aranılan sevgili

107
1 ARANILAN SEVGİLİ Hazret-i Mevlâna Şems-i Tebrizî Hazretlerini Şam’da Niçin Aradı. YAZAN Ankaralı Aşık Niyazi D E M İ R Ö R S ÖNSÖZ Bugün 21/Haziran/1963 Cuma günü Cenabı Hakk’ın izni ile Hazret-i Mevlâna’nın manevî ufkunda doğan hakikat güneşi Şems-i Tebrizî Hazretlerinin dârı bekâya intikalini ve bu ayrılığa dayanamıyan Hazret-i Mevlâna’nın kendisini Şam’da hangi maksatlarla aradığını ve bu maksatların neler olduğunu anlatmağa çalışırken, Hak yolunda giden ve Allah aşkı ile yanan maneviyat yolcularına bu arama ve gayretlerden ne gibi faydaların ulaşabileceğini dile ve lisana getirmeğe çalışacağım.

Upload: ihramcizade

Post on 17-Jul-2015

535 views

Category:

Education


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Aranılan sevgili

1

ARANILAN

SEVGİLİ

Hazret-i Mevlâna Şems-i Tebrizî Hazretlerini Şam’da Niçin

Aradı.

YAZAN

Ankaralı Aşık Niyazi D E M İ R Ö R S

ÖNSÖZ

Bugün 21/Haziran/1963 Cuma günü Cenabı Hakk’ın izni ile

Hazret-i Mevlâna’nın manevî ufkunda doğan hakikat güneşi

Şems-i Tebrizî Hazretlerinin dârı bekâya intikalini ve bu ayrılığa

dayanamıyan Hazret-i Mevlâna’nın kendisini Şam’da hangi

maksatlarla aradığını ve bu maksatların neler olduğunu

anlatmağa çalışırken, Hak yolunda giden ve Allah aşkı ile yanan

maneviyat yolcularına bu arama ve gayretlerden ne gibi

faydaların ulaşabileceğini dile ve lisana getirmeğe çalışacağım.

Page 2: Aranılan sevgili

2

Bizim üzerinde durmak istediğimiz ve izzahına çalıştığımız husus

Şems-i Tebrizî Hazretlerinin şehadetinden sonra, Hazret-i

Mevlâna’nın Şems-i Tebrizi Hazretlerini aramak üzere Şam’a olan

seferlerinin sebep ve hikmetleri ile, bunların mânâ yönünden

açıklanmalarıdır.

Bu mevzu ilk anda basit gibi görülmekte ise de, etraflıca tahlil

edilecek olursa ehemmiyetli ve insanları irşada sevk eden ve ilâhî

aşkın insanlara bahşettiği duygu ve hislerin neler olduğunu

anlatan bir konudur.

Çünkü, bir tarafta maddî ve manevî varlığını Hakk’a vererek

benlik ve hayalden uzaklaşmış, zannın ve vehmin perdelerini

yırtarak her iki âlemi de önüne sermiş bulunan Hazret-i Mevlâna.

Diğer tarafta ise, yedi mülhid tarafından şehit edilen Şems-i

Tebrizî Hazretlerinin kayıp oluşu ve Hazret-i Mevlâna’nın bu

şehadete inanmıyarak bir mucize veya keramet ümidi ile

kendisini Şam’da maddî olarak bulma arzusuna dayanan bir fikir

vardır.

Hiç şüphesiz ki Hazret-i Mevlâna’nın Şems-i Tebrizi Hazretlerini

Şam’da maddî varlığı ile aradığını savunan bir çok eserler, yazılar

ve deliller mevcuttur. Fakat biz o delil ve fikirlere hürmetle

yetinip, aşkımızın sesine uyarak, manevî hislerimizin bize

kuvvetle ilham ettiği, Hazret-i Mevlâna Şems-i Tebrizî

hazretlerinin şehadetini biliyordu ve kendi bilgisi tahtında oğlu

Sultan Veled Hazretleri vasıtası ile bu gün Konya’da bulunan

türbelerine defnedildiğini, fakat Şam’da Şems-i Tebrizî

Hazretlerini maddî varlığı ile değil, Onunla ulaştığı manevî

varlığına ayna olabilecek bir hakikat Şems’inin bulunup

Page 3: Aranılan sevgili

3

bulunmadığını aramağa gittiği kanaatında olup, daha ziyade

Ledünnî delillerle bu düşüncemizi isbata çalışacağız.

Hazret-i Mevlâna’yı anlamak ve Şems-i Tebrizî Hazretleri ile

aralarında geçen olayları izlemek ve manevî lezzetine

ulaşabilmek için, bir nebze de olsa onların yaşamış olduğu

manevî âlemin sınırları içerisine girmek lâzımdır.

îşte sizlere, o manevî âlemin hudutları içerisinde yaşıyan

insanların görüş ve duyuşlarına dayanarak Şems-i Tebrizî

Hazretlerinin şehadetini ve Hazret-i Mevlâna’nın bu olay

karşısındaki duygu ve davranışları ile, onu Şam’da hangi

maksatlarla aradığını anlatmağa çalışacağını.

Zamanında maddî ve manevî âlemin sultanı, Hak âşıklarının

padişahı olan Hazret-i Mevlâna’yı bir taraftan hayal âleminin

sonsuzluklarına yükseltirken, diğer taraftan da maddî âlemin

putperestliğine indirenlerin yersiz ve faydasız inanışları

karşısında üzülmemek elde değil.

Bizlere ve bugünün nesline Hazret-i Mevlâna’yı tanıtan ve onun

eserlerini inceleyen bir çok kimseler sayısız faydalı eserler vermiş

olup, bunlardan bir kısmı Hazret-i Mevlâna’yı Farsça bilgisi,

şairliği, tarihî kısmı astronomi bilgisi, tıp bilgisi, fizikkimya

bilgisi, musiki bilgisi ve zevki, yediği, içtiği, çocuk denecek yaşta

evlendiği, filân yazmada filân parçanın bulunup bulunmadığını

kitaplar ve konferanslarla anlatmağa çalışmışlardır.

Bu gibi tetkikler ve çalışmalar kıymetli birer varlık ise de, hakikî

mânâda Hazret-i Mevlâna’yı anlamamıza ve onun saadetine

Page 4: Aranılan sevgili

4

ulaşmamıza kâfi imkânları sağlamamaktadır. Hazret-i Mevlâna

şiiri, astronomiyi, fiziği, kimyayı ve musikiyi asıl duygularını

anlatabilmek için birer yardımcı unsur olarak kullanmıştır. Yoksa

Hazret-i Mevlâna ne bir doktor, ne bir astronom, ne bir şair, ne

bir müzisyen, ne bir kimyager ve ne de bir felsefecidir.

Hepimizin de kabul etmesi lâzımdır ki, Hazret-i Mevlâna hakikî

bir din adamı, bir mutasavvıf ve Allah aşkı ile yanan ve bu aşkı

etrafındakilere duyurmağa çalışan Hak Dostu olup, adını

duyduğumuz her yerde hatırımıza gelen ilk şeyler Allah,

Resûlullah, din, ilâhî aşk ve bunların zahiren görüldüğü insanlık

sevgisi ve münasebetleridir.

Konumuzla ilgili Şems-i Tebrizî Hz. leri ve Hz. Mevlâna ile oğlu

Sultan Veled Hazretlerine ait «iki tırnak» içersindeki sözleri

eserlerinden aldığım, Mevlâna aşıkı Sayın Mithat Baharı Beytur ile

Sayın Abdülbâki Gölpınarlı’ya huzurlarınızda teşekkürü bir borç

bilirim.

Kendilerinin manevî himmetlerine sığınarak kaleme aldığımız bu

ufak eserin, kendisini sevenlerin arzu ettiği şekilde sona ermesini

Cenabı Haktan diler, kusurlarımızın bağışlanmasını temenni ve

niyaz ederim.

Ankaralı Aşık Niyazi DEMlRÖRS

On sekiz bin âlemi kaplamışken vücudum

Bizi ten şarabıyla sarhoş mudur sanırsın ?

Şems’in ayrılığından niçin düştüm yollara

Page 5: Aranılan sevgili

5

Aşk odunda pişeni sen böyle mi tanırsın ?

Biz Şems ile çıkmıştık yine Şems’i bulmağa

Diyar diyar dolaşıp sorduk nice canlara.

Gel, bizi bizden başka anlayan bulamadım

Bulsam cübbemi değil, can verirdim onlara.

ANKARALI Aşık Niyazi DEMİRÖRS

BİSMİLLÂHİrRAHMANİrRAHlM

Yarabbi, Sana kulluk ederim. Kıyamım, rükûum ve secdem

sanadır. Senin emrine ve iradene tâbiyim. Sen ganisin, kaadirsin,

âlimsin, hadisin, velîsin, rezzaksın, maddî ve manevî lütuf

hazinelerine sahipsin. Birsin, benzerin ve nazirin yoktur.

Zuhurunla bizleri şereflendirdin, varlığınla var olduk,

yokluğumuzu bildik, lûtfunla insanlık mertebesine ulaştık. Sana

hamd ederiz. Meleklerin, kitapların ve Resullerin yolumuza ışık

tuttu, karanlıktan nura kavuştuk, şekavetten hidayete eriştik.

İki cihan serveri Habibin Muhammed Mustafa Sallallahu Aleyhi

Vesellem ve O’nun Ehli Beyti bize rehber oldu, Vilâyet nuru

önümüze sönmez bir meş’ale gibi dikildi.

Habibin Muhammed Mustafa Sallallahu Aleyhi Vesellemin

aşkından kıvılcım alıp yanan bu meş’ale evveli ve sonu Sana varan

yolumuzu nura gark etti, bizleri Cennetin Kevser ırmağında

yıkayıp, arıttın. Sana hamdü senalar ederiz.

Page 6: Aranılan sevgili

6

Maneviyat güneşinin ışıklarını vilâyet burcundan kâinata saçan

yüce peygamberimiz Muhammed Mustafa Sallallahu Aleyhi

Vesellem Efendimize selâm ve selâvatlarımızı tazim ile arzeder,

eşiğine yüz sürerek bendesi olmakla iftihar ederiz.

Onsekiz bin âlemi aydınlatan hakikat Şems-inin vilâyet meş’alesi

zuhuru Ademden bu güne kadar elden ele devredip gelmiş ve

pervane gibi bu şuleye kendini atan aşıklara feyzini ulaştırmıştır.

Vilâyet tahtına oturan maneviyat padişahları, Hak dostları bu

meş’aleyi ellerinde birbirine devrederek taşımışlar ve

taşımaktadırlar. Bu cihan o gün bu gündür Muhammed Mustafa

Sallallahu Aleyhi Vesellemin vilâyet nuru ile aydınlanıp, karanlık

ve zulmetten, vehim, hayâl ve nisbetten kurtulmuş, huzur ve

saadete, nura ve Cemallullaha kavuşmuştur.

Bu güneş, bu nur ve bu meş’ale için ayrılmış bir zaman, seçilmiş

bir yer yoktur. Vilâyet nuru zamandan ve mekândan münezzeh

olan Allah’ın tecellisine uyarak muhtelif yerlerde ve muhtelif

zamanlarda doğup bütün kayıtlardan azade olarak yer yüzünü

nurlandırmıştır. İşte bu nur, bu meş’ale ve bu güneş 1244 senesi

23 Ekiminde Konya’da Şemsı Tebrizî Hazretleri olarak cihanı

aydınlatmış, Hazret-i Mevlâna olarak karanlıkları nura, vehim ve

hayâlleri hakikate, arzu ve istekleri aşka çevirmiştir.

Birbirini arayan, birbirini bekleyen iki gönül o gün birleşince

büyük kıyamet koptu, şimşekler çakıp, rahmetler yağdı. Âlemler

kıyama kalktı, ölüler yeniden dirilip, hastalar şifa buldu. Gönüller

Kabe, meclisler meyhane, esirler azad oldu. Hak gelip, bâtıl gitti.

Cihanı aşk ve hürriyet nağmeleri kaplayıp, kulakları duymuyanlar

duyar, gözleri görmüyenler görür oldular. O gün garktan garba,

Page 7: Aranılan sevgili

7

arzdan arşa kadar bir velveledir koptu. Çünkü zamanın padişahı

Hazret-i Mevlâna Şems-i Tebrizî Hazretlerinden vilâyet tacını

giyerek kutuplar alemindeki tahtına oturdu, iki âşık kem gözden

saklanır gibi halvethanelerine çekildiler. Saatlar, günler, haftalar

ve aylar bir yıldırım hızı ile geçip giderken, fitne, fesat ve haset

tohumları da filizlenmeğe başlamıştı. 10 Süt emen çocuğun

anasından ayrılışı gibi Şems-i Tebrizî Hazretleri de ilâhi aşk

tohumunu attığı Hazret-i Mevlâna’dan böylece ayrılıp Şam’a

gitmeyi faydalı bularak gelişinden 15 ay 25 gün sonra, 1246

senesinin 15 şubatında sessiz ve sedasız Konya’dan ayrılıp

gittiler.

Aşkı ilâhînin tecellîsi ve vilâyet nurunun tahakkuku ile kendisinde

eski dostlarının ve sevgililerinin anlıyamıyacağı bir değişiklik olan

Hazretî Mevlâna, Şems-i Tebrizî Hazretlerinin ayrılığı ile eski

dostlarına tekrar avdet edemediği gibi, gönlünde için için yanan

Allah aşkı bu ayrılıkla son haddine ulaşmış olup, sevgili oğlu

Sultan Veled Hazretlerini, tekrar vuslatına ermek için Şems-i

Tebrizî Hazretlerini Konya’ya getirmek üzere Şam’a yollamış ve

büyük bir ümitle yollarını beklemiştir.

Hazret-i Mevlâna’nın manevî ufkunda doğan hakikat güneşi

Şems-i Tebrizî Hazretleri kendisine lâyık hürmet ve itibar görüp

Şam’dan Konya’ya gelmek üzere Sultan Veled Hazretleri ve

maiyeti ile birlikte yola çıktıkları vakit can ü gönülden Şems-i

Tebrizî Hazretlerinin hizmetine koyulan Sultan Veled Hazretleri

manevî âlemin sultanı yanında yaya olarak yürümeyi kendisine bir

vazife ve zevk edinmişti. Şems Hazretleri Sultan Veled

Hazretlerinin de bir ata binmelerini arzu edince Sultan Veled

Page 8: Aranılan sevgili

8

Hazretleri: «Ey! Padişahlar padişahı dedi, seninle eşit olmaya

kudretim yok. Hem padişah ata binsin, hem kul. Buna imkân yok.

Sen maşuksun, ben âşıkım. Sen Efendimsin, ben kulunum. Hattâ

sen cansın, ben seninle diriyim. Benim yaya gitmem senin

maiyetinde başımı ayak yapıp yürümem gerek», sözleri ile

düşüncelerini dile getirerek bağlılık ve teslimiyetlerini

anlatmışlardır.11

Sonsuz lütuf ve manevî ihsanların tecelli ettiği bu yolculuk

nihayet sona ermiş. 8 Mayıs 1247 de bu ulu kervanı bizzat

Hazret-i Mevlâna, Hak Dostları, âşıklar ve Hazret-i Mevlâna’nın

sadık bendeleri şehrin dışında karşılıyarak istikbâl ettiler. Leylâ

ile Mecnun, Hızır ile Musa, âşık ile maşuk tekrar birleştiler,

kucaklaştılar, bir vücut oldular, ikilik ortadan kalktı, tekrar aşk,

tekrar vahdet tecelli etti. Cennet bahçelerinde sohbet ve sema’lar

oldu, yeryüzünden gökyüzüne seferler başladı, bu geliş

bambaşka bir gelişti, hem lütuf, hem hüzün doluydu. Çünkü

maşuk âşıkın yurdunu şereflendirmiş, «O, onları sevdi, onlar da

O’nu sevdi» fermanını bir kere daha ercesine isbat etmişti.

Aşk bu, sevgi bu, yanında rütbeler, şanlar ve şerefler, şehirler

dolusu hazineler zebun olur. Korku ve utanç ortadan kalkar,

sevgilinin rüzgârı bir diyarda estimi orayı yıkar, yakar, taş üstüne

taş bırakmaz, hâk ile yeksan eder ve sonra onu yeniden kendi

varlığı ile doldurarak tezyin eder. Kendi hayatı ile ebediyen diri

kılar. Pınarlarından huzur ve ebedîlik kevseri fışkırır.

İşte Konya bugün sevgilinin kutlu kademi ile şeref buldu. Meram

bağlarının her yaprağı seher rüzgârları ile beraber yeniden

manevî hürriyetin namelerini terennüm edip, ilâhî aşk şarkılarını

Page 9: Aranılan sevgili

9

söyledi. Bu geliş küfürü iman, imanı küfür yaptı, Ölümü vuslata,

ayrılığı birliğe, dargınlığı düğüne, fenayı bekaya, toprağın bağrına

girişi gerdek gecesine çevirdi.12

Bu sohbet uzun sürmedi, günler çabuk gelip geçti. Hiçbir hadise

ve varlıkla kayıtlı olmayan kaderin hükmü gelip çattı. Sebepler

halkasını muntazam bir şekilde kader ipliğine dizen felek yine

fesat ve fitneleri ayaklandırıp iki sevgilinin arasını bir bıçak gibi

bu maddî âlemde ayırdı. Kader kaleminin yazdığı bu üzücü an

yine iki sevgili bîr arada sohbet ederek birbirlerine son duygu ve

aşklarını ulaştırıyorlardı. Bu ânı Sultan Veled Hazretleri şöyle

anlatır : «Şems Hazretleri ile Hazret-i Mevlâna beraber

otururlarken dışardan birisi Şems-i Tebrizi Hazretlerini çağırıyor.

Şems-i Tebrizî Hazretleri Hazret-i Mevlâna’ya, beni ölüme

çağırıyorlar diyor. Hazret-i Mevlâna: Yaratış da O nun, buyruk da.

Kutlu olsun âlemlerin Rabbı Tanrı’ya diyor ve Şemsİ Tebrizî

Hazretleri bu söz üzerine dışarıya çıkıyor ve pusuda bekleyen

yedi kişi birden üstüne saldırıp kendisini bıçaklıyorlar. Bu sırada

Şems-i Tebrizî Hazretleri bir nâra atıyor Hepsinin aklı başından

gidiyor. Narayı duyan Hazret-i Mevlâna: Tanrı dilediğini yapar,

istediğini hükmeder diyerek bu olaya rıza gösteriyor. Şems-i

Tebrizi Hazretlerini şehid edenler kendilerine gelince ortada bir

kaç damla kandan başka bir şey görmüyorlar. Şems-i Tebrizî

Hazretleri bu şekilde ortadan kaybolmuş bulunuyor.»

Hazret-i Mevlâna 1247 senesi Aralık ayının 5. günü yoluna ışık

tutan, nur saçan ve maneviyat ufkunda doğan Şems

Hazretlerinden maddî olarak ayrılıp, kendisini dârı fenadan dârı

bekaya uğurlamış bulunuyorlar. Bu, şekilde bir ayrılık ise de, ilim

Page 10: Aranılan sevgili

10

olarak, zevk olarak, aşk olarak, feyz olarak Hazret-i Mevlâna’mn

âfâkında doğan Şems-i Tebrizî Hazretleri şimdi de onun

enfusunda tecelli etmiş, canında can olarak zuhura gelmiş, mânâ

ile madde, âşık ile maşuk bir vücut olmuşlardır. 13

Hazret-i Mevlâna’yı görmek üzere medreseye gelenleri kapıdan

içeri sokmayan ve onlara armağan olarak ne getirdiniz diye soran

Şems-i Tebrîzi Hazretleri, bir gün bu sual kendisine sorulunca :

«Ben ona armağan olarak canımı ve bağımı getirdim» demiş ve

bu olayla sözünün doğruluğunu isbat etmiştir.

Efsanelerin ve rivayetlerin haricinde bir hakikat var ise o da

Şems-i Tebrîzî Hazretlerinin bu aşk uğruna başını feda edişidir.

Şems-i Tebrîzî Hazretlerinin şehadeti hakkında söylenip

efsaneleşmiş bir çok rivayetler mevcuttur. Bunlar gerek mânâ

bakımından, gerekse madde bakımından az veya çok hakikatlerle

ilgili ise de, biz bu şahadet olayını şöylece anlatmak istiyoruz :

Şems-i Tebrîzî Hazretleri Hazret-i Mevlâna ile karşılaşınca onun

hayatında gözle görülebilen bariz değişiklikler oldu. Evvelce

kendisinden faydalananlar, lütuf ve ihsanına nail olanlar Hazret-i

Mevlânadan uzak kalınca bu kerre kıskançlık, haset ve kin hisleri

ile iki sevgilinin karşısına dikilip, aklın, mantığın, ahlâk ve

faziletin diline ve duygularına yakışmayan kötü isnad ve

iftiralarını ortaya atmaya başladılar. Bu zavallılar iftiralarında o

kadar ileri gittiler ki, bir beşer olarak tahammülü imkânsız bir hâl

almıştı, îşte Şems-i Tebrîzî Hazretleri bu durumda Konya’yı ve

çok sevdiği Hazret-i Mevlâna’yı terketmek mecburiyetinde kalmış

olup, ikinci defa Konya’ya kendisini getiren sebep yalnız ve yalnız

Hazret-i Mevlâna’ya olan manevî bağı ve aşkı olmuştur. Bu bağın

Page 11: Aranılan sevgili

11

ve bu aşkın zerresinden nasibi olmayan zavallı kimseler yeniden

kıpırdamaya, zehirli inanç ve lisanları ile saldırmaya başlamışlar

ve bu tecavüz 1247 yılı Aralık ayının 5. günü had safhaya gelmiş

bulunuyordu. Ogün Şems-i Tebrîzî Hazretleri Hazret-i Mevlâna

ile yine beraberdi. O gün Allah aşkının son nağmeleri

dudaklarından karşılıklı olarak dökülürken, fitne ve fesat

tohumunun yetiştirdiği insanlar artık kat’i kararlarını vermişler,

bir namus meselesi olarak ortaya attıkları bu dâvayı

neticelendirmek için çırpınıp duruyorlar, haberler salıyor, dil

uzatıyor, hakaretler edip tahrike çalışıyorlardı. Sultan Veled

Hazretleri durumdan son derece müteessir, dışardakilerle

mücadele ediyor, ara sıra da iki Hak Dostunun yanına gelip

onlara hizmet ile hâdiseyi küçük göstermeğe çalışıyorlardı. Bu

olaya kötü bir talih eseri olarak karışan Hazret-i Mevlâna’nın oğlu

Alâeddin de meseleyi bir namus mevzuu olarak ele almış ve kötü

düşünceli kimselerin tahriklerine aldanmış bulunuyordu.

İşte böyle bir manzara içinde bulunan Şems-i Tebrîzî Hazretleri

Hazret-i Mevlâna’ya aşkın son sözlerini söyleyip, bu aşk uğruna

istenirse baş ve candan da geçmek lâzım geldiğini anlatırcasına,

kendisini binbir iftira ile dışarıya çağıranların yanına çıkmış ve bir

anda onların hücumuna uğruyarak ilâhî aşk yolunda şehitlik

mertebesine ulaşırken ağzından çıkan son söz «Allah» olmuştur.

Bu hava ve bu üzücü iftiralar karşısında neye uğradığını şaşıran

Hazret-i Mevlâna ve hanesi tehlikenin ve kayıbın büyüklüğü

karşısında şaşırıp, çaresiz bir halde üzüntülerinden kendilerini

kaybetmişlerdir. Fitne ve fesat muradına ermiş, kader hükmünü

yürütmüş, Hazret-i Mevlâna ufkunda doğan maneviyat güneşini

kaybetmiş ve onun kendisinden doğuşunu aramak üzere bir

Page 12: Aranılan sevgili

12

mecnun gibi yollara düşmüştür. 15

Şems-i Tebrîzî Hazretleri şehit edilince sanki cesedine bir zulüm

olsun diye bugünkü türbelerinin bulunduğu yerdeki kuyuya

atılmış ve Hazret-i Mevlâna manevî ufkunda doğan güneşin bir

Hakikat incisi olan ruhunu muhafaza eden sadeften yapılmış

vücudunu bulup onu ebedî’ istirahatgâhına yerleştirmek üzere

çabalıyor, bu uğurda sevgili oğlu Sultan Veled Hazretlerine

emirler ve vazifeler veriyordu. Sultan Veled Hazretleri duyduğu

rivayetlerin arkasından koşuyor ve her yerde Şems-i Tebrîzî

Hazretlerinin mübarek cesetlerini arıyorlardı. Haberlerin ve

rivayetlerin neticesiz çıkıp, ümidin azaldığı bir sırada cesedin

kuyuya atılmış olduğu haberi ulaştı. Bu haberi alan Sultan Veled

Hazretleri doğruca kuyuya gidip haberin doğruluğunu öğrenmiş

ve nasıl hareket edeceğini düşünmeğe başlamışlardır. Yeniden bir

huzursuzluk çıkmaması için geceyi beklemişler ve sadık dostları

ile birlikte kuyudan Şems-i Tebrîzî Hazretlerinin mübarek

cesetlerini çıkartarak, kendisine yakışır hürmet ve hizmet ile her

türlü dinî vazifeleri ifa edilerek o gece toprağa verilmiş, yer

yüzünü nurlandıran hakikat Şems-i, aşk ve feyiz kaynağı Şems-i

Tebrîzî Hazretleri bilfiil vuslatı ilallah ederek, gerçeği bir kere

daha yaşamış, sebeplerin altında müsebbibi görüp kendisi için

daha evvel söylenilen «Başlı git, başsız gel» sözünü doğrulamış,

tevekkülü, Hakka inanmayı, hakikî aşkın insanlardan fedakârlık

istediğini, eğer bu can ve baş dahi olsa vermekte tereddüt

etmemeyi, Hazret-i Mevlâna ile yaşadığı manevî âlemin ve

duyguların bir gerçek olduğunu isbat etmiş ve :

«Şems-i Tebriz bunu bilir,

Page 13: Aranılan sevgili

13

Ahad kalmaz fena bulur.

Bu âlem küllü mahvolur

Heman baki kalan Allah.»

sözleri ile şerh edip, kendi vücudunda bizzat bu halleri yaşamış

bulunuyor. 16

Şems-i Tebrîzî Hazretlerinin toprağa verilişinde bulunamıyan

Hazret-i Mevlâna bu büyük kaybın teessüründen dolayı yemeden,

içmeden kesilmiş, adetâ bir mecnun haline gelmiş, feryad ve

figanı arşa ulaşmıştır.

Şems-i Tebrîzî Hazretleri Hazret-i Mevlâna’ya ayna olmuş ve

kendi aynasında Hazret-i Mevlâna’yı Hazret-i Mevlâna’ya seyir ve

müşahade ettirip ayna olmaktan, aynı olmak mertebesine

ulaştırmış, «Beni gören Hakk’ı görür» gerçeğini bizzat yaşatıp,

zevkine ulaştırmıştır. Beden elbisesi olarak birbirlerine

benzemezlerse de, ikisi de bir nur, ikisi de bir ruh olup

birbirlerinin aynı olmuşlar, Şems-i Tebrîzî Hazretleri Hazret-i

Mevlâna’dan görünmüştür. İşte Hazret-i Mevlâna bu duygularla

dolu bir halde iken Şems gurub etmiş ve bu ayrılıktan Hazret-i

Mevlâna aşkın, cezbenin ve vecdin bir kaynağı haline gelerek

coşmuş, mecrasından taşan bir ırmak gibi sevgilinin gezip,

dolaştığı ve kendisi gibi aşıklarının bulunduğu Şam’a gidip, dost

kokusunu almak üzere yola çıkmıştır. Bu gidiş manevî bir gidiş,

manevî bir arayıştır. Bir cisim, bir beden arayışı değildir. Şems-i

Tebrîzî Hazretlerinin kendisine ulaştırmak istediği gerçeklerin ne

dereceye kadar kendisinde zuhur ettiğini görmek ve bunu

kendisine gösterecek aynayı bulmak için yapılmış bir seyahatti

bu. Yoksa o toprağa değil, âlemlerin Rabbı olan Allah’a tapar,

Page 14: Aranılan sevgili

14

O’nun nurunun etrafında pervane gibi döner, tıpkı Şems-i Tebrîzî

Hazretleri gibi başı ve cam Hak yoluna ezelden feda edilmiştir.

Onlar için ölüm vuslattır. Kim ki Allah’a âşıktır, o, vuslattan kaçar

mı? 17 Bu hâdiselerin bir sebep, bir bahane olduğunu onlar

birbirlerine defalarca anlatmışlar ve bu yüce duyguların zevkine

varmışlardır. Duyulan üzüntüler, feryad ve figanlar cesede taptığı

için değil, aynanın kırılıp biriken yüzbin, belki de daha fazla

parçalara ayrılmasındandır. Bir kimsenin bir aynada mı, yoksa

yüzbin aynada mı kendini seyretmesi daha hoştur? İşte Hazret-i

Mevlâna bu imtihanı Şems-i Tebrîzî Hazretlerinin lütuf ve

himmetleri ile vermiş, yüzbinleri tevhid edip, bir’e ulaşmışlardı.

Ogün yer ile gök, cennet ile cehennem arasındaki mesafeler

kalkmış, birlik güneşinin nuru her iki âlemi de hükmü altına

almıştı. Batından zahire, evvelden ahire akıp giden bu sefer, bu

sınama kıyamete kadar devam edecek ve bu imtihan nice

saltanatları hâk ile yeksan ederken, bu yolda baş ve candan

geçenlere ölümsüzlük şerbetini sunup, her iki âlemde de

sevgilinin huzurunda olma lûtfunu bahşedecektir.

îşte bu arayış, bu yolculuk Şems-i Tebrîzî Hazretlerinin kutlu

elinden ebedîlik şerbetini içen Hazret-i Mevlâna’mn minnet ve

kulluk hislerinin tezahürü olup, sevgilinin gezdiği diyarlarda dost

kokusunu alabilirmiyim ümidi ile yapılmıştır.

