avrupa gÜn

60
ÜÇ AYLIK KÜLTÜR SANAT DERGİSİ | TEMMUZ | AĞUSTOS | EYLÜL 2011 | Nr: 4 | FİYATI: 2,90 Deutschland ....... Euro 2.90 Belgique ............. Euro 3.20 France ................ Euro 3.20 Nederland ........... Euro 3.20 Österreich ........... Euro 3.20 Nr. 4 | JULI | AUGUST | SEPTEMBER 2011 www.cumhuriyet.com.tr Avrupa Türkçesinin çalıșkan arıları YEREL BASIN Sınır tanımayan yurttaş: STÉPHANE HESSEL YAŞAMAK ZORUNDA KALINAN BİR KENTİN BÜYÜSÜ BENİM ‘BERLİN BERLİN’İM GÜLTEKİN EMRE TÜRKÇENİN ALMANYA’DAKİ RADYOLARDA KULLANIMI DİL BİR DİRENME ARACI MIDIR? CELİL DENKTAŞ YILDIRIM DENİZLİ’NİN ŞAKASI MONTREUX CAZ FESTİVALİ, TÜRK MÜZİĞİ VE CLAUDE NOBS RASİM BAYBARS KATAKOMBEN THEATER İLE KAZIM ÇALIŞGAN BELKIS ÖNAL PİŞMİŞLER YÜKSEL PAZARKAYA’NIN GÖZÜYLE SANATA AKAN GÖÇ ALMANYA’NIN TÜRKÇE EDEBİYATI GÜRSEL KÖKSAL

Upload: zeki-genc

Post on 19-Mar-2016

285 views

Category:

Documents


14 download

DESCRIPTION

CUMhuriyet ve tarih

TRANSCRIPT

Page 1: Avrupa GÜN

Ü Ç AY L I K K Ü LT Ü R S A N AT D E R G İ S İ | T E M M U Z | AĞ U S TO S | E Y LÜ L 2 0 1 1 | N r : 4 | F İ YAT I : 2 , 9 0 €

Deutschland ....... Euro 2.90Belgique ............. Euro 3.20

France ................ Euro 3.20Nederland ........... Euro 3.20

Österreich ........... Euro 3.20

Nr. 4 | JULI | AUGUST | SEPTEMBER 2011

www.cumhuriyet.com.tr

Avrupa Türkçesinin çalıșkan arılarıYEREL BASINSınır tanımayan yurttaş:STÉPHANE HESSEL

YAŞAMAK ZORUNDA KALINANBİR KENTİN BÜYÜSÜBENİM ‘BERLİN BERLİN’İMGÜLTEKİN EMRE

TÜRKÇENİN ALMANYA’DAKİRADYOLARDA KULLANIMIDİL BİR DİRENME ARACIMIDIR?CELİL DENKTAŞ

YILDIRIM DENİZLİ’NİNŞAKASI

MONTREUX CAZFESTİVALİ, TÜRK MÜZİĞİ VECLAUDE NOBSRASİM BAYBARS

KATAKOMBEN THEATER İLEKAZIM ÇALIŞGANBELKIS ÖNAL PİŞMİŞLER

YÜKSEL PAZARKAYA’NINGÖZÜYLE SANATA AKAN GÖÇALMANYA’NIN TÜRKÇEEDEBİYATIGÜRSEL KÖKSAL

Page 2: Avrupa GÜN

İÇİNDEKİLERkU ltUr

AVRUPA TÜRKÇESİNİ TAŞIYAN YEREL BASIN

YAŞAMAK ZORUNDA KALINAN BİR KENTİN BÜYÜSÜBENİM “BERLİN BERLİN”İM

Gültekin Emre

SINIR TANIMAYAN YURTTAŞ:STÉPHANE HESSEL

Uğur Hüküm

İKİ KİTAPLA MÜNİH’TEKİ BİR CAMİNİN SİYASAL TARİHİOsman Çutsay

“KATAKOMBEN THEATER” NASIL NASIL BİR DİRENÇ?Belkıs Önal Pişmişler

‘AGORA42’ ve NAZIM ÇETİNIşın Sigel

DİL: DİRENMENİN ENERJİSİCelil Denktaş

MONTREUX CAZ FESTİVALİ, TÜRK MÜZİĞİ VE CLAUDE NOBSRasim Baybars

YÜKSEL PAZARKAYA’NIN GÖZÜYLE ALMANYA’NIN TÜRKÇE EDEBİYATIGürsel Köksal

YILDIRIM DENİZLİ’NİN ŞAKASI

Gürsel Köksal | Hüseyin Şenol | Işın SigelMehmet Canbolat | Sadi Tekelioğlu | Serpil AygünMustafa Köker | Mustafa Korkmaz

Sayfa:

41

Sayfa:

47

Sayfa:

49

Sayfa:

53

Sayfa:

57

Sayfa:

4 -22

Sayfa:

60

Sayfa:

25

Sayfa:

31

Sayfa:

34-41

Page 3: Avrupa GÜN

4 TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 �

Yerel gazetelerve birönemin analitik tablosu

DoğRuLARı AvRupA’DA TÜRKçE SÖyLEmE inADı biR ihTiyAç yARATTıAvrupa’da Türkçeyerel medya

önemlidir. Türkçeoldukları içinönemlidirler.

Yerel medya her zamanönemli olduğu için

önemlidirler.Bağımsızlık ve ilkeli

gazetecilik açı-sından artık daha

iddialılar.

Yerel basın: Avrupa’daki Türkçe iletişimin geleceği açısından çok önemli.

GÜRSEL KÖKSAL

Türkiye kökenli göçmenle-rin yoğun olarak yaşadığıhemen her yerleşim biri-

minde, düzenli olarak yayımla-nan, idari ve yayın merkezleriTürkiye’de olmayan Türkçe gazeteve dergiler, Avrupa’daki Türkçegazetecilik açısından çok önemli.Öyle olduğu için, Avrupa’dakiTürkçe iletişimin geleceği açısın-dan da çok önemliler.

Bunların öncüsü Hürriyet.Londra’da ilk yayımlandığında yıl1894 idi. Paris ve Cenevre baştaolmak üzere çeşitli Avrupa mer-kezlerinde 19’uncu yüzyılın sonu,20’nci yüzyılın başında yayımla-nan gazete ve dergilerle, şimdiki-ler arasında elbette birçok farkvar. O gazete ve dergileri yayınla-yan kişiler, çoğunlukla ülkelerinisiyasi nedenlerle terk etmiş ya daülkelerinden siyasi nedenlerle sü-rülmüş Osmanlı aydınlarıydı.Kimi Türkçe, kimi de Avrupa dil-lerinde çıkardıkları dergi ve gaze-telerle, Osmanlı İmparatorlu-ğu’ndaki siyasi muhalefetin birparçasıydılar. Muhtemelen yaşa-

dıkları ülke yönetimlerinin Os-manlı’ya yönelik politikalarınında. O dönemlerde Osmanlı’ylasıkı ittifak içindeki Alman İmpa-ratorluğu’nda bu tip yayıncılıkfaaliyetinin görülmemesinin birnedeni de bu. Berlin’de 1917’denitibaren yayımlanan Türkçe ve Al-manca dergi "Die Neue Türkei"ise, iki ülkedeki siyasi iktidarlaraitiraz etmeden, iki ülke ve halklarıarasındaki ilişkilerin geliştirilme-sini hedefliyordu.

O zamanki gazeteleri elbette sa-yıları, eriştikleri okur kesimi açı-sından bakıldığında, şimdikilerlekarşılaştırmak mümkün değil.

Ama, yüzyıl önce de Avrupa’daTürkçe yayıncılık vardı.

Günümüz Avrupası’nda da...Günümüz Avrupası’daki Türk-

çe yayınlar, elbette 100 yıl öncekiöncülerinden farklı.

Artık sadece kağıda basılan ga-zete ve dergilerden oluşmuyorlar.Çok sayıda internet portalı, tele-vizyon ve radyo kanalı var. Vebunların gazete ve dergilere göreağırlığı artıyor.

Avrupa’daki Türkçe yayıncılıktaağırlık, başta 1969’dan bu yanaAvrupa’da günlük olarak basılıpdağıtılan Hürriyet olmak üzere,merkezi Türkiye’de bulunan Türk-çe medyada. Bu yayın organları,göç sürecinin gerektirdiği dönü-şümleri de yaşayıp, Avrupa’ya yö-nelik yerel içeriklerini arttırarakyayınlarını sürdürüyorlar. İçerik-lerinin büyük bölümünün Türki-ye’de hazırlanmasına rağmen, Av-rupa’daki Türk toplumuyla ilgilihaberlerin sayısı ve içerikleri gi-derek artıyor. Günlük yayımlan-dıkları için, Avrupa’yla ilgili ya-yınlarında süreklilik olduğu için,bu yayın organları, Türkçe yayın-cılığın ağır basan yanı olmayadevam edecekler. Ama dahaönemlisi, maddi güçleri, birikim-leri, yaygın örgütlenmeleri ve yay-gın profesyonel dağıtım sistemiiçinde okurlarına ulaşmaları ne-deniyle, uzun süre bu özelliklerinikoruyacaklar.

Ancak, bunların yanında, Av-rupa’ya Türkiye’den göçün ürünüolan ve bu süreçte ortaya çıkan,

giderek yaygınlaşıp gelişen yerelyayınlar da önemli. Her sayılarıbinlerce basılıp, bazen doğrudanev adreslerine, çoğunlukla daTürk işyerleri, kurumlarında da-ğıtılan, Türkçe gazete ve dergi-lerle, merkezi Avrupa’da olanTürkçe internet portalları, tele-vizyon ve radyo kanallarından sözediyoruz.

"Avrupa’da Türkçe yerel medya"başlığı altında ele aldığımız bu ya-yınlar, hitap ettikleri kitle, dağıtıl-dıkları, eriştikleri alan, dağıtım veerişim biçimleri, yayımlanma sık-lığı, içerikleri ve kaliteleri, gazete-cilik ilkelerine gösterdikleri özenaçısından birbirinden çok farklılar.

Birçok açıdan çok farklı yayınorganlarını, yayın pratiklerini, "Av-rupa’da Türkçe yerel medya" baş-lığı altında bir kategori içine sok-mak zor. Ancak mümkün.

Ortak payda olarak Türkçe

Page 4: Avrupa GÜN

Ortak paydaları var. DilleriTürkçe. Bazıları bulundukları ül-kenin dilinde bölümler, ekler deiçeriyor. Tamamen iki dilli çıkan-lar da var. Türkiye’de değil, Avru-pa’da hazırlanıyor ve yayımlanı-yorlar. Yayıncıları, çalışanları Av-rupa’ya yerleşmiş Türkiye kökenligöçmenler. Hitap ettikleri kitleTürkçe okuyan göçmenler, göç-men kökenli azınlıklar.

Dağıtıldıkları alan, esas itiba-rıyla yayımlandıkları kent ve çev-resi. Birkaç kenti içeren bölgeleri,eyaletleri ya da bir Avrupa ülke-sinde dağıtılma hedefinde olanlarda var. Bunlar içinde bedava da-ğıtılan gazete ve dergiler en bü-yük yeri tutuyor.

İngilizcede "Free Newspapers",Almanca’da "Gratiszeitungen" adıverilen bu gazetelerle ilgili Türk-çede üzerinde uzlaşıya varılmış birkavram henüz yok. Avrupa’dakiTürkçe yaşamın özellikleri vegerek hitap ettikleri kitle, gerekseiçerikleri dikkate alarak, bu yayın-ları "yerel" olarak tanımlıyoruz.

Bunlar gazetedir. Bu gazeteleriçıkaranlar da gazetecidir.

Aslında Belçika’da yayınlanan"Binfikir", Danimarka’da yayınla-nan "Haber", Almanya’da yayınla-nan "Merhaba", "Toplum" gibi ga-zete ve dergileri eline alan herke-sin de böyle düşündüğü, düşüne-ceği tartışmasızdır. Onların bü-yük gazetelerden farkları, bedavadağıtılmalarının yanı sıra, genel-likle aylık (Ulm’de yayınlanan"Merhaba" gazetesi, 15 günde birçıkıyor) olarak yayımlanmaları.

Bedava dağıtıldıkları için "Bun-lar gazete sayılmaz!" diyenler var.Avrupa ülkelerindeki "bedava ga-zeteler" için, bu tez tartışılabilir.Ancak Türkçe gazete ve dergileriçin, bu tezi tartışmaya gerek yok.Onların, potansiyel okurlarına,var olan gazete bayii sistemi ara-cılığıyla ulaşarak satışa sunulma-larının maliyeti çok yüksek. Satışasunuldukları takdirde, en azındanmasraflarını çıkarabilecekleri tekyöntem yaygın bir abonelik sis-temi. Ancak Türkçe gazete oku-runun, Avrupa’daki çok yaygıngazete abonelik sistemiyle arasıolmadığı için, bu yöntemden deyararlanamıyorlar. Onlar için tekyol kalıyor. Türklerin yoğun ol-duğu ortamlarda, işyerleri ve ku-rumlarda bedava dağıtılmak. Bi-raz daha sistemli çalışıp, tespitedebildikleri Türklerin posta ku-tularına dağıtmaya da çalışanlarda var.

Elbette, gazeteyi bedava dağıt-manın ve sadece ilan geliriyleayakta kalmaya çalışmanın ağırbedelleri de var. İçeriklerin hazır-lanması için ayrılan bütçeler gi-derek küçülüyor. Doğal olarak bu

projeleri de oldu. Yüksel Pazarka-ya’nın yayımladığı edebiyat vekültür dergisi "Anadil" gibi.

Türkiye’deki 12 Eylül askeri dar-besinin ülke dışına sürüklediğibinlerce insanımız içindeki gaze-teci ve yazarlar, Türkiye’deki siya-sal yaşama odaklı yayın pro-jeleriyle, Avrupa’daki Türkçemedyanın tarihinde yer aldılar.Türkiye’nin çeşitli nedenlerle on-ların büyük çoğunluğunun ya-şamlarının odağından uzaklaş-ması, bu kalemlerin Avrupa’dakiyerel medyanın gelişimine azım-sanmayacak katkıları oldu. Sa-dece yazarak, gazete çıkararakdeğil. Okuyarak da. Onların, aile-leriyle Avrupa’da yerleşik hayatageçmeleriyle, Türkçe iletişimdeısrarlı kesimler gelişti, genişledi.Bu arada Türkiye’den klasik göçde sürüyordu.

Almancayı günlük yaşamındakullanabilen, ancak Almanca ga-zete okuyacak düzeyde olmayan-ların sayısı, kimilerinin beklediğigibi azalmadı. Belki artmadı, an-cak aynı düzeyde kaldı. Paralelolarak Türk kökenlilerin kurduğudernekler ve diğer örgütlenmeleraracılığıyla yürütülen sosyal faali-yetler de artıyordu. Almanca med-yanın bu etkinliklerin haberleşe-rek, topluma ulaşmasına katkısıolmuyordu. Büyük gazeteler de,Batı Avrupa’nın birçok kent vekasabasındaki binlerce Türk der-neğinin, çalışmalarını haberleştir-mesi mümkün değildi. Yerel ola-rak çıkacak gazete ve dergilere,

ilan verip, onların ayakta kalma-sına sağlayabilecek özel şirketlerde gelişiyordu. Sonuçta, yerel ga-zete ve dergilerin sayısı arttı, içe-rikleri zenginleşti. Okur sayısınınartması, farklılaşması etkisini gös-terdi. Elbette bazıları baştan iti-baren güzel ve özenli Türkçe’yleçıkıyordu. Baştan itibaren öyle ol-mayanlar da, zamanla buna önemvermeye başladılar.

Ömürleri uzamaya başladı.Gerçi halen çoğunun ömrü kısasürüyor. Ancak, düzenli olarakyayınlanıp, 20 yılı geride bırakan-lar da var.

içerik kalitesinin gerilemesine yolaçıyor. Üstelik hazırlanması içinne kadar masraf yapılırsa yapılsın,ciddi içeriklere bir ödeme yapma-dan ulaşma alışkanlığı toplumiçinde yaygınlaşıyor. Burada birparadoks var. Aslında internetinyaygınlaşması nedeniyle büyükmedyayı da ilgilendiren ciddi biraçmazla karşı karşıyayız. Ve buaçmaza karşı şimdilik tek çözümyolu, her yayın organının ciddi veözgün içeriklerle okurlarının hu-zuruna çıkması.

Bu gazete ve dergiler, haberci-likteki iddiaları, gazetecilik ilkele-rine bağlılıkları, Türkçeye özen-leri, düzenli olarak yayımlanma-ları, özenli sayfa düzenleriyle, Av-rupa’daki Türkçe yayıncılığınönemli bir bölümünü, dinamikbir kesimini oluşturuyorlar. İçle-rinde çok iyi yayıncılık yapanlarvar. Bunların sayısı azdır. Az iyi vekötü yayıncılık yapanlar da var.Bunların sayısı çoktur. Tıpkı bü-yük medyada olduğu gibi.

Yukarıda ortak yanlarını sıra-larken değinildi. Bunların yayın-cıları da okurları da göçmenler.Büyük bölümü zaten göçle, göç-menlerle ilgili içeriklerle yayın ha-yatına başlamıştı. Diğerlerinin degöçle, göçmenlerle ilgili yayın içe-rikleri giderek artıyor. Göç verenülkeden çok, göç alan ülkelerdekisiyasal, kültürel, sosyal gelişme-lerle ilgili içerikler de.

Bu yayınların öncüsü 1964 yı-lında Federal Almanya’da hükü-metin desteğiyle çıkan "Anadolu"gazetesi oldu. Kamusal radyo vetelevizyon kuruluşlarının yayın-ları (Köln Radyosu gibi) onu iz-ledi. IG Metall gibi büyük sen-dikalar, DGB gibi sendikal çatıkuruluşları, Türkiye kökenli üye-leri için düzenli Türkçe yayınlarçıkardılar. Türkiye merkezli gaze-teler birbiri ardına Avrupa’ya yer-leşirken, Avrupa’ya yerleşik Türkgazeteci ve yazarlarının yayın

� TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 5

12 Eylül sürgünlerinin katkısı

Page 5: Avrupa GÜN

Avrupa’daki Türkçe yerel gaze-telerin bir diğer ortak özelliği de,şimdiye kadar kayda değer biraraştırmaya konu olmamaları.Avrupa’daki Türkçe iletişimin var-lığı, gelişimi, geleceği üzerinearaştırmalarda, sadece Türkiyemerkezli medyanın ele alınmasıelbette normal. Ancak, ulaştıklarıkitleler yüz binleri, hatta milyonubulan bu yayınların da en azındanAvrupa’daki Türkçe iletişimin bu-günü ve geleceğindeki rolleri açı-sından araştırılmaları gerekiyor.Elbette ciddi bir ilan mecrası oluş-turdukları için sektördeki ağırlık-larının da.

Onların esas alındığı araştırma-lar yok. Ancak, onların Avrupa’-daki Türkçe medya içindeki ağır-lıkları, Avrupa’daki Türkçe top-lumu için önemleri açısındansöylenebilecek şeyler var.

Dağıtımları geliştiği, okur sayısıarttığı için yerel yönetimlerin dik-katle takip ettiği, yerel yöneticile-rin yazı bile yazdığı, dolayısıylaürünlerini, hizmetlerini tanıtmakilan verenlerin kapılarını çaldığıyayınlar haline geliyorlar.

Zaman zaman Türkiye’de deokunuyorlar. İlgi çekiyorlar da.Merhaba gazetesinin Avrupa’dakianadil hakkındaki "İnadına Türk-çe" vurgusuyla sürdürdüğü kam-panya, Türk gazeteciliğinin büyükisimlerinden Altan Öymen’in dedikkatini çekmişti. Öymen, Radi-kal gazetesindeki köşe yazısında,Türkiye’deki Kürtçeyle ilgili tar-tışmalara değindikten sonra, Al-manya’daki Türklerin anadiliniöğrenme, öğretme, konuşma hak-kına, Merhaba’nın vurgularıylaişaret etmişti.

Sadece haberleriyle değil, diğeriçerikleriyle de gelişiyorlar. Örne-ğin Toplum (Hessen) gazetesi,Avrupa’daki emeklilikle ilgili iş-lemlerden, kira hukukuna, okur-larının çeşitli konulardaki sorun-larına çözüm önerilerine, sorula-rına yanıtlara geniş yer veriyor.

Yukarıda, bu sektöre yönelik bi-limsel araştırmaların olmadığınadeğinmiştik. Ancak bu konununönemini bilenler de var. ÖrneğinAvrupa Türk Gazeteciler Birliği

(ATGB), Frankfurt, Stuttgart veBrüksel’de düzenlediği toplantı-larla yıllar önce bu konuda ilkadımları atmıştı. Ankara Üniver-sitesi İletişim Fakültesi’nin 2005yılında gerçekleştirdiği "Yurt DışıTürk Medyası" konulu sempoz-yum da bu adımlardan sayılabilirve ATGB’nin toplantılarındansonradır.

Avrupa’daki Türk toplumununhaber, bilgi, eğlence ihtiyaçlarınıkarşılayacak, Türkçeyi yaşatacak,kültür ürünleri olarak bu gazete-lerle ilgili ciddi sorunlar da var.İçerik kalitesi ve Türkçeye özengösterme bakımından, çok kötüdurumda olanlar var. Gazeteciliksorumluluk ve ilkeleri açısındanda durum öyle.

İlan verenlere bağımlılık nede-niyle, güvenirlik açısından sınıfıgeçemeyeceklerin sayısı halen çokyüksek. Ciddi ön hazırlık yapıl-madan yayın hayatına atıldıklarıiçin yayın ömrü kısa sürenlerinsayısı halen çok yüksek.

Ama tüm zayıf yanlarına, ek-sikliklerine rağmen, bu gazete vedergiler önemlidir. Binlerce kişi-nin bulundukları toplumlarla,kendi anadilleri aracılığıyla ilişkikurmalarını sağlıyorlar.

Avrupa’daki Türkiye kökenlitoplumun nüfusu artıyor. AncakTürkçeyi aktif olarak kullananla-rın, yani gazete, dergi gibi klasikyayın organlarının tüketicilerininsayısı artmıyor. Aksine azalıyor.Yeni kuşaklara Türkçe öğretilmi-yor, Türkçe öğrenim geriliyor, ge-riletiliyor.

Tüm sorunlara rağmen, Türkçeyerel medya direnerek, ayakta ka-lıyor...

Sonunda Türkiye’deki siyasi ik-tidar da onların etkisinin ve öne-minin farkına vardı. Basın Yayınve Enformasyon Genel Müdürlü-ğü’nün bu yılın şubat ayındaKöln’de gerçekleştirdiği "Türkçe

yan Türkiye kökenli insanların,Türkçeyi kullanan insanların, ya-şadıkları ülke insanlarıyla eşithaklara sahip olmaları, özgür,eleştirel, bilgili insanlar olarakhem kendilerinin, hem de yaşa-dıkları ülkelerin geleceklerini gü-zelleştirmesiyle güçlü bağlatısıvardır.

Gazetecilik bir doğruyu söyle-mek mesleğidir. "Bilgiyi araş-tırma, edinme ve yayma" hakkı,başında ilkeli gazetecilik olan sü-reçlerde gerçekleşebilir.

Doğruların söylenmesi önemli-dir. Ama doğrunun hangi dildesöylendiği de. İnsanlık farklı dil-leri kullandığı sürece, Türkçe deiletişim ve kültür dili olarak yaşa-yacaktır.

Avrupa’da da.Doğruların Avrupa’da da Türk-

çe söylenmesi önemlidir. �

6 TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 �

Merhaba gazetesininAvrupa’daki anadilhakkındaki "İnadınaTürkçe" vurgusuylasürdürdüğü kampanya,Türk gazeteciliğinin büyükisimlerinden AltanÖymen’in de dikkatiniçekmişti. Öymen, Radikalgazetesindeki köşeyazısında, Türkiye’dekiKürtçeyle ilgili tartışmalaradeğindikten sonra,Almanya’daki Türklerinanadilini öğrenme,öğretme, konuşma hak-kına, Merhaba’nınvurgularıyla işaret etmişti.

Yerel basın sorunsuz mu?

Yayın Yapan Medya Kuruluşları"toplantısı bunun işaretiydi. Top-lantıda, bu yayınlarda görevli ga-zetecilere, sarı basın kartı veri-leceği ve kart için istenen koşul-ların, bu gazeteciler lehine kolay-laştırılacağı duyuruldu. Bir yayınorganının tüketicisine ulaşmaküzere dağıtıma sunulduğu ana ka-darki tüm hazırlık, üretim aşama-larında görev alan herkes, ken-dilerini gazeteci olarak tanımlı-yorlarsa, gazetecidirler. Onlara budurumlarını belgeleyecek basınkartı verilmesinin kuşkusuz hempratik, hem de sembolik değeriyüksektir.

Ancak, basın kartından öncehalledilmesi gereken şeyler devar..

Evet, "Avrupa’da Türkçe yerelmedya" kategorisindeki bu yayın-lar önemlidir.

Türkçe oldukları için önemli-dirler.

Yerel medya her zaman önemliolduğu için önemlidirler.

Sayıları az da olsa, bazıları uzunömürlü olmayı başarmıştır. Bazı-ları başından beri öyleydi. Bazılarıda uzun ömürlülüğün verdiği di-rençle, bağımsızlık ve ilkeli gaze-tecilik açısından artık dahaiddialılar. Bu durum çok önemli-dir. Aynı şey Türkçenin daha gü-zel kullanımı açısından da geçerli.Türkçenin kullanımında gösteri-len özenin arttığı kesindir. Buradada vurgulayalım. Elbette bazılarıbaşından beri ileri derecede du-yarlıydı. Önemlidirler. Ama ye-terli değil. İlkeli gazetecilikte di-renişin güçlenmesi gerekiyor.

Avrupa’nın geleceğinde Türkçeiletişimin gelişerek var olması içinde direnmek gerekiyor. Bu dire-nişin kendisi önemlidir. Direnen-ler de...

Böylece hem gazetecilik, hemTürkçe güçlenerek, gelişebilir. Bugelişimin, Avrupa ülkerinde yaşa-

İddia ve özen

Page 6: Avrupa GÜN

90/Yeşiller Partisi’nin EşbaşkanıCem Özdemir, Avrupa Parlamen-tosu eski milletvekili Ozan Cey-hun, Alman Federal MeclisMilletvekili Ekin Deligöz baştaolmak üzere Almanya’da isim yap-mış çok sayıda edebiyatçı, sendi-kacı, sosyolog, sanatçı, sporcu yeralıyor.

Başlı başına bir basın öyküsükonumundaki "Merhaba", sadecebir gazeteden ibaret değil. Uzunyıllar "Merhaba FM" ile radyodinleyicilerine Türkçe yayın dasunan Merhaba’nın yayınları ara-sında bir Türkçe mizah dergisi de("Hallo") var. Toplam 9 kitabıokurla buluşturup bir yayıneviolarak geçmişte hizmet verenMerhaba, 6 yıldan bu yana ise"Nerede" adlı iş rehberleri ile Al-manya’nın güneyinde, Baden-Württemberg ve Bavyera eya-letlerinde vatandaşların elinin al-tındaki kılavuzların başında yeralıyor.

Üye sayısı Avrupa’da 300’e yak-laşan Avrupa Türk GazetecilerBirliği (ATGB) Denetleme Kurulu

� TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 7

“Buralı olmazsa,gazetenin şansı yok”

TürkçE yErEL baSININ 21 yaŞINdaki GENci “MErhaba” vE babaSI hüSEyiN ŞENoLAnnesinin cezaevi ka-pılarında kendisini

ararken Türkçeyiöğrendiğini anlatan

Hüseyin Şenol, bugünTürkçenin devamı ve

kazanımı içinAlmanya’da

çalışmalarınısürdürüyor.

Hüseyin Şenol ve “Merhabacılar”…

IŞIN SIGEL

Türkiye’de 12 Eylül darbesisonrası‚ teknoloji Kapıku-le’ye varamadığından ve

bilgisayar kontrolüne takılmadı-ğından "içeriye" çekilmekten kur-tulmasaydı, Almanya’da bugünhem Türkçe yerel gazetecilik hemde ulusal basına yetiştirilen mu-habir ve redaktörlerin büründüğükimlik, çok daha farklı olabilirdi.

Dedesi Arnavut, çete lideri. De-desi, amcası Kosova’da Sırp-lar’dan gördükleri baskılardan,önce Yunanistan’a sonra Türki-ye’ye kaçmışlar.

Dört kardeşi Kosova’da, dörtkardeşi İstanbul’da dünyaya gelmiş.

Hüseyin Şenol’un asıl soyadıÇuni. Asıl adı da Hysen.

Dünyada en sevdiği şehrin İs-tanbul olduğunu söylüyor ve ek-liyor: "Okula gidene kadar Arna-vutçam çok iyiydi. Sonra da Ar-navut kökenimizi gizlemek duru-munda kaldığımızdan Türkçemizçok iyi oldu. Anadilimi daha azbilsem de Arnavutça. Tıpkı bura-daki Türk gençleri gibi."

Türkiye’de gençlik yıllarında

devrimci hareket içinde yer alanve 1980 darbesiyle Almanya’dakibabasının yanına gelen HüseyinŞenol, o dönemde Türkiye’de aran-sa da dönmeye karar verdiği gün-lerde "Merhaba" gazetesini kuru-yor.

Niyetinin bir iki yıl gazeteyi çı-karıp sonra Türkiye’ye dönmekolduğunu söyleyen Hüseyin Şe-nol, 21 yılın ardından hâlâ heryeni sayıda duyduğu heyecanı şusözlerle vurguluyor:

"Bu öyle bir sevda ki, bu seferde buradaki Türklerin hakları içinmücadeleye giriştik, ırkçılığa, ya-bancı düşmanlığına karşı. Dost-luk için, hoşgörü için uyumaköprü oluşturmak için girdiğimizdavada 21 yıl nasıl geçmiş, far-kında bile değilim."

Annesinin cezaevi kapılarındakendisini ararken Türkçeyi öğ-rendiğini anlatan Hüseyin Şenol,

bugün Türkçenin devamı ve ka-zanımı için Almanya’da çalışma-larını sürdürüyor.

Hüseyin Şenol sadece Alman-ya’da değil, Avrupa’da Türkçe yerelve ulusal basında birçok taşın ye-rinden oynamasında‚ "kendisi çokfarkında olmasa da" son dereceetkili bir isim.

Fabrikada işçi olarak çalışırken12 bin mark kredi çekip "Mer-haba" gazetesinin temelini attı-ğında nasıl derin sulara daldığını,hangi mücadeleleri vereceğinibelki çok da bilmiyordu. 1990 yı-lından bu yana geçen 21 yılda500’e yakın ismi Türk basınına ka-zandırdı.

Başta aylık yayımlanan, son 12yılda iki haftada bir okurla bulu-şan, bugün ise Baden-Württem-berg ve Bavyera eyaletlerine ayrıayrı gazete hazırlayan "Merhaba",Güney Almanyalı Türklerin vaz-geçilmez Türkçe yayınlarının ba-şında geliyor.

"Merhabacılar" arasında ya da"Merhaba Ailesi"nde geçmişte vebugün yazanlar arasında Birlik

Öyle bir sevda ki…

Page 7: Avrupa GÜN

üyesi olan Hüseyin Şenol‚ "Yaşlıkıtada Türkçe yayımlanan günlükgazete sayısının azalması, tirajla-rının düşmesinde en büyük etkeninternetse diğeri de yerel gazete-lerdir" değerlendirmesiyle, ulusaldüzeyde dağıtımı yapılan yayınla-rın karşısında yerel gazetelerinönemli bir güç olduğu konusundahiç alçakgönüllü değil.

"Hedef haftalık, hatta günlükyayın yapmak" diyen HüseyinŞenol, Almanyalı Türklerin hazır-ladığı yayınların gelecekte okurlartarafından tercih edileceğini vebugünün tam tersine Avrupa say-falarının yerine 4 sayfanın Tür-kiye sayfalarına ayrılacağı görüşü-nü de savunuyor.

Benim gibi birçok haberci arka-daşımın basınla buluştuğu, med-yanın kapılarını araladığı Mer-haba hakkında ve inandığı haya-lin peşinden giderek onu gerçeğedönüştüren yaratıcısı Hüseyin Şe-nol’la söyleştik.

- Hikaye tam olarak neredenbaşlıyor?

hüSEyiN ŞENoL – Tam isabet.Çünkü ailemin yaşadığı kültür ça-tışması ve gördükleri baskı ol-masa, bugün ben de bu gözlükleolaylara bakamazdım. Bizimkiler1960’da İstanbul’a gelmişler. De-dem, büyük amcam önce 1945’teYunanistan’a sığınmışlar. Rejimemuhalif hareketin içinde yer al-mışlar. Sırplardan gördükleri bas-kıdan kaçmışlar. Dedem çete li-deri. 6-7 yıl Yunanistan derkensonra İstanbul.

Ancak 45’den 1960’a kadarbabam, babaannem, ve kardeşleriKosova’da kalmışlar.

Asıl soyadımız Çuni; Gilan şeh-ri ise memleket. Babaannem kan-sere yakalanmış ve dedemle aslakavuşamamışlar. Bunlar birer tra-jedidir. Benim asıl adım da HysenÇuni.

- Şenol adını nasıl aldınız?hüSEyiN ŞENoL – Babamın mezar

taşında Şenol soyadının yanındaÇuni de yazıyor. Sığınmak için"Türküz" demiş. Nüfus memuruda soyadımızı koymuş. Dedemin,

amcamın ve bizim soyadlarımızhep farklı farklıdır. ArkasındaTürkleştirme zihniyeti yatıyor.Çocuklarımın iki adı var. EliraSude, Ayda Eylem.

- Ailece Almanya’da yaşıyorsu-nuz. Evde hangi dil baskın konu-şuluyor.

hüSEyiN ŞENoL – Elbette Türkçe.Dünyada en sevdiğim şehir İstan-bul. Okula gidene kadar Arnavut-çam çok iyiydi. Sonra da Arnavutkimliğimizi saklamak durumunda

kaldığımızdan Türkçemiz çok iyioldu. Anadilimi daha az bilsem deanadilim Arnavutça. Tıpkı bura-daki Türk gençleri gibi.

- Anlaşılan Türkçeyi okulda öğ-renmişsin…

hüSEyiN ŞENoL – Annem cezaevikapılarında beni ararken Türkçeyiöğrendi. Bizim evde annembabam hep Arnavutça konuşur-lardı. Babam 9-10 dil biliyordu.En iyi konuştuğu dil elbette Ar-navutçaydı. Hep bir aradaydık."Türkiye’de Arnavut sorunu yok"derler. Olmaz tabii. Doğru, hak-kını aramazsan, susarsan sorunçıkarmazsan sorun yokmuş gibigörünür. Okulda Arnavutum de-diğim için Milli Güvenlik dersin-den ikmale kaldım. Allah’tan

sorular Türklerle ilgili değildi,geçtim sonra. Babam da bana sıksık "Dışarıda Arnavutum deme"diye tembihte bulunurdu.

- Arnavut kökeninden dolayıTürkiye’de bir tarafını eksik yaşa-mışsın. Susarak yok saymışsın.Buna rağmen geçmişte devrimcihareket içerisinde yer aldın,cezaevlerine düştün. Buna kültü-rel bir çelişki diyebilir miyiz?

hüSEyiN ŞENoL – Türkiye hep çokönemliydi benim için. Devrimci

hareketin içinde bulundum elbet.Öğrenciyken aktif eylemlere ka-tıldım. İşçi dayanışmaları, boy-kotlar. Birçok eylem için sık sıkiçerideydim. Hak ve özgürlük mü-cadelesiydi bu ve faşistler de bunasaldırıyordu.

- Anne seni ararken cezaevikapılarında Türkçeyi sökmüş, yababa?

hüSEyiN ŞENoL – Babam ailesinigeçindirmek için Türkiye’ye ilkgeldiği dönemde şamtatlı satı-yordu sokaklarda. Babamın Türk-çeyi öğrenmesinde ise Türkiye’-den o zamanki Yugoslayva’ya, Yu-goslavya’dan da Türkiye’ye malgetirip götürmesi etkili oldu. Tür-kiye’de olmayan krem, şampuangibi birçok şeyi getiriyordu.

- Kaçakçılık yaparken mi Türk-çeyi öğrenmiş?

hüSEyiN ŞENoL – Hayır. En songümrükte içi saat dolu radyolarıbir kadına verince kadın yakalan-mış. Bunun üzerine babam teslimolmuş. Babam Sultan Ahmet Ce-zaevi’nde 3-4 yıl hapis yattı. O daTürkçeyi hapiste öğrendi. Dahasonra 1974’de Almanya’nın Ulmkentine gitti. Dil bilmiyordu. Al-manya’dan çikolata, muz getiri-yordu bize. 1984’de ise temellidöndü. 2004’de 75 yaşında öldü.

- Merhaba gazetesinin arkasındaaslında koca bir kültürelçatışma ve baskı görülen birgeçmiş var desek. Kosova, Yuna-nistan, İstanbul’u Ulm’a bağla-yan, yerel gazetecilikte "MedyaPatronu" olmanı sağlayanserüvenin Almanya ayağı nasılgelişti?

hüSEyiN ŞENoL – Kesinlikle evet:Geçmişteki o kültür, etnik veideolojik çatışmalar bizi buralarakadar getirdi. 1980’in yazında ba-bamın yanına gezmeye geldim.Babam işleri ayarlamıştı, benianarşi ortamından kurtarmak is-tiyordu. Avrupa’nın cazibesi çokolsa da, benim gibi Arnavut birgenci Türkiye sevdasından alıkoya-madı. Ama başkaları Türkiye’ye elkoydu. Darbe oldu. Yeğenimi has-taneye götürüyorum numarasıylaevden akrabaların evine kaçtım.Havaalanları kapalıydı. İlk dö-nemde eylem yapmayı sürdürdük.

Pasaportum elimdeydi zaten.18 Eylül 1980’de babamın yanınaUlm’a gittim. Dayanamadım 1Mart 1981’de geri döndüm.Müdür "içeri alırlar" dedi. Hiçbirarkadaş da yoktu. İçeri alınmış-lardı. 7 Mart’ta Almanya’ya dön-düm. Ara ara Türkiye’ye gittim.Almanya’da da devrimci hareke-tin içinde olmaya ise devam et-tim.

Heimlarda babamla birlikte kal-dım. Kempten’de ağabeyim yaşı-yordu. Turistik, güzel bir şehir.Meslek okuluna Ulm’da kaydımıyaptırdım. 1 Ekim’de 16 yaşında-

8 TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 �

1980’in yazında babamınyanına gezmeye geldim.Babam işleri ayarlamıştı,beni anarşi ortamındankurtarmak istiyordu.Avrupa’nın cazibesi çokolsa da, benim gibi Arnavutbir genci Türkiye sevdasın-dan alıkoyamadı.

“Asıl adım Hysen Çuni”

“Merhaba, haksızlığabaşkaldırının ürünü”

Page 8: Avrupa GÜN

kiler için vize başlamıştı. Bendaha önce gelmiştim. 1984’e ka-dar uçakta kişisel bilgiler doldur-duğumuzu hatırlıyorum. O za-man bilgisayar ağı yoktu. Kişiselbilgiler valiliğe kadar gidip debizim evi polis basana kadar bençoktan yeniden Almanya’ya dön-müş oluyordum. Annem beni ko-rumak için babamla ayrı yaşadık-larını söylüyordu. 1984’te bilgisa-yar sistemine geçince yakayı eleverdim. Biraz tuttular. Sonra bı-raktılar. Babam çok para harcadıtabii. Cezalarımı sıraya koydular.En hafif cezayla başladılar. İlk ozaman Boğaz Köprüsü’nü 1980’de1 Mayıs’ta işgal etmekten dolayı 1ay boyunca Balıkesir’e gitmektenmen ettiler. Ne alakaysa. Her gün1 ay gitmediğime dair imza attım.Arkadan ağır cezalar gelecekti.Kapıkule’ye teknolojiden öncevardım ve bilgisayar kontrolünetakılmadan kurtuldum.

1989’a kadar gidemedim. Yuna-nistan’a gidip, Yunan adalarınaTürk adası niyetine bakıp ağlıyor-dum. Annemle Kosova’da buluş-tuk. Kardeşlerim evlenmiş, yeğen-lerim olmuştu. Bütün bunlar odönemde tam kırılma noktasındayani 21-25 yaşları arasında oldu-ğum için beni derinden etkiledi.

Almanya’da ise meslek eğiti-mimi tamamladım. Artık torna-tesviyeci olmuştum. Babam Tür-kiye’ye dönmüştü. Çok Alman ar-kadaş edindim. Almanya’daki si-yasi gelişmeleri yakından takipediyorduk. Türkler de işçilerle da-yanışma içindeydi. Göçmen ol-maktan kaynaklanan mücade-lenin tam içindeydik. Türk gaze-telerini takip ediyordum. Uluslar-arası Af Örgütü AI’de görev al-dım. Yabancılar Girişimi’nde ça-lıştım. Göçmen Federasyonu’nun(DIB) Avrupa yönetimindeydim.

O dönemde Türk toplumudaha faaldi. Almanlarla el ele ha-reket ediyordu. Irkçılık tırmanışageçmişti, Türklerin evleri yakılı-yordu.

İşte tam o zamanlar Türk top-lumundaki gelişmeleri aktarmakiçin basında göreve başladım.Milliyet’te çalışmaya başladım.AI’nin ve diğer kuruluşların der-gilerinde yazılar yazıyordum.Sendikalarda etkindik. Önce du-varlara yazdım, sonra işçi ve göç-men hareketi içindeki yayın or-ganlarında. Bir yıl sonra da Al-man kültür dergisi Szene’de Türk-çe sayfa hazırlamaya başladım.Büyük ilgi gördü. O tek sayfa yet-miyordu. Yerel gazete çıkarmafikri her geçen gün bende daha danetlik kazanmaya başladı. 1990aralık sonunda Merhaba okurlabuluştu. Gazete çıkmadan 3-4 ayönce ön çalışmalar yaptık. "Appleal" diyorlardı. 15 bin mark. Bankabana 12 bin mark kredi verdi. Bil-gisayar aldım 7 bin mark gitti. İğ-neli yazıcı aldım. Batı Trakyalırahmetli arkadaşımız RamadanSehimioğlu çok yardımcı oldu.Teknik yok, bilgi yok, para yok,ekip yok, ekipman yok. Gazeteyiyine de çıkardık. İlan tecrübemyoktu. Esnafın reklam kültürüyok. Biz 21 yıllık yerel gazeteciliksürecinde reklam sektörünü es-nafla birbirimize öğrettik.

Gazetenin ilk sayısı çıktı. Dağı-tımını biz yaptık. "Aa, gazeteyebenziyor!" dediler. "Aa, her zamanmı çıkacak?" dediler. Ben "1-2 yılçıkar" dedim, 21 yıldır yayındayız.Halk sahip çıktı. Bölgede diğerTürkçe gazetelerin, radyo prog-ramlarının oluşumuna vesile ol-du. Merhaba ile tanışıp, bizimaramızdan bunu meslek olarakyapan, Almanya çapında çok sa-yıda arkadaşımız var- Bugün Almanya’nın neredeysehemen her kentinde Türkçe yerelgazete var. Ancak 90’lı yıllarınbaşında bir heyecan ve coşkudalgasının ardında

Merhaba’nın sadece Türkçe gaze-teyi okura buluşturması mıyatıyordu sence?

hüSEyiN ŞENoL – Faaliyetler deyaptık. Sergilerden ırkçılık karşıtıeylemlere, seçme ve seçilmehakkı için mitinglerden, Merhabakültür gecelerine kadar. Yayınevikurduk. Ticareti bilmiyorduk.Bata bata öğrendik. Bu zorluk-larla karşılaşacağımı bilseydimaçıkçası bu adımı atamazdım ozamanlar. 1989’da dönmeye ni-yetliydim ama bu kez de göçmenhakları için verdiğim mücadeledeMerhaba çok büyük rol oynadı veben Almanya’da kaldım.

- Gazetenin adını nedenMerhaba koydunuz? Ayrıcasiyasi bir çizgiden de geliyorsun.Politik kimliği olan biri içinbiraz fazla "tarafsız" değil mi?

hüSEyiN ŞENoL – Almanların ençok duyduğu, bildiği Türkçe ke-lime "Merhaba" olduğu için gaze-teye de bu adı verdik. Başta Al-manlara gitmeyi hiç akıl edeme-dik. "Ne yapıyorsunuz siz?" diyor-lardı. Sol bir kimliğim de var,doğru. Merhaba hiçbir zaman si-yasi bir gazete olmadı. Ancak ay-rımcılık, ırkçılık karşıtı haber,yorum politikası izledi.

Her görüşe eşit mesafede duru-şumuz bizim için büyük önem ta-şıyordu. Almanya’da Türkçe yerelyayıncılık yaparken sağ-sol politi-kalarından çok yabancılar politi-kasını içerikte esas aldık. Bunedenle Merhaba, Almanya’nındört bir yanından yazan değerliTürkiyeli yazarların "mekanı" ol-du. Göçmen politikaları ve kültüralanında görüşlerini kaleme aldı-lar. "Bugünü" onlar belirledi der-sek doğruyu söylemiş oluruz.Köşe yazarlarımız arasında CemÖzdemir, Ozan Ceyhun, Ekin De-ligöz vardı. O zamanlar Türk top-lumu için yeni ve heyecan ve-riciydi. Etrafımızda geniş biryazar kitlesi oluştu. İlk yıllardaherkes bunu topluma bir hizmet

olarak algıladığı için gönüllü des-tek veriyordu.

"Türkiye’de Almancı, Alman-ya’da Yabancı", "Bizim Almanya"adlı yayınlarımızda köşe yazarla-rımızın görüş ve yorumlarını der-ledik. Ayrıca Merhaba Yayıneviolarak araştırma ve şiir kitaplarıçıkardık. Toplam 9 kitabı okurlabuluşturduk. Kitaplarımızla Tür-kiye’ye de açıldık. Frankfurt’unyanı sıra İzmir, Ankara, İstanbulkitap fuarlarına katılarak göçmensorularına dikkat çektik. Parayısoruyorsanız, para yapamadıktabii.

Merhaba 12 yıldır iki haftadabir çıkıyor. Her sayıda hâlâ heye-canla matbaadan çıkmasını bekli-yorum. Merhaba’da 21 yıllıksüreçte 500’e yakın arkadaşla bir-likte çalıştık.

- Almanya’daki Türkçe yerelgazetelerin haber aktarmanındışında sence bir misyonyüklenmesi koşul mu ya da isteristemez bir misyon yükleniyormu?

hüSEyiN ŞENoL – Almanya’daTürkçe yerel basın olmazsa ol-maz. Biz buranın ilki değiliz belkiama en eskisiyiz. İlk iki haftalığız,ideal olan haftalık, hatta günlükolmak. Bu arada Türkçe mizahdergisi "Hallo"yu da okurla buluş-turduk Erdoğan Karayel’le. Bu-nunla birlikte magazin, sporyayınlarımız da oldu. MerhabaFM ile de uzun yıllar Radio Ca-nale Grande’de bölgesel radyocu-luk yaptık. Bütün bunlar nedenoldu? Çok otomatik bir yanıt bel-ki ama, ihtiyaçtan.

Kabul etmek istemeyen olsa dayerel gazete Türk toplumu için,Türk ve Alman makamları içinbir güç kaynağı ve bulunmaz birnimetti. Seslerini duyurabilecek-leri bir merci, yakınlaştıran birköprü.

Son 6 yıldır da, iki ayrı bölgeyefarklı çıkan "Nerede" adlı rehber-leri yayımlıyoruz.

� TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 9

Gazetenin ilk sayısı çıktı.Dağıtımını biz yaptık."Aa, gazeteye benziyor!"dediler. "Aa, her zaman mıçıkacak?" dediler. Ben"1-2 yıl çıkar" dedim, 21yıldır yayındayız. Halksahip çıktı. Bölgede diğerTürkçe gazetelerin, radyoprogramların oluşumunavesile oldu.

Bata bata öğrendik…

Page 9: Avrupa GÜN

- Bundan 20 yıl önce Türkçeyerel gazeteler bir elin beşparmağını geçmezken ve pas-tada en büyük payı Türkçe ulu-sal gazeteler alırken, bugünyerellerin sayısı yüzlere tırmanı-yor, ulusal gazeteler ise varlıksavaşı veriyor. Bu tabloya 20 yılönce baksaydık "Hadi canım"derdik. Tam da burada "Hadicanım" dediğimiz için mi fotoğrafşimdi farklı gözüküyor?

hüSEyiN ŞENoL – Günlük gazete-ler geleceği göremediler. Yerel ga-zetelerin önemini anlayamadılar.Alman gazetelerini yerellikte ör-nek alamadılar. Hatta yerel basınıhor gördüler. Günlük gazete mu-habiri yerel gazete muhabiriniküçük gördü.

Merhaba ekip olarak ilk kez birşey yaptı ve bir ulusal günlük ga-zetenin bölge temsilciliğini üst-lendi. Sonra benzerleri elbette kiarkadan geldi. Türkçe günlük ga-zetelerin sayısının azalması, tirajı-nın düşmesinde en büyük etkeninternetse diğeri de yerel gazete-lerdi. Günlük gazetelerin sahipleriburalı değildi, buraya sağlıklı birbakışa sahip olmadıkları için so-runlar ortaya çıktı.

- "Türkiye’den idare edilen gaze-teler gelecekte tutmaz" diyorsun,öyle mi?

hüSEyiN ŞENoL – Buralı Türk ga-zetecilerin yaptığı gazeteler başa-rılı olacaktır. Ayrıca yerel gaze-telerin Türk toplumunun ekono-misine katkısı da oldu.

Buradaki Türk kanallarının Av-rupa yayınları ise akıllara zarar.Yüzü Avrupa’ya çevirilen ek biruyduyla başlayan televizyon ya-yıncılığı buradaki hem günlükhem de yerel basının gücünükırdı.

