bursa kent konseyi konferanslar dizisi - 2

16
TARÝH: 02 OCAK 2010 – SAAT: 14.00 YER: ATATÜRK KONGRE KÜLTÜR MERKEZÝ BAÞKANLIK BÝNASI SALONU BURSA KENT KONSEYÝ KONFERANSLAR DÝZÝSÝ 2 MUHARREM ve AÞUREProf. Dr. Hüseyin ALGÜL

Upload: bursa-kent-konseyi

Post on 30-Mar-2016

254 views

Category:

Documents


4 download

DESCRIPTION

Muharrem Ayı ve Aşure

TRANSCRIPT

Page 1: Bursa Kent Konseyi Konferanslar Dizisi - 2

TARÝH: 02 OCAK 2010 – SAAT: 14.00 YER: ATATÜRK KONGRE KÜLTÜR MERKEZÝ BAÞKANLIK BÝNASI SALONU

BURSA KENT KONSEYÝ

KONFERANSLAR DÝZÝSÝ

2“MUHARREM ve AÞURE”

Prof. Dr. Hüseyin ALGÜL

Page 2: Bursa Kent Konseyi Konferanslar Dizisi - 2

01

Page 3: Bursa Kent Konseyi Konferanslar Dizisi - 2

Prof. Dr. Hüseyin ALGÜL

1945 Yýlýnda Konya Bozkýr'da doðdu. 1964 Yýlýnda Konya Ýmam Hatip Lisesi'nden, 1968 yýlýnda Ýstanbul Yüksek Ýslâm Enstitüsü'nden mezun oldu. 1968-1974 yýllarý arasýnda Çanakkale - Biga'da ve Ýstanbul'da Ýmam Hatip Liselerinde meslek dersleri ve bazý ortaöðretim kurumlarýnda Din Kültürü ve Ahlâk Dersleri öðretmenliði yaptý. 1975-1976 öðretim yýlýnda Bursa Yüksek Ýslâm Enstitüsü'nde “Siyer-i Nebî Ýslâm Tarihi ve Ýslâm Mezhepleri Tarihi” öðretim üyeliðine atandý. Yüksek Ýslâm Enstitüleri 1982 Yýlýnda Yüksek Öðretim Kurumu'na baðlandýktan sonra Uludað Üniversitesi Ýlâhiyat Fakültesi bünyesinde göreve devam etti. Bu süre içinde 1983'te Ýslâm Tarihi Anabilim Dalý'nda “Doktor”, 1990'da “Doçent”, 1996'da “Profesör” oldu. 1996-2000 yýllarý arasýnda “Gazi Üniversitesi Çorum Ýlâhiyat Fakültesi'nde, 2003-2007 Yýllarý arasýnda ise Uludað Üniversitesi Ýlâhiyat Fakültesinde dekan olarak görev yaptý. Hâlen, Uludað Üniversitesi Ýlâhiyat Fakültesi'nde Ýslâm Tarihi Anabilim Dalý Öðretim Üyesi olarak görevini sürdürmektedir.

Yayýnlanmýþ Kitaplarýndan Bazýlarý:

• Ýslâm Tarihi, (I-III).

• Peygamberimizin Þemaili Ahlâk ve Âdâbý.

• Âlemlere Rahmet Hz.Muhammed.

• Sevgi ve Rahmet Peygamberi.

• Nebevî Müjdenin Ýzinde.

• Bir Huzur Ýklimi: ASR-I SAÂDET .

• Osmanlý Kültüründe Hz. Peygamber Sevgisi.

• Gönül Sultanlarýmýz: Eyyûb Sultan-Hala Sultan-Emir Sultan.

• Bursa'da Medfun Osmanlý Sultanlarý ve Emir Sultan.

• Eyyûb Sultan'dan Fatih'e Kutlu Yolculuk.

Page 4: Bursa Kent Konseyi Konferanslar Dizisi - 2

“MUHARREM VE AÞURE”02 Ocak 2010

Prof. Dr. Hüseyin ALGÜL: Eûzübillâhimineþþeytânirracîm, Bismillâhirrahmânirrahîm.

Âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah'a hamd ü senâ, âlemlere rahmet olarak gönderilen Hazreti Muhammed Mustafa sallallâhu aleyhi vesellem Efendimize, Ehl-i Beytine ve ashâbýna salât ü selâm olsun. Allah'ýn selâmý, rahmeti ve bereketi üzerimize olsun!Deðerli kardeþlerim, protokolün deðerli temsilcileri, muhterem hanýmefendiler, beyefendiler! Sohbetime baþlamadan önce hepinizi samimi sevgi ve saygýlarýmla selâmlýyorum.

Muharrem ayý, bizim medeniyetimizde, kültürümüzde, tarihimizde çok farklý renklerle, çok farklý çizgilerle önümüze geliyor. Biz bu farklý çizgi ve renkleri aþûre sofralarýnda bir araya gelerek okumaya, anlamaya ve anlatmaya çalýþýyoruz. Muharrem ayýnýn fazilet ve güzelliðini, sevgi ve saygý ile bir araya gelmeye, kucaklaþmaya, Samimiyetle dayanýþmaya sebep ve vesile kýlmak istiyoruz. Tüm farklý renkler yanýnda Muharrem ayýnda biraz daha bizi hüzünlendiren bir olay da var ve bu olay, tarihimize “Kerbela” adýyla geçmiþtir. Gönüllerimizi inciten, gönüllerimizi sýzlatan, gözlerimizi yaþartan olay; peygamber efendimizin dünyadaki çiçeði, reyhaný, cennet gençlerinin beyefendilerinden biri diye nitelendirdiði, göz bebeði olan torunu Hazreti Hüseyin'in Kerbelâ'da Yezit ordularý ve askerleri tarafýndan zalimce öldürülmesidir. Dolaysýsýyla bu ay çerçevesinde göz yaþartan, gönül sýzlatan bir faciada canýna kýyýlan baþta Hazreti Hüseyin olmak üzere Kerbelâ þehitlerini de anýyoruz.

Neden anýyoruz? Çünkü sevinçlerimiz de hüzünlerimiz de medeniyetimizin bize deðer katan, bizi ibretle düþündüren ve bizi ayakta tutan temel unsurlarý arasýndadýr. Hayat ve tarih tekdüze deðildir, girintili çýkýntýlýdýr, iniþli yokuþludur. Bizi sevindirecek fütûhat dediðimiz baþarýlarla beraber ders ve ibret almamýz gereken sýkýntýlý olaylar da tarihlerde ve tarihimizde olmuþ olabilir. Biz bunlarýn hepsine birden bakarak Ýslâm tarihinde yer alan acýklý, hüzünlü olaylarý da iyi okumak, iyi anlamak ve eskilerin deyimiyle gereken ibret dersini almak durumundayýz.