Bu hâdiselere yakinen şahid olan Sultan Veled Hazretleri de

«İptida name» ve «intiha name» sinde bizim düşüncelerimizi

teyid eder mahiyette ve rumuzlu sözlerle Şems-i Tebrîzî

Hazretleri’nin şehadetini, babasının bu durum karşısındaki

üzüntü ve hisleri ile Şam’a olan seferlerinin hakikî manâsını şöyle

Page 15: Aranılan sevgili

15

izah etmektedir :

«Mevlâna, Şam’da Şemseddîn’i bulamadı amma O’nun sırrının ay

gibi kendi varlığından doğduğunu gördü de dedi ki : Beden

bakımından ondan uzağız amma cansız, bedensiz, ikimiz de bir

nuruz. İster onu gör, ister beni. Ey arayan kişi ben O’yum, O

ben...» 18

Yine Sultan Veled Hazretlerine göre : «Şam’a bir keklik gibi giden

Hazret-i Mevlâna, Konya’ya alıcı bir doğan gibi döndü. Katreydi,

coşup umman oldu. Yüceydi, aşkla daha da yüceldi. Aradığı

kendinde göründü.» ifadeleri ile anlatılan gerçek işte budur.

Şems-i Tebrîzî Hazretleri, Hazret-i Mevlâna’yı Hakk’ın sıfatları ile

nurlanmış kendi varlığında ona hakikat Şems-ini seyir ve

müşahade ettirmiş, O’nu yer âleminden gök âlemine, beden

hapishanesinden ruhlar âlemine, fânilik diyarından beka âlemine

ulaştırmış, her türlü kayıttan uzak, hürriyeti sevenler yurduna

huruç ile, Allah’a vuslat etmesine sebep ve hizmet etmiştir.

Sebepler örtüsünü yüzünden kaldırıp müsebbibe ulaşan Hazret-i

Mevlâna’nın tekrar sebeplere dönebileceğini düşünmek büyük

haksızlık olur. Hakk’ın kemaliyle tecellîsine mazhar olan insan,

bu tecellîyi yine insanda görür, fakat her insan bu lûtfa mazhar

değildir. Şems-i Tebrîzî Hazretlerinde bu tecellîyi gören Hazret-i

Mevlâna, Şam’a bu maksatla gitmiş, sevgilinin gezip dolaştığı bu

yerlerde Hakikat Şems’ine mazhar bir kimse, Hakk’ı gören bir

göz aramış, fakat Şems-i Tebrîzî Hazretlerini kendisi gibi lâyıkı

ile anlıyan bulamayıp, Nuru ilâhinin kemaliyle kendisinde tecelli

ettiğini görerek, cihana ışık saçan Hakikat Şems’inin bir mazharı

olarak Konya’ya dönmüşler ve Şems-i Tebrîzî Hazretlerinin

Page 16: Aranılan sevgili

16

şahsiyetini Kuyumcu Selâhaddin Hazretlerinde bularak kendisi ile

uzun seneler hemdem olmuşlardır. 19

Ulemaların Sultanı Bahaeddin Veled Hazretlerinin kıymetli oğlu

Hazret-i Mevlâna’yı Cenab-ı Hak çocuk denecek yaştan itibaren

hazırlamış, onun atlas gibi olan varlığını dinin, ahlâkın, ilmin,

faziletin, insanlığın ve aşkın türlü nakışları ile süslüyerek bu

günlere hazırlamış ve Şems-i Tebrîzî Hazretleri bu atlasın altın ve

gümüş ibrişimlerden son nakışlarını işliyerek cihanı aydınlatan

Hakikat Şemsînin yer yüzünde bir örneğini meydana getirmiştir.

Hazret-i Mevlâna Şems-i Tebrîzî Hazretleri ile buluşmadan evvel

devrinin en büyük âlimi, zamanının üniversitesi olan medresenin

en kıymetli şahsiyeti idi. Kendisi üzerinde bu zahirî rütbelerin

tesirini görmek, azametini seyretmek her zaman mümkündü.

Fakat o, kaderin çizmiş olduğu hattı muntazaman takip etmiş,

önüne çıkan her türlü lütuf ve ihsandan faydalanmak kendisine

nasib olmuştur. Belh’lilerden incinen babası ve maiyeti ile birlikte

Horasan’dan ayrılarak çok küçük yaşlarda devrinin kıymetli âlim,

mutavassıf ve kâmilleri ile görüşmüş olup, Hazret-i Mevlâna’ya

bu görüşmelerin büyük faydası olmuş ve O’nün şahsiyetinin

hazırlanmasında hizmetleri bulunmuştur. Her uğradıkları

memlekette faydalı sohbetler olmuş, ilmî ve tasavvufî görüşmeler

yapılmıştır. Şeyh-ül Ekber Muhyiddîn Arabî Hazretleri şehrin

dışına kadar çıkıp kendilerini uğurlarken «Bir göl arkasında

koskoca bir ummanı götürüyor.» demiş ve Mevlâna’nm kemaline

çocuk denecek yaşta hükmünü vererek gözlerimizle gördüğümüz

bu hakikati daha evvel bizlere müjdelemişlerdir. 20

Hazret-i Mevlâna’nın yetişmesinde babası Sultanül Ulema

Page 17: Aranılan sevgili

17

Bahaeddin Veled Hazretleri ile onun halifesi Seyyid Burhaneddin

Hazretlerinin büyük hizmetleri olup, kendisine bu manevî yolda

son derece faydalı olmuşlardır. Seyyid Burhaneddin Hazretleri

kendinde mevcut her türlü ilim ve bilgiyi Hazret-i Mevlâna’ ya

devrederken bir taraftan da onu ilmi Ledün tahsiline ve Hakikat

ilminin derinliklerine inmeye teşvik etmiş, dokuz sene Hazret-i

Mevlâna’ya mürşidlik yapmış olan bu zat, neticede kendisinden

sonra binlerce müride sahip olan, vaazlar veren, temkinli hareket

eden, büyük bir bilgin ve sofî olan Hazret-i Mevlâna’yı «Bende

sana öğretecek ilim kalmadı, duydum ki Şems-i Tebrîzî Hazretleri

isminde bir zat türemiş, dilerim ki bundan sonra seni o irşad

ede...» sözleri ile teşvik edip, aşk ve Hakikat denizine dalmasını

arzu etmiştir.

Halep ve Şam medreselerinde de tahsil eden Hazret-i Mevlâna

meşhur Kemaleddin İbn al Adîm’den de ders görüp zahir ilminin

zirvesine ulaştığı bir sırada Hazret-i Mevlâna’yı cihana maleden

Şems-i Tebrîzî Hazretleri ile karşılaşmış ve onun engin hakikat

görüşünden faydalanıp kendisini ilâhî aşkın cezbesine

kaptırmıştır. Şems-i Tebrîzî Hazretleri bütün varlığı ile kendisine

teslim olan Hazret-i Mevlâna’yı hudutsuz görüş ve duyuşu ile bir

çok kayıtlardan kurtarmış, her türlü şekil ve âdetin ötesindeki

Hakikatler ülkesine ulaştırıp, Allah aşkının tecellisine mazhar

etmiştir.

İlâhî arzunun özenerek yetiştirdiği Hazret-i Mevlâna, Şems-i

Tebrîzî Hazretleri ile karşılaşmadan evvel, dinin bütün

merhalelerini kat’etmiş, zahirî ve batını umdelerine vâkıf olarak

yetiştirilmiş, zahiren ulema, bâtınen kıymetli bir sûfî olarak

Page 18: Aranılan sevgili

18

cemiyete atılmış, etrafındakilere kendi bilgi ve feyzinden ışıklar

saçan bir kaynak haline gelmiş bulunduğu bir sırada manevî

ufkunda doğan Şems-i Tebrîzî Hazretleri ile karşılaşmışlar ve

kendisinde muazzam değişiklikler yaratan aşk ve cezbeye nail

olmuşlardır, 21

İşte Hazret-i Mevlâna’yı cihana maleden, bizlere tanıtan, Allah’a

noksansız olarak vâsıl eden, ilmin ve irfaniyetin sonsuzluğuna

ulaştıran, ahlâk ve faziletin örneği yapıp, âşıkların kâbesi

durumuna getiren hal, bu buluşma ile başlamış ve Hazret-i

Mevlâna’nın kalbine düşen bu ilâhî aşk kıvılcımı kendisini baştan

aşağı yakıp kül ederken, varlığını yeniden ihya etmiş, Hak

yolunda gidenlere sonsuz ışıklar saçan bir nur haline getirmiştir.

Hazret-i Mevlâna evvelce bunu bir bilgi olarak biliyor, hissediyor

fakat bir gün gelip nefsinde tahakkuk edeceği anı ümitle

bekliyordu. İşte bu buluşma anı gelip çatmış ve Hazret-i

Mevlâna’nın bindiği atın dizginlerini tutan Şems-i Tebrîzî

Hazretleri: «Ey Mollayı Rûm» diyerek vuslatın ilk adımını atmıştır.

O anda duyulanları, o anda yaşanılanları bizim kalemimiz

yazmaktan âcizdir, Çünkü o dem, ilâhî aşkın bedenlerden çıkıp

zahir olduğu, gök yüzünde şimşek gibi görünüp yeryüzüne nüzul

ettiği andır. O gün Akdenizle kızıldeniz birleşmiş, İki Cihan

Serveri Muhammed Mustafa Sallallahu Aleyhi Vesellemin şahsında

Ali ve Fatıma buluşup, inci ve mercanlar zuhur etmiş, Hazret-i

Muhammed Ali’sine kavuşmuş, madde ile mana bir vücut

olmuşlardı. Her şeyin huzur ve sadetini aslına rücu etmekle

mümkün kılan ilâhî kuvvet, Hazret-i Mevlâna’yı da yanarak

aslında vuslat eden Kerem gibi Şems-i Tebrîzî Hazretlerinin

şahsında Aslı’na kavuşturup, huzur ve saadetin, aşk ve cezbenin

Page 19: Aranılan sevgili

19

sonsuzluğuna ulaştırmıştır.

Şems-i Tebrîzî Hazretlerinin manevî şahsiyetinden âb-ı hayat

şerbetini içen Hazret-i Mevlâna, ölümsüzlük diyarına huruç edip,

yokluğuyla ve şüphesiz olarak bu âlemde iken Allah’a vuslat

etmiş, her türlü lütuf ve ihsana şüphesiz olarak onun varlığında

kavuşmuştur. 22

Kendisini Ölümsüzlükle şereflendiren bir varlığın arkasından

ağlayıp, feryad etmek, kendisini yok iken varlık âlemine ulaştıran

bir kudretin kaybolduğuna inanmak, «Her şey helak olacaktır, illâ

Allah’ın veçhi bakî kalacaktır» fermanını kendisine defalarca

okutan bir insanı tanımayıp, onun maddî varlığım Tebriz’de,

Şam’da aramak gibi bir düşünce ile Hazret-i Mevlâna’yı mütalâa

etmek, hakikatle her an karşı karşıya olan bir kimseyi gaflette

gibi görmek her halde haksızlıkların en büyüğü olacak ve İlm-i

Ledün ile hakikî gerçekleri birbirine ulaştırıp, ilâhî aşkın

tecellisine mazhar olan Şems-i Tebrîzî Hazretleri ile Hazret-i

Mevlâna’yı manâ bakımından anlamamış bulunacağız.

Eğer Şems-i Tebrîzî Hazretleri ile Hazret-i Mevlâna’yı anlamak ve

gittikleri yolun hususiyetlerini bilmek istiyorsak, onların yaşadığı

manevî âlemin içerisine girip, Hak âşıklarının arasına katılmamız

ve kendileri ile hemdem olmamız lâzımdır.

Sır, hakikat, ilâhî emanet dediğimiz gerçekler ve Allah’ın varlığına

bu âlemde kavuşma yolları Kur’anı Kerim, Hadîsi Şerifler, ehli

Hakikatin sözleri ve kitapları ile bizlere duyurulmuş ve

ulaştırılmış olmakla beraber, kaç kişi bu sırları ve gerçekleri

yalnız okumak ve işitmekle anlamış ve lezzetine varabilmiştir. Hiç

Page 20: Aranılan sevgili

20

şüphesiz ki bizlere duyurulmak istenilen bu gerçekler yalnız

okumak ve yalnız işitmekle hiç bir zaman anlaşılamamış,

lezzetine varıp, aşkına düşememiş ve kendi varlığımızda bu

hakikatleri yaşayıp, tahakkuk ettirememişizdir. 23

Ehli zahirin ve ehli aklın, idrâk edemedikleri bu nokta, Tasavvufta

mühim bir yer işgal etmiş olup, irşad eden ve irşad edilen

tarafları meydana getirmiştir. Kul ile Allah arasına kimse giremez

diyen nasipsizler, burada saklı olan hikmetten habersiz, kendi

vehim ve hayalleri ile Allah’a vuslat edip, gerçekleri

kavrayabilmek çabasına düşmüşler ve hedefe ulaşamadan

felsefenin dar kabı içerisinde kalıp, dalâletin içine düşmüşlerdir.

Hazret-i Mevlâna hiç bir zaman felsefe ile meşgul olmamış ve

onlarıda Mesneviyi Şeriflerinde acı acı tenkid ederek onların zanlı

ve şüpheli doktrinlerini misâller vererek anlatmışlardır.

Hazret-i Mevlâna Hakk’a âşıktı ve maşuku Allah olup, bütün

hizmet ve çalışmalarını ona yöneltmiş, yüzünü Cemalullah’a

çevirmişti. Şems-i Tebrîzî Hazretlerinin kıymetli irşad ve telkinleri

ile noksansız olarak bu lûtfa erip, Hakk’a vuslat ile şeref bulan

Hazret-i Mevlâna yalnız ve yalnız aşkın bendesi olmuş, «Elestü

Bezminde» vermiş olduğu ahde sadakatini isbat ederek

sevgilisinden nişanlar ve haberler getiren Şems-i Tebrîzî

Hazretlerini kendine rehber edinmiştir.

«İnsan benim sırrım, Ben insanın sırrıyım» muammasının gerçek

manasını, Şems-i Tebrîzî Hazretlerinin Îlm-i Ledün kitabından

okuyan Hazret-i Mevlâna, hayatının en büyük lûtfuna Şems-i

Tebrîzî Hazretleri ile karşılaşmak suretiyle nail olmuş, alâkası,

Page 21: Aranılan sevgili

21

çalışması, aşkı ve irfaniyetiyle de bu şerefe lâyık olduğunu isbat

ederek devrinin en büyük mutasavvıflarından ve İnsan-ı

Kâmillerinden olmuştur. 24

Hazret-i Muhammed Mustafa Sallallahu Aleyhi Vesellemin

muhabbet sofrasından nasip ve manevî gıdalarını alan bu mutlu

kimseler, maddî hayatın her türlü cazibesinden kurtulmuş, bu

âlemde bulundukları müddetçe varlığıyla var oldukları Cenabı

Hakk’a, lâyıkı ile kulluk edebilmenin zevk ve heyecanı içerisinde

çırpınıp, etraflarına ilâhî aşkın nur ve feyiz dolu kıvılcımlarını

saçmağa çalışmışlardır.

İşte bu lûtufa mazhar olan Şems-i Tebrîzî Hazretleri ve Hazret-i

Mevlâna, zamanlarından bu güne kadar, Hak yolunda giden ve

ilâhî aşkın müptelâsı olan kimselere vahdet deryasından İlm-i

Ledün Kevserini sunarak susuzluklarını gidermeğe çalışmışlar,

Hakk’ı talep edenlere vuslatı imkân haline getirmişlerdir. .

Büyük zahmetler çekerek ikinci defa Konya’ya teşrif eden Şems-i

Tebrîzî Hazretleri: «Eğer Hazret-i Mevlâna’nın sevgisi üstün

gelmesiydi, beni son derece yoran, zahmetlere sokan ve üzen bu

yolculuğa asla katlanmazdım. Hattâ Konya’yı altınla doldursalardı

bu zahmet çekilmezdi» derken, Hak yolunda giden talip ile

matlubun birbirlerine olan sevgisinin büyüklük ve ehemmiyetini

bir kere daha anlatmış bulunuyorlar.

İnsanları diğer varlıklardan ayıran hususiyetlerden birisi de aşk

olup, bunu ilâhî manâda duymak, o kimsenin şahsiyetini bir kat

daha artırmağa sebep teşkil etmekte ve o kimseyi manevî

cevherlerle tezyin edip, süslemektedir. 25

Page 22: Aranılan sevgili

22

Buraya kadar Hazret-i Mevlâna’nın maddî hayatından, tahsil

devresinden, tasavvuf sahasındaki yetişme tarzından, Şems-i

Tebrîzî Hazretleri ile buluşma ve ayrılışlarından ve Şems-i Tebrîzî

Hazretlerinin şehadetinden bahsetmiş ve bu hadiseleri kendi

görüş ve bilgilerimize göre anlatmış bulunuyoruz. Bundan sonra

Hazret-i Mevlâna ile Şems-i Tebrizî Hazretlerinin arasında doğan

manevî bağdan ve birbirlerine yaptıkları manevî hizmetler ile

neticede asıl mevzuumuz olan Hazret-i Mevlâna’nın Şems-i

Tebrîzî Hazretlerini Şam’da manen arayışlarından bahsederek,

Âşıkların Kâbesi unvanını kazanan Hazret-i Mevlâna’yı tanımağa

ve tanıtmağa gayret edeceğiz.

O, zaman zaman onsekiz bin âlemde görünüp, cihanı nura, aşka,

feyze, ilme kavuşturan maneviyat güneşlerinden biri olup,

asırların, duygularımızdan ve zihinlerimizden silemediği bîr

gerçektir. O, zamanının Süleymanı, devrinin Muhammed ve Ali’si,

Kabe’nin damına dikilen hakikat meş’alesi olup, Şems-i Tebrîzî

Hazretlerinden sıçrayan bir kıvılcımla kâinatı aydınlatıp, onsekiz

bin âleme Tevhîd meş’alesinin nurunu saçmıştır.

O, Şems-i Tebrîzî Hazretlerini, kâfirler gibi beşeriyet elbisesi ile

görmemiş, Şems-i Tebrizî Hazretlerinin şahsında sevgilisini

bularak, ona olan aşkını bütün mevcudiyeti ile duyurmağa

çalışmış, ruhuna bu aşkı cennet yapmıştır.

Birçok kimseler Allah’a âşık olduklarından bahsederler. Halbu ki

onlar Allah’ın Zatına değil, adına âşıktırlar. Allah’ı görmeden,

bilmeden, tanımadan âşık olmak nice mümkün olur. «Men reani

fakat real Hak» fermanı «Beni gören Hakk’ı görür» gerçeğini

müjdelerken, Hak yüzünün insan yüzünden görüneceğini ve bu

Page 23: Aranılan sevgili

23

insanın’da Habibi Hûda Hazret-i Muhammed Mustafa Sallallahu

Aleyhi Vesellem’in şahsiyetini varlığında yaşatan, yokluğunu

bilerek varlığını idrâk etmiş, Hakk’ın tecellisine mazhar insanı

kâmil olacağını bizlere duyurmuşlardır. İşte bu lûtfa Şems-i

Tebrizî Hazretlerinin varlığında erişen Hazret-i Mevlâna’nın

ufkunda, bir seher vakti doğan Şems-i Tebrizî Hazretlerinin nurlu

parıltısı, Hazret-i Mevlâna’nın gönlünde ilâhî aşk olarak alev alev

yanmış ve kâinatı bu nur ile aydınlatan Hazret-i Mevlânamızdan,

Hak âşıklarının gönül ve duygularına vahdet deryasının ilâhî aşk

pınarları akarak manevî susuzluklarını giderip, Hakk’a vuslat

imkânını bulmuşlardır. Onların birleşmesinden meydana gelen

ilim, feyz ve aşk meş’alesi daha nice gönüllerde kendini

göstermiş ve bu ilâhî kıvılcım kalbten kalbe sıçrayarak şu fâni

âlemin karanlıklarım nura gark etmiştir.

İki can birbirine karışmadıkça ayrılığın mevcut olduğunu bilen

Hazret-i Mevlâna 1244 senesi 23 Ekiminde canını canan ile

birleştirmek lûtfuna erişip, Dostun kapalı perdelerini kaldıran

Şems-i Tebrizî Hazretlerinin şahsında aradığını bulmanın zevkini

duymuştur. Şems-i Tebrizî Hazretleri, Hazret-i Mevlâna’nın

yolunda ışık, gönlünde aşk, aklanda ilim, hislerinde zevk, canında

canan olmuş, kendisinden evvel bu lûtfa erenler gibi o da

sahibini ve mürşidini bulup, Şems-i Tebrizî Hazretlerine bütün

mevcudiyeti ile bağlanmanın ve teslimiyetin en güzel örneklerini

vermişti. Bu imtihanını başarı ile sona erdirerek Şems-i Tebrizî

Hazretleri ile uzun bir müddet halvete girmiş, kendisinde mevcut

manevî duyguları ve aşkı meydana çıkartarak ilmin tahsili,

rumuzların çözülmesi, gerçeklerin yaşanması, Hakikatin tecellisi

devri başlamıştı. Bu müddet zarfında duymuş olduğu zevk ve

Page 24: Aranılan sevgili

24

heyecan kendisine etrafındakileri unutturmuş, Hazret-i

Mevlâna’yı, kayıtlı iken kayıtsız, temkinli iken temkinsiz, hale

getirmiş ve gönlünü Şems-i Tebrizî Hazretlerine kaptırmıştır.

Hak yolunda giden ve gitmek isteyen âşıkların yetişmelerinde

büyük bir ehemniyet taşıyan bağlılık ve teslimiyet birinci plânda

gelmekte olup, tasavvuf sahasında önderlik yapmış şahsiyetler

bunun en güzel örneklerini vererek bizlere numune olmuşlardır.

İşte bunların en kıymetlilerinden olan Hazret-i Mevlâna’da,

Şems-i Tebrizî Hazretlerine bağlılık ve teslimiyetini her türlü

konuşma, hareket vs duygulariyle dile getirmiş, Tebriz’in canı

olan Şems-i Tebrizî Hazretlerine gönlünü vermişti. Varlığını ve

aradığını Şems-i Tetarizî Hazretlerinin Şahsında bulan Hazret-i

Mevlana, Şems-i Tebrizî Hazretleri ile karşılaşmadan evvel bir çok

mutasavvıf, âlim ve mürşidlerle görüşmüş, onlardan ilim ve feyz

almasına rağmen bu coşkunluğa ve aşka ulaşamadığı gibi, her iki

âlemin de sahibi mutlakı olan Cenabı Hakk’a vuslat imkânını

lâyıkı ile elde edememişti.

Takdiri İlâhî’nin, çocuk denecek yaşta yetiştirip hazırladığı

Hazret-i Mevlana, elli yaşlarına yakın bir devirde Şems-i Tebrizî

Hazretleri ile karşılaşmış ve hakikat yolundaki nasibini bizzat

Şems-i Tebrizî Hazretlerinden alarak ilâhî aşkın menbaı haline

gelmiş ve Hak âşıklarına önderlik etmiştir. Bugün yazmış olduğu

manevî eserlerle yolumuza ışık tutan Hazret-i Mevlana (Divanı

Kebir) gibi büyük bir eseri ile Şems-i Tebrizî Hazretlerini bizlere

tanıtmış ve bu eserle Şems-i Tebrizî Hazretlerine olan aşkını ve

duygularını çekinmeden dile getirmiştir. Bu lûtuftan nasibi

olmayan zavallı kimselerin yersiz şüphe ve inançlarını kamçılıyan

Page 25: Aranılan sevgili

25

bu sevgi ve aşk, maddiyatla Ölçülmek, akıl ve mantıkla

kıyaslanmak istenince, ehli olan kimselerden lâyık olduğu cevabı

almışlardır.

Hazret-i Mevlana kısa süren buluşmalarıyla Şems-i Tebrizî

Hazretlerini lâyıkı ile anlamağa çalışmış ve bütün imkânları ile

kendisini sevmiş ve hizmetinde bulunmuştur. Şems-i Tebrizî

Hazretleri, Hazret-i Mevlana için her şey olup, bu duygularını,

sohbetlerinde anlatmak, eserlerinde yazmakla dile getirmeğe

çalışmış ve neticede «Seni lâyıkı ile vasfedemedim» diyerek

üzüntülerim belirtmişlerdir. (Divanı Kebir’inde) : «Şems-üd din’in

ayağına, başım nedir ki feda edeyim. Sen, Şems-üd din’in yalnız

adını söyle sana canımı vereyim, Şems-üd din’in aşkı benim

giyeceğim, Şems-üd din’in aşkı benim beliren alâmetimdir.

Şems-üd din’in kokusu ile sarhoş oldum. Biz Şems-üd din’in

kadehinden mestiz. Şems-üd dingöz aydınlığı, Şems-üd

dinsevgili yârdır. Güzellerin ay’ı Şems-üd din’dir, parlak güneş

Şems-üd din’dir. Can incisi şems-üd din’dir. Gece ve gündüz

Şems-üd din’dir. Şems-üd dinkemalin nurudur. Yalnız ben

Şems-üd din diye terennüm etmiyorum; bağda bülbüller, dağda

keklikler: «Şems-üd din, Şems-üd din» diye terennüm ediyorlar.

Şems-üd dinaşka yanan mum gibidir, âşıklarda pervane

gibidirler. Güzellerin güzelliği, Cennet ehlinin bağı Şems-üd

din’dir. Şems-üd din Isa nefeslidir. Şems-üd din Yusuf

yanaklıdır. Benim aklım, şuurum, benim gözüm, kulağım Şems-

üd din’ dir. Benim dilime gelen her şey Şems-üd dindir. Allah’ım

isterim ki, bir gece gizlide o hazretle buluşayım. Ey âşıkların

kılavuzu, ey âşıkların Peygamberi! Şems-i Tebrizî sakın benden el

çekme. Ben daha ne vakte kadar gizlenip, Şems-üd din, Şems-üd

Page 26: Aranılan sevgili

26

din, diyeceğim. Şems-üd din Hazret-i Muhammedin Nurudur, iki

cihanda da meşhurdur.» diyen kasidesinden kısaltarak aldığımız

bu sözler Hazret-i Mevlâna’nm duygularını dile getirmeğe kâfi

gelmediği gibi, bu ilâhî duygularını gerçek mânada (Divanı

Kebirinde) ve diğer eserlerinde anlatıp, aşkın, bağlılığın ve

teslimiyetin en güzel örneklerini vermişlerdir.

Bu duygulan şahsında hissedip, yaşamak istiyen kimseler için en

güzel bir örnek teşkil eden bu seslenişler yolumuzu aydınlatan ve

bizi gerçeğe ulaştıran gizli mânalar taşımakta, yolumuza rehber

olmaktadır.

Şems-i Tebrizî Hazretlerine bu duygularla bağlanan Hazret-i

Mevlâna, kendisi ile hemdem olduğu müddetçe bir ilim, feyz ve

aşk kaynağı olan Şems-i Tebrizî Hazretlerinden azâmi derecede

faydalanmış, el bağlayıp baş kesip hizmetinde bulunmakla

lütuf’ların en güzeline erişmiş. Şems-i Tebrizî Hazretleri gibi bir

şahsın itimat, sevgi ve bağlılığını kazanarak gönlüne girmiştir.

Zaman, zaman kulaklarımıza Şems-i Tebrizî Hazretlerinin,

Hazret-i Mevlâna’ya mürid olduğu veya hangisinin, hangisinden

faydalandığının hâlen bilinmediği şeklinde sözler gelmekte ise

de, bu inanışlar maksatlı ve egoist düşünceli kimselerin

faraziyelerinden ileri geçmemekte ve aynı kimselerin söylediği ve

kuvvetle inandıkları şu gerçek: «Şemsİ Tebriz-î gibi mürşid

bulunur, fakat Mevlâna gibi mürid bulunmaz» sözleri bir evvelki

düşüncelerinin doğru olmadığını isbat etmektedir. 30

Hazret-i Mevlâna’nın tam mânası ile irşadı, ilme, aşka, cezbeye

ulaşması Şems-i Tebrizî Hazretleri ile mümkün olmuş, ve Hazret-

Page 27: Aranılan sevgili

27

i Mevlâna Şems-i Tebrizî Hazretlerinin irşad ve himmetleri ile

Cemali vahdete erişip, etrafındakilere aynı lütuf ve duygulan

saçan bir nur haline gelmiştir.

Nasıl ki bir baba evlâdına sermaye verir ve evlâdı da elindeki her

türlü imkânları kullanarak sermayesini artırır ve hattâ

babasından zengin olabilirse, Hazret-i Mevlâna’da Şems-i Tebrizî

Hazretlerinden almış olduğu manevî feyiz, aşk ve ilim

sermayesini böylece artırarak, bu ilâhî zenginlikle Şems-i Tebrizî

Hazretlerini geçmiş ve kendisine rehberlik eden Şems-i Tebrizî

Hazretlerine lâyık bir evlât ve mürid olduğunu isbat etmiştir. Hiç

bir baba yoktur ki evlâdının kendisinden her sahada üstün olması

ile iftihar etmesin. Gerek maddî sahada, gerekse manevî sahada

eğer insanlar kendilerinden evvel gelenlerden üstün olmasalardı,

bu günkü yükselme ve ilerleme sağlanamaz, insanlar ve

cemiyetler lâyık oldukları mertebeye ulaşamazlardı, îşte Hazret-i

Mevlâna’yı ve ona rehberlik eden büyük Mutasavvıf Şems-i

Tebrizî Hazretlerini bizler bu duygu ve ışık altında tetkik edecek

olursak, kendilerini daha iyi anlamış ve gitmiş oldukları manevî

yoldan, ilim ve feyizlerinden lâyıkı ile faydalanmış bulunuruz.