Başında her 9 ayda bir değişenrüşvetçi bir adamın bulunduğukanallarda işin cılkını çıkardılar.Piyasayı çökerttiler. Türkçeleribozuk insanları ekrana çıkarıpburadakilere yanlış Türkçe ve kül-tür empoze ettiler. Gündemdenkopuk programlar sardı ortalığı.Bu programları sadece gençler iz-liyor, çünkü bar-diskotek tanıtım-larından ileriye gitmeyen prog-ramları onlar "Ben de gözükürüm

belki" diye izliyorlar. Elbette az daolsa ciddi programlar sunan vehazırlayan değerli isimler de var.

Öte yandan Türkiye’deki olaylarburadaki insanı bire bir etkiliyor.Gazeteyi okurla buluştururkengelecekte ters orantı kurmak ge-rekiyor. Yani 4 sayfa Avrupa değil4 sayfa Türkiye sayfası olmalı.

- "Türk medyası uyuma engeldir"standardına ne diyorsun?

hüSEyiN ŞENoL – Uyum, anadiliunutmaksa, dilimizden, dinimiz-den, kültürümüzden vazgeçmek-se karşıyım. Türk medyasınınuyuma katkısı yadsınamaz, uyu-

mun vazgeçilmezidir. Almanlarıniten tutumunun ise medyada get-tolaşmaya neden olduğunu dasöylemek zorundayım.- Almanların "iten tutumu"narağmen 50 yıldır buradayız. 20yıllık Türkçe kalem oynatmanınardından, mesajı okur aldı mı?

hüSEyiN ŞENoL – Göç sürecindeyaşanan tüm olumsuzluklara rağ-men özellikle "80 sonrası devri-minin" iyileşmede payı büyük.

Almanya’da siyasi arenada Türki-yeliler bugün boy gösteriyorsa,bizim el ele verdiğimiz mücadele-nin ve hak arayışının bir ürünü-dür bu. Bu ülkede İslam da Türk-çe de kabul görecek. En büyüksorun Türklerin topyekun kalkıpmasaya vurarak "Misafir değil,göçmen değil, azınlığız!" deme-mesinde.

Almanya bizlere pozitif ayrım-cılık vermek zorunda. Göçmendeğil azınlık haklarını talep etme-nin zamanı geldi de geçti bile. Al-manlar bunun bilincinde. İlk 50yıl göçmen hakları için mücadeleverdik, ikinci 50 yılda ise amaç

azınlık hakları olmak zorunda.Türk asıllılar bu ülkede başba-

kan ve dışişleri bakanı da olur.Ama bu bütün sorunlarımızınbittiği anlamına gelmez.

- Sen ne kadar "entegresin"?İşte tuzak soru: Hangi takımıtutuyorsun?

hüSEyiN ŞENoL – Alman takımıtutmuyorum bir kere. Demek an-cak bu kadar entegre olabilmişim.

Galatasaraylıyım. Türkiye gol atın-ca seviniyorum. Milli maçlardaAlmanya ile oynayınca elbette vekesinlikle Türkiye’yi tutuyorum.Alman takımındaki bir Türk golatarsa o başka. O zaman da sevi-nirim. �

10 TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 �

Kosova-İstanbul-Ulm-İstanbul

“Bu Türktelevizyonları zararlı”

Günlük gazetelergeleceği göremediler.Yerel gazetelerin öneminianlayamadılar. Almangazetelerini yerellikteörnek alamadılar.Hatta yerel basını horgördüler. Günlük gazetemuhabiri yerel gazetemuhabirini küçükgördü.

Page 10: Avrupa GÜN

Überweisen, Pause, Überstunde,Akkordarbeit, kaput, Meister,Heim, Schwein, Rind, ich, du,Frau, Kindergeld, Rathaus, Finan-zamt, Sozialamt, Anmeldung,Krank machen, vb..." Bu sözcük-leri belki biraz daha uzatmakmümkündür. İnsan yaşamına ye-tecek kadar sözcüklerle kanaatkarbir yaşam anlayışı vardı.

Ancak, günlük gazetelerin Av-rupa baskılarının olması, hattabüyük tirajlara ulaşması, ardındanradyo ve televizyonların Av-rupa’yı kuşatması derken, bölge-sel yayınların ortaya çıkmasıylabirlikte, ister istemez dil ve kültürtransferi yeni boyutlar kazan-maya başladı. Bazı şeyler de kont-rolden çıkmaya başladı. Gazeteci-likte, hekimlik, avukatlık, mühen-dislik gibi bir diploma, eğitimaranmadığı için ve böyle bir ön-koşul olmaksızın, önüne gelenin"gazeteciyim" diye ortalığa çık-ması, ister istemez gazeteciliğinve gazete denilen olayın gizeminive gücünü de gölgeledi.

Bu açıdan, ortada kendini "ga-zete" olarak tanımlayan üzeri bo-yalı kağıtların, kültür ve diltransferine ne denli hizmet ettiğikonusunda kaygılarımın oldu-

� TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 11

"Umutlanmak isterim, ama..."HEssEN TOpLuM’uN 18 yıLLık çABAsıNı MEHMET CANBOLAT ANLATTı

İnsanlara "yabaneller"de oraya

özgü bilgi ve gelişmeleriTürkçe aktardığınız

zaman, hedef kitlenizinkendi yaşadığı bölgede

olup bitenler konusundabilgilenmesini sağlamış

oluyorsunuz.Bilgi, bence meraktır.

Bir diğer deyişle,bilgi, tat verirse, merakı

körükler. Merak ise,açılmayı, öğrenmeyi,

gelişmeyi, üretkenliği,yaşamı sağlar. Bir insan,

kendi bölgesinde olupbitenlerden haberdar ise,

o zaman o toplumuniçinde var, demektir..

Mehmet Canbolat, Almanya’da düzenlediği Turhan Selçuk sergileriyle de dikkatleri üstüne çekti.

Federal Almanya’da, Frank-furt’u da içeren Hessen eya-letinde 18 yıldan bu yana

Türkçe yayımlanan ve bir süreönce Alman Milli Kütüphanesiarşivlerine de kabul edilen Hes-sen Toplum gazetesi, MehmetCanbolat tarafından hazırlanıyor.Gazeteciliğin çeşitli alanlarındave yazar olarak çalışmalarını sür-düren Canbolat, gazetesini, çaba-larının toplumsal anlamını vekültürel işlevini değerlendirdi.

- Almanya bu konuda öncüaslında: Avrupa’daki yerel ve pa-rasız dağıtılan Türkçe gazetele-rin daha çok o bölgedeki Türkçeliinsanların günlük yaşamınaodaklandığını görüyoruz.Ama bir dil ve dolayısıyla"kültür"ü de taşıyor, koruyor vegeliştiriyorlar. Bu tür bir yayıncı-lık, nasıl bir kültür taşıyıcılığıyapıyor sizce?

MEHMET CANBOLAT - Yaşamınınönemli bir bölümünü yabandageçirmiş bir gazeteci olarak, Al-manya’da Türkçe yayımlanan ga-zetelerin tamamını, bir dil vekültür taşıyıcısı olarak görmek nekadar olanaklı? Öncelikle bu ko-nudaki kuşkumu belirtmek iste-

rim. Çünkü bir kültür veya dilintaşıyıcısı olabilmek için öncelikle,taşıyacağınız olguları iyi bilmenizgerekir. Bugün Almanya’nın hattaçoğu Avrupa ülkesinde Türkçeçıkan ve kendisini gazete veyadergi diye adlandıran yayınlarıyüzeysel biçimde irdelediğinizde,bunların çoğunun, üzerine mat-baa mürekkebi sürülü kağıttanöteye gitmediğini görebilirsiniz.Bu teşhisi mesleki bir inançtan veilkeden ötürü yapıyorum. Çünkübiz bu mesleğin böyle doğru ol-duğunu öğrendik ve o ilkeden hiçvazgeçmedik. Çünkü bir beyazkağıt parçasını gazeteye dönüştü-ren, üzerindeki mürekkep değil,içindeki bilgidir. Eğer bu bilgiyi okağıt parçasına taşıyabiliyorsanız,o zaman dil ve kültürü de taşıya-biliyorsunuz demektir. Kültürüntaşınması ise, zaten o değerlerinyaşatılması, yaygınlaştırılması an-lamına gelir. Eğer bunu hakkıncayapabiliyorsanız, o zaman zatenTürkçe dilinin de yabandaki öm-rünü uzatmaya bir parça katkınızolmuş demektir.

Dil deyince, bir gerçeğin de al-tını çizmekte yarar görüyorum:Bundan 29 yıl önce Erlangen Üni-versitesi’nde dil hassasiyeti olan

bir Yunanlı öğrenci ile, çok bağla-yıcı yönü olmayan bir araştırmayapmıştık. O zamanlar Alman-ya’ya işçi olarak gelen birincikuşak Türkler ile Yunan yurttaşı-nın günlük yaşamını idame etti-rebilmek için ihtiyacı olan kelimebirikiminin çok düşük düzeydekaldığını gördük. Bu insanlarınkendi anadilini ortalama 110 söz-cük ile idame ettirebildiği gibi na-çizane bir gözlemimiz oldu. Bukelimeler ise, insanın günlük ya-şamındaki "olmazsa olmaz"lar idi.Yani, "yemek, içmek, yatmak, ça-lışmak, ekmek, para, tuz, su,şeker, memleket.." ve buna benzermasum sözcükler, bu insanlarınyaşamlarına yetiyordu. İletişim desınırlı olunca, insan yaşamındakiiçe kapanma, dilde de daralmayayol açmıştı. Bu insanların önemlibir bölümünün Almanca bildik-leri kelimeler ise 50’yi geçmi-yordu. Çok ilginçtir, Almancasözcüklerin önemli bir bölümüde, Türkçe ile aynı anlama geli-yordu. Yani ihtiyaçtan kaynakla-nan bir durum söz konusu idi;"essen, trinken, schlafen, aufste-hen, arbeiten, machen, kaufen,sagen, hören, gucken, Geld, Brot,Wasser, Salz, Butter, Bank, Konto,

Page 11: Avrupa GÜN

ğunu yineleyebilirim. Ayrıca, ga-zetecilik dil demektir. Bu dili iyikullanamayan ve bunu gazetediye adlandırdıkları kağıt parçala-rına yansıtan o kadar çok insanvar ki... İçerik ve iletişim aracıolan dilden bizzat yoksun olan-ları, siz nasıl gazeteci olarak göre-bilirsiniz ki? Bunlara, dil ve kültürtransferinde taşıyıcı olarak nasılbir işlev yükleyebilirsiniz ki?

- Siz Hessen Toplum’un işleviniböyle bir çerçevede nasıl gördü-nüz, görüyorsunuz?

MEHMET CANBOLAT– Bence önem-li olan, "Hessen Toplum" gazete-sini benim nasıl gördüğüm değil,başkalarının bu gazeteyi nasıl al-gıladığıdır. Hessen Toplum, 18yıldır, hiç ara vermeksizin herayın birinci gününde piyasada ol-mayı temel ilke edinmiş bir gaze-tedir. Bu böyle süregelmiştir.Bugün dağıtım noktalarınıza biriki gün geç eriştiğinizde, okurveya dağıtım noktasındaki görev-liler, "Gazete gelmedi bugün. Çık-madı mı yoksa?" diye soruyorsa,örneğin bir yaşlı kadın okuru-muz, gazeteyi almak için birgünde birkaç bakkal dolaşıp,"Toplum gelmedi mi?" diye soru-yorsa, o zaman bu sorunun yanı-tını da burada görmek mümkün,demektir.

Ben gazeteciliği kültür ve dil ta-şıyıcılığından ziyade, bir iletişimaracı olarak görüyorum. Yani, bil-ginin taşıyıcısı olmanın, gazeteci-likte temel işlev olması gerektiğinidüşünüyorum. Kültür veya birbaşka değerin taşıyıcılığını ise,olsa olsa, bu alanda yoğunlaşmışkurumlar, uzmanlar girişimi veelbette adı "Kültür" olan sizler gibiuzman dergiler üstlenmelidir. İşiustasına, bir bilene bırakmak endoğrusudur. Bizim gazete olarakyapabileceğimiz, olsa olsa çor-baya biraz tuz koymak olur. Bunusöylerken elbette, günün gereklerive okurun gereksinimlerineuygun yeni görevler de üstlenebi-lirsiniz. Ancak, bence en önemliişlev, bilginin transferidir. "HessenToplum" gazetesi olarak, Türki-ye’yi veya dünyayı kurtarma gibibir hedefe yönelmiş değiliz. Heleçoğu yayın organının yaptığı gibi,kitaplardan, internet sayfaların-dan, genel ansiklopedik bilgilerehiç yönelmiyoruz. Tam aksine,insanlarımıza içinde yaşadığı top-lumdan güncel haber ve bilgi akı-şını kendi anadilimizde aktarmayıbenimsemiş bir gazeteyiz. 18 yıl-dır bundan hiç ödün vermedik.Bundan sonra da, sanıyorum,bundan sapma olmaz bizde.

Çünkü insanlara "yaban eller"deoraya özgü bilgi ve gelişmeleriTürkçe aktardığınız zaman, hedef

kitlenizin kendi yaşadığı bölgedeolup bitenler konusunda bilgilen-mesini sağlamış oluyorsunuz.Bilgi, bence meraktır. Bir diğerdeyişle, bilgi, tat verirse, merakıkörükler. Merak ise, açılmayı, öğ-renmeyi, gelişmeyi, üretkenliği,yaşamı sağlar. Bir insan, kendibölgesinde olup bitenlerden ha-berdar ise, o zaman o toplumuniçinde var, demektir. Çünkü bilgimevcudiyettir. Bilgi varlıktır."Varım" demektir. Bu duyguyuverdiğiniz anda, o zaman insanın,içinde yaşadığı toplumla bütün-leşmesine zemin sunmuşsunuzdemektir.

Yani biz, Hessen Toplum ola-rak, "Toplumsal birlikteliğin, uyu-mun, barış içinde birlikte yaşamıntek anahtarı, bilgidir" diyoruz veo yüzden de yayınlarımızda, yerelkalıp, bölgesel olup, toplumsalderinliği, boyutu, anlamı olan ko-nuları okurlarımıza aktarmayaözen gösteriyoruz. O yüzdendirki, gazetemizin en tepesinde hepşu ifade kalın harflerle yazılıdır:"Toplum: Regional, Hesssischaber Türkisch! Mehr als einerZeitung..." Yani, Toplum, bölge-seldir, Hessenli’dir ama Türkçedir.Gazeteyi de aşan bir şeydir...

Gazeteyi aşmak derken, belki

kendi ihtiyaçlarımızdan kaynak-lanıyor olsa gerek, yayıncılık ça-lışmamızın yanı sıra, yinegazetemiz öncülüğünde veya des-teğinde yılın belirli dönemlerindeihtiyaca göre, çeşitli kültürel faali-yetlere veya geleneksel kültüreletkinliklere de öncülük ediyoruz.Örneğin, bu yıl 17’ncisini kutladı-ğımız ve yarışma ortamındageçen, Almanya ve komşu Av-rupa ülkelerinde yerleşik Türkhalk oyunları topluluklarına hitapeden geleneksel Türk Halk Dans-ları Şöleni, en köklü bir kültür et-kinliğidir. Bu, belki sizin dediğinizanlamda bir kültür taşımacılığıdır.Toplum DiYalogus e.V. adlı der-neğin öncülük ettiği bu etkinlik-lere, Toplum gazetesi olarak, dahageniş kitlelere erişim amacıyla sa-dece destek veriyoruz. Tıpkı,Hessen ve bazı komşu eyaletlerdeyerleşik Türk kitle örgütlerininçalışmalarına verdiğimiz taşıyıcı-lık hizmeti gibi...

- Batı Avrupa’da 5 milyonu aşkınTürkçeli insan yaşıyor. Bunların3 milyona yakını Almanya’dabulunuyor. Bu insanlar ve çocuk-larına seslenen, ama onlarınözellikle Türkçenin üst düzeykültür yapıtlarıyla ilişki kurma-sını isteyenler, neler yapabilir?Yapılmayanlar neler?

MEHMET CANBOLAT – Türkçeninüst düzey kültür yapıtlarıyla ilişkikurmak! Bence güzel bir söz.

Ancak, bir üst düzeylilikten sözediyorsanız, bunun için sağlambir alt yapı var, demektir. Bunaerişmek, ilişki kurmak, günü-müzde çok kolay. Günümüzünhızlı teknolojisi size bunu kolay-lıkla sunuyor. Hem de anında.Yeter ki, isteyin. Ancak, dediğimgibi bunun için alt yapı donanımı,kültürel ve sosyal birikim varsa,bunu yapabilirsiniz. Yabanda bendört türlü toplumsal katman gö-rüyorum Türk kitlesi açısından.Birincisi, Almanya’ya emeğini,alın terini satmış, kendi halindeyaşam süren bir yaşlı ve fedakarkuşak. Hiç bozulmamış ve Ana-dolu’dan geldiği gibi kalmış olan-lar. İkincisi ise, cambazlar velümpen bir asalak kesim. Kendinidünyanın ekseninde sananlar an-cak dünyadan bihaber bir küme.Üçüncü kesim ise, Almanya’yaöğrenci amacıyla gelip, sınıf atla-yanlar. Dördüncü kesimi buradadoğup veya büyüyen genç kuşakoluşturuyor. Bunları da yukarıdasaydığımız üç kümeye istediğinizgibi dağıtabilirsiniz. Bu üç-dörtkümeyi bir büyüteçle incelediği-nizde, üst düzey kültür yapıtla-rıyla bir arada anılabilecek in-sanların seçimini size bırakıyo-rum. Bu tablonun sorumlusu el-bette, o insanların kendisi değil-dir. Eğitim düzeyimizin Avru-pa’da çok yüksek olduğunu san-mıyorum. Gerçi son yıllarda top-lumsal yaşamın birçok alanındaadı öne çıkan, görev üstlenenTürk şahsiyetleri görebiliyoruz,ancak buralara gelmek, kültürelüst düzey yapıtlarla ilintili olmakiçin yeterli etmen olamıyor. Öyleolsaydı, Frankfurt’ta, "Almanya’yaGöçün 50. Yılı" bağlamında orga-nize edilen "Saraydan Kız Ka-çırma" operasını, Avrupalı 100-150 Avro ödeyerek izlemek için,aylar öncesinden yerini ayırtır-ken, Türklere 10-15 Avro’ya adetarica minnet davetiye vermek içinöncüler kapı kapı dolaşmazdı.Bunları vurgularken bir eleştiriolarak söylemiyorum. Bu bizimbir gerçeğimiz. Bunun için dahazamana, eğitime ve bilgiye ihtiya-cımız var. İnsanın karnını doyu-ran paradır, ancak, ruh besinsizkalmışsa, tok bir karın neye yarar?Bunun için, bırakın önce üstdüzey kültür değerlerini, alttanbaşlamak gerekir. Bunun için,devlet bir şey yapmıyorsa, buradayerleşik, mevcudiyeti buradakiTürk insanıyla bire bir ilintili ku-ruluşlar öncülük etmeli, destekvermeli ve kültürel değerlerin ya-şaması, filizlenmesi için el uzat-malıdır. Bunu söylerken umut-lanmak isterim ama... Neyse...

- Türkçe yerel ve parasız dağıtı-

12 TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 �

Ben gazeteciliği kültür vedil taşıyıcılığından ziyade,bir iletişim aracı olarakgörüyorum. Yani, bilginintaşıyıcısı olmanın,gazetecilikte temel işlevolması gerektiğinidüşünüyorum.

Gazeteyi aşmak derken…

Page 12: Avrupa GÜN

lan gazeteler, sizce bir "dirençveya çıkış" mı, yoksa bir "geriçekilme" (kendi kabuğunaçekilme) mi? Bu tarz yayıncılığın,Türkçe kullanabilen insanlarınkültürel ve toplumsal yaşamınakatkısını siz nasıl değerlendiri-yorsunuz? Bu çıkışı veya kaçışıanaliz eder misiniz?

MEHMET CANBOLAT – Meseleyi"burası, orası" veya "biz, onlar"ekseninde görmek yerine, bir ge-reklilik olarak değerlendirmek is-terim. Direnmek? Neye karşı? Ge-ri çekilme? Neden? Bence, Top-lum, Almanya’da bir gerekliliktendoğmuş gazetedir. Çünkü benşahsen uzun yıllar günlük gazete-lerde de çalıştım ve yer yer yayınpolitikalarına yön veren konumdada bulundum. Ancak Türkiyemerkezli, İstanbul’dan beslenenbir yayın organının, gerektiği gibiolması pek mümkün değildi. Bu-nu Milliyet ve Günaydın Avrupabaskılarındaki sorumluluk dö-nemlerimden çok iyi anımsıyo-rum. Avrupa’nın nabzını göre-meyen İstanbul merkezli bir farklıgazete, bundan 20-25 yıl önce pek

mümkün değildi. Ben inanarak,denemek istedim. Ancak, İstan-bul’da oturup, Avrupa’nın yaşamkoşullarını, okuyucu profilini bil-meyen insanlarla maalesef bumümkün değildi. Belki bugüniçin günlük gazeteler açısındandurum biraz farklı olabilir, ancakyine de, gerektiği gibi kökten biranlayış değişimi olduğunu da san-mıyorum. Yerel gazeteler, bencebir gerekliliktir. Ancak bunu dagerektiği gibi yaparsanız. Sayfala-rınızda, okuyucu kitleniz için,ciddi haber, sağlam bilgi, yararlıenformasyon verebiliyorsanız vehizmetiniz okurlarınız için artıbir değer niteliği taşıyorsa, onla-rın içinde yaşadığı toplumla bü-tünleşmesine bir küçük kapı ara-layabiliyorsa, o gereklilik işte ozaman gerçek anlamını bulur.

O açıdan baktığımızda, Türkçeyerel basın, ne bir çıkıştır, meydanokumadır, ne de bir kaçıştır.Bence bir gerekliliktir. Bunu ge-çen 18 yıllık yayın hayatımızdaher geçen sayıdan sonra farklı ör-neklerle bizzat hissediyoruz. Birdiğer acı gerçek ise, Türkiye mer-kezli, bağımlı gazetelerin birçoğu

yayın hayatına maalesef son verdi.Çünkü okur kitlesini sürekli yitir-meye başladı. Kendilerini bu kit-leyi dinamik kılacak atılımlarıyapamadılar. Bu durum, kesin-likle burada çalışan meslektaşla-rımızın hatası değildir, bağım-lılığın, hareket alanının esnek ol-mayışının bir doğal sonucudur.

Bugün piyasada varolmaya ça-lışan günlük gazetelerimizin du-rumu da ortada. Sürekli kan kaybıyaşıyor. Kimisi, inanç gruplarınıtemsil ettiği için, "Allah rızası"nave cemaat ilkelerine bağlı olarakyaşamlarını sürdürüyor. Yani, öy-le veya böyle besleniyorlar. Diğerbağımsız öncül gazeteler ise,ayakta durmak için mücadele ve-riyor ve belki de merkezden süb-vanse ediliyor. Ancak nereye ka-dar? Bu bence asıl soru. Bu ne-denle, Türk toplumunun, nasıl kibugün, kendi içinden çıkarttığıbir sanatçısı, siyasetçisi, sporcusu,imamı, şarkıcısı varsa, kendiöznel koşullardan filizlenen birveya birkaç yerel gazetesi de ola-caktır. Bunu da yine okurlar belir-leyecektir. İddiamız yok, ancak,

Hessen Toplum, bu birkaç mar-kadan biri olabilir.

- Almanya ve Rhein-Main böl-gesindeki Türkçeli insanlarımızve sanat-kültür ilişkileri üzerinegörüşleriniz... Ne durumdayız,neler yapılabilir, neler yapılmıyor?

MEHMET CANBOLAT – Bölgemiz-deki kültürel ve sanatsal etkinlik-ler ve bu tür gerekli ihtiyaçlar ileinsanlar arasındaki ilişkiler as-lında öylesine çarpık ve karmaşıkbir konu ki... Kültür-sanat ilişki-leri derken önce kültür ve sanatıngerçek tanımını iyi yapabilmek vebilmek gerekir. Ben bu ülkedetam 30 yıldır gazetecilik yapıyo-rum. Avrupa ve dünya konula-rına, politik gelişmelere olanyoğun ilgime ve merakıma rağ-men, kültür ve sanat alanından dahiç uzak durmamaya özen gös-terdim. En küçük bir derneğinbile kültür-sanat adına ortayakoyduğu, koyduğunu zannettiğiprogramları izlemeye, destek ver-meye özen gösterdim. Onları kü-çümsemek değil, tam tersine sı-fırdan bile başlasalar, bunlarınönemini görmek zorundaydım.

Bir derneğin 15 metrekarelik oda-sında açılan saz kurslarını daönemsedim, kültür eksenli büyüketkinlikleri de. Herkes olanaklarıve yetenekleri çerçevesinde birşeyler üretmeye özen gösteriyor.Doğru veya yanlış. Kimisi, kültürve sanatı adeta baltalarcasına yap-maya çalışsa bile, bununla belkiüç-beş kişiye vereceği mesajınönemli bir etmen olabileceğineinanıyorum. Yine de geldiğimiz2011’deki tabloyu küçümseme-mek gerekir. Büyük korolor varciddi anlamda üretmeye çalışan.Kısıtlı olanaklara rağmen herkesbir şey üretmeye özen gösteriyor.Desteklemek gerekir. O küçük fi-lizlerden mutlaka birilerinin na-siplendiğine inanıyorum. Gaze-teci olarak, Toplum gazetesi ola-rak, en küçük bir kültürel sanat-sal etkinliği dahi, kendi imkan-larımız içinde değerlendirmeye,çabaları bir parça onurlandır-

maya özen gösteriyoruz. Çünküherkesin bu süreçte birbirindenbir şeyler öğrenebileceğine inanı-yorum. Yeter ki buna hazır olalım.Yeter ki, insanlarımız artık yavaşyavaş, bazı şeyleri tek başına ba-şaramayacağını görebilsin ve el-birliği, güçbirliği diye bir gerçeğinfarkına varsın.

Bunu belki bugünkü kuşaklarbiraz zor yapar ama, ben yine degelecekten umutluyum. Yeni ge-lecek genç kuşaklar, bizlerden çokfarklı olacak. Nasıl ki, bizler, ken-dimizi bizden önceki büyükleri-mizden biraz farklı gördüğümüzgibi... Ben bugün kültür sanatadına yapılan, kör topal ilerleyen,hatalarıyla günahlarıyla, eksiği vefazlasıyla her şeyin, gelecek içintoprağa atılmış birer tohum oldu-ğunu düşünüyorum. "Kültür" der-gisinin de bu filizlerin boy ver-mesinde gerekli güneş olmasınıhayal ediyorum. �

� TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 13

Mehmet Canbolat

Mehmet Canbolat 1957 yılında Tarsus’ta doğdu, ilk ve orta öğretiminiburada tamamladı. İşletme ve ekonomi dalındaki yüksek öğrenimini Ada-na’da yaptı. Türkiye’de Tarsus’ta yerel basında başlayan gazetecilik çalış-malarını, üniversite döneminde Dünya ve Cumhuriyet gazetelerindesürdürdü.

1980 yılında "karadeniz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan çukurova’yaİç Göçler, sebep ve sonuçları" konulu doktora çalışmasına başladı ancakgelen bir öneri üzerine Milliyet Avrupa baskıları yazı işleri kadrosundagörev aldı. 7 yıl süreyle bu gazetenin değişik katmanlarında görev aldı. 2yıl süreyle Günaydın Gazetesi yönetim kadrosunda çalıştı.

1991 yılında serbest gazetecilik yaşamına başlayan Mehmet Canbolat,9 yıl süreyle TRT Almanya Temsilciliği yaptı. Buna paralel 1993 yılında,halen sahibi olduğu Hessen Toplum adlı Türkçe aylık bir gazeteyi yaşamageçirdi. 1985 yılından bu yana WDR köln Radyosu için Almanya’dan haberve röportajlar hazırlayan Canbolat, 3.5 yıl aralıksız TGRT Eu ve Foxtürk tel-evizyon kanallarında da "kum saati" adlı canlı yayımlanan bir bilgilendi-rici program hazırlayıp sundu.

yaklaşık 14 yıldır Dsp parti Meclisi üyeliği ve Avrupa temsilciliği yapanMehmet Canbolat, 2002 genel seçimlerinde aynı partiden Mersin 1. sıraadayı olarak aktif politik yaşamın içine girdi. Almanya, yaşam ve göç ko-nularında sayısız makaleye imza atan ve değerlendirmeleri Almanya veTürkiye’de farklı yayın organlarında yer alan gazeteci Mehmet Canbolat’ınbugüne kadar yayımlanmış 5 kitabı da bulunuyor:

- yunus- yitik Bir İnsanın Ruh Halleri / psychogram eines Verlorenen(Türkçe-Almanca)

- Vatan Haini Niyazi, (Türkçe Öyküler)- Avrupa: Bir Düş, Bir Hedef, Bir Zorlu yol- Bir kum saati Gibidir Düşle yaşamak Dediğin... (Şiirsel Anlatılar)- Düşlere Adadım yalnızlığımı (Şiirsel Anlatılar)

Page 13: Avrupa GÜN

14 TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 �

“Biz farklıyız, ama öteki değiliz!”DAnİmArKA’DAKİ HAbEr gAzETESİnİn SLOgAnı, çOK öĞrETİcİSadi Tekelioğlu,

karamsar:“Danimarka’da yaşayanTürkçeli insanlar müthişve çok saldırgan bir asi-

milasyon kampanyası ilekarşı karşıyalar. Ülkenin

tüm kurumları bilinçal-tına yönelik çalışma ya-

parak buradakiinsanlarımızın geldiklerikültürün onlar için ayak

bağı olduğunu, ondanbağımsızlıklarını kazan-maları gerektiğini pom-

palıyorlar. Bunu hemhükümet politikaları

olarak görüyoruz, hemde bireysel planda göz-

lemleyebiliyoruz.”

Sadi Tekelioğlu

Danimarka, bu ülkeye gö-çen insanlarla ilgili “belliöncü deneylerin” yapıldığı

ve Avrupa çapında değerlendir-meye alındığı bir ülke. Bu deney-lerin Danimarka halkından des-tek, “yabancılardan” ise tepki gör-düğü, dünya basınına sık sık yan-sıyor. Böyle bir ortamda, Kopen-hag’da yayımlanan “Haber”in özelyerine dikkat çeken derginin Ge-nel Yayın Yönetmeni Sadi Tekeli-oğlu, bu yerel girişimin toplumsalişleviyle ilgili değerlendirmelerdebulundu.

- Galiba Danimarka’da dadurum farklı değil: Avrupa’dakiyerel ve parasız dağıtılan Türkçegazetelerin daha çok o bölgedekiTürkçeli insanların günlükyaşamına odaklandığını görüyo-ruz. Ama bir dil ve dolayısıyla“kültür”ü de taşıyor, koruyor vegeliştiriyorlar. Bu tür bir yayıncı-lık, nasıl bir kültür taşıyıcılığıyapıyor sizce?

SADİ TEKELİOĞLU - Öncelikle yerelve parasız dağıtılan Türkçe gaze-telerin dilinin Türkçe olması başlıbaşına bir hazine. Disipline edil-miş, doğru ve ufuk açıcı bir dilkullanımı okuyucuların Türkçele-

rini koruyup geliştirmelerine ola-nak sağlıyor. Özellikle internet or-tamında da bulunan bu gazeteler,okuyucularına yayınlanan haberve tartışma yazılarına oturmaodalarından, koltuklarından yo-rum yazma, dilini kullanma ola-nağı sağlıyor. Bu yorumlar, ayrıcabir de Türkçe düzeltmesinden ge-çerek yayımlanınca, yorumu ya-zan insanımız kendi Türkçesinitest etme olanağına kavuşuyor.

Doğrudur, okuyucularımızınbulundukları bölgedeki sorunla-rına odaklanmış yayın yapıyoruz,ama bunu Türkçemizle yaptığı-mız için aslında anadilimizin çe-şitli meydan okumalar karşısındasilahlanmasını sağlıyoruz. Sokak-taki vatandaşın Türkçe karşılığıyok diye Türkçe cümlenin ara-sında bulunduğu ülkenin dilindensözcükler katmasının önüne geç-meye çalışıyoruz. Türkçemizdeher cismin adının, her kavramın,her duygunun, düşüncenin birkarşılığı olduğunu biliyoruz. Bu-nu bulup kullanarak Türkçeyi ya-şatıyoruz, insanımızın zengin birdile sahip olduğunu hatırlatıyo-ruz. Tabii burada yayıncı arka-daşlarımızın kendilerini geliştir-meleri, dilde meydana gelen son

gelişmeleri de yakından izlemeler,en önemlisi çok okumaları, de-vamlı okumaları gerekiyor.

Ben, yayıncı olarak, hiçbir ya-bancı sözcük kullanmadan hertürlü duyguyu düşünceyi dile ge-tirebilecek bir Türkçemiz olduğu-nun bilincindeyim.

- Danimarka’da “Haber”inişlevini nasıl tanımlıyorsunuz?

SADİ TEKELİOĞLU -Danimarka’dayaşayan Türkçeli insanlar müthişve çok saldırgan bir asimilasyonkampanyası ile karşı karşıyalar.Ülkenin tüm kurumları bilinçal-tına yönelik çalışma yaparak bu-radaki insanlarımızın geldiklerikültürün onlar için ayak bağı ol-duğunu, ondan bağımsızlıklarınıkazanmaları gerektiğini pompalı-yorlar. Bunu hem hükümet poli-tikaları olarak görüyoruz, hem debireysel planda gözlemleyebili-yoruz.

Diğer Avrupa ülkelerinde ol-duğu gibi anadilde yapılan tele-vizyon ve radyo yayınlarınkısıtlanıp kaldırılması, okullardaanadili eğitiminin kaldırılması bunun en göze çarpan örnekleri.Ayrıca beraberinde getirdiği kül-türü yaşamaktan vazgeçmiş in-

sanların da uyum örneği ve ba-şarılı rol modeli örneği olaraklanse edilmesi, son yıllarda Dani-marka’daki insanlarımızı nere-deyse dilsiz hale getirdi.

Böyle bir durumda insanlarımı-zın sığınabileceği, kendi diliniunutmadan da bu ülkede olup bi-teni takip edebileceği bir platformoldu “Haber” gazetesi. Haftadabirçok kez çeşitli ilkokullardagörev yapan Türkçe öğretmenle-rinden telefonlar alıyoruz. Bizeşükran duygularını dile getiriyor-lar. Gazetemizde yayımlanan ya-zıların bazılarını derslerde kullan-dıklarını belirtiyorlar. Yukarıdabelirttiğim gibi Türkçe gibi bir ha-zinenin farkına varmalarını sağla-dığımızı söylüyorlar bize.

“Haber” gazetesi ilk yayımlan-dığı günden bu yana, aşırı milli-yetçilik ve şovenizm tuzağınadüşmeden okurlarının bu ülkede“parya” olmadıklarını, onların da3 bin yıllık bir tarih ve kültürünürünü ve devamı olduklarını on-lara anlatmaya çalışıyor. Bunda dabaşarılı olduğumuzu gururla söy-leyebilirim. Okurumuzun sahip-lendiği ve bize hitap ederken de“gazetemiz” tanımlamasını kullan-dığı bir yayın organıdır “Haber”.

Page 14: Avrupa GÜN

- Batı Avrupa’da 5 milyonu aşkınTürkçeli insan şaşıyor. Bu insan-lar ve çocuklarına seslenen, amaonların özellikle Türkçenin üstdüzey kültür yapıtlarıyla ilişkikurmasını isteyenler, neler yapa-bilir? Yapılmayanlar neler?

SADİ TEKELİOĞLU - Çocuğuna kül-türünü yaşatmak, onun Türkçeyiöğrenmesini sağlamak isteyenAvrupalı insanlarımızın önündeiki adres bulunuyor. Biri kahve-hane, diğeri ise cami. Bunlar ye-terli değil. Zira bu iki adresin dekonsepti farklı olduğu için tartış-tığımız konuya cevap vermektençok uzak adresler. Yeni adreslerbulunmalı, bulmalıyız.

Yapılacak ilk ve en önemli şeyTürkçenin üst düzey kültür yapıt-ları ve bunların üreticileri ileTürkçeli insanları bir araya getir-mektir. Bu da ayda bir kez bir ya-zarın, şairin, film yönetmenininbir müzisyenin Avrupalı Türklerlebir araya gelmelerine olanak sağ-

soru sordum şaka olarak, ceva-bını alamadım. Bunu bir tarafa bı-rakalım, bu sorum beni kızdırdı.Bundan daha büyük bir hakaretolabilir mi? Danimarka’daki say-gın televizyon istasyonlarının ençok izlenen haber programlarınıneditörleri bizleri, diğer Türk gaze-teci arkadaşları ciddiye alıp canlıyayınlara çağırıyorlar. Ciddi gaze-tekler analiz sayfaları için bizler-den yazı istiyorlar. Ama kendidevletimizin gözünde bizleremanken ajansı, oyuncu ajansı gibibir görev biçiliyor. Hem ülkemi-zin dilinin, tarihinin kültürününtaşıyıcılığını yapacaksınız, hem deciddiye alınmayacak üstelik dışla-nıp, ayrımcılığa uğrayacaksınız.

- Türkçe yerel ve parasız dağıtı-lan gazeteler, sizce bir “dirençveya çıkış” mı, yoksa bir “geri çe-kilme” (kendi kabuğuna çekilme)mi? Bu tarz yayıncılığın, Türkçekullanabilen insanların kültürelve toplumsal yaşamına katkısınısiz nasıl değerlendiriyorsunuz?Bu çıkışı veya kaçışı analiz edermisiniz?

SADİ TEKELİOĞLU - İkisi de değilbence, hele geri çekilme hiç değil.Ben son yıllarda sayıları hızlaartan Türkçe yerel yayın organla-rını Selçuklu İmparatorluğu yıkıl-dıktan sonra Anadolu’da kurulanderebeyliklere benzetiyorum. Oderebeylikler de değişen koşulla-rın akıp giden zamanın gereği or-taya çıktılar. Şimdi Avrupa yerelTürk basınına bakacak olursak buyayınların sahibi arkadaşların ne-redeyse hepsi büyük Türk gazete-lerinde yayıncılığı, haberciliği,iletişimi öğrenmiş arkadaşları-mız. Onların en büyük artıların-dan biri ise içinde yaşadıkları ül-kenin medyasını yakından takipediyor olmaları, o ülkenin medyamensuplarıyla birebir ilişkilerinikurup geliştirmiş ve bu ilişkilerikullanıyor olmaları. İletişim çağı-nın dayanılmaz bir değişim da-yatması sonucu ortaya çıktı yerelAvrupa Türkçe medyası. Bu türyayınlar platform olma özelliğinesahip olacaklar, olmalıdırlar diyedüşünüyorum. Bir yandan Türk-çeyi koruyup, geliştirip, zengin-leştirirken öte yandan da okur-larının kültür-sanat yaşamına ak-tif ve izleyici olarak katılımlarınınsağlanmasında rol oynayacaklar-dır. Bizim haber gazetesi olarakDanimarka’da kullandığımız birtanımlama ve bir sloganımız var.“Biz Türkçe olarak yayın yapanbir Danimarka gazetesiyiz” ve“Biz farklıyız, ama öteki değiliz”...

Sanırım bu iki slogan soruları-nızı yanıtlarken anlatmaya çalış-tığım şeyleri içinde barındırıyor.�

lamak şeklinde olabilir. Biz bunu2004 yılından beri yapıyoruz. Kı-sıtlı olanaklarla da olsa birçokmüzisyen ve sinema oyuncusunuve film yönetmenini okuyucuları-mızla buluşturduk. Burada buönerdiğim çözüm yolunun işleye-bilmesi için yerel yayınlar ekono-mik olarak geleceğe güvenlebakabilmenin yollarını bulmakzorundalar.

Burada büyükelçiliklere de gö-rev düşüyor. Yerel medyayı Avru-palı medya gibi görüp, o şekildemuhatap almaları gerekiyor. Sıksık büyükelçilik yetkilileri biziarayıp, örneğin Kıbrıs barış hare-katının bilmem kaçıncı yıldö-nümü kutlamalarına davet etmekiçin Danimarkalı gazeteci ismiönermemizi istiyorlar bizden. Ay-nı şekilde Türk turizmini tanıt-mak için de davet edebilecekleriisimleri bizden öğrenmek istiyor-lar. Bir defasında “Bizi nedendavet etmiyorsunuz?” şeklinde bir

� TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 15

B

SADİ TEKELİOĞLU KİMDİR?

1960 Antalya doğumlu, 1986 yılındaHacettepe Üniversitesi İngiliz Dili veEdebiyatı Bölümü’nden mezun oldu.1987 yılından beri Danimarka’da yaşı-yor. Danimarka’da geçirdiği süre içindeDanimarka ve Türk medyasında ha-berci, yorumcu ve TV haber program-larında kaynak kişi olarak görev yaptı.Danimarka gazetelerinde Türkiye, AB-Türkiye ilişkileri, Avrupa’da göçmenlerkonularında çeşitli yorumları yayım-landı.

2002 yılından bu yana “Haber” ga-zetesinin yazı işleri müdürü ve yayıncıfirmanın da sahiplerinden. 2008 yılındaAlkhabar adından bir Arapça gazete ya-yını da gerçekleştirdi. Haber gazetesi-nin yanı sıra Danimarka’da yasayangenç göçmenlere yönelik yayın yapanGazette adında Danca bir gazetenin deeditörlüğünü sürdürüyor. Bu gazete de,Haber gazetesini yayınlayan firmanınsahip olduğu yayınlardan biri.

Boş zamanlarında aktörlükle hobiolarak ilgileniyor. 3 film ve 4 televizyondizisinde rol aldı. Oynadığı filmlerdenbiri olan "Fighter" 2008 yılında BerlinFilm Festivali’nde yarışmalı bölümdegösterildi.

Sadi Tekelioğlu, berk çoker, cengiz Kahraman

Page 15: Avrupa GÜN

16 TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 �

İnsanımızı kaliteyi düşürmedenkültürle buluşturmak

"BİNfİkİR" GAzEtESİNİN YöNEtmENİ SERPİL AYGÜN çABALARıNı özEtLEdİAvrupa’da yaşayan

Türk toplumukendi kültürel özellikle-rini koruma ve yaşatmaihtiyacını Türkiye’deki-lerden daha yoğun bir

şekilde hissediyor veyaşıyor.

Serpil Aygünrpil Aygün

Belçika’nın başkentinde 2005yılından bu yana yayımla-nan "Binfikir" gazetesinin

toplumsal bir gereksinime karşı-lık geldiğini düşünen Serpil Ay-gün, hem bir kültür taşıyıcısı ola-bilmenin hem de yerleşik Avrupakültürüyle yeni bağlar kurabilme-nin yollarını anlattı.

- Avrupa’daki yerel ve parasız da-ğıtılan Türkçe gazetelerin dahaçok o bölgedeki Türkçeli insanla-rın günlük yaşamına odaklandığı,ama bir dil ve dolayısıyla "kül-tür"ü de taşıdığı, hatta koruyupgeliştirdiği gözleniyor. Bu tür biryayıncılık, size göre, nasıl birkültür taşıyıcılığı yapıyor?

SERPİL AYGÜN - Avrupa’daki Türk-çe konuşan toplumlara yönelikyapılan yayıncılık öncelikle Türk-çeyi yaşatmak ve yaygınlaştırmakanlamında önemli bir görev üst-leniyor bence. Bu görevin nekadar layıkıyla yapıldığı tartışmalıtabii ki. Türkçeyi doğru ve geliş-miş bir şekilde kullanılabilenyayın organları bu anlamda vaz-

geçilmez öneme sahip. Bu yapı-labildiği takdirde Avrupa’da yaşa-yan özellikle ikinci ve sonrasıkuşak için Türkçenin doğru kul-lanımı ve geliştirilmesi anlamındason derece gerekli bir kaynak vearaç niteliğinde Türkçe yayın or-ganları.

Diğer taraftan Avrupa’da yaşa-yan Türk toplumu kendi kültürelözelliklerini koruma ve yaşatmaihtiyacını Türkiye’dekilerden dahayoğun bir şekilde hissediyor veyaşıyor. Türk toplumunun siviltoplum örgütleri aracılığıyla yap-tıkları etkinliklerin, kültürel faali-yetlerin bu yayınlar tarafındanduyurulması, kayda alınması bukültürün aktarılmasında yine el-zem bir rol oynuyor. Dil anla-mında geliştirici bir rol oynayanTürkçe yayıncılık, kültür anla-mında sadece taşıyıcı ve kayıt al-tına alıcı oluyor.

- Siz "Binfikir"in işlevini böyle birçerçevede nasıl görüyorsunuz?

SERPİL AYGÜN - "Binfikir" olarakfarklı bir kategoride olduğumuzu

düşünüyorum. Çünkü Binfikiröncelikle Belçika’da yaşayan Türktoplumunun yaşadığı ülke olanBelçika ile bağını kuran bir niteliktaşıyor. Bizler önceliği Belçikagündeminde gelişen haberlere ve-riyoruz ki, böylece toplumumu-zun yaşadığı ülke hakkında bilgisahibi olup, buradaki yaşamla iliş-kilendirilmesi için çalışıyoruz.Binfikir’de Türk toplumunun gün-cel yaşamı ile ilgili haberlerle Bel-çika gündemi haberlerini den-gelemeye çalışıyoruz.

Genellikle Belçika gündem ha-berleri önceliği alırken zamanzaman da Türk toplumu haberlerisayıca ağırlığını artırabiliyor. Buanlamda Binfikir, Türkçeyi doğruve gelişmiş bir şekilde kullanımıile sadece buradaki gençlerimizedeğil Türk-çe öğrenen Belçikalı-lara da kaynak niteliğinde. Ücret-siz olarak isteyen okurlarımızaposta ile gönderdiğimiz (1000adet) aylık Binfikir gazetesinin 50civarında da Belçikalı okuyucusuvar.

Binfikir’in diğer bir farkı ise kül-

tür sanata ve mizaha verdiğiönem. Her sayı en az 2 tam say-fayı sanat insanlarını ve etkinlik-lerini tanıtmaya ayırıyoruz. Çoğuzaman kültür sanat gazetenin di-ğer sayfalarına da yayılıyor. Bizburanın gazetesini yapıyoruz do-layısıyla da buranın sanatçısını ta-nıtıyoruz. Mizahımız da yüzde100 Belçika’ya ait...

- Batı Avrupa’da 5 milyonuaşkın Türkçeli insan yaşıyor.Bunların 3 milyona yakınıAlmanya’da bulunuyor.Brüksel’de de ciddi boyutlardabir Türk topluluğu var. İşte buinsanlar ve çocuklarına seslenen,ama onların özellikle Türkçeninüst düzey kültür yapıtlarıylailişki kurmasını isteyenler, neleryapabilir? Gözlem ve eleş-tirileriniz neler?

SERPİL AYGÜN - Belçika’da yaşa-yan Türk toplumu yaşadığı bölge-lere göre farklı özellikler arz etsede genel olarak ne Türkçe ne deyaşadığı ülkenin dilinde üst düzeykültür yapıtlarıyla ilgili.

Page 16: Avrupa GÜN

Bu durum, sadece para kazan-mak üzere göç etmiş, hem Türki-ye’nin hem de geldiği ülkeningeleceği gören yöneticileri olma-ması nedeniyle ihmal edilmiş, bı-rakın sosyal ihtiyaçlarını temel ih-tiyaçları karşılanmamış insanlarıolarak kendi el yordamlarıyla ha-yata tutunmuş insanların gerçeği.Ekonomik gerekçelerle bu ülkedeolan insanlarımız da sadece eko-nomik yatırımlar yapmışlar. Kül-türel ve sosyal olarak son derecegeride kalmışlar. Arkalarındangelen 2., 3. kuşaklar da yine dil,ayrımcılık, dışlanma gibi sıkıntı-larla okulda, işyerinde, günlük ya-şamda ayakta kalma derdiylemaalesef kültürel olarak yine sonderece geride kalmış. Türkçeedebi eserleri okuyabilen sayısıson derece az. Türkçe üst düzeykültür ve sanat yapıtları ise anla-şılabilir ve algılanabilir değil bu-radaki gençler için de.

Sonuç olarak neler yapılabilir?Yine kendimizden örnek verece-ğim, çünkü biz bu tespitlerdenyola çıkarak, toplumumuzun biryabancı olarak değil, Türk kökenliBelçikalılar olarak ya da kendile-rini nasıl ifade ediyorlarsa etsin-ler bu ülkede yaşayan insanlarolarak hayatın her alanını payla-şabilmeleri için projeler üretiyor,bu süreci teşvik ediyor ve destek-liyoruz.

Binfikir web sitesi ve aylık gaze-tesi ile yoğunlukla Belçika gün-demi haberleri vererek insan-larımızı yaşadıkları ülke ilgili halegetiriyoruz. Çünkü anladığınız vebildiğiniz şeyle daha çok ilgilenir-siniz. Bunun yanında tiyatro vekarikatür okullarımızla hem ço-cuklara hem genç ve yetişkinlerekültür ve sanat yoluyla başka dün-yalar açıyoruz. Burada da temelilkemiz yine yaşadığımız ülkedenkopmadan, tamamen buraya aitkonularla ilgili ürünler üreterekinsanımızı kültür ve sanatla iç içekılarak yaşam kalitesini artırmak.

Daha sosyal, yaşadığı ülkeyidaha çok paylaşan insanlar olma-larına destek olmak. Toplumunkendini içinde hissettiği yüzde100 Belçika yapımı ürünlerle in-sanlarımızı tiyatroya çekiyoruz.Kendi hayatlarından örnekleriucuzluğa kaçmadan, sanat kalite-sini düşürmeden izlenebilir kıla-rak buradaki toplumun kültür vesanat yapıtlarını paylaşabilmele-rini olanaklı hale getiriyoruz.