Muharrem ayýna ay olarak baktýðýmýz zaman, evvela Kurân'ý Kerim'de dört hürmetli aydan biri olduðunu öðreniyoruz. Kur'an'dan öðrendiðimize göre Yüce Allah bu aylara hususi bir hürmet atfetmiþ, farklý bir deðer yüklemiþtir. Eski aylardan Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep aylarý (dört ay) böyledir. Hazreti Ýbrahim zamanýndan peygamberimize kadar olan devirlerde, bu hürmetli aylarda, insanlar biraz daha güler yüzlü, mütevazý, sevimli, biraz daha müsamahakâr ve daha cömert olurlar, kulluðunu gözden geçirirler, diðer aylara göre tövbe-istiðfara daha çok zaman ayýrýrlar, iyilik yapmayý daha çok isterler, muhtaçlarý düþünürler, þiddet, fitne, fesat savaþ duygularýndan arýnýrlar. Tarih boyunca bu dört ayýn böyle bir özelliði var. Dolayýsýyla kültürümüzde Muharrem ayýnýn ilk ve en önemli kýsmý budur; yani hürmetli bir ay olmasý, saygýlý bir ay olmasý. Nitekim Peygamber Efendimiz de bu aydan “þehrullâh” diye bahsediyor yani “Allahýn ayý”. Þehrullâh ne demek; yani bir aya “Allah'ýn ayý” deniliyorsa onda bir özel anlam var, özel bir deðer var demektir. Yani “Allah'ýn ayý” demek, bu ayda yapýlan ibadetlerin sevabýnýn diðer aylara nazaran çok daha farklý ve fazla karþýlýk bulduðu, Allah'ýn nezdinde çok kýymetli bir zaman dilimi olduðu demektir. Þu içinde bulunduðumuz Muharrem ayýna, gecesi ve gündüzüyle “þehrullâh” denilmesinin anlamý budur. Bu sebeple biz bu ay geldiði zaman, her ayda yapmadýðýmýz bazý özel etkinlikler ve faaliyetler yapýyoruz.

02

Page 5: Bursa Kent Konseyi Konferanslar Dizisi - 2

Bizler de iþte þimdi, burada aþûre ikramý etrafýnda, bir sema gösterisi ile, bir sohbetle bir araya gelerek bu ayýn mana ve önemini birlikte tekrar anlamaya ve idrak etmeye çalýþýyoruz. Bunlar inanç deðerlerimizin, geçmiþten gelen geleneklerimizin ayakta durmasý, yaþamasý, insanlarýmýza ruh ve zindelikle manen gönül canlýlýðý vermesi açýsýndan çok önemli kültür ve maneviyat deðerlerimiz arasýndadýr.

Peygamber efendimiz Medine'ye hicret ettiðinde “þehrullâh” dediði bu muharrem ayýna ulaþýnca Yahudilerin, o gün oruçlu olduðunu öðrendi. Peygamberimiz onlara sordu: “Niçin oruç tutuyorsunuz?” Yahudiler dediler ki: “Bu, büyük bir gündür. Allah o günde Mûsa'yý ve kavmini kurtardý, Firavun'u ve kavmini ise helâk etti. Mûsa da bir þükür olarak o gün oruç tuttu, bizler de onun için oruç tutuyoruz.” Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz, “biz, Mûsa'ya sizden daha ziyade haklý ve yakýnýz” buyurdu, Hz. Mûsa'nýn manevî mirasýna sahip çýktý ve peþinden hem kendisi o gün oruç tuttu hem de ashâbýna o günde oruç tutmalarýný emretti.Daha o zaman henüz Ramazan Orucu farz kýlýnmamýþtý. Dolayýsýyla Ramazan Orucu farz kýlýnýncaya kadar, 10 muharrem'de evveli ile ahiriyle birlikte tüm Müslümanlar oruç tuttular.

Oruç tutma ile birlikte Muharrem'in bizim dinî veya kültürel geleneðimizdeki yeri bir kat daha arttý. Bunu bir ressamýn Muharrem ile ilgili fýrçasýndan çýkan bir resme benzetecek olursak, renkler biraz daha yerine oturmuþ, þekiller biraz daha Muharremi bize gösterir hale gelmiþ olur. Fakat Fýkýh âlimlerinin yorumlarý doðrultusunda sadece Muharrem'in 10'nu deðil, Ýslâmî farklýlýðý belirtmek adýna Yahudilerden ayrý olarak genellikle 9 - 10, 10 - 11 veya 9 - 10 - 11 tarzýnda ikili, ya da üçlü bir set halinde bu ayda oruç tutma geleneði yaygýnlaþmýþtýr.

Pekala Ramazan ayýnda oruç farz kýlýndýktan sonra muharrem orucuyla ilgili uygulama ne oldu? O zamana kadar Peygamberimiz de, Müslümanlar da hep Muharrem orucunu tuttular. Efendimiz Hazretleri, Ramazan'da bir ay süreyle oruç tutmanýn farz olduðunu bildiren âyetler geldikten sonra “Þüphesiz ki aþûre, Allah'ýn (önemli) günlerinden bir gündür; artýk, dileyen o gün oruç tutar, isteyen de o gün oruç tutmaz” buyurmak suretiyle ashâb-ý kirama bu konuda serbestlik getirdi. Böylece ashâb-ý kiramýn þahsýnda ümmet-i Muhammed muharrem orucunu tutmakta muhayyer býrakýlmýþ oluyordu. Yani bundan böyle aþûre günlerinde oruç tutmak artýk Peygamberimizin bir emri deðildi. Ama tavsiye devam ediyordu. Dolayýsýyla bu günlerde oruç tutabilenler sevap kazanacaklardý. Bu münasebetle muharrem ayýnýn aþûre günlerinde nafile oruç geleneði manevî bir yapýda günümüze kadar varlýðýný sürdürmüþ olup, azýmsanmayacak sayýda Müslümanlarýn o günlerde her yýl sevap elde etmek niyetiyle oruç tuttuklarý görülmektedir.Muharrem ayýnýn bir baþka önemli yönü, kadîm medeniyetlerden, kadîm dinlerden gelen farklý renklerin var olmasýdýr. Yani bu ayýn mübarekliði, esasýnda peygamberimizin bu ayý Allah'a izafetle þeref kazanan “þehrullâh” diye nitelendirmesiyle netleþmiþ olmakla beraber buna dair önceki peygamberler devrinde olan biten bazý hadiselerle de baðlantý kurularak bu ayýn önemine vurgu yapýlan birtakým anonim rivayetler ve halk söylentileri vardýr. Bunlardan birini Yahudilerin oruç tutma sebebi olarak peygamberimize verdikleri cevaptan öðreniyoruz: Yahudiler Hazreti Mûsa'nýn ve kavminin (Ýsrailoðullarý'nýn) Mýsýr'da Firavun'un zulmünden Muharrem ayý içinde ve özelikle 10 Muharrem'de Kýzýldeniz'i geçerek kurtulduðuna inanýrlar. Yine Âdem aleyhisselâmýn tövbesinin kabulünün de Muharrem ayýnda, özelikte 10 Muharrem'de cereyan ettiðine dair rivayetler vardýr. Keza Yunus aleyhisselâmýn denizde bir gemide yol alýrken, geminin alabora olma tehlikesine karþý bir kýsým insanlarýn yükü hafifletmek adýna denize atýlma sürecinde atýlanlardan biri de Yunus peygamberdi. Bir balýk onu kaptý. Ama onu tekrar karaya çýkarýp hayatiyetine kavuþma anýnýn bir Muharrem gününe tesadüf ettiði söylenir. Bu da bir peygamberin hayatýnda

03

Page 6: Bursa Kent Konseyi Konferanslar Dizisi - 2

önemli bir hatýra olarak Muharremle özdeþleþmiþ ve birleþmiþtir.