Hiç bir evlâda ve hiç bir müride nasip olmayan duygu ve

heyecanla Hazret-i Mevlâna, Şems-i Tebrizî Hazretlerini dile

getirmiş, O’nun yüce vasıflarını ciltleri ihtiva eden (Divanı

Kebir’in) de durup dinlenmeden şerh etmiştir. Bunun aksini

düşünmek Hazret-i Mevlâna’yı büyültmediği gibi, O’nun en çok

sevdiği, âlemleri aydınlatan güneşini de, küçük göstermeğe

çalışmakla, affedilmesi imkânsız bir hata yapmış ve feyizlerinden

nasip alamadığımızı anlatmış oluruz ki, bu düşüncede olanlar için

Page 28: Aranılan sevgili

28

kâfi cezadır sanırım. Resûlullah Efendimiz son veda Haccında:

«Ey, Ashabım ve Ümmetim! Sizlere iki şey emanet ediyorum,

bunlardan birincisi Ehlibeytim, ikincisi Kur’am Kerim’dir. Kim Ehli

Beyt’ime sarılır, Kur’anın gösterdiği yoldan giderse, dünya ve

ahiret saadetine ulaşır. Kur’an sizin için en güzel bir kanun ve en

güzel bir yol göstericidir. Halledemediğiniz hususlarda Kur’anın

emrine uyunuz, Kur’anın rehberliği altında yaşayınız.»

Buyurmuşlar ve müslümanların doğru yolda, selâmet içerisinde

gidebilmeleri için de Kur’anın ahkâmına uymaları emredilmiştir.

Bu kitaptan ilham alan Hazret-i Mevlâna’da «Benden sonra size

doğru yolu, hakikat yolunu gösterecek eserlerimi ve Mesnevî’yi

Şerifi bıraktım. Mesnevî’yi Şerif hakikat yollarında gidebilmeniz

için size mürşidlik edecektir» buyurmuşlar ve bugün bir çok

kimseler bu tavsiyedeki gizli mânayı anlamadan yalnız Mesnevî’yi

Şerifi okumakla irşad olup, ilâhî duygularla aydınlanmağa

çalışmaktadırlar ki kanaatımızca, yanlış bir yol tutmuş, Hak ve

hakikati kendi bilgi ve zanlarıyla gölgelemiş olurlar. Çünkü, en

basit bir kitabı dahi okurken nasıl bir öğretmene, bir rehbere

ihtiyaç varsa, rumuzlarla dolu Mesnevî’yi Şerifi okumak ve

anlamak için de aynı şekilde bir öğretmene veya yol göstericiye

mutlaka ihtiyaç vardır. Eğer yalnız kitap okumakla Hak ve Hakikat

yolları aydınlanmış olsa idi, devri Âdem’ den bu güne kadar bir

insana, bir rehbere, bir yol göstericiye ihtiyaç hissedilmez ve

insanlar karanlıklardan kurtulup, nurlu bir âleme kavuşabilirlerdi.

Resûlullah Efendimiz Kur’anı Kerim’i insanlara rehber olarak

bırakmış ve yolunuzu bununla aydınlatın buyurmuşlar, sebebi :

Kur’an İnsan-ı Kâmile nasıl ulaşılacağını, İnsan-ı Kâmilin

vasıflarını, her iki alemin de insanla nurlanıp, aydınlanacağım ve

Page 29: Aranılan sevgili

29

bunun için de insana gerek maddî, gerek manevî cephesi ile

ehemmiyet verilmesi icap ettiğini anlatıp, bizlere duyurmak

içindir, îşte Hazret-i Mevlâna da Mesnevî’yi Şerifi, Hak ve hakikat

yolunda giden ve gitmek istiyen insanlara, herşeyden evvel insanı

kâmili gösterip, tanıttığı için sağlık vermiş, sizin yolunuza ışık

tutacak, nur saçacak insanı . Kâmilin vasıflarını Mesnevî’yi

Şeriften öğrenin ki, ancak o sizin Hakk’a vuslatınızı temin

edebilir, ilâhî aşka, ilme ve feyze ancak onunla ulaşabilirsiniz

demiş ve Mesnevî’yi Şerifte türlü rumuzlarla bu gerçeğe işaret

etmişlerdir.

Demek oluyor ki Mesnevî’yi Şerifi okumamız, bizlerin doğrudan

doğruya irşad edilmemiz için değil, bir insanı kâmili bulup, onun

rehberliği altında bu ilâhî duygulara ulaşabilmemiz için tavsiye

edilmiştir.

Önümüzde yalnız Mesnevî’yi Şerifi okumakla yetiştiğini iddia

eden kimselerle, Mesnevî’yi Şerifin tarif ettiği insanı kâmil vasıtası

ile yetişenlerin canlı misâllerini görmek ve aradaki muazzam farkı

müşahede etmek her zaman mümkündür. Cümle Peygamberlerin

ve Evliyaullahın sözlerini ve eserlerini anlamak için onların vâkıf

olduğu ilm-î Ledün’nü bilmek, görmüş oldukları manevî makam

ve mertebelerinden haberdar olmak lâzımdır ki, Hazret-i Mevlâna

da bunlardan birisi olup, eserlerini rumuzu Enbiya sırrı ile kaleme

almış ve ehli tarafından lâyıkı ile de anlaşılabilmesi için rumuzu

Enbiyanın tahsilini arzu edip, yakınlarına tavsiye etmiştir. 32

Şems-i Tebrizî Hazretlerinden kâinat kitabını okuyan Hazret-i

Mevlâna da, aynı duygular ve metodlarla yetişmiş, senelerdir

okuduğu kitapların ve eserlerin mânasını Şems-i Tebrizî

Page 30: Aranılan sevgili

30

Hazretlerinin şahsında bulup, çözmüş ve bu ilâhî duygularla

yazılmış kitapların bilhassa işaret edip, arzu ettikleri netice

Hazret-i Mevlâna’nın Şems-i Tebrizî Hazretleri ile buluşup,

evvelce dört elle sarıldığı kitaplarının havuza atılması ile

tahakkuk etmiş ve Hazret-i Mevlâna bundan sonra nefsinin ve

kâinatın kitabını okuyarak aradığına vâsıl olmuştur, işte bunun

içindir ki Hazret-i Mevlâna bizlere Mesnevî’sini tavsiye etmiş ve

onun mânasında gizli bulunan insanı kâmili aramamız için

rehberlik etmiştir. Çünkü O, hakikî aşka ve vuslata Şems-i Tebrizî

Hazretlerinin şahsında kavuşmuş ve bizlere bu duygularını

(Divanı Kebir’inde): «Şems-i Tebrizî’nin güneşi ile birleştiğim

zaman Canım sevinç içindedir.» diye taddırmağa çalışmış ve

«Tebrizli Şemsül Hak, her âşıkının gönlünü tâ Sultanının

huzuruna kadar götürür» sözleri ile anlatmak istediğimiz hakikî

mânayı bizlere daha açık olarak duyurmuşlardır.

Hak ve hakikat yollarında gidenler için kendi şahıslarına

malettikleri ilim dahi perde olmakta ve arzu ettikleri menzile

vuslatı imkânsız hale getirmektedir.

Şems-i Tebrizî Hazretlerinden ilmi zahir bakımından kat kat

üstün olan Hazret-i Mevlâna Şems-i Tebrizî Hazretleri ile

karşılaşınca, tahsil etmiş olduğu ilimlerden bahsedip, kendisinin

devrinin en büyük âlimi olduğunu İleri sürecek olsa idi,

karşımızda, bugün hürmetle eğildiğimiz Hazret-i Mevlâna’yı

bulamaz ve ondan tecellî eden bir çok lütuf ve feyizlere nail

olamazdık. O, Şems-i Tebrizî Hazretleri ile karşılaşınca bilgisi ve

ilmi ile değil, (Divanı Kebir’in) de yazmış olduğu «Ey Tebrizli

Şems! Himmet et de ben sende daha çok yok olayım ve sana olan

Page 31: Aranılan sevgili

31

hayranlığım daha çok artsın» diyerek Şems-i Tebrizî Hazretlerinin

gerçek varlığı karşısında yokluğunu anlamış ve bu idrâk ile de en

büyük lûtfa ve himmete nail olmuşlardır. 34

Hak yolunda giden ve hakk’ı tahsil edenlerin aşmaları icap eden

en büyük merhale yokluklarını idrâk ile başlar ki, her saha da

yokluğa ulaşan kimse hakikatte gerçek varlığa kavuşmuş olur.

Şems-i Tebrizî Hazretlerinin varlığında yokluğunu idrâk edip,

hakikat Şems-ine mazhar olan Hazret-i Mevlâna, işte bu

duygularla saman çöpünün kehribara sarıldığı gibi Şems-i Tebrizî

Hazretlerine sarılmış ve bu teslimiyetinin mükâfatım elde etmiş

olduğu ilim, feyz ve aşkta bulmuştur.

Öldükten sonra elinden tutacak olan aşk ilmini tahsil eden

Hazret-i Mevlâna gönül kitabının sayfalarını, ebediyen hatırından

çıkmıyacak şekilde Şems-i Tebrizî Hazretlerinden okumuş ve

ruhunu bu manâlar ile birleştirip, kâinatın yüzündeki hicap

perdelerini pervasızca kaldırmış ve manevî hürriyete susamış

Tanrı aşıklarının Mevlâsı olmuştur.

Daha evvelce de arz ettiğim gibi Hazret-i Mevlâna bu lûtfa,

kendisinde mevcut ilâhî cevherin meydana çıkmasında büyük

hizmet ve himmetleri bulunan Şems-i Tebrizî Hazretleri

karşısında yok olmayı ve yokluğunu idrâk etmeyi bildiği zaman

erişmiş ve bunu her türlü haliyle gösterip, canlı misâller ile

şahsında tahakkuk ettiğini isbat etmiştir. Bir gün Şems-i Tebrizî

Hazretleri Medresede: «Her kim Peygamberi görmek istiyorsa

Mevlâna’ya baksın. Peygamberlerin karakteri, huyu ahlâkı ve iç

temizliği ve Tanrı erlerinin rızasına bağlılık kendisinde mevcut

olup, bugün Cennet, Mevlâna’nın rızasında, Cehennem

Page 32: Aranılan sevgili

32

gazabında tecelli etmiş ve Hazret-i Mevlâna Cennete anahtar

olmuştur. Yeryüzünde O’nun benzeri olmayıp, ister usûl, ister

fürû, ister Nahiv, ister Mantık olsun, bütün fenler de en üstün

seviyeye ulaşmış ve bu fenleri nerbabı ile boy ölçüşe bilecek bir

kudrete sahip olduğunu yaşanmış hadiselerle göstermiştir. Bu

hususta o, onlardan daha iyi ve daha zevki selim sahibidir. Eğer

ben, akılla yüz sene çalışsam, O’nun ilim ve hünerinin onda birini

dahi elde edemem. Fakat O, lûtfunun olgunluğundan ötürü

benim yanımda onları bilmiyor gibi gözüküyor.» diyerek Hazret-i

Mevlâna’nın bu yoldaki büyüklüğünü anlatırken, yine O’nun

manâyı maddeye nasıl tercih ettiğini bizlere duyurmuş oluyorlar.

Şüphesiz ki her şeyin mevcudiyeti, o şeyin taşımış olduğu manâyı

anlatabilmek için zahir olmuştur. Madde den murad manâdır.

Bizler manaya nekadar sırtımızı dönersek dönelim; bu nizamı

âlem yine hükmünü icra edecek, maddeler manaları haykırarak

bir nehir gibi Önümüzden akıp gideceklerdir.

Nitekim senelerin yetiştirdiği ve zuhur eden tecellilerle, kendinde

mevcut cevherlerin zamanı gelince meydana çıktığı Hazret-i

Mevlâna da, görmüş, duymuş, ve okumuş olduğu maddelerin

sırrını ve manâsını, Şems-i Tebrizî Hazretlerinin şahsında

kemaliyle bulmuş ve sonsuz saadetler bahşeden bu gerçekler

karşısında hiç tereddüt etmeden her türlü maddi bilgisi ve

varlığıyla diz çökmesini bilmiş, kıymetli varlığına bir yenisini,

belki de en yücesini ilâve etmenin bahtiyarlığına erişmiştir.

Rivayet ederler ki: Bir gün Hazret-i Mevlâna Şam’da gezerlerken,

kalabalık arasında siyah giyinmiş, başında bir külah bulunan ve

bu acayip haliyle dolaşan bir şahısla, karşılaşmışlar ve bu şahıs

Page 33: Aranılan sevgili

33

Hazret-i Mevlâna’nın yanına gelince : «Dünyanın sarrafı beni

anla» deyip, oradan uzaklaşmış ve sonradan halkın arasına

karışıp gözden kaybolan bu şahsın Şems-i Tebrizî Hazretleri

olduğu anlaşılmıştır, işte senelerce evvel bu tohum 1244 senesi

23 Ekiminde Şems-i Tebrizî Hazretleri ile Hazret-i Mevlâna

buluşunca filizlenmiş, o gün duyulan arzu, bu gün yerini bularak

Dünyanın sarrafı olan Hazret-i Mevlâna kendine ayna olan Şems-i

Tebrizî Hazretlerini lâyıkı ile anlamışlar ve «Eğer babam birkaç

sene daha yaşasaydı ve ben kendisinden lâyıkı ile faydalanıp

ırşad olsaydım, yine Şems-i Tebrizî Hazretlerine muhtaç

olacaktım» diyerek, kendisinde sayısız lûtufların tecellisi’ne

sebep olan, Şems-i Tebrizî Hazretlerine lâyık olduğu itibarı

göstermişler ve Şems-i Tebrizî Hazretlerinin yüce kadrini cihana

ilân etmişlerdir.

Şems-i Tabrizî Hazretleri Hazret-i Mevlâna için büyük bir mana

taşımakta, âşık ve maşuk birbirlerine lâyık oldukları itibar ve

ihtimamı göstermekte adeta yarış etmekte idiler. Rivayet ederler

ki: Bir gün Şems-i Tebrizî Hazretleri Cenabı Hakk’a «Ya Rabbi

Kendi örtülü olan sevgililerinden birini bana göstermeni

istiyorum.» diye arzu edince, Cenabı Hak: «istediğin gibi herkesin

gözünden saklı, güzel ve mağfirete nail olmuş kimse Belh’li

Sultaül Ulema Bahâ Veled’in oğludur» diye cevap vermiş ve Şems-

i Tebrizî Hazretleri O’nun yüzünü görmek isteyince, Cenabı Hak:

«Öyle ise şükrâne olarak ne verirsin?» buyurmuşlar ve Şems-i

Tebrizî Hazretleri de: «Başımı veririm, çünkü başımdan başka bir

şeyim yoktur» demiş ve bunun üzerine Şems-i Tebrizî

Hazretlerine Cenabı Hak’tan: «Maksadına ve istediğin şeye

ulaşman için RÛM diyarına git» diye ilham gelmiş ve bu ilham

Page 34: Aranılan sevgili

34

kendisini diyar, diyar gezdirerek Hazret-i Mevlâna’nm bulunduğu

Konya’ya ulaştırıp iki sevgilinin birleşmesinde yardımcı olmuştur.

Şekerciler Hanına inen Hazret-i Şems, bir oda kiralayıp tıpkı

zamanın tüccarları gibi odasının kapısına kıymetli bir kilit asıp

anahta rını da boynuna takarak çarşıda bu şekilde dolaşmağa

başlamış ve bu hareketi ilede, kendisinin aşk ve manevî ilimler

tüccarı olduğunu ilân etmek istemiştir.

İşte bu hazırlıklar ve arzular içerisinde birbirini arayan âşık ile

maşuk’un buluşmaları, cihan şümul bir hadise olmuş ve iki gönül

sultanının birleşmesi ile kâinatın sırları çözülmeğe başlamıştır. İlk

buluştukları an kırk gün bir hücrede kalan iki âşık, kısa zamanda

mekân ve zaman kayıtlarından kurtulmanın, ebediyen hürriyete

kavuşmanın lûtfuna erişince, o andan itibaren medresede ders

vermeği, mimberlerde va’zetmeği, yüksek makamlara geçip

oturmağı terketmiş ve «Yerim bütün ediplerin makamlarından

yüce idi defterlerimi kitaplarımı terkettim, elimdeki kalemleri

kırıp attım. Şems-in gelişi ile ruh sahifeleri üzerindeki yazıları ve

sırları okumağa başladım.» diyerek şahsındaki değişiklikleri bu

güzel ifadelerle bizlere duyurmuşlardır.

Hakk’a talip olan kişilerin yapmış oldukları seyyahatlerden,

seferlerden ve okumuş oldukları kitaplardan nıurad ticaret

yapmak ve servet edinmek olmayıp, arifleri, ulu kişileri ve Hakk’a

ermişleri bulmaktır. Çünkü elden ele devredilen bu hakikat

meş’alesi, akıllardan kitaplar üzerine değil, gönüllerden,

gönüllere aktarılmış, bu ilâhî emanet her zaman ve her devirde

ehline verilerek, varlığına hiçbir halel getirilmeden zamanımıza

kadar ulaştı rılmış ve bu âlem o âşıkların ruhaniyetleri ile

Page 35: Aranılan sevgili

35

karanlıklardan kurtulup nura kavuşmanın şerefine nail olmuştur.

38

Kâinatın sırrı ve zübdesi olan insanı, Cenabı Hak Zatında mevcut

yüce sıfatlar ile tezyin edip, kıymetlendirdiği gibi, bu mülke

hakimiyetimde yine insanla mümkün kılmış ve insanların

Efendisi, âlemlerin iftiharı Muhammed Mustafa Sallallahu Aleyhi

Vesellem’i Zatına mir’ad edinmekle insanlar üzerindeki hakkının

büyüklüğünü ifade ederek, bizleri aklımızın ve mantığımızın

kabul edemiyeceği bir şekilde şereflendirmiştir.

İşte bu lûtfa erişen Şems-i Tebrizî Hazretleri ve Hazret-i Mevlâna

da, bu vuslat ile aynı duygu ve heyecanları yaşayıp, bizlere

ulaşmasına vesile olmuşlardır.

Hazret-i Mevlâna’ya, Karatay Medresesinin açılış merasiminde

baş köşe neresidir diye bir suâl sorulmuş ve Hazret-i Mevlâna bu

suâle: «Âşıkların baş köşesi Dostun kucağıdır» diyerek, yerinden

kalkıp ayakkabılığın yanında oturan Şems-i Tebrizî Hazretlerinin

yanına oturmuşlar ve bu olayla Şems-i Tebrizî Hazretlerinin

yüceliğini ve Dost’un varlığına mazhariyetini Konya’lılara ve orada

hazır bulunan âlim ve bilginlere adeta tanıtmak, duyurmak

istemişlerdir.

Şems-i Tebrizî Hazretlerinin şahsında aşkın, cezbenin ve vecdin

kaynağı haline gelen Hazret-i Mevlâna, dostları ve yakınları ile

yapmış olduğu sohbet ve toplantılarda bu heyecanını

Sema’yaparak dile getirmiş ve sema’ Hazret-i Mevlâna’nm

manevî hayatında büyük bir yer işgal etmiş bulunmaktadır.

Önceleri şekil ve kayıtlardan azade olarak yapılan sema’,

Page 36: Aranılan sevgili

36

sonraları ve bilhassa Oğlu Sultan Veled Hazretlerinden sonra, bir

zaptı rapt altına alınarak manevî duyguların ifadesi ve rumuzu

haline getirilip, başlı bağına bir ilim ve bir irfaniyet mevzu’u

olarak karşımıza çıkmış âşıkları ve talipleri hem şekil ve hem de

manâsı ile arzın ve cismin dar kabından, aklın kayıtlarından

kurtararak, Semanın ulvi âlemine yükseltip, aşkın bahşettiği yüce

mertebelere ulaşmanın imkânlarım sağlamıştır.

Sema’, Hakk’ın varlığı karşısında yokluğumuzu idrâk ederek,

fâniyi bakîye verip, mekân âleminden, mekânsızlık âlemine

yükselmektir. Sema’, beşeriyet libasından soyunup, tenleri nur’a

çevirmek, arzın dar ve süflî düşüncelerinden sıyrılıp, yedi kat

göklerin ûlvîyyetine huruç etmektir.

Sema’, «Ölmeden evvel ölmek» ve Hak ile dirilmek, noktai sırrı

vahdet, Kenzi Ahmed, Nur’i Muhammed, Kelâmı Hak ve rumuzu

Kur’andır.

Sema’, yokluk âleminden varlık âlemine geçiş, benliği terk edip

Hakk’ı seçiş, âlemi Nasud’dan âlemi Melekûta, âlemi Melekûttan

âlemi Ceberûta, âlemi Ceberuttan âlemi Lâhûta yükseliştir.

Sema’, Besmeleyi sırrı hakikat, Fatihayı kenzi sırat, «Sümme dena

fetedellâ fe kâne kabe kavseyn ev edna» sırrına vasıl olup, gökler

âlemini yer yüzünde seyrediştir.

Sema’, âşıkın maşuka teslimiyeti, pervaneler gibi şulei aşkta

yanışı, Hak nuruna boyanış,, sırrı Mi’raç, nefsin yakasından tutup

ruhun arkasından götürüş, halktan Hakk’a, Hak’tan halk’a sefer

edip, Dost’a yine Dost ile vuslat imkânını bahşeden sırrı Tevhid

Page 37: Aranılan sevgili

37

ve Nur’u Muhammed’dir. 40

Şems-i Tebrizî Hazretlerinden almış olduğu bir kıvılcım ile bu

coşkunluğa erişen Hazret-i Mevlâna, tarifi imkânsız olan bu aşkın

potasında erimiş «Hamdım yandım, piştim oldum» diyerek

manevî hayatının seyrim bu kısa sözlerle bize anlatıp, Hak

yolunda gitmek istiyen âşıkların yoluna ışık tutmuş, hakikat

Şems-inin karşısında yanarak pişmenin ve olgunlaşmanın ne

demek olduğunu bizlere göstermişlerdir.

Hiç bir devirde ve yerde Peygamberler hariç, Cenabı Hakk’a vuslat

doğrudan doğruya tecelli etmemiş, ancak bu imkân âşıklara yine

bir insan vasıtası ile nasip olmuş ve cümle islâm Evliyası bu lûtfa

kendilerinden evvel gelen insanı Kâmillerin rehberliği altında

erişmişlerdir. Hazret-i Mevlâna’nın manevî hayatına ışık tutan bu

insanı Kâmiller başta babası olmak şartıyla kendilerine düşen

vazifeleri yapmışlar ve Hazret-i Mevlâna’nın yetişmesinde

ellerindeki bütün imkânları kullanarak kendisine faydalı olmağa

çalışmışlar ve bu hizmet enson Şems-i Tebrizî Hazretleri ile

tamamlanarak, dünyanın feyiz ve ışık aldığı Hazret-i Mevlâna’nm

yetişmesi sağlanmış ve âşıkların Kâbesi unvanına lâyık bir

şekilde, etrafındakilere, ilmi hakikat, feyiz, aşk ve cezbe saçan bir

kaynak haline gelmişlerdir. Bîlinmiyen bir ülkede elinde hiç bir

imkân bulunmayan bir insanın seyyahati nekadar tehlikeli ve

korkunç ise, rehbersiz olarak maneviyat ülkesini seyir ve

müşahadeye çıkmakta aynı şekilde korkunç ve tehlikelidir. Çünkü

insan aklının ve zanlarının mahkûmudur. Âkıl ve zan ise daima

tehlikeli olup, sahibim her an felâketin kucağına sürüklemekten

uzak kalmaz. Aslında mahlûkatın sayısınca Hakk’a giden yol

Page 38: Aranılan sevgili

38

mevcut olup. taunun keyfiyetini ve nedenini, bir kâmil vasıtası ile

yokluğunu idrâk edip, Hakikatte Hakk’ın varlığına ulaşandan

başkası bilemez ve sevgiliye kavuşmanın zevkini nefsinde

duyamıyacağı için, Hazret-i Mevlâna bizlere: «Bir Pîre nıürid ol;

zira Pîr’siz bu sefer çok âfet, korku ve tehlike ile doludur. Bu

genç olan bahtıma pîr adım vermişim. Çünkü o galerin gelip

geçmesi ile değil, Tanrı tarafından pîr olmuştur. O, bu dünyada

zamanın pîri değil, doğru yolun piridir.» diyerek, içinde ilâhî

aşkın harekete geçip, kaynaştığı gerçek âşıklara, sıratı müstakim

kervanına katılıp, kervancı başının rehberliği altında yollarına

devam etmelerini tavsiye etmişlerdir,

İşte Hazret-i Mevlâna’da bu duygu ve metodla yetişmiş, hiç bir

zaman mürşidsiz ve rehbersiz kalmıyarak, ilâhî varlığını gönülden

gönüle aktarıp, kıymetli ellerde ihtimamla yetiştirilmiş ve en son

karargâhım Şems-i Tebrizî Hazretlerinin gönlünde kurarak,

kâinatın esrarını gizliyen son perdeyide kaldırmış, vuslatı Canan

ve müşahedeyi Cemalullaha vâsıl olmuşlardır. Onların hâllerinden

ve duygularından haberdar olup, saçmış oldukları manâ

incilerinden bir gerdanlık dizip, gönlümüze asmak istiyorsak

onlar gibi bu aşk meydanına atılıp, pervaneler gibi yanmamız,

bizleri aydınlatırken eriyen bir mumu kendimize rehber edinip,

O’nun varlığında yokluğumuzu idrâk etmemiz lâzımdır. Sevgili

her zaman karşımızda, aradığımız bizimle beraber, fakat bize

bunu duyurup, «Kuntu kenz’in» sırlarını açıklıyacak rehber

nerede? Hakkı bulmak kolaydır fakat Hakk’ın tecellisine mazhar

insanı bulmak zordur.

işte Hazret-i Mevlâna, Şems-i Tebrizî Hazretlerinin şahsında

Page 39: Aranılan sevgili

39

Hakk’ı bulmuş ve aradığı sevgilinin nişanlarına Şems-i Tebrizî

Hazretlerinin varlığında rastlayınca tereddüt etmeden bütün

mevcudiyeti ile teslim olmanın örneğini vermiş, Hak âşıklarına

gerçek bir misâl olmanın bahtiyarlığına erişmiştir. Kıymetli

eserlerinden biri olan (Divanı Kebir) ini okuyunca şaşırıp, hayrete

dügmemek elde değildir. Çünkü Hazret-i Mevlâna bu eserinde

âlemlerin Rab’bınımı vasfediyor, yoksa Şems-i Tebrizî

Hazretlerini mi anlattığını idrâk edip içinden çıkmak mümkün

değildir. Bu yüce vasıfları bir kulun üzerinde düşünüp tahayyül

etmek aklın ve mantığın dar kabına asla sığmaz ve bu hâl ancak

âşıkların idrâkine yakışan bir tasvir olup, gerçek aşk ve bu ilâhî

duygular, mürşidine bu ışık ve düşünceler altında teslim olanlar

için mümkündür.

Hangi âşık vardır ki maşukunun varlığında eriyip yok olmasın ve

yine hangi insan vardır ki sevgilinin arzu ve emirlerine teslim

olmadan âşıklık iddiasında bulunabilsin.

Hazret-i Mevlâna manevî susuzluğunu Şems-i Tebrizî

Hazretlerinin vahdet deryasından giderip, O’na lâyıkı ile teslim

olmuş ve «Ey Tebrizli Şems-i Hak canım, aşkının izinde,

denizdeki gemiler gibi ayaksız koşuyor.» diyerek âşıkların maşuk

peşinde nasıl koştuklarının en güzel misâlini vermişlerdir.

1244 senesi 23 Ekim günü seher vakti doğan bu ilâhî aşkın; âşık

ve maşukunu buraya kadar anlatmağa, birbirlerine olan inanç,

sevgi ve teslimiyetlerinden bahsedip, heyecanımın ve arzularımın

tesiri ile aynı duyguları, aynı kelimeleri, aynı cümleleri ve aynı

ifade tarzlarını sık sık kullanarak, Şems-i Tebrizî Hazretleri ile

Hazret-i Mevlâna’nın aşkını ve bağlılıklarını kendi imkânlarım ile

Page 40: Aranılan sevgili

40

dile getirmiş bulunuyorum. Aslında bu duyguları anlatıp, yazmak,

maneviyat âleminin ufkunda parlıyan bu iki kıymetli varlığı

vasfetmek mümkün değildir. Kendileri dahi bu noktaya azamî

dikkat sarf etmişler ve o kıymetli eserlerini şekil bakımından açık,

fakat manâ bakımından kapalı bir ifade ile bizlere duyurmuşlar ve

bu sırların çözülmesi için de her şeyden evvel bir rehberin şart

olduğunu ileri sürmüşlerdir. Belki sizler, buna ne lüzum vardır

diyeceksiniz; fakat şunu unutmuyalım ki: Cenabı Hak, hiç bir

varlığım ve tecellisini bir diğerinin aynı olarak yaratmadığı gibi,

akıl, istidat ve idrâklerini de aynı ölçüde halk etmemiştir. Ayrı ayrı

görünüş ve istidatlara sahip olan kimseleri, rehbersiz bir fikir

veya konu üzerinde birleştirmek nasıl mümkün değilse, varlığı,

birliğe bağlı olan Cenabı Hakk’ı idrâk edip, kendisine vuslatı

imkân haline getirmekte böylece mümkün değildir. Bu sır, bir

emaneti ilâhîye olup, ehlinden başkasına verilmesi uygun

görülmediğinden, arzu eden taliplerin bir mürşidden veya.

rehberden Hak ilmini tahsil edip, Sevgilinin varlığına her iki

âlemde de kavuşabilme İmkânları ancak bu hüküm ile

sağlanabilmiş ve Resûlullah Efendimizin zamanı saadetlerinden

bu güne kadar, Kâinatı aydınlatıp, nur’a gark eden hakikat

meş’alesi insanı Kâmiller vasıtasıyla elden ele, gönülden gönüle

devredilerek zamanımıza kadar noksansız bîr şekilde gelmiş ve

Hakk’a talip olan kimselere her şeyden evvel kendilerine bu

sahada ‘faydalı olabilecek bir mürşid veya rehber bulmaları

bildirilmiştir.

