adilhan adiloglu turkoloji makaleler

237
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library TURKOLOJI MAKALELERI ADILHAN ADILOGLU KARAÇAY-MALKAR TÜRKLERİ TARIHI EDEBİYATI DILI Turkiston Kutubxonasi - 2010

Upload: ismail-ates

Post on 25-Jun-2015

550 views

Category:

Documents


8 download

TRANSCRIPT

Page 1: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

TURKOLOJI MAKALELER I

ADILHAN ADILOGLU

KARAÇAY-MALKAR TÜRKLERİ

TARIHI EDEBİYATI

DILI

Turkiston Kutubxonasi - 2010

Page 2: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

KARAÇAY-MALKAR TÜRKLER İ

Çarlık Rusyası ve Sovyetler Birliği döneminde ikiye ayrılan Karaçay-Malkar Türkleri günümüzde Rusya Federasyonuna bağlı Karaçay-Çerkes Özerk Cumhuriyetinde ve Kabardey-Balkar Özerk Cumhuriyetinde yaşamaktadırlar. Karaçay-Çerkes Ö.C. nüfusunun % 36’sını oluşturan Karaçay Türklerinin sayısı 1989 yılı nüfus sayımına göre 156.140 kişidir. Fakat günümüzde Karaçay Türklerinin nüfusunun 200 bin civarında olduğu tahmin edilmektedir. 14.100 km karelik bir alanı kaplayan Karaçay-Çerkes Ö.C.nin başkenti Çerkessk şehridir. Diğer önemli şehirleri Karaçayevsk, Zelençuk, Üçköken, Cögetey, Pregradnaya, Adige-Habl ve Habaz şehirledir. Kabardey-Balkar Ö.C. nüfusunun % 9’unu oluşturan Malkar Türklerinin sayısı ise 1989 yılı nüfus sayımına göre 88.771 kişidir. Fakat günümüzde Malkar Türklerinin nüfusunun 100 bin civarında olduğu tahmin edilmektedir. I. Karaçay-Malkar Türklerinin Nüfusu ve Yaşadıkları Coğrafya [s. 13] Çarlık Rusyası ve Sovyetler Birliği döneminde ikiye ayrılan Karaçay-Malkar Türkleri günümüzde Rusya Federasyonuna bağlı Karaçay-Çerkes Özerk Cumhuriyetinde ve Kabardey-Balkar Özerk Cumhuriyetinde yaşamaktadırlar. Karaçay-Çerkes Ö.C. nüfusunun % 36’sını oluşturan Karaçay Türklerinin sayısı 1989 yılı nüfus sayımına göre 156.140 kişidir. Fakat günümüzde Karaçay Türklerinin nüfusunun 200 bin civarında olduğu tahmin edilmektedir. 14.100 km karelik bir alanı kaplayan Karaçay-Çerkes Ö.C.’nin başkenti Çerkessk şehridir. Diğer önemli şehirleri Karaçayevsk, Zelençuk, Üçköken, Cögetey, Pregradnaya, Adige-Habl ve Habaz şehirledir. Kabardey-Balkar Ö.C. nüfusunun % 9’unu oluşturan Malkar Türklerinin sayısı ise 1989 yılı nüfus sayımına göre 88.771 kişidir. Fakat günümüzde Malkar Türklerinin nüfusunun 100 bin civarında olduğu tahmin edilmektedir. 12.470 km karelik bir alanı kaplayan Kabardey-Balkar Ö.C.nin başkenti Nalçik şehridir. Diğer önemli şehirleri Prohladnıy, Sovyetskoye, Nart-Kala, Mayskiy, Terek, Baksan, Tırnavuz ve Çegem şehirleridir. Karaçay-Malkar Türkleri Kafkasya dışında, 1943-1944 yıllarında sürgüne gönderildikleri Orta Asya’da Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’da tahmini 20 bin kişilik bir nüfusa sahiptirler. 1886 ve 1905 yıllarında Osmanlı Türkiyesi’ne göç eden Karaçay-Malkar Türklerinin Türkiye’deki tahmini nüfusu 20 bin kişidir. Bunun dışında, Amerika Birleşik Devletlerinde 5 bin, Suriye’de Şam ve çevresinde 1.500 Karaçay-Malkar Türkü yaşamaktadır. Karaçay-Malkar Türklerinin yaşadığı sahalar Kafkasya’nın merkezî bölgeleridir. Karaçay Türkleri Elbruz dağının batısında, Koban ırmağının kaynak havzasında yer alan Hurzuk, Uçkulan, Kart-curt köyleri ile daha batıdaki Duvut, Teberdi, Morh, Ishavat, Urup, Laba ırmaklarının yukarı kısımlarında yer alan köylerde ve Mara, Cögetey, Zelençuk vadilerindeki köylerde yaşarlar. Malkar Türkleri ise Elbruz dağının doğusunda Bashan [Baksan] vadisi ile daha doğuda yer alan Çegem, Holam, Bızıngı ve Malkar [Çerek] vadilerindeki köylerde ve Köndelen, Aksuv, Hasaniya, Kaşhatav, Karasuv, Gerpegej vs. köylerinde yaşarlar. Mingitav [Elbruz 5.642 m], Dıhtav [5.203 m] ve Koştantav [5.145 m] gibi Kafkasya’nın ve hatta Avrupa’nın en yüksek dağları Karaçay-Malkar toprakları içerisinde yer almaktadır.

Page 3: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Dağların 2 bin 200 metreye kadar olan kısımları çam, ladin ve köknar ormanlarıyla kaplıdır. 3 bin metreden sonraki kısımlar ise buzullarla kaplıdır. Kafkasya’nın en büyük buzulları olan Alibek, Amanavuz, Uzunkol, Ullukam, Tonguzorun, Azav, Bızıngı buzulları da Karaçay-Malkar bölgesinde yer alır. Başta Koban ırmağı olmak üzere Kafkasya’nın büyük ırmakları Elbruz dağı buzullarından doğmaktadır. Bunlardan Hurzuk, Ullu Kam ve Uçkulan ırmakları birleşerek Uçkulan köyü yakınlarında Koban adını alır. Yine Duvut, Teberdi, Arhız, Morh, Zelençuk [İnçik], Laba, Urup ırmakları da Koban ırmağını beslemektedirler. Biyçesın yaylasından doğan Hudes, Calankol, Amankol, İndiş ve Mara ırmakları da doğu tarafından Koban ırmağına karışırlar. Biyçesın yaylasından doğan Kuma [Gum] ırmağı ise Hazar denizine dökülür. Yine Elbruz dağı buzullarından doğan Malk [Balk] ile Bashan ırmakları ve daha doğudan doğan Çegem, Holam-Bızıngı ve Çerek ırmakları Terek ırmağına karışır. I. Karaçay-Malkar Türklerinin Etnik Oluşumu Türk kavimlerinin tarihini devamlılık esasında incelemenin çeşitli zorlukları vardır. Tarih sürecinde teşkilatlanma biçimleri ve kavim adları değişmediği sürece, Türk kavimlerinin tarihteki izlerini takip etmek kolaydır. Ancak, onlar sanki bu izleri karıştırmak ve ortadan yok etmek istiyormuş gibidirler. Tarihe baktığımız zaman, dağınık haldeki Türk boylarının çoklukla federasyon şeklinde birleştiklerini, bu federasyonu oluşturan “Han”lardan veya “Bey”lerden birinin de bu federasyonun başına geçerek, kendi boy adını veya bizzat kendi adını bu birliğin tamamına kavim adı olarak kabul ettirdiğini [s. 14] görüyoruz. Bir süre sonra bu teşkilatlanma şekli, kurulduğu zamanki kadar ani bir şekilde dağılır ve boyların her biri tekrar bağımsız olur. Aradan bir zaman geçtikten sonra bu bağımsız ve dağınık haldeki boylar, bir başka boyun yönetiminde, yeni bir kavim adıyla, yeni bir teşkilatlanma sürecinde tekrar birleşirler. Bazen bu yeni birleşmede, eski birlikteki boyların tamamı yer almaz. Onların yerine başka yeni boylar geçer. Ancak bu durum böylece sona ermez. Aynı birlik, büyüklüğü ne olursa olsun yine dağılabilir ve tekrar başka bir kavim adıyla ortaya çıkabilir.[1] Kafkasya’da Elbruz dağının doğu ve batısındaki yüksek dağlık vadilerde yaşayan Karaçay-Malkar Türkleri, tarih boyunca bölgede hakimiyet kuran Kimmer, Saka [İskit], Hun, Bulgar, Alan ve Kıpçak Türklerinin binlerce yıl süren etnik bütünleşmesinden süzülerek ortaya çıkmış bir Türk halkıdır. 22-26 Haziran 1959 tarihinde, Nalçik şehrinde yapılan “Karaçay-Malkar Halkının Etnik Oluşumu” adlı sempozyumda varılan sonuca göre; Karaçay-Malkar Türklerinin etnik oluşumu, Bulgar, Alan, Kıpçak ve muhtelif Kafkas kabilelerinin birbirleriyle karışmasından meydana gelmiştir. Kafkasya tarihi ve kültürü üzerine yaptığı çalışmalarıyla meşhur E.P. Alekseyeva bu etnik oluşumun, Karaçay-Malkarlıların bugün yaşadığı topraklarda XIII-XIV. yüzyıllarda, tamamlandığını söylemekte, yukarıdaki Bulgar, Alan, Kıpçak ve Kafkas kabileleri dizisine bir de “Koban Kültürü”nü yaratan kavimleri eklemektedir. Bilindiği üzere “Koban Kültürü”nün yaratıcıları ise Kimmer ve Saka [İskit] gibi Proto-Türk kavimleridir.[2] Proto-Türk kavimleri daha M.Ö. 5000 yıllarında Kafkasya coğrafyasıyla ilişki içerisinde olmuşlardır. Kimmer, Saka, Hun, Bulgar, Alan, Hazar ve Kıpçak gibi eski Türk kavimleri çok eski tarihlerden itibaren Kafkasya coğrafyasını binlerce yıl hakimiyet altında tutmuşlardır. Bununla birlikte, Araplar VIII. yüzyılda Kafkasya’yı fethederek İtil ırmağı

Page 4: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

ötesine kadar ulaşmışlar, fakat Bizans ve Hazar direnişi karşısında geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Bu arada Ermeni ve Gürcü krallıkları genişlemiş ve İranlıların bölgedeki etkinliği artmıştır. Sonraları Oğuzlar ve dolayısıyla Selçuklu Türkleri Kafkasya’ya gelmiş, nihayet XIII. yüzyılda Moğollar Kafkasya’yı ele geçirmişlerdir. Fakat Moğollar kendilerinden hem daha fazla nüfusa sahip ve hem de askeri bakımdan daha üstün özellikleri olan Türklere bağımlı kalmışlardır. Dolayısıyla kendilerinden sonra ortaya çıkan devletler de hep Türk asıllı olmuşlardır.[3] 1. Kafkasya’da Kimmerler ve Sakalar Eskiçağ tarihinde “Bozkır Göçebeleri”nin yaratmış oldukları “Atlı Kavimler Medeniyeti” veya “Bozkır Kurgan Kültürü”nün sahipleri, Kafkasya coğrafyasındaki Türk varlığının başlangıcını oluşturmaları bakımından büyük önem arz etmektedir. Bozkır Kurgan kültürünün sahipleri olan Proto-Türk kavimleri, Kafkasya’ya geldikleri zaman burada dağ eteklerinde yaşayan yerli kavimlerle karışarak “Maykop” ve “Koban” kültürlerini oluşturmuşlardır. Bu kültürün önemli özelliği ise kurgan tipi mezarlardır. Bilindiği gibi kurgan tipi mezarlar Türk kavimlerinin en eski mezar formunu yansıtırlar. Kurgan tipi mezar kültürü en eski çağlardan M.S. XVIII. yüzyıla kadar Türk kavimlerinde muhafaza edilmiştir. Kafkasya’da “Kurgan Kültürü”nü yaratan Proto-Türk kavimlerine yani Kimmer ve Sakalara ait ortaya çıkarılan arkeolojik bulgular Türk kavimlerinin çok eski çağlardan beri bu coğrafyada yaşadıklarını göstermektedir. Bu arkeolojik bulguların en açık örneği, M.Ö. IV. bin’den kaldığı sanılan “Nalçik Mezarlığı”dır. Bu mezarlık Zatişye bölgesindedir. Bu mezarlıkta tespit edilen bulgulardan, Kafkasyalı yerli kavimler ile Kurgan Kültürü sahiplerinin birbirleriyle yakın ilişkilerde bulundukları anlaşılmaktadır. Malkar’da Bıllım köyü yakınlarında, Krasnodar bölgesinde ve Karaçay’da Kelermeskiy, Novolabinskiy, Zubovskiy köyleri ile Cögetey şehri yakınlarında, Çeçen-İnguş topraklarında Mekenskiy köyü yakınında, Kabardey’de Akbaş ve Kişpek köyleri yakınlarında Kurgan Kültürü sahiplerinden kalma eski arkeolojik kalıntıların sayısı oldukça fazladır.[4] Bozkır Kurgan Kültürü sahiplerinin büyük bir kısmı, M.Ö. II. bin başlarından, M.Ö. VIII. yüzyıla kadar Karadenizin kuzeyinde ve Kafkasya coğrafyasında yaşamışlar ve tarihte “Kimmerler” adıyla tanınmışlardır. Kimmerlerin tarihi ve etnik kökeni meselesi, İskit araştırmaları ile ortaya çıkmış ve buna paralel olarak gelişmiştir. İskitler üzerine yapılan araştırmalar sırasında, XVII. yüzyılın çeyreğinde, Sibirya’daki kurganlarda çok kıymetli altın eserler bulunmuştur. Bu olayı takiben, Sibirya ve Güney Rusya’da tesadüfen bulunan benzer şekilli buluntuların, bir zamanlar Avrasya bozkırlarında yaşamış olan göçebelerle bağlantılı olduğu anlaşılmıştır. “Göçebe-Hayvan Üslubu” adıyla tanımlanan bu çok zengin arkeolojik materyal “Bozkır Kurgan Kültürü”nün tipik bir kültür ürünlerinden başlıca ana grubunu oluşturmaktadır.[5] Kimmerlere izafe edilen, Bakır ve Bronz çağlara ait bu zengin [s. 15] materyaller, kuzeyde Kiev civarındaki ormanlık alandan, batıda Podolia bölgesi ve doğuda Urallara kadar uzanan geniş bozkır kuşağına yayılmıştır. Ayrıca, merkezî Kafkasya yaylaklarını kapsayan Koban bölgesi de bu alana dahildir. Bu bölgedeki buluntular, Güney Rusya Bronz Çağı formlarına bağlı bir durum göstermekle birlikte kısmen özel bir bölüm teşkil etmektedirler.[6] Kuzey Kafkasya’da yapılan arkeoloji çalışmalarında Kimmerlere ait avcılıkla ilgili eşyalar, silahlar, bakır ve tunçtan yapılmış oraklar bulunmuştur. Bunların büyük bir kısmı da günümüzde Karaçay Türklerinin yoğun olarak yaşadığı Kartcurt, Uçkulan, Teberdi, İndiş ve Sarıtüz köylerinde ortaya çıkarılmıştır.[7] Yine, Kimmerlerin M.Ö. 1800-1700

Page 5: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

yıllarından M.Ö. XIII. yüzyıla kadar devam eden yayılma süreci dönemine tesadüf eden “Katakomb Mezar” ve “Koban Kurgan”ları da Kimmerlere ait arkeolojik eserlerdir. Katakomb Mezar kültürü doğuda Volga, batıda Dneper, güneyde ise Azak denizi ile sınırlanmış geniş bir bozkır kuşağında görülmektedir. Buralarda ortaya çıkarılan arkeolojik materyaller tamamen Koban Kurganları ile bağlantılıdır. Mezarlardan çıkarılan bütün buluntular Katakomb Kültürünü yaratan bozkır sakinlerinin “Pastoral” yani “Göçebe-Çoban” bir hayat tarzı ile yerleşik ziraat arası bir hayatı sürdürdüklerini göstermektedir. Fakat bu hayat tarzı, icabında hayvanlarına ot bulmak için çeşitli yörelere göç eden çobanlara kışlak veya konak vazifesi gören bir yerleşikliktir. Yani bu merkezler, klasik anlamda yerleşik kültür iskanlarından farklıdır.[8] M.Ö. XII-VII. yüzyıllar arasında, Kuzey Kafkasya’nın merkezi kısımlarında “Koban Kültürü” oluşmuştur. Kuzey Osetya Cumhuriyetinin “Koban” köyünde ortaya çıkarılan arkeolojik buluntuların yansıttığı kültüre, bu köyün adı dolayısıyla “Koban Kültürü” adı verilmiştir. Burada bulunan arkeolojik malzemenin Koban kültürünün M.Ö. VII-VI. yüzyıl dönemlerine ait olduğu sanılmaktadır.[9] Kafkasya’da Terek ırmağı civarındaki Pyatigorsk [Beştav] kurganları [M.Ö. 1200] ve Koban başındaki kalıntılar [M.Ö. 1200-1000] da yine Kimmerlerden kalmıştır.[10] Öte yandan “Koban Kültürü” kavramı kimileri tarafından yanlış anlaşılmakta ve bu kavram bir kültür terimi şeklinde Kafkasya halklarının ortak bir kültür dairesi içerisinde oluşturdukları bugünkü Kafkasya kültürüne izafe edilerek yanılgıya düşülmektedir. Halbuki gerçekte ise “Koban Kültürü” ilmî bir terim olup adını Kuzey Osetya’daki Koban köyünden almıştır. Yani aslî olan Kafkasya kültürü değil, Koban köyünde ortaya çıkarılan arkeolojik eserlerin yansıttığı kültürdür. Bu kültür ise bozkır insanlarının tipik savaşçı karakterlerini yansıtan Kimmer ve Saka kültürüdür. Katakomb kültürü ile Koban kurganları birbirleriyle organik olarak bağlantılıdır. Öyle ki her iki gruptan elde edilen arkeolojik materyali birbirinden ayırmak imkansız gibidir. Bu nedenle de, her iki kültür grubu “Koban-Katakomb Komleksi” olarak da adlandırılmaktadır. Koban kurganları, Kimmerlerin, Kafkaslar üzerine yayılmaya başladıklarını göstermektedir. Bu kültürün komşu çevre kültürleri üzerindeki etkileri dikkati çekmektedir. “Koban” ve “Kolkhidik” adıyla anılan kültürler, Kimmerlerin merkezi Kafkasya’ya yayılan büyük kolunun temsilcisidirler. Çevre kültür üzerindeki etkileri dikkat çekicidir. Öte yandan, yerli Kafkas gelenekleri de Kimmerleri oldukça etkilemiştir. Kurganlardan elde edilen arkeolojik materyal çok zengin olup, bozkır insanlarının tipik savaşçı karakterlerini açıkça yansıtmaktadır.[11] Kimmerler MÖ.VIII. yüzyılın son on yılında Karadeniz kuzeyindeki bozkırlarda meskun iken, Sakaların [İskitlerin] gelmesiyle buradan Kafkasya’ya doğru yönelmişler, Derbent ve Daryal geçitlerini aşarak Anadolu ve Mezopotamya topraklarına yayılmışlardır.[12] Sakaların [İskitlerin] baskısı sonucunda göç eden Kimmerlerden arta kalanlar kendileriyle akraba olan Sakalar tarafından izole edilmişler ve zamanla da onlarla kaynaşarak tarih sahnesinden silinmişlerdir.[13] Kimmerlerin arasında Bulgar Türklerinin atalarının da yaşadığı ve hatta Kimmerlerin tamamiyle doğrudan Bulgar Türklerinin ataları olduğu hakkında görüşler vardır. Sözgelimi Prokopius, Kimmerleri doğrudan Bulgarların ceddi olarak gösterir. İran-Hazar rivayetleri de Bulgarların ceddi olarak “Kimarî”den [Kimmer] bahseder.[14] “Mücmel el-tavarih”te Yafes’in yedinci oğlu “Kemari”nin [Kimmer] Bulgarların babası olduğu yazılıdır.[15] Macar mitolojisinde, “Vaktiyle Kimmer kralının Kutirgur ve Utirgur adlı iki oğlu varmış” şeklinde Kimmerlerin Kutirgur ve Utirgurların [Bulgarların] ataları olduğu ifade edilmektedir.[16] Bulgarların yakın akrabası Hazar Türklerinin Hakanları da kendi cedlerini sırasıyla “Nuh-Yafes-

Page 6: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Kimmer-Togarma” şeklinde göstermişlerdir. Kimmer’in oğlu Togarma ise bütün Türklerin atası sayılmaktadır.[17] Asur kaynaklarında “Aşguzai”, eski Yunan kaynaklarında “Skyth”, Çin kaynaklarında “Sai~Sak” ve Pers kaynaklarında “Saka” şeklinde anılan Sakalar [İskitler] Proto-Türk kavimlerin en önemli kolunu [s. 16] teşkil ederler. Sakalar da aynen Kimmerler gibi, Türkler dışında akla hayale gelebilecek her milletle soydaş gösterilmiştir. Bununla birlikte, Sakalar üzerine yapılan araştırmalar Kimmerlere göre çok daha ileri safhadadır. Bütün karşıt hipotezlere rağmen Sakaların kökenleri Orta Asya’ya bağlanmakta ve Sakaların Türk kökenli oldukları kabul edilmektedir. Arkeolojik materyal ve yazılı kaynaklar bu tezin ana dayanak noktalarını oluşturmakta ve diğer görüşleri objektif bir şekilde bertaraf etmektedir.[18] Sakaların etnik kökeni hakkındaki görüşler genel olarak üç grupta toplanmaktadır. Birinci grupta yer alan Avrupalı bilim adamları, Sakaların İranî bir kavim olduğunu kabul ederler. Bunların görüşü temelde Sakalar ile Perslerin akraba kavimler olduğu şeklindedir. Fakat, Sakalar gerçekten de İranî bir kavim olsaydı ve Perslerle bir akrabalıkları bulunsaydı; Sakaları çok iyi tanıyan Persler eski kitabelerinde Sakalardan yabancı ve düşman bir kavim şeklinde söz etmez ve Türk-İran savaşlarını anlatan Şehname’de Alp Er Tonga’dan Saka~Turan Hükümdarı şeklinde bahsetmezlerdi. İkinci grupta yer alan Rus bilim adamları ise Sakaların Slav kökenli bir kavim olduğunu ileri sürmektedirler. Bu görüşü savunanların başında İ.E. Zabelin gelmektedir. Halbuki, Herodotos ve Hippokrates’in eserlerinde Sakaların Slav kökenli olduklarıyla ilgili tek bir söz dahi geçmezken, İ.E. Zabelin ve diğer Rus tarihçiler, Sakalardan sanki Slav kökenli bir kavim olduğu ispatlanmış gibi söz etmektedirler. Üçüncü grupta yer alan Avrupalı ve Türk bilim adamlarının görüşleri ise Sakaların Ural-Altay kökenli bir kavim olduğu yönündedir. Bu görüşü ortaya ilk atan B.G. Niebuhr olmuştur. B.G. Niebuhr “Herodotos Tarihi”ni tarafsız bir yöntemle inceledikten sonra Sakaların Türk veya Moğol kökenli bir kavim olabileceğini ileri sürmüştür. Dayandığı esaslar ise başta Saka dili ile Türk-Moğol dili arasındaki paralellikler ve Saka hayat tarzı ile muhtelif Türk-Moğol kabilelerinin hayat tarzı arasındaki benzerliklerdir. B.G. Niebuhr dışında G. Grote, K. Neumann, G. Nagy, G. Kuun, E. Minns, O. Franke, E. Meyer, G. Huntingford, Z.V. Togan, S.M. Arsal, Y. Öztuna, M.F. Kırzıoğlu ve daha birçok tarihçi Sakaların Türk kökenli bir kavim olduğunu kabul etmektedirler.[19] Herodotos Tarihi’nde, Sakaların aslen Orta Asyalı göçebe bir kavim olduğu ve Massagetlerle [Hunlarla] yaptıkları savaştan yenik çıktıktan sonra Kimmerlerin yaşadığı yerlere geldikleri anlatılmaktadır.[20] Hippokrates’in Sakaların hayat tarzı hakkında verdiği bilgiler ise Sakaların Türklüğü konusunda şüpheye yer bırakmamaktadır: “İskitler [Sakalar] göçebedirler. Sabit bir ikametgahları yoktur. Bunlar dört yahut altı tekerlekli arabalar içinde otururlar. Arabalarının dört bir yanı ve üstü keçe ile kaplanmıştır. Bu evler yağmura, kara ve rüzgara karşı dayanıklıdırlar. Arabaların bazılarını iki çift, bazılarını ise üç çift öküz çeker. Bu arabalarda kadınlar ve çocuklar birlikte yaşarlar Erkekler ise at üstünde onların yanında giderler. Bunları koyun, sığır ve at sürüleri izler. Bir yerde hayvanlarına ot bulabildikleri sürece kalırlar. Otların hepsi bitince başka yere giderler. İskitler [Sakalar] pişmiş et yerler ve kısrak sütü içerler. Bu sütten bir de hippage denilen bir peynir yaparlar. Onların adetleri ve hayat tarzları böyledir.”[21] Sakaların etnik kökeni hakkında “Codex Cumanicus” adlı eserde önemli bilgiler verilmektedir:

Page 7: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

“İskitlerin [Sakaların] adı çok eski zamanlardan beri kollektif olmuştur. İskit adı verilen kavmin, bir zamanlar Hyperborei denilen bölgelerden, İranî halkların yaşadığı ülkelere kadar geniş bir alana yayılmış olan Turanîler [Türkler] olduğu ortaya çıkmıştır. Pers destanı Şehname’de Turanlılar ile İranlıların çok eski ve kanlı savaşlarının hatırası hala korunmaktadır. Artık belgelerin çokluğu İskitlerin kollektif adının farklı Türk boylarını içerdiğini açıkça göstermektedir. Son zamanlarda Grek yazarları da İskitlerin Türk olduklarını açıkça söylemektedirler.”[22] Karaçay-Malkar Türklerinde de, Sakalara ait birtakım dil ve kültür unsurları halen yaşamaktadır. Sözgelimi, Herodotos eserinde Sakaların “Tabiti” adında bir ocak tanrıçasını kutsadıklarından bahsetmektedir.[23] Aynı şekilde, Karaçay-Malkar Türklerinin eski pagan inançlarında da “Tabıt~Tabut” adında bir ocak tanrıçası vardır. Karaçay-Malkar Türklerindeki “Tabıt” adındaki ocak tanrıçası inancının Saka kültüründen miras kaldığı aşikardır. Hippokrates, Sakaların hayat tarzı hakkında bilgi verirken “hippage” denilen bir peynirden bahsetmektedir. Z.V. Togan bunu “kurut” şeklinde açıklamıştır.[24] Fakat bunu kurut yerine, Karaçay-Malkar Türkçesindeki “huppegi” [yoğurt suyu~peynir suyu] sözüyle açıklamak daha isabetli olacaktır. Karaçay-Malkar Türkleri peynir veyahut yoğurt suyundan, bir tür lor peynirine benzeyen, yağsız bir peynir yaparlar ve buna da “huppegi bışlak” adını verirler. Saka dilindeki “hippage” sözü, Karaçay-Malkar Türkçesinde “huppegi” şeklinde bugün bile kullanılmaktadır. Yine bu söz Osetçe’de de [s. 17] “huppag” [inceltilmiş lapa] şeklinde yaşamaktadır.[25] Sakalar et pişirmek için kapları olmadığı takdirde, önce hayvanın iskeletini ızgara gibi kullanmak üzere itinayla çıkarırlar, sonra da kemiklerinden sıyrılmış etleri bu iskeletin üzerine koyarlar, etlerini sıyırdıkları öteki kemikleri de odun niyetine iskeletin altında koyup ateşe verirlerdi.[26] Sakaların tencere ve oduna ihtiyaç olmaksızın bu pratik et pişirme yönteminin aynısı günümüzde bile Kafkasya meralarında sürülerini otlatan Karaçay-Malkar çobanların uygulanmakta ve bunun çok eski bir Karaçay-Malkar adeti olduğu bilinmektedir.[27] Herodotos, Sakaların fala ve falcılığa çok meraklı olduklarını anlatır. Buna göre, Sakalar söğüt dallarıyla fal bakarak gelecekten birtakım haberler almaktadırlar.[28] Öte yandan Ammianus Marcellinus bu tip falcılığın Alanlarda da olduğunu söyler.[29] Saka ve Alanların söğüt dallarıyla fal bakma adeti aynı şekilde Karaçay-Malkar Türklerinin kültüründe de muhafaza edilmiştir. Bu şekil fal bakma adeti Sibirya Türklerinde de halen devam etmektedir.[30] Sonuç olarak burada Karaçay-Malkar Türklerinin doğrudan Kimmerlerin ve Sakaların devamı olduğu ispatlanmaya çalışılmamıştır. Bununla birlikte, Kimmerlerin ve Sakaların tarihin farklı ama birbirini takip eden erken dönemlerinde Kafkasya’ya gelerek bölgede yaşayan kavimlerin etnik ve kültür yapısını oldukça derinden etkiledikleri ve dolayısıyla da Kimmer ve Saka kavimlerinin bugünkü Karaçay-Malkar Türklerinin etnik ve kültür yapısının oluşumundaki izleri çeşitli örneklerle ortaya konulmuştur.

Page 8: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

2. Kafkasya’da Bulgarlar ve Hunlar~Sabirler Milat öncesi Çin kaynaklarında “Okut” veya “Hokut” şeklinde bir Türk kavim adı geçmektedir. Önceleri bu kavmin Uygurlar olduğu ileri sürülmüş ise de, Uygurlar daha sonraki tarihlerde ortaya çıktıkları için Okut kavminin Ogur Türkleri olması daha kuvvetli bir ihtimaldir.[31] Ogurlar, Hiung-nu’lar [Hunlar] zamanında, onların kuzeyinde yerleşmiş bulunan ve güneybatı Sibirya’da yaşayan, Çinlilerin “Ting-ling” ve daha sonra “Tieh-le” adını verdikleri kavimdir. Türk oldukları kesinlik arz eden Ting-ling kavminin ana yurtlarının Orhon civarı olduğu sanılmaktadır. Bir kısmı da Vusunların batısında yaşayan Ting-ling veya Ogurların İtil-Yayık havzasına ne zaman geldikleri kesin olarak tespit edilememiştir.[32] Zeki Velidî Togan, Ogurların tarihini çok daha eski çağlara götürmekte ve “Ogur” adının milattan önceki dönemlerde “Türk” sözü yerine kullanıldığını ileri sürmektedir. Ona göre Ogurların esas yayılmaları milattan önceki dönemlerde cereyan etmiştir ve Önasya’daki “Hurriler” ile Ogurlar aynı kavimdir.[33] Sümerler ile de akraba oldukları ileri sürülen Hurriler M.Ö. 5000 yıllarında Türkistan coğrafyasında yaşıyorlardı. Hurrilerin, M.Ö. 4000 bin yıllarında Azerbaycan ve Doğu Anadolu dolaylarında gelip yerleştikleri sanılmaktadır.[34] Gerçekten de Doğu Anadolu’da yapılan arkeoloji çalışmaları sonucu elde edilen bilgiler Z.V. Togan’ın bu görüşünü kuvvetlendirmektedir. M.Ö. 4000 yıllarında, kuzeyde Kafkasya, güneyde Suriye’nin kuzeyi, doğuda Urmiye gölü civarı, batıda Malatya-Elazığ bölgesi arasında kalan geniş bir alanda üstün bir uygarlık ve kültür tesis eden Hurrilerin Asyalı bir kavim oldukları ve dillerinin de Ural-Altay dil ailesine mensup olduğu bilim adamları tarafından kabul edilmektedir.[35] Bulgar tarihçi B. Simeonov, eski Çin kaynaklarında, M.Ö. 103 yılında ait bir kayıtta “Pu-ku” ve “Bu-gu” şeklinde geçen kavmin Bulgarlar olduğunu ve onlardan Amu-Derya’nın batısı ve Tien-Şan dağlarının kuzeybatısında yaşayan bir kavim olarak bahsedildiğini söylemektedir.[36] Fakat, B. Simeonov’un bahsettiği Pu-ku veya Pu-ku kavmi, herhalde Kök-Türkler döneminde de mühim bir rol oynayan ve Kök-Türklerin idaresinde iken 620’li yıllarda diğer Töles boylarıyla birleşerek “Altı-Bag Bodun”u oluşturarak Kök-Türklere karşı isyan eden “Bu-gu” Türkleri olmalıdır.[37] Bulgar adına Latin kaynaklarında ilk olarak M.S. 354 yılında rastlamaktayız. Yazarı meçhul olan ve M.S. 354 yılında yazıldığı anlaşılan “Anonim Kronik”te Bulgarlardan “Vulgares” şeklinde bahsedilmektedir.[38] Bizans kaynakları ise M.S. 482 yılında, Avrupa Hun imparatoru Attila’nın küçük oğlu İrnek’in kurmuş olduğu devletin en önemli kabilesi olarak “Bulgar” adını zikrederler.[39] Öte yandan Süryanî Mar-Abas Katina’nın Bulgarlar hakkındaki kayıtları, Latin ve Bizans kayıtlarından daha eskidir. Mar-Abas Katina, Bulgarların daha M.Ö. 149-127 yıllarında Kafkasların kuzeyinde yaşadıklarından bahsetmektedir. Hatta bu kayıt, VII. yüzyıl Ermeni [s. 18] tarihçisi Horenli Musa [Moses Khorenaci] tarafından da nakledilmiştir. Horenli Musa’nın kayıtlarında Bulgarlarla ilgili olarak şöyle denilmektedir: “Val Arşak oğlu I. Arşak zamanında [M.Ö. 149-127] Kafkasya dağları arasındaki Bulgarlar ülkesinde büyük karışıklıklar çıktı. Bunlardan kalabalık bir grup göçüp gelerek Gol’un altında çok verimli ve buğdayı bol ovalara yerleştiler.”[40]

Page 9: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Başta M.İ. Artamonov olmak üzere bazı eski Sovyet ve Avrupalı tarihçiler, Mar-Abas Katina ile Horenli Musa’nın Bulgarlar hakkında milat öncesi döneme ait verdiği bu haberleri anakronik sayarlar.[41] Fakat, V.F. Kahovskiy, K. Patkanov ve Z.V. Togan Bulgarların gerçekten de milattan önceki dönemlerde Kafkasya’da yaşadıklarını ve bunların bir kısmının, Horenli Musa’nın da işaret ettiği tarihlerde Ermenistan dolaylarına göç ettiklerini söylerler. Hatta, V.F. Kahovskiy ve K. Patkanov milat öncesi dönemde Kafkasya ve Ermenistan coğrafyasında Bulgarların yaşadıklarını ve bunun da tarihe uygun olduğu konusunda ısrarlıdırlar.[42] VI. yüzyıl tarihçisi Zacharias Rhetor ise 569 yılında Bulgarlar hakkında önemli ve güvenilir bilgiler vermektedir: “Bazgun ülkesinden Hazar kapısı [Derbent] ve Hazar denizine kadar olan yerler Hunların toprağıdır. Onların yanında, Hunlardan farklı dilleri ve pagan inançları olan Burgar [Bulgar] adlı barbar bir kavim yaşar. Onların şehirleri vardır. Bu kavmin yakınında yaşayan Alanların da beş tane şehri vardır. Aunagur [Onogur] kavmi çadırlarda yaşar. Bu yerlerde Avgar, Sabir, Burgar [Bulgar], Alan, Kutargar, Avar, Hasar, Dirmar, Sirugur, Bagrasir, Kulas, Abdel ve Heptalit adlarında on üç tane kavim yaşar. Bunların bir kısmı çadırlarda oturur. Bu kavimler hayvan yetiştir ve balıkçılıkla uğraşırlar ve bundan başka yağmacılık yaparlar.”[43] Şiraklı Anan [Anani Şirakaci] da VII. yüzyıla ait “Ermeni Coğrafyası” adlı eserinde, Bulgarlar hakkında şöyle söylemektedir: “Kafkasların kuzeyinde Türk [Hazar] ve Bulgar kavimleri yaşarlar. Bulgar kavmi Kupi-Bulgar, Duçi-Bulkar, Oghondor-B.lkar, Çdar-Bolkar şeklinde dört kabileden teşekkül etmiştir.”[44] Bilhassa eski Ermeni kayıtlarından Bulgarların aslında Hunlardan çok daha önce Kafkasya’ya gelip yerleştikleri anlaşılmaktadır. Fakat daha çok itibar gören Bizans kaynaklarında ise Bulgarlar daha çok Hunlarla birlikte geçmekte, Attila’nın imparatorluğunun dağılmasından sonra en küçük oğlu İrnek’in kurmuş olduğu devletin en önemli kabilesi olarak anılmaktadır. Hunlar~Sabirler Bizanslı Dionius de Charax, Hunların M.S. 330 yıllarda Kafkaslara geldiklerini bildirmektedir.[45] Fakat, Alanları yerinden edecek kadar güçlü bir hareket olan kavimler göçünün başlamasından ve Hunların toplu olarak İtil, Azak ve Kafkasya dolaylarına gelip yerleşmesinden çok daha önce Orta Asya’dan gelip buralara yerleşen Hun kabilelerinin olduğu bilinmektedir. Bu kabileler Hunların toplu göçünden en az 150 yıl önce buralara gelip yerleşmişlerdir.[46] Orta Asya’dan Avrupa’ya doğru dalgalar halinde akan Balamir Han yönetimindeki Hunlar 355-360 yıllarında İtil ırmağını aştıktan sonra Don ırmağını da geçmişler, Terek ve Koban havzasındaki Alanların ülkesini tamamen hakimiyet altına almışlardı. Fakat Hunlar, Alanların ülkesini ele geçirdikten sonra hemen batıya yönelmemişler, Kafkasya üzerinden 359 yılında İran’a ve 363-373 yılları arasında Ermenistan’a girmişlerdir.[47] Hunlar kısa bir zamanda Hazar denizinden Azak denizine kadar uzanan bütün Kafkasya

Page 10: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

coğrafyasını kontrol altına almışlardır. Bütün bu tarihi olaylardan sonra Kafkasya ve Azak denizi dolayları artık Hunların gerçek vatanı olarak sayılmıştır.[48] Eski tarih kaynaklarında “Sabar~Savar~Suvar~Saber~Sabir” vs. şeklinde geçen Sabir Türkleri miladın ilk yıllarında İrtiş havzasında yaşıyorlardı. Bu saha, Sabirlerin burada süre yaşamaları nedeniyle göçlerinden sonra da Sabir yurdu [Saberia~Sibirya] olarak anılmıştır. M.S. II. yüzyılda bu sahada cereyan eden kavimler göçü nedeniyle Sabirler yurtlarından çıkarak Volga ırmağının orta kısımları ile Ural ve Kama ırmağı havzasında gelmişlerdir. 460’lı yıllarda Avarların saldırısı üzerine Sabirler Volga-Kama-Ural havzasını terk ederek Kafkasya’ya doğru kaymışlardır. Sabirler bir müddet bölgedeki diğer Hun ve Ogur kabileleriyle birlik halinde yaşamışlar fakat 506-558 yılları arası bir dönemde Kafkasya’yı hakimiyet altına almışlardır.[49] Sabir Türklerinin VI. yüzyıl ortalarına kadar devam eden Kafkasya hakimiyeti, İran kralı I. Husrev’in 545 yılında yaptığı Kafkasya seferiyle birlikte zayıflamıştır. Bu tarihten sonra dağılma sürecine giren Sabirlerin bazı kabileleri 545-555 yılları arasında Alan, Abhaz ve Zikhlerle komşu haline, merkezi idareden mahrum bir şekilde ve birçok kabile reisleri idaresinde Koban, Terek, Kura ve Rion ırmakları dolaylarında yaşamaya başlamışlardır. Bu dönemde Ermeni kaynakları bunlara Hun adını verirken, Bizans [s. 19] kaynakları ise Sabir demektedir.[50] Arran Patriği Karduşt’un faaliyetleri sonucu Kafkasya’da yaşayan Hunların bir kısmı 507-508 yıllarında Hıristiyanlığı kabul etmiştir. Hatta Bizanslılar da Karduşt’un bu faaliyetlerine destek vermişler 537 yılında Kafkasya’da bir Piskoposluk bile kurmuşlardır. Piskoposluğun başına geçen Karduşt adlı rahip Hunların dilini öğrenmiş ve yedi yıl süren bir çalışmadan sonra 544 tarihinde İncil’i Hun diline çevirmiştir. Süryani rahibi Zacharias Rhetor’un 555 yılına ait kayıtlarında bahsedilen bu Hıristiyan Hun kavmi Sabir Hunlarıdır. [51] Bizanslı tarihçi Prokopius 508 yılında Daryal geçidine hakim bir müstahkem mevkide Ambazuk adlı bir beyin idaresinde yaşayan Sabir Hunlarından bahsetmektedir. Prokopius’a göre Kuzey Kafkasya bölgesi 465-556 yılları arasında bu Sabir Hunlarının hakimiyeti altında olmuştur. Prokopius’un anlattıklarına göre Kafkasya’da Alan, Abhaz, Zikh adlı kavimlerin dışında bir de Sabir namında Hun kabileleri yaşamaktadır. Sabirlerin yurdu ise daha çok Koban ırmağı havzası ile biraz kuzeye kadar olan sahayı kapsamaktadır. Yine Prokopius’un kayıtlarında Kafkasya dağlarından Hazar geçitlerine kadar uzanan sahanın Alanların elinde hakimiyetinde olduğu fakat aynı zamanda bu civarda Sabir adı verilen Hun kabilelerinin de yaşadığı söylenmektedir. Ayrıca Prokopius bu Sabir Hunlarından savaş kültürleri ve savaş aletleri çok gelişmiş bir kavim şeklinde bahsetmektedir. Bütün bunlardan Sabirlerin 500-560 yılları arasında Koban ırmağı havzasında yaşadıkları anlaşılmaktadır. VI. yüzyıl sonlarında ise Sabir kabileleri ve Onogurlar birleşerek Utirgur kabile birliğini kurmuşlardır. Bundan sonra Kafkasya’da Sabir ve Onogur adlarının yerine Utirgur adı anılmaya başlanmış ve Hazar Kağanlığına tabi oluncaya kadar da Büyük Bulgarya devletinin temelini bunlar oluşturmuşlardır.[52] Kök-Türklerin baskısıyla 552 yılında İtil-Don-Kafkasya sahasına gelen Avarlardan 558 yılında büyük bir darbe yiyen Sabirlerin adı bundan sonra tarih sahnesinden silinmiştir. Daha sonra bunların büyük bir kısmı Hazar hakimiyetine girerken, bir kısmı da Macarlarla karışmıştır.[53]

Page 11: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Hazar Kağanlığının kalabalık bir kütlesini teşkil ettikleri ve hatta Balancar ve Semender adlı iki büyük Hazar kabilesinin aslında Sabirler olduğu anlaşılmıştır.[54] Bundan dolayı bazı tarih araştırmalarında Sabirler ile Hazarların aynı kavim olduğu öne sürülmüş ise de bu doğru olmasa gerektir. Çünkü Kafkasya’daki Bulgar birliğine dahil iken daha sonra Hazar Kağanlığının hakimiyetine giren Sabir Türklerinin Bulgar ve Hazarlar gibi Lir Türkçesi konuşmadığı, Kaşgarlı Mahmut’un “Suvarın” şeklinde adlandırdığı Sabir dilinden aktardığı birtakım kelime ve cümleler onların Şaz Türkçesi konuşan bir Türk kavmi olduğu ve Hazarlardan ziyade bir Hun kabilesi oldukları görüşü ağırlık kazanmıştır.[55] Kafkasya’nın siyasi tarihinde önemli rol oynayan Sabirler, Karaçay-Malkar Türklerinin tarih ve kültür araştırmalarında genellikle göz ardı edilmiştir. Karaçay-Malkar Türkçesindeki “alan” [dost, arkadaş, vs.] sözünden hareketle Karaçay-Malkar Türklerinin hiç şüphesiz Alanlardan geldiğini iddia ederek sayfalar dolusu teoriler üretenler her nedense Sabir Türkleri konusuna gereken önemi vermemişlerdir. Halbuki, Karaçay-Malkar Türklerini çok iyi bilen ve Kafkasya’da en yakın komşusu olan Gürcü-Svanlar eskiden Karaçay Türklerine izafeten “Savar” adını, Malkar Türkleri için de “Sabir” adını kullanmışlardır.[56] Elbette ki Gürcü-Svanların Karaçay-Malkar Türkleri için kullandığı “Savar” ve ”Sabir” adlarının tarihteki Sabir Türkleriyle bir ilişkisi olmalıdır. Bunun dışında, Prof. Dr. Kaziy T. Laypan, bazı Sabir kabilelerinin çeşitli Kafkas kavimlerine karıştıklarını söylemektedir. Ona göre Abhaz ve Abazaların [Abazin] eski toplumsal yapısında üst tabakayı oluşturan Açba, Çaçba, Biyberd, Dudaruk~Tutarık ve Kılıç adlı sülaleler Sabir kökenlidir.[57] Büyük Bulgarya Bizanslı Priskos ve Suidas 463 yılında Şaragur, Ogur ve Onogur adlı kabilelerin Karadeniz kuzeyindeki bozkırlarda ve Tuna ırmağının kolları ile Volga arasındaki bozkırlarda yerleşmiş olduklarını ve daha sonra 482 yılında İrnek’in kurmuş olduğu birliğin en önemli kabilesi olarak “Bulgar” adını zikrederler. Bulgarlar daha sonra Kutirgur ve Utirgur şeklinde iki kabile temelinde bir siyasi birlik oluşturmuşlardır. Bu ilk Bulgar birliğinin merkezi Koban ırmağı civarında bulunuyordu.[58] Avrupa’dan Karadenizin kuzeyindeki bozkırlara ve Kafkasya’ya dönüş yapan Hunlar ile buralarda çok eskiden beri yaşamakta olan Bulgar ve Sabir kabileleri arasında çatışma çıkacağı yerde kısa sürede dostane temaslar neticesinde siyasi birlik oluşmuştu. Bulgar ve Sabirlerin bundan sonra kendileri için “Hun” adını kullanmaları bunun en güzel delilidir. [s. 20] IV. yüzyılda Bulgarların kendilerini Hunlardan sayması bir gurur vesilesi idi.[59] M.İ. Artamonov, V. yüzyılda Kafkasya’nın etnik haritasını şöyle çizmektedir; Dağıstan’ın kuzeyinden Kuma ırmağı ve onun kollarının çevrelediği yerlerde Sabirler ile onların biraz yukarısında Şaragurlar yaşamaktadır. Onların kuzeyinde ve batısında yani bugünkü Adige Ö.C. ve Krasnodar ile Stavrapol çevresinden Azak denizine kadar olan yerler Onogurların ülkesidir. Azak denizinin kuzey kıyılarından doğu ve güneye doğru Şaragurlara kadar olan yerlerde Akatsir~Akaçirler yaşamaktadır. Bugünkü Karaçay-Çerkes Ö.C. ile Kabardey-Balkar Ö.C ve Kuzey Osetya Ö.C. sahalarının tamamı ise Alanların hakimiyeti altındadır.[60] Kök-Türklerin baskısıyla 560 yıllarında batıya doğru kaçan Avarlar, Kırım ve

Page 12: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Kafkasya’daki Hun-Bulgarları hakimiyet altına almışlardır. Bulgarların bir kısmı Avarların baskısına dayanamayarak Kafkasya dağlarına sığınmışlardır. Bunlar daha sonraları Bizans ve Rus vakayinamelerinde “Kara Bulgar” adıyla anılacak olan ve bugünkü Karaçay-Malkar Türklerinin ataları olan Bulgarlardır. Kök-Türklerin batıya doğru daha da yayılmaya başlamasıyla Avarlar da 567 yıllarında Balkanlara ve Avrupa içlerine doğru kaymaya başladılar. Avarlar gittikleri zaman beraberlerinde de Kutirgurların önemli bir kısmını götürmüşlerdir.[61] Kafkasya’da kalan diğer Bulgar kabileleri ise “Ermi” adlı bir Türk kabilesine [veya sülalesine] mensup “Gostun” [veya Organ] adlı bir prensin idaresinde 603 yılında toparlanarak yeniden birlik oluşturmuşlardır.[62] Tuna Bulgar Hanları Listesinde “Gostun” şeklinde geçen bu şahsın adı [veya unvanı] Bizans kaynaklarında “Organ” şeklinde geçmektedir. Gostun veya Organ adıyla anılan bu şahıs yakın bir gelecekte Büyük Bulgarya’yı kuracak olan Kubrat Han’ın da dayısı [veya amcası] olan kişidir.[63] L.N. Gumilev, Organ adlı prens ile Kök-Türklerin batıdaki valisi veya ikinci derecedeki hükümdarı “Mohodu-heu”nun aynı kişiler olduğunu söylemektedir. Gumilev’e göre, Mohodu-heu Kök-Türklerin meşhur Aşina soyundan olup aynı zamanda da Kubrat Han’ın dayısıdır.[64] 605 yılında, Kubrat dayısı Organ’dan idareyi devralarak Bulgarların “Elteber”i olmuştur. Uzun süre Avarların baskısı altında kaldıktan sonra Kubrat, Bizans’ın da desteğini alarak, Bulgarların bağımsızlığı için Avarlara karşı mücadeleye başlamıştır. 630 yılında, Avarlara karşı açıkça isyan başlatmış, beş yıl süren bir mücadeleden sonra, 635 yılında bu mücadelesini başarıyla sonuçlandırarak, temelde Onogur ve Utirgur [Onogur+Sabir] kabileleri olmak üzere “Magna Bulgaria” [Büyük Bulgarya] devletini kurmuştur. Kubrat bundan sonra “Han Kubrat” olmuş ve ölünceye kadar da Han olarak kalmıştır.[65] Kubrat Han’ın 665 yılında ölümünden sonra yerine büyük oğlu “Bat-Bayan” geçer. Fakat, VII. yüzyıl ortalarında, batıya doğru ilerlemekte olan Hazarların baskısı sonucu Büyük Bulgarya devleti dağılır. Bulgarların bir kısmı Hazarların idaresine girerken, bir kısmı da Kafkasya’yı terk ederler. Kubrat Han’ın oğullarından “Kotrag” kendisine bağlı kabilelerle Don ırmağının karşısına yerleşirken, “Asparuk” ise yine kendine bağlı kabilelerle birlikte Tuna ırmağı boylarına doğru gider. Bat-Bayan ise Onogur, Utirgur, As-Alan ve Macarların hükümdarı olarak ata yurdu Azak-Kafkasya sahasında kalır. Fakat kısa bir süre sonra da Hazarların hakimiyetini kabul eder.[66] Kara-Bulgarlar ve Karaçay-Malkarlar Tarihte “Kara Bulgarlar” veya “Koban Bulgarları” şeklinde geçen Kafkasya Bulgarlarını birçok bilim adamı Karaçay-Malkar Türklerinin etnik oluşumunda birinci derecede pay sahibi oldukları konusunda birleşmekte ve Karaçay-Malkar Türklerini doğrudan Kafkasya Bulgarlarının devamı olarak kabul etmektedirler. Sözgelimi; V.F. Miller, Karaçay-Balkar Türklerini eskiden Koban ırmağı dolaylarında yaşamış olan eski Kafkasya Bulgarlarının devamı olarak saymaktadır. V. Minorsky ve J. Marqwart da aynı görüşte olup V.F. Miller’in bu görüşünü desteklemektedirler.[67] Meşhur tarihçi M.İ. Artamonov da Karaçay-Malkarları Bulgar Türklerinin devamı olarak kabul etmektedir. Ona göre, tarihte “Kara-Bulgar” adıyla bilinen ve Hazarların hakimiyetine giren Batbayan önderliğindeki “Koban Bulgarları” bugünkü Karaçay-Malkarların atalarıdır.[68] M.F. Kırzıoğlu yazmış olduğu kitap ve makalelerinin hemen hepsinde Bulgar Türklerinin

Page 13: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Karaçay-Malkarların ataları olduğunu söyler. M.F. Kırzıoğlu’na göre, XII. yüzyılda Genceli Nizami’nin şiirlerinde bile bahsettiği “Kafkasya Bulgarları” [s. 21] bugünkü Karaçay-Malkar Türkleridir.[69] F.A. Nurettinov, Karaçay-Malkarların, Avar ve Hazarların baskısıyla Azak-Kafkasya sahasını terk etmek zorunda kalan eski Bulgarların Kafkasya’da kalan bakiyeleri olduğunu söylemektedir.[70] Z.V. Togan da, Karaçay-Malkarların Kafkasya Bulgarlarının devamı olarak görmekte ve Karaçay-Malkarların önceleri bugünkü Çuvaşlar gibi l-r Türkçesini konuştuklarını fakat XV. yüzyıldan önce tespit edilemeyen bir dönemde ş-z Türkçesine geçiş yaptıklarını söylemektedir.[71] Fakat Z.V. Togan, Karaçay-Malkarların önceleri l-r Türkçesini konuştukları ve sonradan dillerinin ş-z Türkçesine dönüştüğü şeklindeki görüşünü ispatlayacak herhangi bir delil ortaya koyamamıştır. Verdiği kelime örnekleri ise günümüzde Kıpçak Türkçesi konuşan diğer Türk halklarının dilinde yaşamakta olup aynı zamanda bu kelimeler ş-z Türkçesine aittir. Bulgar tarihçi B. Simeonov da Çuvaş ve Karaçay-Malkarların dillerini eski Bulgar Türkçesinin varisleri sayarak şöyle bir açıklama getirir: “Çuvaş ve Karaçay-Malkar dilleri eski Bulgar Türkçesinin devamıdır. Fakat, artık bugün Çuvaş dili daha çok Fin-Ugur dillerinin etkisinde kalarak eski Bulgar Türkçesinden uzaklaşmıştır. Karaçay-Malkar dili ise diğer Türk dillerinin etkisinde kalarak Bulgar Türkçesinin esaslarını kaybetmiştir.”[72] E.P. Alekseyeva, Bulgarların bir kısmının VII. yüzyıldaki Hazar saldırılarından kaçarak Kafkasya’ya bugünkü Stavrapol, Beştav [Pyatigorski], Narsana, Arhız, Koban, Malkar ve Digor [Kuzey Osetya] bölgelerine gelip yerleştiklerini ve burada eskiden beri yaşayan Alanlar ile de karışarak bugünkü Karaçay-Malkarların temelini oluşturduklarını söylemektedir.[73] 1930’lu yılların başlarında A. Miller arkeoloji çalışmaları sırasında Digorya’da [Kuzey Osetya] Bulgar Türklerine ait kulplu asma kazan parçalarını bulmuş ve daha o zaman, “Burada [Digorya’da] bulunan Bulgar kazanları, Azak Kara Bulgarları atalarının Kuzey Kafkasya’da bugünkü Malkar Türkleri olduğunu ortaya koymaktadır” şeklinde bir açıklama yapmıştır. A. Miller’e göre, Azak’taki Kara Bulgarlarının ataları önceden Kafkasya’da, bugünkü Digor ve Malkar topraklarında yaşıyorlardı. Daha sonra bunların bir kısmı Azak civarına göç etmiş, bir kısmı da Kafkasya’da kalmıştır. Kuzey Kafkasya’da kalanlar da bugünkü Malkar Türkleridir. A. Miller ileride bu konuyla ilgili özel olarak ilgilenmek ve bu kültürün kalıntılarını bulmak düşüncesiyle arkeoloji literatüründe bu hususta herhangi bir açıklamada bulunmaktan çekinmiştir. A. Miller bugünkü Malkar Türkleri ile Azak Kara Bulgarlarının bir kökten olduklarını ispat etmeyi ve bundan sonra elde ettiği sonuçları bilim dünyasına açıklamayı düşünüyordu. Fakat 1933 yılının sonlarına doğru Sovyet hükümeti tarafından tutuklanarak Sibirya’ya sürgün edilmiş ve çok geçmeden de orada ölmüştür. Onunla birlikte değerli çalışmaları ve toplamış olduğu malzemeleri de ortadan yok olmuştur.[74] A. Miller’in bugünkü Karaçay-Malkar Türklerinin eski Kara-Bulgarların devamı olduğu şeklindeki teorisini M. Miller de kabul etmektedir. Fakat M. Miller’e göre Azak Kara Bulgarları Azak civarına Kafkasya’dan göç etmemiş, tam tersine Azak’taki Kara Bulgarların bir kısmı göç ederek Kafkasya’ya gelmiş ve bugünkü Karaçay-Malkar Türklerinin temelini oluşturmuşlardır. M. Miller, Azak Kara Bulgarların Kafkasya’ya

Page 14: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

göçlerinin Kiyev-Rus prensi Svyatoslav’ın 964-966 yıllarında Hazar Türklerine yaptığı seferler sırasında gerçekleştiğini ileri sürmektedir. Buna göre, Svyatoslav, Hazarların Şarkel şehrini ele geçirdikten sonra Hazarların bütün kuzeybatı kısmını hakimiyet altına almış ve Kiyev-Rus prensliğiyle birleştirmiştir. Rusların, Dnyeper’den güneydoğuya doğru yaptıkları akınların baskısı altına kalan Bulgarlar, Don ve Azak’tan Kafkasya’ya doğru göç etmişlerdir. Eldeki arkeolojik malzemeye dayanılarak, Kafkasya’daki Karaçay-Malkar Türklerinin, Rusların baskısıyla Azak civarından Kafkasya’ya göç edip gelen Bulgarların devamı olduklarını söylemek mümkündür.[75] Hakikaten de, birtakım arkeolojik malzeme ve Kafkasya’daki bazı yer adları, Karaçay-Malkar Türklerinin etnik bakımdan Kafkasya Bulgarlarının devamı olduğunu destekler niteliktedir. Sözgelimi Karaçay’da İndiş ırmağı yakınlarındaki Bulgar yerleşimi kalıntıları, Malkar’da Aşağı Çegem ve Laşkuta köylerinde bulunan Bulgarlara ait arkeolojik eserler, Yukarı Çegem, Lıgıt ve Kaşha-Tav yakınlarında ortaya çıkarılan Bulgar Türklerinden kalma mezarlar Karaçay-Malkarlar ile Bulgarlar arasındaki etnik ilişkinin varlığını ortaya koymaktadır.[76] Öte yandan, İ.M. Mızı, “Kutirgur” adının Malkar’da Çegem vadisindeki eski “Gudurgu” köyünün adında hatırasını koruduğunu ve “Bittogur” adının da Çegem ırmağının yukarı kısmında “Biturgu” şeklinde devam ettiğini söylemektedir. Ayrıca “Çılmas”, “Bulungu”, “Uçkulan” ve “Bıllım” adlı Karaçay-Malkar köylerinin adlarının da Bulgar Türklerinden kaldığını ileri sürmektedir.[77] Humara Şehri [s. 22] Bulgar Türkleri “agul” [avul] adını verdikleri, büyük blok taşlardan inşa edilen müstahkem şehirlerde yaşarlardı. Bunun en güzel örneklerinden biri de Karaçay’daki eski “Humara” müstahkem şehridir. Bulgar Türklerinden kalmış olan eski Humara şehri 20 hektardan fazla bir alanı kapsamaktadır. Humara şehri eskiden çevresi blok taş duvarlarla çevrili ve dokuz kulesi olan bir kale-şehirdir.[78] Eldeki bilgilere göre bu şehrin, Kafkasya Bulgarlarının ve Hazar Hakanlığının askeri, siyasi, kültür ve iktisadi merkezlerinden biri olduğu anlaşılmaktadır. Humara müstahkem şehrinin inşa tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte VIII. yüzyılda Arapların Kafkasya saldırılarına karşı Bulgar ve Alanlar tarafından inşa edildiği tahmin edilmektedir.[79] Bulgar Yazıtları 1960-1962 yıllarında Karaçay’daki eski Humara şehri kazı çalışmaları sırasında Kök-Türk yazısına benzeyen runik karakterde yazılı taşlar bulunmuştur. İlk olarak 1962 yılında A.M. Şçerbak bu yazıtların Don ve Talas yazıtlarıyla olan benzerliğini açıklayarak Humara yazıtlarının Batı Türklerine ait özel bir runik alfabeyle yazılmış olduğunu ileri sürmüştür. 1963 yılında V.A. Kuznetsov ise Humara yazıtlarının, Kuzey Kafkasya’da geniş bir alana yayılmış olan eski Yunan kitabelerinden çok farklı bir dil ve yazı sistemiyle yazılmış olduğunu ve bu yazıtların Orhon-Yenisey yazıtlarıyla büyük benzerlik gösterdiğini söylemiş, Humara kitabelerinin şüphe bırakmayacak şekilde bunların eski Türk yazısı olduğunu ileri sürmüştür. Böylece bu iki bilim adamının çabalarıyla Humara yazıtlarının varlığı dünya bilim alemine duyurulmuştur. Daha sonra Humara yazıtlarına ilgi artmış, çok sayıda bilim adamı bu yazıtları çözme çalışmalarına

Page 15: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

başlamışlardır. G.F. Turçaninov, Humara yazıtlarının Çerkes veya Osetlerin atalarından kalmış olabileceğini ileri sürmüş fakat onun bu yazıtları Çerkes ve Oset dilleriyle çözme çalışmalarının tümü başarısızlıkla sonuçlanmıştır. M.A. Habiç ise bu yazıtlardan birkaçını başarılı bir şekilde çözmüş ve bunların Türk dilli Alanlara ait olduğunu ileri sürmüştür. Nihayet, S.Y. Bayçora yıllarca sürdürdüğü çalışmalarıyla, Karaçay-Malkar topraklarında bulunan; Humara, Arhız, Sutul, Ahmat-Kaya, İnal, Gınakızı, Temirtüz, Sarıtüz, Tokmak-Kaya, Ishavat, Ullu-Dorbunla, Kalej, Teşikle, Bitikle, Ak-Kaya bölgeleri ile yine Kafkasya’da Koban ve Terek ırmakları arasında geniş bir alanda yayılmış olan yazıtlardan 74 tanesini çözerek bütün bu yazıtların Bulgar Türklerine ait olduğunu delilleriyle ortaya koymuştur. Arkeolog H.H. Bici de bu yazıtların Bulgar Türklerine aitliğini kabul etmiştir.[80] S.Y. Bayçora vardığı sonuca göre Humara ve Kuzey Kafkasya’nın birçok bölgesinde bulunan yazılı taşlarda kullanılan dilden, Kafkasya Bulgarlarının “d”, “c”, “dz” ve “ara~ortak” olmak üzere dört şivede konuştuklarını söylemektedir. Hasavut bölgesindeki bazı yazıtlar ise iki ayrı Türk lehçesi ve iki ayrı alfabeyle kazınmıştır. Bunların birincisi Kafkasya Bulgar Türkleri’nin harfleriyle, ikincisi ise eski Uygur Türkleri harfleriyle yazılmıştır.[81] S.Y. Bayçora, Kafkasya Bulgar yazıtları alfabesi ile Tuna Bulgar, İtil-Don, Sekel, Orhon-Yenisey yazıtlarında kullanılan alfabelerin karşılaştırmalı çizelgesini hazırlamıştır.[82] Bu çizelgede, Kafkasya Bulgar yazıtlarında kullanılan alfabenin diğerlerine çok benzediği, hatta harflerin çoğunluğunun birbirlerinin aynısı olduğu görülmektedir. 3. Kafkasya’da As-Alanlar Karaçay-Malkar Türklerinin etnik oluşumunda önemli pay sahibi olan kavimlerden biri de As-Alanlardır. Çinlilerin “An-tsa-i”, Romalıların “Alani” ve Bizanslıların da “Asioi” şeklinde adlandırdığı As ve Alanlar ilk önceleri Türkistan sahasında yaşıyorlardı. M.Ö. I. yüzyıl ortalarında Türkistan’dan göç ederek Don ırmağı ile Kırım arasında geniş bir sahaya yerleştiler. M.S. 370-3375 yıllarında gerçekleşen Hun baskısıyla As ve Alanların bir kısmı batıya doğru kaymış, bir kısmı da güneye doğru giderek Kafkasya dağlarına sığınmışlardır.[83] E.P. Alekseyeva, Bulgarların bir kısmının VII. yüzyıldaki Hazar saldırılarından kaçarak Kafkasya’ya bugünkü Stavrapol, Beştav [Pyatigorski], Narsana, Arhız, Koban, Malkar ve Digor [Kuzey Osetya] bölgelerine gelip yerleştiklerini ve burada eskiden beri yaşayan Alanlar ile de karışarak bugünkü Karaçay-Malkar Türklerinin temelini oluşturduklarını söylemektedir.[84] Bulgar Türklerinin Koban ırmağı havzasında yaşadıkları sırada Kafkasya’daki Alanlarla sıkı temaslarda bulundukları ve bunların bazı kültür tesirlerine maruz kalmış olmaları mümkündür.[85] Karaçay’daki tarihi Humara kale-şehrinden elde edilen arkeolojik malzemeye göre bu kale-şehrinde Hazar-Bulgarları ile Alanların birlikte yaşadıkları [s. 23] anlaşılmıştır.[86] E.P. Alekseyeva’ya tespitine göre bugünkü Karaçay-Çerkes Ö.C. sınırları içerisinde X-XIII. yüzyıllar arasında Alanların yaşadığı şehir ve köylerin toplam sayısı 40’tan fazladır.[87] Bunun dışında, VIII-X. yüzyıllar arasında Bizans ve Gürcülerin etkisiyle Hıristiyanlığı kabul eden Alanlardan kalma Karaçay’ın Çuvana, Sıntı ve Arhız bölgelerinde birer tane kilise mevcuttur.[88] Avrupalı ve Sovyet tarihçileri genel olarak As-Alanları İranî bir kavim şeklinde kabul

Page 16: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

etmekte ve Kafkasya’da yaşayan bugünkü Osetlerin de As-Alanların devamı olduklarını söylemektedirler. Z.V. Togan, A.N. Kurat, B. Ögel ve M.F. Kırzıoğlu da, Avrupalı ve Sovyet tarihçilerinin ileri sürdüğü bu görüşü kabul etmişlerdir. Fakat Z.V. Togan, başlangıçta İranî kökenli olsalar bile As-Alanların çok eski tarihlerde Orta Asya’da yaşarlarken Hunlarla çok yakın temasları neticesinde Türkleşmeye başladıklarını söylemektedir. Sözgelimi, M.Ö. 3. yüzyılda Çin kaynaklarında zikredilen Hunların 24’lü teşkilatının ilk 4 esas kabilesinden birinin adı “Alan”dır.[89] As-Alanların etnik kökeni konusundaki tartışmalar günümüzde halen devam etmektedir. Bunun sebebi eski tarihi kaynaklarda verilen bilgilerin As-Alanların etnik kökenini aydınlatacak kadar yeterli olmayışından ve en önemlisi de As-Alanların bizzat kendi dilleriyle yazılmış ve dolayısıyla da As-Alanların hangi dili konuştuğunu ortaya koyacak tatmin edici bir belgenin bulunamayışından kaynaklanmaktadır. Tarihi kaynaklarda verilen bilgilerin çoğunluğu As-Alanların hayat tarzıyla ilgilidir. Bununla birlikte bazı tarihi kaynaklar As-Alanların etnik kökeni ve hangi dili konuştukları hakkında bazı bilgiler vermektedir. Bu bilgilerin ilginç olan tarafı ise As-Alanlardan bir Türk kavmi olarak bahsedilmesidir. Hakikaten de Avrupalı ve Sovyet tarihçilerinin As-Alanları İranî bir kavim olarak kabul etmelerine karşın eski tarihi kaynakların hiçbirinde As-Alanların İranî bir kavim olduğu konusunda tek bir söz dahi geçmemektedir. Tam tersine bütün eski kaynaklarda As-Alanlardan “Türk kavmi” ve “Hıristiyan Türkler” şeklinde bahsedilmektedir. Sözgelimi, Ebul Fida’nın kayıtlarında As ve Alanlardan Türk kavmi şeklinde söz edilmektedir: “Ancaz’ın doğusunda deniz kıyısında bir Alan şehri vardır. Türk olan Alanlardan bir topluluğun iskan ettiği bir şehirdir. Bunlar Hıristiyanlaşmışlardır. Alanlar bu bölgede kalabalık bir kavimdir. Alan’ın arkasında Babül Ebvab vardır. Al-As denilen bir Türk kavmine komşudurlar.”[90] Said el-Magribî de “Kitab El-Coğrafya” adlı eserinde As ve Alanlardan bir Türk kavmi olarak bahseder: “Gürcistan’ın doğusunda Alan ülkesi bulunur. Bunlar Hıristiyan Türklerdir. Alanlardan sonra Türklerden As denen bir kavim vardır.”[91] Yahudi tarihçi ve ilahiyatçısı Josephus Flavius’un [M.S. 37 - 100] “Yahudi Savaşı” adlı eserinde Asların konuştuğu dilin Peçeneklerin konuştuğu dile benzediğinden bahsedilmektedir.[92] Aynı ifadeler El-Birunî’nin kayıtlarında da geçmektedir: “Bu mecrada [Ceyhun ırmağı ile Hazar denizi arasında] oturanlar Hazar denizi sahiline göçtüler. Bunlar El-Lan [Alan] ve As kavimleridir. Bu kavimlerin dilleri Harezmce ile Peçenekçenin bir karışımıdır.”[93] Öte yandan Z.V. Togan, El-Birunî’nin bu ifadelerinden, İranî Harezmliler ile Peçenek Türkleri arasındaki bir sahada yaşayan As-Alanların dil bakımından Peçenek Türkçesinin tesirinde kalmış olmakla birlikte İranî Harezmlilerle akraba bir kavim olduğu konusunda ısrarlıdır. Z.V. Togan, XII-XIII. yüzyıllarda İtil havzasında yaşayan Asların çoktan Türkleşmiş olmalarına ve Altın Orda Hanlığında siyasi nüfuz elde etmelerine rağmen yerli Türkler [Kıpçaklar] ve Moğollar tarafından daima yabancı sayıldıklarını söyler. Hatta bu yüzden Altın Orda Hanlarının As kızlarıyla evlenmeleri hiç hoş görülmemiştir. Sözgelimi, Altın Orda Hanlığının son büyük hükümdarlarından Canibek Han [1340-1357] hakkında Nogay ve Başkurt rivayetlerinde şöyle bir kayıt bulunmaktadır: “Canibek Han’ın iki karısı vardı. Birincisinin adı Taydulu Hatun idi. Bu Kıpçak olanı idi. İkincisinin adı ise Karaçaç idi. Bu da Aslardan idi. Canibek Han’ın Kıpçak kökenli olan karısı Taydulu bir gün Canibek Han’a şöyle der: As’dıñ kızını aldıñ, bizni közden saldıñ~As kızını aldın, bizi gözden düşürdün.”[94]

Page 17: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

IV. yüzyıl sonlarında Alanların hayat tarzıyla ilgili en geniş bilgiler Ammianus Marcellinus’un kayıtlarında bulunmaktadır. A. Marcellinus’un anlattıklarına göre Alanların hayat tarzının eski Türklerin göçebe hayat tarzından pek bir farkı yoktur: “Alanların evleri yoktur. Sürekli göç ettikleri, başı ağaç kabuklarıyla örtülü araba-evlerde yaşarlar. Tarla sürmeyi bilmezler. Temel yiyecekleri et ve süttür. Bunları da vahşi hayvanlar gibi yerler. Bir otlağa gelip yerleştiklerinde ev-arabalarını daire şeklinde konuşlandırırlar. Otlaklar tükenince araba-evleriyle başka yerlere göç ederler. Kadın, erkek, çocuk hepsi bu araba-evlerde yaşarlar. Çocuklar bu araba-evlerin içerisinde büyürler. Bu araba onların sürekli evidir. Küçük ve büyük baş hayvanları [s. 24] vardır. At sürüleri vardır. Buna özel önem verirler. Oralarda otlaklar geniş ve yeşildir. Her yer meyve ağaçlarıyla doludur. Verimli toprakların ve ırmakların bol olması nedeniyle göçebeler hiçbir zaman yiyecek ve otlak sıkıntısı çekmezler. Yaşlılar, çocuklar ve kadınlar savaşamayacak durumda oldukları için kolay işlerle uğraşırlar. Erkekler çocukluktan itibaren ata binmeyi öğrenir. Çünkü onlar yürümeyi onur kırıcı olarak görürler. Hepsi birer mükemmel savaşçı olarak yetiştirilir. Alanların büyük çoğunluğu iri yapılı, sarışın ve güzel insanlardır. Bakışları korkutucudur. Silahlarını hızlı ve ustalıkla kullanırlar. Hunlara benzerler. Fakat yemek ve giyim-kuşam kültürü Hunlardan daha gelişmiştir. Avcılık ve yağmacılıkla geçinirler. Hatta Meot bataklığından Ermenistan’a ve Medya boylarına kadar geniş alanlarda yağmacılık yaparlar. Rahat ve huzurlu bir hayat yerine tehlike ve savaştan hoşlanırlar. Savaşta ölmek onlar için mutluluk ve onurdur. Yaşlılıktan veya herhangi bir kaza sonucu ölenler aşağılanır ve onların cesetleriyle alay edilir. Alan savaşçıları düşmanlarının kafa derilerini yüzerek bunlardan atlarına süsler yaparlar. Alanların tapınakları yoktur. Hatta bunlarda çatısı samanla örtülü tek bir kulübe dahi yoktur. Savaş Tanrısı Mars gibi, toprağa saplanmış bir kılıca taparlar. Kamışları dikine birleştirirler ve büyülü sözlerle bir anda bırakırlar. Böylece geleceği gördüklerini düşünürler. Soylu bir kan taşırlar. Kölelik nedir bilmezler. Reislerini en çok savaş deneyimi olan kişiler arasından seçerler.”[95] Kaziy T. Laypan ve İsmail M. Mızı başta olmak üzere genel olarak Karaçay-Malkarlı tarihçilerinin büyük çoğunluğu As-Alanların bugünkü devamının Karaçay-Malkar Türkleri olduğunu savunmaktadırlar. Buna en güçlü dayanak olarak da Karaçay-Malkar Türkçesinde “kardeş, dost, arkadaş” anlamında ve bir hitap şeklinde kullanılan “alan” sözü gösterilmektedir. Bunun dışında Karaçay-Malkar Türklerinin yakın zamana kadar başta Osetler olmak üzere bazı komşu Kafkas kavimleri tarafından “Alan” ve “As” şeklinde adlandırılması da bu görüşün diğer önemli dayanağıdır. Gerçekten de bugün kendilerini As-Alanların devamı sayan Osetler halbuki eskiden Karaçay-Malkar Türklerini “Asi” ve “Asson” şeklinde, Malkar ülkesini “Asiyag” ve Karaçay ülkesine de “Tstur-Asiyag” şeklinde adlandırmışlardır. Yine Gürcü-Megreller Karaçaylıları “Alani” şeklinde adlandırırlarken, Abhazlar da “Azuho” ve “As” şeklinde adlandırmışlardır. [96] V.F. Miller ise eskiden komşu Kafkas halkları tarafından Karaçay-Malkarlıların “Alan” ve “As” şeklinde adlandırılmalarını kabul etmekle birlikte bunu farklı bir şekilde yorumlamaktadır. Ona göre Karaçay-Malkarlıların yaşadığı topraklarda eskiden Osetler veya onların ataları olan As ve Alanlar yaşamışlardır. As-Alanlar güneye doğru bugünkü Osetlerin yaşadığı yerlere göç ettikten sonra onlardan boşalan yerlere Karaçay-Malkar Türkleri gelip yerleşmişlerdir. Fakat tarih boyunca buraları As ve Alan adıyla anıldığından dolayı komşu Kafkas halkları da Karaçay-Malkar Türklerini “As” veya “Alan” şeklinde adlandırmışlardır. V.F. Miller’in bu ifadeleri hem mantıksız ve hem de çelişkilidir. Diyelim ki, Gürcü-Megreller ile Abhazlar, eskiden As ve Alanların yaşadığı topraklara gelip yerleşen Karaçay-Malkar Türklerini, V.F. Miller’in söylediği gibi

Page 18: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

yanlışlıkla “As” ve “Alan” şeklinde adlandırmışlardır. Fakat madem Osetler gerçekten As ve Alanların devamı iseler neden kendileri için “İron” ve “Digoron” adlarını kullanmışlar ve neden Karaçay-Malkar Türklerine “As” ve “Alan” adlarını vermişlerdir? V.F. Miller’in çelişkiye düştüğü husus budur. Herhalde hiçbir halk kendi kavim adını unutarak “yanlışlıkla” bir başka kavim için kullanmaz.[97] Osetlerin As-Alanların devamı olduğuna dair ileri sürülen görüşlerin en güçlü dayanağı yine V.F. Miller’in meşhur “Osetinskie Etüdı” adlı eseridir. Halbuki bu eserin hiçbir yerinde “Aslar veya Alanlar İranî bir kavimdir ve bugünkü İronların [Osetlerin] atalarıdır” şeklinde bir ifade geçmemektedir. V.F. Miller kitabında aynen şöyle söylemektedir: “Osetlerin ataları Alanya’da [Terek ve Laba ırmakları arasındaki sahada] yaşamışlardır. Bundan dolayı da Osetlerin atalarının Alanlar olması mümkündür.” V.F. Miller’in bu ifadelerinden Osetlerin kesinlikle Alanların devamı olduğu sonucu çıkarılamaz. Öte yandan XVIII. yüzyıl sonlarında Kafkasya’ya seyahat yapan J. Pototski’nin Alanlarla ilgili kayıtları oldukça enteresandır: “19 Kasım 1797 tarihinde Mozdok ve Macar şehri Piskoposu Gürcü asıllı Gay adında birini ziyaret ettim. Piskopos bana tarihte sıkça geçen Alanların bir kısmının halen mevcut olduğunu ve bunların sayısının 1000 kişi civarında olduğunu söyledi. Bunlar gerçek Alanlarmış ve Svanların yurduna yakın dağlık bir vadide yaşıyorlarmış. Fakat kendisi bu gerçek Alanları çetin coğrafi şartlardan dolayı görme imkanını elde edememiş. Piskoposun bahsettiği bu gerçek Alanları görmeyi ve onların hangi dili konuştuğunu öğrenmeyi çok istememe rağmen ben de bu imkanı elde edemedim. Halbuki büyük bir tarihi problem aydınlığa kavuşmuş olacaktı.” Digor ve İronların [Osetlerin] 1744 yılında kendi istekleriyle Rus Çarlığının [s. 25] hakimiyet geçmeleri tarihi belgelerle sabittir. Gürcülerin “Ovset” şeklinde adlandırdıkları bu iki halk Rus Çarlığına bağlandıktan sonra Ruslar tarafından “Osetin” şeklinde adlandırılmışlardır. Aradan 53 yıl sonra 1797 yılında Kafkasya’ya giden J. Pototski ve hele Osetleri çok yakından bilen Gürcü asıllı Piskopos Gay’ın “gerçek Alanlar”dan bahsetmesi oldukça enteresandır. Özellikle de Gürcü Piskopos gerçek Alanlar dediği meçhul kabile ile Osetler arasında bir ilişki olsaydı bundan mutlaka bahsederdi. Öte yandan Svanların ülkesine yakın dağlık bir vadide yaşadıklarını söylediği gerçek Alanların yurdu bugünkü Karaçay Türklerinin yaşadığı yerdir.[98] Bir başka önemli husus ise bazı eski ve tarihi Kafkasya haritalarında Karaçaylıların ve Alanların yaşadığı topraklar daima birlikte gösterilmektedir. Sözgelimi Rus Çarlığının Kafkasya Ordusu Komutanlığında Harita Subayı olarak görev yapan İvan V. Sahovskoy’un 1833 yılında çizdiği Kafkasya haritasında Karaçay Türklerinin yaşadığı yerler “Alanetı-Karaçavtsı” [Alanlar-Karaçaylar] adıyla gösterilmektedir.[99] Karaçay-Malkarlı tarihçiler Alanların bir Türk kavmi ve Karaçay-Malkar Türklerinin ataları olduğu konusunda da ısrarlıdırlar. Bunun dışında bazı bilim adamları Alanların Türk ve İranî kabilelerden oluşmuş bir kavim olduğunu ileri sürmektedirler. Sözgelimi V.B. Kovalevskiy “Kafkasya ve Alanlar” adlı kitabında Alanların hem Karaçay-Malkar Türklerinin hem de Osetlerin ataları olduğu sonucuna varmaktadır.[100] M.A. Habiç de Alanların Türk ve İranî olmak üzere iki kısımdan oluştuğunu ve Türkçe konuşan Alanların Karaçay-Malkar Türklerinin ataları, İran dilini konuşan Alanların ise Osetlerin ataları olduğunu söylemektedir.[101] As-Alanların Türk veya İranî bir kavim oldukları konusundaki tereddütler ve tartışmalar devam edecek gibi görünmektedir. Fakat As-Alanların etnik kökeni ne olursa olsun, Karaçay-Malkar Türklerinin etnik oluşumunda As-Alanların önemli bir pay sahibi olduğu inkar edilemez bir gerçektir.

Page 19: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

4. Kafkasya’da Kıpçak~Kumanlar Bizans-Latin kaynaklarında “Koman~Kuman”, İslam kaynaklarında “Kıpçak~Kıfçak” ve Rus kaynaklarında “Polovest” adıyla anılan Kıpçak Türkleri, Moğol istilasına kadar, Karadeniz kuzeyi bozkırları ile Kafkasya coğrafyasını 200 yıl boyunca hakimiyet altında tutarak bölgenin etnik ve kültür yapısının şekillenmesinde çok büyük rol oynamışlardır. Kıpçak Türkleri önceleri İrtiş-Talas sahasında yaşıyorlarken 1060 yılından itibaren vaktiyle Peçeneklerin işgal ettiği Karadeniz kuzeyi bozkırlarına gelmişler, kısa bir süre sonra da Don-Dnester havzası merkez olmak üzere doğuda Balkaş-Talas havzası ve batıda Tuna havzasına kadar geniş bir sahaya yayılmışlardır. Kafkasya’da Koban ırmağı havzasından Dağıstan’a kadar uzanan bölgeleri de içine alan bu geniş saha kuzeyde İtil Bulgarları sınırına kadar uzanmaktadır. Doğu Avrupa ile Batı Sibirya bozkırlarının tamamını içine alan Kıpçak sahası daha o tarihten itibaren İslam kaynaklarında “Deşt-i Kıpçak” [Kıpçak Bozkırı] adını almış, Bizans-Latin kaynaklarında da “Komania” şeklinde anılmıştır.[102] Kıpçak Türklerinin tarih sahnesine ne zaman çıktıkları konusunda kesin bir sonuca varılmamıştır. Bazı tarih araştırmalarına göre Kıpçaklar çok eski tarihlerden itibaren Kafkasya’da yaşamaktaydılar. Eski Gürcü kaynaklarında M.Ö. IV. yüzyılda Kür [Kura] nehri boylarında yaşayan “Bun-Turki” [Yerli Türk] ve “Kıpçak” adında iki Türk kavminden bahsedilmektedir. En eski Gürcü vakayinamesi olarak bilinen Kartlis Tshovreba’da [Gürcü Hayatı] bu iki Türk kavminden şöyle bahsedilmektedir: “M.Ö. 312 yılında Filip’in oğlu Makedonyalı İskender, Kartvel’e [Gürcistan’a] geldiği zaman Kür ırmağı boyunca ve onun kolları üzerine yerleşmiş olan Bun-Turki ve Kıpçak adlı kavimlerle karşılaştı. Bütün şehirler ve kaleler, yılmaz savaşçılar olarak bilinen Bun-Turki ve Kıpçaklar tarafından savunuldu. Makedonyalı İskender büyük hayretler içerisinde kaldı. Çünkü hiçbir millet onlar gibi düşmana karşı koyamazdı.” Bunun dışında, Plinius’un kayıtlarında M.S. 23-79 yıllarında Dağıstan’da “Kamak” ve “Oran” adlı iki Türk kavminden bahsedilmektedir. Bilindiği gibi Kamak ve Oranlar Maveraünnehir havzasında yaşayan eski Türk kavimleridir ve Kıpçak Türklerinin bir diğer adı da “Kimak~Kemak”tır. Plinius ayrıca Daryal geçidinin “Kumania Kapısı” şeklinde adlandırıldığını da söylemektedir.[103] Kıpçak Türkleri, Dede Korkut destanlarında “azgun dinlü kafirler” şeklinde ve Oğuzların baş düşmanı olarak anlatılmaktadır. Dede Korkut Destanlarına göre Kıpçak Türkleri Kafkasya dağları kuzeyinde yaşamakta ve sık aralıklarla Daryal geçidini aşarak güneye akınlar yapmaktadırlar. Destanlarda anlatılanlara göre Kafkasya Kıpçaklarının hükümdarı “Alaca atlı Şavhal Melik” olup bugünkü Kumuk-Avar bölgesi hakimidir. Onun sağ [s. 26] kol beyi “Bogaçuk Melik” bugünkü Koban ırmağının kaynak havzası olan Karaçay topraklarının hakimidir. Sol kol beyi “Kara Tokan Melik” ise Dağıstan’da Koy ve Ilısu ırmakları boyu hakimidir. Yine, Oğuz komutanlarından Kara Konak’ın oğlu Kara Budak’ın sürekli akın edip kan kusturduğu “Demir Yaylı Kıpçak Melik” de Koban ırmağı boyları ile bugün Malkar ve Kabardey Çerkeslerinin yaşadığı toprakların hakimidir.[104] Azak-Kafkasya hattındaki Kıpçakların en kuvvetli dönemi 1090-1110 yılları arasındadır. Bu dönemde Kıpçaklar eski Türklerin klasik yönetim biçimi olan 4’lü sistemine göre

Page 20: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Böñek, Tugor, Şaru ve Altun-Aba adlı komutanların idaresinde teşkilatlanmışlardır. Koban ırmağı havzası merkez olmak üzere Batı Kafkasya bölgesi Şaru Han ve daha sonra da oğlu Etrek Han’ın yönetiminde olmuştur. Guran-Duhkt adlı kızını Gürcü kralı II. Davit’le evlendirmek suretiyle Gürcülerle ilişkileri sağlama alan Etrek Han 1118 yılında damadı II. Davit’in çağrısı üzerine kalabalık bir Kıpçak topluluğuyla Gürcistan’a yerleşmiştir. Bununla birlikte Etrek Han Gürcistan’da fazla duramamış ve tekrar Kafkasya’ya dönmüştür. Fakat daha önce beraberinde götürdüğü halkının büyük çoğunluğu Gürcistan’da kalmıştır.[105] Moğol İstilası ve Kıpçak-Alan İttifakı Moğollar önce 1219-1222 yıllarında Orta Asya’yı bir kasırga felaketi gibi tahrip etmişler ve binlerce insanın hayatına son vermişlerdir. 1222 yılı baharında Cengiz Han tarafından Orta Asya’dan kaçan Harzemşah Muhammed’i takiple görevlendirilen Sübedey Bagatur ve Cebe Noyan adlı komutanların idaresindeki Moğol orduları önce Kuzey İran’ı kılıçtan geçirdikten sonra Gürcistan üzerinden Şirvan boğazı yoluyla Kafkasya’ya gelmişler ve burada Kıpçak-Alan ittifakıyla karşılaşmışlardır. Bunun üzerine Moğollar gizlice Kıpçak komutanlarına çeşitli hediyeler göndererek “Moğollar ile Kıpçakların aynı soydan olduklarını, Alanlarla kurdukları ittifaktan ayrıldıkları takdirde Moğol ordularının Kıpçaklara dokunmayacaklarını” bildirmişlerdir. Kıpçak ordularının komutanı Könçek oğlu Yuri de Moğolların bu vaadine kanarak Kıpçak-Alan ittifakından ayrılmıştır. Fakat bunu müteakip Moğollar önce Alanlara saldırarak onları mağlup etmiş ve daha sonra Koban dolaylarında konuşlanmış bulunan Kıpçaklara hücum ederek birçoğunu kılıçtan geçirmişlerdir. Könçek oğlu Yuri ve Köbek oğlu Daniel adlı Kıpçak komutanlar da Moğol askerlerinin elinden kurtulamayıp öldürülmüşlerdir. Bunun üzerine Kafkasya dağları eteklerinde yaşayan Kıpçak kabileleri arasında büyük bir korku ve telaş baş göstermiş, Kıpçakların büyük bir kısmı kuzeye doğru Azak ve İtil dolaylarına kaçarken, bir kısmı da Moğolların katliamından sağ kalabilen Alan ve Bulgar kabileleriyle birlikte dağlık arazilere sığınmışlardır.[106] Kuzeye doğru kaçan Kıpçak kabileleri ise bu sefer 1637 yılında Cengiz Han oğlu Cuci Han tarafından sıkıştırılmışlar birçoğu kılıçtan geçirilmişlerdir. İtil ve Don havzasında kurtulmayı başarabilen Kıpçak kabilelerinin birçoğu Çerkes [Batı Kafkasya] ve Tümen [Dağıstan] yurtlarına kaçmışlar ve buradaki kavimlerle karışmışlardır.[107] Emir Timur’un Kafkasya Seferi Moğolların istilası sonunda Deşt-i Kıpçak ve uzantısı Kafkasya’da büyük bir Moğol devleti kurulmuştur. Doğu kaynaklarında “Cuci Ulusu” ve “Kök Orda” şeklinde anılan, Rus kroniklerinde ise “Altın Ordu” adıyla geçen bu devlet, XIII-XIV. yüzyıllarda siyasi, iktisadi ve kültür bakımından yalnız Doğu Avrupa’da değil, bütün Türk Dünyasının en önemli devletlerinden biri olmuştur. Bu devletin yönetimi ve üst tabakası Moğollardan oluşmakla birlikte ordunun kaynağı ve ahalinin büyük çoğunluğu Kıpçak Türkleri idi.[108] Tohtamış Han vaktiyle 1377 yılında Emir Timur’un yardımıyla Altın Ordu hükümdarlığına oturmuştu. Bu yüzden Tohtamış ve Timur arasındaki ilişkiler gayet iyi bir şekilde devam

Page 21: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

ederken Harezm bölgesi yüzünden bu iki hükümdarın arası açılmıştır. Tohtamış bu bölgenin Altın Ordu Devletine ait olduğunu iddia etmekteydi. Bunun üzerine Emir Timur da özellikle Tohtamış Han’a bir ders vermek ve onu tahtından indirmek için Altın Ordu’ya iki büyük sefer düzenlemiştir. Bu seferlerin birincisi 1391 yılında, ikincisi de 1395 yılında gerçekleşmiştir. Bu seferlerin ikincisi, Kafkasya tarihi bakımından büyük önem arz etmektedir. Çünkü bu ikinci sefer Kafkasya’da cereyan etmiştir ve Timur’un karşısına çıkan Tohtamış Han’ın ordusunun büyük çoğunluğu Kıpçak, Bulgar, Alan ve Kafkas kavimlerine mensup askerlerden oluşmaktadır. Tohtamış Han ve Emir Timur’un orduları 15 Nisan 1395 tarihinde Terek nehri civarında karşılaşmış ve büyük bir meydan savaşından sonra Tohtamış Han’ın ordusu müthiş bir yenilgiye uğramıştır. Tohtamış [s. 27] Han’ın kendisi de Timur’un elinden güç bela kurtulabilmiştir.[109] Ali Yezidî’nin kayıtlarına göre mağlup olan Tohtamış Han’ın ordusu, bilhassa merkez karargahla bağlantılarını kaybetmiş olan Bulgar ve Kıpçak kökenli askeri birlikler, Timur’un ordusu tarafından tamamen yok edilme korkusuyla, Kafkasya dağlarına doğru kaçarak yüksek ve kuytu vadilere sığınmışlardır. Bunun için en elverişli yer ise bugünkü Malkar Türklerinin yaşadığı Çerek [Malkar] vadisidir.[110] Yukarıda anlatılan Moğol istilası ve Timur’un Kafkasya seferi gibi tarihi olayların Karaçay-Malkar Türklerinin etnik yapısının oluşumunda büyük etkisi vardır. Moğol ve Timur ordularından kaçarak yüksek dağ vadilerine sığınan Hun, Bulgar, Sabir, Alan ve Kıpçak kabileleri Karaçay-Malkar Türklerinin etnik yapısının temelini oluşturmuştur. Özellikle de XI-XIII. yüzyıllar arasında, kalabalık Kıpçak~Kuman kabileleri, eskiden beri Kafkasya’da yaşayan diğer eski Türk kabileleriyle karışmış, Karaçay-Malkar Türklerinin etnik yapısının en önemli unsurunu oluşturmuştur. Kıpçak kabilelerinin kalabalık ve baskın unsur olması nedeniyle zamanla diğer kabilelerin hepsi Kıpçaklaşmıştır.[111] Kıpçak~Kuman Türkleri tarihi süreç içerisinde Kafkasya’ya gelen eski Türk kavimlerinin sonuncusu olup aynı zamanda da Karaçay-Malkar Türklerinin etnik oluşumuna son noktayı koyan kavimdir. Günümüz itibariyle milletlerin kimliğini belirleyen en önemli unsur “dil” olduğuna göre bu yüzden Karaçay-Malkar Türklerini de Kıpçak~Kuman Türklerinin devamı olarak saymak gerekir. Çünkü Karaçay-Malkar Türklerinin konuştuğu dil, ana çizgileriyle tipik bir Kıpçak Türkçesi olup, Türk dilinin Kıpçak lehçesi grubuna girmektedir. Karaçay-Malkar Türkçesinde Hun-Bulgar dilinden kalma çok sayıda kelime bulunmakla birlikte Karaçay-Malkar Türkçesinin kelime hazinesinin tamamına yakını Kıpçak Türkçesine aittir. XIV. yüzyıl başlarında Avrupalı misyonerlerin Kıpçak Türkleri arasında Hıristiyanlığı yaymak ve Kıpçak Türkçesini Avrupalılara öğretmek amacıyla hazırlanan “Codex Cumanicus” adlı eserde kullanılan Kıpçak~Kuman Türkçesi ile bugünkü Karaçay-Malkar Türkçesi hemen hemen aynıdır. Eserdeki kelime hazinesinin dörtte üçünden fazlası şekil ve anlam bakımından Karaçay-Malkar Türkçesinin kelime hazinesinde mevcuttur. Bunun dışında, Kıpçak~Kuman Türkleri ile Karaçay-Malkar Türkleri arasındaki etnik ilişkiyi bazı arkeolojik bulgularla da desteklemek mümkündür. Karaçay-Malkar Türklerinin yaşadıkları topraklarda; Pregradna, Kobu-Başı, Storojevoy, İspravna, Kubina, Baytal-Çabhan, Arhız, Çegem ve Beştav çevresinde Kıpçaklara ait çok sayıda mezar ve heykel ortaya çıkarılmıştır. Tabiatıyla bu durum bugünkü Karaçay-Malkar topraklarında eskiden Kıpçak Türklerinin yaşadığını belgelemekte ve Karaçay-Malkar Türklerinin etnik ve kültür yapısının oluşumunda etkili olduklarını ortaya koymaktadır.

Page 22: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Karaçay’da Koban ırmağının sol tarafındaki Kubina köyüne 5 km yakın bir yerde Kıpçak mezarları bulunmuştur. Bu mezarların tabanı taşlarla döşenmiştir. Mezarda insan kemikleri dışında bir de at iskeleti bulunmuştur. Baytal-Çabhan bölgesinde bulunan mezarların XIV-XVI. yüzyıla ait olduğu ve bunların Kıpçak Türklerinden kaldığı tespit edilmiştir.[112] G. Rubruck XI-XIII. yüzyıllara ait Kıpçak mezarlarını şöyle tasvir etmektedir: “Kumanlar [Kıpçaklar] ölünün üzerine büyük bir tümsek yaparlar ve bunun üzerine yüzü doğuya dönük, elinde göbeğinin hizasında bir kadeh bulunan bir heykel dikerler. Kumanlar asil ve zenginleri için mezarların üzerine ehramlar yani sivri binalar yaparlar. Bazı yerlerde tuğladan büyük kuleler, bazı yerlerde de taştan evler yapıldığını da gördüm.”[113] G.Rubruck’un kayıtlarında bahsettiği eli göbeğinin hizasında bir kadeh bulunan Kıpçak heykellerinden birisi Karaçay’da Zelençuk ırmağı kıyısında bulunmuştur. G. Rubruck’un tarif ettiği Kuman [Kıpçak] asil ve zenginlerine ait mezarların aynısı Malkar Türklerinin yaşadığı Yukarı Çegem bölgesinde bulunmuştur. Yukarı Çegem’deki Kıpçak Türklerinden kalma sivri tepeli yani piramit şeklindeki anıt mezarlar bugün hala ayaktadırlar. Ayrıca eski Karaçay-Malkar beyleri için yapılan anıt mezarların da Kıpçak mezar tipinde olduğu görülmektedir. Sözgelimi Malkar beylerinden Alimurza Abay için Künlüm köyünde yapılan anıt mezar tipik bir Kıpçak mezarıdır.[114] III. Destan ve Efsanelere Göre Karaçay-Malkar Türkleri Karaçay-Malkar Türklerinin tarih sahnesine ne zaman ve ne şekilde çıktıkları konusunda tarihî ve eski yazılı kaynaklarda şimdiye kadar herhangi bir bilgiye tesadüf edilmemiştir. Bunun dışında bir de Karaçay-Malkar Türklerinin etnik oluşumuyla ilgili birtakım destan ve halk hikayeleri vardır. Elbette bir [s. 28] milletin veyahut bir devletin tarihini incelerken destan ve halk hikayelerini bir belge gibi görmek bazı yanlış sonuçları da beraberinde getirecektir. Çünkü bunlar çoğunlukla gerçek ile abartının ayırt edilemediği anakronik olayların hikayesidir. Bunların en büyük eksikliği anlatılan olayların kronolojik olarak yerine oturmayışından kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte her ne kadar bir tarih belgesi değilse de bazı tarihî gerçekler bu destan ve halk hikayelerini örtüsü altında gizlidir. Bu tür halk edebiyatı ürünlerinin iyi bir şekilde tahlil edilmesiyle milletlerin eski tarihini aydınlatmak ve onların kültürü hakkında bir fikir ortaya koymak mümkündür. Karaçay Türklerinin etnik oluşumunu ve Kafkasya’ya gelip yerleşmesini anlatan bir sürü hikaye vardır. Birkaç ayrıntı dışında bunların çoğunluğu birbirine benzemektedir. Bu hikayelerin birine göre Karaçay Türkleri Kafkasya’da bugünkü yurtlarına gelip yerleşmeden önce Hazar Hakanı Obadiy [Obedia] Han zamanında “Karaçay” adlı bir beyin idaresinde Kuma ırmağı civarında “Macar” adlı bir şehirde yaşıyorlarmış. Obadiy Han’ın sürekli olarak vergi almak suretiyle Macar şehrini baskı altında tutmasından dolayı, Karaçay adlı bey ve kabilesi Macar şehrini terk ederek Kafkasya’nın dağlık vadilerine göç etmişler ve burada kendilerine yeni bir yurt kurmuşlar. Daha sonra Karaçay adlı bey ölünce onun kabilesi beylerinin hatırasını yaşatmak için kendilerine kavim adı olarak “Karaçay” adını vermişler.[115] Başka bir hikayeye göre ise Karaçay Türkleri Kafkasya’ya gelmeden önce Kırım

Page 23: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

civarında yaşarlarken, Kırım’da çıkan siyasi karışıklıklar üzerine “Karça” adlı bir beyin idaresinde Kırım’dan Kafkasya’ya gelip yerleşmişler. Karça ve kabilesi önce Arhız ve Bashan vadileri gibi Kafkasya’nın muhtelif yerlerinde bir müddet kaldıktan sonra nihayet bugünkü yurtları olan Koban ırmağının doğduğu yere gelmişler ve burada kalıcı olarak yerleşmişler. Karça öldükten sonra da onun adı zamanla Karaçay şekline dönüşmüş ve kabilesinin adı Karaçay olmuş. Manzum şekli de mevcut olan bu ikinci hikaye tarih araştırmaları bakımından birinci hikayeye göre daha çok itibar görmektedir. Fakat Karaçaylıların tarihi hakkında birtakım ipuçları vermekle birlikte bu ikinci hikayenin de birçok zayıf yanları vardır. Karça’nın hikayesinin hem manzume şeklinde ve hem de nesir şeklindeki örneklerinde anlatılan farklı zamanlarda yaşamış kişilerin ve farklı zamanlarda cereyan eden olayların birbirine karıştığı görülmektedir. Sözgelimi hikayede Karça’nın mücadele ettiği Kabardey Çerkes beyinin adı hem Kaziy Bey olarak ve hem de Kaytuk oğlu Sarı Aslanbek olarak geçmektedir. Halbuki bu iki şahıs farklı zamanlarda yaşamışlardır. Yine Karça ile Kabardey Çerkes beyinin arasında geçen olayların konusu hikayenin bir varyantında başka şekilde anlatılırken, bir başka varyantta ise daha başka türlü anlatılmaktadır. Yani kısacası Karaçay Türkleri ile Kabardey Çerkesleri arasında farklı zamanlarda ve farklı kişiler arasında cereyan eden farklı olaylar bu hikayede birbirine karışmıştır. Tarihi kayıtlara göre Kabardey Çerkes beyleri arasında iki tane Kaytuk ve iki tane Aslanbek adlı beyin adı geçmektedir. Bunlardan birinci Kaytuk ve onun oğlu Aslanbek 1500-1600 yılları arasında yaşamışlarken, ikinci Kaytuk ve onun oğlu Sarı Aslanbek ise 1700-1800 yılları arasında yaşamışlardır. Karça’nın hikayesinde bahsedilen Kabardey Çerkes beyi ise ikinci Kaytuk oğlu Sarı Aslanbek’tir. Halbuki hikayede adı geçen bu Kabardey Çerkes beyi ile Karça’nın aynı dönemde yaşamalarına imkan yoktur. Çünkü Kabardey Çerkeslerinin en güçlü ve en meşhur beylerinden olan Kaytuk oğlu Sarı Aslanbek XVIII. yüzyıl ortasında ve sonlarında yaşamışken, elimizdeki Karça ile aynı dönemde yaşamış birkaç sağlam Karaçay [Navruz ve Botaş] soy şeceresine göre Karça’nın yaşadığı dönem 1580-1630 yılları arasındadır. Bizim tahlilimize göre Karça’nın mücadele ettiği Kabardey Çerkes beyi hikayelerde de adı geçen Pşeapşok oğlu Kaziy Bey’dir. Pşeapşok oğlu Kaziy Bey tarihte gerçekten de yaşamış bir Kabardey Çerkes beyidir ve Osmanlı kayıtları da onun XVI. yüzyıl sonları ile XVII. yüzyıl başlarında yaşadığını doğrulamaktadır. Bun göre bir Osmanlı belgesinde, 1584 yılında Şirvan serdarı Özdemir oğlu Osman Paşa’nın askerleriyle birlikte Demirkapı’dan İstanbul’a gitmek üzere Kefe’ye gelirken Kabardey Çerkes beylerinin yardımıyla Terek ırmağı üzerine bir köprü inşa ettiğinden bahsedilmektedir. Osman Paşa’ya yardımcı olan Kabardey Çerkes beylerinin arasında I. Kaytuk oğlu Aslanbek ile onun yeğeni Pşeapşok oğlu Kaziy’in adı da geçmektedir.[116] Buna bağlı olarak da bizim vardığımız sonuca göre Karça XVI. yüzyıl sonları ile XVII. yüzyıl başlarında yaşamıştır ve Karça’nın hikayesinde anlatılan olaylar da Karça ve kendisiye aynı dönemde yaşayan Kabardey Çerkes beyi Pşeapşok oğlu Kaziy arasında geçmiştir. Bunun dışında Karaçay Türklerinin etnik oluşumunu ve Kafkasya’da yurt tutuşunu anlatan bu hikayelerle ilgili olarak bir başka önemli husus daha vardır. Karça adının zamanla değişerek Karaçay [s. 29] şekline dönüştüğünü varsayıp Karaçay Türklerinin Kafkasya’daki tarihini Karça ile başlatmak bize göre yanlıştır. Karça’dan Karaçay

Page 24: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Türklerinin ilk kurucusu olarak değil, XVI. yüzyıl sonları ile XVII. başları arasındaki bir dönemde Karaçay Türklerinin lideri olarak bahsetmek daha doğru olur. Karaçay adı da Karça adlı beyin adından değil, yukarıda birinci hikayede bahsettiğimiz Karaçay adlı beyin adından kalmış olmalıdır. Yani Karça ve kabilesi gelmeden önce de Kafkasya’da Karaçay adında bir Türk kavmi mevcut idi. Bunlar Cengiz Han ve Emir Timur istilaları dolayısıyla dağınık bir şekilde dağlarda ve komşu Kafkas halklarına sığınmış bir şekilde yaşıyorlardı. Daha sonra muhtemelen 1600’lü yılların başlarında Kırım dolaylarından Kafkasya’ya gelen Karça ve kabilesi burada dağınık şekilde yaşayan Kıpçak ve eskiden beri Kıpçaklaşma sürecine girmiş olan Hun-Sabir, Bulgar ve As-Alan bakiyelerinden müteşekkil Karaçay kabilesiyle karşılaşmıştır. Kıpçak kökenli Karça ve kabilesinin Kafkasya’ya gelip bilhassa Kabardey Çerkes beylerine karşı verdiği başarılı mücadeleleri ve dolayısıyla bütün Kafkasya’da nam salmasıyla birlikte dağınık ve küçük bakiyeler halinde yaşayan Türk unsurları Karça ve kabilesinin etrafında toplanarak yeniden birleşmişlerdir. Yani Karça bu dönemde Kafkasya’da dağınık şekilde yaşayan Türk unsurları için bir “çekim kuvveti” olmuştur. Karça üstün siyasi ve sosyal teşkilatlanma yeteneğiyle bütün bu unsurları birleştirmiş ve bugünkü Karaçay Türklerinin etnik oluşum sürecine son noktayı koymuştur. Karaçay Türkleri arasında anlatılan destan ve halk hikayelerine göre Karça ve halkının Kuzey Kafkasya’ya gelip yurt tutma hikayesi özet olarak şöyledir: Karça ve halkı Kuzey Kafkasya’ya gelmeden önce Kırım dolaylarında yaşıyorlarmış. Kırım Hanlığında ortaya çıkan taht kavgalarından veya Kırım’ın birileri tarafından istila etmesinden dolayı Karça ve halkı huzursuz olmuşlar ve Kırım’ı terk etmişler. Karça ve halkı Karadeniz kıyısı boyunca doğuya doğru uzun ve sıkıntılı bir yolculuktan sonra ilk önce Abhazya’da İnal-Kuba [Cemetey] denilen yere gelmişler. Burada az bir zaman kaldıktan sonra Zagzan~Zagdan denilen yere gidip oradan da Zelençuk ırmağının yukarı kısımlarına Arhız vadisine gelip yerleşmişler. Karça ve halkı burada kendilerine yurt kurmuşlar. Daha sonra buraya Eski-Curt denilmiş. Akıllı ve cesur bir lider olan Karça’nın yanında en yakın neferleri olarak Adurhay Budyan ve Navruz adlı arkadaşları bulunuyormuş. Karça burada Kızılbeklerin [Abazaların] baskısına maruz kalmış. Bunun üzerine Karça ve arkadaşları Arhız vadisinden göçmeye karar vermişler. Karça ve halkı burayı terk ederek Cögetey vadisindeki Eltarkaç denilen yere gelmişler. Fakat bir süre sonra burada bulaşıcı bir hastalık salgını çıkmış. Bunun için de oradan ayrılmışlar ve Bashan [Baksan] vadisine gitmişler. Karça ve halkı Bashan vadisine yerleşerek yeni bir yurt kurmuşlar ve bu köyün adına da El-curt demişler. Karça ve halkı burada altı yıl kadar hiç kimseye görünmeden rahat ve huzurlu bir şekilde yaşamışlar. Bashan ırmağının karşı tarafına rahat bir şekilde gidip gelebilmek için Karça ırmağın üzerine bir köprü yaptırmak istemiş ve adamlarına emir vererek derhal köprü inşaatı çalışmalarına başlamalarını söylemiş. Karça bu arada adamlarını köprü inşa ederken Bashan ırmağına tek bir ağaç parçası dahi düşürmeyin diye tembihlemiş. Fakat Karça’nın adamları çalışma sırasında ırmağa birkaç ağaç parçasını düşürmüşler. Ağaç parçaları ırmağın akıntısıyla sürüklenerek Bashan ırmağının aşağı kısımlarında yaşayan Kabardey Çerkeslerinin ülkesine kadar gitmiş. Kabardey Çerkesleri tesadüfen ırmakta düzgün bir şekilde yontulmuş ağaç parçalarını

Page 25: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

görmüşler ve Bashan ırmağının yukarı kısımlarında birilerinin yaşadığını anlamışlar. Bunun üzerine Kabardey Çerkesleri hemen kendi beylerine haber verip durumu anlatmışlar. Kabardey Çerkeslerinin prensi Kaziy Bey adamlarının anlattıklarını duyunca hem çok şaşırmış hem de çok öfkelenmiş. Kaziy Bey hakimiyetindeki topraklara kendisinden izinsiz yerleşen bu meçhul kişileri şiddetle cezalandırmaya karar vermiş ve en cesur adamlarına emir vererek Bashan ırmağının yukarı kısımlarında yaşayan bu meçhul kişileri bulmalarını söylemiş. Bir zaman sonra burada yaşayan meçhul kişilerin Karça ve halkı olduğu anlaşıldıktan sonra Kaziy Bey tekrar adamlarını göndererek Karça’ya kendisine tabi olmasını ve düzenli olarak vergi vermesini, ancak bu şekilde burada rahat ve huzurlu ber şekilde yaşayabileceğini söylemiş. Kaziy Bey’in adamları gelip Karça’ya durumu bildirmişler. Karça ise Kaziy Bey’in adamlarına şimdiye kadar hiç kimseye vergi vermediğini ve bundan sonra da birisine vergi verip şerefini ayak altına almayacağını söylemiş. Karça ayrıca adamlara Kaziy Bey’in bu isteğini bir hakaret olarak kabul ettiğini ve elçi olmalarından dolayı onları bir defalığına affettiğini fakat bir daha böyle bir istekle geldikleri takdirde hepsini öldüreceğini bildirmiş. Karça bunları söyledikten sonra Kaziy Bey’in adamlarının sırtına bir yaşlı köpeği bağlamış [s. 30] ve bu yaşlı köpeği beyinize benden hediye olarak götürün diyerek adamları geri göndermiş. Kaziy Bey kendi adamlarının sırtlarında yaşlı bir köpekle geldiklerini görüp Karça’nın söylediklerini öğrenince çok kızmış ve hemen büyük ordu hazırlayıp Karça’yı cezalandırmak üzere Bashan vadisine gitmiş. Karça ile Kaziy Bey arasında büyük bir savaş başlamış. Kabardey Çerkesleri sayıca çok daha fazla olduğundan Karça bu savaşı kaybetmiş ve sağ kalan adamlarını toplayıp dağlara çekilmiş. Kaziy Bey de bunun üzerine Karça’nın köyünü yağmalamış ve köy halkını esir edip kendi yurduna dönmüş. Karça ve adamları bir süre dağlarda dolaştıktan sonra Gürcü-Svanlara gitmişler ve onlardan yardım istemişler. Gürcü-Svanlar da Karça ve adamlarını hoş karşılamışlar ve onlara yardım edeceklerini söylemişler. Karça ve adamları Gürcü-Svanlardan aldıkları asker yardımıyla Kaziy Bey’in topraklarına saldırmışlar ve Kaziy Bey’in bütün at ve koyun sürülerini toplayıp götürmüşler. Karça koyunlardan birini Kaziy Bey’in çobanına vermiş ve bunu alıp Kaziy Bey’e götürmesini, Kaziy Bey eğer mallarına tekrar kavuşmak ve anlaşma yapmak istiyorsa onu Gürcü-Svan ülkesi sınırında üç gün bekleyeceğini söylemiş. Çobanlar hemen Kabardey ülkesine gitmişler ve Karça’nın söylediklerini Kaziy Bey’e bildirmişler. Kaziy Bey sahip olduğu bütün servetin elden gideceği endişesiyle Karça ile anlaşma yapmaya razı olmuş. Kaziy Bey ve adamaları Karça’nın söylediği yere gitmişler. Karça anlaşmak için şartı olduğunu söylemiş. Bunlardan birincisi yağmalanan mallar ile esir edilen adamların geri verilmesi, ikincisi Karça’nın egemenlik hakkı tanınması ve Kabardey Çerkeslerinin bir daha Karça’nın yurduna saldırmaması, üçüncüsü de Karça’ya yardım etmek için gelen Gürcü-Svan askerlerinin masraflarının Kaziy Bey tarafından karşılanması imiş. Kaziy Bey bu şartların ilk ikisini kabul etmiş fakat üçüncüsünü kabul etmek istememiş. Bunun üzerine Karça da hiddetlenerek madem öyle gücün yetiyorsa mallarını gel de al bakalım diye bağırmış ve elinde tuttuğu demir mızrağı yanı başında duran büyük ve sert kayaya saplamış. Karça mızrağı öyle kuvvetli saplamış ki kaya dört parçaya ayrılmış. Karça’nın bu derece olağanüstü kuvvetini gören Kaziy Bey korkmuş ve Karça’nın bütün şartlarını kabul etmiş. Kaziy Bey ile Karça arasında tercümanlık yaparak anlaşma görüşmelerini yürüten, Kaziy Bey’in yanında Kırımşavhal adlı soylu bir adam varmış. Kırımşavhal adlı adam Kaziy Bey’den müsaade

Page 26: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

isteyerek Karça’nın yanına katılmış. Karça daha sonra tek kızını bu Kırımşavhal adlı adamla evlendirmiş. Karça ve halkı Bashan vadisindeki El-curt [El-curt~El-caşagan~Tar-avuz] köyünde 40 yıl kadar rahat ve huzurlu bir şekilde yaşamışlar. Karça’nın halkı burada çoğalıp El-curt köyüne sığmaz olmuş. Bunun üzerine Karça da yeni bir yurt bulup Bashan vadisinden göçmeye karar vermiş. Karça yeni yurtlar keşfetmesi için adamlarından Botaş adlı birini görevlendirmiş. Botaş yanına arkadaşlarını da alıp yeni yerler keşfetmek üzere yola çıkmış. Botaş ve arkadaşları epeyce dolaştıktan sonra Hurzuk vadisi civarında ve Elbruz dağının kuzey batısında bulunan Sadırla denilen yerde durup konaklamışlar. Botaş ve arkadaşları burada on beş gün kaldıktan sonra Ullu-Kam vadisine gitmişler. Ullu-Kam vadisi ormanlık ve kimsenin yaşamadığı çok güzel bir yermiş. Bu yüzden Botaş burayı çok beğenmiş. Botaş ve arkadaşları birkaç gün Ullu-Kam vadisinde kaldıktan sonra El-curt köyüne dönmek üzere yola çıkmışlar. Botaş ve arkadaşları Bashan vadisine geri dönerlerken Ullu-Kam ve Hurzuk ırmaklarının birleştiği yerde durmuşlar ve buraya fişekliklerinde muhafaza ettikleri darı tohumlarını ekmişler. Botaş ve arkadaşları El-curt köyüne gelip durumu Karça’ya anlatmışlar. Bir yıl sonra Karça ve arkadaşları Botaş’ın darı ektiği yere gelip bakmışlar. Botaş’ın bir yıl önce ektiği darı tohumlarının büyüyüp başak verdiğini görünce çok sevinmişler. Bunun üzerine Karça buraya göçmeye karar vermiş. Karça ve halkı gerekli hazırlıkları yaptıktan sonra Koban vadisine göç etmişler. Ancak Karça’nın halkının bir kısmı ise göç etmeyip El-curt köyünde kalmaya karar vermiş. Karça ve halkı Koban vadisine gelip yerleştikten sonra burada bir köy kurmuşlar ve köyün adına da El-tübü adını vermişler. Fakat daha sonra bu köyün adına Kart-curt denilmiş. Karça burada halkına toprak paylaşımı yaptığı sırada, Karça ile Botaş arasında bir anlaşmazlık çıkmış. Botaş bu yeni yurtları ilk önce kendisinin bulduğunu ve bu yüzden de başkalarına oranla kendisine daha fazla toprak verilmesi gerektiğini öne sürmüş. Fakat Karça ise Botaş’ın bu isteğini kabul etmemiş ve Botaş’a karışıklık çıkarmamasını ve kendisine verilen paya razı olmasını söylemiş. Ancak Botaş bu isteğinde ısrar etmiş ve Karça ile münakaşa girmiş. Bunun üzerine Karça da adamlarına emir vererek Botaş’ı orada öldürtmüş. Babalarının Karça tarafından öldürüldüğünü duyan Botaş’ın oğulları kendilerinin de öldürülebilecekleri korkusuyla hemen oradan kaçarak Kabardey Çerkeslerinin topraklarına sığınmışlar. Karça daha sonra Botaş’ı [s. 31] öldürdüğüne pişman olmuş ve Kabardey Çerkeslerine sığınan Botaş’ın oğullarına geri gelmeleri için haber göndermiş. Karça’nın çağrısı üzerine Botaş’ın oğullarından bir kısmı geri dönmüş. Karça geri dönen Botaş’ın oğullarına hem babalarının topraklarını vermiş ve hem de gönüllerini almak için onlara fazladan toprak hediye etmiş. Bunun dışında Karça bir de Botaş’ın oğullarına tarlalarını sulamaları için uzun bir kanal yaptırmış. Böylece her şey tatlıya bağlanmış ve Karça’nın halkı Koban vadisinde uzun ve huzurlu bir hayat yaşamış. Karça öldükten sonra ise halkın idaresi Karça’nın damadı olan Kırımşavhal ve oğullarına geçmiş.[117] Malkar Türklerinin etnik oluşumuyla da ilgili çok eskilere dayanan tarihi bir kayıt yoktur. Sadece halkın belleğinde korunan belli belirsiz bir oluşum hikayesi mevcuttur. Bu da bölük pörçük olarak geç tarihlerde yazıya geçirilebilmiştir. Malkarlıların etnik oluşumuyla ilgili olarak Karaçaylıların Kafkasya’ya geliş hikayesini anlatan “Batır Karça” destanına benzer manzumeye de şimdiye kadar rastlanmamıştır. Bunun dışında Malkarlıların