Daha çok sofralarýmýzý süsleyen ve bizim bu rivayetlerin ortaya çýkardýðý deðiþik renkleri bir arada hatýrlayýp anmamýza, bütün bunlarý bir arada düþünerek ikram sofralarýnda kucaklaþmamýza, tebrikleþmemize, sevgi ve saygýlarýmýzý birbirimize sunmamýza vesile olan aþûre de bir muharrem geleneðidir.

Nitekim muharrem ayý ve aþûre ile ilgili bir rivayet de Nuh peygamberle ilgili olarak anlatýlýr. Rivayete göre Nuh peygambere az sayýda inanan vardý ve bunlar, onun eliyle inþa edilmiþ olan gemiye binerek tufanda - suda boðulmaktan kurtuldular. Bu gemi kuvvetli rivayete göre 10 Muharrem gününde Cûdi Daðý'na ulaþtý. Allah'a ve Peygamberine inanýp Hazreti Nuh'un rehberliðinde gemiye sýðýnmak suretiyle canlarýný kurtarabilenlerden her biri torbalarýnda az da olsa erzakýný bir araya getirerek bir kazanda piþirmiþ olduklarý bir aþý, aþûre tatlýsýna dönüþtürdüler ve yediler. Aþûre ayý hepimizin bildiði gibi günümüzde de bir gelenek olarak tüm etkinliðiyle varlýðýný sürdürüyor; evlerimizde hazýrlanan aþûreden komþularýmýza ikram anlayýþý da günümüzde cok canlý bir þekilde kendini hissettiriyor. Yurtlarda öðrencilere, iþ yerlerinde çalýþanlara yetkili kiþiler o günlerde genellikle aþûre ikram ederek bu tarihî olayý hatýrlamaya yardýmcý olurlar. Böylece Hazreti Nuh'a inananlarýn kurtuluþunun hatýrlanmasý ve inanan insanlarýn Allah'ýn yardýmlarýna mazhar olmalarýnýn verimli bir açýlýmý ve güzel bir yansýmasý olarak aþûre geleneði özellikle Müslüman-Türk dünyasýnda geleneksel olarak devam ediyor. Nitekim “Muharrem ve Aþûre” konulu böyle bir sohbetin düzenlenmiþ olmasý ve akabinde de aþûre ikram edilecek olmasý bu tespitimizi doðruluyor.

Muharrem ayýnýn mübarekliðine delil olarak sýralanan rivayetler arasýnda aktarýlan baþka anonim bilgilere de tesadüf etmek mümkündür. Bunlardan anlaþýlýyor ki, geleneksel olarak tarih boyunca kendilerine çeþitli devirlerde peygamberler gönderilmiþ olan Samî Kavimlerin, Ýbrahimî dinlerin, kitabî dinlerin Muharrem ayýna deðer atfeden özellikleri vardýr. Bunlarýn hepsi bugün önümüzde ve tarihî kaynaklarýn verdiði bilgilerle ortak bir platformda buluþuyor. Bu safhada belki akla þöyle bir soru gelebilir: “Önceki peygamberler devrinde olan biten þeyler bizi neden ilgilendirir?” Bu sorunun cevabý þudur: Biliyorsunuz peygamberler birbirlerinin devamýdýrlar. Birinin eksiðini diðeri tamamlar ve ilahî dinler tekâmül ederek son peygambere kadar gelir. “Bugün size dininizi kemâle erdirdim, nimetimi tamamladým” diyor Cenâb-ý Allah… Yani Ýslâm dini bütün insanlýðýn dini, kýyamete kadar herkesi davet eden bir din ve Efendimiz Hazretleri de evrensel mesajý olan bir peygamber. Dolayýsýyla Hazreti Âdem'den baþlayan ve Efendimiz Hazretlerine kadar gelen ilahî dinler, tekâmül ede ede nihâî kemal ve gaye noktasýný O'nda bulmuþtur, böylece ilahî vahiy süreci Peygamberimizle sona ermiþ, kýyamete kadar gelecek tüm insanlara hitap edecek olan evrensel Ýslâm'ýn kitabý olan Kur'ân-ý Kerim'le ilâhî kitaplarýn indiriliþi tamamlanmýþtýr. Evet, Kur'an'la bu tamamlanmýþtýr. Dolayýsýyla biz sadece peygamberimize ve bizim kitabýmýza inanmakla yetinmiyoruz, ayný zamanda tüm kitaplara ve bütün peygamberlere inanýyoruz. Hoca Efendilerin yatsý namazlarýndan sonra genellikle okuduklarý Bakara sûresinin sonlarýnda “Âmenerrasûlü” diye baþlayan âyette tüm peygamberlere iman etmemiz gerektiði vurgulanýyor. Dolayýsýyla bizler Efendimize inandýðýmýz gibi Ýbrahim aleyhisselâma da bundan baþka diðer tüm peygamberlere ve onlara indirilen Sahîfe ve Kitap'lara inanýrýz. Ýmanýmýz böyle bir imandýr. Kucaklayan ve kapsayan bir imandýr. Biz böylesine muazzam bir iman mirasýnýn manevî vâris ve temsilcileri olarak gerçekten bunu idrak edip anlayabildiðimiz zaman imanýmýz daha da kavi olur, güçlü olur. Dolayýsýyla böylesine bir imaný nasip ettiði için Allah Teâlâ Hazretlerine çok þükretmemiz ve hamd etmemiz gerekiyor. Bunu daha iyi anlayabilmemiz için bu kýsmý son bir nükte ile tamamlayalým. Hazreti Ýbrahim, oðlu Ýsmail ile Kâ'be'yi bina ettikten

04

Page 7: Bursa Kent Konseyi Konferanslar Dizisi - 2

sonra çevrede zaman zaman dualar yapmýþtýr. Gücü yeten mü'minleri, Allah'ýn emriyle buralara gelip ziyaret etmeleri için davet etmiþtir. Âyetlerde bunlara yer verilir, ama Hazreti Ýbrahim'in mühim dualarýndan biri de þudur: Hazreti Ýbrahim diyor ki, “Yarabbi þu bölgeye yani Kabe civarýna yerleþmiþ olan zürriyetimden- neslimden bir nebî bir Peygamber getir ki o, kitâbý ve hikmeti insanlara okuyup öðretsin ve onlarýn gönüllerindeki kirleri temizlesin, kötülük duygularýndan onlarý arýndýrsýn.” Ýþte bu, Hazreti Ýbrahim'in çok önemli bir duasýdýr. Bu dua, Kur'an-ý Kerim'de yer alýr. Nitekim âhir zaman nebîsi olarak görevlendirilen Sevgili Peygamberimiz, buna ýþýk tutan bir ifadesinde büyük babasý Ýbrahim aleyhisselâmýn duasýna mazhar olduðunu söylüyor.