Hazret-i Mevlâna da: Beni anlamak, beni bulmak, beni ziyaret

etmek istiyorsanız» «Vefatımdan sonra bizi toprakta aramayın,

bizim kabrimiz ariflerin sinelerindedir.» diyerek manevî tevazu’un

Page 41: Aranılan sevgili

41

en güzel örneğini verirken, kendinden sonra gelen âşıklara,

duygularının ve hakikatinin nereden öğrenilip, tahsil

edilebileceğini de duyurmuş oluyorlar, îşte bu bakımdan Hazret-i

Mevlâna’yı ve duygularını öğrenmek, onların yolunda gidip

aşklarına müptelâ olmak istiyen kimselere, kitaplarını değil,

sinesinde O’nun, duyup yaşamış olduğu gerçekleri taşıyan,

kıymetli arifleri ve insanı kâmilleri tavsiye eder, Şems-i Tebrizî

Hazretlerinin Hazret-i Mevlâna’ya bahşetmiş olduğu bu ilâhî aşka

kısa yoldan vâsıl olmalarını temenni ederim.

Bu duygulara ulaşmak bir şeyhlik ve tarikat mevzu’u değildir. Bu

bir aşk ve arzu işi olup, herkesin önünde hürmetle eğileceği bir

ilim mevzu’udur. Bu ilim hiç bir kimsenin inhisarında olmayıp,

Cenabı Hakk’ın tahsis ve lûtfuna bağlı bulunmakta ve dilediğine

ihsan etmektedir, işte bunun için dir ki sözlerimiz arayıcısına ve

taliplere hitap etmekte, merak saikası ile dahi olsa Hazret-i

Mevlâna’yı öğrenmek ve anlamak istiyenlere, Hazret-i

Mevlâna’nın kıymetli eserlerindeki satırları değil Hazret-i

Mevlâna’yı sinesinde taşıyan ariflerin sabırlarını gösterir, canlı

Mesnevilere ve Divanı Kebirlere baş vurmalarını arzu ve temenni

ederim.

Hazret-i Mevlâna’daki bu haslet, Şems-i Tebrizi Hazretlerini

abideleştirip yüceltirken, Hazret-i Mevlâna’yıda, Mevlâ yapıp

ilâhlaştırmış., nice Hakk’a talip kişiler O’nun varlığında Hakk’a

vuslat imkânım bulup, sonsuz lûtuflara nail olmuşlardır. Çünkü

Hazret-i Mevlâna «Biz Mansur’un Enel Hak demesinden ve dar

ağacına çekilmesinden çok evvel ruh âleminin Bağdadında Enel

Hak demişlerdeniz » diyerek vahdet yüzüne çekilmiş perdeleri,

Page 42: Aranılan sevgili

42

pervasızca yırtan gerçeklerden birisidir. Hak yolunda giden hiç

bir âşık yoktur ki,., etrafına nur ve feyiz saçmasın ve bulunduğu

cemiyet onun maddî ve manevî varlığından istifade etmiş

olmasın. Onlar bu âleme Cenabı Hakk’ın rahmet ve lütuf

kapılarım açmak, yaşamış oldukları devirlere huzur ve saadet

bahşetmek için gelmiş mutlu kişiler olup, güzelinden çirkinine,

zengininden fakirine, padişahından kölesine kadar, her insana

ebedî hayatın müjdesini ve saadetini ulaştırmış, bu fanî âlemin

ızdıraplarını ortadan kaldırıp gönülleri sevgilinin aşkıyla

doldurarak mestliğin ve neş’enin kaynağı haline getirmişlerdir.

Onların bastığı toprak cevher, gezdiği yurtlar mamur, girdiği

gönüller şad olup, aşkla dolmuş, Cenabı Hakk’ın saltanatını

payidar etmişlerdir. «Bana kul olan saadet mülküne ulaşır. Kim

benim kapıma gelirse, dünya ve ahîretin şahı olur.» diyen Hazret-

i Mevlâna, ardına düşen Hak âşıklarını yedi iklim ötedeki ebedîlik

diyarına ulaştırmış, Dost varlığına erişip, vuslat ile

şereflendirmiştir.

işte bu duyguların, feyiz ve aşkların taşıp kaynadığı günler, aylar

ve yıllar gelip geçmiş, Hazret-i Mevlâna ufkunda bir ilâhî nur

olarak doğan Şems-i Tebrizî Hazretlerinin zevk olarak, manâ

olarak yaşadığı beka âlemine yolcu etmiş, kısa zamanda

kendisine feyizler ,,nurlar saçan ve ilâhî aşkın tecellisinde hizmet

eden sevgilisini madde olarak toprağın bağrına verirken, mânâ

olarak bedenine, gönlüne, kalbine yerleştirmiş, Hakk’m sıfatlarını

şahsında gördüğü Şems-i Tebriz! Hazretlerine kendi varlığını

eşsiz bir türbe yapıp, âşıkların gönlünde kıyamete kadar yaşamak

üzere kalpten, kalbe akıp gitmişler ve «Müminler ölmez, darı

fenadan, dan bekaya intikâl ederler» Hadîsi Şerifine mazhar

Page 43: Aranılan sevgili

43

olmuşlardır.

1247 senesi Aralık ayının 5 nci günü şehitlik rütbesine ulaşan,

Şems-i Tebrizî Hazretlerinin şehadeti, Hazret-i Mevlâna üzerinde

büyük bir tesir bırakmış, Cemali ilâhînin vahdet yüzünü Kemaliyle

müşahede ettiği maşukunu, maddeten kaybetmenin üzüntü ve

heyecanı ile feryad edip, gerçek âşıklar yanında, mürşidin

kıymetli varlığını maddeten kaybetmenin ne demek olduğunu

kâinata anlatmak istercesine yollara düşmüştür. Çünkü yer

yüzünde, Dostla beraber olmaktan güzel birşey bulunmadığı gibi,

dünyada O’ndan uzak kalmak kadar da üzülecek bir şey yoktur.

İşte Hazret-i Mevlâna’nın üzüntü ve heyecanı bu ayrılıktan dolayı

meydana gelmiş, kâinatı seyir ve müşahede ettiği aynası, yine

kâinatta sır olup, Hazret-i Mevlâna, sevgili Mürşidini kendinde ve

Onsekiz bin âlemde, seyir ve müşahede etmenin zamanı geldiğini

hatırlatan ilâhî bir duygunun tesiri ile yollara düşerek

mecrasından taşan bir ırmak gibibi sevgilinin gezip, dolaştığı

ülkelere doğru akıp gitmiş, uğradığı her memlekette Dost

kokusunu alabİlirmîyim diye ümid ettikleri ile konuşarak, Hak

yolunda giden her kervanın önüne geçmiş, sevgilisinin nişanlarını

anlatıp haberler almak istemiştir. Tebriz’in temiz ve pak

elbisesine bürünerek, vahdet ve manâ âleminden gelen dinin

Şems-i, Hazret-i Mevlâna’nın benliğini o şekilde kaplayıp istilâ

etmiş ki, her zerresinden ayrı bir Şems-i Hak nidası yükselmiş ve

bu ilâhî aşkın yaptığı tesiri Hazret-i Mevlâna’nın üzerinde

görenler, bu nasıl aşktır diyerek hayrette kalıp, kendilerini bu

sonsuz heyecanın içerisinde bulmuşlardır.

Cenabı Hakk’m «Yer yüzünde lâyıkı ile Allah diyen bir kişi

Page 44: Aranılan sevgili

44

bulunduğu müddetçe kıyamet kopmuyacaktır» fermanını işiten ve

bilen Hazret-i Mevlâna, bu gerçekten aldığı hız ve kuvvetle,

sevgilisini arayıp, bulmak üzere yollara düşmüş, zamanının

sahipsiz olamıyacağını kabul etmekle beraber, arayıp bulmanın

lüzumuna da inanmıştı. Şems-i Tebrizî Hazretleri bu âlemden

goçeli yerler ve gökler yasa boğulmuş, sanki gönülleri gaflet,

yeryüzünü karanlıklar kaplamıştı. Dünyada O’nun yerini tutacak

kimse yoktu, O,, aşkın ve cezbenin kaynağı, aranılanın kendisi

idi, O, surette bir kişi olarak gözükmüş, fakat, hakikâtte var olan

O’ndan başkası değildi, işte, su anda ben O’nun suretine

ağlıyorum, çünkü âlemlerde O’nun varlığının bulunduğunu, yine

O’nun suretinden duymuş, öğrenmiş ve görmüştüm.

Fakat O, bu ayrılık âleminin cefasına daha fazla tahammül

edemeyip bir yıldız gibi gözlerimizin önünden akıp gitti,

Tebriz’in pak ve temiz elbisesini soyunup gözden kayboldu.

Hayır, hayır O, gözden kaybolmadı, belki gözlerimizin arkasına

gizlenip, gözlerimizden gören, kulaklarımızdan işiten,

gönlümüzde hisseden, hayatımızda yaşayan oldu. Bilmiyenler,,,

tanımayanlar için kınında bir kılıç iken, kınından sıyrılıp âlemlere

hükmeden zülfikâr oldu, fakat benim için, dördüğum ilk andan

itibaren kınından sıyrılmış bir kılıç idi, neden kâinat kınına

saklandı, yoksa bu onların bitip tükenmeyen ilâh! âdetleri midir?

Âlem yürürken ardında yeşil otlar biten Hızırı aramakta, Sen ise

benim Hızır’ım olmuş, beni ölümsüzlük diyarına ulaştırıp, huzur

ve saadete eriştirmiştin.

Elinden yudum, yudum içtiğim âbı hayat ile ben ve bütün kâinat

Page 45: Aranılan sevgili

45

bir daha ölmemek üzere dirilmiştik. Aşkın ve sarhoşluğun

cazibesine kapılmış beraber ulaştığımız sonsuz lûtufların

şükrünü eda edip, ey sevgili, sana olan minnet hislerimi

anlatamadan ayrılıp gittin. Eğer şimdi ardından koşup seni

arıyorsam kaybettiğim için değil, yollarında gözyaşı döküp feryad

ediyorsam gafletimden dolayı sanma. Bu heyecan ve tezahürler

bambaşka bir hissin menbaından gelmekte, ister istemez

duygularınım esiri olmaktayım, beni affet, çünkü kıble namem

bozuldu, mihrabımı kaybettim. «Küfrüm iman, imanım küfür

oldu.» Şu anda kendimi kâbenin içinde buldum, ne tarafa

döneceğimi şaşırmış; döndüğüm her tarafta sana vuslat etmiş bir

hale geldim. Kâh çöllerde senin ardından gider gibi günlerce

koşuyor, kâh subaşlarında eğlenip, bağrı yanık yolculardan ve

yüce kervanlardan seni soruyorum. Nerede bir ışık görsem, orada

senin varlığım ümid edip, ardına düşüyorum. Yer yüzü bana

Tebriz kesildi, ben kâinata ışık ve nur saçan Şems-üd dînimi

arıyorum. Çünkü, Şems-üd dinsiz Tebriz’i düşünemiyorum,

Şems-üd dinsiz Tebriz bana çok karanlık geldi.

Sen yolumuzda baş verdin, biz yolların da can verirsek çok

mudur? Hem sensiz olan canın ne kıymeti var. Eğer bu gün bir

devlete eriştimse o senin lütfün ve himmetinin eseridir. Seni, hem

âlemlerden saklamak istiyor, hem de âlemlere ilân edip,

gözlerden perdeyi, gönüllerden gafleti kaldırmak arzusundayım.

Senin saltanatında Ayaz gibi ayağından çarığı, sırtından postunu

çıkartıp, sultanın mevki ve rütbelerine sahip olmak, maneviyat

libaslarını giyinip, yedi katlı sarayında salınıp dolaşmak ne güzel

şey.

Page 46: Aranılan sevgili

46

Her zerresi ayrı ve eşsiz güzelliklerle dolu bu âlemde,, Sensiz hiç

bir şeyin zevkini bulamadım. Kaf dağının ardındasın dediler,

elimden tutup beni Kaf dağının tepesine çıkarttın. Turu Sina’da

binbir kelâm konuşursun dediler, tecellî edip sine dağımı erittin,

Yakup gibi ağladım, can Yusufumun gömleğini getirdin, ismail

gibi teslim olunca Halili Rahmanım oldun, Ey canıma can verenim,

âşıka maşuk, maşuka âşık olmanın devletine Seninle eriştim. Sen

Muhammed’e Ali, Ali’ye Muhammed’sin. Belki de hem Ali, hem

Muhammedsin.

Eğer bir gün gönlümün karan kalmaz, aramızdaki perdeyi

kaldırır, Seni aradığım halde, Sana çok yakın olduğumu cihana

ilân edersem bunda benim : vebalim var mıdır? Sensiz, ne

tedbirim, ne de kararım kaldı. Okutmuş olduğun o ilâhî aşk

kitabının sahifelerini çevirdikçe, şimdi hep seni görüyor, senin

vasıflarını okuyor,, Sen hiç bir şeye benzemezken, her şeyi Sana

benzetiyorum.

Bir seher vakti maneviyat ufkumda görünen, Çin padişahının

dillere destan sırma saçlı güzeli, gel, şimdi sen nerdesîn? Gel, ey

Tebriz’in padişahlar kolunda yetişen şahini, gönüllü olarak

tuzağına düşmüş, arzulu olarak sırma saçlarına bağlanmışım. Her

seher vakti ufuklara bakıp Seni bekliyecek, her gece yollara

düşüp, yıldızlardan gittiğin diyarları soracağım.

Eğer şu âlemde bîrtek arzum varsa, o da her zaman seninle

olmak, senin hil’atler bahşeden nazarlarına hedef olup, manâ

âleminin sonsuzluklarına ulaşmaktır. Seninle olan gecelerim

gündüz, gündüzlerim gece gibi, belki Senin yanında gece ve

gündüz birleşmiş, karanlık geceler yerine, nurlu sabahlar

Page 47: Aranılan sevgili

47

doğmuştur. 50

Maneviyat âleminin sultanı, âşıkların Kâbesi Hazret-i Mevlâna, bu

ilâhi duygular ve heyecanlı tezahürler içerisinde yoluna devam

etmiş, sevgili rehberi Şamsi Tebrîzî Hazretlerinin hiç bir zaman

gurub etmiyecek olan manevî varlığını bulmak üzere ardama

düşüp,, nefsinde tahakkuk eden ilâhî gerçeklere ayna olabilecek

hakikât Şems’ini aramayı kendisine vazife edinmişti.

Bu hadise, Hak yolunda giden âşıkların geçirilmesi icap eden

seyirlerinden biri olup; onlar, ilmi Ledün, ilâhî feyiz ve yüce

himmetlerle yetiştirildikten sonra seyyahatlere çıkar, devrinin arif

ve kâmil kişileri ile görüşüp, hizmetlerinin karşılığında tecellî

eden feyiz ve irfaniyetlerinin tahakkukunu müşahede ile kalpleri

mutmain olarak yerlerine döner, aşkın ve kemalin kaynağına

ulaşmış yüce kişiler olarak etraflarına hizmet ile ışık ve feyiz

saçarlardı, işte Hazret-i Mevlâna da, Şems-i Tebrizî

Hazretlerinden almış olduğu yüce duyguların tahakkukunu

kendinde seyir ve müşahede edebilmek için, bu zamansız

ayrılıkla beraber Konya’dan çıkmış, Şems’in ışık ve feyzini aradığı

her ülkeye, sönmez bir meş’ale gibi girmiş, etrafını aydınlatıp nur

ve hay at. saçmıştır. Nice irfan sahibi kâmil kişiler Hazret-i

Mevlâna’nın cezbesine kapılmış, aşkının esiri olarak kendisine

teslim olup müridleri arasına girmişlerdir. Şems-i Tebrizî

Hazretlerini aramağa giden Hazret-i Mevlâna âlemlere Şems

olmuş, maşukunu arayan bir âşık iken, âşıklara hayat ve huzur

veren bir maşuk olmanın lûtfuna erişmiştir. 51

Fakat o, daha yolda iken nail olduğu bu lûtuflarla ikna

olmuyacak; sevgilinin gezip dolaştığı yerlere uğrayıp, dost’un

Page 48: Aranılan sevgili

48

karargâhı olan diyarı Şam’a gitmenin zahmet ve meşakkatlerine

katlanacak, sevgilisine dostluk etmiş aşıkları bulup, onlardan

Şems’in yüce aşkının ve irfaniyetinin tezahürlerini sorup,

duygularına gerçek ölçüler arıyacaktır. Gözleri ile görüp kalbi

mutmain olmak gerçeği, ariflere Hazret-i ibrahim Aleyhiselâmdan

kalmış en güzel bir inanç yoludur. Hak yolunda giden, Hakk’ı

arayan âşıklar, Cenabı Hakk’ın Hazret-i ibrahim Aleyhisselânı ile

aralarında geçen bu hadiseyi kendilerine bir ışık, bir rehber

olarak almışlar ve bütün inançlarını bu gerçeğe göre tanzim

etmişlerdir. Görerek inanmak ve iman sahibi olmak onların birinci

hasletleridir. Çünkü onlar âşıktır. Aşk ise görmekle doğar,

görmediği bir şeye âşık olduğunu iddia eden bir kimsenin aşkı,

hayâlden ileri geçemez ve hiç bir zaman da hayâlinin mahsulünü

elde edemeyip, hakikât sandığı sanlarının esiri olmuştur. Bir çok

kimse hakikat diye hayâllerinin arkasında koşmakta ve kendini

her iki âlemde de mevcudiyeti olmuyan bir zannm sevgisine

kaptırıp, zamanını israf ile gönlünü avutmağa çalışmaktadır.

Bunun en güzel misâlini Kur’anı Kerimde veren Cenabı Hak,

mealen «Ben kıyamet günü Zatımla tecellî edeceğim, bu

dünya’dan âmâ olarak gidenler orada da âmâ olarak

kalacaklarından, Zâtımı görmeğe muktedir olamadıkları için beni

inkâr edecekler ve ben sonra onların zannı üzere tecellî

edeceğim, o vakit işte bizim Allahımız budur diyecekler» Kur’anı

Kerimden Öz olarak aldığımız bu hakikât bir gerçek olup, gaflet

ve zan ilerisinde yolunu bulmak istiyenlerin halini ne güzel

anlatmakta ve bize, Zâtı ile tecellînin ehemmiyetini bildirerek,

Cemali Vahdete ulaşmamız için, zandan kaçınıp, kıyamet günü

zâtıyla tecellî edecek olan, Cenabı Hakk’ı tasdik ile gerçeğe

ulaşmamız arzu edilmektedir. 52

Page 49: Aranılan sevgili

49

îşte Hazret-i Mevlâna bu duygular ile yola çıkmış, saçının her

telinde ve mevcudiyetinin her zerresinde Şems-i Tebrizî

Hazretlerinin varlığını taşıyarak aşkın en yüce mertebesine ulaşıp,

aşk ile müşerref olarak yollara düşmüş, Hak yolunda fâni etiğı

varlığında, Baki olan sevgiliye kavuşmanın lezzetini duymuştur.

Hakk’ın güzel yüzünü görüp, aşkını teskin eden aşıklar, huzur ve

saadetin lütuf ve ikramın en güzeline nail olmuş bahtiyar

kimselerdir. Onların yanında, onların huzurunda bu sevgi ve

saadetlerinin nişanelerini görüp, kendilerinden faydalanmak,

onların duymuş olduğu engin ve manevî zevklerin içersine girip

duygu ve hislerin en güzellerini duymamak elde değildir. Nasılki

her zerre güneşin ışıklarından az veya çok nasibini alırsa, ilâhî

aşkla yanan Hak aşıklarıda bulundukları devirlerin maneviyat

güneşlerinden nasiplerini alıp, devirlerinde etraflarına nur saçan

ilim ve irfaniyet meş’aîesi olmuşlardır.

Şems-i Tebrizî Hazretlerinin Konya’ya gelişi ve Hazret-i Mevlâna

ile buluşup, hemdem olması, yeryüzünde tecellî edecek yeni bir

maneviyat güneşinin doğmasını hazırlamış ve Şems-i Tebrizî

Hazretlerinin ayrılığı, Hazret-i Mevİâna’nın kendisini bulmak

üzere yola çıkışı bu hazırlığın son merhalesini teşkil etmiştir.

Bütün mevcudiyeti ile manevî şahsiyetini kendine intikâl ettirdiği

Şems-i Tebrizî Hazretlerini başka yüzlerde ve başka tecellîlerde

arayan Hazret-i Mevlâna bir gün gelip, kendinde lâyıkı ile bulacak

ve gözleri ile görüp, gönlü mutmain olarak Konya’ya dönüp,

Konya ufuklarından, cihanı ilim, irfaniyet ve aşkı ile aydınlatan bir

maneviyat güneşi olarak doğacak; girdiği her gönülde yurd

edinip, saadet ve huzurun kaynağı haline gelip, her devirde

Page 50: Aranılan sevgili

50

âşıkların ve ariflerin buluşup, kaynaştığı, ilâhî bir makam ve

şahsiyetinin gölgesinde Hak yolcularının sohbet edip, Cennet

ağaçlarının lûtuflanm saçan Tuğba haline gelecektir. 53

Yedi yaşında iken, sabah namazlarında daima «Biz sana Kesver’i

verdik» ayetini okuyarak gözyaşı döken Hazret-i Mevlâna, Cenabı

Hakk’ın sayısız lûtuflarına nail olmuş, mücadele ederek girdiği

Hak yolunda müşahedeye erişerek, âşıklarına Kerrarı Haydarın

sakisi olduğu Kesveri sunan, ikram eden bir sultan haline

gelmiştir. Allah’a şükreden kullardan olmuyayım mı? sözüne

icabet edip gece gündüz ibadet ve hizmetlere vakfeden Hazret-i

Mevlâna, mensuplarını Cemâl, kemal ve aşk derecesine

eriştirmeyi arzu etmiş ve bunun için çok gayretler sarfetmiştir.

Bağından başka verecek bir şeyi olmuyan Şems-i Tebrizî

Hazretleri, başını Hazret-i Mevlâna’ nın aşkına verirken, manevî

varlığını da Hazret-i Mevlâna’ya vermiş ve O’nun, cihanda

maneviyât güneşi olarak doğmasına hizmet ve gayret

sarfetmiştir.

Çile çekmek, cefalara katlanmak, Dost derdine yanmak, Dost’a

hizmet etmek âşıklığın şiarından olup, kim ki âşıktır, aşk yolunda

bütün varlığından soyunsun, aşk uğruna canını ve bağım koşun.

Aksi halde aşktan bahsetmek ne kadar uzak. Kendisine Kevser

şarabını ikram eden O yüce saki Şems-i Tebrizî Hazretlerini

gördüğü vakit kendinden geçen Hazret-i Mevlâna bu sırada,

Ediplerin en yüce makamına sahip, medresede ders verir,

minberlerde va’zeder, defter ve kitaplarla meşgul olurlardı.

Buluşma vakti geldiği an, bütün rütbe ve makamlarını terk

ederek, elindeki kalemleri kırıp atmış, kalbinde canlanan aşkın ve

Page 51: Aranılan sevgili

51

heyecanın akışına kendisini anlamayanların yanlış hüküm ve

isnadlarına maruz kalmış, bu hali yaşamıyanlar kendisine deli

nazarı ile bakıp, dil uzatmışlardır. Fakat Hazret-i Mevlâna onlara

«Kulun Tanrı’ya olan imanı, ancak cahil insanların ona delilik

nisbet etmeleriyle olgunlaşır» diyerek cevap vermiş ve sarfedilen

sözlerin tesiri altında kalmadan inandığı ve feyz aldığı yolda

süratle ilerlemiştir.

Cenabı Hakk’ın «Seferde nereye uğrarsanız orada Tanrı eri

aramanız lâzımdır.» Emrine uyan Hazret-i Mevlâna yoluna ışık

tutan Şems-i Tebrizî Hazretlerinin yüce himmetini ve engin

görüşünü her yerde aramış ve yol boyunda rastladığı her ülkede,

her subaşında Hak dostları ve Hak erenleriyle sohbetler yapıp,

kendisine ve duygularına tercüman olabilecek Hak yolunun

Şems’ini arayıp, gezmiştir.

Aranılan sevgili Şems-i Tebrizî Hazretlerinin zamanına

yetişemediğine ve kendisi ile görüşüp, sohbetlerinde

bulunamadığına üzülen Müderris Bedreddin Veled’e Hazret-i

Mevlâna, niçin hayıflanıyorsun? «Eğer Mevlâna Şemsedini

Tebrizîye ulaşamadınsa, babanım mukaddes ruhuna yemin

ederim ki, saçımın her bir telinde yüzbin Şems-i Tebrizî asılı

bulunan ve onun sırrının sırrım idrâkte Şems-i Tebrizî’ nin bile

şaşa kaldığı birine ulaştın.» diyerek, gemsi Tebrizî Hazretlerinin

manevî şahsiyetini arıyanların kendisinde bulacaklarına işaret

etmişlerdir.

Hazret-i Mevlâna bu ilâhî duygu ve görüşlerle dolmadan evvel

dinî ilimlerin her şubesini tahsil etmiş, şeri’at ilmine ve

hükümlerine azami derecede itina gösteren bir insan olarak

Page 52: Aranılan sevgili

52

yetişmiştir. Devrinin ilim sahasında tanınmış şahsiyetleri ile

görüşmüş, onlardan ders ve feyiz alıp, neticede Selçuklu

hükümdarının daveti üzerine ailesi ile birlikte Konya’ya gelerek

yerleşmiş ve devrinin en büyük ve kıymetli bir âlimi olarak

Medresede lâyık olduğu mevkiye ve kürsiye sahip olmuştu, işte o

günlerde Hazret-i Mevlâna tahsil etmiş olduğu ilimleri

talebelerine ve halka Israfilin Sûr’u gibi üfürüyor, onlara Tanrı

hakkında genig bilgiler ve malûmatlar vererek faydalı olmağa

çalışıyordu Rahmet kapılarım seher vakti yer yüzüne açan Cenabı

Hak, yine bir seher vakti rahmet kapısını ardına kadar açmış,

yüce lûtuflarını kullarına tahsis etmişti. Gaflet içerisinde yatan

kullarına, ne olur kalksalarda benim rahmetimden istifade

etseler, kusurlarının affını isteselerde affetsem, arzu ve

muradlarını söyleselerde ihsan etsem diye yer yüzüne nazar eden

Cenabı Hak, sadık kullarının zikir, fikir, ibadet ve teşbih ile

meşgul olduklarını görünce memnun olarak; ey kullarım siz şu

gaflet içerisinde yatan kimselerden benim, yanımda daha

hayırlısınız, fakat ne olurdu, beni isteseydiniz de size kendimi

verseydim diyerek lütuflarının en güzelim duyurmuş ve el’an da

duyurmaktadır.

İşte böyle bir seher vakti Cenabı Hakk’a vâsıl olmayı arzu eden

Hazret-i Mevlâna’ya Tanrrnın rahmet kapısı ardına kadar açılmış,

Şems-i Tebrizi Hazretleri bu kapıyı ağarak, israfil gibi Dost bağı

güllerinin kokusunu seher rüzgârları ile Hazret-i Mevlâna’nın

duygularına ulaştırıp, O’nun kendisinden geçmesine sebep

olmuştur. Hazret-i Mevlâna çocuk denecek yaştan itibaren

yetişmiş olduğu bu dinî ilimler mevzuunda, her ilim, her konu

ona bir seher rüzgârı tesiri yapmış fakat hiç birisinde aramış

Page 53: Aranılan sevgili

53

olduğu dost kokusunu bulamamıştı. 1244 senesi 23 Ekiminde

esen seher rüzgârında bir başka koku, bir başka hâl vardı. Bu

koku Yakup Aleyhisselâmın gözlerini açan Yusufun can

gömleğinin kokusu idi, bu koku Hazret-i Musa’ya Turi Sına da

bin bir kelâm konuşan Hak sesinin kokusuna benziyordu, bu

koku Hazret-i Isa Aleyhisselâmın hayat bahşeden nefesinin

kokusu idi, bu koku Adem Aleyhisselâma «Ya Rabbi nefsime

zulmettim» dedirmiş, Eyyüb Aleyhiselâma sabır ve dertlerine

_derman, _Nuh Aleyhisselâmın kavmine tufan olmuş, ibrahim

Âleyhisselâma ateşi gül yapmış, ismail Âleyhisselâma canım

teslim ettirmiş, Yunus Aleyhisselâmı balığın karnında muhafaza

etmiş, Davut Aleyhisselâmın sesi olmuş, bu koku İdris

Aleyhiselâmın vaktinden evvel cennet’e girmesini temin etmiş.,

Yusuf Aleyhisselâmın güzelliği olup ona Zelihayı çattırmış, bu

koku iki cihan serveri, «Levlâke levlâk» hitabına mazhar olan yüce

Peygamberimizin, hicap perdelerini kaldırıp Cemalullaha vuslat

ettiren ilmi Ledünnü, ilmi Tevhidi ve ümmetine şefaati olmuştur,

îşte bu seher rüzgârı seneler sonra Tebria diyarına uğrayarak

Şems-i Tebrizî Hazretlerinin gül bahçesinden aldığı Dost

kokusunu, bülbül gibi feryad eden Konya’nın ve daha sonra da

cihanın Mevlânası, Celâleddin Rûmi Hazretlerinin diyarına

ulaştırmış, O’nu iştiyâkle arzu ettiği Hakkın yüce makam ve

mertebelerine yükseltip, Dost varlığına mahrem etmiş, küfrünü

iman, imanını küfür yapıp cihanı velveleye vermişti.56

Hazret-i Mevlâna ilimlerin, kitapların ve defterlerin arasında

aradığı sevgilisine Şems-i Tebrizî Hazretlerinin şahsında

kavuşmuş, senelerdir duymak istediği heyecana ve aşk’a o gün

ulaşmıştı. O andan itibaren sanki bir şok geçirmiş gibi duyguları,

Page 54: Aranılan sevgili

54

bilgileri ve görüşü değişmiş, bambaşka bir hâle gelmişti. Aklın ve

idrâkin kavrıyamıyacağı bir insan olmuş, sözleri ve fikirleri

çözülmez bir muamma halini almıştı. Gayesi ne idi? Maksadı

nelerdi? O’nu bu hale getiren şu garip insan kimdi? Halkın ve

dostlarının arasına bir fitne girmiş, kulaktan kulağa, dilden dile

bütün Konya bu halin sırrını çözmeğe çalışıyordu, ö ise seher

rüzgârları gibi Dost kokusunu getiren Şems-i Tebrizî Hazretleri

ile halvete girmiş, asırlardır susuz kalan iki insan gibi birbirlerinin

vahdet pınarlarından kana kana içmişlerdi. Hazret-i Mevlâna ilim

sahibi bir insandı, Şems-i Tebrizî Hazretleri de bu ilmin sırlarını

çözecek bilgiye ve İlmi Ledünne sahipti. Hazret-i Mevlâna

anlatıyor ,,.Şems-i Tebrizî Hazretleri bu anlatılanların ledünnî

manâsını izzah edip, sırların kapısını açıyor, sırlar açıldıkça her

ikisinide bir coşkunluk, bir aşk ve bir heceyan kaplıyordu. Böylece

günler gelip geçti, iki âşık mi’racın mahremiyetlerine ererek

huzuru İlâhiye vâsıl olma şerefine nail oldular, ve Hazret-i

Mevlâna: «Biz Mansur’un Enel Hak demesinden ve dar ağacına

çekilmesinden evvel Ruh Bağdadı’nın Enel Hak demişlerindeniz»

diyerek, ervahı âlemde «Elestü birabbiküm» hitabına «Beliğ»

diyenlerden olduğunu burada görmüş, işitmişve kalbi mutmain

olduğundan zevkine ulaşıp, âşıklar mertebesine yükselmiştir.