Page 27: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

“Malkar Basiyatı-Düger Badinatı” adlı destanı ise Malkar Türkçesine ait bir manzume olmakla birlikte bu destanda Digor [Kuzey Oset] prenslerinin mücadelesi anlatılmaktadır.[118] Değişik kişi ve tarihlerde halk ağzından derlenerek geç tarihlerde yazıya geçirilen Malkarlıların oluşum hikayesi özet olarak şöyledir: Malkarlılar kendilerini, tarihi ve nereden geldiği belli olmayan “Malkar” veya “Balkar” adlı bir avcıya dayandırırlar. Malkar adındaki avcı bir gün geyik avına çıkmış ve geyik peşinde koşarken bugünkü Malkar topraklarına gelmiş. O zamanda bu yerlerde yaşayan kavim kendisini “Tavlu” [Dağlı] şeklinde adlandırıyormuş. Malkar adlı avcı Tavluların ülkesini çok beğendiği için kendisine bağlı kabilelerle birlikte buraya gelip yerleşmiş ve Tavluların yönetimini eline alarak onların başına hükümdar olmuş. Zamanla Prens Malkar’ın soyu ve kabilesinin nüfusu çoğaldığından burası “Malkar-El” adıyla anılmaya başlamış. Aradan bir zaman geçtikten sonra Malkar ülkesine Dağıstan tarafından “Misak” adlı bir prens gelmiş. Dağlılar samimi bir misafirperverlikle onu en iyi şekilde ağırlamışlar. Prens Misak bir gün Prens Malkar’ın biricik kızını görüp aşık olmuş. Malkar’ın kızı da Prens Misak’ın aşkına karşılık vermiş. Fakat Malkar’ın oğulları, yani kızın erkek kardeşleri bu duruma karşı çıkmışlar. Bunun üzerine Prens Misak ile Malkar’ın kızı gizlice bir plan yaparak Malkar’ın bütün oğullarını öldürmüşler. Prens Misak’ın önünde başka bir engel de kalmayınca Malkar’ın kızıyla evlenmiş ve bütün Malkar topraklarının tek hakimi olmuş. Daha sonra da asıl yurdu olan Dağıstan’dan kabilesini getirerek buraya yerleştirmiş. Tavlular, Misak’ın yönetiminden hiç memnun değilmişler. Çünkü Prens Misak, Tavluları sürekli baskı altında tutmakta ve onlardan zorla vergi almaktaymış. Bu hikayede anlatılan Prens Misak’ın torunlarından da Malkarlıların önde gelen “Misak” adlı prens sülalesi doğmuş. Yine tarihi belli olmayan bir zamanda Kuma ırmağı civarında “Macar” adlı bir şehrin hükümdarı olan “Cambek” [Canibek?] adlı bir hükümdarın oğulları olan “Basiyat” ve “Badinat” adında iki kardeş, Prens Misak’ın yönetimindeki Malkar ülkesine gelmişler. Basiyat ve Badinat adlı bu iki kardeş, Çerek ve Holam ırmakları arasındaki sahada yaşayan bütün Tavlularla savaşarak onları hakimiyetleri altına almışlar. İki kardeş fethettikleri bu toprakları kendi aralarında bölüşmüşler. Badinat adlı kardeş kendi payına düşen Digor [Kuzey Oset] topraklarının hükümdarı olarak buraya yerleşmiş. Daha sonra Prens Badinat, Karaçaylıların Kırımşavhal adlı prens sülalesine mensup bir prensesle evlenmiş. Badinat ile Karaçaylı prensesten doğan yedi erkek çocuk Digorların prens sülalelerinin başlangıcı olmuşlar. Bu çocukların adı “Çegem”, “Karacav”, “Koban”, “Abisal”, “Tuvgan”, “Kubadiy” ve “Betuy”muş. İşte Digorların meşhur “Badinat” [veya Badilat] adlı prens sülalelerinin kökeni bunlara dayanıyormuş. Öteki kardeş Basiyat’ın payına ise Malkar toprakları düşmüş. Basiyat da Malkar topraklarının tek hakimi olmuş ve aynı şekilde Malkarlıların meşhur prens sülalelerinin soy atası olmuş. Malkarlıların “Abay”, “Aydabol”, “Canhot” ve “Şahan” adlı prens sülaleleri Prens Basiyat’ın soyundan gelmekteymiş. Prens Basiyat, Malkar ülkesinde feodal bir düzen oluşturmuş ve ülkenin tek hakimi olmuş. Fakat kendisinden önce Malkarlıların idaresini elinde tutan Prens Misak’ın mülkiyetine dokunmayıp bunları Prens Misak’ın kendisine bırakmış.[119] IV. Eski Avrupa ve Rus Yazılı Kaynaklarına Göre Karaçay-Malkar Malkar Türkleri

Page 28: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Eski Avrupa ve Rus yazılı kaynaklarında Karaçay-Malkar Tükleri değişik adlarla anılmaktadır. Karaçay Türkleri hakkında tarihi ilk bilgiler 1404 yılında Kafkasya’da bulunan Başpiskopos [s. 32] Johannes de Galonifontibus’un notlarında bulunmaktadır. Fakat J. Galonifontibus’un kayıtlarında Karaçaylılardan “Kara Çerkes” şeklinde bahsedilmektedir.[120] Osmanlı Padişahı Sultan III. Murat dönemine ait 15 Ocak 1583 tarihli fermanda [H. 20 Zilhicce 990, Mühimme Defteri, No: 44, Hüküm: 218] geçen “Karaşay-Mirza” adlı şahıs önce Kaziy oğlu Mirzabek adında bir Karaçay” beyi şeklinde yorumlanmıştır.[121] Halbuki bu fermanda adı geçen bu kişi Karaçay değil, adı “Karaşay” olan Kabardey Çerkes beylerinden biridir. 1635-1653 yılları arasında misyonerlik faaliyetleri yürütmek üzere Kafkasya’da bulunan İtalyan misyoner Archangelo Lamberti’nin 1954 yılında Napoli’de yayımlanan “Relatione Della Colchide Boggi Detta Mengrellia” adlı eserinde Karaçaylılardan “Karaçioli” [Karaçaylı] ve “Kara Çerkes” şeklinde bahsedilmektedir.[122] Fakat A.Lamberti’nin 18 yıl boyunca kaldığı Kafkasya’da Karaçaylılarla kesin olarak hangi tarihte karşılaştığı tespit edilememiştir. Öte yandan A. Lamberti içerisinde “Karaçioli” [Karaçaylı] adının da yer aldığı kitabını ancak 1654 yılında yayımlayabilmiştir. Esasen yazılı kaynaklarda “Karaçay” sözü tarihte ilk olarak 1639 yılında geçmektedir. Bu tarihte Pavel Zaharev, Fedot Elçin ve Fedor Bajenov adlı Rus elçileri Svan [Gürcistan] ülkesine giderlerken Bashan vadisindeki El-curt adlı Karaçay köyünde on beş gün kadar konaklamışlar ve Karaçaylılar hakkında birtakım notlar tutmuşlardır. Rus elçilerinin kayıtlarında Karaçaylıların adı “Karaçayev” ve “Karaçayevo Kabarda” şeklinde geçmektedir.[123] Malkar Türklerine izafen yazılı kaynaklarda “Balkar” sözü tarihte ilk olarak 1629 yılında Çarlık Rusyası’nın Kafkasya’da Terek bölgesi Askeri Birliği Komutanı İ.A. Daşkov’un Moskova’ya gönderdiği bir raporda geçmektedir. İ. A. Daşkov’un raporunda Balkarların yaşadığı dağlarda gümüş madeni arama çalışmalarından bahsedilmektedir.[124] Öte yandan 10 Mayıs 1518 tarihli bir Osmanlı fermanında [Mühimme Defteri, Cilt: 32, Hüküm: 456] geçen “Kabardey’e komşu Burgun Hakimi Tapmas Bek” adlı bir şahıs Malkar beyi olarak yorumlanmıştır.[125] Halbuki söz konusu fermanda adı geçen bu kişi Malkar beyi değil de herhalde bir Kumuk beyi olmalıdır. Çünkü fermanda sözü edilen Burgun denilen yer Dağıstan’daki Kumuk Türklerinin eski köylerinden biri olan Boragan kasabasıdır. Yani Burgun [Boragan] ile Malkar~Balkar’ın bir ilgisi yoktur. Burası Nizamüddin Şami’nin Zafername’sinde “Bragan” şeklinde ve XVIII-XIX. yüzyıl Rus kaynaklarında “Buragunskie Tatarı” [Boragan Tatarları] şeklinde bahsedilen yerdir.[126] Gürcüler XIV-XV. yüzyıllarda Malkar Türklerini “Basiyani” şeklinde adlandırmışlar ve Malkarlıların yaşadığı ülkeye de “Basiyaniya” adını vermişlerdir. Basiyani sözü ilk olarak XIV-XV. yüzyıldan kalma meşhur “Tshovati Haçı”nda geçmektedir. Bu haçın üzerinde, Eristav Riziya Kvenipneveli adlı Gürcü prensinin Basiyani halkı tarafından esir alındığı ve Ksan boğazındaki Tshovati köyü kilisesinde toplanan parayla Basiyanlara fidye verilip Gürcü prensinin kurtarıldığı yazılmaktadır. Burada bahsi geçen Basiyani halkı Malkar Türkleridir. Çünkü yine Gürcü Kralının oğlu ve aynı zamanda tarihçi olan Vahuşti’nin 1745 yılındaki kayıtlarında da doğrudan Malkar Türkleri için “Basiyani” denilmektedir. Bunun dışında Gürcü-İmeretiya Kralı II. Levan’ın 1636 yılında Rus Çarına gönderdiği bir raporda, hakim olduğu toprakların sınırları bildirilmekte ve kuzeyde Dağlı Çerkeslerin ülkesiyle sınır olduğu söylenmektedir. II. Levan’ın “Dağlı Çerkes” dediği kavim Malkar Türkleridir.[127]

Page 29: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

XIX-XX. yüzyıl eski Rus kaynaklarında Karaçay-Ma1kar Türkleri için genellikle “Dağlı”, “Dağlı Tatar”, “Dağlı Çerkes”, “Çerkes Tatarı”, “Dağlı Kabardey” vs. adlar kullanılmaktadır. Andrey Taranovski’nin 1569 tarihli Seyahatnamesi’nde: “Nogaylar para nedir bilmezler. Ancak Çerkes Tatarları çuha ve keten getirdikleri zaman karşılığında koyun, inek ve öküz verirler” şeklinde bir ifade geçmektedir.[128] Bir ihtimal ki, A. Taranovski’nin “Çerkes Tatarı” dediği kavim Karaçay-Malkar Türkleridir. Çünkü Karaçay-Malkar Türkleri birçok eski Avrupa ve Rus yazılı kaynaklarında “Çerkes Tatarı” şeklinde adlandırılmaktadır. Bunun dışında, Evliya Çelebi Seyahâtnamesi’nde dağlık bölgelerde yaşayan fakat deniz kıyısına ve ovalara asla inmeyen “Macar” adlı bir aşiretten bahsedilmekte ve şöyle denilmektedir: “Aşiret-i Macar Beğleri vardır. Cümle [tamamı] iki bin âdemdür [kişidir]. Amma [fakat] bahadır erlerdür [yiğit kişilerdir].” Evliya Çelebi’nin bu kaydı parantez içerisinde “Fin-Ogur kalıntısı” şeklinde yorumlamıştır.[129] Fakat Evliya Çelebi’nin bahsettiği Aşiret-i Macar’ın aslında Karaçay-Malkar Türkleri olması ihtimal dahilindedir. Karaçay-Malkar Türklerinin önceleri Kuma ırmağı kıyısında Macar adında bir şehirde yaşarlarken daha sonra bu şehri terk ederek Kafkasya’da Koban ve Terek ırmakları boylarına gelip yerleştiklerini anlatan bazı hikayeler vardır. Bu hikayede geçen Macar şehri Kuma ırmağının sol kıyısına 12 fersah [12x6=72 km] uzaklıkta olup tarihte gerçekten de var olmuş bir [s. 33] şehirdir. Bu şehrin kalıntıları bugünkü Stavropol şehri yakınlarında bulunmuştur.[130] Tarih boycunca komşu Kafkas kavimleri de Karaçay-Malkar Türkleri için çeşitli etnik adlar kullanmışlardır. Karaçay Türkleri için Adigeler “Karaşey”, Kabardeyler “Karçaga-Kuşha”, Abhazlar “Akaraç”, Abazalar [Abazinler] “Karça”, Osetler “Karaseyag” ve “Asi”, Gürcüler “Karaçioli”, Gürcü-Svanlar “Mukrçay” ve “Savar”, Gürcü-Megreller “Alani” adlarını kullanırlarken; Balkar Türkleri için Gürcüler “Basiyani”, Gürcü-Svanlar “Sabir”, Gürcü-Megreller “Alani”, Kabardeyler “Balkar” ve “Balkar-Kuşha”, Abhazlar “Azuho” ve “As”, Osetler de “Asson” adlarını kullanmışlardır.[131] Karaçay-Malkar Türklerinin tarihi, kültürü, hayat tarzları ve sosyal yapıları ilgili en eski bilgileri IV-XIX. yüzyıllarda Kafkasya’yı dolaşan Avrupalı ve Rus gezginlerin yazdıkları seyahatnamelerden bulmaktayız. Fakat bu gezginlerin bir kısmı Kafkasya’yı dolaşmakla birlikte Karaçay-Malkar Türkleri arasında bizzat bulunmayıp ziyaret ettikleri diğer Kafkas kavimlerinin Karaçay-Malkar Türkleri hakkında anlattıkları şeyleri yazmışlardır. Karaçay Türkleri hakkında ilk bilgiler 1404 yılında Kafkasya’da bulunan Başpiskopos Johannes de Galonifontibus’un notlarında bulunmaktadır. J. Galonifontibus, Karaçaylılardan “Kara Çerkes” şeklinde bahsetmekte ve şu bilgileri vermektedir: “Çerkesya veya Zikhia adı verilen ülke Karadenizin arkasındaki dağların eteklerinde uzanır. Burada iki farklı kavim yaşar. Yüksek dağların üzerindeki vadilerde yaşayan dağlı kavim Kara Çerkeslerdir. Aşağılarda deniz kenarında oturanlar ise Beyaz Çerkeslerdir. Kara Çerkesleri hiç kimse ziyaret etmez. Onlar da tuz ihtiyaçlarını karşılamaktan başka dağları asla terk etmezler. Kara Çerkeslerin kendilerine has dilleri ve yazıları vardır.”[132]

Page 30: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

1635-1653 yılları arasında misyonerlik faaliyetleri yürütmek üzere Kafkasya’da bulunan İtalyan misyoner Archangelo Lamberti’nin, 1954 yılında Napoli’de yayımlanan “Relatione Della Colchide Boggi Detta Mengrellia” adlı eserinde Karaçay Türklerinden “Karaçioli” [Karaçaylı] şeklinde bahsetmekte ve şunları söylemektedir: “Kafkasya’nın kuzey eteklerinde Karaçioli [Karaçaylı] veya Kara Çerkes denilen bir kavim yaşar. Onlara bu Kara Çerkes adı esmer tenli olduklarından verilmemiştir. Bilakis onlar beyaz tenlidir. Herhalde onlara bu ad ülkelerinde gök yüzü sürekli bulutlu ve karanlık olduğundan verilmiş olmalıdır. Onların dili Türk dilidir. Fakat çok hızlı konuştuklarından onların dili zor anlaşılmaktadır. Beni hayrete düşüren şey, bu kadar acaip diller konuşan kavimlerin arasında Karaçaylılar Türk dilinin saflığının nasıl korumuşlardır? Kafkasya’nın kuzeyinde eskiden Hun Türkleri yaşamışlardır. Bu Karaçaylıların Hun Türklerinin bir dalı olduğu anlaşılmaktadır. Bu zamana kadar kendi eski dillerini korumayı başarmışlardır.”[133] Eski Rus kaynaklarında Karaçay Türkleri hakkında verilen bilgilere ilk olarak 1639-1640 yıllarında rastlamaktayız. 1639 yılında Rus Çarı tarafından Gürcistan’a gönderilen Pavel Zaharev, Fedot Elçin ve Fedor Bajenov adlı Rus elçileri Gürcistan yolu güzergahında Bashan vadisindeki El-curt köyünde on beş kün konaklamışlar ve Karaçaylılar hakkında bazı notlar tutmuşlardır. Rus elçilerinin notlarında anlatılanlar şöyledir: “Ekim’in ikinci günü, Kabardey Aleguklara geldik. Fakat Aleguk bu sırada Kabardey’de değildi. Kendisi Ahazya’ya veya Abaza’ya gitmiş. Köyde onun kardeşleri Hapuna ile Otojuk vardı. Fedot Elçin, Çarın himaye tezkeresini Hapuna ve Otojuk Mirzalara gösterdi ve onlara dörder arşın çuha ile [...eski ve yıpranmış bir kağıt olduğundan bundan sonrası okunamamıştır]. Hapuna Mirza’ya dört arşın kırmızı İngiliz çuhası ile Alman yapımı bir büyük ayna verildi. Aynı şeyler Otojuk-Mirza’ya da verildi. Yine Aleguk oğlunun hanımına da Alman yapımı büyük ayna verildi. Ekim’in altıncı günü, Hapuna ile Otojuk kardeşler bizi Karaçayevo-Kabarda’ya [Karaçay’a] gönderdiler. Ben de onlarla birlikte yol kılavuzu olarak Pşuk adlı bir soyluyu gönderdim. Onlar da ona bu yol kılavuzluğu için hediyeler verdiler. Hapuna’nın soylusu [yaveri] Pşuk’a Kabardey’den Karaçay’a yol kılavuzluğu yaptığı için iki arşın kırmızı İngiliz çuhası verildi. Ekim ayının onüçüncü günü biz Karaçayevo-Kabarda’ya [Karaçay’a] geldik. Biz, Karaçaylı prensler Elbuzduk ve Gilastan Kırımşavhal kardeşlere, Çarın bize verdiği himaye tezkeresini gösterdik. Hediye olarak onlara [...eski ve yıpranmış bir kağıt olduğundan bundan sonrası okunamamıştır]. Karaçay’ın prensleri olan Elbuzduk ile Gilastan kardeşlere dört arşın kırmızı İngiliz çuhası ile sekiz adet kindyak [...eski ve yıpranmış bir kağıt olduğundan bundan sonrası okunamamıştır] verdik. Ekim’in yirmi dokuzuncu günü Aleguk, Abaz’dan [Abhaz veya Abaza’dan] kendi soylusunu [yaverini] Uranbu’yu gönderdi. Benden ve Fedot’tan, dört arşın kırmızı İngiliz çuhası vermemi emretti. O da, Aleguka oğlunu [s. 34] kızdırmamak için, onun yaveri Barambe’ye dört arşın kırmızı İngiliz çuhası verdi. Karaçayevo-Kabarda’da tercümanımız Fedor Bajenov öldü. Fedor Bajenov, Fedot Elçin’le birlikte Moskova'dan gönderilmişti. Karaçayev’e [Karaçay’a] gittik. Daha sonra atlarımızı ve eğerlerimizi Koroçaya’da [Karaçay’da] bırakıp Sonskuyu [Svan] topraklarına gittik. Atları bırakmazımın sebebi ise bu yolun atların yürüyemeyecek kadar bozuk olmasındandır. Yolumuz düzgün olsaydı iyi olacaktı. Hepimiz dağların yüksek kısımlarından ilerliyorduk. Eşyalarımızı taşımak için bir bedel

Page 31: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

karşılığıyla Karaçay’dan adamlar tutmuştuk. Adamlara, Svanların topraklarına kadar, her bir eşya için yarım arşın çuha verilmişti. Bizden sonra ise Çerkes Mirza Hapuna aldı. Kasım’ın birinci günü Svanların Vleşkaraş adlı köyüne geldik. Vleşkaraş’tan Kasım’ın ikinci günü ayrıldık.”[134] Bahçesaray şehrinde Fransa Konsolosluğu ve aynı zamanda Kırım Hanı’nın özel doktorluğunu yapan Ksavio Glavani’nin 1724 yılında yayımladığı “Opisaniye Çerkesii” [Çerkeslerin Tasviri] adlı eserinde Karaçay-Malkarlılardan çok kısa bir şekilde şöyle bahsedilmektedir: “Çerkeslerin ortasında Çegemliler [Malkarlılar] yaşarlar. Çegemlilerin nüfusu 500 hanedir. Onlar Kabardey Çerkeslerinin hakimiyeti altındadırlar. Karakayların [Karaçayların] nüfusu 200 hanedir. Onlar da Kabardeylerin hakimiyeti altındadır.”[135] XIX. yüzyıl başlarında 1807-1808 yılları arasında Gürcistan ve Kafkasya’yı seyahat eden Julius Klaproth Karaçay-Malkar Türkleriyle ilgili oldukça geniş bilgiler vermiştir. J. Klaproth’un Karaçay-Malkar Türkleri hakkında anlattıkları şöyledir: “Bu küçük kavimlerden başka Koban’da, gözlerden uzak Kırım sultanlarının torunları yaşamaktadırlar. Tatarlar ve Çerkesler onlara Sultaniye adını vermişlerdir. Onların [Tatarların ve Çerkeslerin] bunların [Sultaniyelilerin] üzerinde bir hakimiyeti olmadığından onlar [Sultaniyeliler] seferlere [savaşa ve yağmaya] kendileri isterlerse katılırlar. Bunun dışında onları hiç kimse seferlere götüremez. Basiyat adı onlara meşhur soy atalarından kalmıştır. Eskiden onlar Kuma ırmağı civarında yaşıyorlarmış. Başşehirleri Macar adlı bir şehirmiş. Birçok savaştan sonra buradan göçerek şimdiki yurtlarına gelip yerleşmişler. Bunların bir kısmı Malka ırmağının kenarına yerleştiğinden dolayı onlara Malkar veya Balkar adı verilmiştir. Gürcü Kraliçesi Tamara 1207 yılında onları hakimiyet altına almış ve burada Hıristiyanlığı yaymıştır. Bu yüzden olmalıdır ki bunlarda Hıristiyanlığın izlerini görmek hala mümkündür. Köylülerin belli başlı bir dinî inancı yoktur. Onlar Teyri adını verdikleri bir tanrıya inanmaktadırlar. Onların inancına göre Teyri her şeyin sahibidir ve müşfiktir. Bundan başka bir de Aziz İlya’yı kutsarlar. Onların anlattığına göre Aziz İlya bölgedeki en yüksek dağın tepesinde sıklıkla görünmektedir. Onun şerefine kurban keserler, süt, yağ, peynir ve boza ikram edip dinî bir tören şeklinde şölen tertip ederler. Onlar eskiden domuz eti yemişlerdir. Ziyaret ettikleri kutsal ırmaklar ve bu ırmakların yanında sakındıkları tabu ağaçları vardır. Onlar da diğer Tatar kavimleri gibi koyunun kürek kemiğine bakıp gelecek hakkında tahminler yaparlar. Onların zengin kesimi Çerkeslerin etkisiyle İslam dinini kabul etmiştir. Fakat, Karaçaylıların dışında, mescit ve mollaları yoktur. Çerkesler bu Tatarlara Tatar-Kuşha [Dağlı Tatar~Dağ Tatarı] veya Karlı Dağlarda Yaşayanlar adını vermişlerdir. Osetler ise bunlara Assu derler. Çerkesler bunlara

Page 32: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Karşaga-Kuşha derler. Megreller ve Uriyalar ise Karaçioli adını vermişlerdir. Tatarlar onlara Kara-Çerkes derler. Gürcüler ise ortaçağda onlara Kara-Cikhi demişler ve yaşadıkları ülkeye de Kara-Cikhetiya adını vermişlerdir. Gürcüler eskiden Çerkeslere de Cikhi veya Zikhi diyorlardı. Karaçaylılar da Malkarlılar ve Çegemliler gibi eskiden pagan idiler. Şimdi ise burada İslam’dan başka bir din yoktur. Bunlar domuz etinden çok tiksinirler. Halbuki eskiden domuz onların en baş yiyeceğiydi ve oldukça fazla tüketiyorlardı. Bundan 32 yıl önce İshak Efendi [Kabardey İshak Abuk Efendi] bunlara İslam dinini öğretmiştir. Hıristiyan dini hakkında hiçbir şey bilmezler. Kuran’da geçen bayramları bilirler ve tatbik ederler. Karaçaylılar, Kafkasya’da en güzel kavim olarak bilinirler. Onlar bozkırlardaki göçebe Tatarlardan daha ziyade Gürcülere benzerler. Vücut yapıları biçimlidir ve güzel bir yüze sahiptirler. Büyük ve siyah gözleri vardır. Beyaz tenlidirler. Onların arasında hiç Moğol tipine rastlanmadığından bunların Moğollarla bir karışımları olmadığı anlaşılmaktadır. Nogaylarınki gibi bunlarda basık surat ve çekik gözler yoktur. Bunlar gelenekleri icabı tek bir kadınla evlenirler. Fakat bazılarının iki veya üç karısı vardır ve gayet iyi geçinmektedirler. Başka diğer dağlı kavimlerde olduğu gibi bunlarda kadınlara kötü muamele yoktur. Bunlar karılarına insanca ve [s. 35] şefkatle davranırlar. Bunlarda kadın kocasının hizmetçisi gibi değil, Avrupalılarda olduğu gibi hayat arkadaşıdır. Prenseslerin kendilerine ait özel evleri vardır. Onlar yabancılara görünmezler ve yabancılarla konuşmazlar. Gündüz vakti erkek [bey], karısıyla [prensesle] karşılaşmamaya özen gösterir. Gece olduğu zaman karısına ait özel evde görüşürler. Fakat bu Çerkes adeti yalnız üst tabakaya mensup olan kesimde geçerlidir. Halbuki köylülerde durum başkadır. Koca ve karısı birlikte yaşar. Kadınlar yabancıların olduğu ortamda bulunmak ve onlarla konuşmak konusunda serbesttir. Kızlar genellikle evde otururlar ve pek az dışarı çıkarlar. Altın ve gümüş simli ipliklerden kumaş ve elbiseler işlerler. Kızlar kocaya gidecekleri vakit evin reisi [kızın babası] diğer Tatar kavimlerinde olduğu gibi başlık parası alır. Bunun adına da Kan Bagası derler. Damat zengin ise müstakbel gelin birçok yeni ve güzel elbiseler gönderir. Kız da düğün günü bu elbiseleri giyer. Damat düğün günü bütün erkek arkadaşlarına büyük bir ziyafet verir. Kız tarafında da aynı şekilde gelen misafirlere büyük bir ziyafet verilir. Gelin kendi kız arkadaşlarını davet eder. Gece yarısına doğru gençler kalabalık bir şekilde toplanarak gelini damat evine getirmek için kız tarafına giderler. Bu düğün ve eğlence üç gün boyunca devam eder. Düğün süresince herkes yer, içer, eğelenir, dans eder. Bekar erkekler ile bekar kızlar birbirleriye tanışır ve sohbet ederler. Bundan da birçok yeni tarihi aşklar doğar ve yeni düğünlerle sonuçlanır. Bunların düğününde erkekler ile kızların birlikte daire şeklinde toplanıp icra ettikleri bir dansları vardır. Karaçaylılar komşuları Çerkes ve Abazaların aksine hırsızlık ve dolandırıcılık nedir bilmezler. Onlar çalışmayı çok severler ve oldukça da cömert insanlardır. Genellikle tarla-sapan işleriyle uğraşmaktadırlar. Bütün halkın tamamı 250 haneden ibarettir. Bu yüzden onlar Kabardey Çerkesleri gibi savaş ve çapul işinde güçlü değildirler. Bunların yaşadığı yerde toprak verimlidir. Buğday, arpa, darı ve yulaf çok güzel yetişmektedir. Fakat bu toprakların genişliği sadece 8 versttir. Çevresi ormanlarla kaplıdır. Burada yabani armut ağaçları vardır. Bunun dışında kızılcık ağaçları da çoktur. Karaçaylılar bu

Page 33: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

ağaçların meyvelerini balla birlikte kaynatarak Türklere ve Kabardeylere satarlar. Ormanlarında ayı, kurt, iki değişik cins yaban keçisi, tavşan, vaşak ve kunduz gibi bir sürü yabani hayvan vardır. Bunların derilerine çok değer verilir. Yabancı tüccarlara ayı, tavşan, kunduz ve vaşak derilerini satarlar. Kendileri de yaban keçilerinin derilerinden oldukça iyi faydalanırlar. Bunlardan namazlık yaparlar. Bundan sonra yine çarık ve çizme gibi şeyler yaparlar. Karaçaylılar at, eşek, katır, koyun gibi çok çeşitli hayvanları beslerler. Fakat genel olarak besledikleri hayvanlar kaliteli ve gösterişli değildir. Bununla birlikte bu dağlarda onların hayvanları diri ve güçlü sayılırlar. Hatta dağlık araziler için mükemmeldirler. Karaçaylıların imal ettiği yağın kalitesi çok yüksektir. Ayrıca sütten çok güzel peynir yaparlar. Bunlar gece gündüz sürekli kefir içerler. Haşlama et, şişte kızartılmış et ve kavurma yerler. Değişik türde ekmekler pişirirler. Ekmeklerini her zaman külde pişirirler. Onların yaptıkları Sıra adını verdikleri içkileri Osetlerinki gibi bütün Kafkasya’da en kaliteli içki olarak bilinmektedir. Onlar bu içkiyi arpa ve buğdaydan imal ederler. Tütünü kendileri yetiştirirler ve bunun değişik cinsleri vardır. Yetiştirdikleri tütünü Nogaylara, Svanlara ve Megrellere satarlar. Bunun dışında Kabardeylere ve Rusya’ya da ihraç ederler. Karaçaylılar hainlik yapan kişileri hiç sevmezler. Hainlik yapan her kim olursa olsun, ister kendi içlerinden, isterse dışarıdan casusluk yapmak için gelen yabancı biri olsun, onu yakalamak için bütün halk silahlanır ve haini yakalayıp ölümle cezalandırır. Karaçaylılar bu haini yakalayıp öldürmeden rahat edemezler. Karaçaylılar hiç şüphesiz Kafkasya’nın en medeni halkıdır. Kibarlık ve hatırşinaslık bakımından diğer komşu kavimlere göre çok daha yüksek seviyededirler. Onlar beylerine son derece bağlı ve itaatkardırlar. Beylerine çok değer verirler. Karaçaylılar fakirlere çok karşı cömerttirler. Zenginler fakirleri hor görmezler bilakis onlara hediyeler verirler ve sıkıntılarına yardımcı olurlar. Sözgelimi zenginler fakirlere öküzlerini on günlüğüne karşılıksız ödünç verirler. Fakirlere iş verip onlara emeklerinin hakkını verirler. Böylelikle fakirlerin geçim sıkıntılarını düzeltmeye çalışırlar. Boza ve Sıra adı verilen içkilerinden başka alkollü içecek çeşidi yok denecek kadar azdır. Bunlarında dışında buğday ve arpadan çok sert içki imal ederler. Fakat bunu az içerler. Sarhoşluk veren içkiler Kuran’da yasaklanmıştır. Onlar Boza ve Sırayı genellikle kış mevsimi için hazırlarlar. Bunlar arıcılık yapmazlar. Bu yüzden balları yoktur. Bal arıları için buranın havası kış mevsiminde çok soğuktur. Bal ihtiyaçlarını Kabardey Çerkeslerinden karşılarlar. Bal ile kızılcık meyvesini veyahut başka meyveleri karıştırıp kaynatıp bir tür içki yaparlar. Balı sadece bu iş için kullanırlar. Karaçaylılar barut ve kükürt ihtiyaçlarını kendi topraklarındaki dağlardan elde ederler. Karaçaylılar, Çerkesler gibi yayla ağıllarında koyun gübresini elemekle uğraşmazlar. Karaçaylıların barutu ince ve kalitelidir. [s. 36] Karaçaylılar kendi elleriyle yaptıkları elbise, keçe, başlık, manto gibi şeylerin bir kısmını İmeretya’da, bir kısmını da Sohum’daki Osmanlı kalesinde satarlar. Sohum’daki Osmanlı kalesinde çok dükkan vardır. Kafkasya’nın batısında yaşayan kavimler burada mallarını iyi satarlar. Karaçaylılar buradan pamuklu kumaş, ipekli kumaş, iğne, oymak, pipo, Türk tününü, vizon derisi satın alırlar. Kabardey üzerinden Rusya ile alışverişleri azdır. Genellikle tuz ve kendilerinde mevcut olmayan mamulleri ithal ederler. Türkler sürekli İstanbul’dan deniz yoluyla sığır getirdikleri için Karaçaylıların burada sattıkları şeyler ucuza gidiyor. Karaçaylılar ve Svanlar arasındaki ticaret ilişkileri oldukça

Page 34: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

gelişmiştir. Karaçaylılar genellikle Svanlara kükürt ve kurşun satarlar. Basiyanlar [Malkarlılar] Svanlara Ebze derler. Orusbiy kabilesi de Karaçaylılardan sayılmaktadır. Orusbiyler, Kabardey beylerinin kuzeydoğusunda, Calpak dağının eteklerinde, Karaçay ile Bashan vadilerinin birbirinden ayrıldığı bölgede yaşarlar. Onların toplam nüfusu 150 hane kadardır. Çerkesler kendi dillerinde Malkarlılara Balkar-Kuşha, Gürcüler de Basiane derler. Malkarlıların kendileri ise Malkar-Avul veya Malkar-El derler. Bunların toplam nüfusu 1.200 haneden fazladır. Çerek, Psigon, Aruvan veya Argudan denilen ırmakların kenarlarında yaşarlar. Bızıngı da Malkarlılardan sayılır. Onların en önemli ticaret yolları Ullu-Malkar’dan 55 verst uzaklıktaki dağların arkasında Raça ve Oni ile İmeretiya ve Rion’a gider. Onlar buralarda keçeden yamçı, kepenek, açık kahverengi renkte elbise kumaşları, kalitesiyle meşhur Kafkas elbiseleri, kalpak ve kürkler satarlar. Bunların karşılığında pamuklu ve ipek kumaşlar, iplikler, altın ve gümüş simli işleme iplikleri, tütün, pipo ve başka ufak tefek eşyalar alırlar. Bunun dışında onlar bilhassa Oni’den oldukça fazla miktarda taş tuzu alırlar. Yine tuz ihtiyaçlarını Rus sınırından, Karadeniz çevresindeki ahaliden, Yahudilerden ve Kabardey Çerkeslerinden karşılarlar. Bundan başka önemli alış-verişleri Raça üzerinden getirilen bakır kazanlar ve diğer bakır eşyalardır. Bu bakır eşyalar da Erzurum’dan gelmektedir.”[136] 1820-1860 yılları arasında Kafkasya’da Rusya hizmetinde görev yapan Fransız asıllı Leonti Y. Lyulye çok kısa bir şekilde Karaçay-Malkar Türklerinden şöyle bahsetmektedir: “Dağların kuzey yamacında Tatar kavimleri yaşarlar. Elbruz dağının batı eteklerinde ve Koban ırmağının üst taraflarında Karaçaylılar yaşar. Çegem, Balkar ve Orusbiy de Karaçaylılarla aynı köktendir.”[137] 1823-1824 yıllarında Karaçay’da bulunan Rus subayı Aleksander İvanoviç Yakuboviç, Karaçaylılardan şöyle bahsetmektedir: “Karaçaylılar Koban ırmağının kıyısında, Kafkasya’nın hükümdarı Elbruz dağının eteklerinde yaşarlar. Karaçaylılar dağ yollarını usta bilirler. Karaçaylılar özgürlüğüne düşkün, cesur ve çalışkan bir millettir. Tüfek atmakta ustadırlar ve keskin nişancıdırlar. Hayvancılık işiyle uğraşırlar. Yaşadıkları yerlerde tabiat olağanüstü derecede güzeldir. Dağlılar yüksek ruh ve karaktere sahiptirler. Hayata tutkuyla bağlıdırlar.”[138] Çarlık Rusyası ordusunda harita subayı olarak görev yapan ve 1834 yılında Kafkasya’da bulunan İvan Vladimiroviç Şahovskoy, Karaçay-Malkar Türkleri hakkında şu bilgileri vermektedir: “Karaçaylılar Koban ırmağı başında ve Elbruz dağının batısında yaşarlar. Karaçaylıların ekonomik durumu oldukça iyi durumdadır. Karaçaylılar iki sosyal tabakaya ayrılmıştır: beyler ve köylüler. Koban vadisi iki kısımdan oluşmaktadır. Tarla-sapan işleri gelişmiştir. Burada buğday, arpa ve yulaf yetiştirilmektedir. Fakat halkın esas uğraşı ve geçim

Page 35: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

kaynağı büyükbaş ve küçükbaş hayvancılıktır. Koyunlarının kalitesi yüksektir. Keçe ve yamçı imal edip bunları komşularına ve Liniya’da satarlar. Orusbiyler [Bashan’da yaşayan Malkarlılar] Bashan vadisinin yukarı kısımlarında yaşarlar. Çegemliler, Karaçaylılarda olduğu gibi, yaşadıkları yerler verimsiz olduğundan topraklarından istenilen düzeyde ürün alamamaktadırlar. Genel olarak fakirdirler. Çegemliler de beyler ve köylüler olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Holamlılar ve Bızıngılılar, Çerek-Hahu ırmağı başında yaşarlar. Holam halkı Şakman beylerinin hakimiyetindedir. Bızıngı halkı ise Süyünç beylerinin idaresindedir. Bunların yaşadığı vadi geniş ve elverişlidir. Çegem ve Karaçay vadileri gibi dar değildir. Bu yüzden tarlalarından istenilen düzeyde ürün alınabilmektedir. Hayvancılık işinde de fena değildirler. Malkarlılar, Çerek ırmağının kıyısında yaşamaktadırlar. Malkarlılar beyler ve köylüler olmak üzere ikiye ayrılmışlardır. Yaşadıkları vadi dar olsa da buradaki topraklar verimlidir. Bu yüzden tarlalarındaki ürün iyi yetişmektedir. Yüksek dağ yaylaları da hayvancılık işi için elverişlidir. Karaçay-Malkarlılar Müslümandırlar. Fakat Kabardey Çerkeslerinde olduğu gibi İslam dini bunlarda da iyice yerleşmemiştir. [s. 37] Hıristiyanlığın izleri hala fark edilmektedir. Çegem’deki kiliseyi at ahırı olarak kullanmaktadırlar. Bızıngı’daki kilisenin ise sadece duvarları kalmıştır. Fakat yer yer Hıristiyan azizlerinin resimlerine tesadüf edilmektedir. Bu kilisenin XII. yüzyılda inşa edildiği anlaşılmaktadır. Çünkü bu kilisenin mimari tarzı, Svanetya’da XII. yüzyılda Gürcü Kraliçesi Tamar’ın yaptırdığı kiliselerle aynıdır. Birkaç adet dışında bunların hayat tarzları, Kabardey Çerkeslerinin hayat tarzıyla aynıdır. Dağlıların [Karaçay-Malkarlıların] dış görünüşleri de ovada yaşayanlarla [Kabardey Çerkesleriyle] aynıdır. Bunları birbirinden ayırt etmek çok zordur. Tek bir fark vardır ki bu da giydikleri ayakkabılarıdır. Dağlılar taşlı ve kayalı yerlerde yaşadıklarından giydikleri ayakkabıların derisi kalındır. Kabardey Çerkesleri ise ovada yaşadıklarından ve sürekli atla dolaştıklarından onların ayakkabılarının derisi incedir.”[139] 1835 yılında Kafkasya’da bulunan Rus subayı Feodor F. Tornau kısa bir şekilde Karaçaylılardan şöyle bahsetmektedir: “Karaçaylılar Koban ve Teberdi’nin yukarı tarafı ile Elbruz dağı eteklerinde yaşarlar. Bunlar savaşçılıktan daha çok ticarete yatkın insanlardır. Nüfuslarının 8 bin kişi olduğu tahmin edilmektedir. Karaçaylıların konuştuğu dil Orta Asya lehçesidir.”[140] Alman doğa bilimcisi Dr. Moritz Wagner 1843 yılında Karaçaylılardan “Elbruz Tatarı” adıyla bahsetmekte ve şöyle demektedir: “Nogayların fiziksel görünüşü ile Çerkes nesli ve Elbruz Tatarları olan Karaçay kavimlerinin güzelliği son derece çarpıcı bir tezat oluşturmaktadır”[141] 1848 yılında Karaçay’da bulunan Rus tarihçisi G. Tokarev Karaçay Türkleri hakkında şöyle söylemektedir: “G. Rubruck’un güvenilir ifadelerine göre bu topraklarda Komanlar [Kıpçaklar] yaşamışlar. Onlar kendi beylerine ve zenginlerine piramit şeklinde sivri çatılı mezarlar. Acaba buradaki mezarlar da onlardan mı kalmıştır? Yoksa başka kavimlerden mi? Bu

Page 36: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

meselenin açıklığa kavuşturulması ne iyi olurdu. Koban ırmağının adı ise şüphesiz Komanlardan kalmış olmalıdır. Pallas, Karaçaylıları bir Nogay kavmi diye yazmakla yanılmış. Bunların yüz ve vücut yapıları Pallas’ın yazdıklarının tam tersini gösteriyor. Ben bu bakımdan Klaproth’un söylediklerine tamamen katılıyorum. Klaproth, A. Lamberti’nin söylediklerine dayanarak gerçekten çok güzel ifade ediyor: Karaçaylılar, Kafkasya’nın en güzel milletlerinden biridir. Bunların yüz şekilleri Tatar, Moğol ve Nogaylara hiç benzemiyor. Klaproth, Karaçay sözünü kara ırmak şeklinde açıklıyor. Kara ırmakları olan dar vadilerde yaşayan Karaçaylılar Macar şehrinden, Çerkeslerin Kabardey’e gelmelerinden az bir zaman önce gelmişlerdir. Bu hikaye ile benim daha önce duyduğum başka bir hikayeyle de uyuşmaktadır. Kendi ağızlarından onların Bashan vadisinden geldiklerine dair rivayetler dinledim. Bundan başka bu köyün nasıl kurulduğu hakkında bir hikaye anlattılar. Bir avcı bir geyiği takip ederek buraya gelmiş. Bu yerin güvenli bir yurt olacağına kanaat getirmiş. Sonra geldiği yere, Bashan vadisine geri dönmüş ve hanımını yanına alarak tekrar buraya gelmiş. Daha sonra onların peşi sıra akrabaları, dostları da gelmiş ve bir zaman sonra burası bir köy haline gelmiş. Kart-Curt köyünde 80 avlu~hane var. Onlar bizim kaldığımız misafir evi gibi yüksek olmayan küçük evlerdir. Hepsi de kalın kütüklerden yapılmıştır ve damları kavislidir. Bazı evlerde ocaklar var. Bazılarının mısır bahçeleri de var. Tek tük meyve ağaçları da gördüm. Bunların toprakları verimli görünmektedir. Fakat toprağın pek işlenmediği anlaşılıyor. Bu köyde yaşayanların bir kısmı gösterişli elbiseler giyinerek ve silahlarıyla birlikte dolaşırken diğer bir kısmı ise eski püskü elbiseler içerisindedirler. Bütün bunlar köy halkının cahilliklerini ve henüz askeri-savaşçı toplumdan sıyrılamadıklarını göstermektedir. Şüphesiz bu yabanilerin gümüş kınlı kamalarını bırakıp bu verimli toprakları değerlendirecekleri günlerin gelmesi için daha çok zaman gerekmektedir. Gösterişli elbiseler giyerek, altın-gümüş kamalar, tabancalar ve kılıçlarla dolaşan zengin kişilerle ile açlık ve yoksulluk çeken, eski püskü elbiselerle dolaşan kişileri bir arada görmek doğrusu bana oldukça acıklı geldi.”[142] 1834-1865 yılları arasında Peterburg şehrinde yayımlanan “Biblioteka dlya çteniya” [Kütüphane İncelemeleri] adlı derginin 1849 yılının 97. sayısında G.D. imzasıyla yayımlanan bir makalede Karaçaylılardan şöyle bahsedilmektedir: “Karça-Yurt [Kart-curt] köyünde ilk evi Karça yapmış. Karaçaylılar Koban ırmağı başındaki vadilerde yaşarlar. Karaçaylıların topraklarının sınırları doğuda Elbruz dağının eteklerine, Balık ırmağı başı, Duvut ve Kihat [?] ırmaklarının ortalarına kadar uzanır. Hurzuk’ta 150, Uçkulan’da 200 hane vardır. Karaçaylıların toplam nüfusu 2.000 kişidir. Karaçaylıların dinî ve medenî davalarına Kadı Muhammet Hubiy bakmaktadır. Ufak tefek davalarla ise köyün muhtarı Tarhan Duda [s. 38] ilgilenmektedir. Karaçaylılarda davalara iki türlü hukuk sistemiyle bakılıyordu. Şeriat hükümlerine göre çözülecek davalara Kadı Muhammet Hubiy bakıyordu. Fakat gerektiğinde şeriat hükümlerine göre baktığı bir davada cezanın hafifletilmesi için geleneksel hukuk kurallarına göre hüküm vermekteydi. Kimi zaman kanun ve düzeni çiğneyen davalıların birer kanlı düşmanlar haline geldikleri de oluyordu.”[143] 1850’li yılların başlarında Kafkasya’da bulunan Çarlık Rusyası askeri görevlisi V.V. Şevtsov bölgede yaptığı etnografya çalışmalarını bir makale şeklinde 1855 yılında

Page 37: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

yayımlamıştır. V.V. Şevtsov bu makalesinde Karaçay-Malkar Türklerinden şöyle bahsetmektedir: “Karaçaylılar Elbruz dağının eteklerinde yüksek yerlerde yaşarlar. Nüfusları az olmakla birlikte oldukça cesur ve yiğittirler. Hiçbir zaman düşmanlarına yenilmemişlerdir. Karaçay halkı bir Moğol-Tatar kavmidir. Komşu kavimlerle yakın ilişkiler içerisinde olmakla birlikte kendi dillerini saf ve temiz bir şekilde korumuşlardır. Diğer kavimlerin dillerinden giren yabanı kelimelerin sayısı çok azdır. Karaçaylıların idaresini beş tane bey yürütmektedir. Bu iş babadan oğula geçmektedir. Doğrusunu söylemek gerekirse Karaçaylılar diğer Dağlı kavimlerin aksine temiz giyinirler. Evleri hayatları düzenli ve temizdir. Tatlı dillidirler. Yeminlerine oldukça sadıktırlar. Müslümanlığın Sünnî koluna mensupturlar. Karaçaylılarda yüksek derecede din adamları vardır. Fakat bunun dışında daha düşük dereceli din adamları da yok değildir. Karaçay erkekleri orta boylu ve yakışıklıdırlar. Beyaz tenlidirler. Genellikle parlak ve mavimsi gözlere sahiptirler. Kadınları dikkat çekecek kadar güzeldirler. Karaçaylıların yetiştirdiği atlar Kafkasya’nın en iyi cins atlarından sayılmaktadır. Bu atlar bilhassa dağlık ve engebeli arazilerde rahatça yol alabildiklerinden çok değerlidirler. Bu atlar kendi haline bırakıldıklarında dahi en çetin yollarda bile kolaylıkla yürüyebilmektedirler. Başka bir cins atın adım atamayacağı bir yerde, yeter ki Karaçay cinsi atın ayağının basacağı bir yer olsun, şüphesiz kolay bir şekilde yoluna devam edecektir. Karaçay koyunlarının kalitesi de oldukça iyidir. Koyunların yünü kaşmir gibi ince, yumuşak ve uzundur. Karaçaylıların en yakın komşuları Orusbiylerdir. Bundan sonra Çegemliler, Malkarlılar, Holamlılar ve Asların bir kabilesi olan Digorlar da Karaçaylıların komşusudurlar. Bunlar eskiden Hıristiyan idiler. Ancak Hıristiyanlık inancı iyice yerleşmediğinden bunlar daha sonra Müslüman olmuşlardır. Fakat Müslümanlığın şartlarını da gerektiği gibi yerine getirmiyorlar. Bu kavimlerin evleri karlı dağların ortasında, yüksek yerlerdedir. Onlar savaşçılıktan ziyade sakin ve huzurlu bir hayatı tercih eden bir kavimdir. Arazileri çok taşlı olduğundan tara-sapan işine uygun değildir. Onların ekilebilir arazileri azdır. Mısır ve arpa ekmek için oldukça büyük emek sarf ederek araziyi uygun hale getirmektedirler. Kim en çok metal ve bakır eşyaya sahip ise o kişi yörenin en zengini olarak kabul edilmektedir. Burada yaşlılara gösterilen saygı ve hürmet başka hiçbir millette yoktur. Ayran ve boza içmeyi çok severler. Onlar için içeceklerin ayrı bir önemi vardır. Dağıstanlılardan bütün Kafkasya’ya yayılan tek kişilik [Lezginka] dansını bunlar sanki havada uçarak oynarlar. Müzik aletleri üç telli saz, kaval, davul ve on iki telli arptır. Bu sonuncusu şüphesiz Greklerden gelmiştir.”[144] 1852 yılından itibaren Kafkasya Genel Valiliğinde uzun yıllar görev yapan Fransız asıllı Adolf Petroviç Berje bütün Kafkasya’yı dolaşmıştır. 1858 yılında Tiflis’te yayımlanan “Kafkasyalı Dağlı Kavimlerin Kısa Tasviri” adlı eserinde Karaçay-Malkar Türklerinden şöyle bahsedilmektedir:

Page 38: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

“Karaçaylılar Kafkas dağlarının kuzeydoğu eğiminde, Koban ve Teberdi ırmaklarını yukarı kısımlarında ve Elbruz dağı eteklerinde yaşarlar. Karaçaylılar önceleri Büyük Kabardey prenslerinin hakimiyetinde iken şimdi bizim tabiliğimizi kabul etmişlerdir. Karaçaylılar bize oldukça sadıktırlar. Kabardey’den Koban’a giden bütün geçit ve yolları korurlar. Karaçaylılar yoğun olarak Kart-curt, Hurzuk ve Uçkulan adlı köylerde yaşarlar. Bir kısmı da Elbruz dağı eteğinden doğan ırmakların yukarı kısımlarındaki mağaralarda yaşarlar. Karaçaylılar genellikle hayvancılık işiyle uğraşırlar. Orusbiyler [Malkarlılar] Bashan ırmağının yukarı kısımlarında yaşarlar. Orusbiyler tek bir topluluktur. Malkar veya Balkarlar, Çegem ve Çerek ırmaklarının yukarı kısımlarında yaşarlar. Malkarlılar dört kısma ayrılır: 1. Malkar~Balkar, 2. Çegem, 3. Holam, 4. Bızıngı. Bunlarda önceden Kabardeylerin hakimiyetindeydiler. Şimdi bize bağlanmışlardır. Balkarların bu dört topluluğu ile Orusbiylerin köy meclisleri aracılığıyla onları yöneten yaşlı liderleri vardır. Ekonomileri en başta hayvancılığa ve meyveciliğe dayanır.”[145] 1870’li yıllarda Batalpaşinski [bugünkü Çerkessk] [s. 39] şehrinde görev yapan Rus idarecisi Gregoriy Stepanoviç Petrov işleri nedeniyle defalarca Karaçay’da bulunmuştur. G.S. Petrov’un 1879 ve 1880 yıllarında yayımlanan iki makalesinde Karaçaylılar hakkında oldukça geniş ve ayrıntılı bilgiler verilmektedir: “Durmaksızın mücadele halinde olmaları sebebiyle Karaçaylılar çetin tabiat ve coğrafi şartlara karşı dayanıklılık kazanmışlardır. Beklentileri de pek fazla değildir. Her bir parça araziyi kol gücü ve büyük zahmetle kullanılabilir hale getirmişlerdir. Bu yüzden Karaçaylılar kendi yurtlarına derin bir sevgiyle bağlıdırlar. Karaçaylılar Kafkasya’ya gelmeden önce Kırım dolaylarında yaşıyorlarmış. Buradan Arhız vadisine gelmişler. Fakat burada Abazeh ve Abazaların baskısına maruz kaldıkları için Cögetey ırmağı civarına göçmüşler. Karaçaylılar burayı beğenmemişler ve nihayet Bashan ırmağının yukarı kısımlarına gitmişler. Anlatılar hikayelere göre Bashan vadisinde yaşadıkları sırada Karaçaylıların başında Karça adında bir liderleri varmış. Karça’nın halkının nüfusu oldukça azmış. Kabardey beyi Kaziy Atajukin bir tesadüf eseri ırmakta akan yontulmuş ağaç parçalarını görüp Karaçaylıların yaşadığı yeri bulmuş. Bundan sonra da iki kavim arasında birtakım anlaşmazlıklar ve savaşlar başlamış. Sabrı tükenince Karça dağların arkasındaki Svanların ülkesine gitmiş. Buradan da defalarca Kabardey ülkesine akınlar yapmış ve böylece Kabardey prensinden intikamını almış. Bunu müteakip Karça ve halkı Koban vadisine göçmüş. Karça ilk önce Kart-curt köyüne gelmiş. Kimileri bu olayların 400 yıl önce ve kimileri de 250 yıl önce gerçekleştiğini söylemektedir. Karça halkıyla birlikte Koban vadisine yerleştikten sonra çok geçmeden ölmüş. Karça’nın ölümünden sonra Karaçaylıların başına Karça’nın damadı Kırımşavhal geçmiş. Kırımşavhal, Karaçaylılar Bashan vadisinde yaşadıkları sırada Kırım taraflarından gelip Karaçaylılara katılmış. Karaçaylıların nüfusu artamaya başladığı sıralarda veba salgını ortaya çıkmış. Bu yüzden Karaçaylıların önemli bir kısmı hayatını kaybetmiş. Daha sonra aradan epey bir zaman geçtikten sonra Karaçaylıların nüfusu tekrar artmış. Bunun dışında komşu

Page 39: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

halklardan Karaçaylılara sığınmak için gelip yerleşen kişiler de olmuş. Karaçaylılar toplama bir millettir. Komşuları Nogaylar, Abazalar ve Kabardeylerdeki gibi birbirine benzemeyip, Karaçaylılarda oldukça farklı yüz biçimlerine sahip olan insanların sayısının fazla olması bunu göstermektedir. Karaçaylılar sahip oldukları kendilerine has birtakım özelliklerle tanınmaktadır. Karaçaylıların Gürcü-Megrellere, Tatarlara ve Abhazlara benzeyen tarafları vardır. Karaçaylıların içinde güzel ve yakışıklı insanlar çok fazla değildir. Karaçaylılar genellikle esmer, orta boylu, iri ve sağlam yapılı, geniş omuzlu insanlardır. Bütün dağlı kavimlerde olduğu üzere açık ve hayat dolu gözleri vardır. Giydikleri elbiseler Asya kıyafetlerine benzemektedir. Bütün hayatlarını at üzerinde geçirseler de yağmacılık işiyle uğraşmazlar. Dayanıklılık bakımından bütün Kafkasyalılarla yarışabilecek düzeydedirler. Karaçaylılar atla veya yaya olarak dağlarda yürümekte herkesi imrendirecek kadar çok ustadırlar. Karaçaylıların kendilerine has bir dili vardır. Karaçaylıların dili Nogay, Tatar ve Azerbaycan diline benzer. Kelime hazinesi zayıftır fakat cinaslı sözler çoktur. Karaçaylılar güzel konuşmasını bilen kişilere çok değer verirler. Karaçaylılarda güzel konuşmasını bilen kişilerin sayısı az değildir. Karaçaylılar konuşmayı çok sever. Bu onların kanında vardır. Yeni şeyler dinlemeye ve anlatmaya pek heveslidirler. Bu yüzden onlar birisiyle karşılaştığı zaman ilk olarak Ne haber? der. Karaçaylılar söz ve güftesiyle birlikte destan ve halk şarkısı bestelemekte bütün bu bölgede meşhurdurlar. Karaçaylıların aile yapısı sağlamdır. Evlerine ve ailelerine son derece bağlıdırlar. Koca, karı ve çocuklar işleri paylaşarak çalışırlar. Yani çalışma hayatında iş bölümü vardır. Tarla ve hayvancılık işlerinde tek bir insan bile boş kalmaz. Kimisi tarlaya gübre atar, kimisi tarla sürerken öküzün başını tutar, kimisi tarlayı temizler. Erkekler hayvanları otlatıp çiftliğe getirirken kadınlar ve çocuklar da orada ufak tefek işleri görürler. Tarla sürme ve arpa biçme işini erkeler ve kadınlar birlikte yaparlar. Bu arada çocuklar da boş durmaz ekin destlerini taşırlar, öküz sürerler, başak tanelerini toplarlar, başaktan tanelerin ayrılmasına yardım ederler. Karaçaylılarda yaşlıların hatırı büyüktür. Küçükler büyüklerin yanında oturmazlar ve büyükler konuşken onların sözüne karışmazlar. Ayrıca küçükler büyüklerle birlikte yemek yemezler. Diğer dağlı kavimlerde olduğu gibi Karaçaylıların adetlerine göre de ev hayatında belli bir düzen ve kurallar vardır. Koca ve karı yan yana oturmazlar ve bir arada bulunmamaya çalışırlar. Zenginler misafirler için ayrı bir ev tahsis etmişlerdir. Bu misafir evine kadın ve çocuk dahil hiç kimse girip çıkamaz. Baba çocuğunu başkalarının yanında [s. 40] okşayıp sevemez ve şımartamaz. Çocuklar sevgiyi annelerinden görürler. Babanın görevi ailesinin geçimini sağlamaktır. Anne ise ev işleriyle uğraşır, çocuklarına bakar, elinden geldiğince kocasına tarla işlerinde yardımcı olur. Hayvancılık işiyle uğraşmak üzere erkekler genellikle köyden uzak çiftliklerde uzun zaman kalırlar. Bu durumda kimi zaman kadınlar göz yaşı döker. Bu da onların kocalarını özlediklerinin işaretidir. Karaçaylılardan biri yolda giderken tanıdık birisiyle karşılaşıp onunla lafladıktan sonra adam geri dönebilirsin diyene kadar ona eşlik etmek zorundadır. Yaşça küçük olanlar kendisinden büyük olanların atlarını getirmek ve atın yularını tutup onların ata binmelerine yardımcı olmakla yükümlüdürler. Karaçaylılarda yaşça küçük olan kişi

Page 40: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

kendisinden büyük olanın daima solundan yürür. Orta Asya kültürüne bağlı olarak Karaçaylı kadınlar hatta daha ziyade genç kızlar toplum içinde oldukça serbest ve rahattırlar. Düğün ve şenliklerde genç kızlar ile evli kadınlar ayrı otururlar. Karaçaylıların olağanüstü derecedeki misafirperverlikleri onlara misafir gelen bütün yolcuları ve devlet görevlilerini hayrete düşürmektedir. Karaçaylılarda misafir kim olursa olsun büyük saygı ve hürmet görür. Misafir en değerli kişidir. Misafir adeta bir şeyh gibidir. Ona kimse dokunamaz ve bir zarar veremez. Evsahibi misafirinin sürekli çevresinde bulunup onun her istediğini yerine getirir. Hatta bu misafir ile evsahibi arasında daha önceden bir tatsızlık olmuş olsa bile ev sahibi misafirine sonuna kadar misafirperverliğini göstermek ve bunun gereklerini yapmak zorundadır. Evsahibi misafirine en güzel yemekleri en güzel tabaklarla ikram eder ve en rahat ve en gösterişli yatağı verir. Misafire yemek sunulduğu zaman evin büyüğü veya mahalledeki hatırı sayılan yaşlılardan birkaçı misafire sofrada eşlik eder. Evsahibi misafirle birlikte sofraya oturmayıp misafire hizmet eder. Bu arada misafire söz yarenliği de eder. Misafirin sofrasından arta kalanlar küçüklere verilir. Toprakların verimsiz oluşundan dolayı her yıl tarlalara gübre atmak zorundadırlar. Karaçaylılar hayvanlarını genellikle köyün dışında yaylalarda beslemektedirler. Tarlaların tohum atma döneminde bir araba gübrenin değeri 4 ruble kadardır. Halbuki bu dönemde bir koyunun değeri 3 rubledir. Yazın önce tarlaları sonra çayırları sularlar. Sulama işi sırası için toprak sahipleri arasında kura çekilir. Karaçay’da yalnız arpa ekilebilmektedir. Hasat edilen ürün de ancak bir aileye yetecek kadardır. Tarlaya ekilen ürünün ancak üç katı elde edilebilmektedir. Karaçaylılar son zamanlarda patatesle tanışmışlardır. Büyük bir hevesle patates işiyle uğraşmaktadırlar. Fakat iki-üç yıl içinde ektikleri patatesin tohumu zayıfladığından patatesler küçük yetişmektedir. Bunun için patateslerin tohumunu yenilemek veya geliştirmek gerekmektedir. Toprak kıtlığı Karaçaylıların en büyük derdidir. Karaçaylılarda; taş bizim babamız, Koban ırmağı annemiz, bizi yaşatan ise hayvanlarımızdır şeklinde bir söz vardır. Tarla işinde çalışkan ve mücadeleci olsalar da bu sözden de anlaşılacağı üzere Karaçaylıların baş geçim kaynağı hayvancılıktır. Baş geçim kaynakları hayvancılık olduğu için Karaçaylıların bütün aklı hayvanlarında ve köy dışındaki çiftliklerinde olmuştur. Köyün içerisinde birkaç inek, bir at, bir eşek ve iki öküz besleyen pek fazla aile yoktur. Bu sebeple dışarıdan bakan bir kimse Karaçaylıların çok fakir bir şekilde yaşadıklarını düşünebilir. Halbuki Karaçaylıların bütün zenginliği olan hayvanları köy dışındaki çiftliklerdedir. Karaçaylıların çiftlikleri Kafkas dağları eteği ile batıda Urup ırmağından başlayıp doğuda Elbruz dağı eteklerine kadar bir saha içerisinde yer almaktadır. Karaçaylıların hayvancılık işinin en zor tarafı hayvanları sürekli oradan oraya götürmektir. Karaçaylılar hayvanlarını yazın dağ eteklerine, ilkbahar ve sonbaharda yaprak açmış ormanlıklar civarında, kışın ise ılık vadilerin içlerine, düzlük yerlere, önceden hazırlanmış kuru otların bulunduğu kışlaklara götürmektedirler. Kışlaklar genellikle Terek ve Koban eyaletlerinde devlete ait arazilerde ve Eltarkaç mevkiinde kurulmuştur. Karaçaylılar böyle kışlakları sırayla kullanmaktadırlar. Karaçaylıların hayatı işte böyledir. Bu hayatı benimsemiş ve kabullenmişlerdir. Dağlar,

Page 41: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

ormanlar ve çiftlikler. İşte bunlardır Karaçaylıların hayatı. Karaçaylılar dağlarından ayrıldıkları zaman hüzünleniyorlar. Solmuş çiçeklere benziyorlar ve hastalanıyorlar. Düz yerler Karaçaylılara çirkin görünüyor. Karaçaylıların anlayışına göre dağsız ve ormansız bir yerde yaşamaktan daha kötü bir kader olamaz. Karaçaylıların doğdukları yurtlarına duydukları sevgi asla bitmez ve azalmaz. Komşu bölgelerde, Pyatigorsk, Georgiyevsk, Sohum ve diğer şehirlerde yaşayan genç kuşak Karaçaylılar atalarının adet ve geleneklerine asla karşı gelmezler. Onlar bu gelenek ve adetleri bozmaya korkarlar.”[146] [s. 41] 1886 yılında Elbruz dağına tırmanmak için Kafkasya’da bulunan S. Davidoviç, Bashan bölgesinde yaşayan Malkarlı Orusbiy klanı hakkında şunları söylemektedir: “Dağlı Kabardeyler [Malkarlılar] dilleri ve adetleriyle ovada yaşayan Kabardeylerden farklıdırlar. Bu halkın temiz kalpliliği, derin zekası, sülalelerinin dağılmasına karşı koyuşları birçok yere örnek olacak derecededir. Bunlarda ataerkil hayat düzeni devam etmektedir. Burada 294 hane vardır. Toplam nüfusu 2.200 kişidir. Bu büyük köyün içinde içki içilmez. Köyde işsiz güçsüz, başı boş gezen kimselere rastlanmaktadır. Aileler arasında başlık parası adeti sıkı bir şekilde devam ettirilmektedir. Bunun sebebi ise erkek ile kadın ayrıldıklarında, kadının kendi başına hayatını idame ettirmesine imkan sağlamaktır. Bu tabiatın oğulları ne kadar da sağlıklı güzel bir millettir.”[147] 1890’lı yıllarda Karaçay’daki kömür işletmelerinde görev yapan N.A. Ştoff’un notlarında Karaçaylılar hakkında şöyle denilmektedir: “XVII. yüzyıl başındaki savaşa kadar Karaçaylılar derin dağ vadilerinde pagan olarak yaşamışlardır. Kırım Hanı Kafkasya’da İslam dinini yaymak amacıyla iki bölük asker göndermiş. İncik~Zelençuk ırmağı kıyısında bulunan Adige [Çerkes] köylerini İslam dinine sokmuşlar. Kırım Hanı’nın askeri Koban ırmağı başına geldiklerinde ise burada şimdiye kadar hiç kimseye boyun eğmeyen Karaçaylılarla karşılaşmışlar. Karaçaylılar yurtlarını ve özgürlüklerini korumak için Marca adındaki kutsal ilahlarından güç alarak Kırım Hanı’nın askerlerine karşı koymuşlar. Kırım Hanı’nın askerleri ne kadar uğraşsalar da asker gücüyle bile burada İslam dinini kabul ettirme konusuna başarılı olamamış ve çaresiz geri dönmüşlerdir. Fakat bu savaştan sonra Karaçaylıların gücü de epeyce azalmış. İslam dini Karaçaylılara ancak XVII. yüzyılın sonlarında girmiş.[148] Arthur Byhan 1936 yılında Paris’te yayımlanan “Kafkasya Toplumları” adlı eserinde Karaçaylılardan şöyle bahsetmektedir: “Karaçaylılar beyaz tenleri ve düzgün hatlarıyla tanınmaktadırlar. Gerçekten de Karaçaylıların yüzünde Moğolların çirkin hatları yoktur. Daha çok Güney Kafkasyalılara benzemektedirler. Saçları ve gözleri siyahtır. Erkeklerin çoğu sakallıdır. Karaçaylıların baş geçim kaynağı küçükbaş hayvancılıktır. Kışın hayvanlarını otlatmak için Kabardey Çerkeslerinin meralarına giderler. Yazın ise yüksek dağlardaki yaylalara giderler. Karaçaylılar şal, halı, kilim, yamçı, başlık, eyer ve çizme gibi şeyleri kendileri imal ederler. Hepsi birer iyi avcıdır. Genellikle ayı, kurt, tilki, dağ aslanı ve dağ keçisi avlarlar.

Page 42: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Temel yiyecekleri süt, peynir, yağ, koyun ve at etidir. Baharatlı yemekleri severler. Karaçaylılar, Çerkesler gibi üç sosyal tabakaya ayrılmıştır: beyler, soylular ve köylüler. Bunun dışında mollalar ve köleler vardır. Karaçaylı kadınlar cenazelerde dövünerek çığlıklar atarlar. Erkekler ise birbirlerinin alınlarına silahla vururlar. Kulak memelerini küçük bıçaklarla delerler. Mezarlıkları taş duvarlarla çevrilidir. Teberdi bölgesindeki mezarların üzerinde piramit veya daire biçiminde kalın taşlar vardır. İslam dini Karaçaylılar arasında 1782 yılından sonra yayılmaya başlamıştır. Karaçaylılar Müslüman olmalarına rağmen birtakım doğa üstü güçlere inanırlar. Karaçaylıların dağların yükseklerine yaşayan tanrıları vardır. Eliya adlı tanrı bunların başında gelir. Karaçaylılar Eliya’nın şerefine kurbanlar keserler, dans ederler, törenler düzenlerler. Başka Kafkas halklarında olduğu gibi Karaçaylıların da birtakım kutsal ağaçları ve kutsal ırmakları vardır.”[149] V. Osmanlı ve Çarlık Rusyası Döneminde Karaçay-Malkar Türkleri Kafkasya halklarının idaresi 1502 yılında Altın Orda Devleti tamamen ortadan kalktıktan sonra Kırım Hanlığına geçmiş, 1475 yılında Kırım Hanlığının Osmanlılara bağlanmasıyla birlikte aynı şekilde Kırım Hanlığı idaresinde olan Kafkasya bölgesi de Osmanlıların hakimiyetine geçmiştir. 1768-1774 Osmanlı-Rus savaşları neticesinde imzalanan Küçük Kaynarca Anlaşmasıyla Kırım Hanlığı tamamen Osmanlıların elinden çıkmıştır. Çarlık Rusyası çok geçmeden Kırım’daki hanlık mücadelelerini fırsat bilerek Şahin Gerey’i Kırım Hanlığının başına getirmiştir. Fakat Şahin Gerey’e ülke çapında tepkiler ve protestolar doğunca Çarlık Rusyası da Kırım Hanlığını 1783 yılında ilhak etmiştir.[150] Bu tarihten sonra Osmanlılar ile Ruslar arasında Koban ırmağı sınır olarak çizilmiştir. Buna göre Koban ırmağının sağ tarafında bulunan Karaçay Türklerinin yarısı ile Malkar Türkleri tamamı Çarlık Rusyası topraklarına, Koban ırmağının sol tarafında bulunan Karaçay Türkleri diğer bir yarısı ise Osmanlı topraklarına dahil olmuştur.[151] 1787 yılında Osmanlı-Rus savaşları tekrar başlamış ve Rus orduları ilk kez Koban ırmağının sol tarafına geçmişlerdir. Bunun üzerine Osmanlı Padişahı III. Selim tarafından Anapa seraskerliğine ve Kafkasya’daki Osmanlı orduları komutanlığına [s. 42] tayin edilen Battal Hüseyin Paşa emrindeki 30 bin kişilik Osmanlı ordusuyla Anapa’dan hareketle Koban ırmağını geçtikten sonra Kabardey bölgesine gelmiştir. Battal Hüseyin Paşa komutasındaki Osmanlı Ordusuna Kafkas halklarından da yoğun bir katılım olmuş ve böylece Battal Hüseyin Paşa’nın ordusu askeri bakımdan büyük bir kuvvet haline gelmiştir. Osmanlı ve Rus ordusu 27 Eylül 1790 tarihinde Tohtamış ırmağı civarında karşılaşmış ve Battal Hüseyin Paşa’nın komutasındaki Osmanlı ordusu bu savaştan mağlup çıkmıştır. Savaşın kaybedilmesindeki en büyük sebeplerden biri de Osmanlı ordusu saflarında bulunan Çerkes kuvvetleri komutanları ile Osmanlı subayları arasındaki savaşın gidişatıyla ilgili ihtilaflardır. Savaşın başlamasından hemen önce Osmanlı Padişahı III. Selim tarafından gönderilen Mahmut adlı bir mübaşirin cebinde Ruslara karşı savaşın kaybedilmesi durumunda kendi idam fermanının olduğunu bilen Battal Hüseyin Paşa yanındaki birkaç adamıyla birlikte kaçarak Rus ordusuna sığınmış ve kılıcını teslim etmiştir. Daha sonra Ruslar savaşın cereyan ettiği yerde kurdukları küçük bir kasabanın adına Battal Hüseyin Paşa’nın adına izafeten Batalpaşinski adını vermişlerdir. Bu kasaba bugünkü Karaçay-Çerkes Ö.C.nin başkenti olan Çerkessk şehridir. Bundan sonra Osmanlı kuvvetleri Anapa’ya çekilmek zorunda kaldılar. Fakat bunu müteakiben Rus orduları 1791 yılında on beş gün boyunca kuşatma altına aldıkları

Page 43: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Anapa kalesini düşürmeyi başarmışlardır. 10 Ocak 1792 tarihinde imzalanan Yaş anlaşmasına göre Rusların Kafkasya bölgesinden yeni bir toprak kazanımı olmamıştır. Fakat bu anlaşmayla Osmanlılar Kırım ve Taman’ın Rusya’ya ait olduğunu ve 1783 anlaşmasındaki Koban ırmağının Osmanlı-Rus sınırı teşkil ettiği şeklindeki maddeyi bir kere daha tasdik etmişlerdir. Ruslar bundan sonra Koban ırmağının sağ tarafına çekilerek bu sahada hızla ve planlı bir şekilde müstahkem mevkiler kurmuşlar ve Buğ ırmağı civarından getirdikleri Rus Kazaklarını iskan etmişlerdir.[152] Buna rağmen Karaçay-Malkar Türkleri, Rusya’yı destekleyen Kabardey Çerkes beylerinin oluşturduğu Baksan grubunda yer almayıp, Osmanlı ve Kırım’ı destekleyen Kaşha Tav grubunda yer almışlar ve 1804 yılında bütün Kafkasyalılar ile Ruslar arasında cereyan eden Çegem meydan savaşında en ön saflarda savaşmışlardır. Daha sonra 1806-1812 Osmanlı-Rus savaşından sonra imzalanan Belgrad anlaşmasına göre Osmanlı-Rus sınırları yeniden çizilmiştir. Buna göre Koban ırmağının sol tarafında kalan Karaçay Türklerinin diğer yarısı da Rusların hakimiyet alanına girmiştir. Bunu müteakiben Çarlık Rusyası 1822 yılında Karaçay Türklerinin Rusya tabiyetinde olduğunu ilan etmiştir. Rusya’nın bu kararı üzerine Karaçay Türkleri isyan etmişler ve bir heyet göndererek Osmanlıların Anapa muhafızı Hasan Paşa’dan yardım istemişlerdir. Hasan Paşa da Karaçay heyetini kabul etmiş, Osmanlılara sadık kalacaklarına dair ahidnâme veren heyet başkanı İslam Kırımşavhal’ı Karaçay valisi tayin etmiş ve ayrıca Karaçay Türklerine yardım edeceğine dair söz vermiştir. Fakat Kafkasya Rus orduları komutanı General Emanuel’in Karaçay topraklarını tehdit etmeye başlaması üzerine Karaçay Türkleri söz aldıkları Hasan Paşa’dan 1826 yılında yardım istemişlerse de hiçbir zaman ondan yardım alamamışlardır.[153] Karaçay ülkesi Kafkasya’nın orta kısımlarında ve yüksek dağların arasındaki derin vadilerde kurulu olduğundan, Ruslara karşı vur-kaç taktiğiyle savaşan diğer Kafkasyalılar için adeta bir kale ve sığınak vazifesini görmekteydi. Ayrıca Kabardey Çerkesleri ile Abaza ve diğer Çerkes kabilelerini birbirine bağlayan yolların hepsi Karaçay’dan geçmekteydi. Karaçay ülkesinin stratejik önemini çoktan kavramış olan Çarlık Rusyası bir an önce Karaçay’ın kendi hakimiyetine geçmesini istiyordu. 17 Ekim 1828 tarihinde üç ayrı koldan Karaçay ülkesine doğru hareket eden General Emanuel komutasındaki Rus orduları, Karaçay beylerinden Duda oğlu Tengizbiy ve Kabardey beylerinden Atajuk oğlu Atajuk’un rehberliğiyle gizli dağ yollarından geçerek Hasavka mevkiine geldiler. Halbuki Karaçaylılar bundan habersiz bir şekilde Rus ordularının Aman-Nıhıt tarafından geleceklerini zannederek burada konuşlanmışlardı. 20 Ekim 1828 tarihinde sabahın ilk ışıklarıyla birlikte Rus topları Hasavka geçidini dövmeye başladılar. Neye uğradıklarını şaşıran Karaçaylılar az sayıdaki askerleriyle Hasavka geçidini korumak üzere Ruslara karşı direnişe geçmişlerse de on iki saat kadar süren savaştan Rus ordusu galip çıkmıştır. Karaçay liderleri bir gün boyunca istişare ettikten sonra 22 Ekim 1828 tarihinde General Emanuel’e teslim olduklarını ve Çarlık Rusyası’nın himayesini kabul ettiklerini yazılı bir şekilde bildirmişlerdir. Malkar Tükleri ise bir yıl önce 1827 yılında silahlarını bırakmış ve kendi istekleriyle Çarlık Rusyası [s. 43] himayesine girmişlerdi. Böylece bu tarihten sonra Karaçay-Malkar Türkleri resmen Çarlık Rusyası hakimiyetine geçmiş ve Çarlık Rusyası tebası sayılmıştır.[154] Karaçay Türkleri 1835-1853 yılları arasında Çarlık Rusyası yönetimine karşı birkaç isyan teşebbüsünde bulunmuş ise de bu isyanlar sonuçsuz kalmıştır. Fakat 1854 yılında Kadı Muhammet Hubiy’in önderliğinde başlatılan büyük isyan başarılı bir şekilde sonuçlanmak üzere iken Çarlık Rusyası tarafından kanlı bir şekilde bastırılmıştır.

Page 44: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Çarlık Rusyası 1861 yılında Kafkasya’yı eyaletlere ayırarak yeni bir idari sistem kurmuştur. Buna göre Karaçay Türkleri Kuban Eyaleti’ne, Malkar Tükleri de Terek eyaletine bağlanmıştır. Böylece Karaçay-Malkar Türkleri Rus hakimiyeti sırasında ilk defa ikiye ayrılmış oldular. Karaçay Türklerinin içerisinde yer aldığı Kuban Eyaleti ise Elbruz, Zelençuk, Urup, Laba ve Psekups şeklinde beş askeri bölgeye taksim edilmiştir. Karaçay bölgesi ve Çerkeslerin yaşadığı Humara ile Abazaların yaşadığı Gum-Lov bölgeleri Elbruz askeri bölgesine bağlandılar. 1865 yılında Elbruz askeri bölgesinin başına General Nikolay Grigoroviç Petruseviç getirilmiş ve dolayısıyla da Karaçay Türklerinin başına ilk defa bir Rus valisi atanmıştır. General N.G. Petruseviç ilk olarak Karaçay Türkçesini öğrenmiş ve halkla sıcak ilişkiler kurarak kendisini Karaçaylılara çok sevdirmiştir. N.G. Petruseviç zamanında Karaçay’da her alanda büyük bir gelişme yaşanmıştır. N.G. Petruseviç yeni Karaçay köyleri kurmuş, Rus hükümetinden Karaçaylılar için yeni topraklar almış, Karaçay köyleri arasında ulaşımı kolaylaştırmak için yeni yollar yaptırmıştır. Getirdiği daha birçok yenilikleriyle gerçekten de N.G. Petruseviç’in Karaçay Türklerine çok büyük hizmetleri olmuştur. N.G. Petruseviç’in Karaçay’daki görevi 1876 yılında sona ermiş ve Türkmenistan’a tayin olmuştur. N.G. Petruseviç Türkmenistan’ın Gök-Tepe mevkiinde cereyan eden bir savaşta hayatını kaybetmiştir. N.G. Petruseviç’in ölümü ancak 1881 yılında Karaçay’da duyulmuş ve halk buna gerçekten de çok üzülmüştür. Daha sonra bir Karaçay heyeti Türkmenistan’a giderek N.G. Petruseviç’in cenazesini alıp Karaçay’a getirmişler ve Batalpaşinski [Çerkessk] şehrine gömmüşlerdir.[155] VI. Sovyet Döneminde Karaçay-Malkar Türkleri 1877-1878 yıllarında cereyan eden Osmanlı-Rus savaşının başlamasından kısa bir süre sonra Kafkasya’da bir isyan hareketi başlamış ancak Osmanlının savaşı kaybetmesi üzerine Ruslar Kafkasya’daki isyanı kanlı bir şekilde bastırmışlardır. Fakat, Ruslar da dahil Çarlık yönetiminden hiç kimse memnun değildi. Bu yüzden 1905 Rus-Japon savaşından sonra bağımsızlık amacıyla millî ve sosyal hareketler meydana gelmiştir. Bu hareket genel olarak bağımsızlık isteklerinin ve sosyalist hareketin habercisi niteliğini taşımaktaydı. 1917 yılında başlayan Bolşevik ihtilaliyle birlikte bütün Kafkasyalılar kurtuluş ümidiyle harekete geçmiş ve 3 Mayıs 1917 tarihinde Terek-Kala [Viladikafkaz] şehrinde I. Kafkas Halk Kurultayı toplanmıştır. Kurultayda Kuzey Kafkasya’nın geçici Milli Hükümeti özelliğini taşıyan “Birleşik Kuzey Kafkasya ve Dağıstan Dağlıları Birliği Merkez Komitesi” adı verilen yüksek icra organı seçilmiştir. 18 Eylül 1917 tarihinde Andi kasabasında “Kuzey Kafkasya Milli Müessesan Meclisi” adıyla ikinci bir kurultay toplanmış ve bu kurultay büyük ilgi görmüştür. Toplantıya Dağıstan, Kumuk, Salatay, Terek Vilayeti, Çeçen-İnguş, Asetin, Kabardey, Karaçay-Malkar, Adige, Abhaz, Şetkale [Stavropol] bölgeleri delege göndermişlerdir. Kafkasyalılar siyasi birlik kurmak için çalışırlarken 7 Ekim 1917 tarihinde Bolşevikler iktidarı ele geçirmiş ve iç savaş başlamıştı. Bolşevikler uzun süreden beri çalışıyor ve ihtilali nasıl gerçekleştireceklerini planlıyorlardı. Çarlık taraftarlarının oluşturacağı cepheyi bölüp parçalamak için, Rus olmayan milletlerin nasıl kullanılacağı konusunda hesaplar yapmışlardı. Bu maksatla, yoğun bir propaganda başlattılar. Ancak, yüzyıllardır Rusların yalanlarına tanık olan Kafkasyalılar Bolşeviklerin

Page 45: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

sözlerinin aslında bir tuzak olduğunu biliyorlardı. Bu yüzden Kuzey Kafkasya Merkez Komitesi 20 Kasım 1917 tarihinde Rusya’dan ayrıldığını ve bağımsız bir devlet olduğunu ilan etti. Osmanlı hükümeti ileride Rusya ile Osmanlı arasında duvar ve engel görevini üstlenecek, bir Kuzey Kafkasya Devleti’nin kurulmasına sıcak bakıyordu. Bu nedenle Şimali Kafkasya Cemiyeti Siyasiyesi kurulmuştu. Hükümetten maddi yardım alıyor ve onun güdümünde çalışıyordu. Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti heyeti İstanbul'a geldiğinde, cemiyet üyeleri hükümetle yapılacak görüşmelerde aracı oldular. Osmanlı hükümeti ile yapılan görüşmelerden sonra Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti'nin bağımsız bir devlet olduğu kabul edildi. 11 Mayıs 1918 tarihinde Kuzey Kafkasya'nın bağımsız bir devlet olduğu bir nota ile bütün batılı devletlere duyuruldu. Karaçay-Malkar Türkleri de bu cumhuriyet içerisinde yer almışlardır. Fakat bu [s. 44] cumhuriyetin ömrü kısa sürmüş ve 1921 yılında sona ermiştir. Karaçaylı General Mirzakul Kırımşavhal komutasındaki Karaçay askeri birlikleri Bolşeviklere karşı büyük bir direnişe geçmişlerdi. Beş ay sonunda Karaçaylıların direnişini kıramayan Bolşevikler bu direnişin bütün Kafkasya’ya yayılabileceği endişesiyle Karaçaylılara daha geniş bir özerklik vaadinde bulunmuşlardır. Bunun üzerine Karaçaylılar da Bolşeviklerle anlaşma yapacaklarını bildirdiler. Fakat Şubat 1922’de Ruslar en seçkin askeri birlikleriyle Karaçaylıların üzerine saldırdılar. Bu saldırıyı beklemeyen Karaçay Türkleri Rus işgaline karşı ancak üç ay dayanabildiler. Bu süre zarfında Karaçay’ın ileri gelen aydınları ve subaylarının hepsi kurşuna dizilerek öldürülmüştür.[156] Karaçay-Malkar Türkleri ilk önce Sovyetler Birliği bünyesinde 1921 yılında kurulan Sosyalist Dağlı Halklar Sosyalist Cumhuriyeti içerisinde yer almışlardır. Daha sonra Sovyet hükümeti kararıyla 12 Ocak 1922 tarihinde Karaçay-Çerkes Özerk Bölgesi, 16 Ocak 1922 tarihinde Kabardey-Balkar Özerk Cumhuriyeti kurulmuştur. Karaçay-Çerkes Özerk Bölgesi 1924 yılında Karaçay Özerk Bölgesi ve Çerkes Özerk Bölgesi şeklinde ikiye ayrılmıştır. 1921-1928 yılları arasında Sovyetler Birliğinde uygulanan Yeni Ekonomik Politika [NEP] dönemi gereği Karaçay ve Malkar’da nispeten olumlu gelişmeler yaşanmıştır. Bu dönemde Karaçay-Malkar Türkleri ekonomi ve kültürel hayatta birtakım kalkınma ve gelişme imkanları elde etmişlerdir. Fakat Karaçay Özerk Bölgesinin başına getirilen Rus yöneticileri 1920’li yılların sonlarından itibaren 1918-1920 yılları arasında Bolşeviklere karşı savaşan Karaçaylıları birtakım suçlamalarla tutuklayarak idam etmeye başladılar. 1926-1928 yılları arasında birçok din adamı ve doktor, bilim adamı, yazar ve şair gibi birçok aydın kişiler tutuklanarak idam edilmiştir.[157] 1941 yılında Rus-Alman savaşının patlak vermesinden önce Karaçay-Malkar’da NKVD birlikleri ile Karaçay-Malkar gerillaları arasında şiddetli çatışmalar cereyan etmekteydi. Stalin tarafından 1929 da başlatılan zorunlu kollektifleştirme Karaçay-Malkar'da sert bir direnişle karşılaştı. Karaçay-Malkar Türkleri binlerce yıldır özel mülkiyetlerine sahip olarak ve de buna saygı duyarak yaşamışlardı. Kollektifleştirme hareketleriyle birlikte özel mülkiyete el konulmak istenilmesi ve köylü sınıfının ortadan kaldırılmaya çalışılması Karaçay-Malkarlıları Sovyet yönetimine karşı itaatsizliğe sevk ediyordu. Çünkü Sovyet idaresinin bu tutumu Karaçay-Malkar Türklerinin gelenek ve ahlak yapısıyla taban tabana zıttı. Böylece 1929-1930 yıllarında Karaçay-Malkarlılar büyük bir isyan başlattılar. Bu isyan Kızıl Ordu ve GPU birliklerine karşı gerçek bir askeri

Page 46: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

mücadeleye dönüştü. Bashan, Çegem, Holam ve diğer dağlık bölgelerin tümü Malkar Türklerinin kontrolüne geçti ve tamamen komünistlerden temizlendi. Öte yandan Mikoyan-Şahar [Karaçayevsk] ve Narsana [Kislovodsk] şehirleri de Karaçaylıların kontrolüne geçmişti.[158] Karaçay-Malkarlıların direncini silah zoruyla kıramayacağını fark eden Sovyet hükümeti stratejisini değiştirdi. Kolhoz sisteminin kaldırılacağına ve özel mülkiyetin geri verileceğine dair sözler verilen propaganda metinleri uçaklarla bölgeye atıldı. Stalin’in bu manevrası başarılı oldu ve bağımsızlık yanlısı Karaçay-Malkarlılarla arabuluculuk yapacak yerel komisyonlar kuruldu. Ardından silahlarını bırakmaları şartıyla bu mücadelede yer alan liderler dahil herkesi kapsayacak genel af ilan edileceği duyuruldu. Karaçay-Malkarlıların birçoğu Stalin'in verdiği sözlere kanıp evlerine geri döndüler. Ancak hepsi daha sonra bu yaptıklarına pişman oldu. Çünkü silahlarını teslim ettikten hemen sonra Ruslar askeri operasyonlara başladılar. Tutuklananların hepsi ya toplama kamplarına gönderildi ya da hemen idam edildi. Sadece idam edilen Karaçay-Malkarlılardan sayısı 3.000 kişidir. Böylelikle Karaçay-Malkarlılar Bolşeviklere güvenilemeyeceğini çok acı bir biçimde anladılar. 1936 yılında Sovyet yetkilileri Karaçaylı komünistleri de tutuklayıp idam etmeye başladılar. Böylece Karaçaylıların aydın tabakası tamamen ortadan kaldırılmıştır. 1938 yılına gelindiğinde Karaçay’da idari görevlerde çalışabilecek tek bir Karaçaylı yönetici dahi kalmamıştır. 25 Temmuz 1942 tarihinde Alman orduları Rostov şehrini ele geçirdikten sonra Kafkasya’ya girdiler. Kızıl Ordu birlikleri hiçbir direniş göstermeden geri çekildiler. NKVD birlikleri de dağlara çekilip Almanlara karşı gerilla savaşı vermeyi düşünüyorlardı. Fakat dağlarda onları bekleyen Karaçay-Malkar savaşçıları NKVD askerlerini rahat bırakmadılar. Şiddetli geçen çarpışmalardan sonra NKVD birlikleri Karaçay-Malkarlılara yenilerek Karaçay-Malkar bölgesini terk ettiler. Almanlar gelmeden önce bölgenin kontrolü tamamen Karaçay-Malkarlıların eline geçmişti. Almanlar Karaçay-Malkar bölgesine girdikten sonra Karaçay-Malkarlıların sevgi ve saygılarını kazanmak için hiç kimsenin dinine, özel mülkiyetine ve [s. 45] özgürlüğüne karışılmayacağını söylediler. Kapatılan camiler yeniden açıldı ve kolhozlar kaldırıldı. Fakat Almanlar bölgede fazla kalamadılar. 1942 yılı sonlarında Stalingrad bozgunu ardından Almanlar Kafkasya’dan geri çekilmek zorunda kaldılar. İşte bu durum Karaçay-Malkarlılar için oldukça büyük ve acı bir darbe olmuştur. Çünkü Almanların Kafkasya’dan çekilmesinden hemen sonra Kızıl Ordu birlikleri uçak, tank ve toplarla Karaçay-Malkar topraklarına büyük bir saldırı gerçekleştirmiş ve bütün Karaçay-Malkar köylerini yerle bir etmiştir. Fakat Sovyet hükümeti bununla da yetinmemiş, J. Stalin başkanlığında toplanan SSCB Devlet Güvenlik Komitesi 12 Ekim 1943 tarihinde aldığı bir kararla Karaçaylıları 2 Kasım 1943 tarihinde; 5 Mart 1944 tarihinde aldığı bir kararla da Malkarlıları 8 Mart 1944 tarihinde topyekün Orta Asya’nın muhtelif yerlerine sürgün etmiştir. NKVD’nin bu kararnameleri üzerine 2 Kasım 1943 ve 8 Mart 1944 tarihlerinde sabaha karşı saat 06’da Karaçay-Malkarlılar sürgün edilmek için apar topar uyudukları yataklarından kaldırıldılar. Babaları, kocaları, oğulları, kardeşleri yani kısacası Karaçay-Malkarlı yetişkin erkeklerin büyük çoğunluğu cephede Sovyet ordusu saflarında Almanlara karşı savaşırlarken; tamamı yaşlılar ile kadın ve çocuklardan oluşan 63.323

Page 47: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Karaçaylı ve 37.713 Malkarlı tren istasyonlarına yığılarak hayvan vagonlarına dolduruldular. Nereye ve niçin götürüldüklerini bilmeyen bu çaresizler on üç gün boyunca aç ve susuz bir halde trenlerle Orta Asya’nın muhtelif bölgelerine dağıtıldılar. Karaçay-Malkar Türkleri on dört yıl süren sürgün hayatlarında gerçekten de çok büyük acılar çekmişlerdir. Orta Asya’nın muhtelif yerlerinde çocuklar annelerinden, kadınlar kocalarından, yaşlılar evlatlarından ayrı ve dağınık bir şekilde ölüme terk edilmişlerdir. Bu şekilde açlık ve sefalet içerisinde hayat mücadelesi veren Karaçay-Malkar Türkleri sürgün hayatları boyunca nüfuslarının yarısını kaybetmişlerdir. J. Stalin’in ölümünden sonra Sovyetler Birliği’nin başına geçen Kruşçev’in izni ve Sovyet Yüksek Şurası’nın kararıyla 1957 yılında Karaçay-Malkar Türkleri kendi yurtlarına dönmüşlerdir. Fakat Karaçay-Malkar Türklerine yapılan zulüm bununla da bitmemiş uzun yıllar boyunca güvenilmez halk veya vatan haini muamelesi görmüşlerdir. Hatta SSCB Parlamentosu yurtlarından zorla sürgün edilen halkların kanun dışı yollarla ve haksız yere sürgün edildikleri hususunda ve bu halkların iade-i itibarı konusundaki bildirisini ancak 14 Kasım 1989 tarihinde deklare etmiştir. Bunu müteakiben Rusya SSC Parlamentosu da sürgüne tabi tutulan halkların iade-i itibarı hakkındaki kanunu 16 Nisan-18 Ekim 1991 tarihinde kabul etmiştir. Sürgünden hemen sonra Karaçay-Çerkes Özerk Bölgesi ve Kabardey-Balkar Özerk Cumhuriyeti lağvedilerek yerine Çerkes Özerk Bölgesi ve Kabardey Özerk Cumhuriyeti kurulmuştu. Karaçay-Malkar Türklerinin 1957 yılında tekrar yurtlarına dönmeleri üzerine Karaçay-Çerkes Ö.B. ve Kabardey-Balkar Ö.C. tekrar kurulmuştur. Bunun dışında bir de Karaçay-Çerkes Ö.B. 3 Temmuz 1991 tarihinde özerk cumhuriyet statüsüne yükseltilmiştir. Günümüzde Karaçay Türkleri Rusya Federasyonu’na bağlı Karaçay-Çerkes Özerk Cumhuriyetinde ve Malkar Türkleri de yine Rusya Federasyonu’na bağlı Kabardey-Balkar Özerk Cumhuriyetinde yaşamaktadırlar. DİPNOTLAR [1] Roux, 91:17 [2] Hacilayev, 70:6; Mokayev, 76:87 [3] Henze, 1985:3 [4] Mızılanı, 93/3:15; Miziyev, 94:23-24 [5] Tarhan, 79: 355-356 [6] Tarhan, 79:359 [7] Miziyev, 94:32, 95 [8] Tarhan, 79:359-361 [9] Alekseyeva, 93:5 [10] Grousset, 80:22 [11] Tarhan, 79:361-362 [12] Durmuş, 93:63; Lang, 97:65 [13] Tarhan, 79:365 [14] Kırzıoğlu, 53:66

Page 48: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

[15] Şeşen, 85:30 [16] Ögel, 71:579 [17] Ögel, 71:376 [18] Tarhan, 79:358 [19] Durmuş, 93:41-43 [20] Herodotos, 91:196 [21] Durmuş, 93:151 [22] Durmuş:93:135 [23] Herodotos, 91:208 [24] Togan, 81:34 [25] Hacilayev, 70:125 [26] Herodotos, 91:208 [27] Mızıulu, 94/6:192-193 [28] Herodotos, 91:210 [29] Mızıulu, 93:35 [30] Mızılanı, 93/3:16 [31] Koşay, 56:4 [32] Eberhard, 96:70-71; Czegledy, 98:117 [33] Togan, 81:22-24, 149 [34] Kırzıoğlu, 53:27 [35] Ar, 44:515-566; Erzen, 86:15-16 [36] Simeonov, 79:54 [37] Gömeç, 97:31-32 [38] Momsen, 50:547 [39] Kurat, 72:108; Tekin, 87:1 [40] Kurat, 72:109; Kırzıoğlu, 72:80; Kırzıoğlu, 92:36 [41] Koşay, 32:2; Artamonov, 62:79 [42] Togan, 39:XXVIII; Kahovskiy, 65:225; Togan, 81:168-169 [43] Pigulevskaya, 41:3-9 [44] Patkanov, 83:21-32 [45] Kurat, 72:13 [46] Skryinskaya, 60:91; Nemeth, 96:7 [47] Nemeth, 96:42 [48] Kurat, 72:13; Grousset, 80:88; Kafesoğlu, 93:6, 69; Ahmetbeyoğlu, 95:7; Nemeth, 96:8; Gumilev, 01:169 [49] Feher, 84:10-11; Czegledy, 98:22 [50] Baştav, 41:60-63 [51] Togan, 77.403; Tekin, 87:2 [52] Baştav, 41:68-72; Rasonyi, 93:77-78; Gumilev, 99:60-61 [53] Kurat, 72:24; Rasonyi, 93:77-78 [54] Kafesoğlu:93:150 [55] Togan, 81:171 [56] Lavrov, 78:21; Miziyev, 91:135 [57] Laypanov, 00:24-25 [58] Tekin, 87:1 [59] Gumilev, 01, 162 [60] Artamonov, 62:71 [61] Tekin, 87:2; Kurat, 93:782 [62] Tekin, 37:3 [63] Tekin, 87:3 [64] Artamonov, 62:162

Page 49: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

[65] Tekin, 87:2-4; Kafesoğlu, 93:191-192; Ostrogorksky, 95:97 [66] Feher, 84:31; Kafesoğlu, 85:15-16; Kafesoğlu, 93:191; Ostrogorsky, 95:117 [67] Miller, 87:60 [68] Artamonov, 62:172 [69] Kırzıoğlu, 80:286 [70] Nurettinov, 91:XIV [71] Togan, 39:202 [72] Mızıulu, 93:87 [73] Laypanlanı, 92:2 [74] Miller, 62:13 [75] Miller, 62:14 [76] Mızıulu, 94/4:39 [77] Mızıulu, 93:91-92; Miziyev, 94:58 [78] Bayçorov, 89:166-167 [79] Kobanlanı, 88:I; Miziyev, 94:58-59 [80] Bayçorov, 89:8-9, 20-24, 32-33, 310 [81] Bayçorov, 89:28, 277, 281 [82] Bayçorov, 89:90-91 [83] Kurat, 72:14-17 [84] Laypanlanı, 92:2 [85] Kurat, 72:110 [86] Biciyev, 83:4, 14-15 [87] Bayramkullanı, 82:241 [88] Laypanlanı, 92:2 [89] Togan, 81:422 [90] Ahmed, 98:61 [91] Şeşen, 85:203 [92] Mızıulu, 94/4:43 [93] Şeşen, 85:197 [94] Togan, 78:376 [95] Kuznetsov-Lebedinski, 01:31-32 [96] Lavrov, 78:21; Bayramkullanı, 82:245; Miziyev, 91:135 [97] Zekiev, 01:36-37 [98] Bayçoralanı, 89:4; Bayramuklanı, 96:2 [99] Şamanlanı, 92, 8 [100] Kobanlanı, 88:I [101] Habiçev, 71:16 [102] Kurat, 72: 65-72, 98; Kafesoğlu, 93:177-178 [103] Kırzıoğlu, 92:8, 12, 20-21, 32-33, 82 [104] Kırzıoğlu, 92:11 [105] Kurat, 72:74; Kırzıoğlu, 92:112 [106] Kurat, 72:92-93; Yakubovskiy, 92:24-25 [107] Kırzıoğlu, 92:13 [108] Kurat, 72:132, Yakubovskiy, 92:30 [109] Kurat, 72:138-139; Şami, 87:196-199; Yücel, 89:30-32; Yakubovskiy, 92:177-180 [110] Mokayev, 76:88 [111] Lavrov, 78:21 [112] Tekelanı, 79:306-307; Bayramkullanı, 82:241 [113] Yakubovskiy, 92:13-14; Safran, 93:76-77 [114] Miziyev, 76:32-33 [115] Bayramkullanı, 88:6-16

Page 50: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

[116] Kırzıoğlu, 93:77 [117] Aleynikov, 83:164-168; Tulçinskiy, 03:249; Akbayev vd., 65:29-33; Şamanlanı, 87:3-13; Aliyev, 91:49-51; Miziyev, 91:37; Curtubaylanı, 93:21-26; Laypanlanı, 98:2 [118] Otarov-Holayev, 69:65-71 [119] Miller-Kovalevskiy, 84:553-555; Şamanlanı, 87:42; Kudaşev, 91:156-157; Abayev, 92:7; Mızıulu, 94/4:45-46 [120] Tardy, 78:105; Bayçorov, 89:31-33 [121] Kırzıoğlu, 93:312, 441; Tavkul, 93:17 [122] Şamanlanı, 87:180-181 [123] Lavrov, 78:22; Alekseyeva, 93:46; Şamanlanı, 87:14; Mızıulu, 94/4:29 [124] Miziyev, 91:16 [125] Kırzıoğlu, 93:314; Tavkul, 93:17 [126] Aciyev, 82:6-7; Şami, 87:197 [127] Miziyev, 91:14-16; Miziyev, 94:13 [128] Kurat, 72:378 [129] Kırzıoğlu, 93:8 [130] Noghumuka, 74:116; Bayramkullanı, 88:6-13 [131] Lavrov, 78:21; Miziyev, 91:135 [132] Tardy, 78:105; Bayçorov, 89:31-33 [133] Şamanlanı, 87:180-181 [134] Şamanlanı, 87:16-17 [135] Şamanlanı, 87:174 [136] Şamanlanı, 87:41-56 [137] Lyulye, 98:37 [138] Şamanlanı, 87:67 [139] Şamanlanı, 92:8 [140] Tornau, 99:96 [141] Wagner, 99:128 [142] Şamanlanı, 87:76-82 [143] Şamanlanı, 87:91-93 [144] Şamanlanı, 87: 84-87 [145] Berje, 99:53-54 [146] Şamanlanı, 87:125-146 [147] Şamanlanı, 87:212 [148] Şamanlanı, 87:166-167 [149] Byhan, 36:240 [150] Saydam, 97:33-34 [151] Caferoğlu, 88:48-49 [152] Bala, 93/3:382; Saydam, 97:49 [153] Caferoğlu, 88:49; Bala, 93/6:220 [154] Laypanlanı-Dudalanı, 40:43-45; Kagıylanı, 88:279-304; Aliyev, 91:92-96; Borlaklanı, 01:2 [155] Şamanlanı, 87:101-123 [156] Aslanbek, 52:25 [157] Aslanbek, 52:30, Karça, 56:38; Hapayev, 92:4, 63 [158] Aslanbek, 52:32; Karça, 56:40 KAYNAKLAR

Page 51: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Abayev, Misost., Balkariya, Nalçik, 1992. Aciyev, A.M., Nartskiy Prozaiçeskiy Folklor Kumıkov i Ego Mesto v Kavkazskoy Nartiade, Dagestanskaya Narodnaya Proza, Mohaçkala, 1982. Ahmed, Cemal Reşid., Ataların Karşılaşması-Derbent ve Şervan Ülkesinde Kürtler ve Alanlar, Çeviren: Siraç Direk, Avesta Yayınları, İstanbul, 1998. Ahmetbeyoğlu, Ali., Grek Seyyahı Priskos'a [V. Asır] Göre Avrupa Hunları, TDAV Yayınları, İstanbul, 1995. Akbayev, M.O., Bayramukova, H.B., Kagiyeva, N.M., Karaçay Poeziyanı Antologiyası, Stavropol, 1965. Alekseyeva, E.P., Karaçayevtsı i Balkartsı-Drevniy Narod Kavkaza, Moskova, 1993. Aleynikov, M., Karaçayevskie Skazaniya, SMOMK, vıp. 3, otd. II, Tiflis, 1883. Aliyev, Umar., Karaçay, Çerkessk, 1991. Ar, Mustafa Selçuk., Çivi Yazılı Kaynaklara Göre Türkçe-Etice-Hurrice Arasındaki Bağlar, Belleten, VIII/32, Ankara, 1944. Artamonov, M.İ., İstoriya Hazar, Leningrad, 1962. Aslanbek, Mahmut., Karaçay ve Malkar Türklerinin Faciası, Çankaya Matbaası, Ankara, 1952. Bala, Mirza., Çerkesler, İ.A., Cilt 3, İstanbul, 1993. Bala, Mirza., Karaçay ve Balkarlar, İ.A., Cilt 6, İstanbul, 1993. Baştav, Şerif., Sabir Türkleri, Belleten, V/17-18, Ankara, 1941. Bayçorov, S.Y., Drevnie-Türkskie Pamyatniki Evropı, Stavropol, 1989. Bayçoralanı, Soslanbek., Karaçay-Malkar Tilni Alan Tamırları, Karaçay Gazetesi, Çerkessk, 31.01.1989. Bayramkullanı, Ahmat., Alanlanı Tillerini Üsünden İstoriya Dokümentle, Şorka, Çerkessk, 1982. [Bayramkulov, Ahmat., Alanların Dilleri Hakkında Tarihi Belgeler, Çeviren: Adilhan Appa, Kırım Dergisi, Sayı: 25, Ankara, 1998]. Bayramkullanı, Ahmat., İstoriyalı Haparla, Caşavnu Oyuvları, Çerkessk, 1988. Bayramuklanı, Umar., Alanlanı Tuvdukları Kimledile, Karaçay Gazetesi, Çerkessk, 27.08.1996. Berje, Adolf., Kafkasyalı Dağlı Kavimlerin Kısa Tasviri, Çeviren: Murat Papşu, Kafkas Derneği Yayınları, Ankara, 1999.

Page 52: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Biciyev, H.H., Humarinskoe Gorodisçe, Çerkessk, 1983. Borlaklanı, Yusuf., Hasavka Uruş, Karaçay [Gazetesi], Çerkessk, 14.03.2001. Byhan, Arthur., La Civilisation Caucassienne, Paris, 1936. Caferoğlu, Ahmet., Türk Kavimleri, Enderun Kitabevi, 1988. Curtubaylanı, Hıysa., Eski Cırla, Karaçay-Malkarnı Cır Haznasından, Nalçik, 1993. Czegledy, Karoly., Bozkır Kavimlerinin Doğudan Batıya Göçleri, Çeviren: Erdal Çoban, Özne Yayınları, İstanbul, 1998. Durmuş, İlhami., İskitler-Sakalar, TKAE Yayınları, Ankara, 1993. Eberhard, W., Çin'in Şimal Komşuları, Çeviren: Nimet Uluğtuğ, TTK Yayınları Ankara, 1996. Erzen, Afif., Doğu Anadolu ve Urartular/Eastern Anatolia and Urartians, TTK Yayınları, Ankara, 1986. Feher, Geza., Bulgar Türkleri Tarihi, TTK Yayınları, Ankara, 1984. Gömeç, Saadettin., Kök Türk Tarihi, Türksoy Yayınları, Ankara, 1997. Grousset, Rene., Bozkır İmparatorluğu, Çeviren: Dr. M. Reşat Uzmen, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1993. Gumilev, L.N., Eski Türkler, Çeviren: Ahsen Batur, Birleşik Yayıncılık, İstanbul, 1999. Gumilev, L.N., Hazar Çevresinde Bin Yıl, Çeviren: Ahsen Batur, Birleşik Yayıncılık, İstanbul, 2001. Habiçev, M.A., Karaçayevo-Balkarskoe İmennoe Slovoobrazovaniye, Çerkessk, 1971. Hacilayev, H.M.İ., Oçerki Karaçayevo i Balkarskoy Leksikologii, Çerkessk, 1970. Hapayev, S.A., Karaçayevo-Çerkesiya-Naş Kray Rodnoy, Çerkessk, 1992. Henze, Paul B., Kafkaslarda Ateş ve Kılıç-19. Yüzyılda Kuzey Kafkasya Dağ Köylülerinin Direnişi, OTDÜ Yayını, 1985. Herodotos., Herodot Tarihi, Çeviren: Müntekim Ökmen, Remzi Kitabevi Yayınları, İstanbul, 1991. Kafesoğlu, İbrahim., Bulgarların Kökeni, TKAE Yayınları, Ankara, 1985. Kafesoğlu, İbrahim., Türk Milli Kültürü, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1993. Kaflı, Kadircan, Şimali Kafkasya, Vakıt Matbaası, 1942.

Page 53: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Kagıylanı, Nazifa., Teyri Carık, Çerkessk, 1988. Kahovskiy, V.F., Proishojdeniye Çuvaşskogo Naroda, Çeboksarı, 1965. Karça, Ramazan., Şimalî Kafkasya'da Tehcir ve Katliâm, Dergi, Sayı: 5, Münich, 1956. Kırzıoğlu, M. Fahrettin., Kars Tarihi, I. Cilt, İstanbul, 1953. Kırzıoğlu, M. Fahrettin., Dede-Korkut Oğuznameleri Coğrafyası ve Düşünceler, Birinci Milli Türkoloji Kongresi Tebliğleri, Kervan Yayınları, İstanbul, 1980. Kırzıoğlu, M. Fahrettin., Dede-Korkut Oğuznamelerine Göre Kars'ın Anı [Arpaçayı boyu] ve Kağızman Kesimindeki Kamsarakan/Kalbaş Hanedanı, VII. Türk Tarih Kongresi Bildirileri, Cilt I, TTK Yayınları, Ankara, 1972 Kırzıoğlu, M. Fahrettin., Kıpçaklar, TTK Yayınları, Ankara, 1992. Kırzıoğlu, M. Fahrettin., Osmanlıların Kafkas Ellerini Fethi, TTK Yayınları, Ankara, 1993. Kobanlanı, Arsen., Bizni Ata-Babalarıbız-I, Karaçay Gazetesi, Çerkessk, 19.03.1988. Koşay, Hamit Zübeyr., Bulgar Türklerinin Eski Tarihi, Başvekalet Müdevvenat Matbaası, 1932. Koşay, Hamit Zübeyr., İdil-Ural Bölgesindeki Türklerin Menşei [Ethno-Genezisi], Dergi, Sayı: 4, 1956. Kudaşev, V.N., İstoriçeskie Svedeniya o Kabardinskom Narode, Nalçik, 1991 Kurat, Akdes Nimet., IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, TTK Yayınları, Ankara, 1972. Kurat, Akdes Nimet., Bulgar, İA, C.2, İstanbul, 1993. Kuznetsov, Vladimir.,-Lebedinski, Yaroslav., Alanlar-Step Atlıları-Kafkas Beyleri, Çeviren: Demir Alp Serezli, Alan Kültür ve Yardım Vakfı Yayını, Öğün Matbaası, Ankara, 2001. Lang, David Marshall., Gürcüler, Çeviren: Neşenur Domaniç, Ceylan Yayınları, İstanbul, 1997. Lavrov, L.İ., Karaçayevtsı-İstoriko-Etnografiçeskiy Oçerk, Çerkessk, 1978. Laypanlanı Hamit-Dudalanı Mahmut., Eski Karaçay Cırla, Mikoyan-Şahar, 1940. Laypanlanı, Kaziy., Karaçaylıla Kimledile, Karaçay Gazetesi, Sayı: 131-132, 2. sayfalar, Çerkessk, 1992. Laypanlanı, Kaziy., Eltarkaçha Ming Cıl, Karaçay Gazetesi, No: 49, Çerkessk, 1998. Laypanov, K.T., Etnogenetiçeskie Vzaimosvyazi Karaçayevo-Balkartsev s Drugimi

Page 54: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Narodami, Çerkessk, 2000. Lyulye, Leonti., Çerkesya, Çeviren: Murat Papşu, Çiviyazıları, İstanbul. 1998. Mızılanı, İsmail., Türk Halklanı Tarih em Kultura Tamırları, Mingitav, Sayı: 3, Nalçik, 1993. Mızıulu, İsmail., Merkezi Gafgazın Etnik Tarihinin Köklerine Doğru, Çevirenler: Prof. Dr. Süleyman Eliyarlı, Doç. Dr. Mehman Abdulla, TDAV Yayınları, İstanbul, 1993 [Miziyev, İ.M., Şagi K İstokam Etniçeskoy İstorii Tsentralnogo Kavkaza, Nalçik, 1986]. Mızıulu, İsmail., Tarih Halknı Baylıgıdı, Mingitav Dergisi, Sayı: 4, Nalçik, 1994 [Mızıulu, İsmail., Tarih Halkın Zenginliğidir, Çeviren: Adilhan Appa, Bilig Dergisi, Sayı: 7, Ankara, 1998]. Mızıulu, İsmail., Skifla bla Karaçay-Malkarlıla, Mingitav, Sayı:6, Nalçik, 1994. Miller, M., Balkar Türklerinin Asılları Meselesi Etrafında, Dergi, Sayı: 30, Münih, 1962. Miller, V.F., Osetinskie Etüdı, Cilt-III, Moskova, 1887. Miller, V.-Kovalevskiy, M., V Gorskih Obşçestvah Kabardı, Vestnik Evropı, Kn. IV, 1884. Miziyev, İ.M., Turistskimi Tropami v Glub Vekov, Nalçik, 1976. Miziyev, İ.M., Oçerki İstorii i Kulturı Balkarii i Karaçaya XIII-XVIII vv, Nalçik, 1991. Miziyev, İ.M., İstoriya Karaçayevo-Balkarskogo Naroda s Drevneyşih Vremen Do Prisoedineniya k Rossi, Nalçik, 1994. Mokayev, A., Malkarnı Çaşav Tarıhından, Şuyohluk, No: 3, Nalçik, 1976. [Mokayev, A., Malkar Halkının Tarihi, Çeviren: Adilhan Appa, TDAV Tarih Dergisi, Sayı: 173-174, İstanbul, 2001]. Momsen., T., Ueber den Chronographen von Jahre 354, Saechischen Geselshaft der Wissenschaften, I, Leipzig, 1850. Nemeth, Gyula., Hunlar ve Tanrının Kırbacı Attila, Çeviren: Tarık Demirkan, YKY, İstanbul, 1996. Noghumuka, Şora B., Çerkes Tarihi, Çeviren: Vasfi Güsar, Baha Matbaası, İstanbul, 1974. Nurettinov, Ferhat A. [Ed.], Mikail Baştu İbn Şams Tebir'in Şan Kızı Destanı, Çeviren: Avidan Aydın, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1991. Ostrogorsky, Georg., Bizans Devleti Tarihi, Çeviren: Fikret Işıltan, TTK Yayınları, Ankara, 1995. Otarov, S.A.-Holayev, A.Z., Malkar Halk Cırla, Nalçik, 1969.

Page 55: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Ögel, Bahaeddin., Türk Mitolojisi, Cilt I., Selçuklu Tarih ve Medeniyeti Enstitüsü Yayınları, TTK Basımevi, Ankara, 1971. Patkanov, K., İz Novogo Spiska "Geografii" Pripisayvaemoy Moyseyu Horenskomu, Jurnal Ministerstva Narodnogo Prosveshteniya, CCXXVI, 1883. Pigulevskaya, N.V., Siriyskie İstoçniki po İstorii Narodov SSSR, 1941. Rasonyi, Laszlo., Tarihte Türklük, TKAE Yayınları, Ankara, 1993. Roux, Jean-Paul., Türklerin Tarihi, Çeviren: Galip Üstün, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1991. Safran, Mustafa, Yaşadıkları Sahalarda Yazılan Lûgatlara Göre Kuman/Kıpçaklarda Siyasi, İktisadi, Sosyal ve Kültürel Yaşayış, TKAE Yayınları, Ankara, 1993. Saydam, Abdullah., Kırım ve Kafkas Göçleri, TTK Yayınları, Ankara, 1997. Simeonov, B., İstoçni İsvori za İstoriyata i Nazvaniyeto na Asparuhovite Bulgari Vekove VIII, 1979. Skryinskaya, E.Ç., Yordan-O Proishojdenii i Deyaniyah Getov, Moskova, 1960. Şamanlanı, İbrahim., Koban Başında-Tarih Haparla, Çerkessk, 1987. Şamanlanı, İbrahim., Colovçunu Haparı, Karaçay [Gazetesi], 8. Sayfa, Çerkessk, 01.05.1992. Şami, Nizamüddin., Zafername, Çeviren: Necati Lugal, TTK Yayınları, Ankara, 1987. Şeşen, Ramazan, İslam Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, TKAE Yayınları, Ankara, 1985. Tarhan, Taner M., Eskiçağda Kimmerler Problemi, VIII. Türk Tarihi Kongresi Bildirileri, I. Cilt, TTK Yayınları, 1979. Tardy, Lajos., The Caucasian Peoples and Their Neigbours in 1404, Acta Orientalia, Tom: 32, Budapest, 1978. Tavkul, Ufuk., Kafkasya Dağlılarında Hayat ve Kültür, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1993. Tekelanı, German., Bügüngü Karaçay-Çerkesiyanı Cerinde Burungu Kıpçak Belgile, Tıngısız Cürekle, Çerkessk, 1979. Tekin, Talat., Tuna Bulgarları ve Dilleri, TDK Yayınları, Ankara, 1987. Togan, Zeki Velidi., Ibn Fadlan's Reisebericht, Leipzig, 1939. Togan, Zeki Velidi., Hazar, İ.A., Cilt V/I, İstanbul, 1977. Togan, Zeki Velidi., Alan, İ.A., Cilt I, İstanbul, 1978.

