bütün bu faaliyetleri demokratik örgütlülüğü te-melinde toplumun kendini güç yaparak yürütebileceğini söylemektedir. Demokra-tik Özerkliğin bu biçimde pratikleşmesi de devletin demokratik çözüme yanaşmadığı koşullarda Kürt halkının kendi gücüne dayanarak Demokratik Özerkliği sağlaması olarak anlaşılmalıdır.

Kuşkusuz Türk devleti inkârcı, si-yasal sömürgeci ve kültürel soykırımcı olduğundan Kürt halkının bu demokra-tik örgütlenmesini kriminalize etmektedir. Anayasa ve yasalar düşünce ve örgüt-lenme özgürlüğü konusunda çok katı kısıtlamalar içerdiğinden Kürt halkının Demokratik Özerkliği örgütlemesinin önüne devlet büyük engeller çıkarmaktadır. KCK davasında görüldüğü gibi Kürt halkının kendi demokratik kurumlaşmasını illegal bir örgüt kurma olarak değerlendirmiş; Kürdistan’da ne kadar demokratik kurum varsa bu demokratik kurumların yöneticile-rini ve üyelerini içeri almıştır. Bu içeri atılanların tek suçu, kültürel alanda, siyasal alanda, sosyal alanda, ekonomik alanda, hukuki alanda toplumu örgütleyip toplu-mu güç yaparak Kürt halkının özgürlük ve demokrasi alanlarını genişletmek istemele-ridir. Demokratik kurumlaşma çalışmalarına katılma ve demokrasiyi derinleştirmek suç olarak ele alınmaktadır. Asgari düzeyde demokrasinin var olduğu, düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün sağlandığı her-hangi bir ülkede bir toplum kendini örgüt-leyip ister siyasi, ister sosyal, ekonomik, kültürel bütün alanlarda kendi sorunlarına çözüm bulabilir. Bir toplumun herhangi bir alanda kendi kendini örgütlemesinin ve so-

runlara çözüm bulmasının hiçbir biçimde yargı konusu yapılamayacağı açıktır. Türkiye’de örgütlenme ve düşünce özgürlüğü olmadığı için örgütlenmek, düşünmek ve toplumun kendi sorunlarını çözmesi -KCK davaları gibi- siyasi soykırım saldırısıyla karşılaşmaktadır. Bu durum kuşkusuz Demokratik Özerkliğin Kürt halkının demokratik kurumlaşması temelinde örgütlenmesi önünde sorunlar çıkarmaktadır.

Açıktır ki demokrasi mücadelesi sürekli bir gerilimi ifade eden, içinde ger-ilim taşıyan bir mücadeledir. Demokra-tik olduğunu söyleyen ülkelerde de demokrasinin gelişmesi, kapsamlılaşması ve derinleşmesi açısından demokrasiyle devlet arasında, demokrasiyle egemen güçler arasında hep bir gerilim olacaktır. Bu gerilim, demokrasinin gelişmesinin de diyalektiğidir. Demokrasi ve demokratik toplum tam hakim olana kadar, devleti gerileterek giderek demokratik toplumun tüm kurum ve kuruluşlarıyla kendi işlerini kendi yürütür hale gelene kadar bu gerilim sürecektir. Bu açıdan gerilim olmasını, devletin demokratik kurumlaşma önünde engel olmasını sorun yapmamak, bütün zorluk ve sıkıntılara rağmen toplumun demokratik örgütlenmesini sağlayıp toplumu güç yapma çalışmasını yürüt-mek özgürlük ve demokrasi mücadelesi-nin kanunu olarak görmek gerekmektedir. Bu çerçevede sekiz boyut dediğimiz büt-ün alanlarda Kürt halkı kendi demokratik kurumlaşmalarını geliştirerek demokra-tik konfederal temelde kendi demokratik özerkliğini sağlama mücadelesi yürütecek-tir. Dolayısıyla Demokratik Özerklik dev-letten beklenmeden Kürt halkı tarafından kurulacaktır. Nitekim adım adım Kürt halkı kendi demokratik kurumlaşmasını geliştirerek demokratik özerkliğini kurma-ya doğru yönelmektedir.