Peygamberler birbirinin nesidir? Kardeþidir. Evet peygamberler manen birbirlerinin kardeþleridir. Bu sebeple Sevgili Peygamberimiz ayný hadisinde kardeþi Îsa'nýn da müjdesine eriþtiðini söylüyor. Çünkü Hazreti Ýsa da kendisinden sonra adý Ahmed - Mahmud - Muhammed olacak bir peygamberin geleceðini, eriþenlerin ona iman etmelerinin isabetli olacaðýný çevresindekilere söylüyordu. Kur'an'da bu da anlatýlýyor. Demek ki Muharrem ayý, kadîm devirlerdeki en eski Peygamberlerden günümüze kadar her birinden bir takým kýymet ve deðeri içinde toplamýþ görünüyor… Yani bu ay, birçok güzelliði, birçok fazileti içinde barýndýrýyor. Ýþte þimdi Resûl-i Ekrem Hazretlerinin þu hadisinin anlamýný daha kolay kavrayabiliriz. Efendimiz buyurmuþtur ki: “Ramazan ayý dýþýnda kim ki Muharrem ayýnda bir oruç tutarsa, Ramazan ayýnda tutulan orucun sevabýndan sonra ikinci sýrada en büyük sevaptýr.”

Peygamberimiz diyor bunu. Çünkü böylesine kapsamlý müjdelerle dolu güzel bir ay Muharrem ayý. Peki, þairlerimiz, yorumcularýmýz nasýl yorumluyorlar? Sadece oruç mu? Oruç burada bir simgedir, Ýbadetlerimizden biridir, namaz da öyledir, hayýr - hasenatlarýmýz da böyledir. Þu sohbetle bir araya gelmemiz, etkinliklerimiz bütün bunlar bu ayda yapýldýðý zaman hedefine ulaþan, sevabý bol olan güzel hayýrlý iþlerdir, yararlý faaliyetlerdir. Dolayýsýyla kulluðu, indirgemeci bir yaklaþýmla tek bir ibadete baðlamamalý; Ýslâm'ýn, hayatýn tüm detaylarýna ýþýk tutan aþamalarýný kapsayan ve Müslümanlýðýn ön gördüðü tüm hayýr ve iyilikleri de içine alan bir kulluk olarak anlamalý. Bu kabil hadisleri þerh eden, açýklayan âlimler de ibadet ve kulluðu, sonuçlarý topluma hayýr ve güzellik olarak dönecek tarzda genel olarak kapsayýcý mahiyette anlamanýn daha doðru olacaðýný söylerler. Ýþte bu ay, böylesine faziletli bir ay.

Muharrem ayýnýn bizim kültürümüzdeki bir özelliði de hicrî takvimin birinci ayý yani sene baþý olmasýdýr. Muharrem ayý eski Arabî aylardan birinci aydýr. Hicrî 17. yýlda, hicretten 17 yýl sonra yani Peygamber efendimizin vefatýndan yaklaþýk 8 yýl sonra, Hazreti Ömer'in halifeliði zamanýnda bir komisyon toplandý. Bir takvime ihtiyaç duyulmuþtu; Ýran-Sasânî imparatorluðunun topraklarý fethedilmiþti, Ýslâm ordularý doðuda Horasan ve Türkistan sýnýrlarýna ulaþmýþtý. Doðu Akdeniz fethedilmiþ, Mýsýr'a kadar gidilmiþti, Ýskenderiye fethedilmiþti. Ýslâm ülkesinin sýnýrlarý fetihlerle çok hýzlý bir þekilde geniþlemiþti. Yani artýk piyasa, toplum hafýzasýnda yer tutmuþ bazý hadiselerden yola çýkarak “filan olaydan þu kadar önce, filan olaydan þu kadar sonra…” gibi ifadelerle tatmin olmuyordu. Bir takvime ihtiyaç doðmuþtu. Hazreti Ömer, ileriyi görebilen, geleceðe dönük öngörüleri olan ve ortaya çýkan problemlere çözüm üretmekte son derece baþarýlý bir yönetici… Onun böyle bir özelliði vardýr. Hadiseleri iyi okuyan, tedbirini anýnda alan, yeniliði anýnda yakalayan biridir. Hýzlý baþarýsýnýn sebeplerinden biri budur. Bu yüzden Hazreti Ömer devrinde büyük baþarýlar saðlanmýþtýr. Topluyor âlimleri, diyor ki: “Bana bir takvim lazým, takvime baþlangýç olabilecek bir olay

05

Page 8: Bursa Kent Konseyi Konferanslar Dizisi - 2

söyleyeceksiniz. gerekçeleriyle istiyorum!” Evet.. Adaletiyle ün yapmýþ büyük devlet adamý Hazreti Ömer böyle diyor… Komisyon çalýþmalarýnda üç þey öne çýkýyor: Birincisi, Peygamberimizin doðumu acaba takvimimizin baþlangýcý olabilir mi? diye tartýþýyorlar. Ýkincisi, Peygamberimizin ölümü takvimin baþlangýcý olabilir mi diye düþünüyorlar. Üçüncü olarak Peygamberimizin hicretini, takvime baþlangýç olabilmesi açýsýndan tartýþýyorlar. Bu konularda uzun uzun görüþ alýþveriþinde bulunuyorlar, neticede hicret öne çýkýyor. Çünkü Ýslâm tarihinde hicret, büyümenin, yükselmenin adeta sýçrama noktasýdýr. Hicretten bir önce Miraç vardý. Miraç, Peygamber Efendimizin Allah katýnda en yüce mertebeye eriþmesi, Cebrail aleyhisselâmla buluþmasý ve büyük müjdelere eriþmesidir. Miraçtan sonra da hicret gerçekleþmiþtir.

Ýslâm medeniyeti, hicret ile kurumlaþma sürecine baþlamýþtýr. Hicretten sonraki yýllarda Ýslâm toplumu kendi kendine karar verebilen müstakil bir siyasî varlýk haline gelebilmiþtir. Ýþte hemen hicret'ten sonra Müslümanlar Kuba Camiini inþa ederek beþ vakte açýk ilk camiye kavuþtular ve içinde özgürce namaz kýldýlar, bunu sür'atle Mescid-i Nebî takip etti. Sonra okul yaptýlar, Suffe Okulu… Bu okul, yatýlý - parasýz okulun ilk örneði olabilir diyor ünlü Ýslâm tarihi âlimi Muhammed Hamidullah Hoca. Çarþý Pazar kuruldu, Müslümanlarýn alýþ veriþ yapabileceði veya ticarî - ekonomik giriþimlerini geliþtirebilecekleri önemli bir geliþme saðlandý… Ýlk nüfus sayýmý yapýldý. Ne zaman yapýldý bunlar? Hicretten hemen sonra birinci yýl içinde yapýldý. Böylece büyümenin, geliþmenin adý “Hicret” oldu.

Hazreti Ömer, buna benzer gerekçeleri dinledikten sonra komisyonun vardýðý kararý takdir etti, onay verdi, uygundur dedi. Peki, bu ne demektir þimdi? Þu demektir: Hazreti Ömer'in baþarýlý öngörüsüyle gerçekleþtirdiði komisyon çalýþmasý neticesinde ortaya çýkan ve onaylanan bu karar, Müslümanlarýn asýrlar boyunca tarihî hadiseleri belirlemekte kullanacaklarý bir takvimin doðmasýna vesile olmuþtur. Adýna da hicret esas alýndýðý için “Hicrî Takvim” denilmiþtir. Þu anda kullandýðýmýz takvimlerimiz Miladî takvimdir. Miladî takvimin 2010 yýlýna göre þu sene itibariyle hicrî takvim olarak 1431 senesindeyiz.