Page 56: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Togan, Zeki Velidi., Umumi Türk Tarihine Giriş, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1981. Tornau, Feodor F., Bir Rus Subayının Kafkasya Anıları, Çeviren: Keriman Vurdem, Kafkas Derneği Yayınları, Ankara, 1999. Tulçinskiy, N.P., Poemı, Legendı, Pesni, Skazki i Poslovitsı Gorskih Tatar Nalçikskogo Okruga Terkskoy Oblasti, Terskiy Sbornik-Literaturno-Nauçnoe Prilojenie k Terskomu Kalendaryu, vıp. IV, Vladikavkaz, 1903. Wagner, Moritz., Kafkas-Rus Savaşında Çerkesler-Çeçenler-Kazaklar ve Gürcüler, Çeviren: Sedat Özden, Kayıhan Yayınları, İstanbul 1999. Yakubovskiy, A.Yu., Altın Ordu ve Çöküşü, Çeviren. Hasan Eren, TTK Yayınları, Ankara, 1992. Yücel, Yaşar., Timur'un Ortadoğu-Anadolu Seferleri ve Sonuçları, TTK Yayınları, Ankara, 1989. Zekiev, Mirfatih., İdil Tatarları, Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi-17, Tatar Edebiyatı-I, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2001. ______________________________________________________ Adilhan Adiloğlu, Karaçay-Malkar Türkleri, Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi-Karaçay-Malkar, Cilt: 22, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2002, s. 13-45

KARAÇAY-BALKAR TÜRKLER İNİN KÖKEN İ

Adilhan Adilo ğlu

Proto-Türk kavimleri daha M.Ö. 5000 yıllarında Kafkasya coğrafyasıyla ilişki içerisindeydiler. Yani, Kafkasya’nın kaderi daha o zamandan beri Türk dünyasıyla ilişkilidir. Araplar, VIII. yüzyılda Kafkasya’yı fethederek İtil ırmağı ötesine kadar ulaşmışlar, fakat Bizans ve Hazar direnişi karşısında geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Bu arada Ermeni ve Gürcü krallıkları genişlemiş ve İranlıların bölgedeki etkinliği artmıştır. Sonraları Oğuzlar ve dolayısıyla Selçuklu Türkleri Kafkasya’ya gelmiş, nihayet XIII. yüzyılda Moğollar Kafkasya’yı ele geçirmişlerdir. Proto-Türk kavimleri daha M.Ö. 5000 yıllarında Kafkasya coğrafyasıyla ilişki içerisindeydiler. Yani, Kafkasya’nın kaderi daha o zamandan beri Türk dünyasıyla ilişkilidir. [s. 572] Proto-Türk kavimleri daha M.Ö. 5000 yıllarında Kafkasya coğrafyasıyla ilişki

Page 57: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

içerisindeydiler. Yani, Kafkasya’nın kaderi daha o zamandan beri Türk dünyasıyla ilişkilidir. Araplar, VIII. yüzyılda Kafkasya’yı fethederek İtil ırmağı ötesine kadar ulaşmışlar, fakat Bizans ve Hazar direnişi karşısında geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Bu arada Ermeni ve Gürcü krallıkları genişlemiş ve İranlıların bölgedeki etkinliği artmıştır. Sonraları Oğuzlar ve dolayısıyla Selçuklu Türkleri Kafkasya’ya gelmiş, nihayet XIII. yüzyılda Moğollar Kafkasya’yı ele geçirmişlerdir. Proto-Türk kavimleri daha M.Ö. 5000 yıllarında Kafkasya coğrafyasıyla ilişki içerisindeydiler. Yani, Kafkasya’nın kaderi daha o zamandan beri Türk dünyasıyla ilişkilidir. Araplar, VIII. yüzyılda Kafkasya’yı fethederek İtil ırmağı ötesine kadar ulaşmışlar, fakat Bizans ve Hazar direnişi karşısında geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Bu arada Ermeni ve Gürcü krallıkları genişlemiş ve İranlıların bölgedeki etkinliği artmıştır. Sonraları Oğuzlar ve dolayısıyla Selçuklu Türkleri Kafkasya’ya gelmiş, nihayet XIII. yüzyılda Moğollar Kafkasya’yı ele geçirmişlerdir. Moğollar kendilerinden nüfus olarak daha fazla olan Türklere, onların askeri üstünlüklerinden dolayı bağımlı kalmışlar ve kendilerinden sonra ortaya çıkan devletler hep Türk asıllı olmuşlardır [1]. Kafkasya’da Elbruz dağının [Mingitaw] doğu ve batısındaki yüksek dağlık vadilerde yaşayan Karaçay-Balkar Türkleri, tarih boyunca bölgede hakimiyet kuran Kimmer, Saka [İskit], Hun-Bulgar ve Kıpçak Türklerinin binlerce yıl süren etnik bütünleşmesinden süzülerek ortaya çıkmış bir Türk boyudur. Elbruz dağının batısında Koban [Kuban] ırmağının kaynak bölgesindeki Kartcurt, Hurzuk, Uçkulan köyleri ile Duvut, Teberdi, Morh, Ishavat, Urup, Laba ırmaklarının yukarı bölgelerinde ve Arhız, Cögetey, İnçik [Zelencuk], Mara vadilerinde; Elbruz dağının doğusunda Bashan [Baksan], Çegem, Holam, Bızıngı ve Balkar [Çerek] vadilerinde yaşarlar. Karaçay-Balkarlar günümüzde yoğun olarak Rusya Federasyonuna bağlı Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti ile Kabardey-Balkar Cumhuriyetinde yaşamaktadırlar. Bu cumhuriyetlerde Karaçaylıların nüfusu yaklaşık 200 bin, Balkarların nüfusu ise 130 bin kadardır. Ayrıca; Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’da 20 bin, Türkiye’de 20 bin, ABD’de 5 bin, Suriye’de 1500 civarında Karaçay-Balkar yaşamaktadır. 22-26 Haziran 1959 tarihinde, Nalçik şehrinde yapılan, “Karaçay-Balkar Halkının Etnik Oluşumu” konulu sempozyumda şöyle bir sonuca varılmıştır: “Karaçay-Balkarların etnik oluşumu, Bulgar, Alan, Kıpçak, ve yerli Kafkas kabilelerinin birbirleriyle karışmasından meydana gelmiştir.” [2] Kafkasya tarihi ve kültürü üzerine yaptığı çalışmalarıyla meşhur E.P. Alekseyeva, bu etnik oluşumun, Karaçay-Balkarların bugün yaşadığı topraklarda XIII-XIV. yüzyıllarda, tamamlandığını söylemekte; yukarıdaki Bulgar, Alan, Kıpçak ve yerli Kafkas kabileleri dizisine bir de “Koban Kültürü”nü yaratan kavimleri eklemektedir [3]. Kafkasya’da Kimmerler ve Sakalar Eskiçağ tarihinde, “Bozkır Göçebeleri”nin yaratmış oldukları “Atlı Kavimler Medeniyeti” veya “Bozkır Kurgan Kültürü” sahipleri, Kafkasya coğrafyasındaki Türk varlığının başlangıcını oluşturmaları bakımından büyük önem arz etmektedir. Bozkır Kurgan kültürünün sahipleri olan Proto-Türk kavimleri, Kafkasya’ya geldikleri zaman burada dağ eteklerinde yaşayan yerli kavimlerle karışarak “Maykop” ve “Koban” kültürlerini oluşturmuşlardır. Bu kültür tipinin en önemli özelliği ise kurgan tipi mezarlardır. Bilindiği gibi kurgan tipi mezarlar, Türk kavimlerini en eski mezar tipini yansıtmaktadır. Kurgan tipi mezar kültürü, en eski çağlardan M.S. XVIII. yüzyıla kadar Türk kavimlerinde

Page 58: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

muhafaza edilmiştir. Kafkasya’da, “Bozkır Kurgan Kültürü” sahiplerine [Proto-Türkler~Kimmer ve Sakalar] ait ortaya çıkarılan arkeolojik bulgular, Türk kavimlerinin çok eski çağlardan beri bu coğrafyada yaşadıklarının delilidir. Bu arkeolojik delillerin en açık örneği, M.Ö. IV. bin’den kaldığı sanılan “Nalçik Mezarlığı”dır. Bu mezarlık [s. 573] “Zatişye” [sessizlik] bölgesindedir. Bu mezarlıkta tespit edilen bulgular, Kafkasyalı yerli kavimler ile Bozkır Kurgan Kültürü sahiplerinin birbirleriyle yakın ilişkilerde bulunduklarını ortaya koymaktadır. Balkarya’da “Bıllım” köyü yakınında; Krasnodar ve Karaçay bölgelerinde “Kelermeskiy”, “Novolabinskiy”, “Zubovskiy” köyleri ve “Aşağı Cögetey” şehri yakınında; Çeçen-İnguş ülkesindeki “Mekenskiy” köyü yakınında; Kabardey’de “Akbaş” ve “Kişpek” köyleri yakınında, Bozkır Kurgan Kültürü sahiplerinden kalma eski arkeolojik bulguların sayısı oldukça fazladır [4]. Bozkır Kurgan Kültürü sahiplerinin büyük bir kısmı, M.Ö. II. bin başlarından, M.Ö. VIII. yüzyıla kadar Karadenizin kuzeyinde ve Kafkasya coğrafyasında yaşamışlar ve tarihte “Kimmerler” adıyla tanınmışlardır [5]. Bakır ve Bronz çağlarına ait, Kimmerlere izafe edilen, “İskit öncesi kültürleri”ni temsil eden gömüler tespit edilmiştir. Bu devirleri temsil eden kütürler; kuzeyde Kiev civarındaki ormanlık alandan, batıda Podolia bölgesi ve doğuda Urallara kadar uzanan geniş bozkır kuşağına yayılmışlardır. Ayrıca, Kuzey Kafkasya’da yer alan ve merkezi Kafkasya yaylaklarını kapsayan Koban bölgesi de bu alana dahildir. Bu bölgedeki buluntular, güney Rusya Bronz Çağı formlarına bağlı bir durum göstermekle birlikte kısmen özel bir bölüm teşkil etmektedirler [6]. Kuzey Kafkasya’da yapılan arkeoloji çalışmalarında, Kimmerlere ait avcılıkla ilgili eşyalar, silahlar, bakır ve tunçtan yapılmış oraklar bulunmuştur. Bunların büyük bir kısmı da, Karaçaylıların yoğun olarak yaşadığı Kartcurt, Uçkulan, Teberdi, İndiş ve Sarıtüz köylerinde bulunmuştur [7]. M.Ö. XII-VII. yüzyıllar arasında, Kuzey Kafkasya’nın merkezi [orta] kısımlarında “Koban Kültürü” oluşmuştur. Kuzey Osetya Cumhuriyetinin “Koban” köyünde ortaya çıkarılan arkeolojik buluntuların yansıttığı kültüre, köyün adından dolayı, “Koban Kültürü” adı verilmiştir. Bu arkeolojik malzemelerin, Koban kültürünün M.Ö. VII-VI. yüzyıl dönemlerine ait olduğu sanılmaktadır [8]. Kafkasya’da Terek ırmağı civarındaki Pyatigorsk [Beştav] kurganları [M.Ö. 1200] ve Koban başındaki kalıntılar [saf bronz çağı M.Ö. 1200-1000] Kimmerlerden kalmıştır [9]. Katakomb kültürü ile Koban kurganları birbirleriyle organik olarak bağlantılıdır. Öyle ki her iki gruptan elde edilen arkeolojik materyali birbirinden ayırmak imkansız gibidir. Bu nedenle de, her iki kültür grubu “Koban-Katakomb Komleksi” olarak da adlandırılmaktadır. Koban kurganları, Kimmerlerin, Kafkaslar üzerine yayılmaya başladıklarını göstermektedir. Bu kültürün komşu çevre kültürleri üzerindeki etkileri dikkati çekmektedir. Koban ve Kolkhidik adıyla anılan kültürler, Kimmerlerin merkezi Kafkasya’ya yayılan büyük kolunun temsilcisidirler. Çevre kültür üzerindeki etkileri dikkat çekicidir. Öte yandan, yerli Kafkas gelenekleri de bu yeni gelenleri [Kimmerleri] oldukça etkilemişlerdir. Kurganlardan elde edilen arkeolojik materyal çok zengin olup, bozkır insanlarının tipik savaşçı karakterlerini açıkça yansıtmaktadır [10]. XIX. Yüzyıldan günümüze kadar eden araştırmalar, Kimmerlerin Güney Rusya ve “Kafkasya Bronz Çağı” kültürlerinin bir “temsilcisi ve taşıyıcısı” olduğunu ortaya koymuştur. Buna göre, Kimmerler etnik bakımdan Ural-Altay kökenli bir kavimdir. Yani Proto-Türkler kavramı ile organik olarak bağıntılıdır ve onun bir parçasıdır. Kimmerler “Kurgan Kültürü”nün tipik bir temsilcisi ve bozkırların geniş sahalarına yayılmış olan “Atlı Kavimler Medeniyeti”nin büyük bir “batı kolu”nu teşkil ederler [11]. Kimmerler, MÖ.VIII. yüzyılın son on yılında Karadenizin kuzeyindeki bozkırlarda

Page 59: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

meskun iken, Sakaların [İskitlerin] gelmesiyle, buradan Kafkasya’ya doğru yönelmişler, Derbent ve Daryal geçitlerini aşarak Anadolu ve Mezopotamya topraklarına yayılmışlardır [12]. Sakaların baskısı sonucunda göç eden Kimmerlerden arta kalanlar, kendileriyle akraba olan Sakalar tarafından izole edilmişler ve zamanla da onlarla kaynaşarak tarih sahnesinden silinmişlerdir [13]. Kimmerlerin arasında Bulgar Türklerinin atalarının da yaşadığı veya Kimmerlerin tamamiyle doğrudan Bulgar Türklerinin ataları olduğu hakkında görüşler vardır. Sözgelimi Prokopius, Kimmerleri doğrudan Bulgarların ceddi olarak göstermektedir. İran-Hazar rivayetleri de Bulgarların ceddi olarak “Kimari”den [Kimmer] bahseder [14]. “Mücmel el-tavarih”te Yafes’in yedinci oğlu “Kemari”nin [Kimmer] Bulgarların babası olduğu yazılıdır [15]. Macar mitolojisinde; “Vaktiyle Kimmer kralının Kutirgur ve Utirgur adlı iki oğlu varmış” şeklinde, Kimmerlerin Kutirgur ve Utirgurların [Bulgarların] ataları olduğu ifade edilmektedir [16]. Bulgarların yakın akrabası Hazar Türklerinin Hakanları kendi cedlerini sırasıyla “Nuh-Yafes-Kimmer-Togarma” şeklinde göstermişlerdir. Kimmer’in oğlu Togarma ise bütün Türklerin atası sayılmaktadır [17]. M.F. Kırzıoğlu, en eski Gürcü vakayinamesi sayılan “Kartlis Tshovreba”da M.Ö. dönemlerde sürekli bahsi geçen “Hazarlar”ın aslında Kimmerler olduğunu ve Kimmerlerin de Hazarların ataları olduğunu söyler [18]. Asur kaynaklarında “Aşguzai”, eski Yunan kaynaklarında “Skyth”, Çin kaynaklarında “Sai” [Sak], Pers kaynaklarında ise “Saka” şeklinde anılan Sakalar [İskitler] da Proto-Türk kavimlerinden biridir. Kimmerler gibi Sakalar da, Türkler dışında, akla hayale gelebilecek her milletle soydaş gösterilmiştir. Saka araştırmaları, [s. 574] Kimmerlere göre, çok daha ileri safhadadır. Karşıt hipotezlere rağmen, kökenleri Orta Asya’ya bağlanmakta ve Sakaların Türk kökenli oldukları kabul edilmektedir. Arkeolojik materyal ve kaynaklar bu tezin ana dayanak noktalarını oluşturmakta ve diğer görüşleri objektif bir şekilde bertaraf etmektedir [19]. Sakaların etnik kökeni hakkındaki görüşler genel olarak üç grupta toplanmaktadır. Birinci grup, yani Avrupalı bilim adamları, Sakaların İranî kökenli bir kavim olduğunu kabul ederler. İkinci grup, Sakaların Slav kökenli bir kavim olduğu yönündeki görüşlerdir. Üçüncü grup, Sakaların Ural-Altay kökenli bir kavim olduğu yönündeki görüşlerdir. Bu görüşü ortaya ilk atan B.G. Niebuhr olmuştur. B.G. Niebuhr, Herodotos Tarihi’ni tarafsız bir yöntemle inceledikten sonra Sakaların Türk veya Moğol kökenli bir kavim olabileceğini ileri sürmüştür. Dayandığı esaslar, Sakalar ile Türk-Moğolların dilleri ile eski kültür, adet ve gelenekleri arasındaki benzerlikler olmuştur. G. Grote, K. Neumann, G. Nagy, G. Kuun, E. Minns, O. Franke, E. Meyer, G. Huntingford, Z.V. Togan, S.M. Arsal, Y. Öztuna, M.F. Kırzıoğlu, İlhami Durmuş ve daha birçok tarihçi Sakaların Türk kökenli bir kavim olduğu görüşünü kabul etmektedirler [20]. Karaçay-Balkar Türklerinin mitolojisinde en eski ocak tanrıçasının adı “Tabıt~Tabu” şeklindedir. Herodotos, Sakaların “Tabiti” adında bir ocak tanrıçasını kutsadıklarından bahseder [21]. Kolayca anlaşılacağı gibi, Sakaların “Tabiti” adlı ocak tanrıçasının, Karaçay-Balkar mitolojisinde şekil ve anlam bakımından “Tabıt~Tabu” şeklinde korunduğu görülmektedir. Hippokrates, Sakaların yiyecekleri hakkında bilgi verirken; “Hippage” denilen bir peynirden bahsetmektedir. Z.V. Togan, bunu “kurut” şeklinde açıklamıştır [22]. Fakat bu sözün, kurut yerine, Karaçay-Balkar Türkçesindeki, Sakaların “hippage”sine çok benzeyen “huppegi” sözüyle [peynir suyu ve yoğurt suyu] açıklanmasında fayda vardır. Karaçay-Balkar Türkleri, peynir ve yoğurt suyundan bir tür yağsız peynir yaparlar ve buna “huppegi bışlak” [lor peyniri] derler. Görüldüğü gibi, Sakaların “hippage”si,

Page 60: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Karaçay-Balkar Türklerinde “huppegi” şeklinde bugün bile yaşamaktadır. Öte yandan bu söz, Kuzey Kafkasya’nın İranî kökenli kavimlerinden olan Oset’lerde de “huppag” [inceltilmiş lapa] şeklinde yaşamaktadır [23]. Herodotos, Sakaların et pişirmek için kapları olmadığı takdirde, önce hayvanın iskeletini, ızgara gibi kullanmak üzere, itinayla çıkardıklarını, sonra da kemiklerinden sıyrılmış etleri bu iskeletin üzerine koyduklarını, etlerini sıyırdıkları öteki kemikleri de odun niyetine iskeletin altında koyup ateşe verdiklerini anlatıyor [24]. İ.M. Mızı, Sakaların tencere ve oduna ihtiyaç olmaksızın bu pratik et pişirme yönteminin aynısının, bugün bile, Kafkasya meralarında sürülerini otlatan Karaçay-Balkar çobanların uyguladığını ve bunun da çok eski bir Karaçay-Balkar adeti olduğunu söylemektedir [25]. Herodotos, Sakaların fala ve falcılığa çok meraklı olduklarını anlatır. Sakalar söğüt dallarıyla fal bakarak gelecekten haber vermektedirler [26]. Ammianus Marcellinus, Sakaların söğüt dallarıyla fala bakma yönteminin Alanlarda da olduğunu söyler [27]. Öte yandan, İ.M. Mızı da, Saka ve Alanların söğüt dallarıyla fal bakma adetinin, özellikle Sibirya Türklerinde ve Karaçay-Balkar Türklerinde halen muhafaza edildiğini söyler [28]. Sonuç olarak temelde, Kimmer ve Saka [İskit] kültürleri arasında kesin bir ayrım yoktur. İkisi arasındaki arkeolojik materyali birbirinden ayırmak imkansızdır. Bunun nedeni, her iki kavmin aynı etnik kökene dayanmalarından ileri gelmektedir. “Srubna Kültürü” temelinde, aynı etnik kökene dayanan Kimmer ve erken Saka kültürü, Proto-Türklerin bir temsilcisidir [29]. Kimmerler ve Sakalar tarihin farklı ama birbirini takip eden erken dönemlerinde Kafkasya’ya gelerek bölgenin etnik ve kültür yapısını oldukça derinden etkilemişlerdir. M. Seyidov tarih sahnesindeki varlıklarını bin yıldan fazla bir süre devam ettiren Sakaların, Yakut, Kazak ve Kafkasya’da yaşayan Türk boylarının [Karaçay-Balkarların] etnik oluşumunda önemli rol oynadıklarını söylemektedir [30]. Bizim bu çalışmada gösterdiğimiz birtakım benzerlikler de Kimmerler ve Sakaların Karaçay-Balkar Türklerinin etnik ve kültür yapısının oluşumundaki izlerini göstermektedir. Bulgarlar ve Hunlar Çin kaynaklarında daha milattan önce “Okut” veya “Hokut” şeklinde bir Türk kavim adı geçmektedir. Bu kavmin Uygurlar olduğu ileri sürülmüş ise de, Uygurlar daha sonraki tarihlerde ortaya çıktıkları için Okut kavminin Ogurlar olması daha kuvvetli bir ihtimaldir [31]. Ogur Türkleri, Hiung-nu’lar [Hunlar] zamanında, onların kuzeyinde yerleşmiş bulunan, güneybatı Sibirya’da yaşayan, Çinlilerin “Ting-ling” ve daha sonra “Tieh-le” adını verdikleri kavimdir. Türk oldukları kesinlik arz eden Ting-ling kavminin ana yurtlarının Orhon civarı olduğu sanılmaktadır. Ting-ling kavminin bir kısmı da “Vusun”ların batısında yaşıyorlardı [32]. Ting-ling kavmi veya Ogurların İtil-Yayık havzasına ne zaman geldikleri kesin olarak tespit edilememiştir. Z.V. Togan, Ogurların tarihini çok eski çağlara götürmekte ve “Ogur” adının milattan önceki dönemlerde “Türk” sözü yerine kullanıldığını ileri sürmektedir. Ona göre, Ogurların esas yayılmaları milattan önceki dönemlerde [s. 575] cereyan etmiştir ve Önasya’daki “Hurriler” ile Ogurlar aynı kavimdir [33]. Sümerler ile de akraba oldukları ileri sürülen Hurriler M.Ö. 5000 yıllarında Türkistan coğrafyasında yaşıyorlardı. Hurrilerin, M.Ö. 4000 bin yıllarında Azerbaycan ve Doğu Anadolu dolaylarında gelip yerleştikleri sanılmaktadır [34]. Gerçekten de, Doğu Anadolu’da yapılan arkeoloji çalışmaları sonucu elde edilen bilgiler, Z.V. Togan’ın bu teorisini kuvvetlendirmektedir. M.Ö. 4000 yıllarında, kuzeyde Kafkasya, güneyde Suriye’nin kuzeyi, doğuda Urmiye

Page 61: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

gölü civarı, batıda Malatya-Elazığ bölgesi arasında kalan geniş bir alanda üstün bir uygarlık ve kültür tesis eden Hurrilerin Asyalı bir kavim oldukları ve dillerinin de Ural-Altay dil ailesine mensup olduğu bilim adamları tarafından kabul edilmektedir [35]. Bulgar tarihçi B. Simeonov, eski Çin kaynaklarında, M.Ö. 103 yılında ait bir kayıtta “Pu-ku” ve “Bu-gu” şeklinde geçen kavmin Bulgarlar olduğunu ve onlardan Amu-Derya’nın batısı ve Tien-Şan dağlarının kuzeybatısında yaşayan bir kavim olarak bahsedildiğini söylemektedir [36]. Fakat, B. Simeonov’un bahsettiği Pu-ku veya Pu-ku kavmi, herhalde Kök-Türkler döneminde de mühim bir rol oynayan ve Kök-Türklerin idaresinde iken 620’li yıllarda diğer Töles boylarıyla birleşerek “Altı-Bag Bodun”u oluşturarak Kök-Türklere karşı isyan eden “Bu-gu” Türkleri olmalıdır [37]. Bulgar adına Latin kaynaklarında ilk olarak M.S. 354 yılında rastlamaktayız. Yazarı meçhul olan ve M.S. 354 yılında yazıldığı anlaşılan “Anonim Kronik”te Bulgar Türklerinden [Ziezi ex quo Vulgares] bahsedilmektedir [38]. Bizans kaynakları ise M.S. 482 yılında, Avrupa Hun imparatoru Attila’nın küçük oğlu İrnek’in kurmuş olduğu devletin en önemli kabilesi olarak “Bulgar” adını zikrederler [39]. Halbuki, Bulgar Türkleri hakkında en eski yazılı kayıt, Süryanî Mar-Abas Katina’ya aittir. Mar-Abas Katina, Bulgar Türklerinin M.Ö. 149-127 yıllarında Kafkasların kuzeyinde yaşadıklarından bahsetmektedir. Bu kayıt, VII. yüzyıl Ermeni tarihçisi Khorenli Musa [Moses Khorenaci], tarafından da nakledilmiştir. Khorenli Musa, Bulgarlarla ilgili olarak şöyle demektedir; “Val Arşak oğlu I. Arşak zamanında [M.Ö. 149-127] Kafkasya dağları arasındaki Bulgarlar ülkesinde büyük karışıklıklar çıktı. Bunlardan kalabalık bir grup göçüp gelerek Gol’un altında çok verimli ve buğdayı bol ovalara yerleştiler.” [40] Başta M.İ. Artamonov olmak üzere bazı eski Sovyet ve Avrupalı tarihçiler, Mar-Abas Katina ile Khorenli Musa’nın Bulgarlar hakkında milat öncesi döneme ait verdiği bu haberleri anakronik sayarlar [41]. Fakat, V.F. Kahovskiy, K. Patkanov ve Z.V. Togan, Bulgarların gerçekten de milattan önceki dönemlerde Kafkasya’da yaşadıklarını ve bunların bir kısmının, Khorenli Musa’nın da işaret ettiği tarihlerde Ermenistan dolaylarına göç ettiklerini söylerler. V.F. Kahovskiy ve K. Patkanov, milat öncesi tarihlerde Kafkasya ve Ermenistan coğrafyasında Bulgarların yaşadıklarını ve bunun da tarihe uygun olduğu konusunda ısrarlıdırlar [42]. Bulgarların aslında Hunlardan çok daha önce Kafkasya’ya gelip yerleştikleri anlaşılmaktadır. Fakat, Bizans kaynaklarında Bulgar Türkleri daha çok Hunlarla birlikte anılmaktadır. Bulgarlar, Attila’nın Avrupa Hun İmparatorluğu’nun dağılmasından sonra en küçük oğlu İrnek’in kurmuş olduğu devletin en önemli kabilesi olarak geçmektedir. Yani, Avrupa Hun İmparatorluğunun yıkılmasından sonra Bulgarlar tarih sahnesinde yeni siyasi bir oluşumun en önemli parçası olarak ortaya çıkmaktadırlar. Hunlar Kafkasya’da Bizanslı Dionius de Charax, Hunların M.S. 330 yıllarda Kafkaslara geldiklerini bildirmektedir [44]. Fakat, Alanları yerinden edecek kadar güçlü bir hareket olan kavimler göçünün başlamasından ve Hunların toplu olarak İtil, Azak ve Kafkasya dolaylarına gelip yerleşmesinden çok daha önce, Orta Asya’dan gelip buralara yerleşen Hun kabilelerinin olduğu bilinmektedir. Bu kabileler, Hunların toplu göçünden en az 150 yıl önce buralara gelip yerleşmişlerdir [44]. Orta Asya’dan Avrupa’ya doğru dalgalar halinde akan Balamir Han yönetimindeki

Page 62: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Hunlar, 355-360 yıllarında, İtil ırmağını aştıktan sonra, Don ırmağını da geçmişler, Terek ve Koban’daki Alanların ülkesini tamamen hakimiyet altına almışlardı. Hunlar, Alanların ülkesini ele geçirdikten sonra hemen batıya yönelmediler. Kafkasya üzerinden 359 yılında İran’a ve 363-373 yılları arasında Ermenistan’a girdiler [45]. Hunlar kısa bir zamanda, Hazar denizinden Azak denizine kadar uzanan bütün Kafkasya coğrafyasını kontrol altına aldılar. Bütün bu tarihi olaylardan sonra, Kafkasya ve Azak denizi civarı, artık Hunların gerçek vatanı olarak sayılıyordu [46]. Balamir’in torunu Munçuk, hükümdarlığı zamanında, Kafkasya kavimlerinin hükümdarlığını kardeşi Aybars’a vermişti. Aybars, ordularının başında Kafkasya’da tam bir hakimiyet kurmak maksadıyla, İtil’den güneye doğru hareket etti. Bu dönemde, Azak ile Kafkasya arasındaki bozkırlarda yaşayan Alanlar ve Kasoglar [Çerkesler] ile karşılaştı ve onları yenilgiye uğratarak hakimiyeti altına aldı. Hunlar ile Alan ve Kasoglar arasında geçen bu tarihi hadiseler, Kabardey Çerkeslerinin destanlarına da geçmiştir. L.G. Lopatinskiy’nin Kabardeylerden derlemiş olduğu bir destanda Hunlar ile Kasogların olan savaşı anlatılır [47]. Hunlar, Kafkasya’nın tarihini, coğrafyasını, kültürünü çok derinden etkilemişler ve bu bölgede kalıcı izler bırakmışlardır. Sözgelimi, Hun ordularının Kafkasya üzerinden Anadolu’ya yaptıkları akınların başında, [s. 576] Hunların hükümdar “Dulo” sülalesine mensup “Kursık” ve “Basık” adlı iki komutandan bahsedilmektedir [48]. Hun prensi “Kursık”ın adı, Karaçaylıların en eski köylerinden olan “Hurzuk”un adında hatırasını korumaktadır. Öte yandan, Hurzuk adı sadece bir köyün adı değil, bu köyün de içinde bulunduğu büyük bir vadinin adıdır. Ayrıca, Koban ırmağının kaynağını oluşturan ırmaklardan birinin adı da “Hurzuk”tur. İ.M. Mızı’ya göre diğer Hun prensi “Basık”ın adı ise, bugün Kabardey-Balkar Ö.C. sınırları içerisinde bulunan fakat daha çok Karaçay-Balkarlıların yaşadığı “Bashan~Baksan” [Basık-Han] vadisinde hatırasını devam ettirmektedir. Yine, Balkarya’daki Çegem ırmağının kollarından biri olan “Dongat” [Doñat] suyunun adı, Hun komutanlarından “Donat”ın adını hatırlatmaktadır [49]. Karaçay’daki “Hun-Kala” [Hun-Kale] adındaki kale kalıntısı ile Balkar’daki “Hun-Tala” [Hun düzlüğü] toponimleri Hunların adından kalmıştır [50]. Ayrıca, Hunların meşhur hükümdar sülalesi “Dulo” [Dula~Doula] adı, Karaçaylıların eski sülalelerinden biri olan “Dola” sülalesinde adını korumaktadır. Dağıstan’da, Avarların meskun olduğu tarihi “Hunzakh” şehri Hunlardan kalmış olup, bu şehrin adı, Avar dilinde “Hun yeri” demektir [51]. Bunların dışında, Macaristan’daki Hun çağı eserleriyle, Kafkasya’da Terek ve Digor bölgelerinde bulunan eserlerin birbirleriyle çok yakınlık göstermesi, Hunların Kafkasya kültüründe ne kadar etkili olduğunu göstermektedir [52]. Magna Bulgaria Attila’nın 453 yılında ölümü üzerine, yerine büyük oğlu İlek geçti fakat imparatorluğun parçalanmasının önüne geçemedi. Attila’nın ikinci oğlu Tengizik de Tuna civarı ve Romanya ovalarına yerleşti. Attila’nın küçük oğlu İrnek ise 456 yıllarında kendisine bağlı Hun kabileleriyle birlikte Orta Avrupa’yı terk ederek Karadeniz kuzeyindeki bozkırlara geldi. İrnek Han, burada karşılaştığı Bulgar kabileleriyle birleşerek bir Hun-Bulgar Devleti kurmuş ve gelecekte Kubrat Han’ın kuracağı “Magna Bulgaria”nın [Büyük Bulgarya] temellerini atmıştır [53]. Bizanslı Priskos ve Suidas, 463 yılında Şaragur, Ogur ve Onogur adlı kabilelerin Karadeniz kuzeyindeki bozkırlarda, Tuna ırmağının kolları ile Volga arasındaki bozkırlarda yerleşmiş olduklarını kaydederler ve daha sonra 482 yılında İrnek’in kurmuş

Page 63: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

olduğu birliğin en önemli kabilesi olarak “Bulgar” adını zikrederler. Bulgarlar daha sonra, Kutirgur ve Utirgur şeklinde iki kabile temelinde bir siyasi birlik oluşturmuşlardır. Bu ilk Bulgar birliğinin merkezi Koban ırmağı civarında bulunuyordu [54]. Avrupa’dan Karadenizin kuzeyindeki bozkırlara ve Kafkasya’ya dönüş yapan Hunlar ile buralarda çok eskiden beri yaşamakta olan Bulgar ve Sabir kabileleri arasında çatışma çıkacağı yerde, kısa sürede dostane temaslar neticesinde siyasi birlik oluşmuştu. Bulgar ve Sabirlerin bundan sonra kendileri için “Hun” adını kullanmaları bunun en güzel delilidir. IV. yüzyılda Bulgarların kendilerini Hunlardan sayması bir gurur vesilesi idi [55]. M.İ. Artamonov, Kafkasya’nın V. yüzyıldaki etnik haritasını şöyle çizmektedir: Dağıstan’ın kuzeyinden Kuma ırmağı ve onun kollarının çevrelediği yerlerde Sabirler ile onların biraz yukarısında Şaragurlar yaşamaktadır. Onların kuzeyinde ve batısında yani bugünkü Adige Ö.C. ve Krasnodar ile Stavrapol çevresinden Azak denizine kadar olan yerlerde Onogurlar yaşamaktadır. Azak denizinin kuzey kıyılarından doğu ve güneye doğru Şaragurlara kadar olan yerlerde Akatsirler [Akaçir] yaşmaktadır. Bugünkü Karaçay-Çerkes Ö.C. ile Kabardey-Balkar Ö.C ve Digorya [Kuzey Osetya] bölgelerinin tamamında da Alanlar yaşamaktadır [56]. Kök-Türklerin baskısıyla, 560 yıllarında batıya kaçan Avarlar, Kırım ve Kafkasya’daki Hun ve Bulgarları hakimiyet altına aldılar. Bulgarların bir kısmı, Avarların baskısına dayanamayarak Kafkasya dağlarına sığındılar. Bunlar daha sonraları Bizans ve Rus vakayinamelerinde “Kara Bulgar” adıyla anılacak olan ve bugünkü Karaçay-Balkar Türklerinin ataları olan Bulgarlardır. Kök-Türklerin batıya doğru daha da yayılmaya başlamasıyla, Avarlar da 567 yıllarında Balkanlara ve Avrupa içlerine doğru kaymaya başladılar. Avarlar gittikleri zaman beraberlerinde de Kutirgurların önemli bir kısmını götürdüler [57]. Kafkasya’daki diğer Bulgar kabileleri ise “Ermi” adlı bir Türk kabilesine [veya sülaleye] mensup “Gostun” [veya Organ] adlı bir prensin idaresinde 603 yılında toparlanarak yeniden birlik oluşturdular [58]. Tuna Bulgar Hanları Listesinde “Gostun” şeklinde geçen bu şahsın adı [veya unvanı] Bizans kaynaklarında “Organ” şeklinde geçmektedir. “Gostun” veya “Organ” adıyla anılan bu şahıs yakın bir gelecekte “Magna Bulgaria”yı [Büyük Bulgarya] kuracak olan “Kubrat Han”ın da dayısı [veya amcası]dır [59]. Kubrat, 605 yılında Bulgarların yönetimini, dayısı Organ’dan devralarak, Bulgarların “Elteber”i oldu. Fakat bu sırada Bulgarlar halen Avarların baskısı altındaydılar. Kubrat, hükümdar olduktan sonra, Bulgarların bağımsızlığı için Avarlara karşı mücadeleye başladı. Kubrat’ın bu mücadelesini Bizanslılar da destekliyordu. Hatta, Bizans İmparatoru Herakleios’la ittifak anlaşması yapan Kubrat, kendisine “Patrikios” unvanı verilmesini de sağladı. Kubrat, 630 yılında, Avarlara karşı açıktan isyan başlatmış, beş yıl süren bir mücadeleden sonra, 635 yılında, bu mücadelesini başarıyla [s. 577] sonuçlandırarak, temelde Onogur ve Utirgur [Onogur+Sabir] kabileleri olmak üzere “Magna Bulgaria” [Büyük Bulgarya] devletini kurmuştur [60]. Kubrat bundan sonra “Han Kubrat” olmuş ve ölünceye kadar da Han olarak kalmıştır [61]. Kubrat Han’ın 665 yılında ölümünden sonra yerine büyük oğlu “Bat-Bayan” geçer [62]. Fakat, VII. yüzyıl ortalarında, batıya doğru ilerlemekte olan Hazarların baskısı sonucu Büyük Bulgarya devleti dağılır. Bulgarların bir kısmı Hazarların idaresine girerken, bir kısmı da Kafkasya’yı terk ederler. Kubrat Han’ın oğullarından “Kotrag” kendisine bağlı kabilelerle Don ırmağının karşısına yerleşirken, “Asparuk” ise [63] yine kendine bağlı kabilelerle birlikte Tuna ırmağı boylarına doğru gider. Bat-Bayan ise Onogur, Utirgur, As-Alan ve Macarların hükümdarı olarak ata yurdu Azak-Kafkasya sahasında kalır. Fakat kısa bir süre sonra da Hazarların hakimiyetini kabul eder [64]. Bizanslı tarihçi Theophanes [760-818], “Kronik” adlı eserinde Bulgarlar hakkında değerli bilgiler vermektedir. Bu eserde verilen bilgileri, arkeoloji ve kısmen de filoloji önemli derecede

Page 64: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

doğrulamaktadır. Theophanes’in, Kubrat Han ve oğullarıyla ilgili naklettiği hikaye şöyledir; “Gölden [Azak denizi] ve Kuphis [Koban] adıyla anılan ırmağa kadar olan yerler Bulgarların ülkesidir. Bunun için buraya Büyük Bulgarya denilir. Bulgarlar ve onlarla birlik halindeki Kotraglar [Kutirgurlar?] burada yaşarlar. İmparator Konstantin döneminde [558-641] Bulgar ve Kotragların Krovat [Kubrat] adlı kralları öldü. Bu kralın beş oğlu vardı. Kral [Kubrat] ölmeden önce beş oğluna da, başka bir milletin kölesi olmamak istiyorlarsa birlik halinde olmalarını öğütlemişti. Fakat onun ölümünden kısa bir süre sonra beş oğlu da babaların öğüdünü tutmayıp kendilerine bağlı kabilelerle birlikte birbirlerinden ayrıldılar. Yalnız, Krovat’ın [Kubrat] Batbayan adlı büyük oğlu, babasının öğüdünü tutarak atalarının yurdunda kaldı. İkinci oğul Kotrag, Tanais [Don] ırmağını geçip ağabeyinin karşısındaki topraklara yerleşti. İster [Tuna] ırmağını geçen dördüncü oğlu [Kuber] Pannonia’daki Avar Hakanı’nın tabisi oldu. Beşinci oğlu [Alçek] ise Pentapolis’e kadar giderek Ravenna’daki Hıristiyan imparatorunun tabisi oldu. Asparuh adlı üçüncü oğul ise, Dnepr ve Dnestr ırmaklarını geçerek, Tuna’nın kuzeyindeki Onglos [Bucak] ırmağı civarına geldi ve güvenli bir yer olduğuna karar vererek buraya yerleşti. Böylelikle onlar beşe bölündüler ve zayıfladılar. Bundan sonra, Berzilia’nın içinden, eski Sarmatya topraklarında büyük Hazar kavmi çıktı ve Pont denizi [Karadeniz] kadar olan yerlerde hakimiyet kurdu. Bulgar kralının ilk oğlu Batbayan da Hazarların tabisi oldu. Bundan sonra, Batbayan onlara [Hazarlara] vergi ödedi.” [65] Kubrat Han’ın ölümünden sonra, çok geçmeden oğulları arasında ülkede hakim olma savaşları başladı. Asparuk, amcası Şambat’ın da desteğiyle Batbayan’ı sıkıştırmaya başladı. Bu karışıklık ve iç savaşlardan faydalanan Hazarlar Bulgarlara saldırarak iç savaş halindeki Büyük Bulgarya’ya son verdiler. Asparuk önceleri Hazarlara karşı koymaya çalıştıysa yenilerek geri çekildi [66]. Batbayan ise kendi idaresindeki Bulgarlarla birlikte, Elteber [vali, ikinci derece hükümdar] konumunda Hazarların hakimiyetine girdi. Daha sonraları, Batbayan’ın idaresindeki Azak ve Kafkasya Bulgarları, Bizans ve Rus vakanüvisleri tarafından “Kara Bulgarlar” adıyla anılmışlardır. Kara Bulgarlar ile Hazarlar arasındaki münasebetler oldukça iyi bir şekilde cereyan etmiştir [67]. Kara-Bulgarlar ve Karaçay-Balkarlar Birçok bilim adamı, tarihte “Kara Bulgarlar” veya “Koban Bulgarları” adıyla geçen Kafkasya Bulgarlarının, Karaçay-Balkar Türklerinin etnik oluşumunda birinci derecede etkili oldukları konusunda birleşmekte ve Karaçay-Balkarları doğrudan Kafkasya Bulgarlarının devamı olarak kabul etmektedirler. V.F. Miller, Karaçay-Balkar Türklerini, eskiden Koban ırmağı dolaylarında yaşamış olan eski Kafkasya Bulgarlarının devamı olarak saymaktadır. V. Minorsky ve J. Marqwart da aynı görüşte olup V.F. Miller’in bu görüşünü desteklemektedirler [68]. Meşhur eski Sovyet tarihçilerinden M.İ. Artamonov da, Karaçay-Balkarları, Bulgar Türklerinin devamı olarak kabul etmektedir. Ona göre, tarihte “Kara-Bulgar” adıyla bilinen ve Hazarların hakimiyetine giren Batbayan önderliğindeki “Koban Bulgarları” bugünkü Karaçay-Balkarların atalarıdır [69]. M.F. Kırzıoğlu yazmış olduğu birçok kitap ve makalelerinin hemen hepsinde; Bulgar Türklerinin, Karaçay-Balkarların ataları olduğunu söyler. M.F. Kırzıoğlu’na göre, XII. yüzyılda Genceli Nizami’nin şiirlerinde bile bahsettiği “Kafkasya Bulgarları” bugünkü Karaçay-Balkar Türkleridir [70]. F.A. Nurettinov, Karaçay-Balkarların, Avar ve Hazarların baskısıyla Azak-Kafkasya

Page 65: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

sahasını terk etmek zorunda kalan eski Bulgarların Kafkasya’da kalan bakiyeleri olduğunu söylemektedir [71]. Z.V. Togan da, Karaçay-Balkarların Kafkasya Bulgarlarının devamı olarak görmekte ve Karaçay-Balkarların önceleri bugünkü Çuvaşlar gibi Lir Türkçesini konuştuklarını, fakat XV. yüzyıldan önce tespit edilemeyen bir dönemde Şaz Türkçesine geçiş yaptıklarını söylemektedir [72]. Fakat, Z.V. Togan, Karaçay-Balkarların önceleri Lir Türkçesini konuştukları ve sonradan dillerinin Şaz Türkçesine dönüştüğüyle ilgili ileri sürdüğü [s. 578] bu görüşünü ispatlayacak herhangi bir delil sunmamıştır. Bulgar tarihçi B. Simeonov, Çuvaş ve Karaçay-Balkarların dillerini, eski Bulgar Türk dilinin varisleri sayarak şöyle bir açıklama getirir; “Çuvaş ve Karaçay-Balkar dilleri, eski Bulgar Türkçesinin devamıdır. Fakat, artık bugün Çuvaş dili daha çok Fin-Ugur dillerinin etkisinde kalarak eski Bulgar Türkçesinden uzaklaşmıştır. Balkar dili ise diğer Türk dillerinin etkisinde kalarak Bulgar Türkçesinin esaslarını kaybetmiştir.” [73] E.P. Alekseyeva, Bulgarların bir kısmının, VII. yüzyıldaki Hazar saldırılarından kaçarak Kafkasya’ya bugünkü Stavrapol, Beştav [Pyatigorskiy], Narsana, Arhız, Koban, Balkarya ve Digorya [Kuzey Osetya] bölgelerine gelip yerleştiklerini ve burada eskiden beri yaşayan Alanlar ile de karışarak bugünkü Karaçay-Balkarların temelini oluşturduklarını söylemektedir [74]. A. Miller, 1930’lu yılların başlarında, Digorya’daki [Kuzey Osetya] arkeoloji araştırmaları sırasında Bulgar Türklerine ait kulplu asma kazan parçalarını bulmuştur. A. Miller daha o zamanda: “Burada [Digorya’da] bulunan Bulgar kazanları, Azak Kara Bulgarları atalarının Kuzey Kafkasya’da bugünkü Balkar Türkleri olduğunu ortaya koymaktadır” şeklinde bir açıklama yapmıştı. Miller’e göre, Azak’taki Kara Bulgarlarının ataları önceden Kafkasya’da, bugünkü Digorya ve Balkarya topraklarında yaşıyorlardı. Daha sonra bunların bir kısmı Azak civarına göç etmiş, bir kısmı da Kafkasya’da kalmıştır. Kuzey Kafkasya’da kalanlar da bugünkü Balkar Türkleridir. A. Miller, ileride bu konuyla ilgili özel olarak ilgilenmek ve bu kültürün kalıntılarını bulmak düşüncesiyle arkeoloji literatüründe bu hususta herhangi bir açıklamada bulunmaktan çekinmişti. A. Miller, Azak Bulgarlarının, bugünkü Bulgaristan’a göç yollarının tespitini ve bugünkü Balkar Türkleri ile Azak Kara Bulgarlarının bir kökten olduklarını ispat etmeyi ve bundan sonra elde ettiği sonuçları bilim dünyasına açıklamayı düşünüyordu. Bütün çalışmaları bu yöndeydi. Fakat, 1933 yılının sonlarına doğru A. Miller, Sovyet hükümeti tarafından tutuklanarak Sibirya’ya sürgün edilmiş ve çok geçmeden de orada ölmüştür. Onunla birlikte konuyla ilgili çalışmaları ve toplamış olduğu malzemeler de ortadan yok olmuştur [75]. M. Miller ise, A. Miller’in Karaçay-Balkar Türklerinin Kara-Bulgarların devamı olduğu şeklindeki teorisini tamamen kabul etmektedir. Fakat ona göre, Azak’taki Kara Bulgarlar, Azak civarına Kafkasya’dan göç etmemiş, tam tersine, Azak’taki Kara Bulgarların bir kısmı göç ederek Kafkasya’ya gelmiş ve bugünkü Karaçay-Balkar Türklerinin temelini oluşturmuşlardır. M. Miller, Azak’taki Kara Bulgarların Kafkasya’ya göçlerinin Kiyev-Rus prensi Svyatoslav’ın 964-966 yıllarında Hazar Türklerine yaptığı seferler sırasında gerçekleştiğini ileri sürmektedir. Ona göre; “Svyatoslav, Hazarların Şarkel şehrini ele geçirdikten sonra Hazarların bütün kuzeybatı kısmını hakimiyet altına almış ve Kiyev-Rus prensliğiyle birleştirmişti. Rusların, Dnyeper’den güneydoğuya doğru yaptıkları akınların baskısı altına kalan Bulgarlar, Don ve Azak’tan Kafkasya’ya doğru göç etmişlerdir. Bugüne kadar elde edilen arkeolojik malzemeye dayanılarak denilebilir ki,

Page 66: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Kafkasya’daki Karaçay-Balkar Türklerinin, Rusların baskısıyla Azak civarından Kafkasya’ya göç edip gelen Bulgarların devamı oldukları şüphe götürmez bir gerçektir.” [76] Karaçay-Balkarların etnik bakımdan Kafkasya Bulgarlarının devamı olduğunu arkeolojik bulgular da desteklemektedir. Sözgelimi, Karaçay’da İndiş ırmağı yakınlarındaki Bulgar yerleşimi kalıntıları, Balkarya’da Aşağı Çegem ve Laşkuta köylerinde bulunan Bulgarlara ait arkeolojik eserler, Yukarı Çegem, Lıgıt ve Kaşha-Tav yakınlarında ortaya çıkarılan Bulgar Türklerinden kalma mezarlar, Karaçay-Balkarlar ile Bulgarlar arasındaki etnik bağlantıyı ortaya koymaktadır [77]. İ.M. Mızı, Kutirgur adının, Balkarya’nın Çegem vadisinde eski bir Balkar köyü olan “Gudurgu” adında, Bittogur adının da, Çegem ırmağının yukarı kısmında “Biturgu” şeklinde korunduğunu söylemekte; ayrıca “Çılmas”, “Bulungu”, “Uçkulan” ve “Bıllım” adlı Karaçay-Balkar köylerinin adlarının da Bulgar Türklerinden kaldığını ileri sürmektedir [78]. Balkar ve Bulgar Sözleri Arasındaki Benzerlik Birçok bilim adamı, Balkar ve Bulgar sözleri arasındaki benzerliğe dikkat çekmiş ve bundan dolayı da Bulgarlar ile Balkar Türkleri arasında etnik bağlantı kurmaya çalışmıştır. Fakat “Balkar” adı eski Sovyetler Birliği’nde, Avrupa’da ve Türkiye’deki Türkoloji literatüründe “Balkar” şeklinde geçmesine karşın, Balkar Türkleri kendilerini “Malkar” şeklinde adlandırırlar. Karaçaylılar da Balkarlara “Malkar” derler. “Bulgar” sözü ile “Balkar” sözü arasındaki benzerlikten hareketle, Bulgarların Balkar Türkleriyle etnik ilişkisini ortaya koymaya çalışan bilim adamları, “Malkar” sözünün, Türk dilinde görülen b>m ses değişimiyle ortaya çıktığını söylemektedirler. Balkar sözünün b>m değişikliğiyle Balkar şekline dönüştüğü kabul edilebilir olmakla birlikte burada Türk dili kurallarına aykırı olan g>k ses değişimi gözden kaçmaktadır. Türkçe’nin k>g ses değişimi kuralına göre; “Balkar” sözü eğer kaynağını “Bulgar” sözünden alıyor ise, Bulgar sözündeki gibi ‘g’ sesiyle “Balgar” şeklinde devam etmesi gerekirdi. Fakat bu kural tam tersine “g>k” şeklinde işlemiş ve “Balkar” sözü ortaya çıkmıştır. Şayet, Türk dilinin “k>g” ses değişimi kuralının buna benzer bir istisnası yok ise ya da bu kural “değişmez” bir kural ise; o zaman “Bulgar” sözünün önceki ve asıl şekli “Bulkar” olmalıdır. Bulgar adı, eski Bizans [s. 579] kaynaklarında “Bulgar~Bolgar” şeklinde anılmakla birlikte, İbn Rusteh’in kayıtlarında “B.lkar” şeklinde ve eski Ermeni kaynaklarında da “B.lkar~Bolkar~Bulkar” şeklinde geçmektedir [79]. Yani, Bulgar adının aslının “Bulkar~Bolkar” şeklinde olması uzak bir ihtimal değildir. Hatta, biraz sonra üzerinde genişçe durulacağı üzere, ben “Bulgar” adının ilk ve asıl şeklinin “Balkar” veya “Balkhar” şeklinde olduğunu düşünüyorum. Balkar veya Malkar adı, Balkarların eski halk rivayetlerine göre, ne zaman ve nereden geldiği belli olmayan “Malkar” veya “Balkar” adlı prensin adından kalmıştır [80]. Balkar Türklerine izafe edilmek üzere “Balkar” sözü tarihte yazılı ve ilk olarak, Rus kaynaklarında 1629 yılında, Terek bölgesi Rus Garnizonu Komutanı İ.A. Daşkov’un Moskova’ya gönderdiği “Balkarların yaşadığı dağlarda gümüş madeni arama çalışmalarının” bahsedildiği bir mektubunda geçmektedir [81]. Öte yandan, eski Gürcü kaynaklarında, XIV. yüzyılda, Balkarlara “Basian~Basiani~Basiati” adı verilmekte ve Balkar ülkesine de “Basiania” denilmektedir. Gürcülerin, Balkarlara izafe ettikleri “Basian” ve “Basiania” adları ilk olarak “Tshavatskiy Haçı”nda geçmektedir. Bu haçın üzerinde, Eristav Rzya Kvenipneveli adlı birinin Basiania’da [Balkarya’da] tutsak alındığı ve Ksansk vadisindeki Tshavatskiy köyünün Spasskiy kilisesinde toplanan fidye ile

Page 67: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

kurtarıldığı yazılmaktadır. Yine 1745 yılında, Gürcü Kalının oğlu ve aynı zamanda coğrafyacı ve tarihçi olan Vahuşti’nin notlarında da, Balkarlara izafeten “Basian” ve “Basiania” adları geçmektedir. İ. Mızı, “Basian” adının, tarihte Hazarlar ile ittifak halde sürekli olarak Kafkasların güneyine saldıran ve Khorenli Musa’nın notlarında bazen “Basil” şeklinde geçen “Barsil”ler ile bir ilgisi olduğunu ileri sürmektedir [82]. Fakat bana göre, Balkarların “Basian” adının, eski Balkar prenslerinin soy atası “Basiyat”ın adından kaynaklandığı daha mantıklı gibi görünmektedir. Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde, bugünkü Kabardey-Balkar Ö.C. topraklarında olduğu anlaşılan, Dağlık bölgelerde yaşayan ve asla ovalara inmeyen “Macar” adlı bir oymaktan bahsedilmektedir: “Aşiret-i Macar beğleri vardır. Cümle [hepsi] iki bin ademdür [kişidir]. Amma [fakat, az olmalarına rağmen] bahadır erlerdür.” M.F. Kırzıoğlu, Evliya Çelebi’nin bu kaydını “Fin-Ogur kalıntısı” şeklinde yorumlamıştır [84]. Fakat, Evliya Çelebi’nin bahsettiği “Macar” adlı oymak, Balkarların oluşum hikayesinde bahsi geçen “Macar” şehri ve halkı olmalıdır. Ben bunların Balkarlar olduğunu sanıyorum. Öte yandan, Balkarların oluşum hikayesindeki “Macar” adlı şehir “hikaye” değil gerçektir. Bugünkü Stavropol şehri yakınlarında hikayede adı geçen “Macar” şehrinin kalıntıları bulunmuştur. Ayrıca, bu Macar şehrinin adı, Karaçaylıların oluşum hikayelerinde de sıkça geçmektedir [85]. “Balkar” sözünün kökeniyle ilgili olarak birkaç etimolojik açıklama vardır. A. Mokayev’e göre “Malkar” sözü “mal” [mal, hayvan] ve “kar” [kara, yer, arazi] şeklinde iki ayrı sözün birleşmesinden oluşmuştur ve bundan da “malı, hayvanı bol olan yer” veya “malcılıkla, hayvancılıkla uğraşanların yeri” şeklinde bir anlam çıkarılmalıdır [85]. J. Klaproth ise, Balkarların eskiden Kuma ırmağı civarında yaşadıklarını ve daha sonraları bugünkü yurtlarına, yani Malk [Balk] ırmağı civarına gelip yerleştiklerini; Malk [Balk] ırmağının adından da “Malkar” veya “Balkar” adının ortaya çıktığını söylemektedir [86]. Birçok bilim adamının ileri sürdüğü gibi, ben de, Balkar ve hatta Balk ırmağı adlarının kökeninin Bulgar Türkleriyle bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Bunu daha aşağıda Bulgar sözünün etimolojisiyle ilişkilendirerek açıklamaya çalıştım. “Bulgar” sözünün kökeni üzerine ileri sürülmüş teorilerin içinde en çok taraftar bulan Macar Türkolog Gy. Nemeth’in teorisidir. Ona göre, “Bulgar” sözü Türkçe “bulga-” fiili ile “-r” geniş zaman ekinden türemiş bir sözdür ve “karışık” anlamına gelmektedir. Yani, değişik Türk kabilelerinin bir araya gelip “karışmasıyla” ortaya “Bulgar” adlı bir kavim çıkmıştır. İ. Kafesoğlu da, Gy. Nemeth’in bu görüşünü destekleyerek, Bulgarların, Hun ve Ogur kabilelerinin karışmasından meydana geldiğini ve V. yüzyıldan önce “Bulgar” adında bir kavime rastlanmadığını söylemektedir [87]. T. Tekin’e göre, Gy. Nemeth’in “Bulgar” [karışık] sözü hakkındaki etimolojisi genellikle kabul edilmiş olmakla birlikte gözden kaçan zayıf bir tarafı vardır. Türkçe “bulga-” sözü geçişsiz değil, geçişli bir fiildir ve bundan “karışık” değil, “karıştıran” şeklinde bir anlam ortaya çıkmaktadır. Ona göre, “Bulgar” kavim adının asıl anlamı “karışıklık çıkaran, ortalığı karıştıran, isyankâr” şeklinde olmalıdır [88]. Gerçekten de, eski Türkçe’de ve bugünkü Türk lehçelerinin birçoğunda “bulga-” sözü “karıştırmak, ortalığı karıştırmak, bozgunculuk yapmak” anlamlarında kullanılmaktadır. Karaçay-Balkar Türkçesinde de “bulga-” fiili “karıştırmak” anlamında olup bundan türeyen “bulgak” [bozguncu, fesatçı, yıkıcı, ortalığı karıştıran kişi] şeklinde bir söz vardır. M.Z. Zakiyev, bilim adamlarınca genel olarak kabul edilen, “Bulgarların bugünkü Çuvaş

Page 68: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Türkçesine benzer bir dili, yani Lir Türkçesini konuştukları” şeklindeki teoriye karşı çıkmaktadır. Ona göre Bulgarlar, Oğuz-Kıpçak tipinde, Şaz Türkçesi konuşuyorlardı. M.Z. Zakiyev bu teorisini şöyle açıklamaktadır: “Bulgarların konuştukları dil bugünkü Çuvaş diline benzeyen bir dil [Lir Türkçesi] olsaydı; Bulgarlar kendilerine kavim adı olarak kendi dillerinde ‘Palkhar’ diyeceklerdi. [s. 580] Fakat, herhangi bir tarih belgesinde bu şekilde bir ifadeye rastlanmamaktadır. Bulgarlarla ilgili olan bütün eski tarih kaynaklarında onlar için ‘Bulgar’ ve ‘Bolgar’ adları kullanılmaktadır. Bu da fonetik ve semantik bakımdan ancak Şaz Türkçesiyle açıklanabilen bir sözdür.” [89] Fakat, M.Z. Zakiyev’in tarih belgesi dediği kaynakların hiçbiri Türklere ait olmadığı gibi, bu kaynakları yazanların hiçbiri de Türk diliyle yazmamışlardır. “Bulgar” kavim adının geçtiği tarihi belgeler; Bizans, Latin, Ermeni ve Arap kaynaklarıdır ve adı geçen kavimlerin dilleriyle yazılmışlardır. Öte yandan bu kaynakların bir kısmında Bulgarların adı yalnızca “Bulgar~Bolgar” şeklinde değil, “B.lkar~Bolkar~Bulkar” şeklinde de geçmektedir [90]. Fakat, M.Z. Zakiyev’in karşı çıktığı “Bulgarların Lir Türkçesini konuştukları teorisi” ve buna bağlı olarak “Palkhar” adı, benim yukarıda biraz bahsettiğim üzere Bulgar sözünün aslının “Balkar” veya “Balkhar” olduğu şeklindeki teorime uygun düşmektedir. Bunu daha aşağıda geniş bir şekilde izah edeceğim. Bulgar tarihçi İ. Şişmanov, Bulgarların ilk ve en eski yurtlarının Volga [İtil] ırmağı boyunda olduğunu ve “Bulgar” sözünün de Volga ırmağı adından kaynaklanarak “Volga-eri” sözünden geldiğini ileri sürmüştür. H. Eren bu görüşe karşı çıkarak şöyle demektedir, “Bu açıklamayı kabul etmek için eski Türklerin ‘Volga’ adını kullandıklarının ispat edilmesi gerekir. Oysa Türklerin bu ırmağa ‘Etil’ adını verdiklerini Bizans kaynaklarından biliyoruz. Mesela, VII. yüzyıl başlarında Theophylaktos Symmokattes bu ırmağın adını ‘Til’ şeklinde tespit etmiştir. Bulgar Türklerinin ‘Volga’ adını kullandıklarını kabul etsek bile ‘Bulgar’ ile ‘Volga’ sözlerini birleştirmek güçtür. Eski Türkçede ve bugünkü Türk diyalektlerinde söz başındaki b sesinin v sesine [b>v] dönüştüğünü görüyoruz. Fakat buna karşılık söz başındaki v sesinin b sesine [v>b] dönüşmemektedir. Yani ‘Volga’ sözünün ‘Bolga’ya dönüşmesi güçtür. Bu bakımdan İ. Şişmanov’un etimolojik açıklaması kabul edilemez.” [91] Halbuki, eski Türklerin “Etil~İtil” ırmağına önceden “Volga” adını vermiş olabilecekleri bence uzak bir ihtimal değildir. Etil~İtil ırmağı adının, Avrupa Hun hükümdarı “Attila”nın adından kaynaklandığı genel olarak bilim adamları tarafından kabul görmektedir. Attila ise V. yüzyılda yaşamıştır [ölümü 453]. Yani “Etil~İtil” ırmağının adı da V. yüzyıldan daha öncesine gidemez. Demek ki, eski Türkler V. yüzyıldan önce İtil ırmağını başka bir şekilde adlandırıyorlardı ki bu da muhtemelen “Bolga” şeklinde idi [92]. H. Eren’in yukarıda ileri sürdüğü görüşün tersine; “Volga” sözünün önceki şekli “Bolga” olup sonradan b>v değişmesiyle “Volga” şekline dönüşmüş olması mümkündür ve Türk dilinin ses değişimi kurallarına da uygundur. Hatta, Bulgar Türkçesine ait eski metinlerde “b>v” ses değişmesini gösteren örnekler mevcuttur. Ben, “Bulgar” sözünün kökenini “Balk” sözünde aramak gerektiğini düşünüyorum. Türklerin yaşadığı yerlerde “Balk” sözüyle ilişkili coğrafi terimlerin sayısı oldukça fazladır. “Balk” sözü ilk olarak Avrupa’da coğrafi bir bölgeye de adını veren “Balkan” dağlarını akla getirmektedir. Avrupa’daki Balkan dağları adının kökeni, Hazar denizinin doğusundaki Amu-Derya ırmağı havzasındaki “Balkan” dağlarına dayanmaktadır [93]. “Balkan” sözünün kaynağı ise “Balk” sözünden gelmektedir.“Balk” sözü, Kaşgarlı Mahmut’un bildirdiği üzere, eski Türkçe’deki “kale-şehir” anlamına gelen “Balık~Balıg” sözünü [94] akla getirmekte ise de, A. İnan, “Balkan” sözünün kökeninin eski Türkçe’de “parlamak” anlamına gelen “balk” sözüyle bir ilgisi olabileceğini söylemektedir [95]. “Balk” sözü “parlak, parlaklık, parlamak, parıltı, ışık aydınlık, aydınlık saçmak”

Page 69: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

anlamlarına gelen eski Türkçe bir sözdür. “Balkır” [~Balkar] sözü de “balk-ı-mak” [parlamak] fiilinden türeyen ve “parlar~parlayan, ışık saçan” anlamına gelen bir sözdür [96]. Eski Yunanlıların “Baktria” dediği, Türklerin ve İranlıların “Horasan” adını verdiği bölgenin bir diğer adı da “Balkh”tır [97]. “Horasan” sözü, Farsça “hor~hur” [güneş, aydınlık] sözünden “güneşin doğduğu memleket” anlamına gelmektedir [98]. Muhtemelen “güneş” ile bir bağlantısı olan eski Türkçe “balk” [parlak, ışık, aydınlık] sözü de herhalde Türklerin Horasan bölgesine verdiği bir ad olmalıdır. Buradan hareketle; “Bulgar” sözünün aslının “Balkar” [parlar~parlayan] olduğunu ve bunun da “Balkh” [Horasan] bölgesiyle ilgili olup eski Türkçe’deki “balk” [parlak, ışık, aydınlık=güneş?] sözünden kaynaklandığını söyleyebiliriz [99]. Z.V. Togan, Bulgarların [ve Hazarların], Makedonyalı İskender zamanında Horasan [Balkh] bölgesinde yaşadıklarını söylemektedir. Bulgar ve Hazar Türkleri, İtil havzasına muhtemelen İskender’in fetihleri sırasında gelmişlerdir. Hatta, Bulgar ve Hazarların bir kısmı da, İskender’in Horasan taraflarına gelmesinden daha önce Sakalarla [İskitlerle] birlikte İtil dolaylarına gelmiş olabilirler. Reşideddin Oğuznamesi’nde Bulgarlar İtil havzasında Oğuz Han’dan önce yaşayan yerli bir kavim olarak ve Bulgar tarihi için çok önemli olan “Ulu-Balagur” adıyla zikredilmektedirler [100]. “Sakaların” [İskitler] Balkh’tan [Horasan] göçleri iki koldan gerçekleşmiştir. Sakaların bir kısmı Hazar denizinin kuzeyinden İtil-Azak dolaylarına gelerek Kimmerleri yerlerinden çıkarırken; Sakaların diğer bir kısmı da Hazar denizinin güneyinden İran, Azerbaycan ve Ermenistan topraklarına girmişlerdir. Strabon, İran-Azerbaycan-Ermenistan coğrafyasında hakimiyet kuran “Arşak”ların bir Saka boyu olduğunu ve oların Balkh [Horasan] bölgesinden [s. 581] geldiklerini söyler [101]. Hazar denizinin kuzey ve güneyinden gerçekleşen Saka göçlerinin durakladığı ve birleştiği coğrafya ise özellikle de Dağıstan’ın kuzeyi olmak üzere “Kafkasya”dır. Balkh adının tarihi geçmişi, Azak ve Kafkasya bölgesinde de oldukça eskilere gitmektedir. Kırım yarımadasının güneybatısındaki “Akyar”dan [Sivastapol] 13 km uzaklıkta “Balaklava” adında küçük bir liman şehri vardır. Strabon’un da “Palakhion” adıyla bahsettiği bu küçük şehrin tarihi oldukça eskilere dayanmaktadır. Strabon’a göre bu şehrin adı, Saka [İskit] hükümdarlarından Skiluros’un oğlu “Palakhios”un [Palakh~Balakh] adından gelmektedir [102]. Bizans kaynaklarında, Kafkasya’da Koban ırmağından Dağıstan’ın kuzeyine kadar olan bölgelerde uzun yıllar hakimiyet kurmuş olan Sabir [Hun] Türklerinin 520 yılında ölen “Balakh” adlı bir hükümdardan bahsedilmektedir [103]. Bu iki hükümdarın adlarının birbirleriyle olan benzerliği dikkat çekicidir. Bunların her ikisinin kaynağı da bence “Balkh” sözünden gelmektedir. M.İ. Artamanov, Mirza Kazım-Bek’in “Derbent-Name”si ve Tabari’den naklen, Arap kaynaklarında “Balangar~Balancar~Belencer” şeklinde geçen Hazarların Dağıstan’daki tarihi şehrinin asıl adının “Bulkar” veya “Balk” şeklinde olduğunu söylemektedir [104]. Derbent-Name’de, 652-653 yıllarında, Salman adlı bir komutanın yönetimindeki Arap ordularının, Dağıstan bölgesinde “Bilkhar” [Balancar] adlı bir şehre girdiklerinden bahsedilmektedir [105]. Hazarların Balancar şehrinin adının Bulgarlar ve Balkh’la [Horasan] ilgisi olduğu açıktır. Dağıstan’da Gazi-Kumukların kuzey doğusunda halen, tarihi çok eskilere dayanan “Balkar” adında bir kasabada vardır. Bu kasabanın halkı da “Balkar” adıyla bilinmektedirler ve tarihte seramik işçiliğindeki ustalıklarıyla ün yapmışlardır. Dağıstan’daki Balkarlar, günümüzde yanlış olarak Gazi-Kumukların bir kabilesi olarak sayılmaktadır. Fakat gerçekte ise bunlar, M.Ö. 149-127 yılında, Kafkasya’dan Ermenistan ve Doğu Anadolu’nun kuzeyine göçen Bulgar Türklerinin Dağıstan’da kalan

Page 70: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

bakiyeleridir [106]. J. Klaproth’un kayıtlarına göre, Balkarlar [Karaçay-Balkarlar] eskiden çok geniş bir alana yayılmış olarak yaşıyorlardı. Yoğun olarak yaşadıkları yerler ise Kuma ırmağı civarı ile Dağıstan’ın kuzeyindeki bölgelerdi [107]. Gerçekten de, Balkarların oluşum efsanelerinde, Balkarların önceleri Dağıstan’ın kuzeyinde yaşadıklarına dair rivayetler vardır [108]. Kafkasya’da, Karaçaylılar ve Kabardeylerin “Malk” dediği, Balkarların ise “Balık” adını verdikleri “Balk” vadisi ve “Balk” ırmağının adı da Bulgar Türkleriyle bağlantılı olarak “Balkh” sözünden gelmektedir. Yukarıda, Hunlar bahsinde, Karaçay-Balkarların yaşadığı Bashan [Baksan] vadisi ve Bashan ırmağıyla ilgili olarak Kabardey Çerkeslerinin efsanelerinde geçen “Baksan” [Dav oğlu Baksan] adlı bir kahramandan bahsetmiştik. Ş.B. Noghumuka bunun Çerkeslerin ataları olan Antların [?] kralı olduğunu ve eski Yunan dilinin fonetiğinden kaynaklanan bir yanlışlıkla tarih kayıtlarına “Bakso” şeklinde geçtiğini fakat doğrusunun “Baksan” şeklinde olması gerektiğini söylüyor [109]. Halbuki bu adın Türkçe “Basıkh” veya “Basok” adı olduğu açıktır. Hatta, Kabardey Çerkeslerinin efsanelerinde geçen “Baksan” adlı kahramanın bir de “IV. yüzyılda yaşadığı” belirtilmektedir ki bu Hun prensi Basıkh’ın yaşadığı aynı dönemdir. Bu konuyla ilgili görüşlerimi daha önce Hunlar bahsinde belirtmiştim. Ş.B. Noghumuka yine Kabardey Çerkeslerinin efsanelerinde “Malkh” adında bir kahramanın olduğunu kaydetmiş fakat “Baksan” adlı kahramanın hikayesinin tersine “Malkh” adlı kahramanla ilgili en küçük bir malumat vermemiştir. Ş.B. Noghumuka bununla ilgili olarak sadece: “Eski rivayet ve mitolojilerde adları içimizde saklı bulunan bazı büyük kahramanlar gerçekten geçmiş çağlarda geniş bir dünya şöhreti aldılar” diyor ve yirmi bir tane kahraman adı sayarak on dokuzuncu sırada da “Malkh” adını veriyor ve Malkh’la ilgili başka da bir şey söylemiyor [110]. Malk veya Balk vadisi ve ırmağının adının Kabardey Çerkeslerinin efsanelerinde geçen “Malkh” adlı kahramanın hatırası olarak yaşadığını ve Balkarların da daha sonra Malk veya Balk vadisine gelerek Balkar adını bu vadinin veya ırmağın adından aldıkları şeklinde düşünülebilir [111]. Fakat, yukarıda da ifade ettiğim gibi, Ş.B. Noghumuka, Malkh adlı kahramanla ilgili hiçbir malumat vermemiştir. Çerkeslerin efsaneleriyle ilgili birçok kaynağı taramama rağmen ne böyle bir ada, ne de böyle bir hikayeye rastladım. Gerçekten de “Malkh” adlı bir kahramanın konu edildiği bir Çerkes efsanesi varsa, bence söz konusu bu “Malkh” adlı kahraman, Sabir [Hun] Türklerinin V-VI. yüzyılda yaşamış meşhur “Balakh” [ölümü 520] adlı bir kralının [112] hatırasını yaşatmaktadır. İran kralı I. Hüsev’in 545 yılında saldırısından sonra Sabirlerin tamamen dağılarak 545-555 yılları arasında bir kısmının merkezi idareden mahrum şekilde, bugün Karaçay-Balkarların yaşadığı, Koban ve Terek ırmakları dolaylarına gelerek her birinin başında bir prens olmak üzere küçük kabileler halinde yaşamaya devam ettikleri bilinmektedir [113]. İşte, Çerkeslerin efsanelerindeki “Malkh” adlı kahramanın adı da, Sabir kralı Balakh’la bağlantılı olarak, XV. yüzyılda Koban ve Terek bölgesine gelip yerleşen Çerkeslerin arasında eriyip giden bu Sabir kabilelerinden kalmış olmalıdır. Bir de, Balkarların yoğun olarak yaşadığı Balk ırmağı kıyılarında çok eski zamanlardan kalma “Palkh” adında bir şehir kalıntısı vardır. Bu şehrin ne zaman ve kimler tarafından inşa edildiği konusunda kimse bir şey [s. 582] bilmemektedir [114]. Balk ırmağı kıyısındaki bu eski şehir kalıntısının adının da yine Sabir kralı “Balakh”ın adından kaldığı açıktır ve bu şehrin kurucuları da büyük bir ihtimalle Sabirlerdir. En başından beri söylediğimiz gibi, bütün bu kavim, şahıs ve yer adlarının kökeni dönüp dolaşıp eski Türkçe “balk” [parlamak] sözüne dayanmakta ve bunun da Balkh [Horasan] bölgesiyle bağlantılı olduğu anlaşılmaktadır. Yukarıda uzun uzun açıklama getirerek

Page 71: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

verdiğim örneklerden şu sonuçlara varılabilir: 1. “Bulgar” adının aslı “Balkar” veya “Balkhar” şeklindedir ve bu da “balkh” sözüne Türk kavim adlarında sıkça görülen “-ar, -er” ekinin gelmesiyle [Hazar, Kabar, Kaçar~Kacar, vs.] oluşmuştur ve bu söz de “parlar veya “parlayan” anlamına gelmektedir. 2. Eski Türkler “balk” sözünden kaynaklanarak Horasan bölgesine “Balkh” adını vermişlerdir ve bu da doğrudan doğruya Bulgarların kavim adının oluşmasına birinci derecede etkili olmuştur. Yani Bulgarların ilk ata yurtlarının Balkh [Horasan] olması sebebiyle kavim adlarını buradan aldıkları anlaşılmaktadır. 3. Bulgarların ve Bulgar kavim adının, Avrupa Hun İmparatorluğunun yıkılmasından sonra, yani V. yüzyılda oluşmadığı, tam tersine Bulgarların ve Bulgar kavim adının çok daha eskilere dayandığı; Bulgarların daha Makedonyalı İskender’in Balkh [Horasan] taraflarına gelmesinden çok daha önceleri Balkh’ta [Horasan] yaşadıkları anlaşılmaktadır. Bulgarların Balkh’tan [Horasan] Kafkasya gelmeleri, Sakaların [İskitlerin] M.Ö. VII. yüzyılda Hazar denizinin kuzeyinden ve güneyinden olmak üzere iki koldan gerçekleştirdiği göçler kanalıyla olmuştur. Bulgarlar, Saka [İskit] birliğine dahil olarak kuzey yönünden İtil ırmağı dolaylarında, güney yönünden de İran-Azerbaycan yoluyla Dağıstan’da gelmişlerdir. Hazar denizinin kuzey ve güneyinden gelen Bulgarların birleşme noktası ise Azak denizi ile Koban ırmağı arasında kalan Kuzeybatı Kafkasya bölgesidir. Sonuç olarak da, bugünkü Balkar Türklerinin eski Bulgarların devamı oldukları ve Bulgar sözünün asıl şekli olan “Balkar” adını korukları anlaşılmaktadır. Karaçaylılar ve Kara Bulgarlar Bilindiği gibi tarihte, Kubrat Han’ın oğlu Bat-Bayan idaresindeki Bulgarların bir kısmı Azak dolaylarına, bir kısmı da Kafkasya’ya yerleşmişler ve Rus vakayinamelerinde “Kara Bulgarlar” [Çerniye Bolgarı] şeklinde anılmışlardır [115]. Fakat, söz konusu bu Kara Bulgarların adındaki “çornıy” yani “kara” sıfatı üzerinde pek durulmadığı görülüyor. “Kara Bulgar” sözündeki “kara” sıfatından ilk olarak; kara-kemik, kara-kişi, kara-baş, kara-halk, vs. şeklinde eski Türklerde sıkça kullanılan ve alt tabakayı ifade eden “kara” sözü akla gelmektedir. Buradan “Kara Bulgar”ların adının aşağı tabakaya mensup Bulgarları ifade ettiği düşünülebilirse de, bence bu düşünce yanlış olur. Bu anlamda tarihte “Kara Bulgar”ların karşıtı olarak “Ak Bulgar” [üst tabaka~soylu Bulgarlar] şeklinde bir kayıt yoktur. Kaldı ki, “Kara Bulgarlar”ın hükümdarı “Bat-Bayan” ile çevresi soylu ve meşhur “Dulo” sülalesine mensup idiler. Türk dilinde “kara” sözünün birçok anlamı vardır: kara [siyah rengi], kuzey [kuzey yönü], yer [arazi, bozkır, toprak, ülke], ulus [topluluk], büyük [yüce, ulu], alt, [alt tabaka], katı [sert], vs. Bu anlamların içerisinde benim üzerinde durduğum “bozkır” anlamını ifade eden “kara” sözüdür. Türk dilindeki “kara” [bozkır] sözünden türeyen “kara-yurt” sözü de “bozkır” anlamına gelmektedir [116]. Bozkır denilen yerler ise ormansız, kurakçıl bitkilerle kaplı ve “kara iklimi”nin hüküm sürdüğü geniş alanlardır. Rus dilindeki “çornıy” [kara] sözü de aynen Türkçe’de olduğu gibi birçok anlama gelmekte ve hem “siyah” hem de “bozkır” anlamlarında da kullanılmaktadır. Sözgelimi Ruslar, Kiyev şehri ile civar bölgelerini “çernozem” [kara toprak~kara yer] şeklinde adlandırırken [117] burada aslında “bozkır” anlamı ifade edilmektedir. Aynı şekilde, Ruslar eskiden, Azak ile Maniç’in doğusundan Kuma ırmağının kuzeyine kadar olan yerleri, yani Kafkasya’nın kuzey doğu bölgelerini “çernie zemli” [kara topraklar~kara yerler] şeklinde adlandırılmaktaydılar [118]. Hazar Hakanı Yusuf’un zamanında yani X. yüzyılda ise bu “kara yer”lerde yani Azak denizinin kuzey doğusu ile Maniç’ten Koban ırmağı ve onun kollarının orta kısımlarına kadar olan yerlerde “Kara Bulgarlar” yaşamaktaydı [119]. Buradan da, “Kara-Bulgar” kavim adının “bozkırlarda” yani “kara yerlerde” yaşayan

Page 72: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Bulgarları ifade ettiği ortaya çıkmaktadır. Karaçay Türklerine izafe edilmek üzere “Karaçay” sözü tarihte yazılı ve ilk olarak, Rus kaynaklarında 1639 tarihinde geçmektedir. Bu tarihte, Pavel Zaharev, Fedot Elçin ve Fedor Bajenov adlı Rus elçileri, Gürcistan’a giderlerken, Karaçay topraklarında [Bashan vadisindeki Elcurt köyünde] on beş gün kadar kalmışlar ve Karaçaylılar hakkında bazı notlar tutmuşlardır. Rus elçilerinin notlarında Karaçaylılardan “Karaçay” ve “Karaçayevo Kabarda” şeklinde bahsedilmektedir [120]. “Karaçay” sözünün kökeni ve Karaçaylıların bu kavim adını nasıl aldıkları hakkında birçok görüş vardır. Bunlardan birkaçını sıralayalım. “Karaçay” sözünün kökeniyle ilgili ilk olarak bunun “kara” [kara, siyah] ve “çay” [su, ırmak] sözlerinin birleşmesinden oluştuğu ve “Karaçay” sözünün de “kara ırmak” anlamına geldiği ileri sürülmüştür. A. Mokayev ise buna benzer bir etimolojiyle “Kara-çay” sözünden “sulu yer, sulak yer” anlamı çıkarılması gerektiğini söylemektedir. Fakat bu görüş, [s. 583] Karaçay-Balkar ve genel olarak diğer Kıpçak lehçelerinde “çay” [su, ırmak] şeklinde bir sözün bulunmaması, Karaçay-Balkar Türkçesinde ırmak ve nehir anlamında “suw”, “çerek” ve “koban” sözlerinin kullanılması, Karaçaylıların kendilerine özellikle de kavim adı olarak “kara ırmak” adını vermeleri pek mümkün görünmemektedir [121]. Buna örnek olarak, eskiden beri Kıpçak Türkçesinin konuşulduğu Kırım yarım adasının güneyindeki Yayla dağlarından doğup Azak denizine dökülen “Karasuw” [Kara-su, Kara-ırmak] ırmağının adı verilebilir. “Karaçay” sözünün kökeni hakkında en ciddi ve genel olarak kabul edilen görüş; “Karaçay” sözünün, Karaçaylıların efsanevi lideri “Karça”nın adından hatıra kaldığı görüşüdür. Buna göre; Karaçaylıların efsanevi kurucu atası “Karça”nın adı başlangıçta “Karaca” veya “Karaça” şeklindeydi. Karaçaylıların komşuları olan Kabardey Çerkesleri, “Karaça’nın halkını ve yurdunu” ifade etmek için “Karaça” sözüne, Kabardey dilindeki “-ey” nisbet ve izafet edatını ekleyerek “Karaşa-ey” sözünü kullandılar. Kabardey diline yabancı dillerden giren “ç” sesi “ş” sesine dönüşür. “Karaşa-ey” şeklinde telaffuz edilen bu söz daha sonra vokal benzeşmesi [kontraksiyon] sonucunda “Karaşey” şeklini almıştır. Daha sonra da, Karaçaylılar kendileri için Kabardeylerin kullandıkları “Karaşey” şeklindeki kavim adını “Karaçay” şekline çevirmişlerdir. Yani, Kabardey dilindeki “Karaşey” sözü, Karaçay Türkçesinin, ş>ç dönüşümü ve e>a vokal birleşmesi ve ünlü uyumu kurallarına göre “Karaçay” şekline dönüşmüştür [122]. Ben de aynı şekilde, bu görüşün taraftarı olarak, Karaçay sözünün “Karça” adlı beyden hatıra kaldığını düşünüyor ve yukarıdaki görüşü destekliyordum. Fakat “Batır Karça” destanı iyi tahlil edildiğinde, “Karça” adlı şahsın efsane bir kişilik olmadığı, tam tersine Karça adlı beyin gerçekten de 1550-1650 yılları arasındaki bir dönemde yaşamış olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan ben “Karça” adının aslının “Karaca” veya “Karaça” şeklinde değil, “Karçıga” şeklinde olduğunu sanıyorum. Kıpçak Türkçesine ait bir söz olan “Karçıga” sözü, kartalgillerden bir tür yırtıcı kuş olan “aladoğan, atmaca, laçin” anlamına gelmekte ve “Codex Cumanicus”ta “Karçıga” ve “Karçaga” şeklinde geçmektedir [123]. “Karçıga” sözü, Tatar ve Kırgız Türkçesinde “Karçıga”, Kazak Türkçesinde “Karşıga”, Başkurt Türkçesinde “Karsıga” şeklinde [124] Karaçay-Balkar Türkçesinde “Kartçıga” şeklinde [125] geçmekte ve “aladoğan, atmaca, laçin” anlamına gelmektedir. Bilindiği gibi “şahin, kartal, doğan” gibi yırtıcı kuşların adları, Türklerde erkek adı olarak çokça kullanılmaktadır. “Karçıga” kuşunun adı da Kıpçak Türklerinde oldukça sık kullanılan

Page 73: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

erkek adlarından biridir. Sözgelimi, bugün de Kazak Türklerinde “Karşıga” adı çok sık kullanılan bir erkek adıdır. Bana göre, Karaçaylıların efsanevi kurucu atası “Karça”nın adı da, başlangıçta “Karçıga” şeklindeydi. XIX. yüzyıl başlarında, Kafkasya’da bulunan J. Klaproth, Kabardey Çerkeslerinin, Karaçaylılara “Karçaga Kuşha” adını verdiklerini söylemektedir [126]. Yani, Kabardeylerin “Karçaga Kuşha” dedikleri söz, “Karçaga’nın Dağlıları” anlamına gelmektedir ki, bana göre buradaki “Karçaga” sözüyle “Karça” kastedilmektedir. Buradan hareketle, “Karçaga~Karçıga” sözlerinin “Karça” adının başlangıçtaki şekli olduğunu düşünüyorum. Bütün bunlardan da “Karaçay” sözünün “Karça”nın adından kaynaklanmadığı anlaşılmaktadır Ayrıca, Karça’nın kendisi Kıpçak kökenlidir. Karaçaylıların Kıpçaklaşma dönemi de muhtemelen onunla başlamıştır. Karça’dan ancak XVI. yüzyıl sonları ile XVII. başları arasındaki bir dönemde Karaçaylıların lideri olarak bahsedilebilir. Karaçaylıların oluşumunu anlatan bir sürü hikaye vardır. Bunların bir kısmında Karça’nın yerine doğrudan “Karaçay” adlı bir beyden bahsedilir. Bu hikayelerin birinde Karaçaylıların, Hazar Hakanı Obadiy Han [Obedia] zamanında, “Karaçay” adlı bir beyin idaresinde “Macar” veya “Kırk-Macar” adlı bir şehirde yaşadıkları, Obadiy Han’ın sürekli ve zorla vergi almak suretiyle Macar şehrini baskı altında tutmasından dolayı Karaçay adlı beyin kabilesiyle birlikte Macar şehrini terk ederek Kafkasya’nın dağlık vadilerine göç ettiği, daha sonraları “Karaçay” adlı bey öldükten sonra onun kabilesinin beyin hatırasını yaşatmak amacıyla kendilerine kavim adı olarak “Karaçay” adını aldıkları anlatılır [127]. Hikayede geçen “Macar” şehrinin gerçek olduğunu daha önce bahsetmiştik. Bu Macar şehrinde muhtemelen yukarıda bahsettiğimiz Kara Bulgarlar ile adından da anlaşılacağı üzere Macarlar yaşıyorlardı. A. Bayramuk, bu hikayede geçen “Karaçay” adlı beyin gerçek olduğunu ve Karaçaylıların kavim adının da ondan geldiğini ifade etmekle birlikte “Karaçay” sözünün sadece tek bir şahsın adı olmadığını, “Karaçay” sözünün kaynağının çok eskilere dayandığını söylemektedir. Ona göre, “Karaçay” sözü aslında bugünkü Karaçaylılardan çok daha eski zamanlarda yaşayan çok eski bir sülale veya kabilenin adıdır. Söz konusu bu eski “Karaçay” adlı sülale veya kabileden “Karaçay” adlı veya soyadlı bir sürü şahıs Kafkasya’nın değişik kavimleri arasında yayılmıştır. Bugünkü Karaçaylıların oluşum hikayelerinde anlatılan “Karaçay” adlı bey de bunlardan biridir. Ayrıca, Digorya’da [Kuzey Osetya] çok eski bir köyün adı “Karaçay”dır.Yine, Digorların eski halk destanlarından birinin adı “Karaçay”dır ve bu destanda “Karaçay” adlı kahramanın yiğitlikleri anlatılmaktadır. [s. 584] Fakat, Digorlarda geçen bu “Karaçay” ismi bugünkü Karaçaylılarla ilgili değildir. Bunlar, yukarıda bahsettiğimiz “Karaçay” adlı sülale veya kabileye mensup kişilerin adından kalmıştır [128]. Kabardey Çerkeslerinde de “Karaşey” [Karaçay] adlı bir sülale vardır. Bu sülalenin kökeni “Karaşey” adlı bir Kabardey prensine dayanmaktadır. Aynı şekilde Nogay Türklerinin tarihinde de “Karaşay” [Karaçay] adına sıkça rastlanmaktadır. Yine, Kırım Türklerinin “Adil Sultan” destanında “Karaçay” [Orak oğlu Karaçay] adlı bir şahıstan bahsedilmektedir. Hakikaten de “Karaçay” sözünün tarihte bugünkü Karaçaylıların dışında başka yer ve şahısların adı olarak da geçtiği görülmektedir. Fakat, A. Bayramuk’un da belirttiği gibi, Karaçaylılar da dahil bütün yer ve şahıs adı olarak kullanılan “Karaçay” sözü sonuçta tek bir kaynaktan çıkmaktadır. Bu kaynak da, Karça adlı beyin XVI-XVII. yüzyılda gelip Karaçaylıların yönetimini almasından önceki asıl “Karaçay”lılardır. Bunlar da bence tarihte bilhassa da Altın Orda ve Kırım Hanlığının siyasi tarihinde büyük rol oynamış olan “Karaçi” beyleri ve “Kerç” şehridir. Karaçi beyleri ile Kerç şehrinin tarihi Altın Orda ve Kırım Hanlığının tarihinden çok daha

Page 74: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

eskiye dayanmaktadır. Tarihte “Pantikapaion” adıyla da geçen Kırım’ın güney batısındaki “Kerç” şehri, etrafı surlarla çevrili bir müstahkem mevki idi. VII. yüzyılın sonlarına kadar bu şehir Hazarların hakimiyetinde kalmıştır. 1016 yılında Kırımın doğu kısmı Kerç ile birlikte eski adı “Phanogoria” olan “Tmutarakan” [Tamantarhan] Rus prensliğinin eline geçti. Kerç şehrinin adı eski Rus vakayinamelerinde “Karaçev” şeklinde geçmektedir [129]. Yani, Altın Orda Devleti [kuruluşu 1241] ve Kırım Hanlığı daha ortada yok iken “Karaçi beyler” ve “Kerç” şehri mevcuttu. Kerç şehrinin sakinlerini oluşturanların çoğunluğu ise Aslar ve Kara Bulgarlar idi. Yukarıda anlatılan hikayedeki Hazar Hakanı Obedia zamanında “Macar” adlı şehrin idarecisi olan “Karaçay” adlı bey işte bu “Karaçi” beylerinden biri olmalıdır ve Hazarların baskısından kurtulmak için da kabilesini yanına alarak “Macar” şehrini terk etmiş, eskiden beri Laba, Arhız ve Koban vadilerinde yaşayan Bulgar bakiyeleriyle de birleşerek bugünkü Karaçay Türklerinin çekirdeğini oluşturmuştur. Öte yandan, Kıpçak kökenli “Karça” adlı beyin Karaçaylıların tarihinde ayrı bir önemi vardır. Moğolların 1222 ve Timur’un 1395 yıllarındaki Kafkasya’yı istilaları sebebiyle Karaçaylılar büyük kayıplar vermişlerdir. Halkın büyük bir kısmı dağlara kaçmış, bir kısmı da komşu Kafkas kabilelerine sığınmışlardır. Uzun zaman bu şekilde yaşayan Karaçaylılar, XVI. yüzyıl sonlarında Kıpçak kökenli Karça’nın Kafkasya’ya gelmesiyle birlikte yeniden toparlanmaya başlamışlar ve Karça’nın çevresinde yeniden birleşmişlerdir. Yani bu dönemde Karça bir “çekim kuvveti” olmuştur. Karça’nın bilhassa da Kabardey prenslerine karşı verdiği başarılı mücadeleleri dolayısıyla bütün Kafkasya’da nam salması, dağınık ve küçük birlikler halinde yaşayan Türk kabilelerinin kendi çevresinde birleşmesini sağlamıştır. Karça da üstün teşkilatçılık yeteneğiyle bu kabileleri birleştirmiş ve onların Kıpçak karakterini almalarında en büyük rolü oynamış, Karaçaylıların etnik oluşum sürecinde son noktayı koymuştur. Kafkasya’da Bulgarların İzleri Bulgar Türklerinin Kafkasya’daki komşu kavimlere dil bakımından da büyük tesirler yaptığı anlaşılmaktadır. Z. Gombocz ve M. Poppe’nin Macar dili araştırmalarından, Kafkasya’da Koban ırmağı civarında yaşayan Macarların kendileriyle komşu olarak aynı bölgede yaşayan Bulgar Türklerinden birçok kelime aldıkları tespit edilmiştir. Bu kelimeler son derece gelişmiş hayvan ıslahı, ziraat kültürü, devlet ve sosyal teşkilatıyla ilgilidir. Bu kelimelerden anlaşıldığına göre Bulgar Türkleri çok eski çağlardan beri hayvancılık, ziraat, sanat ve ticaretle uğraşıyorlardı [130]. Bulgar Türklerinden Macar diline geçen bu kelimelerin birçoğu Karaçay-Balkar Türkçesinde halen yaşamaktadır [131]. Öte yandan, Kafkasya Bulgar Türklerinin dil mirasını yalnız Macar, Çuvaş ve Karaçay-Balkar dillerinde aramamak lazımdır. Bulgar Türkleri aynı zamanda bugünkü Çerkes [Adige] ve Oset gibi Kafkasyalı kavimlerin etnik yapısını [bilhassa yönetici sınıfını] oluşturan en önemli unsurlardan biridir. Oset bilim adamı V.İ. Abayev, Oset dilinde eski Türkçe kökenli sözlerin oldukça fazla olduğunu ifade etmektedir [132]. Çerkes [Adige] dilindeki bazı sözlerin de Bulgar Türkçesine aitliği ortaya çıkmıştır. Sözgelimi, Hazarların tarihi Sarkel şehrinde bulunan bir yazıtta “dag” [yağ] sözü geçmektedir. Bulgar Türkçesine ait olduğu anlaşılan “dag” [yağ] sözü, Kabardey Çerkes [Adige] diline “dage” [yağ] şeklinde devam etmektedir [133]. Ayrıca, Çerkes [Adige] dilindeki “kamıl” [kamış, kaval] sözü ise [kamıl>kamış] Lir Türkçesi özelliği göstermekte olup yine Bulgar Türkçesinden geçmiştir. Bulgar Türklerinin dini doğal olarak akraba Türk kavimlerin dinine çok yakın idi. “Tangra” [Tengri/Tanrı] dedikleri semavi bir varlığa inanıyorlardı. Ayrıca birtakım kaya ve taşların

Page 75: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

kutsal olduğuna ve onlardan şifa bulduklarına inanıyorlardı. Bulgarların tesirinde kalan Macarlar da birtakım kutsal saydıkları taşları takdis ederlerdi [134]. Bulgarlarda ağaçlar da kutsal sayılırdı. Bilhassa meşe ağaçları kutsal idi. Bulgarların “Şan Kızı Destanı”nda bu kutsal ağaç motifi “Boy Terek” ile ortaya çıkmaktadır [135]. “Tangra/Tengri” [Tanrı], Karaçay-Balkar [s. 585] Türklerinin eski inançlarında en ulu tanrı olarak “Teyri” şeklinde geçmektedir. Ayrıca, “Teyri” sözü, aynen Kök-Türklerde olduğu gibi, “gök” anlamına da gelmektedir. Karaçay-Balkar Türkleri de Bulgarlar gibi; “Bayrım-taş”, “Totur-taş”, “Cangız Terek” ve “Ravbazı” vs. adını verdikleri birtakım taş ve ağaçları kutsal sayarlar ve bunlarla ilgili törenler yaparlardı [136]. Bulgar Türkleri’nin muhtelif zaman ve yerlerde, özellikle de Kafkasya’daki komşu kavimlerin kültürüne büyük tesirleri olmuştur. Sözgelimi, Kafkasya’da yaşayan kavimlerin “elbise kültürünü” büyük ölçüde şekillendiren Bulgar Türkleri olmuştur; “Bulgar Türkleri, dış elbise olarak dizden aşağı kadar uzanan bir kaftan giyiyorlardı. Kaftanın yukarı kısmı ve yenleri vücuda yapışık, alt kısmı ise geniş ve iki parçadan ibaretti. Kaftanın ön tarafı kordonlarla düğmelenirdi. Altına kısa ceket [gömlek], pantolon ve çizme giyiyorlardı. Ayrıca abaları [yamçı] da vardı. Kötü havalarda silahları örter ve yayın ıslanmasına mani olurdu. Bulgar Türkleri iki tür başlık kullanıyorlardı. Birincisi tepesi sivri ve deriden yapılmış başlıktır. İkincisi, soyluların giydiği, yuvarlak ve kenarı körüklü kalpak idi. Bulgar Türklerinin kadınlarının elbiseleri de erkeklerinkine benziyordu. Evli kadınların saçı bir baş örtüsü ile kapalı idi. Bunun üstünde süslü bir kalpak taşırlar veya aynı örtüyü bir kalpak şekline sokarlardı.” [137] On yedi yıl boyunca, Bulgar Türklerinin dil, kültür ve arkeolojisi üzerine çalışan Macar Türkolog G. Feher’in bu ifadelerinden, Bulgar Türkleri elbiselerinin Kafkas milli kıyafetlerinin temelini oluşturduğu kolayca anlaşılmaktadır. Bulgar Türkleri mimaride, eski dönem Roma ve Bizans kaynaklı inşaat malzemesi olan tuğla ve moloz çakıl yerine, ağır ve kocaman blok taşlar kullanıyorlardı. G. Feher’e göre, Bulgarların bu mimari yapı stili Sasani-İran etkisini taşımaktadır. Bununla birlikte, Bulgar Türkleri taş yontuculuğunda ve taş duvar inşa etmedeki ustalıklarıyla çok meşhur idiler [138]. Karaçay’daki Humara şehrinin inşasına bakılarak Bulgar Türklerinin taş yapı mimarlığının ustaları olduğu anlaşılmaktadır. Onların bu taş yapı inşaatı ustalıkları, özellikle Çerek vadisinde yaşayan Balkarlarda devam etmiştir. Çerek vadisinde yaşayan Balkarlar için söylenen “Hunaçı Malkarlıla” [Duvarcı/Taşduvar ustası Balkarlılar] şeklindeki yakıştırma Bulgar Türklerinden miras kalmış olmalıdır [139]. Bundan başka, Bulgar Türkleri, iklim şartlarının icabı olarak, kalın ağaç kütüklerini üst üste koymak suretiyle y evler inşa ederlerdi. Bulgar Türklerinin köy veya şehirleri ekseriyetle orman ve nehir kenarında idi [140]. Bulgar Türklerinin bu tip evleri de Karaçaylıların kültüründe korunmuştur. Karaçaylıların en eski ev tipi “töngertme” adı verilen, kalın ağaç kütüklerini üst üste koymak suretiyle inşa edilen evlerdir. Bulgarlar “agul” [avul] adını verdikleri müstahkem şehirlerde otururlardı. Kafkasya’daki Bulgarlar da müstahkem şehirlerde yaşıyorlardı [141]. Bunun en güzel örneği de, Karaçay’daki eski “Humara” müstahkem şehridir. Bulgar Türklerinden kalmış olan eski Humara şehri 20 hektardan fazla bir alanı kapsamaktadır. Humara şehri eskiden çevresi blok taş duvarlarla çevrili ve dokuz kulesi olan bir müstahkem şehir idi [142]. S.Y. Bayçora, W. Barthold’dan naklen, X. yüzyılda Gardizî’nin notlarında “Hazarların ülkesinde halkın kutsal bir ağaca tapındığı ‘Humara’ adlı bir şehir vardır” şeklinde ifadelerin olduğunu söylemektedir. Fakat ben, Gardizî’nin Türk ülkeleriyle ilgili notlarında

Page 76: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

böyle bir kayda rastlayamadım. Ancak, Mesudî’nin notlarında, Hazar denizi yakınlarında ve İtil ırmağına bir saat uzaklıkta “Hum” adlı bir şehir adı geçmektedir [143]. Fakat bunun Karaçay’daki Bulgarlardan kalma eski Humara şehri olmadığı açıktır. Eldeki arkeolojik verilerden, eski Humara şehrinin, Kafkasya Bulgarlarının ve Hazar Hakanlığının askeri, siyasi, kültür ve iktisadi merkezlerinden biri olduğu anlaşılmaktadır. Humara müstahkem şehrinin inşa tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Konuyla ilgili arkeologlar da kesin bir tarih söyleyememekte, sadece Humara şehri kalıntılarının VIII-X. yüzyıldan daha geç bir döneme ait olamayacağını ifade etmektedirler. Halbuki, bazı arkeolojik buluntulardan, Humara şehrinin VIII-X. yüzyıldan önceki dönemlerde inşa edildiğine dair birtakım izlere rastlanmaktadır. Sözgelimi, Humara’da yapılan kazılarda, değişik konut türleri bulunmuştur. Bunların bir kısmı taştan inşa edilen evler, bir kısmı göçebe çadırları, bir kısmı da yer altı evlerdir. Yine, çok farklı mezar türleri de bulunmuştur. Fakat bu mezarların tümünün tabanına keçe serilmiş olduğu saptanmıştır. Bilindiği gibi, bu tür defin geleneği göçebe kavimlerin kültürüne aittir [144]. 1960-1962 yıllarında, Karaçay’daki eski Humara şehri kazı çalışmaları sırasında runik karakterde yazılı taşlar bulunmuştur. İlk olarak 1962 yılında A.M. Şçerbak bu yazıtların, Don ve Talas kitabeleriyle olan benzerliğini açıklayarak, Humara yazıtlarının Batı Türklerine ait özel bir runik alfabeyle yazılmış olduğunu ileri sürmüştür. 1963 yılında V.A. Kuznetsov ise Humara yazıtlarının, Kuzey Kafkasya’da geniş bir alana yayılmış olan eski Yunan kitabelerinden çok farklı bir dil ve yazı sistemiyle yazılmış olduğunu ve bu yazıtların Orhon-Yenisey yazıtlarıyla büyük benzerlik gösterdiğini [s. 586] söylemiş, Humara kitabelerinin şüphe bırakmayacak şekilde eski Türk runik yazısı olduğunu ileri sürmüştür. Böylece bu iki bilim adamının çabalarıyla, Humara yazıtlarının varlığı dünya bilim alemine duyurulmuştur. Daha sonra Humara yazıtlarına ilgi artmış, çok sayıda bilim adamı bu yazıtları çözme çalışmalarına başlamışlardır. G.F. Turçaninov, Humara yazıtlarının Çerkes veya Osetlerin atalarından kalmış olabileceğini ileri sürmüş, fakat onun bu yazıtları Çerkes ve Oset dilleriyle çözme çalışmalarının tümü başarısızlıkla sonuçlanmıştır. M.A. Habiç ise bu yazıtlardan birkaçını başarılı bir şekilde çözmüş ve bunların Türk dilli Alanlara ait olduğunu ileri sürmüştür. Nihayet, S.Y. Bayçora, yıllarca sürdürdüğü çalışmalarıyla, Karaçay-Balkar topraklarında bulunan; Humara, Arhız, Sutul, Ahmat-Kaya, İnal, Gınakızı, Temirtüz, Sarıtüz, Tokmak-Kaya, Ishavat, Ullu-Dorbunla, Kalej, Teşikle, Bitikle, Ak-Kaya bölgeleri ile yine Kafkasya’da Koban ve Terek ırmakları arasında geniş bir alanda yayılmış olan yazıtlardan 74 tanesini çözerek, bütün bu yazıtların Bulgar Türklerine ait olduğunu delilleriyle ortaya koymuştur. Arkeolog H.H. Bici de bu yazıtların Bulgar Türklerine aitliğini kabul etmiştir [145]. S.Y. Bayçora’nın vardığı sonuca göre, Humara ve Kuzey Kafkasya’nın birçok bölgesinde bulunan yazılı taşlarda kullanılan dilden, Kafkasya Bulgarlarının “d, c, dz, ara/ortak” olmak üzere dört şivede konuştukları anlaşılmaktadır. Hasavut bölgesindeki bazı yazıtlar ise iki ayrı Türk lehçesi ve iki ayrı alfabeyle kazınmıştır. Bunların birincisi Kafkasya Bulgar Türkleri’nin harfleriyle, ikincisi ise eski Uygur Türkleri harfleriyle yazılmıştır [146]. S.Y. Bayçora, Kafkasya Bulgar yazıtları alfabesi ile Tuna Bulgar, İtil-Don, Sekel, Orhon-Yenisey yazıtlarında kullanılan alfabelerin karşılaştırmalı çizelgesini hazırlamıştır [147]. Bu çizelgede, Kafkasya Bulgar yazıtlarında kullanılan alfabenin diğerlerine çok benzediği, hatta harflerin çoğunluğunun birbirlerinin aynısı olduğu görülmektedir. Humara Yazıtı 01:

Page 77: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Transkripsiyon: Ög[ü]nbeh b[e]lüg dog [e]ni e[ş] oyuşt[u]k. İzden el [o]l. [148] Türkiye Türkçesi: Ögünbek[in] işaretini [anıtını] tören [anma] yeri tapınakta oyduk [kazıdık]. Tanrının önünde o [duruyor]. Eski Humara şehri kazılarında ortaya çıkarılan bu yazıttan da anlaşıldığı gibi, Bulgar Türkleri ölen soyluları adına anıt dikmeyi kendilerine borç sayarlardı [149]. Bu yazıttaki “dog” sözü, genel Türkçe’deki “yog~yug” [tören, yas töreni] sözüdür. “Ögünbeh~Ögünbek” adı iki sözün birleşmesinden [Ögün-beh~bek] oluşmuş bir özel addır. “Ögün” sözü, eski Türkçe “ög-” [övmek] fiilinden türetilmiş “ög-ü-gen” [övülmüş, övülen, övgüye layık, namlı] sözüdür. “Beh” kelimesi ise genel Türkçedeki “beg~bek” sözüdür. Bu söz Hazar ve Bulgar Türkçesinde “beh” şeklinde geçmektedir. “İzden” [tanrı] sözü ise Macarca kökenli “isten/işten” [tanrı] bir sözdür. Yazıttaki bu sözün varlığı, aynı zamanda Bulgar Türkçesinin de Macar dilinin etkisi altında kaldığını göstermektedir. S.Y. Bayçora, yazıttaki “eş” [tapınak] sözünü başlangıçta Türkçe “eş-” [eşmek, kazmak] fiili olduğunu sandığını, fakat daha sonra bu sözün Önasya kökenli bir söz [eş: tapınak] olduğu sonucuna vardığını ifade etmektedir [150]. Humara Yazıtı 02: Transkripsiyon: Cugut[u]r [e]kc belüg tiketüki c[a]l [e]ki kic[e] oy[u]w oyd[uk]. [151] Türkiye Türkçesi: İkinci dağkeçisi [ayında] anıtın tüketildiği [tamamlandığı] yıl iki küçük süs oyduk. “Cugutur” sözü “dağ keçisi” anlamında olup bugünkü Karaçay-Balkar Türkçesinde halen yaşamaktadır. Fakat, Tuna ve İtil Bulgar Türkleri yazıtlarında “tekou” [koyun yılı] dışında, “cugutur” [dağ keçisi] şeklinde yıl ve ay adı geçmemektedir [152]. Öte yandan bu söz Osetçe’de “dzebudır~dzebodur~dzebedur” [dağ keçisi] şeklinde geçmektedir. V.İ. Abayev bu sözün kökenini şöyle açıklıyor; “Cugutur veya dzebodır [dağ keçisi] sözü, farklı iki dile ait fakat anlamdaş iki sözün [cugu-tur~dzebo-dur] birleşmesinden oluşmuştur. Birinci ‘cugu’ sözü, Gürcüce ‘cihu~cihvi’ [dağ öküzü, yabani öküz] sözünden kaynaklanmaktadır. İkinci ‘tur’ sözünün kökeni ise Hint-Avrupa kökenlidir. Sözgelimi, eski Yunan dilinde ‘tavr-os’ [öküz/sığır], Latince’de ‘taur-us’ [öküz/sığır], eski Slavca’da ‘tur’ [yabani öküz] gibi örnekler verilebilir. Ayrıca bugünkü Rusça’da kullanılan ‘tur’ sözü artık ‘dağ keçisi~yabani keçi’ anlamına yakın bir sözdür. Sonuçta, ‘tur’ sözünün kökeninin Alan diline ait olduğu anlaşılmaktadır.” [153] Humara Yazıtı 03: Transkripsiyon: Cugut[u]r üç[e]mge minge. [154] Türkiye Türkçesi: Dağ keçisi [yılının] üçüncü [ayında] ebedi [abide]. M.A. Habiç bu yazıtı, “Elteber kunga tize canga” [Elteber taş duvar diziyor [inşa ediyor] fil[lerle]] şeklinde okumuştur [155]. Fakat, S.Y.Bayçora, M.A. Habiç’in bu transkripsiyonunun şüpheli olduğunu, çünkü söz konusu yazıttaki harfler ile transkripsiyonun birbiriyle hiç uyuşmadığını söyleyerek, yukarıdaki kendi transkripsiyonunu önermiştir.

Page 78: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Humara Yazıtı 05: Transkripsiyon: C[u]gut[u]r üç[e]m[i]g Mengçur [e]linçe ur biti ögig[e]n. [156] Dağ keçisi [yılının] üçüncü [ayında] Mengçur ülkesinde kazınmış kitabeyle övüldü. Arhız Yazıtı 04: Transkripsiyon: D[o]g [ı]ş[ı]w en e[ş] m[e]n [Ö]g Bk[a] / Ul[u]ma bökmet[i]m uy... / [E]r[e]n [a]z [a]y[ırıltı]m. [157] Türkiye Türkçesi: Tören [anma] yerinde [tapınakta], ben Ög Bka / Oğluma [s. 587] doyamadım uy[?]... / Yiğit As[lardan] ayrıldım [öldüm]. Tokmak-Kaya Yazıtı 02: Transkripsiyon: Sögü d[o]g [ı]z[ı]h d[e]r. [158] Türkiye Türkçesi: Sögü[nün] tören [anma] kutsal yeri. Bu yazıttaki “Sögü” özel adı, eski Türkçe “sü” [asker, ordu] ile “ögü~üge” [bilge başkan] sözlerinin birleşmesinden oluşmuştur ve başlangıçta “askerin~ordunun bilgesi=komutan” şeklinde bir unvan adı iken burada özel ad olarak kullanılmıştır [159]. Yazıttaki “ızıh” sözü, genel Türkçe’deki “ıdık~ıduk” [kutsal] sözüdür. Bu söz, Karay “iyuh”, Çuvaş “ıyrih~iyrik”, Hakas “ızık” ve son olarak Karaçay-Balkar Türkçesinde “ıyıkh~ıyık” şeklinde yaşamakta olup [160] “Pazar günü” ve “hafta” anlamlarına gelmektedir. Bunun nedeni, Hıristiyanlık inancının bir dönem Karaçay Malkar kültürüne tesirinden ileri gelmektedir. Hıristiyanlığın kutsal günü sayılan Pazar günü, Karaçay-Balkarlarda “ıyıkh-kün” [kutsal gün] şeklinde yorumlanmıştır. DİPNOTLAR [1] Henze, Paul B., Kafkaslarda Ateş ve Kılıç-19. Yüzyılda Kuzey Kafkasya Dağ Köylülerinin Direnişi, OTDÜ Yayını, 1985, s. 3. [2] Hacilayev, H.M.İ., Oçerki Karaçayevo i Balkarskoy Leksikologii, Çerkessk, 1970, s. 6. [3] Mokayev, A., Malkarnı Çaşav Tarıhından, Şuyohluk, No: 3, Nalçik, 1976, s. 87. [4] Miziyev, İ.M., İstoriya Karaçayevo-Balkarskogo Naroda s Drevneyşih Vremen Do Prisoedineniya k Rossi, Nalçik, 1994, s. 23-24. [5] Tarhan, Taner M., Eskiçağda Kimmerler Problemi, VIII. Türk Tarihi Kongresi Bildirileri, I. Cilt, TTK Yayınları, 1979, s. 355-356. [6] Tarhan, a.g.e., s. 359. [7] Miziyev, a.g.e., 1994, s. 32, 95. [8] Alekseyeva, E.P., Karaçayevtsı i Balkartsı-Drevniy Narod Kavkaza, Moskova, 1993, s. 5.

Page 79: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

“Koban Kültürü” terimi, bazı yazarlar tarafından yanlış anlaşılmaktadır. Bu yazarlar “Koban Kültürü”nü, Kafkasya kavimlerinin ortak bir kültür dairesi içerisinde oluşturdukları bugünkü Kafkasya kültürüne izafe etmektedirler. Koban ırmağı ve onun kolları dolaylarını kapsayan sahadan “Kuban Bölgesi” şeklinde söz etmekte ve bu sahada oluşan kültürden [Kafkasya kültüründen] de “Kuban Kültürü” diye bahsetmektedirler. Halbuki gerçekte ise “Koban Kültürü” ilmî bir terim olup adını “Koban” köyünden almıştır. Asıl olan, Kafkasya kültürü değil, Koban köyünde ortaya çıkarılan arkeolojik eserlerin yansıttığı kültürdür. Bu kültür ise, bozkır insanlarının tipik savaşçı karakterlerini yansıtan Kimmer-Saka kültürüdür. [9] Grousset, Rene., Bozkır İmparatorluğu, Çeviren: Dr. M. Reşat Uzmen, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1993, s. 22. [10] Tarhan, a.g.e., s. 361-362. [11] Tarhan, a.g.e., s. 357. [12] Durmuş, İlhami., İskitler-Sakalar, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayını, Ankara, 1993, s. 63; Lang, David Marshall., Gürcüler, Ceylan Yayınları, İstanbul, 1997, s. 65. [13] Tarhan, a.g.e., s. 365. [14] Kırzıoğlu, M. Fahrettin., Kars Tarihi, I. Cilt, İstanbul, 1953, s. 66. [15] Şeşen, Ramazan, İslam Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, TKAE Yayınları, Ankara, 1985, s. 30. [16] Ögel, Bahaeddin., Türk Mitolojisi, Cilt I., TTK Yayınları, Ankara, 1971, s. 579. [17] Ögel, a.g.e., 1971, s. 376. [18] Kırzıoğlu, M. Fahrettin., Kıpçaklar, TTK Yayınları, Ankara, 1992, s. 17. [19] Tarhan, a.g.e., s. 358. [20] Durmuş, a.g.e., s. 41-43. [21] Herodotos., Herodot Tarihi, Çeviren: Müntekim Ökmen, Remzi Kitabevi Yayınları, İstanbul, 1991, s. 208. [22] Togan, Z.V., Umumi Türk Tarihine Giriş, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1981, s. 34. [23] Hacilayev, a.g.e., s. 125. [24] Herodotos, a.g.e., s. 208. [25] Mızıulu, İsmail., Skifla bla Karaçay-Malkarlıla, Mingitav, Sayı:6, Nalçik, 1994, s. 192-193. [26] Herodotos, a.g.e., s. 210. [27] Mızıulu, İsmail., Merkezi Gafgazın Etnik Tarihinin Köklerine Doğru, Çevirenler: Prof. Dr. Süleyman Eliyarlı, Doç. Dr. Mehman Abdulla, TDAV Yayınları, İstanbul, 1993, s. 35. [28] Mızılanı, a.g.e., 1993, s. 16. [29] Tarhan, a.g.e., s. 362-363. [30] Durmuş, a.g.e., s. 59. [31] Koşay, Hamit Zübeyr., İdil-Ural Bölgesindeki Türklerin Menşei [Ethno-Genezisi], Dergi, Sayı: 4, 1956, s. 4. [32] Eberhard, W., Çin'in Şimal Komşuları, TTK Yayınları Ankara, 1996, s. 96:70-71; Czegledy, Karoly., Bozkır Kavimlerinin Doğudan Batıya Göçleri, Çeviren: Erdal Çoban, Özne Yayınları, İstanbul, 1998, s. 117. [33] Togan, a.g.e., 1981, s. 22-24, 149. [34] Kırzıoğlu, a.g.e., 1953, s. 27. [35] Ar, Mustafa Selçuk., Çivi Yazılı Kaynaklara Göre Türkçe-Etice-Hurrice Arasındaki Bağlar, Belleten, VIII/32, Ankara, 1944, s. 515-566; Erzen, Afif., Doğu Anadolu ve Urartular/Eastern Anatolia and Urartians, TTK Yayınları, Ankara, 1986, s. 15-16. [36] Simeonov, B., İstoçni İsvori za İstoriyata i Nazvaniyeto na Asparuhovite Bulgari

Page 80: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Vekove VIII, v: 1, 1979, s. 54. [37] Gömeç, Saadettin., Kök Türk Tarihi, Türksoy Yayınları, Ankara, 1997, s. 31-32. [38] Momsen., T., Ueber den Chronographen von Jahre 354; Abhandlungen der phil; Hist. Classe der kais; Saechischen Geselshaft der Wissenschaften, I, Leipzig, 1850, s. 547. [39] Kurat, Akdes Nimet., IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, TTK Yayınları, Ankara, 1972, s. 108; Tekin, Talat., Tuna Bulgarları ve Dilleri, TDK Yayınları, Ankara, 1987, s. 1. [40] Kurat, a.g.e., 1972, s. 109; Kırzıoğlu, M. Fahrettin., Dede-Korkut Oğuznamelerine Göre Kars'ın Anı [Arpaçayı boyu] ve Kağızman Kesimindeki Kamsarakan/Kalbaş Hanedanı, VII. Türk Tarih Kongresi Bildirileri, Cilt I, TTK Yayınları, Ankara, 1972, s. 80; Kırzıoğlu, a.g.e., 1992, s. 36. [41] Koşay, Hamit Zübeyr., Bulgar Türklerinin Eski Tarihi, Başvekalet Müdevvenat Matbaası, 1932, s. 2; Artamonov, M.İ., İstoriya Hazar, Leningrad, 1962, s. 79. [42] Togan, Zeki Velidi., Ibn Fadlan's Reisebericht, Leipzig, 1939, s. XXVIII; Kahovskiy, V.F., Proishojdeniye Çuvaşskogo Naroda, Çeboksarı, 1965, s. 225; Togan, a.g.e., 1981, s. 168-169. [43] Kurat, a.g.e., 1972, s. 13. [44] Skryinskaya, E.Ç., Yordan-O Proishojdenii i Deyaniyah Getov, Moskova, 1960, s. 91; Nemeth, Gyula., Hunlar ve Tanrının Kırbacı Attila, Çeviren: Tarık Demirkan, YKY, İstanbul, 1996, s. 7. [45] Nemeth, a.g.e., s. 42. [46] Kurat, a.g.e., 1972, s. 13; Grousset, a.g.e., s. 88; Kafesoğlu, İbrahim., Türk Milli Kültürü, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1993, s. 69; Ahmetbeyoğlu, Ali., Grek Seyyahı Priskos'a [V. Asır] Göre Avrupa Hunları, TDAV Yayınları, İstanbul, 1995, s. 7; Nemeth, a.g.e., s. 8; Gumilev, L.N., Hazar Çevresinde Bin Yıl, Çeviren: Ahsen Batur, Birleşik Yayıncılık, İstanbul, 2001, s. 169. [47] Kosok, Pşimaho., Kuzey Kafkasya-Hürriyet ve İstiklal Savaşı Tarihinden Yapraklar, Çeltüt Matbaası, İstanbul, 1960, s. 12-16. [48] Kafesoğlu, a.g.e, 1993, s. 70, 264. [49] Mızıulu, a.g.e, 1993, s. 91; Miziyev, a.g.e., 1994, s.35. Burada bir başka bir görüşe daha yer vermek gerekir; Kabardey Çerkeslerinin efsanelerinin birinde “Dav oğlu Baksan” adı geçmektedir. Bu efsaneye göre, şimdiki “Baksan” ırmağı ve vadisinin adı Dav oğlu Baksan’ın adından kalmıştır. Ş.B. Noghumuka’ya göre, Dav oğlu Baksan ise, Çerkeslerin ataları olan Slav kökenli “Ant”ların [?] hükümdarı “Bakso”nun kendisidir [Noghumuka, Şora B., Çerkes Tarihi, Çeviren: Vasfi Güsar, Baha Matbaası, İstanbul, 1974, s. 63-68]. “Ant” kavim adı, Alanların bir kolu olan “Ant”ların adından gelmektedir. Antların birinci sınıf yöneticileri Türklerden, ikinci sınıf yöneticileri Alanlardan ve kalabalık halk tabakası da Slavlardan oluşmaktaydı. G. Vernadsky, Alan, As ve Antların aynı kavimler olduğu konusunda ısrar eder. Ona göre, Çin kroniklerinde, Alanların ülkesi olarak gösterilen “Antsai~Yantsai” [şimdiki Kazakistan’ın güney bölgesi] adı da Antların adından gelmektedir. G. Vernadsky, Latinlerin de Alanlara “Ant” adını, Yunanların ise “As” adını verdiklerini söyler. Apsiş adlı bir komutanın önderliğindeki Avarlar 602 yılında Antları Dnester boylarında tamamen imha etmişlerdir. Bu tarihten sonra da tarihte bir daha Ant adına rastlanmaz. Theophanes, 583 yılında Trakya’ya saldıran Antların başında “Ardagast” ve “Mousoukios” adlı komutanlardan bahsetmektedir. G. Vernadsky, “Ardagast” adının İran kökenli olduğunu söylemekte, “Mousoukios” adını da “Busok” şeklinde düzelterek,

Page 81: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Jordanes’in daha önceki yıllarda bahsettiği Antların “Boz” adlı komutanıyla bağdaştırmaktadır [Karatay, Osman., Hırvat Ulusunun Oluşumu, ASAM Yayınları, Ankara, 2000, s. 91, 117]. Ant komutanı “Busok”un adından, onun Türk kökenli olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, Hun komutanı “Basık” adıyla olan benzerliği de dikkat çekmektedir. [50] Biciyev, H.H., Türki Severnogo Kavkaza, Çerkessk, 1993, s. 268. [51] Kaflı, Kadircan, Şimali Kafkasya, Vakıt Matbaası, 1942, s. 42:26. [52] Ögel, Bahaeddin., İslamiyetten Önce Türk Kültür Tarihi, TTK Yayınları, Ankara, 1991, s. 101. [53] Gürün, Kamuran., Türkler ve Türk Devletleri Tarihi, Cilt-I, Karacan Yayınları, 1981, s. 239; Kafesoğlu, a.g.e., 1993, s. 79, 185; Rasonyi, Laszlo., Tarihte Türklük, TKAE Yayınları, Ankara, 1993, s. 89-90; Ahmetbeyoğlu, a.g.e., s. 16-18; Ostrogorsky, Georg., Bizans Devleti Tarihi, Çeviren: Fikret Işıltan, TTK Yayınları, Ankara, 1995, s. 53. [54] Tekin, a.g.e., s. 1. [55] Gumilev, a.g.e., s. 162. [56] Artamonov, a.g.e., s. 71. [57] Tekin, a.g.e., s. 2; Kurat, Akdes Nimet., Bulgar, İ.A., C.2, İstanbul, 1993, s. 782. [58] Tekin, a.g.e., s. 3. [59] Tekin, a.g.e., s. 3. L.N. Gumilev, Organ ile Kök-Türklerin batıdaki valisi veya ikinci derecedeki hükümdarı “Mohodu-heu”nun aynı kişiler olduğunu söylemektedir. Ona göre, Mohodu-heu Kök-Türklerin meşhur Aşina soyundan olup aynı zamanda da Kubrat Han’ın dayısıdır [Artamonov, a.g.e., s. 162]. [s. 588] [60] Tekin, a.g.e., s. 2-4; Kafesoğlu, a.g.e., 1993, s. 191-192; Ostrogorksky, a.g.e., s. 97. [61] T. Tekin, “Kubrat” sözünün “derlemek, toplamak, bir araya getirmek” fiilinin emir şekli olduğunu söylemekte ve İkinci Kök-Türk Hakanı Kutluğ’un unvanının da aynı anlamda “İl-Teriş” [kabileleri toplayan] şeklinde olduğunu hatırlatmaktadır [Tekin, a.g.e., s. 3]. T. Tekin’in Kubrat adıyla ilgili etimolojisi de şüpheli görünmektedir. Kubrat’ın kardeşinin ve büyük oğlunun adlarının “Şam-bat” ve “Bat-Bayan” şeklinde olması, Kubrat sözünün aslının “Kur-bat” veya “Kor-bat” şeklinde olabileceğini düşündürmektedir. F. Nuretinov’un söylediği, “Putivl” şehrinin asıl ve eski adının “Bat-avıl” [Prens Karargahı] şeklinde olduğu [Nurettinov, Ferhat A. [Ed.], Mikail Baştu İbn Şams Tebir'in Şan Kızı Destanı, Çeviren: Avidan Aydın, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1991, s. XVII] doğru ise, öyle anlaşılıyor ki, “bat” sözü, Bulgar Türklerinde herhalde önceleri “bey, prens, vali” şeklinde bir unvan adı olarak kullanılmakta idi. Kubrat adının aslının“Kur-bat” şeklinde olduğunu varsayarak bu sözün eski Türkçe’deki “kür” [cesur, yiğit] sözünden “Kür-bat” şeklinde oluştuğu düşünülebilir. [62] Kafesoğlu, İbrahim., Bulgarların Kökeni, TKAE Yayınları, Ankara, 1985, s. 15-16.