Tabii ki eksikler, yetersizlikler vardır. Klasik devletçi zihniyet ve devletten bekleme anlayışı olduğu için toplumun örgütlenmesine dayanarak sorunları çözme yaklaşımı konusunda zafiyetler vardır, zayıflıklar yaşanmaktadır. Bu örgütlenmeyle sorunun çözüleceği ko-nusundaki inançta yetersizlikler ortaya çıkmaktadır. Bu da tabii ki demokratik kon-federalizm temelinde Demokratik Özerklik inşasında sorunlar yaratmaktadır. Buna rağmen Demokratik Özerkliğin toplumun kendi gücüyle örgütleyeceğine inancın ve bilincin gelişmesi Kürt halkı açısından önemli bir kazançtır.

Demokratik Özerklik Kürt halkının kendi iradesi temelinde örgütlendikçe

aslında sorunun çözümü de kolaylaşacaktır. Türk devleti, ortaya çıkan bu çözümü kabul etmek zorunda kalacaktır. Bu çözüm sade-ce bir siyasal çözüm değil, Kürt toplumu-nun demokratik kurumlaşması temelinde bir çözüm olacağından, Türkiye’nin demokratikleşmesinin derinleşmesine de katkıda bulunacaktır. Bugün Türkiye’de gerçekten en temel demokrasi gücü Kürt halkıdır. Kürt halkının yürüttüğü Özgür-lük Mücadelesi’dir. Bunun aslında birçok yönüyle Türkiye’yi etkilediğini görüyoruz. Türkiye’de sorunların açığa çıkması ve çözümünün tartışılması bile aslında önemli bir gelişmedir. Bu yönüyle Kürt Özgürlük Hareketi demokrasi sorunlarının, demokra-si içinde çözülmesi gereken sorunların neler olduğunu açığa çıkarması ve bunları Türk devletinin önüne koyması Türkiye açısından önemli bir demokratikleşme zeminini ortaya çıkarmıştır. Bugün Kürdis-tan toplumunun kooperatifler, meclisler, akademiler biçiminde örgütlenmesi, artık evrensel ölçüde kabul edilen demokratik haklarını, örgütlenme hakkını kullanması, Türk devletinin siyasal sömürgeci, kültürel soykırımcı politikalarını da boşa çıkaran, bu politikaların yürümeyeceğini gösteren önemli bir gelişmedir.

Kürt halkının kendi demokratik kurumlaşması temelinde Demokratik Özerkliği inşa edip demokratik çözümü geliştirmesi Türkiye’deki birçok çevre tarafından olumsuz değerlendirmelere tabii tutulmuştur. Kuşkusuz olumlu değerlendirenler de olmuştur, ama esas olarak devletin ve hükümetin yönlendirmesi-yle Demokratik Özerklik projesi konusunda olumsuz değerlendirmeler daha fazla öne çıkmıştır. Öyle ki, Kürt halkının demokra-tik kurumlaşması temelinde demokratik konfederal sisteme dayanarak Demokra-tik Özerkliği inşa etmesini antidemokratik olarak değerlendirenler, Kürtler üzerinde otorite kurmak isteyen bir zihniyet ve pro-je olarak ele alanlar bile çıkmıştır. Bunlar tabii ucuz değerlendirmelerdir. Devletin ve hükümetin politikası çerçevesinde Kürt Özgürlük Hareketi’ni kötülemek için ortaya atılmış suçlamalardır. Kürt Özgürlük Hareke-ti bugün demokrasisiz sosyalizm, demok-rasisiz eşitlikçi bir toplum olunamayacağını özellikle vurgulamaktadır. Özgürlüğün demokrasilerle var olacağını, demokrasi-nin özgürlüklerin vahası olduğunu, eşitliğin de ancak toplumsal doğanın karakterinden gelen farklılıkları gözeten, yok saymayan bir eşitlikçilikle gerçekleşeceğini özel-likle vurgulamaktadır. Bunu sadece siyasi olarak değil, ideolojik ve teorik olarak da kapsamlıca ortaya koymaktadır. Kürt Halk

Page 18: Devrimci Cephe Sayi 3

Ocak-Şubat 2011

18

Önderinin İmralı’da yazdığı savunma-lar bu yönlü gerçekten derin ve kapsamlı değerlendirmelere sahiptir.