Şems-i Tebrizî Hazretlerine kavuşan Hazret-i Mevlâna o günden

itibaren cemiyete bambaşka bir insan olarak atılmış, sözleri ve

duyguları etrafındakileri şaşırtıp, dinî ar ve namus gişelerini

kırmış, Vilâyet tahtının hüküm ve fermanını cihana ilân ederek

«İşte biz bu lânetlileri rahmetli yapmak için dÜnya’ya geldik»

buyurmuşlardır. Kendini bir zamanlar halkın hizmetine ve

tedrisine vakfeden Hazret-i Mevlâna, Şems-i Tebrizî Hazretleri ile

Page 55: Aranılan sevgili

55

karşılaşınca, halkın hizmetinden uzaklaşıp, Hakk’ın hizmetine

koyulmuş, Hakk’a lâyık olmuyan hiç bir sözü ve hareketi tasvip

etmiyerek itiraz etmiş ve îlâhî hükümleri ehline ve lâyık olanlara

gerçek manâ da anlatarak Hak Dostlarına faydalı olmağa çalışmış

onları madde esaretinden kurtarıp, manevî hürriyetin mestlik ve

sarhoşluk veren ilâhî havasına kavuşturmuştur.

Resûlullah Efendimizin «Salihlerin anıldığı yere rahmet yağar»

buyruğuna karşılık Hazret-i Mevlâna «Bizim anıldığımız yere

Allah yağar» buyurmuş, vilâyet kılıcı ile perdeleri yırtıp,

hakikâtleri aşikâr etmişlerdi. O, öyle bir bakırdı ki,, Şems-i

Tebrizî Hazretleri ile karşılaşınca kimya olmuş, fakat bu lûtfa

erigemiyen kimseler O’nu yine bakır görmüşlerdi. Şimdi Hazret-i

Mevlâna öyle bir bakırdı ki, kendisine ulaşanları kimya haline

getirip, Cenabı Hakk’ın varlığının onlarda tecellî etmesine hizmet

ve yardım ediyor, vahdet diyarından nişanlar ve müjdeler

getiriyordu.

İşte bunun için Hazret-i Mevlâna : «Bizim dergâhımız ümidsizlik

dergâhı değildir, ister kâfir, ister mecusi, ister putperest olsanda

gel, gel tövbeni yüz defa bozmuş olsan da gel» diye çağırmış,

Şems-i Tebrizî Hazretlerinin kendisine açmış olduğu rahmet

kapılarım O cihana açmış, ümidsizlere ümid, gönüllere aşk,

dertlere derman olmuş, Hakk’ın sürme kutusundan Hakk’ı talep

edenlerin iç ve dış gözlerine sürme çekip, Hakk’ın ve Kâinatın

sırlarını kendilerine göstermiş, âşıklık davasında bulunanla ra baş

ve candan geçmenin lüzumunu belirtmişlerdir.59

Şems-i Tebrizî Hazretleri için zamanın Isa’sıdır diyen Hazret-i

Mevlâna, Şems-i Tebrizî Hazretlerinin inayeti ile gönüller tahtına

Page 56: Aranılan sevgili

56

oturup, âşıkların padişahı olmuş, Şems-i Tebrizî Hazretlerinden

evvel hiç bir kimse Hazret-i Mevlâna’daki bu aşkın meydana

çıkmasını temin edememişti, Şems-iTebrizî hazretleri öyle bir

iksirdi ki, Hazret-i Mevlâna’daki bütün formülleri ve sırları

çözmüş, O’nu katıksız ve bağsız olarak huzuru İlâhîye vâsıl

etmişti, işte Hazret-i Mevlâna kendisine lütuf kapılarını açıp

seher vakti Dost kokusunu ulaştıran Şems-i Tebrizî Hazretlerini

bu kadar çok sevmiş ve O’nun ayrılığı ile çöllere düşüp, Şems-i

Tebrizî Hazretlerinin bir benzerini daha bulabilirmiyim ümidi ile

bunca meşakkatlere katlanmış, «Ey bizim iğriliğinizi doğrultan!

Ayaklarımızı yolunda sağlam durdur. Ey Dost sensiz rahatlar

meşakkat Sensiz sıhhatler hastalıkdır» diyerek ardından feryad

etmiş, evvelce gönlünü Tanrı erlerinin muhabbeti ile doldurup

genişletmişken, şimdi yalnız Şems-i Tebrizî Hazretlerinden

başkası sığmıyarak darlaşmış, bütün varlığını ve sevgisini Şems-i

Tebrizî Hazretlerinin şahsında toplamıştı.

Şems-i Tebrizî Hazretleri, Hazret-i Mevlâna’nm nazarında cihanı

aydınlatan bir güneş gibi doğmuş, ten gibi olan bütün halka, can

gibi hayat verip, beden hapishanelerinden kurtulmak iûtfunu

bağışlamıştı. Bu yüce devlete erişmenin bahtiyarlığı içersinde

yollara düşmüş, konak konak, diyar diyar dolaşıp önünde yeni ve

nurlu bir âlem açan Şems-üd din’ine mazhar olmuş Hak Dostunu

arıyor, O’nun yüce vasıflarım anlatırken, etrafındakilerini irşad

edip, onların aşk ve heyecanına zemin hazırlamış oluyorlardı. Bu

gayret ve çabalarla Şam’a vâsıl olmuşlar, Şems-i Tebrizî

Hazretlerinin gezip dolaştığı yerleri bir bir araştırarak gönlüne ve

ilâhî duygularına tercüman olabilecek ve Şems-i Tebrizî

Hazretlerinden almış olduğu feyiz ve aşkı tekrar kendisinde

Page 57: Aranılan sevgili

57

yaşatıp devam ettirebilecek bir kimseyi bulabilmek için gayretler

sarfediyor, sağa sola haberler salıyordu. 60

Şems-i Tebrizî Hazretlerini bulmak üzere Hazret-i Mevlâna’nm

Şam’a geldiği etrafa yayılmış ve bu haberle beraber türlü şayialar

kulaktan kulağa, dilden dile yayılmağa başlamıştı. Hazret-i

Mevlâna her haberin arkasından koşuyor, her işareti

kıymetlendirmeğe çalışıyor, yalan da olsa canı gönülden baş

koyup, kıymet verip, söylüyenleri memnun etmeğe çalışıyordu.

Yine bir gün Hazret-i Mevlâna dostları ile beraber oturmuş

sohbet ederlerken, yanlarına bir yahudi gelip, Hazret-i

Mevlâna’ya Ben Şems-i Tebrizî Hazretlerini gördüm, deyince,

Hazret-i Mevlâna hemen başından sarığını sırtından cübbesini

çıkartıp vermiş, onun müjdesine binlerce teşekkürlerde bulunup,

heyecanlanıp, coşmuştu. Etrafındakiler : Efendim bu yahudi yalan

söylüyor, neden inandınız? deyince, Hazret-i Mevlâna dostlarına

ben cübbemle sarığımı onun yalanına verdim, eğer doğru

söylemiş olsa idi canımı verirdim demişler ve bu sözleri ile

etrafındakileri de coşturup, ilâhî duyguların ve vecdin

sonsuzluklarına ulaşmışlardır.

Evet, Şems-i Tebrizî Hazretlerini gören bir kimseye cübbe ile

sarık değil can vermek lâzımdır. Bu cübbe ile sarık ya yalan

söylüyenlere veya onu suret gözü ile görenlere verilecek bir

armağandır. Şems-i Tebrizî Hazretlerini hakikî manâda gören bir

kimseye, bir can değil bin can vermek lâzımdır. Çünkü O’nun

hakikatini gören kendini mekân âleminde değil, mekânsızlık

âleminde bulur, Mekânsızlık âleminde yaşıyan kimseye ise can

bağışlanır ki, ancak orada canını Canana verenler bulunur ve

Page 58: Aranılan sevgili

58

Cenabı Hakk’ın huzurunda, ruhun gıdası ile geçinip, manevî

lezzetler ile yaşanılır.

İşte Şems-i Tebrizî Hazretlerini gördüm diyenlerin,, bu duygu ve

görüşle O’nu görmesi ve hakikatine vâsıl olarak bu ilâhî lütuf ve

ihsanlardan istifade edip, nefsinde yaşaması lâzımdır.

Çünkü, Hazret-i Mevlâna bir âlim olarak değil, bir aşık olarak bu

yollara düşmüş ve sevgilisi Şems’i Tebrizî Hazretlerim her

uğradığı ve sorduğu yerde gerçek manâ da aramıştır. Artık o

surete tapan ve surete göre hükümler veren Celâleddini Rumî

değil, beden hapishanesinden kurtulmuş, hürriyet tacını ve

kılıcını kuşanmış, Şems-i Tebrizî Hazretlerinin yüce himmetleri

ile Hakk’a vuslat edip, Hak âşıklarınada hakikî manâda rehberlik

ederek, onları da manevî hürriyetlerine kavuşturabilecek Hazret-i

Mevlâna olmuştur. Artık O’nu nasıl olur da zahirin dar ve şekille

kayıtlı olan görüşü ile aldatabilirsiniz. Şems-i Tebrizî Hazretleri

ona öyle bir görüş ve öyle bir iman aşılamıştır ki, cihan toplanıp

gelse Onu yolundan ve duygularından kimse çeviremez ve bal

dururken, O’na artık kimse keçi boynuzu çiğnetemez.

îşte Hazret-i Mevlâna bu gibi hadiselerle sık sık karşılaşmış,

Şems-i Tebrizî Hazretlerim lâyıkı ile görenıiyen birçok

kimselerden, suret âlemine ait bilgi ve malûmatlar alarak, onlara

ihsanlarda bulunmuştur.62

«Her an yeni bir şan üzere tecellî eden» Cenabı Hakk’ın lütuf ve

ihsanına nail olan Hazret-i Mevlâna, manâ âleminin Şems-üd

din’ini bulmak üzere yaptığı seyahatte, sevgili Dostu Şems-i

Tebrizî Hazretlerinin gezip dolaştığı diyarları bir bir görmüş ve

Page 59: Aranılan sevgili

59

uzun müddet kalmış olduğu Şam’a gelip, bu güne kadar Şems-

üd din’ini lâyıkı ile gören birisine rasthyamadığı için,

bulabilirmiyim ümidi ile Şam’da bir müddet kalarak araştırmalar

yapmış, ümid ettiği kimselerle görüşüp, onlardan umduğu

haberleri alamamıştı.Bu akış ve bu heyecan öyle bir çağlayandı ki,

ancak sükûneti denize kavuşmakta bulabilecek, kavuşuncaya

kadar da çağlaya, çağlaya akıp gidecekti. Hazret-i Mevlâna’da

Şems-i Tebrizî Hazretlerinin manâ âleminden kopup gelen bir

ırmak gibi diyar, diyar gezip Şam’a ulaşmış, uğradığı her ülkeye

hayat vermiş, girdiği her gönülü mamur edip, bir yandan da

sevgilisinin nişanlarını aramıştı.

Hazret-i Mevlâna senelerce evvel, söz olarak işittiği, kitap olarak

okuduğu gerçekleri Şems-i Tebrizî Hazretlerinin varlığında

görmüş ve O’nun cazibesine kapılarak bambaşka bir insan

olmuştu. O günlerde sevgilinin şahsında gördüğü nişanlar ve o

yüce sıfatlar şimdi kendi varlığında tecellî etmiş ve Hazret-i

Mevlâna bu ilahî vasıflarla yola çıkmıştı.

Uğradığı her diyarda, konuştuğu kimselerden, aradığı o yüce

sıfatların kendisinde mevcut olduğunu işittikçe heyecanı bir kat

daha artmış, etrafına manevî hü’âtler saçan bir sultan haline

gelmiş ve «Tebrîzli Şemsül Hakk’ın hizmetinin devletiyle, yol

yürümeden Hakk’ı görmek ve deniz aşmadan Hakk’a varmak

mümkündür» diyerek O’nunla eriştiği yüce devletin büyüklüğünü

cihana haykırmıştı.

îşte bunun içindir ki her göz Şems-i Tebrizî Hazretlerini

görememiş, her kulak O’nun lûtuflar bahşeden sözünü

duyamamış, manevîyât sofrasından nasiplerini alamamışlardı. Bir

Page 60: Aranılan sevgili

60

kimsenin bu lûtuflara erişebilmesi için, manâ âleminden ve ruhlar

diyarından nasibi olması lâzımdı. Nasibi olmayanlara nasib

vermek, duygusu olmuyanlara duygu bahşetmek, gönlü

olmayanlara aşkı anlatmak elbette mümkün değildi. 63

«Ruhun gıdasından perhiz etmek haramdır» diyen Hazretî

Mevlâna, doğduğu günden itibaren, bulunduğu muhitin tesiri ile

ruhunun gıdasını bol, bol almış ve hiç bir zaman Ruhu gıdasız

kalmıyarak. maneviyat sultanlarının îlmi Ledün sofrasında bu

lunmuş ve her zaman onların, yeni feyiz ve tecellîlerinin

manâsına dalarak, geçen ömrünü her gün biraz daha

değerlendirip, Dinin Şems-i olan Şems-i Tebrizî Hazretlerinin

devrine kadar ulaşmıştır.

«Şems-i Tebrizî! Himmet et de sende daha ziyade mahiv ve

hayran kalayım.» diyerek arzularını belirten Hazret-i Mevlâna,

Şems-i Tebrizî Hazretlerinin himmetine nail olup, yokluğunu

kemaliyle hissetmiş ve Dost varlığına erişip, hayranlık vadisine

ulaşıp, hayretten hayrete akıp gitmiştir.

Hazret-i Mevlâna, Şems-i Tebrîzî Hazretlerini her yerde ve her

şeyde aramış fakat hiç bir toplulukta O’nu bulamamış., O’na ait

bir nişan görememişti. O’nun gezip dolaştığı her yerde vahdet

bahçesinin gülleri açardı, şimdi ise O,nun gülistanından bir eser

göremiyordu. O, bulunduğu yeri aydınlatan bir meş’ale gibi

görünmüş, şimdi ise karanlıklar ardına saklanıp, adını duyanların

ve söylüyenlerin gönlünde yaşıyan bir aşk haline gelmiş, Cihnnda

bir benzeri daha bulunmavan bu kutlu padişahın lütfü arz’dan

arş’a yükselmişti. Yer O’nu bağrında sakladığı için bu nüzelli£e

bürünmüş ve askından gök kubbenin altında dönüp durmakta,

Page 61: Aranılan sevgili

61

Kâinat O’nun güzelliğinin hayranı olmaktadır.

«Gönül Semsi din’i bulmak hevesivle Tebriz’e doğru pitti. Ey

gönül ! Yürü yürü, yakutu kendi madeninde ara» diye seslenen

Hazret-i Mevlâna. bu meşakkatli yolrnımshı ile aradığı Semsi

Tebrizî’sini bütün mevcudiyeti ile şahsında bulmuş, kendi

varlığını Şems-i Tebrizî Hazretlerinin varlığına taht edinip, Hak

âşıklarının yolunda dinin Şems’i olarak ışık ve feyizler saçmış,

gönülleri nurlandırıp, Hazret-i îsa gibi kutlu nefesi ile hastalara

şifa verip, lütuf kapılarını açmıştır.

Şems-i Tebrizî Hazretleri., gönüller sultam Hazret-i Mevlâna’ya

ayna olmuş, Hazret-i Mevlâna Şems’in aynasında bütün varlık

âlemini kapîıyan gerçeği görüp, kendi varlığının hakikatine

ulaşmış, bu duygularla kendine âşık olup, kendini övmüş ve

Şems-i Tebrizî Hazretlerinin kendi varlığında tecellî ettiğini

görerek, âşıklık mertebesinden maşukluk makamına yükselmiştir.

Cenabı Hakk’m «Sen beni bir yere kadar zikret, sonra Ben seni

zikrederim» fermanı hüküm bulup, tecellî etmiş, her zaman her

yerde sevgilisini zikreden Hazret-i Mevlâna, artık gönüllerde his,

kalplerde aşk, dillerde kelâm olmuş, askı arıyanlara aşk, ilmi

anyanlara ilim, Dostu arıyanlara Dost olmuştur.

Hazret-i Mevlâna tarihî kayıtlara göre, bu duygularla doîu bir

halde, Şam’a iki defa sefer etmiş, aynı his ve düşüncelerle, canın

da can olan Şems-i Tebrizî Hazretlerinin manevî şahsiyetim, feyiz

ve aşkını aramış, fakat hiç bir zaman kendi görüş, duyuş ve aşkı

derecesinde Şems-i Tebrizî hazretlerini tanıyan ve anhyan

birisine rastlıyamayıp, bu üzüntü içersinde Konya’ya dönmüş,

şahsın da bulduğu Şems-i Tebrizî Hazretlerinin yüce duygu ve

Page 62: Aranılan sevgili

62

aşkının temsilcis* olarak Hak taHplerne hizmet edip, himmet’, ile

gönülleri rmrlandvrmıs, yervüzünün karanhk perdelerim kaldırıp

cihanı aydınlatan âşıkların Kâbesi Hazret-i Mevlâna olmuştur. 65

Zahiren Yusuf Aleyhiselâm gibi kuyuya atılan Şems-i Tebrizî

Hazretleri, aslında Hazret-i Mevlâna’nın gönül kuyusuna türbe

yapmış ve bu yüce türbeden yeryüzünde aşkla çırpınan kalplerin

derinliklerine nüfuz edip elden ele, gönülden gönüle, asırlardan

asırlara devredip gelmiş, âşıkların şahsında iki sevgili

makamlarını bulup, ebedîlik tacım giymişler ve «Âşıklar Ölmez»

fermanını gerçek manâ da yaşamışlar ve yaşatmışlardır.

Ne mutlu o kimselere ki, onların aşk pınarından, beka âleminin

ölümsüzlük şerbetini içmiş ve yer yüzünden ölüm korkusunu

kaldırıp, vuslatı Canan, vuslatı didar hükmünü koymuşlar ve

Cemalûllahı ariyan sadık âşıklara Hakk’ın vahdet hazinesinin

kapılarım ardına kadar açmışlardır.

Zamanlar bir yıldırım sür’ati ile gelip geçmiş,, Şam’da ve gezdiği

diyarlarda Şems-i Tebrizî Hazretlerinin manevî varlığını, ilâhı

duygularını ariyan Hazret-i Mevlâna, gönlün de taht kuran

sevgilisinin yüce vasıflarını kendinde bulup; aradığı sevgiliye,

Hakk’ın yüce sıfatlarına şahsında kavuşmuş, huzur içersinde

gönlü mutmain olarak Konya’ya dönmek üzere yola çıkmış

bulunuyordu. Uğradığı her ülkeyi şeeflendirmiş, görüştüğü

canlara, Canana kavuşma imkanlarını bahşedip, bir ırmak gibi

akıp geldiği diyarlara doğru, uçsuz bucaksız bir umman gibi

dönmüş, himmetini talep eden Hak âşıklarının Şems-üd din’i

olmuştur.

Page 63: Aranılan sevgili

63

Hakk’ın tecellîsine mazhar olan Hazret-i Mevlâna, bu rütbeye

erişinciye kadar hâlden hâle girmiş, kaptan kaba aktarılıp bal gibi

süzülerek, Hakk’a yaraşır bir âşık olduğunu isbat etmiş ve Hak

dostlarının gönül rehberi, aşk müjdecisi olduğunu ilim ve

irfaniyeti ile cihana ilân etmiştir.

Aranılan Sevgiliyi, öz canında bulan Hazret-i Mevlâna, Hak

dostlarına Cenabı Hakk’ın Cemâl sıfatını gösterip, rahmet

kapılarını açmış, ikiliği ortadan kaldırıp, birlik bayrağını dikmiş,

savaşı kazanıp zaferi getirmiş, âşıkı maşuka,, zehiri bala, taşı

inciye, zulmeti nur’a çevirmiştir.

«Susunuz susunuz, şimdi susmak zamanıdır» diyerek, kendine

kulak vermelerini hatırlatmış, manâ incilerinin perdesini delerek,

dostlara gerdanlık yapmış, kilitli gönüllerin anahtarı olup, gizli

sırlarını göstermiş, Azrâ’ya Vamık, Mecnuna Leylâ, Şirin’e Ferhad

olmuştur.

Kitabımızın ön sözünde ve muhtelif yerlerinde de belirttiğimiz

gibi, Hazret-i Mevlâna Şenısi Tebrizî Hazretlerini kaybedince

O’nu bîr cisim olarak değil, bir manâ olarak aramış, kendisi ile

kavuştuğu İlmi Ledün ve Hak sırlarına ait düşünce ve

duygularının kendisinde ne dereceye kadar tecellî ettiğini

görebilmek için bu duygularla dolu bir dost, bir ayna aramış ve

bulabilmek üzerede yollara düşüp Şems-i Tebrizî Hazretlerinin

evvelce gezip dolaştığı diyarlara giderek, O’nun dostları ile

görüşmüş ve onlarında tasdiki ile aradığı hususiyetlerin kendi

şahsında tecellî ettiğini görerek Konya’ya dönmüş, evvelce bu

agk ateşinde yanan bir âşık iken, şimdi âşıkları yakan bir vuslat

güneşi olmuş, tenezzül edip huzurunda diz çöken âşıklara

Page 64: Aranılan sevgili

64

lûtuflar bahşedip, manevî hilâtler giydirmiştir. 67

Hazret-i Mevlâna Konya’ya dönmüş ve Cenabı Hakk’ın: «Benim

size verdiğim gibi siz de başkalarına veriniz» emrine uyarak

etrafındakiler! irşada başlamışlar ve bu arada kendine yakın

dostu olabilecek, Hakk’ın yüce sıfat ve tecellîlerine sahip bir

hemdem aramış ve bu sıfatları, Kuyumcu Selâhaddin

Hazretlerinde bularak O’nu kendisine mihrap edinmişti. Kuyumcu

Seîâhaddin Hazretleri de Hazret-i Mevlâna’ya aynı duygu ve aşkla

bağlanmış ve O’nun cezbesinden aldığı heyecanla dükkânını

yağma ettirip, altınları sokağa saçmış ve her türlü bağdan uzak

olarak Hazret-i Mevlâna’ya sarılıp, kuyumcu dükkânında paha

biçilmez bir cevherin bulunduğunu isbat etmiş, beraber

bulundukları müddetçe Hazret-i Mevlâna’ya ayna olup, Hazret-i

Mevlâna Kuyumcu Selâhaddin Hazretlerinin aynasında kendi

hakikatini görerek Hak Dostlarına faydalı olmuşlardır.

Coşup, dalgalanan bir deniz gibi olan Hazret-i Mevlâna, temkinle

hareket eden Kuyumcu Seîâhaddin Hazretlerinin ölçülü

davranışları ile sükûna ve temkine ulaşmış, O’nun şahsında

kendine lûtuflar saçan Şems-i Tebrizî Hazretlerinin varlığım

görüp, kendisine sadık bir dost ve bağh bir gönül arkadaşı

olmuşlardır,

Şems-i Tebrîzî Hazretlerini ve Hazret-i Mevlâna’yı seven, okuyan,

kendilerini ve ilimlerini anlamak istiyen Hak dostlarına ve

zamanımızın genç âşıklarına, onların manâ denizinden bir kaç

kepçe su alıp ikram etmek, yaşamış oldukları manevî hayatın

hususiyetlerini onlara anlatabilmek, ve kendilerine faydalı olmak

üzere bu ufak eseri kaleme almış bulunuyorum.

Page 65: Aranılan sevgili

65

Hazret-i Mevlâna daha çocuk denilecek bir yaşta bu manevî

hayatın kucağına atılmış ve zaman zaman kendisini muhtelif

yerlerde ve muhtelif kimseler tarafından yetiştirerek cemiyete

hazırlamış ve Şems-i Tebrizî Hazretleride bu maneviyât sarayının

son harcını koyarak Hazret-i Mevlâna’yı insanlığın ve Hak

dostlarının hizmetine hazırlamış ve Cenabı Hakkın bu sevgili

kulunu manâ incileri ilesüsliyerek, cihana nur saçan bir güneş

haline getirip, ilmi Ezelî de kendisinde mevcut bulunan aşkın

doğmasına hizmet etmişlerdir.

Hazret-i Mevlâna kendisinde körlerin bile görebileceği, muazzam

bir değişiklik yaratan Şems-i Tebrizî Hazretlerini, bu fâni âlemde

kaybedince,, beklenilmedik bu zamansız ve üzücü olayla

mecnuna dönmüş, gönlünde yer eden sevgilinin manevî

şahsiyetini bulmak üzere yollara düşüp, neticede aradığını fazlası

ile kendinde bularak, Konya’ya dönmüg ve etrafındaki Hak

dostlarına hizmet edip, onlara feyizler ve lûtuflar saçmışlardır.

Hazret-i Mevlâna zahirî rütbe ve ilimler bakımından kat be kat

kendisinden aşağı bir durumda olan Şems-i Tebrizî Hazretlerine

neden bu kadar hürmet ve itibar etmiş ? Kendi varlığım o’nun

yolunda heba edercesine çalışıp , bütün . mevcudiyeti ile Şems-i

Tebrisi Hazretlerine bağlanmış ve O’na olan teslimiyeti ile aşkını

çekinmeden cihana ilân edip, “ Şems-i din’in Tebriz’inden

mademki nimetler geldi , Tebriz’den ve Şems-i din’den başka her

varlık nazarımda yoktur . “ diye haykırmış , yalnız dış yüzünü

görenlerin gözündeki perdeleri yırtıp , varlık âleminin , Şems-i

Tebrizî Hazretlerinin bir cüz’i olduğunu söylemiştir

îşte bu sırrın manâsını çözebilmek için „ onların içinde yüzdüğü

Page 66: Aranılan sevgili

66

manâ denizinin derinliklerine dalmak, Cennet’in bal , su , şarap

ve süt ırmaklarından meydana gelmiş kevser şarabından kana,

kana içip, mestlik diyarının âşıkları arasına katılmak lâzımdır. 68

Hazret-i Isa için Meryem , Hazret-i Yakup için Yusuf , Hazret-i

Musa için , işlerine akıl ermiyen Hızır nasılsa , Hazret-i Mevlâna

içinde , Şems-i Tebrizî Hazretleri Öyledir . Hazret-i Mevlâna ,

Şems-i Tebrizî Hazretlerinin Tebriz’ini Meryem’e , Şems-idin’ini

gahsına teşbih etmiş , Hıristiyanlara Isa , Musevilere Musa

âşıklara Yusuf olmuş, cümle Peygamberlerin hususiyetlerini

şahsında topluyarak iki Cihan Serveri Hazret-i Muhamrned

Mustafa (S.A.V.) ya lâyık bir Dost ve vâris olup, bu madde

âleminden göçüp giderken her dinin mümessili ardına düşüp, o

manâ âleminin padişahı, bizim yol göstericimiz, bizim

rehberimizdir diyerek göz yaşı dökmüşlerdir.

Her şeyin sonu ve her yükselişin neticesi olan Cenabı Hakk’ın

Varlığına kavuşuncaya kadar el elden, gönül gönülden, aşk

aşktan üstün olup, Hazret-i Mevlâna bu üstünlüğü kemaliyle

Şems-i Tebrizî Hazretlerinde görmüş ve bu inançla kendisine

bağlanarak ,dinin ve varlık âleminin hakikâtlerini öğreten İlmi

Ledünnü Şems-i Tebrizî Hazretlerinden tahsil etmişlerdir.