Page 82: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

[63] Karaçay-Balkar Türkçesinde de “ospar” [gururlu, kibirli] ve “osparlık” [kendine aşırı güvenme, kurum, çalım] şeklinde yaşamaktadır. Karaçay-Balkar Türkçesindeki “ospar” ve “osparlık” sözü, Asparuk’un adına izafen “Asparuk gibi gururlu ve kibirli” gibi bir anlam yüküyle türemiş olabilir. [64] Feher, Geza., Bulgar Türkleri Tarihi, TTK Yayınları, Ankara, 1984, s. 31; Kafesoğlu, a.g.e., 1993, s. 191; Ostrogorsky, a.g.e., s. 117. [65] Koşay, a.g.e., 1956, s. 40; Miller, M., Balkar Türklerinin Asılları Meselesi Etrafında, Dergi, Sayı: 30, Münih, 1962, s. 4; Bayçorov, S.Y., Drevnie-Türkskie Pamyatniki Evropı, Stavropol, 1989, s. 33-34. [66] Nurettinov, a.g.e., s. XI. [67] Miller, a.g.e. 1962, s. 5. [68] Miller, V.F., Osetinskie Etüdı, Cilt-III, Moskova, 1887, s. 60. [69] Artamonov, a.g.e., s. 172. [70] Kırzıoğlu, M. Fahrettin., Dede-Korkut Oğuznameleri Coğrafyası ve Düşünceler, Birinci Milli Türkoloji Kongresi Tebliğleri, Kervan Yayınları, İstanbul, 1980, s. 286. [71] Nurettinov, a.g.e., s. XIV. [72] Togan, a.g.e., 1939, s. 202. [73] Mızıulu, a.g.e., 1993. s. 87. [74] Laypanlanı, Kaziy., Karaçaylıla Kimledile, Karaçay Gazetesi, Sayı: 131-132, 2. sayfalar, Çerkessk, 1992. Bulgarların Koban boylarında yaşadıkları sırada Kafkasya’daki Alanlarla sıkı temaslarda bulundukları ve bunların bazı kültür tesirlerine maruz kalmış olmaları mümkündür [Kurat, a.g.e., 1972, s. 110]. E.P. Alekseyeva’nın, “Karaçay-Balkar Türklerinin Bulgar ve Alanların karışmasından meydana geldiği” şeklindeki görüşüne günümüz Karaçay-Balkar tarihçilerinin hemen hepsi tam destek vermektedirler. Hatta birçoğu da, Karaçay-Balkarların kökeninin yalnızca As ve Alanlardan geldiğini kabul etmektedirler. Temel dayanak olarak da, Karaçay-Balkar Türkçesinde “kardeş, dost, arkadaş” anlamında kullanılan “alan” sözünü göstermektedirler. Ayrıca bugün kendilerini Alan ve Asların devamı sayan Osetlerin eskiden Karaçay-Balkarlara “Asson” [Aslar, As-oğulları] demeleri ve Balkar ülkesini “Asiyag” [Asiya, Asların ülkesi], Karaçay ülkesine de “Tstur-Asiyag” [Büyük Asiya] şeklinde adlandırmalarını; yine eskiden Gürcü-Megrellerin Karaçaylıları “Alani” ve Abhazların da “Azuho” [As] şeklinde adlandırmalarını, Karaçay-Balkarların doğrudan As ve Alanların soyundan geldiklerine dair kanıt olarak saymaktadırlar. Ben şahsen, Karaçay-Balkarların doğrudan As-Alanların devamı olduğu fikrine karşıyım. Fakat burada çok fazla yer tutacağından As-Alan bahsine girmeyeceğim. [75] Miller, a.g.e., 1962, s. 13. [76] Miller, a.g.e., 1962, s. 14. [77] Mızıulu, İsmail., Tarih Halknı Baylıgıdı, Mingitav Dergisi, Sayı: 4, Nalçik, 1994, s. 39. [78] Mızıulu, a.g.e., 1993, s. 91-92; Miziyev, a.g.e., 1994, s. 58.

Page 83: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

[79] Patkanov, K., İz Novogo Spiska "Geografii" Pripisayvaemoy Moyseyu Horenskomu, Jurnal Ministerstva Narodnogo Prosveshteniya, CCXXVI, 1883, s. 21-32; Kurat, a.g.e., 1993, s. 785. [80] Miller, V.-Kovalevskiy, M., V Gorskih Obşçestvah Kabardı. Predanie o Proishojdenii Balkarskih Feodalov [Tavbiyev], Vestnik Evropı, Kn: IV, Aprel, 1884, s. 553-555; Şamanlanı, İbrahim., Koban Başında-Tarih Haparla, Çerkessk, 1987, s. 42; Kudaşev, V.N., İstoriçeskie Svedeniya o Kabardinskom Narode, Nalçik, 1991, s. 156-157; Abayev, Misost., Balkariya, Nalçik, 1992, s. 7; Mızıulu, İsmail., Tarih Halkın Zenginliğidir, Çeviren: Adilhan Appa, Bilig Dergisi, Sayı: 7, Ankara, 1998, s. 28. [81] Miziyev, İ.M., Oçerki İstorii i Kulturı Balkarii i Karaçaya XIII-XVIII vv, Nalçik, 1991, s. 16; Mızıulu, a.g.e., 1998, s. 19. [82] Miziyev, a.g.e., 1994, s. 13. [83] Kırzıoğlu, M. Fahrettin., Osmanlıların Kafkas Ellerini Fethi, TTK Yayınları, Ankara, 1993, s. 8. [84] Bayramkullanı, Ahmat., İstoriyalı Haparla, Caşavnu Oyuvları, Çerkessk, 1988, s. 8. 1807-1808 yıllarında Kafkasya’da bulunan J. Klaproth notlarında Balkarlar hakkında şöyle demektedir; “Basiyat adı onların meşhur soy atalarının adıdır. Onlar önce Kuma ırmağı civarında yaşamışlar. Başşehirleri Macar şehri imiş. Daha sonra şimdiki Malk [Balk] ırmağı civarına gelip yerleşmişler ve bunlardan bir kısmı Malk [Balk] ırmağının adından “Malkar” veya “Balkar” adını almışlar [Şamanlanı, a.g.e., s. 42].” Çerkes tarihçisi Ş.B. Noghumuka da eskiden “Macar” adında bir şehrin varlığından bahsetmektedir; “Macar şehrinin sınırı, Kuma ırmağının sol kıyısında olup 12 fersah [12x6=72 km] uzaktadır [Noghumuka, a.g.e., s. 116].” [85] Mokayev, a.g.e., s. 90. [86] Şamanlanı, a.g.e., s. 42. [87] Kafesoğlu, a.g.e., 1985, s. 1-3. Halbuki, Mar-Abas Katina ile Khorenli Musa’nın kayıtlarına göre Bulgarların M.Ö. 149-127 yıllarında Kafkasya’da yaşadıklarından daha önce bahsetmiştik. V.F. Kahovskiy, K. Patkanov ve Z.V. Togan da bunun anakronik olmadığını söylemişlerdir. Yani, Bulgar sözünün V. Yüzyıldan önce olmadığı görüşü yanlıştır. [88] Tekin, a.g.e., s. 62-63. [89] Zakiyev, M.Z., Tatarı-Problemi İstorii i Yazıki, Kazan, 1995, s. 81. [90] Patkanov, a.g.e., s. 21-32; Kurat, a.g.e., 1993, s. 785. [91] Eren, Hasan., Bulgarlar ve Türk Dili, Bulgaristan'da Türk Varlığı, TTK Yayınları Ankara, 1985, s. 1, 13. [92] İtil ırmağının en eski adı Finlilerin verdiği “Rha” adıdır. Finler sonraları bu ırmağa “Volga” demişler ve bu ad daha sonraları Slavlar tarafından da benimsenmiştir [Kurat,

Page 84: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

a.g.e., 1972, s. 112]. Demek oluyor ki, İtil ırmağına “Volga” adını Slavlar ve Finlilerin vermemiştir. Yani, İtil ırmağına “Volga” adının kimler tarafından verildiği belirsizdir. [93] İnan, Abdülkadir., Makaleler ve İncelemeler, TTK Yayınları, Ankara, 1987, s. 619. [94] Kaşgarlı, Mahmut., Divanü Lugat-it Türk, Çeviren: Besim Atalay, C.I., TDK Yayınları, Ankara, 1992, s. 379. [95] İnan, a.g.e., s. 619. [96] Eyuboğlu, İsmet Zeki., Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü, Sosyal Yayınlar, İstanbul, 1995, s. 68, 70, 548. [97] Kırzıoğlu, a.g.e., 1992, s. 204. [98] Huart, C., Horasan, İ.A., C.5/I, İstanbul, 1993. s. 560. Farsça “hor” [güneş] sözü ile Doğu Slavlarının [Rusların ataları] pagan inançlarındaki “Hors” [Güneş Tanrısı] arasındaki benzerlik dikkat çekmektedir. Bu ikisi arasında bir ilişki olmalıdır. [99] İtil Bulgarlarından kalma eski mezar taşlarının üzerindeki “güneş” resimlerinin belki bununla bir ilgisi vardır. [100] Togan, a.g.e., 1939, s. 147; Togan, a.g.e., 1981, s. 169. [101] Togan, a.g.e., 1981, s. 426.[102] Barthold, W., Balaklava, İ.A., C.2, İstanbul, 1993, s. 269.[103] Baştav, Şerif., Sabir Türkleri, Belleten, V/17-18, Ankara, 1941, s. 62. Ş. Baştav, Sabir Türklerinin “Balakh” adlı hükümdarının “malak” [manda yavrusu] sözüyle bir ilgisi olabileceğini söylemektedir. [104] Artamonov, a.g.e., s. 184. [105] Alihanova, M., Tarihi Derbent-Name, Tiflis, 1898, s. 131. [106] Erel, Şerafeddin., Dağıstan ve Dağıstanlılar, İstanbul, 1961, s. 52. [107] Şamanlanı, a.g.e., s. 42. [108] Balkarların etnik oluşumuyla ilgili çok eskiye dayanan tarihi bir kayıt yoktur. Sadece halkın belleğinde korunan belli belirsiz bir oluşum hikayesi mevcuttur. Bu da bölük pörçük olarak geç tarihlerde yazıya geçirilebilmiştir. Bkz; Miller-Kovalevskiy, a.g.e., 1884, s. 553-555; Şamanlanı, a.g.e., s. 42; Kudaşev, a.g.e., s. 156-157; Abayev, a.g.e., s. 7. [109] Noghumuka, a.g.e., s. 67-68. [110] Noghumuka, a.g.e., s. 60.

Page 85: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

[111] Balkarların bugünkü yurtlarında çok daha eski zamanlardan beri yaşadıklarını bizzat Kabardey Çerkeslerinin efsaneleri söylemektedir: “Kabardeyler geldikleri yeni yerlerde Tatar [Karaçay-Balkar] köyleriyle karşılaştılar. Onları dağlık vadilere çekilmeye zorladılar ve kendileri de onların yurtlarına yerleştiler [Kudaşev, a.g.e., s. 31].” Yani, Balkar Türkleri, Balk vadisi ve Balk ırmağı dolaylarına Çerkeslerden sonra gelmemişler, tam tersine Balkarlar eskiden beri buralarda yaşarlarken daha sonra Kabardey Çerkesleri gelip Balkarları baskı altına almışlar ve dağlık bölgelere çekilmeye zorlamışlardır. Kabardey Çerkeslerinin, Koban ve Terek ırmakları dolaylarına göçlerinin ancak XV. yüzyılda Prens İnal’ın zamanında gerçekleştiği bilinmektedir. [112] Baştav, a.g.e., s. 62. [113] Baştav, a.g.e., s. 63. Gürcü-Svanların eskiden Balkarlara “Sabir” ve Karaçaylılara da “Savar” adını vermeleri bu yüzden olmalıdır [Lavrov, L.İ., Karaçayevtsı-İstoriko-Etnografiçeskiy Oçerk, Çerkessk, 1978, s. 21; Miziyev, a.g.e., 1991, s. 135]. [114] Noghumuka, a.g.e., s. 27. [115] Kurat, a.g.e., 1993, s. 796. [116] Eyuboğlu, a.g.e., s. 376. [117] Kurat, Akdes Nimet., Rusya Tarihi, TTK Yayınları, Ankara, 1993, s. 51. [118] Artamonov, a.g.e., s. 398. [119] Artamonov, a.g.e., s. 387. [120] Lavrov, a.g.e., s. 22; Alekseyeva, a.g.e., s. 46; Şamanlanı, a.g.e., s. 14-19; Mızıulu, a.g.e., 1994, s. 29. [s. 589] [121] Hacilayev, a.g.e., s. 17-18; Mokayev, a.g.e., s. 91; Aliyev, Umar., Karaçay, Çerkessk, 1991, s. 48-49. [122] Aslanbek, Mahmut., Karaçay ve Malkar Türklerinin Faciası, Çankaya Matbaası, Ankara, 1952, s. 7; Bala, Mirza., Karaçay ve Balkarlar, İ.A., C.6, İstanbul, 1993, s. 218; Nevruz, Yılmaz., Karaçay-Malkarlılanı Tamırlarını Üsünden, Birleşik Kafkasya Dergisi, Sayı: 1, Eskişehir, 1994, s. 47. [123] Grönbech, K., Kuman Lehçesi Sözlüğü-Codex Cumanicus'un Türkçe Sözlük Dizini, Çeviren: Prof. Dr. Kemal Aytaç, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1992, s. 90. [124] Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü, Cilt 1, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1991, s. 534-535. [125] Tenişev E.R., Goçiyaeva S.A., Süyünçev H.İ., Karaçay-Malkar-Orus Sözlük, Moskova, 1989, s. 396; Pröhle, W., Karaçay Lehçesi Sözlüğü, [Çeviren: Prof. Dr. Kemal Aytaç], Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1991, s. 49. [126] Şamanlanı, a.g.e., s. 42. [127] Bayramkullanı, a.g.e., s. 6-7, 12. [128] Bayramkullanı, a.g.e., s. 35-36. [129] Barthold, W., Kerç, İA, C.6, İst. 1993, s. 582-583. [130] Kurat, a.g.e., 1993, s. 782; Feher, a.g.e., 1984, s. 2-3; Feher, Geza., Bulgar Türkleri-Macarlar ve Bunlara Akraba Olan Milletlerin Kültürü, TKAE Yayınları, Ankara,

Page 86: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

1986, s. 10. [131] Karaçay-Balkar Türkçesi ve Macarca arasındaki ortak sözler için bkz. Hacilayev, a.g.e., s. 150-151; Rona-Tas, A., The Character of Hungarian-Bulgaro-Turkic Relations, Studia Turco-Hungarica, Tomus V., Budapest, 1981, s. 121-126. [132] Biciyev, a.g.e., s. 259. [133] Bayçorov, a.g.e., s. 58. [134] Beşevliyev, V., Proto-Bulgar Dini, Çeviren: T. Acaroğlu, Belleten, IX/34, Ankara, 1945, s. 218; Feher, a.g.e., 1984, s. 80; Feher, a.g.e., 1986, s. 20-21. [135] Nurettinov, a.g.e., s. XXXIII. [136] Malkonduyev, H.H., Drevnyaya Pesennaya Kultura Balkartsev i Karaçaevtsev, Nalçik, 1990, s. 15-16. [137] Feher, a.g.e., 1984, s. 84-85; Feher, a.g.e., 1986, s. 41. [138] Kafesoğlu, a.g.e., 1985, s. 52-53; Feher, a.g.e., 1986, s. 34. [139] Miziyev, a.g.e., 1994, s. 59-60. [140] Kurat, Akdes Nimet., Doğu Avrupa Türk Kavim ve Devletleri, Türk Dünyası El Kitabı, Cilt I, TKAE Yayınları, 1992, Ankara, s. 185. [141] Feher, a.g.e., 1984, s. 42; Feher, a.g.e., 1986, s. 34. [142] Bayçorov, a.g.e., s. 166-167. [143] Şeşen, a.g.e., s. 51. [144] Miziyev, a.g.e., 1994, s. 58-59. [145] Bayçorov, a.g.e., s. 8-9, 20-24, 32-33, 310. [146] Bayçorov, a.g.e., s. 28, 277, 281. [147] Bayçorov, a.g.e., s. 90-91. [148] Bayçorov, a.g.e., s. 174. S.Y. Bayçora, bu transkripte geçen “izden” [tanrı] sözünün “ijden” şeklinde de okunabileceğini de söylemektedir. [149] Feher, a.g.e., 1986, s. 29. [150] Bayçorov, a.g.e., s. 35, 38, 70, 78. [151] Bayçorov, a.g.e., s. 178. [152] Karşılaştırınız; Tekin, a.g.e., s. 20, 25. [153] Bayçorov, a.g.e., s. 84. V.İ. Abayev, “Sonuçta, ‘tur’ sözünün kökeninin Alan diline ait olduğu anlaşılmaktadır” derken, ayrıca Alanların da sonuçta bir Hint-Avrupa kavmi olduğunu kastetmektedir. [154] Bayçorov, a.g.e., s. 181. [155] Bayçorov, a.g.e., s. 23. [156] Bayçorov, a.g.e., s. 183. [157] Bayçorov, a.g.e., s. 239. [158] Bayçorov, a.g.e., s. 231. [159] Bayçorov, a.g.e., s. 70. [160] Biciyev, a.g.e.,s. 266.

Page 87: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

__________________________________________________ Adilhan Adiloğlu, Karaçay-Balkar Türklerinin Kökeni Türkler, II. Cilt, Yeni Türkiye Yayınları Ankara, 2002, s. 572-589

KARAÇAY-MALKAR TÜRKLER İNİN ETNİK OLUŞUMUNDA

BULGAR VE SAB İR HUNLARININ ROLÜ

Kafkasya’da Elbruz dağının [Miññitaw] doğu ve batısındaki yüksek dağlık vadilerde yaşayan Karaçay-Malkar Türkleri, tarih boyunca bölgede hakimiyet kuran Kimmer, Saka [İskit], Bulgar, Sabir-Hun ve Kıpçak Türklerinin binlerce yıl süren etnik bütünleşmesinden süzülerek ortaya çıkmış bir Türk boyudur. Proto-Türk kavimleri daha M.Ö. 5000 yıllarında Kafkasya coğrafyasıyla ilişki içerisindeydiler. Yani, Kafkasya’nın kaderi daha o zamandan beri Türk dünyasıyla ilişkilidir. Araplar, VIII. yüzyılda Kafkasya’yı fethederek İtil ırmağı ötesine kadar ulaşmışlar, fakat Bizans ve Hazar direnişi karşısında geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Bu arada Ermeni ve Gürcü krallıkları genişlemiş ve İranlıların bölgedeki etkinliği artmıştır. Sonraları Oğuzlar ve dolayısıyla Selçuklu Türkleri Kafkasya’ya gelmiş, nihayet XIII. yüzyılda Moğollar Kafkasya’yı ele geçirmişlerdir. Moğollar kendilerinden nüfus olarak daha fazla olan Türklere, onların askeri üstünlüklerinden dolayı bağımlı kalmışlar ve kendilerinden sonra ortaya çıkan devletler hep Türk asıllı olmuşlardır [Henze, 85:3]. Kabardey-Balkar Cumhuriyetinin başkenti Nalçik şehrinde 22-26 Haziran 1959 tarihinde yapılan “Karaçay-Malkar Halkının Etnik Oluşumu” konulu sempozyumda şöyle bir sonuca varılmıştır: “Karaçay-Malkarların etnik oluşumu, Bulgar, Alan, Kıpçak ve yerli Kafkas kabilelerinin birbirleriyle karışmasından meydana gelmiştir” [Hacilayev, 70:6]. Kafkasya tarihi ve kültürü üzerine yaptığı çalışmalarıyla meşhur E.P. Alekseyeva, bu etnik oluşumun, Karaçay-Malkarların bugün yaşadığı topraklarda XIII-XIV. yüzyıllarda, tamamlandığını söylemekte; yukarıdaki Bulgar, Alan, Kıpçak ve yerli Kafkas kabileleri dizisine bir de “Koban Kültürü”nü yaratan kavimleri eklemektedir [Mokayev, 76:87]. M.Ö. XII-VII. yüzyıllar arasında, Kuzey Kafkasya’nın merkezi kısımlarında ilmî literatürde “Koban Kültürü” adı verilen bir medeniyet tesis edilmiştir. Bugünkü Kuzey Osetya Cumhuriyetinin “Koban” köyünde ortaya çıkarılan arkeolojik buluntuların yansıttığı bu kültüre, köyün adından dolayı, “Koban Kültürü” adı verilmiştir. Bu arkeolojik malzemelerin, Koban kültürünün M.Ö. VII-VI. yüzyıl dönemlerine ait olduğu sanılmaktadır [Alekseyeva, 93:5]. Kafkasya’da Terek ırmağı civarındaki Pyatigorsk kurganları [M.Ö. 1200] ve Koban başındaki kalıntılar [saf bronz çağı M.Ö. 1200-1000] Kimmerlerden kalmıştır [Grousset, 93:22]. Burada bir hususa dikkat çekmemiz gerekmektedir; "Koban Kültürü" terimi bazı yazarlar tarafından yanlış anlaşılmaktadır. Bu yazarlar "Koban Kültürü"nü, Kafkas kavimlerinin ortak bir kültür dairesi içerisinde oluşturdukları bugünkü Kafkas kültürüne izafe etmektedirler. Koban ırmağı ve onun kolları dolaylarını kapsayan sahadan "Kuban Bölgesi" şeklinde söz etmekte ve bu sahada oluşan kültürden, yani Kafkas kültüründen, "Kuban Kültürü" diye bahsetmektedirler. Halbuki gerçekte ise "Koban Kültürü" ilmî bir terim olup adını "Koban" köyünden almıştır. Asıl olan Kafkas kültürü değil, Koban köyünde ortaya

Page 88: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

çıkarılan arkeolojik eserlerin yansıttığı kültürdür. Bu kültür ise bozkır insanlarının tipik savaşçı karakterlerini yansıtan Kimmer-Saka kültürüdür. Kimmerler ve Sakalar tarihin farklı ama birbirini takip eden erken dönemlerinde Kafkasya’ya gelerek bölgenin etnik ve kültür yapısını oldukça derinden etkilemişlerdir. M. Seyidov tarih sahnesindeki varlıklarını bin yıldan fazla bir süre devam ettiren Sakaların, Yakut, Kazak ve Kafkasya’da yaşayan Türk boylarının [Karaçay-Malkarların] etnik oluşumunda önemli rol oynadıklarını söylemektedir [Durmuş, 93:59]. Bulgarlar Bulgar adına Latin kaynaklarında ilk olarak M.S. 334 yılında rastlamaktayız. Yazarı meçhul olan ve M.S. 354 yılında yazıldığı anlaşılan “Anonim Kronik”te Bulgar Türklerinden [Ziezi ex quo Vulgares] bahsedilmektedir [Momsen, 50:547]. Bizans kaynakları ise M.S. 482 yılında, Avrupa Hun imparatoru Attila’nın küçük oğlu İrnek’in kurmuş olduğu devletin en önemli kabilesi olarak “Bulgar” adını zikretmektedirler [Kurat, 72:108; Tekin, 87:1]. Öte yandan, Süryanî Mar-Abas Katina, Bulgar Türklerinin M.Ö. 149-127 yıllarında Kafkasların kuzeyinde yaşadıklarından bahsetmektedir. Bu kayıt, VII. yüzyıl Ermeni tarihçisi Horenli Musa [Moses Khorenaci], tarafından da nakledilmiştir. Horenli Musa, Bulgarlarla ilgili olarak şöyle demektedir: “Val Arşak oğlu I. Arşak zamanında [M.Ö. 149-127] Kafkas dağları arasındaki Bulgarlar ülkesinde büyük karışıklıklar çıktı. Bunlardan kalabalık bir grup göçüp gelerek Gol’un altında çok verimli ve buğdayı bol ovalara yerleştiler” [Kurat, 72:109; Kırzıoğlu, 72:80; Kırzıoğlu, 92:36]. Başta M.İ. Artamonov olmak üzere bazı eski Sovyet ve Avrupalı tarihçiler, Mar-Abas Katina ile Horenli Musa’nın Bulgarlar hakkında milat öncesi döneme ait verdiği bu haberleri anakronik sayarlar [Koşay, 32:2; Artamonov, 62:79]. Fakat, V.F. Kahovskiy, K. Patkanov ve Z.V. Togan, Bulgarların gerçekten de milat öncesi dönemlerde Kafkasya’da yaşadıklarını ve bunların bir kısmının, Khorenli Musa’nın da işaret ettiği tarihlerde Ermenistan dolaylarına göç ettiklerini söylerler. V.F. Kahovskiy ve K. Patkanov, milat öncesi tarihlerde Kafkasya ve Ermenistan coğrafyasında Bulgarların yaşadıklarını ve bunun da tarihe uygun olduğu konusunda ısrarlıdırlar [Togan, 39:XXVIII; Kahovskiy, 65:225; Togan, 81:168-169]. Z.V. Togan, Bulgarların, Makedonyalı İskender zamanında Horasan bölgesinde yaşadıklarını söylemektedir. Ona göre Bulgar ve Hazar Türkleri, İtil havzasına muhtemelen İskender’in fetihleri sırasında gelmişlerdir. Hatta, Bulgar ve Hazarların bir kısmı da, İskender’in Horasan taraflarına gelmesinden daha önce Sakalarla birlikte İtil dolaylarına gelmiş olabilirler. Reşideddin Oğuznamesi’nde Bulgarlar İtil havzasında Oğuz Han’dan önce yaşayan yerli bir kavim olarak ve Bulgar tarihi için çok önemli olan “Ulu-Balagur” adıyla zikredilmektedirler [Togan, 39:147; Togan, 81:169]. Bizans kaynaklarında Bulgar Türklerinin daha çok Hunlarla birlikte anılmasına rağmen, Bulgarların aslında Hunlardan çok daha önce Kafkasya’ya gelip yerleştikleri sanılmaktadır. Fakat resmî tarih, Bulgarları, Avrupa Hun İmparatorluğu’nun dağılmasından sonra Attila’nın en küçük oğlu İrnek’in kurmuş olduğu devletin en önemli kabilesi olarak saymaktadır. Hunlar Kafkasya’da Bizanslı Dionius de Charax, Hunların M.S. 330 yıllarda Kafkaslara geldiklerini bildirmektedir [Kurat, 72:13]. Fakat, Alanları yerinden edecek kadar güçlü bir hareket

Page 89: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

olan kavimler göçünün başlamasından ve Hunların toplu olarak İtil, Azak ve Kafkasya dolaylarına gelip yerleşmesinden çok daha önce, Orta Asya’dan gelip buralara yerleşen Hun kabilelerinin olduğu bilinmektedir. Bu kabileler, Hunların toplu göçünden en az 150 yıl önce buralara gelip yerleşmişlerdir [Skryinskaya, 60:91; Nemeth, 96:7]. Orta Asya’dan Avrupa’ya doğru dalgalar halinde akan Balamir Han yönetimindeki Hunlar 355-360 yıllarında, İtil ırmağını aştıktan sonra, Don ırmağını da geçmişler, Terek ve Koban’daki Alanların ülkesini tamamen hakimiyet altına almışlardı. Hunlar, Alanların ülkesini ele geçirdikten sonra hemen batıya yönelmediler. Kafkasya üzerinden 359 yılında İran’a ve 363-373 yılları arasında Ermenistan’a girdiler [Nemeth, 96:42]. Hunlar kısa bir zamanda, Hazar denizinden Azak denizine kadar uzanan bütün Kafkasya coğrafyasını kontrol altına aldılar. Bütün bu tarihi olaylardan sonra, Kafkasya ve Azak denizi civarı artık Hunların gerçek vatanı olarak sayılıyordu [Kurat, 72:13; Grousset, 93:88; Kafesoğlu, 93:69; Ahmetbeyoğlu, 95:7; Nemeth, 96:8; Gumilev, 01:169]. Balamir’in torunu Munçuk, Kafkasya kavimlerinin hükümdarlığını kardeşi Aybars’a vermişti. Aybars, ordularının başında Kafkasya’da tam bir hakimiyet kurmak maksadıyla, İtil’den güneye doğru hareket etti. Bu dönemde, Azak ile Kafkasya arasındaki bozkırlarda yaşayan Alanlar ve Kasoglar [Çerkesler] ile karşılaştı ve onları yenilgiye uğratarak hakimiyeti altına aldı. Hunlar ile Alan ve Kasog ittifakı arasında geçen bu tarihi hadiseler, Kabardey Çerkeslerinin destanlarına da geçmiştir. L.G. Lopatinskiy’nin Kabardeylerden derlemiş olduğu bir destanda Hunlar ile Çerkesler arasında cereyan eden savaş anlatılmaktadır [Kosok, 60:12-16]: Fırtına esnasında göklerde olduğu gibi Gürültüler işitiliyor Toz bulutları göğü ve güneşi kaplıyor Hunlar geliyor, Hunlar sayısızdır Bunlar insandır, fakat kurda benziyorlar Sarı yüzlü, çekik gözlü, kısa boylu Kendi boyları kadar atlara binmişler Mızrak ve yay ormanları gözüküyor Arkalarında oklar ve bellerinde kılıç Bir çekirge sürüsü gibi geliyorlar Ve her şeyi mahvediyorlar Çekik gözlülerin avlayacağı gafillere yuh olsun Biz hazırız, bir günlük uzun yolda, dikenli demetler Demetler arkasında Azak’a kadar siperler saklıyor Çakallar gibi havlayarak, uluyarak, bastı sarı yüzlüler Demetlerin arkasından Siperlerden onlara cevap veriyoruz Görünmeyen okçuların oklarından kuvvetli ıslıklar Kurnaz Hunlar atlarını çevirdiler, koşturuyorlar Orman arkasından süvarimizin çıkıp Takibe koyulmasını bekliyorlar Düşmanın bu kurnazlığını biz çoktan biliyoruz Düşmanlarımıza zaferi temin eden takip olmayacaktır Göğüs göğüse kılıç savaşı Ve mızrak bu defa her şeyi halledecektir Mızrakçılarımız ustadır, oklarımız da isabetlidir Kılıç vurmakta, bizimkilerle kimse yarışamaz

Page 90: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Fakat çekik gözlülerin kuvveti büyüktür Sayıları hudutsuzdur Safları yıkıyorsun, yenileri evvelkinden daha çok Daha kuvvetlileri geliyor Bu suretle topraklarımız için Günlerce, aylarca çarpışıyoruz Yılmadan çarpışıyoruz. Hunlar, Kafkasya’nın tarihini, coğrafyasını, kültürünü çok derinden etkilemişler ve bu bölgede kalıcı izler bırakmışlardır. Meselâ, Hun ordularının Kafkasya üzerinden Anadolu’ya yaptıkları akınların başında, Hunların hükümdar “Dulo” sülalesine mensup “Kursık” ve “Basık” adlı iki komutandan bahsedilmektedir [Kafesoğlu, 93:70, 264]. Hun prensi “Kursık”ın adı, Karaçaylıların en eski köylerinden olan “Hurzuk”un adında hatırasını korumaktadır. Ayrıca “Hurzuk” adı sadece bir köyün adı değil, bu köyün de içinde bulunduğu büyük bir vadinin adıdır. Yine Koban ırmağının kaynağını oluşturan ırmaklardan birinin adı da “Hurzuk”tur. İsmail Miziyev’e göre diğer Hun prensi “Basık”ın adı ise bugün Kabardey-Balkar Cumhuriyeti sınırları içerisinde bulunan Bashan [Baksan < Basık Han] vadisinde hatırasını devam ettirmektedir. Yine, Çegem ırmağının kollarından biri olan “Doñat” deresinin adı, Hun komutanlarından “Donat”ın adından miras kalmıştır [Mızıulu, 93:91; Miziyev, 94:35]. Çerkes tarihçi Şora Bekmurza Noghumuka’ya göre, Kabardey Çerkeslerinin efsanelerinin birinde "Dav oğlu Baksan" adında bir kahramandan bahsedilmektedir. Ona göre Baksan vadisi ile Baksan ırmağının adı Dav oğlu Baksan'ın adından miras kalmıştır. Ş.B. Noghumuka'nın söylediğine göre Dav oğlu Baksan, Çerkeslerin ataları olan Antların hükümdarı "Bakso"nun kendisidir [Noghumuka, 74:63-68]. Fakat Antlar, Çerkeslerin ataları değildir. "Ant" kavim adı, Alanların bir kolu olan "Ant"ların adından gelmektedir. Antların birinci sınıf yöneticileri Türklerden, ikinci sınıf yöneticileri Alanlardan ve kalabalık halk tabakası da Slavlardan oluşmaktaydı. G. Vernadsky, Alan, As ve Antların aynı kavimler olduğu konusunda ısrar etmektedir. Ona göre, Çin kroniklerinde, Alanların ülkesi olarak gösterilen "Antsai~Yantsai" [şimdiki Kazakistan'ın güney bölgesi] adı da Antların adından gelmektedir. G. Vernadsky, Latinlerin Alanlara "Ant" adını, Yunanların ise "As" adını verdiklerini söylemektedir. Apsiş adlı bir komutanın önderliğindeki Avarlar 602 yılında Antları Dnester boylarında tamamen imha etmişlerdir. Bu tarihten sonra da tarihte bir daha Ant adına rastlanmaz. Theophanes, 583 yılında Trakya'ya saldıran Antların başında "Ardagast" ve "Mousoukios" adlı komutanlardan bahsetmektedir. G. Vernadsky, "Ardagast" adının İran kökenli olduğunu söylemekte, "Mousoukios" adını da "Busok" şeklinde düzelterek, Jordanes'in daha önceki yıllarda bahsettiği Antların "Boz" adlı komutanıyla bağdaştırmaktadır [Karatay, 00:91, 117]. Ant komutanı "Busok"un adından, onun Türk kökenli olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, Hun komutanı "Basık" adıyla olan benzerliği de dikkat çekmektedir. Kabardey Çerkeslerinin efsanelerinde geçen “Baksan” adlı kahramanın IV. yüzyılda yaşadığı belirtilmektedir ki bu Hun prensi Basık’ın yaşadığı dönemdir. Karaçay’daki “Hun-Kala” [Hun-Kale] adındaki kale kalıntısı ile Malkar’daki “Hun-Tala” [Hun düzlüğü] toponimleri Hunların adından kalmıştır [Biciyev, 93:268]. Dağıstan’da, Avarların meskun olduğu tarihi “Hunzakh” şehri Hunlardan kalmış olup, bu şehrin adı, Avar dilinde “Hun yeri” demektir [Kaflı, 42:26]. Ayrıca, Hunların meşhur hükümdar sülalesi “Dulo” [Dula~Doula] adı, Karaçaylıların eski sülalelerinden biri olan “Dola” sülalesinde adını korumaktadır. Bunların dışında, Macaristan’daki Hun çağı eserleriyle, Kafkasya’da Terek ve Digor bölgelerinde bulunan eserlerin birbirleriyle çok yakınlık göstermesi, Hunların Kafkasya kültüründe ne kadar etkili olduğunu göstermektedir [Ögel, 91:101].

Page 91: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Büyük Bulgarya Attila’nın 453 yılında ölümü üzerine, yerine büyük oğlu İlek geçmiş fakat kendisi imparatorluğun parçalanmasının önüne geçememiştir. Attila’nın ikinci oğlu Tengizik de Tuna civarı ve Romanya ovalarına yerleşmiştir. Attila’nın küçük oğlu İrnek ise 456 yıllarında kendisine bağlı Hun kabileleriyle birlikte Orta Avrupa’yı terk ederek Karadeniz kuzeyindeki bozkırlara gelmiştir. İrnek Han, burada karşılaştığı Bulgar kabileleriyle birleşerek bir Hun-Bulgar Devleti kurmuş ve gelecekte Kubrat Han’ın kuracağı “Magna Bulgaria”nın [Büyük Bulgarya] temellerini atmıştır [Gürün, 81:239; Kafesoğlu, 93:79, 185; Rasonyi, 93:89-90; Ahmetbeyoğlu, 95:16-18; Ostrogorsky, 95:53]. Bizanslı Priskos ve Suidas, 463 yılında Şaragur, Ogur ve Onogur kabilelerinin Karadeniz kuzeyindeki bozkırlarda, Tuna ırmağının kolları ile Volga arasındaki bozkırlarda yerleşmiş olduklarını ve daha sonra 482 yılında İrnek’in kurmuş olduğu birliğin en önemli kabilesi olarak “Bulgar” adını zikrederler. Bulgarlar daha sonra Kutirgur ve Utirgur şeklinde iki kabile temelinde bir siyasi birlik oluşturmuşlardır. Bu ilk Bulgar birliğinin merkezi Koban ırmağı civarında bulunuyordu [Tekin, 87:1]. İsmail Miziyev bu merkezin, yani Bulgar Devletinin başkentinin bugünkü İssi-Suv [Pyatigorkski] şehri civarında olduğunu söylemektedir [Mızıulu, 94:39]. Avrupa’dan Karadenizin kuzeyindeki bozkırlara ve Kafkasya’ya dönüş yapan Hunlar ile buralarda çok eskiden beri yaşamakta olan Bulgar ve Sabir kabileleri arasında çatışma çıkacağı yerde, kısa sürede dostane temaslar neticesinde siyasi birlik oluşmuştu. Bulgar ve Sabirlerin bundan sonra kendileri için “Hun” adını kullanmaları bunun en güzel delilidir. IV. yüzyılda Bulgarların kendilerini Hunlardan sayması bir gurur vesilesi idi [Gumilev, 01:162].

V. Yüzyılda Kakfasyanın Etnik Haritası

M.İ. Artamonov, Kafkasya’nın V. yüzyıldaki etnik haritasını şöyle çizmektedir; Dağıstan’ın kuzeyinden Kuma ırmağı ve onun kollarının çevrelediği yerlerde Sabirler ile onların biraz yukarısında Şaragurlar yaşamaktadır. Onların kuzeyinde ve batısında yani bugünkü Adige Ö.C. ve Krasnodar ile Stavrapol çevresinden Azak denizine kadar olan yerlerde Onogurlar yaşamaktadır. Azak denizinin kuzey kıyılarından doğu ve güneye doğru Şaragurlara kadar olan yerlerde Akatsirler [Akaçir] yaşmaktadır. Bugünkü Karaçay-Çerkes Ö.C. ile Kabardey-Balkar Ö.C ve Digorya [Kuzey Osetya] bölgelerinin

Page 92: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

tamamında da Alanlar yaşamaktadır [Artamonov, 62:71]. Kök-Türklerin baskısıyla, 560 yıllarında batıya kaçan Avarlar, Kırım ve Kafkasya’daki Hun ve Bulgarları hakimiyet altına aldılar. Bulgarların bir kısmı, Avarların baskısına dayanamayarak Kafkasya dağlarına sığındılar. Bunlar daha sonraları Bizans ve Rus vakayinamelerinde “Kara Bulgar” adıyla anılacak olan ve bugünkü Karaçay-Malkar Türklerinin ataları olan Bulgarlardır. Kök-Türklerin batıya doğru daha da yayılmaya başlamasıyla, Avarlar da 567 yıllarında Balkanlara ve Avrupa içlerine doğru kaymaya başladılar. Avarlar gittikleri zaman beraberlerinde de Kutirgurların önemli bir kısmını götürdüler [Tekin, 87:2; Kurat, 93:782]. Kafkasya’daki diğer Bulgar kabileleri ise “Ermi” adlı bir Türk kabilesine [veya sülaleye] mensup “Gostun” [veya Organ] adlı bir prensin idaresinde 603 yılında toparlanarak yeniden birlik oluşturdular [Tekin, 87:3]. Tuna Bulgar Hanları Listesinde “Gostun” şeklinde geçen bu şahsın adı [veya unvanı] Bizans kaynaklarında “Organ” şeklinde geçmektedir. “Gostun” veya “Organ” adıyla anılan bu şahıs yakın bir gelecekte “Magna Bulgaria”yı [Büyük Bulgarya] kuracak olan “Kubrat Han”ın da dayısı [veya amcası]dır [Tekin, 87:3]. L.N. Gumilev ise, Organ ile Kök-Türklerin batıdaki valisi veya ikinci derecedeki hükümdarı "Mohodu-heu"nun aynı kişiler olduğunu söylemektedir. Ona göre, Mohodu-heu Kök-Türklerin meşhur Aşina soyundan olup aynı zamanda da Kubrat Han'ın dayısıdır [Artamonov, 62:162]. Kubrat, 605 yılında Bulgarların yönetimini, dayısı Organ’dan devralarak, Bulgarların “Elteber”i olmuştur. Fakat bu sırada Bulgarlar halen Avarların baskısı altındaydılar. Kubrat, hükümdar olduktan sonra, Bulgarların bağımsızlığı için Avarlara karşı mücadeleye başlamıştır. Kubrat’ın bu mücadelesini Bizanslılar da destekliyordu. Hatta, Bizans İmparatoru Herakleios’la ittifak anlaşması yapan Kubrat kendisine “Patrikios” unvanı verilmesini de sağlamıştır. Kubrat, 630 yılında, Avarlara karşı açıktan isyan başlatmış, beş yıl süren bir mücadeleden sonra, 635 yılında, temelde Onogur ve Utirgur [Onogur+Sabir] kabileleri olmak üzere “Magna Bulgaria” [Büyük Bulgarya] devletini kurmuştur. Kubrat bundan sonra “Han Kubrat” olmuş ve ölünceye kadar da Han olarak kalmıştır [Tekin, 87:2-4; Kafesoğlu, 93:191-192; Ostrogorksky, 95:97]. Kubrat Han’ın 665 yılında ölümünden sonra yerine büyük oğlu “Bat-Bayan” geçer. Fakat, VII. yüzyıl ortalarında, batıya doğru ilerlemekte olan Hazarların baskısı sonucu Büyük Bulgarya devleti dağılır. Bulgarların bir kısmı Hazarların idaresine girerken, bir kısmı da Kafkasya’yı terk eder. Kubrat Han’ın oğullarından “Kotrag” kendisine bağlı kabilelerle Don ırmağının karşısına yerleşirken, “Asparuk” ise yine kendine bağlı kabilelerle birlikte Tuna ırmağı boylarına doğru gider. Bat-Bayan ise Onogur, Utirgur, As-Alan ve Macarların hükümdarı olarak ata yurdu Azak-Kafkasya sahasında kalır. Fakat kısa bir süre sonra da Hazarların hakimiyetini kabul eder [Feher, 84:31; Kafesoğlu, 85:15-16; Kafesoğlu, 93:191; Ostrogorsky, 95:117]. Bizanslı tarihçi Theophanes [760-818], “Kronik” adlı eserinde Bulgarlar hakkında değerli bilgiler vermektedir. Bu eserde verilen bilgileri, arkeoloji ve kısmen de filoloji önemli derecede doğrulamaktadır. Theophanes’in, Kubrat Han ve oğullarıyla ilgili naklettiği hikâye şöyledir: “Gölden [Azak denizi] ve Kuphis [Koban] adıyla anılan ırmağa kadar olan yerler Bulgarların ülkesidir. Bunun için buraya Büyük Bulgarya denilir. Bulgarlar ve onlarla birlik halindeki Kotraglar [Kutirgurlar?] burada yaşarlar. İmparator Konstantin döneminde [558-641] Bulgar ve Kotragların Krovat [Kubrat] adlı kralları öldü. Bu kralın beş oğlu vardı. Kral [Kubrat] ölmeden önce beş oğluna da, başka bir milletin kölesi olmak istemiyorlarsa birlik halinde olmalarını öğütlemişti. Fakat onun ölümünden kısa bir süre sonra beş oğlu da babalarının öğüdünü tutmayıp kendilerine bağlı kabilelerle

Page 93: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

birlikte birbirlerinden ayrıldılar. Yalnız, Krovat’ın [Kubrat] Batbayan adlı büyük oğlu, babasının öğüdünü tutarak atalarının yurdunda kaldı. İkinci oğul Kotrag, Tanais [Don] ırmağını geçip ağabeyinin karşısındaki topraklara yerleşti. İster [Tuna] ırmağını geçen dördüncü oğlu [Kuber] Pannonia’daki Avar Hakanı’nın tabisi oldu. Beşinci oğlu [Alçek] ise Pentapolis’e kadar giderek Ravenna’daki Hıristiyan imparatorunun tabisi oldu. Asparuk adlı üçüncü oğul ise, Dnepr ve Dnestr ırmaklarını geçerek, Tuna’nın kuzeyindeki Onglos [Bucak] ırmağı civarına geldi ve güvenli bir yer olduğuna karar vererek buraya yerleşti. Böylelikle onlar beşe bölündüler ve zayıfladılar. Bundan sonra, Berzilia’nın içinden, eski Sarmatya topraklarında büyük Hazar kavmi çıktı ve Pont denizine [Karadeniz] kadar olan yerlerde hakimiyet kurdu. Bulgar kralının ilk oğlu Batbayan da Hazarların tabisi oldu. Bundan sonra, Batbayan onlara [Hazarlara] vergi ödedi” [Koşay, 56:40; Miller, 62:4; Bayçorov, 89:33-34].Kubrat Han’ın ölümünden sonra, çok geçmeden oğulları arasında ülkede hakim olma savaşları başladı. Asparuk, amcası Şambat’ın da desteğiyle Batbayan’ı sıkıştırmaya başladı. Bu karışıklık ve iç savaşlardan faydalanan Hazarlar Bulgarlara saldırarak iç savaş halindeki Büyük Bulgarya’ya son verdiler. Asparuk önceleri Hazarlara karşı koymaya çalıştıysa yenilerek geri çekildi [Nurettinov, 91:XI]. Batbayan ise kendi idaresindeki Bulgarlarla birlikte, Elteber [vali, ikinci derece hükümdar] konumunda Hazarların hakimiyetine girdi. Daha sonraları, Batbayan’ın idaresindeki Azak ve Kafkasya Bulgarları, Bizans ve Rus vakanüvisleri tarafından “Kara Bulgarlar” adıyla anılmışlardır. Kara Bulgarlar ile Hazarlar arasındaki münasebetler oldukça iyi bir şekilde cereyan etmiştir [Miller, 62:5]. Kara-Bulgarlar ve Karaçay-Malkarlar Birçok bilim adamı, tarihte “Kara Bulgarlar” veya “Koban Bulgarları” adıyla geçen Kafkasya Bulgarlarının, Karaçay-Malkar Türklerinin etnik oluşumunda birinci derecede etkili oldukları konusunda birleşmekte ve Karaçay-Malkarları doğrudan Kafkasya Bulgarlarının devamı olarak kabul etmektedirler. V.F. Miller, Karaçay-Malkar Türklerini, eskiden Koban ırmağı dolaylarında yaşamış olan eski Kafkasya Bulgarlarının devamı olarak saymaktadır. V. Minorsky ve J. Marqwart da aynı görüşte olup V.F. Miller’in bu görüşünü desteklemektedirler [Miller, 87:60]. Meşhur eski Sovyet tarihçilerinden M.İ. Artamonov da, Karaçay-Malkarları, Bulgar Türklerinin devamı olarak kabul etmektedir. Ona göre, tarihte “Kara-Bulgar” adıyla bilinen ve Hazarların hakimiyetine giren Batbayan önderliğindeki “Koban Bulgarları” bugünkü Karaçay-Malkarların atalarıdır [Artamonov, 62:172]. M.F. Kırzıoğlu yazmış olduğu birçok kitap ve makalelerinin hemen hepsinde; Bulgar Türklerinin, Karaçay-Malkarların ataları olduğunu söyler. M.F. Kırzıoğlu’na göre, XII. yüzyılda Genceli Nizami’nin şiirlerinde bile bahsettiği “Kafkasya Bulgarları” bugünkü Karaçay-Malkar Türkleridir [Kırzıoğlu, 80:286]. F.A. Nurettinov, Karaçay-Malkarların, Avar ve Hazarların baskısıyla Azak-Kafkasya sahasını terk etmek zorunda kalan esk Bulgarların Kafkasya’da kalan bakiyeleri olduğunu söylemektedir [Nurettinov, 91:XIV]. Z.V. Togan da, Karaçay-Malkarların Kafkasya Bulgarlarının devamı olarak görmekte ve Karaçay-Malkarların önceleri bugünkü Çuvaşlar gibi Lir Türkçesini konuştuklarını, fakat XV. yüzyıldan önce tespit edilemeyen bir dönemde Şaz Türkçesine geçiş yaptıklarını söylemektedir [Togan, 39:202]. Fakat, Z.V. Togan, Karaçay-Malkarların önceleri Lir Türkçesini konuştukları ve sonradan dillerinin Şaz Türkçesine dönüştüğüyle ilgili ileri sürdüğü bu görüşünü ispatlayacak herhangi bir delil sunmamıştır.

Page 94: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Bulgar tarihçi B. Simeonov da, Çuvaş ve Karaçay-Malkarların dillerini, eski Bulgar Türk dilinin varisleri sayarak şöyle bir açıklama getirir; “Çuvaş ve Karaçay-Malkar dilleri, eski Bulgar Türkçesinin devamıdır. Fakat, artık bugün Çuvaş dili daha çok Fin-Ugur dillerinin etkisinde kalarak eski Bulgar Türkçesinden uzaklaşmıştır. Karaçay-Malkar dili ise diğer Türk dillerinin etkisinde kalarak Bulgar Türkçesinin esaslarını kaybetmiştir” [Mızıulu, 93:87]. E.P. Alekseyeva, Bulgarların bir kısmının, VII. yüzyıldaki Hazar saldırılarından kaçarak Kafkasya’ya bugünkü Stavrapol, Beştav [Pyatigorski], Narsana, Arhız, Koban, Malkarya ve Digorya [Kuzey Osetya] bölgelerine gelip yerleştiklerini ve burada eskiden beri yaşayan Alanlarla karışarak bugünkü Karaçay-Malkarların temelini oluşturduklarını söylemektedir [Laypanlanı, 92:2]. Bulgarların Koban boylarında yaşadıkları sırada Kafkasya'daki Alanlarla sıkı temaslarda bulundukları ve bunların bazı kültür tesirlerine maruz kalmış olmaları mümkündür [Kurat, 72:110]. A. Miller, 1930’lu yılların başlarında, Digorya’daki [Kuzey Osetya] arkeoloji araştırmaları sırasında Bulgar Türklerine ait kulplu asma kazan parçalarını bulmuştur. A. Miller daha o zamanda; “Burada [Digorya’da] bulunan Bulgar kazanları, Azak Kara Bulgarlarının atalarının Kuzey Kafkasya’da bugünkü Malkar Türkleri olduğunu ortaya koymaktadır” şeklinde bir açıklama yapmıştı. Miller’e göre, Azak’taki Kara Bulgarlarının ataları önceden Kafkasya’da, bugünkü Digorya ve Malkarya topraklarında yaşıyorlardı. Daha sonra bunların bir kısmı Azak civarına göç etmiş, bir kısmı da Kafkasya’da kalmıştır. Kuzey Kafkasya’da kalanlar da bugünkü Malkar Türkleridir. A. Miller, ileride bu konuyla ilgili özel olarak ilgilenmek ve bu kültürün kalıntılarını bulmak düşüncesiyle arkeoloji literatüründe bu hususta herhangi bir açıklamada bulunmaktan çekinmişti. A. Miller, Azak Bulgarlarının, bugünkü Bulgaristan’a göç yollarının tespitini ve bugünkü Malkar Türkleri ile Azak Kara Bulgarlarının bir kökten olduklarını ispat etmeyi ve bundan sonra elde ettiği sonuçları bilim dünyasına açıklamayı düşünüyordu. Bütün çalışmaları bu yöndeydi. Fakat, 1933 yılının sonlarına doğru A. Miller, Sovyet hükümeti tarafından tutuklanarak Sibirya’ya sürgün edilmiş ve çok geçmeden de orada ölmüştür. Onunla birlikte konuyla ilgili çalışmaları ve toplamış olduğu malzemeler de ortadan yok olmuştur [Miller, 62:13]. M. Miller ise, A. Miller’in Karaçay-Malkar Türklerinin Kara-Bulgarların devamı olduğu şeklindeki teorisini tamamen kabul etmektedir. Fakat ona göre, Azak’taki Kara Bulgarlar, Azak civarına Kafkasya’dan göç etmemiş, tam tersine, Azak’taki Kara Bulgarların bir kısmı göç ederek Kafkasya’ya gelmiş ve bugünkü Karaçay-Malkar Türklerinin temelini oluşturmuşlardır. M. Miller, Azak’taki Kara Bulgarların Kafkasya’ya göçlerinin Kiyev-Rus prensi Svyatoslav’ın 964-966 yıllarında Hazar Türklerine yaptığı seferler sırasında gerçekleştiğini ileri sürmektedir. Ona göre; “Svyatoslav, Hazarların Şarkel şehrini ele geçirdikten sonra Hazarların bütün kuzeybatı kısmını hakimiyet altına almış ve Kiyev-Rus prensliğiyle birleştirmişti. Rusların, Dnyeper’den güneydoğuya doğru yaptıkları akınların baskısı altına kalan Bulgarlar, Don ve Azak’tan Kafkasya’ya doğru göç etmişlerdir. Bugüne kadar elde edilen arkeolojik malzemeye dayanılarak denilebilir ki, Kafkasya’daki Karaçay-Malkar Türklerinin, Rusların baskısıyla Azak civarından Kafkasya’ya göç edip gelen Bulgarların devamı oldukları şüphe götürmez bir gerçektir” [Miller, 62:14]. Karaçay-Malkarların etnik bakımdan Kafkasya Bulgarlarının devamı olduğunu arkeolojik bulgular da desteklemektedir. Meselâ Karaçay’da İndiş ırmağı yakınlarındaki Bulgar yerleşimi kalıntıları, Malkarya’da Aşağı Çegem ve Laşkuta köylerinde bulunan Bulgarlara ait arkeolojik eserler, Yukarı Çegem, Lıgıt ve Kaşha-Tav yakınlarında ortaya çıkarılan Bulgar Türklerinden kalma mezarlar, Karaçay-Malkarlar ile Bulgarlar

Page 95: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

arasındaki etnik bağlantıyı ortaya koymaktadır [Mızıulu, 94:39]. İ.M. Miziyev, Kutirgur adının, Malkarya’nın Çegem vadisinde eski bir Malkar köyü olan “Gudurgu” adında, Bittogur adının da, Çegem ırmağının yukarı kısmında “Biturgu” şeklinde korunduğunu söylemekte; ayrıca “Çılmas”, “Bulungu”, “Uçkulan” ve “Bıllım” adlı Karaçay-Malkar köylerinin adlarının da Bulgar Türklerinden kaldığını ileri sürmektedir [Mızıulu, 93:91-92; Miziyev, 94:58]. Balkar ve Bulgar Sözleri Arasındaki Benzerlik Birçok bilim adamı, Balkar ve Bulgar sözleri arasındaki benzerliğe dikkat çekmiş ve bundan dolayı da Bulgarlar ile Balkar Türkleri arasında etnik bağlantı kurmaya çalışmıştır. Fakat eski Sovyetler Birliği’nde, Avrupa’da ve Türkiye’deki Türkoloji literatüründe “Balkar” şeklinde geçmesine karşın, Balkar Türkleri kendilerini “Malkar” şeklinde adlandırırlar. Karaçaylılar da aynı şekilde Balkarları “Malkar” şeklinde adlandırırlar. “Bulgar” sözü ile “Balkar” sözü arasındaki benzerlikten hareketle, Bulgarların Malkar Türkleriyle etnik ilişkisini ortaya koymaya çalışan bilim adamları, “Balkar” sözünün, Türk dilinde görülen b>m ses değişimiyle ortaya çıktığını söylemektedirler. Balkar sözünün b>m değişikliğiyle Malkar şekline dönüştüğü kabul edilebilir olmakla birlikte burada Türk dili kurallarına aykırı olan g>k ses değişimi gözden kaçmaktadır. Türkçe’nin k>g ses değişimi kuralına göre; “Malkar” sözü eğer kaynağını “Bulgar” sözünden alıyor ise, Bulgar sözündeki gibi “g” sesiyle “Balgar” şeklinde devam etmesi gerekirdi. Fakat bu kural tam tersine “g>k” şeklinde işlemiş ve “Malkar” sözü ortaya çıkmıştır. Şayet, Türk dilinin “k>g” ses değişimi kuralının buna benzer bir istisnası yok ise ya da bu kural “değişmez” bir kural ise; o zaman “Bulgar” sözünün önceki ve asıl şekli “Bulkar” olmalıdır. Bulgar adı, eski Bizans kaynaklarında “Bulgar~Bolgar” şeklinde anılmakla birlikte, İbn Rusteh’in kayıtlarında “B.lkar” şeklinde ve eski Ermeni kaynaklarında da “B.lkar~Bolkar~Bulkar” şeklinde geçmektedir [Patkanov, 83:21-32; Kurat, 93:785]. Yani, Bulgar adının aslının “Bulkar~Bolkar” şeklinde olması uzak bir ihtimal değildir. Balkar veya Malkar adı, Malkarların eski halk rivayetlerine göre, ne zaman ve nereden geldiği belli olmayan “Balkar” veya “Malkar” adlı bir prensin adından kalmıştır [Miller-Kovalevskiy, 84:553-555; Şamanlanı, 87:42; Kudaşev, 91:156-157; Abayev, :92:7; Mızıulu, 98:28]. Malkar Türklerine izafe edilmek üzere “Balkar” sözü tarihte yazılı olarak ilk kez Rus kaynaklarında, 1629 yılında, Terek bölgesi Rus Garnizonu Komutanı İ.A. Daşkov’un Moskova’ya gönderdiği “Balkarların yaşadığı dağlarda gümüş madeni arama çalışmalarının” bahsedildiği bir mektubunda geçmektedir [Miziyev, 98:19]. 1807-1808 yıllarında Kafkasya'da bulunan J. Klaproth notlarında Malkarlar hakkında şöyle demektedir; "Basiyat adı onların meşhur soy atalarının adıdır. Onlar önce Kuma ırmağı civarında yaşamışlar. Başşehirleri Macar şehri imiş. Daha sonra şimdiki Malk [Balk] ırmağı civarına gelip yerleşmişler ve bunlardan bir kısmı Malk [Balk] ırmağının adından "Malkar" veya "Balkar" adını almışlar” [Şamanlanı, 87:42]. Sabirler Eski tarih kaynaklarında “Sabar~Savar~Suvar~Saber~Sabir” şeklinde geçen Sabir Türkleri miladın ilk yıllarında İrtiş havzasında yaşıyorlardı. Bu saha, Sabirlerin burada

Page 96: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

uzun süre yaşamaları nedeniyle göç etmelerinden sonra da Sabir yurdu [Saberia~Sibirya] olarak anılmıştır. M.S. II. yüzyılda bu sahada cereyan eden kavimler göçü nedeniyle Sabirler yurtlarından çıkarak Volga ırmağının orta kısımları ile Ural ve Kama ırmağı havzasında gelmişlerdir. 460’lı yıllarda Avarların saldırısı üzerine Sabirler Volga-Kama-Ural havzasını terk ederek Kafkasya’ya doğru kaymışlardır. Sabirler bir müddet bölgedeki diğer Hun ve Ogur kabileleriyle birlik halinde yaşamışlar fakat 506-558 yılları arası bir dönemde Kafkasya’yı hakimiyet altına almışlardır [Feher, 84:10-11; Czegledy, 98:22]. Sabir Türklerinin VI. yüzyıl ortalarına kadar devam eden Kafkasya hakimiyeti, İran kralı I. Husrev’in 545 yılında yaptığı Kafkasya seferiyle birlikte zayıflamıştır. Bu tarihten sonra dağılma sürecine giren Sabirlerin bazı kabileleri 545-555 yılları arasında Alan, Abhaz ve Zikhlerle komşu haline, merkezi idareden mahrum bir şekilde ve birçok kabile reisleri idaresinde Koban, Terek, Kura ve Rion ırmakları dolaylarında yaşamaya başlamışlardır. Bu dönemde Ermeni kaynakları bunlara Hun adını verirken, Bizans kaynakları ise Sabir demektedir [Baştav, 41:60-63]. Arran Patriği Karduşt’un faaliyetleri sonucu Kafkasya’da yaşayan Hunların bir kısmı 507-508 yıllarında Hıristiyanlığı kabul etmiştir. Hatta Bizanslılar da Karduşt’un bu faaliyetlerine destek vermişler 537 yılında Kafkasya’da bir Piskoposluk bile kurmuşlardır. Piskoposluğun başına geçen Karduşt adlı rahip Hunların dilini öğrenmiş ve yedi yıl süren bir çalışmadan sonra 544 tarihinde İncil’i Hun diline çevirmiştir. Süryani rahibi Zacharias Rhetor’un 555 yılına ait kayıtlarında bahsedilen bu Hıristiyan Hun kavmi Sabir Hunlarıdır [Togan, 77:403; Tekin, 87:2]. Bizanslı tarihçi Prokopius 508 yılında Daryal geçidine hakim bir müstahkem mevkide Ambazuk adlı bir beyin idaresinde yaşayan Sabir Hunlarından bahsetmektedir. Prokopius’a göre Kuzey Kafkasya bölgesi 465-556 yılları arasında bu Sabir Hunlarının hakimiyeti altında olmuştur. Prokopius’un anlattıklarına göre Kafkasya’da Alan, Abhaz, Zikh adlı kavimlerin dışında bir de Sabir namında Hun kabileleri yaşamaktadır. Sabirlerin yurdu ise daha çok Koban ırmağı havzası ile biraz kuzeye kadar olan sahayı kapsamaktadır. Yine Prokopius’un kayıtlarında Kafkasya dağlarından Hazar geçitlerine kadar uzanan sahanın Alanların hakimiyetinde olduğu fakat aynı zamanda bu civarda Sabir adı verilen Hun kabilelerinin de yaşadığı söylenmektedir. Ayrıca Prokopius bu Sabir Hunlarından savaş kültürleri ve savaş aletleri çok gelişmiş bir kavim şeklinde bahsetmektedir. Bütün bunlardan Sabirlerin 500-560 yılları arasında Koban ırmağı havzasında yaşadıkları anlaşılmaktadır. VI. yüzyıl sonlarında ise Sabir kabileleri ile Onogurlar birleşerek Utirgur kabile birliğini kurmuşlardır. Bundan sonra Kafkasya’da Sabir ve Onogur adlarının yerine Utirgur adı anılmaya başlanmış ve Hazar Kağanlığına tabi oluncaya kadar da Büyük Bulgarya devletinin temelini bunlar oluşturmuşlardır [Baştav, 41:68-72; Rasonyi, 93:77-78; Gumilev, 99:60-61]. Kök-Türklerin baskısıyla 552 yılında İtil-Don-Kafkasya sahasına gelen Avarlardan 558 yılında büyük bir darbe yiyen Sabirlerin adı bundan sonra tarih sahnesinden silinmiştir. Daha sonra bunların büyük bir kısmı Hazar hakimiyetine girerken, bir kısmı da Macarlarla karışmıştır [Kurat, 72:24; Rasonyi, 93:77-78]. Hazar Kağanlığının kalabalık bir kütlesini teşkil ettikleri ve hatta Balancar ve Semender adlı iki büyük Hazar kabilesinin aslında Sabirler olduğu anlaşılmıştır [Kafesoğlu:93:150]. Bundan dolayı bazı tarih araştırmalarında Sabirler ile Hazarların aynı kavim olduğu öne sürülmüş ise de bu doğru olmasa gerektir. Çünkü Kafkasya’daki Bulgar birliğine dahil iken daha sonra Hazar Kağanlığının hakimiyetine giren Sabir Türklerinin Bulgar ve Hazarlar gibi Lir Türkçesi konuşmadığı, Kaşgarlı Mahmut’un “Suvarın” şeklinde adlandırdığı Sabir

Page 97: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

dilinden aktardığı birtakım kelime ve cümleler onların Şaz Türkçesi konuşan bir Türk kavmi olduğu ve Hazarlardan ziyade bir Hun kabilesi oldukları görüşü ağırlık kazanmıştır [Togan, 81:171]. Bizans kaynaklarında, Kafkasya’da Koban ırmağından Dağıstan’ın kuzeyine kadar olan bölgelerde uzun yıllar hakimiyet kurmuş olan Sabir [Hun] Türklerinin 520 yılında ölen “Balak” adlı bir hükümdarından bahsedilmektedir [Baştav, 41:62]. Ş.B. Noghumuka, Kabardey Çerkeslerinin efsanelerinde “Malk” adında bir kahramanın olduğunu kaydetmiş fakat bu kahramanla ilgili en küçük bir malumat vermemiştir. Ş.B. Noghumuka bununla ilgili olarak sadece: “Eski rivayet ve mitolojilerde adları içimizde saklı bulunan bazı büyük kahramanlar gerçekten geçmiş çağlarda geniş bir dünya şöhreti aldılar” diyor ve yirmi bir tane kahraman adı sayarak on dokuzuncu sırada da “Malkh” adını vermektedir [Noghumuka, 74:60]. Kabardey Çerkes efsanelerindeki “Malk” adlı kahraman bence Sabir [Hun] Türklerinin V-VI. yüzyılda yaşamış meşhur “Balak” [ölümü 520] adlı kralının [Baştav, 41:62] hatırasını yaşatmaktadır. İran kralı I. Hüsev’in 545 yılında saldırısından sonra Sabirlerin tamamen dağılarak 545-555 yılları arasında bir kısmının merkezi idareden mahrum şekilde, bugün Karaçay-Malkarların yaşadığı, Koban ve Terek ırmakları dolaylarına gelerek her birinin başında bir prens olmak üzere küçük kabileler halinde yaşamaya devam ettikleri bilinmektedir [Baştav, 41:63]. İşte, Çerkes efsanelerindeki “Malk” adlı kahramanın adı da, Sabir kralı Balak’la bağlantılı olarak; XV. yüzyılda Koban ve Terek bölgesine gelip yerleşen Çerkeslerin arasında eriyip giden bu Sabir kabilelerinden kalmış olmalıdır. Yine, Malkarların yoğun olarak yaşadığı Balk ırmağı kıyılarında çok eski zamanlardan kalma “Balk” adında bir şehir kalıntısı vardır. Bu şehrin ne zaman ve kimler tarafından inşa edildiği konusunda kimse bir şey bilmemektedir [Noghumuka, 74:27]. Balk ırmağı kıyısındaki bu eski şehir kalıntısının adının da yine Sabir kralı “Balak”ın adından kaldığı açıktır ve bu şehrin kurucuları da büyük bir ihtimalle Sabirlerdir. Karaçay Kelimesinin Kökeni Karaçay Türklerine izafe edilmek üzere “Karaçay” sözü yazılı olarak tarihte ilk defa Rus kaynaklarında 1639 tarihinde geçmektedir. Bu tarihte, Pavel Zaharev, Fedot Elçin ve Fedor Bajenov adlı Rus elçileri, Gürcistan’a giderlerken, Karaçay topraklarında [Bashan vadisindeki El-Curt köyünde] on beş gün kadar kalmışlar ve Karaçaylılar hakkında bazı notlar tutmuşlardır. Rus elçilerinin notlarında Karaçaylılardan “Karaçay” ve “Karaçayevo Kabarda” şeklinde bahsedilmektedir [Lavrov, 78:22; Alekseyeva, 93:46; Şamanlanı, 87:14-19; Mızıulu, 94:29]. "Karaçay” kelimesinin kökeni ve Karaçaylıların bu kavim adını nasıl aldıkları hakkında birçok görüş vardır. Bunlardan birkaçını sıralayalım. Karaçay kelimesinin kökeniyle ilgili ilk olarak bunun “kara” [kara, siyah] ve “çay” [su, ırmak] sözlerinin birleşmesinden oluştuğu ve “Karaçay” sözünün de “kara ırmak” anlamına geldiği ileri sürülmüştür. A. Mokayev ise buna benzer bir etimolojiyle “Kara-çay” sözünden “sulu yer, sulak yer” anlamı çıkarılması gerektiğini söylemektedir. Fakat bu görüş, Karaçay-Malkar ve genel olarak diğer Kıpçak lehçelerinde “çay” [su, ırmak] şeklinde bir sözün bulunmaması, Karaçay-Malkar Türkçesinde ırmak ve nehir anlamında “suw”, “çerek” ve “koban” sözlerinin kullanılması, Karaçaylıların kendilerine özellikle de kavim adı olarak “kara ırmak” adını vermeleri pek mümkün görünmemektedir [Hacilayev, 70:17-18; Mokayev, 76:91; Aliyev, 91:48-49]. Karaçay kelimesinin kökeni hakkında en ciddi ve genel olarak

Page 98: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

kabul edilen görüş; Karaçay kelimesinin, Karaçaylıların efsanevi lideri “Karça”nın adından hatıra kaldığı görüşüdür. Buna göre; Karaçaylıların efsanevi kurucu atası “Karça”nın adı başlangıçta “Karaca” veya “Karaça” şeklindeydi. Karaçaylıların komşuları olan Kabardey Çerkesleri, “Karaça’nın halkını ve yurdunu” ifade etmek için “Karaça” sözüne, Kabardey dilindeki “-ey” nisbet ve izafet edatını ekleyerek “Karaşa-ey” sözünü kullandılar. Kabardey diline yabancı dillerden giren “ç” sesi “ş” sesine dönüşür. “Karaşa-ey” şeklinde telaffuz edilen bu söz daha sonra ses benzeşmesi sonucunda “Karaşey” şeklini almıştır. Daha sonra da, Karaçaylılar kendileri için Kabardeylerin kullandıkları “Karaşey” şeklindeki kavim adını “Karaçay” şekline çevirmişlerdir [Aslanbek, 52:7; Bala, 93:218; Nevruz, 94:47]. Yukarıdaki bütün bu görüşlerden farklı olarak ben “Karça” adının aslının “Karçıga” şeklinde olduğunu düşünmekteyim. Kıpçak Türkçesine ait bir kelime olan “Karçıga” sözü, kartalgillerden bir tür yırtıcı kuş olan “aladoğan, atmaca, laçin” anlamına gelmekte ve “Codex Cumanicus”ta “Karçıga” ve “Karçaga” şeklinde geçmektedir [Grönbech, 92:90]. Yine bu kelime Tatar ve Kırgız Türkçesinde “Karçıga”, Kazak Türkçesinde “Karşıga”, Başkurt Türkçesinde “Karsıga” ve nihayet Karaçay-Malkar Türkçesinde “Kartçıga” şeklinde geçmekte ve “aladoğan, atmaca, laçin” anlamına gelmektedir. Bilindiği gibi “şahin, kartal, doğan” gibi yırtıcı kuşların adları, Türklerde erkek adı olarak çokça kullanılmaktadır. “Karçıga” kuşunun adı da Kıpçak Türklerinde oldukça sık kullanılan erkek adlarından biridir. Sözgelimi, bugün de Kazak Türklerinde “Karşıga” adı çok sık kullanılan bir erkek adıdır. Bana göre, Karaçaylıların efsanevi kurucu atası “Karça”nın adı da, başlangıçta “Karçıga” şeklindeydi. XIX. yüzyıl başlarında, Kafkasya’da bulunan J. Klaproth, Kabardey Çerkeslerinin, Karaçaylılara “Karçaga Kuşha” adını verdiklerini söylemektedir. Yani, Kabardeylerin “Karçaga Kuşha” dedikleri söz, “Karçaga’nın Dağlıları” anlamına gelmektedir ki, bana göre buradaki “Karçaga” sözüyle “Karça” kastedilmektedir. Kıpçak kökenli "Karça" adlı beyin Karaçaylıların tarihinde ayrı bir önemi vardır. Bilhassa Moğolların 1222 ve Timur'un 1395 yıllarındaki Kafkasya'yı istilaları sebebiyle Karaçaylılar büyük kayıplar vermişlerdir. Halkın büyük bir kısmı dağlara kaçmış, bir kısmı da komşu Kafkas kabilelerine sığınmışlardır. Uzun zaman bu şekilde yaşayan Karaçaylılar, XVI. yüzyıl sonlarında Kıpçak kökenli Karça'nın Kafkasya'ya gelmesiyle birlikte yeniden toparlanmaya başlamışlar ve Karça'nın çevresinde yeniden birleşmişlerdir. Bu dönemde Karça bir "çekim kuvveti" olmuştur. Karça'nın bilhassa da Kabardey prenslerine karşı verdiği başarılı mücadeleleri dolayısıyla bütün Kafkasya'da nam salması, dağınık ve küçük birlikler halinde yaşayan Türk kabilelerinin kendi çevresinde birleşmesini sağlamıştır. Karça da üstün teşkilatçılık yeteneğiyle bu kabileleri birleştirmiş ve onların Kıpçak karakterini almalarında en büyük rolü oynamış, Karaçaylıların etnik oluşum sürecinde son noktayı koymuştur. Kafkasya'da Bulgarların İzleri Bulgar Türklerinin Kafkasya'daki komşu kavimlere dil bakımından da büyük tesirler yaptığı anlaşılmaktadır. Z. Gombocz ve M. Poppe'nin Macar dili araştırmalarından, Kafkasya'da Koban ırmağı civarında yaşayan Macarların kendileriyle komşu olarak aynı bölgede yaşayan Bulgar Türklerinden birçok kelime aldıkları tespit edilmiştir. Bu kelimeler son derece gelişmiş hayvan ıslahı, ziraat kültürü, devlet ve sosyal teşkilatıyla ilgilidir. Bu kelimelerden anlaşıldığına göre Bulgar Türkleri çok eski çağlardan beri hayvancılık, ziraat, sanat ve ticaretle uğraşıyorlardı [Kurat, 93:782; Feher, 84:2-3; Feher, 86:10]. Bulgar Türklerinden Macar diline geçen bu kelimelerin birçoğu Karaçay-

Page 99: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Malkar Türkçesinde halen yaşamaktadır [Hacilayev, 70:150-151; Rona-Tas, 81:121-126]. Fakat, Kafkasya Bulgar Türklerinin dil mirasını yalnız Macar, Çuvaş ve Karaçay-Malkar dillerinde aramamak lazımdır. Bulgar Türkleri aynı zamanda bugünkü Çerkes [Adige] ve Oset gibi Kafkasyalı kavimlerin etnik yapısını [bilhassa üst tabakayı] oluşturan en önemli unsurlardan biridir. Oset bilim adamı V.İ. Abayev, Oset dilinde eski Türkçe kökenli sözlerin oldukça fazla olduğunu söylemektedir [Biciyev, 93:259]. Çerkes dilindeki bazı kelimelerin de Bulgar Türkçesine aitliği ortaya çıkmıştır. Sözgelimi, Hazarların tarihi Sarkel şehrinde bulunan bir yazıtta "dag" [yağ] sözü geçmektedir. Bulgar Türkçesine ait olduğu anlaşılan "dag" [yağ] kelimesi, Kabardey Çerkes diline "dage" [yağ] şeklinde devam etmektedir. Yine, Çerkes [Adige] dilindeki "kamıl" [kamış, kaval] sözü ise [kamıl>kamış] Lir Türkçesi özelliği göstermekte olup yine Bulgar Türkçesinden geçmiştir [Bayçorov, 89:58]. Bulgar Türklerinin dini doğal olarak akraba Türk kavimlerin dinine çok yakın idi. "Tañra" [Teñri~Tanrı] dedikleri semavî bir varlığa inanıyorlardı. Ayrıca birtakım kaya ve taşların kutsal olduğuna ve onlardan şifa bulduklarına inanıyorlardı. Bulgarların tesirinde kalan Macarlar da birtakım kutsal saydıkları taşları takdis ederlerdi [Beşevliyev, 45:218; Feher, 84:80; Feher, 86:20-21]. Bulgarlarda ağaçlar da kutsal sayılırdı. Bilhassa meşe ağaçları kutsal idi. Bulgarların "Şan Kızı Destanı"nda bu kutsal ağaç motifi karşımıza "Boy Terek" şeklinde çıkmaktadır [Nurettinov, 91:XXXIII]. "Tañra” [Tanrı], Karaçay-Malkar Türklerinin eski inançlarında en ulu tanrı olarak "Teyri" şeklinde geçmektedir. Ayrıca, "Teyri" sözü, aynen Kök-Türklerde olduğu gibi, "gök" anlamına da gelmektedir. Karaçay-Malkar Türkleri de Bulgarlar gibi; "Bayrım-taş", "Totur-taş", "Caññız Terek" ve "Ravbazı" vs. adını verdikleri birtakım taş ve ağaçları kutsal sayarlar ve bunlarla ilgili törenler yaparlardı [Malkonduyev, 90:15-16]. Bulgar Türkleri'nin muhtelif zaman ve yerlerde, özellikle de Kafkasya'daki komşu kavimlerin kültürüne büyük tesirleri olmuştur. On yedi yıl boyunca, Bulgar Türklerinin dil, kültür ve arkeolojisi üzerine çalışan Macar Türkolog G. Feher, Bulgar Türklerinin elbise kültürünün Kafkas millî kıyafetlerinin temelini oluşturduğu ifade etmektedir: "Bulgar Türkleri, dış elbise olarak dizden aşağı kadar uzanan bir kaftan giyiyorlardı. Kaftanın yukarı kısmı ve yenleri vücuda yapışık, alt kısmı ise geniş ve iki parçadan ibaretti. Kaftanın ön tarafı kordonlarla düğmelenirdi. Altına kısa ceket [gömlek], pantolon ve çizme giyiyorlardı. Ayrıca abaları [yamçı] da vardı. Kötü havalarda silahları örter ve yayın ıslanmasına mani olurdu. Bulgar Türkleri iki tür başlık kullanıyorlardı. Birincisi tepesi sivri ve deriden yapılmış başlıktır. İkincisi, soyluların giydiği, yuvarlak ve kenarı körüklü kalpak idi. Bulgar Türklerinin kadınlarının elbiseleri de erkeklerinkine benziyordu. Evli kadınların saçı bir baş örtüsü ile kapalı idi. Bunun üstünde süslü bir kalpak taşırlar veya aynı örtüyü bir kalpak şekline sokarlardı" [Feher, 84:84-85; Feher, 86:41].

Page 100: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Bulgar Türkleri mimaride, eski dönem Roma ve Bizans kaynaklı inşaat malzemesi olan tuğla ve moloz çakıl yerine, ağır ve kocaman blok taşlar kullanıyorlardı. G. Feher'e göre, Bulgarların bu mimari yapı stili Sasani-İran etkisini taşımaktadır. Bununla birlikte, Bulgar Türkleri taş yontuculuğunda ve taş duvar inşa etmedeki ustalıklarıyla çok meşhur idiler [Kafesoğlu, 85:52-53; Feher, 86:34]. Karaçay'daki Humara şehrinin inşasına bakılarak Bulgar Türklerinin taş yapı mimarlığının ustaları olduğu anlaşılmaktadır. Onların bu taş yapı inşaatı ustalıkları, özellikle Çerek vadisinde yaşayan Malkarlarda devam etmiştir. Çerek vadisinde yaşayan Malkarlar için söylenen "Hunaçı Malkarlıla" [Duvarcı/Taşduvar ustası Malkarlılar] şeklindeki yakıştırma Bulgar Türklerinden miras kalmış olmalıdır [Miziyev, 94:59-60]. Bulgarlar "ağul" [avul] adını verdikleri müstahkem şehirlerde otururlardı. Kafkasya'daki Bulgarlar da müstahkem şehirlerde yaşıyorlardı. Bunun en güzel örneği de, Karaçay'daki eski "Humara" müstahkem şehridir. Bulgar Türklerinden kalmış olan eski Humara şehri 20 hektardan fazla bir alanı kapsamaktadır. Humara şehri eskiden çevresi blok taş duvarlarla çevrili ve dokuz kulesi olan bir müstahkem şehir idi [Bayçorov, 89:166-167].

Müstahkem Humara Şehri S.Y. Bayçora, W. Barthold'dan naklen, X. yüzyılda Gardizî'nin notlarında "Hazarların

Page 101: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

ülkesinde halkın kutsal bir ağaca tapındığı 'Humara' adlı bir şehir vardır" şeklinde ifadelerin olduğunu söylemektedir. Fakat ben, Gardizî'nin Türk ülkeleriyle ilgili notlarında böyle bir kayda rastlayamadım. Ancak, Mesudî'nin notlarında, Hazar denizi yakınlarında ve İtil ırmağına bir saat uzaklıkta "Hum" adlı bir şehir adı geçmektedir [Şeşen, 85:51]. Fakat bunun Karaçay'daki Bulgarlardan kalma eski Humara şehri olması mümkün değildir. Eldeki arkeolojik verilerden, eski Humara şehrinin, Kafkasya Bulgarlarının ve Hazar Hakanlığının askeri, siyasi, kültür ve iktisadi merkezlerinden biri olduğu anlaşılmaktadır. Humara müstahkem şehrinin inşa tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Konuyla ilgili arkeologlar da kesin bir tarih söyleyememekte, sadece Humara şehri kalıntılarının VIII-X. yüzyıldan daha geç bir döneme ait olamayacağını ifade etmektedirler.

Humara Şehri Kalıntıları

Halbuki, bazı arkeolojik buluntulardan, Humara şehrinin VIII-X. yüzyıldan önceki dönemlerde inşa edildiğine dair birtakım izlere rastlanmaktadır. Sözgelimi, Humara'da yapılan kazılarda, değişik konut türleri bulunmuştur. Bunların bir kısmı taştan inşa edilen evler, bir kısmı göçebe çadırları, bir kısmı da yer altı evlerdir. Yine, çok farklı mezar türleri de bulunmuştur. Fakat bu mezarların tümünün tabanına keçe serilmiş olduğu saptanmıştır. Bilindiği gibi, bu tür defin geleneği göçebe kavimlerin kültürüne aittir [Miziyev, 94:58-59.] Bundan başka, Bulgar Türkleri, iklim şartlarının icabı olarak, kalın ağaç kütüklerini üst üste koymak suretiyle evler inşa ederlerdi. Bulgar Türklerinin köy veya şehirleri ekseriyetle orman ve nehir kenarında idi [Kurat, 92:185]. Bulgar Türklerinin bu tip evleri de Karaçaylıların kültüründe korunmuştur. Karaçaylıların en eski ev tipi "töññertge" adı verilen, kalın ağaç kütüklerini üst üste koymak suretiyle inşa edilen evlerdir. Bu tip evler Kuzey Kafkasya’da yalnız Karaçaylılarda vardır.

Page 102: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Töññertge Ev, Karaçay, Hurzuk Köyü, 19. Yüzyıl

Page 103: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Töññertge Ev, Karaçay, Hurzuk Köyü, 19. Yüzyıl

Maksut Bota ş’a Ait Töññertge Ev, Yazılıkaya Köyü, Han, Eski şehir

1960-1962 yıllarında, Karaçay'daki eski Humara şehri kazı çalışmaları sırasında runik karakterde yazılı taşlar bulunmuştur. İlk olarak 1962 yılında A.M. Şçerbak bu yazıtların, Don ve Talas kitabeleriyle olan benzerliğini açıklayarak, Humara yazıtlarının Batı Türklerine ait özel bir runik alfabeyle yazılmış olduğunu ileri sürmüştür. 1963 yılında V.A. Kuznetsov ise Humara yazıtlarının, Kuzey Kafkasya'da geniş bir alana yayılmış olan eski Yunan kitabelerinden çok farklı bir dil ve yazı sistemiyle yazılmış olduğunu ve bu yazıtların Orhon-Yenisey yazıtlarıyla büyük benzerlik gösterdiğini söylemiş, Humara kitabelerinin şüphe bırakmayacak şekilde eski Türk runik yazısı olduğunu ileri sürmüştür.

Page 104: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Böylece bu iki bilim adamının çabalarıyla, Humara yazıtlarının varlığı dünya bilim alemine duyurulmuştur. Daha sonra Humara yazıtlarına ilgi artmış, çok sayıda bilim adamı bu yazıtları çözme çalışmalarına başlamışlardır.

G.F. Turçaninov, Humara yazıtlarının Çerkes veya Osetlerin atalarından kalmış olabileceğini ileri sürmüş, fakat onun bu yazıtları Çerkes ve Oset dilleriyle çözme çalışmalarının tümü başarısızlıkla sonuçlanmıştır. M.A. Habiç ise bu yazıtlardan birkaçını başarılı bir şekilde çözmüş ve bunların Türk dilli Alanlara ait olduğunu ileri sürmüştür. Nihayet, S.Y. Bayçora, yıllarca sürdürdüğü çalışmalarıyla, Karaçay-Malkar topraklarında bulunan; Humara, Arhız, Sutul, Ahmat-Kaya, İnal, Gınakızı, Temirtüz, Sarıtüz, Tokmak-Kaya, Ishavat, Ullu-Dorbunla, Kalej, Teşikle, Bitikle, Ak-Kaya bölgeleri ile yine Kafkasya'da Koban ve Terek ırmakları arasında geniş bir alanda yayılmış olan yazıtlardan 74 tanesini çözerek, bütün bu yazıtların Bulgar Türklerine ait olduğunu delilleriyle ortaya koymuştur. Arkeolog H.H. Bici de bu yazıtların Bulgar Türklerine aitliğini kabul etmiştir [Bayçorov, 89:8-9, 20-24, 32-33, 310]. S.Y. Bayçora'nın vardığı sonuca göre, Humara ve Kuzey Kafkasya'nın birçok bölgesinde bulunan yazılı taşlarda kullanılan dilden, Kafkasya Bulgarlarının "d, c, dz, ara/ortak" olmak üzere dört şivede konuştukları anlaşılmaktadır. Hasavut bölgesindeki bazı yazıtlar ise iki ayrı Türk lehçesi ve iki ayrı alfabeyle kazınmıştır. Bunların birincisi Kafkasya Bulgar Türklerine, ikincisi ise eski Uygur Türklerine aittir [Bayçorov, 89:28, 277, 281]. S.Y. Bayçora, Kafkasya Bulgar yazıtları alfabesi ile Tuna Bulgar, İtil-Don, Sekel, Orhon-Yenisey yazıtlarında kullanılan alfabelerin karşılaştırmalı çizelgesini hazırlamıştır [Bayçorov, 89:90-91]. Bu çizelgede, Kafkasya Bulgar yazıtlarında kullanılan alfabenin diğerlerine çok benzediği, hatta harflerin çoğunluğunun birbirlerinin aynısı olduğu görülmektedir. Sonuç Çalışmamızda tefferruatlı bir şekilde açıklandığı üzere, Bulgarların, Makedonyalı İskender’in Horasan taraflarını işgalinden önce Horasan’da yaşadıkları anlaşılmaktadır. Bulgarların Horasan bölgesinden Kafkasya gelmeleri, Sakaların M.Ö. VII. yüzyılda Hazar denizinin kuzeyinden ve güneyinden olmak üzere iki koldan gerçekleştirdiği göçler kanalıyla olmuştur. Bulgarlar, Saka birliğine dahil olarak kuzey yönünden İtil ırmağı dolaylarında, güney yönünden de İran-Azerbaycan yoluyla Dağıstan’da gelmişlerdir. Hazar denizinin kuzey ve güneyinden gelen Bulgarların birleşme noktası ise Azak denizi ile Koban ırmağı arasında kalan Kuzeybatı Kafkasya bölgesidir. Buradan da Bulgarların, Hunlardan çok daha önce Kafkasya’ya gelerek yerleştikleri anlaşılmaktadır.

Page 105: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Türkoloji bilimiyle uğraşan birçok bilim adamı Karaçay-Malkar Türklerinin etnik oluşumunda Bulgarların çok büyük bir pay sahibi olduğunu, hatta bazı bilim adamları da Karaçay-Malkarlıların doğrudan Bulgarların devamı olduğunu kabul etmektedir. Kuzey Kafkasya’da, Karaçay-Malkar Türklerinin en yakın komşuları olan Gürcü-Svanların eskiden Malkarlılara "Sabir" ve Karaçaylılara da "Savar" adını vermeleri, başka bir veriye gerek kalmaksızın, Karaçay-Malkar Türklerinin Sabirlerle olan etnik bağlantısını yeterince açıklamaktadır [Lavrov,78:21; Miziyev, 91:135]. Biz de bütün bu görüşlerle aynı istikamette; bu çalışmamızda Bulgarlar ile onların kardeşleri Sabir Hunlarının Karaçay-Malkar Türklerinin etnik oluşumundaki izlerini tespit etmeye çalıştık. Eldeki verilerden de Karaçay-Malkarlıların Kafkasya’daki geçmişinin binlerce yıl geriye uzandığı anlaşılmaktadır. Kaynaklar Abayev, Misost., Balkariya, Nalçik, 1992. Ahmetbeyoğlu, Ali., Grek Seyyahı Priskos'a [V. Asır] Göre Avrupa Hunları, TDAV Yayınları, İstanbul, 1995. Alekseyeva, E.P., Karaçayevtsı i Balkartsı-Drevniy Narod Kavkaza, Moskova, 1993. Aliyev, Umar., Karaçay, Çerkessk, 1991. Artamonov, M.İ., İstoriya Hazar, Leningrad, 1962. Aslanbek, Mahmut., Karaçay ve Malkar Türklerinin Faciası, Çankaya Matbaası, Ankara, 1952. Bala, Mirza., Karaçay ve Malkarlar, İ.A., C.6, İstanbul, 1993. Baştav, Şerif., Sabir Türkleri, Belleten, V/17-18, Ankara, 1941. Bayçorov, S.Y., Drevniye-Türkskie Pamyatniki Evropı, Stavropol, 1989. Beşevliyev, V., Proto-Bulgar Dini, Çeviren: T. Acaroğlu, Belleten, IX/34, Ankara, 1945. Biciyev, H.H., Türki Severnogo Kavkaza, Çerkessk, 1993. Czegledy, Karoly., Bozkır Kavimlerinin Doğudan Batıya Göçleri, Çeviren: Erdal Çoban, Özne Yayınları, İstanbul, 1998. Durmuş, İlhami., İskitler-Sakalar, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayını, Ankara, 1993. Feher, Geza., Bulgar Türkleri Tarihi, TTK Yayınları, Ankara, 1984. Feher, Geza., Bulgar Türkleri-Macarlar ve Bunlara Akraba Olan Milletlerin Kültürü, TKAE Yayınları, Ankara, 1986. Grousset, Rene., Bozkır İmparatorluğu, Çeviren: Dr. M. Reşat Uzmen, Ötüken

Page 106: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Yayınları, İstanbul, 1993. Gumilev, L.N., Eski Türkler, Çeviren: Ahsen Batur, Birleşik Yayıncılık, İstanbul, 1999. Gumilev, L.N., Hazar Çevresinde Bin Yıl, Çeviren: Ahsen Batur, Birleşik Yayıncılık, İstanbul, 2001. Gürün, Kamuran., Türkler ve Türk Devletleri Tarihi, Cilt-I, Karacan Yayınları, 1981. Hacilayev, H.M.İ., Oçerki Karaçayevo i Balkarskoy Leksikologii, Çerkessk, 1970. Henze, Paul B., Kafkaslarda Ateş ve Kılıç-19. Yüzyılda Kuzey Kafkasya Dağ Köylülerinin Direnişi, OTDÜ Yayını, 1985. Kafesoğlu, İbrahim., Bulgarların Kökeni, TKAE Yayınları, Ankara, 1985. Kafesoğlu, İbrahim., Türk Milli Kültürü, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1993. Kahovskiy, V.F., Proishojdeniye Çuvaşskogo Naroda, Çeboksarı, 1965. Karatay, Osman., Hırvat Ulusunun Oluşumu, ASAM Yayınları, Ankara, 2000. Kırzıoğlu, M. Fahrettin., Dede-Korkut Oğuznamelerine Göre Kars'ın Anı [Arpaçayı boyu] ve Kağızman Kesimindeki Kamsarakan/Kalbaş Hanedanı, VII. Türk Tarih Kongresi Bildirileri, Cilt I, TTK Yayınları, Ankara, 1972. Kırzıoğlu, M. Fahrettin., Dede-Korkut Oğuznameleri Coğrafyası ve Düşünceler, Birinci Milli Türkoloji Kongresi Tebliğleri, Kervan Yayınları, İstanbul, 1980. Kırzıoğlu, M. Fahrettin., Kıpçaklar, TTK Yayınları, Ankara, 1992. Kosok, Pşimaho., Kuzey Kafkasya-Hürriyet ve İstiklal Savaşı Tarihinden Yapraklar, Çeltüt Matbaası, İstanbul, 1960. Koşay, Hamit Zübeyr., Bulgar Türklerinin Eski Tarihi, Başvekalet Müdevvenat Matbaası, 1932. Koşay, Hamit Zübeyr., İdil-Ural Bölgesindeki Türklerin Menşei [Ethno-Genezisi], Dergi, Sayı: 4, 1956. Kudaşev, V.N., İstoriçeskie Svedeniya o Kabardinskom Narode, Nalçik, 1991. Kurat, Akdes Nimet., IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, TTK Yayınları, Ankara, 1972. Kurat, Akdes Nimet., Doğu Avrupa Türk Kavim ve Devletleri, Türk Dünyası El Kitabı, Cilt I, TKAE Yayınları, 1992. Kurat, Akdes Nimet., Bulgar, İ.A., C.2, İstanbul, 1993. Lavrov, L.İ., Karaçayevtsı-İstoriko-Etnografiçeskiy Oçerk, Çerkessk, 1978.

Page 107: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Laypanlanı, Kaziy., Karaçaylıla Kimledile, Karaçay Gazetesi, Sayı: 131-132, 2. sayfalar, Çerkessk, 1992. Malkonduyev, H.H., Drevnyaya Pesennaya Kultura Balkartsev i Karaçaevtsev, Nalçik, 1990. Miller, M., Balkar Türklerinin Asılları Meselesi Etrafında, Dergi, Sayı: 30, Münih, 1962. Miller, V.F., Osetinskie Etüdı, Cilt-III, Moskova, 1887. Miller, V.-Kovalevskiy, M., V Gorskih Obşçestvah Kabardı. Predanie o Proishojdenii Balkarskih Feodalov [Tavbiyev], Vestnik Evropı, Kn: IV, Aprel, 1884. Mızıulu, İsmail., Merkezi Gafgazın Etnik Tarihinin Köklerine Doğru, Çevirenler: Prof. Dr. Süleyman Eliyarlı, Doç. Dr. Mehman Abdulla, TDAV Yayınları, İstanbul, 1993. Mızıulu, İsmail., Skifla bla Karaçay-Malkarlıla, Mingitav, Sayı:6, Nalçik, 1994. Mızıulu, İsmail., Tarih Halknı Baylıgıdı, Mingitav Dergisi, Sayı: 4, Nalçik, 1994. Miziyev, İ.M., Oçerki İstorii i Kulturı Balkarii i Karaçaya XIII-XVIII vv, Nalçik, 1991. Miziyev, İ.M., İstoriya Karaçayevo-Balkarskogo Naroda s Drevneyşih Vremen Do Prisoedineniya k Rossi, Nalçik, 1994. Mokayev, A., Malkarnı Çaşav Tarıhından, Şuyohluk, No: 3, Nalçik, 1976. Momsen., T., Ueber den Chronographen von Jahre 354; Abhandlungen der phil; Hist. Classe der kais; Saechischen Geselshaft der Wissenschaften, I, Leipzig, 1850. Nemeth, Gyula., Hunlar ve Tanrının Kırbacı Attila, Çeviren: Tarık Demirkan, YKY, İstanbul, 1996. Nevruz, Yılmaz., Karaçay-Malkarlılanı Tamırlarını Üsünden, Birleşik Kafkasya Dergisi, Sayı: 1, Eskişehir, 1994. Noghumuka, Şora B., Çerkes Tarihi, Çeviren: Vasfi Güsar, Baha Matbaası, İstanbul, 1974. Nurettinov, Ferhat A. [Ed.], Mikail Baştu İbn Şams Tebir'in Şan Kızı Destanı, Çeviren: Avidan Aydın, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1991. Ostrogorsky, Georg., Bizans Devleti Tarihi, Çeviren: Fikret Işıltan, TTK Yayınları, Ankara, 1995. Ögel, Bahaeddin., İslamiyetten Önce Türk Kültür Tarihi, TTK Yayınları, Ankara, 1991. Patkanov, K., İz Novogo Spiska "Geografii" Pripisayvaemoy Moyseyu Horenskomu, Jurnal Ministerstva Narodnogo Prosveshteniya, CCXXVI, 1883.

Page 108: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Rasonyi, Laszlo., Tarihte Türklük, TKAE Yayınları, Ankara, 1993. Rona-Tas, A., The Character of Hungarian-Bulgaro-Turkic Relations, Studia Turco-Hungarica, Tomus V., Budapest, 1981. Skryinskaya, E.Ç., Yordan-O Proishojdenii i Deyaniyah Getov, Moskova, 1960. Şamanlanı, İbrahim., Koban Başında-Tarih Haparla, Çerkessk, 1987. Şeşen, Ramazan, İslam Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, TKAE Yayınları, Ankara, 1985. Tekin, Talat., Tuna Bulgarları ve Dilleri, TDK Yayınları, Ankara, 1987. Togan, Zeki Velidi., Ibn Fadlan's Reisebericht, Leipzig, 1939. Togan, Zeki Velidi., Hazar, İ.A., Cilt V/I, İstanbul, 1977. Togan, Z.V., Umumi Türk Tarihine Giriş, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1981. _____________________________________________________________________ Adilhan Adiloğlu, Karaçay-Malkar Türklerinin Etnik Oluşumunda Bulgar ve Sabir Hunlarının Rolü, Makaleler ve İncelemeler - 1, Ankara, 2005, s. 1-35

KAFKASYA'DA YA ŞAYAN TATAR KAB İLELER İ

Karaçay-Malkar Türklerinin tarihi ve kültürü hakkında en eski bilgileri XV-XIX. yüzyıllarda Kafkasya’yı dolaşan Avrupalı ve Rus gezginlerin yazdıkları seyahatnamelerde bulmaktayız. Fakat bu gezginlerin bir kısmı bizzat Karaçay-Malkar Türklerinin arasında bulunmamışlar, Kafkasya seyahatleri sırasında ziyaret ettikleri yerlerde başkalarının Karaçay-Malkar Türkleri hakkında anlattıklarını yazmışlardır. Bununla birlikte bu gezginlerin seyahatnamelerinde verilen bilgiler Karaçay-Malkar Türklerinin eski tarihi ve kültürü bakımından çok değerlidir. Çünkü, Karaçay-Malkar Türkleri hakkında eskiye dair kayda geçirilmiş bilgi ve belge pek azdır. Karaçay-Malkar Türklerinin eski tarihi ve kültürüyle ilgili en önemli seyahatnamelerden biri de Julius von Klaproth’un 1807-1808 yılları arasındaki Kafkasya seyahatinden sonra yayımlandığı “Kafkasya ve Gürcistan’a Seyahatler” adlı eseridir. Eski seyahatnameler içerisinde Karaçay-Malkar Türkleri hakkında en fazla bilgiler Julius von Klaproth’un eserinde verilmektedir. Fakat, Julius von Klaproth’un: “Karaçaylılarla ilgili anlatılan bilgiler Sachar İvanoviç Çergilov adlı bir Ermeni’nin ağzından yazılmıştır. Bu adam şimdi Mozdok’ta yaşamaktadır.

Page 109: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

[s. 21] Karaçay-Malkar Türklerinin tarihi ve kültürü hakkında en eski bilgileri XV-XIX. yüzyıllarda Kafkasya’yı dolaşan Avrupalı ve Rus gezginlerin yazdıkları seyahatnamelerde bulmaktayız. Fakat bu gezginlerin bir kısmı bizzat Karaçay-Malkar Türklerinin arasında bulunmamışlar, Kafkasya seyahatleri sırasında ziyaret ettikleri yerlerde başkalarının Karaçay-Malkar Türkleri hakkında anlattıklarını yazmışlardır. Bununla birlikte bu gezginlerin seyahatnamelerinde verilen bilgiler Karaçay-Malkar Türklerinin eski tarihi ve kültürü bakımından çok değerlidir. Çünkü, Karaçay-Malkar Türkleri hakkında eskiye dair kayda geçirilmiş bilgi ve belge pek azdır. Karaçay-Malkar Türklerinin eski tarihi ve kültürüyle ilgili en önemli seyahatnamelerden biri de Julius von Klaproth’un 1807-1808 yılları arasındaki Kafkasya seyahatinden sonra yayımlandığı “Kafkasya ve Gürcistan’a Seyahatler” adlı eseridir. Eski seyahatnameler içerisinde Karaçay-Malkar Türkleri hakkında en fazla bilgiler Julius von Klaproth’un eserinde verilmektedir. Fakat, Julius von Klaproth’un: “Karaçaylılarla ilgili anlatılan bilgiler Sachar İvanoviç Çergilov adlı bir Ermeni’nin ağzından yazılmıştır. Bu adam şimdi Mozdok’ta yaşamaktadır. Birkaç yıl Karaçaylıların içinde kalmış. Karaçaylıların adet, gelenek ve görenekleri hakkında bana çok şey anlattı. Karaçaylılarla ilgili verilen bu bilgiler diğer Tatar kabileleri için de geçerlidir” şeklinde cümlesinden onun Kafkasya seyahati sırasında bizzat Karaçaylıların arasında bulunmadığı anlaşılmaktadır. Julius von Klaproth Kafkasya’da iki kere bulunmuştur. İlk seyahatini 1807 yılında Stavropol ve Georgiyevsk bölgelerine yapmıştır. Bu bölgelerde bulunduğu sıralarda Beştav [Pyatigorsk] ve çevresinde de araştırmalar yapmıştır. Bu yıllarda Kafkasya’da baş gösteren veba salgını nedeniyle Kuzey Kafkasya’ya girmeyip doğrudan Tiflis’e geçmiştir. 1808 yılında ise veba salgına aldırmayarak Mozdok’a ve oradan da Kabardey bölgesine gitmiştir. Buradan Kafkas dağlarını aşarak Raça’ya geçmiş ve daha sonra Kuzey Kafkasya’ya geri dönerek Laba ırmağı dolaylarına kadar seyahatini sürdürmüştür. Buradan da Stavropol yoluyla Petersburg’a dönerek seyahatini tamamlamıştır. Oryantalist [Doğubilimci] ve gezgin Heinrich Julius von Klaproth 11.10.1783 tarihinde Berlin’de doğmuştur. Meşhur Alman Kimyager Martin Heinrich von Klaproth’un oğludur. Gençlik yıllarında doğu bilimleriyle uğraşmaya [s. 22] başlamış ve Çince öğrenmeye büyük ağırlık vermiştir. 1801-1803 yılları arasında Halle Üniversitesinde klasik filoloji öğrenimi görmüştür. Doğu milletleri üzerine dil, tarih, coğrafya ve etnografya alanlarında çok sayıda kıymetli eserler vermiştir. Julius von Klaproth 08.08.1835 tarihinde Paris’te ölmüştür. Julius von Klaproth 1804 yılında Petersburg Bilimler Akademisi tarafından aldığı davet üzere Rusya’ya gitmiştir. Rusya’da yedi yıl kalan J. Klaproth, Çin, Mançu, Moğol, Türk, Ermeni, Gürcü ve Çerkesler üzerine çalışmalar yapmıştır. Sibirya ve Kafkasya’ya düzenlediği seyahatlerde bol miktarda materyal toplamıştır. 1805 yılında J.A. Golovkin’in başkanlığında tertiplenen bilim kuruluyla birlikte Çin’e seyahat etmek üzere yola çıkmışsa da Urga’dan İrkutsk’a dönmek zorunda kalmıştır. Dönüş sırasında Doğu

Page 110: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

ve Batı Sibirya’nın güney bölgelerinde dil, etnografya ve coğrafya araştırmaları yapmıştır. Asya dileri üzerine hazırladığı ilk çalışmaları “Asiatisches Magazin” [Weimar, 1802-1803] adlı dergide yayımlanan Julius von Klaproth’un başlıca önemli eserleri şöyledir: “Sur la langue et l’origine des Aghouans” [Paris, 1810]; eserde Afganlıların dilleri ve etnik kökeni üzerinde durulmaktadır. Ayrıca Sanskrit, Fars, Kürt ve Oset dilleri ve kültürleri arasındaki benzerlikler ortaya konulmaktadır. “Asia Polyglotta” [Paris, 1823 ve 1831]; eserde Başkurt, Kazak, Kırgız, Yakut ve Tunguzlar hakkında değerli bilgiler verilmektedir. “Sur quelques antiquites de la Siberie” [Paris, 1824]; eserde eski Türk yazıtlarında kullanılan yazı Grek yazısıyla açıklanmaya çalışılmaktadır. “Memories relatifs a I’Asie” [Paris, 1824 ve 1828]; eserde Codex Cumanicus üzerinde durulmaktadır. “Abhandlung über die Sprache un Schrift der Uiguren” [Berlin, 1811] ~ “Memories sur la langue et l’ecriture des Ouigours” [Paris, 1812]; eserde Uygur dili ve yazısı üzerinde durulmaktadır. “Reise in den Kaukasus und Georgien in den Jahren 1807 und 1808” [Halle, 1812] + “Reise in den Kaukasus und Georgien in den Jahren 1807 und 1808” [Berlin, 1814] ~ “Travels in the Caucuasus and Georgia performed in the years 1807 and 1808” [London, 1814] ~ “Voyage au mont Caucase et en Georgie” [Paris, 1823]. “Die Sprachen des Kaukasus” [Weimar, 1814]. “Geographisch-Historiche Beschreibung des ostlichen Kaukasus” [Weimar, 1814]. “Description geographique du Caucase orientale” [Paris, 1814]. “Tableaux Historique, Geographique, Ethnographique et Politique de Caucase” [Paris, 1827]. “Tableaux Historiques de I’Asie” [Paris, 1826]. “Vocabulaire et grammaire de la langue georgienne” [Paris, 1827]. “Description des provinces Russes enre la mer Caspienne et la Mer noire” [Paris, 1814]. “Catalogue des livres et manuscrits chinois et mantchous de la bibliotheque de Berlin” [Paris, 1822].[1]

Julius von Klaproth

Page 111: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

[s. 23] Petersburg Bilimler Akademisinin desteğiyle 1807-1808 yıllarında Kafkasya’ya iki kere seyahat yapan Julius von Klaproth burada Gürcü, Çerkes, Abaza, Oset ve Çeçen-İnguş gibi Kafkas kavimleri ile Karaçay-Malkar, Kumuk ve Nogay Türkleri hakkında bol miktarda materyal toplamıştır. Topladığı bu materyalleri “Reise in den Kaukasus und Georgien in den Jahren 1807 und 1808” [Halle, 1812] adlı eserinde yayımlamıştır. Bu eser daha sonra düzeltme ve eklemeler yapılarak ikinci kez [Berlin, 1814] yayımlanmıştır. Julius von Klaproth’un bu değerli eserinin İngilizce tercümesi “Travels in the Caucuasus and Georgia performed in the years 1807 and 1808” adıyla 1814 yılında Londra’da [s. 24] yayımlanmıştır. Fransızca tercümesi ise “Voyage au mont Caucase et en Georgie” adıyla 1823 yılında Paris’te yayımlanmıştır. Eserin İngilizce tercümesi, Almanca nüshanın ilk baskısından [Halle, 1812] tercüme edilmiştir. Eserin Fransızca nüshası olan “Voyage au mont Caucase et en Georgie” [Paris, 1823] adlı kitap ise Almanca düzeltmeli ve ilaveli nüshadan yani ikinci baskıdan [Berlin, 1814] tercüme edilmiştir. Bu kıymetli eserin orijinal Almanca nüshalarına maalesef ulaşamadım. Fakat, İngilizce ve Fransızca tercümeler arasındaki karşılaştırmadan, Almanca nüshanın ikinci baskısında pek fazla düzeltme ve ilave olmadığı anlaşılmaktadır.

Travels in the Caucuasus and Georgia Bu çalışmada, Julius von Klaproth’un Karaçay-Malkar Türkleri hakkında verdiği bilgiler, İngilizce tercümenin 280-298 sayfaları arasındaki “Tartar tribes in the Caucasus” başlıklı XXIV. bölümü ile Fransızca tercümenin 273-214 sayfaları arasındaki XI. bölümünden Türkçe’ye çevrilmiştir.[2] Julius von Klaproth’un verdiği bazı hatalı bilgiler dipnotlarla belirtilerek tarafımdan düzeltilmiştir. Tereddüt edilen bazı özel, yer ve kavim ad aktarımlarının yanına Julius von Klaproth’un yazdığı orijinal şekilleri parantez içerisinde verilmiştir. * * * Kafkas dağlarının arasında; Kuban ırmağının doğduğu yerde, Baksan, Çegem, Nalçik, Çerek ve Argudan ırmakları civarında; Çerkeslerin “Tatar Kuşha”[3] dediği ve Gürcülerin

Page 112: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

de “Basiyani” şeklinde adlandırdığı; kendi hallerinde ve sakin bir hayat süren Tatar kabileleri yaşamaktadır. Güldenstädt makalesinde bunların adını hatalı olarak “Ciki” [Dshiki] şeklinde yazmıştır. Halbuki bu ad eskiden Çerkesler için kullanılmıştır. Mesela Gürcüler eskiden Çerkeslere “Ciki” derlerdi. Yaşadıkları ülkeyi de “Ciketi” [Dshikethi] şeklinde adlandırmaktaydılar. Ciki denilen kavim, İtalyanların hazırlamış olduğu ortaçağ haritalarında Kuban vadisinden Karadeniz kıyılarına, Pitsunda [eski Pytius] ve Pezonda’ya kadar uzanan yerlerde gösterilen Çerkes kavmidir. Bunlar eski Bizans’ın “Zik” [Zychians] dediği kavimdir. George Interiano da açık ve net bir şekilde eski Yunanlıların Çerkesleri “Zik” şeklinde adlandırdığını söylemektedir. “Basiyan” adı ise onların beylerinin aile adından gelmektedir. Gürcü Coğrafyası adlı esere göre Basiyat adlı bey ailesi Oset kökenlidir. İlginç bir çalışma olan “Aghtzera atzindelissa Kharthlissa Ssasghwritha mthith Mdixarith da adgilitha da mass schina schenebulitha” [Karthli’nin Tasviri: Sınırlar, Dağlar, Irmaklar, Bölgeler ve Buraların Yapıları] adlı eserin ortaçağın son yüzyılı hakkındaki [s. 25] bölümünde şöyle denilmektedir: “Çaşilitze [Schtschachilitse], Tagaur [Thagauri], Kurtauli [Khurthauli], Badelidze [Badelitse], Çerkes ve Basiyanların etnik oluşumunda birçok soylu Oset ailelerinin önemli payı vardır.”[4] Yaşlıların anlattığına göre onlar çok eskiden Kuma ve Don ırmakları arasında yaşıyorlarmış. Fakat bu dönemin ne zaman olduğu hakkında kesin bir tarih söyleyemiyorlar. Onların başşehirlerinin adı “Kırk-Macar” imiş. Bu şehrin adı onların dillerinde “kırk tane taş bina” veya “kırk tane dört tekerlekli araba-ev” anlamına gelmektedir. Herhalde onlar göçebe hayatı sürdürüp koyunculuk işiyle meşgul olduklarından şehrin adının anlamı da bundan kaynaklanmaktadır. Macar şehri harabelerine bakılırsa şehir halkının kıt kanaat yaşadığı anlaşılmaktadır. Bu şehrin sakinleri ile komşu kavimler arasında sürekli düşmanlık olmuş ve uzun süren savaşlar cereyan etmiş. Daha sonra şehir halkı yenilgiye uğramış ve şehirden kovulmuş. Onlar da bugün “Büyük Kabardey” denilen topraklara gelip yerleşmişler. Bir kısmı da yüksek dağlık vadilere, Kuban, Baksan ve Çegem ırmakları civarına yerleşmişler. Söylediklerine göre bu olaylar bundan 450 yıl önce gerçekleşmiştir. Bunların bir kısmı da Malka dolaylarına yerleşmişlerdir. Halen orada yaşamaktadırlar. Çerek ırmağı kıyılarından başka bir yere göç etmemişlerdir. Buranın sakinlerine “Malkar” veya “Balkar” denilmektedir. Buraya gelip yerleştikten sonra onlar uzun bir zaman komşu kavimler tarafından fark edilmemişler. Bu yüzden kimse onları rahatsız etmemiş. Gürcü Kraliçesi Tamar, Oset ve diğer Kafkas kavimlerinde olduğu gibi, Basiyanlara da Hıristiyanlığı kabul ettirmiştir. Fakat günümüzde ise bu dağlarda tek bir kilisenin dahi kalmadığı görülmektedir. Bununla birlikte Hıristiyanlığın bazı izlerini bu Tatar kabileleri arasında görmek mümkündür. Mesela bunlar baharda yedi hafta ve yaz mevsimi sonlarında dokuz hafta et, yağ ve süt yemezler. [s. 26] Moğolların Gürcistan’ı fethetmesinden sonra Basiyanlar serbest kalmışlar. Fakat

Page 113: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

bu özgürlük pek fazla uzun sürmemiş. Kısa bir zaman sonra Kabardeylerin hakimiyetine girmişler. Halen Kabardeylerin hakimiyeti altındadırlar. Basiyanlar, Kurgok ve Kaytuk adlı iki Kabardey beyine bağlıdırlar. Basiyanlar her yıl vergi olarak her bir aile başına bir koyun verirler. Basiyanlar bu vergiyi tuz, bakliyat, kurutulmuş balık, pamuk, keten, Türk derisi ve diğer gerekli şeyleri satın almak için Kabardey ülkesine gittikleri zaman verirler. Basiyanlar, Kabardeylerden aldıkları malları, kendi ürettikleri yün, çuha, çavdar, keçe, tilki derisi, sülfür, barut ve diğer şeylerle değiş-tokuş ederler. Diğer Çerkes kabileleri gibi Basiyanlar da kış mevsiminde sığırlarını Kabardey meralarına götürmeye mecburdurlar. Fakat ürünün bol olduğu zamanlarda hayvanlarını kendi topraklarında kışlatırlar. Böyle zamanlarda Kabardey ülkesine hiç uğramazlar. Herhangi bir ihtiyaç olmayınca her iki kavim birbirini ziyaret etmez. Bu yüzden de aralarında savaş veya başka bir husumet olmaz. Bununla birlikte Basiyanlar bu gibi durumlara fırsat vermemek için çok dikkatli davranmaktadırlar. Zaten, Basiyanlar İslam dinini kabul etmelerinden bu yana Kabardeylerin hakimiyeti altındadırlar. Basiyanlar kendi yaylalarında mutlu ve huzurludurlar. Tuz ihtiyaçlarını İmeretya ve Gürcistan’dan karşılarlar. Bunun dışında bahar mevsiminde dağlardan gelen ırmaklardan çıkardıkları tuzu kaynatıp kullanılır hale getirirler. Köylülerin belli başlı bir dinî inancı yoktur. Kendi dillerinde “teyri” dedikleri bir tanrıya inanırlar. Fakat kesinlikle bu tanrıya “Allah” demezler. Onların inancına göre “teyri” her şeyin sahibidir ve müşfiktir. Bundan başka birde İlyas peygamberi [Elijah][5] kutsarlar. Anlattıklarına göre, İlyas peygamber sık sık yüksek dağların tepelerinde görünürmüş. Bu yüzden onun şerefine kuzular kesip kurban ederlermiş. Ayrıca süt, peynir, tereyağı ve “sıra” adını verdikleri içkilerini sunarlarmış. Daha sonra şarkılar söyleyip dans ediyorlarmış. Bunlar eskiden domuz eti yiyorlarmış. Eskiden kutsal saydıkları birtakım ırmaklar ve ağaçlar varmış. Bilhassa bahar aylarında ağaç kesmeyi büyük uğursuzluk sayarlarmış. Gelecekten ve gaipten haber veren kahinlere büyük hürmet gösterirler. Diğer Tatar kabilelerinde olduğu gibi bunların kahinleri de koyunun kürek kemiğine bakıp gelecek hakkında tahminler yaparlar. Bunların beyleri, Kabardeylerin baskısıyla Muhammed’in dinini kabul etmişlerdir. Fakat, Karaçaylılardaki mescit ve mollalar, Basiyanlarda yoktur. Bunların dili, Nogay Tatarlarının diline çok benzemektedir.