Sonuç olarak yapılması gere-ken, insanımızı kültür ve sanatyapıtlarını algılayabilecek, yaşaya-bilecek ve paylaşabilecek hale ge-tirmek için kaliteyi düşürmedenonları ilgilendiren, hayatlarındankonularla öncelikle buluşturmakgerekiyor. Bunun için de kendi

kültür sanat etkinliklerimiz içinkullandığımız slogan "Sanatı so-kağa, sokağı sanata taşımak". Buçok da kolay olan bir uğraş değil.Aydın sorumluluğu, ciddiyeti veözverisi istiyor. Halka yukarıdanbakan, onu küçümseyen ve itenyaklaşımlar maalesef etkili olamı-yor. İnsanlarımızla kültür sanatıuzun vadeli bir yaklaşımla buluş-turmak lazım. Çanak antenlerleTürkçe dizilerin esareti altında

yaşayan yığınları tiyatro ve si-nema salonlarına veya sergilereçekmek uzun soluklu bir uğraş.Atılması gereken ilk adım ise belli:Halkı anlamak! Onu iyi anlayıp il-gisini sanata yönlendirecek yara-tıcı formüller bulmalıyız.

Biz kısmen bunu başardığımızıdüşünüyoruz. Girişi ücretsiz oyun-larımızda salonlar doluyor. Birsonraki aşama ise sembolik deolsa ücretli yapıp, sanatın "de-

egolarından sıyrılmış, sanatı top-lum için yapan sanatçı ve aydın-lara ihtiyaç var, diye düşünü-yorum.

- Türkçe yerel ve parasız dağıtı-lan gazeteler, sizce bir "dirençveya çıkış" mı, yoksa bir "geri çe-kilme" (kendi kabuğuna çekilme)mi? Bu tarz yayıncılığın, Türkçekullanabilen insanların kültürelve toplumsal yaşamına katkısınısiz nasıl değerlendiriyorsunuz?Bu çıkışı veya kaçışı analiz edermisiniz?

SERPİL AYGÜN - Türkçe yayıncılı-ğın bir direnç ya da bir çıkış olu-şu, tamamen yayının içeriği ileilgili bir konu. Binfikir gibi top-lumların birbirine yakınlaştırıl-masına katkıda bulunan bir yayınçizgisi kesinlikle bir direnç ya dakendi kabuğuna çekilme olarakdeğerlendirilemez. Yayın dilininTürkçe oluşu da aynı şekilde. Ta-mamen Türk toplumu ile ilgili ha-ber, yorum vs yapıyorsanız tabii kibu bir içine kapanma ya da içindeyaşanılan topluma bir direnç olur.Ancak siz yayın içeriğinizde, için-de yaşadığınız toplumla ilgili bilgiverme, değerlendirme yapma,analiz etme gibi yöntemlerle ya-şanılan toplumu daha iyi anla-maya ve karşılıklı toplumların birbirini daha iyi anlaması, tanımasıve bu yolla önyargıların ortadankaldırılmasına katkıda bulunu-yorsanız, bu kesinlikle bir çıkıştır.İlerlemedir ve pozitif sonuçlardoğurur. Aksi takdirde yayın dili,yaşanılan ülkenin en üst düzeydekullanılan dili de olsa, yayın poli-tikası toplumları karşı karşıya ge-tiren, bir toplumu içine doğruçeken bir etkiye sahip olur.

- Belçika ve Brüksel’deki Türkçeyikullanabilen on binlerce insanı-mızın sanat ve kültür ile ilişkileriüzerine görüşleriniz... Ne durum-dayız, neler yapılabilir, neleryapılmıyor?

SERPİL AYGÜN - Bu soruya yuka-rıda biraz yanıt vermiştim. Bizim

� TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 17

SERPİL AYGÜN

Hacettepe Üniversitesi Sağlık İdaresi Yüksek Okulu'ndan 1999 yılında mezun olanSerpil Aygün, 2002 yılında Kamu Yönetimi dalında yüksek lisans yapmak üzere Bel-çika'ya geldi. 2003 yılında "Binfikir"i kuran ekip arkadaşlarıyla tanışan Serpil Aygün2004 yılında Binfikir web sitesinin kurucuları arasında yer aldı. Binfikir web sitesi ilegazeteciliğe de adım atan Aygün, bu alanda deneyimli Binfikir kadrosu içinde kısasürede gazeteciliği öğrenerek Binfikir gazetesinin genel yayın yönetmenliğini üst-lendi. 2006 mayıs ayında Sabah gazetesinin Avrupa sayfaları muhabirliğine debaşlayan Aygün, halen iki görevini de sürdürüyor.

Page 17: Avrupa GÜN

ğer"li bir olgu olduğunu vurgula-mak. Son aşamada ise özel çaba-lara gerek kalmayacak. İnsanlarzaten kendileri insiyatif alıp adımatacak ve ücretini de ödeyecek.Sadece Türkçe değil, Belçika sanateserlerine de gidecek. Yeter ki ta-dına varsın bir kere!

Biz o nedenle miniklere çokönem veriyoruz. Gerek tiyatrookulumuzda gerekse karikatürokulumuzda önceliğimiz çocuk-larımız.

Kültür sanat gereksinimi insan-larımızın "kendini gerçekleştir-me" açlığı çekmeye başladığındaortaya çıkacak. Her yayın orga-nından bizim gibi kültür faaliyet-leri yapmasını beklemiyorumancak en azından sayfalarında bukonulara daha fazla yer verebilir-ler. Süreci hızlandırabilirler. Bukonuda Batılı ülkelerin ödenek

politikalarını da eleştirmek lazım.Yabancı kökenlileri önceden be-lirlenen kalıplara yerleştirme ni-yetli bir uygulama var karşımızda.Ama bizler Belçika’nın sanatçısı,kültür adamı ya da sanatseveriolmak istiyoruz. Türk kökenimizise ek bir zenginlik unsuru. Bel-çika kültür merkezine "Burasıbizim, Belçika da bizim" diyen biryaklaşımdan yanayız. Böyle düşü-nüyor, böyle de yapıyoruz.

Toplumumuzu eleştirmektende çekinmiyoruz. Karşılıklı gü-vene dayalı samimi bir ilişki ku-rarsanız toplum eleştirilerinizidikkate alıyor. "Postmodern Köy"adında oyun yapıp komik vaziyet-lerimizi sahneye taşıdık. En çokalkışlayanlar yine en çok eleştiri-lenler oldu.

Bu uğraşlar uzun yıllar sürebi-lir. Pes etmemek, inançla devam

etmek gerek. "Binfikir" 2011 hazi-ranında 60’ıncı sayısını yayınladı.Eli kalem tutanların yürekleriniortaya koyup içinden çıktığı vebirlikte yaşadığı toplumuna karşı

sorumluluğunu yerine getirmesikaçınılmaz.

Biz bunu yapıyoruz.�

Medyadan nefret etme,kendin medya ol!

"Medyadan nefret etme kendinmedya ol" diyen dostlara katılıyo-ruz. Medyanın etkileme gücünükabul etmek zorundayız. Düşün-celerimizi yaymak için de -ulaşa-bildiğimiz- her iletişim aracınıkullanmalıyız. Binfikir sitesi vegazetesi bu anlayışın ürünü.

Küresel köyün delileriyiz biz

Küresel köyün delileriyiz biz.Sağ, sol, din, min ayrımı yapma-dan gördüğümüz her kuyuya taşatıyoruz. Bu hem ilgi uyandırıyorhem de tepki çekiyor. Tirajikomikdurumlarıyla dalga geçtiğimiziçin tüm politikacıları kızdırma-mıza karşın, okuyucu sayımızarttı. Kendi sitemizin ve gazete-mizin sahibiyiz. Bağımsızız ve kâramacı gütmüyor, beş para alma-dan yazıyor çiziyoruz. Her kafa-dan "bin" sesin çıktığı, gayetdemokratik ama uyumlu bir gru-buz.

Yeni şeyler söylemek lazım!

Yeni site ve gazeteler Belçi-ka’daki Türklere daha kaliteliyayın organları sunulmasında

özendirici olabilir. "Düğün, nişan,sünnet düğünü, askere gitme" ha-berleri odaklı "postmodern köyyayıncılığından" kent yayıncılı-ğına hep birlikte geçişimizi birazda bu yeni seçeneklere borçludeğil miyiz?

Düğün, nişan ya da sünnet dü-ğünü haberi yapmama, haber ilereklamı karıştırmama gibi çokönemli ilkeleri Belçika’da kabulettirmeyi başaran Binfikir, Belçi-ka’da yayın anlayışını zorlayarakTürk toplumuna çok önemli kat-kılar yaptı. Bu işi yapmanın bazıilkeleri olduğunu anımsattı, ya-yıncılığı ciddiye aldı. Bunun ödü-lünü de Türk toplumu, Binfikir’ibenimseyerek, ona sahip çıkarakfazlasıyla verdi. Sadece içerik ola-rak değil, biçimsel olarak da bir-birinin aynı sitelere ve gazeteleregerek var mı? İsteyen site kursun,isteyen gazete bassın. Ama lütfensöyleyecek farklı bir sözünüzvarsa yapın bu işi. Ya siyasi an-lamda farklı bir tavırla çıkın or-taya ya da yayıncılık anlayışıyla"yeni bir renk katın". Durup du-rurken hem zamanınızı boşunaharcamanın, hem de sanal âlem-de birbirinin kopyası sitelerle kafakarışıklığına yol açmanın âlemiyok.

Ayşe, Fatma ile evlenirsehaber yaparız

Sadece Türk'ün Türk'e haberinivermek istemiyoruz. Belçika gün-demini ve siyasetini Türkçe akta-ran ve yorumlayan bir siteyiz.Ali'nin Ayşe ile evlenmesi bizimsitede haber olmaz. Ancak " Ayşe,Fatma ile " ya da " Ali, Mehmetile" evlenirse biz haber yaparız.

Haberleri gölgeleyen mega-lomanlar…

Binfikir 6 yıldır uğraşıyor ama“Eski postmodern köye yeni adet”getirmek zor. Haberde 5N 1Ktemel ilkesine bizim postmodernköyde çok önemli ve yeni bir ekyapıyor, ikinci “K”yi ekliyoruz:“Kimler katıldı?” Haberlerde “ha-berin özünü gölgeleyecek şekildeçok sayıda gereksiz ve ilgisiz isimlisteleniyor, haberle ilgili fotolaryerine sıkça bazı bilindik tiplerinfotoları yayımlanıyor. İnsanlaralıştırılmış. "Fotoğrafımı çektinama yayımlamadın" diye darılançok ünlü var. Muhabirlerimiz "Abifotoğraflarını yayımlamadım diyearkadaşlarımla aram açılıyor, da-rılıyorlar. Binfikir’in yayın politi-kasını anlatıyorum ama yine defayda etmiyor. Alıştırmışlar bir

kere" diyerek serzenişte bulunu-yorlar.

Halkın "bizim Binfikir’i"

Türk toplumunun sesini yük-selteceği bir yayın organı, ortakplatformu olarak kabullenilenBinfikir toplumun değişik kesim-lerinin sesini duyurmak için özelçaba harcadığı bir ortak kürsüyedönüştü. Haksızlığa uğradığını vesesine kulak verilmediğini düşü-nen Binfikir’i buluyor yanında.Esnafından hukuk mağduruna,işadamından öğrencisine tüm ke-simlerin "bizim Binfikir’i" olma-nın sorumluluğu var üzerimizde.En son Charleroi’da Türk esnafıpolis eşliğinde yapılan "baskın-vari" denetimlere tepkisini Binfi-kir’de dile getirdi ve konu ilgililereulaştı.

Kültür ve sanatın gönüllüdestekçisi

Tüm sanat etkinliklerinin gö-nüllü medya sponsorudur. Sa-natçı dostlarımız da bunukarşılıksız bırakmaz. Tiyatrodadekorun bir parçası, sinema fil-minde kullanılan gazete olur Bin-fikir. Haberimiz olmadan

18 TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 �

“Binfikir, düşüncelerimiziyaymak için bir model”

sitelerinde veya afişlerde medyasponsoru olarak logomuzu görü-rüz. Yeri gelince eleştirirse de herzaman sahiplenir ve desteklerkültür sanat etkinliklerini Binfikir.

Avrupa’da Türkçe yayıncılığıngeleceği: “Binfikir formülü”

Geleneksel anlamda ulusalTürkçe gazeteler kendilerine çekidüzen verip Avrupa odaklı gaze-teler çıkarmak zorunda kalacak-lar. Çanak antenler aracılığıylaTürkiye’de olan biteni anında iz-leyen Avrupalı Türk’e Avrupa’daolup biteni Türkçe haber yapmak,"Avrupa’nın gündemini Türk’üngözlüğüyle Türkçe olarak vermek"gerekiyor. Sadece çevirmektenbahsetmiyorum. Türk gazeteciduruşuyla Avrupa gündemini ak-tarmak kastettiğim. Tabii Avru-palı Türklerin haberlerine de ge-reken önem verilmeli.

Aynı Binfikir formülünde ol-duğu gibi!�

ERdİNç UtkU

Page 18: Avrupa GÜN

� TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 ��

resmi olmayan rakamlara görekökleri Türkiye ve Kıbrıs’ta olanyaklaşık 350 bin insanın yaşadığıtahmin ediliyor. 20 yıl öncesiningöçmen yoğunluklu bu nüfusu,yeni nesillerle birlikte geçmişlekıyas edilemeyecek derecede birkültürlü toplum olma yolunda.Ancak okuma ve üst düzey kültüryapıtlarıyla ilişki konusunda çokiyimser değilim doğrusu. Çünkükültür seviyesi yüksek yeni nesil-lerin özellikle kitap ile ilişkisi tar-tışma götürür. Sosyal medya dadenen internetin insan hayatındayeri arttıkça kültür yapıtlarıylailişkiye hem olumlu hem olumsuzkatkı yapıyor. Olumsuz derken,kitap okumanın azaldığına dikkatçekmek amacım; olumlu derkende, her türlü bilgiye internettenulaşmanın kolaylığını kastediyo-rum.

Ama itiraf edeyim, eğer kaste-dilen kitap ise, maalesef okumaoranı her geçen gün azalıyor.Londra’da bilinen iki Türkçe ki-tabevi var, ayakta durma mücade-lesi veriyor her ikisi de.

”Londra taşra gibi, ama görecekültürlü bir taşra…”

MUSTAFA KÖKER’in gÖzüylE “londRA HAbER” vE TüRKçEnin KonUMUBritanya’da Türkçe

gazeteler yaygın-laşmadan önce

yani 1990’ların başındaTürkçe sadece hafta

sonu okulların gayretleriile yaşatılmakta idi.

Londra Haber’in yazıişleri…

Londra merkezli "Haber" ga-zetesi, 2005 yılının nisan ayıbaşında, haftalık ve tabloid

boyda 48 sayfası da renkli olarakyayın hayatına atıldı. Kullanılankağıttan içeriğe kadar o güne dekBritanya’da yayımlanan Türkçesüreli yayınlardan daha içerikli vekaliteli bir gazete olarak öne çıktı.Kısa sürede, ilgiyle takip edilen vehatta kopyalanan bir gazete halinialdı. İlk dönemde 12 bin adet ba-sılan gazetenin tirajı, daha sonraortalama 10 bine oturdu. Haber,Londra başta olmak üzere Britan-ya’da cuma günleri okurlarınaulaşıyor, ücretsiz dağıtılıyor vereklam gelirleri ile yaşıyor. Uzunyıllar gazetenin yayın yönetmen-liğini üstlenen Mustafa Köker,"Çok yüksek ciro yaptığı söylene-mez, ama Haber gazetesi, 27Mayıs 2011 tarihinde yayınlanan322’nci sayısına kadar sadece rek-lam gelirleri ile yaşadı" diyor. De-neyimli gazeteci Köker, kendisini"yerel" değil de, "toplum" gazetesiolarak tanımlayan "Haber" ve işl-eviyle ilgili sorularımızı yanıtladı.

- Avrupa’da Türkçe yayımlananyerel ve parasız dağıtılan Türkçegazetelerin daha çok o bölgedekiTürkçeli insanların günlük yaşa-mına odaklandığını görüyoruz.Ama bir dil ve dolayısıyla "kül-tür"ü de taşıyor, koruyor ve geliş-tiriyorlar. Bu tür bir yayıncılık,nasıl bir kültür taşıyıcılığı yapı-yor sizce?

MUSTAFA KÖKER - Britanya’da Türk-çe gazeteler yaygınlaşmadan önceyani 1990’ların başında Türkçe sa-dece hafta sonu okulların gayret-leri ile yaşatılmakta idi. Türkçegazetelerin yaygınlaşmasıyla özel-likle Britanya’da doğan Türkçocuk ve gençleri, kendi kültüreldeğerlerini keşfetmeye başladılar.Özellikle bu ülkeye 50’li yıllarınsonundan itibaren gelip yerleşenKıbrıs Türkleri için gazetelerinyanında Türk televizyonlarının daTürkçe dil desteği sağladığını,kendi öz kültürlerini tanıttığınısöyleyebilirim.

- Sizce "Haber"in nasıl bir işlevivar?

MUSTAFA KÖKER - "Haber" gaze-tesi mesleği gazetecilik olan veuzun yıllarını mesleğine vermişbir profesyonel ekip tarafındanyayımlandığı için, Türkçe ve kül-türel değerler dengesine yayın-larda özen gösterildi. Türkçenindoğru kullanılmasına dikkatedildi, kültürel haber ve yorum-lara en geniş yer veren gazeteoldu. Bizim neslin aşinası olduğu"kültür" sayfası geleneğine ve do-layısıyla kültürel haberlere, kitaptanıtımlarına ve söyleşilere Habergazetesinde geniş olarak yer vere-rek bu işlevi hakkıyla yerine getir-diğimizi düşünüyorum.

- Batı Avrupa’da 5 milyonu aşkınTürkçeli insan yaşıyor. Londra’dada ciddi boyutlarda bir Türktopluluğu var. İşte bu insanlar veçocuklarına seslenen, amaonların özellikle Türkçenin üstdüzey kültür yapıtlarıyla ilişkikurmasını isteyenler, neleryapabilir? Ne gibi sorunlar var?

MUSTAFA KÖKER - Londra’da, dahadoğrusu Britanya adası üzerinde

Page 19: Avrupa GÜN

- Türkçe yerel ve parasız dağıtı-lan gazeteler, sizce bir "dirençveya çıkış" mı, yoksa bir "geri çe-kilme" (kendi kabuğuna çekilme)mi? Bu tarz yayıncılığın, Türkçekullanabilen insanların kültürelve toplumsal yaşamına katkısınısiz nasıl değerlendiriyorsunuz?

MUSTAFA KÖKER - Türkçe ücretsizgazeteleri, Avrupa’da yaşayanTürklerin kendi dil ve kültürel de-ğerlerine sahiplenmenin sonucuolarak görürsek eğer "direnç veçıkış" olarak değerlendirmekmümkün. Çünkü yaşadığı toplumdeğerlerine saygı duyuyorsa dakendi değerlerinden kopmama-nın bir aracı bu gazeteler. Dönemdönem bazı ülkelerde düzenlenen"Türkçene sahip çık" kampanya-larının farklı bir versiyonu bile sa-

yılabilir. Türkçe kullanan birey-lerin kendi toplumuna dil ve kül-tür gibi toplumların varoluşundaolmazsa olmazları yaşatmasındaönemli bir katkısı oluyor şüphe-siz. Ama bu gazete ve dergilerinartması, içinde yaşanılan toplum-dan bir nevi kaçış aynı zamanda.Bir türlü içselleştiremediği top-lum değerlerinden kaçış ve "Be-nim de değerlerim var"ın yükseksesi diyebiliriz. Ayrıca "uyum" adıaltında sunulmak istenen asimi-lasyona karşı çıkış aynı zamanda.

- İngiltere ve Londra’daki Türkçekullanabilen on binlerce insanı-mızın sanat ve kültür ile ilişkileriüzerine görüşleriniz... Ne durum-dayız, neler yapılabilir, neler ya-pılmıyor vs...?

MUSTAFA KÖKER - Önce bir ko-nuya açıklık getirmeliyim... İngil-tere ve başkent Londra, KıtaAvrupası’nda yayımlanan Türkçeyayınlar için, İstanbul ile Anadolukıyaslamasına eş değerde. Ana-dolu İstanbul için hep "taşra"dırve ikinci sıradadır. Britanya damaalesef Türkçe gazeteler içinAvrupa’nın "taşra"sı olmaktanöteye geçemedi bugüne dek. Sa-nırım bu eksiklik nedeniyle Bri-tanya’da süreli yayınlar Kıta Av-rupası’na göre daha fazla. Soru-nuza gelince, ben hep 90’lı yılları

Britanya’daki Türkler açısındanmilat olarak görüyorum ve son 20yılda Britanya’daki Türkler ara-sında Türkçe kültürün Avrupa’-dan daha ileri düzeyde olduğuiddiasını getirebilirim.

Hemen her alanda ciddi ve yay-gın sanat ve kültür etkinliklerinigörmek mümkün özellikle Lon-dra’da. Eğer kültürel etkinliklereözel bir ilginiz varsa, çok ve sık-lıkta gerçekleşen birçok Türkçeetkinliğe yetişmenizin mümkünolmayacağını söyleyerek durumuözetleyebilirim sanırım. �

�� TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 �

Paris’te çeyrek asırlık bir yerel yayın: Papağan

Paris’te 1986 yılından beri yayımlanan Papağan ilan gazetesinin yönetmeni Ali Sorel, bu alandabüyük boşluklar bulunduğunu ve yapılacak çok şey olduğunu düşünenlerden. Papağan’ın ilk yılla-rında kültür ve bilim üzerine yazılara da yer verildiğini belirten Sorel, yine de temel iş alanlarının re-klamcılık olduğunu vurguluyor. Ali Sorel’in, gazetenin Türkçe üzerindeki etkisine yönelik birdeğerlendirmesi şöyle:

"Reklamcılık temelinde yayımladığımız Papağan gazetesi ilk yıllarında (1986-2000) kültür vebilim alanlarında da yazılar içeriyordu. Daha sonraki yıllarda ekip yetersizliği nedeniyle bu köşe yazı-larına devam edilemedi. Yine de Papağan, çeyrek asırlık varlığıyla, Fransa'daki Türkiyelilerin (anaveya değil) dillerini yazma, okuma ve konuşmada olumlu yönde etkili olmuştur."

Sorel’e göre Papağan gazetesinin kültür taşıyıcı bir işlevi var. Reklam dili de Türkçenin genel ku-rallarını izlemek zorunda olduğundan, rahatlıkla böyle bir taşıyıcılıktan söz edilebileceği görüşünde:"Her ay 50 bin adet basılan Papağan, bu nedenle insanlarımıza 25 yıl boyunca Türkçe bilgilerini detaşımıştır."

Ancak Papağan yönetmenine göre kültürel alanlarda yayınların daha da geliştirilmesi gibi birgörev yerine getirilmeyi bekliyor. Özellikle çocukların eğitimine önem verilmesi gerektiğini savunanAli Sorel, Türkçe yerel ve parasız dağıtılan gazetelerin, bir "direnç veya çıkış" ya da bir "geri çekilme"olmadığına inanıyor, bu nedenle daha mütevazı birdeğerlendirme yapılmasından yana olduğunu gizle-miyor. "Bu tarz yayıncılık ne bir direniş ne de geri çe-kilmedir" diyen Sorel’e göre, "Bu yayınlar ancak,mesleksel ve ekonomik amaçlarla, olumlu bir etkin-lik gösterme anlamına gelebilir."

Papağan, yüklü geçmişine rağmen gelinennoktadan çok da memnun değil. O nedenle olmalıAli Sorel genel bir değerlendirme yapması isten-diğinde sadece "Yapılacak o kadar çok şey var ki"demekle yetiniyor.

(Uğur Hüküm-Paris)

"Yapılacak o kadar çok şey var ki!"

Page 20: Avrupa GÜN

Türkçe parasızgazetelerin

bir özelliği var.Bunlar parasız

dağıtılıyor, ama ilanmüşterilerinin haberleri

dışında yerelhaberler de yapıyorlar.

Böylece farklı vebize özgü bir

kombinasyonla ortayaçıkıyorlar.

kadrosu olmalı bence. Bir gazete-nin en önemli niteliklerinden birimümkün olduğunca geniş biryazı işleri kadrosu içermesi ve bukadroyla da düşünsel bir bağı olanokurlarının olmasıdır. Burada ek-siklikler var.

Yani parasız dağıtılan Türkçegazeteler, hem yetersiz dağıtımpratiği nedeniyle hem de kalıcı vegeniş yazı işleri kadrosu olmadı-ğından, belli bir okur kitlesiylebağ kurmakta güçlük çekiyor. Ay-rıca önemli bir bölümü, sayfaları-nın yüzde 80’ine yakın ölçülerdeilana yer vermektedir, bu da alıcı-sının okur olmaktan çok bir tüke-tici özelliği üzerinden ilişkikurabildiğini göstergesidir. Bu-rada da yine o hep eksikliği hisse-dilen yazı işleri kadrosunaduyulan ihtiyaç ortaya çıkıyor.Ama burada olumlu bir yan dagizli. Tüketici konuları haber ni-teliği taşıdığından, bu tür haber-lere daha fazla yer verilmesigerekir. Tüketici gazetesi yapılı-yorsa, bu eksiklik giderilmelidir.

- Cirolar, baskı sayıları, ne gibimesajlar veriyor?

MUSTAFA KORKMAZ - Bu gazetele-

� TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 21

”Pazar hareketlenecek, kültür de”MUSTAFA KORKMAZ’A göRe pARASıZ TüRKçe gAZeTeleR SeKTöRü SüRpRiZleRe AçıK

Haydar Işık: İşçiyim, içliyim, içkiliyim..

Uzun yıllardır medya plan-lama, satınalma ve danış-manlık hizmetleri vererek

Türk basınını içinden izleyenMustafa Korkmaz, yerel ve para-sız Türkçe gazeteler pazarınınAlman olsun Türk olsun, geneldeyayıncılardan hak ettiği ilgiyi gör-mediğini, oysa burada büyük birenerjinin saklı olduğunu savunu-yor. Korkmaz, sektörle ilgili geliş-meleri değerlendirdi.

- Almanya merkezli parasız yerelTürkçe gazeteler Avrupa’da nasılbir tablo oluşturuyor?

MUSTAFA KORKMAZ - Benim ça-lışma alanım Almanya’dır, bu ne-denle Almanya’dan hareketlecevap vereceğim. Önümüzdedoğrusu hakkı yeterince verilme-miş bir piyasa var. Burada, sadeceilanlardan oluşan gazeteler ilehaber eşliğinde oluşturulan ilangazeteleri yer alıyor. Bir de yerle-şik gazeteler tarafından özel eklerile resmi kurumların gazetelerivar. İlan gazeteleri, mal veya hiz-met satanlar ile bunları satın alan-lar arasında bir ilişki kurmakamacıyla yapılıyor. Bu tür gazete-ler yereldir ve içeriklerinde ya-

zıya, makaleye, habere vs yer ver-mezler. Haberli ilan gazeteleri de-diğimiz tür ise Türkçe yayınpazarında yaygındır. Bunlar ilanadestek olması açısından müşteri-nin ürün ve hizmetini anlatan ta-nıtıcı nitelikte haberlere yer ve-rirler. Parayla satılan gazeteler ta-rafından çıkarılan ekler ve resmikurumların parasız yayınları ko-numuzun dışında kaldığından,biz haberli ve habersiz bedava ga-zeteler üzerinden bu tür yayınlarıdeğerlendirebiliriz.

Türkçe parasız gazetelerin birözelliği var. Bunlar parasız dağıtı-lıyor, ama ilan müşterilerinin ha-berleri dışında yerel haberler deyapıyorlar. Böylece farklı ve bizeözgü bir kombinasyonla ortayaçıkıyorlar. Bu, gerçekten bize öz-güdür. Türkçe yayıncılığın bualanda hiç boş durmadığını göz-lüyoruz. Benim tahminlerim sonkriz öncesinde Almanya’daki pa-rasız gazetelerin toplam tirajınınaylık 600 binin çok üzerinde ol-duğu şeklindeydi. Sonra bu ra-kamlar gerilemiş olmalıdır. Amaelbette kesin bir veri yok elimizde.Bazı tahminlerden hareket etmekzorundayız. Son krizle birlikte bu

baskı ve dağıtım rakamlarının ge-rilediğini tahmin ediyorum.

- Almanlar bu pazara nasıl ba-kıyor?

MUSTAFA KORKMAZ - Alman ya-yıncıların parasız dağıtılan gaze-teler hakkındaki düşünceleriniokurken, "Birtakım siyasal sonuç-lar doğuracak kadar tehdit oluş-turabilir" gibi ifadelere rastlaya-biliyoruz. Yine Almanya’da uyumyasaları çerçevesinde, Türkçe ya-yımlandığı için, bu gazetelere iyigözle bakılmadığını açıkça görü-yoruz. Alman yayıncılar, üstelikciddi parasal olanaklara da sahip-ken, bu pazardan ısrarla uzak du-ruyorlar. Bu uzaklığın en önemlinedenlerinden birinin, bu siyasaltedirginlikte yattığını söyleyebili-riz. Böylesi düşüncelerin geneldeegemen olduğu bir pazarda, buparasız dağıtılan Türkçe gazetele-rin yapması gereken daha fazlaşeyleri olduğuna inanıyorum.Ama, işleri gerçekten çok zor.

- Neden?MUSTAFA KORKMAZ - Çünkü re-

daksiyon sorunları var. Bu gaze-telerin daha geniş bir yazı işleri

Page 21: Avrupa GÜN

rin cirolarını tahmin etmek zor.Baskı ve dağıtım rakamları dabüyük düzensizlikler ve hattaabartılar içeriyor. Pazarın düzen-sizliği ve güvencesizliği nedeniylebunları normal karşılamak gerek.Parasız Türk gazete pazarındauzun yıllar yayımlananlar var.Ama genelde bu yayınların ömür-leri kısadır. Bu tür denemeler, krizpatlak verdiğinde baskı masrafla-rını karşılayamaz hale gelirler.Ama uzun soluklu olanları vartabii. Bunlara baktığımızda bazıbüyük Alman markaları tarafın-dan tercih edildiklerini, bu mar-kaların ilanlarına yer verildiğinigörüyoruz.

Benim anlamakta güçlük çekti-ğim, bu gazetelerin az da olsa ba-zılarının ayakta durabilecek birciro yapabilmesi, ama buna rağ-men haftalık yayın periyodunageçmemesidir. Türkçe parasız ga-zete pazarında, Kıta Avrupası’da,haftalık yayımlanan tek bir gazeteyok. Bu nedenle de market zin-cirleri günlük gazeteleri haftadaiki defa kullanıyorlar. ParasızTürkçe gazetelerin neredeyse ta-mamı aylık. Sadece Ulm merkezliMerhaba, ayda iki kez ve iki ayrıeyalette çıkıyor. Bu nedenle ge-nelde reklamverenler tarafındanyeterince tercih edilmiyorlar. Oy-sa ünlü araştırma şirketi GfK’nınyaptığı araştırmalarda ortaya çı-kan bir sonuç, Türklerin yüzde39’unun kendi çevresinde yayım-lanan bölgesel parasız gazetedenhaberdar olduğu yolundadır. Birboşluk var yani.

- Nasıl bir kültür taşıyor bu ga-zeteler?

MUSTAFA KORKMAZ - Yerel para-sız gazetelerimizin habercilikşekli, yukarıda da değindiğimizsorun nedeniyle, kısıtlı kadro yü-zünden pek zengin değil. Dahaçok tüketilen faydalı haberler, kısahaberler, şirket tanıtımları türün-den haberler... Taşıdığı kültür, ta-mamen olmasa bile, büyük öl-çüde tüketim kültür olmaktan ile-ri gidemiyor. Sanat ve kültür ha-berleri de daha çok konser du-yurusu şeklindeki tanıtımlara ay-rılıyor. Özel söyleşilere pek yerverilmiyor. Bunun eksikliği çekili-yor gerçekten. Oysa özel söyleşi-lerle büyük bir boşluk dolduru-labilir, okurların, tüketicilerin da-ha da bilgilendirilmesi sağlanabi-lir. Demek ki, hem hedef kitleyihem de mevcut malzemeyi dahaiyi değerlendirmek gerekiyor.

Şöyle düşünmek ve sormakmümkün aslında: Bugün bir Türk’-le bir Alman acaba aynı gündemipaylaşabiliyor mu? Durum öncekiyıllardan çok farklıdır. Bugün Türk-ler Almanların gündeminden ha-

berlidir ve o gündemin de bir par-çasıdır. Ama bunun tersi doğrudeğildir. Yani Alman halkınınTürklerin gündeminden hiç ha-beri yoktur. Alman halkının Türk-lerin kültür hayatından da ha-bersiz olduğunu görüyoruz. Bubelki de Almanların özgüveni peksevmemesiyle bağlantılıdır. Türkgündemi farklı ve buna karşı Al-man toplumunda bir güvensizlikvar. Türk toplumunda ise özgü-ven bazen resmen tavan yapıyor.

Bu da, birlikte ve iç içe yaşa-mayı değil, yan yana yaşamayıteşvik ediyor. Almanların ilgisiz-liğini anlayabiliriz, sonuçta Türk-çe bilgileri yeterli değil. İlgileri desınırlı. Ama Almancayı bilenTürkler de bir o kadar Türk top-lumuna karşı ilgisiz değil mi?Türk okumuş katmanlarınının,akademisyenlerin, kendi geldik-leri yerden adeta utandıklarınıgörüyoruz. Arada bir boşluk varişte ve biz bunu on yıllardır dol-duramadık. İtiraf etmeliyiz.

Parasız gazete uyum için tehli-keli mi? Bence her iki toplumu daişliyorsa, bu tür yayınlar olumlu-dur. Özellikle uyum için önemlibir olanak bu. Fakat Almanlar diltemelindeki bazı dengelerin bo-

zulmasından korkuyor. TürklereTürkçenin bir ihtiyaç olduğunubu gazeteler sayesinde anlatmakmümkün.

Aslında Türkler çoğunluk top-lumunu, Almanları yani, reddet-miyor. Yok böyle bir eğilim. Ter-sine o toplumla ilişkilerini dahadüzenli bir biçimde yeniden kur-mak için çaba harcıyor.

Başka bir açıdan bakıldığındaAlmanya’da uyum isteniyorsa tü-ketim dahil her türlü bilginin

Türklere ulaştırılması gerekir.Alman gazetelerinden bazıları iyiniyetle haftada bir gün Türkçeolarak yayımladıkları birkaç sayfaile Türk okurları kendilerine bağ-lamayı hedeflemişlerdğ. Ama,maalesef içerik ve yayın sıklığınınazlığı nedeniyle bu girişimleri ba-şarısız kaldı.

Türklerin ağırlıklı olarak Türkçemedyayı takip etmeleri bilgi edin-me haklarının ellerinden alın-ması için bir neden olamaz. Tü-ketim piyasasındaki yenilikler bukitleye reklam üzerinden de yete-rince ulaştırılamıyor. Sonuçtasatın alınan her ürünün içindeTürkler de bir reklam payı ödü-yor, ancak bu ürünle ilgili yenilik-lerden ve fiyatsal gelişmelerden

haberdar edilmiyorlar. Siz biryandan uyum diyeceksiniz, diğeryandan, bu kesimi, tüketim dahilbirçok bilgiden mahrum bıraka-caksınız. Bu durum maalesef Al-manya’nın, yabancılar ve özellikleTürkler karşısında çelişkili biruyum politikası izlediğinin kanı-tıdır. “Türklerin artık Almancasıiyi, onlara Almanca basın üzerin-den ulaşıyoruz” argümanı da Al-manların orta yaş ve üzeri Türk-leri gözden çıkardığının işaretidir.Ancak o orta yaş Türkler, Alman-caları iyi olan genç Türklerin ge-leceği hakkında yönlendiricidir-ler. Bir yaptırıma sahiptirler yani.Bu kuşak, özellikle de “kadınlar”bilgilendirilmeden, onların ço-cuklarının, hatta torunlarının butopluma uyum göstermelerinibeklemek, bir beklentiden öteyegidemeyecektir.

- Yerel Türkçe basın nasıl birgelişme gösterecek sizce?

MUSTAFA KORKMAZ - Türkçe yerelparasız gazeteler, önümüzdeki onyıllar içinde yeni ve ağırlıklı yazılıbasını oluşturabilir. Ancak özel-likle redaksiyonların profesyonel-leştirilmesi ve bu sektörün ye-terince verimli olduğuna inanıl-ması gerekir. Amatör heveslerlegidilebilecek yer bellidir. Özelliklehaftalık süreli yayın eksikliği var.Daha olgun ve tüketici ağırlıklı birhabercilik anlaşılına geçilecek erya da geç. Örneğin kadın profili-nin tüm boyutlarıyla yeniden in-celenmesi gerekir. Yeni hedef kitlekadındır bence. Yani "Hedef kitleTürklerdir!" demek yetersizdir.Bunun alt kesitleri de belirlenmeli-dir. Gençler mi, kadınlar mı, çocukve aile mi, eğlence dünyası mı?...

Bu arada interaktif yayıncılığageçiş hareketleri de var, ama he-nüz yetersiz. Bu bir masraf kapısı,dolayısıyla hemen girmeyi engel-liyor. Ben çok önemli hareketlen-meler bekliyorum.�

22 TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 �

Alman halkının Türkleringündeminden hiç haberiyoktur. Alman halkınınTürklerin kültür hayatındanda habersiz olduğunugörüyoruz. Bu belki deAlmanların özgüveni peksevmemesiyle bağlantılıdır.Türk gündemi farklı vebuna karşı Alman toplu-munda bir güvensizlik var.Türk toplumunda iseözgüven bazen resmentavan yapıyor.

Page 22: Avrupa GÜN

Böyle bir tuzağın eşiğindekitarih ise, sonuçta, bir öyküler top-lamıdır. Bakış açınıza bağlı tabii.Tarih sözcüğü, o nedenle olmalı,çeşitli Batı dillerinde hem "tarih"hem de "öykü" anlamına gelmek-tedir. Bir tarih anlatmak zorunda-yız. Yani kendi gerçek öyküle-rimizi anlatmak ve bunları yay-mak zorundayız. Ancak o zaman,yani bir öykü veya çeşitli öyküleranlattıkça bir tarih de yazmış olu-ruz. Varlığımızı kabul ettirebiliriz.

Tarih, öykü anlatmaktır. Öyküsüolmayanın tarihi de olmuyor.

Mehmet Erçen 1970’lerin ba-şında Almanya’ya gelen delikanlı-ların öyküsünü kendi gözündenve tanıklıklarla zenginleştirerekanlatıyor. Yaşanan yenilgileri, ha-yalleri ve zaferleri art arda sıralı-yor. Birçok olay, birçok insanoldukça karışık bir biçimde sayfa-lar halinde ve ciddi bir redaktö-rün elinden geçmediğini süreklihatırlatarak gözlerimizin önün-den geçiyor. Şükranla karşılan-ması gereken bir bilgi yığılmıştırönümüze.

� TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 223

Öyküsüz insan var mıdır?HaYaTımız eğer birikTirilmiş OlaYlar TOplamıYsa...

Osman ÇUTsaY

Yavaş yavaş yaygınlık kaza-nan bir eğilim var. Umutveren bir eğilim bu. İnsan-

lar, yaşadıkları zamanı kitaplaradönüştürüyorlar. Yaşam öyküle-rini kitaplaştırıyorlar. Tek tanrılıdinlerde bile insana verilmiş bir"görevi", bir kitap yazmak, yerinegetiriyorlar. Kitaplarının metinselbaşarısı ne olursa olsun, bir başkaşey yapmaya başlıyorlar.

Çok önemli bir şey: Bir tarihkuruyorlar.

Bir süre önce, böyle kitaplararasına, Mehmet Erçen’in "Bedel"adlı romanı da katıldı. Bir edebimetinle karşı karşıya olduğumuzusöylemek güç. Ama Frankfurt’tataksicilik yapan ve okumaya ger-çekten meraklı olduğu anlaşılanbu amatör yazarın, tanıklıklarınıaktarma iddiası var orta yerde vebiz, bu iddianın içerdiği asıl zen-ginliği tartışmaya açabiliriz.

Kendi zamanının öyküsünü, tektek insanlar üzerinden, onlarınyaşadıklarını öyküleştirirerek an-latıyor Mehmet Erçen ve bir ortaktarih yaratılmasına, belki pek de

farkında olmadan, önemli bir kat-kıda bulunuyor. Avrupa ülkele-rinde yaşayan Türkçeli aydınlar,bu tür girişimleri desteklemek, il-gilenmek ve çoğaltmak zorunda-dır.

Neden?Çünkü, tersi bir durumda,

edebi değerler açısından not ve-rerek hazırlanan bir tablo, tarih-siz, dolayısıyla öyküsüz, geçmişsizbitkiler arasına sokar Türkçelimilyonları. Yaşadıklarımız, varo-luşumuz, farklılığımız rahatça in-kar edilebilir. Yaşamak, sonuçta,bir öykü yaratmaktır, hatta bin-lerce öykü yaratmaktır. O nedenleyaptıklarınızı ve katkıda bulun-duklarınızı bir biçimde sonra- kikuşaklara iletmek zorunda kalır-sınız. Bir çocukla, bir ağaçla veyasözlü-yazılı öykülerle. Zaten bunusiz yapmazsanız, başkaları yapar.Sizden pek hazzetmeyen ege-menler yapabilir örneğin.

Hatta bazıları sizin adınıza dayapabilir.

Bilerek veya bilmeyerek, Meh-met Erçen, bu kitapla, kendi açı-

sından, böyle bir insanlık dışı ka-dere karşı koymuş oluyor. Bu me-tinle ilgili değil, ama bu giri-şimden hareketle söylenecek şey-ler var.

Bir tarih yapmak kadar önemliolan şey, herhalde bir tarih yaz-maktır. Aslında birinin diğerineüstünlüğü pek yok. Ama genel-likle egemenler tarih yazdıkları veyazdıklarını da tek doğruymuşgibi topluma kabul ettirebildik-leri, yayabildikleri için, ortaya ger-çekten nesnel ve tarafsızların dagüvenebileceği bir tarih çıktığınısöyleyemiyoruz. Daha doğrusu,evet, istenen bir tarihtir ortadaki,ama geniş yığınların ve olan bi-teni gerçekten elleriyle, beyinle-riyle yapanların tarihi değildir.Kazananların, kârlı çıkanların ta-rihidir.

Öykü anlattıkça bir tarih deyazmış oluruz…

Page 23: Avrupa GÜN

Bu insanlar böyle geldiler, böyleyaşadılar, böyle hayaller kurdularve çoğu ömür defterini kapattıbile. Çalışarak geçmiş, sınırlar aş-mayı başarmış ömürler bunlar. Bukitap, somut bir tarih parçasıdırelimizde ve sadece bu bile nekadar önemli olduğunu herhaldeanlatmaya yeter.

Ne olursa olsun, MehmetErçen sayesinde elimizde önemlibir belge tutuyoruz. Tüm kurguve dil sorunlarına rağmen, hiçummadığı bir alanda önemli birbelge ve tarih bırakmıştır yazar."İki Dünyalı Hayat" üstbaşlıklı"Bedel" romanı, Türkiye’deki ola-naksızlıkların Almanya’ya sür-düğü insanlarımızın önceki vesonraki yaşamlarını öyküleştiri-yor. Birçok öykü, birçok insan ha-yatı iç içe çok ilginç, elbette dekarışık bir tablo oluşturuyorlar.Bu tablonun ve tek tek onu oluş-turan figürlerin ileri kuşaklar açı-sından büyük bir zenginlik ol-duğunu, tarih yazımında bu türyapıtların hayati önem taşıdığınıtekrar görüyoruz.

Romana yedirilmiş bazı söy-lemler, Türkiye kökenli insanlarınbütün 1960’larda 1970’lerde ve1980’lerde yinelediği bir gerçekti.90’lardan itibaren artık yinelen-mez de oldu. Yenilgi kesinleşmiştiçünkü. Ama, örneğin Ankara’yayönelik yargı kesindir:

"Anadolu’nun kırsal kesimlerin-den alıp, Avrupa’nın ileri sanayiülkesinin ortasına, kelle başına al-dığın paraları cebe indirerek, gön-derirsen, böyle olur. Türkiye,kendi vatandaşına hiçbir zamansahip çıkmadı. Trenler dolusu iş-gücü gönderdi gelişmiş ülkelere,ama sosyal haklarının arkasındadurmadı.” (Bedel, s. 48)

Anlatılan büyük yalnızlık, hattaitilmişlik ve buna rağmen hayatatutunabilme inadı içinde, insanla-rın savrulmalarını olduğu kadarbazı güçlü ağaçların büyük eroz-yona direnebilmelerini de örnek-lemeye çalışıyor Mehmet Erçen.Sorguladıkça da acımasız bir bul-guyla yüz yüze kalıyor. Dincilikadeta bir kaderdi. Bugün sayısı 3milyonu bulan Almanya’daki Tür-kiye kökenli insanların dincilikuçurumuna itilmesi, soyulması veuyuşturulması, romanın ana izle-ğini oluşturuyor:

"Türkiye’den Avrupa’ya işçi gö-çüyle birlikte, petrol zengini Müs-lüman ülkeler, hemen hareketegeçti. Bu insanların büyük çoğun-luğu ülkenin kırsal kesimindengeliyorlardı. Gelenek-görenekle-

rine, inançlarına sıkı sıkıya bağ-lıydılar. Bu dini bütün insanlar,gittikleri ülkelerde dinî gereksi-nimi karşılamakta zorlanacak-lardı. Bunların cami, imam,müezzin gibi ihtiyaçlarını karşıla-yarak, şerî kuralları onlara ben-zetmek mümkündü. Aynı zaman-da Türkiye’deki laik düzene deonları düşman etmenin tohum-ları atılabilirdi. Bu amaçla çokbüyük maddî kaynak akıttılar. Buamaca hizmet edecek, bu oyunaalet olacak, hatta öncülüğünü ya-pacak, zeki kurnaz, liderlik özel-likleri olan, Türkiye’ye düşmanbirileri gerekiyordu. Eski AdanaMüftüsü Cemalettin Kaplan, İraniçin biçilmiş kaftandı.” (s. 82)

"Bedel"de, kolay kazanma hırsı-nın kumara kapı açtığını, aynıduygunun 10 -15 yıl sonra da in-sanlarımızı faizin adını "kâr payı"yaparak para toplayan dincilerinveya "yeşil sermayenin" kucağınaittiğine tanık oluyoruz:

"Atladılar arabaya, bazen 'Dip-lomatın Yeri', bazen de 'İkinciKat' olarak anılan kumarhaneyegeldiler. Kalabalıktı. (...) Yüz bin-ler döner bu masalarda. (...) Ku-marcılar, bir gün kendi ocak-larının da batacağını hiç ama hiçhesaba katmadan, başkalarınınocaklarını batırmak için gayreteder. Zor işlerde çalışıp kazandığıparanın bir bölümünü yazın ço-cuklarıyla izin yapmak için birik-tirenler; yuvarlak masaların üze-rindeki beş yüzlüklerin uçuştu-ğunu görünce; hırslanır, aklınıkaybeder, gözü döner; yıllarınemeğini bu yeşil çuhaların üs-

tünde bırakıp giderler." (s. 177)Bir uluslararası soygunu öykü-

leştiriyor Mehmet Erçen, tümtaraf devletlerin rol aldığı, insan-ların da isteyerek katıldığı bir soy-gundur bu:

"Avrupa ülkelerinden yüz bin-lerce insan soyulurken, ilgili dev-letlerin istihbarat örgütleri, busoygunun nasıl işlediğini bili-yordu. Ama bu soyguna asla mü-dahale etmedi. Almanya ülkele-rine getirdiği işçilerin en fazla onsene sonra, kendi istekleriyle dö-neceğini hesap etmişti. Ne ki işçi-lerin kendileri buraya yerleşmeklekalmadı; çoluğunu çocuğunu dataşıdı. Daha başından bu insanla-rın uyumunu düşünmemekle, bu-nun için gerekli parayı ayırma-makla hata ettiklerini anladılarama geç olmuştu. Bu arada sahip-siz kalan yabancılar, her şehir vekasabada, kendi azınlık mahalle-lerini (Getto) oluşturup kendidertlerine kendilerince çare ara-maya başladı. Ezilen insanların,onlara başka yol çare bırakılmadı-ğından dine yöneldiği bilinir. Buinsanların evlerinden sonra ikincisığınakları camiler oldu." (s. 330)

Mehmet Erçen bu mütevazıkatkısıyla çok önemli bir yola dik-kat çekiyor. İnsanlarımızın, ken-dilerini veya anne ve babalarınımutlaka yazılı veya sesli-sözlüolarak sonraki kuşaklara bırak-ması gerekiyor. Sadece bunu ya-pabilenler, bu dünyada bir fark-lılık içinde yaşamayı başardığınıiddia edebiliyor. Böyle öykülerdenanlamlı bir tarih çıkarmak müm-kün oluyor. Bu öyküler olmazsa,

tarih de olmuyor. O durumda da,sizin tarihinizi, sizden hiç hazzet-meyenler, üstelik kendilerine göreyazıyor.

Yaşanmış hayatların iz bırak-madan kaybolup gitmesine engelolunması gerek. Böyle milyon-larca öyküyü bir araya getiren birmüze, internet çağında, maddi birsorun değildir. Biliyoruz. Küçükbir yurttaş girişimi bile devasaboyutlarda bir müze kurabilir.Milyonların öyküsünü bir arayagetiren bir müze. "Bedel"lerdenoluşmuş bir müze.�

24 TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 �

Anlatılan büyük yalnızlık,hatta itilmişlik ve bunarağmen hayata tutunabilmeinadı içinde, insanlarınsavrulmalarını olduğukadar bazı güçlü ağaçlarınbüyük erozyonadirenebilmelerini deörneklemeye çalışıyorMehmet Erçen.Sorguladıkça da acımasızbir bulguyla yüz yüzekalıyor. Dincilik adetabir kaderdi.

Karıșık tablo…

Soyulan insanlarımız…

Kușaklar arası görev…

Mehmet Erçen

Page 24: Avrupa GÜN

yalnızlık değil / Akşamsız sabah-sız bitmez tükenmez günler /(akıp giden bir yaşam mı / aynadagördüğüm yalnız bir akşam mı) //Sokak adları, yer altı istasyonları/ Eski ve yeni yapılar, ev işgalleri /(değişen bir ad mı / değişmeyenbir yaşam mı)." Yeni kentin ruhuruhuma sinmeye başlar iyice, üs-tüme başıma sıvana sıvana. "Ya-bancı İşçinin Yabancılığı"nı göz-lemeye başlıyorum bir yandan dakendimle birlikte: "Anılar / Bıra-kıp gitmeyin beni / Burada benikimse bilmez ki."