îlmi Ledün kitaplarda yazmayan fakat gönülden gönüle mayası

aşılanan Cenabı Hakk’ın Zatına ait bir ilimdir ve bu ilmi, Hakk’a

talip olan kimseler tahsil ederler. Bu İlim dünyanın da, Ukbanın

da Ötesinde bir İlim olup, buna mayeyi Muhanımediye veya

Hakikati Muhanımediye de denilir. Yer yüzünde yaşarken Hakk’a

vuslat etmeyi arzu eden veya bu aşkı şahsında duyan kimseler,

Page 67: Aranılan sevgili

67

her şeyden evvel kendilerine bu yolda rehberlik edecek, ilmi

Ledünne sahip bir kimseyi bulmalıdırlar. Çünkü, Hazret-i

Mevlâna bir eserinde: «Bir kimseye istediği kadar Ömür verseniz

ve önüne odalar dolusu kitap getirseniz, yine Hak ve Hakikati

anlayamaz ve Hakk’a vuslat edemez, illâki bir insanın himmetine

nail olup, bu hakikat ilmini O’ndan tahsil etmedikten sonra»

diyor. Eğer bizlerinde bu vadide bir inanç ve arzumuz varsa,

kendilerine inanıp imân ettiğimiz bu mutlu kişilerin sözlerinden

ve irşadlarından faydalanıp, Hak yoluna bu duygularla girip

pervane gibi atılmamız ve ateşi aşkta yanmamız lâzımdır.70

İşte bu duygulardan mahrum olduğumuz içindir ki, Hazret-i

Mevlâna’mn Şems-i Tebrizî Hazretlerine olan aşkını anlıyamamış,

diyar diyar dolaşıp, sevgilisini arayışının manâsını

çözememişizdir. İşte bunun içindir ki bu duygulardan mahrum

olan insanlar, Allah’a olan inançlarını ahirete terk etmişler,

Allah’ın yüce lütuf ve nimetlerinin öldükten sonra kendilerine

verilmesine rıza gösterip, başlangıcı ve sonu Nur olan âlem’ini

zulmet ve meşakkat içersinde geçirerek huzuru ilâhîye büyük bir

ziyanla varmışlardır.

Ey âşıklar! Allah ebedî lütuf ve nimetlerini insanlara iyi hâllerine

göre öldükten sonra vereceğim vadetmiş, fakat iki türlü

ölümünde olduğunu sana bildirmiştir. Bunlardan birisi: «Küllü

nefsin zaikatül mevt» fermanına göre tecellî edecek ve hiç bir

mahlûkat bu hükmün haricine çıkamıyacaktır. Diğeri ise: «Mutu

kable ente mutu» sırrıyla ölümdür ki, bu yalnız ve yalnız âşıklara

mahsus olup, dünyada yağarken tadılan bir lezzet ve zevktir ki,

aslında insanı ölümsüzlükle şereflendirir ve Hakk’a talip olanları

Page 68: Aranılan sevgili

68

huzuru İlâhîye vâsıl eder.

«Ölmeden evvel ölmek» ve Dost varlığına erişmek, akıl ve mantık

ile değil, zikri esma ve nafile ibadet ilede mümkün değil, bu lûtfa

erişmek için varlığını dost varlığında eritmiş, varlık Hakk’ın

olduğunu lâyıkı ile idrâk etmiş insanı Kâmilin gönlüne girmekle

mümkündür. Eğer böyle olmasaydı Hazret-i Mevlâna nasıl olur da

lânetlileri rahmetli hâle getirebilirdi. Eğer böyle olamasaydı nasıl

olurda zulmet nura, gaflet irfaniyete, gönü! aşka bürünebilirdi.

71

O, İnsanı Kâmilin öyle bir gönlü vardır ki, aklı kül ve nefsi kül ile

arzdan arş’a kadar dokuz felek dört unsur ve ÜQ mevalidden

ibaret olan Onsekiz bin âlemi kaplamış ve bu dünya O’nun

nazarında bir hardal tanesinden daha küçük kalmıştır. Bu

gönülün sahibini bulup, O’nun lütuf hazinelerinin anahtarına

sahip olan âşıklara ne mutlu. Çünkü Cenabı Hak: «Beni talep eden

bulur, bulan arif olur, arif olan bana âşık olur, âşık olanı ben

katlederim, katlettiğimin diyeti âlâ olur,, diyeti âlâ olanın diyeti

Ben olurum, diyeti Ben olduğum kimse ile benim aramda fark

kalmaz» buyurmuşlar ve Hazret-i Mevlâna’nın Şems-i Tebrizî

Hazretlerinin arkasında neden bu kadar itina ve aşk ile

koştuğunun birinci delilini bu Hadisi Kudsî ile anlatmış

bulunuyoruz.

İnsanı Kâmilin Öyle bir gönlü vardır ki; O, uçsuz bucaksız bir

umman gibi olup, o ummanda yıkanan ölüler dirilir, hastalar şifa

bulur, körlerin gözü açılır, şirk pisliğine bulanmış olanlar arınır,

ahlâksızlar ahlâk, edepsizler edep, nursuzlar nur kazanır. İki

cihanın sırrı ve lütuf kapılarının anahtarı O’nun elindedir. O, iki

Page 69: Aranılan sevgili

69

cihan Serveri Hazret-i Muhanımed Mustafa Sallallahu Aleyhi

Vesellernin nübüvvet mührüne konmuş vilâyet incisi, Şahı

Merdanın kıhncıdır. Bu gün Hazret-i Süleymanın tahtında oturan,

şarktan garba hükmedip, kuşdilini konuşan O’dur. Sende bu

hasletlerden bir zerre varsa O’nu görebilirsin, yoksa ömrünü

yağmaya verip, kara toprağın bağrında yok olup gidersin. 72

İşte Hazret-i Mevlâna’nın madeninde o cevherden bulunduğu için

Şems-i Tebrizî Hazretlerini görmuş ve Kendisine canı gönülden

teslim olarak, Konya’nın Celâleddin’i Rumîsi iken cihanın

Mevlâna’sı olmuştur.

Hak yolunda giden ve bir merhale kat’eden insanların cümlesi,

Hakk’a vuslat imkânını yine insanda bulmuş ve İnsanı Kâmil

âlemlerin zübdesi ve efendisi olarak zamanını tasarruf etme

lûtfuna eriştiği için Hazret-i Mevlâna: «Kâfir İnsanı Kâmilin

imanından: ölü,, canından haberi olmuyandır» diyerek, Hak

katında Hakk’a vuslat etmiş kimselerin kadir ve kıymetlerini

bildirmiş bulunuyorlar.

Hazret-i Mevlâna, bir gün kendisini methedip, yüce vasıflarını

sayan ve bu vasıfların Şems-i Tebrizî Hazretlerinde olmadığını

söylüyerek inkâr eden bir şahsa: «Bizde gördüğünüz bu nur, bu

ululuk ve bu vasıflar bize gönlümüzün Sultanı Şems-i Tebrizî

Hazretlerinden intikâl etmiştir. Eğer bu sıfatlar onda olmasa idi,

bize nereden gelirdi» diyerek, Hakikî dostluğun Dostun rengine

boyanmak olduğunu anlatmışlardır.

İnsanı Kâmilin yüzü, bir kimseyi Cemalullaha, sözü Cennet’e

ulaştırır. Âlemlerin sahibi İnsan, İnsanın da sahibi Cenabı Hak’tır.

Page 70: Aranılan sevgili

70

«Eğer siz Allah’la beraber oturmayı arzu ediyorsanız, ehli

tasavvuf ile beraber oturunuz» buyuran Resûlallah Efendimiz,

İnsanı Kâmillerin sertacı ve âşıkların muradı olup, âlemlerin

yaratılmasına sebep olmuşlardır.

Lâmekân âlemine yükselmek istiyen taliplerin, Tanrı erlerinin

ruhuna ve gönlüne girmesi lâzımdır. Çünkü Tanrı erlerinin gönlü

suret, şekil ve mekân âleminden arınıp, mekânsızlık âlemine

huruç etmiştir. Bunun delilini istersen sana göstereyim: O senin

yanında bulunduğu ve bir mekân ilede kayıth olduğu halde, sen

O’nu yine tanıyamaz ve Hakk’a vuslat edip, Lâmekân âleminde

mekân tutmuş O gerçeği aradığım söylediğin halde bulamaz ve

göremezsin. KinıbiHr senin hayatında nice kutlu kişiler karşına

çıkmış fakat sende onları görecek göz olmadığı için kendilerine

sırtını çevirip, lâmekân âleminin mensuplarını aradığını iddia

etmişindir, işte Hazret-i Mevlâna böyle bir lûtfa erişince gaflete

düşmemiş., «Şems-i Tebriz’in ayağı ruhların başları üzerinde idi.

O’nun ayağının bastığı yere ayağını koyma başını koy» diyerek

Hak Dostlarının yüceliğini bizlere anlatmışlar ve Tanrı erlerinin

yüzünü görenlerin kıyamet günü soyuna sopuna şefaatçi

olacaklarını bildirmişlerdir.

Çünkü insanı Kâmil topraktan değil, Melekût âleminden kopup

gelmiş, kısa bir müddet yer yüzünde kalmak üzere ona

bedeninden bir kafes yapılmıştır. Sen eğer o kafesi görür de

içersinde bulunan manâ âleminin zürarütü Ankasını göremezsen,

elbette ondan nasibini alamaz ve beden hapisanesinin duvarları

arasından kurtulup çıkamazsın. O kafesten çıkmanın bir tek yolu

vardır ki, o da «Ölmeden evvel Ölmektir.» Şahı Cihanın elinden

Page 71: Aranılan sevgili

71

nasibini almak istiyen o fakir de körleri, sağırları ve sakatları

taklid ede ede neticede ölmedikten sonra lûtfa erişilemiyeceğini

anlamış ve ancak öldükten sonra Tanrı Hazinesinin kapılan açılıp,

padişahın lütuf ve ihsanına nail olabilmiştir. 74

Hak yolunda gidenler için «Ölmeden evvel ölmek» bir lütuf olup,

bu Ölümü Hazret-i Mevlâna gibi ercesine tatmak her talibe nasip

olmamıştır. O, Şems-i Tebrizî Hazretlerine tıpkı bir mevta gibi

teslim olmuş ve Ali’yyül Mürteza gibi de Muhammedine inanıp

iman etmiştir, îşte Hazret-i Mevlânayı yükselten ve bu yüce

vasıflarla şereflendiren O’nun bu aşkı ve teslimiyeti olduğu gibi,

Hakk’ı arayan ve Hak yoluna talip olanların da muradı bu

imtihanın neticesine bağlıdır.

Hakk’ı talep eden âşıklar padişahın huzuruna benlikle değil,

Senlikle çıkabildiklerinden, Hazret-i Mevlâna Önünde bütün

mevcudiyeti ile yok olduğu Şems-i Tebrizî Hazretlerine «Huri

sensin, nur sensin, mamur cennet sensin» diye seslenmiş ve bu

duygularını: «Şekerler saçan Şems-im Sensin, Tebrizin iftiharı

Sensin, ey benim esanslar kokluyan, misk gibi güzel kokular

satan efendim» sözleriyle dile getirip, âşıkların pazarından,

Ashabı Kef’in kalp akçası gibi olan benlik sözünü kaldırıp,,

Sevgilinin iki cihanda da hükümdar olan «Biz» lik ve «Sen» lik

fermanının hükmü altına girmenin icap ettiğini duyurmuşlardır.

Maneviyât âleminin sultanlarına, bu derece inanış bu derece

bağlanış ve teslimiyet, akıl ve mantık sahiplerinin havsalasına

belki sığmıya bilir. Fakat, insanlık âlemi şunu iyi bilmelidir ki

dünyanın ve ukbanın saltanat ve saadeti, o yüce insanların

gönüllerinde saklı bir hazine olup, bu gün medeniyyet dediğimiz

Page 72: Aranılan sevgili

72

kuvvetin bahse demediği lütuf ve saadetlerin yüzlerce misli

onların nazarlarında ve bilgilerinde saklıdır. Onlar kâğıtlar

üzerine yazılmış bir kitap değildir ki okuyabilesin, Onlar yalnız

gök yüzünde görülen bir güneş değil ki aydınlanıp, ısınabilesin,

Onlar tabiatın rahmeti değil ki, akıp giden bu vahdet

pınarlarından faydalanabilesin. Onlar Öyle bir kitaptır ki her

harfinden binlerce kitap yazılmış, Onlar Öyle bir güneştir ki

güneş dahi nurunu onlardan almış, Onlar öyle bir rahmettir ki bir

nazarda kâinat suya gark olup, Tanrı rahmetine kanmıştır. 75

İşte bu gerçekler âleminde yaşıyan âşık insanlar, ufuklarında

doğmuş yepyeni bir âlemin sarhoşluğu içersinde kendisine aklın

ve mantığın kavrıyamıyacağı bir saha açan Hak Dostuna, onun

için canını feda edip, varlığım ayaklarının altına sermiş, aradığım

gözleri ile görüp, kalbi inanarak rehberine teslim olmuştur.

Tanrının gerçek erleri yanında hayâlin, safsatanın, mantıksızlığın

hiç bir zaman yeri bulunmamış ve insanlar aldatılmamıştır. işte

Hazret-i Mevîâna bunun için Hak Dostu Şems-i Tebrizî

Hazretlerini sevmiş,, ardından yollara düşüp, acaba aynı

duyguları, aynı şekilde samimi olarak jaşıyan ve yaşatan başka bir

gerçek varandır diye aramış, neticede bu duyguları aradığı

ş2kilde kendinde bulup tekrar Konya’ya dönmüş ve Hak

âşıklarının ufkunda doğan bir güneş gibi kendilerini

aydınlatmıştır,

Tanrı erlerinin yoluna Hak yolu, ilmine ilmi Leüün, İimi Tevhid

derler. Seni Hakk’a ulaştırmıyan yol, Hak yolu değildir. Sana

Hakk’ı öğretip göstermiyen ilim, Hak ilmi olamaz. Zamanlar gelip

geçmiş, sen asırlardır yerinde saymaktasın, yer ‘ yüzünde hiç bir

Page 73: Aranılan sevgili

73

ilim yoktur ki Tanrı ilmi olmasın, Yer yüzünde hiç bir varlık

yoktur ki, Hak’tan ayrı bulunsun. Eğer bir zamanlar sen şarktan

garba hükmedip, ilmin şahikasına çıktı isen, hiç şüphen olmasın

ki yurduna hâkim olan padişahından, hizmet eden kölesine kadar

her ferd Hak yolunda nasibi kadar hissesine düşeni almış ve

nefsinde tatbik edip tahakkuk ettirmişlerdir. Bugün gerek maddî

gerek manavı, gerek müsbet gerek manâ ilmi olsun cümlesi

Hakk’m ilmi olup insanların ve insanlığın sıhhat ve selâmeti için

Cenabı Hakk’ın vahdet deryasından bizlere zamanı geldikçe

gönderilmiş lûtuflarından başka bir şey değildir. Bir cahilin, asrın

ilim yoluyla her hangi bir icadını tenkid edişi nasılsa, Maddeci bir

kimsenin de bizlere bu hakikatleri öğreten Hak ilmini bilmeden,

körü körüne tenkid edişi ve itişi arasında hiç bir fark yoktur.

Sizlere bu sözleri sarfederken, dar kafalı din istismarcılarının

meddahlığım yapmıyor, sırası gelince padişahı bile tenkid edip,

ona doğru yolu gösterebilecek Hazret-i Mevîâna gibi Hak

Dostlarının bulunduğunu anlatmak istiyorum. Eğer bugün bir

topluluk olarak yer yüzünde çökmeğe mahkûm cemiyetler varsa,

bunun sebebini hiç zaman kaybetmeden manevî duygularını

kaybedişte aramalı ve tedavisini bu yönden yapmalıdır.

Cenabı Hakk’m Kur’anı Kerim’inde «Bunu yalnız Allah bilir ve

birde Allah’ın sevgili kullarından r:ek az kimseler bilir» dediği

îlmi Ledünden başkası, Allah aşkını ve insanlık sevgisini

gönüllere yerleştirip, bu kâinatın görüş ve duyuşunu

değiştiremez, îşte Hazret-i Mevîâna Şems-i Tebrizî

Hazretlerinden tahsil etmiş olduğu bu ilimle hayatının seyrini

değiştirmiş, ister istemez kendisinin hâkim olamryacağı bir

kuvvetle varlığını bu deryanın içersinde bulup etrafındaki

Page 74: Aranılan sevgili

74

kimselerin dahi anlayıp hazmedemediği bir şahsiyet haline

gelmiştir.77

Bu öyle bir ilimdir ki, bu ilmin sahibi devrinin hükümdarına

«Bizim Tebriz’in köpekleri de öyle yapıyor* sözlerini söyleme

bilmiş, bu öyle bir ilimdir ki; yine bu ilmin sahibi, devrinin

padişahına elinin yerine asasını öptürmüş, bu öyle bir ilimdir ki,

bu ilim sahibinin atının ayağından sıçrayan çamur devrin

padişahına bir nişan, bir rütbe gibi kıymetli gelmiş, bu öyle bir

ilimdir ki, Hazret-i Mevlâna’ya devrinin sultanlarım, padişahlarını

bende yapmış, bu öyle bir ilimdir ki, padişah bu ilim sahibini ata

bindirip, ardından bir köle koşturup, onların önünde gerçek

padişahlık ve rütbelerinin kapısını açmış., hil’âtler kuşandırıp,

madde padişahlarjnı, manâ sultanlarına âşık etmiştir.

Cenabı Hakk’ın yüce saltanatının bekçileri olan Hak âşıkları,

gönülden gönüle yaşayıp giderken, maddenin zebunu olanlar bir

hiçlik uçurumunun kayalarına çarpa çarpa yok olup gitmişler ve

bu kara toprak nice Karun ve Firavunları Hâk ile yeksan ederken,

kalbinin bir köşesinde ufacık Hak Nuru parlayan âşıkları dahi

asırlardan asırlara devredip, gönüllere hükmeden Süleyman

yapmıştır, îşte bugün Hazret-i Mevlâna’yı gönüllerin içine

nakşeden Şems-i Tebrizî Hazretlerinin nazar ve lûtufları olmuş,

Hazret-i Mevlâna’da O’nunla dolu varlığını Şems-i Tebrizî

Hazretlerine mekân yaparak, O yüce Sultanın kadrini bilmiştir.

Dostları Hazret-i Mevlâna’yı madde âleminin, dünya saltanatının

kucağına doğru çekerlerken, Şems-i Tebrizî Hazretleri O’nu

Hakk’ın vahdet deryasına ulaştırıp, Tanrı âşıklarının lütuf ve

ihsanlarına kavuşturmuş ve neticede, biz insanlara değil Tanrı’nm

Page 75: Aranılan sevgili

75

has cevherini tanıtmak üzere indik. Yoksa bizim bu karanlık

zindanda işimiz nedir? Duygularının sahibi yapıp, Cenabı Hakk’ın

rahmet kapılarını açan Hak Dostu olmuştur. 78

Cenab~ı Hak: «Benim halkımın karşısına benim sıfatlarımla çık.

Seni gören Beni görür, Sana kasdeden Bana kasdeder.» Fermanını

yüce Peygamberleri vasıtasıyla Hak Dostu Velî kullarına nasiö

etmiş ve O’nların şahsında, Kendi saltanatını kurup benim

dostlarıma dost olanlar, ancak Bana Dost olmuşlardır diyerek, bu

ana kadar anlatmak istediğimiz gerçek askın sırrını çözmüş ve

Hazret-i Mevlâna ile Şems-i Tebrizî Hazretlerinde tecelli eden

duyguların manâsını bizlere anlatmıştır.

Tanrı’nm gerçek erleri gece gündüz çalışıp, halkı azap ve

fesatdan kurtarmak, Hak âşıklarına himmet nazarları ile bakıp,

onlara dostluk tacını giydirmek, bilsinler bilmesinler cümlenin

muradının husulüne çalışarak, Hakk’ın rahmet ve lütuf

pınarlarından dileyenlere sunup ikram etmişlerdir. Cenabı

Hakk’ın bitip tükenmek bilmiyen sayısız ihsanları bu muhterem

kimseler ve Hak Dostları tarafından yer yüzüne yayılmış, Hakk’ın

rahmeti ve Resûllahın şefa’ati bu mutlu kişiler tarafından Hak

taliplerine ulaşmıştır.

Gerek îslâm âleminde, gerekse diğer dinlerin salikleri arasında

olsun birçok kimseler ve zümreler Allah’a vâsıl olup, ilâhi

duygularla tezyin olma Çabasında ve arzusundadırlar. Her dinin

kendi inanç ve terbiyesine göre bu lûtuflara erişe bilme yolları

vardır. Batı âleminin ve medeniyet dünyasının dahi bugün

üzerinde hasasiyetle durduğu bir konu varsa, hiç şüphesiz ki o

Page 76: Aranılan sevgili

76

da din ve manevî yükselme mevzularını içersine alan bir dinî

çalışma ve başarıya ulaşma gayreti ve faaliyeti göze

çarpmaktadır. Bugün garp âleminin gıpta ile okuyup tetkik ettiği

Hazret-i Mevlâna ve fikirleri, onların dahi maneviyat âlemlerinde

yeni ufuklar açmış, bizim asırlardır içerisinde yüzdüğümüz

zenginlikleri, onlar öz malı gibi benimseyip, bağırlarına basmış

ve bahşettiği lütuf ve güzelliklerin sahibi olma mücadelesine

girişerek, bugün mevcudiyetinden mahrum olduğumuz manâ

hazinelerini bizlerden alıp, kendilerine mâ’letmeğe çalışmışlar ve

çalışmaktadırlar, islâmiyet hiç şüphesiz ki şekil itibariyle olduğu

gibi manâ itibariyle de devrini ihata edecek, insanlan net ve açık

olarak Hakk’a vuslat ettirip, hem cinsleri arasındaki

münasebetleri en güzel bir tarzda tanzim edecek, bugünkü

demokrasi ve çalışma hızının dahi hayretlere düşeceği bir esasa

dayanmakta ve tatbik edilmekte olan bugünkü demokrasi

zihniyeti, onun geniş görüşü içerisinde bir nokta gibi

kalmaktadır. Bunun gerçek örneklerini yaşıyarak veren Hazret-i

Mevlâna, zamanında mevcut diğer din ulularının sevgisini

kazanmış ve onların, «O yalnız sizin değil, bizimde rehberimiz,

bilginimiz ve hatta Peygamberimizin yer yüzündeki temsilcisi İdi»

demelerine ve ardından göz yağları döküp, feryad ve figan

etmelerine sebep olmuştur. Bugün garp âlemi ve medeniyet

dünyası, Hazret-i Mevlâna ve O’nun gibi Hak yolunda hizmet

edip, Hakk’a vuslat etmenin şerefine nail olmuş muhterem

kimselerin ve îslâm âleminin birer eşsiz hazine gibi olan

ederlerini hummalı bir şekilde tetkik edip, onlardan

faydalanmanın çarelerini araştırmaktadırlar. 80

Bugün bizler ise din ve medeniyet istismarcılarının elinde bu

Page 77: Aranılan sevgili

77

eserlerin ve duyguların bahşettiği lûtuflardan mahrum, kendi

zenginliğinin yoksulluğu içersinde yuvarlanıp gitmekteyiz. Eğer

Hazret-i Mevlâna Türk olan Konya’nın bağrından bu ilâhî

duygularım cihana duyurmak istediyse, bu arzu ve mazhariyete

hiç şüphesiz ki her milletten ve her fertten evvel Türkler lâyık

olmalı ve istenilen vasıfları bizler şahıslarımızda hiç olmazsa

fertler olarak duyup yaşatmahyız. istenilen duygular ve hasletler

hiç bir zaman fertleri ve cemiyetleri felâketlere değil, saadetlere

götürmüş, insanlık aşkının ve sevgisinin gönüllere yerleşip, ahlâk

ve faziletin, çalışkanlık ve temizliğin doğmasına yardımcı olup,

âlemlerin sahibi olan Cenabı Hakk’ın dostluğuna vâsıl olmamız

için bizlere imkânlar bahşetmiş, ve nadir kimselerde görünen bu

ilâhî duyguları Hazret-i Mevlâna gemsi Tebrizî Hazretlerinin

şahsında bütün çıplaklığı ile bularak kendisini büyük bir aşkla

sevmiş ve sonrada ardına düşüp, kısa bir zaman içersinde

maddeten kaybettiği bu Hak Dostunun manevî şahsiyetini diyar

diyar gezip aramakla bu duyguların ne kadar kıymetli birer haslet

olduğunu bizlere anlatmışlardır.

Hazret-i Mevlâna’nın Şems-i Tebrizî Hazretlerinin şahsında

görüp, duyduğu bu ilâhi hisleri, onların yolunda giden ve

memleketinde yaşıyan kimseler olarak bizlerin de arayıp

bulmamız ve hiç olmazsa beyhude yere geçip giden şu

ömrümüzün bir kısmını, ruhumuza olgunluk ve hürriyet

bahşeden bu fikirlerin tahsiline hasredip, içersinde yaşadığımız

şu kısa zamanı ebediyete, zulmete bürünmüş olan mekânımızı

nur’a çevirmek her halde bizler için lüzumlu ve faydalı

olacağından, Hakk’ın yüce sıfatlarına mazhar olan insanların aynı

ilâhi duygularla dolup taşmalarını temenni ve arzu etmekteyim.

Page 78: Aranılan sevgili

78

Her ne kadar çok az sayıda kimselerin arayıp arzu edeceği bu

duygu ve hasletleri, umumileştirmnıek gibi bir temenni

gönlümden geliyorsa da, yine Cenabı Hakk’ın kudreti dahilinde

bulunan lütuf hazinelerinin kapısı dilediğine açılacak ve dilediğini

kendi âleminin sevgi ve lezzetleri içerisinde hapsedip, manâ

âleminin gönüllere ve bu ilâhi duygulara hükmeden lûtuflarmdan

habersiz olarak gelip gitmesini temin edecektir.81

Ey insan oğlu! Hak’dan olan her zerre bir cihan, her katre bir can

olursa, senin varlık hazinende saklı olan cevherlerin ihtiva ettiği

manâ ve kıymeti anlaman ve anlamak için de Hak dostları

sarrafının tezgâhına konup, miyyar taşına vurulman lâzımdır.

Hazreti Mevlâna vahdet diyarından kopup gelmiş, saf bir cevher

iken, el “en ele devredip Hak dostu Şems-i Tebrizî Hazretlerinin

manâ tezgâhında Ölçülüp, miyyar görmüş ve ölümsüzlük

diyarında saltanat süren îlm-i Ledün padişahlarının bağına taç,

gönlüne miraç olmuştur.

O gün ve bugün kâinatta her zerrenin ilâhi bir kanunun hükmü

altında aradığı sevgiliyi, Hazret-i Mevlâna gönlünde duyduğu

arzu ve aş’un seslenişine uyaras aramış ve Şems-i Tebrizî

Hazretlerinde vuslat etiği Canana, öz canında kavuşmanın

bahtiyarlığına erişip, katre iken umman, gölge iken güneş zulmet

iken nur, köle iken sultan, âşık iken maşuk, bakır iken kimya,

talip iken matlup olmuş ve her iki âlemin de hükmünü eline a’ıp,

muradsızları murada, dertlileri deva’ya âşıkları maşuk’a, körleri

göz’e, tenleri can’a ulaştırmıştır.

Manâ âleminin süzgecinden geçip, vahdet pınarlarında arınan

Hazret-i Mevlâna, ten gaygusuna düşüp, korku ve vehmin

Page 79: Aranılan sevgili

79

kucağına atılan bahtsız kişilere, sevgilinin kucağında kara

toprağın altına girmenin bir vuslat olduğunu duyurmuş, bizim

için her ölüm bir yükseliştir diyerek, ölüm korkusu ile çırpınan

kimselerin imdadına yetişip, bir nazarda şarktan garbe kadar

sevgilinin rahmet kokusunu ulaştırmış, dört iklim ve yedi

beldenin sahibi ve mutasarrıfı olduğunu cihana ilan etmiştir.

Manâ âleminden bir haber ve vahdet diyarından bir koku almak

istiyen Hak talipleri, her şeyden evvel şunu bilmelidir ki, uğruna

ömürlerini, varlıklarını ve canlarını feda ettikleri Cenabı Hakkın

vuslatına erişebilmeleri için, her şeyden evvel kendilerine yine bir

insanı rehber edinmeleri ve o insanında İlmi Ledünne ve îlmi

Tevhide sahip bir kimse olduğunu mutlaka araştırmaları lâzımdır.