Page 114: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Malkarlı Bir Kadın Şaman [s. 27] Çerkesler bunlara “Tatar Kuşha” derler. Bu ad Çerkes dilinde “Dağ Tatarı” anlamına gelmektedir. Osetler ise bunlara “As” [Assi] derler. Bunlar değişik kabilelerin bir araya gelip karışmasından meydana gelmişlerdir. Çoğunluğu ırmak kenarlarında yaşamaktadır. Karaçaylılarla ilgili anlatılan bilgiler Sachar İvanoviç Çergilov adlı bir Ermeni’nin ağzından yazılmıştır. Bu adam şimdi Mozdok’ta yaşamaktadır. Birkaç yıl Karaçaylıların içinde kalmış. Karaçaylıların adet, gelenek ve görenekleri hakkında bana çok şey anlattı. Karaçaylılarla ilgili verilen bu bilgiler diğer Tatar kabileleri için de geçerlidir. “Karaçay” kelimesi “kara çay” veya “kara dere” [black rivulet] anlamına gelmektedir. Çerkesler bunlara “Karşaga Kuşha” derler. Mingrelyalılar ve İmeretyalılar ise “Karaçioli” [Karatschioli] derler. Karaçaylılar, Çerkeslerin hakimiyetinde oldukları için Tatarlar bunlara “Kara Çerkes” derler. Gürcüler orta çağda [s. 28] bunlara “Kara Ciki” [Qara Dshiki] ve yaşadıkları ülkeye de “Kara Cigeti” [Qaradshachethi] derlerdi. Bilindiği gibi Gürcüler eskiden Çerkeslere “Ciki” derlerdi. “Ciki” ve “Zik” [Zychi] kelimeleri eş anlamlıdır ve Çerkesler için kullanılmıştır.

Page 115: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Reyneggs bunlar hakkında şöyle diyor: “Küçük Kuban’da yaşayan ‘Karağay’ [Karaghay] adlı kabile 130 aileden müteşekkildir. Bunların en yakın komşuları ‘Kılıç’ [Kilitsch] ve ‘Keç’ [Kesch] adlı kabilelerdir. Bunlar da 300 aileden müteşekkildir.” Reyneggs’in hatalı olarak “Küçük Kuban” dediği yer aslında Yukarı Kuban’dır. “Podrobnaya Karta”da bunlar açık bir şekilde “Karaçyagi” [Karatschjägi] adıyla gösterilmektedir. Anlattıklarına göre, Çerkeslerin bugünkü Kabardey bölgesine gelip yerleşmelerinden çok daha önce onlar Macar şehrini terk edip buralara gelip yerleşmişlerdir. Karaçay kabilesinin adı onların beylerinin adından hatıra kalmıştır. Onlar bu beyin zamanında Kuban’a gelip yerleşmişler. Pallas bunların ülkesinin sınırlarını gereğinden fazla geniş göstermektedir. Ona göre bunların ülkesinin sınırları batıda Urup ırmağı kenarında yaşayan Başilbaylara kadar uzanmaktadır. Bunlar çoğunluğu Hurzuk, Kuban ve Teberdi ırmakları kenarlarında ve “Mingitav” adını verdikleri Elbruz dağının kuzey tarafında yaşarlar. Doğuda Kancal, Calpak ve Urdi dağları; kuzeyde Avarseç [Auarsetsch], Keçergan [Ketschergan], Bırmamıt [Baramut] ve Mara dağları bunlar ile Çerkes ve Abazalar arasında sınır teşkil etmektedir. Batıda ise Tramkt, Lov ve Kılıç adlı Abaza kabileleriyle komşudurlar. Karaçaylıların iki büyük köyü vardır. Birinci köy Kuban ile Hurzuk ırmaklarının birleştiği yerin sağ tarafında yer almaktadır. Bu köyde 250 hane vardır. Yukarı Kuban’ın batısında ve Teberdi ırmağının kenarındaki ikinci köyün nüfusu ise 50 hane kadardır. İkinci köy birincisinden daha sonraları, Kabardeylerin baskısından kaçan Karaçaylılar tarafından kurulmuştur. Bunların ülkesine giden yol çok çetindir. Buraya yalnız atla ve Kuban ile Baksan ırmakları takip edilerek gidilebilir. Karaçay köyünden ve Hurzuk ile Kuban ırmaklarının birleştiği yerden 17 verst uzaklıkta taştan yapılmış bir köprü vardır. Çerkesler bu köprüye “Mivetle miş” [Miwwetle misch] derler. Tatarlar ise “Taşköprü” derler. Buraya Kuban ırmağının sağ tarafından gidilir. Fakat buraya arabayla gitmek imkansızdır. Karaçay’dan Büyük Kabardey’e gitmek için ilk önce Hurzuk ırmağının yukarı tarafına ulaşmak gerekmektedir. Daha sonra buradan Calpak sıradağları istikametiyle Kancal dağının batısından gidilmelidir. Bu yol 60-70 verst uzunluğundadır ve çok çetindir. Kancal dağı sivri uçlu bir kama gibi görünmektedir. Herhalde adı bundan dolayı almıştır. Tatar dilinde “hançer” [chandshar] kelimesi sivri uçlu kama anlamına gelmektedir. Kafkasyalıların “Kancal” adını verdiği bu dağa [s. 29] Ruslar “Kincal” derler. Mingitav veya Elbruz dağının eteklerine kadar olan mesafe sadece 15 versttir ve yarım günlük yoldur. Fakat bu dağın en tepesine ulaşmak mümkün değildir. Eskiden Karaçaylılar da Malkarlı ve Çegemliler gibi putperest idiler. Fakat onların eski inançları Muhammed’in dini karşısında varlıklarını sürdürememiştir. Karaçaylılar eskiden bolca ve çok severek yedikleri domuz etinden şimdi çok tiksinmektedirler. Yaklaşık otuz yıldan [1782 yılından] beri onlar İslam dinine mensupturlar. Bunlara Müslümanlığı Kabardey mollası İshak Abuk Efendi öğretmiştir. Bunlar sadece Kuran’da emredilen şeyleri bilir ve tatbik ederler.

Page 116: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Hıristiyanlık artık çok onlara yabancıdır. Çünkü Kuran’da İslam öncesi inanç ve geleneklerin terk edilmesi emredilmiştir. Karaçaylılar yabancıların ve başka dinlere mensup kimselerin cenazelerini köylerinden uzakta bir yere defnederler. Bunların gömüldüğü yerde çok sayıda mezar taşı vardır. Taşların üzerinde Frank ve Katolik simgeleri bulunmaktadır. Karaçaylılar beylerine “biy” derler. Karaçaylılarda üç tane bey ailesi vardır. Bunlar “Kırımşavhal”, “Orusbiy” ve “Mudar” aileleridir.[6] Karaçaylı beyler kısa bir süre için “özden” denilen asilzadelerin adamlarını ve atlarını kullanma hakkına sahiptir. Kabardey beylerine “Bek” denilmektedir. Bütün Karaçaylı beyler, asilzadeler ve köylüler Kabardey beylerine tabidir. En üst makam olarak yalnız Kabardey beylerini bilirler. Kabardey beyleri, Karaçaylılardan vergi almaktadırlar. Genellikle her bir aile için beş koyun alırlar. Ayrıca varlıklı kimselerden iyi bir at, bir öküz, çok sayıda yamçı ve kürk, bakır eşyalar ve diğer şeyleri alırlar. Karaçaylılarda halkın hukuken beylere vergi verme mecburiyeti yoktur. Bunun dışında, Karaçaylı beyler at sırtında gezmeye çıktıkları zaman asilzadeler onlara refakat etmek zorundadırlar. Ayrıca, beylere ve beylerin misafirlerine hürmet etmek, onları ağırlamak zorundadırlar. Karaçaylı beyler, Kabardey beylerinden güç ve destek almak için onlarla dostluk kurmaya büyük önem verirler. Çünkü beklenmedik bazı felaketler ve saldırılar karşısında onların himayesinde olmak büyük bir imtiyazdır. Bazı Karaçaylı aileler, Kabardey beyleriyle olan dostluklarından dolayı daha güçlü ve önemli konumdadırlar. Bu yüzden Abazalar ve Nogaylar, Karaçaylılara saldırmaya cesaret edemezler. Aksi takdirde, Kabardey beyleri tarafından şiddetli bir şekilde cezalandırılacaklardır. [s 30] Karaçaylılar diğer Kafkasyalı kavimlere göre daha yakışıklı ve güzeldirler. Bozkırlarda göçebe hayatı süren Tatarlardan daha çok Gürcülere benzerler. Karaçaylı erkekler ayı gibi güçlüdür. Fakat aynı zamanda olağan üstü derecede kibar ve ince ruhlu insanlardır. Düzgün yüzlüdürler ve biçimli vücutları vardır. Gözleri iri ve siyah renklidir. Beyaz tenlidirler. Nogaylarda olduğu gibi bunlarda basık surat ve çekik gözler yoktur. Karaçaylıların içinde Moğol tiplere rastlanmaz. Buradan da onların Moğollarla bir karışımları olmadığı anlaşılmaktadır. Papaz Archangelo Lamberti’nin 17. yüzyıl ortalarında Mingrelya ziyareti sırasında Karaçaylılar hakkındaki izlenimleri şöyledir: “Karaçaylılar [Caratscholi] Kafkasya’nın kuzeyinde yaşarlar. Onlara ‘Kara Çerkes’ [Caraquirquez] de denilmektedir. Bunun anlamı ‘Siyah Çerkesler’ [Black Circassians] demektir. Fakat bunların son derece açık tenleri vardır. Muhtemelen bu ad onlara yaşadıkları ülkede gökyüzünün daima bulutlu ve karanlık olmasından dolayı verilmiş olmalıdır. Onlar Türkçe konuşurlar. Fakat çok hızlı konuştuklarından dilleri zor anlaşılmaktadır. Burada, biri sürü değişik milletin arasında, onların Türk dilini bu kadar temiz ve saf şekilde korumuş olmaları oldukça şaşırtıcı bir durumdur.”

Page 117: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Karaçaylılar genellikle tek kadınla evlenirler. Fakat az da olsa aralarında iki-üç tane karısı olanlar vardır. Ancak bunlar da gayet iyi geçinmektedirler. Karaçaylı ailelerin son derece mutlu bir hayatı vardır. Diğer dağlı kavimlerde olduğu gibi bunlarda kadına kötü muamele yapılmaz. Bunlar karılarına son derece insanî ve sevecen davranırlar. Karaçaylılarda kadın, kocasının bayağı bir hizmetçisi değil, aynı Avrupalılarda olduğu gibi hayat arkadaşıdır. Beylerin karıları, kocalarından ayrı, kendilerine özel olarak tahsis edilen evlerde otururlar. Beylerin karıları yabancılara görünmez ve onlarla konuşmazlar. Beyler gündüz vakti karılarıyla karışlaşmamaya, onlarla konuşmamaya özen gösterir. Beyler ancak gece vakti olduğu zaman karılarının yanına giderler. Bu Çerkes adetleri, beylerde ve varlıklı asilzade ailelerinde görülür. Halkın genelinde ise durum farklıdır. Koca ve karısı birlikte yaşarlar. Kadınlar yabancıların olduğu ortamlarda bulunabilirler ve yabancılarla konuşabilirler. Kızlar genellikle evde otururlar. Dışarıya pek az çıkarlar. Altın ve gümüş simli iplikler yaparlar. Onların başlıca işi babalarına ve erkek kardeşlerine elbise dikmektir. Karaçaylılarda kızlar kocaya gidecekleri zaman ebeveynler, diğer Tatar kabilelerinde olduğu gibi, erkek tarafından başlık parası isterler. Buna kedi dillerinde “kalım” derler. Bunun anlamı “kan bedeli” [price of blood] demektir.[7] Damat [s. 31] eğer varlıklı biri ise müstakbel geline birçok yeni ve güzel elbiseler gönderir. Müstakbel gelin de düğün gününde bu elbiseleri giyer. Düğün günü damadın bütün erkek arkadaşları damat evinde toplanır. Burada büyük bir ziyafet verilir. Misafirler büyük bir iştahla yer içerler. Gelin evinde de aynı şeyler yapılır. Gelin kendi kız arkadaşlarını davet eder. Akşama doğru gençler toplanarak gelini damat evine götürmek için kız tarafına giderler. Düğün şenlikleri üç gün boyunca devam eder. Düğün süresince ziyafet verilir, herkes yer, içer, eğlenir ve dans eder. Delikanlılar ile genç kızların daire şeklinde dizilerek toplu halde yaptıkları bir dansları vardır. Düğünde köyün delikanlıları ile genç kızları birbirleriyle tanışır ve sohbet ederler. Böylece gelecekte yeni evliliklerle sonuçlanacak yeni aşklar doğar. Evlenme çağına gelen Karaçaylı delikanlılar, sevdikleri ve kendilerine eş olarak seçtikleri kızın kim olduğunu, herhangi bir engel çıkarmasınlar diye önceden ebeveynlerine bildirmezler. Çünkü genellikle ebeveynler en az kendileri kadar soylu ve zengin bir ailenin kızı olmazsa, oğullarının seçtiği kızı istemezler. Söz kesim veya nişan işleri pek fazla uzun sürmez. Merasimler sadedir ve kısa zamanda yapılıverir. Fakat nikah ve düğün oldukça ileri bir tarihe ertelenir. Genellikle nişan ile nikah arasındaki zaman dört veya altı ay kadardır. Hatta bu süre bir yıl bile olabilir. Bu süre içerisinde delikanlı ile genç kız birbirleriyle görüşmez. Adetlere göre nikah yapılana kadar delikanlı ile genç kızın birbiriyle görüşüp konuşması yasaktır.

Page 118: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Delikanlı, nişanlısının ebeveynleri yanında oturamaz, hatta onların olduğu yerlerde bulunamaz. Aynı şekilde genç kız da evlenip damat evine girene kadar delikanlının ebeveynleriyle görüşemez, onların olduğu yerlerde bulunamaz. Zampara bir erkekle ilgili ya da evli veyahut bekar bir kadının namusuyla ilgili bir iddia ortaya atıldığı ve aynı zamanda bu iddia köyün her tarafında duyulduğu zaman, bütün halk köy mescidinin önünde toplanır. İtham edilen kimse de oraya getirilir. Orada hemen bir yaşlılar mahkemesi kurulur. İtham edilen kimse burada mahkeme edilir. Bu kimsenin suçlu olduğu sabit görülürse o kimse temelli olarak köyden kovulur. Bundan sonra o kimse çok kötü bir duruma düşer. Onu çok zor bir hayat beklemektedir. Suçlu olduğu kabul edilen kızın babası veya bu kimse evli bir kadın ise onun kocası suçluyu temelli olarak evden kovar. Fakat böyle durumlarda zaten bütün aile köye rezil olduğundan aile fertlerinin tamamı köyü terk eder. Ancak bu tür olaylar burada çok nadir görülmektedir. Karaçaylılarda beylerin nikahlı karılarından çocukları olmuyorsa ve bunun sebebi de kadından kaynaklanıyorsa, beylerin kendilerine ait kadın kölelerden çocuk sahibi olma hakları vardır. Beylerin bu şekilde sahip olduğu çocuklarına [s. 32] “tuma” veya “çanka” denilmektedir. Bu şekilde doğan çocuklar eğer erkek ise bey onları büyütmesi için fakir bir aileye verir. Bu çocuklar babaları ölünceye kadar o fakir ailede kalırlar. Bey öldüğü zaman, bu çocukların babalarının imtiyazlarına sahip olma hakları vardır. Ayrıca babalarının mülkiyetinden miras hakları da vardır. Ancak, beyin bu köle kadından doğan çocuklarından başka, diğer nikahlı karısından da çocukları varsa ve bu meşru çocuklar babalarının gayri meşru çocuklarını kendilerine kardeş olarak kabul etmiyorlarsa, babalarından kalan mülkiyeti onlarla paylaşmak bir tarafa, bu işin sonu meşru çocukların, gayri meşru çocukları öldürmesine kadar gitmektedir. Fakat genel olarak durum böyle değildir. Beyin meşru çocukları, eğer babalarının gayri meşru çocukları varsa, onları kendilerine kardeş olarak kabul ederler ve babalarının mülkiyetinden onlara da pay verirler. Bundan sonra, adet olduğu üzere, beyin gayri meşru çocuğu kendisini büyütüp yetiştiren fakir aileyi kendi himayesine alır ve ölünceye kadar onlara bakar. Karaçaylılarda çocukların eğitim işini mollalar yürütmektedir. Mollalar çocuklara okumayı ve yazmayı öğretmektedirler. Çocuklar okuma ve yazma işini iyice öğrendikten sonra talebe anlamına gelen “sohta” unvanını alırlar. Bundan sonra onlar mescitte Kuran okurlar. Aradan epey bir zaman geçtikten ve talebeler kendilerinin iyi bir din adamı olarak yetiştiklerine kanaat getirdikten sonra artık onlar da birer molla olurlar. Karaçaylılar, komşuları Çerkes ve Abazalar gibi hırsız ve dolandırıcı değildirler. Onlar son derece çalışkandırlar. Tarımla uğraşırlar ve kıt kanaat geçinirler. Fakat oldukça cömert insanlardır. Halkın tamamı 250 aileden ibarettir. Karaçaylılar, tabi oldukları

Page 119: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Kabardeyler gibi savaş ve yağmacılık işleriyle uğraşmazlar. Karaçaylıların toprakları çok verimlidir. Buğday, arpa, darı ve yulaf çok güzel yetişmektedir. Fakat bu toprakların genişliği sadece 8 versttir. Çevresi ormanlarla kaplıdır. Burada “kertme” denilen yabani armut ağaçları vardır. Bundan başka kızılcık ağaçları da vardır. Karaçaylılar kızılcık yemişini balla birlikte kaynatarak bir tür içki imal ederler. Bu içkiyi Kabardeylere ve Türklere satarlar. Ormanlarda ayı, kurt, iki farklı cins yaban keçisi, tavşan, vaşak ve kunduz gibi bir sürü yabani hayvan vardır. Bunların derilerine çok değer verilir. Karaçaylılar yabancı tüccarlara ayı, tavşan, kunduz ve vaşak derilerini satarlar. Kendileri ise yaban keçilerinin derilerinden faydalanırlar. Yaban keçisi derisinden namazlık, kilim, çarık ve çizme gibi şeyler yaparlar. Karaçaylılar evlerinde at, eşek, katır ve koyun beslerler. Fakat besledikleri bu hayvanlar kaliteli ve gösterişli değildir. Bununla birlikte dağlık arazi için bu hayvanlar çok güçlü ve diridirler. [s. 33] Karaçaylılar çok kaliteli yağ ve peynir imal ederler. Gece gündüz sürekli kefir içerler. Haşlama et, şişte kızartılmış et ve kavurma yerler. Değişik türde ekmekler pişirirler. Ekmeklerini her zaman külde pişirirler. Karaçaylıların “sıra” dediği biraları, Osetlerinki gibi bütün Kafkasya’da en kaliteli içki olarak bilinmektedir. Onlar bu içkiyi arpa ve buğdaydan imal ederler. Tütünü kendileri yetiştirirler. Yetiştirdikleri tütünün birkaç değişik cinsi vardır. Bu tütünleri Nogaylara, Svanlara ve Yahudilere satarlar. Bundan başka Kabardeylere ve Rusya’ya ihraç ederler. Karaçaylılar yaşlanmış ve artık işe yaramayan atların kuyruklarını ve yelelerini keserek ormana veya meraya götürerek serbest bırakırlar. Bu onların çok hoşuna gider. Karaçaylılar kış mevsimi için besledikleri hayvanların etlerini küçük parçalar halinde kuruturlar ve bundan bir çeşit sucuk yaparlar. Bu sucukların ayrı bir değeri vardır. Karaçaylılar bu sucuğu çok severler ve bunu ancak çok değer verdikleri misafirlerine ikram ederler. Besledikleri hayvanların işkembesini, bütün sakatatlarını, başını ve ayaklarını da yerler. Fakat, Karaçaylılarda “kımız” veya buna benzer sütten imal edilen sarhoşluk verici bir içki yoktur. Karaçaylı erkekler, Çerkesler gibi, yünlü kumaştan yapılmış bir kaftan giyerler. Buna “çepken” derler. Karaçaylılar Kafkasya’ya özgü iyi cins kumaş imal ederler. Karaçaylı kadınlar evden dışarı çıktıkları zaman veya bir cemiyet içerisinde yünlü kumaştan yapılmış elbiseler ve kürklü mantolar giyerler. Yaz mevsiminde ise sadece beyaz keten kumaştan yapılmış hafif elbiseler giyerler. Genç kızlar gümüş işlemeli başlıklar giyerler. Çerkeslerde olduğu gibi, uzun saçlarını beyaz tokalarla bağlayıp omuzlarından göğüslerine doğru sarkıtırlar. Evli ve yaşı ilerlemiş kadınlar ise başlarına beyaz kumaş örtüler sararlar. Karaçaylılar evlerini çok temiz tutarlar. Evlerinin yapımında köknar ağaçlarından faydalanırlar. Evlerinin içerisinde fırın yoktur. Küçük pencereler vardır. En önemli mutfak eşyaları bakır kazanlardır. Bu kazanlar Sohum-Kala yoluyla Anadolu’dan gelmektedir. Karyolaları tahtadan yapılmıştır. Karyolanın boyu fazla yüksek değildir. Döşemeye yakındır. Karyolanın üzerini keçe ve yastıklarla doldururlar. Karaçaylıların başlıca silahları tüfek, tabanca, süvari kılıcı ve kamadır. Fakat eskiden “kalkan” ve iki değişik türde mızrak gibi silahları da kullanıyorlarmış. Bu mızrakların adına “süngü” ve “mucura” denilmektedir. Yaşadıkları yerler engebeli olduğundan yük taşıma araçları yoktur.

Page 120: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Yüklerini genellikle atlarla taşırlar. Karaçaylılarda kan davası vardır. Biri öldürüldüğünde, onun akrabaları katili yakalayıp cezalandırmak için ellerinden geleni yaparlar. Karaçaylıların anlayışına [s. 34] göre eğer ölen kimsenin intikamı alınmazsa onun ruhu huzur bulamaz ve ardında kalan akrabalarının yüreklerindeki ateş sönmez. Ancak yörenin beyi tarafları barıştırmak ve kan davasını engellemek için büyük çaba gösterir. Taraflar arasındaki düşmanlığı sona erdirmek için elinden geleni yapar. Bunun için inek ve koyun gibi hayvanları kurban eder, onlar için büyük bir ziyafet verir. Bu iş genellikle olumlu bir şekilde sonuçlanır. Katil, ölenin çocuğu yoksa veya ölen yoksul bir kimse ise ölenin en yakınına kan bedeli olarak değerli bir hediye verir. Bu hediyenin değeri 600 gümüş rubleden fazla olmalıdır. Karaçaylılar buna “kan bagası” derler.

Karaçaylı ve Malkarlı Kız, XIX. Yüzyıl Karaçaylı beyler, Kabardeylerin ancak özden [asilzade, ikinci derecedeki soylu] kızlarıyla evlenebilirler. Kabardey özdenleri ise Karaçaylı beylerin kızlarıyla evlenmeye çok heveslidirler. Karaçaylılarda bey aileleri arasındaki başlık parası 1000 gümüş rubleden fazladır. Bu bedeli silah, hayvan ve kapkacak gibi şeylerle verirler. Karaçaylıların çocuk yetiştirmedeki kabiliyetleri gerçekten övgüye değerdir. Bu işin oldukça keskin kuralları vardır. Bir erkek çocuk veya delikanlı ebeveynlerinin buyurduğu şeyleri yerine getirmezse, halkın mescide toplandığı bir zaman, o [s. 35] delikanlı mescit kapısının önüne dikilir. Herkes bir an önce bu kötü ahlâkından vazgeçmesi için delikanlıyı azarlar. Delikanlı bu kötü ahlâkından vazgeçmezse ebeveynleri onu evden kovar. Ebeveynleri artık oğullarının sorumluğunu kabul etmezler. Delikanlı evden kovulurken ailesi ona sadece en gerekli şeyleri verir. Bundan sonra delikanlı bir daha baba evine dönmeye cesaret edemez. Bunun dışında eğer delikanlının bir de yüz kızartıcı suçu varsa, o delikanlı köyden temelli kovulur. Delikanlı artık bir daha köyüne dönemez.

Page 121: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Karaçaylılar casusları ve hainlik yapan kimseleri hiç sevmezler. Hainlik yapan her kim olursa olsun; ister kendi aralarından olsun, isterse dışarıdan casusluk yapmak için gelen yabancı bir kimse olsun, bütün halk onu yakalamak için silahlanır ve harekete geçer. Yakaladıkları zaman da derhal ölümle cezalandırırlar. Karaçaylılar bu haini yakalayıp öldürmeden rahat edemezler. Önemli bir mesele olduğu zaman Karaçaylı aksakallar mescitte toplanarak konuyu burada görüşürler. Ceza veya tazminat gibi alınan kararlar hakkında herkese yemin ettirilir. Yemini bozan veya alınan karara uymayan kişi veya kişiler köy meclisine ceza olarak beş ilâ on koyun öder. Eğer bir kişi yeminini herhangi bir sebepten dolayı bozmak istiyorsa meclise gelip bunu bildirir ve cezasını önceden öder. Karaçaylıların yemin merasimi kısaca şöyle olur; mescidin içerisinde, elinde Kuran’ı tutmuş vaziyette molla ayakta durur, yemin edecek kimse bir elini Kuran’ın üzerine koyar ve Allah’ın adıyla yeminini eder. Yemin merasimi böylece sona erer. Biri öldüğü zaman kadınlar korkunç şekilde feryat ederler. Ellerini göğüslerine vururlar ve saçlarını yolarlar. Erkekler ise cenaze kaldırırken yolda kamçılarla başlarına vururlar ve küçük bıçaklarla kulak memelerini kesip kanatırlar. Cenazeyi gömüp mezarlıktan döndükten sonra acılarını dindirmek ve üzüntülerini hafifletmek için içki içerler. Karaçaylılar fala inanırlar. Diğer dağlı kavimler gibi batıl inançları kuvvetlidir. Karaçaylıların değişik batıl inançları vardır. Mesela birisi atla seyahate çıkacak olursa veya ava gidecek olursa onun heybesine çakıl taşı, fasulye, arpa, buğday vs. gibi kırk bir tane küçük şeyler koyarlar. Küçük çakıl taşlarıyla, fasulye veya arpa taneleriyle fal bakarlar. Bu taneleri belli bir düzene göre gruplar halinde dizerler ve buna göre yolculuğun nasıl geçeği hakkında bazı tahminler yürütürler. Fakat şimdi böyle şeylere pek inanmıyorlar. Doğrusunu söylemek gerekirse buralarda yaşayan diğer dağlı kavimler gibi bunlar da çok cahildirler. Karaçaylılar tuhaf hikayeler anlatmayı ve dinlemeyi çok severler. Şimdi burada onların bu tuhaf hikayelerinden bir örnek vereceğim. Karaçaylılar yaşadıkları yere yakın bir ormanın içinde uzun saçlı dişi bir cinin yaşadığına inanırlar. [s. 36] Buna kendi dillerinde “almastı” diyorlar. Köylülerden biri bundan yirmi beş yıl önce bu cini yakalayıp evine getirmiş. Cinin saçlarından bir tel koparıp bunu derin bir yere gömmüş. Böylece bu cin o adamın kölesi olmuş. Bir gün adam cine “boza”[8] hazırlamasını buyurmuş. Cin ateşe kazan koyup boza hazırlamaya başlamış. Bozanın hazır olmasına yakın bir vakit evin sakinleri evden bahçeye çıkmışlar. Fakat iki çocuk evin içerisinde kalmış. Çocukların karnı acıkmış ve cinden yiyecek bir şeyler istemişler. Cin de çocuklara, siz benim saçımın telininin nerede olduğunu söylerseniz ben de size yiyecek veririm demiş. Çocuklar, saç telinin nerede olduğunu cine söylemişler. Cin hemen saç telini bulup almış. Böylece o adamın kölesi olmaktan kurtulmuş. Daha sonra da adamın iki çocuğunu içerisinde boza kaynayan kazana atıp ormana kaçmış. Karaçaylılar bu cinin hâlâ ormanda yaşadığına inanmaktadırlar.

Page 122: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Karaçaylılar, Kuran’da belirtilen emir ve yasaklara büyük önem verirler. Günlük ibadet ve dualarını ihmal etmezler. Oruç tutmamayı büyük günah sayarlar. Günde beş vakit namaz kılmayan kimselere hoş bakmazlar. Kafkasyalı diğer kavimler gibi Karaçaylılar da sünnîdirler. Ali’nin yolunu tutanları sevmezler. Karaçaylılar eskiden domuz ve yaban domuzu eti yiyorlarmış. Fakat şimdi domuzdan çok tiksinmektedirler. Haram saydıkları için domuz eti yemezler. Karaçaylılar tez canlı insanlardır. Son derece ateşli bir mizaca sahiptirler. En küçük ve önemsiz bir şeye dahi hemen öfkelenirler. Fakat kısa bir süre sonra da yanlış yaptıklarını anlayarak bundan pişmanlık duyarlar. Karaçaylılar hiç şüphesiz Kafkasya’nın en medenî halkıdır. Kafkasyalı diğer kavimlere göre daha nazik ve hatırşinastırlar. Beylerine çok değer verirler. Karaçaylılar, Kabardey beylerine bağlı olduklarından onların buyruklarını yerine getirmek ve koydukları kurallara uymak zorundadırlar. Karaçaylılar fakirlere karşı çok cömerttirler. Varlıklı kişiler, fakirleri hor görmez, bilakis onlara hediyeler verir, çeşitli sıkıntılarına yardımcı olurlar. Mesela zengin kimseler fakirlere öküzlerini on günlüğüne karşılıksız ödünç verirler. Fakirlere iş verip onlara emeklerinin hakkını verirler. Böylelikle fakirlerin geçim sıkıntılarını düzeltmeye çalışırlar. Karaçaylılar sabır gerektiren zor işleri sevmezler. Tüfek, kılıç ve kama gibi silahları Çerkeslerden, Sohum-Kala’dan ve Abazalardan satın alırlar. Karaçaylıların topraklarında tuz ve demir yoktur. Kurşun ve diğer maden ihtiyaçlarını Nogaylardan ve Çerkeslerden satın alırlar. Kış mevsimi için et stoklarının hazırlandığı zaman, etleri tuzlamak için Hurzuk köyüne yakın bir ırmaktan tuz çıkarırlar. Yemeklerinde de bu ırmaktan çıkardıkları tuzu kullanırlar. Karaçaylılarda “boza” ve “sıra” adı verilen biradan başka alkollü içecek çeşidi [s. 37] yoktur. Bunlarında dışında buğday ve arpadan çok sert bir içki daha imal ederler. Fakat bunu çok az içerler. Çünkü sarhoş edici içkiler Kuran’da yasaklanmıştır. Karaçaylılar içkiyi genellikle kış mevsimi için hazırlarlar. Karaçaylılar arıcılık yapmaz. Bunun için balları yoktur. Bal arıları için Karaçaylıların ülkesi kış mevsiminde çok soğuktur. Karaçaylılar bal ihtiyaçlarını Kabardeylerden karşılamaktadırlar. Karaçaylılar bal ile kızılcık yemişini kaynatarak bir tür içki imal ederler. Balı sadece bu iş için kullanırlar. Karaçaylılar barut ve kükürdü kendi topraklarındaki dağlardan çıkararak imal ederler. Çerkesler gibi yayla ağıllarında koyun gübresini elemekle uğraşmazlar. Karaçaylıların barutu ince ve kalitelidir. Karaçaylılar imal ettikleri şal, keçe ve “küyüz” dedikleri halı, kürk, başlık vs. gibi şeylerin bir kısmını İmeretyalılara ve Sohum-Kala’daki Türklere satarlar. Sohum-Kala’da Türklerin bir kalesi vardır. Bu kalenin içinde çok sayıda dükkan vardır. Batı Kafkasya’da yaşayan kavimler mallarını burada iyi satarlar. Karaçaylılar buradan pamuklu kumaş, ipekli kumaş, iğne, oymak, pipo, Türk tütünü, vizon derisi satın alırlar. Kabardey üzerinden Rusya ile ticaretleri azdır. Genel olarak kendilerinde bulunmayan tuz gibi zorunlu ihtiyaçlarını ithal ederler. Türkler sürekli olarak İstanbul’dan deniz yoluyla Kafkasya’ya hayvan getirdikleri için Karaçaylıların burada sattıkları hayvanlar ve hayvan

Page 123: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

mamulleri ucuza gitmektedir. Karaçaylılar ile Svanların ticaret ilişkileri oldukça ileri seviyededir. Karaçaylılar genellikle Svanlara kükürt ve kurşun satarlar. Karaçaylılar ve Basiyanlar [Malkarlılar], Svanlara “Ebze” derler. Karaçay topraklarının güneybatısında 6 Alman mili uzaklıkta Cumantav [Dshumantaw] adında bir dağ vardır. Bu dağın eteklerinde Svan köyleri vardır. Bu dağ ile Elbruz dağı arasında ve batı tarafta dar bir vadi içerisinde Teberdi adında küçük bir ırmak akar. Bu ırmak yukarı, karlı dağlara doğru yol alır gider. Bu ırmağın gittiği yolla Kafkasya’nın aşağısına, “Zcheniss-tzqali” ırmağı kıyılarına varılır. Buradan da İmeretya ve Mingrelya’ya çıkılır. Bu vadi bir çok yerde çok daralmaktadır. Çevresi kayalıklarla çevrilmiştir. Güneyde İmeretya’ya giderken vadinin genişliği 800 kulaç kadar olmaktadır. Buradan doğu tarafına giderken “Kemme” adında bir köye gelinir. Bu köy İmeretya’nın en ücra yeri sayılmaktadır. Bu köyde taşlardan inşa edilmiş 40 tane ev vardır. Eskiden bu köyün girişinde büyük bir sur varmış. Köylülerin anlattığına göre bazı yerlerde bu surun kalıntıları duruyormuş. Köylüler bu surların kalın demir sütunlarla inşa edildiğini söylediler. Bu yol korunaklı olduğundan herhalde bu yerin adı Demir-Kapı olmalıdır. [s. 38] Dağlara doğru giderken dar vadilerde yaşayan Svanların ülkesinde de bu surların kalıntılarına rast gelinmektedir. Papaz Lamberti’nin söylediğine göre bundan 150 yıl önce Mingrelya’nın kuzeyine Kafkasyalı kavimlerin saldırılarından korunmak için 60 fersah uzunluğunda taştan surlar inşa edilmiştir. Reineggs’in tahminlerine göre, daha önce bahsetmiş olduğum Cumantav ile Elbruz dağı arasındaki vadi, Plinus’un “Kuman Kapısı” [Porta Cumana] dediği yerdir. Fakat bu mesele tam olarak açıklığa kavuşturulmamıştır. Onun söylediğine göre Hazar Kapıları [Kaspian Gates] olduğu yerde taşlardan inşa edilmiş bir kale vardır ve bu kalenin adı da “Kumania”dır. Fakat burada önemle bir şeyi vurgulamak gerekir ki, Reyneggs’in “Kuman Kapısı” şeklindeki tahmini onun en büyük yanlışlarından biridir. Çünkü antik çağ yazarları bu konuda tek bir kelime dahi yazmamışlardır. Karaçaylıların bazı bey aileleri ve bu ailelere mensup şahısların adları şöyledir: [9] 1. Kırımşavhal ailesi: Biynöger oğlu Gilaksan, Gilaksan oğlu Aslanbek, Gilaksan oğlu Kara, Açahmat oğlu İslam, Küçük oğlu Misost, Küçük oğlu Kaziy, Küçük oğlu İslam, Mudar oğlu Biynöger, Mudar oğlu Misost, Mudar oğlu Açahmat. 2. Hasan ailesi: Mussa, Osman, İsmail, Biynöger, Dudaruk, Misost. 3. Kumuk ailesi: Umar, Canay, Osman. 4. Şaman ailesi: Mahamet, Tavsoltan, Çopal, Hasana, Kudenet. 5. Dotta ailesi-I: Umar, Osman, Kırımşavhal 6. Koçhar ailesi: Murtaza, Osman, Umar, Kerim. 7. Çotça ailesi-I: Mahmut, Hasana, Osman, Mustafa.

Page 124: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

8. Kaysın ailesi: Kaysın, Bekir, Mirza, Osman. 9. Mirzabek ailesi: Mirzabek, Hasana, Canay, Goşanay. 10. Çotça ailesi-II: Goşanay, Hasana. 11. Korkmaz ailesi: Korkmaz, Hasana, Hacibek, Hakim. 12. Dotta ailesi-II: Mirzabek, Canay, Kaysın, Canbolat, Mirza. 13. Botaş ailesi: Osman, Mustafa, Hasana, İsmail.

Karaçaylıların ileri gelenleri. Kart-Curt, 1867. Oturanlar-sa ğdan sola: Hacı Abdurrahman Bota ş, Yusuf Bota ş, Hacı Abdurzak

Kırım şavhal, Hacı Devlet-Geriy Kırım şavhal. Ayaktakiler-sa ğdan sola: Hoca Ali İsa Özden, Aslanbek Kırım şavhal, Tavsoltan Kırım şavhal.

[s. 39] Orusbiy kabilesi de Karaçaylılardan sayılır. Orusbiy kabilesi, Calpak dağlarının eteklerinde ve Baksan vadisinde yaşamaktadır. Orusbiy kabilesinin nüfusu yaklaşık 150 ailedir. Kabardey beyi Misost’a bağlıdırlar. Orusbiy kabilesinin topraklarında Orusbiy ailesinden başka Karaçaylıların köklü ailelerine mensup aileler, Derbent’ten gelmiş bir aile ve Enderey [Endery] tarafından gelen iki-üç aile yaşamaktadır.

Page 125: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Orusbiy Ailesi Karaçaylıların doğu tarafında, koyu renkli dağların eteklerinde, Baksan vadisinde Tatar kabileleri yaşamaktadır. Baksan ırmağının yukarısında “Kulkucin” [Kulkudshin] deresi vardır. Burada tuzlu bir göl vardır. Kış mevsiminde buradan tuz elde edilir. Burada yaşayan Tatar kabilesine Çerkesler “Çerige” derler. Bunlar Çegemliler veya Çerigelilerdir. Çerkesler bunlara “Çegem-Kuşha” derler. Bunlar 400 aileden müteşekkildir. Çegem ve Şavdan ırmaklarından Baksan vadisine kadar uzanan yüksek ve karlı dağlarda yaşarlar. Bunlarda toplum yapısı “biy”, “özden” ve “çagar” şeklide üç sınıfa ayrılmıştır. Çagar adı verilenler, beylere bağlı yaşarlar ve onların işlerini yaparlar. Fakat hepsi de komşu Kabardey [s. 40] beylerine tabidirler. Eskiden beri belli aralıklarla Kabardey beylerine vergi vermektedirler. Kabardey beyleri bu vergiyi almak için fırsat buldukça onlara baskı uygulamaktadırlar. Çegemliler toprağı işleyip buğday, arpa ve darı yetiştirirler. Mükemmel kalitede bira imal ederler. Çok sayıda hayvan ve at sürüleri vardır. Atları küçük fakat çok ağır eşyaları dahi taşıyabilecek kadar dayanıklıdır ve dağlarda seyahat etmek için kullanışlıdır. Çegemliler bu atları Mingrelya ve İmeretyalılara satarlar. Ayrıca bunların tuhaf bir cinste katırları da vardır. Bunlara “kara katır” denilmektedir. Attan biraz küçük olan bu katırlara Gürcistan’da bile çok değer verilmektedir. Çegemliler çok kaliteli bal imal etmektedirler. İyi cins büyük baş hayvanları vardır. Fakat Çerkeslere vergi olarak bunları verdiklerinden büyük baş hayvanlarının sayısı azalmıştır. Çerkeslerin uzun zamandır var olan baskısı ve yakın zamanda da Rusların gelip buralara hakim olmasıyla Çegemlilerin durumu büsbütün kötüleşmiştir. Bütün bunlara karşı direnme gücüne henüz sahip değildirler. Çegemlilerin yakın komşuları Balkarlardır. Gürcüler onlara “Basiyan” derler. Güldenstädt

Page 126: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

ve Pallas ise onları “Ciketi” [Dshikethi] şeklinde yanlış adlandırmışlardır. Bu dağlarda çok sayıda eski harabeler ve taş kiliseler vardır. Bu da onların buralarda çok eskiden beri yaşadıklarını göstermektedir. Onların belli başlı köyleri şunlardır: 1. Ullu-El [Ulu-Elt]: Çegem bölgesinin hemen ilerisindeki yüksek tepelerdedir. Hemen yakınında çok eski bir kilise vardır. Altı yard uzunluğundadır, büyük bir kayanın üzerinde inşa edilmiştir. Demir parmaklıklarla çevrilmiştir. Birtakım kitap kalıntıları hala kilisede muhafaza edilmektedir. Bunlardan birisi eski Yunan diliyle yazılmış “Yeni Vasiyetname”dir [New Testament]. Diğerleri de yine eski Yunan diliyle yazılmış kilise kitaplarıdır. Burada hamile kadınlar rahat bir doğum yapmak için dua etmektedirler. Ayrıca adaklar adayıp bazı hayvanları kurban etmektedirler. 2. Çegem: Aynı adı taşıyan ırmağın sağ tarafındadır. Yukarıda bahsedilen yerin tam karşısındadır. 3. Tabenincik [Tabenindshik]. 4. Berdebi [Berdebi]: Aynı şekilde Çegem’in sağ tarafında ve aşağı kısmındadır. 5. Orsundak. 6. Mimula [Mimula]: Çegem’in sağ tarafındadır. Sol tarafta fazla uzakta olmayan Şavdan’ı da içine almaktadır. 7. Acaga [Adshaga]: Çegem’in sol tarafındadır. Berdebi’nin güneybatısında küçük bir yerdir. [s. 41] 8. Çerlige [Tscherliche]: Şavdan ırmağının her iki kıyısındadır. Bu ırmağın kaynağı karlı dağlardan fazla uzakta değildir. 9. Bulungu: Şavdan ırmağının sağ tarafındadır. Yaklaşık on verst aşağısındadır. 10. Usducurd [Usduschird]. 11. Kam [Kam]: Şavdan ırmağının her iki kıyısındadır. Doğrudan Çegem’in sol tarafına girer. Şavdan ırmağının aktığı vadide demir cevheri vardır. Buranın sakinleri bu cevheri işleyip demir elde ederler. Ayrıca, “Korgaşintaw” [Ckargadshei-taw] denilen dağda kurşun cevheri vardır. Bu dağın adı “Kurşun Dağı” [Lead-mountain] anlamına gelmektedir. Onlar buradan kurşun çıkarırlar. Ayrıca onlar barut imal ederek satmaktadırlar. Çerkesler, Balkarlara “Balkar-Kuşha” derler. Gürcüler ise “Basiyan” derler. Kendileri ise “Malkar Avul” derler. Bu “Malkar Köyü” demektir. Onların nüfusu 1200 aileden fazladır. Çerek, Psigon-suv, Aruvan veya Argudan adlı ırmakların kenarlarında bir kısmı dağınık

Page 127: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

ve küçük köylerde, bir kısmı da toplu ve büyük köylerde yaşarlar. Yukarı Mişçik’teki [Upper Mischdshigk] Bızıngılılar da Malkarlılardan sayılır. Burası Çegem’in sol tarafındaki arazidedir. Malkarlılar en çok Raça [Radsha] ve İmeretya’da Rion üzerindeki Oni’de ticaret yaparlar. Burası, Ullu-Malkar’a 55 verst uzaklıktadır. Malkarlılar, Raça ve Oni’deki pazarlarda keçeden yapılmış yamçılar, kepenekler, açık sarı ve kahverengi elbiselik kumaşlar, başlıklar ve kürkler satarlar. Bunların karşılığında ise pamuklu ve ipekli kumaşlar, altın ve gümüş simli iplikler, tütün, pipo ve diğer şeyleri alırlar. Oni’den özellikle kaya tuzu satın alırlar. Oni’nin bu kaya tuzu çok meşhurdur. Gürcistan’a ve bütün Kafkasya’ya ihraç edilir. Malkarlılar yemeklik tuz ihtiyaçlarını Rusya sınırı civarından, Yahudilerden ve Kabardeylerden karşılarlar. Bunun dışında en çok bakır kazanlar ve benzeri eşyaları satın alırlar. Bu bakır kazanlar Batum ve Poti yoluyla Erzurum’dan gelmektedir. Malkarlılar ve Çegemlilerin söylediğine göre Rus bakırının ve aynı zamanda bu bakırdan yapılan tabak çanakların değeri çok düşükmüş. Digor tarafındaki Malkarlıların yaşadığı yerde, Kasriya-Don [Chassria-Don] ırmağı ve “İsdi-çong” [Isdi-chong] dağı [Kurşun dağı demektir] yakınında çok maden cevheri vardır. Buraya gelip maden cevheri çıkarırlar. Daha sonra bu cevheri evlerinde eritip işliyorlar. Onlar bu maden cevherini rahatlıkla “Masquawa” adlı Digor köyüne kadar gidip almaktadırlar. Gürcülerin anlattığına göre bunların Basiyat adlı bey ailesi derece olarak ancak Kabardey özdenleriyle eşittir. Onların belli başlı köyleri şunlardır: [s. 42] 1. Ullu-Malkar: “Büyük Malkar” anlamına gelir. Küçük Psigon-suv ırmağı üzerindedir. Burası en büyük köydür. Basiyat ailesi de burada oturur. Bu köyde yaklaşık 180 hane vardır. 2. Kospartı: Aynı ırmağın üzerindedir. 3. Kurdayra [Churdaira]. 4. Şavurdat: Çerek’in sol tarafındadır. 5. Cılı [Julu]: Aynı ırmağın aşağı kıyısındadır. 6. Işkantı. 7. Açalga [Adshalga]. 8. Muhol: Psigon ırmağının Çerek ırmağına girdiği yerdedir. 9. Bızıngı: Aynı adı taşıyan vadide kurulmuş bir köydür. Çerek ile Mişçik [Missdschigk] ırmakları arasındadır. Aşağı Bızıngı, Kara-suv deresi, Çerek’in sol tarafına dökülmektedir.

Page 128: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

10. Holam: Çerek ırmağının batı kıyısındadır. Çerek ırmağı büyük ve temiz bir ırmaktır. Yüksek dağlardan doğmaktadır. Irmağın suları batı kıyılarında azalmaktadır. Bu ırmağın suyu son derece berrak ve temizdir. Fakat tuzlu ve acıdır. Çerkesler bu ırmağın bu kısmına “Çerek-Jana” derler. Bu kelime “Çerek’in Anası” anlamına gelmektedir. Biraz ötede, yalçın kayalıkların bulunduğu tepelerin yanında, Çerek ırmağı üzerine bir köprü inşa edilmiştir. Bu köprü vasıtasıyla Malkar topraklarından Kabardey ülkesine gidilir. Holam köyünde Svan aileleri de yaşamaktadır. Bunlar İmeretya tarzı elbiseler giyerler. Kendilerine “Svani” [Ssoni] demektedirler. “Kaşhataw” civarında da Malkarlılar vardır. Fakat burada dağınık bir şekilde yaşamaktadırlar. Burada yaşayanlar da Kabardeylerin hükmü altındadırlar. Malkarlılar ile Kabardeyler değiş tokuş yoluyla ticaret yapmaktadırlar. Kendi ürettikleri şeyleri, tuz, tahıl, erkek ve kadın köleleri alıp satmaktadırlar. Dipnotlar [1] Prof. Dr. Hasan Eren., Türklük Bilimi Sözlüğü: I. Yabancı Türkologlar, TDK Yayınları, Ankara, 1998, s. 190-191; Hartmut Walravens, Julius Klaproth [1783-1835] Leben und Werk, Wiesbaden, 1999, s. 20-27; Aydın O. Erkan., Tarih Boyunca Kafkasya, Çiviyazıları Yayınları, İstanbul, 1999, s. 44. [2] Julius von Klaproth, Travels in the Caucuasus and Georgia, translated from the German by F. Shoberl, London, 1814, s. 280-298; Jules Klaproth, Voyage au mont Caucase et en Georgie, Paris, 1823, s. 273-214. [3] Çerkes dilinde “kuşha” kelimesi “dağ”, “dağlı” anlamlarına gelmektedir. Buna paralel olarak “Tatar Kuşha” kelimesi “Dağ Tatarı” veya “Dağlı Tatar” şeklinde açıklanabilir. [4] Julius von Klaproth burada hatalı bilgi vermektedir. Malkar Türklerinin etnik oluşum hikayelerine göre; Kuma ırmağı civarında “Macar” adlı şehrin hükümdarı “Canıbek Han”ın “Basiyat” ve “Badinat” adında iki oğlu varmış. Bu iki kardeş ordularıyla gelerek Prens Misak’ın yönetimindeki Malkar ülkesini zaptetmişler, Çerek ve Holam ırmakları arasındaki bütün toprakların hakimi olmuşlar. Daha sonra bu iki kardeş kendi aralarında toprak paylaşımı yapmışlar. Badinat payına düşen Digor [Kuzey Osetya] topraklarının hükümdarı olarak buraya yerleşmiş. Badinat’ın yedi oğlu olmuş. Bunların adı: Çegem, Karacav, Koban, Abisal, Tuvgan, Kubadiy ve Betuy’dur. Badinat’ın oğulları Digor prens ailelerinin soy atalarıdır. Ayrıca, Digor hakimi Badinat’ın karısı da Karaçaylıların Kırımşavhal ailesine mensuptur. Basiyat adlı kardeşin payına ise Malkar toprakları düşmüş. Basiyat’ın dört oğlu olmuş. Bunların adı: Abay, Aydabol, Canhot ve Şahan’dır. Bunlar da aynı şekilde Malkar prens ailelerinin soy atalarıdır. Anlaşılacağı üzere, Malkar ve Digor prens ailelerinin soy ataları Oset değil, Macar şehrinin hükümdarı Canıbek

Page 129: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Han’ın oğulları Badinat ve Basiyat kardeşlerdir. [Bkz. Miller V.-Kovalevskiy M., V Gorskih Obşçestvah Kabardı-Predanie O Proishojdenii Balkarskih Feodalov [Tavbiyev], Vestnik Evropı Kn. IV, 1884, s. 553-555; Kudaşev, V.N., İstoriçeskie Svedeniya o Kabardinskom Narode, Nalçik, 1991, s. 156-157; Abayev, Misost., Balkariya, Nalçik, 1992, s. 7.] [5] Karaçay-Malkar Türkçesinde “Eliya” şeklinde söylenir. Karaçay-Malkar Türklerinin eski inançlarına göre şimşek ve yıldırım tanrısıdır. İlyas [Elijah] peygamberin adı bu tanrıya izafe edilmiştir. [6] Julius von Klaproth’un yukarıda söylediği Karaçaylıların eski bey aileleri dışında “Duda” ve “Karabaş” gibi başka bey aileleri de olmuştur. Ayrıca, Julius von Klaproth’un söylediği “Orusbiy” ailesi Karaçaylı değil, Bızıngı vadisinden Baksan vadisine gelip yerleşen bir bey ailesidir. [7] Julius von Klaproth burada hatalı bilgi vermektedir. Daha ileride bizzat kendisi tarafından açıklandığı üzere, “kan bedeli” [kan bagası] şeklindeki terim; bir kimsenin, birini öldürdüğü zaman, ölenin yakınlarına ödediği belirli bir para veya bunun karşılığı bir maldır. Yani başlık parasıyla bir ilgisi yoktur. Karaçay-Malkar Türkçesinde başlık parası için “qalım”, “qalın” ve “süt bagası” terimleri kullanılır. [8] Arpa, darı veya mısırdan yapılan bira cinsinden hafif alkollü bir içki.[9] Julius von Klaproth’un bey aileleri diye verdiği aile adlarından sadece birinci sıradaki Kırımşavhal ailesi bey ailesidir. Bunun dışında diğer ailelerin hepsi özden [asilzade, ikinci derecedeki soylu] ailelerdir. Ancak, ikinci derecedeki soylu ailelerin içinden bey aileleri kadar zengin ve hatta beylerden daha zengin aileler çıkmıştır. ________________________________________________ Adilhan Adiloğlu, Kafkasya'da Yaşayan Tatar Kabileleri, Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı: 17, TDK, Ankara, Bahar-2004, s. 21-42

KARAÇAY-MALKAR EDEBİYATI Adilhan Adiloğlu Çarşamba, 17 Mayıs 2006 13:33 Yazılı edebiyatı çok geç dönemlerde başlamakla birlikte köklü ve zengin bir halk

Page 130: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

edebiyatına sahip olan Karaçay-Malkar Türklerinin edebiyatını genel olarak “Sözlü Edebiyat” ve “Yazılı Edebiyat” şeklinde iki ana bölümde incelemek mümkündür. A. Sözlü Edebiyat 1. Mitoloji, Pagan-Şaman Kültürüyle İlgili Mitolojik Destanlar ve Efsaneler, Karaçay-Malkar Türkleri, XVIII. yüzyıl ortalarında İslam dinini kabul edene kadar, pagan-şaman inançlarını devam ettirmişler ve buna bağlı olarak birtakım tanrı ve tanrıçalara inanmışlardır. İslam öncesi bu inanç kültür dönemine ait sözlü edebiyat ürünlerinin büyük bir kısmı, Karaçay-Malkar Türkçesinde genel olarak “cır” adı verilen destan ve halk şarkılarıyla günümüze kadar yaşatılarak korunmuştur. [s. 132] Yazılı edebiyatı çok geç dönemlerde başlamakla birlikte köklü ve zengin bir halk edebiyatına sahip olan Karaçay-Malkar Türklerinin edebiyatını genel olarak “Sözlü Edebiyat” ve “Yazılı Edebiyat” şeklinde iki ana bölümde incelemek mümkündür. A. Sözlü Edebiyat 1. Mitoloji Pagan-Şaman Kültürüyle İlgili Mitolojik Destanlar ve Efsaneler Karaçay-Malkar Türkleri, XVIII. yüzyıl ortalarında İslam dinini kabul edene kadar, pagan-şaman inançlarını devam ettirmişler ve buna bağlı olarak birtakım tanrı ve tanrıçalara inanmışlardır. İslam öncesi bu inanç kültür dönemine ait sözlü edebiyat ürünlerinin büyük bir kısmı, Karaçay-Malkar Türkçesinde genel olarak “cır” adı verilen destan ve halk şarkılarıyla günümüze kadar yaşatılarak korunmuştur. Sözgelimi; Teyri, Çoppa, Erirey, Gutan, Gollu, Dolay, İnay, Apsatı ve Biynöger gibi mitolojik halk şarkılarının hepsi Karaçay-Malkar Türklerinin İslam öncesi pagan-şaman kültürünün ürünleridir. Karaçay-Malkar Türkleri eski inançlarına göre “Teyri” [Tanrı] adını verdikleri ilahın bütün kainatı ve dünyayı yarattığına inanırlardı. Her türlü dert ve sıkıntılarının giderilmesi için ona dualar ederler, dilekler dilerlerdi.[1] Karaçay-Malkar Türkleri, “Teyri”den sonra en fazla hürmeti “Çoppa” adlı bir tanrıya gösterirler ve onun [s. 133] için dinî törenler yaparlardı. Sözgelimi, eski Karaçay köylerinden biri olan Uçkulan köyünde bütün halk kutsal saydıkları “Çoppa-Taş” [Çoppa’nın Taşı] adını verdikleri büyük bir kayanın çevresinde toplanır, Çoppa’nın şerefine çeşitli hayvanlar kurban eder, şölenler verir ve en sonunda herkes Çoppa-Taş’ın etrafında el ele tutuşup birtakım dinî danslar yaparlardı. Törenlerin sonunda Çoppa’dan; inek ve koyun gibi besledikleri hayvanlarının ürünlerinin bol ve bereketli olmasını, vahşi hayvanların saldırılarından korumasını; ekinlerin iyi yetişmesi için yağmur, başakların olgunlaşması için güneş; çocuğu olmayan kadınlar da çocuk dilerlerdi.[2] Karaçaylılar eskiden ilkbaharda tarla sürmeye çıkmadan önce “Davle”nin [yer~toprak tanrısı] şerefine kurbanlar kesip şölenler verirler, Davle’den tarlaların kolay sürülmesini ve ürünlerinin bereketli olmasını dilerlerdi. Malkarlılar da aynı törenleri “Gollu” [ziraat ve mahsul tanrısı] için yaparlar, Gollu’dan tarlaların bol ürün vermesini dilerlerdi. Ekinler hasat edildikten sonra tanelerin başaktan ayrılması için harman yerinde düven sürülürken “Erirey”den [mahsul tanrısı] tanenin başaktan kolayca ayrılması ve ürünün

Page 131: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

bol olması dilenirdi. Hayvanlar yaylalara çıkarıldığı zaman vahşi hayvanların saldırılarından korunmak için Dolay’a [evcil hayvanları koruyan tanrısı], “Makkuruş”a [keçileri koruyan tanrı] ve “Aymuş”a [çoban ve koyunları koruyan tanrı] dualar edilirdi.[3] Karaçay-Malkar Türklerinin eski kültüründe bir de geyik ve dağ keçisi cinsinden yabanî hayvanları koruyan “Apsatı” adında bir tanrı inanışı vardır. Bu inanışa göre, Apsatı beyaz bir dağ keçisi şeklinde tasavvur edilirdi. Apsatı, koruyucusu olduğu hayvanların kendisinden izinsiz olarak avcılar tarafından avlanmalarına müsaade etmezdi. Bunun aksini yapan avcılar, Apsatı tarafından lanetlenerek büyük felaketlere uğrarlardı. Sözgelimi “Biynöger” adlı [s. 134] destanda, Apsatı ve kızı Fatima tarafından lanetlenerek felakete uğrayan bir avcının hikayesi konu edilmektedir. Biynöger’in ağabeyi ölümcül bir hastalığa yakalanmıştır. Onun iyileşmesi için dişi bir geyiğin sütü gerekmektedir. Biynöger bu yüzden dağlarda dişi bir geyik aramaya başlar. Bir süre sonra aradığı dişi geyiği bulur ve günlerce onun peşinden dolaşır. Biynöger dişi geyiğin peşinden dolaşırken her nasılsa kendisini yalçın kayalıkların tepesinde bulur. Yalçın kayalıklardan aşağıya inmek mümkün değildir. Biynöger’in günlerce arkasından koştuğu dişi geyik aslında Apsatı’nın kızı Fatima’dır ve Biynöger’i lanetlemiştir. Aşağıya inmenin imkanı olmadığını anlayan Biynöger on beş gün boyunca yalçın kayalıkların tepesinde aç ve susuz yaşamaya çalışır. Fakat Biynöger daha fazla dayanamaz ve karısının da telkinleriyle kendisini kayalıklardan uçuruma atar. Sonuç olarak Biynöger, Apsatı’nın kızı Fatima’nın lanetine uğramış ve bunca avladığı geyiklerin bedelini hayatıyla ödemiştir. Ayrıca, Apsatı inancı; Osetlerde “Afsatı”, Gürcü-Svanlarda “Apsat”, Abhazlarda “Ajveypşaa”, Adigelerde “Mezitha” ve Çeçen-İnguşlarda “Elta” şeklinde diğer Kafkas halklarının kültüründe de yer almaktadır.[4] Nart Destanları Kuzey Kafkasya halklarının ortak kültür ürünlerinden biri olan Nart destanları, Karaçay-Malkar Türklerinin halk edebiyatında da önemli bir yere sahiptir. Karaçay-Malkar Nart destanları tarih öncesi tanrı, yarı tanrı ve insan üstü kahramanlarla ilgili olağan üstü olayları anlatan, uzun soluklu ve geniş oylumlu destanlardır. Bunların bir kısmı zamanla şiir biçimini kaybederek düzyazıya, efsane-hikaye biçimine dönüşmüştür. Kafkas halklarının hemen hepsinin halk edebiyatında yer alan Nart destanları birçok yönden birbirlerine [s. 135] benzemekle birlikte, aralarında bazı farklılıklar göstermekte, her halkın kendisine has millî vasıfları arz etmektedir. Sözgelimi, Abhaz ve Adigelerin Nart destanları daha çok eski Yunan mitolojisiyle benzerlikler gösterirken, Karaçay-Malkar Türklerinin Nart destanları ise eski Türk mitolojisine daha yakındır. Karaçay-Malkar Nart destanlarının merkezinde olaylar ve kahramanlar vardır. Nart kahramanlarının düşmanlarına karşı yaptıkları mücadeleler, “emegen”lerle [insanüstü, çirkin dev yaratıklar] yaptıkları savaşlar ve Nartların kahramanlıkları, yiğitlikleri anlatılır. Nart kahramanları daha çok yiğitlik ve dinamizm yönünden karakterize edilmektedir. Onların savaş tutkuları, cesaretleri, halkı birtakım canavar ve devlere karşı korumaları; halkın hayatını kolaylaştırmak için gösterdikleri çabalar ve buldukları pratik çözümler Nart kahramanlarının en belirgin özellikleridir. Olağanüstü özelliklerle kuşatılan Nart kahramanları; yiğitliğin, cesurluğun ve mertliğin sembolüdürler. Onlar korkunun ne olduğunu bilmezler ve hatta ölümden bile korkmazlar. Karaçay-Malkar Nart destanlarında, Nart kahramanlarının hayat tarzları ve tabiatla ilgili betimlemeler birer ayrıntı olarak kalmaktadır. Karaçay-Malkar Nart destanları ilk önce evrenin ve Nartların yaratılışını anlatan bir

Page 132: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

efsaneyle başlar. Buna göre; Güneş tanrısı güneşi, Yer tanrısı da yeri yaratmıştır. Gök ve yer yaratıldıktan sonra ikisi arasında insanoğlu yaratılmış. İlk insanlar Nartlar imiş. Tanrılar ilk olarak Nartların demircisi Debet’i yaratmışlardır. Debet, Gök tanrısı ile Yer tanrısının birleşmesinden doğmuştur. Debet’in kalbi ve kanı ateşten yaratılmıştır. Debet sadece ilk Nart kahramanı değil, aynı zamanda Nartların hem ilk demircisi, hem de ilk öğretmenidir. Debet, demir ve diğer madenlerini hiçbir alet kullanmadan çıplak elleriyle kolayca işleyebilmektedir. Karaçay-Malkar Nart destanlarında, Debet’in ölmediği, gökte, tanrıların katında hala yaşadığı ve demircilik yaptığı anlatılır. Karaçay-Malkar Nart destanlarının kadın kahramanı Satanay-Biyçe’nin babası Güneş tanrısı, annesi ise Ay tanrısıdır. Satanay-Biyçe güzelliğin ve bilgeliğin sembolüdür. Bütün Nart kahramanlarını perde arkasından yöneten hep Satanay-Biyçe’dir. Satanay-Biyçe’nin [s. 136] doğa üstü gizli ve sihirli güçleri vardır. Her şeyi önceden bilir ve çok kuvvetli öngörüsü vardır. Nart kahramanlarının lideri konumumda olan Nart Örüzmek, gökten düşen bir meteor [kuyruklu yıldız] kayasının içinden doğmuştur. Sonra bir dişi kurt, Örüzmek’i alıp götürmüş ve kendi sütüyle beslemiştir. Nart Örüzmek, devlerin korkulu rüyasıdır. Örüzmek, Nart halkını haraca bağlayan ve Nart ülkesine yağmur yağmasını engelleyen Kızıl Fuk’u öldürüp Nartları özgürlüğe kavuşturmuştur. Nart destanlarında çok zeki ve kurnaz biri olarak anlatılan Nart Sosuruk [veya Sosurka] bir granit kayasından doğmuştur. Sosuruk’un taştan doğmasıyla ilgili bu motif, Dede Korkut destanlarındaki Tepegöz’ün doğuşuna çok benzemektedir. Sosuruk her zaman pratik zekası ve kurnazlığıyla devleri yenmektedir. Nart Alavgan, Debet’in on dokuz oğlundan en büyük olanıdır. Debet, oğullarının hepsini evlendirmiş ancak evlendirme işine en küçük oğlundan başlamak zorunda kalmıştır. Çünkü en büyük oğlu olan Nart Alavgan dev gibi iri yapılı biri olduğu için, Nart kızları arasından uygun bir eş bulunamamıştır. Bu yüzden Alavgan, dev kadınlarından biriyle evlenmek zorunda kalmıştır. Alavgan’ın oğlu Nart Şavay [veya Karaşavay] birtakım doğa üstü yeteneklere sahiptir. Sözgelimi, havayı istediği zaman soğuğa veya sıcağa çevirebilmekte, ayrıca istediği kılığa girebilmekte ve görünüşünü değiştirebilmektedir. Şavay’ın can yoldaşı olan atı “Gemuda” ise bir deniz atıdır. Yani denizin derinliklerinden gelmiştir. Kulaklarının arkasında balıklarda olduğu gibi solungaçlar vardır.[5] 2. Tarihî-Kahramanlık Destanları ve Halk Şarkıları Karaçay-Malkar Türklerinin halk edebiyatında destan tarzında söylenen tarihî halk şarkıları çok önemli bir yere sahiptir. Karaçay-Malkar Türklerinin eski tarihini, sosyal hayatını ve toplumsal yapısıyla ilgili olayları destan tarzındaki halk şarkılarında görmek mümkündür. [s. 137] “Batır Karça” destanında, Kabardey Çerkesleriyle toprak anlaşmazlığı sonucunda, Karaçaylıların efsanevi lideri Karça’nın halkıyla birlikte, Bashan vadisini terk ederek Koban vadisine göç edişi anlatılır. Karaçaylıların tarihi, Batır Karça destanıyla sıkı sıkıya ilişkilidir. “Açey oğlu Açemez” destanında, Kafkasya’ya sefere çıkan Kırım Hanı’nın haraç toplamak ve dinlenmek için Karaçay-Malkar topraklarında konaklaması, daha sonra Kırım Hanı’nın burada Açey oğlu Açemez’den güzelliği dillere destan olan karısını bir geceliğine istemesi konu edilmekte, Kırım Hanı ile Açemez arasındaki karşılıklı münakaşadan sonra, Açemez’in namusunu korumak için Kırım Hanı’nı öldürmesi anlatılmaktadır.[6]

Page 133: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

“Hasavka” ve “Bagatır oğlu Umar” adlı destanlarda, 1828 yılında General Emanuel komutasındaki Çarlık Rusyası ordularının Karaçay topraklarını işgali anlatılmaktadır. Hasavka destanında, Karaçaylıların ellerindeki eski ve ilkel silahlarla, modern savaş aletleriyle donanımlı Rus ordusuna karşı vatanlarını canla başla savunmaları anlatılmaktadır. Bagatır oğlu Umar destanında ise aynı şekilde Hasavka savaşı anlatılmakta ve Umar adlı yiğit bir Karaçaylının savaş sırasında gösterdiği kahramanlıklar dile getirilmektedir.[7] Karaçay-Malkar Türklerinin tarihî halk şarkıları arasında; Kabardey, Abhaz, Oset, Gürcü-Svan gibi Kafkasyalı halkların tarihi olaylarını konu alan halk şarkıları da vardır. Sözgelimi; Cansohları, Düger Badinatı-Malkar Basiyatı, Ullu-Hoj gibi halk şarkıları bunlardan birkaçıdır. Kabardey-Çerkes prensleri arasında yönetimi ele geçirme mücadelesinin anlatıldığı “Cansohları” adlı tarihi halk şarkısı, bir Karaçay-Malkar halk edebiyatı ürünü olmasına karşın, destanda anlatılan olay ve kişiler tamamen Kabardey-Çerkesleri arasında geçmektedir.[8] “Düger Badinatı-Malkar Basiyatı” halk şarkısında da aynı şekilde Kuzey Osetya [Digor] prensleri arasındaki [s. 138] mücadeleler anlatılmaktadır.[9] “Ullu-Hoj” adlı ağıt türündeki halk şarkısında ise, Çarlık Rusyası ordularının 1864 yılında, Adige-Çerkeslerin “Hodz” adlı köyünü yakıp yıkması ve köyde yaşayan bütün halkı katletmesi anlatılmaktadır.[10] 3. Aşk Şarkıları ve Maniler Karaçay-Malkar halk edebiyatında “süymeklik cır” adı verilen aşk şarkıları geniş bir yer tutmaktadır. Konuları genellikle; sevgilinin güzelliği, karşılıksız aşk, vs.dir. Çeşitli engeller nedeniyle iki sevgilinin birbirine kavuşamaması ve ölüm gibi kötü bir sonla bitmesi konular ise daha çok ağıt türü halk şarkılarına girmektedir. Karaçay-Malkar halk edebiyatındaki aşk konulu eski halk şarkılarına “Aycayak”, “Aktamak” ve “Kemishan” adlı şarkıları örnek olarak verebiliriz. “Aktamak” adlı halk şarkısını, sözlü-halk edebiyatı döneminin son temsilcisi olan Unuh oğlu İsmail Semen [1891-1981], İja sülalesinden Yakup kızı Aktamak [asıl adı Anisat] için yapmıştır. İsmail Semen daha küçük yaşta iken bir düğünde görüp beğendiği Anisat adında bir kıza aşık olur. Yıllar geçtikçe, yüreğinde Anisat’a duyduğu aşk da büyümektedir. İsmail Semen nihayet sevdiği kız için bir şarkı yapar. Şarkının adına “beyaz boyunlu” anlamına gelen “Aktamak” adını verir. Bu aynı zamanda, Anisat’a verdiği takma addır. Sonunda, birbirlerini seven İsmail ile Anisat evlenerek mutlu sona kavuşmuşlardır. Aktamak adlı şarkı bütün Karaçaylılar tarafından çok sevilmiş, dilden dile dolaşarak bir halk şarkısı haline gelmiştir. Şarkı oldukça uzun olup iki bin dörtlükten fazladır.[11] Karaçay-Malkar halk edebiyatında, aşk konulu halk şarkılarından başka, bir de “iynar” adı verilen maniler vardır. Bu manilerin, Anadolu’da söylenen manilerden bir farkı yoktur. Genellikle birinci, ikinci ve dördüncü mısraları kafiyelidir. İlk iki mısra ile son iki [s. 139] mısra arasında anlam bütünlüğü yoktur. Konuları genellikle aşk üzerinedir. 4. Ağıtlar Karaçay-Malkar Türkçesinde “küv~küy”, “sıyıt” ve “sarın” adı verilen ağıtlar, Karaçay-Malkar halk edebiyatında önemli bir yer tutmaktadır. Çünkü, Karaçay-Malkarlılar gerek toplumsal, gerekse ferdî, olumsuz bir şekilde sonuçlanan, hemen hemen her bir olay ve

Page 134: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

durum için ağıt türünde bir halk şarkısı yapmışlardır. Karaçay-Malkar ağıtları; savaşta şehit olan yiğitler, salgın hastalıklar sebebiyle baş gösteren toplu ölümler, haksızlık ve tertip sonucu öldürülen yiğit gençler, birbirlerine kavuşamayıp ölen sevgililer, vb. gibi çok çeşitli konuları kapsamaktadır. “Gapalav”, “Kanamat”, “Akbiyçe ile Ramazan” ve “Zariyat” gibi ağıt türündeki halk şarkıları, Karaçay-Malkar ağıtlarından sadece birkaç örnektir. “Kanamat” adlı ağıtta, Töben Teberdi [Sıntı] köyünde Ebze sülalesine mensup Aliy oğlu Kanamat’ın 1886-1893 yılları arasında başından geçen olaylar anlatılmaktadır. Töben Teberdi köyünün muhtarı Cavba oğlu Tokmak, Çarlık Rusyası yönetimine şirin görünmek için suçsuz yere Kanamat’ı tutuklatarak hapse attırır. Ancak, Kanamat kısa bir süre sonra bir yolunu bulup hapisten kaçmayı başarır ve dağlara çıkar. Kanamat yedi yıl boyunca dağlarda perişan bir şekilde dolaştıktan sonra bu şekilde yaşamanın bir sonu olmayacağını düşünerek Karaçay’dan temelli gitmeye karar verir. Gerekli kağıtları hazırlatmak üzere, o dönemde Karaçay’ın merkezi konumunda olan Uçkulan köyüne gider. Fakat, Uçkulan köyünün ileri gelenleri birtakım hilelerle Kanamat’ı yakalamak için pusu kurarlar. Kanamat epey bir zaman teslim olmamak için direnir fakat sayıca fazla olan muhafızlar tarafından öldürülmekten kurtulamaz. Kanamat’ın haksız yere tutuklanması, yedi yıl boyunca dağlarda kaçarak yaşaması ve nihayetinde pusu kurularak öldürülmesine Karaçay halkı çok üzülmüş ve onun adına bir ağıt yapmıştır.[12] 5. Dua-Dilek ve Beddua [s. 140] Karaçay-Malkar halk edebiyatında “algış” adı verilen dua-dilekler; eski inanç, sihir ve büyüden birtakım unsurlar alarak beslenen ve birtakım müspet ve menfi hükümler bildiren, şiir biçiminde ve kafiyeli, bazıları uzun, bazıları ise kısa olan sözlü gelenek ürünleridir. Karaçay-Malkar halk edebiyatında; düğün gibi insanların sevinçli ve mutlu olduğu ortamlarda, sağlık veya hastalık durumunda, yağmurun yağmasında, mahsulün bereketli olmasında, kısacası doğumdan ölüme kadar olup biten bütün her şey için söylenen bir dua-dilek vardır. Bunun dışında, “kargış” adı verilen beddualarda ise; genel olarak kişinin kendisine veya yakınlarına zararı dokunan bir kişiye veya kişilere şiddetli bir şekilde bela okuması veya lanet etmesi anlatılır. 6. Nükteler ve Hicivler Karaçay-Malkar halk edebiyatında “çam-cır” adı verilen nükteli halk şarkıları ile “seleke” adı verilen hicivlerin önemli bir yeri vardır. Bu tür halk şarkılarında genellikle kişilerin yaptığı birtakım hal ve hareketleri kimi zaman şakayla karışık, komik bir şekilde; kimi zaman da sert ve olumsuz bir şekilde hicvedilerek anlatılmaktadır. Konuları genellikle; idare edenler ile idare edilenler arasındaki sosyal ve ekonomik çatışmalar, kişilerin birtakım uygunsuz davranış ve tavırları, dinî inanç ve adetler ile birtakım yasak davranışlar vs. hakkındadır. Nükteli halk şarkılarına örnek olarak “Cörme”, “Bayçoralanı Kara-Caş” ve “Tav Kışlıkla” adlı şarkıları gösterebiliriz.[13] Meşhur halk şairi Kalay oğlu Appa’nın şiirleri, Karaçay-Malkar hiciv ürünlerinin en güzel örneklerini teşkil etmektedir. 7. Nasreddin Hoca Halk söylencelerine göre, Eskişehir’in Sivrihisar ilçesinde doğup, Konya’nın Akşehir ilçesine ölen Nasreddin Hoca, Türkiye başta olmak üzere bütün Türk Dünyası’nda yaygın olarak bilinmektedir. Onun adına mal edilen fıkralar yalnız Türk dilinin

Page 135: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

konuşulduğu [s. 141] coğrafyada değil, Türklerle uzaktan yakından ilişki kurmuş birçok milletlerin kültüründe de yer almaktadır. Karaçay-Malkar halk edebiyatında “Nasra Hoca” adıyla bilinen Nasreddin Hoca’nın fıkraları, Türkiye’deki Nasreddin Hoca fıkralarıyla hemen hemen aynıdır. Birtakım esprilerin altında yatan bilgeliği ve pratik zekası ile korkusuz kişiliği ve hazırcevaplığıyla çıkar karşımıza. Karaçay-Malkar halk edebiyatındaki Nasra Hoca’nın fıkralarından bir örnek verelim; “Adamın biri Nasreddin Hoca’nın omzuna dokunup: Hoca görüyor musun, börekleri götürüyorlar demiş. Hoca, adama: Bana ne fayda? diye cevap vermiş. Adam: Börekleri sizin eve götürüyorlar deyince bu sefer Hoca: Peki o zaman sana ne fayda? demiş.”[14] 8. Ninniler, Çocuk Şarkıları, Tekerlemeler Kaşgarlı Mahmut’ta ninni sözüne karşılık olarak “balu-balu” şeklinde geçen, Karaçay-Malkar Türkçesinde “bellaw” ve “beşik cır” adı verilen ninniler ile “sabiy cır” adı verilen çocuk şarkılarının Karaçay-Malkar halk edebiyatında önemli bir yeri vardır. Eski Karaçay-Malkar toplumunda çocukların yetiştirilmesine ayrı bir önem verilmiştir. Daha çok küçük yaşlardan itibaren toplumun adet ve gelenekleri öğretilir, adetler gereği çocuklar genellikle dede ve neneler tarafından yetiştirilirdi. Dede ve nenelerin torunları için söyledikleri çocuk şarkıları vardır. Bunlar genellikle çocuklar oynatılırken söylenirdi. Sözgelimi; Bara-bara baz tabdım, Cuv-cuv-cuvala, Tarta-soza, Durku-durku” vs. adlı şarkılar bu tür şarkılara örnek olarak verilebilir.[15] 9. Atasözleri Atasözleri, toplumların hayat tecrübelerinden kaynaklanan ve bilgeliğinin ürünü olan küçük cümle kalıplarıdır. Karaçay-Malkar Türkleri, Nart destanlarında geçen Nart kahramanlarını kendi ataları saydıklarından, atasözlerine de “Nart-söz” adını vermişlerdir. [s. 142] Nart-sözleri, Karaçay-Malkar Türklerinin eski hayat tarzını, eski kültürünü, sosyal ve ekonomik yapısını yansıtırlar. Basit kuruluşlu ama derin anlamlıdırlar. Karaçay-Malkar Türkleri söz söylemeyi, konuşmayı ve sohbet etmeyi oldukça seven bir halktır. Özellikle de, bir topluluk içinde söz söylemek, daha doğrusu söz söylemesini bilmek, bir Karaçay-Malkarlı için en büyük hüner sayılır. Konuşmacı söz arasında fakat gerekli olduğu yerde, düşüncelerine veya söylemek istediklerine belirginlik ve güç katmak için Nart-sözler söylemeye özen gösterir. Çünkü kendisi de bilir ki “Nart-söz tilge can salır” [atasözü dile can verir].[16] 10. Bilmeceler Karaçay-Malkar Türkçesinde “comak” adı verilen bilmecelerin halk edebiyatında önemli bir yeri vardır. Günümüzde artık çocukların bir oyun veya bir eğlence aracı haline gelen bilmecelerin, eski Karaçay-Malkar toplumunun kültür hayatında özel bir önemi ve ciddi görevleri olmuştur. Karaçay-Malkar Türkleri eskiden bilmecelere o kadar önem verirlerdi ki, yetişkin hatta yaşlı Karaçay-Malkarlılar özellikle kış mevsimlerinde her gece “bilmece toplantıları” düzenlerlerdi. Bilmece toplantılarının kış gecelerinde yapılmasının sebebi; bahar, yaz ve sonbahar aylarının iş mevsimi olmasından kaynaklanıyordu. Öte yandan, tarla sürme zamanı ve koyunların kuzuladığı dönemler ile dini bayramlarda bilmece toplantıları düzenlemek, uğursuzluk sayıldığından, kesinlikle yasaklanmıştı.

Page 136: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Bilmece toplantılarında, yetişkin kişiler iki gruba ayrılır ve karşılıklı bilmeceler sorulur; bir bakıma bilgide, zekâda, muhakemede, hafızada, dikkatte, üstünlük yarışması yapılırdı. Bilmeceyi soran kişi, eğer karşısındaki kişi veya grup bilmecenin cevabını bilemezse, [s. 143] bilmecenin cevabı karşılığında bir köy isterdi. Bilmecenin cevabını bilemeyen kişi de onun bu isteğini kabul etmek zorunda kalır ve önce kendi seçtiği köylerden birini verirdi. Fakat bilmeceyi soran kişi eğer verilen köyü beğenmezse kendi seçtiği bir köyü isterdi. Karşısındaki de bilmecenin cevabını öğrenmek için onun istediği köyü vermek zorunda kalırdı. Öte yandan, bilmecenin cevabını doğru şekilde bildiği takdirde, aynı şeyler bilmeceyi soran kişi için de geçerlidir. Yani, bilmeceyi doğru olarak cevaplayan kişi, bilmeceyi soran kişiden, kendi seçtiği bir köyü alabilir. XVIII. yüzyılda Matçi Aliy ile XIX. yüzyılda Appiy Hasan gibi bütün Karaçay köylerini almayı başaran bilmece ustaları çıkmıştır. Böylelikle, Karaçay-Malkar halk edebiyatında “El Bergen Comak” adı verilen bilmeceler doğmuştur. “El Bergen Comak” sözünün Türkiye Türkçesindeki tam karşılığı “Köy Verilen Bilmece” [cevabı karşılığında köy verilen bilmece] şeklindedir. “El Bergen Comak” sözü daha sonraları kısaca “El-Ber” şeklinde söylenir olmuştur. Günümüz Karaçay-Malkar halk edebiyatı literatüründe genel olarak bilmece terimi için “elber” sözü kullanılmaktadır.[17] 11. Masallar Karaçay-Malkar halk edebiyatı ürünlerinin en yaygın olanlarından biri de masallardır. Karaçay-Malkar Türkçesinde genel olarak masallara “comak” ve “tawruh” [ [s. 144] Kahramanlar ve kahramanların yaşadıkları veya bulundukları yerler genellikle tespit edilemez şekilde hayal ürünüdür. Fakat bazıları efsane-menkıbe türüyle karışmış durumdadır. Karaçay-Malkar masalların kahramanları ve konuları; insanlar, hayvanlar, çeşitli maddeler, yaratıklar, fikir veya nasihat vermek vs. akla gelen her şey hakkında olabilir.[18] 12. Halk Şairleri Karaçay-Malkar Türklerinin eski tarih, kültür ve sosyal hayatının izlerini taşıyan; Karaçay-Malkar Türkçesinde “cır” veya “halk-cır” adı verilen destan tarzındaki halk şarkılarının oluşmasına ve ayrıca kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze kadar gelmesine aracılık eden, Karaçay-Malkar Türkçesinde “cırçı” adı verilen halk şairlerinin eski Karaçay-Malkar halk edebiyatında önemli bir yeri vardır. Karaçay-Malkar halk şairleri hakkında ilk ayrıntılı bilgileri veren Safar-Aliy Orusbiy şöyle söylemektedir: “Halk şairleri, herhangi bir sebepten dolayı yapılan toplantılarda, örneğin düğünlerde, cenazelerde vb. yerlerde bulunurlar, toplantının anlamına ve önemine göre halk şarkıları söylerler veya yeni şarkılar besteleyerek o anda icra ederler. Halk şairleri, kendi zamanlarının edebiyatçıları olmuşlardır. Onlar sürekli farklı yerleri dolaştıkları için söyledikleri halk şarkıları da her tarafa yayılmıştır. Halk şairleri yaşlı ve bilge kişiler ile yiğit gençlere övgü türünde halk şarkıları yaparlar. Öte yandan, kötü, iki yüzlü ve ahlaksız insanları da çok sert bir şekilde eleştiren halk şarkıları da yapmışlardır. Halk şairleri eskiden toplumda oldukça önemli bir konuma sahip idiler. Çünkü, birçok olay ve durumun halkın anlamasında doğrudan etkili olmuşlardır.”[19] İslam Karaçaylı [Hubiy] ise, Karaçay-Malkar halk şairlerinin, başka milletlerin halk şairlerinden bazı yönlerden farklı olduğunu [s. 145] şöyle anlatmaktadır: “Büyük milletlerin halk şairleri, kralların ve kalelerin gölgesinde, meydanlarda ve pazarlarda

Page 137: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

karşılarına kim çıkarsa ona övgüler dizerek destanlar söylemişlerdir. Karaçay-Malkar halk şairleri ise böyle değildir. Karşılaştıkları bir olay veya bir durumu gerektiğinde övmesini, gerektiğinde ise sonuna kadar yermesini bilmişlerdir.”[20] Karaçay-Malkar Türklerinde halk şairlerinin sayısı oldukça fazladır. En meşhurları arasında; Kara-Mussa, Zantuvdu Moka, Kaltur Semen, Küçük Bayramuk, Kasbot Koçhar, Appa Canibek, Örüzmek Mekkâ, Kaysın Batdı, Şeke Bayçora, İsmail Semen, Kâzim Möçü, Aliy Ette, Hamzat Bittir, Davut Malkondu, Abuk-Aliy Özden, Gitçe Teka gibi isimleri sayabiliriz. Bilinen en eski Karaçay-Malkar halk şairi olan Kara-Mussa’nın [17. Yüzyıl] doğum ve ölüm tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Bununla birlikte, 17. Yüzyılın önde gelen Malkar beylerinden Artutay Aydabol’un himayesinde yaşadığı tespit edilmiştir. Kara-Mussa’nın “Zurnukla” [Turnalar], Gürcü Patçah Teymuraz” [Gürcü Kralı Teymuraz ], “Artutaynı Küyü” [Artuyay’ın Ağıtı] adlı üç şiiri vardır.[21] Zantuvdu Moka [1695-1798], Kafkasya tarihine ışık tutacak halk şarkılarının sahibidir. “Qaytuq ulu Sarı Aslanbek bla Qanuq ulu Esen” adlı halk şarkısında; Kafkasya’nın kuzey batı kısmını hakimiyet altına alan Kabardey Çerkes beyi Kaytuk oğlu Sarı Aslanbek’in, Osetlerden vergi almak üzere Kanuk oğlu Esen Bey’in topraklarına yaptığı seferi anlatmaktadır. Bu halk şarkısından başka “Zanhotları” ve “Nogaylı Kız” adlı halk şarkılarının da Zantuvdu Moka’ya ait olduğu tespit edilmiştir.[22] Debo oğlu Küçük Bayramuk [1772-1862], Hurzuk köyünde doğmuş, Dağıstan’ın Aksay kasabasında medrese eğitimi almış, [s. 146] Türkçe, Rusça ve Arapça dillerini öğrenmiştir. Başta İstanbul ve Mekke olmak üzere doğu illerinin birçoğunu gezip görmüştür. Döneminin ileri gelen aydınlarından biri olan Küçük Bayramuk’un aynı zamanda değerli şair olduğu bilinmekle birlikte onun şiirlerinin birçoğu artık halk şarkısı haline geldiğinden bunlardan hangisinin Küçük Bayramuk’a ait olduğu henüz layıkıyla tespit edilememiştir. Edebiyat tarihçisi Asiyat Kara’ya göre, 1828 yılında Çarlık Rusyası’nın Karaçay topraklarını işgalini anlatan “Hasavka” ve “Bagatır ulu Umar” adlı tarihi halk şarkıları Küçük Bayramuk’a aittir.[23] Bagır oğlu Kasbot Koçhar [1834-1940], Karaçay-Malkar halk şairlerinin en meşhurudur. Şiirlerinin birçoğu artık halk şarkısı haline gelerek anonimleşmiştir. “Deboş”, “Horasan” ve “Aycayak” adlı halk şarkıları onun en meşhur halk şarkılarından birkaçıdır. Kasbot Koçhar’ın şiirleri, birçok şiir antolojisinde yayımlanmış, şiirlerinin bir bölümünün bulunduğu “Saylamala” [Seçmeler] adlı kitabı da ölümünden sonra ancak 1964 yılında yayımlanabilmiştir. Bunun dışında, Prof. Dr. Magomet Habiç’in, Kasbot Koçhar’ın hayatını ve bütün eserlerini konu alan, büyük bir emekle hazırlayarak 1986 yılında yayımladığı “Koçharlanı Kasbot-Halk Cırçılanı Tamadası” [Kasbot Koçhar-Halk Şairlerinin Önderi] adlı kitabı vardır. [24] Tipik bir gezgin-halk şairi olarak bütün hayatını at sırtında geçiren Kala-Geriy oğlu Appa Canibek [1860-1934] bir hiciv ustasıdır. Gezip gördüğü yerlerde karşılaştığı aksi, cimri, görgüsüz, kaba ve özellikle de varlıklı kişileri sert bir şekilde eleştirerek hicivler söylemiştir. Bu hicivleriyle varlıklı kimselerden büyük tepki görmekle birlikte fakir halk tabakalarının büyük sevgisini kazanmıştır. [s. 147] Varlıklı kimselerin asılsız suçlamaları nedeniyle iki kere tutuklanarak Sibirya’ya çalışma kamplarına sürgün olarak gönderilmiş ve toplam on bir yıl sürgün hayatı yaşamıştır. Kalay oğlu Appa’nın şiirleri değişik tarihlerde yayımlanan Karaçay şiir antolojilerinde yer almıştır. Bunun dışında, Rimma

Page 138: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Ortabay ile Ahiya Bici’nin hazırladığı, Kalay oğlu Appa’nın hayatını ve bütün eserlerini konu alan “Kalay ulu Appanı Izın Izlay, Çerkessk, 1995” [Kalay oğlu Appa’nın İzlerinin Peşinde] adlı bir kitap yayımlanmıştır. [25] Karaçay-Malkar edebiyat tarihçileri tarafından Malkar sözlü-halk edebiyatının son temsilcisi olarak gösterilen Kâzim Möçü [1859-1945], aslında bir halk şairi olarak değil, yazılı Malkar edebiyatının kurucusu şeklinde değerlendirilmelidir. Kâzim Möçü’nün Malkarlı Bolşevik Soltan-Hamit Kalabek’e ithafen yazmış olduğu “Soltan-Hamit” adlı şiiri ve daha birkaç şiiri halk tarafından çok sevilmiş ve birer halk şarkısı haline getirilmiştir.[26] Unuh oğlu İsmail Semen [1891-1981], küçük yaştan itibaren medrese eğitimi alarak Arapça okumayı ve yazmayı öğrenmiştir. Karaçay edebiyat hayatına halk şairi olarak giren İsmail Semen 1917 Bolşevik ihtilalinden sonra modern şiir çalışmalarına başlamıştır. XX. yüzyıl Karaçay halk şiirinin son temsilcisi olan İsmail Semen 1939 yılında Ermenistan’ın başkenti Erivan’da, “David Sasun Destanının 1000. Yılı” şerefine düzenlenen halk şairleri yarışmasında birinci olmuştur. İsmail Semen’in şiirlerinin büyük bir kısmı halk şarkısı haline gelmiştir. “Mingi Taw” [Elbruz Dağı] adlı şiiri, adeta Karaçay-Malkar Türklerinin milli marşı gibidir. İlk hanımı Anisat için yazdığı iki bin dörtlük kadar uzunluğundaki “Aktamak” adlı şarkısı çok meşhurdur. İsmail Semen’in şiirlerinde Kafkasya’ya, ata yurduna ve tabiata olan sevgisi fazlasıyla [s. 148] hissedilmektedir. İsmail Semen sıradan bir halk şairi değil, aynı zamanda modern Karaçay şiirinin de önde gelen isimlerinden biridir. 1940’lı yılların başlarında Sovyet düzenine karşı yazdığı şiirleri nedeniyle Sovyet hükümeti yetkilileri tarafından hemen göz altına alınarak sürekli baskı altında tutulmuştur. Hatta, değişik tarihlerde yayımlanan Karaçay şiir antolojilerinde İsmail Semen’in şiirlerine yer verilmemiş, böylece onu Karaçay edebiyatından silmek ve unutturmak için istenilmiştir. Son yıllarda, İsmail Semen’in şöhretine layık bir şekilde ilmî çalışmalar yapılmakta, İsmail Semen’in şarkı ve şiirleri kitaplar halinde yayımlanmaktadır. İsmail Semen’in şiirlerinde Kafkasya’ya, ata yurduna ve tabiata olan sevgisi fazlasıyla hissedilmektedir. Ayrıca, Stalin ve Beriya başta olmak üzere Sovyet yöneticilerini sert bir şekilde eleştiren şiirleri dikkat çekmektedir.[27] B. YAZILI EDEBİYAT 1. Karaçay-Malkar Türkçesi Yazı Dilinin Teşekkülü Eldeki bilgi ve belgelerden, Karaçay-Malkar Türklerinin ilk olarak Arap harflerine dayalı bir yazı kullandıkları anlaşılmaktadır. XVIII. yüzyılda İslam dinini kabul eden Karaçay-Malkar Türkleri aynı zamanda Arap alfabesiyle de tanışmış ve birtakım işlerde Arap yazısını kullanmaya başlamışlardır. Üzerinde birtakım töre kararlarının yazılı olduğu 1715 tarihli Holam Yazıtı, Karaçay-Malkar Türkçesine ait Arap alfabesiyle yazılmış en eski yazıt sayılmaktadır. Karaçay-Malkar Türklerinin yazılı edebiyatı çok geç dönemlerde başlamıştır. Debo oğlu Küçük Bayramuk, Yusuf Haçir, Eldavur oğlu Geriy Sılpagar ve Malkarlı Muhammmed’ül Varakî gibi medrese tahsili görmüş kimselerin Arap alfabesiyle yazmış oldukları dinî manzumeler Karaçay-Malkar Türklerinin yazılı ilk edebi eserleri olarak değerlendirilebilir. Ancak bu eserler matbu olmayıp, tamamı el yazması şeklindedir. Yusuf Haçir ile Muhammmed’ül Varakî’nin manzumelerinden bir kısmı yıllar sonra Dr. Yılmaz Nevruz tarafından Türkiye’de [s. 149] yayımlanabilmiştir.[28] Ayrıca, Kart-curt köyü medresesi müderrisi Eldavur oğlu Geriy Sılpagar’ın [1857-1906] fıkıh, kelam ve hadis üzerine çok

Page 139: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

sayıda eser verdiği rivayet edilmektedir. Fakat bu eserlerden hiçbiri maalesef matbu değildir. Geriy Efendi, Osmanlı Türkiyesi’ne yerleştikten sonra, beraberinde getirdiği eserlerinin hepsi muhtelif zamanlarda ve bir şekilde kaybolmuştur.[29] 1909 yılında Dağıstan’ın Temirhan-Şura [bugünkü Buynakskiy] şehrinde Lokman Asanî el-Balkarî’nin “Kitâbü Mürşidi'n-Nisâ” [Kadının Rehber Kitabı] adlı eseri yayımlanmıştır. Bu eser Arap harfleriyle ve Karaçay-Malkar Türkçesiyle basılmış ilk kitaptır. Bu eserin son kısmında, Karaçay-Malkar yazılı edebiyatının babası sayılan Kâzim Möçü’nün “İyman-İslam” [İman-İslam] adlı manzûmesi de yer almaktadır. Kâzim Möçü’nün “Soltan-Hamit el-Çegemî” [Çegemli Soltan-Hamit] adlı ikinci kitabı 1918 yılında Baksan-Kala’da yayımlanmıştır. Kâzim Möçü bu kitabına konu olan ve sonraları halk tarafından çok sevildiği için bir halk şarkısı haline gelen “Soltan-Hamit” adlı uzun şiirini Malkarlı Bolşevik ihtilalcisi Soltan-Hamit Kalabek’e ithafen yazmıştır.[30] Bunun dışında, Teberdi köyünde imamlık ve medrese hocalığı yapan İsmail Akbay’ın 1916 yılında Tiflis’te Arap alfabesiyle yayımladığı “Ana Tili” [Ana Dili] adlı [s. 150] kitabı da ilk matbu eserlerdendir. İsmail Akbay’ın bu kitabında, kendi yazdığı şiirler ve Rus edibi Krılov’un manzumelerinden çeviriler yer almaktadır. [31] Elbette, bu ilk eserlerin yayımlandığı yıllarda, Karaçay-Malkar Türklerinin gerçek anlamda bir yazılı edebiyata sahip olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu dönemde, medrese tahsili görmüş birkaç kişi dışında, halkın büyük çoğunluğu, yazılı edebiyat bir tarafa, okuma-yazmayı dahi bilmiyordu. Arap alfabesine dayalı, gerçek anlamda Karaçay-Malkar yazılı edebiyatı ancak 1920’li yılların ortalarında başlayabilmiştir. 1922 yılında Batalpaşinski [bugünkü Çerkessk] şehrinde Rusça yayımlanmaya başlayan “Gorskaya Bednota” [Yoksul Dağlılar] gazetesinin bir sayfasında, Arap alfabesi ve Karaçay-Malkar Türkçesiyle şiirler, makaleler ve haberler yayımlanmaya başlanmıştır. Bunu müteakip, 19 Ekim 1924 yılında tamamı Karaçay-Malkar Türkçesi ve Arap alfabesiyle “Tawlu Caşaw” [Dağlı Hayatı] adlı ilk Karaçay-Malkar gazetesinin yayım hayatına başlamasıyla gerçek anlamda Karaçay-Malkar yazılı edebiyatının doğuşu gerçekleşmiştir. 1928 yılında “Tawlu Carlıla” [Yoksul Dağlılar] adını alacak olan bu gazetenin, Karaçay-Malkar yazılı edebiyatının teşekkülü ve gelişiminde çok büyük rolü vardır. Bunun dışında, Karaçay-Malkar Türkçesi ve Arap alfabesiyle 1924 yılında Moskova’da basılan Karaçaylı şair İssa Karaköt’ün “Cangı Şigirle” [Yeni Şiirler] adlı kitabı, modern Karaçay-Malkar şiirinin ilk eseri sayılmaktadır.[32] Karaçaylı ressam ve şair İslam Kırımşavhal, 1908-1910 yıllarında ilk defa, Karaçay-Malkar Türkçesi için Latin alfabesi çalışmalarını başlatmış ise de, konuyla ilgili asıl ciddi ve ilmî çalışmaları Umar Aliy ile Magomet Eney yapmıştır. Umar Aliy’in 1924 [s. 151] yılında yayımlanan “Cangı Karaçay-Malkar Elible” [Yeni Karaçay-Malkar Harfleri] adlı kitabı Karaçay-Malkar Türkçesiyle ve Latin alfabesiyle yayımlanmış ilk kitaptır.[33] Ancak, Umar Aliy’in bu kitabından çok daha önce, Wilhelm Pröhle ve Gyula Nemeth’in “Keleti Szemle” dergisinde 1909-1916 yılları arasında yayımlanan ilmi çalışmalarından bahsetmek gerekir. Çünkü, W. Pröhle ve Gy. Nemeth’in sözlük, gramer ve folklor çalışmaları söz konusu dergide Latin harfleriyle yayımlanmıştır. Bilhassa, W. Pröhle’nin “Karatschajische Studien” ve “Balkarische Studien-II” adlı çalışmalarında yer alan masal, efsane, hikaye, destan, halk şarkısı ve mani gibi halk edebiyatı ürünleri, Karaçay-Malkar Türkçesiyle ve Latin harfleriyle verilmiştir.[34] 1926 yılında “Tawlu Caşaw” gazetesi ve diğer bütün matbuatın Latin alfabesine

Page 140: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

geçmesiyle Karaçay-Malkar yazılı edebiyatının gelişimi daha da hızlanmıştır, birbiri ardına kitaplar yayımlanmaya başlamıştır. İsmail Akbay’ın “Ana Tili” [Ana Dili-1924] ve “Tılmaç” [Dilmaç~Rusça-Karaçayca Sözlük-1926], Ashat Bici’nin “Bilim” [1926], Azret Örten’in “Cangı Cırla” [Yeni Şarkılar-1927] ve “Erkinlikni Ciltinleri” [Hürriyet Kıvılcımları-1929], Umar Aliy’in “Birlikde Tirlik” [Birlikte-Dirlik-1929], Umar Bayramkul’un “Qaraçay Tilni Grammatikası” [Karaçay Dilinin Grameri-1931] ve Hasan Appa’nın “Kara Kübür” [Kara Sandık-1935] vs. adlı Karaçay-Malkar Türkçesiyle ve Latin alfabesiyle yayımlanan eserler, [s. 152] Karaçay-Malkar Türkçesi yazı dilinin ve yazılı edebiyatın gelişmesinde büyük pay sahibidirler. 1938 yılında Rus [Kiril] harflerine dayalı Karaçay-Malkar Türkçesi alfabesinin kabul edilmesiyle birlikte Latin alfabesi matbuatına da son verilmiştir. Aslında, Rus [Kiril] alfabesi 1938 yılından çok daha önce Karaçay-Malkar Türkleri tarafından bilinmekte ve kullanılmaktaydı. 1827 yılında Malkar Türklerinin, 1828 yılında da Karaçay Türklerinin Rus Çarlığı hakimiyetine girmesinden sonra Ruslar derhal Karaçay ve Malkar köylerinde Rusça eğitim veren okullar açmışlardı. Kart-curt köyündeki Rus okulunun öğretmeni Nikolay Kiriçenko, köyün ileri gelenlerinden Abdulkerim Hubiy’in yardımıyla 1897 yılında ilk “Rus-Karaçay Sözlüğü”nü hazırlamıştır. Karaçaylı aydın kimseler, Karaçay’daki Rus okullarında Rusça eğitimin yanı sıra ana dilde de eğitim yapılması gerektiğini kavramışlar ve bu yönde birtakım çalışmalar yapmaya başlamışlardı. İlk olarak, Abdulkerim oğlu İmmolat Hubiy, Karaçay-Malkar Türkçesi için bir Rus [Kiril] alfabesi hazırlamış fakat Rusça eğitim veren okullarda ana dilde eğitime izin verilmeyince bu alfabenin bir kullanım alanı olmamış, dolayısıyla da bu dönemde Rus [Kiril] harflerine dayalı bir alfabeyle Karaçay-Malkar Türkçesinde herhangi bir eser yayımlanamamıştır.[35] 2. Karaçay Türklerinin Yazılı Edebiyatı Karaçay yazılı edebiyatının kuruluş dönemi Kasbot Koçhar, Appa Canibek ve İsmail Semen gibi halk şiirinin son temsilcileri ile dönemin Çarlık Rusyası okullarında, İstanbul ve Dağıstan medreselerinde tahsil görerek yurtlarına dönen İslam Kırımşavhal, İsmail Akbay, İslam Hubiy, Umar Aliy, Ashat Bici, İsmail Karaköt, Azret Örten ve Hasan Appa gibi Karaçaylı genç eğitimcilerle başlamıştır. Kuruluş döneminin şairleri, başta İssa Karaköt ve Azret Örten olmak üzere, Davut Baykul, Abdulkerim Batça, Hasan Bostan ve diğerleri yeni gelen Bolşevik ve sonrasındaki Sovyet düzeninin iyiliğini, rahatlığını, fakir halkın ihtilali nasıl [s. 153] sevinçle karşıladığını anlatan coşkulu şiirler yazmışlardır. Eski hayat ile Sovyet düzeninin karşılaştırılması ön plandadır. Sovyet dönemi öncesi Karaçay Türklerinde sosyal tabakalar arasındaki çatışmalar anlatılmakta, devrim sayesinde fakir halkın, zengin beylerin zulmünden kurtuldukları vurgulanmakta; bazı adet ve geleneklerin bozukluğu ve kötülüğü ifade edilerek bazı millî değerler aşağılanmakta; dinin kültürü ve sanatı gerilettiği, milletin gelişmesinin önünde bir engel olarak durduğu işlenmektedir. 1917 Bolşevik ihtilalinden itibaren 1930'lu yılların sonlarına kadar devam eden yazılı Karaçay edebiyatının kuruluş döneminde şiir ve nesrin ana teması Sovyet rejimini halka anlatmak ve benimsetmektir. Kasbot Koçhar ve Appa Canibek gibi, 1917 Bolşevik ihtilali öncesi dönemin meşhur halk şairleri de yeni kurulan Sovyet düzenini canı gönülden desteklemişler; Sosyalizm, Sovyet hayatı, Komünist Parti, Lenin vs. konularında yeni halk şarkıları yapmışlardır. Bu tür konuları bilhassa İssa Karaköt ve Azret Örten şiirlerinde bolca işlemişler ve adeta bu dönemin ateşli bayrak şairleri olmuşlardır. Umar Aliy ve İslam Hubiy ise daha çok Komünizm ve Sovyet hayatını konu alan siyasi ve

Page 141: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

iktisadi makaleler yazmışlardır. 1927 yılında İslam Hubiy’in başkanlığında Abidat Botaş, Magomet Dışekov ve Halid Astejev’in kurucu üyeliğinde “Karaçay-Çerkes Yazarlar Birliği” kurulmuştur. Bu derneğin Karaçay yazılı edebiyatının gelişmesinde büyük katkısı vardır. Kuruluşun şiir bölümünü İssa Karaköt ile Ashat Bici, nesir bölümünü Abdulkerim Batça, tiyatro ve piyes bölümünü de Gemma Geben ile Abitat Botaş yürütmüşlerdir. Bu dönemde; Hasan Appa, Azret Örten, İssa Karaköt, Ashat Bici, Abidat Botaş, Hasan Bostan, Davut Baykul ve Abdulkerim Batça’nın birlikte hazırladıkları “Almanax-Qaraçay Sovet Xudojestvo Literaturanı Ülgüleri” [Almanak-Karaçay Sovyet Sanatı ve Edebiyatından Örnekler-Mikoyan-Şahar, 1936], Karaçaylı şairlerin müşterek hazırladıkları “Nazmula” [Şiirler-Mikoyan-Şahar, 1937] “Cırla bla İynarla” [Şarkılar ve Maniler-Mikoyan Şahar-1938], “Cırla bla Nazmula” [Şarkılar ve Şiirler-Mikoyan Şahar, 1938], “Stihi i Pesni” [Şiirler ve Şarkılar-Pyatigorsk, 1940] adlı kitaplar yayımlanmıştır. [s. 154] Bu dönemde, “Kara Kübür” [Kara Sandık] adlı romanın müellifi Hasan Appa [1904-1939] dikkat çekmektedir. Hasan Appa 1930-36 yılları arasında Karaçay-Çerkes Ö.B. Komünist Partisinin üst düzey kademelerinde çalışmış ve bilâhare Karaçay-Çerkes Ö.B. Başsavcısı olarak görev yapmış, 1936 yılında Karaçay-Çerkes Ö.B. Komünist Partisi 2. Sekreteri, 1937 yılında da 1. Sekreteri olmuştur. Hasan Appa, Karaçaylıların kurtuluşunun ancak Komünizm ile gerçekleşeceğine yürekten inanan samimi bir Komünist idi. Fakat ilerleyen yıllarda, Rusların komünizm maskesi altında Karaçay Türklerine yaptığı zulmü bizzat yaşayıp görünce hayal kırıklığına uğramış ve Komünist hareket içerisinde olmaktan duyduğu pişmanlığı halkına karşı açıkça itiraf etmiştir. 1937 yılında tutuklanan Hasan Appa iki yıla yakın bir süre hapishanede korkunç işkencelere maruz kalmış, sağlığını tamamen kaybetmiş bir vaziyette, ölümünden bir ay önce kaldırıldığı Batalpaşinski [bugünkü Çerkessk] şehri hastanesinde henüz 35 yaşını doldurmadan 4 Haziran 1939 tarihinde ölmüştür. Hasan Appa’nın yazılı Karaçay edebiyatındaki asıl önemi ve şöhreti 1935 yılında yayımlanan meşhur “Kara Kübür” [Kara Sandık] adlı üç ciltlik romanıyla teşekkül etmiştir. Bu romanın en büyük özelliği Karaçay-Malkar Türkçesiyle yazılmış ilk roman olmasıdır. Romanın ilk iki cildi 1935 ve 1936 yıllarında yayımlanmış, daha sonra bu ilk iki cilt tek bir cilt halinde birleştirilerek 1937 yılında tekrar yayımlanmıştır. Romanın en önemli ve son bölümü olan üçüncü cildi ise Hasan Appa’nın tutuklanması ve sonra da öldürülmesi nedeniyle yayımlanamamıştır. Hasan Appa bu romanında; Karaçay Türklerinin 1890’lı yılların sonu ile 1900’lü yılların başları, hatta doğrudan doğruya 1905 Rus ihtilaline rastlayan bir dönemini anlatmaktadır. Romanda, Karaçay’daki Çarlık Rusyası idarecileri ile Karaçay beyleri, proleter bakış açısıyla sert bir şekilde eleştirilirken; türlü baskılar altında ezilen fakir halk tabakalarının kurtulacağı günler, yani Bolşevik ihtilali ve sonrasındaki kurulacak olan yeni Sovyet hayatı müjdelenmektedir. Hasan Appa ilerleyen yıllarda Sovyet rejiminin gerçek iç yüzünü ve çarpıklıklarını görüp hayal kırıklığına uğrayınca, bu durumu anlatmak üzere [s. 155] romanının üçüncü cildini kaleme almıştır. Fakat romanın üçüncü cildi [el yazması] yayımlanamadan, Hasan Appa’nın tutuklandığı 1937 yılında NKVD görevlileri tarafından yakılarak imha edilmiştir. Hasan Appa’nın yakın çalışma arkadaşlarının rivayetlerine göre, romanının üçüncü cildinde Stalin ve Beriya gibi dönemin üst düzey liderleri eleştirilmekte ve Sovyet rejiminin çarpıklıkları dile getirilmekteydi. Roman açık ve akıcı bir dille yazılmıştır. Rusça kelimelerin kullanılmamasına özen gösterilmiştir. Tarihî olaylara, halk edebiyatı ürünlerine ve etnografik unsurlara romanda bolca yer verilmekte, eski adet ve geleneklerden örnekler verilerek Karaçay Türklerinin eski kültürü ve hayatı güzel bir

Page 142: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

şekilde tasvir edilmektedir.[36] 1940-1960 yılları arası dönem; Sovyet düzeninin oturduğu, Sovyet tipi yerli aydınların ve edebiyatçıların yetişip olgunlaştığı dönemdir. Bu dönemin şiirlerinin konusu, kuruluş dönemiyle bağlantılı olarak hemen hemen aynıdır. Konular; Büyük Bolşevik Devrimi, Kızıl Bayrak, Yeni Sovyet Hayatı, Lenin’e ve Komünist Partiye övgü, milletlerin kardeşliği ve dostluğu vs.dir. Bu dönemin belli başlı şair ve yazarları arasında; Umar B. Aliy, Abdulkerim Baykul, Şaharbiy Ebze, Tohtar Borlak, Magomet Orus, Halimat Bayramuk, Osman Hubiy, Azret Semen, Azamat Süyünç, Seyit Laypan, Magomet Çotça, Magomet Hubiy, Nasu Abayhan adlarını sayabiliriz. Bu dönemin en önemli özelliği, 1930'lu yılların ortalarında seslerini duyurmaya başlayan Halimat Bayramuk, Osman Hubiy ve Azret Semen gibi genç edebiyatçıların yazılı Karaçay edebiyatına yeni bir çizgi getirmeleridir. Bu edebiyatçılar ilk şiir [s. 156] yazmaya başladıkları yıllardan itibaren Sovyetik temalarla birlikte kişisel duygu ve heyecanları anlatan lirik şiirler yazmışlar, ayrıca yurt, millet ve tabiat sevgisi gibi konuları ön planda tutmaya çalışmışlardır. Mesela, bu dönemde yetişen ve Karaçay edebiyatının en önemli temsilcisi olarak kabul edilen Halimat Bayramuk dönemin tehlikeli şartlarına rağmen “Karçanı Üydegisi” [Karça’nın Ailesi] adlı kitabında, birçok Karaçaylı yazar ve şairin aksine, cesur bir şekilde, bütün eski millî adet ve geleneklerin kötülenmesine, bunların tamamen ortadan kaldırılmasına karşı çıkmış, “kötüler gelenekler ortadan kaldırılsın fakat halkımız için müspet olan millî değerlerimiz kalsın. Onlar, eskiden olduğu gibi bugün de, yani Komünizm zamanında da bize lazımdır” diyebilmiştir. Ne yazık ki, Halimat Bayramuk ve Osman Hubiy ile bu dönemin diğer yeni edebiyatçılarının şiirde ve nesirde olgun eserler vermeye başladığı sırada, 2 Kasım 1943 tarihinde Karaçay Türkleri topyekün Orta Asya’nın muhtelif bölgelerine sürgün edilmişlerdir. Karaçay Türklerinin sürgün hayatı sırasındaki dönemi, yazılı Karaçay edebiyatının ölü dönemidir. Birçok Karaçaylı edebiyatçı ve aydın kişiler, çeşitli bahanelerle tutuklanarak hapse atılmış ve hemen sonrasında işkence edilerek öldürülmüşlerdir. Sağ kalabilenler ise Orta Asya’nın muhtelif yerlerinde dağınık bir halde en kötü şartlarda hayatta kalma mücadelesi vermişler, birçok yüksek tahsil görmüş kişiler taş ocaklarında karın tokluğuna birer köle gibi çalıştırılmışlardır. Buna rağmen bazı Karaçaylı şairler, Malkarlı şairlerle birlikte ortaklaşa hazırladıkları “Caşawubuznu Bayragı” [Hayatımızın Bayrağı], “Bizni Sözübüz” [Bizim Sözümüz], “Birge Cırlayıq” [Birlikte Şarkı Söyleyelim] adlı şiir antolojilerini yayımlamayı başarmışlardır. 1960-1970 yılları arası dönemde, Karaçay Türklerinin Orta Asya’daki sürgün hayatı sona erip Kafkasya’ya dönmelerinden sonra; Halimat Bayramuk, Osman Hubiy ve Azret Semen gibi önde gelen edebiyatçılar, Karaçay edebiyatını büyük bir heyecanla yeniden kurma çalışmalarına başlamışlardır. Vatana kavuşma heyecanı ve sevinci, genel olarak bu dönemin başlarında verilen eserlerin en belirgin konusudur. Fakat bu arada her ihtimale karşı ve şartlar [s. 157] bunu gerektirdiğinden Sovyet düzenine duyulan “minnettarlık” ve “sadakat” teması da bu dönemin eserlerinde göz ardı edilmemiştir. Bu dönemde eskilerle birlikte yeni edebiyatçılar da yetişmeye başlamıştır. Yeni şair ve yazarların arasında; Nazir Hubiy, Kulina Sılpagar, Husey Cavba, Bilal Appa, Mussa Batça, Nazifa Kagıy, Azret Akbay, Albert Özden, Mediha Şaman, Baydımat Keçeruk adlarını sayabiliriz. Bu dönemde, II. Dünya Savaşı üzerine yazılan eserlerin sayısı bir

Page 143: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

hayli fazladır. Bu konuyla bağlantılı olarak şiir ve nesirde genellikle; Sovyetler Birliği topraklarının savaşta Nazi-Alman ordularına karşı kahramanca savunulması, savaşta ölenlerin kahramanlıklarını yansıtan övgü şiirleri, savaşın getirdiği yıkım ve savaş karşıtlığı gibi temalar işlenmektedir. Bunun dışında yurt sevgisi ve tabiat sevgisi konulu lirik şiirler de yazılmıştır. 1970-2000 yılları arası dönemin başlarında verilen edebi eserlerin en belirgin özelliği, konuların toplumsallıktan bireyselliğe kaymasıdır. Şiirin teması artık “toplum” değil “birey”dir. Bu dönemin şiirlerinde genel olarak tek bir insanın iç dünyası, gizli duyguları, hayata bakışı ve çevresiyle olan ilişkilerinin psikolojik analizi gibi temalar işlenmektedir. SSCB’de M. Gorbaçov ile başlayan açıklık siyasetiyle birlikte, 1980’lerin sonlarından itibaren Karaçay edebiyatında da değişmeler yaşanmıştır. Artık bu dönemde, Karaçaylılar az da olsa birtakım siyasi baskılardan kurtulmaya başlamıştır. Bu son on yıllık dönemde, bilhassa şiirde millî değerler ve milliyetçilik ön plana çıkmıştır. Genç edebiyatçılar, Sovyet döneminde unutturulmaya çalışılan, hatta o dönemde -şartlar gereği- yerli aydınların bile yerden yere vurduğu, millî değerlere büyük bir heyecanla sarılmışlardır. Öte yandan, Bolşevik ihtilali ve sonrasındaki Sovyet düzeni zamanında Karaçay Türklerine yapılan haksızlıklar dile getirilmekte, özellikle de Orta Asya sürgünü dolayısıyla her bakımdan yıkıma uğrayan milletin hesabı sorulmakta, geçmişte taparcasına övdükleri, başta Stalin olmak üzere, meşhur Sovyet liderleri açıkça lanetlenmektedir. Bu dönemin yeni edebiyatçıları arasında; Bilal Laypan, Dina Mamçu ve Fatima Bayramuk adlarını sayabiliriz. 3. Malkar Türklerinin Yazılı Edebiyatı [s. 158] Malkar yazılı edebiyatının kuruluş dönemi, Karaçay-Malkar yazılı edebiyatının babası sayılan Kâzim Möçü ile dönemin Çarlık Rusyası okullarında ve Dağıstan medreselerinde tahsil görerek yurtlarına dönen Said Şahmurza, Said Otar, Bert Gurtu gibi Malkarlı genç eğitimcilerle başlamıştır. Kuruluş döneminin edebiyatçıları yeni gelen Bolşevik ihtilali ve sonrasındaki Sovyet düzenini öven coşkulu şiirler yazmışlardır. 1917 Bolşevik ihtilalinden itibaren 1930’lu yıllara kadar devam eden yazılı Malkar edebiyatının kuruluş dönemi şiir ve nesrin ana teması Sovyet rejimini halka anlatmak ve benimsetmektir. Hem manzum hem de mensur eserler veren bu dönemin belli başlı edebiyatçıları arasında; Kâzim Möçü, Said Şahmurza, Said Otar, Bert Gurtu, Omar Etez, Salih Hoçu, Azret Buday, Haci-Mussa Kuliy, Ahmadiya Malkarlı [Ahmadiya Ullubaş] ve Hamit Temmo adlarını sayabiliriz. Kâzim Möçü daha medrese tahsil ettiği çocukluk yıllarında şiir yazmaya başlamış, Karaçay-Malkar mitolojisindeki “Apsatı” adlı halk şarkısından esinlenerek yazdığı “Apsatı” adlı ilk şiirini 1886 yılında yazmıştır. İlerleyen yıllarda, eski Malkar toplumundaki sosyal tabakalar arasındaki çatışmaları yansıtan şiirler yazmaya başlamış ve bilhassa Malkar beylerinin baskısı altında ezilen fakir halkın çilesini dile getirmeye çalışmıştır. Bunun dışında dinî ve felsefî konulara da ağırlık vermiştir. Hz. Muhammed’in hayatını anlatan bir Mevlid ve İslam dinini ve uyulması gereken kuralları konu alan manzum bir ilmihal yazmıştır. Ayrıca, “Tahir ile Zühre”yi kendisine göre yorumlayarak Karaçay-Malkar Türkçesiyle yeni bir “Tahir ile Zühre” yazmıştır. Kâzim Möçü, 1917 Bolşevik ihtilalini ve sonrasındaki Sovyet düzenini gönülden desteklemiş ve övgü dolu şiirler yazmıştır. Çünkü, Çarlık Rusyası yönetimi ile Malkar beylerinin baskısıyla zor şartlarda yaşayan fakir halkın çilesinin bu yeni gelen düzenle

Page 144: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

birlikte sona ereceğini ve her alanda serbestlik geleceğini umuyordu. Nitekim, Bolşeviklerin ve sonrasındaki Sovyet yetkililerinin vaadleri de bu yöndeydi. Fakat durum Kâzim Möçü’nün beklentilerinin aksine bir gelişme göstermiştir. Malkar’da Sovyet düzeni [s. 159] yerleştirildikten hemen sonra, Bolşevik ihtilaline gönülden katılan, hatta Sovyet düzeninin yerleştirilmesinde büyük rol oynayan dürüst ve samimi Malkarlı Komünist aydınlar çeşitli bahanelerle tutuklanarak bir bir öldürülmüş, başta İslâm dini olmak üzere bütün millî değerlerin yok edilmesi faaliyetlerine başlanmıştır. Yeni düzenin eskisinden daha kötü olduğunu anlamakta gecikmeyen Kâzim Möçü de bu duruma karşı açıkça cephe almış, Sovyet düzenini sert bir şekilde eleştiren şiirler yazmaktan çekinmemiştir. Bu dönemlerde yayımlanması mümkün olmadığı için Kâzim Möçü’nün bu tip şiirleri gizlice elden ele dolaştırılarak korunmaya çalışılmış, ölümünden çok uzun yıllar sonra, ancak 1990’lı yılların ortalarından itibaren yayımlanmaya başlanmıştır.[37] 1930-1940 yılları arası dönem; Sovyet düzeninin oturduğu, Sovyet tipi yerli aydınların ve edebiyatçıların yetişip olgunlaştığı yıllardır. Bu dönemin belli başlı şair ve yazarları arasında; Kaysın Kuliy, Kerim Otar, Canakayıt Zalihan, Habib Katsi, Safar Makit, İbrahim Mamme, İssa Botaş, Ahiya Ahmat, Osman Bala adlarını sayabiliriz. Bu dönem şiirlerinin konusu, kuruluş dönemiyle hemen hemen aynıdır: Büyük Bolşevik Devrimi, Kızıl Bayrak, Yeni Sovyet Hayatı, vs. Bilindiği üzere bu dönemde birtakım Sovyet değerlerini edebi eserlerde övmek ve yüceltmek bir zorunluluk idi. Ayrıca bu dönemde Said Şahmurza, Said Otar ve Bert Gurtu gibi edebiyatçılar ilk acemiliklerinden sıyrılarak şiir ve nesirde olgunlaşmaya başlamışlardır. Bu dönemin en önemli özelliği, 1930’lu yılların ortalarında seslerini duyurmaya başlayan Kaysın Kuliy ve Kerim Otar adlı genç şairlerin yazılı Malkar edebiyatına yeni bir soluk getirmeleridir. Bu iki genç şair ilk şiir yazmaya başladıkları yıllardan itibaren Sovyetik ifadelerden ellerinden geldiğince kaçınmaya çalışmışlar, ilerleyen yıllarda dolaylı ifadelerle kişisel duygu ve heyecanları anlatan lirik şiirler yazmışlar; yurt, millet ve tabiat sevgisi gibi [s. 160] konuları ön planda tutarak Sovyet üslubundan bir ölçüde sıyrılmayı başarmışlardır. Kaysın Kuliy ve Kerim Otar ile bu dönemin diğer yeni edebiyatçılarının şiirde ve nesirde olgun eserler vermeye başladığı sırada, 8 Mart 1944 tarihinde Malkar Türkleri topyekün Orta Asya’nın muhtelif bölgelerine sürgün edilmişlerdir. Malkar Türklerinin sürgün hayatı sırasındaki dönem, Malkar edebiyatının ölü dönemidir. Birçok Malkarlı edebiyatçı ve aydın kişiler, çeşitli bahanelerle tutuklanarak hapse atılmış ve hemen sonrasında işkence edilerek öldürülmüşlerdir. Sağ kalabilenler ise Orta Asya’nın muhtelif yerlerinde dağınık bir halde en kötü şartlarda hayatta kalma mücadelesi vermişler, birçok yüksek tahsil görmüş kişiler taş ocaklarında karın tokluğuna birer köle gibi çalıştırılmışlardır. Buna rağmen bazı Malkarlı şairler, Karaçaylı şairlerle birlikte müşterek hazırladıkları “Caşawubuznu Bayragı” [Hayatımızın Bayrağı], “Bizni Sözübüz” [Bizim Sözümüz], “Birge Cırlayıq” [Birlikte Şarkı Söyleyelim] adlı şiir antolojilerini yayımlamayı başarmışlardır. Yine bu yıllarda, Kerim Otar’ın “Colla” [Yollar-1956] ve İssa Botaş’ın “Cüregimden Cırlayma” [Yüreğimden Şarkı Söylüyorum-1956] adlı şiir kitapları Kırgızistan’ın Frunze [bugünkü Bişkek] şehrinde yayımlanmıştır. Kaysın Kuliy’in şiirlerinin yayımlanması Sovyet hükümeti yetkilileri tarafından yasaklanmıştır. Kaysın Kuliy, sürekli KGB tarafından kontrol edildiğinden, şiirlerini gizlice yazıyor ve ileride yayımlanır umuduyla bu şiirlerini saklamaları için dostlarına ve akrabalarına veriyordu. Kaysın Kuliy bu şiirlerini ancak sürgün dönemi sona erip Kafkasya’ya döndükten sonra 1958 yılında yayımlayabilmiştir.