Öğretmen olarak iş buldum.Ülkeme gidemiyorum. Taşınmayasağı olan Kreuzberg’deki tekodalı bir arkadaş evinden kentindaha iyice bir semtine taşınıyoruzelimiz para görünce. Bir de bakı-yorum ki aradan sekiz yıl geçmişve bu şiirime şöyle girmiş: "Kimseoturdum diye sekiz yıl bu evde /Duvarına bir plaket asmayacakardımdan". Öyle ki artık "Gurbe-tin elinde yeni bir yaşam / Uzakdışı, kübik bir akşam"dır yaşa-mım. "İki kültür arasındaki / Baş

� TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 25

Benim‘Berlin Berlin’imYaşaMaK zoRuNda KaLıNaN KENTİN bÜYÜsÜ vE “bİzİMKİLERİN” TaRİhİÖğretmen olarak iş

buldum. Ülkemegidemiyorum. Taşınma

yasağı olan Kreuz-berg’deki tek odalı bir

arkadaş evinden kentindaha iyice bir semtine

taşınıyoruz elimizpara görünce.

Fotoğraflar: Ali Yıldırım | Ömer Yaprakkıran

GÜLTEKİN EMRE

Düş gibi. Berlin’in beni,benim Berlin’i benimseyi-şim. İnanılır gibi değil ama

gerçek.Arazisinin yüzde 30’u yeşil alan;

Almanya’nın en yeşil kenti sayılı-yor. 1700’den fazla tarihi, önemliköprüsü bulunan, sayılamayacakkadar çok kanalı ve gölüyle gö-zümde iyice devleşen Berlin’i an-latmak hiç de kolay değil.

Kolay değil ama, geriye dönüpbaktığımda nelerin bende silinipgitmediğinden başlayabilirim bukentle olan sıkı fıkılığıma.

"Deli rüzgâr bir gün / birTürk’ün bıyığını savurdu / ve bı-yığının peşinden koşan Türk /kendini Naunyn Sokağı’nda bul-du". İşte o Türklerden biri olanAras Ören’in "Niyazi’nin Na-unynstrasse’de İşi Ne?" (1973) po-emi, göçün şiirle anlatımın enfesbir örneğidir. Sonra "KâğıthaneRüyası" (1974) çıkagelir: "Uşak’tankalkıp, Almanya’ya / çalışmayagelen bir Memet’in / başına ge-lenler" ve başka Türkler konu edi-lir gurbet olmaktan çıkan bu

memlekette yaşayıp giden. "Gur-bet Değil Artık"la (1980) birliktebu üç kitap bir Berlin Üçlemesioluşturur. Berlin’i ve bizimkilerinbu kentteki elli yıla varan geçmi-şini işte ben bu üç kitaptan öğren-meye başladım diyebilirim. Sonrada hiç bitmeyen şiirli, bizimkile-rin izinde "Berlin’den Berlin’e Yol-culuklar"ım (1984) başladı

Bu yıl 31 yaşına girdi 8 Şubat1980’de Berlin’e ayak basışım –buraya geldiğimde yaşım 29’du.İlk şiir kitabım "Kurşunî Bir Si-perde"den (1980) de çantamdabirkaç nüsha vardı. Berlin’de su-dan çıkmış balığa döndüm ilkgünler dil ve yol bilmez bir hayatıkucaklayınca. Geride bıraktıkla-rımı özlemem hiç elimi bırak-madı. Karım ve 3 yaşındaki oğ-lum, bir süre, "geride kalanlar"danoldular. Ömrümün çeyrek yüzyı-

lını geçirdiğim Ankara’dan ayrıl-mak zorunda kalmıştım can bela-sına, bu bana çok dokunuyorduüstelik. Sonra da dostlarıma ses-lendim durdum üç bin kilometre-den, "Bizsiz Gibi"de (1983): "An-latın bana yorgun yüzlü dostlar /Bu yüreğin sızısının nedenini" di-yerek. Kimse bir şey anlatacakdurumda değildi, çünkü ortalıktoz dumandı hep olageldiği gibi.İçimde birikenleri paylaşacağımkimim vardı ki "gurbette" şiirim-den başka? "Yollarda" geçen öm-rümün elinden tutup bir başkahayata tutunmaya başladım canhavliyle.

Bir gece duydum ki 12 Eylül be-lası çökmüş ülkemin göğsüne.

Al sana bir yıkılış daha!Sıkıntılar da çorap söküğü gibi

çözülür bazen. İşler yoluna girerve sonra aile birleşir. Tuvaleti dı-şarıda bir oda bulunur. Burası Al-manya’dır! Yaşamak zorundakalınan ülke!

"Yer altı trenleri /Alıp götürürbeni/ (giden ben mi / bana ben-zer biri mi) // Gurbet yalnızca

Sudan çıkmıș balık gibi…

Page 25: Avrupa GÜN

döndürücü uçurum" vardır or-tada alışılması gereken.

Berlin, yaşlılar kentiydi benimgeldiğim yıllarda. Erkek nüfusunçoğu savaşta ölmüştü. Berlin’e in-

sanları çekebilmek için ayak bastıparası ve özendirici parasal yar-dımlar göz boyasın istiyorlardı.Arada "utanç duvarı" dedikleri birheyula vardı. Batı’dan Doğu’yagözetleme kulesi gibi yerlerdenbakılabiliyordu gizemli dünyanınkapısını çalmak için. Ya da vizeylegeçilebiliyordu öte tarafa. Kanal-lar yarım akıyordu, metrolar kimiistasyonlarda durmadan geçi-yordu öteki Berlin’e (Doğu) ait ol-duğu için.

İlk gözlemlerle yazılan pek çokşiirim oldu Berlin’e ve Berlinlilere,bizimkilere ilişkin. "Yaşlı Bir Ba-yanın Günlük Gezisi"nden ilgigören bir şiir oldu. "Bir sen / birde ben / Varız bu dünyada / Ötekiseslere sakın aldanma // Haydibiraz gezelim / Benim dert orta-ğım köpeğim."

Sonra bir gazete haberi gün-lerce içinde yaşadığım toplumusorgulattı bana. Ölüsü dört yılsonra bulunan yaşlı bir kadınınşiirini yazdım. "Bakmayın siz /Dört duvarın ağlamasına / Yaşlı-yım diye / Üstüme üstüme var-masına." Ardından "Yaşlılık, Yal-nızlık ve Yabancılar" başlıklı şiirçıkageldi. Üstüme bir gariplik sin-

miştir artık ve bu hal ikinci birderi gibi yapışıp kaldı yıllar yılı.

"Sabahın dördünde işe giden"makinelerin arasında olduğumuanlamakta gecikmedim elbette.Kimlik değişse de kültür, yaşambiçimi kolay kolay değişmiyor. Ev-lerde turşular kuruluyor, balkon-lardan çarşaflar silkeleniyor,düğünlerde halay çekiliyor, sün-net düğünleri iki dilli yazılıyor,

döner giderek marka haline geli-yor, Anadolu kahveleri çoğalıyor...Ve bunlar da ucundan kıyısından,gözlemler olarak, şiirime girdihep. Ne kadar Türkiye varsa, okadar da Almanya yer aldı duygu-larımda, düşüncelerimde ve şiir-lerimde. "Yolumun Üstündekiler"başlıklı şiirimdeki şu dizeler için-de yaşadığım kentle bütünleşme-mi de gözler önüne seriyor "Aşkve Minyatürler"de (1989) : "Çıl-dırmak üzere olan bir zenci migördüğüm / Tiyatrodaki rolünümetroda ezberleyen bir oyuncumu / Kitabına dalmış Çinli’nin ya-zacağı mektubu düşünüyorum /Sarışın bir Alman arıyor gözlerim// Hangi ulustandı / Benimle yat-mak isteyen kız / saatlerin artıkne önemi var." Şiirin devamındada buradaki tarihimize de eğiliyo-rum bir parça: "Yolumu nedenuzatıyorum aşksız evlere doğru"diye sorduktan sonra, bir başkasoruyla geçmişe doğru yolumaşöyle devam ediyorum: "Bizimki-lerin tarihi niye düştü aklıma yine/ Sarık ve kılıç yüklü sağrıları terliatlarla gelmişler / Çevirmeni bek-lemişler saray kapılarında / Bavulyoktu o zamanlar // Gazetelerde

kızlar, ayıptır söylemesi / Yatacakerkek aramazlardı / Ayıptı kadın-ların / Kocalarıyla sefere çıkması /sekiz ay sürerdi üç bin km / Sayı-lar da damlaya damlaya göl olurmu / Haritalarımızın kimi yerleriboş mu kaldı / Biz buralarda pik-niklere başlayalı." Kent ve bizim-kiler üzerine gözlemlerle kendiduygularımı yoğurmaya çalışmı-şım burada.

Şu dört dize de Berlin’in ken-dine özgü ve çarpıcı doğasını gös-teriyor sanıyorum: "Sokaklarındadenizi arayan martılar / Başkahangi kentte size bu kadar yakın-dır / Denize ulaşamadan sefereçıkan vapurlar / Başka hangikentte bu kadar gözyaşlıdır." Ber-lin, gölleriyle bir iç liman gibidir.Martıları insanın can yoldaşı san-ki, o kadar yakın. Şiirin sondanbir önceki dizesi benim aldığımyolu gösteriyor: "Gece de, yol da,görüntüler de bitmez Berlin’de."

Öyle büyüleyici, etkileyici birkent bu benim yaşadığım Berlin!

Günün birinde geriye dönmedüşüncesi kafamdan silinmeyebaşlayınca geçirdiğim sarsıntıyıimliyor şu dizeler: "...bölünüyo-rum / Yaşlı Berlin’in genç yüreğigibi ikiye."

"Taşı Sula" (1998) kitabımda yeralan "Döndüğüm Yer Burası De-ğil" şiirim de ikilem arasında kal-manın tedirginliğini yansıtıyor:

"Ölürüm, öldüğüm yer burasıdeğil", "Giderim, gittiğim yer bu-rası değil", "Dönerim, döndüğümyer burası değil."

Dönülecek bir yer kalmadığınınyaşattığı umutsuzluğu atlatmakkolay olmadı. Bu arada, Berlin’inDevlet Kitaplığı’nı, en önemli ar-şivlerini günlerce, aylarca arşınla-yarak bizimkilerin geçmişteki iz-lerine ulaşmaya çalıştım. İlk gelen

elçiye (Ahmed Resmi Efendi), sa-vaşta annesini babasını yitirmişöksüz öğrencilerin Berlin’e geti-rilmesine, Talat ve Enver Paşala-rın fotoğraflarına, istatistiklere,daha pek çok belgeye ulaştım ve"300 Jahre Türken an der Spree"(1983) yani "300 Yıldır TürklerBerlin’de" kitabım bu unutulmuşbelgelerden oluştu. Büyük yankıuyandıran bu çalışmamın deva-mını açtığım sergilerde değerlen-dirdim. Berlin’deki bizimkilerinizinden yürümek yalnızlığımı gi-derdi.

"Kanun Hükmünde Şiir"de(1999) yer alan "Yerinde Durama-yan Şiir"in ikinci bölümünde çokkültürlü bir yaşamın bende yarat-tığı duyguları ele almaya çalışmı-şım: "İşte çok kültürlü bir akşamyine / Rosalinde’de, bizimkilerinhiç gitmediği / Biram köpürmü-yor, 30’la gidilir bu sokakta /Hangi ulusu ararsan var bu ad-reste / Rakım sulanmıyor, ırmak-lar dökülüyor kadehime / Cazımakasap havası eşlik ediyor // Ba-şörtülü bir geceye kayıyorum şu-radan / Biramın ayranını kim ka-bartacak sorarım size / Rakımbeyaz peynir bakınıyor, birazdan

26 TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 �

Yașlılar kentiydi

Dönülecek bir yer yoksa...

Page 26: Avrupa GÜN

Joyce’un (Dublin’le özdeşleşen)"Ulysses", Andrey Beliy’in "Pe-tersburg" romanı gibi örnekleriçoğaltmak olası. Kentler, imgele-riyle, ruhlarıyla, özgün yapılarıyla,tarihleriyle, kültürel kimlikleriyle,coğrafyalarıyla.. şairleri, yazarları,sanatçıları etkilemişlerdir hep.Yaratıcı ile kent arasında imge-lere, betimlemelere, gözlemlere,yaşamlara dayalı kopmaz bir bağvardır. Ankara’yı nasıl hâlâ unuta-madıysam, benim için Berlin’denvazgeçmek de olası değil.

Berlin, artık yerleştiğim kent -ikinci oğlum Dirim’in doğumyeri-. Yaşamımı geçirmek istedi-ğim ülke ise Türkiye. İki ülke ara-sında bir köprü gövdem, düşle-rim, yaşamım, şiirlerim. Yüreğimikiye bölünmüş durumda. Kreuz-berg’e "Küçük İstanbul" dendiğiiçin mi ben de Berlin’deki İstan-bul’dan yıllarca yazılar yazdımdergilere? Bilmiyorum. İstan-bul’un, Ankara’nın, Ayvalık’ın ba-zı semtleriyle Berlin’in kimi yer-leri arasında benzerlikler kurdumhep, kuruyorum. Türkiye’de yaşı-yormuşum gibi yazıyorum şiirle-rimi, yazılarımı, ama Berlin’deyaşıyorum, bir başka dilin içinde.Bu hem besliyor beni, hem dekentle aramdaki bağları güçlendi-riyor, çoğu zaman da bunaltıyor,yoruyor.

Ben, Berlin’le sımsıkı kucaklaş-tıkça o da benim evlilik yüzüğümgibi yer almayı sürdürüyor haya-tımda. Berlin’le ben, arada bironun bunaltıcı göğüne, kimi ge-çimsizliklerine, politikasına lafetsem de, mutlu bir karı koca gi-biyiz 1980’den beri.

Osmanlı İmparatorluğu’nun sı-nırlarını genişletmek amacıylaBatı’ya düzenlediği seferler kor-kuya neden olmuştu doğal olarak.Hele 1. ve 2. Viyana KuşatmalarıBatılılar için korkulu düş olmuştu.Savaşta esir olan Türkler de Av-rupa’nın çeşitli ülkelerinde uşakolarak kullanılmıştı. Berlin’dekiTürklerin tarihi 2. Viyana Kuşat-ması’ndan sonra başlamıştır de-nebilir. Çünkü ondan öncesinibilmiyoruz: 1684’te adları Hasanve Ali olan 22 yaşında iki Türkesiri Berlin’e getirilir ve Charlot-tenburg Sarayı’na uşak olarak yer-leştirilir. Adları Friedrich Aly veFriedrich Willhelm Hasan olarakdeğiştirilir ve Hıristiyanlaştırılır.1711’deki sarayda çalışanlar liste-sinde yer alırlar. İçoğlan, kiler so-

rumlusu, çiftlik kahyası, saki gibigörevlerde çalıştırılırlar. Kaftan veturban giyerler.

Hasan ve Ali’nin Berlin’e getiril-diği dönemde iki Müslüman kızda getirilir Berlin’e. General vonBarfuss’un himayesinde olan kız-lardan birinin adı Fatma, öteki deTürkin Marusch’tur. Türkin Ma-rusch’un adı Sophie HenrietteZollin olarak değiştirilir. 1694’te

Friedrich Aly ile evlendirilir. Ha-san ve Ali’ye Berlin’in ünlü bircaddesi olan Charlottenburg’takiSchlossstrasse’de (4 ve 6 numa-ralı) birer ev verilir. "Hasan veAli’nin Evi" diye anılan bu evlerdöneminde çok göze batar ve ün-lenir. Türkin Fatima ise SophiaScharlotte olarak sarayda yükse-lir, resmi yapılır. Hasan ve Aly’denbirinin saraydaki hizmeti sıra-

� TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 27

Berlin, benim ayrılmayıdüşünmediğim, iyiceyerleştiğim bir kent artıkbaştaki tedirginliklerimekarşın. Tedirgin, huzursuzgünlerimi unutmadım.Kentten korktuğumanlarımı da.

gelir // Cazım miskete kaptırmışkendini kan ter içinde."

Bir çalkalanma söz konusu bu-rada elbette. Çünkü Berlin, çokuluslu, çok kültürlü, çok dilli birkent. Kendimi bu kentte giderek"melez" görmeye başladım. 2 sayıçıkarabildiğim şiir dergisinin adı-nı da o yüzden "Melez" koymuş-tum. Sonra da seçme şiirleriminbaşlığı oldu, "Melez" (2005). Da-ha önce "Parantez"le (17 sayı), çoktutulan ve hâlâ aranan "Şiir-lik"le(55 sayı), Berlin’le Türkiye ara-sında şiirden bir köprü kurmuş-tum bir avuç genç şairle birlikte.

Berlin, benim ayrılmayı düşün-mediğim, iyice yerleştiğim birkent artık baştaki tedirginlikle-rime karşın. Tedirgin, huzursuzgünlerimi unutmadım. Kenttenkorktuğum anlarımı da. Mimariolarak eskinin ve yeninin birarada, uyum içinde olmasının bü-yüsüne, çekiciliğine kaptırıp gitti-ğim çok oluyor kendimi. Günlükyaşamın doluluğuna da. Kültürünher yerden karşıma çıkmasına daöyle alıştım ki. Yine de ülkemi çoközlüyorum yaşadığım yerin çokgüzel bir yer olmasına karşın.

Kentin geçmişinde yer alan,adeta kazınan bizimkilerin tarihive kültürü beni hep heyecanlan-dırdı. Onun için "Türk Edebiya-tında Berlin" (2003) kitabınıhazırladım. Berlin’e gelen ve bukente ilişkin anı, şiir, öykü, de-neme, roman yazan kim varsabizden, onların yazdıklarına ulaş-maya çalıştım. Sonuçta ortayazengin, şaşırtıcı bir kitap çıktı.1993’te de "Yarım Damla-Alman-ya’daki Türk Şiiri Antolojisi"ni ha-zırlamıştım. Türkiye’de yaşayıpAlmanya’daki Türkleri konu edi-nen şiirlerle birlikte Almanya’dayaşayıp da orayı yazanlar ve Al-manca yazanların ürünlerini birçatı altında toplamıştım "Bir Vü-cutta İki Post", "Bir Yaşamda İkiDünya" ve "Bir Dünyada İki Ya-şam" diyerek.

Bunlar benim Berlin’le nasıl içiçe geçtiğimi, onunla ne düzeydebütünleştiğimi gösteren örnekler.Şiirime kentin her anı, her halikendiliğinden giriyor Türkiye’ningirdiği gibi. Şöyle de denebilir:"Bir Vücutta İki Post"u yaşıyo-rum: Yani "Bir Dünyada İki Ya-şam"; elbette "Bir Yaşamda İkiDünya".

Kentlerle şair ve yazarlar ara-sında kopmaz bağlar var: Kava-fis’in "Kent" şiiri, A. Döblin’in"Berlin Alexander Meydanı", J.

Korkudan alıșkanlığa

Adım adım Berlin’dekiTürk izleri

Page 27: Avrupa GÜN

savaşı kaldırır ve dostluk kurul-masını sağlar. Rusya ile Prusyaarasında kurulan dostluk Osman-lıları kuşkulandırır. Durumu an-lamak üzere Ahmed ResmiEfendi Berlin’e büyükelçi olarakgönderilir.

Berlin’de Türk gibi giyinmek,Türk ekmeği yemek moda olur.Ahmed Resmi Efendi Berlin’de

altı ay kalır, yerine kayınbiraderiAzmi Ahmet Efendi gelir. Onunamacı da Prusya’yı Osmanlılarınyanında Ruslara karşı savaşa sok-maktır. 11 ay kaldığı Berlin’deamacına ulaşamadan döner İs-tanbul’a. 3. Selim’in elçisi olarakBerlin’e gelen Ali Aziz Efendi aynızamanda şair ve düşünürdür. 29Ekim 1798’de Berlin’de ölür veburaya gömülür. Friedrich Wil-helm, Türklere Urban Strasse’debir mezarlık tahsis eder. Sonra 28Nisan 1804’te Muhammed Esadadlı bir elçilik görevlisi de burayagömülür. Böylece Türklerin gö-

müldükleri bir mezarlık ortayaçıkmaya başlar. 1866’da UrbanStrasse’deki mezarlık Colombia-damm’a nakledilir. Talat Paşa da15 Mart 1921’de Hardenbergerstr.21 numarada öldürüldüğünde, bu-raya gömülür ve 1943’te kemikleriTürkiye’ye götürülür.

Berlin’e davet edilen ilk Türkgazeteci Basiret gazetesinin sahibiBasiretçi Ali Bey’dir. Ali Bey,1870-1871’deki Fransız-Alman sa-vaşı sırasında izlediği Alman yan-lısı tutumu nedeniyle Prens Bis-marck tarafından savaşın ardın-dan Berlin’e davet edilir. Berlin’de

28 TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 �

sında, konuklara Türk bardağıylaçay sunarken bir yağlıboya tabloda var Charlottenburg sarayında.Bugün Berlin’de soyadı "Aly" olanbira bile var.

Her sarayda olduğu gibi Char-lottenburg Sarayı’nda da zamanzaman modalar öne çıkar. KuzeyAfrikalı uşakların modasını 2. Vi-yana Kuşatması’ndan sonra sa-raya getirilen esir Türkler alır.Hannover’den gelen Elektör Sop-hie Charlotte Türk esirlere sa-rayda büyük önem ve yer vermiş,onların haklarını hep korumuştur.Maaşları bile Almanlardan dahayüksektir. Türk gibi giyinmek mo-dadır. Türk kahvesi, Türk çayımoda olur. Misafirlere Türk usulükahve ve çay ikram edilir. Saraydabunu gösteren tablolar da vardır.

Charlottenburg Sarayı’nın por-selen sergisinde 1768’de yapılan"Tef Çalıp Oynayan Türk Kızı"porseleni de sergileniyor.

Osmanlılar ile Prusyalılar ara-sında resmi bir ilişki yoktur daha.1701’de Mektupçu Said Efendi 15kişiyle Berlin’e gelir. Hangi amaçlageldiği pek bilinmese de, iki ülkearasında resmi bir ilişkinin ilkadımı olarak anmak daha doğru.2. Viyana Kuşatması’ndan çoksonra, 14 Temmuz 1763’te İstan-bul’dan 70 kişilik personeliyle yolaçıkan Ahmed Resmi Efendi, 9Kasım 1763’te Berlin’e varır vegörkemli bir törenle karşılanır.Böylece iki ülke arasında resmiilişkiler de başlar.

Aslında Prusya Kralı FriedrichWilhelm, 1721 yılında Yurgowskiadında birisini at satın almaküzere İstanbul’a yollar ve ilk Os-manlı-Prusya ilişkisini başlatır.1755’te Prusya bir başka giri-şimde bulunur. Türkiye ile ticaretyapan Havde adında birini, adınıRexin diye değiştirerek, ekonomidanışmanı olarak saraya alır veTürklerle bir ticaret anlaşmasınınyapılıp yapılamayacağını yokla-mak için tekrar İstanbul’a yollar.Von Rexin, at satın almanın dı-şında ticaret anlaşması yapmadanBerlin’e döner. Aslında Prusyalı-lar, Rusları kendilerine süreklidüşman gördüklerinden Osman-lılarla dost kalmanın yollarınıararlar. "Rusya’nın Prusya toprak-larına yönelmesi ancak Osmanlı-larla dost kalınarak önlenebilir"diye düşünürler. 1. Mehmet’in ölü-münden sonra 3. Osman’ın tahtageçmesiyle Büyük Friedrich, pa-dişahın cülûsuna bir mektup yol-lar. İlişkilerin gelişmesiyle iki ülkearasında 1761’de, yani bundantam 250 yıl önce, ilk ticaret anlaş-ması gerçekleştirilir. Rus ÇariçesiElizabeth’in ölümünün ardındanyerine geçen 3. Petro, Rusya ilePrusya arasında yedi yıldır süren

Türk modası

Berlin, benim ayrılmayıdüşünmediğim, iyiceyerleştiğim bir kent artıkbaştaki tedirginliklerimekarşın. Tedirgin, huzursuzgünlerimi unutmadım.Kentten korktuğumanlarımı da.

Page 28: Avrupa GÜN

kaldığı 29 gün boyunca okulları,fabrikaları gezer. Sadrazam Ali Pa-şa’nın Mısır’da öldürülmesi üzerineİstanbul’a dönmek ister. Augus-burg üzerinden Mısır’a geçmedenprensin armağanı son model baskımakinesini de götürür.

Türkiye için büyük önemi olanBerlin Kongresi 1878’de toplanır.13 Haziran - 13 Temmuz 1878 ta-rihleri arasında gerçekleştirilir buünlü Kongre ve tarihi toplantılarbugünkü Bellevue Sarayı’nda ya-pılır. 1877’deki Osmanlı-Rus sava-şının sonucu Osmanlıların yenil-mesiyle Mart 1878’de Ayastefa-nos (Edirne) Anlaşması imzalanır.Rusların Balkanlar’da büyük nü-fuz kazanması Batılıları kaygılan-dırır. Batılı devletler bu anlaşmayıçok ağır bulurlar. Onun için 13Haziran 1878’de, Berlin’deki TürkElçisi Sadullah Bey’in, Kara To-dori Paşa ve Nâzım Hikmet’inbüyük dedesi Mehmet Ali Paşa ilebirlikte katıldığı görüşmelerde

Bulgaristan’ın bir kısmı özerkolur. Bosna-Hersek yönetimiAvusturyalılara verilir. Kars, Ar-dahan, Rusya’ya bırakılır. Ro-manya, Sırbistan ve Karadağ’a dabağımsızlık verilir. Osmanlı dev-leti Ruslara yüklü bir savaş tazmi-natı da ödemeye mahkûm edilir.

Osmanlı-Prusya ilişkileriningelişmesi sonucu Prusyalı subay-lar Osmanlı ordusunda görevalırlarken, Osmanlı subayları daPrusya ordusunda eğitilir. Almanüniformasıyla eğitim görmek içinilk olarak 19 kişilik bir subay kafi-lesi 6 Aralık 1895’te Berlin’e gelir.

Aslında 1846-1850 istatistikle-

rine yansıyan rakamlara göre Ber-lin’de Müslüman bir kadın yaşı-yordur. 1856-1860’da bu sayıyabir de erkek eklenir. 1866-1870’de2 erkek bir kadın olur. Türk su-bayların Berlin’de olduğu tarihteise 123 erkek ve 75 Müslümankadın yaşıyordur Berlin’de.

İttihat ve Terakki (Birleşme veİlerleme) partisinin önemli siya-setçileri de sık sık Berlin’e gelirler.Selanik’teki posta memurluğu gö-revinden sadrazamlığa kadar yük-selen Talât Paşa, 1918-1921 yıllarıarasında "Sai" (Haberci) takmaadıyla siyasi sığınmacı olarakyaşar. 15 Mart 1921’de Harden-bergerstr. 4 numaradaki evindenet ve çorap almak için dışarı çıkarve aynı sokağın 21 numaralı eviönünde Ermeni öğrenci Talayrantarafından öldürülür.

Enver Paşa ise 1908’de AskeriAteşe’dir Berlin’de Alman yanlısıtutumuna karşılık Berlin’den Bağ-dat’a giden trenlerde "Enverland"

(yani Enver’in ülkesi) yazıyordu.Enver Paşa, Orta Asya’daki Müs-lümanları toparlamaya çalışırkenöldürülür.

Birinci Dünya Savaşı yıllarında"silah arkadaşlığı"nın gelişmesisonucu yoksul, yetim ve öksüzçocuklar İstanbul ve Berlin’de ku-rulan "Alman-Türk Dostluk Der-neği" (Schöneberger Ufer 36/a)üzerinden Berlin’e gönderilir.Grünewald’daki Herta Str. 6 adre-sindeki öğrenci yurduna yerleşti-rilen gençler 4 yıl boyunca birmeslek öğrenirler. Yaşları 12 -18olan bu gençlerin savaş sırasındasayılarının Almanya’da 10 bine

çıktığı biliniyor. 1916 yılında Ber-lin’de 1775 Türk yaşıyordur.1917’de bu sayı 2046’ya yükselir.Berlin "Türk Öğrenci Derneği"1925’te Kalcreuthstr. 11’de açılır.Dernek sonra Lützow Ufer 5/a’yataşınır. Dernek daha sonra, "Tür-kischer Club" (1923) ve önce1917’de "Deutsch-Türkische Han-delsgesellschaft" (Eichhorn Str. 6)adıyla açılan "Türkische Handels-kammer für Deutschland in Ber-lin"le (Alman Türk Ticaret Odası,kuruluşu 1927) Kurfürstendamm197/198 adresine taşınır. "Tür-kischer Club"de (Türk Kulübü)Charlottenburg’tan Kudamm’a,yukarıdaki adrese taşınır. Bu arabir de "Türk Edebiyatını SevenlerDerneği" Brandenburgische Str.37’de kurulur.

Kantstr. 16’da Türk lokantası,1938. Aynı sokağın 25 numaralıevinde de Türk öğrenci KemalKaraatlı oturur aynı yıllarda.

Makine Mühendisi Kemal Ka-

raatlı’nın dışında felsefe dalındaünlenen Macit Gökberk, dünyacaünlü Hititoloji profesörü SedatAlp, Arkeoloji alanında uluslar-arası üne sahip Ekrem Akurgal,Sümerbank Genel Müdürü Sela-hattin Akyol, Çimento FabrikasıMüdürü Seyyit Ulubay, sonradansenatör de olan İzzet Yalçındağ,İstanbul Üniversitesi RektörüÖmer Celal Sarç, Sümerbank’ınkurucularından Ali Rıza Ergin,Türk solunun önemli adlarındanReşat Fuad Baraner...

Semiha Berksoy, Berlin’de gös-teri ve üstlendiği rollerle çok ün-lenir. Ünlü ressam Fikret Mualla

da altı ay kalır Berlin’de. NâzımHikmet, birkaç kez gelir Berlin’eama Doğu Berlin’e, bir gün BatıBerlin’e de geçer ve ölümündenbirkaç ay önce, Mart 1963’te, üçBerlin mektup/şiiri yazar... Hal-dun Taner, şair Behçet Necatigil,Tezer Özlü, yönetmen ErdenKral, Ferit Edgü, Demir Özlü, Fü-ruzan, Nedim Gürsel, TuncelKurtiz, Ayla Algan, Şener Şen,Kerim Avşar gibi yazarlar, tiyat-rocular, oyuncular da uzun sürekalırlar Berlin’de.

Teltowkanal üzerinde Kleingili-nicke Brücke olarak anılan yere,Türk-Alman yetkililer 6 Ekim1915’te törenle "Enver-Paşa-Brücke" adını verirler.

Kurfürstendamm 75 numara-daki Hotel-Pansiyon Colombia’-nın sahibi Osman Tokay adındabir Türk’tür.

23 Aralık 1917 pazar günü Ata-türk veliaht Vahdettin’in askeridanışmanı olarak Berlin’e gelir ve

Hotel Adlon’da bir hafta kalır.Türk heyeti Kayzer Wilhelm 2’ninkonuğu olarak Berlin’de on günkalırlar. On gün boyunca Adlonoteline Türk bayrağı çekilir, emir-lerine 2 araba ve tercümanlar ve-rilir. Atatürk Almanya’da 15 Ara-lık 1917’den 4 Ocak 1918’e kadarkalır. Yani, toplam 21 gün kalır-lar Almanya’da. Almanya’nın 1.Dünya Savaşı’nı resmen kaybetti-ğinin saptamasını da yaparlar bugezide. Çanakkale savunmasınınkahramanı Mustafa Kemal Paşa,Vahdettin’le birlikte Türkiye’ningeleceğini ve kaderini öğrenmekiçin gelir Almanya’ya. Almanların

� TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 29

Page 29: Avrupa GÜN

derdi Türkiye’nin sürekli zayıf kal-ması ve iyi bir silah alıcısı olması-dır. Mustafa Kemal Paşa, gezisırasında görüştüğü Alman yetki-lilerle geleceğin Türkiye’sinde Al-manya’ya güvenilemeyeceğini an-lamıştır. Onun için Kurtuluş Sa-vaşı sırasında Almanlardan hiçbiryardım gelmemiştir Mustafa Ke-mal’e.

1 Mayıs 1919’da kurulan ve ilksayısı iki dilli yayımlanan "Kurtu-luş" dergisi Türkiye Sosyalist İşçiFırkası’nın yayın organıdır. Dergi-nin ve partinin adresi Kantstrasse8 numaradır. Atatürk’ün 1 Mayıs1919’da Samsun’a ayak basma-sıyla başlayan Kurtuluş Savaşı’nakatılmak için Hamburg’tan Akde-niz vapuruyla Türkiye’ye gelirlerve Türkiye’deki Aydınlık grubuylabirleşirler. Berlin’deki Türk öğ-renci grubunun içinde yer alan veiktisat doktoru olan Vedat NedimTör, 1940-44 yılları arasında, Ba-sın Yayın Genel Müdürlüğü, An-kara Radyosu müdürlüğü yapa-caktır. Tör, Türkiye döndüğünde,Kadro hareketine katılır ŞevketSüreyya Aydemir, Yakup KadriKaraosmanoğlu ile birlikte (1932-34); makaleler ve fıkralarla birlikteromanlar da yazar.

kentin geçmişine sımsıkı perçin-lenmiş bizimkilerin izinde yürü-yormuşum gibi duyumsuyorumkendimi.

Kimi zaman biniyorum bir oto-büse, yeni semtler, sokaklar, evlerkeşfetmeye çıkıyorum. Hiç git-mediğim semtlerin sokaklarınıdolaşıyorum, evlerine, dükkânla-rına bakıyorum.

Berlin, kolayca tüketilecek, es-kiyecek, unutulacak bir kentdeğil, bunu kaç yıldır biliyorumben.

Akademie der Künste, Martin-Gropius-Bau, Neue Nationalgale-rie, Müzeler Adası, Brecht’insürekli gittiği kahve, Café Eins-tein, Balzac Coffee, PotsdamerPlatz’daki Viyana Kahvesi, Ber-gama Müzesi, Haus der Kulturender Welt, Literaturhaus, Litera-risches Kolloquium... ayrıcalıklımekânlar. Marlene-Dietrich Mey-danı, Berlin Film Festivali’yle taç-lanır her yıl şubat ayında.

Her yıl haziranın ilk haftasındayapılan Kültürler Karnavalı, Ber-lin’in ayrı bir zenginliğini gözlerönüne serer kentin çok kültürlü,çok dilli yapısıyla birlikte.

Ya onca meyhane, lokanta, dis-kotek?

Onların da dili var yaşananlarıgünün birinde anlatacak.

Yaban el olmaktan çıktı Berlinbenim için; gölgem gibi epeydir.

Yurtsuzluğumun yurdunu bul-muş gibiyim Berlin’de.�

30 TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 �

avrupa'nın en modern, almanya'nın ikinci büyük ve berlin'in en büyük operası olan deutsche oper berlin (berlin operası)başkentte yaşayan Türklere yönelik tanıtım çalışmaları başlattı. deutsche oper berlin yetkilileri, önümüzdeki bir yıl bo-

yunca berlin`de yaşayan Türkleri ve özellikle Türk sanatçıları farklı opera oyunlarına davet ederek, onlarla tanışacak, ilgi çekenyapıtları tanıtacak ve deutsche oper berlin hakkında bilgi verecek.

deutsche oper berlin, bu kapsamda, ilk olarak 17 şubat tarihinde Mozart’ın "Figaro’nun düğünü"ne Türk misafirlerini davetetti. Geceye katılan Türk davetliler, prömiyeri 1786 yılında viyana’da yapılan Figaro`nun düğünü’nü, 3 yıldır üst üste "Yılın

Korosu" ödülünü alan deutsche oper berlin Korosu’nu dinleme ve izleme fırsatını buldular. deutsche oper berlin’in başkent-teki Türklerle olan ikinci buluşması ise, 29 martta otello operasıyla gerçekleşti.

1961 yılında yeniden açılan ve 1865 kişilik salonuyla deutsche oper berlin, sunduğu verimli akustik ve görüntü imkanı, genişrepertuarı ve tanınmış sanatçıları ile dünyanın en ünlü opera yapıtlarına ev sahipliği yapıyor.

Deutsche Oper Berlin, Türklerle Buluşuyor

[ Emre Ertem ]

Ünlü yazar Sabahattin Ali birbuçuk yıl kalır Berlin’de. Devletinverdiği bir bursu kazanır ve eği-tim için dört arkadaşıyla birlikteBerlin’e gelir (1928-30). Bir Al-man’ın Türklüğe hakaret etme-sine dayanamayıp sınıf arkadaşınıtokatlamasıyla Türkiye’ye geriyollanır. Daha sonra "Kürk Man-tolu Madonna" romanında (1943)Berlin’i ayrıntılı olarak ele alır.Lützow Str.’de Ka-De-We binası-nın çevresinde, Wittenbergplatzcivarındaki gece klüplerini betim-ler. Atlantik ve Romanisches Ca-fé’ye giderler.

İstiklâl Marşımızın şairi Meh-met Akif Ersoy da, Kızılay müfet-tişi olarak 1915 yılında Berlin’egelir ve üç ay kalır. "Berlin Hâtıra-ları" şiirinin girişinde İstan-bul’daki semt kahveleriyle Ber-lin’in şık Café Kranzler’ini karşı-laştırır Türk-Alman ilişkileriniince ince sorgularken.

Berlin’in hangi semtine gitsem,hangi sokağında yürüsem, hangikanalında tekne turu yapsam, bu

Eskimeyen kent…

Page 30: Avrupa GÜN

1978 yılından bu yana serbestsanatçı olarak Ratingen’de yaşıyor.

Yıldırım Denizli, 30 yılı aşkınbir süredir, tek başına olsun gruphalinde olsun birçok sergide ya-pıtlarını sergiliyor. Yalnız başınailk sergisini 1988’de Essen’de açtı.Bunu sonraki yıllarda Soest, Boc-hum, Köln, Düsseldorf, Bergka-men, Duisburg ve özellikle de Ra-tingen Şehir Müzesi’ndeki sergi-ler izledi. Denizli, özellikle 2000’liyıllarda çok sayıda ortak sergiyekatıldı. Yapıtlarına özel koleksiyo-nerler dışında bazı kamu kurum-larının da talip olduğu, satın al-dıkları biliniyor.

İyi de, Yıldırım Denizli ne ya-pıyor?

Kuşkusuz, görünmeyeni görü-nür kılıyor ve böylece, bilinmezsanılanların bilinebilir olduğunugösteriyor. Bu, son derece insanibir tutumdur ve aslında hepi-mizde biraz vardır. Ama Denizli,eline geçirdiği her cins malze-meyle, dışımızdaki ama bizi de

✒ TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 31

Yıldırım Denizli’nin şakası DÜNYAMIZIN İÇİNDE BİR YENİ DÜNYA KURMAK

Belli bir kategoriyesığdırmanın çok

güç olduğu bütün bu yapıtlar, özellikle

dünyayı "kafaya alan",hatta sanatçının hem

kendisiyle hem de çevresindeki insanlarla

açıkça alay eden bir tutumun ürünüdür.

Die Rache der Nägel [Çivilerin İntikamı] 2009, 90x150x90, Metall

OSMAN ÇUTSAY

Yıldırım Denizli, son 10 yıliçinde ürettiği yapıtlarını,böyle bir başlık altında ve

toplu olarak Ratingen Müzesindesergiliyor. 10 Temmuz’da sonaerecek olan bu sergi, bizi, hızladinselleşen ve kararan dünyamı-zın algılanmasına bilgi ve bilim-den hareketle müdahale eden,aydınlık bir sanatçı ile karşı kar-şıya bırakıyor. Denizli, son dereceso mut, bilinen, hatta kemik, tüy,tahta, plastik, metal, boya gibi"atık" malzemenin yardımıyla ya-şadığımız dünyayı yorumluyor.Yaptığı ve önümüze koyduğu budünya aslında günlük yaşantımı-

zın dışında değil, çünkü onu oluş-turan şeyler; zaten Yıldırım De-nizli’nin bütün malzemesi, içindeyaşayıp gittiğimiz bu dünyanınparçalarından oluşuyor. Belli birkategoriye sığdırmanın çok güçolduğu bütün bu yapıtlar, özellikledünyayı "kafaya alan", hatta sa-natçının hem kendisiyle hem deçevresindeki insanlarla açıkçaalay eden bir tutumun ürünüdür.Böyle "şakacı" bir tutum var, amamistikleştirme, karartma asla yok.Rasyonel bir sahnedir kurulan.

Sanatın önemli tuzaklarındanbirine düşmemeyi, çok rasyonelbir duruşla başarıyor Ratingen’li

sanatçımız. İlginç bir gözle ve enaz onun kadar ilginç ve çalışkanellerle, cin gibi bir zekayla karşıkarşıyayız.

1972 yılında, o zamanki adıyla,İstanbul Devlet Tatbiki Güzel Sa-natlar Yüksek Okulu’nu bitirenYıldırım Denizli, çok genç biradam olarak kendini daha da ge-liştirmek üzere Federal Alman-ya’ya geldi. Burada, 1973-1978 yıl-ları arasında "Staatliche Kunsta-kademie Düsseldorf/Freie Kunst-Bildhauerei" (Devlet Güzel SanatAkademisi) bünyesinde özellikleheykeltıraşlık dalında bilgisini veçalışmalarını derinleştirdi.

o. Titel [İsimsiz] 2009, 20x20x7

Page 31: Avrupa GÜN

içeren dünyanın ortasında, budünyanın Denizli’nin tercümesin-den geçmiş bir resmini vermeyeçalışıyor. Biraz şaşırtıcı bir resimbu, kabul etmeliyiz. Zeki bir göz-lemin ve dalga geçebilme duygu-sunun da etkisi hissediliyor. Yön-temler, malzemeler, izler iç içegeçmiştir.

Ama aydınlanma düşüncesi,bir yanıyla insanın kendisine vehemcinslerine şaşırması da değilmiydi?

Öyledir ve aslında, bu son sergikitapçığının altbaşlığından hare-ketle, ne demek istediğimizi daharahat anlatabiliriz: Johann Wolf-gang von Goethe’ye ait "Mansieht nur das, was man weiβ"(İnsan sadece bildiği şeyi görür),böyle bir belirleme, Yıldırım De-nizli’nin yaratı veya üretim sü-recinde bilgi ve bilimsel bakışındünyayla kurulan ilişkideki ro-lünü açığa çıkarması açısındanönemli. Çünkü sergideki yapıtlarkadar, bu saptama da YıldırımDenizli’nin rasyonel olanın temeledinilmesine biçtiği önemin altınıçiziyor. Rasyonel veya daha birTürkçesiyle "akılcı" olanın böylevurgulanması, sanatçının kendi-sini nerede gördüğüyle yakındanilgili. Denizli, sadece yanıtlarıyladeğil, tartışmaya açtığı konularlada aydınlanma düşüncesinin izin-de ve onun bir ürünü olduğununaltını çizmiş sayılmalıdır: Sanat,mistik bir anlaşılmazlık veya sislibir rüya değil, son derece somutbir insani ilişkidir Denizli’ye göre.O halde, dışımızdaki dünyayı an-lamak istiyorsak, onun bilgisin-den kaçmamayı da öğrenmemizgerekiyor. Sanat ile bilgi arasın-daki akrabalığa bu eşine pek sıkrastlanmayan vurgu, bugün hızladinselleştirilen bir dünyada tuhafkarşılanabilir. Ama Denizli, butuhaflığı tuhaf buluyor ve şakacıbakışında, yapıtlarında, bu şaşkın-lığın payını da saptayabiliyoruz.

Dolayısıyla yine sergi kitap-çığına çok ilginç bir giriş kalemealan gazeteci-yazar Ulli Tück-mantel’in de belirttiği gibi,Goethe’nin 1798’de yazdığı ve bi-zim biraz ferah bir çeviriyle"İnsan bir şeyi bilirse, onu gör-meye başlar" diye çevirebile-ceğimiz saptamasından hareketle,sanat yapıyor. Aydınlanma dü-şüncesinin bu büyük ismi,1819’da, bir mektubunda "Sadeceönceden bilinen ve anlaşılan birşey, görülebilir" diye de yazmıştı.Tückmantel, buna da dikkatçekiyor.

Bilmek ve görmek, birbirindenayrılmaz iki müdahale demek ki.

Avrupa düşüncesinin bu büyükisminin yaklaşık 200 yıl öncekivurguları, bugün nerelerde takılıp

kaldığımızı acıyla görmemize yolaçıyor. Hızla bir yeni ortaçağaitiliyoruz. Bilginin aşağılandığı,eşitliğin yok sayıldığı, aptalca bu-lunduğu bir yeni "kahır dönemi"sanki. Dünya kötülemiş ve sislen-miştir; durum hiç de iç açıcı sa-yılamaz. Yıldırım Denizli, biraz daönümüzde açılan bu karanlıkuçuruma dikkat çekmek için çabaharcıyor olmalıdır.

"Yaşayan bir varlığın dış yü-zeyine bakış, izleyiciyi şaşırtır"diye uyaran Goethe’nin, bu uya-rının hemen ardından "İnsan nebiliyorsa onu görmeye başlar"vurgusu, rasyonel ve bilinebilirolana bu yakınlık, aradan bu ka-dar yüzyıl geçtikten sonra da,Türkiye’nin Erzurum ilinde do-ğup büyümüş ve İstanbul’da üni-versiteyi bitirmiş, sonra da Al-manya’da kariyer yapmış bir ay-dını anlatıyor.

Ratingen’de ilginç ve bilgi-lendirici sorularla yüklü bir sergi,durumumuzun hiç de iç açıcı ol-madığının altını çiziyor. Tamam.Ama bu çıkmazda takılıp kalma-yacağımızın da ipuçlarını veriyor.

Dünya bilinebilir ve sanat, bubilgi işlemlerinin bir hizmet-karıdır. Biz buradan, sanatın birtürev olduğu sonucunu da çıkara-biliriz. Denizli, sanatın bilgiyle ay-dınlanmış ve aydınlatan bir uğraşolduğunu yapıtlarıyla kanıtlıyor.

Belki de çok başka bir şeydir.Ama Yıldırım Denizli, ürettik-leriyle, bize böyle saptamalardabulunma hakkı da tanıyor. Sanatbilinebilir bir şeydir, dünya bi-linebilir bir şeydir ve bilgi, her in-sanın biraz çaba göstermesi ha-linde üzerinde taşıyabileceği birışıktır. �

32 TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 � � TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 33

Hızla bir yeni ortaçağaitiliyoruz. Bilginin aşağılan-dığı, eşitliğin yok sayıldığı,aptalca bulunduğu bir yeni"kahır dönemi" sanki.Yıldırım Denizli, biraz daönümüzde açılan bukaranlık uçuruma dikkatçekmek için çaba harcıyorolmalıdır.

Ü50

-Par

ty[5

0ya

şüstü

parti

si]20

09,1

52x8

0x57

,Holz

,Far

be

o.Tit

el[İs

imsiz

]200

4,40

x18x

8,Ho

lz,Fa

rbe

o.Tit

el[İs

imsiz

]200

4,60

x90x

90,H

olz,F

arbe

,Poly

este

r,Po

rzella

n

Poin

tillis

mus

oder

die

Türd

esBa

bylo

n[N

okta

cılık

yada

Babil

onKa

pısı]

2006

,230

x116

x15,

Holz,

Farb

e,M

etall

o.Tit

el[İs

imsiz

]200

5/06

,242

x132

x30,

Holz,

Farb

e,M

etall

,Plas

tik,K

noch

en

o.Tit

el[İs

imsiz

]200

4,60

x23x

7,Ho

lz,Kn

oche

n,Kn

öpfe

Yıld

ırım

Deni

zli19

46in

Erzu

rum

|Tür

kei

YıldırımDenizli

Page 32: Avrupa GÜN

34 TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 �

Stéphane HesselSıNıR TANıMAyAN biR yURTTAşıN SoLUK SoLUĞA biLgELiĞiTabii ki son dönemde

Kuzey Afrika ülke-lerinde olup bitenleri

ilgiyle izliyorum. Birazdeli ve ihtiraslı olsam,

olaylar benden kaynak-landı, “Öfkelenin!”

kitapçığımı okudular ve“Arap Baharı”nı yarattı-

lar, derim. Aslı bununtam tersi. Yani Tunus,

Mısır, Libya, Yemen gibibazı Arap halklarınınisyanları yaşadığımız

devri tarihi kıldı ve ki-tapçığımın tanınmasını,

cazibesini körükledi.İşte “Öfkelenin!”in

başarısını hazırlayangerçek tarihi etken...

UĞUR HÜKÜM

Küçük kitapçığı kısa süredeAvrupa’nın birçok dilinde,bu arada Türkçede de ya-

yımlanan ve satış rekorları kıranStéphane Hessel, insanlığınvahim bir noktaya geldiğini, amaher türlü zorluğun da altındankalkabilecek bir kapasiteye sahipolduğunu düşünüyor. Avrupaaydın dünyasının bu sınırlar üstü"ihtiyar delikanlısı", sorularımızıyanıtladı.- Sizi geçtiğimiz 7 Şubat’ta,bağımsız internet gazeteciliğininen başarılı örneklerinden Media-part portalının éatre de laColline salonunda düzenlediği“Öfkelenelim, Direnelim, Yarata-lım!” gecesinde izledim. 20 ya-şında bir genç kadar dinamik,neşeli, heyecanlı ve de özellikleumut doluydunuz. Halbukiinsanlık tarihinin en karanlıksayfalarını içeren 20’nci yüzyılıve hatta oldukça umutsuz bir21’inci yüzyıl başlangıcı yaşadı-nız. Nasıl hâlâ insana güve-nebiliyorsunuz?

STÉPHANE HESSEL - 20’nci yüz-yılda büyük bir çoğunluğun yaşa-dığı olağanüstü zor ve acılızamanlara rağmen hissettiğim,

hatta açıkçası inandığım odur ki,insanoğlu her türlü zorluğu çöz-meye kadirdir. Bugüne kadar nas-yonal sosyalizm gibi çok ağırsorunla kapıştık. Kazandık. Başkabir ağır sorun, Stalinizm vardı.Kazandık. Sömürgecilik ve sö-mürgesizleşme gibi fevkaladezorlu bir süreçten geçtik. Bu devirtümüyle kapanmamış da olsa, ile-riye doğru ciddi adımlar attık.