Ýþte bu þekilde ortaya çýkmýþ olan hicret takviminin sene baþý ve birinci ayý da Muharrem ayýdýr. Dolayýsýyla söz konusu Muharrem ayýnýn hicreti konuþma, hicretin kazanýmlarýný anlamaya çalýþma konusunda da bize yüklediði bir ödev ve sorumluluk vardýr. Yani Muharrem ayý bizden böyle bir görevi Ýstiyor. Öncesi, sebepleri, cereyan tarzý az önce arz ettiðim bir yýl içinde olan sonuçlarý itibariyle gerçekten buna Ýslâm medeniyetinin bir koþuya çýkýþý denilebilir. Bu durumda Ýslâm medeniyetinin ilk koþuya çýkýþýnýn adý nedir? Hicret'tir. Dolayýsýyla bu muharrem ayýnda hicrfeti de da anmamýz bunu da enine boyuna konuþmamýz, anlatmamýz, anlamamýz gerekiyor.

Deðerli dostlar, deðerli kardeþler, bu Muharrem ayý bir baþka cihetten ibret alabilmek amacýyla, bizi üzen, hüzünlendiren bir tarihî hadise ile de iç içe anýlýyor. Hicret'in 61. yýlý bütün Müslümanlarý derinden yaralayan, gönülden inciten bir acý hadiseye sahne oluyor. Gönül sýzlatan bu facia, Hazreti Hüseyin Efendimizin erzaksýz, susuz ve zayýf býrakýlarak Kerbelâ'da þehit edilmesi hadisesidir. Özellikle þu anda anlatacaðým þeyler biraz karýþýk. O yüzden o hadiseyi dramatize ederek zihinlerinizi yormak istemiyorum. Nasýl kolay anlayabiliriz onu yapmaya çalýþacaðým. Bunun için, bunu anlamak ve anlatmak için önce basit soru ile baþlayabiliriz. Soru þu: “Biz ne için Hazreti Hüseyin'i Muharrem ayýnda anýyoruz? Bir sürü baþka þehitler de var. Hazreti Hüseyin niye öne çýkýyor?” Burada bir öne çýkma var ama bütün Ýslam dünyasýnda var, yalnýz bizde deðil. Sünnisi, Alevsi, Þiisi… Ýslam coðrafyasýnda mizacý- meþrebi ne olursa olsun farklý

Bana öyle bir þey söyleyin ki, bu, takvimin ilk yýlý ve baþlangýcý olsun, ama

06

Page 9: Bursa Kent Konseyi Konferanslar Dizisi - 2

tasavvuf veya fýkýh ekollerine mensup her zümre bu acýyý yüreðinin derinliklerinde taþýyor… Neden? Sebebi gayet basit. Hazreti Hüseyin, sýradan biri deðil. O kimdir? Ona bakmamýz gerekiyor. Hazreti Hüseyin, Peygamber Efendimizin öz torunudur. Peygamberimiz deve taklidi yaparak Hasan ve Hüseyin Efendilerimizi sýrtýna bindiriyor, yürütüyordu. Bir zat-ý muhterem onu gördü. Hasan ve Hüseyin Efendimize þaka ile mizah ile takýlarak, “ne güzel bineðiniz var” deyince Efendimiz de o kiþiye cevaben torunlarýný öne çýkararak “ne güzel de binicileri var” diyor. Efendimiz Hazretlerinin Hazreti Hasan ve Hüseyin'e özel iltifatlarý var. Hazreti Hasan ve Hüseyin zaman zaman koþarlardý, dedeleri birini sað kucaðýna birini sol kucaðýna alýr, öper, koklar, sever, okþardý. Efendimiz Hazretleri bunu sadece torunlarýna deðil, diðer çocuklara da yapardý. Ama unutmamak gerekir ki, torunlarýna hususi bir sevgisi vardý Peygamberimizin… Fatýma annemizin evi, Peygamber Efendimizin evine bitiþikti. Bir gün kapýnýn önünden geçerken torunlarýndan birinin aðlamasýný duydu, görünmüyordu ama ses duyuluyordu. Efendimiz dýþarýdan seslendi, “kýzým Fatýma orada mýsýn? Onlarla ilgilen. Torunlarýmýn aðlamalarýndan benim üzüntü duyacaðýmý bilmiyor musun?” dedi, sevgili Peygamberimiz… Bir gün Hasan ile Hüseyin çocuk hali güreþiyorlardý. Bu sýrada Peygamberimiz aleyhisselâm, “haydi Hasan, davran!” diyordu. Kýzý Fatýma dedi ki, “Baba! Hasan, Hüseyin'den bir yaþ büyük, Hüseyin bir yaþ küçük. Haydi, Hüseyin demen gerekmez mi? Niye Hasan diyorsun?” Dedi ki, Peygamberimiz: “Cebrail de haydi Hüseyin davran, deyip duruyor, ben de Hasan'a arka çýktým” dedi. Yani bu Hasan ve Hüseyin dediðimiz þahsiyetler, Peygamberimizin ev halký demektir, hanesinin içinde olan, en yakýnýnda olan þahsiyetler bunlar. Resûl-i Müctebâ Hazretlerinin bunlara hususi bir alakasý var, sevgisi var, hususi bir ilgisi var. Ashâbýn büyüklerinden Vâsýle b. el-Eskâ Hazretleri anlatýyor: Bir gün Peygamberimizi ziyarete gittim. Eþlerinden Ümmü Seleme'nin evindeydi Peygamberimiz… Yanýna Hasan geldi, onu sað yanýna oturttu ve öptü. Sonra Hüseyin geldi, onu da sol dizine oturttu ve öptü. Daha sonra Fâtýma geldi, onu da ön tarafa oturttu, Ali'yi de çaðýrtarak Ahzâb Sûresi'nin 33. âyetini okudu. Bu âyette “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, her türlü kiri giderip sizi tertemiz yapmak istiyor” buyuruluyordu. Bu âyet, Ehl-i Beyt âyeti diye bilinen Ahzab Sûresi'nin 33. âyeti olup biz buna akýlda kolay kalmasý bakýmýndan 33. sûrenin 33. âyeti diyoruz ki, tekrar ifade etmek gerekirse bu âyette Sevgili Peygamberimizin ev halkýný oluþturan Ehl-i Beyt'in tertemiz olduðundan bahseder. Yani en baþta eþleri olmak üzere Peygamberimizin ev halkýndan bahseder. Evet, Þüphesiz ki Yüce Allah, Ehl-i Beyt'i yani Peygamberimiz aleyhisselâmýn ev halkýný her türlü kirden, pislikten arýndýrmak, tertemiz yapmak ister. Dolayýsýyla Ehl-i Beyt dediðimiz zaman her türlü kirden arýndýrýlmýþ, Gönülleri nurlu tertemiz insanlardan bahsetmiþ oluyoruz. Tabii ki bunlarýn baþýnda bizzat Peygamber Efendimiz geliyor. Sonra Hazreti Ali Efendimiz, Hazreti Fâtýma geliyor, Hazreti Hasan ve Hüseyin Efendilerimiz geliyor. Bunlar Ehl-i Beyt'in özünü oluþturuyorlar. Ama Peygamber Efendimizin eþleri, eþleri dýþýndaki diðer yakýnlarý, amcasýnýn çocuklarý, hatta manevî yakýnlýðý itibariyle Selmân-i Fârisî ve Üsâme b. Zeyd Hazretleri de, hatta bir yoruma göre manevî mensubiyeti itibariyle onu seven ve yolundan giden ümmet-i Muhammed de Ehl-i Beyt'ten sayýlmaktadýr. Özellikle Selmân-i Fârisî Hazretlerini Peygamber Efendimiz çok severmiþ, esasýnda uzak diyarlardan göçüp gelen bu zatý muhâcirler “bizdendir”, ensar da “bizdendir” diye baðýrlarýna basarmýþ. Efendimiz Hazretleri ise her iki tarafý da incitmemek için, “ Selman bizdendir, Ehl-i Beyt'tendir” buyurmuþ. Manen ona imanýmýz, muhabbetimiz ve baðlýlýðýmýz itibariyle umulur ki, Allah bizi de Ehl-i Beyt'ten sayar. Unutmayalým ki, Ehl-i Beyt-i Hâssa dediðimiz baþta Peygamber Efendimiz olmak üzere Hazreti Fâtma'yý, Hazreti Ali'yi, Hazreti Hasan'ý ve Hazreti Hüseyin'i seviyoruz, manevî nisbeti itibariyle Ehl-i Beyt'ten sayýlan diðer zevatý da seviyoruz. Bütünüyle Ashâb-ý Kiram Hazerâtýný seviyoruz. Evet… Peygamber Efendimiz Ehl-i Beyt-i Hâssa için, “Ben bunlarý seviyorum, sende bunlarý seveni sev Yâ Rabbi!” diyor. “Kýzým Fâtýma benim