Page 145: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Çocukluk yıllarını at sırtında dağlarda çobanlık yaparak geçiren Kaysın Kuliy şiir yazmaya küçük yaştan itibaren başlamış, “Eski Malqarga” [Eski Malkar’a] adlı ilk şiiri 1934 yılında, “Salam Ertdenlik” [Selam Sabah] adlı ilk şiir kitabı 1940 yılında yayımlanmıştır. 1966 yılında yayımlanan “Caralı Taş” [Yaralı Taş] adlı kitabı Maksim Gorki Edebiyat Ödülünü, 1974 yılında yayımlanan “Cer Kitabı” [Yer Kitabı] adlı kitabı “Sovyetler Birliği Devlet Edebiyat Ödülünü almıştır. Kaysın Kuliy’in bütün edebi eserleri, [s. 161] 1990 yılında eski SSCB’nin en büyük edebiyat ödülü sayılan “Lenin Edebiyat Ödülü”ne layık görülmüştür. Kaysın Kuliy, şiirlerindeki güçlü tabiat tasvirleri, hayal dünyası ve anlatım gücündeki zenginliğiyle Karaçay-Malkar şiirinin en büyük ustası olarak kabul edilmektedir.[38] 1960-1970 yılları arası dönemde; Orta Asya’daki sürgün hayatı sona erip Kafkasya’ya dönen Bert Gurtu, Kaysın Kuliy ve Kerim Otar gibi önde gelen edebiyatçılar, Malkar edebiyatını büyük bir heyecanla yeniden kurma çalışmalarına başlamışlardır. Genel olarak bu dönemin başlarında verilen eserlerin konusu vatana kavuşma heyecanı ve sevincidir. Bu dönemde Kaysın Kuliy ve Kerim Otar gibi usta şairlerin yanında yeni edebiyatçılar da yetişmeye başlamıştır. Bu yeni şair ve yazarların arasında; Tanzilâ Zumakul, İbrahim Gadiy, Cagafar Tokuma, Macit Guliy, Eldar Gurtu, İbrahim Baba, Alim Töppe, Hasan Şava, Salih Gurtu, Zeytun Tolgur, Magomet Moka, Svetlana Mottay, Aliy Bayzulla, Ahmat Sozay, Zugar Sarıbaş adlarını sayabiliriz. Bu dönemde, II. Dünya Savaşı üzerine yazılan eserlerin sayısı bir hayli fazladır. Bu konuyla bağlantılı olarak şiir ve nesirde genellikle; Sovyetler Birliği topraklarının savaşta Nazi-Alman ordularına karşı kahramanca savunulması, savaşın getirdiği yıkım ve savaş karşıtlığı gibi temalar işlenmektedir. Ayrıca köy hayatı ve halk kültürü bu dönemde verilen eserlerin konuları arasındadır. Kaysın Kuliy ve Kerim Otar’dan sonra Malkar Türklerinin en meşhur şairlerinden biri olarak kabul edilen Tanzilâ Zumakul aynı zamanda Malkarlı ilk kadın şairdir. “Qayada Gülle” [Kayalıkta Güller] adlı ilk şiir kitabı 1959 yılında yayımlanmıştır. Edebiyat çalışmalarını aralıksız sürdüren Tanzilâ Zumakul bir dönem SSCB Parlamentosunda Milletvekili olarak da görev yapmıştır. 1974 yılında yayımlanan “Sokrovennost” [Gizli Duygular] adlı Rusça şiir [s. 162] kitabı Maksim Gorki Edebiyat Ödülüne layık görülmüştür. Tanzilâ Zumakul eski SSCB’de bu edebiyat ödülünü alan ilk kadın şairdir. 1970-2000 yılları arası dönemin başlarında verilen edebi eserlerin en belirgin özelliği, konuların toplumsallıktan bireyselliğe kaymasıdır. Bu dönemin şiirlerinde genel olarak tek bir insanın iç dünyası, gizli duyguları, hayata bakışı ve çevresiyle olan ilişkilerinin psikolojik analizi gibi temalar işlenmektedir. Karaçay edebiyatında olduğu gibi, 1980’lerin sonlarından itibaren Malkar edebiyatında da değişmeler yaşanmıştır. Artık bu dönemde, Malkar edebiyatı siyasi baskılardan kurtulmaya başlamıştır. Bu son on yıllık dönemde, bilhassa şiirde millî değerler ve milliyetçilik ön plana çıkmıştır. Genç edebiyatçılar, Sovyet döneminde unutturulmaya çalışılan millî değerlere büyük bir heyecanla sarılmışlardır. Öte yandan, Bolşevik ihtilali ve sonrasındaki Sovyet düzeni zamanında Malkar halkına yapılan haksızlıklar dile getirilmekte, özellikle de Orta Asya sürgünü dolayısıyla her bakımdan yıkıma uğrayan milletin hesabı sorulmakta, geçmişte taparcasına övdükleri, başta Stalin olmak üzere, meşhur Sovyet liderlerine açıkça lanet edilmektedir. Bu dönemin belli başlı şair ve yazarları arasında; Magomet Gekki, Mutalip Beppay, Abdullah Begiy, Muradin Ölmez, Asker Dodu, Sakinat Musuka, Muhtar Tabaksoy, Safariyat Ahmat, Hıysa Curtubay, Örüzlan Bolat, Burhan Berber, Lüba Ahmat adlarını sayabiliriz.

Page 146: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Günümüzde Rusya Federasyonuna bağlı bütün federe cumhuriyetlerde olduğu gibi Kabardin-Balkar Ö.C. de aşılması güç ekonomik sıkıntılar içerisindedir. Buna bağlı olarak, eskiye oranla Malkar Türklerinin kitap, dergi, gazete gibi yayımlarının sayısı oldukça azalmış durumdadır. Bu ekonomik sıkıntılar, siyasi baskıdan kurtulmuş, yeni bir aydınlanma ve dünyaya açılma dönemine girmiş Malkar edebiyatındaki gelişmelerin önünü biraz kesmiş durumdadır. Dipnotlar [1] Xaciyeva, T.M., Malqarlılanı bla Qaraçaylılanı Xalq Poeziya Çıgarmaçılıqları, Nalçik, 1988, 197-199. [2] Laypanov, H.O., K İstorii Karaçayevtsev i Balkartsev, Çerkessk, 1957, s. 40. [3] Laypanlanı Xamit-Dudalanı Maxmut., Eski Qaraçay Cırla, Mikoyan-Şahar, 1940, s.77, 81-82; Goçiyalanı S.A., Ortabaylanı R.A.K., Süyünçlanı X.İ., Qaraçay Xalk Cırla, [Al Söz: Ortabaylanı Rimma, Qaraçay Xalknı Cırlarını Üsünden], Moskova, 1969, s. 10-11, 257; Xaciyeva, T.M., Malqarlılanı bla Qaraçaylılanı Xalq Poeziya Çıgarmaçılıqları, s. 199. [4] Laypanlanı Xamit-Dudalanı Maxmut., Eski Qaraçay Cırla, s. 18; Goçiyalanı S.A. vd., Qaraçay Xalk Cırla, s. 11-12; Ortabayeva, R.A.K., Karaçayevo-Balkarskaya Ohotniçya Poeziya, Voprosı Folklora Narodov Karaçayevo-Çerkesii, Çerkessk, 1983, s. 6; Xabiçlanı Magomet., Biynöger, Çerkessk, 1984, s. 3-25; Xaciyeva, T.M., Malqarlılanı bla Qaraçaylılanı Xalq Poeziya Çıgarmaçılıqları, s. 18, 233. [5] Adiloğlu, Adilhan., Karaçay-Malkar Türklerinde Nart Destanları, Yeni Türkiye Dergisi-Türk Dünyası Özel Sayısı, Sayı: 15, Cilt I, Ankara, 1997, s. 575-591. [6] Curtubaylanı Xıysa., Eski Cırla, Nalçik, 1993, s. 35-47, 213-214. [7] Aqbaylanı M.O., Bayramuqlanı X.B., Qagıylanı N.M., Qaraçay Poeziyanı Antologiyası, [Al Söz: Qaralanı Asiyat], Stavropol, 1965, s. 7, 81-86. [8] Aqbaylanı M.O. vd., Qaraçay Poeziyanı Antologiyası, s. 36-41. [9] Otarlanı S.A.-Xolalanı A.Z., Malqar Xalk Cırla, Nalçik, 1969, s. 65-71. [10] Curtubaylanı Xıysa., Eski Cırla, s. 122-126, 216. [11] Semenlanı Azret-Begiylanı Abdullah, İsmail bla Aqtamaq, Nalçik, 1996, s. 96:7-34. [12] Qaralanı Asiyat., Qaraçay Literaturasını Oçerki, Çerkessk, 1966, s. 35; Ortabaylanı Rimma., Qara Suwnu Qatında, Çerkessk, 1981, s. 89. [13] Goçiyalanı S.A. vd., Qaraçay Xalk Cırla, s. 111-115. [14] Ortabaylanı R.A.K., Qaraçay-Malqar Folklor, Çerkessk, 1987, s. 6-7. [15] Haciyeva, T.M., Karaçay-Malkar Türklerinin Eski Folklor Ürünleri, Çeviren: Adilhan

Page 147: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Adiloğlu, Bilig Dergisi, Sayı: 6, Ankara, 1997, s. 191. [16] Aliylanı Soltan., Qaraçay Nart Sözle, [Al Söz: Xubiylanı Osman], Çerkessk, 1963, s. 3-11; Appalanı Xazis., Qaraçay-Malqar Nart Sözle, Zaman Gazetesi, Nalçik, 29.06.1977; Ortabayeva R.A.K., Mijayev M.İ., Çikatuyeva S.U., Sikaliyev A.İ.M., Poslovitsı i Pogovorki Narodov Karaçayevo-Çerkesii, Çerkessk, 1990, s. 5-14. [17] Aliylanı Soltan., Qaraçay Xalknı El Bergen Comaqları, Çerkessk, 1984, s. 9-11. [18] Ortabaylanı R.A.K., Qaraçay-Malqar Folklor, s. 4-11. [19] Urusbiev, S., Skazaniya O Nartskih Bogatıryah U Tatar-Gortsev Pyatigorskogo Okruga Terskoy Oblasti, SMOMK, No: 1, Tiflis, 1881, s. V-VIII; Orusbiy, Safar-Aliy., Dağlı Tatarların Nart Destanları, Çevirenler: Bilal Appayev-Adilhan Appa, Birleşik Kafkasya Dergisi, sayı: 4, Eskişehir, 1995 s. 61-62. [20] Karaçaylı, İslam., Satiriçeskie Pesni Karaçaya, Severnıy Kavkaz, No: 1, 1930, s. 39. [21] Töppelanı Alim., Burungulu Qaraçay-Malqar Nazmuçula-Qara Mussa, Mingi Taw, No: 2, Nalçik, 1993, s. 20-24; Bittirlanı Tamara., Burungulu Nazmuçu, Mingi Taw, No: 2, Nalçik, 1993, s. 25-27. [22] Tawmırzalanı Dalxat., Burungulu Qaraçay-Malqar Nazmuçula-Zantuwdu, Mingi Taw, No: 3, Nalçik, 1993, s. 19-28. [23] Aqbaylanı M.O. vd., Qaraçay Poeziyanı Antologiyası, s. 7; Urusov K.S.B., Hatuyev R.T., Nahuşev R.T., Temirov S.S., İzvestnıe Lüdi Karaçayevo-Çerkesii Kratkiy Biografiçeskiy Slovar, Tom: 1, Çerkessk, 1997, s. 94. [24] Xabiçlanı M.A., Qoçxarlanı Qasbot-Xalq Cırçılanı Tamadası, Çerkessk, 1986, s. 6-42; Ortabayeva, R.A.K., Bagır ulu i Ego Pesennoe Tvorçestvo, Folklor Narodov Karaçayevo-Çerkesii Janr i Obraz, Çerkessk, 1988, s. 67-93; Xubiylanı M.A., Süyünçlanı A.A., Laypanlanı Q.T., Qaraçay Literatura, Çerkessk, 1988, s. 25-35; Xubiylanı Magomet., Batmaz Culduznu Carıgı, Çerkessk, 1989, s. 222-226. [25] Akbayev M.O. vd., Qaraçay Poeziyanı Antologiyası, s. 109-116, 133-137; Ortabayeva R.A.K., Kagiyeva N.M., Kalay ulu i Ego Kukolnıy Teatr, Voprosı Folklora Narodov Karaçayevo-Çerkesii, Çerkessk, 1983, 105-148; ; Xubiylanı M.A. vd., Qaraçay Literatura, s. 43-48. [26] Töppelanı Alim., Meçilanı Kâzim-Nazmula Kitabı, [Al söz: Quliylanı Qaysın], Nalçik, 1984, s. 5-16; Töppelanı A.M., Meçilanı Kâzim-Çıgarmalarını Ekitomlugu, Birinçi Tomu, Nalçik, 1989, s. 11-129. [27] Semenlanı Sımayıl., Cırla bla Nazmula, Moskova, 1992, s. 3-29; Töppelanı Alim., Malqar Adabiyat, Nalçik, 1995, s. 141. [28] Nevruz, Yılmaz., Karaçayca Bir El Yazması Mecmua ve Yusuf Haçir’in Dinî Manzumeleri, Türk Kültürü Dergisi, Sayı: 218, Ankara, 1981, s. 164-184; Sılpagarlanı Yılmaz Nevruz., Haçırlanı Yusuf’dan Din Nazmula-Cennet, Karcurt [Birleşik Kafkasya

Page 148: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Dergisi eki], Sayı: 1, Eskişehir, 1996 [ve muhtelif sayılar]; Sılpagarlanı Yılmaz Nevruz., Malkarlı Muhammatnı Din Nazmuları-Duniyanı Halları, Karcurt [Birleşik Kafkasya Dergisi eki], Sayı: 4, Eskişehir, 1997 [ve muhtelif sayılar]. [29] Sılpagarlanı Dr. Yılmaz Nevruz., Esgerivlerim-Kart Atam Geriy Efendi, Karcurt [Birleşik Kafkasya Dergisi eki], Sayı: 2, Eskişehir, 1997, s. 2-3. [30] Töppelanı A.M., Meçilanı Kâzim-Çıgarmalarını Ekitomlugu, s. 11-129; Balkan, Vedat., Kâzim Meçi’nin Doğumunun 140. Yılı Anısına, Birleşik Kafkasya Dergisi, Sayı: 20, Eskişehir, 1999, s. 35. [31] Aqbaylanı M.O. vd., Qaraçay Poeziyanı Antologiyası, s. 139-144; Xubiylanı M.A. vd., Qaraçay Literatura, s. 49-53. [32] Bilimgotlanı Münir-Laypanlanı Raşid., Leninni Bayragı-Tuwganı Emda Ösüw Colu, Zamannı Awazı, Çerkessk, 1975, s. 162, 165-166; Aqbaylanı M.O. vd., Qaraçay Poeziyanı Antologiyası, s. 149-162; Qarakötlanı İssa., Erkinlikni Sawgası, Stavropol, 1980, s. 7-13; Xubiylanı M.A. vd., Qaraçay Literatura, s. 80-121. [33] Baskakov N.A. [Redaktör], Appayev A.M., Ahmatov İ.H., Bayramkulov A.M., Boziyev A.Ü., Goçiyayeva S.A., Jaboyev M.T., Musukayev B.H., Sottayev A.H., Habiçev M.A., Qaraçay-Malqar Tilni Grammatikası, Nalçik, 1966, s. 40; Bilimgotlanı-Laypanlanı., Leninni Bayragı-Tuwganı Emda Ösüw Colu, s. 162, 165-166; Xubiylanı M.A. vd., Qaraçay Literatura, s. 11. [34] Pröhle, Wilhelm., Karatschajisches Wörterverzeichnis, Keleti Szemle, No: 10, Budapest, 1909, s. 83-150; Pröhle, Wilhelm., Karatschajische Studien, Keleti Szemle, No: 10, Budapest, 1909, s. 215-304; Pröhle, Wilhelm., Balkarische Studien-I, Keleti Szemle, No: 15, Budapest, 1914/1915, s. 165-276; Pröhle, Wilhelm., Balkarische Studien-II, Keleti Szemle, No: 16, Budapest, 1915/1916, s. 104-243; Nemeth., Gyula., Kumük Es Balkar Szojegyzek, Keleti Szemle, No: 12, Budapest, 1911, s. 91-153. [35] Xubiylanı M.A. vd., Qaraçay Literatura, s. 10-11. [36] Aslanbek, Mahmut., Şimali Kafkasya’da Karaçaylıların İmhası, Kafkasya, No: 4-5, Münich, 1951, s. 20, 26; Karayeva, A.İ., Oçerk İstorii Karaçayevskoy Literaturı, Moskova, 1966, s. 124-125; Qaralanı Asiyat., Qaraçay Literaturasını Oçerki, s. 127-162; Karça, Ramazan., Kuzey Kafkasya Edebiyatı Üzerine, Dergi, Sayı: 57, 1969, s. 36-40; Süyünçlanı Azamat., Appa ulu Hasan, Miyikge, Çerkessk, 1974, s. 282-315; Urusov K.S.B., Hatuyev R.T., Nahuşev R.T., Temirov S.S., İzvestnıe Lüdi Karaçayevo-Çerkesii Kratkiy Biografiçeskiy Slovar, Tom: 1, Çerkessk, 1997, s. 62-63. [37] Töppelanı Alim., Meçilanı Kâzim-Nazmula Kitabı, [Al söz: Quliylanı Kaysın], Nalçik, 1984, s. 5-16; Töppelanı A.M., Meçilanı Kâzim-Çıgarmalarını Ekitomlugu, s. 11-129; Mottaylanı Svetlana, Suvugan Otcaga, Nalçik, 1994, s. 16. [38] Xubiylanı M.A., Süyünçlanı A.A., Laypanlanı Q.T., Ana Literatura, Çerkessk, 1976, s. 62-70; Töppelanı Alim., Malqar Adabiyat, Nalçik, 1993, s. 3-67; Begiylanı Abdullah-Ölmezlanı Muradin., Malqar Poeziyanı Antologiyası, Nalçik, 1993, s. 93:111-128.

Page 149: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

_________________________________________________________ Adilhan Adiloğlu, Karaçay-Malkar Edebiyatı, Karaçay-Balkarlar: Tarih, Toplum ve Kültür, Karam Yayınevi, Ankara, 2003, s. 132-162

KARAÇAY-MALKAR NART DESTANLARI

Kafkasya coğrafyasında yaşayan halkların ortak kültür ürünlerinden biri olan Nart destanları, Karaçay-Malkar Türklerinin halk edebiyatında da önemli bir yer teşkil etmektedir. Karaçay-Malkar Türkleri dışında; Çerkes, Abhaz-Abaza, Oset, Çeçen-İnguş ve Kumuk Türklerinin folklorunda da yer alan Nart destanları birçok yönden birbirlerine benzemekle birlikte bu destanların her birinin kendisine has birtakım millî vasıfları barındırdığı ve aralarında bazı farklılıkların olduğu dikkat çekmektedir. Çerkes ve Abhaz-Abazaların Nart destanları eski Yunan mitolojisiyle benzerlikler gösterirken, Karaçay-Malkar Türklerinin Nart destanları ise eski Türk mitolojisiyle yakınlık göstermektedir. Karaçay-Malkar Nart destanlarında, tarih öncesine ait birtakım olağanüstü olaylar ve kahramanlar anlatılmaktadır.

KARAÇAY-MALKAR NART DESTANLARI

Adilhan Adiloğlu

Özet [ s. 196 ] Kafkasya coğrafyasında yaşayan halkların ortak kültür ürünlerinden biri olan Nart destanları, Karaçay-Malkar Türklerinin halk edebiyatında da önemli bir yer teşkil etmektedir. Karaçay-Malkar Türkleri dışında; Çerkes, Abhaz-Abaza, Oset, Çeçen-İnguş ve Kumuk Türklerinin folklorunda da yer alan Nart destanları birçok yönden birbirlerine benzemekle birlikte bu destanların her birinin kendisine has birtakım millî vasıfları barındırdığı ve aralarında bazı farklılıkların olduğu dikkat çekmektedir. Anahtar Sözcükler Karaçay-Malkar Nart Destanları, Nart Kahramanları Abstract Nart eposes, which are one of the common cultrual values of peoples on Caucasian geographical area, have an important place in folk literature of Karachay-Malkar Turks. Nart eposes take place, apart from the Karachay-Malkar Turks, in the folklore of Circassians, Abkhasians-Abazins, Ossets, Chechens-Ingushes and Kumuk Turks. These eposes are smilar from many aspects. But, it is remarkable that each of then contains spesific national characteristic and that there are some differences between

Page 150: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

then. Key Words Nart Eposes of Karachay-Malkar, Nart Heroes Kafkasya coğrafyasında yaşayan halkların ortak kültür ürünlerinden biri olan Nart destanları, Karaçay-Malkar Türklerinin halk edebiyatında da önemli bir yer teşkil etmektedir. Karaçay-Malkar Türkleri dışında; Çerkes, Abhaz-Abaza, Oset, Çeçen-İnguş ve Kumuk Türklerinin folklorunda da yer alan Nart destanları birçok yönden birbirlerine benzemekle birlikte bu destanların her birinin kendisine has birtakım millî vasıfları barındırdığı ve aralarında bazı farklılıkların olduğu dikkat çekmektedir. Çerkes ve Abhaz-Abazaların Nart destanları eski Yunan mitolojisiyle benzerlikler gösterirken, Karaçay-Malkar Türklerinin Nart destanları ise eski Türk mitolojisiyle yakınlık göstermektedir (Adiloğlu, 1997:577). Karaçay-Malkar Nart destanlarında, tarih öncesine ait birtakım olağanüstü olaylar ve kahramanlar anlatılmaktadır. Destanların dokusunda gerçek ile hayal iç içedir. Bütün Türk boylarının sözlü geleneğinde olduğu gibi, Karaçay-Malkar Nart destanlarının büyük [ s. 197 ] bir kısmı “cır” (destan) şeklinde ve belli bir makamla söylenmektedir (Adiloğlu, 1993/4:7-9). Karaçay-Malkar Nart destanları hakkında ilk bilgileri veren P. Ostryakov notlarında şöyle söylemektedir: "Sıbızgı (kaval) adı verilen müzik aletiyle ve küçük tahta parçalarının belli bir tempoyla birbirine vurularak ortaya çıkarılan armoni eşliğinde halk ozanları destanlar söylemektedir. Halk ozanlarının çevresine toplanan kimseler de büyük bir dikkat ve hayranlıkla onları dinlerler. Destanların her birinin kendisine ait farklı bir makamı vardır.” (Ostryakov, 1879:700). G.N. Potanin, Kafkas Nart destanlarının kökenini Altaylı kavimlere yani Türk-Moğol kültürüne bağlamaktadır. Ona göre, Türk-Moğol destanlarıyla büyük benzerlikler gösteren Kafkas Nart destanlarının teşekkülünde Altaylı göçebe kavimlerin büyük rolü vardır (Potanin, 1899:1-4, 384-508, 841-856). A.N. Dyaçkov-Tarasov Nart destanları için şöyle söylemektedir: “Orta Asya’dan Avrupa’ya gerçekleşen büyük göç sırasında Kafkasya bölgesi yol güzergahı üzerindeydi. Karaçay-Malkar Nart destanlarında bu büyük göçün izleri çok açık bir şekilde görülmektedir. Nart hikayelerinde iyilik ile kötülüğün, karanlık ile aydınlığın savaşması, yer altı ve yer üstündeki birtakım yaratıklar ve devler ile Nart kahramanlarının mücadeleleri anlatılmaktadır. Bu konuların tamamı bütün göçebe halkların destanlarında da görülmektedir.” (Dyaçkov-Tarasov:1898:72). M.V. Rklitskiy ise diğer Kafkas Nart destanlarındaki başı sonu belli olmayan ve bazı anlaşılmaz karmaşık bölümlerin Karaçay-Malkar Nart destanlarında açıklığa kavuştuğunu söylemektedir (Rklitskiy, 1927:28). “Nart” Kelimesinin Anlamı ve Kökeni

Page 151: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Karaçay-Malkar Türkçesinde ve Kafkas dillerinde kullanılan “nart” kelimesinin anlam olarak Türkçedeki tam karşılığı “alp” kelimesidir. Yani “nart” kelimesi; “yiğit, cesur, mert, kahraman” ve benzeri birçok kelimenin anlamını bünyesinde toplayan bir kelimedir. Nart” kelimesinin anlamı hakkında en güzel tarifi Safar-Aliy Orusbiy yapmıştır: “Karaçay-Malkar Türklerinde bir kimseyi övmek için söylenebilecek en güzel söz ‘Nart gibi güzel endamlı ve her bakımdan mükemmel vasıflara sahip kişi’ şeklindedir. Karaçay-Malkar Türkleri bir kimsenin herhangi bir davranışını çok beğendiği zaman o kimseyi takdir etmek için ‘Nartça’ (Nart gibi) yakıştırmasını yapar. Bu [ s. 198 ] örneklerden de anlaşılacağı üzere, Karaçay-Malkar Türklerindeki ‘nart’ kelimesi ‘her bakımdan mükemmel vasıflara haiz kimse’ anlamına gelmektedir. Halktan derlediğim malzemeye göre Nartlar uzun boylu, iri yapılı, güçlü, dayanıklı, sert duruşlu, zor işlerin kolayca üstesinden gelebilen kahraman özelliklerine sahip kimselerdir. Nartlar hayatın zorluklarıyla karşılaşmaktan ve bu zorluklarla mücadele etmekten zevk almaktadırlar. Nartlar bir sefere çıktıkları zaman birtakım zorluklarla ve engellerle karşılaşmayı arzu ederler. Böylece onlar kendi yiğitliklerini sınamış olacaklardır. Karaçay-Malkar Türkleri, Nartları işte bu şekilde anlatırlar.” (Urusbiyev, 1881:II). “Nart” kelimesinin kökeni hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. İlk olarak, Şora B. Noghumuka, “nart” kelimesinin “nar” (göz) + “ant” (Ant kavmi) şeklinde iki ayrı kelimeden teşekkül ettiğini ve bunun da Adige (Çerkes) dilinde “Ant’ın gözü” anlamına geldiğini söylemektedir. Ş. B. Noghumuka’ya göre “nart” (< nar + ant) kelimesi Çerkeslerin ataları olan Antlarla ilişkilidir (Noghumuka, 1974:16). Fakat, Çerkes dilinde “göz” kelimesinin karşılığı “nar” değil “ne”dir. Ayrıca, tarihte “Ant” adıyla anılan bu kavim; Slav, Alan ve Türk kabilelerinden müteşekkil bir kavimdir. Dolayısıyla bu kavmin Çerkeslerle bir ilgisi yoktur. Asker M. Hadagatl da, Ş.B. Noghumuka gibi, “nart” kelimesinin Adige (Çerkes) dilinde “nar” (göz) + “te~ten~tın” (vermek) şeklinde iki ayrı kelimeden teşekkül ettiğini ve bunun da “göz vermek”, “gözünü budaktan sakınmamak” anlamlarına geldiğini söylemektedir (Gadagatl, 1967:206). B.H. Balkarov ise /t/ sesinin Adige ve Abhaz dillerinde çokluk anlamı veren bir ek olduğunu fakat kelimenin kökü olan “nar” kelimesiyle birlikte hiçbir anlam ifade etmediğini söylemektedir (Balkarov, 1965:55-56). Çerkes dilinde “nar” şeklinde bir kelime olmadığı gibi, bu dildeki çokluk eki “-t” değil, “-khe”dir. M. S. Tuganov, “nart” kelimesini Oset diliyle açıklamaya çalışmaktadır. Ona göre bu kelime “na” + “art” şeklinde iki ayrı kelimeden teşekkül etmekte ve “bizim ateşimiz”, “bizim ocağımız” anlamlarına gelmektedir (Tuganov, 1977:127-148). Şalva D. İnal-İpa, “nart” kelimesinin Abhaz dilinde “annenin ailesi” veya “annenin çocukları” şeklinde açıklanabileceğini söylemektedir (İnal-İpa, 1949:111-116). L. G. Lopatinskiy, “nart” kelimesi ile Farsça “merd” (alp, yiğit, cesur), Ermenice “mard” (insan) ve Gürcü-Svanca “mar” (insan) [ s. 199 ] kelimelerini karşılaştırmakta ve “nart” kelimesinin kaynağını bu kelimelerde aramaktadır (Bayramukov, 1998:37). “Nart” kelimesi ile Farsça “merd” kelimesi arasında morfolojik ve semantik bakımdan bir ilişki olduğu düşünebilir. Ancak, iki kelime arasındaki /m/ > /n/ ses değişikliğinin Farsça’nın dil hususiyetleri göz önüne alınarak bilimsel bir şekilde açıklanması gerekir. Georges Dumezil ise “nart” kelimesiyle ilgili iki farklı görüş ileri sürmüştür. İlk olarak bu sözün eski Hint-İran dilinde “nrit” (dans etmek) kelimesinden türemiş olacağını; ikinci

Page 152: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

olarak da bu kelimenin kaynağını yine eski Hint-İran dilinde “nar” (erkek) kelimesinden almış olabileceğini söylemektedir. G. Dumezil, Kafkas Nart destanlarının kökenini, Hint-Avrupa dil ailesine mensup olan Osetlerin Nart destanlarına bağlamaktadır (Dumezil, 1976:19; Dumezil, 2000:72-73). Vladimir İ. Abayev, “nart” kelimesinin Moğolca olduğunu ileri sürmekte ve bu kelimeyi “nar” (güneş) + “t” (çokluk veya soy bildiren ek) şeklinde tahlil ederek bu kelimenin “Güneşin Çocukları” ve “Kurdun Çocukları” şeklinde iki farklı anlama geldiğini söylemektedir. V.İ. Abayev’e göre “nart” kelimesi M.S. 13-14. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Destanlarda anlatılan Nart kahramanları Alanlardır. Yani, Moğollar Alanlara “Nart” adını vermişlerdir. Alanlar ise bugünkü Osetlerin atalarıdır. Sonuç olarak Kafkas Nart destanlarının ana kaynağı Oset Nart destanlarıdır (Abayev, 1978:28-29, 35; Abayev vd., 1999:15). Umar Bayramuk ise “nart” kelimesinin kökeni hakkında V.İ. Abayev’in etimolojisine aynen katıldığını, fakat “nart” kelimesinin çok eski tarihlerden beri Orta Asya bozkırlarında kullanıldığını, Cengiz Han’ın Kafkasya’yı istila etmesiyle birlikte bu kelimenin Kafkasya’ya geldiğini söylemektedir. U. Bayramuk’a göre Moğollar “nart” kelimesini “güneşin çocukları” anlamında Hunlar için; “kurdun çocukları” anlamında ise Kök-Türkler için kullanmışlardır (Bayramuklanı, 1982:249-257; Bayramukov, 1993:56-79; Bayramukov, 1998:37-39). Magomet Habiç, “nart” kelimesinin Moğolca “nert” (meşhur, ünlü, tanınmış, önemli) kelimesinden kaynaklandığını ileri sürmektedir. Ona göre Moğolcadaki “nert” kelimesi; Buryatça “nertey” (nam salmış adam), Kalmukça “nerte” (nam salmış adam), Marice “nar-edem” (güçlü, kuvvetli adam); Karaçay-Malkar Türkçesinde “nart” (alp, kahraman), Kumuk Türkçesinde “nart” (alp, kahraman), Karakalpak Türkçesinde “nart” (alp, kahraman), Sagay Türkçesinde “nart” (alp, kahraman), Saha (Yakut) Türkçesinde “nar” (becerikli, vasıflı insan), Çuvaş Türkçesinde “nar” (koyu kırmızı, kızıl [ s. 200 ] yüzlü, güzel endamlı) kelimelerine kaynaklık etmiştir (Habiçlanı, 1973:217-219; Habiçev, 1998:33-36). Murat Karaköt, Şor ve Sagay Türklerinde kahramanlık hikaye ve destanları için “nart-pak” kelimesinin kullanıldığını söylemekte ve bu kelimenin kavimler göçüyle paralel olarak Sibirya bölgesinden Kafkasya’ya geldiğini ileri sürmektedir (Karaketov, 1995:55). M. Habiç’in “nart” kelimesinin Sagay Türkçesinde “kahraman, cesur” anlamına geldiği şeklindeki görüşü ile M. Karaköt’ün Şor ve Sagay Türklerinde kahramanlık hikaye ve destanları için “nart-pak” kelimesinin kullanıldığı şeklindeki görüşü dikkat çekmektir. Hakikaten, Sagay Türkleri ile Mras ırmağının yukarı kısımlarında yaşayan Şor Türkleri kahramanlık hikayesi (bogatırskaya skazka) için “nartpak” kelimesini kullanmakta ve bu hikayeleri anlatan kimseleri de “nartpakçı” şeklinde adlandırmaktadırlar (Dırenkova, 1940:IX-X). Ben de buradan hareketle, başka bir yazımda, Sagay Türkçesindeki “nartpak” kelimesi ile Karaçay-Malkar Türkçesi ve Kafkas dillerinde kullanılan “nart” kelimesinin aynı kelimeler olduğunu, “nartpak” kelimesinin Türk kavimlerinin Orta Asya’dan batıya doğru göçleri sırasında Kafkasya’ya taşındığını, daha sonra değişime uğrayarak “nart” şeklini aldığını ileri sürmüş ve sonuçta bu kelimenin Türkçe bir kelime olduğunu söylemiştim (Adiloğlu, 1997:587). Ancak, Prof. Dr. İsa Özkan’ın Türk boylarının sözlü edebiyatında “destan, efsane, masal, bilmece” anlamında kullanılan “nımah~comok~cumbak~yomak~comak”

Page 153: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

kelimeleri hakkında yaptığı etimoloji çalışmasından; Sagay Türkçesindeki “nartpak” kelimesinin, “nart” (kahraman) + “pak” (hikaye) şeklinde iki ayrı kelimenin birleşmesinden meydana gelmiş bir kelime değil, yapı bakımından fiilden türemiş tek bir kelime olduğu anlaşılmaktadır. İ. Özkan’ın söz konusu bu kelimeler üzerine yaptığı etimolojiye göre “yumak” kelimesi, “kapamak, örtmek” anlamına gelen “yu-” fiilinden türemiştir (Özkan, 1998:370). “Yumak” kelimesinin ikinci hecesi “-mak”ın fiilden isim yapım eki olduğu açıktır. “Yumak” kelimesi, Hakas Türkçesinde “nımak~nımah” şeklindedir. Hakas Türkçesinde orta hecede /m/, /n/, /ñ/ gibi sesler taşıyan kelimelerin başındaki /y/ ünsüzü gerileyici benzeşmeye uğrayarak /n/ sesine dönüşmektedir. Bu sebeple “yumak” kelimesi Hakas Türkçesinde “nımah” şekline girmiştir (Özkan, 1997:30). Sagay Türkçesindeki “nartpak” kelimesinin son hecesindeki “-pak” (< mak) kelimesi fiilden isim yapım eki olduğuna göre kelimenin ilk hecesindeki “nart-” kelimesinin de fiil olduğu ortaya çıkmaktadır. Yani “nartpak” kelimesi “nart-” fiilinden türetilmiş tek bir kelimedir. İ. Özkan’ın çalışmasında “nartpak” kelimesiyle veya “nart-” fiiliyle [ s. 201 ] ilgili bir etimoloji yapılmamıştır. Burada ilave olarak, “nartpak” kelimesinin /n/ nañmır (yağmur), yeñ > neñ (yen), yelke > nelke (ense), vs. (Habiçlanı, 1973:224). Sonuç olarak, “nart” kelimesinin kökeni hakkındaki görüşlerden bizce en mantıklı olanı M. Habiç’in ortaya koyduğu görüştür. Hakikaten de Moğolcada “nert” (meşhur, ünlü, tanınmış, önemli) şeklinde bir kelime vardır (Luvsandendeva, 1957:287; Hacilayev, 1970:57). “Nart” kelimesinin kökeni hakkında daha iyi bir açıklama ortaya konulana kadar, Moğolcadaki “nert” kelimesinin Karaçay-Malkar Türkçesi ile Kafkas dillerinde kullanılan “nart” kelimesine kaynaklık ettiğini söyleyebiliriz. Nart Kahramanları Karaçay-Malkar Nart destanlarının merkezinde olaylar ve kahramanlar vardır. Kahramanların hayat tarzları, yaşadıkları yurtlar ve tabiatla ilgili tasvirler birer ayrıntı olarak kalmaktadır. Destanlarda Nart kahramanlarının yiğitlikleri, düşmanlarına karşı yaptıkları mücadeleler, çirkin ve insanüstü dev yaratıklarla yaptıkları savaşlar anlatılır. Nart kahramanları daha çok yiğitlik ve dinamizm yönünden karakterize edilmektedir. Onların savaş tutkuları, cesaretleri, halkı birtakım canavar ve devlere karşı korumaları; halkın hayatını kolaylaştırmak için gösterdikleri çabalar ve buldukları pratik çözümler Nart kahramanlarının en belirgin özellikleridir. Olağanüstü özelliklerle kuşatılan Nart kahramanları yiğitliğin, cesurluğun ve mertliğin sembolüdürler. Onlar korkunun ne olduğunu bilmezler ve hatta ölümden bile korkmazlar. Ayrıca, Nart kahramanlarının her birinin kendine has özellikleri de vardır. Yani bu kahramanlar “tip” değil, hepsi farklı birer “karakter”dir (Adiloğlu, 1993:7-9). Karaçay-Malkar Türkleri destanlarda anlatılan Nart kahramanlarının gerçekten yaşadıklarına inanırlar ve onları kendi ataları olarak kabul ederler. Bunun için “atasözü” kelimesi yerine “nart-söz” kelimesini kullanırlar. Karaçay-Malkar Türkleri destanlarda adı geçen Nart kahramanlarına büyük saygı duyarlar ve onlar için birtakım törenler yaparlardı. Çegem bölgesinde eskiden El-Tübü köyü sakinleri bir çocuk doğduğu zaman, “Nart-Taş” adı verilen büyük kayalığın yanında, doğan çocuk için kurban keserler ve yeni doğan çocuğu adı [ s. 202 ] geçen kayalığın tepesinden dökülen suda yıkarlardı. Daha sonra doğan çocuk eğer erkek ise şöyle bir dilekte bulunurlardı:

Page 154: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Nart Debet gibi demirci ol Nart Şavay gibi yiğit ol Nart Sosuruk gibi meşale ol Halkına tatlı, hoş gönüllü ol. Çocuk eğer kız ise onun için yapılan dilek şöyleydi: Satanay gibi dolunay ol Etrafın hep düğün-dernek olsun Adın olsun yer tanrısından bereket Eksilmesin köyünden, evinden bereket. (Haciyeva, 1988:10). Karaçay-Malkar Nart destanlarına göre, Nart kahramanlarının yaşadıkları yerler Koban vadisi dolaylarıdır. Ancak Nartların seferlere çıktığı ve savaştıkları yerler İtil (Volga) ırmağına kadar uzanmaktadır. Karaçay-Malkar Nart destanlarında anlatılan kahramanların adlarının bir kısmı şöyledir: Debet, Satanay, Örüzmek, Sosuruk, Alavgan, Şavay, Sibilçi, Batraz, Şırdan, Cönger, Raçıkav, Gilastırhan, Sozuk, Bolat Hımıç, Açemez, Hubun, Bödene, Çüyerdi, Bora Batır vs. Karaçay-Malkar Nart destanlarında anlatılan Nart kahramanlarının sayısı oldukça fazladır. Şimdi bunların içinde destanlardaki konumları bakımından en önemli olanlarını kısaca anlatmaya çalışalım. Debet ~ Devet Karaçay-Malkar Nart destanlarında Debet’in, Gök ile Yer’in oğlu olduğu anlatılır. Tanrılar ilk olarak Debet’i yaratmışlardır, diğer Nart kahramanları Debet’ten türemişlerdir. Debet’in kalbi ve kanı ateşten yaratılmıştır. Debet sadece ilk Nart değil, aynı zamanda Nartların hem ilk demircisi, hem de ilk öğretmenidir. Tanrılar, Debet’i Elbruz dağının eteklerinde yaratmışlardır. Debet, demir madenini ve demirden çelik yapmasını burada öğrenmiştir. Debet, demirin ve diğer madenlerin dilini bilmekte, kızgın demiri çıplak elleriyle döverek kolayca işleyebilmektedir. Bundan başka, kuşlarla ve diğer yabani hayvanlarla konuşabilme yeteneğine sahiptir. Kılıç, balta, mızrak, ok gibi silahları, silah işlemeyen zırhları ve at nalını ilk defa Debet yapmıştır. Eğer, Debet’in yaptığı silahlar olmasaydı Nartlar düşmanlarına karşı zaferler kazanamayacaklardı. Debet’in yaptığı silahlar meteor (göktaşı) alaşımlıdır. Bu yüzden Nartların kılıçları çok sağlamdır ve değdiği yeri kağıt gibi kesmektedirler. Karaçay-Malkar Nart destanlarında, Debet’in ölmediği, gökte yaşadığı ve orada [ s. 203 ] demircilik yaptığı anlatılır. Nart ülkesinde yapılacak bir iş kalmadığından, Debet kendisine demirden kanatlı bir araba yaparak gökyüzüne göçer ve orada demircilik sanatına devam eder. Yıldızlar, Debet’in örsünden sıçrayan kıvılcımlardan oluşmuştur. Geceleyin gökyüzünde bir yıldızın kaydığını görürseniz bilin ki bu kayan yıldızlar Debet’in gökyüzündeki atölyesinde demir döverken çıkardığı kıvılcımlardır. Nartların demircisi Debet hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. M. Habiç, bu kahramanın adıyla ilgili değişik varyantlar toplamış ve bunları etimolojik açıdan incelemiştir. “Debet” kelimesinin varyantları: “Tavas”, “Davat”, “Devet”, “Debet” şeklindedir. M. Habiç bunlardan “Tavas” ve “Devet” kelimelerini esas almıştır. M. Habiç, “Tavas” kelimesini, “tav” (dağ) + “As” (As kavmi) şeklinde; “Devet” kelimesini ise “dev” (dev~kuvvetli) + “et” (çokluk eki) şeklinde açıklamıştır (Habiçlanı, 1973:220). İsmail Mızı, Karaçay-Malkar Türklerinde “Debo” adının çok kullanıldığını bunun da

Page 155: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

“Debet” kelimesiyle bir ilgisi olduğunu ileri sürmektedir. Ona göre, “Debo” kelimesi eski Türk kavimlerinden biri olan “Tobolar”ın (Tobalar~Topalar) adından miras kalmıştır. İ. Mızı’ya göre “Debo” kelimesi ile çokluk veya soy bildiren “et” ekinin birleşmesiyle de ortaya “Debet” kelimesi çıkmıştır (Miziyev, 1991:161). İ. Mızı bunun dışında “Debet” kelimesi ile İskitlerin aile-ev-ocak tanrıçası “Tabiti” arasındaki kelime benzerliğe dikkat çekmekte, bu iki kelime arasında bir ilişkinin olabileceğini söylemektedir (Mızıulu, 1993:28). Mahti Curtubay ise “Debet” kelimesini “dıp~tıp” (ateş~ateşli) + “bet” (yüz) şeklinde iki ayrı kelimenin birleşmesinden meydana geldiğini bunun da “güneş” anlamına geldiğini söylemektedir. M. Curtubay’a göre, Karaçay-Malkar Türkleri eskiden güneşe “Dıpbet” diyorlarmış ve bu kelime daha sonra Nartların demircisi Debet’in adı olmuştur (Curtubayev, 1991:157). Yukarıda aktarılan “Debet” kelimesiyle ilgili görüşlerin hepsi şekil ve anlam bakımından yetersizdir. Ben bundan önceki çalışmalarımda, demircilik sanatıyla meşhur Davut peygamberin Karaçay-Malkar Nart destanlarına demirci Debet olarak girdiğini ve Davut peygamber ile demirci Debet arasındaki benzerlikleri ilk defa ortaya koymuştum (Adiloğlu, 1997:589; Appa, 1998/16:25-27; Appa, 1999/17:38-39). Davut peygamberle ilgili rivayetlerde, bir kral olmakla birlikte onun aynı zamanda usta bir demirci olduğu anlatılır. Davut peygamberin adı Kuran-ı Kerim’de 16 kere geçer. Peygamberliği dışında kendisine has bazı özelliklerinin dile getirildiği bu ayetlerden [ s. 204 ] ayrı olarak, sahih hadislerde de “Davut” adından çokça bahsedilir (Bursalı, 1991:18-67; Aydemir, 1996:151-185). Davut peygamberin demircilik sanatı ve diğer vasıfları Kuran-ı Kerim’de şöyle anlatılmaktadır: “Allah ona (Davut’a) hükümdarlık ve hikmet verdi, dilediği ilimlerden ona öğretti” (Bakara-251). “Ona (Davut’a), sizi savaşta korumak için zırh yapma sanatını öğrettik, artık şükreder misin?” (Enbiya-80). “Ona (Davut’a) demiri de yumuşattık. Uzun zırhlar yap, onları dokumada intizamı gözet diye buyurduk” (Sebe-10-11); (Bursalı, 1991:18-67). İslamî rivayetlerde, Davut peygamberin demiri ateşte kızdırmadan, demiri dövmek için örse, çekice ve balyoza muhtaç olmadan çıplak elleriyle demiri hamur gibi eğip büktüğü ve demire dilediği gibi şekil verdiği anlatılır. Aynı rivayetlere göre, Davut peygamberin dağlarla, taşlarla ve kuşlarla konuşabilme yeteneği de vardır. Kendisinden sonra kral ve peygamber olan Hz. Süleyman’ın da babası olan Davut peygamberin 19 oğlu olmuştur (Bursalı, 1991:18-67). Karaçay-Malkar Nart destanlarının demircisi “Debet” ya da “Devet” isminin kökeni “Davut” isminden gelmektedir. Debet, aynı Davut peygamber gibi çıplak elleriyle kor halindeki demiri eğip bükebilmekte, ona dilediği şekli verebilmektedir. Yine, Davut peygamber gibi ateşin, taşların ve kuşların dilini de bilmektedir. Davut peygamber ile demirci Debet arasındaki bu benzerliklerin dışında başka bir benzerlik de her ikisinin de 19 oğlu olmasıdır. Ayrıca, Davut peygamber ve demircilik sanatı Kırgız, Kazak ve Tarancı Türklerinin sözlü edebiyat ürünlerine de girmiştir. Davut peygamber, Orta Asya Türk boylarında demirciliğin piri olarak kabul edilir (İnan, 1995:121-123-133-141). Bilindiği üzere M.S. 7-10. yüzyıllar arasında Kafkasya coğrafyasının hakimi olan Hazar Türkleri Musevilik inancına sahip idiler. Musevilik inancında Davut peygamber bir kahramandır. Hazar Kağanlığının dağılmasından sonra Hazar Türk kabileleri Kafkasya’da yaşayan halklar arasına karışmışlardır. Hazar kökenli bu kabileler beraberlerinde getirdikleri kültür unsurlarını Kafkas halklarına taşımışlardır. Karaçay-Malkar Nart destanlarındaki Demirci Debet ile Davut peygamber arasındaki

Page 156: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

benzerliklerin bir tesadüf olması imkansızdır. Eldeki verilerden Davut peygamberin Karaçay-Malkar Nart destanlarında birtakım değişiklere uğrayarak Nartların demircisi Debet kimliğine büründüğü çok açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Alavgan Karaçay-Malkar Nart destanlarında, Alavgan’ın dev gibi iri yapılı ve çok kuvvetli olduğu anlatılır. Alavgan çok sayıda “emegen” (dev) öldürmüştür. Ayrıca devlerin kazanını çalıp Nartlara getirmiştir. [ s. 205 ] Bu kazanın içine kırk tane öküzün eti sığmaktadır. Alavgan, Nartların demircisi Debet’in on dokuz oğlundan en büyük olanıdır. Debet, Alavgan dışında, oğullarının hepsini evlendirmiştir. Alavgan, dev gibi iri yapılı biri olduğundan ona Nartlardan uygun bir eş bulunamamıştır. Alavgan bu yüzden “emegen” (dev) kadınlardan biriyle evlenmek zorunda kalmıştır. Bir başka yazımda ilk defa, Karaçay-Malkar Nart destanlarındaki demirci Debet’in başlangıçtaki adının “Alogan” veya “Al-Ogan” şeklinde olduğunu ve daha sonra Hazar-Musevi kültürünün etkisiyle demircilik sanatıyla meşhur Davut peygamberin adının “Debet” şeklinde değişerek Karaçay-Malkar Nart destanlarına kaynaklık ettiğini, “Alogan” adının ise tamamen unutulmayarak Karaçay-Malkar Nart destanlarında “Alavgan” adıyla Debet’in en büyük oğlu olarak yaşamaya devam ettiğini söylemiştim (Adiloğlu, 2001:29-32). Oset Nart destanlarının demircisinin adı “Kurdalagon”dur. G. Dumezil, “Kurdalagon” adının “kurd” (eski Osetçe demirci) sözü ile “Alag” (bir Nart sülalesi) sözünün birleşmesinden meydana gelmiş olabileceğini söylemektedir (Dumezil, 2000:63). V.İ. Abayev bu kelimenin ilk halinin “Kurdalavargon” şeklinde olduğunu söylemekte ve bu kelimeyi; “kurd” (eski Osetçe demirci) + ala (Alan kavmi) + varg (eski Osetçe kurt) + on (Osetçe oğul, soy bildiren ek) şeklinde açıklamaktadır. V.İ. Abayev bu hecelemeden “Alanların kurt soyundan olan demircisi” şeklinde bir anlam çıkarmaktadır. Mahti Curtubay ise, V.İ. Abayev’in bu açıklamasına karşı çıkarak öncelikle eski Osetçedeki “varg” (kurt) sözünün aslında Moğolca “barak” (köpek) sözünden kaynaklandığını, öte yandan Osetçede “kurd” (demirci) şeklinde bir kelimenin olmadığını ve bunun da Türkçe “kurt” kelimesinden kaynaklandığını ileri sürmektedir. M. Curtubay’a göre, Oset Nart destanlarındaki “Kurdalagon”un adı, Karaçay-Malkar Nart destanlarındaki “Alavgan”ın adından kaynaklanmaktadır. Ona göre, “Alavgan” adı, Oset Nart destanlarına “Kurd-Alagon” (Kurt soylu Alagon < Alavgan) şeklinde geçmiştir. M. Curtubay, “Alavgan” adının kökenini; “al” (ön, önce, ilk) + avgan (aşan, devrilen) şeklinde açıklamakta, bundan da “ilk oğlan” şeklinde bir anlam çıkarmaktadır. Karaçay-Malkar Türkçesinde “av-” fiili “aşmak, düşmek, devrilmek” anlamlarına gelir. M. Curtubay herhalde burada “avgan” kelimesini “gelen” anlamında düşünmekte ve bundan da “ilk gelen”, “ilk doğan”, “ilk oğlan” şeklinde bir anlam çıkarmaktadır. Bu açıklamasını da Alavgan’ın demirci Debet’in ilk oğlu olmasıyla desteklemektedir (Curtubayev, 1991:158-159). Gerek İslam öncesi, gerekse İslam sonrası Türklerin kültüründe bugüne kadar yaşayan halk inanışlarından biri de [ s. 206 ] “Al-Ruhu” veya “Albastı”dır. Karakter ve seciye itibariyle, bütün Türk boylarının halk inanışlarına göre “Al-Ruhu” genellikle loğusa kadınlara musallat olan kötü bir ruhtur. Fakat, Al-Ruhu tarih öncesi devirlerde Türklerin kültüründe kötü bir ruh değil, tam tersine güçlü ve koruyucu tanrılardan biri idi. Fakat daha sonraları Al-Ruhu, Türk kültüründe kötü bir ruh olarak tasavvur edilmiştir. Bununla

Page 157: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

birlikte tarihi devirlerde, Al-Ruhu’nun koruyucu ve iyi bir ruh olduğunu bildiren işaretler de yok değildir. Örneğin, Uranha-Tuba Türklerinin şaman dualarında Al-Ruhu koruyucu ve iyi bir ruh olarak telakki edilir. Yakut Türklerinde aile ocağı ateşine “Al-Ot” denir. Altay ve Kırgız Türklerinde “alka-” kelimesi “takdis etmek” anlamına gelir. Bütün Türk boylarında “alkış~algış” kelimesi “dua, takdis, dilek, tebrik” anlamlarında kullanılan bir kelimedir. “Alas” veya “alazlama” tabiri, eski Türk kültüründeki “ateşle ruhu kötülüklerden arındırma” ayinidir. “Al” sözünün “ateş” kültüyle alakalı olması bilhassa bu ruhun eski zamanlarda koruyucu ve iyi bir ruh olduğunu göstermekte, hatta bu Al-Ruhu’nun tarih öncesinde eski Türk kültüründe “ateş-tanrısı” olduğunu ortaya koymaktadır. Al-Ruhu ve Al sözünün kökenini ise Sumer kültüründe aramak gerekmektedir. Eski Türklerin ateş tanrısı “Al” ile Sumerlerin ateş tanrısı “Al” veya “Alu”nun bir olduğuna şüphe yoktur (İnan, 1987:259, 261, 263-266). Tarih öncesinin derin karanlıklarında kaybolmayarak, önce ateş tanrısı “Al” şeklinde ve daha sonra da kötü bir ruh şeklinde tasavvur edilerek “Al-Ruhu” şeklinde eski Türk kültüründe yer bulan Sumerlerin ateş tanrısı “Al”ın adı şüphesiz ki Karaçay-Malkar ve Oset Nart destanlarındaki “Alavgan” ve “Kurdalagon” adlarına da kaynaklık etmiştir. “Alavgan” kelimesini: “al” (ateş) + “awgan < ogan” (tanrı), yani “Ateş Tanrısı” şeklinde; “Kurdalagon” kelimesini de: “kurd < kurç” (demir-çelik) + “al” (ateş) + “agon < ogan” (tanrı), yani “Demirci-Ateş Tanrısı” şeklindeki tahlil, yukarıda ileri sürülen görüşlerin hepsinden daha mantıklı ve isabetlidir. Satanay ~ Satanay Biyçe Satanay’ın babası Güneş, annesi de Ay’dır. Satanay doğduktan kısa bir süre sonra Deniz Tanrısı onu alıp kaçırır ve bir adaya götürür. Satanay yıllarca bu adada mahsur kalır. Deniz Tanrısı oynaması için Satanay’a denizden çıkardığı yakut, elmas, mercan gibi değerli taşlar verir. Satanay bunların içinde en çok mercan taşlarını sever. Bu yüzden de Deniz Tanrısı ona “Satanay” adını verir. Satanay aradan uzun yıllar geçtikten sonra bir yolunu bulup adadan kaçmayı başarır. Günlerce ormanlarda, dağlarda dolaştıktan sonra Nartların ülkesine gelir ve burada Nartların lideri Örüzmek’le evlenir. Karaçay-Malkar Nart destanlarının kadın kahramanı olan Satanay güzelliğin ve bilgeliğin sembolüdür. Satanay birtakım doğa üstü [ s. 207 ] güçlere sahiptir. Satanay’ın sihir yapma gücü ve olacakları önceden sezme yeteneği vardır. Nartları perde arkasından yöneten Satanay’dır. Satanay’a danışmadan Nartlar hiçbir işe kalkışmazlar. Satanay, Nart kadınlarına yünden çuha yapmasını, elbise dikmesini, ekmek pişirmesini, boza yapmasını, sütten peynir ve yoğurt yapmasını öğretmiştir (Appa, 1993/6:17-22). Satanay kelimesinin etimolojisi hakkında bazı görüşler ileri sürülmüştür. Bunlardan birkaçı şöyledir; Çerkes araştırmacılara göre “Setenay” veya “Sataney” kelimesi Adige (Çerkes) dilindeki “se” (bıçak, kılıç) kelimesi ile “tın” (vermek) fiilinin birleşmesinden meydana gelmiştir ve bu kelime “bıçak~kılıç veren” anlamına gelmektedir (Özbay, 1990:18). M. Habiç’e göre “Satanay” kelimesi Sogdca kökenli “şad” (yüksek rütbeli asker) ve Türkçe “anay” (anne) kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir (Habiçlanı, 1973:226). U. Bayramuk ise “Satanay” kelimesinin “sata” (mercan) ve “anay” (anne) kelimelerinin birleşmesinden meydana geldiğini ileri sürmüştür (Bayramuklanı, 1982:255). Bunlardan başka “Satanay” kelimesinin “sat” (kutsal) + “anay” (anne) veyahut “satan” (çok güzel) + “ay” (Ay) kelimelerinin birleşmesinden meydana geldiğini ileri sürenler de olmuştur (Laypanov-Miziyev, 1983:66). G. Dumezil, yukarıdaki görüşlerden farklı olarak, Kafkas Nart destanlarındaki “Satanay”

Page 158: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

ile Alan kralının güzel kızı “Satinik”in birbirleriyle ilişkili olduğunu söylemekte, hatta bu ikisinin aynı kişiler olduğunu ileri sürmektedir (Dumezil, 1965:170). Alanlar ile Ermeniler arasında geçen bir savaşta, Alan kralının oğlu Ermeniler tarafından esir alınmış, taraflar arasındaki uzun görüşmelerden sonra, Ermeni kıralı Artaşes ile Alan kralının güzel kızı Satinik’in evlenmesiyle taraflar arasında barış yapılmıştır (Kırzıoğlu, 1992:38-39). Tarihte gerçekten yaşamış kişilerin birtakım değişikliklere uğrayarak destan ve efsanelere girmesi mümkündür. G. Dumezil’in Nart destanlarındaki “Satanay” adlı kadın kahraman ile Alan kralının kızı “Satinik” arasında bir bağlantı kurması göz ardı edilmeyecek bir fikirdir. Bana göre “Satanay” kelimesinin “şeytan” (veye “şeytanî”) kelimesiyle bir alakası vardır. Karaçay-Malkar Nart destanlarındaki “Satanay” ile Oset Nart destanlarındaki “Satana” veya “Şatana”nın birtakım sihir güçlerine sahip olduğu, gaipten ve gelecekten haber verdiği bolca işlenmektedir. Hatta, Karaçay-Malkar Nart destanlarında “Satanay” ismi birçok yerde “Bilgiç Satanay” (Kâhin Satanay), Kurtha Satanay” ve “Obur Satanay” (Büyücü Satanay) şeklinde geçmektedir. Bilindiği gibi büyücülük, kâhinlik vb. gibi işler eski toplumlarda “şeytan işi” olarak kabul edilirdi. Büyük bir [ s. 208 ] ihtimalle, toplum tarafından sevilmekle birlikte büyücülük, kâhinlik gibi “şeytanî” işlerde uğraştığından dolayı kendisinden korkulan, çekinilen bir kadın bir şekilde Nart destanlarına girmiştir. Belki bu kadın, gerçekte başka bir ismi olan fakat büyücülük ve kâhinlik gibi birtakım “şeytanî” işlerle uğraştığından dolayı “Satinik” (< Satanik) adıyla anılan Alan kralının güzel kızı olabilir. Örüzmek Karaçay-Malkar Nart destanlarında, Örüzmek, Nart kahramanları içinde akıllı ve ağır başlı kişiliğiyle anlatılır. Bütün Nart kahramanları onu örnek alırlar. Örüzmek, Nart kahramanlarının lideri ve Satanay’ın kocasıdır. Destanlarda Örüzmek’in anlatıldığı en meşhur bölüm, Örüzmek’in Nartları haraca bağlayan ve Nartların ülkesine yağmur yağmasını engelleyen “Kına Sakallı Kızıl Fuk”u öldürüp Nartları özgürlüğe kavuşturduğu bölümdür. Örüzmek’in doğuş motifi kısaca şöyledir; Nartların demircisi Debet günlerden bir gün dağlarda demir madeni ararken gökten bir meteorun düştüğünü görür. Debet, meteorun düştüğü yere gider. Meteorun düştüğü yerde derin bir çukur, çukurun içinde de küçük bir çocuk görür. Çocuk çukurun içinde dişi bir kurdu yakalamış ve onun sütünü emmektedir. Daha sonra, Debet bu çocuğu alıp Nartların ülkesine götürür. Örüzmek’in dişi bir kurdun sütüyle beslenmesi motifi, Karaçay-Malkar Nart destanlarındaki eski Türk mitolojisinin izlerini yansıtmaktadır.

Page 159: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Karaçay-Malkar Nart destanlarındaki Örüzmek’in adı; Oset Nart destanlarında “Urizmeg”, “Urızmag”, “Orazmag”, “Werizmeg”, “Wrıjmeg” ve “Vurijmeg” şeklinde; Adige (Çerkes) Nart destanlarında ise “Osirmeg”, “Osirmes”, “Wazermes”, “Wazırmes” ve “Werzemec” şeklinde geçmektedir (Noghumuka, 1974:53; Mijayev, 1988:5, 17; Abayev vd., 1999:151; Dumezil, 2000:74). M. Habiç, Karaçay-Malkar Nart destanlarındaki “Örüzmek” adını: “örüz” (ırmak) + “mek < bek” (bey, prens) şeklinde iki ayrı kelimenin birleşmesinden meydana geldiğini ileri sürmekte bunun da “ırmağın beyi, ırmağın sahibi, ırmağın efendisi” anlamına geldiğini söylemektedir (Habiçlanı, 1973:219). G. Dumezil ise Oset varyantındaki “Urizmeg” kelimesini “varaza” (erkek domuz) kelimesiyle ilişkilendirmiştir. Fakat bundan başka bir açıklama yapmamış ve kendisi de bu görüşün pek mantıklı olmadığını düşünmüş olacak ki etimolojisinin yanına bir soru işareti düşmüştür (Dumezil, 2000:74). M. Habiç ve G. Dumezil’in ileri sürdüğü görüşlerin yetersiz olduğu açıktır. Kafkas Nart destanlarındaki “Örüzmek”, “Urizmeg”, “Osirmeg” vs. adlı kahramanın adı tamamen Türkçe bir kelime olup, Dede Korkut destanlarındaki “Kazan oğlu Oruz Bek”ten ibarettir (Adiloğlu, 1993/4:7-10; Appa, 1993/6:17-22). Dede Korkut [ s. 209 ] destanlarının, Kafkas Nart destanları üzerindeki etkisi kimseyi şaşırtmamalıdır. Hatta, Dede Korkut’un mezarının Kazakistan’da (Kızılorda vilayetinde), Türkmenistan’da, Azerbaycan’da ve Türkiye’de (Bayburt’ta) olduğuna dair efsaneler dışında bir de Kafkasya’da olduğuna dair inanışlar ve ciddi tarihi bilgiler vardır. 1638 yılında Dağıstan’da Derbent şehrinin batısındaki bir tepede Dede Korkut türbesi olduğunu söyleyen Adam Olearius ünlü seyahatnamesinde şöyle söylemektedir: “Eskiden burada Okus (Oğuz) milletinden Kasan (Kazan) adlı bir hükümdar yaşarmış. Bu hükümdar, Lezgi denilen Dağıstan Tatarlarıyla korkunç savaşlar yaparken, tepe üzerindeki türbede yatan İmam Korkut kopuz çalarak Kasan (Kazan) adlı hükümdarı coşturup Lezgiler aleyhine savaşa kışkırtırmış.” A. Olearius’tan on yıl sonra Derbent’te bulunan Evliya Çelebi’nin notlarında Dede Korkut’tan şöyle bahsedilmektedir: “Ziyaretgâh-ı Dede Korkut ulu sultandır. Şirvanlılar bu sultana (veliye) yürekten bağlıdırlar.” (Kırzıoğlu, 1972:214).

Page 160: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

M. Fahrettin Kırzıoğlu “Oruz” kelimesinin, Türkçe “örs” (demirci örsü) kelimesinden kaynaklandığını söylemektedir (Kırzıoğlu, 1972:187, 199). N.A. Baskakov ise, Türkçedeki “orus” kelimesini ilk olarak, “Türk-Rus melezlerine verilen ad” veya “Rus hayat tarzı yaşayan Türk soylularına verilen ad” şeklinde açıklamakta, ikinci olarak da, Kıpçak Türkçesinde savaş, saldırı anlamına gelen “urus~uruş” (vuruşmak) kelimesinden de kaynaklanmış olabileceğini, bunun da “kavgacı” veya “savaşçı” anlamına geldiğini söylemektedir (Baskakov, 1997:152). N.A. Baskakov gibi, ben de, “Oruz” ve “Örüz” kelimelerinin “Orus” (Rus) kelimesinden kaynaklandığını düşünüyordum. Bilindiği gibi Türkçede kelime başında /r/ sesi bulunmaz. Başka dillerden girmiş /r/ sesiyle başlayan kelimeler ise bir ünlü önses almışlardır. Bu kelimelerden biri de “Orus” ( < Rus ) kelimesidir. Özellikle Doğu Türkçesinde “Rus” kelimesi “Orus” veya “Urus” şeklinde söylenmektedir. Ayrıca, Türklerde eskiden “Orus” kelimesi, “Rus’a benzeyen” veya “Rus gibi” anlamında bir özel ad olarak oldukça yaygın şekilde kullanılmıştır. Doğu Türklerinde bu ad günümüzde de Orusbiy, Oruzbek, Orazbek, Orazbay, Orazhan, Orushan vs. şeklinde oldukça yaygın olarak kullanılmaktadır. “Orus” adının “Rus” sözüyle ilişkisini çok güzel açıklayan bir Malkar rivayeti vardır. Bu rivayete göre, Malkar’da Bızıngı vadisinde yaşayan Bashanuk adlı bir prensin bir oğlu olmuş. Bashanuk’un dedesi veya yaşlı akrabalarından biri yeni doğan çocuğu görmeye geldiğinde, çocuğun saçlarının sarı, gözlerinin de mavi olduğunu görünce: “Bu çocuk aynı Rus prenslerine benziyor” demiş ve böylece Bashanuk’un oğluna “Orusbiy” (Rus prensi) adı konulmuştur. Malkarlıların köklü Orusbiy [ s. 210 ] sülalesi işte bu çocuğun soyundan gelmektedir. (Musukayev, 1976:97; Musukayev, 2001:28). Ancak, tarihte daha “Rus” kelimesi ve “Rus” adında bir millet yok iken, eski Türk destanlarında “Oruz” adının geçmesi, bu kelimenin kökeninin çok daha eskilere dayandığını ortaya koymaktadır. Örneğin, efsanevi Saka hükümdarı Alp Tonga’nın oğlu “Alp Arız” veya “Oruz Han” ile Oğuz Han destanının Uygur varyantındaki Oğuz Han’ın sol kanat komutanı Urum Kağan’ın kardeşi “Uruz Bek” ve M.Ö. 66 yıllarında Alazon ırmağı ile Hazar denizi arasındaki yerlerin, yani Kafkasya’nın hakimi ve Partların (Saka-

Page 161: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Arşaklıların) da müttefiki olan, Saka soyundan Albanlar hükümdarı “Oroiz”in adları bu fikri yeterince desteklemektedir (Kırzıoğlu, 1972:198-199). Bu tarihi şahısların adları destanlara daha sonradan girmemiş ise, ki Alban hükümdarı Oroiz’in adının M.Ö. 66 yılında tarih kayıtlarındaki tespiti bunu teyit etmektedir, “Rus” kelimesi ile “Oruz” kelimesi arasında bir ilişki olmadığı ortaya çıkmaktadır. Çünkü, Rus kelimesi ve Rus etnik kavim adı tarihte ancak M.S. VIII. yüzyıldan sonra ortaya çıkmıştır. Bence tarihte ve destanlardaki bütün “Oruz” (ve diğer varyantları) adlarının kökeni, Saka hükümdarı Alp Tonga’nın oğlu (veya kardeşi) Alp Arız’a dayanmaktadır. Sakaların Hazar denizini kuzeyden ve güneyden dolaşarak Kafkasya ve Dağıstan’daki Derbent (Demirkapı) şehrinin fethi Alp Tonga oğlu Alp Arız tarafından gerçekleştirilmiştir (Togan, 1981:108). Neticede, Alp Arız’ın Kafkasya’daki savaşları ve buna bağlı diğer tarihi olayların, Kafkas Nart destanları ve Dede Korkut destanlarında iz bırakmaması mümkün değildir. Hatta, Dede Korkut destanlarında anlatılan mekanın Kafkasya ve Kuzey Azerbaycan coğrafyası olması da bu fikre uygundur. Bana göre, Türk kültüründeki “Oruz” adının kökeni, Saka hükümdarı Alp Tonga’nın oğlu Alp Arız’a dayanmakta fakat bu “Arız” adı da Yunan mitolojisindeki “Ares”ten kaynaklanmaktadır. Zeus ile Hera’nın oğlu Ares, eski Yunan mitolojisinde en büyük savaş tanrısı olarak anlatılır. Ares aynı zamanda kıyımdan ve kan dökmekten hoşlanan, savaşçı düşünce tarzının temsilcisidir. Savaş tanrısı Ares, zırhlı, miğferli, kalkan, mızrak ve kılıçla donanmış olarak tam bir savaşçı görünümünde tasvir edilir (Grimal, 1997:84). Herodotos, Sakaların (İskitlerin) Papaios, Tabiti, Api, Oitosyros, Argimpasa, Thagimasadas gibi belli başlı tanrıları hakkında bilgi verirken, Sakaların savaş tanrısı “Ares”in dışında heykel, sunak, tapınak kurma geleneklerinin olmadığını, kurban ve diğer dini törenlerin yalnız Ares için yapıldığını söylemektedir (Herodotos, 1991:208-209). Herodotos’un anlattıklarından, Sakaların en çok [ s. 211 ] önem verdikleri tanrının eski Yunan’daki savaş tanrısı Ares olduğu anlaşılmaktadır. Fakat burada dikkat çeken önemli nokta, Herodotos, Sakaların tanrılarından bahsederken bunların adlarını da Saka dilinde verdiği halde, savaş tanrısı Ares’in Saka dilindeki adını vermemiştir. Heredotos, Sakaların savaş tanrısından bahsederken, doğrudan “Ares” adını kullanmaktadır. Buradan da, Sakaların eski Yunan kültürünün etkisinde kaldığı anlaşılmaktadır. Yani, Saka ve daha sonraki Türk kültüründeki “Arız” adının kaynağı, Saka veya eski Türk kültüründen değil, eski Yunan mitolojisindeki savaş tanrısı “Ares”ten gelmektedir. Sakaların, savaş tanrısı Ares’e bu kadar önem vermesi dolayısıyla da Sakalarda birtakım soylu kişilerin “Ares” ( > Arız ) adını kullanmaları mantıklı görünmektedir. Bunun en güzel örneği de Saka hükümdarı Alp Tonga’nın oğlu Alp Arız’ın adıdır. Sosuruk ~ Sosurka Karaçay-Malkar Nart destanlarında zeki ve kurnaz biri olarak anlatılan Nart Sosuruk (veya Sosurka), Nartların amansız düşmanı olan devleri bilek gücüyle değil, kıvrak zekasıyla yenmektedir. Nart Sosuruk’un doğuşu kısaca şöyledir; Nartların çobanı Sozuk bir gün İdil ırmağı kenarında koyunlarını otlatırken, güzelliği dillere destan olan Satanay-Biyçe’yi görür. Satanay-Biyçe’yi o kadar çok beğenip arzular ki, Sozuk’un ersuyu fışkırıp, ırmağın kıyısında Satanay-Biyçe’nin üzerine oturduğu granit kaya parçasına değer. Sozuk, Satanay-Biyçe’ye granit kayayı yanında götürmesini söyler. Satanay-Biyçe’nin evine alıp götürdüğü granit kaya büyümeye başlar. Belli bir zaman sonra granit kaya kendi kendine bir yumurta gibi kırılır ve içinden kor halinde bir bebek çıkar.

Page 162: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Satanay-Biyçe hemen Nartların demirci Debet’i çağırır. Debet, kor halindeki bebeği dizlerinden bir kıskaçla tutup suya batırır. Böylece bebeğin vücudu çelikleşmiş olur. Satanay-Biyçe ve Debet, “Soslan-Taş”ın (granit kayası) içinden çıkan bu bebeğe “Sosuruk” adını verirler. Nart Sosuruk’un vücudu çelikten olduğu için ona hiçbir kesici ve delici silah işlemez. Ancak, Debet onu suya batırdığı sırada, vücudunun kıskaçla kapalı olan yerleri su ile temas etmediği için Sosuruk’un dizleri çelikleşmemiştir. Bu yüzden Sosuruk’un düşmanları onu dizlerinden yaralamak isterler (Adiloğlu, 1993/5:18-21). Karaçay-Malkar Nart destanlarında “Nart Sosuruk bla Emegen” (Nart Sosuruk ile Dev) başlıklı bölümde, Sosuruk’un zekası ve kurnazlığıyla devi nasıl yendiği kısaca şöyle anlatılmaktadır: “Günlerden bir gün Nart yiğitleri sefere çıkarlar. Yolculuk sırasında erzakları tükenir, ateşsiz kalırlar. Bunun üzerine Nart Sosuruk’u ateş bulması için görevlendirirler. Sosuruk ateş aramak için dolaşırken bir devin mağarasına gelir. Mağarada büyük bir ateş yanmaktadır. Sosuruk devin [ s. 212 ] ateşinden bir kor parçası alıp kaçmak üzereyken, kor parçasından sıçrayan bir kıvılcım devin gözüne gelir. Bunun üzerine dev uyanır ve Sosuruk’u kıskıvrak yakalayıverir. Dev ona Sosuruk’u tanıyıp tanımadığını sorar. Sosuruk kendisinin kim olduğunu deve söylemez fakat Sosuruk’u çok yakından tanıdığını, onun çok büyük bir yiğit olduğunu ve birtakım hünerlere sahip olduğunu söyler. Bunun üzerine dev heyecanla ona Sosuruk’un hünerlerinin neler olduğunu sorar, kendisinin de aynı hünerleri yapmak istediğini söyler. Sosuruk deve, Sosuruk’un birinci hünerinin, dağın tepesinden yuvarlanan büyük kayaları başıyla vurup dağın tepesine geri göndermek olduğunu söyler. Dev ben de aynısını yaparım diyerek Sosuruk’a dağın tepesine çıkmasını ve yukarıdan büyük kayalar yuvarlamasını söyler. Sosuruk dağın başından kayaları yuvarlamaya başlar. Dev çok kolay bir şekilde kayaları başıyla vurup geri gönderir. Sosuruk deve, Sosuruk’un ikinci hünerinin kızgın demirleri yutmak olduğunu söyler. Dev hemen ateşte demirleri kor haline gelene kadar kızdırarak yutar ve kendisine hiçbir şey olmaz. Sosuruk’un üçüncü ve son hünerinde dev göle girer ve gölün buz tutmasını bekler. Göl buz tuttuktan sonra Sosuruk deve gölden çıkmasını söyler. Dev bütün gücüyle uğraşır fakat bir türlü buzları kırıp gölden çıkamaz. Dev oyuna geldiğini ve bu kişinin Sosuruk olduğunu anlamıştır. Sosuruk devin başını kesmek için kılıcını devin boynuna vurur. Fakat devin boynu kesilmez. Dev, Sosuruk’a, başının ancak kendi kılıcıyla kesilebileceğini söyler. Bunun üzerine Sosuruk devi kendi kılıcıyla öldürür.”

Page 163: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

İlk olarak T.M. Haciyeva’nın tespit ettiği üzere, meşhur Türkolog Wilhelm Radloff’un 19. yüzyılda Güney Sibirya Türklerinden derlemiş olduğu “Ak-Kübek” destanı ile yukarıda anlatılan “Nart Sosuruk ile Dev” destanı arasındaki büyük benzerlikler vardır. Aynen, Sosuruk ile dev arasında olduğu gibi, Ak-Kübek ve Salur Kazan kimin daha güçlü olduğunu anlamak için değişik hünerler gösterirler. En sonunda Ak-Kübek, buz tutan gölden çıkamayan Salur Kazan’ın başını keserek bu mücadeleden galip çıkar. Birbirlerinden oldukça uzak yurtlarda yaşayan Güney Sibirya Türkleri ile Karaçay-Malkar Türklerinin destanları arasındaki bu benzerlikler, her ikisinin de eski Türk mitolojisiyle ilişkili olduğunu göstermektedir. Prof. Dr. B. Ögel’e göre, dış dünyaya hatta daha güneydeki Türk boylarının tesirlerine bile uzak olan Ak-Kübek destanı, Proto-Türk motifleri taşıyan mitolojik bir destandır [ s. 213 ] (Aliyeva vd., 1994:28; Ögel, 1995:10, 22, 35). Bunun dışında, Nart Sosuruk ile devin mücadelesini anlatan bu destanın benzerleri Oset ve Abhaz-Abazaların Nart destanlarında da yer almaktadır (Özbay, 1990:116-129; Abayev vd., 1999:241-249). Bunlar büyük ihtimalle Karaçay-Malkar Nart destanlarından geçmiş olmalıdır. “Sosuruk” veya “Sosurka” kelimesinin kökeni hakkında görüşler şöyledir; Adige (Çerkes) Nart destanlarında bu kahramanın adı “Sosrıko” ve “Sawsıruk” şeklinde geçmektedir. Buna göre Çerkes dilinde bu kelime; “se” (bıçak, kılıç) + “sır” veya “stır” (sıcak) + “w” veya “wo” (vurmak, ateş etmek) + “ko” (oğul, oğlu) kelimelerinin birleşmesinden “sıcak çocuk”, “ateş saçan”, “yakan erkek çocuk” anlamına gelmektedir (Özbay, 1990:14). Vladimir Meremkul’a göre, “Sosurka” kelimesi ile eski Mısırlıların tanrılarından “Osiris” arasında bir ilişki vardır (Özbay, 1990:98). M. Habiç ise bu kelimeyi Karaçay-Malkar Türkçesiyle açıklamaya çalışmaktadır. Ona göre bu kelime “sos” (granit) ve “uruk” (soy, sop) kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir (Habiçlanı, 1973:219-220). Fakat, Karaçay-Malkar Türkçesindeki “sos-taş” (granit) kelimesi, Sosuruk adlı kahramanın doğuş hikayesiyle bağlantılıdır. Yani “Sosuruk” adlı kahramanın adından atfen sonradan “granit” taşına “sos-taş” denilmiştir. Çerkes Tarihçisi Şora B. Noghumuka ise, bir kayanın yarılmasından, kayanın içinden çıkan Sosurka ile anne karnı yarılarak bebek doğum tekniğine de adı verilen meşhur

Page 164: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Roma İmparatoru “Sezar” arasında bir ilişki kurmaktadır. Ona göre Roma İmparatoru “Sezar”ın adı, Kafkas Nart destanlarına birtakım değişikliklere uğrayarak girmiştir (Noghumuka, 1974:60-61). Bana göre de, yukarıda ileri sürülen görüşlerden ziyade Ş.B. Noghumuka’nın görüşü daha isabetlidir. Şavay ~ Karaşavay Karaçay-Malkar Nart destanlarında, düşmanlarına hiçbir zaman yenilmeyen, güçlü ve çok cesur bir kahraman olarak anlatılan Şavay, Nart Alavgan’ın oğludur. Şavay’ın annesi ise bir emegen (dev) kadındır. Şavay’ın doğuşu kısaca şöyle anlatılır: “Alavgan’ın emegen (dev) karısı iki ayda bir çocuk doğuruyormuş. Fakat bu çocukları doğurur doğurmaz ağzına atıp yiyormuş. Alavgan dertli bir şekilde Satanay’dan yardım istemiş. Satanay hemen bir plan yapmış. Emegen (dev) kadının doğum zamanı gelince onu evin çatısına çıkarmış bacanın üstüne oturup doğurmasını söylemiş. Emegen (dev) kadın doğurunca bebek bacanın altında, ocağın içinde hazır duran sepete düşmüş. [ s. 214 ] Satanay hemen sepetin içindeki bebeği alıp Elbruz dağına götürmüş. Şavay burada Elbruz dağının buzullarını emerek büyümüş. Çocuk büyüyüp yiğit bir delikanlı olduktan sonra Satanay onu alıp Nart ülkesine getirir. Şavay yurduna döndükten sonra derhal emegen (dev) annesini öldürür ve böylece Nartları emegen (dev) kadının zulmünden kurtarmış olur. Şavay’ın babası Alavgan ise oğluna kavuştuğu için çok mutlu olur ve ona “Gemuda” isimli atı hediye eder.” T. M. Haciyeva, Şavay’ın doğuşu ve çocukluğuyla ilgili bu motiflerin benzerinin Altay Türklerinin “Maaday-Kara” destanında da olduğunu söylemektedir (Aliyeva vd., 1994:19). U.S. Gagloyti, Şavay’ın doğuşu ve annesiyle ilgili motiflerin Adige (Çerkes), Oset, Çeçen-İnguş ve hatta Gürcü destanlarında da olduğunu, ancak bu motiflerin en açık şekilde Karaçay-Malkar Nart destanlarında anlatıldığını bu yüzden de bu motiflerin diğer Kafkas Nart destanlarına Karaçay-Malkar Türklerinden geçmiş olabileceğini söylemektedir (Gagloyti, 1977:110). Şavay birtakım olağanüstü güçlere sahiptir. Örneğin istediği zaman sıcak havayı soğuk havaya ya da soğuk havayı sıcak havaya çevirebilmektedir. Bunun dışında, Şavay’ın kendisi ve atı Gemuda istediği zaman istediği kılığa girebilmektedir. “Şavay ile Gemuda” adlı destanda, Şavay, Nart kahramanları arasında düzenlenen bir müsabakaya yaşlı bir görünüşle ve eski püskü elbiseleriyle katılır. Şavay’ın atı Gemuda ise zayıf, cılız ve güçsüz bir at gibi görünmektedir. Halbuki Şavay bunu diğer Nart kahramanlarını yanıltmak için yapmıştır. Neticede müsabakayı Şavay ve atı Gemuda kazanır. M.E. Talpa, Adige (Çerkes) Nart destanlarında savaşlara eski elbiseler giyerek giden Şavay’ın neden eski elbiseler giydiği sorusunun cevapsız kaldığını ifade etmektedir. M.E. Talpa bu sorunun cevabının ancak Karaçay-Malkar Nart destanlarında verilebildiğini söylemektedir. Karaçay-Malkar Nart destanlarındaki Şavay, düşmanlarının karşısına yaşlı ve güçsüz bir adam görünümünde, eski püskü elbiseler giyerek çıkar. Çünkü, böylece gerçek gücünü düşmanlarından gizlemekte ve onları yanıltarak yenmektedir (Aliyeva vd., 1994:17). Şavay’ın vücudu çok dayanıklıdır. Hiçbir şey onun bedenine zarar vermez. Örneğin “Üç Nart ile Üç Emegen” adlı destanda, emegenler (devler) Şavay’ı yakalayıp ateşin içinde atarlar. Fakat, Şavay’a hiçbir şey olmaz. Tam tersine, ateşin içinde Şavay’ın vücudu çelik gibi sertleşir.

Page 165: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

[ s. 215 ] Şavay’ın Gemuda isimli atı denizin derinliklerinden gelmiştir, kulaklarının arkasında balıklarınki gibi solungaçlar vardır. Bu yüzden denizin altında rahatça dolaşabilmektedir. Toynakları demir gibi sert, gözleri balık gibi parlaktır. Destanlarda anlatılanlara göre, Gemuda bir gün Elbruz dağının üstünden sıçrarken toynağı dağın tepesine değmiş ve böylece önceden tek başlı olan Elbruz dağının tepesi Gemuda’nın toynağının çarpmasıyla iki başlı olmuştur. Gemuda insanların dilinden anlamakta fakat yalnız Şavay ile konuşmaktadır. Karaçay-Malkar Nart destanlarında, Şavay ve atı Gemuda’nın, Elbruz dağının tepesindeki “ölümsüzlük suyu”ndan içtikleri ve bu yüzden her ikisinin de sonsuza kadar yaşayacakları anlatılır. Kaynaklar Abayev, V.İ., Osetinskiy Epos, Moskova, 1978. Abayev, V.İ., Djusoyev, N.G., İvnev, R.A., Kaloyev, B.A., Nartlar-Asetin Halk Destanı, Çeviren: Kayhan Yükseler, YKY, İstanbul, 1999. Adiloğlu, Adilhan., “Karaçay-Malkar Nart Destanları”, Karaçay-Malkar Dergisi, Sayı: 4, Ankara, 1993. Adiloğlu, Adilhan., “Nart Sosurka”, Karaçay-Malkar Dergisi, Sayı: 5, Ankara, 1993. Adiloğlu, Adilhan., “Karaçay-Malkar Türklerinde Nart Destanları”, Yeni Türkiye Dergisi-Türk Dünyası Özel Sayısı, Sayı: 15 (I. Cilt), Ankara, 1997. Adiloğlu, Adilhan., Kafkas Nart Destanlarında Sumer ve Saka İzleri, Bilge Dergisi, Sayı: 31, Ankara, 2001. Aliyeva, A.İ., Haciyeva, T.M., Ortabayeva, R.A.K., vd., Nartla: Malkar-Karaçay Nart Epos ~ Nartı: Geroiçeskiy Epos Balkartsev i Karaçayevtsev, Moskova, 1994. Appa, Adilhan., “Nart Örüzmek ve Satanay Biyçe”, Karaçay-Malkar Dergisi, Sayı: 6, Ankara, 1993. Appa, Adilhan., “Nartların Demircisi Debet-I”, Birleşik Kafkasya Dergisi, Sayı: 16, Eskişehir, 1998. Appa, Adilhan., “Nartların Demircisi Debet-II”, Birleşik Kafkasya Dergisi, Sayı: 17, Eskişehir, 1999. Aydemir, Abdullah., İslamî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1996. [ s. 216 ] Balkarov, B.H., Adıgskie Elementı B Osetinskom Yazıke, Nalçik, 1965. Baskakov, N.A., Türk Kökenli Rus Soyadları, Çeviren: Mülazım Kazımoğlu, TDK Yayınları, Ankara, 1997. Bayramuklanı, Umar., “Karaçay Folklorda Shurtuknu Tuvdukları”, Şorka, Çerkessk,

Page 166: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

1982. Bayramukov, U. Z., “K Etimologii Slova Nart”, Problemı İstoriçeskoy Leksiki Karaçayevo-Balkarskogo i Nogayskogo Yazıkov, Çerkessk, 1993. Bayramukov, Umar., “Karaçay Folklorunda Nart Suhurtuk’un Torunları”, Çeviren: Adilhan Appa, Kırım Dergisi, Sayı: 23, Ankara, 1998. Bursalı, M. Necati., Peygamberler Tarihi-Hazret-i Davut Aleyhisselam, Ölçü Yayınları, İstanbul, 1991. Curtubayev, M.Ç., Drevniye Verovaniya Balkartsev i Karaçayevtsev, Nalçik, 1991. Dırenkova, N.P., Şorskiy Folklor, Moskova, 1940. Dumezil, Georges., Le livre des heros. Legendes sur les Nartes, Paris, 1965. Dumezil, G., Osetinskiy Epos i Mifologiya, Moskova, 1976. Dumezil, Georges., Kafkas Halkları Mitolojisi, Çeviren: Musa Yaşar Sağlam, Ayraç Yayınları, Ankara, 2000. Dyaçkov-Tarasov, A.N., “Zametki o Karaçaye i Karaçayevtsah”, SMOMPK, Vıp. 25, Otd. 2, Tiflis, 1898. Gadagatl, A.M., Geroiçeskiy Epos Nartı i Ego Genezis, Krasnodar, 1967. Gagloyti, U.S., Nekotorıye Voprosu İstoriografii Nartskogo Eposa, Tsinvali, 1977. Grimal, Pierre., Mitoloji Sözlüğü, Çeviren: Sevgi Tamgüç, Redaksiyon: Cenap Karakaya, Sosyal Yayınlar, İstanbul, 1997. Habiçlanı, Magomet, “Karaçay Nart Eposnu Nartlarını Üsünden”, Zamannı Avazı, Çerkessk, 1973. Habiçev, Magomet., “Karaçay Nart Destanlarındaki Kahramanlar”, Çeviren: Adilhan Appa, Kırım Dergisi, Sayı: 23, Ankara, 1998. Hacilayev, H. M. İ., Oçerki Karaçayevo-Balkarskoy Leksikologii, Çerkessk, 1970. [ s. 217 ] Haciyeva, T.M., Malkarlılanı bla Karaçaylılanı Halk Poeziya Çıgarmaçılıkları, Nalçik, 1988. Haciyeva, T.M., Karaçay-Malkarlıların Eski Folklor Ürünleri, Çeviren: Adilhan Appa, Bilig Dergisi, Sayı: 6, Ankara, 1997. Herodotos., Herodot Tarihi, Çeviren: Müntekim Ökmen, Remzi Kitabevi Yayınları, İstanbul, 1991. İnal-İpa, Ş. D., “Ob Abhazskih Nartskih Skazaniyah”, Trudı Abhazskogo Nİİ, Shumi, 1949.

Page 167: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

İnan, Abdülkadir., “Al Ruhu Hakkında”, Makaleler ve İncelemeler, TTK Yayınları, Ankara, 1987. İnan, Abdülkadir., Tarihte ve Bugün Şamanizm, TTK Yayınları, Ankara, 1995. Karaketov, M.D., İz Traditsionnoy Obryadovo-Kultovoy Jizni Karaçayevtsev, Moskova, 1995. Kırzıoğlu, M. Fahrettin., “Dede-Korkut Oğuznamelerine Göre Kars’ın Anı ve Kağızman Kesimindeki Kamsarakan-Kalbaş Hanedanı”, VII. Türk Tarih Kongresi Bildirileri, Cilt I, TTK Yayınları, Ankara, 1972. Kırzıoğlu, Fahrettin., Kıpçaklar, TTK Yayınları, Ankara, 1992. Laypanov, K.T.-Miziyev, İ.M., O Proishojdenii Türkskih Narodov, Çerkessk, 1983. Luvsandendeva, A., Mongol-Oros Tol, Moskova, 1957. Mijayev, M.İ., “Bogoborçeskie Mifı Adıgov”, Folklor Narodov Karaçayevo-Çerkesii Janr i Obraz, Çerkessk, 1988. Mızıulu, İsmail., Merkezi Gafkazın Etnik Köklerine Doğru, (Çevirenler: Prof. Dr. Süleyman Eliyarlı, Doç. Dr. Mehman Abdullah), Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul, 1993. Miziyev, İ.M., Oçerki İstorii i Kulturı Balkarii i Karaçaya XIII-XVIII. vv, Nalçik, 1991. Musukayev, A., “Bahsan Avzunda Birinci Elle, Şuyohluk”, Sayı: 3, Nalçik, 1976. Musukayev, A., “Malkar Halkının Etnik Oluşumu”, Çeviren: Adilhan Appa, Kırım Dergisi, Sayı: 34, Ankara, 2001. Noghumuka, Şora B., Çerkes Tarihi, Çeviren: Dr. Vasfi Güsar, Baha Matbaası, İstanbul, 1974. [ s. 218 ] Orusbiy, Safar-Aliy., Dağlı Tatarların Nart Destanları, Çeviren: Bilal Appa-Adilhan Appa, Birleşik Kafkasya Dergisi, sayı: 4, Eskişehir, 1995. Ostryakov, P., “Narodnaya Literatura Kabardintsev i Ee Obraztsı”, Vestnik Evropı, Tom. 4, No: 8, Peterburg, 1879. Ögel, Bahaeddin., Türk Mitolojisi, II. Cilt, TTK Yayınları, Ankara, 1995. Özbay, Özdemir., Mitoloji ve Nartlar, Kafdağı Yayınları, Ankara, 1990. Özkan, Fatma., Altın Arığ, Ankara, 1997. Özkan, İsa., Türk Boylarının Sözlü Edebiyatındaki Nımah/Comok/Cumbak/Yomak Anlatım Türü Üzerine Bir Etimoloji Denemesi, Türk Dili, Sayı: 556, Ankara, 1998.

Page 168: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Potanin, G.N., Vostoçnıye Motivi v Srednevekovom Evrope Epose, Moskova, 1899. Rklitskiy, M.V., “K Voprosu o Nartah i Nartskih Skazaniyah”, İzvestiya Osetinskogo Nİİ Krayevedeniya, Vıp. 2, Vladikafkaz, 1927. Togan, Zeki Velidi., Umumi Türk Tarihine Giriş, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1981. Tuganov, M. S., Literaturnoe Naslediye, Orconikidze, 1977. Urusbiyev, S., “Skazaniya O Nartskih Bogatıryah U Tatar-Gortsev Pyatigorskogo Okruga Terskoy Oblasti”, SMOMPK, No: 1, Tiflis, 1881. _____________________________________________________ Adilhan Adiloğlu, "Karaçay-Malkar Nart Destanları", Turkish Studies [Türkoloji Araştırmaları], Volume: 2 / 1 [3], Winter, 2007, s. 196-218, ISSN: 1303 - 9199 _____________________________________________________

KAFKAS NART DESTANLARINDA SUMER VE SAKA İZLERİ

Kafkas Nart destanları; Karaçay-Balkar, Kumuk, Oset, Çeçen-İnguş, Abhaz, Abaza, Adige vs. gibi Kafkasya halklarının folklorunda önemli bir yere sahiptir ve sözlü edebiyat geleneklerinin ilk ürünleri olarak kabul edilirler. Dil ve etnik bakımdan birbirinden farklı olan Kafkas halklarının Nart destanları birçok yönden birbirlerine benzemektedir. Fakat yine de bu destanların her birinin kendisine has milli vasıfları barındırdığı ve aralarında bazı farklılıkların olduğu da dikkat çekmektedir. Sözgelimi, Abhaz ve Adigelerin Nart destanları daha çok eski Yunan mitolojisiyle benzerlikler gösterirken, Karaçay-Balkar ve Kumukların Nart destanları ise eski Türk destanlarına daha yakındır. Öte yandan, diğer Kafkas halklarının Nart destanlarında da Türk-Moğol motifleri oldukça fazladır. [s. 29] Kafkas Nart destanları; Karaçay-Balkar, Kumuk, Oset, Çeçen-İnguş, Abhaz, Abaza, Adige [Çerkes] vs. gibi Kafkasya halklarının folklorunda önemli bir yere sahiptir ve sözlü edebiyat geleneklerinin ilk ürünleri olarak kabul edilirler. Dil ve etnik bakımdan birbirinden farklı olan Kafkas halklarının Nart destanları birçok yönden birbirlerine benzemektedir. Fakat yine de bu destanların her birinin kendisine has milli vasıfları barındırdığı ve aralarında bazı farklılıkların olduğu da dikkat çekmektedir. Sözgelimi, Abhaz ve Adigelerin Nart destanları daha çok eski Yunan mitolojisiyle benzerlikler gösterirken, Karaçay-Balkar ve Kumukların Nart destanları ise eski Türk destanlarına daha yakındır. Öte yandan, diğer Kafkas halklarının Nart destanlarında da Türk-Moğol motifleri oldukça fazladır. Prof. Dr. A.N. Daçkov-Tarasov ve Prof. Dr. G.N. Potanin, Kafkas Nart destanlarının kökenini Altaylı kavimlere yani Türk-Moğol kültürüne bağlamaktadırlar.[1] Gerçekten de, Kafkas Nart destanları ile Dede Korkut destanları arasındaki benzerlikler ve özellikle de Nart destanlarındaki kahraman adlarının birçoğunun Türkçe olması bu destanların doğrudan doğruya Türk kültürüyle bağlantılı olduğunu ortaya koymaktadır.

Page 169: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Kafkas Nart destanlarındaki bazı unsurların kökeni çok eski bir dönemin kültürüne dayanmaktadır. Bu unsurlardan biri de, Karaçay-Balkar ve Oset Nart destanlarında “Alawgan” ve “Kurdalagon” adlı kahramanlardır. Oset Nart destanlarındaki [bundan sonra kısaca OND] Kurdalagon adlı kahraman Nartların demircisidir ve demircilikle bağlantılı olarak ateş kültüyle de ilgisi vardır.[2] Karaçay-Balkar Nart destanlarındaki [bundan sonra kısaca KBND] Alawgan adlı kahraman ise Nartların demircisi Debet’in en büyük oğludur. Alawgan çok iri cüsseli olduğu için kendisine uygun bir Nart kızı bulamamış ve bir “emegen” [dev] kadınla evlenmek zorunda kalmıştır. Georges Dumezil, OND’deki Kurdalagon adının “kurd” [eski Osetçe demirci] sözü ile “Alag” [bir Nart sülalesi] sözünün birleşmesinden meydana gelmiş olabileceğini söylemektedir.[3] V.İ. Abayev ise, Kurdalogon adının ilk halinin “Kurdalawargon” [Kurd-ala-warg-on] şeklinde olduğunu söylemekte ve bunu da; Kurd [eski Osetçe demirci] + ala [Alan] + warg [eski Osetçe kurt] + on [Osetçe oğul, soy bildiren ek] şeklinde açıklamaktadır. Yani, V.İ. Abayev bu etimolojisinden “Alanların kurt soyundan olan demircisi” şeklinde bir anlam çıkarmaktadır. Mahti Curtubay ise, V.İ. Abayev’in bu açıklamasına karşı çıkarak; öncelikle eski Osetçe’deki “warg” [kurt] sözünün aslında Türk-Moğol “barak” [köpek] sözünden kaynaklandığını, öte yandan Osetçe’de “kurd” [demirci] şeklinde bir sözün olmadığını ve bunun da Türkçe “kurt” sözünden kaynaklandığını ileri sürmekte ve V.İ. Abayev’in etimolojisini tamamen reddetmektedir. M.Ç. Curtubayev’e göre, OND’deki Kurdalagon’un adı, KBND’deki Alawgan’ın adından kaynaklanmaktadır. Yani, KBND’deki Alawgan’ın adı, OND’ye “Kurd Alagon” [Kurt soylu Alagonilk oğlan” şeklinde bir anlam çıkarmaktadır. Bu etimolojisini de Alawgan adlı kahramanın KBND’deki demirci Debet’in “ilk oğlu” olmasıyla desteklemektedir.[4] Ben bir başka yazımda, hem V.İ. Abayev’in, hem de M. Curtubay’ın, “Kurdalagon” ve “Alawgan” sözleriyle ilgili açıklamalarının mantıksız ve şüpheli olduğunu söylemiş ve her iki sözün de daha derin araştırılması gerektiğini geniş bir şekilde izah etmiştim. Fakat bununla birlikte ben de, V.İ. Abayev ve M. Curtubay’ın görüşlerine karşı bir açıklama ortaya koymamıştım.[5] Fakat bu yazıda, KBND’deki “Alawgan” ve OND’deki “Kurdalagon” adlı kahramanların, demircilik ve ateş kültüyle bağlantılı olarak, günümüzde bütün Türk boylarının kültüründe halen yaşayan “Al-Ruhu”yla ilgisi olduğu ve bu iki kahramanın kökeninin Sumerlerin ateş tanrısı “Al” veya “Alu”ya dayandığı ilk defa ortaya konulacaktır. Gerek İslam öncesi, gerekse İslam sonrası Türklerin kültüründe bugüne kadar yaşayan halk inanışlarından biri de “Al-Ruhu” veya “Albastı”dır. Karakter ve seciye itibariyle, bütün Türk boylarının [s. 30] halk inanışlarına göre “Al-Ruhu” genellikle loğusa kadınlara musallat olan kötü bir ruhtur. Fakat, Al-Ruhu tarih öncesi devirlerde Türklerin kültüründe kötü bir ruh değil, tam tersine güçlü ve koruyucu tanrılardan biri idi. Fakat daha sonraları Al-Ruhu, Türk kültüründe kötü bir ruh olarak tasavvur edilmiştir. Bununla birlikte tarihi devirlerde, Al-Ruhu’nun koruyucu ve iyi bir ruh olduğunu bildiren işaretler de yok değildir. Sözgelimi, Uranha-Tuba Türklerinin şaman dualarında Al-Ruhu koruyu ve iyi bir ruh olarak telakki edilir. Yakut Türklerinin aile ocağı ateşine “Al-Ot” denir. Altay ve Kırgız Türklerinde “alka-” sözü “takdis” etmek anlamına gelir. Bütün Türk boylarında “alkış~algış” sözü “dua, takdis, dilek, tebrik” anlamlarında kullanılan bir sözdür. “Alas” veya “alazlama” tabiri, eski Türk kültüründeki “ateşle ruhu kötülüklerden arındırma” ayinidir. “Al” sözünün “ateş” kültüyle alakalı olması bilhassa bu ruhun eski zamanlarda koruyucu ve iyi bir ruh olduğunu göstermekte, hatta bu Al-Ruhu’nun tarih öncesinde eski

Page 170: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Türk kültüründe “ateş-tanrısı” olduğunu ortaya koymaktadır. Al-Ruhu ve Al sözünün kökenini ise Sumer kültüründe aramak gerekmektedir. Eski Türklerin ateş tanrısı “Al” ile Sumerlerin ateş tanrısı “Al” veya “Alu”nun bir olduğuna şüphe yoktur.[6] Mezopotamya bölgesinde üstün bir uygarlık tesis eden Sumerlerin Asiyatik bir kavim olduğu ve Sumer dilinin en çok da Türkçe’nin içerisinde bulunduğu Ural-Altay dillerine benzediği bütün bilim adamlarınca kabul edilmektedir. Önasya tarihi uzmanı F. Hommel, Sumerleri tamamıyla bir Türk kavmi saymıştır. Ona göre, bazı Türk kavimleri M.Ö. 5000 yıllarında Orta Asya’dan Mezopotamya bölgesine gelerek Sumerleri teşkil etmişlerdir. Ayrıca F. Hommel, Sumer diline ait 350 sözü Türkçe ile izah etmiştir.[7] Öte yandan, Osman N. Tuna, Türklerin en az M.Ö. 3500 yıllarında Doğu Anadolu çevresindeki varlığını ve Sumerler ile Türkler arasında dil bakımından tarihi bir ilgi bulunduğunu, Sumer dilindeki 168 Türkçe söz denkliğiyle ispatlamıştır.[8] Kafkasya’da, Karaçay-Balkar Türklerinin yaşadığı Elbruz dağı [Mingitaw] çevresinde yapılan arkeoloji çalışmaları sonucu kurganlarda Sumerlere ait eşyalar bulunmuştur.[9] Yine, Kafkasya’daki Maykop kurganlarında kullanılan seramik malzemenin Mezopotamya kaynaklı olduğu saptanmıştır.[10] Ayrıca, Maykop kurganlarında ortaya çıkarılan gümüş kapların üzerindeki hayvan resimleri üslubunun Sumer-Elam sanatı üslubuyla aynı olduğu tespit edilmiştir. Sumer-Elam uygarlığının bu tip özellikleri Orta Asya kurganlarında da görülmektedir.[11] Birçok söz vardır ki, tarih öncesinin derin karanlıklarında kaybolan fakat inanç, yaşayış ve sosyal şartların kalıntıları halinde bugüne kadar sürüklenerek gelmiştir. Zaman geçtikçe sosyal şartların, yaşayış ve üretim tarzının değişmesine uygun olarak bazı sözler eski anlamlarını yitirip yeni şartlara göre yeni anlamlar alarak yaşamaya devam ederler. Genel olarak şunu diyebiliriz ki, sözlerin köklerini aydınlatmak için yalnız fonetik ve morfolojik açıklamalar çözüm sayılamaz. Çünkü bu tür çözümler dilin tarihsel çerçevesini aşamaz. Halbuki sözlerin kökleri tarih öncesi devirlerin karanlıklarına kadar uzanır. Sözlerin etimolojileri ancak tarih, arkeoloji, etnografya ve etnoloji bilimlerinin de yardımıyla aydınlatılabilir.[12] Bu sözlerden biri de “Alawgan” ve “Kurdalagon” adlarıdır. Tarih öncesinin derin karanlıklarında kaybolmayarak, önce ateş tanrısı “Al” şeklinde ve daha sonra da kötü bir ruh olarak tasavvur edilerek “Al-Ruhu” şeklinde eski Türk kültüründe yer bulan Sumerlerin ateş tanrısı “Al”ın adı, şüphesiz ki Karaçay-Balkar ve Oset Nart destanlarındaki “Alawgan” ve “Kurdalagon” adlarına da kaynaklık etmiştir. Biraz önce yukarıda verdiğimiz A. İnan’ın tespitlerinin de yardımıyla; KBND’deki “Alawgan” adını: Al [ateş] + awgan KBND’deki demirci Debet’le ilgili bir yazımda; Hazar-Musevi kültürüyle bağlantılı olarak demircilik sanatıyla meşhur Davut peygamberin, KBND’deki demirci Debet’e kaynaklık ettiğini ilk defa ortaya koymuştum. Bununla birlikte, Nartların demircisinin başlangıçtaki adının “Debet” şeklinde olmadığını söylemiş, şimdilik bilinmese de, bu kahramanın eskiden mutlaka başka bir adı olması gerektiğini de ifade etmiştim.[13] İşte bu yazıda taşlar yerine oturmakta; Debet’in başlangıçtaki adının “Alawgan” olduğu ve Hazar-Musevi kültürünün etkisiyle Davut peygamberin Debet şeklinde Alawgan’ın yerine geçtiği anlaşılmaktadır. Yani, KBND’deki ateş tanrısı ve bununla bağlantılı olarak daha sonraki demircilik tanrısının adı başlangıçta “Alawgan” şeklindeydi. Daha sonra Hazar-Musevi kültürünün etkisiyle demircilik sanatıyla meşhur Davut peygamberin adı KBND’ye “Debet” şeklinde girerek Alawgan’ın yerine geçmiştir. Alawgan ise tamamen unutulmamış, KBND’de Debet’in en büyük oğlu olarak yaşamaya devam etmiştir.

Page 171: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

OND’deki “Kurdalagon” adlı [s. 31] kahraman ise şüphesiz KBND’den geçmiştir. Çünkü yukarıda da izah edildiği gibi “Kurdalagon” sözünün etimolojisi en mantıklı ve en isabetli ancak Türkçe ile yapılabilmektedir. Kaldı ki bu etimoloji, sadece dil ile sınırlı kalmamakta, bu kahramanın destan içerisindeki karakteri ve demircilik motifiyle de birebir uyuşmaktadır. Kökeni çok eski dönemlere, Saka [İskit] kültürüne dayanan bir diğer Karaçay-Balkar Nart destan kahramanı “Örüzmek”tir. Karaçay-Malkar Nart destanlarında Örüzmek olarak geçen bu kahramanın adı; Oset Nart destanlarında “Urizmeg”[Urızmag~Orazmag~Werizmeg~Wrıjmeg~Vurijmeg] şeklinde, Adige [Çerkes] Nart destanlarında ise “Osirmeg” [Osirmes~Wazermes~Wazırmes~Werzemec] şeklinde geçmektedir.[14] Nart Örüzmek, KBND’da ve diğer Kafkas destanlarında Nartların lideri olarak anlatılmaktadır. KBND’ye göre Örüzmek gökten düşen bir göktaşının [meteor] içinden çıkmış ve dişi bir kurdun sütünü emerek beslenmiştir. Kolayca anlaşıldığı üzere, Örüzmek’in doğuş motifi, özellikle de dişi bir kurdun sütüyle beslenmesi, eski Türk mitolojisinin izlerini taşımaktadır. Dilbilimci Prof. Dr. Magomet Habiç bu kahramanın adını “örüz” [ırmak] + “mek Yukarıdaki, M. Habiç ve G. Dumesil’in etimolojik açıklamalarının her ikisi de yetersizdir. Kafkas Nart destanlarındaki Örüzmek~Urizmeg~Osirmeg adlı kahramanın adı tamamen Türkçe bir söz olup, Dede Korkut destanlarındaki “Kazan oğlu Oruz Bek”ten ibarettir.[17] Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu “Oruz” adının, Türkçe “örs” [demirci örsü] sözünden kaynaklandığını söylemektedir.[18] N.A. Baskakov ise, Türkçe’deki “orus” sözünü ilk olarak, “Türk-Rus melezlerine verilen ad” veya “Rus hayat tarzı yaşayan Türk soylularına verilen ad” şeklinde açıklamakta, ikinci olarak da, Kıpçak Türkçesinde savaş, saldırı anlamına gelen “urus~uruş” [vuruşmak] sözünden de kaynaklanmış olabileceğini, bunun da “kavgacı” veya “savaşçı” anlamına geldiğini söylemektedir.[19] İlk önce ben de, N.A. Baskakov gibi, Dede Korkut ve Kafkas Nart destanlarındaki “Oruz” adlı kahramanın “Orus” [Rus] sözünden kaynaklandığını düşünüyordum. Bilindiği gibi eski Türkçe’de “r” sesiyle başlayan söz yoktur. Başka dillerden giren ve “r” sesiyle başlayan sözler ise bir ünlü önses almışlardır. Bu sözlerden biri de “Rus” sözüdür. Doğu Türkçesinde “Rus” sözü günümüzde bile “Orus” veya “Urus” şeklinde söylenmektedir. Gerçekten de, Türklerde eskiden “Orus” sözü, “Rus’a benzeyen” veya “Rus gibi” anlamında bir özel ad olarak oldukça yaygın şekilde kullanılmıştır.[20] Fakat tarihte daha “Rus” sözü ve “Rus” adında bir millet yok iken, eski Türk destanlarında “Oruz” adının geçmesi, bu sözün kökeninin çok daha eskilere dayandığını ortaya koymaktadır. Sözgelimi; efsanevi Saka hükümdarı Alp Tonga’nın oğlu “Alp Arız” veya “Oruz Han” ile Oğuz Han destanının Uygur varyantındaki Oğuz Han’ın sol kanat komutanı Urum Kağan’ın kardeşi “Uruz Bek” ve M.Ö. 66 yıllarında, Alazon ırmağı ile Hazar denizi arasındaki yerlerin, yani Kafkasya’nın hakimi ve Partların [Saka-Arşaklıların] da müttefiki olan, Saka soyundan Albanlar hükümdarı “Oroiz”in adları [21] bu fikri yeterince desteklemektedir. Bu tarihi şahısların adları destanlara daha sonradan girmemiş ise, ki Alban hükümdarı Oroiz’in adının M.Ö. 66 yılında tarih kayıtlarındaki tespiti bunu teyit etmektedir, “Rus” sözü ile “Oruz” sözü arasında bir ilişki olmadığını ortaya koymaktadır. Çünkü, Rus sözü ve Rus etnik kavim adı tarihte ancak M.S. VIII. yüzyıldan sonra ortaya çıkmıştır.