Şimdi çözmekten çok uzak ol-duğumuz bir başka sorunla dahakarşı karşıyayız. Gezegenimiz,toprakla olan ilişkimiz. Doğayabarbarlar gibi davrandık. Onunihtiyaçlarını hiç göz önüne alma-dık, yalnızca kendimizi düşün-dük. Dolayısıyla geldiğimiz noktaçok vahim. Fakat bugün artık budurumun tamamen bilincindeyizve değişmek gerektiğini biliyoruz.Diğerlerine nasıl bir çözüm bul-duysak veya çözüm yollarını gö-rebiliyorsak, buna da bir çözümbulmak zorundayız. Bu nedenleçok ilerlemiş yaşıma, çok zorludönemlerden geçmiş olmamarağmen, hâlâ büyük oranda in-sana olan güvenimi sürdürüyo-rum. İnsanoğlunda, her birimiziniçinde henüz kullanılmamış nice

olanaklar mevcut. Çalışmaya, dü-şünmeye, yazmaya, hatta ara-mızdan bazıları sanat, edebiyat,şiir yaratmaya uğraşıyor. Ancakhenüz denemediğimiz bir şeyvarsa o da “iyilik” yaratmak. İnsa-nın irade ve isteğinin daha güzeledoğru değişmeye, dünyayı iyileş-tirmeye kadir olduğunu biliyo-rum.

- Çok iddialı bir “gerçek sosya-lizm” serüveninin başarısızlığı,sosyalizm rüyasının sonu mudemek? İnsanlığın varabileceğien yüksek politik, ekonomik vesosyal evre “kapitalizm” mi?İnsanlığı iyileştirme, mükemmel-leştirmenin tek yolu kapitalizmiyontmak, zaaflarını düzeltmek-ten mi geçiyor?

STÉPHANE HESSEL - Hayır! Tamtersine! Yazdıkları şu sıralar çokihmal edilen biri var: Karl Marx.Onun çok haklı biçimde altınıçizdiği bir hususa tamamen katı-lıyorum. “Kapitalizm insanlığın,toplumların evriminde ancak biraşama olabilir.” Kapitalizm birdönem bazı noktalarda yararı do-kunmuş bir sistem. Fakat şimdi-lerde büyük zararlar vermekte.

Kapitalizm totalitarizmin taham-mül edilmez bir biçimine dönüş-müş bulunuyor. Başlangıçta iyişeyler de yaptı. Örneğin içimiz-deki bazı zaafları teşvik etti. Bili-yorsunuz insanın sürekli dahafazla, daha fazla, hep daha fazla-sını isteme, biriktirme; daha üs-tün, daha büyük, daha güçlü olmagibi bir iradesi var. Doğayı bencilçıkarlarımız için kullandık. Ve so-nunda dünya son yüzyılda ulaştığıbütün gelişkinliğine karşın içindeolduğumuz açmaza düştü, blokeoldu. Kapitalizmin son yıllardatam yol duvara gittiği biliniyor.Sistem yeryüzünün hepimizinyurdu olmasını engelliyor. Soru-nuzun cevabını net bir biçimdevermek gerekirse, “Kapitalizmaşılmıştır. Ulaşılması gerekennokta benim sözcüklerimle, top-lumsal demokrasidir”.

Tek yol barışçıl mücadele

- İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi-lere karşı silahlı olarak direnmişbir savaşçıya soruyorum:Şayet sosyal ve ekonomik adalet-sizlik veya insanın insan üzerin-deki egemenliği her biçimiyle

Page 33: Avrupa GÜN

dayanılmaz bir hale gelirse şid-det kullanımı haklılık kazanabi-lir mi? Yoksa artık günümüzdeşiddetsiz, sadece barışçıl yollar-dan mı bir mücadele verilebilir?

STÉPHANE HESSEL - Şiddet anlaşı-labilir ama haklılığı savunulamazbir yoldur. Bir zulüm durumunda,örneğin Filistinlilerin İsrail baskı-sına karşı veya ülkelerini işgaleden Almanlara karşı Fransızlarınkullandığı şiddet kaçınılmazdır.Zira böyle yaratılmışız. Ancakşunu bilmemiz gerekir ki, bu yolasla kalıcı biçimde etkili olamaz.Güçlü zayıfa şiddet uyguladığındaeninde sonunda bir tepki doğa-caktır. Zayıf güçlüye karşı kulla-nırsa, zaten anında şiddetle tepkigörecektir. Dolayısıyla denenmesigereken yol müzakere, uzlaşma,anlayıştır. Fakat şaşırmamamızgereken husus, şiddet ne taraftangelirse gelsin yeniden şiddete yolaçacağı gerçeğidir. Ya tümüyledurdurmak zorundayız ya da ikitaraf da şiddetin sonuçlarına kat-lanacaktır.

Anı ve şiir derlemelerimde dü-şünce ve sanatlarına sıkça başvur-duğum iki yazar aslında şiddetaçmazını, çelişkisini mükemme-len ifade etmişler. Büyük düşünürve eylem adamı Jean-Paul Sartreşiddete, “Şiddeti kesmenin tekaracı şiddettir” ikilemiyle yakla-şırken, şair Guillaume Apollinaireşiddeti enfes bir dizeyle yerinekoymasını bilmiş: “Tek kabul edi-lebilir şiddet umuttur…”

- Siz tam bir “örgüt” adamısınız.Birleşmiş Milletler veya benzeribirtakım hükümetler arasıve/veya üstü uluslararası örgüt-lerin kapasitesine, gücüne ger-çekten inanıyor musunuz? Birazdaha ileri gidecek olursak: Am-nesty International, Attac, FIDH(Uluslararası İnsan Hakları Fe-derasyonu), Human RightsWatch gibi siyasi iktidarlar ötesisivil toplum kuruluşları dünya-daki sosyo-ekonomik ve politikdeğişimlerin aracı olabilir mi?Bu tipte örgütlenmeler her ölçek-teki insan topluluklarının gelece-ğinde belirleyici bir roloynayabilir mi?

STÉPHANE HESSEL - Bizim nesli-mizin büyük şansı BM gibi bir ör-gütün doğuşuna tanık olmasıdır.Aslında dünya [Hessel sürekli“biz” deyimini kullanıyor. UH]çok uzun zamandır devletlerin biraraya gelip buluşmasını; çatışma-ları engellemeyi deneme, müza-kere, anlaşma zemini sağlayacakbir örgüt yapılanmasını arzulu-yordu. Bu yolda bir dizi aşamadangeçtik. Örneğin 19. yüzyılın ba-şında “Avrupa Konseri” (1814-15Viyana Avrupa Kongresi) namıyla

lenmek zorunda kalıyorlar. Neyseki Amnesty, FIDH, Human RightsWatch gibi yararlı kuruluşlar varda, onlar çok sayıda olumsuzluğakarşı mücadele veriyorlar. Fakatbu örgütler devletlerin yerini ala-mazlar. Şimdilik düzenin sorum-lusu hâlâ devletlerdir. Dolayısıylauluslararası kuruluşların daha iyiçalışmasını ancak yine devletlertalep edebilir. Örneğin barışın uy-gulanması, güvenlik, kalkınma, vs…

- Böyle bir tablo içinde AvrupaBirliği’nin yeri nedir? AB birkısım Batılı, Avrupalı eski em-peryalistlerin yeni model emper-yalist örgütlenme modeli midir,yoksa geleceğe yönelik yepyeni birtoplumsal ve siyasal proje midir?

STÉPHANE HESSEL - Biraz zor veuzun oldu, ama sanırım Avrupaartık şimdi anladı. Bugün AB, ge-zegenimizin diğer kesimleri örne-ğin, gittikçe ağırlık kazanan yenigelişen ülkeler gibi insanlığa özelbir katkıda bulunabilir. Avru-pa’nın tarihi açıdan özgün ve eşsizbir deneyimi mevcuttur. Yüzyıl-

larca birbirleriyle savaşmış, bo-ğuşmuş milletler bir araya gel-mişler ve sorunlarını ortaklaşa elealmaya başlamışlardır. Benim nes-lim için, henüz mükemmelleş-mekten uzak da olsa birleşmiş birAvrupa’nın inşası, daha iyisi başa-rılamamış en önemli eserdir. Böy-lelikle ve öncelikle geçmiş yüz-yıllarda yaşadığımız sayısız sür-tüşme ve çatışma nedenini tasfiyeetmiş oluyoruz. Ve hemen ekle-

mek isterim ki, AB ancak Türki-ye’yi bünyesine katmayı başardığıtakdirde bence gerçek amacınaulaşmış olacaktır.

- Siyasi partilerin toplumları de-ğiştirebileceğine inanıyor musu-nuz? Bildiğim kadarıyla FransızSosyalist Partisi’nin üyesiydinizveya halen üyesisiniz. Fakat2009 AB Parlamentosu seçimle-rinde Avrupa Ekoloji, yani Fran-sız Yeşiller Hareketi’nin listesindeseçimlere katıldınız. Niçin?

STÉPHANE HESSEL - Ne mutlu kihalen demokrasilerde yaşıyoruz.

bilinen barış girişimi oldu. 1.Dünya Savaşı’ndan sonra “Millet-ler Cemiyeti” (Cemiyet-i Akvam)denendi. Hiçbiri başarılı olamadı.Sonunda dönemin ABD BaşkanıRoosevelt sayesinde BM kuruldu.Bu küresel örgüt bugün bünye-sinde 193 devleti barındırıyor.İnsan hakları, barış, kalkınma, te-lekomünikasyon, eğitim, bilim-kültür, beslenme gibi çok alandabir örgüt ağı oluştu. En kısa de-

yişle, çok çok yararlı bir yapıdoğdu.

Başarısızlıklarla karşılaşıldı-ğında nereden kaynaklandığınabakıyoruz, konuşuyoruz. Ancaken önemli kazancımız Uluslar-arası Hukuk alanında. Çok net,yalın metinler yayımladık. Enazından neyin meşru olup olma-dığını biliyoruz. Tek başına budahi muazzam bir avantajdır.Maalesef üzülerek görüyoruz ki,devletler üzerlerine düşeni gerek-tiği gibi yapmıyorlar. Yurttaşlarkendi hükümetlerine baskı oluş-turabilmek için aralarında örgüt-

� TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 35

Şiddet anlaşılabilir amahaklılığı savunulamazbir yoldur. Bir zulümdurumunda, örneğinFilistinlilerin İsrail baskısınakarşı veya ülkelerini işgaleden Almanlara karşıFransızların kullandığışiddet kaçınılmazdır.

Page 34: Avrupa GÜN

Demokrasilerin işleyişi siyasi par-tilerin varlığına bağlıdır. Siyasipartisiz bir demokrasi tasavvuredilemez. Kendimin de olmayıhedeflediğim gibi iyi bir yurttaşdaima bir siyasi partiye katılmalı-dır. Benim tercihim hayat boyuaynı siyasi harekette kalmıştır.Partim Sosyalist Parti’dir. Fakattecrübe gösteriyor ki, zaman za-man değişik durumlar çıkabilir.Örneğin Sosyalist Parti’nin başkasiyasi güçler tarafından destek-lenmeye ihtiyacı vardır. Örneğinyaklaşık 30 senedir yeryüzünün,doğanın önemini kavramış bulu-nuyoruz.

Bu nedenle Avrupa EkolojiGrubu bana iki açıdan çok sem-patik gözüktü. Çünkü bir yandaekoloji, çevre bilim ve korunma-sından, öte yanda da Avrupa’dansöz ediyordu. Fransızlara eksik ol-dukları, ilerlemeleri gereken nok-talarda hitap ediyordu. Fransızlargerçek geleceklerinin Avrupa’daolduğunu ve de çevre bilincinesahip olmaları gerektiğini daha iyikavramalıydılar. İşte bundanötürü doğal olarak Avrupa EkolojiHareketi listesine girdim. Ken-dimi seçilemeyecek bir sırayakoydurttum. Ancak hareketin yö-neticilerine bir koşulum vardı.Solun ve Sosyalist Partisi’nindostu ve destekçisi kalacaklardı.

“Öfkelenin!”

- Gelelim kitaba. 20 Ekim2010’da yayınlanan “Indignez-vous/Öfkelenin!” isimli kitabınızFransa’da 2 milyondan fazla, Al-manya’da 1 milyon sattı. İspanyave İtalya’da halen liste başla-rında. 25 dile çevrildi. Bu başa-rıyı nasıl açıklıyorsunuz?

STÉPHANE HESSEL - Teknik ve ta-rihi nedenlerle. Teknik, zira ça-lışma 25 sayfalık küçücük birkitap. Pratik boyutları kolay birdağıtıma elveriyor. Ve de özellikle3 avro gibi çok makul bir fiyatıvar. Ayrıca bir hayli de provokeedici bir başlığa sahip “Indignez-vous/Öfkelenin!”. Bu vesileyle ki-tabı bu fiyat ve boyutta basanEditions Indigène yayınevi ve sa-hipleri Sylvie Crossman ve Jean-Pierre Barou’ya minnettarlığımıifade etmek isterim. [Hessel’in bukitabın tüm gelirini insan hakları,uluslararası dayanışma ve yardımkuruluşları gibi çeşitli STK’larabağışladığını eklemeden geçme-yelim. UH]

Tarihi nedenlere gelince: Gü-nümüzün belli başlı toplumları-nın kendi işleyişlerini sorgula-dıkları bir dönemi yaşıyoruz.Kendimizi güven içinde hissetmi-yoruz. Eskisi gibi emin bir biçim-de her şey çok iyi gidiyor, gelecek

çok parlak diyemiyoruz. “Fevka-lade bir Avrupa kuracağız, muh-teşem bir ABD olacak, büyükSovyetler Birliği gerçekleşecek...”gibi vizyonlar, hedefler koyamı-yoruz. Belki şimdilerde birazcıkÇinliler bu tarz duygulara sahipolabilirler. Geri kalanların çoğun-luğu gelecekten epeyce kuşkulu.Çünkü gelişmeler düşündüğü-müz, arzuladığımız doğrultudaolmaktan çok uzak. Özellikle deBerlin Duvarı yıkıldıktan sonra.1989’da artık hep beraberiz, nemükemmel diye düşünüyorduk...Bay Francis Fukuyama’nın dediğigibi tek bir dünyamız olacak, sa-

nıldı. Evdeki hesap çarşıya uy-madı.

Nitekim kısa bir süre sonra,2001’de terörizm, ardından eko-nomik kriz derken, işlerin yo-lunda yürümediğini gördük. Bircins düş kırıklığıydı yaşanan. Hal-buki ne rüyalarla yatıp kalkmıştık!Dünyada özgürlüğün zafer ka-zandığını sanıyorduk. Bu hayalkırıklığı çevresinde öfkelenildi,ayaklanıldı, kitlesel protestolaryaygınlaştı. Örneğin Fransa. 2007seçimleri Sarkozy’yi iktidara ta-şıdı. Sorunlar çözülecek, Fransaçağ atlayacaktı... 3 sene sonra söy-lenenlerin hiç de gerçeğe uyma-dığı ortaya çıktı. Aynı dönemdeABD’de parlak bir seçimle işba-şına gelen Obama etrafında da il-ginç biçimde benzeri bir süreçyaşandı. İngilizcesi “Time for

Outrage” başlığıyla yayınlanan ki-tapçığım orada da hiddetli bir ka-muoyunun dikkatini çekti. Güzelve sağlam görünümlü bir hükü-mete sahip Almanya’da bile Stutt-gart olaylarının kanıtladığı birmemnuniyetsizlik dalgası ülkeyisardı. Muradına eremeyen düşduygusu benim kitapçığıma hatırısayılır bir kamu ilgisi uyandırdı.

Tabii ki son dönemde KuzeyAfrika ülkelerinde olup bitenleriilgiyle izliyorum. [Bay Hessel’inyüzünde muzip bir ifade belirdive gülerek şöyle konuştu: UH]Biraz deli ve ihtiraslı olsam, olay-lar benden kaynaklandı, “Öfkele-

nin!”i okudular ve “Arap Baharı”nıyarattılar, derim. [Bilge bilge gü-lüyor.] Aslı bunun tam tersi. YaniTunus, Mısır, Libya, Yemen gibibazı Arap halklarının isyanları ya-şadığımız devri tarihi kıldı ve ki-tapçığımın tanınmasını ve cazi-besini körükledi. İşte “Öfkele-nin!”in başarısını hazırlayan ger-çek tarihi etken...

- Yaklaşık 7 yıl önce, 8 Mart2004’te, yani Fransa Ulusal Di-reniş Komitesi’nin (UDK) ünlü“Program Bildirgesi”nin yayımla-nışından tam 60 yıl sonra, o sı-rada hayatta olan 12 tanınmışdirenişçi yoldaşınızla “YükselenAdaletsizliğe Karşı MücadeleÇağrısı”nı yayımladınız. Maale-sef âkil adamları dinlemediler.Sizin sözlerinizle “Bugün gittikçe

artan belirli bir barbarlık, sosyalve ekonomik adaletsizlik -insan-lığı- tehdit ediyor.” Aradan 67 yılgeçmiş olmasına rağmen günü-müz Fransız sosyal devletçiliği-nin temel ilkelerini belirleyenUlusal Direniş Komitesi Progra-mı’nın güncelliğini, yaşanan ge-rici, geriletici durumu nasıldeğerlendiriyorsunuz?

STÉPHANE HESSEL - Sanırım Ulu-sal Direniş Komitesi Programı’nınprogram olarak güncel olduğunusöylemek bugün için artık müm-kün değildir. Çünkü 67 yıldadünya aşırı derecede değişti. Fa-kat UDK’yi yaratan ve programınıoluşturan temel insani değerlergünümüzde de temel değerlerolarak halen geçerli. Bu nedenle2004’te temel değerler hakkındahükümetin dikkatini çekmeye ça-lıştık. Bu değerlerin bazıları belkibugün daha az önemli. Ama özü,yani neredeyse faşist Vichy rejimive Nazi işgalinden kurtulma kav-gası veren yoldaşlarımızın ihti-yaçları bugün bile haklılığınıkorumaktadır. İşte UDK’li dost-larla bu ihtiyaçlara tercüman ola-bilecek iddialı birtakım önerilerhazırlamıştık.

Önemli olan son derece özen-çli bir tutkuyu canlı tutmaktır.“Adil ve modern bir toplum tut-kusu” her devir için geçerli birtutkudur. Bu tutku 17 ve 18’inciyüzyıl Aydınlanma Çağı’nda dageçerliydi. Rousseau, Diderot,Voltaire ve arkadaşları kadar,19’uncu yüzyıl İngiliz düşünür vesiyaset adamları Gladstone, Dis-reali devrinde de tüm heyecanıylagündemdeydi. Bu hedefler İtalyanRisorgimento (Yeniden Doğuş)hareketinin de tutkusuydu. Bututku dün olduğu gibi bugün degeçerlidir.

- “Öfkelenin!” çığlığınız, çağrınızveya belki bir Manifesto diye ni-teleyebileceğimiz çalışmanız,bütün yurttaşları, bulacaklarıbir veya birkaç gerekçeyle yaşa-nan haysiyetsizliklere, çirkinlik-lere, haksızlıklara en azından“öfke” duymaya davet ediyor.Sizler için Naziler vardı, işbirlik-çileri, işgal vardı. Filistinlileriçin İsrail’in insanlık dışı veşiddetli politikası var. Hedeflerçok netti. Fakat günümüzdeortalama bir Fransız, Almanveya Türk genci, insanı pusulayıtamamen şaşırmış durumda.Anladığım kadarıyla siz gençliğeçok güveniyorsunuz. Her boydanve soydan uyutucu veuyuşturucunun bol olduğugünümüz tüketim toplumlarındainsanlar, gençler kime veneye karşı, nasıl öfkeduyacaklar?

36 TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 �

Tabii ki son dönemdeKuzey Afrika ülkelerindeolup bitenleri ilgiyleizliyorum. Biraz deli veihtiraslı olsam, olaylarbenden kaynaklandı,“Öfkelenin!”i okudularve “Arap Baharı”nıyarattılar, derim.

Page 35: Avrupa GÜN

STÉPHANE HESSEL - Bu kitapçığıngerçek sorunu da bu sorunuzuncevabında düğümleniyor. Kitap,durumdan, gidişattan memnundeğilim demeniz ve kızmanız, öf-kelenmeniz gerektiğini anlatıyor.Ama bir adım daha ileri gidilebil-mesi için nasıl yapılması gerekti-ğine dair yeterli ayrıntı aktar-mıyor. Kitap bir dizi konuda ciddiboyutlarda cüretkar meydan oku-malar içeriyor. Özelliğe gençliğikarşı çıkması gereken konularlayüzleşmeye, yüz yüze gelmeyeçağırıyor. Bu taleplerin varlığınınasıl algıladıklarını, kabul görme-yen birtakım gerçek ihtiyaçlarınyetersizliğini teslim edip etme-diklerini anlatıyor. İşte davet,mesaj, tam bu noktaya odaklanı-yor: Gençler bu durumların de-ğişmesi için çalışmaya, müca-deleye hazırlar mı?

Aslında kitapta sıralanan talep-ler sadece birkaç örnektir. İletil-mek istenen, insanların bizzatkendilerinin kabul edilmez bul-dukları noktaları öne çıkartmala-rıdır. Çünkü herkesin talebi aynıolmayabilir. Ama sizler kendiniziçin kabul edilemez bazı durum-ları yakalamışsanız ve bunun içindirenme arzusu taşıyorsanız, işteo zaman gerçek bir yurttaş olmayolunda ilk adımı atmışsınızdır.

Ancak daha önce belirttikleri-mize rağmen öylesine iki büyükhedef var ki, her biri en azındansavaş, işgal, sömürgecilik kadarönemli ve dramatik. Bunların ilki,çok yoksullarla çok zenginler ara-sında büyüyen farklılıkta yatmak-tadır. Konu hakkında çalışan,istisnasız tüm iktisatçıların hem-fikir olduğu tespit, bu farkın son30 yılda vahim derecede açıldığı-dır. Üstelik yeryüzündeki aşırıyoksulluk ve dengesizlik bütünülkelerde büyümektedir. Hattazengin ülkelerdeki çok derin yok-sullukla, örneğin bazı banliyö-lerde hayatta kalma kavgası verenen yoksulla en zengin ve ölçüsüzservetler arasındaki uçurum ta-hammül edilmez boyutlara eriş-miştir. Buralarda da aynı uyarıyave/veya teşvike, durumun değiş-mesi için mücadeleye, sosyal de-ğişimi vurgulayan siyasi birpartinin veya partilerin varlığına,desteğine ihtiyaç vardır.

İkinci hedefe gelince: Dahaönce değindiğimiz bir husus yer-kürenin bozulması. Bu noktadada davaya sahip çıkmak, angajeolmak çok önemli. Aynı kararlılıkgerekiyor. Özellikle de, böyle gel-miş, böyle gider diyerek kanıksa-yanlara, göz korkutanlara veyafarklı yıldırmalara pabuç bırak-mamak zorunlu. Bu davranışlaramutlaka tepki gösterip, öfkelenip,isyan etmeliyiz.

- Gerçek bir sosyal ve ekonomikdemokrasi için önerileriniznedir?

STÉPHANE HESSEL - Sanırım bukonuda öncelikle yakın dönem-lerde yazılmış, kayda değer eser-lere başvurmak da yarar var.Soruları en iyi biçimde sorupçözüm getirenlere yakından bak-mak gerekiyor. Son zamanlardasıkça yaptığım gibi en başta EdgarMorin ve “La voie" (Yol) başlıklıson çalışmasını zikretmek iste-rim. Sonra da Peter Sloterdijk ve“Tu dois changer ta vie" (Hayatını

Değiştirmelisin), Susan George ve“Leur crises, nos solutions" (On-ların Krizleri, Bizim Çözümleri-miz) başlıklı eserlerini salıkveririm.

Acilen ve yoğun olarak üze-rinde düşünülmesi gereken nere-den başlanacağına karar veril-mesidir. Kapitalizmin kurallarıyerine toplumsal ve dayanışmacıbir ekonomi, sanayileşmiş bir ta-rım yerine aktif bir çevrecilik veekolojik tarım ilkeleri uygulanabi-lir. Aslında izlenecek yol haritasıbir anlamda belirlenmiş du-

rumda. Eksik olan siyasi irade veinsanların, özellikle de gençlerincesaretsizliği ve güven yetersiz-liği. Henüz yeterli sayıda insan busorunların çözülebileceğine ina-namıyor. Veyahut da birazcık zor-landılar mı cesaretleri kırılı-veriyor. Dolayısıyla benim çağrıminsanları davaya sarılmaya davetçağrısıdır. Bildiğiniz gibi “Enga-gez-vous/Angaje Olunuz-DavayaKatılınız” ikinci bir küçük kitapçıktı. İlkinin mantıki uzantısı. Budefa, öfkelenmek yetişmez, öfke-lenmek ilk adımsa, çözüme giden

� TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 37

Emevilerden, Osmanlılarauzanan zengin bir geçmişe,fevkalade bir insan,Mustafa Kemal bir noktakoymasını bilmiştir.Ve bir imparatorlukkalıntısından bir demokrasiyaratmıştır.

STÉPHANE HESSEL - Modern Türkiye kurulduğundan beri Avrupa kıtasında, dün-yada ilginç bir konuma sahip, özellikle de İslam dünyasında. Yüzyıllardır tarihi, po-

litik, ekonomik, kültürel ve dini anlamda çatışmaların, geçişlerin, göçlerin yaşandığı birbölgede var olmuş. Emevilerden, Osmanlılara uzanan zengin bir geçmişe, fevkalade birinsan, Mustafa Kemal bir nokta koymasını bilmiştir. Ve bir imparatorluk kalıntısından birdemokrasi yaratmıştır. Tüm demokrasilerde olduğu gibi itiraz veya protesto edilebilecekçok öğe bulmak mümkündür. Fakat temeli sağlamdır. Geçmişte Türkler Balkanlarınönemli bir kısmını işgal etmişler, sonra geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Avrupa’nınderinliklerine kadar uzanmışlardır...

Bu ülke, bu uygarlık, bu kültür olağanüstü bir çeşitlilik ve zenginliğe sahiptir. Tarihindeçok farklı siyasi yönetim deneyimlerinden geçmiş bir toplumdur. Bab-ı Ali’nin bugünkü öl-çülerle aşırı sağcı ve tutucu siyasetlerinden, Kemal Paşa’nın aşırı solcu nitelenebilecekbirtakım uygulamalarına Türk tarihi gerçekte Avrupa’nın da yakından tanıdığı birçokaşamayla benzerlikler içerir. Dolayısıyla Türkiye’nin tecrübesiyle Avrupa’nın tecrübeleriarasında bir hayli tamamlayıcı yönelişler mevcuttur. Söylemek istediğim özetle şudur ki,Türkiye’nin yeri genişletilmiş bir Avrupa’nın içindedir.

- Üst üste gelen üç darbeyle yıpranmış, geleneksel olarak laikliğe sıkı sıkıya bağlı cumhuri-yetçi ve demokratik olmaya çalışan Türkiye’de şu anda İslami değerleri ön plana çıkartan,muhalefet ve eleştirel basına pek tahammül edemeyen bir iktidarın varlığını biliyorsunuz.Siz böyle bir iktidarın yarınını nasıl görüyorsunuz, tavsiyeleriniz olabilir mi?

STÉPHANE HESSEL - Tüm söylenenlere rağmen, ben şahsen Türk vatandaşlarının ço-ğunluğunun AB ile bütünleşmekten yana olduğuna inanıyorum. Bu süreci engelleyen bir-takım etkenler mevcuttur. Örneğin insan hakları ihlali, dolayısıyla bütünleşme engelikonuşuluyor. Bu engelin başka ülkelerde yaşananlardan daha zorlu olduğunu sanmıyo-rum. Herkes bu konuda kalıcı ilerlemeler kaydediyor. Eminim Türkiye de bu engeli aşa-caktır. Benim için epeyce üzücü olan bir zorluk, Kıbrıs sorunudur. Sanırım Türkiyeakıllıca bir siyaset kullanarak bu engeli kolayca aşabilir. Sonuçta Kıbrıslılar pekala birarada yaşayabilirler. Onlara bu olanak tanınmalıdır. Başta herkes gibi zaman zamankendi aralarında kapışacaklardır. Ama eninde sonunda anlaşacak ve AB üyesi birleşikbir devlet olacaktırlar.İç siyasete gelince. Açıkçası tavsiyelerde bulunabilecek derecede Türkiye’yi tanımıyorum.Burada yaşamadım. Birkaç defa kısa süreli fakat çok hoş ziyaretlerde bulundum. İslamTürkiye’de risk midir, koz mudur, bilemiyorum. Şayet başından beri hissettiğimiz, tanı-dığımız modern bir Türkiye varsa, bu Türkiye, Müslüman Akdeniz ülkelerine, İslam dün-yasına gerçekten örnek olabilir. Türkiye’nin bir yanda Filistinlilerle, öte yanda İsraillilerlekurduğu ayrıcalıklı bağlar son derece olumludur. Türkiye bu bölgede barışın kurulmasıiçin bizlere yardımcı olabilir. Akıllı bir Türk hükümeti Avrupa açısından çok değerlidir.Böyle de olduklarını sanıyorum.

Günümüz Türkiyesi’ni nasıl görüyorsunuz?

Page 36: Avrupa GÜN

yol eylemden, mücadeleden ge-çer, diyoruz...

İslam ve demokrasi

- Yaygın Batı kamuoyu geneldeoldukça kolaycı bir bakışla İslamile demokrasi arasında bir uyuş-mazlık olduğunu savunur.Gerçi Arap ülkelerinde son kay-dedilen gelişmeler en kuşkucularıdahi düşündürmüş olsa da şim-dilik kesin bir olgudan konuşmakzor. Sizce Müslüman toplumlarıdemokratik bir yaşamla bağda-şabilir mi?

STÉPHANE HESSEL - Birincisi: İs-lam’ın uzun bir tarihi var. Bu geç-mişte öyle bazı dönemler mev-cuttur ki, bu dönemler yaşanma-mış olsa bugünkü modern dün-yayı görebilmek bile hayal olurdu.Orta Çağ’dan sonra mesajı ve kat-kılarıyla İslam olmasa Avrupa’dagünümüze geçiş sağlanamazdı,nerede olduğumuzu bilemezdik.İbn-i Sina, İbn-i Rüşd gibi İslambilginleri sayesinde Antik düşün-cenin modernleşmesi gerçekleşti.Sonra İslam düşüncesi maalesefözellikle Vahhabilik etkisinde birgerileme yaşadı. Aynen bir za-manlar Katolik kilisesinde, örne-ğin engizisyonda olduğu gibitutucu anlayışlar İslam dininibloke etti, gelişmesini durdurdu.Beni şahsen hiç bağlamasa da sonyüzyıllarda açılan Katolik kilisesi,modernleşmeyi, çağına uymayıbaşardı. İslam da aynı yoldan ge-çebilir, geçmelidir. Yoksa İslam iledemokrasi arasında aşılmaz birçelişki olduğuna inanmıyorum.

Kaldı ki önümüzde bu sürecidenemiş, denemeye devam edenbir toplumu siz de yakından tanı-yorsunuz. Türkiye bir anlamda buaşamayı, hareketi başarmış bir ül-kedir. İslam ile yakın bağını sür-düren Türkiye benim gözümdeModern İslam’ın simgesidir. Ge-rilememek kaydıyla Türk İslamıMagrip hatta Maşrek ülkelerineörnek oluşturabilir. İslam’da mo-dernleşme Türkiye’den ilham vegüç alabilir.

- Sizce İnsan Hakları, cumhuri-yetçi değerler, özgürlük, eşitlikgibi kavram ve ilkeler yalnızcaJudeo-Hıristiyan kökenli toplum-lara, kültürlere özgü birtakım ge-lenekler midir? Bu noktadaİslam ile bağdaşmazlıktan sözetmek olası mıdır?

STÉPHANE HESSEL - Hayır! Hiçböyle düşünmüyorum. Çünkü1948’de İnsan Hakları EvrenselBeyannamesi’ni kaleme aldığımızyoldaşlarımın çalışmalarının ger-çekten çok başarılı olduğuna ina-nıyorum. Gerek anlaşma (pakt)gerek bildirge metinleri istisnasız

herkes tarafından kabul edilebilirmetinlerdir. KonfiçyüsçülerdenBudistlere, Katoliklerden Müslü-manlara, Musevilerden Protes-tanlara herkese saygılı, herkesibirleştiren bir dil ve tanımdır.

Tanrıya hiç bir atıfta bulunul-mamakta, metinde Tanrı sözcüğükullanılmamaktadır. Temel kav-ram ve sözcükler erkek ve kadın-dır, insandır, kişidir. Hemen he-men her paragrafta bu sözcüklergeçer. Yazılanlar içtenlikle arzula-nan ve hedeflenen insan özgür-lükleridir. Nerede yaşarlarsa yaşa-sınlar, kadın veya erkek, özgür,kendi vicdan ve inançlarında ser-besttirler.

Bu metni Batılı olduğu, bazı ge-lenek veya kültürlere uymadığıgerekçesiyle reddedenler apaçıkbir ikiyüzlülük yapmaktadırlar.Beyannamede öngörülen haklarıkendi yurttaşlarına uygulamak is-temeyen devletler kendi iktidarla-rını kaybetmekten korkan yöne-timlerdir, yurttaşlar değil.

“Angaje Olun!”

- “Öfkelenin!”den sonra ikinci birkitap yayınladınız, “EngagezVous/Angaje Olun!” Bu defakiçağrınızın, davetinizin amacınedir?

STÉPHANE HESSEL - İlkinin man-tıki devamı sayılabilecek bu ikincikitap daha fazla ayrıntıya giriyor.Özellikle de gençlerin uğraşması,mücadele etmesi gereken sorun-ları ele alıyoruz. Örneğin ciddi birgöç sorunu vardır. Bu olguyu da-ha iyi anlamak ve anlatmak zo-rundayız.

Toplumlar niçin hareket halin-deler, insan yığınları niçin dünya-nın bir noktasından başka birnoktasına göçüyorlar. Aslında budaima var olmuş bir olgu. Romaİmparatorluğu’nda bile “Barbarla-rın İstilası”ndan söz edilirdi.Tarih kanıtlıyor ki, istilacılar ger-çekte pek o kadar da barbar değil-lerdi. Peki, uygarlık adına sö-mürgeler kurmayı nasıl açıklaya-caklar? Amerika’yı nasıl işgal etti-ler? [Gülüyor-UH] Kısacası göçhareketlilikleri tarihin bir parça-sıdır. Sürekli var olmuştur. Yapıl-ması gereken, konuyu akılcı veinsan haklarına saygılı bir bi-çimde ele almaktır. İşte pekala an-gaje olunabilecek, dört elle sarı-lanabilecek, katılınabilecek birdava.

Bir başka eylem alanı adalet. İn-sanoğlu için elzem olan kaynakla-rın daha eşit dağılımına olan ta-lep. Aynı zamanda belli bir bi-çimde azla yetinmenin, ölçülülü-ğün öğrenilmesi de gerekiyor.Günümüz toplumlarında fazlacasarhoş olduk, anormal tükettik.

Onlara (insanlara) artık birazılımlı, sınırlı tüketmeyi öğretelim.[Burada “Sobriété-Ebriété/Mut-lak Perhiz- Sarhoşluk” sözcükleri,ikilemiyle oynuyor- UH] Enerjiveya suyun kullanımındaki aşırı-lığı sınırlayalım. İşte bu ve benzerisomut eylem alanları bu ikinci ki-tapçıkta yer alıyor. Özellikle genç-lere yönelik bu söyleşi kitabındasorumlu dünya yurttaşlığına ya-raşır mücadele araçları öneriyo-rum. Böylelikle yürümeyen işle-rin üstüne gidebilirler, çevrelerinibilinçlendirebilirler, çözümlerekatkıda bulunabilirler.- Peki insanların, bireylerin uğ-raşıları nasıl bir kolektif, toplumücadele zeminine oturabilir?Siyasi partiler, STK ve benzerlerikonusunda bir tercihiniz var mı?

STÉPHANE HESSEL - Şahsen bualanda daha ziyade çoğulculuk-tan yanayım. Demokrasilerde,tabii ki gerçekten demokratiklersesiyasi partileri kullanmak gerekir.Seçimlerde oy kullanmamak, ka-yıtsız kalmak kişisel planda tambir skandaldır. İçinden veya dı-şından siyasi hayata bilfiil katıl-mak zorunludur. Fakat isteyendini bir örgütlenmeyle de angajeolabilir. Kuşkusuz hangi doğrul-tuda çalışacağı çok önemlidir.Niçin olmasın? Bugün din teme-linde birçok grup, kuruluş, insanibirtakım değerlere titizlikle sahipçıkmakta ve insan hakları ve de-mokrasi kavgası vermektedir.

Sendikalar aracılığıyla müca-dele de çok etkili yollardan biriolabilir. Kooperatiflere, elbette kiAmnesty International, FIDH gibiher türlü insan hakları veya daya-nışma kuruluşuna girilebilir. Artıkçok sayıda modern iletişim aracısayesinde son derece yaygın ve et-kili toplumsal ağlar, örgütlenme-ler, Attac veya dünya çapındasosyal forumlar kurulmaktadır.Sanırım dünyayı, toplumu değiş-tirmek için bir davaya sahip çık-mak duygusunu tatmin edecekbütün bu yollar geçerlidir. Sağ-lam, ciddi, herkese uygun müca-dele araçları vardır.- “Yüzyılla Dans Etmek” başlıklıanı kitabınızda gençlerin 1968’deyaşlıların gelmiş geçmiş egemen-liğini kırdığını yazmıştınız. Buiyimserliğinizi bugün de sürdü-rüyor musunuz?

STÉPHANE HESSEL - Dilerim ki,hiçbir zaman gençlere olan inan-cımdan dönmem. Bu inanmaksözcüğünü deşmek gerek. Bütüngençliğin enfes olduğuna ve hersoruya doğru bir cevap bulabile-ceğine inanacak kadar da saf de-ğilim. Açıkçası böylesi bir “genç-çilik”den sakınırım. Ama bugün-küler dahil bütün nesillerde ek-mek yapmak için mayayı bulup

hamuru karacak küçük bir azınlıkçıkmıştır. İşte bu azınlığa güveni-yorum. En güçlü tüketim top-lumlarında gençlerin çoğunluğuumursamaz bile olsa, direnişçi birküçük azınlık var olmuştur. “Di-renmek, üretmektir.” Bu gençlergeleceğin tohumlarıdır. Değişi-min tomurcukları daima onlarlaaçacaktır.

- Hayat boyu çok sadık, ayrılmazbir yoldaşınız olmuş: Şiir.Üç dilli bir şiir antolojiniz var,başlığı “Ah Benim Belleğim –Şiir, Benim Gereksinimim”. Niçinşiir, niçin üç dilli bir kitap?

STÉPHANE HESSEL - Sadecebu üç dili [Almanca, Fransızca veİngilizce UH.]çok iyi bildiğimiçin. Mahmut Derviş’in ağzındanArap şiiri veya Rus şairlerindenRus şiirini dinlemenin tadınavakıf olmuş bir insanım. Ancakbu dillere tam hakim değilim. Şiirianlayabilmek, şairin tam tadınavarabilmek için bir dili çok iyi ta-nımak zorunludur. Çeviriye inan-mıyorum. Muhteşem çevirmen-ler var. Olağanüstü çeviriler yapa-biliyorlar. Ama şair en güzelini, enâlâsını kendi dilinde veriyor.Bazen Nâzım Hikmet’i düşünü-yorum. Oğlum birçok şiirini ez-bere biliyor. Çok iyi çevrilmiş.Ama Nâzım’ı kendi dilinde,Türkçe okumak başka bir şey. Bunedenle yalnızca üç dile yoğun-laştım. Bu kadarı bile epeyce zen-gin bir varlık oluşturuyor. Buengin insanlık varlığı içinde belle-ğime kazınanları seçtim. Zira birşiiri okuyup güzel bulabilirim.Ama belleğime girmesi için birşeylerin çarpması gerek. O andaonu ezbere bilmek isterim.

- Bu enerji ve mücadeleci gücünühangi kaynaktan besliyorsunuz?

STÉPHANE HESSEL - Kadınlar.Başta annem olmak üzere kadın-lar hayatımın motor gücü, enerjikaynağı olmuşlardır. Onlara min-nettarım.

- Bir şiir alıntısıyla bitirsek...STÉPHANE HESSEL - Apollinaire

“Mirabeau Köprüsü”nden bir alıntı.“Aşk şu akarsu gibi kayıp

gidiyorAşk gidiyorHayat nasıl yavaşVe umut nasıl şiddetliGelen gece saati çalıyorBen kalıyorum günler kayıp

gidiyor”

Paris / 4 Nisan 2011 /Saat 17.00 - 18.30 arası.�

38 TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 �

İslam’ın uzun bir tarihivar. Bu geçmişte öyle bazıdönemler mevcuttur ki,bu dönemler yaşanmamışolsa bugünkü moderndünyayı görebilmek bilehayal olurdu.

Page 37: Avrupa GÜN

misali dünya kitapçılarının vitrin-leri, tezgâhlarından taştı; yürek-leri, akılları bastı. 1944’te UlusalDireniş Kurulu Programı, 1948’deBirleşmiş Milletler İnsan HaklarıEvrensel Bildirisi’ni kaleme alan-lar arasında olan Hessel şimdi-lerde ne bir siyasi program öne-riyor, ne de gökten vahiy yoluylainen vecizeler aktarıyor. Yazdık-ları benzersiz zenginliklere sahipşu yeryüzüne, bilgi ve iletişimçağı 21’inci yüzyıla yaraşır adil veçevreci bir düzen için sivil, barış-çıl başkaldırıya çağrı. 19’uncuyüzyılın devrimci Paris barikatla-rının çulsuz çocuğu "Gavroche"(5) 150 yıl sonra, her daim takımelbiseli, kravatlı bilge dede "Hes-sel"in kılığına bürünüp bu kez"Sermayenin Diktatörlüğüne Ha-yır!" diyor.

Stéphane Hessel ne FransızUlusal Marşı "La Marseillaise"deolduğu gibi "Yurttaşlar silahlarasarılın!" diye ajit-prop çekiyor, nede uslu kılıflı, usta bir söylemli"Bilinçli yurttaşlar olun, dört yıldabir oy pusulanızı yerinde kulla-nın!" aklıyla yetiniyor. Sakin sakin"Yetti artık! Olup bitenlere duyar-

� TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 39

Sınır tanımayan yurttaş:Stéphane Hessel

Stéphane Hessel neFransız Ulusal

Marşı "La Marseil-laise"de olduğu gibi

"Yurttaşlar silahlarasarılın!" diye ajit-prop

çekiyor, ne de uslukılıflı, usta bir söylemli

"Bilinçli yurttaşlar olun,dört yılda bir oy

pusulanızı yerindekullanın!" aklıyla

yetiniyor.

UĞUR HÜKÜM

“Direnmek, tam ifade-siyle 'Tarih' insan top-luluklarının kendini

sürekli yeniden yaratması demek-tir... İnsanoğlu Tarih’in akışını de-ğiştirmeye kadirdir. Tarih sorum-lu yurttaşların eseridir."

Yukardaki sözler 2011 NobelBarış ödülüne aday gösterilen, şusıralar 94’üncü baharını süren"genç yürekli" bilge, StéphaneHessel’in (1) 2008’de yayımlanananı-söyleşi kitabından aktarılmış-tır. Bu adaylığı destekleyen Colle-gium International (2) üyesi dörtünlü uluslararası kişilik, EdgarMorin (Fransız filozof ve sosyo-log), Michel Rocard (Fransa eskibaşbakanlarından / 1988-1991),Peter Sloterdijk (Alman filozofyazar) ve Richard von Weizsäcker(Almanya eski cumhurbaşkanla-rından / 1984 -1994) Alfred No-bel’in barış ödülü tanımındanesinlenerek adayları Hessel’i şöyledeğerlendiriyorlar:

"Stéphane Hessel yıllardır bilfiilangajmanı ve cesaretiyle tartış-masız barış savaşı verenlerin enön saflarında olmuştur. Bu insan-lar halkların yakınlaşmasına, dü-

zenli orduların tümüyle veya kıs-men ortadan kaldırılmasına, barışyolunda ilerleme ve toparlanmasağlanmasına sürekli katkıda bu-lunurlar... Hessel’in yaşamı işteböylesi bir savaşımın canlı tanık-lığıdır. Üstüne üstlük sözleri, yazı-ları bugün bir vicdanlar ayak-lanmasının, şaşırtıcı bir genç dün-yanın sesi oldu. Mesajı gezegen ça-pında bir etki yarattı. Özgürlük vekurtuluş bayrakları açan halklarınmetaformozlarını başarıyla ta-mamlayabilmeleri için aydınlatıcısözlere ihtiyaçları var..." (3)

Bu ünlü kişilikle Paris’tekievinde yaptığım uzun bir soh-bette (Söyleşinin tümü dergimizinbu sayısında okunabiliyor-UH)son zamanlarda hakkında yazılıpçizilenleri, söylenenleri hatırla-tınca utangaç bir rahatsızlık için-de özetle şunları söyledi: "Müba-lâğa ediyorlar. Ben çok talihli birhayat yaşadım. Aldığım çok yönlüve kültürlü terbiye ve eğitimden,edindiğim uluslararası tecrübe-lerden, insani ve cumhuriyetçimücadeleden çıkartabildiğim ders-lerden başkalarının da yararlan-masını istiyorum. Evrensel değer-

ler hiç kimsenin, hiçbir uygarlığıntekelinde değildir. Yerküre artıkhepimizin yurdu, bilgi ve görgühepimizin malıdır. En katı milli-yetçilikleri, en kesin sınırları tanı-mış bir insanım. Artık ne mutluki, insanlık sınırların göreliği veyapaylığının farkında. Ne var ki,dünyaya egemen iktidarlar bunuteslim etmekten henüz uzak. Tekbir dünya, sınır tanımayan biryurttaşlığın yolu hâlâ uzun ve çi-leli, ama kesinlikle bir rüya de-ğil..." (4)

"İnsanlık Onuru Manifestosu"

En yalın sıfatıyla, "olağandışı"bu insan, cilt cilt romanlara sığ-mayacak yaşamının özünü, özle-diği küresel bir topluma yönelikçağrısını, sosyal adalet, eşitlik veözgürlük çığlığını, ille de bir adkoymak gerekirse "İnsanlık Onu-ru Manifestosu" diyebileceğimizdavetini 15 sayfalık bir metindetoplamış. Bu kitapçık Fransızcaözgün baskısında girişi, tanıtımı,notlarıyla toplam 30 sayfa biletutmuyor. Ancak bu küçük kitap,bu bir cins risale duygu tsunamisi

Page 38: Avrupa GÜN

sız kalmayın, liberal masallarakanmayın! Sizlere empoze edilen,çaresizlikten benimsetilen birdünya bakışından tiksindiğinizi,kızdığınızı gösterecek, insana hasen basit tepkileri verin! ÖFKELE-NİN!" diye sesleniyor.

Başkaldırının en doğal ilk aşa-masını anlatmak için kitaba baş-lık seçilen Fransızca fiil, "Indig-ner"nin Türkçe tam karşılığı yok.İlginç olan Almanca ve İngiliz-cede de eş anlamlı bir sözcük bu-lunamamış. Latince kökte yatan"Dignitas/Asiller Sınıfı"ndan herne kadar günümüz Fransızca-sında "Dignité/İnsanlık Onuru"kavramına evrilip, farklıca biranlam kazanmış olsa da, sonuçtasadece belli bir "asalet"e tercümanolabiliyor. Fakat kavrama "In-"öneki katılıp da "Indigner" mas-tarıyla olumsuzlaşınca, "Kızdır-mak, öfkelendirmek, tiksindir-mek" ve de mecazi olarak "İnsan-lık onuruna dokundurmak" diyebir fiil ortaya çıkıyor. "Indignez-Vous" ifadesiyle çift zamanlı dö-nüşen fiilin ikinci emir "siz"çoğulu olup, iki bitişik kelimede"İnsanlık onurunuza, haysiyeti-nize yapılan büyük haksızlık veyahakarete karşı tepki, infial duyun,öfkelenin" içerikli bir anlam kaza-nıyor. Doğrudan Latinceden kay-naklanan İspanyolca ve İtalyancadilleri "Indigner" fiiliyle birincielden mesajı yakalarken, Alman-cacılar "Empört Euch! / Kızın-Da-rılın!", İngilizceciler "Time forOutrage!/ Zorbalık veya (Çok)Öfkelenme Zamanı!" gibi başlık-ları yeğlemişler.

Feleğin çemberi

Feleğin binbir çemberindengeçmiş Gavroche Dede, Fransız-ları öyle duyarlı noktalarındanvurmuştu ki, yarım satte okuna-bilen risale boyutunda bu metinpiyasaya çıktığı 21 Ekim 2010’dan28 Şubat 2011’e dek 2 milyonadetten fazla satacaktı. İnsanları,iktisadi ve toplumsal haksızlıklarıhaklı göstermeye çalışan tüm zih-niyet, kural, yasalara karşı itaat-sizliğe kışkırtan bu bilyeli elbombası 25 dile çevrildi. Bir okadar dile daha çevrilmeye de-vam ediyor. 21 Şubat’ta Alman-ya’da piyasaya sürülen 75 binkitapçık anında yok sattı. 55 bin-lik İspanyolca ilk baskı bir haftadatükendi. Artı, Baskça ve Galiçya,Kastilya ve Katalunya dillerindede ayrı baskılar yapıldı. Kitaphalen İtalya ve Almanya’da listebaşı. Arapçası ve İbrancası aynıanda çıkmak üzere. İsveç’tenAvustralya’ya uzanan heyecandalgaları yaratan Gavroche De-de’nin sırrı nedir?