07

Page 10: Bursa Kent Konseyi Konferanslar Dizisi - 2

yüreðimden bir parçadýr; onu seven beni sevmiþ, ona ezâ veren bana ezâ vermiþ olur” diyor. “Bir kimse beni severse, Hasan'la Hüseyin'i severse, bir de bunlarýn ana ve babasýný severse, kýyamet gününde dereceleri benimle beraber olur” buyuruyordu.

Tabii ki Ýslâm tarihine Ehl-i Beyt unvanýyla geçen bu þahsiyetler, tüm Müslümanlarýn gönüllerinde taht kurmuþ manevî dereceleri yüksek zatlardýr… Peygamberimizin dilinden övülmüþler, sevilmiþlerdir. Kerbelâ'da þehit düþen iþte bunlardan biri… Öldüren bir zâlim, bir gaddar, ölen bir mazlum, hakký yenmiþ bir insan. Ölen Peygamberimizin göz bebeði, dünyadaki gülüm, çiçeðim dediði, cennet gençlerinin beyefendisi dediði bir insan. Önce öldürüyorlar, sonra baþýný kesiyorlar. Kûfe ve Þam'da kale burçlarýnda dalgalandýrýyorlar.Böyle bir þenâat, böyle bir cinayet görülmüþ bir þey deðil. Ama ihtiraslar, tutkular insanlarý canavarlaþtýrabiliyor. Ýþte ibreti bu noktada almak lazým, yani insanlar nefislerine hâkim olmalýlar, sevgiyi, saygýyý adalet duygusunu kaybetmemeliler, hak ve hukuku yitirmemeliler, en yakýnlarý bile olsa haksýzlýk yapýyorsa karþýsýnda olmalýlar.

Evet, keþke Hazreti Hüseyin'in baþýna bu hadise gelmeseydi, bu acýyý her yýl yaþamasaydýk, ama bu da bir ibret olarak ortaya çýkmýþtýr. Çünkü Hazreti Hüseyin haksýzlýða karþý bir ýþýk yakmýþtýr, zâlime karþý direnmiþ ve doðruluk adýna samimi bir yürüyüþ içinde olmuþtur, Belki muvaffak olamamýþtýr ama tarihe bir referans ve ibretli bir dip not koymuþtur. Hak ve adalet adýna cesur davranmanýn, hak ve adalet adýna ayakta durmanýn bir modeli ve ilk örneði olarak Hazreti Hüseyin en önlerde, en yüksek mevkilerdedir. Hazreti Hüseyin'i saygý ile ama baþýna gelen acýklý olaydan dolayý ayný zamanda hüzünle anmamýzýn sebebi budur. Evet… Ehl-i Beyt unvaný altýnda isimleri sýralanan herkesi seviyoruz. Mazlum Hüseyin'i hususiyle seviyoruz.

Son olarak bir soruya birlikte cevap arayalým. Þöyle bir soruyu sorabilirsiniz bana: Hocam siz bu konuyu iyice okudunuz, yazdýnýz, anlatýyorsunuz, Allah aþkýna Hazreti Hüseyin Efendimiz evinden çýkmasaydý olmaz mýydý? Onun, 75 kiþilik - 80 kiþilik Ehl-i Beytiyle Kûfe'de iþi neydi? 70 kiþi niçin öldü, kendisi niçin öldü, yazýk günah deðil mi? Bu, önlenemez miydi? Bunun cevabýný araþtýrdýðýmýz zaman þunu görüyoruz: Hazreti Hüseyin, keyif için, durup dururken, hiçbir þey yokken deðil, maruz kaldýðý tazyik, sýkýntý ve takipten kurtulmak adýna evini barkýný terk etmek zorunda kalmýþtýr.Bunu daha iyi anlayabilmek için mini bir analize ihtiyaç vardýr.

Bilindiði üzere Hazreti Ali, bir Haricî saldýrganýn suikastýna maruz kaldý ve M. 661 yýlýnýn ramazan ayýnda þehit edildi, Ondan sonra Kûfe halký, özgür iradeleriyle Hazreti Hasan'ý halife seçtiler. Hazreti Hasan, Hazreti Hüseyin'in aðabeyi. Hazreti Hasan baktý ki ortalýk kötü, Muaviye Þam tarafýndan 45.000 kiþilik bir ordu ile halifeliði yani iktidarý kendisinden alayým diye yola çýkmýþ. Hazreti Hasan, çevresindekilerin çýkardýðý karýþýklýk sebebiyle onlara olan güvenini kaybetmiþ ve meþru halife olduðu halde, hakkýndan feragat etmiþ, gönüllü olarak yönetimi terk etmiþtir. Feragat ne demektir? Feragat þu demek; hak sizindir, ama fitne olmasýn diye bir baþkasý lehine vazgeçiyorsunuz, büyüklük sizde kalýyor. Ýþte Hazreti Hasan haklý olduðu halde Müslümanlar arasýnda fitne çýkmasýný önlemek ve iç huzuru saðlamak gayesiyle Muâviye lehine hilâfet koltuðunu terk ederek büyüklük göstermiþtir.

Hazreti Hüseyin, aðabeyinin yaptýðý bu iþi uygun bulmadýysa da ona karþý saygýda kusur etmemiþ ve iktidar Muâviye ile birlikte Emevîlere geçtikten sonra Medine'de münzevî bir hayat geçirmiþ, etliye - sütlüye karýþmamýþtý.

08

Page 11: Bursa Kent Konseyi Konferanslar Dizisi - 2

Hatta Hucr b. Adî gibi Hazreti Ali muhibbi olan nitelikli þahsiyetlerin haksýz yere idam edilmesi gibi olumsuzluklarý bile tahammülle karþýlamaya çaba göstermiþ, kendi adýný hiçbir fitneye karýþtýrmamýþtý. Peki Hazreti Hüseyin ne zaman evinden çýkarak siyasî meselelerle ilgilenmeye mecbur kalýyor?