îşte o şahıs kendinde mevcut bu ilmi, sohbet yoluyla Hak

taliplerine hiç bir karşılık gözetmeden ve kendilerine bir hizmet

ve zahmet yüklemeden öğretip canların da canana kavuşma

imkânlarını bahsetmelidir. Kısa olarak temas ettiğim bu nokta,

bugün cemiyetimizin içersinde bulunup da üzülerek müşahede

ettiğimiz dertlerinden biri ve belkide en mühimidir. Hak yoluna

büyük bir arzu ve samimiyetle girmiş nice insan bugün Cenabı

Hakk’ın isimlerinden birinin veya bir kaçının zakiri olarak ders

almak ve ömrü boyunca bu esmaları çeke çeke ve zaman zaman

da miktarını artırarak bir yıldırım hızı ile gelip geçen hayatını

hayâl ve rüya âlemlerinin arkasında, belki de şu’urunu kaybedip

ailesini perişan eden,, cemiyetine zararlı bir kimse haline

gelmektedir. Bugün, zamanın da birer nurlu ufuklar halinde

doğan bu hizmet yolları mecralarından ayrılmış, bu güzel

duyguları nefislerine uyduran kimselerin zuhuru ile zararlı hale

gelmişlerdir, iftiharla şunu söylemek isterimki, zamanında hiç bir

Page 80: Aranılan sevgili

80

yolun öncüsü ve pîri devrini karanlık ve zulmete, eziyet ve gaflete

sürüklememiş, mazhar olduğu Cenabı Hakk’ın yüce sıfatlarını ve

ilmini katıksız olarak etrafındakilere duyurup, çirkinle güzelin,

sıcakla soğuğun, iyi ile kötünün arasındaki münasebetleri anlatıp,

mensupların da birlik ve ilâhî duyguların tecellîsine hizmet

etmişlerdir. Allah’ı zikretmek hepimizin arzu ettiği bir çalışma ve

ibadet yolu olup, bir kimsenin ömrünü yalnız zikirle ve ibadetle

sona erdirmesi her halde Hakk’ı talep eden kimseler için kâfi

olmayıp, belki de aşırı hareketlerinden dolayı zararlı hale geldiği

kana’atındayım. Sözlerim, yalnız dünya saadetine ve cennet

mükâfatına kavuşırak istiyenler için olmayıp, arzu ve samimiyetle

daha bu âlemde iken Hakk’ı talep eden Hak âşıklarına hitap

etmektedir. Diyar diyar dolaşıp sevgilisini ariyan Hazret-i

Mevlâna’nın manevî şahsiyetinde nice Hak dostunu aranılan

sevgiliye kavuşturmak için zahmet ve nıesakkat’er çeken Hasan

Basri’leri, Cüneyd’leri, Rabia’ları, ibrahim Ethem’İeri, Abdülkadir

Geylâni’leri, M^hid^in’i Arabi’leri, Ahmed Rufai’leri,, Şahı Nakşi

Bentleri, Hacı Bektaşi Velî’leri, Hacı Bayramı Velî’leri ve

Muhammed Nurül Arabi’lerle isimleri gönüllerimiz de yaşıyan Hak

âşıklarını hürmetle selâmlar, Ruhu saadetlerinin şad olmasını

Cenabı Haktan temenni ve niyaz eder, manevî himmet ve

lûtuflarım cümle Hak dostu için talep ederim.

işte bu muhterem kimselerin cümlesi, aynı ilmin ve aynı aşkın

hudutları ve görüş^ri içerisin de yaşamışlar ve aynı duyguları

etrafındakilere nakledip, küllenen bu fikir ve aşkları zamanlarında

alevlendiren bir meş’ale olmuşlardır. Hazret-i Mevlâna da

zamanında bu şahların söz1 erini ve fikirlerini okumuş, duymuş

ve kend’si de başkalarına anlatmış fakat şahsında yaşamamış,

Page 81: Aranılan sevgili

81

yaşadı ise de arzu ettiği heyecanı bulamamıştı. Ne zaman ki

Şems-i Tebrizî Hazretleri iTe karşıla şh, aradıklarını, duyduklarım

ve okuduklarını yaşanmış olarak O’nda görüp O’nun manâ

âleminin denizine kendisini kitapları île beraber atıp O’nun

şahsında Hakk’m yüce sıfatlarına ulaşmış ve Kendisinin

yokluğunu anlıyarak, Kendi varlığında aradığı sevgiliye

kavuşmuştur.

insan üstü kuvvet ve duyguları kendisine malettiğirniz Hazret-i

Mevlâna’nın Şems-i Tebrizî Hazretlerinin vefatı hakkında hiç bir

bilgiye sahip olmadığını iddia edip, hakikaten beşeri varlığı ile

kendisini Şam’aa, Tebriz’de ve diğer ülkelerde aradığını kabul

etmek, inançlarımızı ve Hazret-i Mevlâna’ya olan düşüncelerimizi

sarsıp bir şüphe ve istifamlar âlemine bizi sürüklemektedir ki, bu

düşüncede olanlarında bir gün gelip yanıldıklarını anlıyarak,

Hazret-i Mevlâna’nın Şems-i Tebrizî Hazretlerini manen arayıp,

sonra kendi şahsında bulduğu kana’atına ulaşacaklarını tahmin

ve arzu etmekteyiz.

Hak âşıkları için eğer maddî âlemin bir manâ tas/ıdığını bilmiş

olsaydık, kendilerini o cepheden tahlil eder, Hazret-i mevlâna’nın

bir gün Sultan Veled Hazretlerine: «Biz Cenabı Hakk’ın vahdet

diyarından bu âlemi aydınlatmak üzere gelmiş kimseleriz, daha

ne kadar bu âlemde kalacağız. Ölüm bizim için vuslat, sevgiliye

kavuşmaktır. Eğer burada biraz eğleniimse, Sana Dostcan haber

vermek, Seni Dost varlığına ulaştırmak içindir.» demiş ve bir gün

kendisi için uzun ömürler istiyen ailesine kızarak: «Biz ne Firavun

ve nede Nemruduz, Bizim bu toprak alemiyle ne işimiz var, Biz

bir kaç mahpusun kurtulması için bu dünya zindanın da

Page 82: Aranılan sevgili

82

hapsolmuşuz» sözleriyle inanıp iman ettiği akidelerinin

yüceliğini, bizlere bir kere daha duyurmuşlardır.

işte bizler nasıl olurda kendisi için bu duyguları dile getiren

Hazret-i Mevlâna’yı anlamaz ve bir seher vakti ufkunda

maneviyât güneşi olarak doğan Şems-i Tebrizî Hazretlerini

beşeriyet libası içerisinde aramak üzere Şam’a ve Tebnz’e gitti

diyebiliriz.84

Şems-i Tebrizî Hazretleri, Hazret-i Mevlâna için evvelce madde

Tebriz’inden doğmuş manâ Şems-i iken, Şimdi beden Tebriz’inde

gizlenen gönül ve ruh Şems’i olmuş ve Hazret-i Mevlâna kendi

görüşü ile Şems-i Tebrizî Hazretlerini görenlere sarığını ve

cübbesini değil, canını verebileceğini ilân etmiştir.

Hazret-i Mevlâna kendisine uyanları daima basiretle Hakk’a davet

etmiş, Şahsında yaşattığı manevî cömertliğini hiç bir zaman

azaltmıyarak ve âşıklardan kıskanmıyarak bol bol

etrafındakilerine dağıtmış ve aynı duygulardan bizlere de

uiaşabilmesi için, Divan’ı Kebirini, altı ciltlik Mesnevî’yi Şeriflerini,

Fihi Ma Fihi ve daha nice eserlerini meydana getirip, bizleri

Hakk’a giden yolda zevkten zevk’e irfaniyetten irfaniyete

sürükleyip götürmüşlerdir.

Fakat şunu iyi bilmelidir ki, Hazret-i Mevlâna,nın meydana

getirmiş olduğu bu eserleri doğrudan doğruya okuyup anlamak

ve içerisinden faydalı olan hakiki manâyı bulup çıkartmak, eğer

ilmi Ledünden nasip ve feyiz almadı ise, kimse iğin müyesser

değildir, Tasavvufi duygu, hikâye ve hadiselerle dolu olan

Mesnevî’yi Şeriften her hangi bir parçayı okuyup anlamak,.

Page 83: Aranılan sevgili

83

mutlaka Hazret-i Mevlâna’ nm şahsında yaşayıp, tatbik ettiği ilmi

Ledün derslerini yine bir insandan okuyup ş \hsımızda yaşamak

suretiyle lezzetine ulaşabileceğimizi anlatmak isterim. Aksi halde

okuduklarımız yalnız dış görünüşleri ile bizlerin zihninde şekil

bulup, istenilen arzu ve imkânları sağlamıyacaktır. 85

Hazret-i Mevlâna’nın aranılan sevgilisi Şems-i Tebrizî

Hazretlerinin şahsında ulaştığı aşk, ilim, feyz ve irfaniyefrn ışığı

altında yazmış olduğu tasavvufî fikir, hikâye ve hadisleri evvelâ

yazıldığı veya anlatıldığı şekilde alarak, sonra parçanın altına

Ledünnî manâlarını yazıp, anlayış ve duyuş bakımından aradaki

bariz farkların mevcudiyetini belirtmeğe çalışacağım. Bu fikir,

hikâye veya hadisenin aynen anlatılışı veya yazılışı değil,

sohbetler vasıtası ile bunların Ledünnî manâlarının açıklanışı ve

ruha duygulara hitap edişi nisanlara tesir edip, gönüllerinde

manevî bir aş’un ve hissin doğmasına yardım etmektedir, îşte

Hazret-i Mevlâna kendisine bunu bahşeden Şems-i Tebrizî

Hazretlerini, gönlünde ve varlığında bu duygu ve hislerin

doğmasına vesile olduğu için sevmiş ve bütün varlığı ile

kendisine bağlanmıştır.

«Bizim Peygamberimizin dini aşktır, biz aşktan meydana geldik»

diyen Hazret-i Mevlâna’nın Mesnevî’yi Şeriflerinden aşağıya

aldığım parçaları evvelâ yazıldığı gibi anlamağa çalışmanızı ve

bilâhare altındaki Ledünni izzahma geçip aradaki farkları ve

bağları görmenizi arzu ederken Hazret-i Mevlâna’nın fikir ve

sözlerini her şeyden evvel bir ilâhî aşk süzgecinden geçirip, bir

an içinde olsa ifade ettiği manâların engin ufuklarına dalmanızı

tavsiye edeceğim.

Page 84: Aranılan sevgili

84

Çünkü ,bugün garbın ve medeni milletlerin büyük bir hayranlıkla

tetkik ettikleri Hazret-i Mevlâna, onların olduğu kadar bizim de,

fikrinden ve ilminden fazlasiyle istifade edebileceğimiz bir rehber

ve karanlıklara gömülmüş manevî âlemimizi aydınlatan bir

meş’alemiz olmalıdır. Aksi halde bizler senelerce evvel yüce

Peygamberimiz Hazret-i Muhanımed Mustafa Sallallahu Aleyhi

Vesellem veya onun yolunda giden Hazret-i Mevlâna gibi Tanrı

âşıklarının duygu ve fikirlerini garp ve medeniyet âlemi dediğimiz

diyarların yabancı isimleri altında ithal etmenin işgüzarlığından

kurtulamıyacağımızı belirtmek isterim. 87

Bugün evlerimizde ve kütüphanelerimizde Hazret-i Mevlâna’mn

birçok eserleri mevcut bulunduğu halde, manâsım anlayıp gahsen

istifade edecek ve etrafındakiler! de faydalandıracak kimselerin

akıllara hayret verecek kadar az olduğunu anlatırken, Hazret-i

Mevlâna’yı ve eserlerini anlayabilmek iğin mutlaka İlmi Ledünnün.

İlmi Tevhidin tahsil edilmesi icap ettiğini duyurmak isterim.

Hazret-i Mevlâna ve eserleri birçok hususları ve hasletleri

bağrında toplamış olduğu için, derdine deva arayan her talip

onlarda aradığını bulmuş ve bu kazançlarının ışığı altında

Hazret-i Mevlâna’yı ve eserlerini anladığını kabul etmiştir.

Hazret-i Mevlâna bir çok bilgileri ve ilim şubelerini, içinde

yaşadığı ilâhî duyguların dile getirilebilmesi için birer yardımcı

faktör olarak kullanmış ve bunların hiç birisi Hazret-i

Mevlâna’mn hakiki gayesi ve arzusu olmamıştır. O, bütün

varlığını ve bilgisini Tanrı aşkına ve vuslatına hasredip, samimî

bir Hak Dostu olduğunu, yapmış olduğu mücadele ve fikirleriyle

bizlere anlatmak istemişlerdir. Belki bugün Hazret-i Mevlâna’mn

Page 85: Aranılan sevgili

85

musiki bilgisinden, astronomi, fizik, kimya ve tıp ilminden

insanlık sevgisinde verdiği büyük örneklerden istifade etmek

mümkün olabilir ve faydalar sağlanabilirse de, bunlardan asıl

maksadın Tanrı’ya ulaşmak ve Tanrı aşkıyla yanmak olduğunun

bilinmesi, bizlerin Hazret-i Mevlâna’yı ve eserlerini anlamamız

bakımından faydalı olduğu kanaatındayım.

Küfre iman, imana küfür diyen Hazret-i Mevlâna’nın sözlerini

anlayıp, onun ifade ettiği mânânın sonsuz zevkleri içerisinde

yaşamak bugün her kişinin değil, er kişinin kârıdır. Çünkü,

Hazret-i Mevlâna beşeriyet gözü ile ne kendisi ve ne de sözleri

anlaşılabilecek bir kimse değildir. Hazret-i Mevlâna’y1 tetkik

eden garp mütefekkirlerine şunu belirtmek isterim ki, yalnız

kitaplar içinde Hazret-i Mevlâna’yı ve sözlerini bizim

kasdettiğimiz mânâda anlamak onlara müyesser olmıyacaktır.

Çünkü, O’nun ve sözlerinin mânâ anahtarı, Hazret-i Mevlâna’yı

sinesinde yaşatan Tanrı aşıkları ve ariflerinin elindedir.

Kendilerine bu mutlu kişilerin eserlerini talan edercesine

memleketimizden alıp götürmek yerine, o eserleri şahsında

canlandırmış Tanrı âşıklarını ve ariflerini bulmalarını tavsiye

ederim. Çünkü Hazret-i Mevlâna Hak Nur’u, Hak bilgisi ve Hak

âşkıdır; Hak nur’u, Hak bilgisi ve Hak aşkı İse hiç bir zaman

kaybolmaz. Hazret-i Mevlâna’yı Konya’da Kubbeyi Hadra’nın

altına defnedenler ve yalnız bu fikre bağlanıp kalanlar kendisini

ve ilmini anlamıyan, nasipsiz kimselerdir.

Bakın mânâ ufkumuzda her gün yeni bir tecellî ile doğan Hazret-i

Mevlâna bizlere neler anlatıyor ve bizler bunları nasıl anlıyoruz :

«Bir gün Hindistan’a mal almağa gitmek üzere hazırlık yapan

Page 86: Aranılan sevgili

86

tüccarlardan birisi, ailesinin fertlerine size Hindistan’dan neler

getireyim diye sormuş ve onların arzularını öğrenmişti. Bu tacirin

kafes içersinde bir de Dudu kuşu vardı., tacir ona da sordu, sen

ne armağan istersin diye? Dudu kuşu da tacire: Hindistan’da

benim hemcinslerim var, onlara benden selâm söyle ve burada

kafeste olduğumu anlat, sonra sana ne derlerse ve ne yaparlarsa

gel bana haber ver, dedi. 89

Tacir Hindistan’a gidip mallarını aldı, çocuklarının ve ailesinin

siparişlerini temin etti ve tam döneceği zaman Dudu kuşunun

dediği hatırına geldi. Onun arzusunu da yerine getirmek üzere

ormana giden tacir, orada kendi Dudu kuşu gibi kuşların

bulunduğunu ve uçuştuklarını gördü. Yanlarına yaklaşıp

iğlerinden en büyüğüne :

Ey Dudu kuşu sizin cinsinizden benim de evimde kafes içerisinde

bir Dudu kuşum var. Size selâm gönderdi deyince, Dudu kuşu

kanatlarını çırpıp yere cansız düştü. Tacir bu hâdiseden çok

nıüteesir olup, keşke söylemese idim. Her halde hasre tine

dayanamayıp öldü dedi ve bu hislerle memleketine döndü. Tacir

ailesine ve çocuklarına hediyele rini dağıttığı bir sırada, Dudu

kuşuda kendi armağanını sorunca, tacir :Şikâyetlerini ve selâmını

ormanda sana benziyen Dudu’ların en büyüğüne söyledim, o da

senin selâmını ve şikâyetlerini duyunca kanatlarını çırparak yere

düşüp öldü dedi, bu haberi duyan kafesteki Dudu kuşu da

kanatlarını çırparak kafesin içinde ölür. Tacir bu olaya çok üzülür,

selâmını ona söyledim o öldü. Geldim buna haber verdim bu

öldü. Keşke söyîemeseydim, iki kuşun ölümüne sebep oldum

diyerek kederlenir. Tabiî ölü kus, kafeste tutulmıyacağından, tacir

Page 87: Aranılan sevgili

87

kafesin kapağını açıp, ölmüş olan Dudu kuşunu dışarı çıkarınca,

kuş hemen uçar ve yakında bir ağacın üzerine konar. Bunun

üzerine tacir Dudu kuşuna :

Peki bu şekilde kafesten kurtuldun, fakat bütün bu olanlardan

muradın neydi diye sorar ve Dudu kuğu anlatır : 90

Efendim, ben sizinle hemcinslerime selâm ve haber gönderdim.

Ben filân yerde kafesteyim bukafesten., hapisten nasıî kurtulurum

diye sordum. Hindistan’daki Dudu kuşu da bana, yapmış olduğu

hareketle Ölmeyince kurtulamazsın dedi ve ben de öldüm, ölünce

siz de beni kafesten çıkardınız ve şimdi kafesten kurtulup

hürriyetime kavuştum, demiştir.»

Bu hikâye Mesnevî’yi Şerifin birinci cildinde yazılı olup, mânâ ve

bilgi bakımından bizlere çok şeyler Öğretmekte ve bir kimsenin

bu âlemde iken ihtiyarî ölümle ölmedikten sonra ten kafesinden

kurtulup,, Hak sırlarına ve Dost vuslatına erişemiyeceğini

anlatmaktadır.

Bu hikâyede tacir sensin, çünkü Cenabı Hak seni bu âleme

gönderirken namütenahi zenginlikler ve sıfatlarla süslemiştir.

Hindistan’a ticarete gitmen ruhlar âleminden, yer yüzüne zuhur

etmendir. Ailene ve çocuklarına hediyeler alman, nefsinin ve

duygularının bu yer yüzünde nasiplerini vermen demektir.

Kafesteki Dudu kuşu senin ruhun, kafes cismindir. Hindistan’da

serbest ve hürriyet içerisinde gezen Dudu kuşları senden evvel

Hak vuslatına erişmiş, yokluğunu idrâk edip, Hakk’ın var

olduğunu anlamış, yalnız nefsinin ve cisminin esiri olmadığını

isbat etmiş Hak dostlarıdır. Senin Dudu kuşunun kafesten

Page 88: Aranılan sevgili

88

kurtulmak üzere selâm ve haber göndermesi, ruhunun ilâhî

duygulara ve Allah aşkına karşı bir meyil hissetmesi ve bunun

gerçekleşmesi için ne şekilde hareket etmeni öğrenme arzundur.

Hindistan’daki Dudu kuşunun yaptığı hareket de senden evvel

Hakk’a ulaşmış bir kimsenin, sana Hakk’a vuslat etmek istiyor ve

bu ten kafesinden çıkmayı arzuluyorsan «Ölmeden evvel ölmen»

lâzım geldiğini tavsiye eden sözleridir. Ölmeden evvel ölmek de :

Bir insanı Kâmilin ilim ve terbiyesi ile kendine malettiğin hiç bir

şeyin senin olmadığını sana anlatıp, izah ile seni ikna ederek bu

âlemde cismaniyetin esiri olmaktan seni kurtarıp Hakk’a

kavuşturması demektir. Size bir veçhesini anlattığım bu

hikâyenin, Ledünnî mânâsı ile sizlerin hikâyeyi ilk okuduğunuz

zaman zihninizde canlanan mânâ arasındaki farkları her halde

görecek ve sizlere ayrı bir duygu ve zevk aşıladığının farkına

varacaksınızdır.

Şimdi Mesnevî’yi Şerifin ikinci cildinden bir başka hikâye’ye

geçiyorum.

«Bir Doğan yolunu şaşırarak bir viraneliğe düşer ve orada

bulunan Baykuşların arasında kalır. Bunu gören Baykuşların hepsi

birden toplanıp Doğan’ın başına vurmağa, kanatlarını yolmağa

başlarlar ve (Bu Doğan bizim yerimizi almağa geldi, buradan

kovalım, kendisini Padişahın cinsinden sayıyor) diye bağrışırlar.

Doğan onlara : (Ben Baykuşlara lâyıkmıyım, burada kalmam, ben

Padişaha dönmek isterim. Beyhude tasalanıp kendinize kıymayın,

bu harabe sizin gözünüze hoş bir yer görünüyor amma, bana

değil...) dedi. Buna karşılık Baykuşlar bağrışarak : (Doğan bizi

evimizden, barkımızdan edecek, hiyleye sapıyor) dediler.

Page 89: Aranılan sevgili

89

Doğan baykuşların bu sözlerine karşılık : (Siz bana

inanmıyorsunuz amma, benim bir tüyüm bile kopsa Padişah

baykuş yuvasının kökünü kazır, neleye varırsam Padişah benim

arkanıdadır. Şimdi beni sizin aranıza attı. Buna sebep benim

yüzümden sizin de doğanîaşmanızdır. Bana yapışın da doğan

olun. Böyle bir Padişaha sevgili olan nereye düşerse düşsün garip

olmaz. Ben mülk sahibiyim. Başkasının sofrasına oturup yemek

yemem. Ben Hakk’ın sırlarına vâkıfım.) diyerek cevap vermiş ve

Hazret-i Mevlâna bir çok hakikatleri bu hikâye ile önümüze

sermiştir.» 92

Bu hikâyede, baykuşların yaşadığı viraneden murad, bizleri türlü

nakış ve şekilleri ile aldatan ve cazibesine kaptırıp Hak’tan

uzaklaştıran dünyadır. Baykuşlardan murad, gönlünü dünya

muhabbeti ve zevkleri ile doldurup hiç bir zaman Hakk’ı

dügünmiyen kimselerdir. Padişahların elinde terbiye olup,

Padişahlar namına av yapan ve padişahın sevgi ve lûtuflarına

kavuşmuş doğandan murad da, Hakk’ın ilim ve irfaniyeti ile

yetişmiş ve Hak dostluğuna ulaşmış bahtiyar kimselerden

birisidir. Onların bir virane gibi olan şu dünya’ya gelip, baykuş

gibi nefsinin esiri olan insanların arasında zuhur etmesi, cehalet

ve gaflet ile dolu insanları ilim ve irfaniyetleri ile Hakk’a ulaştırıp,

Hak Dostluğuna kavuşturabilmek içindir. Doğan, baykuşlara bu

varlık, bu virane dünya sizin mi? Yoksa Hakk’ın mıdır? diye

sorunca, îlmi Ledünden, Hak sırrından haberi olmıyan baykuşlar

hile ile bizim yerimizi almağa geldi dediler. Allah aşkı ve terbiyesi

ile yetişen doğan, onlara : Ben sizin duygu ve düşüncelerinize

lâyık değilim. Ben bu âleme tekrar Hakk’a dönmek için geldim.

Sizleri aldatıp Hak’tan uzaklaştıran bu dünya sizin gözünüze hoş

Page 90: Aranılan sevgili

90

görünüyor, amma benim nazarımda bir kıymeti yoktur. Sizin ve

kendinize mâlettiğiniz her türlü duygu ve varlıklarınızın sa^ hibi

Allah’tır. Bana inanmıyorsunuz amma, benim bir tüyüm kopsa,

yani beni İncitseniz ve anlarnasanız, ben Hak tecellîsine sahip

olduğum için Hakk’ı incitmiş olursunuz ve o zaman Allah sizi,

kendisine ulaşabilmeniz için benimle yaptığı lûtuflarından

mahrum eder. Benim her türlü varlığım Hakk’ın olduğu için, Allah

daima benimle beraberdir. Eğer bugün ben şu dünyada sizlerin

arasında isem, bu Cenabı Hakk’m size bir lütfü olup, sizleri de

benim gibi kendi sıfatları ile tezyin etmek içindir. Benim sözlerimi

ve duygularımı anlayın da siz de benim gibi bir Tanrı eri olun.

Ben yokluğumu idrâk ettiğim için Hakk’m mülküne sahip bir

sultanım ve Hakk’m sırlarını ariyan insanlara, ben o sırra vakıfım

diye seslenmekte ve bizlere Hakk’a ulaşmanın ne şekilde

mümkün olacağını göstermektedir.

Bakın Mesnevî’yi Şerifin ikinci cildinin bir başka hikâyesinde de,

Hazret-i Mevlâna bizlere ne hikmetler ve sırlar saçıyor.

«Bir Bedevi devesine iki dolu çuval yüklemiş ve kendisi de

çuvalların üstüne binmiş, yolda giderken, yolda gidenlerden birisi

ona söz atıp; memleketini sordu ve birçok yüksek sözler

söyleyip, en sonunda Bedevi’ye: (Bu çuvalların içerisinde ne var?)

dedi ve Bedevi cevabında : (Çuvalın birinde buğday var, Öbüründe

de dengeyi temin etsin diye kum var) deyince, Filozof : (Neden bu

kumu doldurdun? Buğdayı iki çuvala taksim etseydin hem yükün

azalır, hem de dengeyi temin etmiş olurdun) dedi. Bu fikri çok

beğenen Bedevi : (Ey akıllı hakim! İnce bir fikre sahip olduğun

halde neden böyle çıplaksın?) deyip, hakime acıdı ve deveye

Page 91: Aranılan sevgili

91

bindirmek istedi. Yola devam ederlerken Bedevi Filozofa sordu :

(Ey güzel sözlü hakim, bana biraz halinden bahset!... Bu kadar

akılla sen vezir misin ve yahut Padişah mısın?) Filozof, Bedevi’ye

cevap verip : (Her ikisi de olmadığını, halktan bir kimse

olduğunu) söyledi. Bedevî suallerine devam edip : (Ne kadar

deven, ne kadar sığırın var? Ne kadar nakdin var? Çünkü sen,

bakırları altın eden bir adamsın) diye sorunca, Filozof ; (Hiç bir

şeye malik değilim, ey arabın güzidesi Allah Hakkı için hiç bir

şeyim yok, hattâ bir gecelik yiyecek için dahi harçlığım yok. Her

tarafa ayağım ve tenim çıplak koşmaktayım. Kim bir ekmek

verirse oraya giderim. Bana bu hikmet ve hünerden bir fayda

yoktur. Bir hayâlden ve baş ağrısından başka bir kazancım

olmadı) deyince. Bedevî hakime : (Defol benim yanımdan!.. Senin

hikmet ve kelâmın bütün halk üzerine netamet yağdırır. Benim

çuvalımın birinin buğday, öbürünün de kum dolu olması, senin

bu zekâ ve hiylelerinden üstündür. Bu benim ahmaklığım

mübarek bir ahmaklıktır. Benim cahilliğim senin ilminden

yeğdir.)» sözleri ile cevap vermiş ve Hazret-i Mevlâna bu hikâye

ile önümüze bir çok gerçeklerin, rumuzlu ifadesini sermişlerdir.

Burada Bedevî bir insan olup, devesi onun vücudu cisnıaniyesidir.

Buğday çuvalı onun ruhunun gıdası olan ahirete müteallik bilgisi,

duygusu ve amelleri olup, kum çuvalı da vücudu cismaniyesinin

arzularını ihtiva eden dünya’ya ait, çalışma ve bilgileridir Tani bu

kimse, hem dünyasını ve hem de ahiretini mamur etmeğe çalışan

bir şahıstır Yol insanların üzerinde yaşadığı bu âlemdir. Bedevi’ye

yolda takılıp sual soran filozof, aklı ve kurnazlığı ile bazı şeyler

kazandığını zanneden, fakat bilgisinin neticesine ve ruhuna vâkıf

olmadığı için her zaman mahcup ve ömrünü beyhude yere

Page 92: Aranılan sevgili

92

geçiren bir kimse demektir, Bedevî, dünya ve ahiretini kendi

vücudunda müsavi şartlarla götürürken; fizolof, aslına vâkıf

olmadığı ve akü yoluyla elde ettiği fikirlerine dayanarak,

Bedevi’ye dünyana ait bilgi, düğünce ve çalışmalarını terk et,

kendini yalnız Hak yoluna ver, dünyanı da ahiret fikir ve

çalışmaları ile doldur diye tavsiye edince, saf bir kimse olan

Bedevi, bütün varlığını Hak yoluna hasretmiş kimselerin yüce

makam ve mertebelere, manevî duygu ve zenginliklere kavuşmuş

olacağını düşünerek, filozofun bu manevî lütuf ve ihsanlara sahip

olup olmadığını sorar. Filozof da, akıl ve kurnazlık yoluyla,

başkalarından duyarak,, kitaplardan okuyarak, mânasını

anlıyamadığı fikirlerine istinaden; kendisinin hiç bir manevî

rütbeye sahip olmadığını ve hiç bir zenginliğinin bulunmadığını,

çünkü kendisinin yokluğunu kabul ettiği için hiç bir şeye sahip

olmadığını ve safsata ile bu felsefî hüner ve bilgilerinin kendisine

bir fayda vermediğini, bu bilgileri kimde görürse ondan aslına

vâkıf olmadan aldığını ve bunun için de aklıyla anlamağa

çalışmak istediğinden, hayâllerle uğraşıp baş ağrısından

kurtulamadığını söyleyince. Bedevi : Filozof gibi aklının esiri olan

kimselerin, aslını ve hakikatini bilmedikleri ve nefislerinde tatbik

etmedikleri hüner ve sözleriyle kendisi gibi safiyane bir şekilde

dünyasını da, ahiretini de değerlendirmeğe çalışan insanlar için

zararlı olacaklarını, bu bakımdan onlardan uzaklaşıimasını ve

kendisinin ahmakça ve cahilane yaptığı ibadet ve hareketlerin,

filozofun akıl ve kurnazlık yoluyla elde ettiği ilim ve hünerinden

daha hayırlı olduğunu bu hikâye bize anlatmış bulunuyor.

İşte vahdet deryasının bitip tükenmeyen cevherlerinden birisi

daha : «Bir gün Çin ressamları biz resim sana’tında ileriyiz

Page 93: Aranılan sevgili

93

dediler. Rum ressamları da kendilerinin maharetinin daha Üstün

olduğunu iddia ettiler. Nihayet padişah onlara : Sizi imtihan

edeceğim, bakalım hanginiz dâvasında daha haklı dedi. Her iki

diyarın ressamları da hazırlandılar. 96

Rum ressamları san’atlarında daha mahir idiler. Bir salonun,

ortadan perde ile bölünmesini istediler. Perdenin bir tarafı Çin,

diğer tarafı Rum ressamlarına tahsis edildi. Çinliler padişahtan

yüz çeşit boya istediler. Padişah derhal emretti ve istedikleri

verildi. Rum ressamları ise hiç bir şey istemediler. Her iki tarafta

iğe girişip, Rum ressamları perdenin karşısındaki duvarı

cilâlamağa başladılar. Duvarı gök gibi tertemiz berrak bir hale

koydular. Çinli ressamlar da almış oldukları yüz çeşit boya ile

duvarları boyayıp işlerini bitirdiler. Hepsi de yaptıkları resimlerin

güzelliğine seviniyorlardı. Rum ressamları hiç bir resim

yapmadan Çin ressamlarının yaptıkları resimleri perdeyi

kaldırınca karşı tarafa aksettirecek şekilde duvarı cilaladılar.