"Çok talihli ve mutlu bir insa-nım. Ömrümde Nazi işkenceleridahil, epeyce acı çekip tehlike at-lattım. 5 kez ölümden döndüm.Gördüm, geçirdim. Dünyanındört bir bucağını dolaştım. To-runlarımın bile 5 çocuğu var. Şuanda yaşım için mükemmel bir94’üncü yıl sürüyorum. Ben şanslıolmayayım da kim olsun?" Ken-dini, en zorlu dönem ve anlardahil içinde bulunduğu ortamla-rın daima en talihlisi, hayattan eniyi yararlananı olarak görmüş. As-lında kısa bir süre de olsa onunlabirlikte olabilmek bir şans, zira ki-şiliği biraz yakından tanıdığınız,izlediğiniz takdirde ortaya ger-çekten olağanüstü bir insan çıkı-yor. Umut pilleriniz tazeleniyor!

1917 Berlin doğumlu StéphaneHessel ünlü Fransız sinemacıFrançois Truffaut’nun, Henri-Pi-erre Roché’nin gerçek romanın-dan esinlenerek çektiği kült filmi"Jules ve Jim"in (1961) Jules’ü vefilmin başkadın kahramanı Cat-

herine’nin oğlu. Babası yarı Ya-hudi Alman yazar, çevirmenFranz Hessel ve Protestan çizer vemüzisyen annesi Helen Grund’un1924’te Paris’e yerleşmeye kararvermesi üzerine Fransa’da bü-yümüştür. 1935’te Fransız vatan-daşı olan Stéphane burada yüksekeğitimini gördükten sonra savaşsırasında General Charles DeGa-ulle saflarında direniş hareketinekatılacak, üç kez Nazilerin elinedüşmesine rağmen cesareti, ze-kâsı ve Almancası sayesinde herseferinde firar etmeyi başaracaktır.Yarım yüzyılı aşkın angaje diplo-mat ve tam bir taban militanı gibiçalışmış aktivist, tutarlı ve dürüstbir kişilik. İnsan Hakları EvrenselBildirgesi yazarlarından, kaçakolsun olmasın göçmenlerin dostu,Filistin halkının mücadelesinegönlünü, uzmanlığını vermiş vedaha nice haklı davanın avukatlı-ğına soyunmuş eşi nadir bulunurbir aydınlık bayrağıdır Hessel.

Öncelikle sıcacık ve insancıl

gülümsemesinin, yaşlılığın zen-ginleştirdiği kıvrımlarla dalgadalga kabarmasını sağladığı ay-dınlık yüzüyle karşılaşıyorsunuz.Sonra sürekli ürettiği pozitif ener-jiyi bir dinamo disipliniyle hemetrafını ilerletmeye, hem de yeni-den enerjiye çeviren bir iyimserlikaracı varlıkla aynı havayı teneffüsettiğinizden ötürü içinizi bir mut-luluk duygusu kaplıyor. Pilot, dip-lomat, arabulucu, danışman, eği-timci ve bilge Hessel. Dillere des-tan efendiliği, alçakgönüllüğü vekibarlığının diplomatlık özrü ol-duğunu sananlar çok yanılır. Çün-kü hazırcevaplığı ve mizahı kadarözel durumlarda üç dilden ezbereokuyabildiği yüzlerce şiirle, fakathepsinden önemlisi, yeri geldi-ğinde acımasız bir gerçekçilik vesıkı eleştirel bir yaklaşımla demiryumruk gibi kullandığı sözleri,savları, siyasi argümanlarıyla ha-sımlarını nakavt edebilecek, yan-daşlarını coşturacak bir güce,karizmaya sahip.

Başarının nedenleri

Aydın yapılanmasına yön ve-renleri, düşünce ve davranışlarınıgeniş çapta etkileyenleri, kişiselsentezini, "Felsefede Jean-PaulSartre, siyasette Pierre MendèsFrance, cesarette general Charlesde Gaulle tarafından eğitildim.Çoğu zaman Michel Rocard’ın (6)çizgisine duyarlı kaldım. Ama gü-nümüzün sorunlarına en iyi ce-vabı verenin sosyolog-filozof Ed-gar Morin olduğuna inanıyorum"cümleleriyle anlatıyor. Hararetleherkesin Morin’in "La Voi" (Yol)başlıklı son kitabını okumasınıtavsiye ediyor. Bu insanlarla yaki-nen yaşamış, çalışmış olmasınıbir başka talihlilik öğesi görüyor.

Hessel’e sorarsanız kitabın ba-şarısında teknik ve tarihi neden-ler var.

Teknik: Çünkü 29 sayfalık, ko-

40 TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 �

1917 Berlin doğumluStéphane Hessel ünlüFransız sinemacı FrançoisTruffaut’nun, Henri-PierreRoché’nin gerçekromanından esinlenerekçektiği kült filmi "Jules veJim"in (1961) Jules’ününve filmin başkadınkahramanı Catherine’ninoğlu.

Page 39: Avrupa GÜN

lay dağıtılabilir boyutlarda ve çokucuz bir kitapçık. Ve de son de-rece provokatif bir başlığı var.Hessel kitabın, yayıncısına (7) çokşey borçlu olduğuna inanıyor.

Tarihi: Zira, "Bu kitapçık 5 yılönce veya hatta 5 ay sonra çık-saydı kesinlikle bu kadar gürültükoparmazdı" diyor GavrocheDede. "Özellikle gelişkin toplum-lar öyle bir devre girdiler ki, herşey sorgulanıyor. Öyle eskisi gibikesin, sağlam, güvenilir öngörülerve vizyonlar yok. Ortalıkta ne ide-al bir Sovyetler Birliği, ne de siyasibirlik düşlü bir Avrupa Birliği ta-sarısı kaldı. Belki şimdilik sadeceÇinliler kendilerine güveniyorlar.Berlin Duvarı’nın yıkılışındansonra bazıları Bay Francis Fuku-yama’ya kandılar. Tarih bitti, tektipte bir dünya olacak sandılar.Yanıldılar..." 2001’den sonra or-taya çıkan terörizm dalgalarınınbütün dünyayı şaşkına çevirdi-ğine dikkat çekiyor. Öylesinebüyük umutlarla seçilen BarackObama’nın dahi çaresiz kaldığınıvurguluyor.

Bilge Hessel’in, gerçekten deFransa gibi bir ülkenin, Fransıztoplumunun Nicolas Sarkozy gibibir adamı cumhurbaşkanı seç-mesi, sosyal ve politik açmazınderinliğini göstermesi açısındançok düşündürücü olduğu tespi-tine katılmamak mümkün mü?"Derinden derinden isyan kaynı-yor, dalgaları kabarıyordu" diyorHessel. "Megalomanyak olsam,Arap halkları kitabımdan esinle-nip isyan ettiler derdim" deyiptatlı tatlı gülüyor ve ekliyor: "Bü-tün dünyada insanlar sosyal ada-let, özgürlük, saygıya susadılar;haksızlığa, eşitsizliğe başkaldırı-yorlar." Tunuslular sokaklara dö-küldüğünde kitap çıkalı neredey-

se 3 ay olmuştu, ama sadece Fran-sa’da biliniyordu. Bu el kitapçığıküresel bir kırılmanın yaşandığı,koflukların bilincine varılı- nan,şiddet ve baskılara karşı isyanınsomutlandığı tarihi bir dönemedenk geliyor. Bir başka ifadeyle"Öfkelenin!" doğru za-man vedoğru yerde yayımlanıyordu. VeGavroche Dede bu ki- tabın tümgelirini uluslararası ölçeklerdemücadele veren sivil toplum ku-ruluşlarına bırakıyor-du. Örneğin100 bin avro Filistin davasına bak-makta olan Russel Mahkemesi’ne.(8)

"Engagez-Vous!"

Stéphane Hessel, düşünselplanda birey haklarından hiç tavizvermeden cumhuriyetçi değerle-rin evrenselliğini savunurken,eylem planında kolektif ve insan-cıl bir enternasyonalist örgütçüolarak hareket edilmesi gerekti-ğine inanıyor. "Ya hep birlikte, yada hep birlikte çıkacağız bu aç-mazdan. Bir koşulla!"

"Öfkelenin"den 4 ay sonra, ilkçağrısının mantıki uzantısı, "En-gagez-Vous! / Mücadeleye Katı-lın!" (9) başlıklı yeni bir kitapyayımladı. Hessel 92 sayfalık busöyleşi kitabında insanları, top-lumları bir davaya sahip çıkmaya,somut hedefler etrafında müca-deleye davet ediyor: "Direnişin ilkaşaması öfkelenmek, yaşananhaysiyetsizliklere kayıtsız kalma-mak, infial duymaksa ikinci vebelirleyici aşaması eyleme geç-mektir." İnsanları mahalle der-neklerinden Attac, Amnesty In-ternational gibi uluslararası siviltoplum kuruluşlarına, sendikalar-dan siyasi partilere örgütlenmeyeçağırıyor. Gavroche Dede tarihin

hiçbir döneminde paranın, ser-maye sahiplerinin bu denli ege-men iktidar olmadıklarını söy-lüyor. İnsanlar, toplumlar arasın-daki farklılıkların hiç bir devirdeböylesine derin uçurumlara dö-nüşmediğini ve üstüne basa basa,"çağımızın en baş düşmanınınmalileştirilmiş ekonomiler, yal-nızca kâr ve verimlilik hırsıyla ha-reket eden sermayeler olduğunu"haykırıyor.

Sohbetimizde sordum: "Geçti-ğimiz 7 Şubat’ta Arap halklarıyladayanışmaya dönüşen 'YaratmakDirenmek, Direnmek Yaratmak-tır' gecesinde yaptığınız konuş-mada sahnede 94 yaşında ne ke-lime, 24 yaşında genç bir adamvardı. Sürekli hareket halinde, ne-şeli ve umutlusunuz... Nedir bu-nun sırrı?"

İşte Stéphane Hessel’in cevabı:"Ben hayatım boyu sosyalist ol-dum. Öyle öleceğim. Ama önce-likle mutlu bir insanım. Bu mut-luluğumu kadınlara, başta da an-neme borçluyum. Annem, daimaher koşulda mutlu olmayı bile-ceksin, mutluluk bulaşıcıdır, senmutlu olursan etrafındakiler demutlu olur, bu da yine senin mut-luluğunu arttırır, derdi. Hep an-nemin sözünü tuttum."�

� TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 41

Stéphane Hessel, düşünselplanda birey haklarındanhiç taviz vermedencumhuriyetçi değerlerinevrenselliğini savunurken,eylem planında kolektifve insancıl bir enternas-yonalist örgütçü olarakhareket edilmesigerektiğine inanıyor.

1) Stéphane Hessel"Citoyen Sans Frontières –Conversations avec Jean-MichelHelvig"Eds. Fayard, Paris - 2008

2) http://www.collegium-international.org3) 6 Nisan 2011 tarihli gündelik

Le Monde gazetesi, Débats –"Le prix Nobel pour Stéphane Hessel",s. 22.

4) 4 Nisan 2011’de Paris’teki evindeyaptığımız görüşme.

5) Victor Hugo’nun büyük klasiği"Sefiller"in çocuk kahramanı.

6) Pierre Mendès France (1907-1982)ve Michel Rocard (1930) ikisi debaşbakanlık yapmış ılımlı sosyalistliderler.

7) "Editions Indigène" yayınları68 ruhlu solcu bir çiftin Fransagüneyindeki Montpellier kentindekurduğu küçük bir yayınevi.

8) Stéphane Hessel –"Engagez-vous! Entretiens avecGilles Vanderpoten"Eds. de ‘Aube, Paris – 2011.

9) 12 Nisan 2011 tarihli gündelikLibération gazetesi, Grand Angle"Les éditeurs indignés", s. 22-23.

Page 40: Avrupa GÜN

42 TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 �

Siyasal İslam’ınAlmanyamacerasında bol bol nazizm var

İkİ kİTap ve münİh'Te İnşaaTı "Yılan hİkaYesİne" dönmüş bİr İlgİnÇ camİ

Ian Johnson ve StefanMeining’in kitapları

akılda tutularakyapılacak yakın tarih

okumaları, bütünbağlantıların bir günMehmet Ali Ağca’nın

Papa suikastına ve Türksağının bu işteki rolüne

kadar uzanacağınırahatça görebilir. Böyle

bir ilişki, kimseyişaşırtmayacaktır.

Osman ÇUTsaY

Bu yıl başında, neredeyseaynı günlerde yayımlananiki kitap, sanki sözleşmişler

gibi, aynı konuyu inceliyor: Mü-nih’teki cami. "Münih İslam Mer-kezi" olarak da biliniyor. Kimileride Freimann Camii diyor. Ameri-kalı araştırmacı ve yazar IanJohnson "Die vierte Moschee"(Dördüncü Cami) başlıklı kita-bında Almanya’daki İslam kök-tendinciliğinin Nazi Almanya-sı’ndan kaynaklandığını, ABD’ninbu kaynaktan yararlandığını vehatta canlı tuttuğunu yazıyor.Johnson’a göre, bu "drama"nınbaşrolünde bir Amerikalı CIAajanı Robert H. Dreher, nazi gö-revlisi bir Alman "bilimadamı"Gerhard von Mende, bir de Müs-lüman Kardeşler örgütünün sür-gündeki lideri, Batı’nın istihbaratservisleriyle çok yakın ilişki için-deki Said Ramadan var. Tabii bir-çok başka isim de var.

Gerhard von Mende "Türko-

log" ve İkinci Dünya Savaşı’ndaSovyetler Birliği’ne karşı KızılOrdu kaçkını Türkistanlıların bir-likler halinde eğitilip kullanılmasıişinin de öncülerinden. Ian John-son, işte bu Gerhard von Men-de’nin "savaştan sonra Düssel-dorf ’ta küçük bir gizli servis yö-nettiğini" yazıyor. Amerikan bel-geleri destekli ince ayrıntılarıyla.

Ayrıca Almanca yazım biçimle-riyle, Ibrahim Gacaoglu, Rusi Na-zar, Garip Sultan, Baymirza Ha-yit, Nurredin Namangani, VeliKajum, hatta Erbakan ailesindenİbrahim El Zayat’ın da önemli rol-leri var bu öyküde. Bizim açımız-dan trajik olan, bütün bu adların,ömürlerinin önemli bir parça-sında ve son derece kirli bağlarüzerinden, Türkiye’nin şoven ve

şeriatçı çevreleriyle yakın ilişkiiçinde olmasıdır. Ama bu, sadeceJohnson’ın dile getirdiği bir şeydeğil. Böylesi ilişkiler, anlaşılançoktan bir tür ortak bilgiye dö-nüşmüş durumda ve kimseyi ra-hatsız etmiyor...

Aynı konuyu, bu kez Alman gö-züyle yazılmış ve Johnson’ın yapı-tını doğrusu her anlamda yayabırakan "Eine Moschee in De-utschland" (Almanya’da Bir Ca-mi) adlı kitap da inceliyor. İkincikitabın yazarı, Stefan Meining. Oda Münih şehrindeki bu camininyapımı çerçevesinde, savaştansonra, nasıl nazilerin, gizli servis-lerin ve her tür şeriatçının -ya da"siyasal İslam’ın"- at koşturduğubir alana dönüştüğünü yazıyor:Basitliği oranında inanılmaz biröykü bu, birçok çevre için. Israrlagöz ardı edilmiş veya en azındanön plana çıkması engellenmiş biröykü: Kötü niyetliler "demokra-siye eski nazilerin yardımı" diye

de okuyabilir.Ian Johnson, 2003 yılında Lon-

dra’da bir kitapçıya girdiğini veburadaki bir "İslam Dünya Hari-tası"nda en önemli dört camiyleyüz yüze geldiğini anlatıyor.Mekke, Kudüs, İstanbul ve Mü-nih’teki camilerdir bunlar. John-son, kitabının adını da işte buMünih’teki "dördüncü" camidenödünç alıyor. Libya lideri Kadda-fi’nin ödemeleriyle 1973’te ta-mamlanabilen camiden...

Ian Johnson, Alman meslektaşıMeining’in kitabından farklı ola-rak, Amerikan belgelerinin ağır-lık taşıdığı önemli ayrıntılara yerverirken, aslında bir devamlılığıöyküleştirmiş oluyor. Her an-lamda inanmış ve ABD-İngiltere"kutbuyla" uzlaşmayı seçmiş birnazinin, Gerhard von Mende,Sovyetler Birliği’ne saldırı sonra-sında Türkistanlılardan oluşannazi birlikleri kurması ve bu yapı-ların demokrasiyle geçişle birlikte

Naziler, Türkologlar, Türkler…

Page 41: Avrupa GÜN

yeni düzene antikomünist birsilah olarak yapıştırılması, böylebir devamlılıktır.

Yeni rejimde CIA ve Washing-ton’daki siyaset sınıfının, Varşovaayaklanmasında barbarlıklarıylaSS’leri bile şaşkına çevirmiş "Tür-kistanlı" kasapları hizmete alması,Türkiyesiz olmuş değildir. Her ikikitapta da gerek Nazi Alman-yası’nın Avrupa’yı yakarken işle-diği suçlara katılma anlamında,gerekse savaştan hemen sonrasavaş suçlularının Türkiye’ye gön-derilmesi çabaları sırasında, An-kara’nın bilgisi olmadan yerinegetirilemeyeceği açık birçok des-tek de anlatılıyor. Johnson veMeining, her satırda biraz da Tür-kiye’nin, daha doğrusu o dönem-deki Türk siyaset sınıfının "ro-lünü" açığa çıkarmış oluyor. Amadoğrusu Alman siyaset sınıfıylakarşılaştırıldığında epey masumkalıyor bu kir.

Gerçekten de Münih’teki camiinşaatı çerçevesinde örgütlenenantikomünizmin Türkiye bağları,siyaset sınıfı açısından, anlaşılanher zaman vardı. Ian Johnson,kalp krizi geçirerek 1963’te birazda erken ölen Gerhard von Men-de’nin Alman çıkarlarındaki ısra-rını anlatırken, bu "demokrat-laşmış nazinin" İslam’ı Almanyave Almanlık için kullanma enerji-sinin nasıl ABD ile karşı karşıyakaldığına da dikkat çekiyor. Ki-tapta bu açıklıkla ifade edilmemişbile olsa, 1945 sonrasında Ameri-kalılardan devraldığı SovyetlerBirliği karşıtı yapılar, kadrolar,

"hizmete alınmış" Garip Sultan,Veli Kajum, Nurredin Naman-gani, Rusi Nasar, Baymirza Hayit,İbrahim Gacaoglu gibi birçokismin, Türk sağıyla içli dışı konu-mudur.

Stefan Meining ve Ian John-son’a göre, Münih’teki cami, ABDve Federal Almanya’nın ülkedekiİslam’ın yerleşmesi ve SovyetlerBirliği’ne karşı bir silah olarakkullanılması sürecinde özel biryere sahiptir. Böyle bakınca da ca-minin kurulması değil, o kurulu-şun sonuçları ve kadroları önemkazanıyor. Gerçekten de Ameri-kan bakışıyla Alman bakışınınciddi bir çekişme içinde olduğu,kitaplardan ortaya çıkıyor. Siyasalİslam’ın Almanya’daki öyküsü,belki diğer kentlerde çok dahaönemli ipuçları içermektedir.

Meining, şunu yazıyor: "Bonnve Washington’daki plan sahipleriiçin Müslümanlar eşit haklarasahip partnerler değil, amaç içinaraçtılar. Sovyetler’in Yakındo-ğu’daki yayılma siyasetine karşımücadelede İslam’ın bir silah hiz-meti vermesi gerekiyordu. (Mei-ning, s. 254)

Ian Johnson kısmen, StefanMeining ise tümüyle, bu yolun birçıkmaza dönüştüğü göşündedir.Bugün bakınca, Sovyetlere karşıkullanılan bu silahın pek işe yara-mayacağını düşünmektedirler.Ama her iki yazar için de, bu yol,İkinci Dünya Savaşı sonrasında veSoğuk Savaş koşulllarında anlaşı-lır ve hatta anlayışla karşılanabilirbir yoldur.

Alman çıkarlarının bir süre içingeri plana atılmasını kolaylaştır-mıştı. Ama sonuçta ipler yenidenAlman siyasetinin eline geçmiştir.

Bazı çevreler için acı olan, her-halde, Johnson’ın hiç itirazda bu-lunmadığı ve bir doğallık olarakanlattığı bu sürecin "demokrasi"yitemsil etmesidir. Bir de her aşa-mada bu korkunç suçlara bir bi-çimde ortak edilmiş Sovyet kar-şıtı "Türkistanlıların", Türkiye sağıile yoğun organik ilişkisine tanıkoluyoruz. Muhtemelen zamanaşımına uğradığı ve insan aklınınyeterince törpülendiğine inanıl-dığı için, hiç saklama gereği deduyulmadan anlatılıyor. 20-25 yılönce ortalığı ayağa kaldıracakbağlantılar, ilişkiler, bugün ferahferah ortaya serilebiliyor. Bu olayçerçevesinde ABD ile Almanyaarasındaki iç gerilim ve çekişmegerçekten "öğretici".

Ian Johnson’ın yazdığı, anlamitibariyle ve özetle şu "tarihselgruplardır": Birinci grupta, NaziAlmanyası var. Hitler ve yoldaş-ları, İkinci Dünya Savaşı sıra-sında, SSCB’ye karşı İslam’ı birsiyasal ve askeri silah olarak kul-lanmayı düşünüyor, ünlü "Türkis-tan birliklerini" kurmaya başlı-yorlar. Burada Stalingrad’daki di-renişin de etkisi olduğu biliniyor.İkinci grup, İslam’ın yardımıylakomünizmi yenmeye çalışanCIA’dir. Bu ikinci grup, tüm kad-ro, yapı ve siyasal yönelimi eskinaziler veya SS’lerden devralıyor.Burada Münih, 1945 sonrasın-daki radyo istasyonlarıyla birlikte,

� TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 43

Johnson ve Meining, hersatırda biraz da Türkiye’nin,daha doğrusu o dönemdekiTürk siyaset sınıfının"rolünü" açığa çıkarmışoluyor. Ama doğrusu Almansiyaset sınıfıyla karşılaştı-rıldığında epey masumkalıyor bu kir.

artık antikomünizmin başkenti-dir. Üçüncü bir grup ise, IanJohnson’a göre, İslamcılardır.Bunlar, Münih’teki camiyi bir sıç-rama tahtası olarak kullanmak is-tiyorlar. Johnson, bu üç grububirleştiren duyguyu şöyle özetli-yor: "Hepsinin ortak görüşüşuydu: İnşa etmeye niyetli olduk-ları şey, bir camiden çok, siyasal–hatta şiddet içeren- eylemleriçin bir merkezdi."(Johnson, s. 16)

Johnson ve Meining’in kitaplarıakılda tutularak yapılacak yakıntarih okumaları, bütün bu bağ-lantıların bir gün Mehmet Ali Ağ-ca’nın Papa suikastı ve Türk sa-ğının bundaki rolüne kadar uza-nacağını rahatça görebilir. Bu,kimseyi şaşırtmayacaktır. Böyle-sine iç içe geçmiş kadrolardan,başkası da beklenemez zaten. Al-parslan Türkeş ve Necmettin Er-bakan başta olmak üzere Türksağının, Bu Alman-Amerikan çiz-gisiyle yakın bir "iş ilişkisi" içindeolduğu ortaya çıkarılmıştır. Bu ki-taplar biraz da bunu anlatıyor.

Ama asıl büyük ve gerçektenparlak araştırmanın Stefan Mei-ning’e ait olduğu söylenmelidir.Bu yol açıcı, ama herhangi bir solduyarlılık da taşımayan kitabıntemel tezi şudur: Federal Alman-ya, İkinci Dünya Savaşı’ndan son-ra, komünizmle mücadele adınave o amaçla, Nazi Almanyası’nınattığı temel üzerinde yeni kanal-lar açmıştı. Trajik olan ve nedenseyeterince araştırılmayan, Gerhardvon Mende takımı üzerinden

Page 42: Avrupa GÜN

Gerçekten de başka bir açıdanbakıldığında, 60 yılda, birkaç binkişilik bir cemaatten 4.5 milyon-luk bir büyük Müslüman toplumaulaşmak, korkutucudur. Bu büyü-meden çok daha dehşet vericiolan şey ise, herhalde, böyle ya-bancı bir dinin içinde terör ey-lemlerine yakınlık duyduğu var-sayılan köktenci insanların veyagrupların varlığıdır.

Stefan Meining, Almanya’nınbaşına çok işler açabileceğindenkorkulan siyasal İslam’ın bu ülke-deki köklerinin 22 Haziran1941’de Sovyetler Birliği’ne saldı-rıyla başladığına dikkat çekiyor.Sonraki tüm macera bu başlangı-cın izini taşıyor. Daha açığı: Bu-gün de siyasal İslam ile Almanyave ABD’nin ilişkileri, bu başlangı-cın damgasını taşıyor. Ian John-son ve Stefan Meining’in kitap-ları, Nazi Almanyası’nın yarattığıve Varşova ayaklanmasında, Bal-kanlarda, hatta İtalya’da bile par-tizanlara karşı barbarca kullandığıbir silahın kontrolden çıkmasınıveya çıkabileceğini işliyor. Bir türFrankenstein uyarısıyla karşı kar-şıyayız... Çok çirkin bir devamlı-lık da diyebiliriz...

İyi de, ünlü İtalyan filolog Lu-ciano Canfora’nın ne suçu vardı?2004’te İtalyanca, 2006’da da Al-manca yayımlanan kitabında sa-

dece bu devamlılığa dikkat çek-mişti "Eine kurze Geschichte derDemokratie" (Demokrasinin KısaBir Tarihi) başlıklı kitabında. Mü-nih’te bu cami çalışmalarında ilkadımlar atılırken, 1961 yılında,Londra’da "e New Germanyand the Old Nazis" başlıklı kita-bını yayımlayan Alman Yahudisive tarihçi Tete Harens Tetens, acısaptamalarda bulunmuştu, Can-fora, bu görüşün tutarlılığını sa-vunuyordu geçerken. 1933’de Al-manya’dan kaçıp 1945 sonrasındaABD üniversitelerinde ders verenTetens, şöyle diyordu kitabın biryerinde: "Bonn Cumhuriyeti’ninsiyasal yapısı incelenirse, gizli

gizli ve sessizce hemen hemenher yerde nazilerin geri döndüğüsonucuna varmak zorunludur.Başbakanlık dairesinden daha altdüzeydeki hükümet dairelerine,oradan partilere ve eyalet meclis-lerine, poliste, okullarda ve ba-sında hep eski naziler kilit ko-numlara yerleşmiştir." Alman ka-muoyu nazilerin elinde kurulandemokrasi saptamasına muhafa-zakar tarihçileri üzerinden büyüktepki gösterdi. Canfora’nın bu ki-tabını, basması gereken büyük ya-yınevi basmadı, görece küçük birsol yayınevi bu görevi üstlendi;kitap, epey bir satış da yaptı. OysaCanfora, çok terbiyeli bir dille Ian

Johnson ve Stefan Meining’inyazdıklarını önceden bildirmişoluyordu.

Johnson ve Meining, bu kitap-larıyla, sadece Alman veya Al-manya’daki siyasal İslam tarihinindeğil, kabul edelim ki, Türkiye’ninde oldukça karanlık bazı köşe vebucaklarını açığa çıkarmış oluyor.Türk yayıncılığının ilgisizliğinibelki biraz da bununla açıklamakmümkün.�

44 TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 �

Ian Johnson ve StefanMeining’in kitap ları, NaziAlmanyası’nın yarattığı veVarşova ayaklanmasında,Balkanlarda, hatta İtalya’dabile partizanlara karşıbarbarca kullandığı birsilahın kontrolden çıkma-sını veya çıkabileceğiniişliyor. Bir tür Frankensteinuyarısıyla karşıkarşıyayız...

CUMHURİYET KİTAPLARI

Page 43: Avrupa GÜN

� TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 45

Hasan Çakır anılarını yazıyor

Sümeyra’nınyaşamıkitaplaşacak

Son yıllar, zor yıllar... Sümeyra ve Behice Boran

Çağdaş Türk halk müziğininbüyük ismi Ruhi Su,ondan, "kendisini en iyi

anlayan öğrencisi ve takipçisi"olarak söz ederdi. En çok onu be-ğenirdi. Sümeyra yaşasaydı, bu yıl65 yaşında olacaktı. Eşi HasanÇakır, Sümeyra’nın kısa ömrünüve yaşadıkları zamanı kapsamlıbir kitap olarak yazmaya başladı-ğını söyledi. Gerekli tüm belgeleribir araya getirdiğini ve masaya

oturduğunu, ancak "Allı TurnamBizim Ele Varırsan" başlıklı bu ki-tapla amacının sadece kendilerinideğil, aslında bir dönemi ve birdirenişi anlatmak olduğunu belir-ten Çakır, şöyle konuştu:

"Sümeyra aramızda olsaydı, buyılın 25 Mayıs’ında 65’inci yaşınıkutlayacaktık. Olmadı. 12 Eylül’lebaşlayan 80’li yıllar, Sümeyra’nınkısa süren ömrünün son 10 yılı,hep bu 12 Eylül kuşatmasına, bas-kılara, ayrılığa, sayrılığa, sözdedostun yalan dolanına direnişlegeçti. Bu direnişte, o, türküleresarıldı. İşte ‘Allı Turnam Bizim EleVarırsan’da Sümeyra’nın bu dire-

nişini anlatacağım. Kitapta sür-gün hızıyla geçen yılların hatırasıfotoğraflar, Sümeyra’nın sanat ya-zıları, Sümeyra için yazılanlar,söyleşiler de yer alacak."

Ustası Ruhi Su ile yepyeni birdünyaya ve çağa açıldığını söyle-yen Sümeyra’nın, Federal Alman-ya’da "yakalandığı" 12 Eylüldarbesinden sonra bir daha ülke-sine hiç dönemediğini ve 21 yılönce de sürgünde aramızdan ay-rıldığını kaydeden Hasan Çakır,"Beni hâlâ çok etkileyen bir anımvar. Hastalığının son döneminde,bir gün, 'Hasan, tam kendimi tü-müyle bulmuş, oluşturmuşken,asıl ürünlerimi verecekken, budünyadan ayrılmak zorunda kalı-yorum. Oysa her şeye şimdi baş-layacaktım' demişti. 12 Eylül vesürgüne hazırlıksız yakalanmış-tık, onun ölümüne de hazırlıksız

yakalandık" diye konuştu."Enternasyonal Davası Sanığı"

Sümeyra, 5 Şubat 1990’da Frank-furt’ta sonsuzluğa göçmüştü.Frankfurt’ta yaşamını sürdüreneşi Hasan Çakır, bu güçlü sesi vesanatçıyı, şimdi anıların elindenkoparıp genç kuşaklara anlatmaküzere çalışıyor. �

S

HasanÇakır

Sürgün hızıyla geçen yıllar

“Hasan, tam kendimitümüyle bulmuş,oluşturmuşken, asılürünlerimi verecekken,bu dünyadan ayrılmakzorunda kalıyorum.Oysa her şeye şimdibaşlayacaktım.”

Page 44: Avrupa GÜN

TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 46 �

Türkiye’den gelen konuk işçilerin50 yılı belgesel fotoğraflarla “filmleştirildi”

Mehmet Ünal’ınmerceğinden göç

Son 35 yılı bizzat adım adım,1961’de kadar geri giden dönemide bir biçimde fotoğraflarıyla bel-geleyen Mehmet Ünal, 50 göç yı-lımızı “belgesel fotoğraf ” kapsa-mında film haline getirdi. Eylülayından itibaren Federal Alman-ya’da katılacağı etkinliklerde gös-terimlere çıkacağını açıklayan“göç fotoğrafçısı” Ünal, bir tarih-sel tablo sunuyor.

“Gölgesiyle dans ettiğini” afişede çıkaran Ünal, “Heimat De-utschland” (Vatan Almanya) baş-lıklı çalışmasıyla ilgili şu bilgileriverdi: “50’nci yıl filmini bitirdim.Artık gösterime hazır. Bu yılınTürkiye kökenli konuk işçiler ne-deniyle özel bir önemi olduğu bi-liniyor. Etkinlikler yapılıyor.

Benim de 35 yılım ‘Almanya göçü’ile süslendi, ben de fotoğrafla-rımla bu göçün bir şeceresini çı-karttım. Bu fotoğraflarımdan birtür belgesel film oluşturdum. Çe-şitli yerleşim merkezlerinde vekurumlarda bu filmi gösterece-ğim. Göçü, görsel malzemeleriyle,yani fotoğraflarla ve sözlü anla-tımla sunuyorum Bu belgeler,şimdi 35 yıllık birikim birarayagetirilerek, müzik, ses ve görüntüeşliğinde izleyici karşısına çıka-cak.”

Mehmet Ünal’la film gösterimikonusunda bağlantı kurmak is-teyenler, www.foto-memo.comveya [email protected] ad-reslerinden kendisine ulaşabile-cekler.

"Kültür" dergisine mektup…

Kültür dergisi yazı kuruluna,

Öncelikle bizleri bir kültür sanat dergisiyle buluşturduğunuz için sizlere çok teşekkür edi-yorum. Ancak böyle bir derginin varlığından 3’üncü sayı itibariyle haberdar olabildim. Derginiziokuduktan sonra bazı konularda görüşlerimi ve beklentilerimi yazma ihtiyacı duydum.

Bilindiği gibi gerek abone yoluyla, gerekse başka imkan ve koşullar sayesinde Türkiye’de ya-yımlanan bu içerikteki dergileri okuma imkanımız olabiliyor. Ancak sıkıntı, Avrupa’da böylesiyayınların yok denecek kadar az olması. Ben yaklaşık 5 yıldır Almanya’da yaşıyorum ve buradayayımlanan herhangi bir kültür sanat dergisine rastlamadım. Kendi açımdan günlük gazete vekitapların dışında kültür sanat dergilerini okumak önemli bir ihtiyaç. Ancak biliyorum ki, ihti-yaçların her koşulda ve her durumda karşılanması mümkün olamıyor. Bu nedenle derginizi te-sadüfen keşfetmiş olmak bende sevinç yarattı.

Derginizin 19’uncu sayfasında Gürsel Köksal ile yapılmış röportajda da söylenildiği gibi,sorun en temelde kültüre ve sanata karşı duyulan ilgisizlik ve talepsizlik. Bana kalırsa bu tespiteeklenecek bir başka kavram da, sanatın bir ihtiyaç olarak görülememesidir. Kimi zaman durumtespitleri bizleri karamsarlığın cümleleriyle buluştursa da, çoğu zaman gerçekliğin tarifi başkatürlü mümkün olamıyor.

Ancak derginizdeki yapılmış röportajlar sayesinde Avrupa’da yaşamlarını güzelleştiren,değer katma mücadelesi veren önemli kişilerle tanışmış bulunuyorum, bu da insanın insana ya-zıyla dokunması ve hayatlarına tanık olması anlamına geliyor. Avrupa’ da en kalabalık göçmennüfusuna sahip Türkiyelilerin sanatta kültürde azımsanmayacak başarıları var şüphesiz. Ancakbaşarılı, iyi eserlerleri bilebilmek, görebilmek ve tanıyabilmek kolay değil. Belki "Kültür" dergisiböyle bir görevi de üstlenmiş oluyor, bizlere hissettirmeden. Bu, şüphesiz en önemli bir yan ta-şıyor. Bana kalırsa ikinci bir önemli olan yan da, sanatla ilgili çalışma yapan kişilerin eserle-rinden daha direkt olarak yararlanmamızı sağlayabilmeniz. Örneğin, öykü yazarlarınınöykülerinden örnekler, şairlerin şiirlerinden örnekler şeklinde. Kültür sanat dergilerinde vaz-geçilmez ve olmazsa olmazlardan biri, sanırım bu yöntem.

3’üncü sayınızda gözüme çarpan en önemli konu da, röportajlara fazlasıyla yer vermiş ol-manız . Röportajların her biri birbirine benzer uzunlukta. Böyle olunca kültür sanat dergile-rinden beklediğimiz tadı bulmak ya da – benim açımdan diyelim – aradığım tadı bulmak,zorlaşıyor.

Diğer taraftan derginin kağıt kalitesi, boyutu, görselliği gibi teknik konular kanımca sorunteşkil etmiyor. Alıcısının pek olamadığı kültür sanat dergilerinin, güç koşullarda yayın hayatla-rını sürdürmeye çalıştıklarını tahmin etmek zor olmasa gerek. Kültür sanata artacak olan rağ-bet, belki dergilerin kağıt kalitesine bile etki yapacak güçte, ancak henüz erken bu cümlelerisöylemek için.

Bir diğer konu da, derginin üç ayda bir yayımlanıyor olması, tabii ki gönlünüzün ve gönlü-müzün arzulamadığıdır. Ancak söylemeye çalıştığım gibi, ne zaman ki günlük haberlerin okumaihtiyacı gibi karşılanırsa öykü okumak, şiir okumak vs, beki de üç ayda bir yerine en azındanaylık ya da onbeş günlük haline dönüşecektir.

Sanıyorum söyleyeceklerim şimdilik bunlardan ibaret, öncelikle "Kültür" dergisinin uzun so-luklu ve başarılı yayın hayatı olması dileğiyle.

İyi ki sanat var, iyi ki sanatın dönüştürücü gücüne inananlar var.

Dostça selamlar

ÖZDEN ÇİÇEK

12. 6. 2011, Hannover

Sanatı bir ihtiyaç haline getirmek için...

Page 45: Avrupa GÜN

tesi’nde Sosyoloji Bölümü’nü biti-rir ve kültür sanat etkinliklerininedinim süreçlerinde deneyim sa-hibi olur.

� TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 47

‘KatakombenTheater’ilegelen direnç

HAydARİLER SoRuyoR:Kazım Çalışgan ve

arkadaşlarınınEssen’de bundan 6 yıl

önce ünlü GirardetHaus’un işliklerinde

kurdukları KatakombenTheater, sokaklardan

beslenip oralardaneklemlenmelerle

yüreklere yürüyen birhevesin izini

sürüyor.

Kazım Çalışgan ve arkadaşları

BELKIS ÖNAL PİŞMİŞLER

Adını antik yeraltı tapınak-larından, gizli siniklerin-den alıyor "Katakomben

eater", ama Kazım Çalışgan vearkadaşları doğrudan gün ışığın-dan sesleniyorlar. Biraz değil, bas-bayağı gözü kapalı bir kavga yap-tıkları. Birazı tereddütlerle bezeliüşengeçliklere sesleniş, diğer yanıkategorik üleştirmeye direniş.

Hem de her yanı umut işi yap-tıkları. Düpedüz bir cebelleşme.

Önyargıların nesnesi bir top-lumsal gücün, hegemonik tutumkarşısında kendini boşluğa bırak-masına engel olmayı hedefleyen,öngören bir gayret.

Söz konusu toplumsal güç,göçün buraya taşıdıkları, yani in-sanlar, bizim oralılar, önyargılarınöznesi ve hatta tepeden tırnağanesnesi. Öyle ki, artık en büyükparça olmaktan gayrı, hem gü-nahkarı, hem bağışlayanı.

Kazım Çalışgan ve arkadaşları-nın Essen’de 6 yıl önce ünlü Gi-rardet Haus’un işliklerindekurdukları Katakomben eaterhem sokaklardan beslenip hem

de oralardan eklemlenmelerle yü-reklere, elbet gönüllere yürüyenbir hevesin izini sürüyor.

Yalnızca bir imaj oluşturmadeğil tutumları. Asla. Aksine, des-tek olanaklarının, hizmet ve kül-türel etki alanlarında karar alı-cılarının, ödevleri liyakata göreüleştirme havasına, otoriteyianımsatan gülümseme rollerineve hatta ortayı bulma savsaklığınakarşı "Bir rahat bırakın, bir bıra-kın" ya da tam tamına "Bizim birvekalete ihtiyacımız yoktur" de-mekteler.

Tiyatronun sanat yönetmeniKazım Çalışgan, "Biz" diyor, "ya-pılması gerekeni zaten yapıyo-ruz."

Asya, Karadeniz gibi albümleriolan, saz, cura, tambur, cümbüş,darbuka, davul, bendir çalmayıbilen, sayısız konserlerle sahne

almış 1963 Malatya doğumlu mü-zisyen, Türkiye’deki lise eğitimi-nin ardından, ailesinin bulunduğuAlmanya’ya gelip Ruhr Üniversi-

Yapılması gereken…

Page 46: Avrupa GÜN

Bu süreç, kendisi açısından kül-türel etkinlik içerik ve bütçeleri-nin yabancılara yönelik veyayabancıların hedef kitlede büyükrol oynadığı programlarda karar-ların hegemonik ve kategorik ola-rak katı bir tutumla yalnızcaAlmanlarca alındığını gözlemle-diği bir dönem olmuş.

Bu nedenle gündemdeki KuzeyRen Vestfalya’daki "Zukunftsaka-demie"nin kuruluş ve biçimlenmeaşamasında karar verici olarak,irade bildiriminde bulunma et-kinlik ve sorumluluğunu taşımakiçin ciddi bir gayret, görüşme vehatta tartışma yaşandığını dile ge-tiriyor. Çalışgan, Kuzey Ren Vest-falya düzeyinde tasarlanangeleceğe yönelik kültürel eğilim-lerin toplumsal ve bireyler düze-yindeki varsayımlarının roloynayacağı projeksiyonlarında,burada yaşayan yabancılar adınayalnızca Alman öncelikli kararmantalitesinin belirleyici olması-nın yanlış ve sığ bir tutum oldu-ğunu vurguluyor: "Bu konudamutlak gereklilik bir kolektif an-layıştır, bundan ayrı olarak bir

danışma kurulu gibi, eşitler arasıbir ilişki eşliğinde yeniden düşü-nülmesi gerekir" derken, "Alman-ya’nın kendini rahatlatması içinbu kontrolden vazgeçip yabancı-ların bu hayata ortak edilmesi ge-rekiyor" vurgusunu da esirge-miyor.

Temel problem, Almanların ya-bancısız yabancılar politikasınınyansıması. Kültür de tüketilen birgüç. Gelecekteki on yıllarda genç-lerin yarısı yabancı olacak ve bukitlenin neyi nasıl tüketmesi ge-rektiği, bu anlamdaki yönlendir-menin tek yanlı, bencilce birhevesle tasarlanması, kaçınılmazolarak çokkültürlülüğün reddi an-lamına gelir. Bu, özellikle kültürve sanat alanında son derece sa-kıncalı ve bu alanın yaratıcı gücü-nün, ruhunun kabul etmeyeceğibir durumdur.

İşte Katakomben eater’insanat yönetmeni Çalışgan, bu an-layışla bulundukları alanı dünyamüzik merkezi yapmak istedikle-rini, Latin, Rus, Polonyalı, Porte-kiz, Kürt, Türk, Şarklı ve Afrikalıgrupları destekleyen sunumların-dan, iki dilli tiyatro gruplarından,çocuklara tiyatro ve müzik prog-ramlarından söz ederken, kurumolarak iki dilli kültür dergisini debelirli aralıklarla yayınladıklarınıda ekliyor.

Ses ve sihir, flüt, Küba, Yunan,Portekiz, Nefes, Döngü, Doğu veBatı’nın birbirinde "hiçleşmesi",Sufi Jazz, Alman dilli Türk ko-medyenler, Liberyalı gitarist,Ruhr tiyatrocuları, salsa, resimsergileri, genç saz ve klarnet usta-ları... Değil bir iki ve hatta üç, sa-yısız dilde insan ve yaratınıngüne, gün ışığına çıkışına tanık

olmak isteyeceklere sürekli ve de-rinleşme arzusu taşıyan yeraltıişliğinin canlı ruhundan birküçük ayrıntı...

Bir ara vakit bulun, o ara bu sı-ralarda olsun mesela ve AndreasHeuser ile Kazım Çalışgan’ı birKaradeniz türküsünde dinleyinderiz...�

48 TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 �

"Almanya’nın kendinirahatlatması için bukontrolden vazgeçipyabancıların bu hayataortak edilmesigerekiyor"

Yașlılar kentiydi

Page 47: Avrupa GÜN

etmekten çok, pragmatik bir poli-tikacı olarak gördüğü Kemal Der-viş’e yoruyor. Nazım Çetin’e göreBaşbakan Erdoğan, Kemal Der-viş’in attığı teorik zeminleri ger-çeğe uygulayıp Türkiye Cum-huriyeti’ni bugünkü seviyeye ge-tirdi.

Uyumda Türk medyasının üs-tüne büyük görevler düştüğünüsöyleyen Nazım Çetin Almanmedyasının ise yeterince Türk ay-dınına yer açmadığından şikayetediyor.

"Felsefesi olmayan bir ekonomidüşünülemez" diyen Nazım Çetinile Almanya’da benzeri olmayanyayın organı "Agora42", Türkler,Almanlar, imaj sorunu ve eko-nomi üzerine sohbet ettik:

- Neden "Agora", neden "42"?NAzIm çEtiN - Agora42 entelek-

tüellerin buluşup tartıştığı birplatform. Sağ, sol değil, konularıher açıdan ele alıyoruz. DouglasAdams’ın "Galaksiye Otostopla

� TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 49

Kral disiplini süzgecinden halkaekonomiyi anlatmak

AGorA42 dErGiSiNiN GENç yAyINcISI NAzIm çEtiN, doğru Soruyu ArIyor

Almanlar Agora42dergisini ve

yayıncısının da Türkolduğunu görünce çok

şaşırıyorlar.Dergi içerik olarak

yüksek seviyede.Sıradan bir Alman okur

eline alıp kolaylıklakavrayamaz belki birçok

yazılanı. "Evet bir şeydemiyorlar belki ama,

bakışlar her şeyisöylüyor zaten."

IŞIN SIGEL

Nazım Çetin’le "Türki-ye’nin Dış Politikaları"konulu bir toplantıda ta-

nıştım. Konuşmacılar Yalım Eralpve Günther Seufert, AKP ile bir-likte "AB yolunda Türkiye", "eksenkayması" gibi konuları tartışırken,konu "Yeni Osmanlıcılık" kavra-mına gelip takılınca salonda arkasıralardan el kaldıran Nazım Çe-tin’in gür ve tepkili sesi dikkatlibakışları bir anda kendisine çek-mişti. "Türkiye’nin dış politikala-rını mı konuşuyoruz, Osmanlıyımı? Bu noktada kasıt ve art niyetaramamak çok zor" diye serze-nişte bulunmuş, Günther Seu-fert’i "Yeni Osmanlıcılık" kavra-mını kapsam dışı tutmaya davetetmişti.

Toplantı sonrası "Agora42"ninyayıncısı Nazım Çetin’le arka sı-ralardan elini kaldırarak isyankartavılarla itiraz eden 34 yaşındakiNazım Çetin’in aynı kişi oldu-ğunu öğrendim. Durur muyum?Yok böyle bir şey, sadece Alman-

ya’nın değil aynı zamanda Avru-pa’nın ilk ve tek ekonomi-felsefedergisi “Agora42”yi tam 3 sene-den bu yana çıkaran bir Türk ya-yıncıyı yakalamak 50 yılda birnasip olur. Alman aydınla köprükuruyor bizimki. (Türk ya, hemen"bizimki" tabii.)

Nazım Çetin, Ankaralı.İki ayda bir yayımlanan ve 10

bin adet basılıp dağıtılan Agora42için "ekonomide aydınlanma" ta-nımını yapıyor ve ekliyor: "Eko-nomiyle felsefe birleşince buna'Kral disiplini' denir. Biz de okurakral disiplini süzgecinden geçmişbir yayını sunuyoruz."

Agora42’nin Almanya çapındadağıtımını Der Tagesspiegel üst-lenmiş. Arte, Phoenix, 3Sat re-daksiyonlarının da taradıklarıdergiler arasında. Yani "fikir al-dıkları" yayın organlarından. Tü-bingen Eberhard Karls Üni-versitesi İktisadi ve İdari BilimlerFakültesi mezunu Nazım Çetin,İspanya’da Pompeu Fabra’da mas-

terini yapmış, doktorasını iseWitten-Herdecke Üniversitesi’-nde "summa cum laude" ile ta-mamlamış.

Agora42’inin yanı sıra 2008 yı-lında kurduğu Kürn Cetin Capi-tal AG ile orta ölçekli ve büyükölçekli kuruluşlara mali danış-manlık hizmeti sunuyor.

"Kimisi Ferrari ile kimisi dekitap okuyarak mutlu oluyor"diyen Nazım Çetin, kötü taraflarınelerdir diye sorunca Almanları"hedonist ", Türkleri de gösterişdüşkünü olarak tanımlıyor.

İngilizce, Almanca, Türkçe,Fransızca ve İspanyolca konuşuyor.

Alman eşi Nadine’le lisede ta-nışmış. İki çocuk babası. Tatillerdeçocuklarını Türkiye’ye götürüyor,Türk kültürünü, masallarını, şarkı-larını okuyor çocuklarına.

Avrupa Birliği üyeliğimize ge-lince, "Ne gerek var, reformlarAvrupa için değil bizim için ol-malı" diyor. Ekonomide büyü-meyi Recep Tayyip Erdoğan’a mal

Page 48: Avrupa GÜN

Yolculuk" adlı kitabından esinlen-dik. Orada ilerlemiş bir toplum-dan söz ediliyor. Hayatın anlamınıarıyorlar. Cevaplar ortada amasorulması gereken doğru soruyubir türlü bulamıyorlar. Gelişmişbilgisayarın yanıtı hep "42". Doğ-ru soruyu sorsalar yanıt orada as-lında. 42 buradan geliyor. Agoraise Antik Yunan’da "toplantı alanı"anlamına geliyor. Bu açıdan ba-karsanız biz de aydınlara bir top-lanma alanı sunmaya çalışıyoruz.Bugün baskımız 10 bin, ama he-def 30 bin baskı. Diğer ülkelerdede yayımlamak istiyoruz. Türki-ye’den copy right için teklif gelirsehemen kabul ederiz.

- Agora42’nin hem okurları entelhem de yazarları. Neden böylezorlu bir işe soyundunuz?

NAzIm çEtiN - Toplumu sarsmak,bilgilendirmek, uyandırmaktı he-def. Bilgi yoksa, üsttekiler istedik-lerini yapabilirler. Bilinçlenirsenizsorgulamaya başlarsınız. Toplum,iktisattan haberdar değil. Merce-des’in hisselerinin çıkıp inmesisadece hissedarı ilgilendirir. Bu-nun dışında Merkez Bankası faiziindirdi mi, çıkardı mı, asıl bunlarönemli. Bunlar ülke ekonomisinietkileyen konular.