Kuşkusuz reel sosyalizm pratiği eleştirilecek bir pratiktir. Orada da komin-ler, meclisler kurulmuştur ve bu komin-ler, meclisler, kooperatifler daha sonra demokratik bir sistem haline getirilmediği gibi, otoriter karakterde bir rejimin oluşmasını engelleyememiştir. Bu tabii ki eleştirilen bir durumdur. En fazla da Kürt Özgürlük Hareketi tarafından reel sosyal-izm bu yönlü eleştiriye tabii tutulmaktadır. Ama Kürt Özgürlük Hareketi taban örgütlen-melerinin, meclis, komin, kooperatif örgüt-lenmelerinin demokratik konfederal temel-de örgütlenmesini savunmaktadır. Yani merkeziyetçi bir anlayışa sahip değildir. Bu açıdan demokratik merkeziyetçiliği değil de demokratik konfederalizmi esas almaktadır. Toplumsal örgütlenmenin ancak bu temel-de demokratik ve özgürlükçü olabileceğini vurgulamaktadır. Demokratik konfeder-alizm, taban örgütlenmelerinin iradesinin esas alındığı siyasal, toplumsal bir sistemi ifade etmektedir. İşte ucuz yaklaşım içinde olanlar bunları görmeden suçlamalarda bulunmuşlardır. Toplumun tabana dayalı demokratik konfederal örgütlenme mod-eliyle demokratik merkeziyetçiliğin ağır bastığı modeller sadece bir biçim farklılığını ifade etmemektedir. Farklılık esas olarak öze ilişkindir. Mevcut sistemin karakteri-nin demokratik olup olmamasına ilişkindir. Çeşitli liberallerin, sözde demokratların, yazarların savunduğu kendini demokrasi olarak tanımlayan sistemler aslında üst toplumcu, tepeden, merkeziyetçi anlayışa dayalı demokrasilerdir. Buna üst toplumcu ya da burjuva demokrasisi denilmekte-dir. Bunu neredeyse kutsallaştıranlar, sıra demokratik konfederalizme dayalı toplu-mun güç olmasını esas alan demokra-tik modele geldiğinde “bu olmaz, bu kabul edilemez, bu otoriter bir sistem-dir” diyerek karşı durmaktadırlar. Bu tu-tum Kürt Özgürlük Hareketi’nin önerdiği modelin kendi antidemokratik yüzlerinin açığa çıkmasından korkmaktadırlar. Kendi demokrasi anlayışlarının üst toplumcu, egemen sınıflara ait olduğunun üstünü örtmeye çalışmaktadırlar. Daha doğrusu toplumun güç olmasına dayalı demokrasi-yi içlerine sindiremeyen çevrelerdir.

Demokratik Özerklik projesi ortaya atıldığı zaman en fazla değerlendirilen konuların başında Kürt halkının kendisini 8 boyutta örgütlenmesi geldiğinden bu konudaki yaklaşımın nasıl olduğunu temel yaklaşım ve ilke çerçevesinde ortaya koy-maya çalıştık.

Görüldüğü gibi Demokratik Özerk-lik birçok boyutuyla irdelenebilir. Kürt Özgürlük Hareketi esas olarak Demokra-tik Özerkliği bir Türkiye projesi olarak or-taya koymaktadır. Hem Kürdistan hem Türkiye’de Demokratik Özerklik uygulandığı taktirde Türkiye, derinleşmiş demokrasisi-yle her türlü sorunu çözebileceği gibi, bütün Ortadoğu halklarına da örnek olabilecektir. Hele bugün Ortadoğu halkların ayaklandığı bir süreçte böyle bir demokratikleşme modeli bütün Ortadoğu’yu etkileyecek-tir. Ortadoğu halkları hala eski modernist, oryantalist düşüncenin etkisiyle oluşmuş pozitivist laikçi, ulus-devletçi zihniyetler ve iktidarlarla batı sisteminin Ortadoğu’yu yeniden dizayn etme, Ortadoğu’da yeniden hakim olma projesi olan ılımlı işbirlikçi siyasal İslam projesi arasında sıkışmış bulunmaktadır. Demokratik Özerklik projesi, toplumun demokra-tik kurumlaşmasına dayalı Türkiye’nin demokratikleşme projesi aslında bütün Ortadoğu halkları açısından da örnek olacak bir özelliğe sahiptir. Bu açıdan bu Demokratik Özerklik modeli Türkiye’nin bölünmesi değil, aksine Türkiye’nin bir bütün olarak demokratik temelde güçlen-mesi ve Ortadoğu’nun yükselen değeri olarak kendi değerlerini bütün Ortadoğu halklarına kabul ettireceği bir ülke yaratma anlamına gelmektedir. Kuşkusuz Türkiye’de şovenist zihniyetler, Kürtleri ille de yok edip Kürtleri Türkleştirerek Kürdistan’ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirmek isteyenler kara gözlüklerle bu gerçeği görememektedirler. Bu nedenle de Türkiye içinde özgürlük ve demokrasi anlamına gelen, Türkiye’nin de kurtuluşu anlamına gelen Demokratik Özerklik te-melinde Türkiye’nin demokratikleşmesine sırt çevirmektedirler.