Muaviye'nin, dinî hayat itibariyle, ahlâkî ve siyasî kiþilik itibariyle pek de sevilmeyen bir tip olan oðlu Yezid'i, “benden sonra halife sensin!” diye saðlýðýnda herkesi ona biat etmeyi dayattýðý zaman, gerekirse kýlýç kullanarak bile olsa siyasî erki ardýna alarak herkesi bu olumsuz geliþmeye katký vermeye zorladýðý zaman…Tabii ki buna zorlanan ve özel baský altýna alýnanlar arasýnda Hazreti Hüseyin de vardý. Hatta bu olumsuzluða onay vermesi istenilen ve baský altýna alýnanlarýn baþýnda idi Hazreti Hüseyin.

Bunun dýþýnda Hazreti Ömer'in oðlu Abdullah, Hazreti Zübeyr'in oðlu Abdullah, Hazreti Ebû Bekir'in oðlu Abdurrahman da bunlar arasýndaydý. Bu yüzden bunlar siyasî baský altýnda Yezid'in yönetime gelmesine onay vermeye zorlandýklarý için adeta Medine'den gizlice çýkýp Mekke'ye gittiler ve Kâ'be'ye sýðýndýlar. Muâviye ise yanýna askerî birlikleri almak suretiyle önce Medine'ye sonra Mekke'ye gidip minberden halka hitap etmek suretiyle gerekirse tehditle halký oðlu Yezid'e biata zorladý. Böylece gönüllü veya gönülsüz olduðuna bakmaksýzýn herkesin biatýný almayý baþardý. Tabii ki halk, siyasî gücü arkasýna alan bu faaliyete boyun eðmek mecburiyetinde kaldý. Fakat zorlu bir takibe ve baskýya maruz kalsalar da buna boyun eðmeyen ve dik duran, bu haksýzlýða bu yanýþla hayýr deme durumunda olan insanlar da vardý. Çünkü yapýlan þey geçmiþ siyaseti yansýtmýyordu, yani Peygamber Efendimiz böyle yapmamýþtý, Hazreti Ebû Bekir böyle yapmamýþtý, Hazreti Ömer böyle yapmamýþtý. Burada Ýslâm siyaset geleneðinin tersine bir þey öneriliyordu, Kayser'lerin (Bizans hükümdarlarýnýn), Kisra'larýn (Sasanî-Ýran meliklerinin), babadan oðula usülü getirilmek isteniyordu. Ýslâm toplumunun sosyo-kültürel ve siyasî bünyesine yakýþmayan kötü bir kopyalama söz konusuydu. Bu durum, Müslümanlarýn gelecek asýrlarýný da olumsuz etkileyecek bir mahiyet taþýyordu. Bu sebeple, baský altýnda kalsalar da bu olumsuz geliþmeye seyirci kalmayanlar, Hazreti Ali'nin oðlu Hüseyin, Hazreti Ömer'in oðlu Abdullah, Aþere-i Mübeþere'den Hazreti Zübeyir'in oðlu Abdullah, Hazreti Bekir'in oðlu Abdurahman'dý.

Hazreti Hüseyin yoðun biat baskýsýna maruz kaldýðý günlerde Kûfe ileri gelenlerinden yüzlerce kiþiden davet mektuplarý aldý. Ama bunlara hemen inanmadý. Bir ön araþtýrmayý planladý. Nihayet olumlu rapor gelince buna istinaden Kûfe'ye müteveccihen Ehl-i Beytiyle birlikte yola koyuldu. Bu süreçte Basralýlara da durumun nezaketini belirten bir mektupla haberci yolladý. Keza yola koyulduðunu bildirmek üzere bir haberci de Kûfe'ye gönderdi. Fakat maalesef bu üç þahsýn üçü de Emevî yönetimince idam edildi. Olayýn mahiyeti birden bre deðiþti. Sözde Hazreti Hüseyin, 20 bin - 30 bin Kûfeli kendisini karþýlayacakmýþ gibi yol alýyordu ama gönderdiði ulaklar birer birer þehit edilmiþti üstelik kendisini davet eden Kûfeliler, Hazreti Hüseyin'in habercilerini zor zamanda yalnýz ve yardýmsýz-desteksiz býrakmýþlardý, onlarý adeta ölüme terk etmiþler, Emevî yönetimine karþý onlarý savunmamýþlardý. Haberler kötüydü, sýkýntýlýydý. Hani bizde bir laf vardýr, “kader aðlarýný örüyor” diye… Artýk öyle bir yola girilmiþ ki geri dönüþü yok. Nihayet Hazreti Hüseyin, karþý tarafýn askerî kuþatmasý ve tehdidi altýnda kaldý, kuþatýldý ve 2 Muharrem'de Kerbela'da su ve erzak temini bakýmýndan zorluk teþkil eden bir yere ikamete, çadýr kurmaya mecbur edildi...

09

Page 12: Bursa Kent Konseyi Konferanslar Dizisi - 2

Hazret-i Hüseyin sekiz gün orada kaldý. Sekiz gün içinde karþýlýklý görüþmeler oldu. Bu görüþmelerde Hazreti Hüseyin'in karþý taraftan istediði üç þey vardý: Birincisi, Kûfeliler beni davet etmiþtir, bugün davet eden kiþiler kendisine sahip çýkmýyorlar, davet ettiklerinin yanýnda yer almýyorlar, “onu biz davet ettik yanýndayýz, ona dokunamazsýnýz, evimiz ona açýktýr, þehrimizin kapýsý açýktýr” demiyorlar. Bu durumda bana düþen, geri dönüp gitmektir. O halde býrakýn ben geri döneyim. Ýkincisi, buna razý deðilseniz Emevî yönetiminin baþý durumunda olan Yezid'e bizzat gidip meselemi-davamý kendim konuþayým, anlatayým. Buna izin veriniz. Biz buna da razý gelmeyiz diyorsanýz, Allah rýzasý için benim küffarla Müslümanlarýn arasýnda bir sýnýr kentine, bir kasabaya yerleþmeme izin verin de Allah yolunda cihat ederek, Kur'an öðreterek, hadis öðreterek, dedemden öðrendiklerimi aktararak ömrümü geçireyim. Böyle diyordu Hazreti Hüseyin.Fakat Kûfe Valisinden gelen cevap gayet katý ve þiddetli: Ya biat verirsin veya hakkýndan geliriz. Evet, Kûfe valisi Ubeydullah b. Ziyad böyle diyordu…