Ekonomik krizle birlikte, sadevatandaş ekonomik sistemin neanlama geldiğine kafa yormayabaşladı.

Ekonomi kimin için yapılır? İn-sanlar için. O zaman felsefeyi işiniçine katmanız gerekir. Matema-tiksel formüllerle bu iş olmaz. 250senelik ekonomi tarihi var. Eko-nomistler kendilerini her zamankendini felsefeci olarak görmüş-tür. Adam Smith, Alfred Mars-hall, hatta Karl Marx. Felsefeyiiçine katmazsan sistem yanlışgider.

"Agora42", bugün Arte, Phoe-nix, 3Sat redaksiyonlarında tara-nan dergiler arasında. Fikir al-dıkları yayın organlarındanız.

- Almanya’da yaşayan biz Türk-ler ya doktor, mühendis, avukat,olmadı milletvekili olmak isteriz.Sizi iktisatçı olmaya iten asılsebep nedir? Çok para kazanmakolmasa gerek?

NAzIm çEtiN - Bu işte para yokaslında. IMF’nin başında olursano başka. Ailem 1971 yılında Mag-stadt kentine işçi olarak çalışmayageldi. Annemle 1.5 yaşındayken1978 yılında Almanya’ya babamınyanına geldik. Annemle babamTürkiye’ye dönme endeksli yaşa-dılar, yatırımlarını hep bu yöndeyaptılar. Realschule 7’nci sınıftaliseye (Gymnasium) geçtim. Ba-bam eğitimimiz üzerine çok dü-şerdi. Vardiyalı çalışıyordu ve

gece 11’de eve geldiğinde herzaman okul çantamı açıp öğret-menin verdiği ev ödevlerini yapıpyapmadığımı kontrol ederdi.

Annem ise Almancayı çat patbiliyordu. İletişim kurabilecekkadar da babam Almanca konu-şuyordu. Ancak veli toplantılarınıhiç kaçırmazdı. "Okuyacaksınız"derdi. Okuduk. Ağabeyim inşaatmühendisi oldu, ben de iktisatçı.

12’nci sınıfta Gymnasium’u bı-rakıp ben de meslek öğrenimigörmek ve diğer arkadaşlarım gibihızla iş hayatına atılmak istedim.Para kazanmak istiyordum.Babam hem çok kızdı hem de çoküzüldü. 18 yaşındaydım ve benizorlayamıyordu. "O zaman boşoturmak yok, çalışacaksın" dedi.Mercedes fabrikasında kapı fren-leri takıyordum. Bantta çalışıyor-dum. Belim, kollarım, ayaklarımağrımaya başladı. Sonra yenidenGymnasium’a döndüm. Sınıfta 4Türk’tük. Zamanla iktisata ilgiduymaya başladım.

Makro ekonomi dersinde ikti-satçı olmaya karar verdim. Eko-nomide büyüme ülkeleri ne halegetirdi? Babam buraya nedengeldi, kendi ülkesinde iş nedenbulamadı? Bunların cevabını bul-mak için iktisat okudum. Ekono-mide güçlü olmak için eğitiminşart olduğunu gördüm. Yurtdışın-dan gelen, yatırımını her an geriçekebilir.

Güney Kore ile Gana 1960’daikiz ekonomiye sahipti. GüneyKore eğitime çok yatırım yaptı.Şimdi Güney Kore nerede, Gananerede?

- İspanya’da master yapmışsınız.Yüksek öğrenim pahalı. Sizi kimdestekledi?

NAzIm çEtiN - Evet İspanya’daPompeu Fabra’da master yaptım.Okurken Mercedes’te akşam işle-rinde çalışıp Barcelona için parabiriktirdim. Bafög öğrenci kredi-sinden yararlanmak için diplomatezimi bilerek gecikmeli verdim.14 bin mark biriktirip okula yatır-dım. Daha sonra dönünce Lan-desbank Baden-Württemberg’teçalışmaya başladım. Sonra Lan-desbank Baden-Württemberg’ibırakıp bir iş arkadaşımla ve birLondralı bankacıyla beraber ban-kalara capital market/money mar-ket danışmanlığı sunmak için şir-ket kurduk.

Paraları ödeyemeyen firmalaradanışmanlık yapıyordum. Bava-ria’da Sparkasse’ler için ilk bizNon-Performing/Sub-Perfor-

ming Loan isimli transaksiyonlaryaptık. Maple Bank’a şirketi dev-redip şirketin Almanya sorumlu-luğunu üstlendim.

Doktoramı ise Witten-HerdeckeÜniversitesi’nde "summa cumlaude" ile tamamladım. Akademikkariyere devam ettim. 2007’deMaple’dan çıktım.

- İktisatçı kökenli bir yayıncısı-nız. Üstelik uzmanlaştığınızkonuda yayıncılık yapıyorsunuz.Almanya böyle bir dergiyehazır mı?

NAzIm çEtiN - Benim son yıllardaAvrupa ve ABD de gördüğüm in-sanların sistemi sorgulamaya baş-ladığı. Şimdiki sistem, insan içinyapılmamış görünüyor. Ekono-mik aydınlanma bu nedenleönem taşıyor.

Sisteme faydalıysanız o zamaniyisiniz. Diğer türlü ise değilsiniz.Baş felsefecimiz eskiden "Toplumiçin kapitalizm mi, sosyalizm mi

daha iyidir?" sorusunun hakim ol-duğunu bugün ise sorunun yöndeğiştirerek "Ben toplumu nasılkurmalıyım ki sisteme faydalıolsun?"a dönüştüğünü söylüyor.

Şimdi durum çok daha tehli-keli. Hükümetler sistemin çatlak-larını kapatmak için ellerindengeleni ardına bırakmıyorlar. Bu-nun faturası sade vatandaşa çıkı-yor. Her zaman bir alternatifvardır.

Ekonominin bilim olarak par-çalanması gerekir. Psikoloji, fel-sefe de içine dahil edilmeli. Uma-rım daha insancıl sistem çıkar or-taya. Yani, sadece Almanya değiltüm dünya böyle bir dergiyehazır.

Soruya gelince, evet Almanyaekonomide "açık" olmak zorunda.Uyuma sürekli olarak DünyaŞampiyonluğu’nu örnek gösterip"kapalı" kalması mümkün değil.Peki bu şampiyonluğu nasıl ka-zandılar? Sertleştirilmiş sosyal re-

50 TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 �

Ekonomi kimin içinyapılır? İnsanlar için.O zaman felsefeyi işiniçine katmanız gerekir.Matematikselformüllerle bu iş olmaz.250 senelik ekonomitarihi var.

Babam ve ben…

Page 49: Avrupa GÜN

formlarla ve son 15 senedir maaşzammına hayır demekle. Bu, so-nuçta, gerçek devalüasyon üze-rine, üretimi başka ülkelerebakarak daha ucuz yapabilmekdemekdir. Bu yönde AlmanlarYunanistan’a haksızlık ediyor."İflas etti edecek, biz para verme-yiz" bakışı hakim. Mecbur yapa-caksın kardeşim. Çünkü seninkazancın, başka yerin zararı. Basitbir hesap. Christine Lagarde’ınAlmanya’ya karşı yaptığı kritikteyani gerçekler de var. Bu bakışı,mantığı değiştirmek gerek. Al-manya’nın ekonomisi dünyayabağlı. Aslında bunu Almanlar bi-liyor.

- Agora42’de her sayıda ağırlıklıolarak bir konuyu ele alıyorsu-nuz. İş, özgürlük gibi…Yeni sayıda ağırlık vereceğinizkonu hangisi?

NAzIm çEtiN - Yılın sonunda

"göç" konusunu mercek altına alı-yoruz. Göçün ekonomiye katkısı,Almanya’nın göçmen politikaları-nın sonuçları, bazı sorunları do-ğurdu. Türk’ün imajı ise gerçeğiyansıtmıyor.

İşte söz konusu sayıda Almanve Türk aydınlarıyla birlikte Türktoplumunu analiz etmek istiyo-ruz. Dergimizi aydınlar sahip-lendi. Ne yazık ki çok az sayıdaTürk okurumuz var.

- Almanya’da aydın okurun sa-hiplendiği bir felesefe ekonomidergisinin başında bir Türk’ünolduğunu görenler ne yapıyor?Gerçi sizin işiniz entellerle. Sanı-rım aydınlardan böyle reaksi-yonlar gelmez.

NAzIm çEtiN - Almanlar yayıncı-nın Türk olduğunu görünce çokşaşırıyorlar. Dergi içerik olarakyüksek seviyede. Sıradan birAlman okur bile eline alıp kolay-lıkla kavrayamaz belki birçok ya-zılanı.

Evet bir şey demiyorlar belkiama, bakışlar her şeyi söylüyorzaten.

- Konu medya olunca hele heleAlmanca yayın yapan bir dergi-nin başında Türk olunca, Almanmedyasında Türklerin ele alını-şını sormamak olmaz.

NAzIm çEtiN - Alman medya-sında topluma verilen Türk imajıçok yanlış. Türklerle ilgili olan bö-lüme gelince. Mesut Özil şahanebir futbolcu. Eğlendirince güzel,gol atınca harika. Ama biz 3 mil-yon Mesut Özil çıkaramayız. Birde "Bak ne güzel entegre olmuş"deniyor.

Olayın arkasına bakalım bir de.Mesut Özil eski kız arkadaşına di-nini değiştirtti, üstelik Almancasıbozuk. Bu mu iyi entegre olmak,sorarım size? Yani, Almanlarınuyum anlayışları "Bizi eğlendirin,gerisine karışmayın" ise, bunubize açık ve net söylesinler. O za-man onun da çaresini buluruz.

Sarrazin’in katıldığı program-larda, tartışmalarda karşısına

Türk konuk oturtmuyorlar. Oysaaydın Türkler var. Almanlardaniyi Almanca konuşan Türkler var.Neden çağırmıyorlar onları?

Almanya’da yeterince Türk ay-dını var. Tek bir Türk aydınını ek-ranlara getirsen bile yeter, fikirlerideğiştirmeye yeter. Çürüklerigöstermekten vazgeçip, sağlam-ları göstersinler.

Eğer biz bunlar gibi, Türkiye’dene zaman Almanya ve Almanlartartışılsa tutup dazlakları Al-manya temsilcisi olarak ekranagetirsek ve düşmanlığı körüklesekne olur? Almanya’daki Türk top-lumunun ekonomisi güçlü ol-saydı, bu şekilde muamele gör-mezdi. Bizim de bir sürü ev ödev-lerimiz var. Hatalarımızı elbettedüzeltmemiz lazım.

Ancak medyanın bu olayı nasılkullandığını görmek beni çok kız-dırıyor.

İşin özeti şu: Bizim olmadığı-mız ortamlarda hakkımızda ko-nuşuluyor. Ve bunu sadece Türk-lere yapıyorlar. Bakın, Yunanistanmeselesine gelince nasıl Yunanyazarlarını, sanatçılarını ve ente-

lektüellerini konuşmaya davetediyorlar.

Diğer taraftan üniversitelerdeTürk bilimadamlarının görüşle-rinden yararlanmak isteriz.

Son kuşak Türklerden ise çokumutluyuz. Almanlar bunlara yö-nelmeli. Her iki dili de konuşuyorson kuşak Türkler ve bundan do-layı Türkiye ile Almanya arasındaekonomik ve kültürel yöndenköprü oluşturma potansiyeli var.Ne yazık ki bazan her iki dili debirbirine karıştırıyorlar. Budemek ki, dil çok önemli ve bupotansiyeli kullanabilmek içinanadili, Türkçe’yi, çok iyi bilmelerigerekiyor.

Medyada aydın Türkleri göre-mesek de siyasette Türkler sonderece etkili.

İki bakanımız var. Güzel elbet.Bunlar göstermelik mi yoksa ger-çek bakan mı bunu da zaman gös-terecek.

- Alman medyası Türk aydınla-rına yer vermiyor yönündekieleştiriniz "imaj" sorununu akıl-lara getiriyor. Ya Türk medyasıimajımızı cilalamamızda ne de-rece etkin?

NAzIm çEtiN - Evet kesinlikleimaj sorunumuz var bizim. Al-manlar hâlâ Türk komşu istemi-yor. Sarrazin’in kitaplarını alıyor-lar. Oysa sorunları birlikte çöz-memiz gerekiyor. Türk medyasınaburada büyük iş düşüyor.

Bizim evde Türk televizyon ka-nalları yok. Annemlere gidincehep dizi ve magazin programları-nın ekranları kapladığını üzülerekgörüyorum. Almanya’daki Türk-leri eğitmeye yönelik, yol göste-ren programlar eksik.

Elbette eğitim işi aileye düşü-yor.

Diğer taraftan Türkçe gazetele-rin, yayınların uyuma ciddi öl-çüde hizmet ettiğini düşünü-yorum. İnsanlar Almanya’da yaşı-yorsa anadilinde Türkçe gazeteokuyabilmeli, televizyon izleye-bilmeli. Bu herkesin doğal hakkı-dır. Ama bu demek değil ki,

yaşadığın ülkenin dilini öğrenme-yeceksin, buradaki hayata katıl-mayacaksın. Alman gazeteleriniokumayacaksın… Yani, bu, top-luma entegre olmayacaksın anla-mına gelmez. Temas kesilemezelbette.

Ve bizim bu doğal hakkımızıeleştirenlere de şunu söyleyim:Amerika’da, İspanya’da, İngilte-re’de, hatta dünyanın bütün ülke-lerinde, Almanlar da öyle yapıyor.Doğal hakları da zaten.

Amerika’daki Almanlar baştaentegre olamadılar. Gettolaştılar.II. Dünya Savaşı’ndan sonra an-cak Amerika’da dil öğrenip en-tegre oldular.

- Uyum da Türk kökenli komed-yenlerin rolü nedir sizce?Birlikte gülmeyi nihayet başara-bildik mi?

NAzIm çEtiN - Türkler Alman ko-medi dünyasında baskınlar. Al-

manlar ve daha da çok Türklerüzerine espri yapıyorlar. Çünkühayatımız komedi. Almanlar izli-yor onları. Fakat bir Kaya YanarTürkler üzerine espri yapmayı bı-raksın, tutmaz.

- Bir iktisatçıya büyük bir zevklesormak istediğim bir soru var.Parayla saadet olur mu?

NAzIm çEtiN - Bakın son Gallupanketinde ortaya çıkan şuydu:Fransızlar, Almanlar, İngilizlerzengin ama gelecekleri konu-sunda çok karamsarlar ve bundandolayı da mutsuzlar. Vietnam gibiülkelerde insanlar gelecekleriniparlak görüyorlar. Yani saadeti sa-dece paraya bağlamak doğru ol-maz. Çünkü duyguları bir kenarabırakamazsınız.

Bu sebepten dolayı Almanyagibi ülkeler uzman ekip kurupyeni ekonomi büyüme endeksiarıyor.

Bu araştırmaya toplumun duy-gularını da dahil ediyorlar. Ölç-mesi elbette çok zor. KimisiFerrari ile kimisi kitap okuyarakkimisi de bisikletle mutlu oluyor.

� TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 51

Almanya’da yeterinceTürk aydını var. Tek bir Türkaydınını ekranlara getirsenbile yeter, fikirlerideğiştirmeye yeter.Çürükleri göstermektenvazgeçip, sağlamlarıgöstersinler.

Page 50: Avrupa GÜN

Şimdi geleceğe bakınca, RecepTayyip Erdoğan "En az 3 çocukolsun" dedi. Bu ilerisi için önemlive doğru. Çünkü Almanya’da gör-düğümüz gibi demografik deği-şimler güçlükleri – genç ve kali-fiye işgücü bulmasını – berabe-rinde getiriyor. Biz sanayileşen birülkeyiz. Ve tarih gösteriyor ki sa-nayileşen ve bundan dolayı zen-ginleşen ülkeler bir kaderi pay-laşıyor: Doğum oranı düşüyor vedemografik değişimler zorlukçektiriyor. Yani buna karşı tedbi-rimizi şimdiden almamız lazım.

Erdoğan’ı bu yüzden anlıyo-rum. Zenginler var, ama çocuksayısı düşüyor. Elbette bunu söy-leyen, bunu düşünen, makro coğ-rafi eşitsizlik oluşmasına karşı datedbirini alması gerekiyor. Uma-rım bu da düşünülmüştür.

Ülke zenginleştikçe doğumoranı düşüyor. Toplum maddimutluluğu tercih ediyor. Eğlen-mek istiyorlar. Hedonizm yükseli-yor. Fakat bu sürekli bir durumdeğildir. Demografik gerçeklereğlenceyi telafi ediyor.

- Size göre Recep Tayyip ErdoğanAB’ye girmeyi gerçekten istiyormu?

Türk ekonomistler olarak Ke-mal Derviş, Daron Acemoğlu,Dani Rodrik, hatta hemşehrimAli Babacan.

- Almanlar bizden korkuyor muyani?

Türklerin verdiklerini, verecek-lerini görmüyorlar. Bizden fayda-lanmak istemiyorlar gibi geliyorbana. Korkmasınlar. Yamyam de-ğiliz. Bize güvensinler. Her top-lum gibi bizim de içimizdeçürükler var. Alman medyası de-vamlı bu çürükleri gösteriyor vediyor ki: Bakin işte, bunlar Türk.Bu çürükler ise haklı olarak halkıkorkutuyor. Ben Türk insanınıbüyük andımıza uymaya davetediyorum "Türküm, doğruyum,çalışkanım…"

Engelleri görüp, aşmaya çalışa-lım. Hep beraber ilerleyebiliriz.Cesareti kaybetmeyelim. İmajı-mızı bozmayalım.

Türk işgücü göçünün 50’nci yı-lını kutluyoruz. Büyük zaman di-limi. Ne yaptık biz burada venereye geldik? Soruyorum size,bu kadar zaman sonra kaç Almanşirketinde Türkler yönetimde?Yani bu bizim beceriksizliğimiz-den doğan bir şey mi? Bakın

Amerika’da Hintliler, Türklerdünyanın en büyük şirkelerindeyönetimde. Burada neden olmu-yor?

Bizim de eksikliklerimiz var.Bunlar istemiyor, biz de küsü-

yoruz.�

52 TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 �

Berlin’de bulunan "Gemäldegalerie" ve "Alte Nationalgalerie", Google’ın 1 Şubat 2011’den beri kullanıma sunduğu "Art Pro-ject" uygulamasının Almanya’daki ilk temsilcileri oldular. Google ile yapılan işbirliği sonucu Berlin devlet müzeleri, dün-

yanın önde gelen diğer 15 müzesi ile beraber internet ortamında koleksiyonlarını gezme imkanı sunuyor.

Google hesabı bulunan internet kullanıcıları, Google Art Project sayesinde, Berlin’de bulunan Gemäldegalerie ve bu yıl ku-ruluşunun 150’inci yıldönümünü kutlayan Alte Nationalgalerie’nin yanı sıra New york modern Sanat müzesi, tate Gallery,

Versailles Sarayı ve Amsterdam Van Gogh müzesi’nin de aralarında bulunduğu dünyanın en önemli 17 sanat müzesini sanalortamda ziyaret etme imkânına kavuştular.

Google Art Project (www.googleartproject.com), projeye katılan müzeler içinde 360 derecelik açıyla gezinti imkânı sunar-ken, ziyaretçiler yüksek çözünürlükle kullanıcılara sunulan 1061 eser arasından kendilerine özel bir koleksiyon oluşturarak,

bu koleksiyonu twitter ve Facebook üzerinden paylaşabiliyor. Ayrıca, projeye katılan her müze Google ile işbirliği içinde bir tab-losunun "Gigapiksel" fotoğraf teknolojisiyle fotoğraflanmasını sağladı.

Berlin devlet müzeleri, Google Art Project uygulaması kapsamında, Edouard manet’nin "Im Wintergarten" (1879) ve gençHans Holbeins’ın "der Kaufmann von Gisze" (1532) tablolarını 7 milyar piksellik çözünürlükle kullanıcılara sunuyor. Bu yük-

sek çözünürlük sayesinde, internet kullanıcıları müze kullanıcılarından daha ayrıntılı bir biçimde sanat eserlerini inceleme im-kânı buluyorlar.

Berlin müzeleri, sanal ortamda[ Emre Ertem ]

NAzIm çEtiN - Soruyu şöyle sora-lım isterseniz: "Girersek gerçek-ten bize yararı var mı?" Ekonomikaçıdan her iki yöne de batıya vedoğuya açık olmak gerekiyor. Bu-nu da şimdiki hükümet başarıylayapıyor. Eğer piyasa varsa açılma-mız gerekiyor. Bu konuda Al-manya-Çin ilişkisine bakın.

Çıkarımız yoksa üye olmayagerek yok. Vizenin ise kaldırıl-ması şart. Türk işadamları Al-manlar gibi sorunsuz Avrupa’yagelip iş yapabilmeliler. Merak et-mesinler korktukları gibi 74 mil-yon buraya gelmez. Çıkar içinhatta bizim de Avrupa’ya vize uy-gulamamız düşünülebilir. YaniYalım Eralp Bey’in dediği gibi:Bunlar her şeyi nasıl çifte stan-dartla ölçüyorsa biz de aynısınıyapmalıyız. Şimdi burada güm-rük birliği gibi standartları açma-yalım.

- Kendinize örnek aldığınızisimler?

Çifte standart

Page 51: Avrupa GÜN

bir rol oynadığını biliyoruz. Bu,tarihsel bir gerçek. Diğer taraftanda yabancı işgücünün, özellikle deTürkiye’den gelenlerin, bugün Al-manya’yı sosyal haklar düzeyindehâlâ dünyadaki pek çok kapitalistülkeden ileri durumda sayılma-sını sağlayan kazanımlarda öncü,militan bir rol üstlenmiş oldu-ğunu da yakın tarihten biliyoruz.

"Misafir işçinin" Almancakonuşması

Ama başlangıçta dil, sorun de-ğildi. Çünkü Almanya, ÜçüncüDünya’yla kurmuş olduğu eşitsizdış ticaret ağı sayesinde risksizolarak edindiği aşırı bir artı değeriulusal sınırları içerisinde payla-şıma sunabiliyordu. Almanyabüyük burjuvazisi savaş sonrasıAvrupa’sının en çok kollanan,desteklenen fonlarının sahibi ol-muştu. Dolayısıyla Prusya’nındiğer Alman prensliklerine silahzoruyla dayatması sonucunda19’uncu yüzyılın son çeyreğinde

� TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 53

Dil bir direnme aracı mıdır?TürKçENİN ALmANyA’DAKİ rADyoLArDA KuLLANımı vE DAhA bAŞKA ŞEyLEr...

WDR FunkhausEuropa’nın

Türkçe de dahil çeşitlidillerde hitap ettiği

kitleye ne tür mesajlarverdiği, büyük

çoğunluğunuemekçilerin oluşturduğu

bu dinleyici kitlesiüzerinde nasıl bir ideolo-

jik işlevi yürütmekteolduğu, geniş bir

araştırma konusu.Umarız bunu birileri

yapar ya dayapıyordur.

Halil ve Hamit Altıntop

CELİL DENKTAŞ

Öğrenimde anadilin öne-mi, iki dilli eğitimin er-demleri vs, bunlar pek

çok yayın organında yeterince iş-leniyor. Özellikle Duisburg/EssenÜniversitesi, Türkçe Öğretmen-liği Bölümü öğrencilerinin bu ko-nulardaki çabaları, kararlılıklarıtakdire değer. (Duisburg/EssenÜniversitesi, Türkçe Öğretmen-liği Bölümü öğrencileri Mayıs2008’den bu yana iki aylık, "DieGaste" adlı bir Türkçe gazete çı-kartıyorlar. Gazetenin PDF for-matındaki sayıları, www.diegaste.de adlı internet adre-sinde bulunabiliyor.) Bu işin so-rumluluğunu doğrudan üstlen-mesi gereken kurumları çoktanaştılar, hatta onlara yol gösterecekbir konuma geldiler. Gençlik du-yarlığı! Yalın, çıkarsız ve enerjik.Şimdi inatla babalarının, dedele-rinin bu ülke topraklarına alınteriolarak karışıp karşılığı hiçbirzaman alınamamış emeklerinesahip çıkıyorlar. Çok iyi yapıyor-lar.

Sözünü ettiğimiz kurumlar ise

ya bu işlerden çoktan "yan çizmiş"ya da nereden edindikleri belli ol-mayan tam tersi bir "misyon"uüstlenmiş durumda. Bu da anla-şılabilir bir şey, çünkü, bu ko-numlardaki kurum ya dakurumların hemen hemen tümüya göçmenlerin -kelimenin tamanlamıyla- postalandıkları vatan-larının politik denge hesapların-dan nasipleniyorlar ya daburadaki emek karşıtı politikalarasivil toplum kuruluşu üreten fon-lara kollarını kaptırmışlar. İkiyüz-lülük kolay değil. Ve malum,burada hayat zor. Üstelik ardı ar-kası hiç kesilmeyen bir de ekono-mik kriz(ler) var. Ama neden buhallere düştükleri değil, bu halleredüşmenin bedelini göçmenemekçilerden nasıl çıkartma he-vesinde oldukları, bizi asıl ilgilen-diren.

Tabii, Türkiye kökenli göçmen-ler asıl konumuz. Çünkü şu noktabizce çok açık: Anadilin dolaylıyollardan yasaklanması, iki dillieğitimin aşağılanması, bunlar daolmadı, dilin yapısının, kalitesinin

kasıtlı olarak bozulması, emekkarşıtı bir politikadır. Bu politika,emeğin ekonomik ve politik ör-gütlenmesine karşı burjuvazi ta-rafından çok geniş kapsamlıolarak yürütülen ideolojik müca-delenin bir parçasıdır.

Ha, buraya derhal kısa bir notdüşelim: Kendi coğrafyamız dabu tespitin asla dışında değildir vehatta emek mücadelesinin sür-düğü tüm coğrafyaları -koşullarıne denli farklı olsa da- da bu kap-samda görelim. Bizim bu yazıdaele aldığımız bu genel sorunun altbaşlıklarından yalnızca birisidir.

Önemli bir noktaya parmakbastığımızı düşünüyoruz. Şöyleki, son 50 – 55 yıla yayılmış olanTürkiye’den Almanya’ya göçüntek nedeni buradaki emek açı-ğıydı. Hatta bu açığın kapatılma-sında 12 Mart ve 12 Eylül sonrasızorunlu siyasal sığınmaların darol aldığını rahatlıkla söyleyebili-riz. Toplam sayısı tam/net olarakbilinmese de bu "özgün" emek gö-çünün Almanya’daki kalifiye iş-gücü açığını kapatmada önemli

Page 52: Avrupa GÜN

ulaştığı dünya kapitalizminin"süper güç"lerinden biri olma ko-numuna bugün yeniden ulaşa-bildi.

Alman büyük burjuvazisi herne kadar tümüyle kendi hakkı ola-rak gördüğü aşırı artı değerin ulu-sal sınırlar içerisinde paylaşımınagönülsüz olsa da, 20’nci yüzyılınbaşında geçirmiş olduğu dene-yim, şansının devrime neredeysebeş kala geri/lehine dönmesi, onaçok şey öğretmişti. Dolayısıylaulusal işçi sınıfının ekonomik re-fahını, sosyal haklarını kollamakdurumunda kaldı. Doğal olarakbundan "gelişmekte olan" ülkeler-den ithal ettiği işgücü de nasibinialdı, bu da sineye çekildi. Ancakbir yere kadar!

Duvar yıkıldığında, kapitaliz-min tüketim nimetlerinden ya-rarlanmaya aç, bu uğurdaköleleşmeye kayıtsız şartsız hazırbir "ucuz-kalifiye" işgücü hücumubekleniyordu. Hücum gerçektenoldu olmasına, ama, birkaç yıliçerisinde duvarın da yalnızca ka-pitalist sızıntılara karşı bir önlemolmadığı, duvarın arkasında busüre içerisinde yetişen niteliğinsaf "işgücü"nün ötesinde yeşerenbir "insani" nitelik olduğu da or-taya çıktı.

Evet, tüketime, kapitalistleş-meye, tuzaklara düşürülmeye eği-limli kolay kazanç hırsı vardı varolmasına ama, kötü koşullardaucuza çalışmayı, yeniden köleleş-meyi reddeden bir direnç devardı.

Bu noktaya kadar bırakın "mi-safir işçinin" Almanca konuşma-sını, hiç konuşmamasını yeğleyendüzen, birdenbire dil öğrenimininerdemlerini keşfetti. Bu erdemlertabii ki Almancayı öğrenecek ya-bancı emekçinin, mesela Marx’ıfalan yazdığı dilde okuyup ya daBrecht tiyatrosuna abone olupveya Goethe’nin şiirlerini Al-manca aslından ezbere okuyarakufkunun açılmasıyla ilgili değil.Bu erdem daha çok -neredeyse-"matematiksel" bir yapıya (struc-ture) sahip olan Alman dilinin,cahil, azgelişmiş kafalarca pek dekolay öğrenilemeyeceğini (1) dü-şünenlerin sarıldıkları bir keşif!

İşte, dilin ideolojik bir baskı ba-hanesine dönüştüğü yerde aynızamanda, bir direniş aracı olabi-leceğinin de keşfi herhalde bu "kı-rılma" noktasındadır. Tabii aradabüyük bir fark var; yani, zıtlarınbirliği de denilebilir.

Bir yanda, aptalların bir açığınavurduğunu sanan bir burjuvazi,diğer yanda, bu aptallığın düş-mana dert olabileceğini keşfet-meye başlayan "aptal"lar.

Bu keşfi biraz daha açalım: Sos-yal yaşamda insanlar çevreleriyle

giriştikleri pek çok "diyalog"da ko-nuştukları dili kendilerini diğerle-rine kabul ettirme, kanıtlamaaracı olarak kullanabiliyorlar.Tabii günlük yaşam esnasındakiolağan "diyalog"ları bunun dı-şında bırakıyoruz.

Dil, konuşma, insanlar arası ile-tişimde kişiler ya da kişi ve toplu-luklar arası kabul ettirme veyakarşı koyma, kanıtlama veya ter-sini gösterme aracına dönüşebili-yor. Bir adım ileri gidersek, "dil"in,konuşma "biçimi"nin insanlarabelirli ideolojik yönlendirmelersunma, bu doğrultuda bir "silah"olabilme kolaylığını sağladığınısöyleyebiliriz. Evet bir "silah"!

Tabii eğer diyalektiğe inanıyor-sak bu silahın aynı zamanda geritepen bir özelliğinin olduğunu dagöz önünde bulundurmamız ge-rekir. Yani tıpkı "ideoloji" gibi, "dil"de onu elinde tutanın konumunagöre şekilleniyor.

Siz hitap ettiğiniz topluluklar veinsanlar arasında dili, konuşmayıkullanarak aşağılık duygusunu,pişmanlığı, boşvermişliği yayabil-diğiniz gibi, doğruluğu, cesareti,direnişi de "popülarize" edebilir-siniz. Bu yalnızca konuşma tarzı-nızla veya didaktiğinizle de sınırlıdeğildir/kalmaz. Sözcük seçimi-nizle ve bu sözcükleri kullanımyeri ve seslendirme tarzınızla ola-ğan anlam dışında ya da bununtam tersi bir mesajı da verebilirsi-niz.

Zemin veya eksen kayması

Tabii burada -yukarıda belirti-len farkı yeniden vurgulayalım-ucu ta entegrasyon maskaralıkla-rına kadar uzatılabilen dili öğre-nememe, doğru konuşamama vsayrıntılarından çok daha farklı birzeminde olduğumuzun altını çi-zelim.

Burada vurgulamak istediğimizinsanların kendi yetiştiği, iletişi-mini ona göre biçimlendirebildiği,yaşamını buna göre planlayabil-diği coğrafi zeminin üzerinde ge-leceğini kurabiliyor olması. İştetam bu noktada burjuvazi sizi birçıkmaz sokağa doğru itmeye çalı-şıyor. Asla anlayamayacağınıza,çözemeyeceğinize inandığı biriletişime mahkum olmanız onasizin sosyal yaşamınızla, ekono-mik varolma mücadelenizle oy-nama kapısını aralıyor; yani, oöyle umuyor!

Bunda iki önemli umarı var: Bi-rincisi, elindeki -hukuk, malidüzen, yüksek eğitim, politika,güzel sanatlar vs- üstyapı kurum-larından sizi uzak tutmak. "Sen,bu işleri kotarabilecek dil hakimi-yetine asla erişemezsin!" mesajınıkafalara yerleştirmek.

İkincisi ve bizce en can alıcıöneme sahip olanı, aynı mesajdanmuzdarip olan kendi ulusal pro-letaryasını acılara dayanıklı, mü-cadeleci geleneğini henüzgenetiğinden atmamış yabancı yada "misafir" işgücünden ayı-rıp/uzak tutup "kötü alışkanlıklar"edinmesini önlemek ümidi...

Bunu, "hayat görgümüze aykırıyeni sosyal hayata uyuma hayatınıadamış" bizler her zaman yaşamı-yor muyuz? Ülke refahından ye-terince pay almakta olduğunusanıp bu payı az biraz daha arttı-rabilmek için ülkesinin kendisineyeterli fırsat sunmakta olduğunu-yeter ki çalışkan ve yeterli zekayasahip olsun- düşünen o çok geniş,çok sosyal katmanlı ulusal prole-taryanın kendisini "diğer"den ayı-racak bu farklılığa sarılacağına vebununla her karşısına çıkan ya-bancıya karşı mastürbasyon yap-maya kalkacağına inanıyorburjuvazi. O ulusal proletarya ki,farklılığı yaratan dile kendisi detam anlamıyla hakim değildir. Ni-tekim sosyal pratikte bu, oluyorda. Zaman zaman anadilini ken-disinden daha iyi konuşabilen ya-bancılardan ağızlarının payınıalıyor olsalar da. Bu, bir tür ideo-lojik sübap!

Proletarya kapsamına rahatlıklagirecek, dünyanın geri kalanındançok daha mutlu bir düzende yaşa-makta olduğundan emin, o çokgeniş tüketici orta sınıf, sisteminher anlamda orta direği, belki debu yolla mücadele ve direniş vi-rüslerinden korunmuş olacak.Öyle ya, yaşamakta olduğu ülke-nin "dilini bile" konuşamayan ap-tallardan neyi örnek alacak ki?

Kendini "diğer"den üstün göre-rek bu farkı her fırsatta "diğer"inkafasına kakmaya çalışmak, buideolojiye kan veren en önemlikanallardan biri olsa gerek.

Bolivya Devlet Başkanı EvoMorales’in geçen yıl 13 Ekimgünü Şili’deki San Jose made-ninde, yerin 700 m altında iki aymahsur kalan 33 maden işçisininkurtarılması sırasında yaptığı ko-nuşma, hemen hemen dünyadakitüm televizyon kanallarından,radyolardan naklen yayınlandı.Bu işçiler arasında Bolivyalı "mi-safir" işçiler de vardı. Moralesaynı anda, yalnızca Latin Ameri-ka’nın tamamına değil, dünyadakiİspanyolca konuşulan, ABD dedahil (2) tüm coğrafyalara, birbaşka deyişle 500 milyondan fazlainsana doğrudan seslenebildi.Gerçi konuşması anında diğerdillere de çevrildi fakat insanlarakendi anadillerinde doğrudanulaşılması bambaşka bir şeydir.Ve İspanyolca Amerika kıtasındaAvrupa’da olduğundan çok daha

farklı bir anlam taşır; ezilenlerindilidir.

Morales, kendisine kulak vere-cek olan insanların kimler, hangiekonomik koşullarda yaşamakzorunda olan insanlar olduğunugayet iyi biliyordu ve buna görekonuştu. Bu, basit bir konuşma-dan öte, bir iletişimdi, bir paylaş-maydı. Morales örneği bize dilinaynı zamanda egemene, sömü-rene direnme mücadelesinde ezi-lenlerin en önemli direniş silahıolduğunu gösteriyor.

Dili kasıtlı olarak bozma

Buradan -ki Avrupa’da yaşa-makta olan Türkçe konuşan veezici çoğunluğu emekçi olanlaraçısından başlıca öneme sahip ol-duğuna inanıyoruz- dilin yapısı-nın, kalitesinin kasıtlı olarakbozulması sorununa geliyoruz.Yukarıda da belirtildiği gibi bu,doğrudan doğruya emek karşıtıbir politikadır. Emekçilerin bir-birleriyle günlük sosyal ilişkile-rinde kullanageldikleri dilinyozlaştırılması değildir mesele.Mesele, emekçilere konumlarını,içerisinde hapis kaldıkları siste-min açmazlarını, bu sistemin ala-şağı edilebilmesi için yürütülecekmücadelenin yöntemini, hedefle-rini anlatacak dilin yozlaştırıl-ması, sözcüklerin ve cümlekurgusunun taşıdıkları anlamla-rın çok dışında farklı yapılara, iç-eriği boş tutarsız hiç kimseninanlamadığı birer laf kalabalığınadönüştürülmesidir.

Yine bunun, binlerce sözcüğüyan yana dizerek kitap sayfalarınıdolduran ya da arasına girdikleriemekçi topluluklarına saatlerce"çok şey" söyleyip yorarak aslındahiçbir şey yazmayan, söylemeyen"elité" aydınların tarihsel işlevle-rinden de ayrılması gerekir.Çünkü onlar, her devirde emek-çiye gönülden bağlı görünüp bireriktidar ajanı gibi çalıştılar. Asıl gö-revleri sistemin açmazlarınamakul bahaneler üretmek oldu.Tabii buna hiçbir zaman kendile-

54 TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 �

Siz hitap ettiğiniztopluluklar ve insanlararasında dili, konuşmayıkullanarak aşağılıkduygusunu, pişmanlığı,boşvermişliği yayabildiğinizgibi, doğruluğu, cesareti,direnişi de "popülarize"edebilirsiniz.

Page 53: Avrupa GÜN

rinden başkasını inandıramadılar.Bizim esas meselemiz proletar-

yanın üretim dışı kalan "yaşama"zamanını -ki buna her nedense,"boş zaman" denmesi uygun gö-rülüyor- alabildiğine doldur-makta olan televizyon, radyo,eğlence, kutlama vs "hareketli-lik"lerde dil dejenerasyonununadeta bir moda haline getirilmesi.Öylesine ki, pek çok edebiyat kla-siğinden televizyon dizilerine ak-tarılan senaryolarda bile bu dilbozma işi, yapıtın adı ya da başkarakterlerinin adları dışında ya-pıtı tanınmaz hale getirmektenkaçınmıyor. Nasılsa orijinalinikimse zahmet edip arayıp bulupokumayacak. Ve tabii nasılsa ge-rekçe hazır: Halk böyle istiyor!

Bu, müzikte de böyle. Yeni an-lamsız besteler bir yana, halk mü-

ziğinin ya da klasik sanatmüziğinin tanınmış parçalarıüzerinde öylesine tahrifat yapılı-yor ki, sözleri ve tanıdık tınısı de-ğiştirilmemiş olsa da şarkınınokunuş tarzı, "düzenleme" adı al-tında müziğe eklenen ilgisiz par-tisyonlar, sololar, uzatmalar,müzik dışı sesler vs parçayı müziktanımı altına alınamayacak halegetiriyor.

Tüm bunlar özellikle anadildetemel eğitimden yoksun bırakılanemekçiler üzerinde kaçınılmazbir biçimde, bir tür "iletişim zafi-yeti"ne yol açıyor. Sonuçta sendi-kalarda, derneklerde, siyasipartilerde bilgi aktarımını, bilinçgelişimini engelliyor. Emekçilerin

kafalarına olması gereken birdünya yerine, mevcut üretim iliş-kilerine teslimiyet telkin edilmekisteniyor. Mücadele yavanlaştırı-lıyor.

Köln Radyosu: Bir örnek olay?Buradan Almanya için somut

bir örneğe geçiş yapalım: Nere-deyse Almanya’ya göçün başladığıtarihlere uzanan geçmişiyle KölnRadyosu adı altında 1964’ten buyana Türkçe de yayın yapan WDRFunkhaus Europa’yı bu bilinçliyozlaştırmanın bir kurumu olarakgörebilir miyiz?

Gerçekten halk böyle mi isti-yor? Halk, gece gündüz banayalan söyleyin, bana abuk sabukşeyler gösterin, dinletin, bana ya-kıştırdıklarınız konuşmamı, di-limi öylesine bozsun ki, neanamla babamla, ne kardeşle-

rimle ve çocuklarımla, ne de konukomşuyla biribirimizi anlayabile-lim, hatta kendi kendime düşün-meye çalıştığımda bile nedüşündüğümü anlayamayayım,sonuçta düşünmekten de iyicesoğuyayım mı diyor? Halk cahilkalmayı, itilip kakılmayı, kendi-siyle dalga geçilmesini mi istiyor?

Aslında ilk yıllarında "anava-tandan bir ses" olarak Türkiyeliemekçilere önemli bir manevidestek olmuş olan Köln Radyosu,sosyal haklar ve yabancı olmanıngetirdiği bin bir türlü sorunlaraçare arama konusunda, emekçile-rin vatandaşı oldukları devletinsağlayamadığı önemli bir işleviyerine getirmekteydi. Ancak du-

varın yıkılmasından bu yana hızlaliberalleşen ve dünya kapitalizmi-nin kendi içerisinde yapılacak dü-zenlemelerle, yani radikal birdüzen değişikliğine gerek görül-meksizin de dünyayı emekçilerekatlanılabilecek kılmanın çarele-rine ortak olan yeni sol burada dakendisini göstermekte geçikmedi.Dünya kapitalizminin devlerin-den birinin kendi ulusal sınırlarıiçerisinde ve onun kasasındanbeslenen bir kurumdan gerçek sololması beklenemez herhalde. Bu-güne gelindiğinde de artık KölnRadyosu’nun, "Türkçeye hasretkalanların" ya da "Türkçeyi seven-lerin" radyosu olma özelliğindengeriye pek bir şey kalmadığını dü-şünüyoruz.

WDR Funkhaus Europa’nınTürkçe de dahil çeşitli dillerde

hitap ettiği kitleye ne tür mesajlarverdiği, büyük çoğunluğunuemekçilerin oluşturduğu bu din-leyici kitlesi üzerinde nasıl birideolojik işlevi yürütmekte ol-duğu geniş bir araştırma konusu.Umarız bunu birileri yapar ya dayapıyordur. Özellikle günlükTürkçe yayınlarda, ki şu sıralar buyayınlar futbol maçı canlı yayınıya da diğer Almanca yayınlardansıra gelirse hafta içi günlük birersaatlik sürelerle yetinmek duru-munda, üstü örtülmeye ne kadarçalışılırsa çalışılsın Alman politikelitinin sempatisini açıkça dile ge-tirmekten çekinmediği Türki-ye’deki son on yıllık iktidardöneminin Batı’nın kendi politik

ölçülerine göre övüldüğü, muha-lefetinse karalandığı gözleniyor.Özellikle ülke gündemindekiolayların yorumu sıkça iktidaryanlısı basından seçilen gazeteci"uzmanlar"a yaptırılıyor ya da ko-nuları değişik haber kaynakların-dan izleme olanağı olmayan vedolayısıyla konularla ilgili yeterlibirikimi olmayan, bilgisiz kişiler,"haftanın dinleyicisi" adı altındadakikalarca konuşturuluyor. Ay-rıca hükümetin ne olursa olsuniktidarda kalmasını isteyen cema-atlerin bu tür "halka hitap" fırsat-larına hemen atlayan talimli birdemagog kadrosunu hazırda tut-tuklarına da sık sık tanık oluyo-ruz. Ve tabii ortaya -zaten günlükbir saatle sınırlı- zamanı cömertçeharcayan bir ucube çıkmış oluyor.

Yayınlar esnasında "magazin

yapmak" adına araya yaşam felse-fesini yalnızca eğlenmek oldu-ğunu ısrarla yineleyen şarkıların,karnaval prensesi seçilenlerin se-vincini aktaran röportajların, sev-gililer günü deyince aklınanedense hep pırlantalar gelen su-nucuların, 23 Nisan’ı içeriği ve ta-rihsel önemi boşaltılmış bir çocukbayramı olarak yansıtan kutlama-ların, dinle ilgili toplantıları, ko-nuşmaları da birer "bilimselsunum" olarak veren haberlerinsokuşturulmasının titizlikle irde-lenmeye ihtiyacı var. Özellikle de"müzik" adı altında yayına verilenve zaman doldurmaktan başkahiçbir işlevi olmayan "şeyler"einandırıcı bir gerekçe aranması

� TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 55

Alman politik elitininsempatisini açıkça dilegetirmekten çekinmediğiTürkiye’deki son on yıllıkiktidar dönemininBatı’nın kendi politikölçülerine göre övüldüğü,muhalefetinse karalan-dığı gözleniyor.

Page 54: Avrupa GÜN

gerekiyor. Bu "şeyler"in kaynağıtabii ki Türkiye. Ama acaba oradabunları kimler dinliyor? Ayrıcahaftanın 7 günü 24 saat yayınyapan radyoların araya bu tür"şeyler" i -bir zamanlar TRT tel-evizyonunun yayın geçişleri ara-sında ekran boş kalmasın diyedevamlı kullandığı "necefli maş-rapa" görüntüsü misali- sıkıştır-ması anlaşılabilir bir durum. Bu"şeyler"in bazı günler bir saatlikyayın süresi içerisinde 30 dakikayıaşan süreleri işgal etmesinin ne-deninin anlaşılması ise herhaldemümkün değil.

Ucuz ve kontrolsüz gıda tüket-meye mahkum emekçilereönemli bir sağlık tehdidi oluştu-ran son EHEC salgınıyla ilgili,"Beni tuzlayıp ısır!" diye bayan su-nucuya tutturan bir hıyarın ko-nuşturulmasının da. Ya dizihaline gelen, "Bizim Kahve" skeç-leri?

Bizim amacımızsa yalnızca buyayınlarda kullanılmakta olandilin, yani güya Türkçenin ne şe-kilde dejenerasyona tabi kılın-makta olduğuna dikkati çekmek.

Hoş, yukarıda da değinildiğigibi yayın süresinin büyük bir bö-lümü haber verme, bilgi aktarma,insanları aydınlatma kaygısı ol-mayan saçmalıklarla doldurulu-yor ama geriye kalan süre, dilin,Türkçenin hırpalanmasına bol bolyetiyor.

"Tonlama bozuklukları"masum mu?

Bu hırpalanma, Türkçesi yeter-siz sunucuların dil sürçmelerin-den mi yoksa yazılı metinlerdegözden kaçan ufak tefek yanlışlık-lardan mı kaynaklanmakta? As-lında bunlar bile bu radyo içinyeterince "ayıp". Kaldı ki, zamanzaman mikrofona çıkan radyo yö-neticilerinin, program yapımcıla-rının kullanmakta olduklarıTürkçenin gayet düzgün, kurallıve akıcı olduğuna tanık oluyoruz.Hatta sunucuların çoğunun yayınakışı dışındaki konuşmalarındaTürkçeyi hatasız konuşabildikle-rini işitebiliyoruz. Ancak iş gö-reve gelince sanki birdenbire oyanlışsız konuşabilen gidiyor, ye-rine bir başkası geliveriyor. Fark odenli çarpıcı. Belki röportajlardaya da herhangi bir metne bağlı ol-mayan ara sözlerde bu "yanlışlık-lar" anlaşılabilir. Ama heyhat!Bunlar en çok yazılı haber metin-lerinde, duyurularda, konuşulanasorulmak üzere önceden hazır-lanmış sorularda dikkati çekiyor.İşte bu nedenle "yanlışlık" birazmasum bir eylem olarak kaldığın-dan, "saldırı" diyoruz. Ve, bir işl-evi yerine getirmekte olduğuna

dikkati çekiyoruz.Bu saldırıların en dikkat çekeni,

"tonlama bozuklukları". Yazınınbaşlarında belirtildi: Bir sözcüğe,bir tamlamaya, bir cümleye deği-şik tonlamalarla, vurgularla deği-şik anlamlar yükleyebilir ya datamamen anlamsızlaştırabilirsi-niz. Ya da öyle bir tonlama yapar-sınız ki, dinleyen tam tersinianlar. Bir başka deyişle, dinleye-nin neyi anlamasını istiyorsanız,cümleye hiç dokunmadan tonla-manızla bunu ona aktarırsınız.

İkinci olarak sözcüklerin kendigerçek anlamı dışında farklı an-lamlar yüklenecek şekilde kulla-nılması, yani bir bakımasözcüğün içinin boşaltılması.Aynı şekilde diğer dillerdenalınma sözcüklere kendi anlamla-rıyla ilgisi olmayan anlamlar yük-lenerek kullanılması.... Bukullanımların, konuşmalarda yada yazılı metinlerde sanki daha"seçkin" bir dil kullanılıyormuş et-kisi yaratması umuluyor anlaşı-lan. Bu çabalar, cümlelerde anlamkarışıklığına yol açtığı gibi, dili ye-tersiz de gösteriyor. Türkçedekisözcük sayısının Batı dillerinegöre çok az olduğu, dolayısıyla dabir "uygarlık dili" olmaktan çokuzak olduğu vs zaten öteden beriortaya atılır. Diğer dillerden olurolmaz araya sıkıştırılan ödünçsözcüklere bulunan "bilimsel" kılıfda bu. Oysa ki dili zenginleştirenfaktörün, sözcük sayısıyla değilsözcüklerin ifade gücüyle ilgili ol-duğu pek dikkate alınmaz.

Üçüncüsü, diksiyon tahrifatları.Zaten Almanya’da bunun zeminihazır. Türkçeyi aile içinde, ma-halle aralarında ve tabii ki dilizaten bozuk olan Türkçe medyahaberlerinden, yazılarından, dizi-lerinden öğrenmek durumundakalan genç kuşağın bu eksikliği-nin sanki üzerine gider gibi,bozuk diksiyon düzeltileceğiyerde, radyonun yayınlarındasanki teşvik görmekte. Bunundoğal sonucu da bu gençlerinTürkiye’yi ziyaretlerinde ciddi biriletişim sorunuyla karşılaşmaları.Türkiye’ye okumak ya da çalış-mak için gidenlerin sorunu iseçok daha ciddi. Çünkü bu iletişimsorunu kısa sürede uzaktan "cen-net" olarak gördükleri ülkelerinionlar için bir cehenneme çevire-biliyor. Bu şekilde Almanya’ya ge-riye dönüş yapanların sayısıküçümsenemeyecek bir boyutta.