Türkiye’de demokratik bir anayasa çerçevesinde toplumun tabandan örgüt-lenmesine dayalı demokratik bir toplum haline gelmesini sağlayan bir idari ve si-yasal sistem neden Türkiye’nin aleyhine olsun? Geçmişte demokratikleşme ya da yerinden yönetim Kürtler yararlanır diye kabul edilmiyordu. Bütün yasalar anti-demokratik hale getiriliyordu. Yine yer-inden yönetim yerine katı merkeziyetçi yönetim uygulanıyordu. Ama eğer Kürt sorunu demokratik temelde çözülecekse o zaman toplumun demokratikleşmesinden de, ademimerkeziyetçi –yerinden- yönetim-lerden de kaygı duymamak gerekir. Toplu-mun demokratikleşmesine, yerinden yönetime dayalı Kürt sorununun çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi konusu reddediliyorsa bu aslında Kürt sorununu

çözmek istememek anlamına gelir. Kürt sorununu çözmek istemeyen bir

Türkiye’ye karşı da Kürt halkının Özgür-lük Mücadelesi’ni daha da yükselteceği açıktır. Bu Özgürlük Mücadelesi de esas olarak da Demokratik Özerkliği kendi kurumlaşmasıyla inşa edip Kürt so-rununun çözümünü kendi iradesiyle gerçekleştirmesine yol açacaktır. Kürt halkı Türkiye’nin çözümünü beklemeyecek-tir. Kendi çözümünü gerçekleştirmek için örgütlenmesini ve mücadelesini daha da geliştirecektir. Çünkü Kürt halkının artık ulusal varlığının yok sayılmasına, özgürlüğünün ve demokratik yaşamının kabul edilmemesin tahammülü kalmamıştır. Bu açıdan da önümüzdeki dönemde Türk devleti ister demokra-tik bir anayasa temelinde, Demokratik Özerklik temelinde hem Kürt sorununu hem Türkiye sorunlarını çözmeye çalışsın isterse böyle bir çözüme yanaşmasın, Demokratik Özerklik modeli daha da geliştirilecektir. Demokratik Özerkliğin toplumda yaygınlaştırılması sağlanacaktır. Belki de önümüzdeki dönem Kürt halkının Demokratik Özerklik inşasıyla buna karşı direnen gerici güçler arasında mücadele temelinde geçecektir. Hiçbir demokratik zihniyet Kürt halkının önerdiği demokra-tik çözüme karşı çıkamaz. Demokratik Özerklik projesine karşı çıkamaz. Kürt halkının Demokratik Özerklik modeli Tür-kiye ile ilişkiler anlamında en makul siyasal çözüm önerisi olduğu gibi, demokratik kurumlaşma temelinde içinin demokratik düzeyde derinleştirilmesi ve güçlendirilm-esi de demokrasinin gereğidir.

Özcesi Kürt halkı kendi demokratik kurumlaşmasını sağlayarak, demokra-tik kurumlaşmasını bir sistem haline getirerek farklılığının, özgünlüğünün özerkliğini bizzat gerçekleştirecektir. Kürt halkı demokratik özerkliğini sekiz boyu-tuyla örgütlediğinde, bütün bu örgütlen-meleri demokratik konfederal temelde sistemleştirdiğinde, Türkiye devleti ya bu Demokratik Özerklik projesini faşist zihniyet ve uygulamalarla bastırmaya çalışacaktır ya da Kürt toplumunun demokratik konfed-eralizm temelindeki Demokratik Özerkliği gerçekleşmesini kabul edecektir. Demokra-tik Özerkliğin kabul edilmesi sadece Kürt sorununu çözmeyecek, Türkiye’nin sadece Ortadoğu’da değil, bütün dünyada örnek olacak derin demokratik bir ülke haline gelmesinin önünü açacaktır. Türkiye’deki siyasal karar alıcıların vereceği kararlar bu iki seçenekten birini önümüzdeki dönemde siyasal ve toplumsal yaşamın gerçeği ha-line getirecektir. ☆

Page 19: Devrimci Cephe Sayi 3

Devrimci Cephe

19

Bir CEZAEVİ düşünün; Sistem buna OKUL diyor!