Hazreti Hüseyin'in maruz kaldýðý bu þiddet ve dehþet ortamýnda Yezid'e biat vermesini kimse beklemiyor, hiçbir araþtýrmacý âlim ondan bahisle biat verseydi de canýný kurtarsaydý demiyor. “Etseydi yanlýþ yapmýþ olacaktý, bu duruþu kalmayacaktý, hak ve adalet adýna çýkýþýný anlamsýzlaþtýrmýþ, haksýzlýða ve zulme karþý yaktýðý ýþýðý kendi eli ile söndürmüþ olacaktý” diyor.Evet, bu iþten vazgeçmesi, Hazreti Ali'nin evlâdý olan Hüseyin'in kiþiliðine uygun düþmüyordu, vazgeçmedi de zaten. Ýstikametinden vazgeçmeyen, karanlýða karþý yaktýðý ýþýðý canlý tutan Hazret Hüseyin'e karþý taraf maalesef merhamet göstermedi. Maalesef onu aç-bîlâc, sefil ve susuz býrakarak acý bir þekilde katletti, þehit etti: (10 Muharrem, 61/10 Ekim 680). Kendisinden geri kalan Ehl-i Beytine de çok da iyi muamele yapýlmadýðý tarihî kaynaklarda belirtilmektedir. Halbuki Biz Ehl-i Beyti niçin seviyoruz? Peygamber Efendimiz diyor ki, ashâbýmýn gönlünüzde üç ýþýk olsun: Birincisi, Allah sevgisi ýþýðý. Ýkincisi, Allah'ýn Resûlü Muhammed aleyhisselâm sevgisi ýþýðý. Üçüncüsü, Ehl-i Beyt muhabbetinin ýþýðý. Evet, Allah bize sonsuz nimetlerini sürekli veriyor, bize düþen O'nu sevmek ve O'na þükretmek, hamdetmek olmalýdýr. Evet, sevgili Peygamberimizin yolunda, onun yaktýðý nurlu ýþýðýn aydýnlýðýnda yürümeli ve onu çok sevmeliyiz. O bize Allah'a iman hazzýný yaþattý, Kur'an'ý sevdirdi, doðru yolu gösterdi. Tabii ki bize düþen, Allah Teâlâ ile birlikte O'nun Habib-i Edîbi Sevgili Peygamberimizi de sevmektir. Ehl-i Beyte gelince onlar Peygamber Efendimize en yakýn olanlardý, onu en iyi anlayanlardý, onu en çok sevenlerdi, onun sünnetini bize en doðru nakledenlerdi. Unutmayalým ki, Ehl-i Beyt, burada bir simge vazifesi görüyor. Yani esasýnda Ehl-i Beyti sevmek, ashâbý sevmek anlamýna geliyor. Çünkü Ehl-i Beyt, ashâbýn içinde bir halka, yani ashâbýn özü. Onlar, Peygamberimizin yakýnlarý olarak onun sünnetini, âdetini, usulünü, ibadetini, ahlâkýný, kulluðunu, adaletini özümseyip, doðru okuyup, doðru anlayarak kiþiliðine katmýþ, yaþamýþ ve bizlere en iyi bir þekilde temsil etmiþ durumda olan birinci sýnýf insanlar. Peygamberimiz aleyhisselâm, bizim Ehl-i Beyti sevmemizi isterken, bu maksatla sevmemizi diliyor. Bu durumda Ehl-i Beyti seversek Peygamberimize yol bulacaðýz, onu daha kolay anlayacaðýz, Peygamberimizi seversek Allah'a yol bulacaðýz. Çünkü Yüce Allah'ýn sevdikleri arasýna katýlabilmek ve O'nun maðfiretine eriþebilmek için önce Habîb-i Hudâ ve Þefî-i Rûz-i Cezâ Hazretlerini sevmemiz gerektiðinin farkýndayýz. Bu gerçeði bize Kur'ân-ý Kerim'de Cenâbý Hak haber veriyor. Bu hüzünlü kýsmý bir müjdeyle þöyle tamamlayalým. Peygamber Efendimiz bir gün Baki mezarlýðýna gitti, kabirleri ziyaret etti ve onlar hakkýnda dua etti, istiðfar etti, gözleri dolmuþtu ufuklara bakýyordu, dedi ki: “Kardeþlerimi çok özledim.” Sahabe çok kalabalýktý, dediler ki, “Ey Allah'ýn Resulü! Biz senin kardeþlerin deðil miyiz?” Peygamber Efendimiz bunlara cevaben, “siz benim ashâbýmsýnýz, kardeþlerim gelecek asýrlar da gelecek, beni görmedikleri halde bana iman edip benim yolumda yürüyecekler, bana tabi olacaklar!” buyurdu. Yanýnda bulunanlar, “Peki ey Allahýn

10

Page 13: Bursa Kent Konseyi Konferanslar Dizisi - 2

Resulü! kýymetli mü'min kardeþlerinizi nasýl bileceksiniz?” diye meraklandýlar. Efendimiz bunlara cevap olarak þöyle buyurdu: “Sizin bir atýnýz olsa, atýnýzýn ayaðýnda veya alnýnda bir beyazlýk olsa, belirti olarak niþan olsa, bu at her tarafý siyah olan atlarýn arasýna karýþtýðý zaman o beyaz niþanlarý, belirtileri, izleri sebebiyle onu siz hemen kolayca tanýmaz mýsýnýz?” Orada bulunan sahabîler, “tanýrýz Ya Resulallah!” dediler. Bunun üzerine Aziz Peygamberimiz þöyle buyurdu: “Ben de ashâbýmý, bana olan sevgilerinden, Allah'a olan muhabbetlerinden, secdelerinden, abdest aldýklarý için abdest azalarýnýn, secdeye vardýklarý için secde yerlerinin parýldayýp durmasýndan ve gönüllerinde Allah Peygamber muhabbetinin ýþýðýný canlý tutmalarýndan dolayý hemen tanýyacaðým!”

Umarým, Allah sevgisiyle, Peygamber sevgisiyle, Ehl-iBeyt sevgisiyle gönlümüzü aydýnlatýrsak, Resûl-i Ekrem Efendimizin özlediði kardeþleri arasýna biz de dahil olabiliriz. Allah bu müjdeli habere nail olmayý hepimize nasip eylesin!

Ben bu nezih ve güzel insanlarla bir Muharrem sohbetinde bir arada olmaktan çok mutlu ve bahtiyar oldum. Bu vesile ile beni böyle bir konuda sohbete davet eden deðerli zevata ve siz deðerli katýlýmcýlara en derin muhabbetlerimi, saygýlarýmý, þükranlarýmý arz ediyorum.Evet, süruruyla hüznüyle, sevinciyle acýsýyla, Muharrem ayý Ýslâm medeniyet ve kültür tarihinde önemli bir yere sahiptir.

Geliniz, biz hepimiz bu tarihî öneme sahip ayda olup bitenleri aþûre sofralarýnda anmaya devam edelim; kin ve husumet duygularýndan arýnalým, dostluk duygularýyla selâmlaþalým ve aþûre sofralarýnda kucaklaþalým! Allah'ýn selâmý, rahmet ve bereketi üzerinize olsun deðerli kardeþlerim.

Onlarý nasýl tanýyacaðýz, nasýl tanýyacaksýnýz, o çok özlediðiniz yolunuzdan giden

11

Page 14: Bursa Kent Konseyi Konferanslar Dizisi - 2

12

Page 15: Bursa Kent Konseyi Konferanslar Dizisi - 2

13

Page 16: Bursa Kent Konseyi Konferanslar Dizisi - 2

BURSA BÜYÜKÞEHÝR BELEDÝYESÝKATKILARIYLA

BURSA KENT KONSEYÝ BAÞKANLIÐIMerinos - Atatürk Kongre Kültür Merkezi,

16200 - Osmangazi / BURSATel: 0224 270 82 10 - 70 -71

Fax: 0224 270 82 12 - 270 82 [email protected]@bursakentkonseyi.org.trwww.bursakentkonseyi.org.tr