Dördüncü önemli saldırı da,müzikten başka sanatın tüm diğerdallarına, Anadolu topraklarınıntaşıdığı kültürel mirasa, tarihselüstünlüğe yönelik çarpıtmalar.Anadolu toprakları Osmanlı’nınson yüzyılıyla ve insanlık adınautanç verici soykırımlara sahne

olmakla sınırlandırılıyor. Gençkuşağın bu topraklarla olan bağ-ları baskı altına alınmak isteniyor.Bu topraklardaki kültürel mirasınpaleolitik dönemden günümüzeburalara gelip yerleşen ve bırak-tıkları derin izlerin Anadolu’nunher köşesinde rahatlıkla izlenebil-diği kavimlerin, boyların, halkla-rın ortak bir birikimi olduğu,tarım devriminin ve dolayısıylaortaya çıkan farklı dillerin, lehçe-lerin süzgecinden geçtiğinden isehiç bahsedilmez. Anadolu’dakiarkeolojik kazı projelerinin çoğu-nun Alman üniversitelerinden çı-kıyor olması da pekönemsenmez. Ama bunlara kar-şın kökleri son derece sınırlı birtarihe gidebilen buradaki yemeiçme, eğlenme, tüketme gelenek-lerine -herhalde "entegrasyon"adına- sıkça yer verilir. Bunlarınkendi gerçek değerleri olması ge-rektiğini benimsemek zorundakalan emekçi de kendisine uzatı-lan mikrofona bunları övmektenbaşka çare bulamaz.

Bu kültürel saldırı elbette kidilin, dolayısıyla da iletişimin bo-zulmasına yöneliktir ve neredeyseKutadgu Bilig’ten bu yana, bin yıl-dır omurgası hemen hemen hiçdeğişmeden konuşulmakta olanbir dilin kendi sahipleri eliyle in-sanlık tarihinden dışlanması zor-lanıyor gibidir.

Köln Radyosu’nun misyonuherhalde bu kadarla sınırlı değil.Ancak bizim yerimiz sınırlı.

Peki dilin dejenerasyonu birmisyonsa, yapısının korunması,emekçilerin iletişiminde öğretici,yapıcı bir görevi yüklenmesi birmisyon değil midir?

Bize göre aynen öyledir ve Mo-rales örneğinde de yaşandığı gibi,doğru zamanda doğru mesajlarınoldukça geniş emekçi yığınlarınaulaşmasını sağlar. Öyleyse bu birideolojik mücadeledir. Dilin deje-nerasyonuna karşı mücadele,emekçiler arasındaki bilinçlenme-nin, eğitimin, iletişimin bir ara-cıysa, onu sınıf mücadelesiyle içiçe görmek gerekir.

Demek Türkiyeliler yok, Türkçeyok öyle mi?

Evet, dil bir direnme aracıdır!

56 TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 �

NOTLAR:(1) Öyle ya Almanca’da hep kuracağınız

cümlenin sizi doğru ifade edip edemeyece-ğinden çok ard arda dizeceğiniz sözcüklerinbiribirleriyle neden sonuç ilişkisine uyup uy-madığına bağlı kalmak zorundasınızdır. Yani,cümlenin anlamı değil, yapısal mantığı ön-celiklidir. (Mark Twain’in Almanca’nın buözelliğini "ti"ye alan, "Die schreckliche de-utsche Sprache" adlı kitaplaştırılmış uzunmakalesini Almanya’nın her yanında, kitap-çılarda bulmak mümkün.) Almanca dil kurs-larında dilin bu özelliği hep öne çıkartılır. Bumantığa uyayım derken de ifade etmek is-tediğiniz anlamdan kolayca sapabilirsiniz. Bumantığa alışabilmek ve onu ifade edilmek is-tenen şekilde yüzde 100 doğru olarak sırayadizmek, ancak, bu mantığın içerisinde bü-yümekle mümkündür. Kaldı ki pek çok "mü-rekkep yalamış has Alman"ın da bunubeceremediğinin tanığıyız. Bunun sonradanöğrenilmesi, hele hele Almanya’nın hemenhemen her köşesindeki sosyal yaşamdagünlük ihtiyaçlarını kendi alıştıkları ifademantığı ve dille kolaylıkla çözebilen Türkiyekökenliler için pek de mümkün ve hatta gi-derek, zorunlu değildir.

(2) Bu arada sırası gelmişken hemen yaz-malı, İspanyolca konuşulan ülkeler listesindeABD yer alır. Çünkü burada Meksika kökenlioldukça büyük bir nüfusun, ayrıca diğer İs-panyolca konuşan Latin Amerika ülkelerin-den çeşitli nedenlerle buraya göç etmiş olanönemli bir nüfusun yaşadığı bilinir. Peki,önemli bir Türkçe konuşan nüfusun yerle-şik/yaşamakta olduğu Almanya, acabaneden Türkçe konuşulan ülkeler listesindeyer almaz?

Page 55: Avrupa GÜN

Jones’un ötesinde, Arif Mardin’inyaptığı en iyi prodüksiyon, banagöre Donny Hathaway prodüksi-yonudur. Aretha Franklin de aynışekilde... Arif ’in prodüksiyonlarıgenelde çok iyidir, zaten kimlereprodüksiyon yapmadı ki. Buradahatırlatmak istediğim önemli birkonu var: Arif Mardin, AtlanticRecords’ta çalıştığı dönemdemüzik yazabilen ve aranje edebi-len tek adamdı. Ertegün kardeşlermüzik yazıp aranje edemiyordu.Dizzy Gillespie’nin "WashingtonState Department" destekli An-kara konserinde sahne arkasınaelinde içinde kendi aranjmanlarıolan zarfla genç bir adam geldi. 18yaşındaki bu genç Arif Mardin’dive o ara Dizzy Gillespie’nin or-kestrasında çalan Quincy Jo-nes’un eline verdiği bu zarfı DizzyGillespie’ye iletmesini istedi.Quincy Jones’un kendisi de 18 ya-şında genç bir adam o zamanlar.Quincy Jones, düzenlemeleri din-ledikten sonra dinlediklerine ina-namıyor ve ilişki böyle başlıyor.Sonrasında Quincy, Mardin’i Ber-

� TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 57

Türk cazından örneklergelecek yıl Montreux’de

MONtREUx CAz FEStİvALİ’NİN MARkA İSMİ CLAUDE NOBS İLE Müzİk üzERİNE

Herbie Hancock, Quincy Jones ve Claude Nobs · Foto: 2008 Daniel Balmat - Montreux Jazz Festival Foundation

RASİM BAYBARS

Dünyaca ünlü bir caz çılgınıClaude Nobs. 1967 yı-lında kurduğu Montreux

Caz Festivali nedeniyle uluslar-arası üne kavuştu. 40 yıldır yönet-tiği bu festival kapsamında jazzdünyasının devleriyle yakın dost-luklar kurdu. Bunlar arasındaArif Mardin, Ahmet ve NasuhiErtegün de vardı. Nobs, Bre-men’de nisan sonu ve mayıs ayıbaşında gerçekleştirilen "jazzahaed" etkinlikleri çerçevesindesorularımızı yanıtlarken, Türkmüziğiyle ilgili görüşlerini deaçıkladı.

- Siz Türk müziğini epeydir ya-kından izliyorsunuz. Türk cazsanatında neler dikkatinizi çeki-yor ve Montreux Festivali’nde negibi yenilikler peşindesiniz?

CLAUDE NOBS - Bu yıl Bre-men’deki uluslararası caz etkinli-ğinde, bir gün daha fazla kalarakTürk sanatçıları da dinlemek iste-dim. Sezen Aksu’yu daha önceMontreux’ye davet ettik fakat buberaberliği bir türlü gerçekleştire-

medik. Birkaç yıl önce Sezen Ha-nım’ı Berlin’de izleme fırsatı bul-muştum, yine Türk kültürününtanıtıldığı bir ortamda sahne al-mıştı. Birçok Türk grubu sahneyeçıkmış, Türk resim sanatı, Türkmutfağı da sergilenmişti.

Türk müziğine, yaklaşık 50 yılönce Nasuhi ve Ahmet Ertegünile tanıştığımdan beri aşinayım.Sonrasında da Türk müziği konu-sunda daha yetkin olan Arif Mar-din’le birlikte daha fazla bilgiedinme fırsatım oldu. Ertegünkardeşler Türkiye’de yaşamadı-lar... Arif Mardin Ankara’da yaşa-dığı için, zaten Türk müziğininiçindeydi hep. Biz Bodrum’da daher yıl birlikte kayıtlar yaptık.

Türk müziğinde beni en çok et-kileyen, ritm, harmoni, yarım seskavramlarını içeren geniş yapısı-dır. Ayrıca zor çalınan enstrü-manlar ve buna rağmen birçokvirtüözün bulunması da Türkmüziğini benim gözümde diğermüziklerden farklı kılıyor. Bu yılMontreux’de maalesef Türk mü-ziğini programa alamadık, ama şu

an önümüzdeki yıl için büyük birprogram planlıyorum. Hangi sa-natçıların olacağını henüz kesin-leştirmemekle birlikte gençgrupları hedeflediğimizi söyleye-bilirim. Küçük gruplar olursaküçük salonlarda, büyük sanatçı-ları da büyük salonda ağırlamayıdüşünüyoruz. Ancak her halü-karda seneye Montreux’de, Tür-kiye ve Türk müziği de konukedilecek.

- Bu çok güzel bir haber. Ertegünkardeşler ve Arif Mardin pro-düksiyonlarından söz ettiniz...Örneğin bence Norah Jones pro-düksiyonu çok etkiliydi...

CLAUDE NOBS - Norah Jones’uMontreux’ye çağırdığımda bun-dan 8 yil önce bir Türk grubuylaMontreux jazz kafede serbest cazklasiklerini çaldıklarını söyledi. Ozamanlar kimse Norah Jones’u ta-nımıyordu.

- İlhan Erşahin ile birlikte çaldı-lar Nublu’dan.

CLAUDE NOBS - Evet, ama NorahFoto: Lionel Flusin -Montreux Jazz Festival Foundation

Page 56: Avrupa GÜN

keley Müzik Koleji’ne gidebilmesiiçin destekliyor ve Mardin, Ber-keley’e öğrenime başlıyor. Aradanbir zaman geçtikten sonraQuincy, Ertegünlere çok iyi aranj-manları olan bu genç Mardin’denbahsediyor ve Arif Mardin Ame-rika’ya Atlantic Records’a geliyor.Ertegünler duyar duymaz "Yete-neklerini bir görelim" diyorlar.

Randevu günü Ertegün kardeş-ler yerine şirketin önemli adam-larından ve üçüncü ortağı efsaneblues yapımcısı Jerry Wexler ilegörüşüyor. Wexler, Mardin’e,önünde duran demo albümü ve-riyor ve içinde sadece gitar altya-pıları olan bu albümündüzenlemelerini yapmasını isti-yor. Albümün sahibi de kısa birsüre önce vefat eden ve AtlanticRecords’un sanatçısı Chuck Wil-lis’tir. Mardin ile Montreux bu-luşmamızda, Mardin, albümünkapağında Chuck Willis’in üze-rinde "I remember" yazan mezartaşını görünce bizden albümünarka kapağına "Bu albüm benimölmüş bir sanatçıya yaptığım ilk

albümümdür" notunu ekletti.Mardin, Quincy, Vince Mendoza,Montreux’nün seçkin jazz sanat-çıları kategorisinde çalıyordu veonlar bu kategoriyi yapıyorlardı.Mardin, sahneye çıktığında aynenQuincy, Vince Mendoza gibi sah-neden dinleyiciye yayılan bir elek-triğin çekimine kapılıyor hissiniyaşıyorduk; dinleyiciyi adeta bü-yülüyordu. Mardin, 1977’de eAverage White Band’a ait "Pickup the pieces" adlı parçayı Mon-treux için 22 dakikalık bir versi-yon halinde düzenledi. Amabence en önemlisi, mesela KlausDoldinger ve Michael Breckergibi iki önemli adamı bir araya ge-tirdi. Bunun gibi daha nicelerini...Bir de sahne stüdyo gibi değildir.Stüdyoda sahnedeki coşku, yara-tıcılık ve duyarlılık olamıyor.Stüdyoda bir kaydı defalarcayapma olanağı var, ancak sahnedebu mümkün değil. DolayısıylaMardin bu özelliği de fark etti vebu mantıkla çalıştı.

- Müzik dijital dünyaya girdik-ten sonra endüstri geriledi mi?Sizce müzik endüstrisi nereye gi-diyor? Bir de, geriden gelen gençmüzisyenlere Montreux’de çala-bilmeleri için ne gibi tavsiyelerdebulunmak istersiniz?

CLAUDE NOBS - Müzikte tavsiyeedebileceğim öyle özel, saklı, kim-senin bilmediği bir tüyo yok vere-bileceğim. Geçerli olan tek şey,sizin yetenekli olup olmadığınız-dır. Başarının sırrı, yetenekteyatar. Müzikte hangi kılığa girer-sen gir, istediğin elekronik aletleri,istediğin cihazları, mikrofunukullan, eğer sihirli bir yıldızınyoksa, yani yeteneğin parlamı-yorsa hiçbir şey fayda etmez, herşey boşadır.

Örneğin Steve Ray Vougen, ilksahneye çıktığında dinleyiciyi çokşaşırttı, korkutucu bir gürültüydüsahnede, ama Steve Ray Vougengitar hakimiyeti ve işi bilmesi sa-yesinde çok sevildi. Süper bir ye-

tenek, şayet o konseri tek başınabile yapsaydı konser çok başarılıolabilirdi.

Örneğin Tracy Chapman, ünlüolmadan önce bize Montreux’yeelinde gitarıyla geldi, ama o, dahao zamanlar bir hitti. Bu nedenlebir sanatçının ne yapması gerekti-ğini belirlemek, tayin etmek çokzor. Bu işin reçetesi yok. Nasıl yıl-dız olunur üzerine birçok kitapyazıldı, internette binlerce yazıokuyabilirsiniz. Ben bu konudafarklı düşünüyorum ve bu yazı-lanların hiçbirine inanmıyorum.Bu iş teknoloji desteğiyle olacakbir iş değil, insanların kalbineulaşmak bambaşka bir konu,bunu beceriyorsanız hiçbir şeye

ihtiyacınız yok demektir.Neticede müzikal başarı, birçok

yetenek unsurunun bir araya gel-mesinden oluşuyor. Bunlardanbiri eksik olduğunda, istenilenverim alınamıyor. Kısacası,müzik, insanın kalbine hitap edenderin bir konu. �

5� TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 �

Claude Nobs ve Rasim Baybars

Müzik yetenektir...

IMPRESSUM | KÜNYE

Dreimonatige Kulturzeitschrift

Üç Aylık Kültür Sanat Dergisi

Verleger | Yayımlayan

Ömer YaprakkıranYayın Yönetmeni (V.i.S.d.P.)

Osman ÇutsayGestaltung | Tasarım ve Uygulama

Atelier YaprakkıranDruck | Baskı

HürriyetZweigniederlassung Deutschland

An der Brücke 20-2264546 Mörfelden-Walldorf

Vertrieb | Dağıtım

ASV Vertriebs GmbHAnschrift | Adres

Zeitschrift“Kültür”Ömer Yaprakkiran

Rathenaustr. 21 · 63263 Neu-Isenburg�

Fotoğraf, çizim, resim, film, ışık ve heykeltürlerinin modayla birleştiği sergi

fashion&art

Sanatçılar:Katja Ostermeyer, Konrad Hasse,Viktor van Gemmeren, Günter Zehetner,Ünsal Özbakır, Kala Augustin

Weckmarkt 760311 Frankfurt am Mainwww.zeughus.com

Page 57: Avrupa GÜN

� TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 59

Nedim Gürsel’den Nâzım’lı bir Berlin romanı

“Şeytan, Melekve Komünist”

“Göremediğimiz 'güzelgünler'in habercisiNâzım Hikmet'e" ada-

mış yeni romanını Nedim Gürsel.Daha önce de "Şeyh BedrettinDestanı Üzerine" (1978), "NâzımHikmet ve Geleneksel Türk Ya-zını" (1992) kitaplarıyla büyük us-tanın şiir dünyasına eğilmiştikarşılaştırmalar ve zengin kay-nakçalarla. "Dünya Şairi NâzımHikmet", 1992’de yayınlanan kita-bın yeniden gözden geçirilmesi,eklemelerle zenginleştirilmesiylebir kez daha okurla buluşmuştu.Nâzım Hikmet üzerine hazırla-dığı kitaplarını Nedim Gürsel, de-rinlikli bakış açılarıyla, solukluirdelemelerle büyük ustanın şiirdünyasından kotarmıştı. Yeni ro-manı "Şeytan, Melek ve Komü-nist"te de Nâzım Hikmet’in bi-yografisinden yola çıkarak, farklıkaynaklarla zenginleştirerek, şai-rin izini değişik bir biçimde sürü-yor Berlin’de. Aslında TürkiyeKomünist Partisi içinde yer almış,militan ama bir yandan da NâzımHikmet’le Donanma Davası’ndahapis yatmış, şoförü, korumasıolmuş "Melek" ya da "Şeytan" kodadlı Ali Albayrak’ın Doğu Almanistihbarat örgütü Stasi’ye sun-duğu raporlardan da yola çıkıla-rak farklı bir biyografi denemesigibi de okunabiliyor bu roman.

"Şeytan, Melek ve Komünist"inanlatıcısı, Nâzım Hikmet üstüneuzun süre çalışmış, bu nedenledaha önce Berlin’e de gelmiş,araştırmalar yapmış bir biyografiyazarıdır. Nâzım Hikmet’in yakındostu gibi duran, hatta "gölgesi"Ali Albayrak, İstanbul’da yaşayanbiyografi yazarını arayarak elindebüyük şaire ilişkin belgeler oldu-

ğunu, bunları kendisine vermekistediğini söyleyerek Berlin’de bu-luşmayı önerir. Bu belgeleri mer-ak eden yazar da kalkıp Berlin’egelir. Berlin kar altındadır, soğuk-tur. Yerleştiği otelden çıkıp muh-birle buluşacağı (henüz ajanolduğunu bilmiyor buluşacağı ki-şinin) bara gider.

Ajanla buluşacakları bardauzun süre belgeleri ve muhbiribekleyen yazar hesabı ödeyip kal-kacağı zaman garsonun getirdiğipusuladan buluşmalarının yarınaertelendiğini öğrenir. Ertesi günakşama kadar anılarıyla, tarihleuzun bir gece ve gündüz yaşayanyazar, daha önceki gelişinde ta-nıştığı İpek’i anımsar. İpek, birbarda erotik şarkılar söyleyen birkadındır. Kendi portresini yapanyazarın ressam dostunun saye-sinde tanışırlar ve sevişmeye baş-larlar. Aralarında gerilimli, didiş-meli, yer yer kopma noktasınagelen bir ilişki sürer. Yazarın Nâ-zım’la ilgili çalışmasını bitirip İs-tanbul’a dönmesiyle de ilişkileribiter, birbirlerini bir daha arayıpsormazlar.

Yazar, Türkiye Komünist Parti-si’nin yurtdışı ve Berlin’deki uzunömürlü geçmişini de düşünür buarada. Türkiye Sosyalist İşçi Fır-kası’nın 1919 Mayıs’ında çıkardığıKurtuluş dergisini ve bu dergi et-rafında bir araya gelen gençleri,onların Atatürk’ün 19 Mayıs1919’da Samsun’a ayak basmasıüzerine, bu grubun Hamburg’dan

Akdeniz vapuruyla Türkiye’ye,Kurtuluş Savaşı’na katılmaya git-melerini de anımsar, düşünüruzun uzun.

Berlin’e ilk gelişinde o hiç yıkıl-mayacakmış gibi kenti boydanboya ikiye bölen Duvar vardır.1989’da Duvar yıkılmış, iki kentbirleşmiş, Demokratik AlmanyaCumhuriyeti tarihe karışmıştır.Kentte ciddi bir mimari hamle,yenilenme, değişme harekatı baş-lamıştır. Doğu Berlin’in alt ve üst-yapısı değişmiş, Batı’nın kentmerkezi Doğu’ya taşınmış, kentinçehresi epeyce değişmiştir.

İkinci buluşmada yazar belge-leri alır. Alır ama hayal kırıklığınauğrar. Bu "belgeler" Melek ya daŞeytan’ın Nâzım Hikmet üzerinetuttuğu raporlardan oluşmakta-dır. Şöyle de söylenebilir: Ali Al-bayrak’ın kişisel yorumlarıyla dabeslenen Nâzım Hikmet’in neyaptığının, kimlerle görüştüğü-nün de bir dökümüdür. NâzımHikmet, bu belgelerde Stalin’e,komünist liderlere ve komünizmekarşıymış gibi gösterilmeye çalı-şılıyor. Troçki’ye hayrandır şair.Stalin’i eleştirir. Komplo hazırlığıiçindedir. Türkiye Komünist Par-tisi’nden de uzaklaştırılan büyükşairin nefes alışını bile Stasi’ye bil-dirir Şeytan. Raporlarının başlık-ları da şöyledir: "Stalin babamdırbeni o yarattı". Türkiye’den kaç-tıktan ve Moskova havaalanındauçaktan iner inmez söylediği busözün yalan olduğunu ve şairinantistalinistliğini kanıtlamaya ça-lışan bir rapor. "Sevdalınız komü-nisttir" (şairin komünist oluşununizleri), "Beyaz şehrinde en güzelgünlerimin" (Moskova’daki gün-leri), "A be ıslah be, ıslah be halim"

(Bulgaristan’daki tarım işçisiTürklerin Türkiye’ye göçmelerineengel olmak için Nâzım’dan yar-dım istenişi), "Şu Varna deli ettibeni divane etti" (Varna’da sağlıknedenleriyle dinlenmesi), "Geç-tim putların ormanından" (put-laştırılan komünist liderlere karşıNâzım’ın tavrı üstünde durulu-yor), "Madalyalar muhabbet kuş-ları gibidir" (Nâzım’ın liderlerebakışı), "Hazer ölü bir göle ben-zer" (Bakü gezisi), "Lenin, diyo-rum da, Vladimir İliç..." (Nâzım’ınLenin sempatisi ve mezarı ba-şında saygı nöbeti tutuşu), "Koca-man bir çan gibi haykıran Troçki"(Nâzım’ın Troçki hayranlığı),"Partimden koparmaya yeltendi-ler beni sökmedi" (Nâzım’ın par-tisinden uzaklaştırılmasının öy-küsü ve şairin kendini hep partiliolarak görmesi), "Sevdalandım alt-mışıma yakın" (son eşi Vera Tulya-kova’yla olan ilişkisi), "Ölsene dedibana" (şairin son günleri).

Romanın Ali Albayrak bölü-münde Melek ya da Şeytan’ın ha-yatı anlatılıyor. Babasını bahçıvansanan Ali, sonra işgal kuvvetle-rinden bir Fransız subayının an-nesini hamile bıraktığını öğrenir.Babasını hiç tanımamıştır. Bahçı-van, annesinin hamile olduğunubilerek evlenmiştir. Yatılı okuldatuvalette öteki erkek çocuklar dü-zerler Ali’yi, yani Melek’i. Askeriokulda Nâzım’ın şiirlerini, kitap-larını okur başkalarıyla birlikte.Donanma Davası nedeniyle tu-tuklanıp hapis yattıktan sonra Ba-lıkesir’e sürgüne yollanır. TKP’ylebağı hep sürer. Moskova’da Nâ-zım’ın en yakınlarından biri olurve Stasi hesabına şairi izler adımadım, "gölge"si gibi. Berlin Duvarıyıkılınca açıkta kalır muhbir. Ya-payalnızdır. Bir yandan da ölümtehditleri alır. Ali, yazarın Berlin’eilk gelişinde tanıdığı ve seviştiğiİpek’i tanır bir barda. İpek, iyice

G Ü L T E K İ N E M R E

düşmüş, parayla kendini satarhale gelmiştir. Birbirlerine sığın-maya başlarlar...

Romanın "Ali Albayrak" ve"Melek ile İpek" bölümleri muh-birin biyografisini içeriyor. Biryandan Nâzım Hikmet’in yapıt-ları ve büyük şairin üzerine yazı-lanlardan yola çıkılarak farklı birbiyografi çıkar ortaya, bir başkaaçıdan da hem TKP’nin tarihi, ko-münizmin çöküşü de ayrıntılı ola-rak roman kalıpları içinde irde-lenir. Titiz bir araştırma, polisiyebir kurgu duruyor karşımızda.

Nedim Gürsel, zor bir işi, Nâ-zım Hikmet biyografisini tüm de-taylarıyla büyük bir ustalıkla ro-manlaştırmış yalın bir biçimde.Büyük şairin yaşamına ilişkin bi-yografik bilgiler sırıtmıyor roma-nın vazgeçilmez parçaları olduğuiçin. Ayrıca onca belge ustacakurgulanıyor. Roman kurgusuylada sürükleyici.

Romanda kimler yok ki: TalatPaşa, Enver Paşa, Dimitrov, RosaLuxemburg, Karl Liebknecht,Hitler, Reşat Fuat Baraner, Mus-tafa Suphi, Şefik Hüsnü, TürkiyeKomünist Partililer, Heinrich vonKleist, sevgilisi Henriette Vogel,Abidin Dino, şairin annesi CelileHanım, Gorbaçov, Honecker...

Okurken elimden bırakamadı-ğım "Şeytan, Melek ve Komü-nist"te Nâzım Hikmet’in izini sür-düm ben de yıllardır yaşadığımBerlin’de. Bilmediğim ne çok şeyöğrendim böylece. Sanıyorumepeyce tartışılacak ve üstünde çokkonuşulacak bu roman. Son gün-lerde okuduğum en etkili romanoldu "Şeytan, Melek ve Komünist".�

Komplo hazırlıkları…

Berlin Duvar’ı yıkılınca…

Page 58: Avrupa GÜN

60 TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 �

Almanya’nınTürkçe edebiyatıYÜKSEL PAZARKAYA’NIN SANATA AKAN GÖÇ TANIKLIKLARI

Yüksel Pazarkaya,sadece gazeteci

ve yazar olarak değil,edebiyatın çeşitli alanla-

rında, tiyatroda, radyoyayıncılığında,

akademik alanda, dahabirçok alanda ilklere

imzasını attı. ÖrneğinFederal Almanya’dakiilk Türkçe tiyatroyu o

kurdu, ilk edebiyatdergisini o çıkardı. GÜRSEL KÖKSAL

Gazeteci-yazar, radyocu,şair, çevirmen, edebiyatbilimcisi Yüksel Pazar-

kaya, Türkiye’den Federal Alman-ya’ya işgücü göçünü başındanitibaren bizzat izledi. Kimya yük-sek mühendisliği öğrenimi için1958’de Almanya’ya gelmişti.Önce mühendis oldu, sonra daedebiyat doktoru. Bu arada gaze-teciliğe de başlamıştı. HemTürkçe hem de Almanca yazdı.Türkçeden Almancaya, Almanca-dan Türkçeye çok sayıda eser çe-virdi. "Köln Radyosu"nun ilk Türkmüdürü oydu. Şiirleriyle, öyküle-riyle, roman ve tiyatro oyunla-rıyla, haberleri, röportajları, radyove televizyon programlarıyla göçeeşlik etti.

Göç sürecinin başından bugü-nüne tanığı olan Dr. Yüksel Pa-zarkaya’dan öğrenilecek çok şeyvar. "Yalnız gazeteci ve yazar kim-liğimle göçü en başından adımadım izlemekle kalmadım, aynızamanda toplumsal bilinci ve so-rumluluk duygusu olan bir kişi,bir Türk öğrencisi olarak, ozaman dil, yol yordam bilmeden,

başlangıçta danışacağı hiçbirkimsesi olmayan ülkem insanla-rına günlük yaşamlarında yar-dımcı olacak, yol gösterecek,danışmalarını sağlayacak kuruluşve oluşumların gerçekleşmesinede çalıştım" diyor. Almanya’da ta-nıdığı Türk insanının durumlarınıeserlerinde işleyen Pazarkaya,böylece oluşumuna büyük kat-kıda bulunduğu Almanya’dakiTürkçe edebiyatı anlattı.

- Almanya’ya gelişiniz nasıloldu?

YÜKSEL PAZARKAYA - Sümer-bank’ın bir yurtdışı öğrenim bur-sunu kazanarak Almanya’yageldim. 1958 yılı 15 şubat günüİzmir Cumaovası (bugün AdnanMenderes) havaalanından THYuçağıyla Atina’ya geldim. Aynıgün oradan Almanya’ya uçak ol-madığı için, bir gece Atina’da ha-vayolları konuğu olarak kalıp,ertesi gün Belçika şirketi Sabenauçağı ile Frankfurt’a geldim. An-laşılan THY o zaman Almanya’yadoğrudan uçmuyordu. Uçakla ilkkez Almanya’ya gelmek, bana ha-

vası, karası, kokusu, rengi, iklimifarklı bir ülkeye gelmiş olduğumuilk adımda çarpıcı, heyecan uyan-dırıcı biçimde yaşattı. Hele İz-mir’in baharı muştulayan günlükgüneşlik havasından, karnavalcurcunasının ortasında karlı tipiliayaz bir havaya inmek... Sonrakiyıllar tren ya da otobüsle üç günyolculuktan sonra Almanya’yaulaşanlar bu farkı belki aynı çar-pıcılıkta yaşamamışlardır. Kısaca,1958 şubatında, 18’ime tam ayakbasmadan uçakla gelmem ayrıca-lıklı konumumu, burslu öğrencikonumumu belirler.

Bursum kimya yüksek mühen-disliği öğrenimi içindi. Ama önceAlmanca öğrenecektim. (Okul-daki yabancı dilim İngilizce idi.)Mainz Üniversitesi’ne bağlı Ger-mersheim Yabancı Diller Enstitü-sü’ne gönderildim. OradaAlmanca öğrenmeye başladım.Bir dönem sonra, güz dönemindede bir yandan Almanca öğreni-mini sürdürürken, aynı enstitüdeyeni gelen Türk öğrencilere haf-tada birkaç saat Almanca dilbil-gisi dersi vermekle de

görevlendirildim. Kendim de ençok öğretirken öğrendim. 1959yaz döneminde Stuttgart Üniver-sitesi’nde (o zamanki adı TeknikÜniversite) kimya öğreniminebaşladım. Stuttgart yarıdan fazlaharabe ya da geçici baraka yapıla-rıyla doluydu. Ama ekonomikmucizenin parladığı yılları yaşan-maya başlamıştı.

- 1961’den itibaren Türkler kafi-leler halinde gelmeye başladı.Bu, sizi kişisel olarak nasıl etki-ledi?

YÜKSEL PAZARKAYA - Türkiye ileFederal Almanya arasında 30Ekim 1961 tarihinde imzalanan"İşçi Alımı Anlaşması" sonucuTürk işçileri seçilerek ve bir yıllıkiş sözleşmeleriyle gelmeye başla-dılar. 1964 yılı martında zamanınÇalışma Bakanı Bülent Ecevit’inAlmanya ziyaretinde çeşitli kent-lerde yurttaşlarla yaptığı toplantı-larda Almanya’da yaklaşık 140 binTürk’ün çalışmakta olduğunu dilegetirmiş, sayının daha da artaca-ğını bildirmişti. Stuttgart’taki top-lantıyı izlemiş ve bu toplantı

Page 59: Avrupa GÜN

üzerine Stuttgarter Zeitung’daimzamla haberini yazmıştım. Yal-nız gazeteci ve yazar kimliğimlegöçü en başından adım adım iz-lemekle kalmadım, aynı zamandatoplumsal bilinci ve sorumlulukduygusu olan bir kişi, bir Türk öğ-rencisi olarak, o zaman dil, yolyordam bilmeden, başlangıçta da-nışacağı hiçbir kimsesi olmayanülkem insanlarına günlük yaşam-larında yardımcı olacak, yol gös-terecek, danışmalarını sağlayacakkuruluş ve oluşumların gerçekleş-mesine de çalıştım. Bunu yapar-ken, üç kelime Almanca bilgi-leriyle bu insanları sömürenlerlede, örneğin o zamanların yaygındeyimiyle "Bahnhofsdolmetscherve Eksportçular"la savaşımı dayürütenlerden oldum. Bu yüzden,o çevrelerin her zaman olduğugibi, komünistlikle suçlamaları vebuna sömürgenlerle işbirlikçikimi bürokratların katılmalarıylabaşımıza olmadık işler açtık. Bu,benim ülkeme ve onun emekçiinsanlarına karşı sorumluluğum-du. Beni asıl etkileyen ve eğitenbaşka bir durumdu.

Her ne kadar İzmir’de de ülke-nin çeşitli kesimlerinden yurttaş-lar vardıysa da, asıl Türkiye in-sanını ben gerçekten Almanya’datanıdım ve sevdim. Tıpkı, Saba-hattin Ali’lerin, Nâzım Hikmet’le-rin düşünceleri yüzünden tıkıl-dıkları hapishanelerde Anadoluinsanını gerçekten tanımaya baş-lamaları gibi. Bu arada Alman-ya’ya işçi gönderirken hükümet-lerin hiçbir dil, din ve bölge ay-rımı yapmadıklarını bire bir yaşa-dım. Her bölgeden olduğu gibi,Stuttgart’ta pek çok da Kürt candostu edindim. Bu durumu son-raki yıllarda sık sık düşünür ol-dum ve hangi yanlışların veetkilerin bizi ayrıştırmaya yönelt-tiği üzerine kafa yormaya çalış-tım. Özellikle 12 Eylül darbedöneminin bu ayrışmayı da tır-mandırmak için ürkünç politika-lar uyguladığı bugün herkesinmalumu.

Ne yazık ki hiçbir hükümetgöçün gerçek sorunlarıyla ilgilen-medi. Hele hele emekçinin Al-manya’ya geldiği ilk yıllardanbaşlayarak günümüze dek emek-çinin ve birikiminin Türkiye’deyatırım yapıp "Sizi de iş ve kazançsahibi yapacağız" diyerek ya dadin istismarıyla iç edilen yüz mil-yonlarca markın ve avronun sö-mürülmesine, iç edilmesine, in-sanların dolandırılmasına karşıhiçbir etkin önlem almamıştır. Busömürüye zaman zaman dövizçekebilmek için hükümetler debizzat katılmıştır.

- Önce mühendislik öğrenimi,

leri 1968 yılında yayımlanan KocaSapmalarda Biz Vardık adlı şiir ki-tabımda Almanya’da Bizden Çiz-giler bölüm başlığı altındatopladım. 1965 sonrası Fethi Sa-vaşçı ile Bekir Yıldız Almanya’yıedebiyatta yansıtmaya başladılar.70’lerden itibaren Aras Ören veGüney Dal Berlin’den, 70’lerin or-talarında birkaç yıl Almanya’dayaşayan Necati Tosuner Köln’denbu koroya katıldılar. Böylece çağ-daş Türk edebiyatının bir kolu daAlmanya’da filiz vermeye başladı.

Tanımlama işine gelince: Bengöç öncesi bu işe başladığım için,Alman kamuoyu ve medyasındagenç bir Türk şairi olarak anılır-dım. Ancak göçün sonuçlarıyoğun olarak yaşanmaya başla-yınca ve göç ve göçmen konusuedebiyata da daha yoğun girince,

70’li yıllarda, Alman kamuoyu veedebiyat çevrelerinde buna bir adverme gereksinimi doğdu: Ya-bancı işçi, konuk işçi, göç, göç-men edebiyatı etiketleri gündemegeldi. Bu yaftalara karşı yoğun birsavaşım verdim, kabullenmedim.Edebiyat, gerçekten edebiyatsaeğer, bunun başka bir nitemegerek duymayacağını, edebiyatınedebiyat olduğunu, iyi ya da kötüedebiyat olabileceğini bıkmadanusanmadan dile getirdim. Niha-yetinde edebiyat dil ortamındayapılır. Türkçe üretilen, Türk ede-biyatının bir parçasısıdır, Al-manca üretilen de Alman ede-biyatının. Doğallıkla yerleşim sü-recinin bir sonucu olarak, TürkçeAlmanya’da konuşulan ikinci ana-dil olmuştur. Bu bağlamda Al-manya’nın Türkçe edebiyatından

da söz edilebilir. Türk kökenli Al-manca yazarlar da, çağdaş Almaneddebiyatına ve edebiyat dilineTürk kültür ve edebiyat gelene-ğinden, Türkçenin dağarındançeşni ve zenginlik katmışlardır.Eleştirmenler ve araştırmacılarbunu ortaya koymaya başladılar.

- Ama bu arada gazeteciliğe,radyoculuğa başladınız. Profes-yonel olarak uzun yıllar bu işiyaptınız. Gazeteler, dergilerçıkardınız. Almanya’dakiTürkçe gazeteciliğin de öncüle-rindensiniz. Gazeteciliğe nasılbaşladınız?

YÜKSEL PAZARKAYA - Gazeteciliğeöğrencilik yıllarımda önce 1961yılında Yeni Asır gazetesine haberve makaleler yazarak başladım.Bunu 1963 yılında yine muhabirve makale yazarı olarak Stuttgar-ter Zeitung izledi. Cumhuriyetgazetesine 1974/75 yıllarında Al-manya muhabirliği yaptım. Dahasonra Milliyet ve Hürriyet gazete-lerinin Avrupa baskılarında uzunyıllar köşe yazarlığı yaptım. 60’lıyılların ortasında IG Metall Stutt-gart için Türkçe sendika gazete-sini çıkardım. Firma gazeteleri,örneğin Volkshochschule Stutt-gart’ın gazetesinin editörlüğünüyaptım. İlk Almanca gazetemizDünya Deutschland’ın sorumlueditörlüğünü yaptım vs...

Yazarlığın emekliliği olmadığıiçin, çeşitli edebiyat dergileri yanısıra benden yazı isteyen gazete-lere de daha çok makale türündeyazıyorum. Aslında yazılarımıartık edebiyatla sınırlamak istiyo-rum, ama toplum sorunları vegüncel konular karşısında zamanzaman görüş bildirmek gerekiyor.

- 50 yılı bulan göçü başından buyana bizzat tanık olarak, içindenbir parçası olarak yaşayan birinsansınız. Almanya’daki Türktoplumu, Türkiye-Almanya iliş-kileri açısından bu dönemin kısabir değerlendirmesini yapar mı-sınız?

YÜKSEL PAZARKAYA - Birinci Dün-ya Savaşı’nda, örneğin Çanakka-le’de iki ülkenin askerleri, ki halkinsanlarıdırlar, ve subaylar doğru-dan ilişki içinde Almanca deyi-miyle "kameradschaft" bağınıyaşadılar. Bu bağ Alman askerle-rin Türkler hakkındaki düşünce-sini sürekli olarak olumlu be-lirledi. İkinci Savaş’tan sonraCumhuriyet Türkiyesi ve Türklerhakkında hemen hiçbir şey bil-meyen Alman halkı, birdenbireTürk halkıyla kişisel temas duru-muna geçti. İşyerinde arkadaş,komşu oldular; sokakta, tram-vayda vb hep yan yana olmayabaşladılar. Ekonomik durumun

sonra edebiyat doktorası.Paralel olarak yazı dünyasınıniçine giriyorsunuz. Ve kitaplaryayımlıyorsunuz. İlk kitaplarınızAlmanya’daki Türklerin yaşam-larını konu alıyor. Ve böylece or-taya bir "Almanya’daki Türkedebiyatı" çıktığı söylenebilir.Sizin de kurucusu olduğunuz,zamanla gelişen bir Türk edebi-yatı... Siz, nasıl tanımlıyorsunuz?

YÜKSEL PAZARKAYA - Bizim Stutt-gart Türk Öğrencileri Derneğiolarak adı Türkiye’ye dek uzanan,Türkiye’den de ünlü yazarlarınkatkıda bulundukları Yaprakadında edebiyat ve düşünce ağır-lıklı bir dergimiz vardı. Bir süreben de yazı kurulunda yer aldım.İlk şiir ve çevirilerimi 1960 yılındaburada ve Stuttgart ve TübingenÜniversitesi’nin Almanca dergi-

sinde (Notizen) yayınladım. 1961yılında İzmir Yeni Asır gazete-sinde yazmaya başladım. 1963 yı-lında Stuttgarter Zeitung veSüddeutscher Rundfunk SDR içinyazmaya, program yapmaya baş-ladım. 1 Kasım 1964 tarihindegünlük Köln Radyosu yayınlarıbaşlayınca, ben de Baden Würt-temberg muhabiri oldum. (İlerde1 Ocak 1986 tarihinde bu yayın-ların ilk Türk yöneticisi oldum.)

Evet, Almanya’ya geliş tarihimitibariyle birçok ilkte imzam var-dır. Türk işçilerinin Almanya ya-banındaki durumları, konumları,duygu ve düşünceleri, yabancılık-ları, sıla özlemleri, iç ve dış acıları,şiire ilk kez 1962 tarihinden baş-layarak benim şiirlerimde yansıdı.Dergilerde, gazetelerde tek tek ya-yımlamaya başladım. Bu ilk şiir-

� TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 61

Edebiyat, gerçektenedebiyatsa eğer, bununbaşka bir niteme gerekduymayacağını,edebiyatın edebiyatolduğunu, iyi ya da kötüedebiyat olabileceğinibıkmadan usanmadandile getirdim.Nihayetinde edebiyat dilortamında yapılır.

Page 60: Avrupa GÜN

iyi ve insan gücüne gereksinimgösterdiği zamanlarda bu temashali kimseyi rahatsız etmediğigibi, arkadaşlık kuranlar Türkleriinsan olarak sevdiler, onlara ya-kınlık duydular. Zaten ben, şuyaşam gözlemini yaptım: Duyguve algı yönünden, sakinlik ve al-çakgönüllülük bakımından Al-man halkıyla Türk halkı, özellikleAnadolu insanı hısımdır. Yakın-laşmanın, dostluğun doğal dü-zeyde olmamasının baş nedeni,siyasettir. Ayrıca bir kesimin, dinve inancı siyaset ve ticaret içinkullanması, istismar etmesidir. Bukesimle 500 yıl önce rönesansı,400 yıl önce reformasyonu ve 300yıl önce aydınlanmayı yaşamışAvrupalının bağdaşma olanağıyoktur.

Türkiye-Almanya ilişkilerinegelince: II. Wilhelm dönemindenberi bir ortaklık ilişkisi olan builişki, İkinci Dünya Savaşı’nın ar-dından bölünmüş Almanya’nınen doğru, en sağlam, en güvenilirdostu Türkiye olmuştur. Alman-ya’nın birleşmesi ve savaş sonrasıtam bağımsızlığını kazanmasıiçin en büyük sürekli desteği Tür-kiye vermiştir. Almanya da, birle-şinceye dek, bunu böyle gör-müştür. Birleştikten sonra Al-manya’nın öncelikleri arasındaTürkiye yoktur. Dolayısıyla AB-Türkiye ilişkisi açısından Alman-ya’nın motor rolünü üstlenmesinedair beklenti Türkiye’de hayal kı-rıklığına uğramıştır. Ama bundaAnkara’nın aksayan politikaları darol oynamıştır. En başta Almanya,1959 yılında ilk kez Cumhuriyetdevrimlerinin yarattığı aydınlan-macı Türkiye’yi Avrupa tasarı-mına katılmaya davet etti. 1963yılında imzalanan ortaklık anlaş-ması da yine çağdaş aydınlanmacıTürkiye ile imzalandı. Türkiye’deson 8 yıldır yaşanan dönüşüm sü-reci, anlaşmaların imzalandığı,katılıma davet edilen Türkiye’yideğiştirmiş, ülkenin çerçeve ko-şulları özellikle Kopenhag koşul-larından, benim kanıma göre,uzaklaşmaya başlamıştır. Bu ko-nuyu şimdilik burada bırakayım.AB ile ilişkiler nasıl seyreder gö-receğiz, ama Türkiye-Almanyailişkileri ülkede yerleşik yaşayan 3milyon Türkiye kökenli yurttaşsayesinde, gittikçe derinleşen veboyutlanan ekonomik, ticari, kül-türel, bilimsel işbirliği yüzündenkanımca, en güçlü dönemindedirve ilişkiler bundan sonra da de-rinleşmeyi ve güçlenmeyi sürdü-recektir. Elbette arada hafif ya dakuvvetli kriz dönemleri yaşanabi-lir, ama kopmaz.

- Türkçe bir iletişim ve kültür diliolarak Almanya’nın geleceğinde

olacak mı? Olması için kimlere,hangi görevler düşüyor?

YÜKSEL PAZARKAYA - Türkçe ko-nusunda tasam yok. Türkçeningücü her engeli aşar. Kültür, ede-biyat ve bilim dili olarak varlığı,gizilgücünün eğitimle ve kulla-nımla ortaya çıkarılması gerekir,her dilde olduğu gibi. Osmanlıca-nın yanında 600 yıl iletişim veedebiyat dili olarak hiçbir devletdesteği olmadan, tam tersine,devletin yok etmeye çalışmasınakarşın, Yunuslarla, Karacaoğlan-larla, Pir Sultanlarla, Dadaloğulla-rıyla ve halkın anadili olarakyaşamıştır. Türkçe konusundahiçbir tasam yok, ancak gizilgü-cünün, içinde barındırdığı sonsuzifade olanağının ortaya çıkması vebundan kültür ve uygarlık için ya-rarlanılması eğitimle, sanatla olu-yor. Türkiye’de 1950’lerden sonraeğitim dili olarak geriye itilmeyeçalışılmıştır. Edebiyatımızın yet-kin, güçlü isimleri ama o gizil-güçle müthiş yapıtlar ortayakoymuşlardır. Bir Nâzım Hikmet,bir Yaşar Kemal, bir Sait Faik, birFazıl Hüsnü Dağlarca, bir OrhanVeli ve onlarca değerli yazar veşair bu dilin büyüklüğünü ve gü-cünü çağımızda da ortaya koy-muşlardır. Ne yazık, Atatürk’ünher işinde olduğu gibi çok bilinçliolarak ve geleceği düşünerek kur-

durduğu Türk Dil ve Türk TarihKurumlarının 12 Eylül darbe re-jimi tarafından özerkliklerinin vebağımsızlıklarının ortadan kaldı-rılması, bu önemli kurumlarıiğdiş etmiştir. Atatürk’ün kalıtınıve vasiyetini yeniden yerine geti-recek bir meclis, tarihi bir işe, çokönemli bir işe imza atacaktır.

Almanya’daki Türkçeye gelince:Ben hükümetlerden bir şey bek-lemiyorum. Ankara en az diyanetörgütlemesi oranında Türkçe eği-tim işini de, Alman hükümetiyleeşgüdüm içinde kotarmak içinhiçbir zaman önemli bir çabagöstermemiştir. Bu işi de hem çokyetersiz, hem de bir partizanlıkalanı olarak ele almıştır. Almanhükümetlerinin tavrını, özellikleson yıllarda var olanı da azaltarak,yok etmeye çalışarak yanlış birgerekçeye uydurduğunu izliyo-ruz. Bu yanlış gerekçe, Türkçeninanadil olarak uyuma engel oluş-turduğu saçmalığı.

Bazı okullarda yaşadığımız gibi,bu saçmalık Türkçe konuşmayıyasaklamaya kadar gitmiştir bazıokullarda. Hürriyet gazetesindebirkaç yıl önce yayımlanan birmakalemde belirttiğim gibi, ülke-nin resmi dili olan Almanca hepi-miz için bir zorunluluk, amaanadil olarak Türkçe bizim içinbir insan hakkıdır. Elbette bu hakher anadil için geçerlidir.

Bu durumda, göç sürecinin50’nci yılında yapılması gerekennedir? Henüz Avrupa’da ya da Al-manya’da 24 saat program yapanne bir televizyon kanalımız var,ne bir radyo yayınımız. Bunlarınartık Almanya’daki Türk toplu-luğu tarafından gerçekleştirilmesigerekir. Bu iş cemaat okullarıylaolmaz, aydınlanmaya ters düşer,gücümüzü daha da böler. Al-manya Türk toplumunun Alman-ya’daki Türk azınlığın temsilcisiolarak muhatap konumu kazan-ması ve Alman eğitim bakanlıkla-rıyla eşgüdüm içinde Türkçe’ninyaygın bir biçimde Alman okulla-

rında ders dalı olmasını sağlamak.Ama bu eşgüdüme Alman hükü-meti yanaşmazsa, bu işin yaygınbir altyapıyla Almanya düzeyindebaştan örgütlenmesi işi, Alman-ya’da yerleşik yaşayan Türklerindoğrudan kendi sorunlarıdırartık. Bu anlayışa ve bilince varıl-mazsa, Türkçeye iletişim dili ola-rak bir şey olmaz, ama kültür vebilim dili, düşünce dili olarak ge-lişmesi iyice yavaşlar.

Ne istiyoruz, buna karar ver-mek, sonra da bu kararın gereğiniyine kararlı ve süreğen yerine ge-tirecek altyapıyı oluşturmak zo-rundayız.�

62 TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL 2011 �

Bir çok ilke imza attı

Yüksel Pazarkaya’nın yaşamıedebiyattan gazeteciliğe, tiyatrodan,üniversiteye birçok alanda attığıimzalarla zenginleşmiş.

Onun ilklerinden bazıları şöyle:

1963-69 arasında StuttgartÜniversitesi Tiyatro Grubu’nunyönetti. Almanya’daki ilk Türkçetiyatroyu kurdu. (1964)

IG Metall sendikası adına Türkler için ilkkez Türkçe gazeteyi yayımladı.Avrupa’daki ilk Türkçe edebiyat dergisi(Anadil) çıkardı. (1980-1982)WDR Köln Radyosu’nun ilk Türkyönetmeni oldu. (1986)

1987’de Federal Almanya Cumhurbaş-kanlığı Liyakat Nişanı’nı aldı.Çok sayıda edebiyat ödülüne layık gö-rüldü. 2009’da Almanya Ruhr KitapFuarı’na ve İzmir Kitap Fuarı’na "OnurYazarı” olarak katıldı.

2010’dan bu yana Avrupa TürkGazeteciler Birliği onur üyesidir.