MİLİTARİST sistem, istediği gibi itaat-kâr beyinlerin yönettiği bedenler istiyor. Hiç-bir şeyi sorgulamayan, çaresizce sistemin dayatmalarını, zorbalığını kabullenmekten başka umarı olmadığını düşünen, sistemin yontmalarından (mahkûmları) öğrencileri düşünün… Bunlar her gün belli bir zaman dili-minde tel örgülerle çevrilmiş, etrafı yüksek du-varlarla örülmüş, kapıda güvenlik adı altında göz boyamalarla içerde tutulur; bir avluyu ve içindeki mahkûmları andıran, aralarında öğretmenlerin bir gardiyan gibi dolaştığı, adına aydınlanma denilen gerici, cinsiyetçi, paracı, antidemokratik, tüm sistemin biriktirdiği bir çöplüğe doluşturulur!

Bir CEZAEVİ MÜDÜRÜ düşünün; Sistem buna OKUL MÜDÜRÜ diyor!

Sistemin istediği gibi (cezaevinin) Okulun idarecisi. 80 darbesinde AMED cezaevinden Esat Oktay Yıldıran’ın yan ürünü misali fırlamış, fakat ona benzetmek için çok çaba sarf edilmiş olan, bir yüzüyle ondan arta kalmış, işkenceci hal ve tavırlarıyla onu tekrardan yaşatmaya çabalayan BİR GENERALİ andırmakta ve bunu en iyi şekilde yaşatmakta. Bir korku rüzgârı eser, adı koridorda yükse-lirken örgencilerin (MAH-KÛMLARIN) çığlıklarında! Eli var, yüzü var, ayağı var, gözü, kulağı vb. İnsan gibi, senin benim gibi biri, ama adı yok, İŞKENCEsinin adı var! Onun adıyla silkinen öğrencinin titreyen göz be-bekleri onlara yaklaştığında kendini daha iyi ifade edi-yor! Bir ordunun vahşi bir korkuyla kaplanmış mevzisi gibi kapısını çalmaktan kor-kan, yanında konuşmaktan, yüzüne bakmaktan korkan, heykel gibi, yaşayan bir ölü gibi bakınmakta olan birini, birilerini düşünün…

Bir CEZAEVİNİN GARDİYANLARINI düşünün;

Sistem buna OKULUN ÖĞRETMENLERİ diyor!

Sistemin hiyerarşik yapısının bir parçasının unsuru olan (GARDİYANLARI) ÖGRETMENLERİ var. Sistemin tüm anlayışını yaşatan yarı müdür bozuntusu tiplerin oluşturduğu bir kalabalık! Yaptıkları işten çok, yönettikleri cezaevinin tüm otoriter yapısının mimarlarından! Kişisel problemlerde istediği gibi davranan; sistemin not’larıyla insanların ölüm ve yaşam çizgisini belirleyen; bu çizgile-riyle onlara bir şeyler yaptırabilmek adına te-hditler savuran; öğrenci ilişkilerinde yaşanan olumsuzluklarda bazen kendi bünyesine, fiziğine ve güçlülüğüne dayanarak fiziksel veya ruhsal bir müdahaleyle sorunu hallettiğini düşünen; bazen barbar bazen vahşice uygulamalarıyla kendini müdür bozuntusunun

bir parçası haline getiren… ve bu da sistemin verdiği rahatlık ve işleyişten geçiyor!

Bir CEZAEVİNİN KOĞUŞLARINI düşünün; Sistem buna OKULUN SINIFLARI

diyor!Sistemin uyguladığı ayrımcı, cinsiyetçi,

gerici, vahşice oligarşik ve antidemokratik bu uygulamalar burada da kendini açıkça his-settiriyor! Çalışkan sınıf (KOĞUŞ), orta sınıf, iyi sınıf ve kötü sınıf diye uygulama, ayrımcı ve sınıfsal bir anlayışın göstergesidir! Sınıf içerisinde aynen sınıflar (koğuşlar) arasında uygulanan sınıfsal ayrımcılığın ta kendisi içerideki sırada (RANZADA) da kendini gös-teriyor! Kızları bir tarafa erkekleri bir tarafa alarak cinsiyetçi bir sınıfsal ayrışma getirmek de sistemin bir ifadesidir

Bir CEZAEVİNİN KANTİNİ’Nİ düşünün; Sistem buna OKULUN KANTİNİ diyor!