Page 172: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Bence tarihte ve destanlardaki bütün “Oruz” [ve diğer varyantları] adlarının kökeni, Saka hükümdarı Alp Tonga’nın oğlu [veya kardeşi] Alp Arız’a dayanmaktadır. Sakaların [İskitlerin] Hazar denizini kuzeyden ve güneyden dolaşarak Kafkasya ve Dağıstan’daki Derbent [Demirkapı] şehrinin fethi, Alp Tonga oğlu Alp Arız tarafından gerçekleştirilmiştir.[22] Neticede, Alp Arız’ın Kafkasya’daki savaşları ve buna bağlı diğer tarihi olayların, Kafkas Nart destanları ve Dede Korkut destanlarında iz bırakmaması mümkün değildir. Hatta, Dede Korkut destanlarında anlatılan mekanın Kafkasya ve Kuzey Azerbaycan coğrafyası olması da bu fikre uygundur. Buraya kadar anlatılanlardan, M.F. Kırzıoğlu ve N.A. Baskakov’un “Oruz” sözüyle ilgili etimolojilerinin pek tatmin edici olmadığı anlaşılmaktadır. Ben, Türk kültüründeki “Oruz” adının kökeninin Saka hükümdarı Alp Tonga’nın oğlu Alp Arız’a dayandığını ve bu “Arız” adının da Yunan mitolojisindeki “Ares”ten kaynaklandığını düşünüyorum. [s. 32] Zeus ile Hera’nın oğlu Ares, eski Yunan mitolojisinde en büyük savaş tanrısı olarak anlatılır. Ares aynı zamanda kıyımdan ve kan dökmekten hoşlanan, savaşçı düşünce tarzının temsilcisidir. Savaş tanrısı Ares, zırhlı, miğferli, kalkan, mızrak ve kılıçla donanmış olarak tam bir savaşçı görünümünde tasvir edilir.[23] Herodotos, Sakaların [İskitlerin] Papaios, Tabiti, Api, Oitosyros, Argimpasa, Thagimasadas gibi belli başlı tanrıları hakkında bilgi verirken, Sakaların savaş tanrısı “Ares”in dışında heykel, sunak, tapınak kurma geleneklerinin olmadığını, kurban ve diğer dini törenlerin yalnız Ares için yapıldığını söylemektedir.[24] Herodotos’un anlattıklarından, Sakaların en çok önem verdikleri tanrının eski Yunan’daki savaş tanrısı Ares olduğu anlaşılmaktadır. Fakat burada dikkat çeken önemli nokta, Herodotos, Sakaların tanrılarından bahsederken bunların adlarını da Saka dilinde verdiği halde, savaş tanrısı Ares’in Saka dilindeki adını vermemiştir. Heredotos, Sakaların savaş tanrısından bahsederken, doğrudan “Ares” adını kullanmaktadır. Buradan da, Sakaların eski Yunan kültürünün etkisinde kaldığı anlaşılmaktadır. Yani, Saka ve daha sonraki Türk kültüründeki “Arız” adının kaynağı, Saka veya eski Türk dilinden değil, eski Yunan mitolojisindeki savaş tanrısı “Ares”ten gelmektedir. Sakaların, savaş tanrısı Ares’e bu kadar önem vermesi dolayısıyla da Sakalarda birtakım soylu kişilerin “Ares” [>Arız] adını kullanmaları mantıklı görünmektedir. Bunun en güzel örneği de Saka hükümdarı Alp Tonga’nın oğlu Alp Arız’ın adıdır. Dipnotlar [1] Kafkas Nart destanlarıyla ilgili daha geniş bilgi için bkz: Adilhan Adiloğlu, Karaçay Malkar Nart Destanları, Yeni Türkiye Dergisi-Türk Dünyası Özel Sayısı, Sayı: 15, Cilt I., Ankara, 1997, s. 575-591. [2] Abayev V.İ., Djusoyev N.G., İvnev R.A., Kaloyev B.A., Nartlar-Asetin Halk Destanı, Çeviren: Kayhan Yükseler, YKY, İstanbul, 1999, s. 375. [3] Dumezil, Georges., Kafkas Halkları Mitolojisi, Çeviren: Musa Yaşar Sağlam, Ayraç Yayınları, Ankara, 2000, s. 63. [4] Curtubayev M.Ç., Drevnie Verovaniya Balkartsev i Karaçayevtsev, Nalçik, 1991,s.158-159. Öte yandan Karaçay-Balkar Türkçesinde “alawgan” sözü “iri-yarı, dev, azman” anlamlarına gelir. Fakat, bu söz ve bu sözün anlamı, KBND’deki Alawgan adlı

Page 173: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

kahramanın adına izafe edilerek Karaçay-Balkar Türkçesinde kullanılmaktadır. Çünkü, KBND’de Alawgan, iri-yarı ve güçlü-kuvvetli bir kahraman olarak anlatılmaktadır. [5] Appa, Adilhan., Nartların Demircisi Debet, Birleşik Kafkasya Dergisi, Sayı: 16, Eskişehir, 1998, s. 23-24. [6] İnan, Abdulkadir., Al Ruhu Hakkında, Makaleler ve İncelemeler, TTK Yayınları, Ankara, 1987, s.259, 261, 263-266. [7] Togan, Zeki Velidi., Umumi Türk Tarihine Giriş, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1981, s. 12. [8] Tuna, Osman Nedim., Sümer ve Türk Dillerinin Tarihi İlgisi İle Türk Dilinin Yaşı Meselesi, TDK Yayınları, Ankara, 1990, s. 50. [9] Alekseyeva, E.P., Drevniyaya i Srednivekovaya İstoriya Karaçayevo-Çerkesii, Moskova, 1971, s. 38. [10] Munçayev, R.M., Kavkaz Na Zare Bronzovogo Veka, Moskova, 1975, s. 329. [11] Turgiyev, T.B., Problemı Hronologii Bronzovogo Veka Sevornogo Kavkaza; Hronologiya Pamyatnikov Epohi Bronzı Sevornogo Kavkaza, Orconikidze, 1982, s. 5. [12] İnan, Abdulkadir., Adaş ve Sağdıç Kelimelerinin En Eski Anlamları, Makaleler ve İncelemeler, TTK Yayınları, Ankara, 1987, s.295, 297. [13] Appa, Adilhan., Kafkasya’da Hıristiyanlık Kültürü, Birleşik Kafkasya Dergisi, Sayı: 18, Eskişehir, 1999, s. 47. [14] Noghumuka, Şora B., Çerkes Tarihi, Baha Matbaası, İstanbul, 1974, s. 53; Mijayev, M.İ., Bogoborçeskie Mifı Adıgov, Folklor Narodov Karaçayevo-Çerkesii Janr i Obraz, Çerkessk, 1988, s. 5, 17; Haciyeva, T.M., Nartskiy Epos Balkartsev i Karaçayevtsev, s. 8-66; Aliyeva A.İ. vd., Nartı-Geroiçeskiy Epos Balkartsev i Karaçayevtsev, Moskova, 1994, s. 20; Abayev vd., a.g.e., s. 151; Dumezil, a.g.e., s. 74. [15] Habiçlanı Magomet., Karaçay Nart Eposnu Nartlarının Üsünden, Zamannı Avazı, Çerkessk, 1975, s. 219; Habiçev, Magomet., Karaçay Nart Destanlarındaki Kahramanlar, Çeviren: Adilhan Appa, Kırım Dergisi, Sayı: 23, Ankara, 1998, s. 33-34. [16] Dumezil, a.g.e., s. 74. [17] Burada, Kafkas Nart destanlarında Dede Korkut destanlarının izleri açıkça görülmektedir. Hatta, Dede Korkut’un mezarının Kazakistan’da [Kızılorda vilayetinde], Türkmenistan’da, Azerbaycan’da ve Türkiye’de [Bayburt’ta] olduğuna dair efsaneler dışında bir de Dede Korkut’un mezarının Kafkasya’da olduğuna dair inanışlar ve ciddi tarihi bilgiler vardır. 1638 yılında Dağıstan’daki Derbent şehrinin batısındaki bir tepede Dede Korkut türbesi olduğunu söyleyen Adam Olearius ünlü seyahatnamesinde şöyle demektedir: “Eskiden burada Okus [Oğuz] milletinden Kasan [Kazan] adlı bir hükümdar yaşarmış. Bu hükümdar, Lezgi denilen Dağıstan Tatarlarıyla korkunç savaşlar yaparken, tepe üzerindeki türbede yatan İmam Korkut kopuz çalarak Kasan [Kazan] adlı hükümdarı coşturup Lezgiler aleyhine savaşa kışkırtırmış.” A. Olearius’tan on yıl sonra

Page 174: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Derbent’te bulunan Evliya Çelebi’nin notlarında Dede Korkut’tan şöyle bahsedilmektedir: “Ziyaretgâh-ı Dede Korkut ulu sultandır. Şirvanlılar bu sultana [veliye] yürekten bağlıdırlar.” [Kırzıoğlu, M. Fahrettin., Dede-Korkut Oğuznamelerine Göre Kars’ın Anı [Arpaçayı boyu] ve Kağızman Kesimindeki Kamsarakan/Kalbaş Hanedanı, VII. Türk Tarih Kongresi Bildirileri, Cilt I, TTK Yayınları, Ankara, 1972, s. 214]. [18] Kırzıoğlu, a.g.e., s. 187-199. [19] Baskakov, N.A., Türk Kökenli Rus Soyadları, Çeviren: Mülazım Kazımoğlu, TDK Yayınları, Ankara, 1997, s. 152. [20] Doğu Türklerinde bu ad günümüzde de Orusbiy, Oruzbek, Orazbek, Orazbay, Orazhan vs. şeklinde oldukça yaygın olarak kullanılmaktadır. “Orus” adının “Rus” sözüyle ilişkisini çok güzel açıklayan bir Balkar rivayeti vardır. Bu rivayete göre, Balkarya’da Bızıngı vadisinde yaşayan Bashanuk adlı bir prensin bir oğlu olmuş. Bashanuk’un dedesi veya yaşlı akrabalarından biri, yeni doğan “sarı saçlı ve mavi gözlü” çocuğu görmeye geldiğinde, saçlarının sarı ve gözlerinin mavi oluşundan dolayı: “Bu oğlan Rus prenslerine benziyor” demiş ve böylece Prens Bashanuk’un oğluna “Orusbiy” [Rus prensi] adı konulmuştur. Balkarların eski meşhur Orusbiy sülalesi işte bu çocuğun soyundan gelmektedir. [Musukayev, A., Bahsan Avzunda Birinci Elle, Şuyohluk, Sayı: 3, Nalçik, 1976, s. 97]. [21] Kırzıoğlu, a.g.e., s. 198-199. [22] Togan, a.g.e., s. 108. [23] Grimal, Pierre., Mitoloji Sözlüğü, Çeviren: Sevgi Tamgüç, Redaksiyon: Cenap Karakaya, Sosyal Yayınlar, İstanbul, 1997, s. 84. [24] Herodotos., Herodot Tarihi, Çeviren: Müntekim Ökmen, Remzi Kitabevi Yayınları, İstanbul, 1991, s. 208-209. _____________________________________________________________ Adilhan Adiloğlu, Kafkas Nart Destanlarında Sumer ve Saka İzleri, Bilge Dergisi, Sayı: 31, AKMB Yayınları, Ankara, 2001, s. 29-32

KARAÇAY-MALKAR NART DESTANLARININ KADIN KAHRAMANI SATANAY B İYÇE

Karaçay-Malkar Nart destanlarında anlatılan kahramanların tamamına yakını erkeklerden oluşmaktadır. Fakat bu destanlarda anlatılan bir kadın kahraman vardır ki, destanların içerisindeki konumu ve sahip olduğu özellikleri bakımından erkek kahramanların hepsini geri planda bırakmaktadır. Bu kadın kahraman Nartların bilgesi ve yol göstericisi olan Satanay Biyçe’dir. Satanay Biyçe, Nartların lideri olan Örüzmek’in karısıdır. Fakat başta kocası Örüzmek olmak üzere bütün Nart kahramanlarını perde arkasından yöneten Satanay Biyçe’dir. Satanay Biyçe birtakım doğa üste güçlere sahiptir. Olacakları önceden bilir. Sihir yapma gücü vardır. Nart kahramanlarına akıl veren, onları çeşitli tehlikelerden kurtaran Satanay Biyçe’dir. Kafkasya coğrafyasında yaşayan halkların ortak kültür ürünlerinden biri olan Nart destanları, Karaçay-Malkar Türklerinin halk edebiyatında da önemli bir yer teşkil etmektedir.

Page 175: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

[s. 7] Kafkasya coğrafyasında yaşayan halkların ortak kültür ürünlerinden biri olan Nart destanları, Karaçay-Malkar Türklerinin halk edebiyatında da önemli bir yer teşkil etmektedir. Nart destanları, Karaçay-Malkar Türkleri dışında, Adige [Çerkes], Abhaz-Abaza, Oset, Çeçen-İnguş ve Kumuk Türklerinin folklorunda da yer almaktadır. Genel olarak Kafkas Nart destanları birçok yönden birbirlerine benzemekle birlikte bu destanların her birinin kendisine has birtakım millî vasıfları barındırdığı ve aralarında bazı farklılıkların olduğu dikkat çekmektedir. Sözgelimi, Adige [Çerkes] ve Abhaz-Abazaların Nart destanları eski Yunan mitolojisiyle benzerlikler gösterirken, Karaçay-Malkar Türklerinin Nart destanları ise eski Türk mitolojisiyle yakınlık göstermektedir [Adiloğlu, 1997:577]. G.N. Potanin, Kafkas Nart destanlarının kökenini Altaylı kavimlere yani Türk-Moğol kültürüne bağlamaktadır. Ona göre, Türk-Moğol destanlarıyla büyük benzerlikler gösteren Kafkas Nart destanlarının teşekkülünde Altaylı göçebe kavimlerin büyük rolü vardır [Potanin, 1899:1-4, 384-508, 841-856]. A.N. Dyaçkov-Tarasov Nart destanları için şöyle söylemektedir: “Orta Asya’dan Avrupa’ya gerçekleşen büyük göç sırasında Kafkasya bölgesi yol güzergahı üzerindeydi. Karaçay-Malkar Nart destanlarında bu büyük göçün izleri çok açık bir şekilde görülmektedir. Nart destanlarında iyilik ile kötülüğün, karanlık ile aydınlığın savaşması, yer altı ve yer üstündeki birtakım yaratıklar ve devler ile Nart kahramanlarının mücadeleleri anlatılmaktadır. Bu konuların tamamı bütün göçebe halkların destanlarında da görülmektedir.” [Dyaçkov-Tarasov:1898:72]. M.V. Rklitskiy ise diğer Kafkas Nart destanlarındaki başı sonu belli olmayan ve bazı anlaşılmaz karmaşık bölümlerin Karaçay-Malkar Nart destanlarında açıklığa kavuştuğunu söylemektedir [Rklitskiy, 1927:28]. Karaçay-Malkar Nart destanlarında, tarih öncesine ait birtakım olağanüstü olaylar ve kahramanlar anlatılmaktadır. Yani destanlarının merkezinde olaylar ve kahramanlar vardır. Kahramanların hayat tarzı, yaşadıkları yurtlar ve tabiatla ilgili tasvirler geri planda kalmaktadır. Destanlarda Nart kahramanlarının yiğitlikleri, düşmanlarına karşı yaptıkları mücadeleler, “emegen” adı verilen çirkin ve insanüstü dev yaratıklarla yaptıkları savaşlar anlatılır. Nart kahramanları daha çok yiğitlik ve dinamizm yönünden karakterize edilmektedir. Onların savaş tutkuları, cesaretleri, halkı birtakım canavar ve devlere karşı korumaları; halkın hayatını kolaylaştırmak için gösterdikleri çabalar ve buldukları pratik çözümler Nart kahramanlarının en belirgin özellikleridir. Olağanüstü özelliklerle kuşatılan Nart kahramanları yiğitliğin, cesurluğun ve mertliğin sembolüdürler. Onlar korkunun ne olduğunu bilmezler ve hatta ölümden bile korkmazlar. Bunun dışında, Nart kahramanlarının her birinin kendine has bazı özellikleri de vardır. Bu yönüyle Nart destanlarındaki kahramanlar “tip” değil, hepsi farklı birer “karakter”dir. Karaçay-Malkar [s. 8] Nart destanlarına göre, Nart kahramanlarının yaşadıkları yerler Kafkasya’da Koban vadisi dolaylarıdır. Ancak Nart kahramanlarının seferlere çıktıkları ve savaştıkları yerler İtil ırmağından Hazar denizinin güney kıyılarına kadar uzanan geniş bir alanı kapsamaktadır [Adiloğlu, 1993:7-9]. Karaçay-Malkar Nart destanları, Dede Korkut boylarına benzer bir şekilde, her bir kahramanın kendisine ait bağımsız bir veya birkaç destanı vardır, fakat hepsi birden

Page 176: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

ayrıca büyük bir bütün oluşturmaktadır. Bütün Türk boylarının sözlü geleneğinde olduğu gibi, Karaçay-Malkar Nart destanlarının büyük bir kısmı “cır” [destan] yani manzum şekilde ve belli bir ezgiyle söylenmektedir. Fakat destanların bir kısmı manzum-mensur karışık, bir kısmı da sadece mensur şekildedir. Destanların manzum-mensur karışık ve sadece mensur olan bölümlerin nesir kısımlarında, Dede Korkut boylarındaki olduğu gibi, manzumeye yakın bir ifade yoktur. Bunların anlatımında kullanılan dil bildiğimiz hikaye tarzındadır. Manzum şekildeki destanların nazım ölçüsü hece ölçüsü olmakla birlikte bir ölçü bütünlüğü görülmemektedir. Destanların nazım birimi ise genellikle ikişerlik mısralar [beyit] şeklindedir [Adiloğlu, 1993:7-9]. Karaçay-Malkar Nart destanlarının manzum şekilde olanlarının en büyük özelliği ezgili olmasıdır. Ozanlardan biri destanı icra ederken diğer ozanlar da “ejiw” adı verilen ve destanın ezgisinden farklı olan bir tür vokalle destanı icra eden ozana eşlik ederler. Karaçay-Malkar Nart destanları hakkında ilk bilgileri veren P. Ostryakov notlarında şöyle söylemektedir: “Karaçay-Malkar ozanları, sıbızğı [kaval] adı verilen müzik aletiyle ve küçük tahta parçalarının belli bir tempoyla birbirine vurularak ortaya çıkarılan armoni eşliğinde destanlar söylerler. Ozanlarının çevresine toplanan kimseler de büyük bir dikkat ve hayranlıkla onları dinlerler. Destanların her birinin kendisine ait farklı bir ezgisi vardır.” [Ostryakov, 1879:700]. Karaçay-Malkar Türkçesinde ve Kafkas dillerinde kullanılan “nart” kelimesinin anlam olarak Türkçedeki tam karşılığı “alp” kelimesidir. Yani “nart” kelimesi; “yiğit, cesur, mert, kahraman” ve benzeri birçok kelimenin anlamını bünyesinde toplayan bir kelimedir. “Nart” veya “Nartlar” kelimesi destanlarda bahsi geçen kahramanlar topluğunu ifade etmektedir. “Nart” kelimesinin anlamı hakkında en güzel tarifi Safar-Aliy Orusbiy yapmıştır: “Karaçay-Malkar Türklerinde bir kimseyi övmek için söylenebilecek en güzel söz ‘Nart gibi güzel endamlı ve her bakımdan mükemmel vasıflara sahip kişi’ şeklindedir. Karaçay-Malkar Türkleri bir kimsenin herhangi bir davranışını çok beğendiği zaman o kimseyi takdir etmek için ‘Nartça’ [Nart gibi] yakıştırmasını yapar. Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere, Karaçay-Malkar Türklerindeki ‘nart’ kelimesi ‘her bakımdan mükemmel vasıflara haiz kimse’ anlamına gelmektedir. Halktan derlediğim malzemeye göre Nartlar uzun boylu, iri yapılı, güçlü, dayanıklı, sert duruşlu, zor işlerin kolayca üstesinden gelebilen kahraman özelliklerine sahip kimselerdir. Nartlar hayatın zorluklarıyla karşılaşmaktan ve bu zorluklarla mücadele etmekten zevk almaktadırlar. Nartlar bir sefere çıktıkları zaman birtakım zorluklarla ve engellerle karşılaşmayı arzu ederler. Böylece onlar kendi yiğitliklerini sınamış olacaklardır. Karaçay-Malkar Türkleri, Nartları işte bu şekilde anlatırlar.” [Urusbiyev, 1881:II]. [s. 9] “Nart” kelimesinin kökeni hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bu görüşlerin içerisinde en mantıklı ve kabul edilebilir olanı Prof. Dr. Magomet Habiç’in görüşüdür. M. Habiç, “nart” kelimesinin Moğolca “meşhur, ünlü, tanınmış, önemli” anlamlarına gelen “nert” kelimesinden kaynaklandığını ileri sürmektedir [Habiçlanı, 1973:217-219]. “Nart” kelimesinin kökeni hakkında daha iyi bir açıklama ortaya konulana kadar, Moğolcadaki “nert” kelimesinin Karaçay-Malkar Türkçesi ile Kafkas dillerinde kullanılan “nart” kelimesine kaynaklık ettiğini söyleyebiliriz. Karaçay-Malkar Nart destanlarında anlatılan kahramanların tamamına yakını erkeklerden oluşmaktadır. Fakat bu destanlarda anlatılan bir kadın kahraman vardır ki, destanların içerisindeki konumu ve sahip olduğu özellikleri bakımından erkek

Page 177: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

kahramanların hepsini geri planda bırakmaktadır. Bu kadın kahraman Nartların bilgesi ve yol göstericisi olan Satanay Biyçe’dir. Satanay Biyçe, Nartların lideri olan Örüzmek’in karısıdır. Fakat başta kocası Örüzmek olmak üzere bütün Nart kahramanlarını perde arkasından yöneten Satanay Biyçe’dir. Satanay Biyçe birtakım doğa üste güçlere sahiptir. Olacakları önceden bilir. Sihir yapma gücü vardır. Nart kahramanlarına akıl veren, onları çeşitli tehlikelerden kurtaran Satanay Biyçe’dir. Bu yüzden Nart kahramanları Satanay Biyçe’ye danışmadan hiçbir işe kalkışmazlar. Nart kadınlarına yünden çuha yapmayı, elbise dikmeyi, ekmek pişirmeyi, boza yapmayı, sütten peynir ve yoğurt yapmayı ve bunun gibi birçok şeyi Satanay Biyçe öğretmiştir. Karaçay-Malkar Nart destanlarının kadın kahramanı Satanay Biyçe, başta Dede Korkut boyları olmak üzere eski Türk destanlarında anlatılan “alp tipi kadın” karakterinden farklı olarak, daha çok bilgisiyle, zekâsıyla, becerikliliğiyle ve sahip olduğu birtakım doğa üstü güçleriyle ön plana çıkmaktadır. “Satanay Biyçe” kelimesinin kökeni pek çok görüş ileri sürülmüştür. “Satanay Biyçe” kelimesindeki ikinci kelime olan “biyçe” kelimesi Türkçe olup bir unvan ismidir. Bu kelime “biy” [bey] ile “çe” eşitlik hal ekinin birleşmesinden meydana gelmiş olup “prenses” ve “tanrıça” anlamlarına gelmektedir. Üzerinde tartışılan asıl kelime “Satanay” ismidir. Bu kelimeyle ilgili görüşlerden birkaçı şöyledir: Çerkes araştırmacılara göre “Setenay” veya “Sataney” kelimesi Adige [Çerkes] dilindeki “se” [bıçak, kılıç] kelimesi ile “tın” [vermek] fiilinin birleşmesinden meydana gelmiştir ve buna göre “bıçak~kılıç veren” anlamına gelmektedir [Özbay, 1990:18]. M. Habiç’e göre “Satanay” kelimesi Sogdca kökenli “şad” [yüksek rütbeli asker] ve Türkçe “anay” [anne] kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir [Habiçlanı, 1973:226]. Umar Bayramuk ise Karaçay-Malkar Nart destanlarında da anlatıldığı üzere “Satanay” kelimesinin “sata” [kırmızı mercan taşı] ve “anay” [anne] kelimelerinin birleşmesinden meydana geldiğini ileri sürmüştür [Bayramuqlanı, 1982:255]. Bunlardan başka “Satanay” kelimesinin “sat” [kutsal] ve “anay” [anne] kelimelerinin birleşmesinden meydana geldiğini; “satan” [çok güzel] + “ay” [Ay] kelimelerinin birleşmesinden meydana geldiğini ileri sürenler de olmuştur [Laypanov-Miziyev, 1983:66]. Georges Dumezil, yukarıdaki görüşlerden farklı olarak, Kafkas Nart destanlarındaki “Satanay” ile Alan kralının güzel kızı “Satinik”in birbirleriyle ilişkili olduğunu söylemekte, hatta bu ikisinin aynı kişiler olduğunu ileri sürmektedir [Dumezil, 1976:170]. Gerçekten de tarihte Alan kralının “Satinik” adında bir kızı vardır. Tarihî kayıtlarda, Alanlar ile Ermeniler arasında geçen bir savaşta, Alan kralının oğlu Ermeniler tarafından esir alındığından ve taraflar arasında süren uzun görüşmelerden sonra, Ermeni kıralı Artaşes ile Alan kralının güzel kızı Satinik’in evlenmesiyle [s. 10] Alanlar ile Ermeniler arasında barış yapıldığından bahsedilmektedir [Kırzıoğlu, 1992:38-39]. Tarihte gerçekten yaşamış kişilerin birtakım değişikliklere uğrayarak destanlara girmesi mümkündür. G. Dumezil’in Nart destanlarındaki “Satanay” adlı kadın kahraman ile Alan kralının kızı “Satinik” arasında bir bağlantı kurması göz ardı edilmeyecek bir fikirdir. Bana göre “Satanay” kelimesinin “şeytan” veya “şeytanî” kelimeleriyle bir ilgisi vardır. Karaçay-Malkar Nart destanlarındaki “Satanay” ile Oset Nart destanlarındaki “Satana” veya “Şatana”nın birtakım sihir güçlerine sahip olduğu, gaipten ve gelecekten haber verdiği bolca işlenmektedir. Hatta, Karaçay-Malkar Nart destanlarında “Satanay” ismi birçok yerde “Bilgiç Satanay” [Kâhin Satanay], Qurtxa Satanay” [Büyücü Satanay] ve

Page 178: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

“Obur Satanay” [Cadı Satanay] şeklindeki epitetlerle geçmektedir. Bilindiği gibi büyücülük, kâhinlik vb. gibi işler eski toplumlarda “şeytan işi” olarak kabul edilirdi. Büyük bir ihtimalle, toplum tarafından sevilmekle birlikte büyücülük, kâhinlik gibi “şeytanî” işlerde uğraştığından dolayı kendisinden korkulan, çekinilen bir kadın bir şekilde Nart destanlarına girmiştir. Belki bu kadın, gerçekte başka bir ismi olan fakat büyücülük ve kâhinlik gibi birtakım “şeytanî” işlerle uğraştığından dolayı “Satinik” adıyla anılan Alan kralının güzel kızı da olabilir. Satanay Biyçe’nin adı Karaçay-Malkar Nart destanlarının hemen hemen her bölümünde geçmektedir. Bununla birlikte doğrudan Satanay Biyçe’yle ilgilendiren ve sadece ona mahsus üç bölüm vardır. Bunlardan birincisi, Satanay-Biyçe’nin olağanüstü doğumu ve çocukluk döneminin anlatıldığı “Ariuw Satanay” [Güzel Satanay] adlı bölümdür. Bu bölüm manzûm şekilde olup bir ezgiyle söylenmektedir. Bu metnin vezni hece ölçüsü olmakla birlikte metinde bir ölçü bütünlüğü görülmemektedir. Metnin nazım birimi ikişerlik mısralar [beyit] şeklindedir. İkincisi, kocası ve aynı zamanda Nart kahramanlarının lideri olan Örüzmek’in ağır yaralı olması sebebiyle, Satanay Biyçe’nin Nart askerlerinin sevk ve idaresini eline alarak Demir-Kapı ordusuna karşı yaptığı savaşın anlatıldığı “Satanay Temir-Qapunu Askerin Xorlaydı” [Satanay Demir-Kapı Askerlerini Yeniyor] adlı bölümdür. Bu bölüm nesir şeklindedir. Son olarak “Satanay Biyçe bla Nartlanı Cerden Kökge Uçxanlarını Üsünden Tawrux” [Satanay Biyçe ile Nartların Yeryüzünden Gökyüzüne Uçtukları Hakkında Hikaye] adlı üçüncü bölümde ise Satanay Biyçe ve diğer Nart kahramanlarının yeryüzünü terk ederek gökyüzüne gittikleri ve orada yaşamaya devam ettikleri anlatılmaktadır. Bu bölüm de nesir şeklindedir. Karaçay-Malkar Nart destanlarının kadın kahramanı Satanay Biyçe’ye mahsus bu üç bölümü bir bütün halinde ele alarak tipolojik motifler yönünden şu şekilde değerlendirebiliriz: I. HAZIRLIK EPİZODU 1. Zaman Satanay Biyçe’ye mahsus bu üç bölümde anlatılan olayların hepsi belirsiz bir zaman içerisinde geçmektedir. Metinlerdeki olaylar geçmiş zaman kipiyle anlatılmakla birlikte [s. 11] belli bir tarih veya dönemden söz edilmemektedir. Bunun sebebi ise bu metinlerin muhtevasının daha çok mitolojik unsurlardan meydana gelmiş olmasıdır. 2. Mekân Metinlerdeki anlatılan olayların hangi mekânlarda gerçekleştiği genel olarak belirsizdir. Fakat “Satanay Demir-Kapı Askerlerini Yeniyor” adlı bölümde “Hazar Denizi”nden, bugünkü Çeçenistan ile Dağıstan arasında uzanan “Argın” nehrinden ve Hazar denizinin batı kıyısındaki “Demir-Kapı” yani tarihi “Derbent” şehrinden bahsedilmektedir [Haciyeva, 1994:105]. Fakat bu mekân isimleri Nartların yaşadığı mekânları değil,

Page 179: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

onların düşmanlarının yaşadığı yerleri ifade etmektedir. 3. Anne-Babanın Tanıtımı ve Kahramanın Olağanüstü Doğumu Satanay Biyçe’nin babası Güneş, annesi de Ay’dır. Satanay Biyçe gökyüzünde doğmuştur. Satanay Biyçe doğduktan kısa bir süre sonra denizlerin hakimi olan “Suw Celmawuz” tarafından kaçırılır ve bir adaya hapsedilir. Satanay Biyçe’nin babası ve annesi bu duruma çok üzülürler. Bu yüzden Güneş ve Ay tutulması olur. Gündüzler ve geceler zifiri karanlığa dönüşür. Kızlarının kaçırılmasından dolayı, Güneş öfkelendiği zaman yeryüzünü sıcaktan kasıp kavuruyor, denizleri ve ırmakları kurutuyormuş. Ay ise üzüntüden ağladığı zaman gözyaşları sel olup yeryüzündeki denizleri ve ırmakları taşırıyormuş [Haciyeva, 1994:71, 299]. Kahramanın babasının Güneş, annesinin Ay olması, gökyüzünde doğması gibi mitolojik unsurlar, birtakım tabiat afetlerinin kahramanın kaçırılmasıyla sebeplendirilmesi, onun ileride doğa üstü güçlere sahip bir karakter şeklinde karşımıza çıkacağının ilk işaretleridir. 4. Kahramanın Çocukluğu ve Ad Alması Suw Celmawuz, Satanay Biyçe’yi bir adaya hapsettikten sonra denizin altına girip uykuya dalar. Satanay Biyçe yıllarca bu adada mahsur kalır. Satanay Biyçe’yi denizlerin tanrıçası olan “Suw Anası” büyütür. Suw Anası, Satanay Biyçe’yi çok seviyor ve ona büyük şefkat gösteriyormuş. Fakat Satanay Biyçe yine de çok mutsuzmuş. Sürekli babasını ve annesini düşünüp ağlıyormuş. Satanay Biyçe’nin böyle çok mutsuz olduğu zamanlarda Suw Anası oynaması için ona yakut, elmas gibi kıymetli mücevher taşlarını verirmiş. Satanay Biyçe bu kıymetli taşların içinde en çok “sata” taşıyla [kırmızı mercan taşı] oynamayı severmiş. Bu yüzden Suw Anası ona “Satanay” ismini vermiş [Haciyeva, 1994:299]. Satanay Biyçe çocukluğunu bir adada tutsak olarak geçirmektedir. Deniz Tanrıçası tarafından çok büyük sevgi ve şefkât görse de anne ve babasından ayrı olduğu için çok mutsuzdur. Yani kahraman bir çeşit çile dönemi yaşamaktadır. Kahramanın ad alması ayrıntılı bir şekilde açıklanmaktadır. Buna göre Karaçay-Malkar Türkçesinde “kırmızı mercan taşı” anlamına gelen “sata” taşı Satanay Biyçe’nin adına kaynaklık etmiştir. “Sata” taşının belki eski Türk kültüründe kutsal sayılan ve yağmur yağdırmak için kullanılan “yada” taşıyla bir ilişkisi olabilir. Fakat bunun yanı sıra Kaşgarlı Mahmut’un Divanü Lûgati’t-Türk adlı eserinde karşılığı doğrudan “mercan” şeklinde verilen “sata” kelimesi de geçmektedir [Kaşgarlı, 1992/III:218]. [s. 12] Metinde “sata” taşının yakut ve elmas gibi kıymetli taşlarla eşdeğer olarak verilmesi bu taşın da mutlaka sıra dışı bir özelliğe sahip olmasından ileri gelmektedir. Bununla birlikte, metinde “Satanay” adına böyle bir açıklama getirilmesinin sebebi, “sata” kelimesi ile “Satanay” kelimesi arasındaki şekil benzerliğinden kaynaklanmaktadır. Muhtemel olarak destanın yaratıcısı da bu şekil benzerliğinden hareketle böyle bir epizod meydana getirmiştir.

Page 180: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

5. Kahramanın Tutsaklıktan Kurtulması Satanay Biyçe uzun yıllar bir adada tutsak kalır. Bir gün bu adadan kaçmaya karar verir. Denizde başı boş yüzen bir kayın ağacı görür. Satanay Biyçe bu kayın ağacına binerek adadan kaçar. Epey bir zaman denizde sürüklendikten sonra karaya gelir. Satanay Biyçe karaya geldiğinde baygın haldedir. Birtakım tuhaf görünüşlü ucubeler onu alıp bir ormana götürürler. Ucubeler, Satanay Biyçe’ye gayet iyi bir şekilde bakıp onu tedavi ederler [Haciyeva, 1994:72]. 6. Kahramanın Bir Engelle Karşılaşması Bir gün Satanay Biyçe ile ucubeler ormanda dolaşırlarken bir tepeye rast gelirler. Bu tepe bir anda çirkin bir deve dönüşür. Çok korkan ucubeler hemen ormana kaçarlar. Satanay Biyçe ise devle karşı karşıya kalır. Çirkin dev, Satanay Biyçe’yi yakalamak için atıldığı sırada Satanay Biyçe başındaki örtüyü açınca çirkin devin tek gözü Satanay Biyçe’nin yüzünden gelen ışıktan kamaşır ve kör olur. Bunun üzerine çirkin dev çok öfkelenir. Yerden aldığı kayaları sağa sola fırlatır. Tek gözü kör olan çirkin dev Satanay Biyçe’yi yakalayayım derken uçurumdan yuvarlanır ve parçalanarak ölür. Satanay Biyçe böylece çirkin devden kurtulmuş olur [Haciyeva, 1994:72]. 7. Kahramanın Eğitimi ve Yetişmesi Satanay Biyçe çirkin devden kurtulduktan sonra günlerce bu ıssız ormanda tek başına kalır. Bir gün ormanda dolaşırken tesadüfen Nartların köyüne gelir. Satanay Biyçe köyün girişinde köyün cadısıyla karşılaşır. “Tohana” adındaki bu cadı kadın bütün Nart yurdunun baş cadısıdır. Cadı kadın, Satanay Biyçe’nin doğa üstü özelliklere sahip olduğunu anlar ve onu alıp evine götürür. Satanay Biyçe uzun yıllar bu cadı kadının evinde kalır. Cadı kadın bütün bildiklerini Satanay Biyçe’ye öğretir. Ayrıca cadı kadın Satanay Biyçe’nin gizli kalmış doğa üstü kabiliyetlerini ortaya çıkarır ve Satanay Biyçe’ye bu doğa üstü kabiliyetlerini kullanmasını öğretir. Böylece Satanay Biyçe, cadı kadının yanında, olacakları önceden bilen, gaipten haber veren ve sihir gücüne sahip olan biri olarak yetişir [Haciyeva, 1994:72-73, 104-105]. 8. Kahramanın Evlenmesi Bu üç metinde, Satanay Biyçe’nin evlenmesiyle ilgili geniş ve ayrıntılı bir epizoda rastlanmamaktadır. Metinlerde kısa bir şekilde, Satanay Biyçe’yi yetiştiren cadı kadının, Nartların lideri olan Örüzmek adlı kahramana Satanay Biyçe’den bahsettiği ve daha sonra Örüzmek ile Satanay Biyçe’nin evlendiği anlatılmaktadır [Haciyeva, 1994:73]. 9. Kahramanın Olağanüstü Özellikleri ve Çevresine Faydası

Page 181: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

[s. 13] Nart kahramanlarına akıl veren, sahip olduğu doğa üstü güçleri sayesinde Nartları çeşitli tehlikelerden kurtaran Satanay Biyçe’dir. Nartların her türlü müşkülünü çözen yine Satanay Biyçe’dir. Bu yüzden Nartlar, Satanay Biyçe’ye danışmadan hiçbir işe kalkışmazlar. Satanay Biyçe Nart kadınları için kumaş dokuma makinesini ve kirmanı icat etmiştir. Böylece Nart kadınları yünden iplik imâl etmeyi, iplikten de kumaş dokumayı Satanay Biyçe sayesinde öğrenmişlerdir. Ayrıca elbise dikmeyi, ekmek pişirmeyi, boza yapmayı, sütten peynir ve yoğurt yapmayı ve bunun gibi birçok şeyi Satanay Biyçe’den öğrenmişlerdir. Nartlar önceden eti çıplak ateş üzerinde pişirerek yerlermiş. Bu yüzden Satanay Biyçe bir tencere imâl etmiş ve Nartlara eti suda haşlamayı öğretmiş. Bunun dışında, Satanay Biyçe yeryüzündeki bütün ağaçların ve bitkilerin dilini bilmekte ve onlarla konuşabilmektedir. Bu sayede bütün hastalıkların çaresini bitkilere sorup öğrenmekte ve bitkilerden her türlü hastalığın ilacını yapabilmektedir [Haciyeva, 1994:105, 300]. II. KAHRAMANLIK EPİZODU 1. Kahramanın Düşman Hakkında Haber Alması Bir gece Nartlara kötü bir haber gelir. Söylenenlere göre Demir-Kapı ordusu, Nart ülkesini yağma etmek üzere yola çıkmıştır. Nartların lideri olan Örüzmek ise ortalarda yoktur. Bu yüzden Nartlar telaşa düşerler. Satanay Biyçe, Örüzmek’in nerede olduğunu anlamak için sihirli aynasına bakar. Örüzmek’in ağır yaralı şekilde bir mağarada yattığını görür. Hemen, Örüzmek’i alıp getirmesi için büyük oğlunu gönderir. Oğlu kanatlı atıyla giderek babasını o mağaradan alıp getirir. Satanay Biyçe bitkilerden hazırladığı merhemleri Örüzmek’in yaralı yerlerine sürer. Fakat, Örüzmek çok ağır yaralı olduğu için ayağa kalkacak halde değildir. Bunun üzerine Satanay Biyçe, Demir-Kapı ordusuna karşı savaşmak üzere Nart askerlerinin sevk ve idaresini kendisi almaya karar verir [Haciyeva, 1994:105]. 2. Kahramanın Savaş Hazırlığı Satanay Biyçe ilk olarak Nartların demircisi Debet’e bir gün bir gece içerisinde bin adet kılıç, bin adet yay ve yirmi bin adet de ok hazırlatır. Debet’in hazırladığı silahların ucuna yılan zehiri sürer. Daha sonra Satanay Biyçe bir gün bir gece içerisinde bin adet asker elbisesi hazırlayıp Nart askerlerini giydirir [Haciyeva, 1994:105]. 3. Kahramanın Kılık Değiştirmesi Bütün hazırlıklar tamamlandıktan sonra Satanay Biyçe, Örüzmek’in kıyafetlerini giyer, onun silahlarını kuşanır ve yüzünü de Örüzmek’e benzetir [Haciyeva, 1994:105]. Daha önce, Satanay Biyçe’nin “alp tipi kadın” karakterinden farklı olarak daha çok

Page 182: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

bilgisiyle, zekâsıyla ve doğa üstü güçleriyle ön plana çıktığını söylemiştik. Burada ise Satanay Biyçe’nin düşmanla savaşmak üzere kılıç kuşandığını görmekteyiz. Fakat bu durum onun içerisinde bulunduğu toplum tarafından bilinen konumunu değiştirmez. Çünkü Satanay Biyçe düşmanla savaşmak üzere kılıç kuşanıp ordunun başına geçse bile doğa üstü güçleri sayesinde kocası Örüzmek’in kılığına girmiştir. [s. 14] Yani sonuçta ordunun başına geçen komutan Satanay Biyçe değil, Örüzmek’tir. Nart askerleri ordunun başındaki komutanın Örüzmek olduğunu görmektedirler. Halbuki o aslında Satanay Biyçe’dir. Fakat Nart askerleri bunu hiçbir zaman bilmeyeceklerdir. Satanay Biyçe her ne kadar toplum içerisinde konum itibariyle yüksek bir seviyede ise de bu epizottan Nartlarda ata erkil bir yapının hakim olduğu anlaşılmaktadır. Satanay Biyçe yönetici veya buyruk verici değil, daha çok danışma merciîdir. Her halükârda Satanay Biyçe’nin söyledikleri yapılmaktadır. Fakat icraatlar onun söylemesiyle veya buyruğuyla değil, toplumun resmî yöneticisinin buyruğuyla yerine getirilmektedir. Sonuç olarak destanın yaratıcısı Satanay Biyçe’yi bizzat kendi gerçekliğiyle bir alp tipi kadın haline getirmemiş, ordunun komutanlığına bir kadını uygun görmemiştir. Bu yüzden de Satanay Biyçe’yi kocası Örüzmek’in kılığına sokmuştur. 4. Kahramanın Yola Çıkması Örüzmek’in kılığına giren Satanay Biyçe, Nart askerlerinden oluşan ordusuyla birlikte, Demir-Kapı ordusunun Nart ülkesine girmesini önlemek üzere yola koyulur. Satanay Biyçe ve Nart ordusu Hazar denizi kıyılarına kadar gelirler. Burada biraz dinlendikten sonra Argın ırmağı kenarına kadar ilerleyip burada karargâh kurarlar [Haciyeva, 1994:105]. 5. Düşmanın Tanıtılması Demir-Kapı’nın ordusu dev yaratıklardan kurulmuştur. Bunlar alınlarında tek bir gözü vardır. Vücutları çok pis kokmaktadır. İğrenç ve ürkütücü bir görünüm sergilemektedirler. Her birinin elinde on kulaç uzunluğunda bir mancınık, sırtlarında da içi büyük ve sivri taşlarla dolu sığır derisinden yapılmış heybeler bulunmaktadır [Haciyeva, 1994:105-106]. 6. Savaş ve Düşmanın Cezalandırılması Devler, Nartları görünce saldırıya geçerek mancınıklarla sivri taşları atmaya başlarlar. Nart askerleri de zehirli oklarını fırlatırlar. Fakat Nartların fırlattığı oklar dev askerlere işlemez. Bunun üzerine Satanay Biyçe, bir bölük askerin kendisiyle kalmasını, diğer askerlerin hepsinin Hazar denizi kıyılarına doğru çekilmesini söyler. Daha sonra, Satanay Biyçe kendisiyle kalan askerlerle birlikte yakındaki bir koruluğa gider. Burada yüz tane büyük kazan içerisinde et pişirir. Et kazanlarının içine zehirli bitkilerden de koyar. Daha sonra yanında kalan askerleri de alıp Hazar denizi kıyılarına doğru kaçar. Onları takip eden devler koruluktaki içi etle dolu kazanları görünce çok sevinirler ve

Page 183: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

savaşı unutup etleri yemeye koyulurlar. Zehirli etleri yiyen devlerin hepsi orada ölür [Haciyeva, 1994:106]. Nartlar, fizikî yönden kendilerinden daha güçlü olan düşmanı, bilek gücüyle değil, akıl ve hileyle yenmektedirler. Bu da Örüzmek kılığına girmiş olan Satanay Biyçe’nin sayesinde olmaktadır. Ordunun başında Örüzmek kılığına girmiş Satanay Biyçe değil de, Örüzmek’in bizzat kendisi olsaydı, muhtemelen Nartlar düşmanlarına yenilmiş olacaklardı. 7. Zafer ve Yurda Geri Dönüş [s. 15] Devlerin arkasından gelen Demir-Kapı’nın insanlardan kurulu ordusu, devleri ölmüş vaziyette görünce kendi başlarına Nartları takip ederek onlarla savaşmaya cesaret edemezler. Onları, Hazar denizi kıyılarında bekleyen Satanay Biyçe, sihirli aynasına bakarak Demir-Kapı ordusunun bu durumunu anlar ve Nart ordusunu karşı saldırıya geçirir. Nartlar, Demir-Kapı askerlerinin yarısını öldürüp, yarısını da esir alırlar. Daha sonra, Satanay Biyçe ve Nart askerleri bütün ganimeti toplayıp sağ esen bir şekilde kendi yurtlarına dönerler [Haciyeva, 1994:106]. III. SONUÇ EPİZODU 1. Sonun Başlangıcı Nartlar yeryüzündeki bütün çirkin dev yaratıkları ve canavarları öldürmüşlerdir. Artık Nartların yeryüzünde yapacağı bir iş kalmamıştır. Bunun üzerine Gök Tanrısından bir buyruk gelir ve Nartlar kanatlı atlarıyla gökyüzüne uçarak dünyayı terk ederler. Satanay Biyçe ise dünyadaki görevini henüz tamamlamadığı için yeryüzünde kalır. Uzun yıllar boyunca yeryüzünde yaşayan insanlara pek çok şey öğretir. İnsanlara ekmek pişirmesini, boza yapmasını, ateş yakmasını; kadınlara taşlarla fal bakmasını, erkeklere de hayvanların kürek kemiğiyle fal bakmasını öğretir. Burada, Nartların dünya dışı varlıklar olduğu ve belli görevleri yerine getirmeleri için Gök Tanrı tarafından dünyaya gönderildikleri açık bir şekilde ifade edilmektedir. Destanın yaratıcısı normal insanlardan farklı olarak olağanüstü özelliklerle donatılmış olan Nartları dünya dışı varlıklar olarak tahayyül etmektedir. Buna göre Nartlar Gök Tanrı’nın dünyaya göndermiş olduğu kusursuz varlıklardır. Nartların görevi dünyadaki çirkin dev yaratıkları ve canavarları ortadan kaldırmaktır. Satanay Biyçe’nin görevi ise diğerlerine göre daha farklıdır. Onun görevi dünyadaki insan medeniyetinin gelişmesine yardımcı olmaktır ve henüz bu görev tamamlanmamıştır. 2. Kahramanın Rüya Görmesi

Page 184: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Satanay Biyçe bir gün “Yeryüzünde yapacak bir işim kalmadı, artık beni de Nartların yanına alın” diye Gök Tanrısına yalvarır. Daha sonra Satanay Biyçe bir gece rüyasında: “Dağların zirvesindeki Nart mâbedine çık, Gök Tanrısı gökyüzünden sana bir urgan sarkıtacak ve seni kendi yanına alacak” şeklinde bir ses duyar. Satanay Biyçe artık görevini tamamlamıştır. Dünyadaki insanların medenî gelişiminde yardımcı olacağı bir şey kalmamıştır. Bu yüzden de Gök Tanrı’dan kendisini yanına almasını istemektedir. Satanay Biyçe’nin bu isteği rüya yoluyla cevaplandırılmaktadır. Gök Tanrı, Satanay Biyçe’ye rüyasında onu kendi yanına alacağını müjdelemektedir. 3. Kahramanın Sonu Satanay Biyçe rüyasında tarif edilen yere gider. Gökyüzünden bir urganın sarkıtıldığını, urganın ucunda da büyük bir sepetin olduğunu görür. Satanay Biyçe hemen bu sepetin içine girip oturur ve gökyüzüne doğru hareket eder. Satanay Biyçe’nin bugün bile [s. 16] gökyüzünde yaşadığı, gökyüzünde kanatlı atlarla dolaşan Nart kahramanlarına yol gösterdiği söylenmektedir [Haciyeva, 1994:300]. Destanın yaratıcısı Satanay Biyçe’yi ve Nartları dünya dışı varlıklar olarak tahayyül ettiğinden onlar aynı zamanda ölümsüzdürler. Satanay Biyçe, Gök Tanrı’nın yanına gider ve gökyüzünde diğer Nart kahramanlarıyla birlikte hayatına devam eder. METİNLER [Karaçay-Malkar Türkçesiyle] 1. Ariuw Satanay Kündü Satanaynı atası Aydı anı tabxan tatlı anası Aydan anı Teññiz Teyri urlağandı Anı atı Suw Celmawuz bolğandı Teññiz Teyri ayrıkamda caşırğandı Caşırğanlay nença cılla aşırğandı Ay tutulub közü beti qaralğandı Açıwundan cüreginden taralğandı

Page 185: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Ay da, Kün da tutuladıla anı üçün Titireyle, qaltırayla anı üçün Cerden ala carıqların tıyadıla Cılab ala culduzlanı cıyadıla Cerge ala miyik kökden qaraydıla Satanaynı qaydağısın suraydıla Ne bolğanın, qaydağısın tabalmaydıla Celmawuzğa sorurğa ala bazalmaydıla Ay cılasa közlerinden cavadı cawunla Kün qızdırsa cerde canadı qawdanla [s. 17] Satanaynı Suw Celmawuz buqdurğandı bermeydi Ayrıkamda anı kişi körmeydi Ayrıkamnı üsün tuban bla cabxandı Kesi kirib teññiz tübge catxandı Satanayğa Suw Anası qarağandı Altın çaçın qolu bla tarağandı Ne bolsa da künü aman bla batxandı Teññiz taññı aman bla atxandı Bölek cılla cılay cılay turğandı Bir keçede qaçarğa al burğandı Betin boyab çıqğandı teññiz cağağa İzley barıb miññendi qayın qaññağa Butun qolun qalaq etib tartxandı Celle süre qara cerge atxandı Almastıla körüb anı alğandıla

Page 186: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Qara ormañña eltib aşla salğandıla Almastıla tamır aşla bergendile Satanaynı sıylı, ariuw körgendile Almastıla söleşe bilmey edile Satanaynı bir de erşi körmey edile Bir kün bıla çaba corta ketdile Bilmegenley bir töbege cetdile Ol töbeden as-mus iyis urub başladı Qart almastı birden esin taşladı Qalğanları birden artxa qaçdıla Qara ormañña tük tük bolub uçdula [s. 18] Ullu töbe qart emegen bolğandı Ceti cüz cıl ormanda turğandı Ol Satanay qaçalmayın qalğan edi Qart emegen tutayım deb barğan edi Ol közüwde Satanay betin açıb qarağan edi Birden emegenni caññız közü qamağan edi Caññız közü cuq körmeyin qalğan edi Açıwlanıb qaya taşla alğan edi Cuq körmeyin taşla bla ata edi Cerden sermeb topuraqla cuta edi Kele kelib tik qayadan cığılğan edi Töppe çarxı suw taşlağa cağılğan edi Qız Satanay qaldı kesi caññızlay Qara ormanda kesi allına calanlay

Page 187: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Köb aylaññandı qara ormanda abına Amalsızdan Cer Teyrige tabına Ariuwluğu taşnı tawnu carıta Xar bir zatnı ol kesine qarata [s. 19] Satanaynı körgende toxtay edile suwla da Keçelede da carıy edile tüzle, tawla da Ol Satanay köb aylaññandı el tabmay Aşarına bir burxu gırcın qabmay Kele kelib ol Nart elge kirgendi El qıyırında qurtxa qatın körgendi Qurtxa qatın Satanaynı alğandı Tutub kelib gumusuna salğandı Caşırtınlay qurtxa anı ösdürgendi Örüzmekge qıznı alay sezdirgendi Qatınlıqğa Örüzmekge bergendi Örüzmek da andan aqıl bilgendi Ol Satanay bolğandı Nartla anası Örüzmek da bolub Nart askerni atası. [Haciyeva, 1994:71-73] [Türkiye Türkçesiyle] 1. Güzel Satanay Güneştir Satanay’ın babası Aydır onu doğuran tatlı annesi Aydan onu Deniz Tanrısı çalmış Onun adı Su Ejderi imiş

Page 188: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Deniz Tanrısı adada gizlemiş Gizleyerek birçok yıl zaman geçirmiş [s. 20] Ay tutulup gözü yüzü kararmış Acısından yüreği daralmış Ay da, Güneş de tutuluyorlar onun için Titriyorlar, sarsılıyorlar onun için Yeryüzünden onlar ışıklarını kesiyorlar Ağlayıp onlar yıldızları topluyorlar Yeryüzüne onlar yüksek gökyüzünden bakıyorlar Satanay’ın nerede olduğunu araştırıyorlar Ne olduğunu, nerede olduğunu bulamıyorlar Ejdere sormaya onlar cesaret edemiyorlar Ay ağladığında gözlerinden yağıyor yağmurlar Güneş kızdırdığında yeryüzünde kavruluyor otlar Satanay’ı Su Ejderi gizlemiş vermiyor Adada onu hiç kimse görmüyor Adanın üstünü sisle kapatmış Kendisi girip denizin dibine yatmış Satanay’a Su Tanrıçası bakmış Altın saçını eliyle taramış Ne var ki bütün günü sıkıntıyla geçmiş Denizde şafak sıkıntıyla aydınlanmış Uzun yılları ağlayarak geçirmiş Bir gece kaçmaya niyet etmiş [s. 21] Yüzünü boyayıp çıkmış deniz kenarına Arayıp gidip binmiş kayın ağacına

Page 189: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Elini ayağını kürek yapıp çekmiş Rüzgârlar sürükleyip karaya atmış Ucubeler görüp onu almışlar Kara ormana götürüp yiyecekler vermişler Ucubeler bitki kökü yiyecekleri vermişler Satanay’a değer verip sevmişler Ucubeler konuşmayı bilmiyorlardı Satanay’a hiç kötü muamele etmiyorlardı Bir gün bunlar koşa koşa gittiler Bilmeden bir tepeye vardılar O tepeden dev kokusu gelmeye başladı İhtiyar ucube birden bayıldı Diğerleri hemen geri kaçtılar Kara ormana dağılıp uçtular Büyük tepe meğer ihtiyar bir dev imiş Yedi yüz yıldan beri ormanda imiş Satanay kaçamadan kalmıştı İhtiyar dev yakalayım diye varmıştı O sırada Satanay yüzünü açıp bakmıştı Birden devin tek gözü kamaşmıştı Tek gözü hiçbir şey göremeden kalmıştı Öfkelenip kayaları almıştı Hiçbir şey görmeden taşları atıyordu Yerden kapıp toprakları yutuyordu Gele gele sarp kayalıktan düşmüştü

Page 190: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Kafası parçalanıp taşlara bulaşmıştı Genç Satanay kaldı kendi başına yalnız Kara ormanda kendi başına korumasız Çok dolaşmış kara ormanda tökezleyip Çaresizlikten Yer Tanrısına yalvarıp Güzelliği dağı taşı aydınlatarak Her bir şeyin dikkatini kendisine çekerek Satanay’ı gördüğünde duruyordu ırmaklar da Geceler aydınlanıyordu ovalar, dağlar da Satanay çok dolaşmış bir köy bulamadan Yemek için bir parça ekmek yemeden Gele gelip o Nart köyüne gelmiş Köyün kenarında cadı kadın körmüş Cadı kadın Satanay’ı almış Tutup mahzenine kapatmış Gizlice cadı onu büyütmüş Örüzmek’e kızı böyle sezdirmiş [s. 23] Eş olarak Örüzmek’e vermiş Örüzmek de ondan akıl öğrenmiş Satanay olmuş Nartların anası Örüzmek de olup Nart askerlerin atası. 2. Satanay Demir-Kapı Askerlerini Yeniyor Güzeller güzeli, bilge, çalışkan ve becerikli Satanay Biyçe, Nart Örüzmek’in karısıdır. Satanay Biyçe’yi, Nart yurtlarının baş cadısı Tohana adlı kadın büyütmüştür. Satanay Biyçe’den önce, Nart yurtlarının kadınları biçki dikiş bilmiyorlarmış. Nartlar eti çıplak ateş üzerinde kebap yaparak yerlermiş. Bunun üzerine Satanay Biyçe bir tencere imâl

Page 191: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

etmiş ve Nartlara eti suda haşlamayı öğretmiş. Bunun dışında yine tahıldan un yapmasını, undan da ekmek pişirmesini öğretmiş. Satanay Biyçe her gün Nartlara yeni bir şey öğretmiş. Satanay Biyçe, Nart kadınları için kumaş dokuma makinesini, kirmanı ve tarağı icat etmiş. Satanay Biyçe yeryüzündeki bütün ağaçların ve bitkilerin dilini bilmekte ve onlarla konuşabiliyormuş. Bu sayede bütün hastalıkların çaresini bitkilere sorup öğreniyor ve bitkilerden her türlü hastalığın ilacını yapabiliyormuş. Hatta, Satanay Biyçe bir gün ölümsüzlük iksirinin yapıldığı bitkiyi bile bulmuş. Fakat Satanay Biyçe bu ölümsüzlük bitkisinden iksir yaparak kendisi içmemiş, diğer Nart kahramanlarına da içirmemiş. Bir gece Nartlara kötü bir haber gelir. Söylenenlere göre Demir-Kapı ordusu, Nart ülkesini yağma etmek üzere yola çıkmıştır. Nartların lideri olan Örüzmek ortalarda yoktur. Bu yüzden Nartlar telaşa düşerler. Satanay Biyçe, Örüzmek’in nerede olduğunu bulmak için, Tohana adlı analığından miras kalan sihirli aynasına bakar. Örüzmek’in ağır yaralı şekilde bir mağarada yattığını görür. Hemen, büyük oğlunu, Örüzmek’i alıp getirmesi için gönderir. Oğlu, kanatlı atıyla, babasını o mağaradan alıp getirir. Satanay Biyçe bitkilerden hazırladığı merhemleri Örüzmek’in yaralı yerlerine sürer. Fakat, Örüzmek çok ağır yaralı olduğu için ayağa kalkacak halde değildir. Bunun üzerine Satanay Biyçe, Demir-Kapı ordusuna karşı savaşmak üzere Nart askerlerinin sevk ve idaresini kendisi almaya karar verir. Satanay Biyçe ilk olarak Nartların demircisi Debet’e bir gün bir gece içerisinde bin adet kılıç, bin adet yay ve yirmi bin adet de ok hazırlatır. Satanay Biyçe, Debet’in hazırladığı silahların ucuna yılan zehiri sürer. Daha sonra Satanay Biyçe bir gün bir gece içerisinde bin adet asker elbisesi hazırlayıp Nart askerlerini giydirir. Bütün hazırlıklar tamamlandıktan sonra Satanay Biyçe, Örüzmek’in kıyafetlerini giyer, silahlarını kuşanır ve yüzünü de Örüzmek’e benzetir. Örüzmek’in kılığına giren Satanay Biyçe, Nart askerlerinden oluşan ordusuyla birlikte, Demir-Kapı ordusunun Nart ülkesine girmesini önlemek üzere yola koyulur. Satanay Biyçe ve Nart ordusu Hazar denizi kıyılarına kadar gelirler. Burada biraz dinlendikten sonra Argın ırmağı kenarına kadar ilerleyip burada karargâh kurarlar. [s. 24] Şafağın sökmesiyle birlikte, Demir-Kapı’nın devlerden oluşan askeri birlikleri, Nartların karargâhının olduğu yere gelirler. Demir-Kapı’nın dev askerlerinin her birinin elinde on kulaç uzunluğunda mancınık, sırtlarında da içi büyük ve sivri taşlarla dolu sığır derisinden yapılmış heybeler bulunuyordu. Alınlarında parlayan tek gözleri, etrafa yaydıkları pis vücut kokularıyla iğrenç ve ürkütücü bir görünüm sergileyen dev askerler Nartları görünce saldırıya geçerek mancınıklarla sivri taşları atmaya başlarlar. Nart askerleri de zehirli oklarını fırlatırlar. Fakat Nartların fırlattığı oklar dev askerlere işlemez. Bunun üzerine Satanay Biyçe, bir bölük askerin kendisiyle kalmasını, diğer askerlerin hepsinin Hazar denizi kıyılarına doğru çekilmesini söyler. Daha sonra, Satanay Biyçe kendisiyle kalan askerlerle birlikte yakındaki bir koruluğa gider. Burada yüz tane büyük kazan içerisinde et pişirir. Et kazanlarının içine zehirli bitkilerden de koyar. Daha sonra yanında kalan askerleri de alıp Hazar denizi kıyılarına doğru kaçar.

Page 192: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Onları takip eden dev askerler koruluktaki içi etle dolu kazanları görünce çok sevinirler ve savaşı unutup etleri yemeye koyulurlar. Zehirli etleri yiyen dev askerlerin hepsi orada ölür. Devlerin arkasından gelen Demir-Kapı’nın insanlardan kurulu ordusu, devleri ölmüş vaziyette görünce kendi başlarına Nartları takip ederek onlarla savaşmaya cesaret edemezler. Onları, Hazar denizi kıyılarında bekleyen Satanay Biyçe, sihirli aynasına bakarak Demir-Kapı ordusunun bu durumunu anlar ve Nart ordusunu karşı saldırıya geçirir. Nartlar, Demir-Kapı askerlerinin yarısını öldürüp, yarısını da esir alırlar. Daha sonra, Satanay Biyçe ve Nart askerleri bütün ganimeti toplayıp sağ esen bir şekilde kendi yurtlarına dönerler [Haciyeva, 1994:105-106]. 3. Satanay Biyçe ile Nartların Yeryüzünden Gökyüzüne Uçtukları Hakkında Satanay, bütün Nartların anası olarak bilinir. Dünyada ondan daha güzel, daha akıllı bir canlı yaratılmamıştır. Bütün dünyaya akıl ve namus mefhumunu o dağıtmıştır. Satanay, olmuş ve olacak olan her şeyi bilir. Satanay’ın babası Güneş, annesi de Ay’dır. Satanay gökyüzünde doğmuştur. Satanay’ın Yer Tanrısı tarafından büyütüldüğü söylenir. Fakat kimileri ise Satanay’ın Celmavuz tarafından kaçırıldığını, Güneş ile Ay’ın da bu yüzden tutulduğunu söylerler. Güneş, Satanay aklına geldiği zaman, sıcaklığıyla dünyayı kasıp kavuruyor, bütün denizleri ve ırmakları kurutuyormuş. Ay tutulduğu zaman ise yağmur yağıyor, sel olup bütün ırmaklar taşıyormuş. Satanay’ı yeryüzünde Su Tanrıçası büyütmüş. O, Satanay’ı çok seviyormuş. Satanay’a bizzat kendisi bakıyormuş. Satanay ismini ona Su Tanrıçası’nın verdiği söylenir. Güneş ve Ay’ın küçük kızı babası ve annesi aklına geldiği zaman ağlarmış. Böyle olduğu zamanlarda Su Tanrıçası Satanay’a oynaması için yakut, elmas gibi değerli mücevherlerini verirmiş. Satanay bu değerli taşların içinde en çok “sata” [kırmızı mercan] taşıyla oynamayı severmiş. Bu yüzden Su Tanrıçası ona Satanay ismini vermiş. Satanay, Celmavuz’dan kaçarak Nart ülkesine gelmiş. Daha sonra burada Nart kahramanlarının lideri olan Örüzmek’le evlenmiş. Satanay pek çok konuda Nartlara yol göstermiş, bu şekilde aradan uzun zaman geçmiş. Nartlar yeryüzündeki düşmanları olan çirkin dev yaratıkları ve canavarların hepsini öldürmüşler. Nihayetinde Nartların yeryüzünde yapacakları bir iş kalmamış. Bunun üzerine Gök Tanrısından buyruk gelmiş ve Nartlar [s. 25] kanatlı atlarıyla gökyüzüne uçup yeryüzünü terk etmişler. Satanay ise yeryüzünde kalmış, buradaki insanlara pek çok şey öğretmiş. İnsanlara ekmek pişirmesini, boza yapmasını, ateş yakmasını, kadınlara taşlarla fal bakmasını, erkeklere de hayvanların kürek kemiğiyle fal bakmasını öğretmiş. Satanay bir gün “Yeryüzünde yapacak bir işim kalmadı, artık beni de Nartların yanına alın” diye Gök Tanrısına yalvarmış. Daha sonra Satanay bir gece rüyasında: “Dağların zirvesindeki Nart mâbedine çık, Gök Tanrısı gökyüzünden sana bir urgan sarkıtacak ve seni kendi yanına alacak” diye bir ses duymuş. Bunun üzerine Satanay Biyçe rüyasında

Page 193: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

tarif edilen yere gider. Gökyüzünden bir urganın sarkıtıldığını, urganın ucunda da büyük bir sepetin olduğunu görmüş. Satanay hemen bu sepetin içine girip oturmuş ve gökyüzüne doğru hareket etmiş. Satanay Biyçe’nin bugün bile gökyüzünde yaşadığı, gökyüzünde kanatlı atlarla dolaşan Nart kahramanlarına yol gösterdiği söylenmektedir [Haciyeva, 1994:299-300]. KAYNAKLAR ADİLOĞLU, Adilhan., “Karaçay-Malkar Nart Destanları”, Karaçay-Malkar Dergisi, Sayı: 4, Ankara, 1993. ADİLOĞLU, Adilhan., “Karaçay-Malkar Türklerinde Nart Destanları”, Yeni Türkiye Dergisi-Türk Dünyası Özel Sayısı, Sayı: 15 [I. Cilt], Ankara, 1997. BAYRAMUQLANI, Umar., “Qaraçay Folklorda Sxurtuqnu Tuwduqları”, Şorqa, Çerkessk, 1982. BAYRAMUKOV, U. Z., “K Etimologii Slova Nart”, Problemı İstoriçeskoy Leksiki Karaçayevo-Balkarskogo i Nogayskogo Yazıkov, Çerkessk, 1993. DUMEZİL, G., Osetinskiy Epos i Mifologiya, Moskova, 1976. DYAÇKOV-TARASOV, A.N., “Zametki o Karaçaye i Karaçayevtsah” SMOMPK, No: 25-2, Tiflis, 1898. HABİÇLANI, Magomet, “Qaraçay Nart Eposnu Nartlarını Üsünden”, Zamannı Awazı, Çerkessk, 1973. HACİYEVA, T.M. [vd.], Malqar-Qaraçay Nart Epos, Moskova, 1994. KAŞGARLI, Mahmut., Divanü Lûgati’t-Türk, Çeviren: Besim Atalay, III. Cilt, Ankara, 1992. KIRZIOĞLU, Fahrettin., Kıpçaklar, TTK Yayınları, Ankara, 1992. LAYPANOV, K.T.-MİZİYEV, İ.M., O Proishojdenii Türkskih Narodov, Çerkessk, 1983. OSTRYAKOV, P., “Narodnaya Literatura Kabardintsev i Ee Obraztsı”, Vestnik Evropı, Tom: 4, No: 8, Peterburg, 1879. ÖZBAY, Özdemir., Mitoloji ve Nartlar, Ankara 1990. POTANİN, G.N., Vostoçnıye Motivi v Srednevekovom Evrope Epose, Moskova, 1899. RKLİTSKİY, M.V., “K Voprosu o Nartah i Nartskih Skazaniyah”, İzvestiya Osetinskogo Nİİ Krayevedeniya, No: 2, Vladikafkaz, 1927. URUSBİYEV, S.İ., “Skazaniya O Nartskih Bogatıryah U Tatar-Gortsev Pyatigorskogo

Page 194: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Okruga Terskoy Oblasti”, SMOMPK, No: 1, Tiflis, 1881. _________________________________________________________________________ Adilhan Adiloğlu, Karaçay-Malkar Nart Destanlarının Kadın Kahramanı Satanay Biyçe Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı: 18, TDK, Ankara, Yaz-2004, s. 7-25

KARAÇAY-MALKAR TÜRKLER İNDE NEVRUZ

Türk kültüründe baharın gelişiyle birlikte yeni bir yılın başlangıcını temsil eden “Nevruz” geleneği günümüzde Türk Dünyasının ortak bayramlarından biri olarak kabul edilmektedir. Kış mevsiminin sona erip, tabiatın yeniden canlanmaya başladığı baharın ilk günleri, bütün Türk boylarında olduğu gibi, Karaçay-Malkar Türklerinde de çok eski zamanlardan beri türlü şenlikler halinde kutlanmaktadır. Türk kültüründe baharın gelişiyle birlikte yeni bir yılın başlangıcını temsil eden “Nevruz” geleneği günümüzde Türk Dünyasının ortak bayramlarından biri olarak kabul edilmektedir. Kış mevsiminin sona erip, tabiatın yeniden canlanmaya başladığı baharın ilk günleri, bütün Türk boylarında olduğu gibi, Karaçay-Malkar Türklerinde de çok eski zamanlardan beri türlü şenlikler halinde kutlanmaktadır. [s. 275] Türk kültüründe baharın gelişiyle birlikte yeni bir yılın başlangıcını temsil eden “Nevruz” geleneği günümüzde Türk Dünyasının ortak bayramlarından biri olarak kabul edilmektedir. Kış mevsiminin sona erip, tabiatın yeniden canlanmaya başladığı baharın ilk günleri, bütün Türk boylarında olduğu gibi, Karaçay-Malkar Türklerinde de çok eski zamanlardan beri türlü şenlikler halinde kutlanmaktadır. Karaçay-Malkar Türklerinin kültüründe baharın gelişini ve yeni yılın ilk gününü temsil etmesiyle ilgili olarak “Nevruz” kelimesine rastlanmamaktadır. Ancak, Karaçay-Malkar Türklerinin “Ruzlama” veya “Oruzlama” adı verilen eski halk takviminin adında “Nevruz” kelimesinin izine rastlamak mümkündür. Karaçay-Malkar Türkçesindeki “Ruzlama” veya “Oruzlama” kelimelerinin kaynağının Farsça “rûz” [gün] kelimesinden gelmiş olduğu açık bir şekilde görülmektedir. Karaçay-Malkar Türklerinin eski halk takvim sistemine göre yılın başlangıcı 22 Mart gününe tekâbül etmektedir. Yılın ilk ayının adına ise “Toturnu Al Ayı” veya “Süyünç Ay” adı verilmektedir. Eskiden, baharın gelmesi demek, tarım ve bilhassa hayvancılık işiyle uğraşan Karaçay-Malkar Türkleri için sürüleri meraya çıkarma ve tarlalara tohum ekme döneminin başlaması demektir. Bu faaliyetler ise Karaçay-Malkar Türklerinin hayat tarzını düzenleyen en önemli olaylardır. Yani, baharın gelişi, Karaçay-Malkar Türkleri için hayatın başlaması demektir. Bu yüzden baharın gelişini coşkulu bir şekilde karşılamak üzere büyük hazırlıklar yapılırdı. “Toturnu Al Ayı” veya “Süyünç Ay”ının ilk günü olan 22 Mart günü, adeta bir dinî bayram havasında özel törenler ve çeşitli şenlikler düzenlenerek “Saban Toy”, “Gollu”, “Hardar” ve “Gutan” adı verilen bayramlarla kutlanırdı.

Page 195: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Saban Toy Karaçay-Malkar Türklerinde baharın başlangıcında düzenlenen kutlama şenliklerinin en görkemli olanlarından biri “Saban Toy”dur. Baharın ilk gününde bütün halk toplanarak “Çoppa” [Ziraat ve Bereket Tanrısı], “Dawle” [Toprak Tanrısı] ve “Erirey”in [Mahsul Tanrısı] şerefine kurbanlar keser ve büyük şölenler tertip ederdi. Karaçay-Malkar Türklerinde hiç kimse “Saban Toy” yapılmadan kesinlikle tarla işlerine başlamazdı [Curtubayev, 1994:133-134; Tawmurzalanı-Bayramqullanı, 1998:5]. Eski Karaçay köylerinden biri olan Uçkulan köyünde herkes, kutsal sayılan “Çoppa Taş” [Çoppa’nın Taşı] adı verilen büyük bir kayanın çevresinde toplanır, “Çoppa”nın şerefine çeşitli hayvanlar kurban edilirdi. Daha sonra büyük bir ziyafet verilir, türlü şenlikler yapılırdı. Şölenin [s. 276] sonunda, herkes “Çoppa-Taş”ın etrafında kol kola girerek geniş bir çember oluşturur ve dinî mahiyette birtakım danslar icra edilirdi. Törenin sonunda insanlar “Çoppa”dan inek ve koyun gibi hayvanlarının ürünlerinin bol ve bereketli olmasını, vahşi hayvanların saldırılarından korumasını, ekinlerin iyi yetişmesi için yağmur, başakların olgunlaşması için güneşli bir mevsim dilerlerdi [Laypanov, 1957:40]. Çoppa için yapılan törenin bitiminde “Tamada” veya “Töreçi” adı verilen tören idarecisi şu duayı ederdi: Çoppa, Teyriden sora sen teyri Çoppa qızıwçuluqnu quw keri Çoppa bir qandır cerni Çoppa aşlıq küyedi ne eteyik Çoppa cawun kele sebeley Çoppa aşlıq kele töbeley Teyribiz bersin semiz citça Maylı bolsun erinle Caşlı bolsun kelinde Teyri bersin igilik Bolsun bizde tirilik [Haciyeva, 1988:198-199] Çoppa, Tanrıdan sonra sensin ilâh Çoppa sıcaklığı kov geri Çoppa bir kandır toprağı Çoppa hububat yanıyor ne yapalım Çoppa yağmur geliyor çiseleyerek Çoppa hububat geliyor tepe gibi Tanrımız versin semiz et Yağlı olsun dudaklar Oğlanlı olsun gelinler Tanrı versin iyilik Olsun bizde dirlik Karaçay-Malkar Türkleri “Saban Toy” sona erdikten sonra, tarla sürmeye çıkmadan önce tarlaların iyi ve kolay sürülmesi için “Dawle”ye, ekinlerin dolgun ve bol yetişmesi için de “Erirey”e dua ederlerdi [Malkonduyev, 1988:27-28]. Bunun dışında, Karaçay Türkleri, İslâm dinini kabul etmeden önce, bahar mevsiminin

Page 196: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

her Çarşamba gününde, Mahar ırmağının sağ tarafında kutsal sayılan büyük bir çam ağacının çevresinde toplanır, dinî törenler yapar ve “Teyri”ye [Tanrı] dua edip, dileklerde bulunurlardı: Cazıbız cawumlu bolsun Küzübüz künlü bolsun Qışıbız qarlı bolsun Acalıbız sabır bolsun Istavatla mallı bolsunla Batmanla ballı bolsunla Küple mürzewleden tolsunla Azıgıbız moñ bolsun Cazıbız nasıblı bolsun Egiz egiz tölü tuwsun Segiz segiz nasıb cawsun Teyribiz bersin aşxılıq Körmeyik barıbız açlıq [Haciyeva, 1988:12] Baharımız yağmurlu olsun Güzümüz güneşli olsun Kışımız karlı olsun Ecelimiz yavaş olsun Çiftliklerde hayvan bol olsun Kovanlar ballı olsun Küpler yiyeceklerden dolsun Yiyeceğimiz tok olsun Baharımız bahtlı olsun İkiz ikiz nesil doğsun Sekiz sekiz kısmet yağsın Tanrımız versin iyilik Görmeyelim hiçbirimiz açlık Gollu Bayramı [s. 277] Karaçay-Malkar Türklerinde baharın başlangıcında düzenlenen kutlama şenliklerinin en görkemli olanlarından bir diğeri de “Gollu” bayramıdır. Gollu, Karaçay-Malkar Türklerinin eski inanışlarına göre toprağın, ziraatın, mahsulün ve bereketin tanrısı olarak kabul edilmektedir. Bahar geldiği zaman bütün halk toplanarak Gollu’nun şerefine kurbanlar keser, büyük şölenler tertip ederdi. Şölenin sonuna doğru herkes kol kola girerek halka şeklinde toplanır, “sıbızgı” adı verilen kaval eşliğinde hep birlikte “Gollunu Cırı”nı [Gollunun Şarkısı] söyleyerek “Gollu Tepsew” [Gollu Dansı] icra ederlerdi [Holayev, 1979:5-12; Kudayev, 1997:36-39]. Şenliklerin sona ermesinden sonra tören idarecisi Gollu’ya dua eder, ondan dileklerde bulunurdu: Gollu sen carıq Gollu Gollu sen ırısxılı qollu Bek bitsin sabanla Abçımasın adamla Aşlıq, zıntxı qılıqsız tolu bolsun

Page 197: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Sabanlanı ordurub Buday gültüle baylatxın Indır töbele qalatxın Gollu sen aydınlık Gollu Gollu sen lütufkâr Çok büyüsün ekinler İncinmesin insanlar Hububat, yulaf, kaliteli ve bol olsun Ekinleri biçtirip Buğday demetleri bağlatasın Harman tepeleri yığdırasın [Haciyeva, 1988:199-200; Malkonduyev, 1990:78] Hardar Bayramı Çegem, Holam ve Bızıngı vadilerinde baharın gelişi “Hardar Bayramı”yla kutlanırdı. Karaçay-Malkar Türklerinin eski inanışlarına göre “Hardar” veya “Altın Hardar” hububatın ve diğer mahsulün tanrısıdır [Malkonduyev, 1988:28-29; Curtubayev, 1991:141-142]. Çegem vadisi köylerinde bahar zamanı tarla sürmeye çıkılmadan önce “Hardar”ın şerefine kurbanlar kesilir, şölenler düzenlenirdi. Şölen alanına getirilen öküzlerin böğürmesine göre o yılın iyi veya kötü geçeceğine dair fikir yürütülürdü. Şölenin sonunda bütün halk toplanır, hep bir ağızdan dşöyle dua edilirdi: Sabanlada qılqı kibik Xar zamanda tuluq aşlıq alayıq Bereket ketmesin küpleden, arbazladan Erireyge ariuw körüneyik Xardarga baş urayıq [Malkonduyev, 1990:89] Tarlalardaki başak gibi Her zaman dolgun hububat alalım Bereket gitmesin küplerden, avlulardan Erirey’e hoş görünelim Hardar’a secde edelim Gutan Bayramı Karaçay-Malkar Türklerinin ziraatçilikle ilgili bayramlarından biri olan “Gutan Bayramı”nda yine baharın gelişiyle ilgili şenlikler, kutlamalar ve törenler yapılırdı. Fakat daha öncesinde, sonbahar veya kış mevsiminde kesilen sığır veya koyunların etleri açık havada kurutulur, tarlaya ekilecek tohumlar küplere doldurularak toprağın altında daha önceden hazırlanan saklama yerlerine konulurdu. Bahar başında, tarlaların ekim döneminin ilk gününde halk erken saatlerde bir araya toplanarak bahar kutlamalarını başlatırdı. Sonbahar veya kış mevsiminde kurutulan etler başta [s. 278] olmak üzere çeşitli yiyecek ve içecekler sofralara konulur, büyük bir ziyafet verilirdi. Ziyafetten sonra türlü eğlenceler tertip edilir, herkes büyük bir coşkuyla baharın gelişini kutlardı. Şölen sona erdikten sonra köylüler kafile halinde, üzerinde bir dağ keçisi resminin olduğu yeşil bayraklarla tarlalara gitmek üzere yola çıkarlardı. Önlerinde de heybetli ve süslenmiş bir öküz bulunurdu. Çiğ arpa unundan ve simit şeklinde yapılmış büyük bir ekmek, iki

Page 198: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

boynuzunu da içine alacak şekilde bu öküzün başına konulurdu. Bu şekilde halk tarlaların olduğu araziye geldiği zaman toplu halde şöyle dua edilirdi: Quwanç bla barazaga barayıq Bir atxanıbız miñ bolsun Allaxnı kölü tüz bolsun Bek bitsin, saw ceteyik Bu urluqça bürkeyik [Haciyeva, 1988:195] Sevinçle tarlaya gidelim Bir attığımız bin olsun Allah’ın gönlü içten olsun Çok büyüsün, sağ salim erişelim Bu tohum gibi serpilelim Karaçay-Malkar Türklerinin kültüründe “Nevruz” kelimesine rastlanmasa da, yukarıda verilen örneklerden de anlaşılacağı gibi, baharın gelişini ve yeni bir yılın başlangıcını temsil eden “Nevruz” geleneği, farklı adlarla Karaçay-Malkar Türklerinin kültüründeki yerini almıştır. KAYNAKLAR CURTUBAYEV, M.Ç., Drevniye Verovaniya Balkartsev i Karaçayevtsev, Nalçik, 1991. CURTUBAYEV, M.Ç., Duhovnaya Kultura Karaçayevo-Balkarskogo Naroda, Nalçik, 1994. HACİYEVA, T.M., Malqarlılanı bla Qaraçaylılanı Xalq Poeziya Çıgarmaçılıqları, Nalçik, 1988. HOLAYEV, A.Z., “K Voprosu o Transformatsii Obryadovoy Pesni-Plyaski Gollu u Balkartsev i Karaçayevtsev”, Hudojestvennıy Yazık Folklora Kabardintsev i Balkartsev, Nalçik, 1979. KUDAYEV, M.Ç., Drevniye Tantsı Balkartsev i Karaçayevtsev, Nalçik, 1997. LAYPANOV, H.O., K İstorii Karaçayevtsev i Balkartsev, Çerkessk, 1957. MALKONDUYEV, H.H., “Mifologiya Karaçayevtsev i Balkartsev”, Folklor Narodov Karaçayevo-Çerkesii Janr i Obraz, Çerkessk, 1988. MALKONDUYEV, H.H., Drevnyaya Pesennaya Kultura Balkartsev i Karaçayevtsev, Nalçik, 1990. TAWMURZALANI, Dalxat-BAYRAMQULLANI, Xamit., Qaraçay-Malqar Xalq Oyunla, Nalçik, 1998.

Page 199: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

______________________________________________________ Adilhan Adiloğlu, Karaçay-Malkar Türklerinde Nevruz, Türk Dünyası Nevruz Ansiklopedisi, AKMB Yayınları, Ankara, 2004, s. 275-278

KARAÇAY-MALKAR YAZILI EDEB İYÂTININ KURUCUSU KÂZ İM MÖÇÜ

Kafkasya bölgesinin yüksek ve görkemli dağları arasındaki derin vadilerde, yüzyıllar boyunca kapalı bir toplum halinde medenî dünyadan uzak yaşayan Karaçay-Malkar Türklerinin edebiyâtı, 19. yüzyılın sonlarına kadar, diğer Türk boylarının birçoğunda olduğu gibi, sözlü halk edebiyatı şeklinde devam etmiştir. Karaçay-Malkar Türklerinde yazının kullanılması ancak 18. yüzyılın ortalarına doğru İslâm dininin kabul edilmesiyle başlamıştır. İslâm dininin kabulüyle birlikte Arap harflerine dayalı fakat belirli kaideleri olmayan bir alfabe oluşturulmuş; Kur’ân-ı Kerim’den bazı surelerin ve hadislerin tercümelerinde, şer’î ve örfî kararların kaydında, arazi tapularında, mezar taşlarında ve buna benzer sosyal hayatla ilgili işlerde bu alfabe kullanılmıştır. Karaçay-Malkar Türkçesiyle gerçek anlamda edebî eserlerin verilmesi ise ancak 1880’li yıllarda, Karaçay-Malkar yazılı edebiyâtının temellerini oluşturan Kâzim Möçü’nün dinî ve sosyal içerikli manzûmeler yazmasıyla başlamıştır. KARAÇAY-MALKAR YAZILI EDEBİYATININ KURUCUSU KÂZİM MÖÇÜ Adilhan Adiloğlu Özet [s. 183] 19. yüzyıl sonlarına kadar sözlü edebiyat geleneğini sürdüren Karaçay-Malkar Türklerinde yazılı ve gerçek anlamda edebî eserlerin verilmesi 1880’li yıllarda Kâzim Möçü’nün dinî ve sosyal içerikli manzûmeler yazmasıyla başlamıştır. Şairin eserleri ile Karaçay-Malkar Türklerinin tarihi, kültürü ve sosyal hayatı arasında çok yakın bir ilişki vardır. Kâzim Möçü şiirlerinde yaşadığı dönemin tarihî olaylarını ve sosyal hayatını işleyerek adeta bir halkın tablosunu çizmektedir. Anahtar Sözcükler

Page 200: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Karaçay-Malkar Edebiyatı, Kâzim Möçü Abstract Karachay-Malkar Turks who carried oral literature tradition until the end of 19 th century, written literary works in real sense started with Kâzim Möçü’s poems including religious and social content in 1880’s. There is a very close relation between poet’s works and history, culture and social life of Karachay-Malkar Turks. Kâzim Möçü even draws a picture of a people by reflecting the historical events and social life of the period in which he lived. Key Words Karachay-Malkar Literature, Kâzim Möçü Kuzey Kafkasya bölgesinin yüksek ve görkemli dağları arasındaki derin vadilerde, yüzyıllar boyunca kapalı bir toplum halinde, medenî dünyadan uzak yaşayan Karaçay-Malkar Türklerinin edebiyatı, 19. yüzyılın sonlarına kadar, diğer Türk boylarının birçoğunda olduğu gibi, sözlü halk edebiyatı şeklinde devam etmiştir. Karaçay-Malkar Türklerinde yazının kullanılması ancak 18. yüzyılın ortalarına doğru İslâm dininin kabul edilmesiyle başlamıştır. İslâm dininin kabulüyle birlikte Arap harflerine dayalı, ancak belirli kaideleri olmayan bir alfabe oluşturulmuş; Kur’ân-ı Kerim’den bazı surelerin ve hadislerin tercümelerinde, şer’î ve örfî kararların kaydında, arazi tapularında, mezar taşlarında ve buna benzer sosyal hayatla ilgili işlerde bu alfabe kullanılmıştır. Karaçay-Malkar Türkçesiyle gerçek anlamda edebî eserlerin verilmesi ise ancak 1880’li yıllarda, Karaçay-Malkar yazılı [s. 184] edebiyatının temelini kuran Kâzim Möçü’nün dinî ve sosyal içerikli manzûmeler yazmasıyla başlamıştır. Kâzim Möçü, 1859 yılında, bugün Rusya Federasyonuna bağlı Kabardey-Balkar Cumhuriyeti sınırları içerisinde yer alan Bızıngı bölgesinde, Şıkı adında küçük bir dağ köyünde, fakir bir ailede doğmuştur. Kâzim Möçü’nün babası Bekki Möçü, kıt kanaat geçinen bir demirci ustası idi. Kâzim Möçü’nün bir bacağı doğuştan aksak olması sebebiyle babası onun bu durumuna çok üzülüyor, “Kâzim’e az yürümesi gereken bir meslek lâzım” şeklinde düşünüyordu. Babası nihayetinde oğlunun da kendisi gibi bir demirci ustası olarak yetişmesine karar verir. Böylece Kâzim Möçü daha küçük bir çocuk iken bir eline balyoz, bir eline de körük almış, iyi bir demirci ustası olarak yetişmek üzere babasının demirci atölyesinde çalışmaya başlamıştır [Meçiyev, 1984:6]. Kâzim Möçü bir taraftan babasının demirci atölyesinde çalışırken, bir taraftan da boş zamanlarında medresede tahsil gören arkadaşlarından Arap alfabesini öğrenmiş, böylece kendi çabasıyla okumaya ve yazmaya başlamıştır. Kâzim’in babası bu duruma çok sevinir ve ileride Kâzim’in “Afendi” [Hoca] olması hayaliyle onu köyün medresesine gönderir [Sozayev, 1986:15]. Kâzim Möçü’nün tahsil gördüğü medresenin başında, Dağıstan’dan gelmiş Kumuk Türklerine mensup bilgili ve aydın bir hoca vardır. Kâzim bu hocadan başta Arapça ve Farsça olmak üzere Kur’ân-ı Kerim, tefsir, hadis, fıkıh, İslâm tarihi, Peygamberlerin hayatı, şark edebiyatı ve coğrafya dersleri alır [Meçilanı, 1989/I:11-12].

Page 201: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Kâzim Möçü, medrese tahsilini tamamladıktan sonra da, babasının demirci atölyesinde çalışmaya devam eder. Boş zamanlarında köyün mescidine giderek burada Kur’ân-ı Kerim okur. Mescidin cemaatine Kur’ân-ı Kerim’den bazı sureleri tercüme ve tefsir eder. Cemaat, Kâzim Möçü’nün Kur’ân-ı Kerim’i güzel okumasına, tercüme ve tefsirlerine büyük hayranlık duymakta, “Böyle giderse Kâzim, bütün Malkar’ın en büyük hocası olacak” demektedir. Hakikâten, Kâzim Möçü genç yaşına rağmen çevresinde, hem dinî görevlerini eksiksiz ve aksatmadan yerine getiren bir dindar, hem de dinî ilimleri iyi bilen bir âlim olarak tanınmaya başlamıştır. Fakat cemaatin düşündüğünün aksine, Kâzim Möçü’nün “Hoca” olmaya pek niyeti yoktur. Onun bütün aklı fikri, Çöpellev Efendi’nin kütüphanesinde okumuş olduğu Nizâmî, Nevâî ve Fuzulî’nin şiirlerindedir. Holam bölgesinin Özen köyünde yaşayan ve halk tarafından büyük saygı gören âlim Çöpellev Bözü Efendi’nin, Kâzim Möçü’nün edebî şahsiyetinin oluşmasında, özellikle de şiirlerinin büyük bir bölümünün muhtevasının şekillenmesinde çok etkisi vardır. Çöpellev Efendi, medrese tahsili yanında, Vladikavkaz şehrinde Rus Lisesini [s. 185] de okumuştur. Başta A. Puşkin, N. Gogol, L. Tolstoy ve M. Gorki gibi yazarlar olmak üzere Rus edebiyatının bütün klasiklerini okumuştur. Petersburg ve Rostov gibi Rus şehirlerini gezip görmüş, dönemin şartlarına göre kendisini mükemmel bir şekilde yetiştirmiş, böylelikle halk tarafından çok sevilen, âlim ve aydın bir kişi olarak tanınmıştır [Töppelanı, 1992:4]. Çöpellev Efendi zengin bir kütüphaneye sahiptir. Kütüphanesinde Şark Dünyası’na ait klasik eserlerin tamamı ve ayrıca bol miktarda Rusça kitap bulunmaktadır. Kâzim Möçü başta Rusça olmak üzere birkaç yabancı dil bilen ve geniş bir hayat tecrübesine sahip olan Çöpellev Efendi’ye büyük hayranlık duymaktadır. Sık sık Çöpellev Efendi’yi ziyaret etmekte, onunla çeşitli konular hakkında uzun süren sohbetler yapmaktadır. Kâzim Möçü, Çöpellev Efendi’yi ziyaret ettiği zamanlarda onun zengin kütüphanesinden faydalanmayı da ihmal etmemiş; Nizâmî, Ali Şîr Nevâî, Fuzulî, Firdevsî, Burûnî, Farâbî ve İbnî Sina’nın eserlerini okuma imkânını bulmuştur [Meçilanı, 1989/I:13-14, 399-400; Meçilanı, 1989/II:294]. Kâzim Möçü bir taraftan şarkın eserlerini okuyarak kendisini geliştirirken, bir taraftan da şiirler yazmaya başlar. Kâzim Möçü’nün ilk yazdığı şiirlerinin büyük bölümü dinî konular üzerinedir. Müslümanlığı henüz 17. yüzyıl sonlarında kabul eden Karaçay-Malkar Türkleri bu durumun tabiî bir sonucu olarak İslâm dininin esâslarını ve yükümlülüklerini gerektiği şekilde bilmiyorlardı. Kâzim Möçü de buradan hareketle halkın İslâm dininin gereklerini daha iyi anlayabilmesi için öğretici tarzda dinî manzumeler yazmıştır. Bunların başında “İyman-İslam” [İman-İslâm], “Mavlut” [Mevlid-i Şerif] ve “İbrahim” [Hz. İbrahim ve Hz. İsmail Kıssası] adlı manzûmeleri gelmektedir. Kâzim Möçü “İyman-İslam” [İman-İslâm] adlı eserinde Müslümanlığın temeli sayılan 32 farzı halkın anlayacağı bir şekilde ve manzûm halde anlatmaktadır. Manzûme beyit şeklinde ve 11’li hece vezniyle yazılmış olup tamamı 100 beyitten oluşmaktadır. Eser ilk defa 1909 yılında Lokman Asanî el-Balkarî’nin “Kitabü Mürşidi'n-Nisâ” [Kadının Rehber Kitabı] adlı kitabının son kısmında yayımlanmıştır [Lokman Asanî, 1909:34-42]. Bu kitap aynı zamanda Karaçay-Malkar Türkçesiyle ve Arap harfleriyle yayımlanmış ilk matbu eserdir. Türk kültür ve edebiyatında büyük kabul gören “Mevlid-i Şerif” bilindiği gibi Peygamberimiz Hz. Muhammed’e hürmeten ve O’nu en güzel yönleriyle methetmek gâyesiyle yazılmış olan bir manzûmedir. Mevlid-i Şerif’te, Hz. Muhammed’in doğumu,

Page 202: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

peygamber oluşu, mirâcı ve ölümü anlatılır. Mevlid-i Şerif, Türk edebiyatında pek çok şâir tarafından yazılmış olmakla birlikte en meşhûr olanları Süleyman [s. 186] Çelebi’nin “Vesiletü’n-Necât” ile Şaîr Ahmed’in “Mevlid” adlı eserleridir [Banarlı, 1987/I:479-489]. Kâzim Möçü’nün büyük ihtimalle Süleyman Çelebi’nin eserinden faydalanarak kaleme almış olduğu “Mavlut” adlı manzûmenin muhtevası da Süleyman Çelebi’nin eserinden farklı değildir. Ayrıca, Şaîr Ahmed’in “Mevlid” adlı eserindeki “Merhabâ Faslı”ndan da izler taşımaktadır. Kâzim Möçü’nün manzûmesinde ana çizgileriyle, Peygamberimizin doğumu, mirâcı ve ölümü Karaçay-Malkar Türkçesiyle güzel bir şekilde anlatılmaktadır. Manzûmenin kiril harfleriyle basılmış nüshasındaki dizilişi dörtlükler halinde olmakla birlikte aslında beyit şeklinde ve 7+7 duraklı hece vezniyle yazılmış olduğu açıktır. Kâzim Möçü bu eserini 37 yaşında iken 1896 yılında yazmıştır [Kâzim-Haci, 1992:19-65; Kâzim, 2002:155-193]. Kâzim Möçü’nün bir diğer dinî manzûmesi “İbrahim” [İbrahim Kıssası] veya “Ak Koçhar” [Beyaz Koç] adlı eseridir. İslâm medeniyeti tesirindeki Türk şiirinde hem müstakil manzûmeler şeklinde ve hem de değişik beyitlerde çeşitli vesilelerle geçen “İbrahim Kıssası” veya “İsmail Kıssası”nda özetle Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İsmail’i Allah’a kurban etme hikâyesi anlatılır. Bu konuda en çok tanınan eser Âşık Perverî’nin “Kıssa-i İsmail Destânı” adlı manzûmesidir. Aynı konu Abdülvasi Çelebi’nin “Halilnâme” adlı eserinde de anlatılır. Kâzim Möçü’nün “İbrahim” adıyla kaleme aldığı bu manzûme de Türk edebiyatında genel olarak “İsmail Kıssası” şeklinde bilinen manzûmenin bir benzeridir. Manzûmede dikkati çeken husus, diğer benzer manzûmelerde Hz.İbrahim’in gördüğü üç gecelik rüyanın Kâzim Möçü’nün manzûmesinde yetmiş gece olması ile Hz. İbrahim’in Allah’a verdiği söze karşılık koyun ve deve dışında atlarını da kurban etmesidir. Bu manzûmenin de, “Mavlut” [Mevlid] manzumesinde olduğu gibi, kiril harfleriyle basılmış nüshasındaki dizilişi dörtlükler halinde olmakla birlikte aslında beyit şeklinde ve 7+7 duraklı hece vezniyle yazılmış olduğu açıktır [Sarı-Balkan, 2000:184-201; Kâzim, 2002:194-202]. Şaîr bu manzûmelerinin dışında; “Beş Namaz” [Beş Vakit Namaz] “Rasul” [Resul], “Aldanmagız Ahır Zaman Duniyaga” [Aldanmayın Ahir Zaman Dünyaya] gibi yazdığı birçok manzûmesinde dinî konuları işlemiş ve bu yolla halka İslâm dinini anlatmaya çalışmıştır. Kâzim Möçü’nün “Tahir bla Zuhura” [Tahir ile Zühre] adlı eserinden de bahsetmek gerekir. Şark dünyasının en meşhur halk hikâyelerinden biri olan “Tahir ile Zühre” hikâyesi bütün Doğu Türklüğünde olduğu gibi Karaçay-Malkar Türklerinde de çok sevilen ve yaygın olan bir hikâyedir. Kâzim Möçü de halkın çok sevdiği bu hikâyeyi Karaçay-Malkar Türkçesiyle manzûm ve mensûr bir şekilde yazılı hale getirmiştir. Kâzim Möçü “Tahir ile Zühre” adlı eserini elbette bu halk hikâyesinden ilham alarak yazmıştır. Ancak şairin bu eseri, Karaçay- [s. 187] Malkar Türkçesiyle yazılmış basit bir kopya değil, şairin birtakım mesajlar verdiği ve bazı millî kültür özelliklerini kattığı yeni bir “Tahir ile Zühre” yorumudur. Kâzim Möçü bu eserini 1891 yılında tamamlamıştır. Eserinde beyit, gâzel ve kasîde şekillerini de kullanılmış, böylelikle bu nâzım şekillerini ilk defa Karaçay-Malkar şiirine sokmuştur [Bittirlanı, 1989:13; Meçilanı, 1989/I:36, 49-50, 151-230, 352, 356]. Kâzim Möçü’nün ilk yazdığı şiirler arasında; dinî manzûmelerle birlikte, toplum düzenini eleştiren, çeşitli haksızlıkları ve adaletsizlikleri dile getiren sosyal içerikli şiirlerinin sayısı da oldukça fazladır. Kâzim Möçü’nün bu tür şiirleri yazmasında, yukarıda kendisinden genişçe bahsedilen Çöpellev Efendi’nin etkisi büyüktür. Çöpellev Efendi hayatı boyunca fakir ve ezilmiş halk kitlelerinin yanında ve onların haklarını savunan bir kimse olmuştur. Holam ve Bızıngı bölgesinde toprak reformunun yapılmasını, toplumdaki türlü

Page 203: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

eşitsizliklerin çözümlenmesini istemiş ve bu konularda ateşli bir mücâdele vermiştir. Kâzim Möçü, Çöpellev Efendi’nin bu fikirlerinden çok etkilenmiş ve kendisi de bu fikirleri aynen benimsemiştir. Kâzim Möçü, Çöpellev Efendi’nin savunduğu fikirleri daha ilk şiirlerinden itibaren dile getirmeye başlamıştır. Meselâ 1886 yılında yazmış olduğu “Apsatı” ve “Kar Cavadı” [Kar Yağıyor] adlı şiirlerinde toplumdaki eşitsizlikleri dile getirmektedir. Kâzim Möçü, “Apsatı” adlı şiirini, Karaçay-Malkar Türklerinin halk edebiyatının en eski ürünlerinden biri olan “Apsatı” adlı destandan ilhâm alarak yazmıştır. “Apsatı”, Karaçay-Malkar Türklerinin İslâm öncesi eski inançlarına göre geyik ve dağ keçisi cinsinden yabanî hayvanların koruyucusudur. Destanda anlatılanlara göre, Apsatı koruyucusu olduğu hayvanların kendisinden izinsiz avcılar tarafından avlanmasına müsaade etmemektedir. Bunun aksini yapan avcılar, Apsatı tarafından lânetlenmekte ve korkunç felâketlere uğramaktadırlar [Laypanlanı-Dudalanı, 1940:12, 18-21]. Bu destanın muhtevasında destanın yaratıcısı Apsatı ve hayvanların tarafındadır. Kâzim Möçü’nün yazdığı “Apsatı” adlı şiirde ise durum farklıdır. Şair, destan yaratıcısının aksine, avcılardan yanadır. Çünkü onun şiirinde avcılar halkı, Apsatı ise beyleri temsil etmektedir. Bu yüzden Apsatı’yı eleştirmektedir. Onun şiirinde, hayatı türlü sıkıntılarla geçen fakir avcı, Apsatı’ya karşı sürdürdüğü mücâdeleden gâlip çıkmaktadır [Meçiyev, 1984:19-21]. Şair, “Kar Cavadı” [Kar Yağıyor] adlı şiirinde de yine toplumdaki ekonomik dengesizliği dile getirmekte ve varlıklı kimseleri eleştirmektedir [Meçiyev, 1984:22-23]. Kâzim Möçü, toplumdaki sosyal ve ekonomik dengesizliğin sebebini bölgenin idaresini elinde bulunduran beylerde görmektedir. 1888 yılında yazmış olduğu “Sagış” [Düşünce] adlı şiirinde eski [s. 188] erdemli beylere duyduğu özlemini dile getirmektedir [Kâzim, 1996:173]. Toplumdaki bozulmanın ancak, bölge beylerinin eski beyler gibi halkı ezmeyen, hakkaniyetli ve erdemli kimseler olmalarıyla düzelebileceğini umut etmektedir. Bu umudunu 1905 yılında yazmış olduğu “Allay Biyle Kerekdi Bizge” [Böyle Beyler Gerek Bize] adlı şiirinde ortaya koymaktadır [Meçilanı, 1989/I:296]. Kâzim Möçü’nün bu tür sosyal içerikli şiirlerinin içinde en güzel ve en meşhur olanı “Caralı Cugutur” [Yaralı Dağ Keçisi] adlı manzûmesidir. Şairin 1907 yılında yazmış olduğu bu manzûme sekiz bölümden oluşmaktadır. Kâzim Möçü bu eserinde, geçimini avcılıkla sağlamaya çalışan Haşim’in hayat hikâyesiyle; beylerin baskısı altında, fakir, sıkıntılı ve zor şartlarda yaşayan bütün bir halkın durumunu anlatmaya çalışmaktadır. Manzûmede kurt ve Cambolat Bey zulüm ve baskı düzeninin temsilcisi olarak gösterilmekte iken yaralı dağ keçisi ile Haşim ise ezilen bütün bir halkı temsil etmektedir. Şair, manzûmesinin sonunda halkı ile yaralı dağ keçisi arasındaki benzerliğe dikkat çekmektedir [Kâzim, 1996:367-377]. Kâzim Möçü toplumdaki bozulmanın insanlardaki dinî inancın kuvvetlenmesiyle düzeltilebileceğine inanmaktadır. Meselâ “Din Karındaşlabız Biz” [Din Kardeşleriyiz Biz] adlı manzûmesinde bu fikrini dile getirmekte; insanlar arasında ayrım yapılmamasını, herkesin açık yüreklilikle birbirini kucaklamasını söylemekte ve din kardeşliğini vurgulamaktadır [Kâzim, 1996:44]. 20. yüzyılın başlarında Kâzim Möçü’nün fikirlerinin değişmeye başladığı görülmektedir. Şair, dinî ve sosyal içerikli şiirleriyle vermeye çalıştığı mesajların insanlar arasında etkili olmadığını ve toplumdaki bozukluğun bu şekilde düzeltilemeyeceğini, zalimin zulüm etmeye devam edeceğini düşünmektedir. Halkın ve idarecilerin dinî inançlarının kuvvetlendirilmesi yoluyla toplumdaki bozulmanın düzeleceği konusundaki umudu da

Page 204: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

iyice tükenmiştir. Şair artık karamsar bir ruh hali içerisinde yazmış olduğu “Allah bla Söleşib Turdum” [Allah İle Konuşup Durdum], “Bayga Sen Köb Baylık Berdiñ” [Zengine Sen Zenginliği Çok Verdin] ve “Allah da Zalimle Canlı” [Allah da Zalimlerin Yanında] başlıklı şiirlerinde Allah’a neredeyse isyan etmektedir [Meçilanı, 1989/I:62; Kâzim, 1996:52, 194]. 1917 Bolşevik ihtilâlinin cereyanı ve Çarlık Rusyası’nın yıkılmasından sonra, 11 Mayıs 1918 yılında Dağıstan’da Temir-Han Şura şehrinde “Kuzey Kafkasya Dağlılar Cumhuriyeti” ilân edilmiş, Karaçay-Malkar Türkleri de temsilcilerini göndererek bu cumhuriyete dahil olmuşlardır. Ancak, Rusya ile bütün Orta Asya ve Kafkasya’da dalga dalga yayılan Bolşevik hareketinin etkileri Karaçay-Malkar Türklerine kadar ulaşmıştır. Sergey Kirov ve Sergo Orconikidze gibi Bolşevik hareketinin önde gelen isimleri ile yerli bolşeviklerin yoğun [s. 189] faaliyetleri neticesinde, Bolşevik hareketi bilhassa fakir halk tabakalarının büyük teveccühünü kazanmış, kısa bir süre içerisinde halkın önemli bir kısmı bu hareketin saflarına katılmıştır. Kâzim Möçü de Bolşevik ihtilâline ilgisiz kalmamış, kendisi bu hareketin samimî ve faal bir destekçisi olmuştur. Kâzim Möçü artık, Çarlık Rusyası’nın Kafkasya’daki idarecileri ile Malkar beylerinin baskısı altında ve zor şartlarda yaşayan fakir halkın çilesinin ancak bu yeni düzenle birlikte sona ereceğini umut etmiştir. Bu yüzden, Kafkasya’daki Bolşevik hareketini desteklemiş ve bütün halkı da bu hareketi desteklemeye çağırmıştır. Hatta, Holam-Bızıngı bölgesinde Kızıl Partizan Komitesi’nin kurulmasında aktif görev almış, Bolşevik saflarında Menşeviklere karşı savaşması için büyük oğlu Muhammet’in Kızıl Partizan Komitesi’nin milis güçlerine katılmasına bizzat önayak olmuştur [Meçiyev, 1939:7; Sozayev, 1986:22]. Kâzim Möçü, 1917 ihtilâliyle birlikte, beyleri ve toplum düzenini sert şekilde eleştiren, Bolşevizmi öven, bütün halkı ihtilâli desteklemeye çağıran coşkulu şiirler yazmaya başlamıştır [Sozayev, 1986:22; Akbolatlanı, 1989:11]. Şiirlerinde, halkın Menşeviklere kanmamasını ve herkesin Lenin’in partisinin çatısı altında toplanmasını söylemektedir [Sozayev, 1986:23]. Meselâ “Bolşevikni Colu Tüzdü” [Bolşeviğin Yolu Doğrudur] adlı şiirinde Bolşevik hareketinin doğruluğunu ve haklılığını anlatmakta, halkı da bu harekete davet etmektedir [Meçilanı, 1989/II:174]. Şair yine “Savut Alıgız Kolga” [Silah Alın Elinize] adlı şiirinde halkı Bolşeviklerin safında silahlı mücâdeleye teşvik etmektedir [Meçilanı, 1989/II:175]. Yine, 1918 yılında Baksan-Kala’da yayımlanan “Nazmu Soltan Hamid Kalabek el-Şegemî” [Çegemli Soltan Hamit Kalabek’in Şiiri] adlı eseri meşhur Malkarlı Bolşevik ihtilâlcisi Soltan-Hamit Kalabek’e ithafen yazılmıştır. Kâzim Möçü’nün bu eseri daha sonraları halk tarafından çok sevildiği için bir halk şarkısı haline gelmiştir. 1920 yılı sonlarına doğru Sovyet düzeninin oturmasıyla birlikte Kâzim Möçü de yeni Sovyet hayatını ve kurumlarını öven şiirler yazmaya başlar. Meselâ “Lenin”, “Caññı Carık” [Yeni Işık], “Kızıl Asker” [Kızıl Asker] ve “Kolhozga” [Kolhoz İçin] adlı şiirlerinde Sovyet düzenini coşkulu bir şekilde övmektedir. Artık, kendisi de demirci atölyesinde kolhoz için demir döverken, bütün halkı da kolhozlarda çalışmaya teşvik etmektedir [Hoçulanı, 1939:4; Meçiyev, 1984:16; Meçilanı, 1989/II:195, 208, 240, 247]. İlk kez 1924 yılında “Karahalk” gazetesinde yayımlanan “Sabet Bılas” [Sovyet Egemenliği] adlı şiiri bu tür şiirlerinin en meşhurudur [Kâzim, 1996:313]. Karaçay-Malkar Türkleri, 1929-30 yıllarında, Sovyetlerin özel mülkiyeti devletleştirme siyasetine karşı silahlı bir mücadeleye girişirler. Sovyet askerî birlikleri ile bir avuç Karaçay-Malkar Türkü [s. 190] arasında cereyan eden bu mücadelenin sonu kanlı bir

Page 205: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

şekilde sona erer. Sovyet askerleri, başta idareci ve aydınlar olmak üzere, önlerine çıkan bütün Karaçay-Malkarlıları öldürürler. 1937 yılına gelindiğinde, Karaçay-Malkar’da tek bir aydın ve idareci kalmamıştır [Aslanbek, 1951:18-29; Karça, 1956:37-42]. Bolşevik ihtilâlini gönülden destekleyen, Sovyet düzeninin yerleştirilmesinde büyük rol oynayan Karaçay-Malkarlı komünist idarecilerin ve birçok aydının çeşitli bahanelerle bir bir tutuklanarak öldürülmesi ve bunu müteakip dinî ve millî değerlerin yok edilmesi faaliyetlerinin yoğunlaştırılması üzerine hayal kırıklığına uğrayan Kâzim Möçü’nün Sovyet düzenine olan inancı sarsılmıştır. “Ne Bolur Mıñña Tasha” [Ne Olabilir Bu Muammaya Cevap] ve “Kayrı Ketdi Eneyulu” [Nereye Gitti Eneyoğlu] adlı şiirlerinde Sovyet düzenini sorgulamakta, belki de sıranın kendisine geldiğini söylemektedir [Kâzim, 1996: 343-345]. II. Dünya Savaşı sırasında Karaçay-Malkar Türklerinden eli silah tutan bütün erkekler Sovyet ordusuna alınır, Alman ordularına karşı savaşmak üzere cepheye gönderilir. Kâzim Möçü bu dönemde şiirlerinde savaşın acısını ve insanlara getirdiği yıkımı anlatır. Öte yandan Sovyet ülkesine olan bağlılığını ve Kızıl Orduya olan güvenini dile getirmeyi de ihmal etmez. Dönemin havasına uygun olarak kaleme aldığı “Biz Horlarıkbız” [Biz Yeneceğiz] adlı şiirinde Hitler’e ve Nazi Almanyası’na lânet okumakta ve savaşı er geç Kızıl Ordunun kazanacağını söylemektedir [Meçilanı, 1989/II:262-263]. Kızıl Ordu, Kâzim Möçü’nün güvenini boşa çıkarmamış, Nazi Almanyası ordularına karşı savaşı kazanmıştır. Fakat bu sonuç Karaçay-Malkar Türklerinin uğrayacağı büyük bir felâketin başlangıcını oluşturmuştur. Almanlar II. Dünya Savaşı sırasında Kafkasya’yı işgal ettikleri zaman, 1917 Bolşevik ihtilâlinden itibaren Sovyet rejimine karşı olan ve dağlarda gerilla tarzında mücadele veren Karaçay-Malkar direniş kuvvetlerinden büyük destek görmüşlerdir. Almanlar da bu desteği karşılıksız bırakmamış, Sovyet rejimi aleyhtarı Karaçay-Malkar direniş kuvvetlerine silah ve teçhizat yardımında bulunmuşlardır. Bunlar, ülkede kolluk görevini yapan Sovyet birliklerini kısa zamanda temizlemiş, Rus ve yerli komünist idarecileri tasfiye ederek yönetimi ele geçirmişlerdir [Karça, 1956:44-45; Mühlen, 1984:191-198]. Karaçay ve Malkar’da zafer ve hürriyet havası yaşanırken, Almanlar 1942 yılının sonlarına doğru Sovyetler Birliğine yenilince Kafkasya’dan çekilmek zorunda kalırlar. Almanlarla işbirliği yapan Sovyet rejimi aleyhtarı Karaçay-Malkar direnişçilerinin büyük bir kısmı başta Almanya olmak üzere değişik Avrupa ülkelerine iltica ederler. Bunu müteakip bizzat Stalin’in emriyle ağır silahlarla donanmış büyük bir Sovyet ordusu Kafkasya’ya gönderilir. Bu arada Karaçay-Malkar Komünist Partisinden bir heyet durumu anlatmak üzere Stalin’le görüşmek istedi ise de Stalin öfkeli bir şekilde: “Devrim aleyhtarı, [s. 191] güvenilmez ve asi Karaçaylılar hiçbir zaman benden yardım göremez” diyerek gelen heyetle görüşmeyi reddeder [Aslanbek, 1952:17]. Felâket öncesi vaziyetin tasviri şöyledir; halk büyük bir endişe ve korku içerisindedir. Eli silah tutan bütün yetişkin erkek nüfus Sovyet ordusunda görev yapmakta ve henüz cepheden dönmemiştir. Sovyet aleyhtarı milis kuvvetlerinin büyük bir kısmı ülkeyi terk etmiştir. Yani ülkede sadece yaşlı erkek ve kadın nüfus ile çocuklar bulunmaktadır. İşte bu çaresiz yaşlı ve çocuklardan oluşan halk Sovyet ordusunun kıyımına uğrar. Ağır silahlı Sovyet birlikleri süratle Karaçay ve Malkar ülkesini yerle bir eder. Felâket bununla bitmez. Öfkesi dinmeyen Stalin “güvenilmez ve asi unsur” olarak gördüğü Karaçay-Malkar Türklerini toptan imha etmek için onları yurtlarından sürgün etmeye karar verir ve bu kararını derhâl icra eder. Sovyet meclisi ve yüksek mahkemenin çıkardığı kanunlarla Karaçay-Malkar Türkleri “Almanlarla işbirliği yapmak suretiyle vatana ihanet etmek” suçundan Orta Asya’nın muhtelif yerlerine sürgün edilme cezasına çarptırılırlar. 2 Kasım 1943 tarihinde Karaçaylılar, 8 Mart 1944 tarihinde de Malkarlılar topyekûn

Page 206: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

şekilde başta Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan olmak üzere Orta Asya’nın muhtelif yerlerine sürgün edilirler [Sabançılanı, 1994:11-24; Laypanlanı, 1998:2]. Malkar Türklerinin 8 Mart 1944 tarihinde toplu bir şekilde Orta Asya’ya sürgün edilmesi sırasında Kâzim Möçü de, 85 yaşında iken, Kazakistan’a sürgün gitmiştir. Bir süre ailesiyle birlikte Taldı-Kurgan vilayetinin Kirov ilçesinde yaşamış, 1945 yılı başlarında Telman adlı kolhozun yakınındaki Kök-Suv köyüne yerleştirilmiştir. Kâzim Möçü sürgünde iken yazmış olduğu “Carlı Halkım” [Zavallı Halkım], “Kıyın Kün Aytama Sizge” [Zor Günde Söylüyorum Size], “Tavkel Eteyik Biz Bügün” [Metin Olalım Biz Bugün], “Irazılık” [Razılık], ve “Osiyat” [Vasiyet] adlı şiirlerinde halkına moral vermeye çalışmakta, kendilerine yapılan bu haksızlığın mutlaka düzeltileceğini söylemekte ve sabırlı olmayı nasihat etmektedir [Kâzim, 1996: 358-359, 360, 361-362, 363, 364]. Kâzim Möçü 1945 yılının sonlarına doğru hayatını kaybetmiştir. Kendi vasiyeti üzerine Telman kolhozunda çalışan yakın dostu Nogay Küçmen’in mezarının yanına gömülmüştür. Daha sonra mezarı 1999 yılında, yani Kâzim Möçü’nün ölümünden 54 yıl sonra, Kabardey-Balkar Cumhuriyetinin başşehri Nalçik’te adına ithaf edilen parktaki anıt mezarına nakledilmiştir [Başiylanı, 1989:2; Begiylanı-Etezlanı, 1989/I:8; Begiylanı-Etezlanı, 1989/II:9]. Kâzim Möçü’nün Şiirlerinden Örnekler [Karaçay-Malkar Türkçesiyle] [s. 192] Duniya Degen Duniya degen alay kıyın tik coldu Ol colda kim azablık sınamadı Duniya degen alay açı teññizdi Anda kimni kemeleri batmadı Açı duniya teññizinde barabız Kemebiz kaçan batarın bilmeyin Atdan ketgende da alay ketebiz Bileklikleni biz koldan iymeyin Duniya, sen ne açı teññiz eseñ da Ata üyübüz bolgansa sen barıbızga Tolkunlarıñ avdursa da çıgabız Sende bargan kıyın collarıbızga. 1910 [Kâzim 1996:200] Tüzlük Oyulmaz kala duniyada Tüzlükdü, küçlü cok andan

Page 207: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Tüzlük acaşmaz tubanda Ol ölmez, ketib kayadan Mahtanmagız bay da, biy da Bizniça insansız siz da Kalmabız biz biribiz da Nedi baylık, mülk da, üy da [s. 193] Tüzlük a ölmez, çirimez Anı bir kılıç da kesmez Zalim atı maltab ketmez Cüreginden kama ötmez Ol köb zalim boynun burgand Ol patçahladan kutulgand Zindanladan uçub çıkgand Temir bugov coyalmagand Munu aythan aksak Kâzim Kelginçiññe mañña ölüm Kısılgınçı eki közüm Tüzlükge kuld meni sözüm. 1912 [Kâzim 1996:224] Men Bir İnsan Men bir insan, caşadım, candı otum Temir tüydüm, kitabla da okudum Tamadaga sak boldum, örge kobdum Bir Allahdan, artıklıkdan korkdum Kalırla körügüm, töşüm, çögüçüm Caşadım, kulluk da etdim el üçün Bir adam ketmez körürün körgünçü Caşavun etib, beririn berginçi [s. 194] Men ölürme canazıma kelirle Cannet tileb, ırazılık berirle Sözümü, aksak butumu esgerirle Carlı Kâzim cılay cılay ketdi derle Asıl kartla, kelib duva tutarla Egeçlerim ak çaçların cırtarla Kart pariyim da törge çıgıb ulur Camavat arbazımda üç kün turur Kabır suvuklugu kısar etimi Münker, Nekir bilirle niyetimi Tilegim carıtır anda betimi

Page 208: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Ökülünley kalırma ümmetimi Tiyre kartla gürbecimi katında Ekindide “la ilaha ...” aytırla Uyatırla köb şoşlugun esimi İnşa-Allah el unutmaz kesimi. 1943 [Kâzim 1996:357] [Türkiye Türkçesiyle] Dünya Denilen Dünya denilen öylesine zor, dik yoldur Bu yolda kim azab çekmedi Dünya denilen öylesine acı denizdir Orada kimin gemileri batmadı [s. 195] Acı dünya denizinde gidiyoruz Gemimizin ne zaman batacağını bilmeden Attan düştüğümüzde de öyle düşüyoruz Yuları biz elimizden bırakmadan Dünya sen ne acı deniz isen de Baba evimiz oldun sen hepimize Dalgaların devirse de çıkıyoruz Sende giden zor yollarımıza. Doğruluk Yıkılmaz kale dünyada Doğruluktur, güçlü yok ondan Doğruluk kaybolmaz dumanda O ölmez, düşüp kayadan Övünmeyin zenginler, beyler Bizim gibi insansınız siz de Kalmayız biz, hiç birimiz de Nedir zenginlik, servet, ev de Doğruluk ise ölmez, çürümez Onu bir kılıç bile kesmez Zalimin atı çiğneyip gitmez Yüreğinden kama geçmez [s. 196] O çok zalimin boynunu bükmüş O hükümdarlardan kurtulmuş Zindanlardan uçup çıkmış

Page 209: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Demir bukağı yok edememiş Bunu söyleyen aksak Kâzim Gelinceye kadar bana ölüm Kapanıncaya kadar iki gözüm Doğruluğa kuldur benim sözüm. Ben Bir İnsan Ben bir insan, yaşadım, yandı ocağım Demir dövdüm, kitaplar okudum Büyüğe hürmet ettim, ayağa kalktım Bir Allah’tan, kötülükten korktum Kalırlar körüğüm, örsüm, çekicim Yaşadım, çalıştım halk için Bir insan ölmez, göreceğini görmeden Hayatını yaşayıp, vereceğini vermeden Ben ölürüm, cenazeme gelirler Cennet dileyip, razılık verirler Şiirlerimi, aksak bacağımı hatırlarlar Zavallı Kâzim ağlaya ağlaya gitti derler Soylu ihtiyarlar, gelip dua okurlar Kız kardeşlerim ak saçlarını yolarlar Yaşlı köpeğim de tepeye çıkıp ulur Cemaat avlumda üç gün kalır [s. 197] Kabir soğukluğu sıkıştırır bedenimi Münker, Nekir bilirler niyetimi Dileğim aydınlatır orada yüzümü Vekili olarak kalırım ümmetimin Mahallenin ihtiyarları atölyemin yanında İkindide “la ilahe ...” derler Uyandırırlar hafızamın sessizliğini İnşallah halk unutmaz beni. [s. 198] Kaynaklar Akbolatlanı, Aznor., “Kaythan Kıyın Boladı”, Kâzim [Kommünizmge Col Gazetni Kâzim Tuvganlı 130 Cıl Tolganına Atalgan Ençi Çıgıvu], No: 1, Nalçik, 20-çi Oktyabr-Bayrım Kün 1989. Aslanbek, Mahmut., “Şimalî Kafkasya’da Karaçaylıların İmhası”, Kafkasya Dergisi, No: 4-5, München, 1951. Aslanbek, Mahmut, Karaçay ve Malkar Türklerinin Faciası, Ankara, 1952.