Padişah evvelâ Çin ressamlarının yaptıkları resimleri gördü ve

hakikaten bu resimler akıldan hariç çok güzel bir san’at eseriydi.

Çin ressamlarını takdir etti. Ondan sonra perde kaldırılıp Rum

ressamlarının tarafına geçilince karşı duvarda Çin ressamlarının

yapmış oldukları resimler cilalanmış duvara çok güzel aksetmişti.

Orada ne varsa burada daha iyi görünüyordu. Resimlerin aksi

adetâ göz kamaştırıyordu ve Padişahın büyük takdirlerini Rum

ressamları kazanmıştı.»

Şimdi bu hikâyede padişahtan yüz çeşit boya istiyen Çin

ressamları, şu zuhur âleminin türlü türlü nakışlarına aldanan ve

bütün bilgi ve marifetlerini şekillere göre kıymetlendiren ehli

Page 94: Aranılan sevgili

94

zahirdir. Duvarı cilâhyarak Çin ressamlarının yaptıkları resimleri

kendi duvarlarına aksettiren Rum ressamları da her türlü şekil ve

renkten arınan ehli hakikat ve arif kimselerdir. Kendi durum,

istidat ve çalışmalarına göre ehli zahirin yaptığı ibadet ve tahsil

etmiş olduğu ilim de güzeldir. Yüz çeşit boya Cenabı Hakk’ın

esmayı hüsnadan olan yüz ismidir ve bunlar bu âlemde

mevcuttur. Ehli zahir olanlar kendi benlik ve vücut şirklerinden

dolayı, Hakk’ın bu yüce esmalarını hariçte ararlar. Ehli hakikat ise

kendilerini benlik ve vücut şirkinden temizledikleri için aradaki

perde kalkınca Cenabı Hakk’ın varlığı onlarda tecelli eder ve bu

güzellik hiç şüphesiz ki diğerlerinden kat be kat üstündür. Ehli

zahirin taşrada aradığım onlar öz canlarında bulmuşlardır.

Mesnevî’yi Şerifin birinci cildinde bulunan bu hikâye ile bizlerin

Hakk’ı ne şekilde aramamız icap ettiğini ve Hakk’ın vuslatına

erişip, yüce varlığı ile şereflenmemiz için her şeyden evvel

temizlenip arınmamız lâzım geldiğini bizlere duyurmuşlar ve bu

misâlle de bir örnek vermişlerdir.

«Senin bir deven var bir gün bu deven bir yere gizlenmiştir. Gece

yaklaşmış, kervan uzaklaşıyor. Sen telâş içerisinde herkese

sorarsın : (Ey Müslümanlar, ahırdan bir deve kaçtı, göreniniz

varını? Kim gördüyse müjdesine şu kadar para vereceğim) dersin.

Şimdi senin telâşına herkes güler ve alay ederek :

Birisi : (Evet gördüm, şu tarafa, çayıra doğru gidiyordu.)

öbürüsü : (Üstünde nakışlı bir çuvalda vardı) der.

Bir diğeri. : [Gördüm tek gözlüydü) Bir başkası da : (Uyuzluktan

tüyleri dökülmüş, çıplak bir deve değil mi?) diye müjde almak için

Page 95: Aranılan sevgili

95

deveciye her birisi bir şey uydurmuşlardır.»

Şimdi Mesnevî’yi Şerifin ikinci cildinde bulunan bu hikâye ile

Hazret-i Mevlâna bizlere şunu anlatmak istemişlerdir. 98

Deve senin vücudundur, varlığındır. Deveci akıldır. Bu âleme

gelince kendini Hak’tan ayrı bildiğin için deveni kaybetmiş

vaziyettesin. Gecenin yaklaşması ihtiyarlaman, ölüm zamanının

gelmesi, Kervanın uzaklaşması Hakk’ı bilen insanlardan ayrılman

demektir. Hakk’ı bilenler kervanı sana birçok lütuflarda

bulunmak istemişlerdir. Sen de onların bu sözlerinden ve

ilimlerinden bir şeyler elde edip, faydalanmak istiyorsun, fakat

nasibinde olmadığı için onların kervanına katılamıyorsun. Bu

mutlu kimselerin sözleri ve ilimleri de hoşuna gittiği için

katılmayı da arzu ediyorsun, işte bunun için onlardan duyduğun

sözlerin ve ilimlerin doğru olup olmadığım etrafındaki türlü türlü

görüş ve düşüncelere sahip kimselere sorunca, onlar senin

dostluğunu ve yakınlığını kaybetmemek için sorduğun o sözler ve

ilimler hakkında kendi bilgilerine göre cevap verip, küçük

göstermek isterler. Hak yolunda gitmeye de arzulu olduğun için

bunu ümid ettiğin bir kaç kişiye sorarsın, fakat onların Hak

ilminden nasipleri olmadığı için her birisi ayrı birer cevap verir ve

hattâ seninle böyle bir arzundan dolayı alay bile ederler, îşte bu

hikâye Hak kervanına katılmak istiyen fakat tereddüt içerisinde

bulunup da ehli olmıyan kimselere SDraıı bir şahsın perişan halini

göstermektedir.

Mânâ âleminin hazinelerine sahip olan Hazret-i Mevlâna,

Mesnevî’yi şerifin beşinci cildinde anlatmış olduğu su hikâye île

bizlere yeni bir lütuf kapısı açmış bulunuyor.

Page 96: Aranılan sevgili

96

«Bir sakanın gayet cılız bir eşeği vardı. Mihnet ve zahmetten iki

büklüm olmuştu. Zavallı eşek bu durumdan dolayı daima

ölümünü istemekteydi. 99 Arpa şöyle dursun kuru ot bile

bulamıyordu. Sırtında derin bir yara açılmış olmasına rağmen

sahibi onu daima imballayıp dururdu. Bir gün Padişahın ahırcı

bağısı eşeği görüp çok acıdı ve sahibine : (Neden bu eşek böyle

iki büklüm olmuş.) deyince, eşeğin sahibi ; (Eşeğin bu hali benim

yoksulluğumdandır. Bu ağzı dili bağlı hayvanın ne suçu var.

Saman bile bulamıyor.) dedi ve ahırcı bağı : (Sen bu eşeği bir

kaçgün bana ver de padişahın ahırında kuvvetlensin.) Bu suretle

eşek ahıra bağlandı. Ahırda hep arap atlan bağlıydı. Hayvanların

bastıkları yerler süpürülmüş, tertemiz idi. Mükemmel tımarlan

yapı’ıyordu. Zavallı eşek bunları görünce dedi ki : (Ey Ulu

Tanrım... Gerçi ben bir eşeğim, fakat senin mahlûkun

değilmiyim?.. Neden böyle perişanım, neden sırtım yaralı...

Istıraptan ölümümü istiyorum. Şu atların haline bak, ne

mükemmel... Peki ama bu azap yalnız bana mı mahsus.) derken

ansızın bir savaş koptu. Arap atlalarına eyerlen vurulup savaşa

sürdüler, atlar harpte düşmandan birçok oklar yediler, her

tarafları yara içinde kaldı. Nihayet hepsi perişan bir şekilde

savaştan dûnüp ahıra düştüler. Nalbantlar gelip hançerlerle

atlann bedenlerini yardılar, bir feryaddır koptu, .fişek bunları

görünce : (Ya Rabbi... Ben eski yokluğuma ve hiç olmazsa

kendime göre sürdüğüm şu hayata razıyım. Ben bu vaziyette şu

gıdayı istemem. Halimden memnunum, beni affet) dedi.» 100

Bu hikâye de, bir ehli zahir ile Hak yolunda giderken bir çok

ızdırap ve mücadelelere sahne olan ehli hakikatin arasındaki

bariz farkları ve kendinde bu mücadeleye atılabilecek kuvveti

Page 97: Aranılan sevgili

97

göremiyen ehli zahirin haline razı oluş’inu görüyoruz. Bu âlem

Padişahın bir ahırıdır. «Sizin nefisleriniz binek hayvanlarmızdır,

onlara iyi bakın» Hadisi Şerifine görede insanların vücudu

cismanileri, vücudu nuranilerinin binek hayvanlarıdır. Saka su

taşır ve taşıdığı sudan kendisi istifade edemez. Ehli zahir de

bilgisini başkalarına anlatır. Fakat bu bilgisinin hakikatinden

kendisi faydalanamaz. O şekle göre hareket ettiği için daima

vücudu cismanisinin arzularına ve isteklerine muhalefetle uğraşır

ve bu yüzdende vücudu zayıflar, bir çok dertlere müptelâ olur.

Padişahın ahırcı basısı, Hakk’m ilim ve irfaniyetine sahip kimse

demektir. O’nun mensupları ruhun gıdası ile beslendiklerinden

semiz ve ilâhî duygularla dolu olduklarından muhitleri gayet

temiz kimselerdir. Ehli zahir olan bir kimse onların bu haline çok

imrenir, acziyetini ifade eder. Ahırcı başı da gel biraz bizim

muhitimizde bulun, bu maddi sıkıntı ve acılardan kurtulursun

der. O kimse bu muhite girince, manevî gıdalarını bol bol alan ve

temiz bir muhitte yaşıyan insanların, bu ilâhî duygulara

ulaşabilmeleri için nasıl mücadele ettiklerini, hayatın acı ve üzücü

taraflarına nefislerini terbiye etmek için nasıl tahammül ettiklerini

görerek hayret eder ve kendisinin böyle fedakârlıkları

yapamıyacağını kabul ederek o Padişahın, yani Allah’ın

saltanatında yaşıyan kimselerin yanından ayrılıp, kendi halinin ve

çalışmalarının kendisi için iyi olduğuna ve kâfi geldiğine inanır.

Allah’ın kendine yakınlık bahşeden lûtuflarından istifade etmek

istemez. Cemiyetimiz her zaman bu gibi düşünen insanlarla

doludur ve Hazret-i Mevlâna bu hikâye ile onların halini bize ne

kadar güzel bir şekilde anlatmaktadır.

Mesnevî’yi şerifin altıncı cildinde bulunan bu hikâye de bizlere

Page 98: Aranılan sevgili

98

bakın neler anlatıyor.101

«Bir gün bir deve, bir Öküz bir koç yolda giderlerken bir otluk

bulmuşlar. Koç : (Bu otu aramızda parlaşırsak hiç birimizin de

karnı doymaz. Çünkü taksim edersek hisselerimize azar azar

düğer. İğin münasip olanı içimizde kimin yaşı ziyade ise bu otu

ona verelim. Küçüklerin büyüklere riayet etmesi lâzımdır, çünkü

bu Peygamberimizin sünnetidir.) der ve sonra Koç sözüne devam

ederek : (Arkadaşlar mademki yaşa hürmet edeceğiz, haydin

bakalım, her biriniz yaşınızın başladığı tarihi bildiriniz demiş ve

içlerinden en yaşlısının kendisi olduğunu iddia ederek, benim

gelişim Peygamber ismail’in Koçuyla bağlar ben o vakitten beri

yaşıyorum) deyince, bunun üzerine öküz söze başUyarak : (Ben

de Adem Aleyhisselâmın çift sürdüğü öküzle yaşadım. Böyle

olunca ben hepinizden ihtiyarını.) der. Şimdi deve Koç’tan ve

öküz’den bu sözleri işitince şaşırır, hemen başım indirip büyükçe

bir ot demetini havaya kaldırır ve der ki : (Ey arkadaşlar, benim

için yaş tarihine hacet yoktur. Zira benim cüssem ve boyum

uzundur. Yetişebilirseniz alın diyerek otu çiğnemeğe bağlar.)

Hazret-i Mevlâna bu hikâyede : Koç ile bir tarikat mensubunu.,

Öküz ile bir ehli zahiri, deve ile de bir arifi, yani bir hakikat ehlini

anlatmak istemiştir. Yeşil ot’cîan murad insanların mânâsını

anlayıp, hazmedip, ifade ettiği hakikate ulaşarak bizleri Hakk’a

yaklaştıracak bir söz, bir fikir olup, bu üç kişi arasında

konuşulunca, ehli tarikat olanlar hemen kendilerinin geçmiş

pirlerinden ve büyüklerinden bahsederek bu sözün ifade ettiği

mânâyı anlamak istemezler veya anlayamadıklarını gösterir. Ehli

zahir olan kimseler de böyle bir durum karşısında bu ana kadar

Page 99: Aranılan sevgili

99

yapmış oldukları ibadet ve sevaplarla Övünüp gelecek iğin

kendilerine hisse çıkartırlar. Ehli Tevhidi temsil eden deve ise bir

hakikat ehli olup, bu kimseler karşılaştıkları her türlü fikir, söz ve

hareketten o anda istifade etmesini bilen ve onda duyduğu,

karşılaştığı fikrin ve sözün mânâsını yaşıyarak zevkine varan

ariflerin durumunu anlatmaktadır. Bu hikâye ehli hakikatin ne

geçmişe ve ne de geleceğe itibar etmeyip, hale nazar ettiklerini

bize göstermektedir.

* Mesnevî’yi Şerifin altıncı cildinde bulunan, şu hikâye de Dizlere

ders vermesi bakımından faydalı ve ehemmiyetlidir.

«Bir fare çaybaşında bir kurbağa ile arkadaş olup tanışmışlar.

Bunlar her sabah bir köşede birlegir, konuşurlarmış. Bu buluşup

konuşmayı sık sık arzu eden fare, kendisini göremediği zamanlar

huzursuz olduğu için kurbağaya : «Sana bir sır söylemek

istiyorum. Sen çayın içerisindesin. Ben ise oraya yanaşamam.

Gerçi bazan ırmağın kenarına gelir seni çağırırını amma sen

duymuyorsun. Benim ise suya dalma imkânım yok. Çünkü toprak

hayvanıyım. Bunun için seninle bir elçi vasıtası ile görüşelim.)

dedi. Bunun üzerine şu kararı aldılar. Bir uzun ip bulacaklar,

zaman zaman bu ipin çekilmesi onların birleşmesini temin

edecekti. Fare ipin bir ucunu kendi ayağına, diğer ucunu da

kurbağanın ayağına bağlıyacak ve ip bir uçtan çekilince bu

şekilde buluşacaklardı. Bu karar kurbağanın pek hoşuna gitmedi

amma yine de razı oldu. ipi her ikisi de ayaklarına bağladılar ve

arasıra bu şekilde buluşurlardı. Bir gün ansızın bir karga geldi

fareyi yakaladığı gibi havaya uçunca fare de, ona bağlı kurbağa

da onunla beraber havalandı. Bu hâdiseyi gören halk karga acaba

Page 100: Aranılan sevgili

100

suda yaşıyan kurbağayı nasıl yakalayabildi, diye hayrete düşüp,

şaştılar.»103

Bu hikâye de fare cismine, bedenine ve şahsi arzularına esir

olmuş, Hak bilgi ve duygularından mahrum bir kimse. Kurbağa

ise su içerisinde, yani Hakk’ın varlığında yaşıyan, Hak ilmine,

bilgisine ve duygusuna sahip bir kimseyi remzeder. Biri daha

ziyade dünya duyguları ile dolu, diğeri manevî bilgi ve duygular

içerisinde yaşıyan kimse demektir. Manevî duygulara sahip olan

kimseler, dünya muhabbeti ile meşgul olan kimselerle pek

arkadaşlık,, dostluk yapmak istemezler. Fakat dünya duygusuna

mağlûp olan kimseler zaman, zaman, Hak ilmine, ahiret

zenginliğine sahip kimselerle dostluk yapmayı arzu ederler. Eğer

manevî duygulara sahip olan kimse, dünya muhabbetine bağlı

olan kimseyle fazlaca alâkadar olacak olursa, onun dünyaya ait

fikir ve düşünceleri ve karga gibi tuyiemel sahibi dünya ehlinin

arkadaşları, Hak yolunda giden insanı da azıtıp, onu da kendileri

gibi perişan ederler ve Hak’tan uzaklaştırırlar. Böyle kimseler

dünya ehli olanlarla arkadaşlık ederlerse Hak’tan mahrum olarak

cezalarını bulmuş olurlar. Hak, Hak yolunda giden kimselerin.,

cahil kimselerle arkadaşlık ettiklerini hayretle karşılar ve şaşarlar.

Onun için büyükler «Dünya ehline ahiret haram, ahiret ehline

dünya haranı, Ehlûllaha ise hem dünya ve hem de ahiret

haramdır.» demişlerdir.

Sırlar çözüldükçe mânalar meydana çıkar, mânalar meydana

çıktıkça güzellikler ve zevkler doğar. Mânâsız hiç bir şey güzel

değildir ve her şeyin en az bir mânası olduğundan ve her şey bir

mâna taşıdığından güzeldir ve zevklidir. Cenabı Hak yer yüzünde

Page 101: Aranılan sevgili

101

abes olarak hiç bir şey yaratmamıştır. İşte Hazret-i Mevlâna’nın

Mesnevî’yi Şerifinde güzel mânalar ifade eden hikâyelerinden

birisi daha :104

«Su sığırı denilen bir hayvan daima denizden bir mücevher

çıkararak sahile bırakır ve şımşırak taşı denilen bu mücevherin

ışığı altında otlar. Yediği şeyler güzel kokulu, nilüfer ve nergis

gibi çiçekler olduğundan anber onun pisliğidir. Bir gün su sığın

sahilde otlarken çıkardığı mücevherden biraz uzak düşmüştü.

Her zaman bu mücevherleri toplayan bir tacir, yine çayın

karanlıkta bırakıp mücevheri almak için, hemen mücevherin

üzerini bir çamurla sıvar ve ağaçların arkasına gizlenir. Karanlıkta

kalan su sığırı bu vaziyet kargısında bunu yapanı süsmek için

çayırın etrafında dolagır, arasa da bulamaz. Nihayet mücevheri

bıraktığı yere gelir. Mücevherin o çamurda gizli olduğunu ne

bilsin. Hornurdana homurdana tekrar suya girer.»

Burada, su sığın dinin her türlü ilim ve şubesini zahiren tahsil

eden bir kimsedir. Su dan murad bir hakikat denizin olan Kur’anı

Kerim ve zuhuru İlâhiyedir. Bu vahdet deryasının İçi Cenabı

Hakk’ın insanlara tahsis ettiği namütenahi cevherlerle doludur.

Geceleri su sığırının sahile çıkıp, ışığında otladığı cevher, Kur’anı

Kerimde Cenabı Hakk’ın varlığını ve hakikatini bizlere bildiren

Ayeti Kerimeler, Hadîsi Şerifler ve ehli hakikatin kıymetli

sözleridir. Bunların üzerine çamur kapatıp, onu ehli zahirin

gözünden gizleyen ve sonra alıp o mâna cevherinden istifade

eden tacir, ehli hakikat ve Hakk’a arif bir kimsedir. Cenabı Hak

varlığını gerek bu âlemde, gerekse Kur’am Keriminde bir şekille,

bir örtü ile bizlere göstermiş ve bildirmiş tir. Bizler her zaman

Page 102: Aranılan sevgili

102

hakikatlerle karşı karşıya olduğumuz halde, örtüleri ve şekilleri

görür içindeki saklı olan manâyı cevheri göremeyiz. İşte bu

duygular bilgilerle dolu iki kimse Cenabı Hakk’ın bizlere

göstermek istediği hakikatleri konuşurlarken, ehli zahirin

anlıyamadığı ve idrâkinden aciz kaldığı bu zuhur âleminin aradığı

cevher olduğu kendisine söylenince, nasıl olur bu çamurda yani

şu zuhur âleminde Hakk’ m varlığı bulunabilir diye homurdana

homurdana suya girer, yani Kur’an ve zuhur âlemi bir hakikat

denizi olduğundan, onun cevherinden istifade edemeden yalnız

ve yalnız Kur’anı Kerimin zahiri ile meşgul olur. Bu tıpkı şeytanın

Âdem Aleyhisselâmın varlığında gizlediği hakikati görmediği gibi.

Bu hikâye bile bir cevher gizlediği halde bir çok rumuzlu sözlerle

saklanmıştır. Su sığırı, mücevher, üzerindeki çamur ve tacir

sözleri hakikatleri gizliyen birer örtü ve rumuz değil midir?

Mesnevî’yi Şerifin altıncı cildinde yazılı bulunan bu hikâye de

bizlere çok şeyler öğretmekte ve yalnız Kur’anı Kerimin veya

herhangi bir şeyin dış yüzüne göre hareket edenlerin su sığırı

gibi hakikatlerden mahrum olabileceğini anlatmaktadır.

* Ey Hak yoluna talip olup da Hazret-i Mevlâna ve O’nun ufkunda

bir güneş gibi doğan Şems-i Tebrizî Hazretlerinin dostluğuna ve

manevî yakınlığına ermek istiyen âşık! Bu yol Hak yoludur, bu yol

aşk yoludur. Akılla, mantıkla bu yolda ömür tüketen nice kişiler

zebun olmuş, kendi cevherlerinin aslına bu âlemde

kavuşamadıkları için hâk ile yeksan olup, kara toprağın bağrında

yok olup gitmişlerdir. Gizli sırlardan haber veren Resûlullah

Efendimiz «Nefsini bilen Rabbını bilir» buyurdu. Sen de Rabbini

bilmek istiyorsan, evvelâ nefsini bilmeğe çalış. Fakat sen, kendi

kendine ne kadar çalışsan bu sırra vâsıl olamazsın. Sana bu sırları

Page 103: Aranılan sevgili

103

can kulağına üfliyecek İsrafil’i bul. Bu ilim, bu devlet bu gün

O’nun elindedir. Seni Hak yolunda kurban edecek îbrahim’ini bul.

Sen ne kadar ben Allahtan bir parçayım desen yine küfürden ve

şirkten kurtalamazsın. 106

îşte Hazret-i Mevlâna bu lûtuflara lâyıkı ile Şems-i Tebrizî

Hazretlerinin şahsında nail olduğu için kendisine âşık ve medyun

olmuş. O’nun manevî şahsiyetinin ardına düşüp, kendisim diyar

diyar arıyarak, O’nun yollarında arzu ile çırpınıp göz yaşları

dökmüştür. Bunun kadrini bilmek için, O yüce kimselerin

sunduğu İlmi Ledün şarabından hiç olmazsa bir yudum içmek ve

maneviyât âlemlerinin sonsuz lûtuflar bahşeden bu

hikmetlerinden bîr nebze nasip almamız lâzımdır. Mesnevî’yi

Şerifin muhtelif ciltlerinden alınış olduğum hikâyeleri ve bu

hikâyelerin bizim tarafımızdan verilmiş mânalarını okudun.

Aradaki bariz farkları görmen ve onlar üzerine biraz daha eğilip,

derinliklerine varman herhalde senin için faydalı ve lüzumlu olur.

Bu ilim ne benim ve ne de herhangi bir kimsenindir. Bu ilim

Allah’ın Zatına ait olup Cenabı Hakk’ın yolunda gitmek ve

Kendine kavuşmak istiyen Hak âşıklarına nasip edilen bir lütfü

ilâhîyedir.

Hazret-i Mevlâna senelerce okuyup, tahsil edip öğrendiği

ilimlerin hakikatini Şems-i Tebrizî Hazretlerinden okumuş ve

bunun için de bütün varlığı ile kendisine bağlanmıştır. Evvelce de

arz ettiğim gibi Şems-i Tebrizî Hazretlerinden almış olduğu bu

hakikat ağısı ile uçsuz bucaksız bir umman haline gelmiş ve

geniş bilgisi ile Şems-i Tebrizî Hazretlerinden almış olduğu

hakikat ilmini daha da genişletmiştir. Fakat bu hiç bir zaman

Page 104: Aranılan sevgili

104

Hazret-i Mevlâna’nın yanında Şems-i Tebrizî Hazretlerini

küçümsemek değildir. Bazı kimseler bu şekilde düşünüp • işi

basit göstermek istiyorlarsa da, Hazret-i Mevlâna’nın varlığını

yükseltelim derken, ruhu Mevlâna’ yi müteessir ediyorlar.

Kendilerine bir evlâdı severken, O’nun yetişmesinde hizmet eden

babasının evlâdına lâyık bir şekilde hürmet ve sevgi görmesinin

daha münasip olacağını hatırlatmak isterim. 107

Aranılan sevgili Şems-i Tebrizî Hazretleri, vermiş olduğu ilim,

feyz ve aşkı ile Hazret-i Mevlâna’ yi cihana mâletmiş, Hak

yolunda giden, Hakk’ı seven herkes, her millet O’nun

duygularından faydalanıp kendisinin hayranı olmuşlardır. Şems-i

Tebrizî Hazretleri, Hazret-i Mevlâna’nın olduğu kadar bizlerin de

dostu ve hem de aranılan sevgilisidir. Aslında bütün varlık âlemi

kaybettiği sevgilisini bulmak için çırpınmakta, ona kavuşmak için

nice mücadele ve badirelere bilerek veya bilmiyerek atılmaktadır.

Sizlere bunun sebeplerini ve nedenlerini anlatmak, zaman,

mekân ve anlayış olsa idi belki mümkün olabilir ve bizler

arıyanlara ve arzu edenlere verilen bu lûtuftan kısmetimiz kadar

istifade edebilirdik. Fakat bu bir emaneti ilâhiye olup, lâyık olana

verilmesi ve lâyık olandan da gizlenilmemesi icap etmektedir.

Çünkü her şey ihtiyaç ve arzu karşılığında elde edilir. İhtiyacı

olmıyan bir kimseye her hangi bir şeyi vermenin nekadar zor ve

müşkül olduğunu her halde takdir edersiniz. Durum böyle olunca

ehli hakikatin hayatlarını feda ederek elde ettiği ilim ve

irfaniyetlerini gelişi güzel ortalığa saçamıyacaklarmı ve na ehlin

ayakları altında çiğnetmiyeceklerini haklı olarak kabul etmemiz

lâzımdır.108

Page 105: Aranılan sevgili

105

Âşıkların Kâbesi Hazret-i Mevlâna Şems-i Tebrizî Hazretlerinin

aşkıyla yanmış, coşmuş ve etrafındakiler! aşkının ateşi ile kül

edip, Hakk’a vuslat ettirmiş, Kendisinden himmet talep eden her

âşığı gönlünün Şems-üd din’ine vuslat ettirip, âlemleri nura,

karanlık gönülleri ışığa, korku ve şüpheyi ümide çevirmiş. Şems-i

Tebrizî Hazretlerinin âlemleri kaplıyan güneşi karşısında, her

zerrenin raksedip nasibini aldığını ve Kendisi için : «Ben bir

memleketin zahidi ve bir minberin vaizi idim, Gönlümün kazası,

beni sana ellerini çırpıp gelen bir âşık yaptı.» diyen Hazret-i

Mevlâna, Şems-i Tebrizî Hazretlerine olan aşkım ve bağlılığını en

güzel bir şekilde ifade etmişlerdir.

«Senin âşkından bir yaprak öğreninciye kadar ilimden üç yüz

yaprak unuttum.» sözleri ile Allah aşkının gönüllerinde

parlamasını arzu eden aşıklara, Hak aşkının tecellisine mazhar

olmak için yüzlerce arzu ve aşktan vazgeçmenin lüzumunu

belirtmiş ve bu veciz seslenişi ile Şems-i Tebrizî Hazretlerinin

gönlünde yer eden aşkını ifade etmişti.

Hazret-i Mevlâna, bizim duygularımızın ve sözlerimizin

ifadesinden âciz bulunduğu bir aşkla, manevî ufkunda doğan

Şems-i Tebrizî Hazretlerini sevmiş ve O’nu duygularının ve

aşkının hâkimi yapmış ve «Biz sana şehvet, hava ve heves için

değil, temiz bir gözle bakıyoruz. Senin güzel yüzün Tanrı’nın

lûtfunun aynasıdır. Biz, Sende, Tanrı’nın o lûtfunu görüyoruz.»

diyerek, bu mutlu kimseler için gönlümüzde canlanıp da ifade

edemediğimiz duyguları dile getirmiş bulunuyorlar.109

Kitabımız burada sona ermiş olup, insanlık âlemini nura gark

eden Şems-i Tebrizî Hazretleri ile O’ndan Hak aşkını ve feyzini

Page 106: Aranılan sevgili

106

alan Hazret-i Mevlâna’yı, kendi bilgi ve duygularımız nisbetinde

dile getirmiş bulunuyorum. Gayemiz, Hazret-i Mevlânada

akılların ve idrâklerin hissedemiyeceği Tanrı aşkının ve manevî

duyguların tecellî etmesinde rehberlik eden Şems-i Tebrizî

Hazretlerine olan inanç ve aşkını belirtip, O’na olan sevgi ve

bağlılığının heyecanı ile kendisini maddeten kaybedince,

yeryüzünde bir benzeri daha olup olmadığını görmek ve kendine

olgunluk seviyesini anlatacak bir aynayı bulmak üzere Şems-i

Tebrizî Hazretlerinin fikir ve duygularının ardına düşüp diyar

diyar arayışım dile getirmekti.

Kitabımızın, okuyanlar için faydalı olmasını ve kusurlarımın

bağışlanmasını diler, ARANILAN SEVGİLİ Şems-i Tebrizî Hazretleri

ile Âşıkların Kâbesi Hazret-i Mevlânâ’nm ruhu saadetlerinden

himmet ve lûtuflarını cümlemiz için temenni ve niyaz ederim. HU

DOST....

Ankaralı Âşık Niyazi Demirörs

Kitabımız hakkında kıymetli tenkitlerinizin aşağıdaki adrese

bildirilmesini saygıyla rica ederim.

Niyazi DEMİRÖRS

Gazi Mahallesi Yukarı Sokak No. 40

ANKARA

110

Page 107: Aranılan sevgili

107

BİBLİYOGRAFYA

Âyeti Kerime ve Hâdisî Şerifler

Divanı Kebir : Mithat Baharı Beytur

Mevlânâ Celâleddin : Abdülbâkî Gölpınarlı

(Yukardaki eserlerden Hazret-i Mevlânâ’nın sözleri alınmak su-

retiyle faydalanılmıştır. )