Sistemin uyguladığı her türden geri-ci, antidemokratik ve oligarşik yöntemle, kapitalist soyguncuların üç kuruşla ceplerini doldurduğu emekçinin, işçinin, çalışanın alın terinin sonucu kutsal emeğiyle okuyan ÖGRENCİLERİN (MAHKÛMLARIN), aslında her gün aynı yöntemle soyulduğunu ve o kazanılan emeğin, paranın öğrenciye değil de soyguncuların cebine gittiğini bilmek! Her gün o üç kuruşu da bulamayan ÖĞRENCİLER kantin denilen kapitalizmin soygunhanesin-den yüksek fiyatlarla mal almaya, dışarıda 3, orada 5 olan bu soygunculuğa bu anlayışa inat aç kalmakta...

Bir CEZAEVİNİN MAHKÛMLAR-INI düşünün; Sistem buna OKULUN

ÖĞRENCİLERİ diyor!Sistemin en temel unsuru!

GUANTANAMO’YU andıran bir yerde, bir ORDUNUN üniformasının taklidini yapan, eline silah tutuşturulacak olan insanlar gibi şiddet kullanarak toplumun iyi bireyleri olarak yetiştirildikleri söylenen fakat ellerde tutuşan kalemlerin sisteme şu anki gibi mermisiz bir silahla BAŞKALDIRDIĞINI bilen öğrencileriz (MAHKÛMLARIZ)! Yeri geldiğinde bir ti-carethane misali toplanan haraçlarla zengin olan insanları bilenleriz; bir cezaevinden çıkan dumanları görür gibi koşa koşa der-sin (İŞKENCENİN) ortasında sınıftaki alevi söndürme telaşıyla doluşan eli su kovalarıyla (sopalarla) dolu itfaiye eri (öğretmen, müdür) misali içeriye dalıp tüm dengeyi, konsan-trasyonu, psikolojiyi vb parçalarcasına söndürmeye (aramaya) çalıştıklarını, baskına uğrattıklarının kimsesizliklerinde o süre bit-imiyle özgürleştiğini bilenleriz!

Ve o (CEZAEVİ) okul, her gün milyon-larca KÜRT çocuğuna Türkçeyi (ÖLÜMÜ) dayatıyor; zorunlu din dersiyle kendi anlayışını mecbur ederek diğer farklılıkları yok sayıyor; büyük çoğunluğuyla Türkçeye ihtiyaç duy-mayan bir bölgeye zorunlu Türkçe eğitim gibi zorunlu din dersi de halen verilmeye ve her gün milyonlarca çocuk asimile olmaya de-vam ediyor!

NEREYE KADAR...Hey, Sen, Liseli!

Düzenin öğrencisi olmaktan bıkmadın mı?

Yıllardır asker gibi okumaktan bıkmadın mı?

KÜRT olduğun için Türkçe eğitim ile yok saymalarından

ALEVİ olduğun için, SÜNNİ din eğitimi dayatmalarından

Derslerin yüzünden ailenden akrabalarından azar işitmekten!

Gençliğini sistemin kurbanı olarak yaşamaktan!

Yeteneğin doğrultusunda eğitim görememekten!

Geleceğine boş umutlarla, işsizlikle, açlıkla, sefaletle bakmak-tan!

Yarış atı gibi o sınavdan o sınava koşmaktan!

BIKMADIN, USANMADIN MI?Her gün LYS-YGS yüzünden yaşıtların

intihar ediyor!Yüz binlerce kişi parası sayesinde yarışa

on adım önde başlıyor!Eşit dedikleri sınav sisteminde, dershan-

eye gitmeyi bırak, kalem alamayan öğrenciler de aynı sınava mahkûm tutuluyor!

İSYAN ET LİSELİ!DAHA NE KADAR GÖZÜNE GÖZÜNE

SOKACAKLAR;GELECEĞİNİN UMUTSUZ BİR HİÇ

OLDUĞUNU! ÖLECEKSE BU BEDEN, BİR AMAÇ

UĞRUNA ÖLMELİ!BİZLER BU SÜRECİ YAŞAYARAK

DEĞİL DÖVÜŞEREK KAZANACAĞIZ!

* Liseli bir Devrimci Cephe okurundan

Hey Liseli!

Page 20: Devrimci Cephe Sayi 3