Page 210: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Banarlı, Nihad Sâmi., Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, I. Cilt, İstanbul, 1987. Başiylanı, Sveta., “Kâzimni Haciligi”, Kâzim [Kommünizmge Col Gazetni Kâzim Tuvganlı 130 Cıl Tolganına Atalgan Ençi Çıgıvu], No: 1, Nalçik, 20-çi Oktyabr-Bayrım Kün 1989. Begiylanı, Abdullah-Etezlanı, Bahautdin. [I], “Taş Okuna Et Tuvgan Cerine Kaytar”, Kâzim [Kommünizmge Col Gazetni Kâzim Tuvganlı 130 Cıl Tolganına Atalgan Ençi Çıgıvu], No: 1, Nalçik, 20-çi Oktyabr-Bayrım Kün 1989. Begiylanı, Abdullah-Etezlanı, Bahautdin. [II], “Topuragıña Baş Urabız”, Kâzim [Kommünizmge Col Gazetni Kâzim Tuvganlı 130 Cıl Tolganına Atalgan Ençi Çıgıvu], No: 1, Nalçik, 20-çi Oktyabr-Bayrım Kün 1989. Bittirlanı, Tamara., “Tahir bla Zuhra”, Kâzim [Kommünizmge Col Gazetni Kâzim Tuvganlı 130 Cıl Tolganına Atalgan Ençi Çıgıvu], No: 1, Nalçik, 20-çi Oktyabr-Bayrım Kün 1989. Hoçulanı, Salih, “Söznü Kıymatı”, Sotsialist Kabartı-Malkar Gazet, Nalçik, 9-çu Dekabr 1939. Karça, Ramazan., “Şimalî Kafkasya’da Tehcir ve Katliâm”, Dergi, No: 5, München, 1956. Kâzim., Nazmula-Zikirle-Poemala, Hazırlagan: Begiylanı Abdullah, Nalçik, 1996. Kâzim., Din Kitabı, Hazırlagan: Begiylanı Abdullah, Nalçik, 2002. Kâzim-Haci., Din Kitabı, Nalçik, 1992. Laypanlanı, Hamit - Dudalanı, Mahmut., Eski Karaçay Cırla, Mikoyan-Şahar, 1940. [s. 199] Laypanlanı, Kaziy., “Halkga Etilgen Zorluk”, Karaçay Gazet, No: 49, Çerkessk, 1998. Lokman Asanî el Balkarî, Mürşidü’n-Nisâ, Temirhan-Şura, 1909. Meçilanı, Kâzim., Çıgarmalarını Eki Tomlugu, Birinçi Tomu [I. Cilt], Hazırlagan: A.M. Teppeyev, Nalçik, 1989. Meçilanı, Kâzim., Çıgarmalarını Eki Tomlugu, Ekinçi Tomu [II. Cilt], Hazırlagan: A.M. Teppeyev, Nalçik, 1989. Meçiyev, Kâzim., Meni Sözüm, Hazırlaganla: Canakayıt Zalihanov, Salih Hoçuyev, Al Söznü Cazgan: Kerim Otarov, Nalçik, 1939. Meçiyev, Kâzim., Nazmula Kitabı, Hazırlagan: Töppelanı Alim, Al Sözün Cazgan: Kuliylanı Kaysın, Nalçik, 1984. Mühlen, Patrik von zur., Gamalıhaç ile Kızılyıldız Arasında, Çeviren: Eşref Bengi Özbilen, Ankara, 1984.

Page 211: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Sabançılanı, Haci-Murat., “Malkar Halkga Etilgen Zorluk”, Miññi Tav Jurnal, No: 3, Nalçik, 1994. Sarı, Mehmet-BALKAN, Vedat., “Kâzim Meçi’nin Karaçayca Ak Koçhar [İsmail Kıssası]”, Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı: 9, Ankara, 2000. Sozayev, B.T., Malkar Literatura, Nalçik, 1986. Töppelanı, Alim., “XX. Ömür Malkarnı Zakiy Adamları-Bözülanı Çöpellev Efendi”, Zaman Gazet, Nalçik, 25-çi İyun 1992. ______________________________________________________________________ Adilhan Adiloğlu, “Karaçay-Malkar Yazılı Edebiyatının Kurucusu Kâzim Möçü”, Turkish Studies / Türkoloji Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 2, Ekim-Kasım-Aralık, 2006, s. 183-199, ISSN-1303-9199. ______________________________________________________________________ Yazarla İrtibat : [email protected] ______________________________________________________________________

KARAÇAY-BALKAR TÜRKÇES İ ALFABES İ VE SES BİLGİSİ

Adilhan Adilo ğlu

Karaçay-Balkar Türkçesi [bundan sonra kısaca KBT], Türk dilinin Kıpçak lehçesinin Karay, Kırım ve Kumuk şiveleriyle birlikte Hazar-Karadeniz grubunda yer almaktadır [1]. Sovyet Türkologlarından A.N. Samoyloviç’in Türk dili sınıflandırmasına göre KBT, Türk dilinin “z” kolunun “y” bölümünün “taw, bol-, kalġan” grubuna girmektedir. Buna göre eski Türkçedeki “taġ” [dağ] yerine KBT’de “taw”, “ol-” yerine “bol-”, “kalan” yerine “kalġan” biçimleri kullanılır. KBT, kendisine has birtakım söz, ses ve gramer özelliklerine haiz olmakla birlikte genel olarak tipik bir Kıpçak şivesidir. KBT’nin diğer Kıpçak şivelerinden bazı farklı özellikler göstermesinin sebebi, bu şivenin eski tarihlerde Bulgar ve Oğuz Türkçesiyle bağlantısı olmasından ve komşu Kafkas kavimlerinin birtakım dil özelliklerinin tesirinde kalmasından kaynaklanmaktadır [2]. Eski Türkçedeki “adak~azak” [ayak] yerine KBT’de “ayak”, “ben” yerine “men” şeklinin kullanılması, söz başlarında “d” yerine “t” sesinin, “g” yerine “k” sesinin kullanılması ... [s. 143] Karaçay-Balkar Türkçesi [bundan sonra kısaca KBT], Türk dilinin Kıpçak

Page 212: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

lehçesinin Karay, Kırım ve Kumuk şiveleriyle birlikte Hazar-Karadeniz grubunda yer almaktadır [1]. Sovyet Türkologlarından A.N. Samoyloviç’in Türk dili sınıflandırmasına göre KBT, Türk dilinin “z” kolunun “y” bölümünün “taw, bol-, kalġan” grubuna girmektedir. Buna göre eski Türkçedeki “taġ” [dağ] yerine KBT’de “taw”, “ol-” yerine “bol-”, “kalan” yerine “kalġan” biçimleri kullanılır. KBT, kendisine has birtakım söz, ses ve gramer özelliklerine haiz olmakla birlikte genel olarak tipik bir Kıpçak şivesidir. KBT’nin diğer Kıpçak şivelerinden bazı farklı özellikler göstermesinin sebebi, bu şivenin eski tarihlerde Bulgar ve Oğuz Türkçesiyle bağlantısı olmasından ve komşu Kafkas kavimlerinin birtakım dil özelliklerinin tesirinde kalmasından kaynaklanmaktadır [2]. Eski Türkçedeki “adak~azak” [ayak] yerine KBT’de “ayak”, “ben” yerine “men” şeklinin kullanılması, söz başlarında “d” yerine “t” sesinin, “g” yerine “k” sesinin kullanılması ve söz başlarındaki “y” sesinin “c” sesine dönüşmesi de Kıpçak lehçesinin ortak ve tipik bir özelliğidir. Bundan başka, KBT’nin kelime hazinesi de Kıpçak lehçesine ait sözlerden oluşmaktadır. Karaçaylılar hakkında tarihî ilk bilgiler, 1404 yılında Kafkasya’da bulunan Başpiskopos Johannes de Galonifontibus’un notlarında geçmektedir. Galonifontibus, Karaçay Türklerinden “Kara Çerkes” şeklinde bahsetmekte ve “Kara Çerkeslerin kendilerine has bir dilleri ve yazıları olduğunu” söylemektedir. E.P. Alekseyeva’ya göre, XVII. Yüzyıl ortalarında Kafkasya’da bulunan Archangelo Lamberti’nin de Karaçaylılar için hem “Kara Çerkes” ve hem de “Karaçioli” [Karaçaylı] adlarını kullanması, Galonifontibus’un işaret ettiği “Kara Çerkes”lerin Karaçaylılar olduğuna şüphe bırakmamaktadır. Karaçay bilim adamları, Galonifontibus’un “Kara Çerkeslerin kendi yazıları vardır” ifadesinden, Karaçaylıların XV. yüzyıla kadar eski Türk yazısını [runik] bildikleri ve kullandıkları sonucunu çıkarmaktadırlar [3]. Karaçay-Balkar topraklarındaki; Humara, Arhız, Sutul, Ahmat-Kaya, İnal, Gınakızı, Temirtüz, Sarıtüz, Tokmak-Kaya, Ishavat, Ullu-Dorbunla, Kalej, Teşikle, Bitikle, Ak-Kaya bölgeleri ile yine Kafkasya’da Koban ve Terek ırmakları arasında geniş bir alanda eski Türk [runik] yazılı birçok yazıt bulunmuştur. [s. 144] Soslanbek Y. Bayçora bu yazıtlardan 74 tanesini çözmüş ve bunların Bulgar Türklerine ait olduğunu delilleriyle ortaya koymuştur. Karaçay-Balkar Türkologlar, Galonifontibus’un “Kara Çerkeslerin kendi yazıları vardır” ifadesinden çıkardıkları “Karaçaylıların XV. Yüzyıla kadar eski Türk [runik] yazısını bildikleri ve kullandıkları” sonucunu, Kafkasya Bulgarlarından kalma eski Türk yazıtlarıyla kuvvetlendirmeye çalışmaktadırlar. Fakat, bu yazıtların dil özellikleri henüz lâyıkıyla incelenmemiş ve bunların hangi yıllara ait olduğu kesin olarak ortaya konulmamıştır. Ayrıca, bugünkü veya bugünküne yakın bir Karaçay-Balkar Türkçesiyle yazılmış [sözgelimi XV. yüzyıldan kalma] eski Türk [runik] yazılı bir taş veya bir belge yoktur. Bu yüzden, Karaçay-Balkar Türkologların ileri sürdükleri bu görüşe karşın, Kafkasya’da özellikle de Karaçay-Balkar Türklerinin yaşadığı bölgelerde bulunan bu eski Türk yazıtları, XV. yüzyıla kadar Karaçay-Balkarların eski Türk [runik] yazısını kullandıklarına delil sayılamaz. Eldeki bilgi ve belgelerden, Karaçay-Balkarların ilk olarak Arap harflerine dayalı bir alfabe kullandıkları anlaşılmaktadır. XVIII. yüzyılda İslam dinini kabul eden Karaçay-Balkar Türkleri aynı zamanda Arap alfabesiyle de tanışmışlardır [4]. Üzerinde birtakım töre kararlarının yazılı olduğu 1715 tarihli Holam Yazıtı, Karaçay-Balkar Türkçesine ait Arap alfabesiyle yazılmış en eski yazıtlardan biri olarak sayılmaktadır. Karaçay-Balkar Türklerinin yazılı edebiyatı çok geç dönemlerde başlamıştır. Bu yüzden de Arap harflerine dayalı yazının kullanımı sınırlı olmuş ve pek yaygınlaşmamıştır.

Page 213: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Karaçaylı Küçük Bayramuk Efendi [1772-1862] ile Yusuf Haçir Efendi ve Balkarlı Muhammmed’ül Varakî’nin Arap alfabesi ve Karaçay-Balkar Türkçesiyle yazmış oldukları dinî manzumeler ilk edebi eserlerdendir. Fakat eser sahipleri bu manzumelerini yayımlama imkanını bulamamışlardır. Bu manzumelerin bir kısmı ancak uzun yıllar sonra Türkiye’de yayımlanabilmiştir. Yine, Karaçay’da ve Nalçik şehrinde ilk ve orta medrese eğitimi aldıktan sonra Dağıstan’da yüksek tahsil yapan Kart-curt köyü medresesi müderrisi Eldavur oğlu Geriy Sılpagar Efendi’nin [1857-1906] fıkıh, kelam ve hadis üzerine ondan fazla eser yazdığı bilinmektedir. Fakat bu eserler de yayımlanmamıştır. Geriy Sılpagar’ın ailesiyle birlikte Osmanlı Türkiyesi’ne göç ederken yanında getirdiği eserlerinin tamamı kaybolmuştur. Bu dönemde sadece, [s. 145] Karaçay-Balkar yazılı edebiyatının babası sayılan Kâzim Möçü’nün [1859-1945] Arap alfabesi ve Karaçay-Balkar Türkçesiyle yazdığı şiirlerinin yayımlandığı bilinmektedir. Müslümanlığın temeli sayılan 32 Farzın manzûm bir şekilde anlatıldığı “İyman-İslam” [İman-İslam] adlı eseri 1909 yılında Dağıstan’ın Temirhan-Şura [bugünkü Buynakskiy] şehrinde Arap harfleriyle ve Karaçay-Balkar Türkçesiyle yayımlanmış ilk kitap sayılan Lokman Asanî el-Balkarî’nin “Kitâbü Mürşidi'n-Nisâ” [Kadının Rehber Kitabı] adlı eserinin son kısmında yayımlanmıştır. Bunun dışında, Kâzim Möçü’nün “Soltan-Hamit el-Çegemî” [Çegemli Soltan-Hamit] adlı ikinci kitabı da 1918 yılında Arap yazısıyla ve Karaçay-Balkar Türkçesiyle Baksan-Kala’da yayımlanmıştır [6]. Teberdi köyünde imamlık ve medrese hocalığı yapan İsmail Akbay’ın [1877-1938], 1916 yılında Tiflis’te yayımladığı “Ana Tili” [Ana Dili] adlı kitabı da KBT ve Arap harfleriyle basılmış ilk matbu eserler arasındadır. İsmail Akbay’ın [Çokuna Efendi] “Ana Tili” adlı kitabında kendi yazdığı şiirler ve İ.A. Krılov’dan KBT’ye çevirdiği hikâyeler yer almaktadır [6]. 1880’li yıllarda Safar-Aliy ve Navruz Orusbiy kardeşler KBT için bir Arap alfabesi düzenlemiş ve hatta KBT’nin kısa gramerini hazırlamışlardır. Fakat o dönemin imkansızlıklarından dolayı bu eser yayımlanamamıştır [7]. KBT için Arap alfabesi üzerine ilk ciddi ve ilmî çalışmaları yapanlar Karaçaylı İsmail Akbay ve Balkarlı İsmail Abay’dır. 1920 yılında İ. Akbay ve İ. Abay’ın birlikte hazırladıkları Arap harfli KBT alfabesinde 31 harf bulunmaktadır [8]. 1923 yılında İ. Akbay’ın yeniden düzenleyerek hazırladığı Arap harfli KBT alfabesinde ise 33 harf bulunmaktadır [9]. Fakat, Arap yazısı ve Karaçay-Balkar Türkçesiyle bu eserlerin yayımlandığı yıllarda, Karaçay-Balkar Türklerinin gerçek anlamda bir yazılı edebiyata sahip olduğunu söylemek pek mümkün değildir. Çünkü bu dönemde medrese tahsili görmüş birkaç kişi dışında, halkın tamamına yakını, yazılı edebiyat bir tarafa, okuma-yazma dahi bilmiyordu. Arap yazısına dayalı, Karaçay-Balkar Türklerinin yazılı edebiyatı ancak 1920’li yılların ortalarında başlamıştır. 1922 yılında Battal-Paşa [bugünkü Çerkessk] şehrinde Rusça yayımlanmaya başlayan “Gorskaya Bednota” [Yoksul Dağlılar] gazetesinin bir sayfası Karaçay Türklerine ayrılmış ve bu sayfada Arap yazısı ve Karaçay-Balkar Türkçesiyle şiirler, makaleler ve haberler yayımlanmaya başlanmıştır. Bunu müteakip 19 Ekim 1924 yılında tamamı KBT ve Arap yazısıyla “Tawlu Caşaw” [Dağlı Hayat] adlı ilk Karaçay

Page 214: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

gazetesinin yayım hayatına başlaması, aynı zamanda, gerçek anlamda Karaçay-Balkar yazılı edebiyatının başlangıcıdır. 1928 yılında “Tawlu Carlıla” [Dağlı Fakirler] adını alacak olan bu gazete, Karaçay-Balkar yazılı edebiyatının teşekkülü ve gelişiminde en büyük rolü oynamıştır. Aynı [s. 146] dönemde, 1924 yılında Arap yazısı ve Karaçay-Balkar Türkçesiyle Moskova’da basılan Karaçaylı şair İssa Karaköt’ün [1900-1924] “Caññı Şigirle” [Yeni Şiirler] adlı kitabı, modern Karaçay-Balkar şiirinin ilk eseri sayılmaktadır. 1926 yılında “Tawlu Caşav” gazetesi ve diğer bütün matbuatın Latin alfabesine geçmesiyle Karaçay-Malkar yazılı edebiyatının gelişimi daha da hızlanmıştır [10]. KBT için ilk latin alfabesi çalışmalarını yapan Karaçaylı ressam ve şair İslam Kırımşavhal’dır [1864-1910]. İ. Kırımşavhal 1908-1910 yıllarında KBT için bir Latin alfabesi hazırlamıştır. Fakat bu alfabenin uygulama alanı olmamıştır. Çünkü, 1900’lü yılların başlarında Rusya ve Kafkasya ülkelerinde Latin alfabesiyle faaliyet gösteren bir matbaa yoktu. Bu yüzden 1900’lü yılların başlarında KBT ve Latin harfleriyle basılmış herhangi bir kitap yoktur [11]. KBT için Latin alfabesi üzerinde asıl ciddi ve ilmî çalışmaları 1920’li yıllarda Umar C. Aliy ve Magomet Eney yapmışlardır. Karaçaylıların “Sultan Galiyev”i sayılan ve bilahare V. Lenin’le de yakın temas halinde olan Umar C. Aliy’in [1895-1938] 1924 yılında yayımlanan “Caññı Karaçay-Malkar Elible” [Yeni Karaçay-Malkar Elifleri~Harfleri] ve Magomet Eney’in aynı yıl yayımlanan “Malkar Alifbi” [Balkar Elifbesi~Alfabesi] adlı kitapları KBT ve Latin yazısıyla yayımlanmış ilk matbu eserlerdir [12]. Bilahare; İsmail Akbay’ın genişleterek tekrar yayımladığı “Ana Tili” [Ana Dili, Batalpaşinsk-1924] ve “Orus Tilden Karaçay Tilge Tılmaç Kitabı” [Rusça-Karaçayca Sözlük, Batalpaşinsk-1926], Ashat Bici’nin [1900-1957] “Bilim” [1926], Azret Örten’in [1908-1937] “Caññı Cırla” [Yeni Şarkılar-1927] ve [s. 147] Umar C. Aliy’in hazırladığı Latin alfabesi üzerinde birkaç değişik yapılarak son şekli verilmiş olan resmi KBT latin alfabesi aşağıda transkripsiyon ile gösterilmiştir. “Erkinlikni Ciltinleri” [Hürriyetin Kıvılcımları-1929], Umar C. Aliy’in “Birlikde Tirlik” [Birlikte Dirlik-1929], Umar Bayramkul’un “Karaçay Tilni Grammatikası” [Karaçay Dilinin Grameri-1930] ve Hasan Appa’nın [1904-1939] “Kara Kübür” [Kara Sandık, Mikoyan Şahar-1935] adlı eserleri KBT latin alfabesiyle basılmış ilk matbu eserlerdir. Bu eserlerin KBT yazı dilinin teşekkülünde ve yazılı edebiyatın gelişmesinde büyük katkısı vardır. KBT latin alfabesiyle matbuat 1937-1938 yıllarına kadar devam etmiştir. Balkar Türkleri 1937 yılında, Karaçay Türkleri de 1938 yılında Rus [Kiril] alfabesi esaslı KBT alfabesini kabul etmişler ve dolayısıyla da bütün matbuat bu alfabeye geçmiştir. Aslında Rus [Kiril] alfabesi 1938 yılından önce hatta 1917 Bolşevik ihtilalinden çok daha önce Karaçay-Balkar Türkleri tarafından bilinmekteydi. 1827 yılında Balkarların ve 1828 yılında da Karaçaylıların, Rus Çarlığı hakimiyetine girmesinden sonra Ruslar hemen kültür asimilasyonu çalışmalarına başlamışlar, [s. 149] Karaçay ve Balkar köylerinde son hızla Rus okullarını açmışlardır. 1917 Bolşevik ihtilalinden önce Karaçay’ın 16 köyünde de Rus okulları açılmış ve öğretime başlamış durumdaydı Karaçay’daki ilk Rus okulu 1878 yılında Uçkulan köyünde açılmıştır. Bu okulun ve dolayısıyla da bütün Karaçay’ın ilk Rus öğretmeni olan Mois Aleynikov’un Karaçaylılardan birçok tarihi ve folklor malzeme toplayarak yazdığı makaleleri vardır. Kartcurt köyündeki Rus okulunun

Page 215: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

öğretmeni Nikolay Kiriçenko ise köyün ileri gelenlerinden olan Abdulkerim Hubiy’in yardımıyla 1897 yılında ilk “Rus-Karaçay Sözlüğü”nü hazırlamıştır. Ancak bu sözlük imkansızlıktan dolayı basılamamıştır. Fakat bu eser orijinal haliyle halen muhafaza edilmektedir. Karaçaylı aydın kimseler, Karaçay’daki Rus okullarında Rusça eğitimin yanında bir de ana dilde de eğitim yapılması gerektiğini kavramışlar ve bu yönde birtakım çalışmalar yapmaya başlamışlardı. İlk olarak, Abdulkerim Hubiy’in oğlu İmmolat Hubiy, KBT için bir Rus [Kiril] alfabesi hazırlamıştır. Fakat, Karaçay’daki Rusça eğitim veren okullarda ana dilde eğitime izin verilmeyince bu alfabenin bir kullanım alanı olmamış, dolayısıyla da bu dönemde Rus [Kiril] harflerine dayalı bir alfabeyle Karaçay-Malkar Türkçesinde herhangi bir yazılı eser ortaya konulamamıştır [14]. 1938 yılında Rus [Kiril] alfabesi esaslı KBT alfabesine geçilmiştir. Fakat çeşitli tarihlerde bu alfabe üzerinde birtakım harf değişiklikleri yapılmıştır. 1961 yılında Umar B. Aliy, A.Ü. Bozi, A.H. Sotta, M. Akbay, H.V. Bayramkul ve H.İ. Süyünç tarafından oluşturulan bir komisyon aşağıdaki şekilde Rus harflerine dayalı 40 harften müteşekkil bir KBT alfabesi hazırlamışlardır [15]. 1965 yılında ve daha sonraki tarihlerde yukarıdaki alfabe üzerinde yine birtakım harf değişiklikleri yapılmış ve son olarak aşağıda gösterilen Rus [Kiril] esaslı KBT alfabesinde karar kılınmıştır. Rus [Kiril] alfabesi esaslı KBT alfabesine 1937-38 yıllarında geçilmiştir. Halen de bu alfabe kullanılmaktadır. [s. 150] Ses ve Alfabe Bilgisi Rus [Kiril] esaslı KBT alfabesinde bir sertleştirme [ъ] bir de inceltme [ь] işareti olmak üzere toplam 38 harf vardır. Karaçay-Balkar Türkçesinde sekiz tane ünlü [ a, e, ı, i, o, ö, u, ü ] ve yirmi yedi tane ünsüz [ b, c, ç, d, j, f, g, ġ, h¹, h², h³, k, q, m, n, ñ, p, r, s, ş, t, ts, w, v, y, z, ż ] olmak üzere toplam 35 tane ses vardır. Ünlü Sesler 1. KBT’deki a sesi, arka damakta geniş-düz ve açık telaffuz edilir. Türkiye Türkçesindeki [bundan sonra kısaca TT] a sesiyle aynıdır. KBT’deki a sesinin Karaçay-Balkar Türkçesi Kiril Alfabesi’ndeki [bundan sonra kısaca KBTKA] karşılığı a harfidir. Sözgelimi: aламат~alamat [muhteşem], vs. Bunun dışında KBT’de ā [uzun a] sesi de yoktur. Hatta yabancı dillerden girmiş bazı sözlerdeki ā sesi, KBT’de a sesine dönüşmektedir. Sözgelimi: alam<âlem, alim<âlim, vs. 2. KBT’deki e sesi, ön damakta, geniş-düz ve açık olarak telaffuz edilir. TT’deki e sesiyle aynıdır. KBTKA’daki karşılığı e ve э harfleridir. Rus yazı dilinde söz başındaki e harfi ye şeklinde, э harfi ise e şeklinde telaffuz edilir. KBTKA’da ise her iki harf de e şeklinde telaffuz edilir. Karışıklığa meydan vermemek için söz başında daima э harfi kullanılır. Bunun dışındaki söz içerisinde daima e harfi kullanılır fakat yine e sesiyle telaffuz edilir. Zaten KBT’de söz başında ye veya y sesi de yoktur. Sözgelimi: эмеген~emegen [dev, yaratık], эгиз~egiz [ikiz], vs. Bunun dışında KBT’de è [açık e] ve é [kapalı e]sesleri de yoktur. 3. KBT’deki ı sesi, arka damakta, dar-düz ve orta açıklıkta telaffuz edilir. TT’deki ı sesiyle aynıdır. KBTKA’daki karşılığı ы harfidir. Sözgelimi: ындыр~ındır [harman].

Page 216: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

4. KBT’deki i sesi, arka damakta, dar-düz ve orta açıklıkta telaffuz edilir. TT’deki i sesiyle aynıdır. KBTKA’daki karşılığı и harfidir. Sözgelimi: илкич~ilkiç [sırık]. 5. KBT’deki o sesi, arka damakta, yuvarlak ve orta açıklıkta telaffuz edilir. TT’deki o sesiyle aynıdır. KBTKA’daki karşılığı o harfidir. Sözgelimi: oноў~onow [fikir, karar]. 6. KBT’deki ö sesi, ön damakta, yuvarlak ve orta açıklıkta telaffuz edilir. TT’deki ö sesiyle aynıdır. KBTKA’daki karşılığı ë harfidir. Sözgelimi: ётгюр~ötgür [cesur, gururlu]. 7. KBT’deki u sesi, arka damakta, dar-yuvarlak ve orta açıklıkta telaffuz edilir. TT’deki u sesiyle aynıdır. KBTKA’daki karşılığı у harfidir. Sözgelimi: Sözgelimi: уллу~ullu [büyük, yüce]. [s. 151] 8. KBT’deki ü sesi, ön damakta, dar-yuvarlak ve orta açıklıkta telaffuz edilir. TT’deki ü sesiyle aynıdır. KBTKA’daki karşılığı ю harfidir. Sözgelimi: Sözgelimi: юлюш~ülüş [pay]. Ünsüz Sesler 1. Çift dudak ünsüzleri [ b, m, p, w ]: KBT’deki b, m, p çift dudak ünsüzlerinin telaffuzu, TT’deki b, m, p sesleriyle aynıdır. KBTKA’daki karşılıkları б, м, п harfleridir. Sözgelimi: бабуш~babuş [ördek], маммат~mammat [imece], палапан~palapan [pehlivan, dev]. Karaçay-Bashan-Çegem-Holam-Bızıngı ağızlarındaki b ve p sesleri Çerek ağzında sızıcı f sesine dönüşür. Sözgelimi: köb>köf [çok], tulpar>tulfar [yiğit], vs. Fakat, b~p>f ses değişimi kesin bir kural değildir. KBT’de bir de w sesi vardır. KBTKA’daki karşılığı ў harfidir. Sözgelimi: таў~taw [dağ], vs. Eski Türkçe’deki ġ sesiyle biten sözler KBT’de w sesine dönüşmüştür. Sözgelimi: taġ>taw [dağ], yaġ>caw [yağ], saġ>saw [sağ], vs. Bugünkü resmi KBTKA’da ў [w] harfi olmasına rağmen, günümüz KBT matbuatında w sesi у [u] harfiyle gösterilmekte ise de, KBT’deki w sesi, u veya û [uzun u] sesi değildir. 1938-60 yılları arasındaki matbuatta bu w sesi ў [w] harfiyle gösterilirken daha sonraları у [u] harfiyle gösterilir olmuştur. Fakat bu durum teknik sebeplerden kaynaklanmaktadır. 2. Diş-dudak ünsüzleri [ v, f ]: KBT’deki v, f diş-dudak ünsüzlerinin telaffuzu, TT’deki v, f sesleriyle aynıdır. KBTKA’daki karşılıkları в ve ф harfleridir. Sözgelimi: врач~vraç [doktor], фитна~fitna [fitne], vs. Fakat bu seslerin her ikisi de asli olarak KBT’de yoktur. KBT’deki v sesinin olduğu sözler genellikle Rusça kaynaklıdır. Hata içerisinde v sesinin olduğu bazı Rusça kaynaklı sözler, KBT’nin ses yapısına uyum sağlayarak w sesine dönüşmüştür. Sözgelimi: samawar KBT’de asli olarak f sesi olmamakla birlikte; Rusça, Arapça, Farsça vs. yabancı dillerden girmiş bazı sözlerdeki f sesi, hem konuşma dilinde, hem de yazı dilinde kullanılmaktadır. Sözgelimi: fayton [fayton], fikir [fikir], vs. Fakat, genellikle Arapça ve Farsça kaynaklı sözlerdeki f sesi, Karaçay-Bashan-Çegem-Holam-Bızıngı ağızlarında p sesine dönüşür. Sözgelimi: fayton>payton, fikir>pikir, vs. Öte yandan, yabancı dillerden girmiş bazı sözlerdeki f sesi Çerek ağzında aynen korunur. Ayrıca, Karaçay-Bashan-Çegem-Holam-Bızıngı ağızlarındaki b ve p sesleri Çerek

Page 217: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

ağzında f sesine dönüşür [bkz. Çift dudak ünsüzleri]. Fakat, b-p>f dönüşümü konuşma dilinde [Çerek ağzında] kullanılmakla birlikte KBT yazı dilinde kullanılmaz. 3. Diş ünsüzleri [ d, n, s, ts, t, z, ż ]: KBT’deki d, n, s, t, z diş ünsüzlerinin telaffuzu, TT’deki d, n, s, t, z sesleriyle aynıdır. KBTKA’daki karşılıkları д, н, с, т, з harfleridir. Sözgelimi: дыдай~dıday [korku ünlemi], ненча~nença [ne kadar, kaç], сескек~seskek [telaş, şüphe], тот~tot [pas], заран~zaran [zarar], vs. KBT’de ayrıca, TT’de olmayan, sızıcı ts ve ż [dz] sesleri de vardır. Fakat [s. 152] bu sesler KBT’nin yalnız Çerek ağzında görülür. Karaçay-Bashan-Çegem-Holam-Bızıngı ağızlarındaki ç ve c~j sesleri, Çerek ağzında ts ve ż [dz] seslerine dönüşür. Sözgelimi: çıpçık>tsıftsık [serçe], çeten>tsetsen [sepet], can>żan [can], col>żol [yol], vs. Fakat, bu sesleri sanıldığı gibi Çerek bölgesinde yaşayan Balkarların hepsi değil, belli bir kısmı telaffuz etmektedir. Çerek ağzındaki ts sesinin KBTKA’daki karşılığı ц harfidir. Fakat, KBT yazı dilinde ç>ts dönüşümü yoktur. Yani; tsıftsık, tsetsen, vs. sözler çıpçık, çeten şeklinde yazılır. Öte yandan KBT yazı dilinde içerisinde ц harfinin bulunduğu bütün sözler Rusça kaynaklıdır. Ayrıca, Çerek ağzındaki ż [dz] sesinin KBTKA’da bir karşılığı yoktur ve KBT yazı dilinde bu ses kullanılmaz. 4. Diş-damak ünsüzleri [ c, ç, j, ş ]: KBT’deki c, ç, j, ş diş-dudak ünsüzlerinin telaffuzu, TT’deki c, ç, j, ş sesleriyle aynıdır. KBTKA’daki karşılıkları дж, ч, ж, ш harfleridir. Sözgelimi: джюджек~cücek [civciv], чычхан~çıçh’an [sıçan, fare], aдеж~adej [gem], шашхын~şaşh’ın [çılgın, deli], vs. Karaçay-Bashan-Çegem ağızlarındaki söz başındaki c sesi, Çerek ağzında ż [dz] sesine dönüşürken [bkz. Diş ünsüzleri], Holam-Bızıngı ağızlarında ve Çegem bölgesinin bir kısmında j sesine dönüşmektedir. Sözgelimi: carık>jarık [ışık, aydınlık], culduz>julduz [yıldız], vs. Ayrıca günümüzde Kabardey-Balkar Özerk Cumhuriyetindeki KBT yazı dilinde ve bütün matbuatta дж [c] harfi yerine ж [j] harfi kullanılmaktadır. Bunun dışında, KBT’de yabancı dillerden girmiş sözlerdeki j sesi hem konuşma dilinde, hem de yazı dilinde kullanılmaktadır. Sözgelimi: jurnal [dergi], adej [gem], şibji [yeşil biber], kımıja [çıplak], ajım [şüphe], vs. 5. Ön damak ünsüzleri [ g, h¹, k, l, r, y ]: KBT’deki g, k, l, r, y ön damak ünsüzlerinin telaffuzu, TT’deki g, k, l, r, y sesleriyle aynıdır. KBTKA’daki karşılıkları г, к, л, р, й harfleridir. Sözgelimi: гебдеш~gebdeş [yemlik], кекел~kekel [perçem], лобан~loban [köstebek], aйбат~aybat [gösterişli], vs. KBT’de bir de ön damak h¹ ünsüzü vardır. Bu ses aynı k sesi gibi ön damakta teşekkül eden bir sestir. Sözgelimi: h¹ora [doru], nartüh¹ vs. [16]. Ayrıca Rusça’dan girmiş bazı sözler de aynı şekilde ön damak h¹ ünsüzüyle telaffuz edilir. Sözgelimi: h¹imya [kimya], arh¹iv [arşiv], vs. KBT yazı dilinde h¹ ünsüzü için ayrıca bir harf belirtilmez. Bu sesin ve KBT’deki diğer h² ve h³ seslerinin KBTKA’daki karşılığı х harfidir. Çerek ağzında bazı sözlerde g>h¹ ses değişimi söz konusudur. Sözgelimi: ketgen edi>keth¹en edi [gitmişti]. Fakat bu g>h¹ değişimi kesin bir kural değildir. Yine, Karaçay-Bashan-Çegem-Holam-Bızıngı ağızlarında ince ünlü seslerden önce veya sonra daima ön damak k ünsüzü geldiği halde, Çerek ağzında kimi zaman arka damak q ünsüzü gelmektedir. Sözgelimi: köz>qöz [göz], küzgü>qüzgü [ayna], vs. Fakat bu k>q ses değişimi de kesin bir kural değildir. [s. 153] 6. Arka damak ünsüzleri [ ġ, h², q, ñ ]: KBT’deki ġ, h², ñ arka damak ünsüzlerinin tümü Anadolu’da konuşulan TT’de olduğu halde, TT’nin yazı dilinde [İstanbul

Page 218: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Türkçesinde] bu sesler kullanılmamaktadır. KBT’deki q sesi, TT’de kalın ünlü sesten önce veya sonra kelen arka damak k sesidir. KBT’deki arka damak ünsüzlerinin KBTKA’daki karşılıkları гъ, х, къ, нг harfleridir. Sözgelimi: aлгъыш~alġış [dua, dilek], хоншу~h’onşu [komşu], къалакъ~qalaq [tahta parçası], кенг~keñ [geniş]. KBT’deki ġ sesi, arka damakta teşekkül eden, eski Türkçedeki ġ sesidir. Bu ses TT’de ğ sesine dönüşmüştür. KBT’deki h² sesi arka damakta, eski Türkçe’deki q sesinin sızıcılaşmasıyla teşekkül eden bir sestir ve KBT’deki asıl h sesi budur. Sözgelimi: qoçh²ar [koç], h²urcun [cep], h²ıynı [büyü], vs. KBT’de kalın ünlü seslerden önce veya sonra daima arka damak q ünsüzü gelir. Sözgelimi: qonaq [konuk], ayaq, [ayak], vs. Fakat, bu kurala uymayan sözler de vardır. Bunlar yabancı dillerden girmiş sözlerdir. Sözgelimi: qırdık [çimen], qak [lapa], vs. KBT’deki ñ sesi, bütün Türk lehçelerinde olduğu gibi, arka damakta teşekkül eden, yumuşak ve tonlu bir ünsüzdür ve ancak söz ortasında ve söz sonunda kullanılır. Sözgelimi: tañ [tan], keñ [geniş], kañña [tahta], keññeş [istişare, meclis], caññız [yalnız], toññuz [domuz], vs. Sonu n ve ñ sesleriyle biten sözlerin sonuna yönelme hal -ġa, -ge ekleri geldiğinde, hem söz sonundaki n sesi ñ sesine, hem de yönelme hal eklerinin başındaki ġ ve g sesleri ñ sesine dönüşür. Sözgelimi: men-ge>meññe~mañña [bana], sen-ge>seññe~sañña [sana], çeten-ge>çeteññe [sepete], katın-ġa>katıñña [kadına], vs. Aynı şekilde -ġan, -gen sıfatfiil ekleri de -ñan, -ñen şeklinde değişir. Sözgelimi: min-gen>miññen [binen], vs. KBT’de söz sonundaki ñ sesinin yazı dilindeki kullanımında bir problem olmamakla birlikte, söz ortasındaki ñ sesinin daha doğrusu ññ şeklindeki ünsüz ikizleşmesinin yazımında bazı problemler vardır. Sözgelimi KBT latin matbuatında toññuz [domuz] şeklinde yazılırken, kiril matbuatında önceleri tonñuz [тоннгуз] şeklinde, daha sonra ve günümüzde ise toñuz [тонгуз] şeklinde yazılmaktadır. Aynı şekilde: caññız [yalnız]> canñız [джаннгыз]> cañız [джангыз], vs. Halbuki bu son тонгуз [toñuz] ve джангыз [cañız] sözlerinin telaffuzu veya okunuşu toññuz ve caññız şeklindedir. Yani, ikinci tekil şahıs iyelik eki ñ sesi hariç, söz ortasında geçen bütün ñ seslerinin olduğu yerde ünsüz ikizleşmesi vardır ve vurgulu [şeddeli] telaffuz edilir. Aslında bu gibi sözlerin KBT kiril matbuatındaki doğru yazılışı, KBT latin matbuatındaki gibi olmalıdır. Sözgelimi: тонгнгуз [toññuz], джангнгыз [caññız], vs. Veyahut da, KBT kiril yazı dilinde н [n] ve г [g] şeklinde iki ayrı harfin yan yana getirilmesiyle [нг~ng] telaffuz edilen ñ sesini doğrudan karşılayan, latin alfabesindeki ñ harfi gibi, tek bir harf getirilmeli ve söz ortasındaki ññ ikizleşmesi aynı şekilde ññ şeklinde yazılmalıdır. Öte yandan, ikinci tekil şahıs iyelik ñ ekinden sonra, yönelme hal -ġa,-ge ekleri ile ilgi hali -nı,-ni,-nu,-nü ekleri geldiği [s. 154] zaman durum farklıdır. Bu durumda yönelme hali -ġa,-ge eklerinin başındaki ġ ve g sesleri ile ilgi hali -nı,-ni,-nu,-nü eklerinin başındaki n sesi doğrudan düşer. Yani burada ġ, g, n>ñ ses değişmesi ve söz ortasında ññ ünsüz ikizleşmesi olmaz. Sözgelimi: ata-ñ> ata-ñ-ġa>ata-ñ-a [baba-n-a], ata-ñ> ata-ñ-nı>ata-ñ-ı [baba-n-ın], vs. Burada söz ortasındaki ñ sesi vurgulu [şeddeli] olarak telaffuz edilmez ve KBT kiril matbuatında da doğru olarak: атанга~ataña, атангы~atañı şeklinde yazılır. 7. Gırtlak ünsüzü [ h³ ]: KBT’deki h³ gırtlak ünsüzünün telaffuzu, TT’deki gırtlak h sesiyle aynıdır. KBT’de h sesinin bulunduğu sözler yabancı kaynaklıdır. KBT yazı dilinde h

Page 219: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

ünsüzü için ayrıca bir harf belirtilmez. Bu sesin [ve diğer h¹ ve h² seslerinin] KBTKA’daki karşılığı х harfidir. Sözgelimi: aйхай~ayhay [elbette, tabii ki], хар~har [dantel], хайда~hayda [haydi], vs. 8. Щ [şç] ve Я [ ya, â ] sesleri: KBT’de hiçbir şekilde щ [şç] ve я [ya] sesleri yoktur. KBT’de bu seslerin olduğu sözlerin hepsi Rusça’dır. Öte yandan я harfi, KBT’de asli olarak â [ince a] sesi olmamakla birlikte, Arapça ve Farsça’dan girmiş bazı sözlerdeki â sesinin karşılığı olarak yazı dilinde kullanılmaktadır. Sözgelimi: кяамар~kâmar [kemer], Кязим~Kâzim, гяўур~gâwur, vs. Bunun dışında, KBT yazı dilinde, bir sözde ya hecesi varsa veya bir sözde y ve a sesleri yan yana geliyorsa bu daima я [ya] harfiyle yazılır. Sözgelimi: къоян~qoyan [tavşan], дуния~duniya [dünya], vs. Dipnotlar [1] Öner, Mustafa., Bugünkü Kıpçak Türkçesi, TDK Yayınları, Ankara, 1998, s. XXIII. [2] Baskakov A.N., Appaev A.M., Ahmatov İ.H., Bayramkulov A.M., Boziyev A.Ü., Goçiyaeva S.A., Jaboyev M.T., Musukayev B.H., Sottayev A.H., Habiçev M.A., Karaçay-Malkar Tilni Grammatikası, Nalçik, 1966, s. 8-9. [3] Hubiylanı M.A., Süyünçlanı A.A., Laypanlanı, K.T., Karaçay Literatura, Çerkessk, 1988, s. 9-10; Bayçorov, S.Y., Drevnie-Türkskie Pamyatniki Evropı, Stavropol, 1989, s. 9, 31-33; Hapayeva, S.M., İz İstorii Sozdaniya Karaçayevo-Balkarskoy Pismennosti, Problemı İstoriçeskoy Leksiki Karaçayevo-Balkarskogo i Nogayskogo Yazıkov, Çerkessk, 1993, s. 137. [4] Hubiylanı vd., a.g.e., s. 10. [5] Töppeyev, A.M., Meçilanı Kâzim-Çıgarmalarını Ekitomlugu-I, Nalçik, 1989, s. 11-129; Balkan, Vedat., Kâzim Meçi’nin Doğumunun 140. Yılı Anısına, Birleşik Kafkasya Dergisi, Sayı: 20, Eskişehir, 1999, s. 35. [6] Hubiylanı vd., a.g.e., s. 50. [7] Hapayeva, a.g.e., s. 140. [8] Hapayeva, a.g.e., s. 138, 143. [9] Hapayeva, a.g.e., s. 143. [10] Bilimgotlanı Münir-Laypanlanı Raşid., Leninni Bayragı-Tuvganı Emda Ösüv Colu, Zamannı Avazı, Çerkessk, 1975, s. 162, 165-166. [11] Hubiylanı vd., a.g.e., s. 11. [12] Baskakov vd., a.g.e., s. 40; Hubiylanı vd., a.g.e., s. 11; Hapayeva, a.g.e., s. 145-146. [13] Aliyev, Umar., Karaçay, Çerkessk, 1991, s. 265. [14] Hubiylanı vd., a.g.e., s. 10-11.

Page 220: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

[15] Hapayeva, a.g.e., s. 148. [16] Habiçev M.A., Kratkiy Grammatiçeskiy Oçerk Karaçayevo-Balkarskogo Yazıka [Tenişev, E.R., Goçiyaeva S.A., Süyünçev H.İ., Karaçay-Malkar-Orus Sözlük, Moskova, 1989], s. 89:808-809. ___________________________________________________________________ Adilhan Adiloğlu, Karaçay-Balkar Türkçesi Alfabesi ve Ses Bilgisi, Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı: 13, Ankara, 2002, s. 143-154. ___________________________________________________________________ Yazarla İrtibat : [email protected]

KARAÇAY-MALKAR TÜRKÇES İNDE İKİNCİL UZUN ÜNLÜLER

Adilhan Adilo ğlu

Günümüz Karaçay-Malkar Türkçesinde imlâda gösterilmemekle birlikte konuşma dilinde eşit ikiz ünlüler vasıtasıyla meydana gelen ikincil uzun ünlüler mevcuttur. Bunların bir kısmı tarihî ses değişmeleriyle, bir kısmı da bugünkü konuşma dilinde kelimelerin yapımı ve çekimi sırasında telaffuzda meydana gelen ünsüz erimesi, ünsüz düşmesi, ünlü birleşmesi ve hece kaynaşması gibi muhtelif ses olayları neticesinde teşekkül etmektedir. Ancak, Karaçay-Malkar Türkçesindeki bu ikincil uzunluklar sürekli, kurallı ve standart değildir. Söz konusu bu ikincil uzunlukların bir kısmının aynı zaman dilimi içerisinde kimi zaman normal uzun ünlüye, kimi zaman da kısa ünlüye dönüştüğü ve hatta eriyip tamamen yok olduğu görülmektedir. KARAÇAY-MALKAR TÜRKÇESİNDE EŞİT İKİZ ÜNLÜLER VASITASIYLA MEYDANA

GELEN İKİNCİL UZUN ÜNLÜLER

Adilhan ADİLOĞLU

Özet Günümüz Karaçay-Malkar Türkçesinde imlâda gösterilmemekle birlikte konuşma dilinde eşit ikiz ünlüler vasıtasıyla meydana gelen ikincil uzun ünlüler mevcuttur. Bunların bir kısmı tarihî ses değişmeleriyle, bir kısmı da bugünkü konuşma dilinde kelimelerin yapımı ve çekimi sırasında telaffuzda meydana gelen ünsüz erimesi, ünsüz düşmesi, ünlü birleşmesi ve hece kaynaşması gibi muhtelif ses olayları neticesinde teşekkül etmektedir. Ancak, Karaçay-Malkar Türkçesindeki bu ikincil uzunluklar sürekli, kurallı ve standart değildir. Söz konusu bu ikincil uzunlukların bir kısmının aynı zaman dilimi

Page 221: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

içerisinde kimi zaman normal uzun ünlüye, kimi zaman da kısa ünlüye dönüştüğü ve hatta eriyip tamamen yok olduğu görülmektedir. Anahtar Kelimeler Karaçay-Malkar Türkçesi, Eşit İkiz Ünlüler, İkincil Uzun Ünlüler FORMATION OF THE SECONDARY LONG VOWELS THROUGH THE EQUAL TWIN VOWELS (DIPHTONGS) IN KARACHAY-MALKAR TURKISH Abstract In modern Karachay-Malkar Turkish, there exists secondary long vowels originating through the equal twin wovels in colloquial language, through they are not indicated in spelling. Several of these vowels have been formed through the historical changes in voice, and the others through the voice acts like the consonant falling, the vowel combination and the syllable fusion, emerging in the course of word formations and combinations ind modern colloquial language. However, they are not continual, regular and have no standard. Some of the mentioned secondary vowels are observed that sometimes they are turned into normal long vowels or into short vowels or even disappeared. Key Words Karachay-Malkar Turkish, Equal twin vowels (Diphtongs), Secondary long vowels. Çağdaş Türk lehçelerinde görülen ikincil uzun ünlüler, bilinen ilk örnekleri itibariyle, aslî olarak uzun olmadıkları hâlde, daha sonraki dönemlerde genellikle muhtelif ses olayları neticesinde uzamış olan ünlülerdir. İkincil uzun ünlüler, bir kelime içerisinde; kimi zaman iki ünlü sesin, kimi zaman bir ünlü ile bir ünsüz sesin, kimi zaman da bir ünlü ile iki ünsüz sesin veya bir ünsüz ile iki ünlü sesin boğumlanma sürelerinin birleşmesi sonucu meydana gelirler. İkincil uzun ünlüler aslî olmadıkları için geçici bir durumu ifade etmektedirler. Ses olayları neticesinde teşekkül eden eşit ikiz ünlüler ve ikincil uzun ünlüler, Türkçe’nin genel eğilimi olan uzun ünlülerin kısalması hadisesine bağlı olarak yazıyla dondurulup sabitlenmediği takdirde zaman içerisinde kısalıp normal süreli ünlüler hâline gelirler. Yani ikincil uzun ünlüler genellikle sürekli, kalıcı ve standart değildirdirler (Buran, 2006:3-4). Günümüz Karaçay-Malkar Türkçesinde imlâda gösterilmemekle birlikte konuşma dilinde eşit ikiz ünlüler vasıtasıyla meydana gelen ikincil uzun ünlüler mevcuttur. Bunların bir kısmı tarihî ses değişmeleriyle, bir kısmı da bugünkü konuşma dilinde isim ve fiillerin çekimi sırasında telâffuzda meydana gelen ünsüz erimesi, ünsüz düşmesi, ünlü birleşmesi ve hece kaynaşması gibi muhtelif ses olayları neticesinde teşekkül etmektedir. Karaçay-Malkar Türkçesindeki ikincil uzun ünlülerin büyük bir kısmı tarihî ses değişmeleriyle ilişkili olup Eski Türkçe kelimelerin iç ve son seslerindeki / b /, / d /, / g /, / ġ / ve / ŋ / ünsüzlerinin sızıcılaşma ve akıcılaşması neticesinde Karaçay-Malkar Türkçesinde yarı ünlü / w / sesi ile / y / sesine dönüşmesi sonucu teşekkül etmektedir. Kelimenin iç ve son seslerinde meydana gelen sızıcılaşma ve akıcılaşma hadisesinden sonra ilk safhada diftong veya eşit ikiz ünlüler meydana gelmekte ve hemen sonrasında

Page 222: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

ikincil uzunluk teşekkül etmektedir. Son seste bulunan / w / ile / y / sesleri benzeşme yoluyla kendilerinden önce gelen ünlüye dönüşerek eşit ikiz ünlüleri oluştururken, iç sesteki / w / ile / y / sesleri kendilerinden önce veya sonra gelen ünlüyle birleşerek eriyip kaybolmaktadırlar. Karaçay-Malkar Türkçesindeki bu ikincil uzunluklar sürekli, kurallı ve standart değildir. Söz konusu bu ikincil uzunlukların bir kısmının aynı zaman dilimi içerisinde kimi zaman normal uzun ünlüye, kimi zaman da kısa ünlüye dönüştüğü ve hatta eriyip tamamen yok olduğu görülmektedir. Tespit edebildiğimiz kadarıyla günümüz Karaçay-Malkar Türkçesindeki mevcut ikincil uzun ünlüler: / a: /, / e: /, / i: /, / o: /, / u: / ve / ü: / sesleridir. Bunun dışında, bilhassa Kırgız Türkçesinde görülen / ı: / ve / ö: / şeklindeki ikincil uzun ünlüler (Başdaş, 2002:69-73) Karaçay-Malkar Türkçesinde tespit edilmemiştir. Bu çalışmada, Karaçay-Malkar Türkçesindeki mevcut ikincil uzun ünlüler, teşekkül sebeplerine göre değil, konuşma dilinde geldikleri safhaya göre tasnif edilmiş ve daha sonra her bir tasnif içerisinde bu ikincil uzunlukların gelişme safhaları açıklanmaya çalışılmıştır. Örnek olarak verilen kelimelerin; ilk önce konuşma dilinde geldiği safha yani ikincil uzun ünlünün mevcut olduğu şekiller yer almaktadır. Daha sonra ikincil uzunlukların gelişme safhaları gösterilmiş, müteakiben bu kelimelerin Latin ve Kiril imlâsındaki şekilleri verilmiş ve son olarak gerekli yerlerde ilgili kelimelerin Eski Türkçedeki şekilleri eklenmiştir. 1. / a: / ~ / aa / Karaçay-Malkar Türkçesinde ikincil uzun / a: / sesi, son seste / b / ~ / p / ünsüzleri bulunan tek heceli fiiller ile -ıb / -ıp zarf fiil ekinin çekime girmesi sonucu teşekkül etmektedir. Buna göre ilk safhada fiil kökünün sonundaki / b / ~ / p / ünsüzü eriyerek kaybolmakta ve alçalan diftong meydana gelmektedir. İkinci safhada ise -ıb / -ıp zarf fiil ekindeki / ı / ünlüsü gerileyici benzeşme yoluyla / a / ünlüsüne dönüşmektedir. Böylece eşit ikiz ünlüler vasıtasıyla ikincil uzunluk meydana gelmektedir. Karaçay-Malkar Türkçesindeki bu tür ikincil uzun / a: / sesi çok seyrektir. ca:b ~ caab < caıb < cabıb ~ джaбыб (örtüp) ça:b ~ çaab < çaıb < çabıb ~ чaбыб (koşup) ka:b ~ kaab < kaıb < kabıb ~ къaбыб (ısırıp) ta:b ~ taab < taıb < tabıb ~ тaбыб (bulup) 2. / e: / ~ / ee / Karaçay-Malkar Türkçesinde ikincil uzun / e: / sesi, ünlü karşılaşması sebebiyle ünlü ve ünsüz seslerin erimesi ile hece kaynaşması sonucu iki ayrı kelimenin birleşmesinden meydana gelmektedir. Tespit edebildiğimiz kadarıyla Karaçay-Malkar Türkçesindeki ikincil uzun / e: / ünlüsü, son seste / e / ünlüsünün bulunduğu isim, fiil ve eklerin isim fiille yapılan çekimlerinde teşekkül etmektedir. Yani bu tür ikincil uzunluklar genellikle isim ve fiillerin birleşik fiil çekimlerinde görülmektedir. Eski Türkçede isimlerin ve fiillerin bildirilmesinde kullanılan “er-” (olmak) fiili sondaki / -r / ünsüzünün düşmesi sonucu günümüz Karaçay-Malkar Türkçesinde “e-” şeklinde mevcut olup resmî imlâda istisnasız olarak kendisinden önce gelen isim veya fiilden ayrı gösterilir. Konuşma dilinde ise isim fiiliyle çekime girmiş kelimelerin arasına bağlayıcı / y / ünsüzü girer. Bir sonraki safhada isim fiiliyle çekime girmiş olan fiil kipi şahıs ekleriyle birleşerek eriyip kaybolur ve böylece bir hece kaynaşması meydana gelir. Bu safhadan sonra isim veya fiille çekime girmiş olan isim fiil arasındaki bağlayıcı / y / ünsüzü isim fiille birleşerek eriyip kaybolur,

Page 223: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

böylece eşit ikiz ünlüler ve dolayısıyla ikincil uzunluk meydana gelir. 2.1. İsim Çekiminde İsimlerin bildirilmesi sırasında teşekkül eden bu tür ikincil uzunluklar isim fiilin görülen geçmiş zaman çekiminde görülmektedir. 2.1.1. İsmin Yalın Hâli öge:m ~ ögeem < ögeyem < ögeyedim < öge edim ~ ёге эдим (üveydim). öge: ŋ ~ ögeeŋ < ögeyeŋ < ögeyediŋ < öge ediŋ ~ ёге эдинг (üveydin). öge:d ~ ögeed < ögeyed < ögeyedi < öge edi ~ ёге эди (üveydi). öge:k ~ ögeek < ögeyek < ögeyedik < öge edik ~ ёге эдик (üveydik). öge:giz ~ ögeegiz < ögeyegiz < ögeyedigiz < öge edigiz ~ ёге эдигиз (üveydiniz). öge:lle ~ ögeelle < ögeyelle < ögeyedile < öge edile ~ ёге эдиле (üveydiler). 2.1.2. İsmin Bulunma Hâli üyde:m ~ üydeem < üydeyem < üydeyedim < üyde edim ~ юйде эдим (evdeydim). üyde:ŋ ~ üydeeŋ < üydeyeŋ < üydeyediŋ < üyde ediŋ ~ юйде эдинг (evdeydin). üyde:d ~ üydeed < üydeyed < üydeyedi < üyde edi ~ юйде эди (evdeydi). üyde:k ~ üydeek < üydeyek < üydeyedik < üyde edik ~ юйде эдик (evdeydik). üyde:giz ~ üydeegiz < üydeyegiz < üydeyedigiz < üyde edigiz ~ юйде эдигиз (evdeydiniz). üyde:lle ~ üydeelle < üydeyelle < üydeyedile < üyde edile ~ юйде эдиле (evdeydiler). Bu çekimde görülen ikincil uzunluklar standart değildir. İkincil uzun / e: / ünlüsünün teşekkülünden önceki safhasında meydana gelen farklı bir gelişme neticesinde ikincil uzun / i: / ünlüsünün teşekkül ettiği de görülmektedir. Buna göre isim fiille çekime giren fiil kipinin şahıs ekleriyle birleşmesi sonucu meydana gelen hece kaynaşmasından sonraki safhada bağlayıcı / y / ünsüzünün erimeyip kendisinden önce ve sonra gelen / e / ünlülerini incelterek / i / ünlülerine dönüştürdüğü ve ancak bu safhadan sonra isim fiille birleşerek eriyip kaybolduğu görülmektedir. Bu tür ikincil uzunluk daha çok Malkar Türklerinin konuşma dilinde görülmektedir. üydi:m ~ üydiim < üydiyim < üydeyim < üydeyem < ... üydi:ŋ ~ üydiiŋ < üydiyiŋ < üydeyiŋ < üydeyeŋ < ... üydi:d ~ üydiid < üydiyid < üydeyid < üydeyed < ... üydi:k ~ üydiim < üydiyik < üydeyik < üydeyek < ... üydi:giz ~ üydiigiz < üydiyigiz < üydeyigiz < üydeyegiz < ... üydi:lle ~ üydiille < üydiyille < üydeyille < üydeyelle < ... 2.1.3. Soru Eki kündüzme:d ~ kündüzmeed < kündüzmüyed < kündüzmüyedi < kündüzmü edi (gündüz müydü) keçeme:d ~ keçemeed < keçemiyed < keçemiyedi < keçemi edi (gece miydi) Bu çekimdeki ikincil uzunluk da standart değildir. İkincil uzun / e: / ünlüsünün teşekkülünden sonraki safhada ikincil uzun / e: / sesinin kısalarak normal süreli ünlüye geçtiği de görülmektedir.

Page 224: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

kündüzmed < kündüzme:d ~ kündüzmeed <… < kündüzmü edi ~ кюндюзмю эди keçemed < keçeme:d ~ keçemeed < … < keçemi edi ~ кечeми эди Yine, ikincil uzun / e: / ünlüsünün teşekkülünden önceki safhada meydana gelen farklı bir gelişme neticesinde ikincil uzun / i: / ve / ü: / ünlülerinin teşekkül ettiği de görülmektedir. kündüzmü:d ~ kündüzmüüd < kündüzmüyüd < kündüzmüyed < … keçemi:d ~ keçemiid < keçemiyid < keçemiyed < … 2.2. Fiil Çekiminde 2.2.1. Şimdiki Zamanın Hikâyesi kele:em ~ keleem < keleyem < keleyedim < kele edim ~ келе эдим (geliyordum). kele:eŋ ~ keleeŋ < keleyeŋ < keleyediŋ < kele ediŋ ~ келе эдинг (geliyordun). kele:ed ~ keleed < keleyed < keleyedi < kele edi ~ келе эди (geliyordu). kele:ek ~ keleek < keleyek < keleyedik < kele edik ~ келе эдик (geliyorduk). kele:egiz ~ keleegiz < keleyegiz < keleyedigiz < kele edigiz ~ келе эдигиз (geliyordunuz). kele:lle ~ keleelle < keleyelle < keleyedile < kele edile ~ келе эдиле (geliyorlardı). 2.2.2. İstek Kipinin Hikâyesi kelge:m ~ kelgeem < kelgeyem < kelgeyedim < kelge edim ~ келге эдим (geleydim). kelge:ŋ ~ kelgeeŋ < kelgeyeŋ < kelgeyediŋ < kelge ediŋ ~ келге эдинг (geleydin). kelge:d ~ kelgeed < kelgeyed < kelgeyedi < kelge edi ~ келге эди (geleydi). kelge:k ~ kelgeek < kelgeyek < kelgeyedik < kelge edik ~ келге эдик (geleydik). kelge:giz ~ kelgeegiz < kelgeyegiz < kelgeyedigiz < kelge edigiz ~ келге эдигиз (geleydiniz). kelge:lle ~ kelgeelle < kelgeyelle < kelgeyedile < kelge edile ~ келге эдиле (geleydiler). 2.2.3. Şart Kipinin Hikâyesi kelse:m ~ kelseem < kelseyem < kelseyedim < kelse edim ~ келcе эдим (gelseydim). kelse:ŋ ~ kelseeŋ < kelseyeŋ < kelseyediŋ < kelse ediŋ ~ келcе эдинг (gelseydin). kelse:d ~ kelseed < kelseyed < kelseyedi < kelse edi ~ келcе эди (gelseydi). kelse:k ~ kelseek < kelseyek < kelseyedik < kelse edik ~ келcе эдик (gelseydik). kelse:giz ~ kelseegiz< kelseyegiz < kelseyedigiz < kelse edigiz ~ келcе эдигиз (gelseydiniz). kelse:lle ~ kelseelle < kelseyelle < kelseyedile < kelse edile ~ келcе эдиле (gelseydiler). 2.2.4. Şimdiki Zamanın Şartı kele:sem ~ keleesem < keleyesem < kele esem ~ келе эсем (geliyorsam). kele:seŋ ~ keleeseŋ < keleyeseŋ < kele eseŋ ~ келе эсенг (geliyorsan). kele:se ~ keleese < keleyese < kele ese ~ келе эсе (geliyorsa). kele:sek ~ keleesek < keleyesek < kele esek ~ келе эсек (geliyorsak).

Page 225: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

kele:segiz ~ keleesegiz < keleyesegiz < kele esegiz ~ келе эсегиз (geliyorsanız). kele:sele ~ keleesele < keleyesele < kele esele ~ келе эселе (geliyorlarsa). Birleşik fiil çekimlerindeki ikincil uzunluklar da standart değildir. İkincil uzun / e: / ünlüsünün teşekkülünden önceki safhada meydana gelen farklı bir gelişme neticesinde ikincil uzun / i: / ünlüsünün teşekkül ettiği de görülmektedir. keli:m ~ keliim < keliyim < keleyim < keleyem < ... < kele edim ~ келе эдим. kelgi:m ~ kelgiim < kelgiyim < kelgeyim < kelgeyem < … < kelge edim ~ келге эдим. kelsi:m ~ kelsiim < kelsiyim < kelseyim < kelseyem < … < kelse edim ~ келcе эдим. keli:sem ~ keliisem < keliyisem < keleyisem < keleyesem < … < kele esem ~ келе эсем. 2.1.5. Birleşik Fiil Çekimi Sırasında Gelen Ekler 2.1.5.1. Olumsuzluk Bildiren / -me / Eki Şimdiki zamanın hikâyesinin olumsuz çekiminde görülür. bilme:m ~ bilmeem < … < bilmey edim ~ билмей эдим (bilmiyordum). bilme: ŋ ~ bilmeeŋ < … < bilmey ediŋ ~ билмей эдинг (bilmiyordun). bilme:d ~ bilmeed < … < bilmey edi ~ билмей эди (bilmiyordu). bilme:k ~ bilmeek < … < bilmey edik ~ билмей эдик (bilmiyorduk). bilme:giz ~ bilmeegiz < … < bilmey edigiz ~ билмей эдигиз (bilmiyordunuz). bilme:lle ~ bilmeelle < … < bilmey edile ~ билмей эдилe (bilmiyorlardı). Bu çekimdeki ikincil uzunluklar da standart değildir. İkincil uzun / e: / ünlüsünün teşekkülünden önceki safhada farklı bir gelişme neticesinde ikincil uzun / i: / ünlüsünün teşekkül ettiği de görülmektedir. bilmi:m ~ bilmiim < … < bilmey edim ~ билмей эдим (bilmiyordum). bilmi: ŋ ~ bilmiiŋ < … < bilmey ediŋ ~ билмей эдинг (bilmiyordun). bilmi:d ~ bilmiid < … < bilmey edi ~ билмей эди (bilmiyordu). bilmi:k ~ bilmiik < … < bilmey edik ~ билмей эдик (bilmiyorduk). bilmi:giz ~ bilmiigiz < … < bilmey edigiz ~ билмей эдигиз (bilmiyordunuz). bilmi:lle ~ bilmiille < … < bilmey edile ~ билмей эдилe (bilmiyorlardı). 2.1.5.2. Soru Eki kelirme:m ~ kelirmeem < … < kelirmi edim ~ келирми эдим (gelir miydim). keleme:ŋ ~ kelemeeŋ < … < kelemi ediŋ ~ келeми эдинг (geliyor muydun). kelgenme:d ~ kelgenmeed < … < kelgenmi edi ~ келгeнми эди (gelmiş miydi). kellikme:k ~ kellikmeek < … < kellikmi edik ~ келликми эдик (gelecek miydik). kelirme:giz ~ kelirmeegiz < … < kelirmi edigiz ~ келирми эдигиз (gelir miydiniz). kelgenme:lle ~ kelgenmeelle < … < kelgenmi edile ~ келгeнми эдиле (gelmiş miydiler). Bu çekimdeki ikincil uzunluklar da standart değildir. İkincil uzun / e: / ünlüsünün teşekkülünden sonraki safhada ikincil uzun / e: / sesinin kısalarak normal süreli ünlüye geçtiği görülür. kelirmem < kelirme:m < …

Page 226: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

kelemeŋ < keleme:ŋ < … kelgenmed < kelgenme:d < … kellikmek < kellikme:k < … kelirmegiz < kelirme:giz < … kelgenmelle < kelgenme:lle < … Ayrıca ikincil uzun / e: / ünlüsünün teşekkülünden önceki safhada meydana gelen farklı bir gelişme neticesinde ikincil uzun / i: / ünlüsünün de teşekkül ettiği görülür. kelirmi:m ~ kelirmiim < … kelemi:ŋ ~ kelemiiŋ < … kelgenmi:d ~ kelgenmiid < … kellikmi:k ~ kellikmiik < … kelirmi:giz ~ kelirmiigiz < … kelgenmi:lle ~ kelgenmiille < … 3. / i: / ~ / ii / Eski Türkçedeki bazı kelimelerin iç ve son seslerinde bulunan / d /, / g /, / n / ve / ŋ / ünsüzlerinin akıcılaşarak Karaçay-Malkar Türkçesinde yarı ünlü / y / sesine dönüşmesi suretiyle teşekkül etmektedir. Söz konusu bu dönüşümden sonra ilk safhada diftong teşekkül etmekte, ikinci safhada / y / ünsüzü kendisinden önce veya sonra gelen ünlüyü / i / sesine dönüştürmektedir. Üçüncü safhada son seste bulunan / y / ünsüzü / i / sesine dönüşürken, iç seste bulunan / y / ünsüzü eriyerek kaybolmakta ve dördüncü safhada da eşit ikiz ünlüler vasıtasıyla ikincil uzunluklar meydana gelmektedir. Karaçay-Malkar Türkçesindeki bu tür ikincil uzunluklar sadece konuşma dilinde görülür. İmlâda ise / y / ünsüzü / i / ünlüsüne dönüşmez ya da eriyip kaybolmaz. Bu tür ikincil uzunlukla ilgili olarak tespit ettiğimiz kelimelerin; ilk önce konuşma dilinde geldiği safha, yani ikincil uzun ünlünün mevcut olduğu şekiller yer almaktadır. Daha sonra bu kelimelerin Latin ve Kiril imlâsındaki şekilleri verilmiş ve son olarak ilgili kelimelerin Eski Türkçedeki şekilleri eklenmiştir. 3.1. / y / < / d / bi:k ~ biik < biyik ~ бийик (büyük, yüksek) < ET. bedük (Gabain, 2000:267). i:- ~ ii- < iy- ~ ий- (göndermek) < ET. ıd- (Ergin, 2002:94). i:l- ~ iil- < iyil- ~ ийил- (gönderilmek) < ET. ıdıl- (Caferoğlu, 1993:56). ki:- ~ kii- < kiy- ~ кий- (giymek) < ET. ked- (Gabain, 2000:279). ki:m ~ kiim < kiyim ~ кийим (giyim) < ET. kedim (Gabain, 2000:279). ki:z ~ kiiz < kiyiz ~ кийиз (keçe, kilim) < ET. kidiz (Gabain, 2000:281). mi:k ~ miik < miyik ~ мийик (büyük, yüksek) < ET. bedük (Gabain, 2000:267). si:- ~ sii- < siy- ~ сий- (işemek) < ET. sid- (Caferoğlu, 1993:135). si:dik ~ siidik < siydik ~ сийдик (sidik) < ET. südük (Gabain, 2000:295). 3.2. / y / < / g / bi: ~ bii < biy ~ бий (bey) < ET. beg (Ergin, 2002:88). ci:rgen- ~ ciirgen- < ciyirgen- ~ джийирген- (iğrenmek) < EDPT. yigren- (Clauson, 1972:914). çi: ~ çii < çiy ~ чий (çiğ) < ET. çig (Siemieniec, 2000:144). i:- ~ ii- < iy- ~ ий- (eğmek) < KB. eg- (Arat, 1979:143).

Page 227: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

i:l- ~ iil- < iyil- ~ ийил- (eğilmek) < KB. egil- (Arat, 1979:143). i:r- ~ iir- < iyir- ~ ийир- (eğirmek) < ET. egir- (Ergin, 2002:93). i:men- ~ iimen- < iymen- ~ иймен- (çekinmek) < DLT. eymen- (Atalay, 1991:209). i:ne ~ iine < iyne ~ ийнe (iğne) < ET. igne (Siemieniec, 2000:94). ki:r ~ kiir- < kiyir- ~ кийир- (sokmak) < ET. kigür- (Ergin, 2002:102). si:t ~ siit < siyit < sıyıt ~ сыйыт (feryat) < ET. sıġıt (Ergin, 2002:110). ti:- ~ tii- < tiy- ~ тий- (değmek) < ET. teg- (Ergin, 2002:113). ti:re ~ tiire < tiyre ~ тийрe (çevre) < ET. tegre (Ergin, 2002:113). ti:şli ~ tiişli < tiyişli ~ тийишли (uygun) < ET. tiginç (Caferoğlu, 1993:151). 3.3. / y/ < / n/ i:nak ~ iinak < iynak ~ ийнакъ (dost, yakınlık) < ET. ınak (Caferoğlu, 1993:57). i:nan- ~ iinan- < iynan - ~ ийнан- (inanmak) < ET. ınan- (Caferoğlu, 1993:57). 3.4. < / y / < / ŋ / i:nek ~ iinek < iynek ~ ийнeк (inek) < ET. iŋek (Ergin, 2002:96). 3.5. / y / = / y / ki:k ~ kiik < kiyik ~ кийик (geyik) < ET. keyik (Ergin, 2002:102). 3.6. Alıntı Kelimelerde Karaçay-Malkar Türkçesinde ikincil uzun / i: / ünlüsü bazı alıntı kelimelerde de görülmektedir. Bunlar, Karaçay-Malkar Türkçesi imlâsında “iy” ~ “ий” şeklinde diftongla gösterilmekte, konuşma dilinde ise / i: / ve / iy / şeklinde nöbetleşe telâffuz edilmektedir. Ali: ~ Alii < Aliy ~ Алий (Ali) < Ar. Ali: bali: ~ balii < baliy ~ балий (vişne) < Os. bali: < Far. bâlu (Cappuyev, 1974:64). dari: ~ darii < dariy ~ дарий (ipek kumaş) < Os. dariy < Far. darayi (Çağatay, 1951:288). i:man ~ iiman < iyman ~ ийман (iman) < Ar. i:ma:n sabi: ~ sabii < sabiy ~ сабий (çocuk) < Ar. sabi: zaki: ~ zakii < zakiy ~ закий (zeki) < Ar. zeki: 4. / o: / ~ / oo / Kırgız Türkçesinde sıklıkla görülen ikincil uzun / o: / ünlüsü, Karaçay-Malkar Türkçesinde sadece birkaç kelimede teşekkül etmektedir. Bunlardan birincisi / so:ra / (sonra) edatı, ikincisi de Arapçadan alıntı / to:ba / (tövbe) kelimesidir. 4.1. / ø / < / ŋ / Karaçay-Malkar Türkçesinde imlâda “soŋura” (сонгура) ve “sora” (сора) olmak üzere her iki şekilde de kullanılan “sonra” edatının konuşma dilinde / so:ra / ~ / sora / şeklinde telâffuzu da mevcuttur. Eski Türkçede isim, sıfat ve zarf olarak da kullanılan “soŋ” kelimesi ile yön gösterme “-ra” ekinin birleşmesinden teşekkül eden “soŋra” edatının, Karaçay Malkar Türkçesinde ilk hecede / u / ünlüsünün türemesi suretiyle “soŋura” şeklini aldığı, müteakiben / ŋ / ünsüzünün düşerek iç seste / ou / şeklinde bir diftongun

Page 228: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

teşekkül ettiği, daha sonra benzeşme yoluyla / oo / şeklindeki eşit ikiz ünlülerin ve nihayetinde de ikincil uzun / o: / ünlüsünün meydana geldiği anlaşılmaktadır. Günümüz Karaçay-Malkar Türkçesi imlâsında bu edat çoğunlukla “sora” (сора) şeklinde yazılmaktadır. Yani imlâda ikincil uzunluğun gösterilmesi söz konusu değildir. Ayrıca yine imlâda gösterildiği şekilde, konuşma dilinde de bu edatın telâffuzunda ikincil uzunluğun normal süreli ünlüye geçtiği müşahede edilmektedir. Yani konuşma dilinde de bu edat / so:ra / ve / sora / şeklinde nöbetleşe telâffuz edilmektedir. Bununla birlikte ilerleyen zamanlarda imlâda olduğu gibi konuşma dilinde de ikincil uzun / o: / ünlüsünün kısalarak normal süreli / o / ünlüsüne dönüşeceği aşikârdır. so:ra ~ soora < soura < soŋura ~ сонгура (sonra) < soŋ + ra < ET. soŋ (Gabain, 2000:294). 4.1. / o / < / w / Arapça “tevbe” kelimesi Karaçay-Malkar Türkçesi imlâsında “toba” (тоба) şeklinde yazılmaktadır. Yani ilk hecedeki / o / ünlüsü normal süreli ünlü olarak gösterilmektedir. Ancak konuşma dilinde ise bu ünlünün uzun olarak telâffuz edildiği de müşahede edilmektedir. Söz konusu bu ünlünün yer aldığı ilgili kelime konuşma dilinde / to:ba / ve / toba / şeklinde nöbetleşe telâffuz edilmektedir. Ancak ilerleyen zamanlarda imlâda olduğu gibi konuşma dilinde de bu ikincil uzun ünlünün kısalarak normal süreli / o / ünlüsüne dönüşeceği anlaşılmaktadır. to:ba ~ tooba < towba > tooba ~ to:ba > toba ~ тоба (tövbe) < Ar. tevbe 5. / u: / ~ / uu / Eski Türkçedeki bazı kelimelerin iç ve son seslerinde bulunan / b /, / d / ve / ġ / ünsüzlerinin sızıcılaşarak Karaçay-Malkar Türkçesinde yarı ünlü / w / sesine dönüşmesi suretiyle teşekkül etmektedir. Söz konusu bu dönüşüm sonrasında meydana gelen ikincil uzunlukların imlâdaki şekillerine göre iki farklı şekilde geliştiği görülmektedir. 5.1. / w / < / b /, / d /, / ġ / Eski Türkçe bazı kelimelerde iç ve son seste bulunan / b /, / d / ve / ġ / ünsüzleri sızıcılaşarak Karaçay-Malkar Türkçesinde yarı ünlü / w / sesine dönüşür. Bir sonraki safhada kendisinden önce ve sonra gelen ünlüler de düzenli ve kurallı bir şekilde yuvarlaklaşarak / u / ünlüsüne dönüşür. Bu safhada iç ve son seste / uw / ve / uwu / şeklinde diftonglar meydana gelir. Karaçay-Malkar Türkçesi imlâsında da bu safha esas alınarak bu tür diftonglar yazıda “уу” (uw) ve “ууу” (uwu) şeklinde sabitlenmiştir. Konuşma dilinde ise zaten yarı ünlü sayılan / w / sesi benzeşme yoluyla / u / ünlüsüne dönüşerek eşit ikiz ünlüler ve müteakiben ikincil uzunluklar meydana gelir. İç seste bulunan / w / sesi ise kendisinden önce veya sonra gelen / u / ünlüsüyle birleşerek eriyip kaybolur. Bu tür ikincil uzunlukların resmî imlâda “уў” (uw) ve “уўу” (uwu) şeklinde diftongla gösterilmesi esastır. Ancak bunun örneklerine yalnız 1970 yılından önce yayımlanan kitaplar ile 1989 yılında yayımlanan “Karaçay-Malkar-Orus Sözlük” adlı eserde rastlanmaktadır. 1970 yılından günümüze kadarki her türlü yayında ise bu tür diftonglar “уу” (uu) ve “ууу” (uuu) şeklindeki eşit ikiz ünlülerle gösterilmektedir. Bununla birlikte son seste bulunan “уу” (uu) ile iç seste bulunan “ууу” (uuu) şeklindeki eşit ikiz

Page 229: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

ünlülerden ikinci sesin / ў / ~ / w / ünsüzü olduğu varsayılmaktadır. Hatta bu durum gramer kitaplarında da özellikle vurgulanmaktadır. Ancak günümüzde, Kiril esaslı resmî Karaçay-Malkar Türkçesi alfabesinde de yer almasına rağmen, galiba matbuatta kolaylık sağlamak amacıyla, hiçbir yayında “ ў ” (w) harfi kullanılmamakta, bunun yerine “ у ” (u) harfi kullanılmaktadır. Yani her ne kadar yazılı metinlerdeki eşit ikiz ünlülerin ikinci seslerinin / ў / ~ / w / sesi olduğu “varsayılıyorsa” da, gözümüzün gördüğü somut işaret “ у ” (u) harfidir. Bu durum Kiril harfli Karaçay-Malkar Türkçesi metinlerini Latin harflerine aktarmada da bazı problemlere sebep olmaktadır. Kimi aktarmalar “uw” ve “uwu” şeklindeki diftonglarla yapılırken, kimi aktarmalar da “uu” ve “uuu” şeklinde eşit ikiz ünlülerle yapılmaktadır. Biz, bu çalışmada olduğu gibi; dil çalışmalarıyla ilgili aktarmalarda “ w ” harfinin, diğer aktarmalarda ise Türkiye Türkçesi alfabesindeki “ v ” harfinin kullanılmasının yeterli olacağı kanaatindeyiz. Konuyla ilgili olarak aşağıda verilen örneklerin imlâdaki şekilleri gösterilirken; resmî Kiril alfabesindeki şeklinde varsayılan “ ў ” ( w ) harfi değil, gerçeğe uygun olarak, görünen “ у ” (u) harfi esas alınmıştır. Latin alfabesindeki şeklinde ise “ у ” harfinin / w / sesini karşıladığı varsayılarak “ w ” harfi esas alınmıştır. 5.1.1. / w / < / b / çu: ~ çuu < çuw ~ чуу (şan) < ET. çab (Orkun, 1987:789). su: ~ suu < suw ~ cуу (su) < ET. sub (Ergin, 2002:111). su:r- ~ suur- < suwur- ~ cуууp- (savurmak) < ET. *sabur- (Ata, 1992:241). u: ~ uu < uw ~ уу (av) < ET. ab (Gabain, 2000:258). u:çu ~ uuçu < uwçu ~ уучу (avcı) < ET. abçı (Orkun, 1987:755). 5.1.2. / w / < / d / u:ç ~ uuç < uwuç ~ уууч (avuç) < ET. adut (Caferoğlu, 1993:4). u:rt ~ uurt < uwurt ~ уууpт (avurt) < ET. adurt (Gabain, 2000:259). 5.1.3. / w / < / ġ / bu: ~ buu < buw ~ буу (erkek geyik) < ET. buġu (Caferoğlu, 1993:34). bu:- ~ buu- < buw- ~ буу- (boğmak) < KB. boġ- (Arat, 1979:96). bu:n ~ buun < buwun ~ бууун (boğum) < DTS. boġun (Nadelyayev, 1969:243). buşu: ~ buşuu < buşuw ~ бушуу (üzüntü) < DLT. buşuġ (Atalay, 1991:119). cortu: ~ cortuu < cortuw ~ джopтуу (koşturmak) < DLT. yortuġ (Atalay, 1991:803). cu:- ~ cuu- < cuw- ~ джуу- (yıkamak) < *yuġ- < ET. < yu- (Gabain, 2000:313). cu:k ~ cuuk < cuwuk ~ джууукъ (yakın) < ET. yaġuk (Ergin, 2002:120). culu: ~ culuu < culuw ~ джулуу (bedel) < ET. yuluġ (Caferoğlu, 1993:198). cu:rġan ~ cuurġan < cuwurġan ~ джуууpгъaн (yorgan)< ET. yoġurkan (Gabain, 2000:312). cu:rt ~ cuurt < cuwurt ~ джуууpт (yoğurt) < ET. yoġurt (Gabain, 2000:312). ku: ~ kuu < kuw ~ къуу (kuş tüyü) < ET. kuġu: kuğu (Gabain, 2000:284). ku:- ~ kuu- < kuw- ~ къуу- (kovmak) < ET. koġ- (Çağatay, 1951:295). ku:k ~ kuuk < kuwuk ~ къууукъ (mesane) < ET. kaġuk (Caferoğlu, 1993:107). ku:r- ~ kuur- < kuwur- ~ къуууp- (kavurmak) < DLT. kuġur- (Atalay, 1991:374) ku:rmaç ~ kuurmaç > kurmaç ~ къуpмач (kavrulmuş buğday) < DLT. koġurmaç (Atalay, 1991:339). ku:ş ~ kuuş < kuwuş ~ къуууш (oyuk) < DLT. koġuş: (Atalay, 1991:251).

Page 230: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

ku:t ~ kuut < kuwut ~ къууут (kavrulmuş un) < DLT. kaġut (Atalay, 1991:251). soru: ~ soruu < soruw ~ соруу (soru) < DLT. soruġ (Atalay, 1991:531). su:k ~ suuk < suwuk ~ cууукъ (soğuk) < ET. soġık (Gabain, 2000:294). tu: ~ tuu < tuw ~ туу (çorak toprak) < KB. toġ: toz (Arat, 1979:456). tu:- ~ tuu- < tuw- ~ туу- (doğmak) < ET. toġ- (Ergin, 2002:115). tu:r- ~ tuur- < tuwur- ~ туууp- (doğurmak) < KB. toġur- (Arat, 1979:457). tu:ra ~ tuura < tuwra ~ туурa (doğru, karşı) < KB. toġru (Arat, 1979:456). tu:ra- ~ tuura- < tuwra- ~ тууpa- (doğramak) < DLT. toġra- (Atalay, 1991:631). u: ~ uu < uw ~ уу (zehir) < ET. aġu (Gabain, 2000:259). u:- ~ uu- < uw- ~ уу- (ovmak) < ET. oġ- (Ata, 1992:230). u:z ~ uuz < uwuz ~ уууз (ilk süt) < ET. uġuz (Caferoğlu, 1993:172). uru: ~ uruu < uruw ~ уpуу (soy, kabile) < ET. uruġ (Gabain, 2000:305). Yukarıda örnek olarak verilen kelimelerdeki ikincil uzunluklar konuşma dilinde de düzenli ve standart değildir. Söz konusu bu tür ikincil uzunlukların eş zamanlı olarak / uw / ve / uwu / şeklindeki diftonglarla nöbetleşe telâffuz edildiği, hatta seyrek de olsa, kısalarak normal süreli ünlüye geçtikleri de müşahede edilmektedir. Örneğin imlâda “kurmaç” ~ “къуpмач” (kavrulmuş buğday < DLT. koġurmaç; Atalay, 1991:339) şeklinde gösterilen bu kelimedeki / u / ünlüsü; diftong, eşit ikiz ünlü ve ikincil uzun ünlü safhalarını tamamlayarak normal süreli ünlüye geçmiştir. İmlâda da bu son safha esas alınmıştır. Halbuki konuşma dilinde ise eş zamanlı olarak ikincil uzun ünlü / ku:rmaç / ile diftonglu / kuwurmaç / şekillerinin telâffuzda hâlen nöbetleşe devam ettiği görülmektedir. 5.2. / -ıw / < / -ıġ / Karaçay-Malkar Türkçesindeki ikincil uzun / u: / ünlüsünün diğer gelişme safhası ise şöyledir; Eski Türkçe bazı kelimelerde bilhassa son seste bulunan arka damak / ġ / ünsüzü sızıcılaşarak Karaçay-Malkar Türkçesinde yarı ünlü / w / sesine dönüşmekle birlikte kendisinden önce gelen / ı / ünlüsünü yuvarlaklaştırarak / u / ünlüsüne dönüştürememiştir. Bu safhada son seste / ıw / şeklinde bir diftong meydana gelir. Karaçay-Malkar Türkçesi imlâsında da bu safha esas alınarak bu tür diftonglar yazıda “ыу” (ıw) şeklinde sabitlenmiştir. Konuşma dilinde ise durum farklı olup diftong safhasından eşit ikiz ünlü safhasına geçiş söz konusudur. Son seste bulunan yarı ünlü / w / sesi kendisinden önce gelen / ı / ünlüsünü yuvarlaklaştırarak önce / uw / diftongunu, sonra da / uu / eşit ikiz ünlülerini teşekkül ettirmekte ve nihayetinde ikincil uzunluklar meydana gelmektedir. açu: ~ açuu < açuw < açıw ~ ачыу (öfke) < ET. açıġ (Gabain, 2000:258). asu: ~ asuu < asuw < asıw ~ аcыу (fayda) < ET. asıġ (Caferoğlu, 1993:15). ayu: ~ ayuu < ayuw < ayıw ~ айыу (ayı) < ET. adıġ (Caferoğlu, 1993:3). azu: ~ azuu < azuw < azıw ~ азыу (azı dişi) < ET. azıġ (Caferoğlu, 1993:19). batu: ~ batuu < batuw < batıw ~ бaтыу (çukur) < KB. batıġ (Arat, 1979:65). cabu: ~ cabuu < cabuw < cabıw ~ джaбыу (örtü)< *yapıġ < DLT. yap- : örtmek (Atalay, 1991:774). caraşu:~caraşuu<caraşuw<caraşıw~джaрaшыу (uygun)<*yaraşıġ<DTS.yaraşık (Nadelyayev,1969:240). cazu: ~ cazuu < cazuw < cazıw ~ джaзыу (yazı) < *yazıġ > DLT. yazıġçı (Atalay, 1991:765). cazu:çu ~ cazuuçu < cazuwçu < cazıwçu ~ джaзыучу (yazar) < DLT. yazıġçı (Atalay, 1991:765). çaldu: ~ çalduu < çalduw < çaldıw ~ чaлдыу (çelme) < *çaldıġ < ET. çal- : vurmak

Page 231: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

(Gabain, 2000:271). çançu: ~ çançuu < çançuw < çançıw ~ чaнчыу (sancı) *sançıġ < ET. sanç- (Gabain, 2000:292). kısu: ~ kısuu < kısuw < kısıw ~ къысыу (telaş) < DLT. kısıġ (Atalay, 1991:321). satu: ~ satuu < satuw < satıw ~ cатыу (satış) < ET. satıġ (Caferoğlu, 1993:130). tarıġu: ~ tarıġuu < tarıġuw < tarıgıw ~ тaрыгъыу (dertlenme) < *tarıkıġ < DLT. tarık- (Atalay, 1991:578). tatu: ~ tatuu < tatuw < tatıw ~ татыу (tat, lezzet) < ET. tatıġ (Gabain, 2000:297). tayu: ~ tayuu < tayuw < tayıw ~ тайыу (kaygan) < DTS. tayıġ (Nadelyayev, 1969:528). Yukarıda örnek olarak verilen ikincil uzunlukların da konuşma dilinde düzenli ve standart olmadığı; eş zamanlı olarak / ıw / ve / uw / şeklindeki diftonglarla nöbetleşe telâffuz edildiği müşahede edilmektedir. Bunun dışında, yukarıda izah edilen ikincil uzun / u: / ünlüsünün gelişme safhasına aykırı şekilde gelişme gösteren birkaç istisna kelimeden bahsetmek gerekir. Söz konusu bu kelimeler imlâdaki şekilleriyle: “ауруу” (awruw: ağrı), “ариу” (ariw: güzel, temiz) ve “тиширыу” (tişirıw: kadın) kelimeleridir. Yukarıda, Eski Türkçe bazı kelimelerde bilhassa son seste bulunan arka damak / ġ / ünsüzünün sızıcılaşarak Karaçay-Malkar Türkçesinde yarı ünlü / w / sesine dönüşmekle birlikte kendisinden önce gelen / ı / ünlüsünü yuvarlaklaştırarak / u / ünlüsüne dönüştüremediği söylenmişti. Halbuki “awruw” (< ET. aġrıġ; Gabain, 2000:259) kelimesinin ikinci hecesindeki / ı / ünlüsünün yuvarlaklaşma hadisesi yoluyla / u / ünlüsüne dönüştüğü görülmektedir. Ancak buradaki yuvarlaklaşma hadisesi, kelimenin son sesindeki / w / ünsüzünün etkisiyle değil de iç sesteki / w / ünsüzünün etkisiyle gerçekleşmiş olmalıdır. Neticede bu kelime “awru-” (< ET. aġrı-: ağrımak, hastalanmak; Gabain, 2000:259) fiiline dayanmaktadır. awru: ~ awruu < awruw ~ ауруу (ağrı) < ET. aġrıġ (Gabain, 2000:259). Karaçay-Malkar Türkçesinde, konuşma dilinde eş zamanlı olarak pek çok telâffuz şekli olan, imlâdaki şekliyle “ариу” (ariw < ET. arıġ: saf, temiz; Gabain, 2000:261) kelimesinin teşekkülünde ise daha farklı bir gelişme olmuştur. İmlâdaki şekline bakıldığında kelimenin son hecesindeki / i / ünlüsünden dolayı son seste / iw / ya da / iü / şeklinde bir diftong teşekkül ettiği sanılabilir. Ancak telâffuzda ise / iuw / şeklinde bir diftongun varlığı söz konusudur. Bu kelimenin gelişme safhasını Eski Türkçe “arıġ” kelimesinden başlatırsak; ilk safhada son seste bulunan arka damak / ġ / ünsüzü sızıcılaşarak yarı ünlü / w / sesine dönüşmüş ve söz konusu kelime “arıw” şeklini almıştır. Bu safhada son seste / ıw / (ıu) şeklinde bir diftong teşekkül etmiştir. Sonraki safhada son sesteki / w / ünsüzü, kendisinden önce gelen / ı / ünlüsünü yuvarlaklaştırarak / u / ünlüsüne dönüştürmüş; buna ilaveten ikinci hecenin ilk sesi olan, ön damakta ve ünlü sahasının önünde teşekkül eden ön / r / ünsüzünden (Ergin, 2000:47) sonra bir / i / ünlüsü türemiş ve son seste / iuw / şeklinde bir diftong meydana gelmiştir. Söz konusu kelimenin imlâdaki şekli böyle izah edilebilir. Ancak yukarıda da belirtildiği gibi söz konusu bu diftong imlâda / иу / ~ / iw / şeklinde gösterilmektedir. Telâffuzda ise bu diftong / iuw / şeklindedir. Ayrıca telâffuzda görülen bu şekil diftong daha sonra konuşma dilindeki gelişmesine devam etmiş ve son sesteki yarı ünlü / w / sesi / u / ünlüsüne dönüşmüştür. Bu son safhada / iu: /~ / iuu / şeklinde ikincil uzunlukla karışık bir diftong meydana gelmiştir.

Page 232: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

ariu: ~ ariuu < ariw (ariuw) ~ ариу (güzel, temiz) < aruw < arıw < ET. arıġ (Gabain, 2000:261). Yukarıda bu kelimenin konuşma dilinde eş zamanlı olarak pek çok telâffuz şekli olduğunu söylemiştik. Bunların içerisinde en çok telâffuz edilenlerinin / eru: / ve / aru: / şeklinde olduğu müşahede edilmektedir. Bunlardan birincisinin gelişme safhası imlâdaki “ариу” (ariw) şeklinden başlamaktadır. Son sesteki / iuw / diftongundaki / i / ünlüsü gerileyici uzak benzeşme yoluyla / a / ünlüsünü incelterek / e / ünlüsüne dönüştürmüştür. Bir sonraki safhada, son seste bulunan / iuw / diftongundaki / i / ünlüsünün kendinden sonra gelen / u / ünlüsüyle birleşerek eriyip kaybolması neticesinde / uw / diftongu meydana gelmiştir. Son safhada ise / w / sesi benzeşme yoluyla / u / ünlüsüne dönüşerek eşit ikiz ünlüler ve müteakiben ikincil uzunluk teşekkül etmiştir. eru: ~ eruu < eruw < eriw (eriuw) < ariw (ariuw) < … < ET. arıġ (Gabain, 2000:261). Söz konusu bu kelimenin konuşma dilinde en fazla telâffuz edildiği müşahede edilen / aru: / şeklinin gelişme safhası ise Eski Türkçe “arıġ” kelimesinden başlamaktadır. Birinci safhada son sesteki / ġ / ünsüzü sızıcılaşarak / w / sesine dönüşmüş ve son seste / ıw / şeklinde diftong meydana gelmiştir. İkinci safhada son sesteki / w / ünsüzü kendisinden önce gelen / ı / ünlüsünü yuvarlaklaştırarak / uw / diftongunu teşekkül ettirmiştir. Son safhada ise yarı ünlü / w / sesi benzeşme yoluyla / u / ünlüsüne dönüşerek / uu / eşit ikiz ünlülerini ve müteakiben ikincil uzun / u: / ünlüsünü meydana getirmiştir. aru: ~ aruu < aruw < arıw < ET. arıġ (Gabain, 2000:261). İki ayrı kelimenin birleşmesiyle teşekkül etmiş olan “тиширыу” (tişirıw: kadın < tişi + uruw < ET. tişi: dişi + uruġ: soy; Gabain, 2000:300, 305) kelimesinin gelişme safhasında ise daha farklı bir durum görülmektedir. Buna göre, söz konusu bu birleşik kelimeyi meydana getiren kelimelerden ikincisinin gelişme safhası Eski Türkçe “uruġ” kelimesinden başlamaktadır. Son sesteki / ġ / ünsüzü sızıcılaşarak / w / ünsüzüne dönüşmüş ve kendisinden önce gelen / u / ünlüsüyle birlikte / uw / diftongunu meydana getirmiştir. Daha sonra “tişi” ve “uruw” kelimelerinin birleşme safhasında, ünlü karşılaşması ve müteakiben meydana gelen ünlü birleşmesi neticesinde ikinci kelimenin başındaki / u / ünlüsü kaybolmuştur. Bu safhadan sonra iç sesteki / i / ünlüsünün etkisiyle, son sesteki yuvarlak / u / ünlüsü, düzleşerek / ı / ünlüsüne dönüşmüş ve / ıw / diftongu meydana gelmiştir. Karaçay-Malkar Türkçesi imlâsında da bu safha esas alınmıştır. tişirıw ~ тиширыу (kadın) < tişiruw < tişi + uruw < ET. tişi + uruġ (Gabain, 2000:300, 305). Konuşma dilinde ise söz konusu bu kelimenin teşekkülü sırasında meydana gelen / uw / şeklindeki diftong safhasının daha çok telâffuz edildiği, müteakiben bu diftongun eşit ikiz ünlü ve ikincil uzunluğa geçtiği müşahede edilmektedir. tişiru: ~ tişiruu < tişiruw < tişi + uruw < ET. tişi + uruġ (Gabain, 2000:300, 305). 6. / ü: / ~ / üü /

Page 233: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Karaçay-Malkar Türkçesindeki ikincil uzun / ü: / sesinin teşekkülü, yukarıda genişçe izah edilen ikincil uzun / u: / sesinin teşekkül şekliyle hemen hemen aynıdır. Tek farkı bu tür ikincil uzunlukların ince ünlülü kelimelerde meydana gelmesi ve ayrıca ikincil uzunlukların teşekkülüne tesir eden / w / ünsüzüne ilaveten bir de / y / ünsüzünün tesiri olmasıdır. Buna göre, bu tür ikincil uzunluklar, Eski Türkçe bazı kelimelerin iç ve son seslerinde bulunan / b /, / d /, / g / ve / ŋ / ünsüzlerinin sızıcılaşması ve akıcılaşması neticesinde Karaçay-Malkar Türkçesinde yarı ünlü / w / ile / y / seslerine dönüşmesi suretiyle teşekkül etmektedir. 6.1. / w / < / g / Eski Türkçede bazı kelimelerin yalnız son sesinde ön damak / g / ünsüzünün sızıcılaşarak Karaçay-Malkar Türkçesinde yarı ünlü / w / sesine dönüşmesi suretiyle teşekkül etmektedir. Bu tür ikincil uzunlukların iki farklı şekilde geliştiği görülmektedir. 6.1.1. / -iw / < / -ig / Birinci gelişme safhası şöyledir; Eski Türkçe bazı kelimelerde son seste bulunan ön damak / g / ünsüzü sızıcılaşarak Karaçay-Malkar Türkçesinde yarı ünlü / w / sesine dönüşmekle birlikte kendisinden önce gelen / i / ünlüsünü yuvarlaklaştırarak / ü / ünlüsüne dönüştürememiştir. Bu safhada son seste / iw / şeklinde bir diftong meydana gelir. Karaçay-Malkar Türkçesi imlâsında da bu safha esas alınarak bu tür diftonglar yazıda “иу” (iw) şeklinde sabitlenmiştir. Konuşma dilinde ise durum farklı olup diftong safhasından eşit ikiz ünlü safhasına geçiş söz konusudur. Son seste bulunan yarı ünlü / w / sesi, kendisinden önce gelen / i / ünlüsünü yuvarlaklaştırarak önce / üw / diftongunu ve hemen sonrasında / üü / eşit ikiz ünlülerini meydana getirmekte ve nihayetinde ikincil uzunluklar teşekkül etmektedir. Tarihî ses değişmelerine bağlı olarak bu tür ikincil uzunlukla ilgili iki kelime tespit edilmiştir. Birinci örnek “эжиу” (ejiw: ezgi, bir ezgi veya şarkıya koro halinde eşlik etmek) kelimesidir. Bu kelime Çerkesçede de “bir şarkıya eşlik etmek” anlamına gelen “эжыу” (ejıw) ve “дежыу” (dejıw) şeklinde mevcuttur (Çelikkıran, 1991:133). Bu kelimenin Karaçay-Malkar Türkçesine Çerkesçeden geçmiş olması ihtimali düşünülebilirse de; biz bu kelimenin kökeninin Eski Türkçe “egzig” ( > EAT. ezgü > TT. ezgi) kelimesi olduğu kanaatindeyiz. İkinci örnek ise “кезиу” (keziw: sıra, esna) kelimesidir. Bu kelimenin imlâda ve telâffuzdaki bu şekli yalnız Malkar Türkçesinde mevcuttur. Her iki kelimenin de imlâdaki şekilleri, konuşma dilinde ikincil uzunluk safhasına geçmiştir. ejü: ~ ejüü < ejüw < ejiw ~ эжиу (ezgi, koro) < ET. egzig (Gülensoy, 2007:352). kezü: ~ kezüü < kezüw < keziw ~ кезиу (sıra, esna) < ET. kezig (Caferoğlu, 1993:72). 6.1.2. / -üw / < / -ig / Bu tür ikincil uzunlukların ikinci gelişme safhasında ise; Eski Türkçe bazı kelimelerde son seste bulunan ön damak / g / ünsüzünün sızıcılaşarak Karaçay-Malkar Türkçesinde yarı ünlü / w / sesine dönüştüğü ve kendisinden önce gelen ince ünlüleri / ü / ünlüsüne dönüştürdüğü görülmektedir. Bu safhada son seste / üw / diftongu meydana gelmiştir. Karaçay-Malkar Türkçesi imlâsında bu safha esas alınarak / юу / ~ / üw / şeklinde sabitlenmiştir. Konuşma dilinde ise son sesteki yarı ünlü / w / sesi / ü / ünlüsüne dönüşerek eşit ikiz ünlüler vasıtasıyla ikincil uzunluk teşekkül etmektedir. Yine tarihî ses değişmelerine bağlı olarak bu tür ikincil uzunlukla ilgili iki kelime tespit edilmiştir. İlk

Page 234: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

örnek olan “közüw” kelimesinde, biraz önce yukarıda izah edilen “keziw” kelimesinin devam eden gelişme safhalarında ünlü değişmeleri çok güzel şekilde takip edilebilmektedir. Buna göre son sesteki / w / sesi hem kendisinden önce gelen / i / ünlüsünü yuvarlaklaştırarak / ü / ünlüsüne dönüştürmüş ve hem de uzak benzeşme yoluyla bir önceki hecede yer alan / e / ünlüsünü yuvarlaklaştırarak / ö / ünlüsüne dönüştürmüştür. Ayrıca konuşma dilinde, son seste diftong safhasından eşit ikiz ünlü ve ikincil uzunluk safhasına geçiş olmuştur. közü: ~ közüü < közüw ~ кёзюу (sıra, esna) < keziw < ET. kezig (Caferoğlu, 1993:72). sürü: ~ sürüü < sürüw ~ сюpюу (sürü) < ET. sürüg (Gabain, 2000:295). 6.2. / y / < / b /, /d/, / g /, / ŋ / İkincil uzun / ü: / sesinin bir diğer gelişme safhasında ise Eski Türkçe bazı kelimelerin iç ve son seslerinde bulunan / b /, / d /, / g / ve / ŋ / ünsüzlerinin akıcılaşarak Karaçay-Malkar Türkçesinde yarı ünlü / y / sesine dönüştüğü görülmektedir. Bundan sonraki safhada / y / ünsüzünden önce ve sonra gelen ince ünlüler / ü / ünlüsüne dönüşmektedir. Bu safhada iç ve son seste / üy / ve / üyü / şeklinde diftonglar meydana gelir. Karaçay-Malkar Türkçesi imlâsında da bu safha esas alınarak bu tür diftonglar “юй” (üy) ve “юйю” (üyü) şeklinde sabitlenmiştir. Konuşma dilinde ise son sesteki yarı ünlü / y / sesi / ü / ünlüsüne dönüşerek eşit ikiz ünlüleri meydana getirmekte ve nihayetinde ikincil uzunluklar teşekkül etmektedir. İç seste bulunan / y / sesi ise kendisinden önce veya sonra gelen / ü / ünlüsüyle birleşerek eriyip kaybolmaktadır. 6.2.1. / y / < / b / çü:r- ~ çüür- < çüyür- ~ чюйюр- (çevirmek) < ET. çebir- (Çeçenov, 1997:40). ü: ~ üü < üy ~ юй (ev) < ET. eb (Ergin, 2002:92). sü:- ~ süü- < süy- ~ сюй- (sevmek) < ET. seb- (Orkun, 1987:97). sü:n- ~ süün- < süyün- ~ сюйюн- (sevinmek) < ET. sebin- (Orkun, 1987:97). 6.2.2. / y / < / d / kü:z ~ küüz < küyüz ~ кюйюз (halı) < *küdüz > DLT. küvüz (Atalay, 1991:402). sü:re- ~ süüre- < süyre- ~ сюйре- (sürüklemek) < ET. südre- (Siemieniec, 2000:209). 6.2.3. / y / < / g / cü:rük ~ cüürük < cüyrük ~ джюйрюк (hız, tempo) < ET. yügrük (Gabain, 2000:313). kü: ~ küü < küy ~ кюй (ağıt, türkü) < ET. küg (Caferoğlu, 1993:81). tü:- ~ tüü- < tüy- ~ тюй- (düğümlemek) < ET. tüg- (Gabain, 2000:303). tü:- ~ tüü- < tüy- ~ тюй- (dövmek) < DLT. tög- (Atalay, 1991:643). tü:l ~ tüül < tüyül ~ тюйюл (değil) < ET. tügül (Orkun, 1986:871). tü:m ~ tüüm < tüyüm ~ тюйюм (düğüm) < ET. tügüm (Tekin, 1999:121). tü:me ~ tüüme < tüyme ~ тюйме (düğme) < DLT. tügme (Atalay, 1991:667). tü:r ~ tüür < tüyür ~ тюйюр (çember) < DLT. tegirme (Atalay, 1991:594). tü:re- ~ tüüre- < tüyre- ~ тюйре (iliştirmek) < ET. tegür- (Orkun, 1987:108). tü:ş ~ tüüş < tüyüş ~ тюйюш (dövüş) < ET. tegiş (Ergin, 2002:113). ü:r ~ üür < üyür ~ юйюр (aile) < ET. ügür (Caferoğlu, 1993:177). ü:ren- ~ üüren- < üyren- ~ юйрен- (öğrenmek) < ET. ögren- (Tekin, 1999:121).

Page 235: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Bu tür ikincil uzunlukların bir sonraki safhada kısalarak normal süreli ünlülere dönüştüğü de görülmektedir. Örneğin / tü:l / (değil) edatı ile / ü:ren- / (öğrenmek) fiilindeki ikincil uzun / ü: / ünlüsünün kısalarak normal süreli ünlüye geçtiği müşahede edilmektedir. tül < tü:l ~ tüül < tüyül ~ тюйюл üren- < ü:ren ~ üüren < üyren- ~ юйрен- 6.2.4. / y / < / ŋ / mü:ş ~ müüş < müyüş ~ мюйюш (köşe) < ET. büŋüş (Ata, 1992:258). mü:z ~ müüz < müyüz ~ мюйюз (boynuz) < ET. müŋüz (Caferoğlu, 1993:90). Sonuç 1. Bugünkü Karaçay-Malkar Türkçesinde, imlâda gösterilmemekle birlikte, konuşma dilinde eşit ikiz ünlüler vasıtasıyla meydana gelen / a: /, / e: /, / i: /, / o: /, / u: / ve / ü: / ikincil uzun ünlüleri mevcuttur. Bu ikincil uzunlukların imlâda alçalan diftonglarla gösterildiği; konuşma dilinde ise bu alçalan diftongların eşit ikiz ünlü safhasına geçmek suretiyle ikincil uzun ünlüleri meydana getirdiği görülmektedir. 2. Bunların bir kısmı tarihî ses değişmeleriyle, bir kısmı da kelimelerin yapımı ve çekimi sırasında telaffuzda meydana gelen ünsüz erimesi, ünsüz düşmesi, ünlü birleşmesi ve hece kaynaşması gibi muhtelif ses olayları neticesinde meydana gelmektedir. Tarihî ses değişmeleriyle meydana gelen ikincil uzunluklar, Eski Türkçe kelimelerin iç ve son seslerinde bulunan / b /, / d /, / g /, / ġ / ve / ŋ / ünsüzlerinin sızıcılaşması ve akıcılaşması neticesinde Karaçay-Malkar Türkçesinde yarı ünlü / w / sesi ile / y / sesine dönüşmesi sonucu teşekkül etmektedir. Kelimelerin yapımı ve çekimi sırasında meydana gelen ikincil uzunluklar genellikle isim fiille çekime giren kelimelerde görülmektedir. 3. Karaçay-Malkar Türkçesindeki bu ikincil uzunlukların; sürekli, kurallı ve standart olmadığı tespit edilmiş; eş zamanlı olarak alçalan diftong ve normal süreli ünlülerle birlikte nöbetleşe telâffuz edildiği müşahede edilmiştir. Kısaltmalar ET. Eski Türkçe EAT. Eski Anadolu Türkçesi TT. Türkiye Türkçesi DLT. Divânü Lügâti’t-Türk DTS. Drevnetürkskiy Slovar KB. Kutadgu Bilig EDPT. An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish Ar. Arapça Far. Farsça Os. Osetçe Kaynaklar Arat, Reşid Rahmeti., Kutadgu Bilig III (İndeks), Hazırlayanlar: Kemal Eraslan, Osman

Page 236: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

F. Sertkaya, Nuri Yüce, İstanbul: TKAE Yay., 1979. Ata, Aysu., “Karaçay, Balkar ve Kumuk Türkçelerinin Karşılaştırmalı Ses Bilgisi”, Türkoloji Dergisi, C. X, Sayı: 1, Ankara, 1992. Atalay, Besim., Divanü Lûgat-it-Türk Dizini (Endeks), Ankara: TDK Yay., 1991. Başdaş, Cahit., “Kırgız Türkçesinde İkiz Ünlüler”, Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı: 139, İstanbul, 2002. Buran, Ahmet., “Çağdaş Türk Yazı Dillerinde ve Türkiye Türkçesi Ağızlarında İkincil Uzun Ünlüler”, II. Kayseri Ve Yöresi Kültür, Sanat ve Edebiyat Bilgi Şöleni, Kayseri, 10-12 Nisan 2006. Caferoğlu, Ahmet., Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, İstanbul: Enderun Kitabevi, 1993. Cappuyev, A., “Rol Sosednih Yazıkov v Razvitii Zemledelçeskih Terminov Karaçayevo-Balkarskogo Yazıka”, Sovyetskaya Türkologiya, No: 3, 1974. Clauson, Sir Gerard., An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish, Oxford: Clarendon Press, 1972. Çağatay, Saadet., “Karaçayca Birkaç Metin”, A.Ü. DTCF Dergisi, C. IX, Sayı: 3, Ankara, 1951. Çeçenov, A.A., İstoriçeskaya Fonetika Karaçayevo-Balkarskaya Yazıka, Moskova, 1997. Çelikkıran, Mehmet Yasin., Türkçe-Adıgece Sözlük, Maykop, 1991. Ergin, Muharrem., Türk Dil Bilgisi, İstanbul: Bayrak Yay., 2000. Ergin, Muharrem., Orhun Abideleri, İstanbul: Boğaziçi Yay., 2002. Gabain, A. Von., Eski Türkçenin Grameri, Çeviren: Mehmet Akalın, Ankara: TDK Yay., 2000. Goçiyayeva, S.A.; H.İ. Süyünçev., Karaçay-Malkar-Orus Sözlük, Moskova, 1989. Gülensoy, Tuncer., Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü, Ankara: TDK Yay., 2007. Nadelyayev, V.M.; D.M. Nasilov, E.R. Tenişev, A.M. Şçerbak., Drevnetürkskiy Slovar, Leningrad, 1969. Orkun, Hüseyin Namık., Eski Türk Yazıtları, Ankara: TDK Yay., 1987. Siemieniec-Golas, Ewa., Karachay-Balkar Vocabulary of Proto-Turkic Origin, Krakow, 2000. Tekin, Talat.; Mehmet Ölmez., Türk Dilleri (Giriş), İstanbul: Simurg Yay., 1999.

Page 237: Adilhan Adiloglu Turkoloji Makaleler

Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

_____________________________________________________________________ Adilhan Adiloğlu., "Karaçay-Malkar Türkçesinde Eşit İkiz Ünlüler Vasıtasıyla Meydana Gelen İkincil Ünlüler", VI. Uluslararası Türk Dili Kurultayı, 21 Ekim 2008 Salı, Üçüncü Oturum, 14.50-15.10, Bilkent Otel ve Konferans Merkezi: Gediz Salonu, Ankara. Yazarla İrtibat : [email protected]

Turkiston Kutubxonasi Turkistan Library

Туркестанская Библиотека

http://www.turklib.ru http://www.turklib.uz

http://www.turklib.com